kitle iletişimi

advertisement
KİTLE İLETİŞİMİ
“Kitle” Kavramı
Kitle iletişiminden söz edilirken öncelikle irdelenmesi gereken kavramlardan biri
"kitle"dir. Kalabalık, yığın anlamındaki kitle, en geniş anlamıyla, ne olduğu belli olmayan
bir şeyi, niceliksel anlamda çokluğu ve niteliksel anlamda belirsizliği anlatır. Kitle
kavramı, endüstri devriminin ortaya çıkardığı, elitist "yüksek kültürcülerin" tehlikeli
gördüğü, devrimcilerin çoğunlukla romantikleştirdiği insan topluluğunu anlatır. Kitle bir
egemenlik ilişkisinde korku, aşağılama, tehlikeli görme ve kontrol etme mekanizmaları
geliştirmeyi getirirken; bir diğerinde kitle hareketleri, kitle gösterileri, kitle eğitimi, kitle
bilinci, kitle örgütlenmesi, kitle yürüyüşü gibi kavramlar ve anlayış içinde mücadeleci bir
anlam getirir.
Kitle, “kendiliğinden”dir. Bir kez var olur olmaz daha çok insanı kapsamak ister.
Büyüme isteği kitlenin ilk ve en önemli niteliğidir. Erişebileceği herkesi içine almak ister,
insan yapısına sahip herkes kitleye katılabilir. Doğal kitle, “açık” kitledir. Açık kitlenin
büyümesinin hiçbir sınırı yoktur. Evleri, kapıları ya da kilitleri tanımaz. Dolayısıyla “açık”
demek, her yerde ve her yöne açık anlamındadır. Açık kitle büyüdüğü sürece vardır.
Büyümesi durur durmaz dağılır. Çünkü kitle, ortaya çıktığı kadar ani bir biçimde dağılır.
Kendiliğindenlik özelliğine sahip bu şekliyle kitle çok hassas bir yapıdır. Büyümesini
sağlayan açıklık aynı zamanda onun için tehlikedir de. Korkutucu dağılma sezgisi kitlede
her zaman canlıdır. Hızlı büyüme yoluyla elinden geldiğince uzun bir süre dağılmaktan
kaçınmaya çabalar. Sınırsız biçimde büyüyebileceği ve herhangi bir yerde baş
gösterebileceği için evrensel bir bakış açısıyla incelenmesi gereken “açık” kitlenin tersine
bir de “kapalı” kitle vardır.
“Kapalı” kitle, büyümekten feragat eder ve kalıcılığa önem verir. “Kapalı” kitlede
göze çarpan ilk şey bir sınırının olmamasıdır. Kendi sınırlarını kabul etmek suretiyle
kalıcılaşır. Kendisine içini dolduracağı bir uzam yaratır. Bu uzam içine sıvı akan ve hacmi
bilinen bir kapla karşılaştırılabilir. Bu uzama giriş kapıları sayılıdır ve yalnızca bu girişler
kullanılabilir. Uzam bir kez tamamiyle dolunca başka hiç kimsenin girmesine izin
verilmez. Bu sınır düzensiz artışı önler, aynı zamanda kitlenin dağılmasını da zorlaştırır.
Düşmanca ve tehlikeli olabilecek dış etkilerden korunur. Kitle üyelerinin dağılmayı her
defasında kabullenmesini sağlayan şey, yeniden bir araya gelme beklentisidir.
Kitle içinde meydana gelen en önemli şey deşarjdır. Deşarj olmadan kitle gerçek
anlamda mevcut değildir. Kitleyi yaratan şey deşarjdır. Deşarj anı, kitleye dahil olan
1
herkesin farklılıklarından kurtulduğu ve kendini diğerleriyle eşit hissettiği andır. Esas
olarak dışarıdan dayatılan farklılıklar mevki, sosyal konum ve mülkiyet ayrımlarıdır.
İnsanlar birey olarak her zaman bu ayrımların bilincindedirler. Bunlar üzerinde derin derin
düşünür ve bu ayrımların her birini diğerinden ayrı tutarlar.
Deşarj sırasında ayrımlar bir kenara atılır ve herkes kendini diğerleriyle eşit
hisseder. Bu deşarj anı, kendi tehlikesini de bağrında taşır. Bu an bir yanılsamaya
dayalıdır. Birdenbire kendilerini eşit hisseden insanlar gerçekten eşit olmamışlardır.
Kitle İletişimi
Kitle iletişimi, ne olduğu belli olmayan yığın iletişimini anlatır. Kitle iletişiminde
"kitle" kavramı, izleyicilerin sosyal, siyasal ve ekonomik bakımlardan belirsiz, ayırt
edilemeyen kişiler kümesi olduğunu ima eder. Kitleden kapalı olarak bahsedilen insanlar
geniş izleyici, okuyucu, seyircidir. Egemen tanımda olduğu gibi, kitle iletişimi kavramı
belli olmayan geniş bir grupla iletişim anlamına kullanıldığında, hem kitlelerin kimliği
saklanır, hem de iletiyi ve sonucunu amaçlayanın da kimliği belirsiz hâle getirilir. Gerçi
kitle iletişimi medyayı kullanarak kitle ile iletişimi ima eder, fakat bu kesinlikle kitlelerin
kitlelerle iletişimi olarak anlaşılmamalıdır. Çünkü kitle iletişimiyle siyasal ve ekonomik
güç sahipleri kitlelerle karşılıklı iletişimde bulunmaz. Kitlelere paketlenmiş enformasyonla
yönetici amaçlarını iletirler. İrfan Erdoğan, egemen güçlerin kitle iletişimini "dinlemek"
için değil, "söylemek" için kullandığını belirtir. Aynı özellik modern kitle medyasından
çok önce başlayan örgütlü din sömürüsünde de vardır. Buna göre, kitle iletişimi yönetici
sınıfların veya egemen güçlerin tek yönlü olarak, yukarıdan aşağı, kitleye doğru yaptıkları
iletişimdir. Bir başka deyimle, kitle iletişimi belli bir siyasal ve ekonomik sistemin
pazarlaması ve satışıdır. Bu satış enformasyon, eğlence, spor, film, açık oturum, çocuk
programları gibi çeşitli anlamlandırmalar örtüsüyle birlikte veya bu örtü altında verilir.
Kitle iletişim söyler, konuşur, fakat cevap izni vermez. Cevap "depolanmış" geriiletişimdir. Bu da kendini siyasal ve kültürel alanlarda bağnazlıkların taze enformasyonla
beslenmesi, ekonomik alanda satın almaya ve tüketime yönelterek kitle tüketim kültürünün
teşviki olarak sonradan kendini gösterir. Böylece, kitle iletişiminde geri-iletişim sınıfların
egemen çıkarlarını gerçekleştiren bir biçimde sonradan faaliyette bulunma biçimindeki
"geç geri-iletişimdir."
Kitle iletişiminde kullanılan araçlar (medya) ise, genellikle radyo, televizyon ve
basındır. Burada bir tek kişi değil, bir kuruluş söz konusudur. Ünsal Oskay, buna
“kurumlaşmış kimlik” denmesinin daha doğru olacağını söyler. Yazar, o gazete sayesinde
2
yazardır. Öneminin ve etkililiğin büyük önemi o kuruluştan kaynaklanır. Kitle iletişim
araçları tek yönlü yayma, dağıtma, iletme araçlarıdır. Bu nedenle, gerçekte, antidemokratik ve otoriter yanı olan bir iletişim biçimi olarak da kabul edilmektedir.
Kitle iletişimi, kelimenin gerçek anlamıyla kitleler arası bir iletişim değildir.
Kitlelerle olan kontrol amaçlı iletişimdir. Erdoğan, bu kontrol arayışının siyasal ve
ekonomik güçlerin egemenlik arayışı ve mücadelesini yansıttığını söyler. Kitleler aynı
zamanda hem araç hem de amaç görevini görebilirler: Fakat kitlelere ulaşma amacı
gerçekte herhangi bir birincil amaçtan sonra gelen ve bu amacın gerçekleşmesini sağlayan
ikincil amaçlar arasına girer. Dolayısıyla, kitlelere ulaşma amacı gerçekte bu ulaşmanın
nedenini gizler.
Öte yandan, kitle iletişiminde hedef kitle homojen değildir. Futbolu çok sevenler,
futbola hiç ilgi duymayanlar gibi. Kitle homojen olmadığı gibi kaynak ile hedef kitle
arasındaki fiziksel mesafe, onları ikincil nitelikte etkilere sahip kılmaktadır. İki aşamalı
akış kuramına göre, sizin iletinizi kendi referans kişi ya da gruplarına danışarak, onları göz
önünde tutarak sizin iletinizde savunulan yorumu, değerlendirmeyi, yargıyı, öneriyi
reddedecek ya da kabul edecektir. Üstelik söz konusu kitlenin ilgisi her an dağılma riski de
taşımaktadır.
Kitle İletişiminin İleteni/Göndereni
Kitle iletişim süreci "gönderenle" başlatılır. Gönderen olarak da haberci, programcı,
muhabir, gazeteci gösterilir. Aslında, kitle iletişim sürecinde bu profesyoneller üretim
zincirinin önemli fakat en son halkalarından biridir. İletişim profesyonelleri (örneğin
gazeteciler, programcılar) iletinin (ürünün) profesyonel üreticisi, paketleyicisidirler, fakat
sahibi değildirler. Ürün, iletişim örgütünün sahiplerine aittir; iletişim örgütünün malıdır;
ürünü yaratan ücret alır. Dolayısıyla, gönderen, gerçekte, emek sömürüsüyle ekonomik bir
mal üreten (örneğin bir program veya film yapan) emek değil, o emeği kiralayıp bu işe
koşandır. Dolayısıyla, kitle iletişim aracının göndereni, iletim araçlarının ve örgütlerinin
sahipleridir. Bu sahiplik de belli bir sınıfa aittir. Sonuçta, kitle iletişiminde gönderen
egemen bir sınıftır.
Profesyoneller, örgütsel ve kurulu iletişim gelenekleri içinde iş gördükçe, iletişim
araçlarını kolay "kullanma" olanağına sahiptirler. Örneğin TV profesyonelleri bu görev
için kiralanmışlardır ve kiralandıkları nedenlerle işlerine son verilebilir. Dolayısıyla, iletiyi
tasarlayan, paketleyen ve sunanlar iletişim endüstrisinde iş gören profesyonellerdir, fakat
ne amaç ne ileti, ne de iletişim araçları onların mülkiyeti altındadır.
3
Kitle iletişiminde, "sender\gönderen" güç yapısı, toplumdaki siyasal ve ekonomik
egemenliği temsil eder. Fakat kitle iletişimi profesyonellerinin rolünü küçümsememek
gerekir. Profesyonelliğin öğreniminde, en baş rolü örgüt içi "egemen iş yapma tarzı,"
"atmosfer" ve ilişkiler oynar. Profesyonellik neyin nasıl yapılması gerektiği yanında neyin
yapılmaması gerektiğini de anlatır. Kitle iletişiminin profesyonelleri, hangi konuyu, olayı,
hangi gerçekleri, gerçeklerin hangi yüzünü ve hangi dünya görüşünü paketleyeceklerini
öğrenir, öğretir ve uygularlar.
Mesaj (İleti)
İleti, egemen anlamıyla mesaj, kitle iletişiminin ürettiğidir. Fakat bunun anlamı,
kesinlikle ne iletişimin orda bittiği ne de iletinin\ürünün sözler ve görüntülerden
oluştuğudur. Kitle iletişiminin iletisi tek değildir. Ayrıca, kitle iletişiminin ürettiği ileti
basit mesajlar silsilesi veya kümesi de değildir. Kitle iletişimi örgütlü bir faaliyet olarak
belli ürünler ortaya çıkartır. Bu ürün genellikle mesaj kavramına indirgenir. Kitle iletişimi
örgüt içi ve örgüt dışı faaliyetleriyle sadece mesaj üretmez. Örgüt içi faaliyetlerinde
örgütlü amaçların gerçekleşmesinde (örneğin gazetenin günlük basılmasında) yapısal
ilişkiler düzeni ve bu düzenin ürettiği iletiler tarzı vardır. Örgütün yapısal düzeni toplumun
genel yapısal düzenin bağımlı bir parçasıdır: Sadece örgüt içinde değil, örgütün ilişki
kurduğu diğer örgütler ve örgütlü faaliyetler arasında karşılıklı etkileşimler iletişimi vardır.
Örgüt içi ve örgütler arası faaliyetler belli bir toplumsal yapının içinde olur. Örgütün kendi
yapısı, iç ve dış ilişkileri, örgütün amaçlı iletisinin üretim biçimini belirler. Kitle iletişimi,
hem örgüt içi hem de örgüt dışı ilişkiler düzenini iletir, üretir.
Mesaj, söylenen bir söz, yazılan bir makale, bir program ve programda söylenenler,
bir haber ve haberde sunulanlardır. Bu görünümün ötesinde gerçek anlamıyla mesaj, bir
amacın belli bir biçimde paketlenmiş şeklidir. Dilbilimciler ve içerik analizciler bu
paketlenmiş amacı, mesaj yerine "metin" olarak tanımlarlar.
Mesaj, aracın içerdiği teknolojik özelliklerine göre çeşitli biçimler alır. Hemen her
kitle iletişim aracı tek biçimden fazla iletiye izin verir. Örneğin, televizyonda ses, canlı ve
resmedilmiş görüntü, basılı yazılım aynı çerçeve içinde veya birbiri ardından verilebilir.
Radyo aracı sesli iletişime izin verir ve görüntü "alıcının" beyninde imajlar olarak
yaratılmaya çalışılır. Kitle iletişim aracının iletisi eğlence, eğitim, haber, spor, söyleşi,
film, tartışma ve yarışma biçimlerinde olabilir.
4
Hedef Kitle
Medya yöneticileri, kitle iletişim araçlarının tüketicilerini oluşturan bireyleri iyi
tanımak istemektedirler. Medya bütçesinin büyük bir bölümünü sağlayan reklam
duyuruları söz konusu olduğunda hedef kitleyi tanımak daha büyük bir önem arz
etmektedir. Bu anlayışa göre hedef kitle, özel bir ürünün tüketici kitlesi bir pazar olarak
kabul edilmektedir. Dolayısıyla, edilgin olarak kabul edilmektedirler.
Kitle İletişim Araçlarının Genel Nitelikleri

Kavramların üretimi ve dağıtılması

Bireyleri kendilerine bağlayabilen kanalların yaratılması

Bütüne açık olma özelliği

Serbest tüketim

Hizmet ve eğlence endüstrisini nitelemesi

Her toplumda yasalarla düzenlenmesi
Kitle İletişim Araçlarının İşlevleri
Günümüzde son derece önemli ve etkili olan kitle iletişim araçlarının birtakım
işlevleri mevcuttur. Bu konuda farklı açıklamaların yapıldığı görülmektedir. Bunların her
birine değinmek yerine, MacBride’ın “Birçok Ses Tek Bir Dünya” isimli raporunda
belirttiği gibi iletişimin işlevleri sekiz başlık altında toplanmıştır. Bunlar;
1. habercilik,
2. toplumsallaştırma,
3. motivasyon,
4. tartışma-diyalog,
5. eğitim,
6. kültürel geliştirme,
7. eğlence ve
8. bütünleştirme işlevleridir.
Bunlardan habercilik işlevi, kitle iletişim araçlarının temel ve en bilinen işlevidir.
Bu işlev bilgi aktarma işlevi olarak da değerlendirilebilir. Gazetelerin sayfalarında,
radyoların ve televizyonların haber saatlerinde verdikleri bilgiler bu işlevin bir
göstergesidir.
5
Toplumsallaştırma işlevi ise, günümüzün heterojen yapılı toplumlarında bireylerin
bir arada yaşamalarının sağlanabilmesi için toplumsal değerlerin yani kültürün, yayınlar
aracılığı ile alıcılara iletilmesidir. Toplumsallaştırma işlevine bağlı olarak kitle iletişim
araçları toplumun amaçlarını belirterek çeşitli değerleri canlı tutar, yüceltir ve motivasyon
işlevini gerçekleştirir. Bağımsızlık, özgürlük, insan hakları gibi değerler buna örnek
verilebilir.
Tartışma-diyalog işlevi, kitle iletişim araçlarının gerek ulusal gerekse uluslararası
düzeyde toplumun çıkarlarını, bu çıkarlar doğrultusunda hareket edilip edilmediğini
gösterir. Diğer bir deyişle, kamuoyu oluşturma işlevini görür. Bu işlevi ile toplumda güçlü
kişilere karşı eleştiri rolü oynar.
Eğitim işlevi, toplumsallaştırma işlevi ile bağlantılıdır. Topluma yeni üyeler
kazandırma, bunları toplumun kültürel değerleri ile eğitme bu işlev içerisindedir.
Böylelikle, okulların tek bilgi kaynağı olma özelliği de azalır. Bir toplum sanatsal ve
kültürel yapıtlarını kitle iletişim araçları ile yaymak suretiyle bunları korur. Dolayısıyla,
kültürel geliştirme işlevi yerine getirilir.
Kitle iletişim araçlarının bir diğer işlevi ise eğlendirmedir. İnsanları, evlerine
yorgun geldiklerinde rahatlatmak, dinlendirmek için çeşitli yayınlar sunarlar. Bunların
içeriği televizyonda spor, eğlence, magazin programları olabileceği gibi radyolarda da şiir,
yarışma vb. yayınlar olabilir.
Kitle iletişim araçlarının bütünleştirme işlevi, toplumsallaştırma, eğitim, kültürel
geliştirme işlevleriyle paralellik gösterir. Bu işlevi ile birey ve grupların birbirlerini
tanımalarına, farklı kültürler arasındaki çatışmaları hafifletmeye yardımcı olur.
MacBride’ın belirttiği bu sekiz işleve ek olarak kitle iletişim araçlarının ekonomik
işlevlerini göz ardı etmemek gerekir. Bu işlev, özellikle reklam sektörünün canlı kalmasını
sağlar. Bugün, televizyonda, radyoda programların aralarına konulan, gazetelerin de birçok
sayfasını kaplayan reklamlar dikkate alındığında kitle iletişim araçlarının ekonomik işlevi
daha iyi anlaşılabilir.
Kitle İletişimi ve Kültürel Süreçte Yapısal Değişimler
1. Biçim: Öznel Gerçeklikten Nesnel Fantazyaya: Bir kültürün hakim bakış açısı,
vurguları, ilgi alanları, yorum yöntemleri kitle iletişim mesajlarında sürekli ve sonsuza dek
tekrarlanır. İnsanlar kitle iletişim araçlarının birtakım vurgularını, ilgi alanlarını gündelik
hayatlarında kullanırlar. Gerbner’in etkilenme analizi, kitle iletişim mesajlarının
sunduğu dünyanın ana karakteristiklerinden yola çıkarak bunların izleyicilerin
6
beklentilerinde, değerlerinde, tanımlamalarında ne derece yansıdığına bakar.
Mesajda amaçlanan etki fazlaca önemli değildir. Önemli olan uzun vadede mesajın
bağlamını kurmaya yarayacak medya karakteristiğidir. Bu bağlamda Fischer, biçimin
temel tutucu yönsemeyi ifade ettiğini vurgular. Biçimcilik, medyanın tarihsel gelişiminde
önemli bir yere sahiptir. Gazete sütunlarındaki yazılı formatlar, televizyonun görsel
formatları, anlamın sürekli olarak belli biçimlere girmesine neden olmuştur. Biçimin önem
kazanması, büyük ölçüde kültürel üretimin, kitle iletişimi alanında faaliyet gösteren
araçların piyasa kurallarına uyma zorunluluğu ile açıklanabilir. Medyanın kültürel
üretimde abartılı bir şekilde biçime yönelmesi, zamanla “anlam biçimdir” yanılsamasını
yaygınlaştırmıştır. Bu anlamda ortalama değerler üretmek de hareket noktalarını
oluşturmaktadır.
2. Araç: Elektroniğin Büyüsü: Kültürel üretimde teknolojik belirleyiciliğin en açık
gözlemlenebildiği alan araçsal yeniliklerdir. Modern kapitalist toplumda kültürel üretim,
büyük ölçüde serbest piyasadaki etikle beraber yürür. Genel anlamda kültürel üretimde
araçsal değişim, zihniyet farklılaşmasını dile getirir. Horkheimer ve Adorno’ya göre,
teknolojik ussallık, toplumdaki egemenliğin kendi ussallığıdır. Teknolojik ussallık,
kendisinden yabancılaşmış toplumun baskıcı ve zorlayıcı kendi doğasıdır. Aynı ekole
mensup Habermas ise, teknolojiyi ideoloji olarak ele alırken McLuhan’ın görüşlerine yakın
bir analiz yapmaktadır. Habermas’a göre, bilimsel ve teknolojik gelişme, insanın
bilinçlenmesini engelleyen bir yapı kazanmıştır. Sanayi toplumunda kültür modeli
üretimdir. Oysa iletişim teknolojisindeki gelişmelerle enformasyon toplumu, kültür, maddi
üretimi de kapsayan bir bütünlük kazanmıştır:
3. Aktör ve Kaynak: Ozanlar ve Süperstarlar: Önceleri bir meslek erbabının,
zanaatkârın ve ozanın özgün bireysel duyumlarıyla ürettiğini, bugün markası, imajı,
reklamı kendisinden önce piyasayı saran uzmanlar ve profesyoneller üretmektedir. Geçiş
toplumlarında kültürel aktörün veya kaynağın değişimi iki farklı açıdan değerlendirebilir:

Kültürel üretimin piyasa koşullarına uyması sonucu kültür-pazar ilişkisi
şeklinde tanımlanabilecek düzey, metalaşmayı, şeyleşmeyi, popülerliği dile
getirir.

Kültürel öznenin siyasal ve toplumsal kurumlarla olan ilişkisi veya
etkileşimi söz konusudur.
4. Ortam veya Bağlam: Anlamlandırma Haritaları: Kültürü, bir anlamlandırma
sistemi olarak kabul ettiğimizde, her bir fenomenin nihai olarak ortama bağlı bir anlam
kazanacağını söyleyebiliriz. Özel anlamda, ortam kavramıyla kültürün paylaşıldığı,
7
kazanıldığı veya meta olarak tüketildiği toplumsal kurumlar kastedilmektedir. Bir futbol
karşılaşmasını ve konseri stadyumda izlemek ile televizyondan izlemek açısından ortamsal
bir fark söz konusudur. Ortam, üretimin olduğu kadar sunum düzeyinin de ölçüsüdür. Folk
kültürde ortam yaşamın kendisidir. Anlam kırılmaları daha azdır. Sembolik göndermeler
açık anlamlarla yüklüdür.
Modern toplumlarda kültürel ortam başlıca iki etken tarafından oluşturulur: İktidar
ve sermaye. İktidar ve sermaye tarafından kurumsal olarak düzenlenmeyen kültürel
ortamın ise kendi başına var olamayacağı açıktır. Bu anlamda, kırla kent arasında, geçiş
sürecinin tüm çelişkilerini bir arada barındıran gecekondu bölgesi kültürel ortam olarak
özel bir öneme sahiptir.
Geleneksel olarak edindiği deneyimi yaşatma çabası ile kent kültürüyle bütünleşme
çabaları gecekondulunun modernleşme yaklaşımına aykırı bir şekilde konumlanması, geçiş
olarak tanımlanan bir ara kesitte yapılanarak özgünlüğü koruması sonucunu doğurmuştur.
Kültür, Toplumsal Yapı ve Kitle İletişim Araçları Arasındaki İlişkiler
Richard Peterson, kültür ile toplumsal yapı arasındaki olası ilişkilerin üç yaklaşımla
incelenebileceğini ileri sürer:
1. Özerk yaklaşımlar: Kültür ile toplumsal yapı arasında ilişki yoktur. Buna göre,
kültür ve toplumu birbirinden bağımsız olarak yorumlanır ve farklı kurallara göre
gelişim gösteren özerk istemler olarak kabul edilirler. Bu özerk kültür kuramına
büyük oranda Sorokin’in çalışmalarında rastlanmaktadır. Ayrıca, söz konusu
yaklaşım, moda, sanat biçimleri, toplumsal davranış ve eğlence konularında
inceleme yapan kişilerce de ele alınmıştır.
2. Materyalist yaklaşımlar: Toplumsal yapı kültürü oluşturur. Yani, kültür toplumsal
yapının bir yansımasıdır.
3. İdealist yaklaşımlar: Kültür, toplumsal yapıyı oluşturur. Bu yaklaşımın farklı
geleneklerden gelen kişiler tarafından savunulduğu görülmektedir. Örneğin
kitleselleşme kuramcıları, toplumsal dilbilimci ve göstergebilimciler gibi.
Karl Rosengren, yukarıda sıralanan yaklaşımlara ek olarak bir diğer yaklaşıma daha
dikkat çeker. Bu, kültür ile toplumsal yapı arasındaki “karşılıklı bağımlılık” ilişkisini
savunan yaklaşımdır.
Belirtilen yaklaşımlar ve buna bağlı olarak ileri sürülen kuramlar çerçevesinde
geliştirilen
tartışmalar
uzun
yıllar
“idealist-materyalist”
8
çizgide
sürdürülmüştür.
Günümüzde ise, kültür ve toplumsal yapı arasında karşılıklı bağımlılık ve özerklik olduğu
esasına dayalı bir yaklaşım söz konusudur.
Toplumsal yapı ve kültürel yapı arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışan George
Lewis, toplumsal yapıların evrimi ve bu yapıların başat kültürlerini irdeler. Lewis’in
modeline göre, toplumsal yapıların evrim çizgisi içinde belirli toplumsal yapılar belirli
başat kültürlere sahiptir. “Geleneksel Gemeinschaft” kalıp biçiminde örgütlenen ilk evreye
“folk kültürü” hakimdir. İnsanların yaratıcı gayretlerinden kültürel faaliyetlerinin tüm
biçimlerinin sergilendiği bir kültür egemendir.
Endüstri öncesi toplum kalıbı ile birlikte folk kültürden farklı bir kültür olarak elit
kültürün, estetik ve edebî kaygı ile hareket eden kültürel elit tarafından yaratılan eserlerin
ortaya çıktığını görmekteyiz.
Daha sonra ise, endüstriyel toplum kalıbı ile birlikte kitle iletişim araçlarının
meydana getirdiği bir kültür olan kitle kültürünün folk kültürü kendi içinde eriterek farklı
bir kültürel yapı oluşturduğu görülür.
Bir sonraki aşamada, endüstriyel toplum kalıbı ile sosyal sınıflarla ilintili “beğeni
kültür”lerinin ortaya çıktığını, endüstri sonrası toplum kalıbının oluşmasıyla bu “beğeni
kültür”lerinin artık sosyal sınıfla da ilgili olmadığı sergilenir.
Her ne kadar, bütün toplumsal sistemlerin bu gelişimi çizgisini geçirmesi
düşünülmese de ve her evrenin diğerinden kesin olarak ayrılması söz konusu olmasa da
Lewis’in modeli özellikle gelişmiş toplumlarda “beğeni kültürler”in toplumsal sınıfların
tabakalaşmasını izlemediği görüşünü ortaya koyması açısından önemlidir.
“Beğeni kültür”lerinin toplumsal sınıfların tabakalaşması ile bağlantılı olmadığı
görüşünü destekleyen araştırmalar vardır. “Folk müzik” konusunda yapılan ampirik
araştırmalarla bu müzik türünü sevenlerin sosyal sınıftan çok, ırk ve yaş gruplarıyla
belirlendiği; aynı ırk, yaş ve sınıftan olan birçok kişinin “folk” müzik türünü sevmedikleri
ortaya çıkmıştır.
Üç Kitle İletişim Araştırma Evresi
Stuart Hall, kitle iletişim araştırmalarının üç evresine dikkat çeker:
1. Kitle toplumu-kitle kültürü evresi: Bu evrede, iletişim araştırmaları çok daha az
ampirik çok daha az bilimsel olan kitle toplumu-kitle kültürü tartışması üzerinde odaklanır.
Bu yaklaşımın tartışma alanlarını Hall, kültürel, siyasal ve toplumsal açılardan ele alır.
Kültürel açıdan eleştiri, kitle iletişim araçlarınca yayılan kitle kültürünün üst kültürü
tehlikeye sokacağı, kültürün düzeyini alçaltacağıdır. Siyasal açıdan kitlelerin
propaganda ve yanlış yönlendirmelerden olumsuz yönde etkilenebileceği vurgulanır.
9
Toplumsal yönden ise, geleneksel bağların ortadan kalkması ile elit zümrenin kitle
üzerinde ticarileşmiş etkilerinin olabileceği tartışılır.
2. Davranışçı evre: Davranışçı yaklaşımların hakim olduğu bir dönemdir. Kitle
iletişim araçlarına “etkiler” açısından yaklaşır, bu araçların bireyin davranışını nasıl
etkilediği üzerinde durur.
3. Ampirik-eleştirel evre: Kitle iletişim araçlarının toplumsal işlevleri ve etkileri
konusunu ele alan, eleştirel ve ampirik araştırmacılar arasında kitle iletişim
araştırmalarının amaç ve yöntemlerine ilişkin tartışma halen devam etmektedir. Stuart Hall,
ikinci evreden üçüncü evreye geçişin önemini özellikle vurgular. Ona göre bu değişim,
davranışçılıktan ideolojiye doğru bir yönelimi simgelemektedir.
James Hallora’a göre de üç araştırma evresi vardır. Önceki yıllarda egemen olan
kitle toplumu düşünce akımı kitle iletişim araştırmalarını fazlasıyla etkilemiştir. Bu
dönemde belirli bir toplum imgesi hakimdir. Toplum birbirinden bağımsız geniş bir
kitledir. Bireyler birbirlerine bağımlıdır, ancak birleştirici bir amaçtan yoksundur.
Toplumsal değişme, teknolojik gelişme, işbölümü, uzmanlaşma, farklılaşma, geleneksel
bağları ve yerleşik toplumsal kalıbı zayıflatmış, birbirine sıkı sıkıya bağlı toplumsal grup,
yerini kümeye bırakmıştır. Bu dönemde egemen psikolojik düşünce biçimi ise, mantıklı
olmayan, tek düze insan çevresinde gelişir. Kitle iletişim araçlarıyla insanları kolayca ikna
etmek mümkündür. Çünkü, bu kişiler ileticinin görüşünü sorgulamadan kabul ederler.
Dolayısıyla, kitle iletişim araçlarının izleyenleri manipüle etme, istismar etme gibi işlevleri
olduğu yolunda inanç yaygındır. Bugün artık böylesine aşırı bir görüş kabul
edilmemektedir.
Toplumbilim alanındaki gelişmeler ile birlikte, kitle iletişim araçlarının
kitleleri manipüle ettiği görüşünden uzaklaşılır. İzleyicinin mantığını kullanan birey
olduğu, aktarılan enformasyonu kendi süzgecinden geçirerek belli bir yargıya
varacağı görüşü egemen olur.
İkinci evrede, kitle iletişim araçlarının özellikle de televizyonun bütünüyle güçlü
etkilere sahip olduğu görüşü yerini kitle iletişim araçlarının pek de etkili olmadığı yolunda
inanca bırakır.
Sınırlı etki yaklaşımı Joseph T. Klapper adı ile anılır. Klapper, 1960’da o dönemde
yürütülen araştırmalara ilişkin yorumlar yapar ve bazı genellemelerde bulunur. Buna göre,
kitle iletişimi, izleyici etkilerinin tek ve yeterli nedeni değildir; birtakım aracı faktör ve
etkilerle birlikte ve onların aracılığıyla işlevlerini sürdürür. Klapper, ayrıca şu
genellemelerde bulunur:
10
1. Kitle iletişiminde etkili olan aracı faktörler katkı öğeleri olarak var olan durumu
pekiştirme sürecinde etkindirler.
2. Kitle iletişimi değişim yoluyla işlevde bulunduğunda şu iki durumdan birisi söz
konusu olacaktır:
a. Aracı faktörler işlem dışı kalacak, böylece kitle iletişim araçlarının etkileri
dolaysız olacaktır.
b. Aracı
faktörler,
normalde
pekiştirmeyi
yeğlerken
değişime
katkıda
bulunabileceklerdir.
3. Bazı durumlarda kitle iletişimi dolaysız etki üretir ve bazı psiko-fiziksel işlevlere
dolaysız hizmet eder.
4. Kitle iletişimin gerek katkı öğesi gerekse de dolaysız etki öğesi olarak kitle iletişim
araçlarına, iletişimin çeşitli yönlerine, iletişim durumlarına göre belirlenmesi. Örneğin,
mesajın kaynağı, kitle iletişim aracının ve kamuoyunun nitelikleri bu bağlamda önemli
olmaktadır.
Kitle iletişim araçlarının güç ve etkilerini sınırlayan davranışçı yaklaşım, ikinci
dönemde üstünlüğünü sürdürürken 1960’ların sonuna doğru toplumsal bilimlerde pozitivist
yöntem ve kavramlara, işlevselciliğe tepki giderek artar. Böylelikle, eleştirel, toplumsal,
yorumlayıcı, etnografik düşünce biçimleri ortaya çıkar.
Güçlü etki modelinden sınırlı etki modeline daha sonra da “kullanım doyum”
yaklaşımı ile tekrar “yeni tanımlanmış etki” modeline geçiş ile üçüncü dönem başlar. Bu
dönemin en belirgin özelliği toplumbilimsel olmasıdır.
Denis McQuail, kitle iletişim araştırmalarının gelişimindeki üç evreyi tarihsel
olarak saptar:
1. Birinci evre (1900-1940): Bu dönemde kitle iletişim araçlarının insanları manipüle
etme gücü olduğuna inanılır. Bu güç nedeniyle kitle iletişim araçlarına propaganda
aracı olarak siyasal kampanyalarda iktidar tarafından ve totaliter devlet
yöneticilerince dört elle sarılınır.
2. İkinci evre (1940-1960’ların başı): Bu dönemde kitle iletişim aracı içeriğinin
tutum ve davranışlar üzerindeki etkisini farklılıklarla açıklamaya çalışırlar. Kitle
iletişim araçlarının etkilerini kısa dönemde ölçme yoluna giderler. Kurumların kâr
amacına veya bürokratik etkinliklerini sağlama amacına hizmet ederler. Bu
dönemde yapılan araştırmalarda tutum oluşumu, tutum değişimi üzerinde durulur.
Bu nedenle ölçüm tekniklerine önem verilir. Öte yandan, etki araştırmaları, kitle
11
iletişim araştırmalarının diğer kurum ve süreçlerle ilişkisi içinde toplumdaki önemi
hakkında neredeyse hiç durmaz.
3. Üçüncü evre (1960 sonrası): Kitle iletişim araçlarının ölçülebilir, kısa dönem
etkilerini saptamaya çalışan ampirik araştırma geleneği yerine, kitle iletişim
araçlarının içinde bulunduğu toplumsal gerçeğin uzun dönemde tanımlanmasına
yönelen, eleştirel araştırma geleneği yaygınlık kazanır. Bu dönemde söz konusu
araçlar birer kurum olarak düşünülür. Kitle iletişim araçlarının diğer kurumlarla
etkileşimde bulunduğu, siyasal ve toplumsal sistemler doğrultusunda biçimlendiği
kabul edilir.
Kitle Kültürü
İletişim konusunda yapılan araştırmaların ilk döneminde tartışmalar, iletişim
araçlarının kültürü olarak nitelendirilen “kitle kültürü” kavramı etrafında yoğunlaşır.
Sanayileşme sonrası ortaya çıkan kitle kültürü kavramını, “sınai üretimin kitlesel
kurallarına göre üretilen, kitlesel dağıtım teknikleriyle dağıtılan ve toplumsal kitleye
seslenen kültür” olarak tanımlayabiliriz. Bir diğer tanıma göre, kitle kültürü geniş
kitlelerin kontrolü dışında, bu kitlelerce pasif olarak tüketilen, örgütlü bir merkezden
kültürel üretimin yapıldığı, kitle iletişim araçları ürünlerinin meydana getirdiği bir
kültürdür. En önemli özelliği, tüketilen kültürün oranıdır. Hiçbir dönemde bu kadar çok
kültürel ürün tüketilmemiştir. Bu tüketim, Edward Shils’e göre, “orta” ve “kaba” kültür
düzeylerindedir. Buna karşılık “yüksek kültür” ürünleri azalmaktadır. “Orta” ve “kaba”
kültür ürünlerinin tüketimindeki artışın nedenleri arasında daha fazla kültürel ürünün
üretilmesi, boş zamanın artması, okuma-yazmanın yaygınlaşması, çalışma şartlarının
kolaylaşması gibi nedenler sayılabilir.
XIX. yüzyılda kültürel ürünlere gereksinimin artmasının diğer bir nedeni de kişi
başına düşen milli gelirin daha fazla olmasıdır. Endüstri öncesi toplumda “üst kültür” ve
“folk kültür” olmak üzere iki kültür gözleniyordu. Üst kültür, estetik, edebî veya bilimsel
geleneklerle hareket eden kültürel elit tarafından yaratılan ve ürünü tüketenden bağımsız
olarak birtakım eleştirel standartların sistematik olarak uygulandığı kültür olarak diğer
kültürel türlerden ayrılır. Kitle iletişim araçlarından ve kültürün kitlesel üretiminden çok
önce var olan folk kültürü insanlar tarafından dolaysız olarak üretilen kültürdür.
Folk kültürden zaten kopmuş olan şehirdeki işçi sınıfı yeni kitle kültürünün ilk
müşterileri olarak kitle iletişim araçlarının kurumsallaştırdığı bu kültürü tüketir. Böylelikle,
üst kültür ile folk kültür arasında “kitle kültürü” yerini bulmuş olur. Kitle kültürünün diğer
12
önemli özellikleri ise, kitlesel üretim ve dağıtımdır. Kitle pazarı için üretilen kültürel
ürünler, kitle kültürü ürünleri olarak standartlaştıkça ve bu ürünlerin kullanımında “kitlesel
davranış” söz konusu oldukça kavram eleştirilmeye başlanır.
Kitle Kültürü Kavramını Ele Alan Dört Bakış Açısı
Denis McQuail, ikisi eleştirel, diğeri ikisi eleştirel olmayan dört yaklaşımla konuyu
irdeler:
1. Kitle kültürüne olumsuz açıdan yaklaşan demokratik eğilimli muhafazakâr
eleştirmenler (Ortega y Gasset ve T. S. Eliot gibi), bu kültürü beğeni düzeyi düşük,
kültürlenmemiş kişilerin kültürü olarak nitelendirir.
2. Yine olumsuz bakış açısıyla yaklaşan sıradan insana saygı duyan bir grup
eleştirmen kitle kültürünü özgün olmayan, sanatın itici gücünden yoksun,
standartlaşmış, çirkin ve düşük düzeyli olarak görür. Bu gruba dâhil olanlar kar
amacı ile sıradan insanlara bu yapıtları empoze edenleri suçlar.
3. Kavrama olumlu yaklaşan eski Sovyetler Birliği’nde kitle kültürü, kitlelerin kültürü
anlamında ele alınır. Bu nedenle kitle iyidir.
4. Bir diğer olumlu yaklaşım da, kitle kültürünü şu anda modern, ilginç ve moda olan
kültür olarak ele alan yaklaşımdır.
Kitle kültürü kavramına olumsuz yönden yaklaşanlar endüstrileşme, şehirleşme ve
kitle iletişim araçlarının gelişimi gibi faktörlerin kültürel farklılığı ortadan kaldırarak
yerine türdeş (homojen) bir kitle kültürü koyduğunu ileri sürer. Kitle kültürünü eleştirenler
bu kültürün düzeysiz, niteliksiz ve yüzeysel olduğu ve orijinalliği yok ettiği
görüşündedirler.
Kitleselleşme ve bu olgunun etkileri konusuna karşı çıkanlar ise, kitle kültürünün
aslında bireyselliği zenginleştirdiğini savunurlar. Gerekçesi, tüketici seçeneklerinin
artmasıdır.
ÖZET VE YORUM
Kitle iletişimi çerçevesinde öne çıkan kavramlardan biri de kitledir. Kitle, koşullara
göre tezahür ettiği için dinamiktir, dinamik olduğu için de her türlü toplumsal
bütünleşmenin yerini tutabilir. Kısaca kitle, gevşek biçimde organize olmuş, uyumlu
hareket edemeyen farklı özelliklere sahip büyük bir topluluktur.
özetlenebilir:
1. Kitle, kalabalık ve kamudan daha büyüktür.
13
Özellikleri şöyle
2. Kitle, fazlasıyla dağınıktır; üyeler birbirini tanımaz, aynı zamanda izleyicileri bir
araya getiren kişi de üyeleri tanımaz.
3. Kitle, belirli amaçlar için bir araya gelip birlikte eylemde bulunabilme
yeteneğinden yoksundur.
4. Değişen sınırlar içinde kitleyi oluşturan birimler değişik yapılar gösterir.
5. Kitle, kendi başına eylemde bulunamaz, aksine kitle üzerinde eylemde bulunulur.
Bu bağlamda kitle iletişimi, hitap ettiği kitle açısından iletişimden farklılık gösteren bir
kavramdır. Enformasyon, düşünce ve tutumların geniş bir kitleye teknik aygıtlarla
iletilmesi söz konusudur. Özetle kitle iletişim sürecinde:

İletici bir örgüt, örneğin bir gazete ya da örgütlenmemiş bir kişi olabilir.
Kitle iletişimi, bu özelliği ile örgütlenmemiş kişilerarası iletişimden
farklılıklar gösterir.

İletiler,
yani
mesajlar,
nicel
ve
nitel
yönden
farklıdır.
İletiler
standartlaşmıştır ve kitlesel üretim söz konusudur. Çok sayıda ileti sistemli
olarak verilir.

Kanal, kitle iletişimini gerçekleştirecek şekilde yapılandırılır.

Alıcı öğeyi çok geniş bir izleyici, dinleyici ve okuyucu kitlesi oluşturur.
Alıcının verici ile ilişkisi kişisel olmayan bir niteliğe sahiptir. Alıcı ile verici
arasında denge yoktur.

Kitle iletişim sürecinde alıcının iletiye tepkisi iletişim sürecine göre çok
daha zayıftır. İleten tarafından hemen alınamadığı gibi hiç alınmaması da
söz konusudur.
Bu özelliğe sahip kitle iletişiminin habercilik, toplumsallaştırma, motivasyon,
tartışma-diyalog, eğitim, kültürel geliştirme, eğlence ve bütünleştirme işlevlerini yerine
getirdiği belirtilmektedir. Ancak günümüzde, gerek sponsor gerek reklamlar dikkate
alındığında ekonomik işlevin ne kadar öne çıktığı kolayca görülmektedir. Öyle ki, izlenme
oranını arttırmak adına diğer işlevleri yok saymak mümkün olmakta, kâr amacı başat bir
rol oynamaktadır. Nitekim, bu ortam etik kuralları da gündeme getirmektedir.
Kitle iletişiminin kültür ile toplumsal yapı arasındaki olası ilişkileri de özerklik,
idealist, materyalist ve karşılıklı bağımlılık yaklaşımları çerçevesinde irdelenmekte; kitle
iletişimine olumlu ve olumsuz açıdan yaklaşanlar bulunmaktadır.
Öte yandan, kültürün göstergesel düzeye indirgendiği bu süreçte imajların da ön
plana çıktığı ve görüntünün büyük bir zafer kazandığı söylenebilir. Çünkü, teknolojik
14
gelişmelerin insanların tahminlerinin ötesine geçtiği 21. yüzyıl, aynı zamanda sözün
tekniğin nesnesi hâline geldiği ve görüntünün malzemesi hâline indirgendiği bir süreç
olarak yaşanmaktadır. Peki bu süreçte neler değişmiştir?
Artık tarlalar, ırmaklar, ormanlar arasında yaşamıyoruz; daha çok göstergeler,
sinyaller, reklam panoları, ekranlar, etiketler ve markalar arasında yaşıyoruz: bizim
evrenimiz budur. Dolayısıyla, bir “gösteri çağı” ya da “imajlar evreni” olarak adlandırılan
bu süreçte, “teknoloji”nin ve teknolojinin ürünü olan “kitle iletişim araçları”nın başat bir
yer işgâl ettiği söylenebilir. Nitekim, Barry Sanders’ın vurguladığı gibi, çağdaş yaşamın
en zor isteklerinden biri, “televizyonu kapatıp şu konuyu konuşalım” olmuştur artık.
Nitekim, görsel imajlara atfedilen prestij karşısında dilin ve sözün konumunu irdelemek de
âdeta bir zorunluluktur.
Yazı ve matbaa kavramlarından habersiz olan ve yalnız konuşma diline dayanan
kültürleri “birincil sözlü kültür” olarak nitelendiren Walter J. Ong’un belirttiği gibi, sözün
yazıyla başlayıp matbaayla pekiştirilen mekân bağlarını güçlendiren ve bilincimizi “ikincil
sözlü kültür çağı”na sokan görsel medya metinleri, kültürel dinamiklerden ve koşullardan
soyutlanamaz. Âdeta bir “aynalar cehenneminde yaşamakta olduğumuzu” belirten James
Lull’ün deyişiyle, “tüm medya imajları, kültürel otoriteyi ifade eder”.
Özellikle,
Türkiye’de 1990 sonrasında özel kanalların yayına başlamasıyla birlikte bir cazibe merkezi
olarak hayatımızın baş köşesine oturan televizyon, toplumsal yapı ve medya arasındaki
ilişkilerin, tarihsel olarak konumlandırılmış kültürel kodları nasıl temsil ettiğinin bir
göstergesi olarak ele alınabilir. Bu bağlamda, kitle iletişim araçlarının gücünü kavramaya
çalışmak, onu toplumsal ve kültürel yapı içinde konumlandırmayı gerektirmektedir.
Nitekim, insanın “okuryazarlığın ürünü” olduğunu belirten Barry Sanders ise,
Öküzün A’sı adlı çalışmasında, günümüzde kitapların giderek daha az ilgi çekici
bulunmasından hareketle benliğe neler olduğunu sorgulamaktadır. Bu çerçevede Sanders,
televizyondan sinemaya, video oyunlarından bilgisayara kadar her türlü elektronik aygıtla
tıkanmış bir yazılı kültürden söz eder ve çocukların birer sözlü kültür varlığı hâline
getirilmesi gerektiğini vurgular. “Sözelliğe geri dönmek” olarak nitelendirilebilecek olan
bu çabayı, tarihsel ve kültürel kimliği yansıtan “dil”in gücünü ve “söz”ün değerini koruma
edimiyle birlikte değerlendirmek gerekir.
Belleğe dayalı bir düşünme ve anlatım gücünün başat olduğu “sözlü kültürün ayırt
edici özelliği olan kalıplar, bazıları yalın olsalar bile, tek tek kelimelerden daha fazla
işlenmiş kalıplardır”.
Bu anlamda, sözellikte bol tekrarlı ya da bereketli olarak
adlandırılabilecek bir üslûp söz konusudur. Ne var ki yazı, anlatımı kısaltarak fazladan
15
kullanılan sözcükleri siler. Böylelikle Ong, doğal anlatım biçimlerinden uzaklaşıldığını ve
insan ruhunun bir bakıma cendereye sokulduğunu ileri sürer.
Oysa ki sözlü zihin,
sözcükleri belli tanımlarla sınırlamaz ve sözcükler, kullanıldıkları ortamda anlam
kazanırlar. Sonuçta, sözlü kültürde âdeta evrenin merkezinde olduğu söylenebilecek insan,
kullandığı sözcüklere kendi kişiliğinin damgasını sonuna kadar vurabilir. Ong’un dikkat
çektiği bağlamda bir “teknoloji” olarak kabul edilen yazıya bakıldığında ise, “bilgi sahibi”
“bilinen”den ayrılır ve daha ileri teknolojilerle birlikte sözcükler özgün niteliklerini
yitirmeyi sürdürürler.
Söz konusu teslimiyet, matbaa teknolojisi tarafından pekiştirilir ve matbaa,
sözcükleri görsel mekândaki yerlerine hapsederek denetleyici bir güç kisvesine bürünür.
Bu süreçte, okumanın doğasının değiştiği söylenebilir.
Nitekim, Barry Sanders’ın
vurguladığı şekilde, “sözcükler yüksek sesle okunmak yerine içten okunmaya başlanınca
okuyan kişinin harfleri okurken bir yandan da bunların anlamı üzerinde düşünmesi
mümkün olur”. Düşünen bir benliğin ortaya çıkmasını sağlayan bu değişim, hafıza, bellek
gibi kavramları da etkilemiştir denebilir.
KAYNAKLAR
Canetti, Elias. Kitle ve İktidar. Çev. Gülşat Aygen. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2003.
Ellul, Jacques. Sözün Düşüşü. Çev. Hüsamettin Arslan. İstanbul: Paradigma Yayınları,
1998.
Erdoğan, İrfan. “Kitle İletişimi: Ekonomik ve Siyasal Pazar İçin Bilinç Yönetimi”
http://media.ankara.edu.tr/~erdogan/massmedia.html. 27.11.2004
Lazar, Judith. İletişim Bilimi. Çev. Cengiz Anık. Ankara: Vadi Yayınları, 2001.
Lull, James. Medya İletişim Kültür. Çev. Nazife Güngör. Ankara: Vadi Yayınları,
2001.
Ong, Walter J. Sözlü ve Yazılı Kültür: Sözün Teknolojileşmesi. Çev. Sema Postacıoğlu
Banon. İstanbul: Metis Yayınları, 1999.
Oskay, Ünsal. İletişimin ABC’si. İstanbul: Der Yayınları, 2001.
Sadık, Güneş. Medya ve Kültür: Sessiz Yığınların Kültürel İntiharı. Ankara: Vadi
Yayınları, 2001.
Sanders, Barry. Öküzün A’sı. Çev. Şehnaz Tahir. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1999.
16
Savaş, Gökhan. “Kitle İletişim Araçlarına Eleştirel Bir Yaklaşım”.
http://www.insanbilimleri.com/makaleler/sosyoloji/. 27.11.2004
Yumlu, Konca. Kitle İletişim Kuram ve Araştırmaları. İzmir: İletişim Fakültesi Yayınları,
1994.
17
Download