3. FAHREDDİN er-RAZİ VE KELAM`DAKİ YERİ

advertisement
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ
KELAM ANA BİLİM DALI
FAHREDDİN ER-RAZİ ve NÜBÜVVET ANLAYIŞI
Yüksek Lisans Tezi
Danışman
PROF. DR. Süleyman TOPRAK
Hazırlayan
Mehmet KELEŞ
KONYA – 2008
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER…………………………………………………………………………...……1
KISALTMALAR…………………………………………………………………...………….3
ÖNSÖZ…………………………………………………………………………………...……4
GİRİŞ………………………………………………………………………………………......6
I. NÜBÜVVETİN ÖNEMİ………………………………………………………………6
II. NÜBÜVVETE GENEL BİR BAKIŞ………………………………………………….8
1.KAVRAMLAR VE TANIMLAR…………………………………………………………...8
a) Nübüvvet ve Nebi’nin Lügat ve Istılah Manaları……………………………..………...8
b) Risalet ve Resul’un Lügat ve Istılah Manaları…………………………………..…...…9
c) Nebi-Resül Mukayesesi………………………………………………………..………10
2. NÜBÜVVETİN VEHBİ OLMASI………………………………………………...………11
3. NÜBÜVVETİN SONA ERMESİ (HATM-İNÜBÜVVET)………………………………12
BİRİNCİ BÖLÜM
FAHREDİN er-RAZİ’NİN HAYATI ve KELAMDAKİ YERİ
1.FAHREDDİN er-RAZİ’NİN HAYATI…………………………………………………....14
2.FAHREDDİN er-RAZİ’NİN ESERLERİ………………………………………………….18
3. FAHREDDİN er-RAZİ’NİN KELAMDAKİ YERİ………………………………………24
4. FAHREDDİN er-RAZİ’NİN SONRAKİLERE ETKİSİ…………………………………..27
İKİNCİ BÖLÜM
FAHRETTİN er-RAZİ’NİN NÜBÜVVET ANLAYIŞI
1. RAZİ’YE GÖRE NÜBÜVVETİN İMKANI ……………………………………….. ….. 30
2. RAZİ’YE GÖRE NÜBÜVVETİN GEREKLİLİĞİ ……………………………………...31
3. RAZİ’YE GÖRE PEYGAMBER GÖNDERMENİN FAYDALARI…………………….32
4. RAZİ’NİN NEBİ, RESUL VE RİSALET GÖRÜŞÜ……………………………………..33
5. RAZİ’DE PEYGAMBERİN MERTEBELERİ …………………………………………...34
a) Hz.Muhammed(sav.)’in Diğer Peygamberlerden Üstünlüğü………………………….35
b) Diğer Peygamberler Arasındaki Üstünlük…………………………………………….37
1
c) İnsan, Peygamber ve Melek Arasındaki İlişki…………………………………………38
6. RAZİ’DE MUCİZE………………………………………………………………………..39
6.1. Mucize’nin Lügat ve Istılah Manası………………………………………………....39
6.2. Mucize’nin Şartları…………………………………………………………………..40
6.3. Mucize’nin Nübüvvete Delil Oluşu………………………………………………….40
a) Akli Mucizenin Delil Oluşu………………………………………………………....41
b) Hissi Mucizenin Delil Oluşu………………………………………………………...43
7.PEYGAMBERLERİN GÜNAHSIZLIĞI………………………………………………….44
7.1. Hz. Adem(a.s.)’ın Masumiyeti……………………………………………………....46
7.2. Hz. Nuh(a.s.)’ın Masumiyeti………………………………………………………...48
7.3. Hz. İbrahim(a.s.)’ın Masumiyeti……………………………………………….........49
7.4. Hz. Yakup(a.s.)’ın Masumiyeti……………………………………………………...52
7.5. Hz. Yusuf(a.s.)’ın Masumiyeti…………………………………………………..…..53
7.6. Hz. Eyyub(a.s.)’ın Masumiyeti…………………………………...………………….55
7.7. Hz. Şuayb(a.s.)’ın Masumiyeti………………………………………………………55
7.8. Hz. Musa(a.s.)’ın Masumiyeti……………………………………………………….56
7.9. Hz. Davud(a.s.)’ın Masumiyeti…………………………………………………...…57
7.10. Hz. Süleyman(a.s.)’ın Masumiyeti………………………………………………....58
7.11. Hz. Yunus(a.s.)’ın Masumiyeti…………………………….………………...……..60
7.12. Hz. Lut(a.s.)’ın Masumiyeti……………………………….………………...……...61
7.13. Hz. Zekeriyya(a.s.)’ın Masumiyeti……………………….…………...……………61
7.14. Hz. İsa(a.s.)’ın Masumiyeti……………………………………….…………..……62
7.15. Hz. Muhammed(sav.)’in Masumiyeti………………………………………………63
8. PEYGAMBERLERİN SIFATLARI………………………………………………………67
8.1.Sıdk…………………………………………………………………………………...67
8.2. Emanet……………………………………………………………………………….68
8.3. Tebliğ………………………………………………………………………………...69
8.4. Fetanet………………………………………………………………………………..70
8.5. Peygamberlerin Günahsızlığı(İsmet)………………………………………………...70
SONUÇ………………………………………………………………………………………72
BİBLİYOGRAFYA………………………………………………………………………….75
2
KISALTMALAR
a.e.
: Aynı eser
a.g.e.
: Adı geçen eser
a.g.m.
: Adı geçen makale
a.g.md.
: Adı geçen madde
AÜİFD
: Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi Dergisi
Bkz.
: Bakınız
cc.
: Celle celalühü
C.
: Cilt
DİA
: Diyanet İslam Ansiklopedisi
H.
: Hicri
Hz.
: Hazreti
İA
: İslam Ansiklopedisi
İst.
: İstanbul
m.
: Miladi
M.E.B.
: Milli Eğitim Basımevi
nşr.
: Neşreden
r.a.
: Radıyallahü anh
s.
: Sayfa
sav.
: Sallallahü aleyhi ve selem
sn.
: Sunuş
Sy.
: Sayı
T.D.V.
: Türkiye Diyanet Vakfı
Terc.
: Tercüme eden
vd.
: Ve diğerleri
vb.
: Ve benzeri, ve benzerleri
v.
:Vefatı
yy.
:Yüzyıl
3
ÖNSÖZ
Kelam ilminde büyük bir şöhretin sahibi ve imam olarak kabul edilen Razi, aynı
zamanda büyük bir müfessir, felsefe bilgini, edip ve şair olarak da ün yapmıştır. Küçük yaşta
hayatını ilme vakfeden Razi’nin yaşadığı asır, değişik fırka ve mezheplerin mücadele ettiği
bir döneme rastlamaktadır. Bu asırda birçok ilmi seyahatlerde bulunup değişik alimlerden
ders alan Razi, aynı zamanda İslam dışı değişik fırka ve mezheplerle yaptığı münazara ve
münakaşalarla da tanınmaktadır.
Te’liflerle de meşgul olan Razi, başta kelam ve tefsir olmak üzere felsefe, mantık, tıp,
astronomi, fıkıh ve biyografi alanlarında eserler vermiştir. Bununla birlikte daha çok kelam
alanında esere veren Razi’ye göre, kelam, bütün ilimlerin en şereflisidir. Zira Kur’an-ı Kerim
başından sonuna kadar peygamberlerle kafirler arasındaki itikadi mücadeleleri anlatır. İslam
akaidini kesin delillerle kanıtlayıp muhalif görüşleri reddetmeyi peygamber mesleği olarak
gören Razi, Gazali’nin yaptığı gibi İslam filozofları karşısında Eş’ariyye’nin kelam sistemini
savunmuş, Gazali’ye nispetle eserlerinde felsefi konulara daha geniş yer ayırmıştır. Özellikle
tabiat ilimlerine ait konularda İbn Sina’nın etkisinde kalmış ve felsefe ile kelam’ın konularını
birleştirip felsefi kelam dönemini başlatmıştır.
Gazali ile başlayıp Fahreddin er-Razi’de son merhalesine varan felsefeyi kelamla
birleştirme hareketi, felsefeyi kelama bağlı kılmakla, felsefe için felsefe değil de kelam için
felsefe yapma geleneğini getirmiştir. Aslında bu kelam’a Aristo geleneğine göre bir yön
vermek anlamına gelmektedir. Bu durum felsefi kelam’ın kurucusu ve filozof kelamcıların
önderi sayılan Razi’ye çağlar boyu süren ve bütün İslam alemini kapsayan bir etki alanı
sağlamıştır. Bunun yanında Türk-İslam düşüncesi üzerindeki, özellikle Osmanlı ilim ve fikir
hayatı üzerindeki etkisi de derin ve sürekli olmuştur.
Böylesine önemli bir şahsiyetin kelami görüşleri kadar, kendi döneminde en çok tartışılan
nübüvvet konusu bizim için önem arz etmektedir. Çünkü imanın üç temel esası olarak
bildiğimiz uluhiyet, nübüvvet ve ahiret konuları içerisinde
Allah’ın varlığından çok
peygamberlik ve onun getirdiği ilahi mesajın fonksiyonu geçmişte olduğu gibi günümüzde de
sıkça tartışılan konular arasındadır.
Buradan hareketle biz de konumuzu “Fahreddin er-Razi ve Nübüvvet Anlayışı”
olarak belirledik. Çalışmamızın ismine bakarak oldukça geniş bir alanı kapsadığını
düşünebiliriz. Fakat bu husus, anlaşılması zor gereksiz ayrıntılar ve karmaşık felsefi ifadeler
4
içinde boğulmamıza neden olmamıştır. Razi’nin, nübüvet meselesine hemen her eserinde
yer ayırması, peygamberlerin masumiyetine dair müstakil bir eseri olması ve özellikle
tefsirinde nübüvvet konusunda doyurucu bilgiler vermesi bizi bu çalışmaya sevk eden
nedenler arasındadır.
Tezin temel amacı: Razi’nin
Kelam İlmi’ndeki yerini tespit edip, nübüvvet
meselesine giren hemen her konuyu müellifin kendi eserlerine göre incelemektir. Çalışmamız
daha çok müfessir olarak tanınan Razi’nin, kelami yönünü ve peygamberlik müessesesine
bakışını gün yüzüne çıkarma gibi bir amacı bünyesinde barındırmaktadır.
Çalışmamız iki bölümden oluşmaktadır: Birinci bölüm, Razi’nin hayatı ve kelamdaki
yerini belirtip metodu ve yöntemi hakkında kısa bilgiler vermektedir. Hayatı konusunda
eserlerini neşreden müelliflerin mukaddimeleri ile Razi hakkında yazılan makale ve
ansiklopedi maddelerinden istifade edilmiştir İkinci bölüm ise, onun nünüvvet konusuna
bakışını ve konu ile ilgili diğer meseleleri ihtiva etmektedir. Buradaki metodumuz öncelikle
meselenin anlamı, mezheplerin konu ile ilgili görüşleri, son olarak Razi’nin
değerlendirmesi
problemi
şeklinde olmuştur Giriş bölümünde de mübüvvet konusunu incelerken
karşılaşabileceğimiz kavram ve tanımların lüğavi ve ıstılahi anlamları üzerinde durulmuştur.
Yine burada nübüvvetin önemine vurgu yapılarak ihtiyaç ve fayda açısından konu etraflıca
tartışılmıştır.
Sonuç kısmında ise, Razi’nin
meselenin tümüne bakışı ve diğer mezheplerden
ayrıldığı noktalar ile çalışmanın bize ne kazandırdığı anlatılmıştır.
Çalışmalarım sırasında yardım ve tavsiyelerinden istifade ettiğim danışman hocam
Prof. Dr. Süleyman Toprak’a, Prof. Dr. Şerafeddin Gölcük’e ve Yrd. Doç. Dr. Durmuş
Özbek’e teşekkürü bir borç bilirim.
Mehmet KELEŞ
KONYA-2008
5
GİRİŞ
I. NÜBÜVVETİN ÖNEMİ
Allah Teala insanlara doğru yolu göstermek için din, dini tebliğ etmek için de
peygamberler göndermiştir. Bu bakımdan nübüvvet dinin esasını oluşturmaktadır. Her ne
kadar teorik olarak, nübüvvetin imkanı çeşitli şekillerde müzakere edilse de bu mesele teorik
olmaktan çok, ameli bir meseledir. Bunu da ilk insandan bu yana Cenabı Hakk’ın peygamber
gönderdiğinin ve bu konuda, muhtevaları farklı da olsa, dünyanın dört bir yanında yaşayan
insanlar arasında ortak bir kavramın mevcut olmasıyla açıklayabiliriz. Bu temellendirmeye
faklı açılımlar getirmemiz de mümkündür.
Din, ne beş duyu verileriyle ne de akılla kurulmaz. Din, Yaratıcı tarafından va’zedilir
ve peygamber eliyle insanlara bildirilir. Peygamberler de, bu makama kendi gayretleriyle
ulaşmayıp, Allah’ın takdir ve tayiniyle ulaşmışlardır. Cenabı Hakk kendisine peygamberlik
vereceği şahsı, özel olarak ve kimsenin kavrayamayacağı bir şekilde terbiye edebilir; bu
terbiye ve muhafaza şekli genel geçer ilkelere bağlanamayacağı için bu hususta yapılan
tartışmaların fazla bir değeri de yoktur. Bu husus kısaca şöyle ifade edilir: Peygamberlik
kesbi değil, vehbidir. Peki akli bir çıkarımla bunu açıklamak istesek nasıl açıklarız?
Peygamberlerin veya peygamberlik müessesesinin varlığına dair temel gerekçeyi ,
alemde bir Yaratıcı’nın varlığı ve bu yaratıcının alemi bir amaca yönelik olarak yaratmış
olduğu gerçeği ile açıklayabiliriz. Bunun yanında alemde bir gaye varsa onun bilinmesi ve o
gaye için çalışmak gerekmektedir. Yaratıcı için, peygamberliğin gerekçesi de alemdeki bu
gayeden insanları haberdar etmek ve onlardan bu gayeye yönelik çalışmalar istemektir. Bu
sebeple söz konusu gayeyi insanlara bildirecek bir aracının var olması gerekmektedir. Onun
içindir ki, ilk insandan itibaren Kainatın Hakimi, yeryüzünde nasıl yaşamaları gerektiği
konusunda insanlığı uyarmış, onlara görev ve vazifelerini hatırlatmıştır. Ne var ki, toplumlar
bu uyarıları her zaman dikkate almamışlar, doğru hayat tarzlarından(din) ayrılarak çeşitli
yanlışlıklara düşmüşlerdir. Dahası gaflet içerisinde yolları şaşırmakla kalmayıp Allah’ın yanı
sıra yerde ve göklerdeki bir çok insani ve insanüstü, hayali ve maddi güçleri ilah
edinmişlerdir. Bütün bunlar yeryüzünü yaşanmaz hale getirmiş, insanların kendi koydukları
kurallarla dünya zulüm ve baskıdan geçilmez olmuştur.
Allah’ın- insanlara tanıdığı sınırlı özgürlük ve imtihanın bir gerekçesi olarak isyan
çıkar çıkmaz - insan soyunu yok etmesi de uygun olmayacaktır. Dünya hayatında belli kural
ve kaidelere göre Rabbimiz insana kendi çapında hareket serbestisi vermiştir. İşte bütün
6
bunlardan dolayı Allah, insanlar arasında kendisine en çok inanan ve güvenenleri bu amaç
için seçip peygamber olarak görevlendirmiştir. Bu seçilen insanlar O’nun temsilcileriydiler.
Allah temsilcilerine buyruklarını ve mesajlarını iletti; onlara ilahi ilmi öğretti, hayatın gerçek
kanunlarını anlattı ve yollarını kaybeden insanları doğru yola getirmekle görevlendirdi.
Bu temsilci veya peygamberler çeşitli millet ve memleketlerde ortaya çıktılar.
Binlerce yıl bu şekilde devam etti. Sayıları binleri hatta yüzbinleri aştı. Fakat hepsinin görevi
ve amacı aynıydı. Bu peygamberler yaşadıkları dönemlerde görevlerini layıkıyla yerine
getirdiler. Ne var ki, insanlardan çok küçük gruplar peygamberlerin davetlerini kabul ediyor,
büyük çoğunluk ise bu çağrıya yanaşmıyordu.
Nihayet Allah
peygamberin
Teala Hz. Muhammed(sav.)’i görevlendirdi. Bu yeni ve son
muhatapları
hem kendi halkı hem de geçmiş peygamberlerin yollarını
kaybetmiş ümmetleri idi. Görevi, herkesi doğruya ve hakka davet etmek Allah(cc.)’a
döndürmekti.
Nübüvvetteki gayeyi bu şekilde özetlememiz mümkünken, peygamberin birey olarak
çift yönlü bir sorumluluk içerisinde olduğunu da belirtmemiz gerekmektedir. Peygamber,
öncelikle varlığını Allah’ın varlığından aldığı için Rabbine karşı sorumludur.
Diğer taraftan peygamber bir beşerdir, içinde yaşadığı toplumun doğal üyesidir.
Toplumun kültür ve gelenekleri içerisinde yetişmiş, yaşamak için çalışan, sosyal ilişkileri
olan biridir. Statü olarak peygamber aynı zamanda eştir, babadır, arkadaştır. Bütün bu
özellikleriyle toplum tarafından tavır ve davranışları bilinen, gözlenen, göz önünde olandır.
En önemlisi toplumun güvenini kazanmış olmalıdır. Bu özelliği aynı zamanda onun
peygamberlik öncesi yaşantısı ile de ilgilidir.
Vahiy ile birlikte peygamberin sorumluluğu daha da artmaktadır. Almış olduğu
vahyi önce anlamalı sonra yaşamalı daha sonra ise insanlara aktarmalıdır. Anlamak, yaşamak
ve tebliğ etmek gibi sorumluluklar aynı zamanda Allah’a karşı olan sorumluluklardır.
Özellikle vahyi doğru anlamak peygamberlik müessesesinin olmazsa olmazlarındandır. Böyle
bir durumun varlığı insanlara da yanlış aktarılması anlamına gelir ki, kelami açıdan bu kabul
edilebilir bir durum değildir. Nitekim böyle bir ihtimalin varlığı bile peygamberlerin
uyarılmalarına neden olmuştur.
Peygamberler
gönderildikleri
toplumları
uyarmak
ve
müjdelemekle
gönderilmişlerdir. Yani peygamberler Allah’ın emirlerine uyan, yasaklarından kaçınan
kişileri cennetle ve kendilerine vaad edilen nimetlerle müjdelerler.
7
Bu bakımdan onlar,
Kur’an ifadesiyle “beşir”dirler.
Yine onlar, Allah’a
asi
olanlara sorumluluklarını
hatırlattıkları için “nezir”dirler.
İnsanlar akılları nispetinde düşünerek Allah’ın varlığına ulaşabilirler. Fakat yaratılış
gayelerini ve bu gayenin getirdiği bazı sorumlulukları bilmede eksik kalacakları tartışılmaz
bir gerçektir. Bu bağlamda düşünüldüğünde aslında dinin nübüvvet üzerine bina edildiği de
gözden kaçmayacaktır.
II. NÜBÜVVETE GENEL BİR BAKIŞ
1. KAVRAMLAR ve TANIMLAR
Nübüvvet konusu İslam dininin en önemli inanç esaslarından birini oluşturmaktadır.
Hatta İslam, nübüvvet üzerine bina edilmiştir dememizde sakınca yoktur. Çünkü Allah,
insanoğlunun yaratılışından itibaren, kendilerine peygamberler aracılığı ile hedef ve
maksadının ne olduğunu bildirmiş ve onları nefsani arzularının esiri olmaktan kurtarmak
istemiştir. Nübüvvet veya risalet göreviyle gelen bütün peygamberlerin çabası Allah’tan
aldıkları ilahi vahyi insanlığa duyurmak ve hayatlarını tanzim edecekleri doğru yolu onlara
göstermek olmuştur.
Nübüvvet kavramının İslam düşünce tarihinde farklı ekoller tarafından çeşitli
şekillerde anlaşıldığı da bir gerçektir. İşte bu sebeplerden dolayı ve dilimizde de Farsça
kökenli “peygamber” kelimesinin sıklıkla kullanılması kavran olarak bu ifadeleri
açıklamamız gereğini ortaya koymaktadır.
a) Nübüvvet ve Nebi’nin Lügat ve Istılah Manaları
Nübüvvet ve nebi kelimeleri aynı manaları ifade eden değişik kalıplardır. Nebi sıfat
nübevvet ise mastardır. Dolayısıyla birinin sözlük ve terim anlamı diğerini de kapsamaktadır.
Nebi kelimesinin türetildiği kök hakkında dil bilginleri hemzeli ve hemzesiz olmak
üzere iki farklı görüş ileri sürmüşlerdir.1
Birincisi: Nebi kelimesinin aslı hemzeli olup “haber verme, bir yerden başka bir yere
gitme” anlamındaki “n-b-e” fiilinden türemiştir. Bu mana ile peygamberin “nebi” olarak
isimlendirilmelerinin “Allah’tan haber getirme”lerinden kaynaklandığını söyleyebiliriz..2
Ahatlı, Erdinç, Peygamberlik ve Hz.Muhammed’in Peygamberliği, s.25, D.İ.B. yay., Ankara, 2007
Ragıb el-İsfahani, Müfredat elfazi’l-Kur’an, trc. Yusuf Türker, Müfredat- Kur’an Kavramları sözlüğü, s.1418,
Pınar yay., İstanbul, 2007
1
2
8
İkincisi: Nebi “yüce, ulu ve şerefli” anlamları taşıyan “nebve” veya “nebavat”
kökünden türemiştir. Bu taktirde hemzesiz nebi şeklinde kullanılması gerekir. Nebi’nin bu
kökten türediğini ifade edenler, onun, yaratıkların en yüce ve şerefli olması düşüncesinden
hareket etmektedirler. 3 Kur’an İdris peygamber için; “Onu yüce bir makama yükselttik” 4 ,
ifadesiyle bu manayı vurgular. Aynı şekilde haber anlamında da Kur’an’da kullanılmıştır.5
Nebi kelimesi yaygın olarak hemzesiz şekliyle kullanılır. Fakat bu durum onu “n-b-e”
kökünden türemediğini göstermez. Kullanışındaki zorluk dikkate alınarak Arapça dil
kurallarına göre nebi kelimesinin sonundaki “hemze”, “ya” harfine dönüştürülerek “en-Nebi”
şeklini almıştır.6
Istılah manası: Nebi, gerek tebliğe memur olsun gerek tebliğe memur olmasın,
Allah’ın seçtiği ve kendisine vahyettiği kimsedir.7
Bu tariflerden şu anlaşılır: Allah’ın bazı nebilere, vahyettiği hususları tebliğ görevi
verilmemiştir.
Nübüvvetin ıstılah manası ise: Akıl sahibi kulların üzerindeki dünya ve ahiret işleri
hakkında Allah ile kulları arasında yapılan elçilik demektir.8
b) Risalet ve Resul’ün Lügat ve Istılah Manaları
Resul ve nebi kelimelerinin sözlük anlamları birbirine yakın olmakla birlikte,
peygamberin terim olarak tanımında önem arz ederler.
Resul “ersele”den türetilmiş olup ”feul” vezninde mastardır. “Elçi” demektir.9 Risalet,
mesaj ve sözü taşıyan anlamınadır.Resul mesaj taşıyan kimsedir. Risalet ve tebliğ, resul
kelimesinden
doğan
mefhumlardır.
Resulde
elçilik
ve
tebliğ
asli
unsurlardır.
Resul,gönderildiği kimselere tebliğ etmek üzere elçilik görevi alan kimsedir.
Terim olarak resul: Allah’ın kendisine vahyederek teliğe memur ettiği, kendisine kitap
ve yeni bir şeriat verdiği kimsedir.Başka bir deyişle; resul,vahy ile tebliğe memur olmuş,yeni
bir şeriat veya unutulmuş bir şeriat getiren veyahut geçmiş şeriatten insanların unuttukları
kısımları ihya ederek tebliğ eden peygamberdir.10
Yavuz,Salih Sabri,İslam Düşüncesinde Nübüvvet,s.,12, İnsan yay., İstanbul, Tarihsiz
Meryem, 19/57
5
Sa’d, 38/67; Teğabün, 64/5; Nebe’, 78/2
6
Yavuz,Salih Sabri, a.g.e., s., 13
7
Gölcük, Şerafettin-Toprak, Süleyman, Kelam, 5. Baskı, s., 308, Tekin Kitabevi, Konya, 2001
8
Köksal, M.Asım, Peygamberler Tarihi, C., I , s., 7, TDV yay., İstanbul, 2005
9
Kılavuz, s, 251; Develioğlu, Ferit, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, s., 888, 23. Baskı, Aydın yay.,
Ankara, 2006 a.g.e., s.,888
10
Gölcük, Şerafettin-Toprak, Süleyman, a.g.e., s., 308
3
4
9
Bu konuyu Razi’nin nübüvvet ve risalet tanımlarında tekrar işleyeceğimiz için burada
noktalıyor, ayrıntılara girmek istemiyoruz.
c) Nebi-Resul Mukayesesi
Nebi ve resul kelimesi arasında farklılık olmadığını iddia edenler olmuşsa da bu iddia,
hem nass hem de kelimelerin sözlük anlamları açısından pek tutarlı gözükmemektedir. Biz de
bu farklılıkları şu şekilde sıralamayı uygun gördük:
1. Nebi kavramı resulden daha geneldir.Zira nebinin sahip olduğu nübüvvet özelliği
resul olan peygamberler için de söz konusudur. Resullerin taşıdığı risalet ise sadece
kendilerine ait bir özelliktir.11 Nübüvvet ise tüm peygamberlerin sahip olduğu özellik olması
bakımından daha geneldir. Fakat resul, nübüvvet özelliğini taşıması dolayısıyla daha
kapsamlıdır. Farkı belirtmek için şu ifade kullanılmıştır: Her resul nebidir, fakat her nebi resul
değildir.12
2. Nebi, kendinden önce gelen peygamberlere indirilmiş olan kitaplarla hükmeden,
kendilerine kitap verilmeyen peygamber olduğu halde, resul, kendisine özel bir kitap ve şeriat
vahyedilen peygamberdir. Buna göre kendisine kitap verilmeyen, fakat önceki peygamberin
şeriatını sürdüren peygambere resul denmez.13
3. Resul, kendinden önce gelen şeriatlerin hükümlerini kaldırdığı halde, nebi olanlara
böyle bir özellik verilmemiştir.
Mutezile mezhebi, nebi ile resul arasında fark olmadığını iddia ederken birtakım
ayetlerle görüşünü desteklemeye çalışmıştır. Şöyle ki;
a) Hacc suresinde geçen bir ayette Allah “Biz senden önce hiçbir resul ve nebi
göndermedik ki o, bir şey arzu ettiği zaman şeytan onun arzusu içerisine mutlaka (onu dünya
ile meşgul edecek bir düşünce) atmış olmasın. Fakat Allah şeytanın attığını derhal iptal
eder”14 buyurmak suretiyle nebinin de resul olduğunu ortaya koymaktadır.
b) Allah’ın Hz.Muhammed (sav)’i nebilerin sonuncusu olarak nitelemesi de farkın
olmadığını ortaya koymaktadır. Eğer nebi ve resul farklı olsaydı Hz.Muhammed’den sonra
nebilerin gelmesi söz konusu olurdu.
c) Yüce Allah Hz.Peygamber’e bazen nebi bazen de resul şeklinde hitap etmiştir.
Eğer aralarında fark olsaydı Allah O’na bunlardan sadece biriyle hitap ederdi.
11
Yavuz,Salih Sabri, a.g.e., s., 17
Gölcük, Şerafettin-Toprak, Süleyman, a.g.e., s., 308; Özbek, a.g.e., s., 100
13
Yavuz,Salih Sabri, a.g.e., s., 18
14
Hacc, 22/52
12
10
Fahreddin er-Razi, mutezilenin bu görüşüne katılmayıp nebi ile resul arasındak farkı
şöyle ortaya koymaktadır: Hacc suresinde geçen “Senden önce hiçbir resul ve nebi
göndermedik ki” şeklindeki ayet, mutezilenin iddiasının aksine nebi ile resulün arasında
farkın bulunduğunu ortaya koymaktadır. Bu ayette nebi, resul kelimesine atfedilmiştir.Bu ise
farklılığın olduğunu ortaya koyar. Çünkü, dil kurallarına göre genel özele atfedilir. Şu halde
bu ayete göre nebi genel, resul ise özeldir.
2. NÜBÜVVETİN VEHBİ OLMASI
Nübüvvet, Allah’ın dilediği kimseleri seçip bu işle görevlendirmesiyle mi gerçekleşir?
Yoksa çalışıp gayret etmek suretiyle mi insan bu makama ulaşır? Hiçbir insanın kendini
hazırlamak suretiyle bu makama ulaştığı görülmemiştir. Klasik kelam kaynaklarında bu konu
genel nübüvvet bahisleri içinde oldukça sınırlı bir yer tutmaktadır. Eş’ariler, Maturidiler ve
Mu’tezile’ye mensup olanlar vehbi olduğu konusunda hem fikirdirler.15 Buna göre nübüvvet
ve risalet, peygamberin çalışmak suretiyle kazanmış olduğu ve onun kendine yönelik bir
sebeple tahsis edilmiş bir husus değildir. O, Allah’ın kulları arasından dilediği kimseye
verdiği bir lütuf(fazl) ve ihsandır.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın beyanına göre nübüvvet hiçbir kavme ve millete
tahsis edilmemiştir. Yine Yahudilerin, nübüvvetin kendi ırklarına ait makam olduğu,
kendilerinden başka bir millete nübüvvetin verilemeyeceğine dair iddialarına Kur’an’da işaret
edilir.16
Bütün milletler Allah’ın yaratıkları olduğuna göre onlar arasından üstünlük, seçkinlik
ve kutsallık yönünden tercihte bulunmak ilahi adalete aykırıdır. 17 İnsanlar arasında ayrım
ancak Allah’a yakınlıkla olur. Bu da takvadır.18
Konumuzu şu şekilde sınıflandırmamız da mümkündür.
a) Her topluma peygamber gönderilmiştir: Nübüvvet makamı devamlı faal olmuş,
insanlar hiçbir zaman ve mekanda nübüvvetin yol göstericiliğinden mahrum bırakılmamıştır.
Nitekim Kur’an’da konu ile ilgili ayetler mevcuttur.19
15
Yavuz,Salih Sabri, a.g.e., s., 21
Al-i İmran, 3/73-78
17
Gölcük, Şerafettin-Toprak, Süleyman, a.g.e., s., 329
18
Hucurat, 49/13
19
Bkz. Yunus, 11/47; Fatır, 35/24; Rum, 50/47; Nahl, 16/36
16
11
b) Peygamberlik vehbidir: Nübüvvet Allah vergisidir , kesbi değil vehbidir.Gayret ve
çalışmakla nübüvvet makamına erişilmez. “ Allah, peygamberliğini vereceği kimseyi daha
iyi bilir.”20 Ayeti bu konuda şüpheye yer bırakmamaktadır.
Nübüvvette verasete de yer yoktur. Kur’an’da baba-oğul peygamber isimlerinin
geçmesi
Peygamberliğin veraset yolu ile babadan oğla geçtiği anlamına gelmez.
Peygamberlerden aileleri, çocukları kafir olanlar olduğu gibi, Hz. İbrahim gibi babası kafir
olanlar da olabilir.
3. NÜBÜVVETİN SONA ERMESİ (HATM-İ NÜBÜVVET)
Lügatte “ bir şeyi tamamlayıp sona erdirmek; mühürlemek; emniyet altına
almak”
21
anlamlarına gelen hatm kelimesi ile “peygamberlik, nebilik”
22
manasındaki
nübüvvet kelimesinden oluşan hatm-i nübüvvet( hatmü’n-nübüvve) tamlaması, Allah ile
kulları arasındaki elçilik görevinin sona erdiğini belirten tabirin adıdır.
Bu kavramın Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta da kullanıldığı bilinmektedir.
23
Yahudilerin, Malaki’nin son peygamber olduğunu iddia ettikleri gibi Hıristiyanlar da Hz.
İsa’yı beklenen Mesih olarak görmüşler ve ondan sonra bir peygamberin gelmeyeceğini kabul
etmişlerdir. Buna rağmen her iki dinin, kutsal kabul edilen dini metinlerinde inaçlarına tezat
teşkil eden ifadeler de mevcuttur.24
Kur’an- Kerim “ Muhammed, sizden hiç kimsenin babası değildir; o, Allah’ın rasulü
peygamberlerin sonuncusudur.” 25 Ayetiyle son peygamber Hz. Muhammed(sav.) ile bize,
peygamberliğin sona ermiş olduğunu haber vermektedir. Ayette geçen “hateme’n- nebiyyin”
tabirini, müfessirler ittifakla “peygamberlerin sonuncusu” olarak tercüme etmişlerdir. 26
Bunun yanında hatm-i nübüvveti destekleyen başka ayetler de vardır. Bunların başında, dinin
tamamlandığını ve din olarak islam’ın kabul edileceğini,27 İslam’dan başka din arayanların
hüsrana uğrayacaklarını
28
ve Hz. Muhammed’in bütün
alemlere rahmet
olarak
gönderildiğini29 bildiren ayetler gelir.
En’am, 6/124
Rağıb el-İsfahani, a.g.e., s., 468
22
Develioğlu, Ferit, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, 23. Baskı, s., 846, Aydın yay., Ankara, 2006
23
Yurdagür Metin, “Hatm-i Nübüvvet”, DİA, C., VI, s., 477,478, T.D.V., Yay., İstanbul, 1995
24
Yurdagür, a.g.md., s., 478
25
Ahzab, 33/40
26
Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, trc., Kenan Dönmez, C., VI, s., 195, İnkılab yay., İstanbul, 1996
27
Maide, 5/3
28
Al-i İmran, 3/85
29
En’am, 6/9; A’raf, 7/158; Furkan, 25/1; Sebe, 34/28
20
21
12
Hadis kaynaklarında yer alan çeşitli rivayetlerde de Hz. Peygamberin nebilerin
sonuncusu olduğunu, risalet ve nübüvvetin kendisiyle sona erdiğini görmekteyiz. Peygamber
Efendimiz kendisini , bütün bölümleri tamamlanıp yalnız bir tuğlası eksik kalan güzel bir
sarayı tamamlayan tuğlaya benzetmiş ve peygamberlerin sonuncusu olduğunu bildirmiştir.30
İlk dönemlerden itibaren İslam alimleri, ashabın bu konudaki icmaına uymuşlar,
peygamberlerin en üstünü ve sonuncusu olan Muhammed(sav.)’i “Allah’ın sevgili kulu,
peygamberi, temizlediği ve arıttığı zat” olarak tarif etmişlerdir.31
Siyer ve delailü’n-nübüvve kitaplarında , Hz. Muhammed(a.s.)’ın sırtında bulunan
mührün onun nübüvvetinin yanında son peygamber oluşunun da delili sayıldığı kaydedilirse
de bu tartışmalıdır. İsim ve kelime benzerliği dışında bu hususa delil teşkil edecek bir şeyün
bulunmadığı anlaşılmaktadır.32
Bütün bu saydıklarımızdan sonra, Hz. Muhammed’den sonra yeni bir peygamberin
gelmesine lüzum kalmadığını kabul etmemiz gerekir. Çünkü bir peygamberden sonra başka
bir peygamberin gelmesi için sadece üç sebep olabilir:33
1) İlk peygamberin talimat ve mesajı kaybolup gitmiş ise, yeni bir talimat ve mesaja
ihtiyaç duyulur.
2) Önceki peygamberin talimat ve mesajı mükemmel değilse onda bazı değişiklikler
ve ilaveler yapmak gerekir.
3) Önce gelen peygamberin talimatı sadece belli bir millet veya ümmete mahsus ise
başka milletlere yeni peygamber gönderilir.
Kısacası Hz. Peygamber(sav.)’in getirdiği din herhangi bir değişikliğe uğramamış ve
ortadan kalkmamışsa dini yeniden anlatmak için yeni bir peygamberin gelmesine de ihtiyaç
yoktur. Ancak, nübüvvetin Hz. Peygamber’le sona ermiş olduğu gerçeği, bundan böyle ilahi
rehberliğin artık seçilmiş kişilere dayanmayıp sosyal görev haline dönüştüğü anlamını
taşımakta ve kıyamete kadar bütün müslümanlara
tebliğ ve temsil sorumluluğu
yüklemektedir.
Buhari , Menakıb, 18, s., 747, 3534 ve 3535. hadisler, Daru’l-Erkam , Beyrut , Tarihsiz; Sahih-i Buhari
Muhtasarı Tecrid-i Sarih, çev., Abdullah Feyzi Kocaer, C., II, s., 85, 1474 ve 1475. hadisler.
31
Kaya, İsmail, İmam-ı Azam Fıkhı Ekber Şerhi, s., 70, Madve yay., İstanbul, 1984
32
Yurdagür, a.g.md., s., 478
33
Mevdudi, Ebu’l-Ala, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı, trc., Ahmet Asrar, s.,
115, Pınar yay. İstanbul, 2004
30
13
BİRİNCİ BÖLÜM
FAHREDİN er-RAZİ’NİN HAYATI ve KELAMDAKİ YERİ
1. FAHREDDİN er-RAZİ’NİN HAYATI
Kelam ve felsefe alimi olan Fahreddin er-Razi'nin asıl adı Ebu Abdullah Muhammed b.
Ömer b. Hüseyin b. Hasan b. Ali er-Razi’dir. Tercih edilen görüşe göre H. 543/1149 yılı
ramazan ayının 25’inde34 başka bir rivayete göre ise H. 544/1150 yılında35 büyük Selçuklu
devletinin başkenti olan Rey şehrinde doğmuştur. Bekri, Teymi ve Kureyşi nisbelerinden
anlaşıldığına göre soyu Arap asıllı bir aileye dayanır. İbnü’l-Hatib veya İbn Hatibü’r-Rey
diye de tanınmakla birlikte daha çok Fahreddin er-Razi adıyla meşhur olmuştur. Bazı
kaynaklar Razi’nin Taberistanlı olduğu konusunda görüş birliği içindedir.36 Mensubu olduğu
mezheplerin – Şafii, Eşari – kaynaklarında Razi’nin “İmam” unvanıyla anıldığını
görmekteyiz.
Razi'nin babası Ziyaettin Ömer (v. 559/1164) Begavi’nin yanında yetişen ve kelam ilmine
dair Gayetü’l-Meram adlı eseriyle ünlü Eşari kelamcısı ve Şafii fıkıhçısıdır. Kendisi güzel ve
etkili hitabetiyle tanınmış, bu yüzden Hatibü’r-Rey (Rey Hatibi) diye anılmıştır.37
Hayatını ilme vakfeden Fahreddin er-Razi, ilk tahsilini babasından almıştır. On altı yaşında
iken babasının vefatı üzerine Simnan’a giderek burada Kemaleddin es-Simnani’nin derslerine
devam etti. Bir süre sonra Rey’e döndü ve İşraki filozofu Sühreverdi el-Maktül’ün
öğrencilerinden olan Mecdüddin el-Cili’den kelam ve felsefe dersi almıştır. Cili ile birlikte
gittiği Merâga’da da O’nun derslerine devam etmiştir. Üstün zekası ve azmi sayesinde kısa
zamanda kendini yetiştirdi. İbn Rüşd el-Hafid, muhyiddin İbnü’l-Arabi, Abdükkadir-i
Geylani, İzzeddin b. Abdüsselam gibi meşhur alimlerle çağdaş olan Fahreddin er-Razi'nin üne
kavuşmasında yaptığı ilmi seyahatlerin büyük payı vardır. 38 Cürcan, Tus, Herat, Harizm,
Buhara, Semerkant, Hucend, Belh, Gazne ve diğer Hint beldeleri uğradığı belli başlı ilim-
Yavuz, Yusuf Şevki, “Fahreddin er-Razi” DİA, C.12, s. 89, T.D.V. yay., İstanbul, 1995
Razi, Fahruddin, İsmetü’l Enbiya, mukaddime, s.1-17, Kahire, 1987
36
Uludağ, Süleyman, Fahrettin Razi, s., 1, Kültür Bakanlığı yay., Ankara, 1991
37
Uludağ, a.g.e., s.2
38
Yavuz, Yusuf Şevki, Fahreddin er-Razi”md., s. 89
34
35
14
kültür merkezleri arasında yer alır. Harizm’de iken mutezili alimlerle yaptığı münazaralar
sonunda bazı olayların çıkması üzerine orayı terk edip Rey’e dönmeye mecbur kalmıştır.
Seyahatleri, münazara ve münakaşaları ile gerek halk gerekse devlet adamları ve seçkinler
katında büyük bir şöhret sahibi olan Razi, “Münazarat” isimli eserini de bu konulara tahsis
etmiştir.39
Fahreddin er-Razi medreselerinde kendi eserleri olan el-Mebahisu’l-Meşrikiyye ve
Şerhu’l İşarat gibi bazı eserlerinin okutulduğu Maveraünnehir beldelerini de dolaştı. İlk
olarak Serahs’a uğradı ve orada meşhur tabip Abdurrahman b. Abdülkerim ile tanışıp dostluk
kurdu. İbn Sina’nın el-Kanun adlı eserini onun için şerh etti. İki oğlunu da varlıklı olan bu
tabibin kızlarıyla evlendirdi. Serahs’tan Buhara’ya geçince burada Hanefi alimlerinden
Şerafüddin el-Mesudi, Radıyyüddin en-Nisaburi ve Rükneddin el-Kazvini ile fıkhi konularda,
Nureddin es-Sabuni ile itikadi meseleler üzerinde münazaralar yaptı ve büyük takdir topladı.
Ayrıca Batiniler ve Kerramiler’le yaptığı tartışmalarda büyük yankılar uyandırdı. Esasen
Razi'nin gerçek anlamda mücadelesi önce müşebbihe ve mücessime dediği Kerramiyye ile
olmuştur. Özellikle Kerramilerden Kadı Abdülmecid b. Ömer b. Kudve ile yaptığı münazara
çok meşhurdur. Tarihçilerden “az kalsın Razi yüzünden büyük bir karışıklık çıkacaktı” diye
nitelendirdikleri bu olay yüzünden Razi Herat’a gönderildi. 40 Kerramiler ile uzun seneler
mücadele eden Razi'nin bütün eserlerinde, özellikle Mefatihu’l-Gayb isimli eserinde bu
mezhebe geniş yer ayırmasında ve her vesile ile onların mezheplerini çürütme yoluna
gitmesinde bu türlü olayların tesiri büyük olmuştur. Bu sebeple Razi’yi Kerramilerin
zehirlettiği nakledilir.
Bazı kaynaklar Razi'nin Belh’te bulunduğu sırada Mevlana Celaleddin Rumi’nin
babası Bahaeddin Veled’i sultana şikayet ederek şehirden çıkarılmasına sebep olduğu
nakledilirse de bu doğru değildir.41 Zira Razi, Bahaeddin Veled’in Belh’ten ayrıldığı tarihten
(616/1219) çok önce vefat etmiştir. Razi ziyaret ettiği beldelerin emir ve sultanlarından iltifat
ve ikram görmüştür. Horasan’da Alaedin Tekiş ile oğlu Muhammed, Gur sultanları
Gıyaseddin ve Şehabeddin onun himayelerine mahzar olduğu siyaset adamlarıdır. Razi
“Letaifu’l Gıyasiyye” isimli eserini Gur sultanı Gıyasettin’e, Esasü’t-takdis isimli eserini
Eyyubi hükümdarı Adil Seyfettin’e ithaf etmiştir.42
Gölcük, Şerafettin, Kelam Tarihi, 4.Baskı, s. 214, İstanbul., 2000
Uludağ, a.g.e., s. 25
41
Yavuz, Yusuf Şevki, Fahreddin er-Razi” md., s. 89
42
Uludağ, a.g.e., s. 19
39
40
15
Razi, hükümdarlar ve devlet adamları üzerinde büyük bir nüfuz ve tesire sahipti. Ders ve vaaz
verdiği meclislere gelen sultanlar, emirler, vezirler ve valiler onu dikkatle dinler, ilmini takdir
eder ve kendisine saygı gösterirlerdi.
Fahreddin er-Razi İran, Türkistan, Afganistan ve Hindistan bölgesindeki bazı şehirleri
dolaştıktan sonra Herat’a yerleşti. Razi'nin Bağdat’a gittiği ve bilinmeyen bir sebeple işkence
görmesi üzerine oradan Mısır’a geçtiği kaydedilirse de kaynaklarda bunu doğrulayan bir bilgi
yoktur.43 Hayatının geri kalan kısmını Herat’ta geçirmiştir. Burada bir yandan eserlerini telif
ederken diğer yandan sayıları üç yüzü aşan talebeler yetiştirmiştir. Hayatının ilk
dönemlerinde fakir olmasına rağmen son dönemlerde muhafızlar tarafından korunacak
derecede büyük servete sahip olmuştur. Kaynaklarda tüccarların aralarında zekat parası
toplayarak ona yardım ettikleri yer almaktadır. Yine kayıtlarda özellikle son dönemlerinde iki
yüz bin altına sahip olduğu ifade edilir. Bunda sultanlardan gördüğü ikramla dünürü
Abdurrahman b. Abdülkerim’den oğullarına intikal eden mirasın büyük payı olduğu
nakledilmektedir. Razi 1 Şevval 606’da (29 Mart 1210) Herat’ta vefat etmiştir. Kerramilerce
zehirlenerek öldürüldüğü de nakledilir. 44 Naşının nereye gömüldüğü konusunda Razi
üzerinde çalışmalar yapan alimler arasında farklılıklar görülmektedir. İbn Hallikan’a göre
kendisini mülhidlikle suçlayanların naşına herhangi bir zarar vermemesi için vasiyetine
uygun olarak Herat yakınlarındaki Muzdahan köyü civarında defnedilmiştir. İbnü’l Kıfti’ye
göre ise Razi'nin naşı aslında kendi evine gömüldüğü halde Muzdahan civarındaki bir tepede
defnedilmiş gibi gösterilmiştir.
Üstün zekası, güçlü hafızası, etkili hitabetiyle tanınan VI., M. 12. yüzyılın en büyük
düşünürlerinden biri olarak kabul edilen Fahreddin er-Razi kelam, fıkıh usulü, tefsir, Arap
dili, felsefe, mantık, tıp matematik gibi çağının hemen bütün ilimlerini öğrenip bu alanlarda
eserler vermiş 45 çok yönlü bir alimdir. Bundan dolayı “allame” unvanıyla da anılmıştır.
İmamü’l-Haremeyn el-Cüveyni’nin eş-Şamil’ini, Gazali’nin el-Müstefasını ve Ebu’l-Hüseyin
el-Basri’nin el-Mu’temed fi usuli’l fıkh’ını çocukken ezberlemesi güçlü hafızasının delili
olarak zikredilir. Eserleri ve talebeleri vasıtasıyla görüşleri yayılmış, tesirleri çağını aşmıştır.
Kutbuddin el-Mısri, Zeydüddin el-Keşşi, Şerefeddin el-Herevi, Esirüddin el-Ebheri, Taceddin
el-Urmevi, Siraceddin el-Urmevi ve Şemseddin Hüsrevşahi onun yetiştirdiği ünlü
kişilerdendir.46
Yavuz, Yusuf Şevki, Fahreddin er-Razi” md., s. 89
Razi, Fahreddin, Esasü’t-Takdis, Mukaddime, s., 6, Kahire, 1986
45
Gölcük, Şerafettin, a.g.e., s. 213
46
Yavuz, Yusuf Şevki, Fahreddin er-Razi” md., s. 89
43
44
16
Razi iyi bir hatip olduğu için her zümreden dinleyicileri vardı. Beş hasleti yüce Allah,
emsalleri arasında Razi’ye tahsis etmiştir denilir. Bunlar: parlak ve işlek bir zihin, güçlü bir
hafıza, çok bilgi, sağlam bir muhakeme, mükemmel bir ifade gücü… 47 Razi'nin eserlerini
inceleyenler gerçekten bu özelliklere sahip olduğunu tereddütsüz kabul ederler. Bu sayededir
ki Razi kısa sürede çok eser yazabilmiş, muhataplarını kolayca ikna edebilmiş, münazara
yaptığı alimleri fazla güçlük çekmeden susturabilmiş, birçok bidat mezhebi mensubunu
Sünnilik dairesine sokmuş, devlet adamlarının saygı ve güvenini kazanmıştır. Fahreddin erRazi Hıristiyanlarla da çeşitli tartışmalar yapmıştır. Fakat onun mücadeleleri daha çok
Mutezile, Kerramiyye, Felasife, ve Batıni gruplara yöneliktir. İyi bir hatip olduğu kadar
hazırcevap oluşuyla da tanınır. Batıniye’ye yönelttiği tenkitlerden rahatsız olan bir Batıni’nin
derslerini gizlice takip ederek yaptığı tenkitlerin ardından kendisine bıçağını gösterip onu
ölümle tehdit etmesinden sonra eleştirilerini aniden kesmesi üzerine bunun sebebini soran
öğrencilerine “Batınilerin burhan-ı katı’ları vardır.” Cevabını vermesi onun espri gücüne
örnek teşkil eder. Genellikle akaidde Eş’ari, fıkıhta Şafii mezhebine bağlı olmakla birlikte
bazı konularda mezhebine muhalefet edip mutezili görüşleri benimsemiştir.
Fahreddin er-Razi asıl olarak dini ilimler alanında üne kavuşmuştur. Fıkıh’a dair
görüşlerini kısmen münazaratından ve Mefatihu’l-Gayb’ından öğrenmekteyiz. Usulde ve
Furuda Şafii mezhebini savunmuştur. Usul-u fıkha dair yazdığı el-Mahsul adlı eseri
Gazali’nin el-Müstefa’sı, Cüveyni’nin el-Burhan’ı, Kadı Abdulcabbar’ın el-Ahdi ve ebu’l
Hüseyin el-Basri’nin el-Mutemedi’ne dayanan bir ihtisar kabul edilir. Şafii mezhebine bağlı
olduğu halde Nas’ların zahirine göre hüküm vermeye meyletmiştir. Kur’an-ı Kerim’in kıyasla
değil haber-i vahidle tahsis edilebileceğini savunmuştur. O’na göre haram olduğu hakkında
nass bulunmayan her şey mubahtır ve ebu Müslim el-İsfahani’nin de benimsediği gibi
Kur’an’da nesih yoktur.
Dini ilimler içerisinde Fahreddin er-Razi'nin daha çok temayüz ettiği alanlar tefsir ve
kelam ilimleridir. Tefsirinde dirayet metodunu başarıyla uygulamış ve kendisinden sonra
gelen hemen bütün müfessirlere kaynak olmuştur. Kur’an-ı tefsir ederken döneminde mevcut
bütün ilimlerden faydalanıp ilmi tefsir hareketlerine öncülük yapmıştır. Razi, sarih akıl ile
sahih nakil arasında çelişki bulunmadığından zahiri manaları itibariyle aklın ilkelerine aykırı
görünen ayetler müteşabih kabul edilip bütün ihtimaller dikkate alınarak aklın ışığında ve dil
kurallarına uygun şekilde te’vil edilmelidir. Ona göre en doğru tefsir Kur’an-ın yine
Kur’an’la yapılan tefsiridir.
47
Uludağ, a.g.e., s. 10
17
Razi en çok kelam alanında eser vermiştir. Ona göre kelam bütün ilimlerin en
şereflisidir. Zira Kur’an-ı Kerim başından sonuna kadar peygamberlerle kafirler arasındaki
itikadi mücadeleleri anlatır. 48 İslam akaidini kesin delillerle kanıtlayıp muhalif görüşleri
reddetmeyi peygamber mesleği olarak gören Razi, Gazali’nin yaptığı gibi İslam filozofları
karşısında Eşariyye’nin kelam sistemini savunmuştur. Gazali’ye nispetle eserlerinde felsefi
konulara daha çok yer ayırmıştır. Özellikle tabiat ilimlerine ait konularda ibn Sina’nın
etkisinde kalmış ve felsefe ile kelamın konularını birleştirip felsefi kelam dönemini
başlatmıştır. Genç yaştan ömrünün sonuna kadar kelam ve felsefe ile meşgul olmuş ve bu
sahaların otoritelerinden biri olarak tarihe geçmiştir. Fakat her şeye rağmen onun ömrünün
sonlarına doğru, kelam ve felsefenin uyguladığı yöntemlerle akaid konularında insanı kesin
bir tatmine ulaştıramayacağı ve fikri sükunu Kuran okumakta bulduğunu 49 söylemiştir.
“Gördüm ki yolların en güzeli Kur’an yoludur.” diyen Razi, Allah’ın varlığının ispatında
“Rahman arşa istiva etmiştir.” 50 ve “İzzet ve şerefin hepsi Allah’ındır. O’na ancak güzel
sözler ulaşır (yükselir)”51 ayetlerini; O’nun şanına yakışmayan şeylerin ondan uzak olduğu
hakkında ise “O’nun bir adaşı (benzeri) olduğunu biliyor musun?”52 (asla benzeri yoktur) ve
“O’nun hiçbir benzeri yoktur.”53 Ayetlerini okuyup huzurlu olduğunu söylemekle de aslında
kelamcı olduğunu hissettirmekten kendini alamamıştır.
Fahreddin er-Razi’yi din felsefecisi54 olarak tanımlamak ne derece doğrudur bilemiyoruz
ama biz Razi’yi kelam açsından değerlendiriyoruz. Böylesine bir dahiyi her açıdan incelemek
bugünkü imkanlarımızla ve kapasitemizle bizi aşan bir konudur. Biz onu mevcut
kitaplarından hakkında yazılan eser ve makalelerden öğrenmekteyiz. Şimdi sırasıyla eserleri
hakkında özlü bilgiler verelim.
2. FAHREDDİN er-RAZİ’NİN ESERLERİ
Fahreddin er-Razi, İslam aleminde yetişmiş velud yazarlardandır. İbn Kesir onun 200
kadar eserin yazarı olduğunu söyler. Fakat bunlardan bir kısmının ona ait olmadığı tespit
edilmiştir. Bununla birlikte bugün Razi'nin eserlerinin sayısını kesin olarak ifade etmek
mümkün değildir. Çünkü eserlerinin büyük kısmı günümüze kadar gelememiştir. Razi'nin
eserlerinden bazıları bir veya birkaç defa basılmış bazıları hakkında tanıtıcı yazılar
Yavuz, Yusuf Şevki, Fahreddin er-Razi” m.d., s. 90
Olguner, Fahrettin, Üç Türk-İslam Mütefekkiri, s. 12, Ankara, 1985; Yavuz, Yusuf Şevki, a.g.m.d., s., 90
50
Taha, 20/5
51
Fatır, 35/10
52
Meryem, 19/65
53
Şura, 42/11
54
Bkz. Kramers, J.H., “Razi”, İA, C. IX, s. 646, İstanbul, 1978
48
49
18
yazılmıştır. Kimi eserleri de yazma olarak çeşitli kütüphanelerde nadir eserler bölümlerinde
bulunmaktadır.
Eserleri hakkındaki bilgileri kimi yerlerde tam olmayan bir listesi 55 şeklinde, kimi
yerlerde konularına göre sınıflandırılmış biçimde56 ve tabakat kitaplarıyla, dilimize tercüme
edilen eserlerinin giriş bölümlerinde57 görmekteyiz. Biz de kolay anlaşılması için listemizi
eser verdiği konu ve sahalara göre yapıyoruz. Burada şunu belirtmekte yarar vardır.
Genellikle Tabip Ebu Bekr Zekeriya er-Razi ile Muhtaru’s-Sihah müellifi Muhammed b. Ebu
Bekr b. Abdurrahman er-Razi gibi “Razi” nisbesini alan Rey’li yazarlardan bazılarının bazı
eserleri yanlışlıkla Fahreddin er-Razi’ye mal edilmektedir. Ayrıca Razi'nin şöhretinden ve
otoritesinden faydalanmak için bazı eserlerin kendisine mal edildiği de olabilmektedir. Bütün
bunlar birlikte düşünüldüğünde eserlerinin sayısı hakkında ihtilaf garipsenecek bir durum
değildir.
a) Razi'nin kelama dair eserleri
1. el-Muhassal:
Tam adı Muhassalü efkari’l-mütekaddimin ve’l müteahhirin mine’l-ulema ve’l-hukema
ve’l mütekellimin olan eserin Taha Abdurrauf Sa’d tarafından tahkikli bir neşri yapılmıştır.58
Eser “Kelam’a Giriş” ismiyle Hüseyin Atay tarafından dilimize çevrilmiştir. Kısaca söylemek
gerekirse adeta bir “metafizik el kitabı”dır.
2. el-Metalibü’l-Aliye:
Kelam’a dair en hacimli eseri olan bu kitabı, Dr. Ahmet Hicazi es-Sekka dokuz cilt olarak
yayımlamıştır. Razi hakkında çalışma yapacaklar için kaynak kitap niteliği taşır. Tam adı elMetalibü’l-Aliye min ilmi’l-ilahiyye’dir.
3. Kitabü’l-Erbain fi usuli’d-din:
4. Esasü’t-Takdis:
Te’sisü’t-takdis diye de bilinir. Tam adı Esasü’t-takdis fi ilmi’l-kelam’dır. Ahmet Hicazi
es-Sekka neşretmiştir. Kitap Allah’a iman ve sıfatlardan bahseder. Tek cilt halinde anlatım
tarzı hoş, metodu ve üslubu kolaydır.
Razi, Fahreddin, İsmetü’l Enbiya, s. 14-16, Esasü’t-Takdis, s. 6,7
Yavuz, Yusuf Şevki, Fahrddin er-Razi” md., s. 93,94
57
Razi, Fahreddin, el- Mealimu Usuli’d-Din, terc. Nadim Macit, İslam İnancının Ana Konuları, s.17,18, İhtar,
Erzurum,1996
58
Yavuz, Yusuf Şevki, a.g.m.d., aynı yer
55
56
19
5. Mealimu Usuli’d-din:
“İslam İnancının Ana Konuları” ismiyle Nadim Macit tarafından dilimize çevrilmiş,
Tevhid, İnsan ve Fiilleri, Nübüvvet, Ruh, İmamet, Ahiret konularını içine alan muhtasar bir
akaid risalesi tarzındadır.
6. Levamiu’l-beyyinat:
Şerhu esma’illahi’l-hüsna adıyla da bilinir.
7. İsmetü’l-Enbiya:
Muhammed Hicazi es-Sekka tarafından 1986’da yayımlanmıştır. Peygamberlerin
günahsız olduğu akli ve nakli delillerle ispatlanır 59 ve Razi'nin nübüvvet konusundaki
görüşleri ayrıntılı bir şekilde yer alır.
8. Nihayetü’l-Ukul
9. el-Mesailü’l-hamsun fi usuli’d-din:
Akaid konularını elli meselede inceleyen bu küçük kitap da Dr. Ahmet Hicazi es-Sekka
tarafından neşredilmiştir.
10. İ’tikad’ü fıraki’l-muslimin ve’l-müşrikin:
Belli başlı İslami fırkalarla Yahudilik, Hıristiyanlık, Mecusilik, Senevilik, Sabilik gibi
İslam dışı din ve mezheplere dair bilgiler verir.
11. Münazarat:
Razi'nin Maveraünnehir’e gidişinde Nureddin eserler-Sabuni ve diğer Maturidiyye
alimleriyle itikadi ve fıkhi konularda yaptığı tartışmaları ihtiva eder.
12. halku’l-Kur’ancak beyne’l-mutezile ve ehli’s-Sünne:
13. en-Nübüvvet ve ma yetealleku biha:
el-Metalbü’l-Aliye’nin nübüvvete dair bölümünden ibarettir.
14. münazara fi’Razi-red ale’n-nasara:
Hıristiyanların Hz. İsa’nın uluhiyyetine ilişkin iddialarını reddedip Hz. Peygamber
(s.a.v.)’in nübüvveti ve Hz. İsa’ya üstünlüğü
59
Bkz. Razi, Fahreddin, İsmetü’l-Enbiya, s.41-47
20
15. el-Kaza ve’l-Kader:
el-Metalibü’l-Aliyye’nin kulların fiillerine ilişkin bölümünden ibarettir.
b) Razi'nin Felsefe ve Mantık’ta Eserleri
1. el-Mebahisü’l-Meşrikiyye:
Vücud, vücub, imkan, vahdet, kesret kavramlarıyla tabiiyyat ve ilahiyyat meselelerini
ihtiva eden eser Muhammed Mu’tasım-Billah el-Bğdadi tarafından iki cilt olarak
yayımlanmıştır.60
2. el-mülahhas fi’l-hikme ve’l-Mantık:
3. Şerhü’l-İşarat ve’t-Tenbihat:
İbn Sina’nın el-işarat ve’t-tenbihat’ındaki ilahiyat ksımına yapılmış bir şerhtir.
4. Lübabü’l-İşarat:
İbn Sina’nın el-işarat’ına yapılmış bir tezhiptir.
5. şerhu uyuni’l-hikme:
İbn Sina’ya ait Uyuni’l-Hikme’ye yapılmış bir şerhtir.
6. el-Ayatü’l-Beyyinat fi’l mantık
c) Razi'nin Tefsire Dair Eserleri
1. Mefatihu’l-Gayb:
et-Tefsiru’l-Kebir diye de bilinir. Tefsir alanında Razi'nin en önemli eseridir. Dilimize de
çevrilen eser için batılı müsteşrikler de Razi'nin tefsirinde mutezilenin etkisinde kaldığını
iddia ederler.
2. Esrarü’l-Kur’an:
İhlas, A’la, Tin ve Asr surelerinden ibarettir.
3. Mefatihu’l-Ulum:
Fatiha suresinin tefsiridir.
60
Yavuz, Yusuf Şevki, “Fahreddin er-Razi” md., s. 93
21
4. Esrarü’t-Tenzil ve Envarü’t-Te’vil:
Tefsiru’l-Kur’an’is-Sağir adıyla da bilinir. Akaid, ahlak ve fıkıh konuları Kuran’a
dayanılarak izah edilir.
5. Acaibü’l-Kuran:
Kelime-i tevhidin sırları, faydaları, değişik isimleri, mümin’in makamları, kelime-i
tevhid’le ilgili hükümler, zühd ve takva gibi itikadi ve tasavvufi konuları ihtiva eder.
d) Razi'nin Fıkha Dair Eserleri
1. el-mahsul:
Usul-u fıkha dair olup altı cilt halinde yayımlanmıştır.
2. el-müntehab fi usuli’l-fıkh:
el-Mahsulün muhtasarıdır.
3. el-Burhanü’l-Bahaiyye:
Şafiilerin Hanefilerden ayrıldığı meseleleri zikredip Şafiiliği savunmak için kaleme
alınmıştır.
4. el-Kaşif an usuli’d-delail:
el-Cedel ve Mebahis’ul-Cedel diye de bilinir. Eser usul-u fıkha aittir.
e) Razi'nin Tıp, Astronomi ve Matematik Alanındaki Eserleri
1. Camiu’l-Ulum:
Çeşitli ilimlerin tarifini ihtiva eden Farsça ansiklopedik bir eserdir.
2. Şerhu’l-Kanun:
İbn Sina’nın el-Kanun fi’t-tıbb’ının şerhidir.
3. et-Tıbbü’l-Kebir
4. er-Ravzu’l-ariz fi ilaci’l-mariz
5. Risale fi ilmi’l-firase
6. er-Riyazü’l-münika
7. Risale fi ilmi’l-hey’e
22
f) Razi'nin Arap Dili ve Edebiyatındaki Eserleri
1. Nihayetü’l İcaz fi dirayeti’l-icaz:
Kur’an-ı Kerim’in icazını ispatlamak amacıyla yazılmıştır. Teşbih, mecaz, istiare gibi
belagat terimleri üzerinde durur.
2. el-Muharrer fi’n-nahv
3. Şerhu Nehci’l-belağa
4. Muhassal fi şerhi’l-Mufassal
g) Razi'nin Biyografi Alanında Vermiş Olduğu Eserler
1. menakibü’l-imami’ş-şafii:
İmam-ı Şafii’nin hayatı, islami ilimlere dair görüşleri, münazaraları, diğer müçtehitlere
tercih edilmesinin sebepleri, Ebu Hanife’ye karşı üstünlüğü ve Şafii mezhebine karşı
yöneltilen eleştirilerin cevaplandırılması gibi konulara yer verilmiştir. Razi'nin birçok
eserlerini neşreden Ahmet Hicazi es-Sekka, tahkikiyle birlikte yayımlamıştır.
2. eş-şeceretü’l-mübareke fi’l-ensabi’t-Talibiyye:
Razi’yi kitaplarından tanımakla birlikte kendisini çeşitli yönlerden inceleyen monografiler
yazılmıştır.61 Fethullah Huleyf’in Fahreddin er-Razi ve mevkıfuhu mine’l-Kerramiyye; Hadi
Alevi’nin er-Razi feylesufen; Mahir Mehdi Hilal’in Fahreddin er-Razi belagıyyen,
Muhammed Salih ez-Zerkan’ın Fahreddin er-Razi ve ara’ühal-kelamiyye ve’l-felsefiyye;
Süleyman Uludağ’ın Fahreddin er-Razi adlı çalışmaları monografilere örnek teşkil eder.
Ayrıca Diyanet İslam Ansiklopedisi’nde62 “Fahreddin er-Razi” maddesini yazan Yusuf Şevki
Yavuz da Razi hakkında kısa ve özlü bilgiler vermektedir. M.E.B tarafından çıkarılan İslam
Ansiklopedisi’nde J.H. Kramers’in yazmış olduğu “Razi” maddesi63 ise tatmin edici değildir.
Türkçe’ye tercüme edilen Tefsir-i Kebir’in giriş bölümünde, Atatürk Üniversitesi İslami
İlimler Fakültesi Dergisinde de daha önce yayınlanmış olan İsmail Cerrahoğlu’na ait
“Fahreddin er-Razi ve Tefsiri”64 isimli bir makale bulunmaktadır.
Bkz. Yavuz, Yusuf Şevki, “Fahreddin er-Razi” md., s. 94
Yavuz, Yusuf Şevki, “Fahreddin er-Razi” md., s. 89-95
63
Kramers, J.H. a.g.md., s. 645,646
64
Cerrahoğlu, İsmail, “Fahreddin er-Razi ve Tefsiri”, AÜİFD, sy. 2, s. 7-57, Ankara, 1977
61
62
23
3. FAHREDDİN er-RAZİ VE KELAM’DAKİ YERİ
Fahreddin er-Razi kelam ilminde imam ve önder bir din filozofudur. Razi hakkında
Türkçe’de önemli bir eser yoktur. Ansiklopedi ve bazı felsefe kitaplarında birkaç satırla
yetinilmiştir. Arapça’da oldukça çok kaynak varsa da en önemlisi son zamanlarda Dr.
Muhammed Salih Zerkan’ın yazdığı “Fahreddin er-Razi ve Arauhu’l-Kelamiyye ve’l
felsefiyye” adlı doktora tezi, 650 sayfa civarında iyi bir inceleme eseridir. Buna rağmen
Fahreddin er-Razi, İslam ilm dünyasında henüz üzerine değinilmemiş veya yeni yeni
incelenmeye başlanmış büyük bir şahsiyettir.
Fahreddin er-Razi’yi anlamak için Gazali’yi tanımamız gerekmektedir. Çünkü Gazali
Razi’yi hazırlamıştır dememizde hiçbir mahzur yoktur. Gazali İslam düşüncesinde büyük rol
oynamıştır. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz.
a) Gazali İslam’da bütün ilimleri tahsil etmiş ve her ilimde özellikle dört ana düşünce –
ki bunlar: Fıkıh ve Fıkıh Usulü, Kelam, Felsefe ve Tasavvuf – sistem ve geleneğine
nüfuz etmek suretiyle kendinden önce yetişmemiş bir düşünür ve alim tipini ortaya
koymuş ve bu noktada kendinden sonrakilere örnek olmuştur. Gazali kuvvetli zekası
ve tatmin olmayan öğrenme arzusuyla bu dört sahada kendisini yetiştirmiş her birinin
mütehassısı gibi söz sahibi olacak derecede kendini geliştirmiştir. Gazali’den önce
böyle bir genel kültürlü alim tipini görmek çok zordur. O’nun böyle geniş kültürlü
olması başkalarını da özendirmiş ve böylesine ansiklopedik bilgin olma hevesi
yayılmış, derinleşme ve ihtisaslaşma gitgide zayıflamıştır.
b) Gazali her bir sahadaki nüfuzunu sadece o sahada olan bilgisine değil, zıt ve karşıt
sahadaki bilgisine borçludur. Örneğin Tehafütü’l-Felasifesi’nde filozoflara ve
felsefelerine karşı açık tavır alırken aynı Gazali filozofların alet ilmi durumundaki
mantık’larının hareketli savucusudur. Onun mantık bilim alanındaki kitap ve
risalelerinin sayısı birden fazladır. Sünni düşünce akımı içerisinde mantık’a ilk sahip
çıkan odur. Mantık’ı Sünni geleneğin ayrılmaz bir parçası haline getiren İmam
Gazali’nin üstün gayretleri olmuştur. Şu halde filozoflar ve felsefeyle ilk temas Sünni
İslam dünyasında Gazali ile başlamış oluyor.65
c) Gazali mantığı kabul edince mantık ilmindeki akıl prensiplerinden çelişmezlik
prensibine ters düşen “in’ikas-ı edille”yi reddetti.66 Delil için verilen hükmün medlule
yansıtılması olan in’ikas-ı edile, Bakıllani tarafından kabul edilmiş, Eşari ve
Maturidi’den sonra gelen İmam-ı Gazali’ye kadar olan mütekaddimin dönemi
65
66
Gölcük, Şerafettin, a.g.e., s. 216,217
Gölcük, Şerafettin – Toprak, Süleyman, Kelam, 5. Baskı, s. 64,65, Tekin Kitabevi, Konya, 2001
24
kelamcıların kabul ettikleri prensiptir. Gazali bu kaideyi reddedip delille medlulün
ayrı şeyler olduğunu söyledi.
d) Gazali kelam’da felsefi konulara yer vermekle birlikte filozofları alemin kıdemi,
haşrin cismani olmayıp ruhani olacağı, Allah’ın cüziyyatı bilmediği gibi konularda
filozofları tekfir etmiştir. Çünkü Gazali’ye göre böyle bir telakki Allah’a sıfatları
bakımından noksanlık getirir.
İşte böyle bir fikri dinamiğin oluştuğu, kelam ve tasavvuf şemsiyesi altında yapılan bir
felsefenin mevcudiyeti Razi için uygun bir ortam doğurmuştur. Bunun içindir ki fr inançla
felsefe ve kelamı en bariz bir şekilde birbirine mezceden akılcı bir filozoftur. Bu şu demektir
Gazali metodunu daha da geliştirerek doruk noktasına ulaştıran Razi olmuştur.67 Fakat onun
akılcılığı kendine has bir akılcılıktır. Felsefe ile çok yakından ilgilenen Razi kendisinden
önceki felsefi eserleri okuyup anlamıştır. İbn Sina’nın “el-İşarat” adlı eseri üzerinde çalışmış,
hatta onun ilahiyat kısmına bir de şerh yazmıştır. Bununla birlikte Gazali’nin de yaptığı gibi
onun kelamla bağdaşmayan görüşlerini tenkit etmekten de çekinmemiştir.68
Muhtelif dini ve felsefi konulardaki münazaraları ile de meşhur olan Razi, Aristo
geleneğindeki meşşai felsefesini hazmeden ve onu kelam’a sokan ilk alimlerdendir. Bu işin
öncüsü olan Gazali, meşşai filozoflarının ilki dine aykırı olan fikirlerini çürütmenin kelamın
bir görevi olduğunu söyleyip, yalnız bu konuları kelami eserlerde ele alırken, razi kelamı
Aristo geleneğindeki manası ile felsefileştirmiştir. Yani kelamı ve felsefeyi mezcederken
onları bir ilim haline getirmiştir. Bunu “felsefeyi kelamlaştırmışlar” şeklinde de ifade
edebiliriz ki neticede felsefe ile eşari kelamı birbiriyle birleşmiştir. Ancak bu birleştirmeyi,
kelamın felsefeye olan itirazlarının meşrulaştırılması şeklinde anlamamak, onların kelama gör
yoruma tabi tutulduğunu ve gerekli cevapların verildiğini kabul etmek gerekir.
Razi’den sonraki kelam alimleri de aynı yolu takip etmişler ve felsefe’deki metafiziğe
kelam içinde yer vermişlerdir. Böylece felsefe, kelam ilmi içinde ve onunla mezcedilmiş
olarak yazılıp okunduğu için ayrı bir ilim, ekol ve müstakil bir cereyan olarak varlığını devam
ettirememiştir. Artık felsefi konular kelam kitaplarının ilahiyat konularının içinde serpiştirilip,
kelam mantığı ile anlatılır olmuştur.
Gazali ile başlayan ve Fahreddin er-Razi’de son merhalesine varan felsefeyi kelamla
birleştirme hareketi, felsefeyi kelama bağlı kılmakla, felsefe yapmak için felsefe değil de –
tabiri caizse – kelam için felsefe yapma geleneğini getirmiştir. Bu aynı zamanda, felsefenin
İslam dünyasında gerilemesine hatta sönmesine neden olmuştur. Zaten felsefenin İslam
67
68
Gölcük, Şerafettin – Toprak, Süleyman, a.g.e., s. 65
Bademci, Abdülmuttalip, Fahreddin er-Razi ve İrade Görüşü, Basılmamış YL.Tezi, s., 16, Konya, 1990
25
coğrafyasında yapılan şekli demek olan İslam felsefesini kelamcılar yapar hale gelmiştir.
Ancak bu şu demek değildir. Kelam il felsefe anlaşmışlar, ilahiyat, nübüvvet, ahiret gibi bazı
ana konularda kelam’ın felsefeye olan itirazları son bulmuştur şeklinde bir birleşme asla söz
konusu değildir. Kelam ana konularda kendi gündemini muhafaza etmiş, varlık ve bilgi gibi
konularda felsefeden fazlaca istifade yolu tutulmuştur. Razi ile birlikte “Felsefi Kelam”
dönemi başlamıştır demiştik ki bu aslında Gazali öncesi oluşturulan kelam’ın temel konuları
felsefi, başka bir deyişle çok daha akli bir perspektiften ele alınmış, bununla birlikte felsefeye
ve konularına bakış yumuşatılmış, ona olan muhalefet azalmıştır. Felsefe adeta kelamın
bünyesine dahil edilerek muhafaza altına alınmıştır. Sözü edilen Felsefi Kelam’ın İbn
Arabi’de Felsefi Tasavvuf şekline büründüğü görülür.69
Diğer taraftan Razi, felsefeyi kelama sokmakla, kelama Aristo geleneğine göre bir
istikamet vermiştir. Bu durum İslam dünyasını etkilemiş, bu akım ve metot diğerlerine de
hakim olarak Eş’ari mezhebinin yayılmasına sebep olmuştur. Eş’arilerin kullandıkları bu
metot Maturidileri de tesiri altına almış ve Maturidilerin çoğunun mezheplerine bağlılıkları
sadece sözde kalmış, gerçekte ise Meşşai sistemine bağlı Eş’ari kelamını savunmuşlardır.
Razi’nin Maturidi kelamcısı Nureddin es-Sabuni ile Allah’ın sıfatları konusunda münakaşa
yaptığı ve Sabuni’nin Razi’nin büyüklüğünü ikrar ettiği kayıtlarda geçmektedir.70
Müslüman toplumun inançlarına yönelik önemli bir rol üstlendiği klasik dönemde
kelam ilminin en belirgin özelliği felsefi mantığın İslam’a yabancı sayılıp ondan uzak
durulmasıdır. Kelam alimleri Mutezile’den itibaren Aristo mantığını biliyorlar fakat dinin
aslına zarar vereceği için kullanmıyorlardı. Özellikle Bakıllani bunu ısrarla savunmuştur.
Kullanılan delilin merdud olması dinin de zarar görmesine sebep olur gerekçesiyle, her zaman
felsefi nazariyeye karşı ihtiyatlı davranılmıştır. Oysa İslam mantığı olarak kabul
edebileceğimiz re’y ve içtihada dayalı “USUL” ilminde kullanılan metotlar tercih edilmiştir.
Zaten kelam ilmine o dönemde “ilmi usulü’d-din” denmesi de bundan kaynaklanmaktadır.71
Müteahhirin dönemi kelamıyla ilgili olarak bazı alimler tarafından yapılan tenkit ve
değerlendirmelerde kelam’ın başlangıçtaki hüviyetini kaybettiği, adeta felsefe haline geldiği
ifade edilmiştir. Kelamcıların nakli bırakıp selef’in yolundan ayrıldıkları savunulmuştur.
Gazali’den itibaren naklin hücciyetini de aklın içinde tasavvur eden Mu’tezile tezi, giderek
rağbet kazanmış, Razi ile zirveye ulaşmıştır. Bakıllani’ye kadar denge söz konusu iken, Razi
Gölcük, Şerafettin, a.g.e., s. 217
Uludağ, a.g.e., s., 27
71
Özervarlı, M. Sait, Kelam’da Yenilik Arayışları, s. 10-15, İsam yay., İstanbul, 1998
69
70
26
ile artık akıl naklin aslı kabul edilmiş ve nasların çoğunlukla delalet ettikleri manalar
itibariyle zan ifade ettikleri görüşü benimsenmiştir.
İlk asırlarda Müslümanları hayli meşgul eden İslam dışı inançların, Razi’nin
döneminde tamamen zayıflayıp etkisiz hale gelmesinin, ayrıca kelamcıların zamanlarının
bilimini de temsil eden felsefenin konularını anlama yönündeki merak ve istidatlarının,
felsefe’yi yok etmekten çok, herkes için meşrulaştırması anlamına gelmektedir. Gazali’nin bir
taraftan kelam’a felsefi metodu ithal ederken diğer taraftan, filozofların bazı görüş ve
yorumlarını sert bir şekilde hedef alması, kelam ilminin bu dönemden itibaren hem felsefe’ye
rakip hem de felsefeleşen bir görünüm almasını sağlamıştır.
Razi ile zirveye ulaşan felsefi kelam bundan sonra şerhler dönemini başlatmış, kelam
eserlerine kelam’ın tarifi, konusu, gaye ve faydalarıyla ilgili mukaddimeler eklenmiştir.
Elbette sonraki çalışmalar metot olarak Gazali ve Razi’nin metodunu kullanacaklardır. İzmirli
ile başlayan yeni ilmi kelam veya 19. ve 20. yy.’daki yenilik arayışlarına kadar bu metot
sürdürülmüştür.
4. FAHREDDİN er-RAZİ’NİN SONRAKİLERE ETKİSİ
Fahreddin er-Razi’den sonraki İslam düşüncesini iyi anlayabilmek için Razi’yi iyi
anlamak gerekir. Maalesef Tefsiri Kebir’inden başka eserlerine şimdiye kadar gereken önem
verilmemiştir. Bunun dışında basılmış olan eserleri ciddi, ilmi bir incelemeye tabi
tutulmamıştır. O imam unvanına kelam ilmindeki nüfuzundan dolayı sahip olmuştur. Oysa
onun kelamla ilgili el-Metalibü’l-Aliye, el-Mebahisü’l-Meşrikiyye, el-Muhassal gibi eserleri,
araştırılıp incelenmesi gereken kitaplardandır.
Gazali’den sonra VI. ve VII. Yüzyıllarda yazılan kelam eserleri, artık filozofların
görüşlerine yer veren, özellikle varlık ve bilgi konuları üzerinde genişçe durulan bir muhteva
kazanmıştır. Mesela Fahreddin er-Razi'nin (v. 606/1209), kendisine kadar gelen bütün
görüşleri bir araya topladığı kelam eserlerinde ilim ve malumu konu alan birinci ve ikinci
bölümler, ilahiyat ve sem’iyyatı ele alan üçüncü ve dördüncü bölümlerden daha uzundur.
Tafsilatı da fazladır. Kelam kitaplarında bu dönemde medlulden çok delil üzerinde
yoğunlaşma meydana gelmiştir. Kavramlar ve düşünce sahası genişlemiş detaylar artmıştır.72
Felsefi yönünü daha çok kelamla ilgili eserlerinde müşahede ettiğimiz Fahreddin erRazi, kendinden sonrakilere de tesir etmiştir. Onun Kadı Beydavi’nin “Tevali ul-Envar” ve
72
Özervarlı, a.g.e., s. 14
27
Adudiddin el-İci’nin “el-Mevakıf” adlı meşhur eseri üzerindeki tesiri açıkça görülür. Nitekim
her iki eserin tertibinde de Razi’nin “el-Muhassal”i örnek alınmıştır.73
Muhassal’ın metni ile Kadı Beyzavi Abdullah b. Ömer (v. 685/1286) in yazdığı
“Tevaliu’l Envar” adlı kelam kitabı ile karşılaştırılırsa görülür ki Kadı Beyzavi bu eserinde
sadece plan ve konu bakımından değil, ibare, tarif, ifade ve terimlerde de Muhassal’dan
istifade ettiği ve arada büyük bir benzerliğin olduğu görülür. Yalnız Kadı Beyzavi, Razi’den
hiç söz etmemekte, bazı meseleleri kitabına almadığı gibi, bazı meseleleri de eklemiştir. Fakat
“Tevaliu’l-Envar”ı “Metaliu’l-Enzar” olarak şerh eden İbn Mahmud İsfehani (v. 745/1348)
Fahreddin er-Razi’ye “el-İmam” diyerek işaret etmektedir.74
Aynı şekilde kelam’da meşhur “el-Mevakıf” kitabının yazarı Abdurrahman Adudiddin
el-ici (v. 756/1355) bu eserinde Razi’nin “el-Muhassal” adlı eserinden çok istifade ettiği öyle
ki, cümleleri, misalleri aynen naklettiği küçük bir karşılaştırmadan anlaşılır. Adudiddin “elMevakıf” adlı eserini, elbette sadece Razi'nin eserindeki ifade ve tartışmalara hasretmemiş,
zamanına kadar yazılmış olan diğer kelami eserlerden de istifade etmiştir. Böyle olmakla
beraber kelamı mukayeseli bir şekilde okumak, fikirlerin gelişme tarihine ışık tutması
bakımımdan önemlidir.
Razi'nin kendinden sonrakilere etkisi sadece kelam ile kalmamış daha çok tefsir
alanında etki ettiği görülmüştür. O, tefsirinde akla duyulan ihtiyacı, birçok dini meselelerde
ve hayati görüşlerde izah eder. Hiç şüphesiz kendinden sonra gelenlere, b tefsir aklı kaynaklık
etmiştir. Birçok meseleleri, birçok ilimleri açık bir metotla anlattığı için, sonardan gelen
müfessirler, nasipleri nispetinde ondan faydalanmışlardır. Hatta onu tenkit maksadı ile ele
alanlar bile ondan istifade etmişlerdir.75
İslam aleminde büyük şöhret yapan Beyzavi, tefsirini Zemahşeri ve Razi'nin
tefsirinden ihtisar etmiştir. Beyzavi kelami meselelerde tamamen Razi’ye itimat eder. Tefsiri
tetkik edilirse hemen hemen her sahifesinde gerek isim zikredilerek ve gerekse
zikredilmeksizin Razi’den pasajlara rastlanır.
Ebu Hayan, el-Bahru’l-Muhit adlı tefsirinde, bazı ayetlerde Razi’den nakiller yapar.
Bazen de ondan ayetlerin şerhlerini nakleder.
er-Razi, Fahreddin, el-Muhassalü Efkari’l-Mütekaddimin ve’l-Müteahhirin mine’l-Ulema ve’l-Hükemai ve’lMütekellimin, Terc. Hüseyin Atay, Kelam’a Giriş, Sn., s. 36, Kültür Bakanlığı yay., Ankara, 2002
74
er-Razi, Fahreddin, el-Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 36
75
Cerrahoğlu, a.g.m., s. 39
73
28
İbn Kesir Tefsiri nakli olmasına rağmen, Razi tefsiri, İbn Kesir tefsiri için kaynak
olmaktadır. İbn Kesir, Halık’ın isbatı hususunda Ebu Hanife’nin ve Malik’in sözleri için
Razi’ye itimat eder.76
Alusi’nin tefsiri ise, bazı ziyade ve noksanlıklar göz önüne alınacak olursa, adeta
Razi'nin tefsirinin ikinci bir nüshası olarak görülebileceğini söyleyenler mevcuttur. Alusi’nin
tefsiri “Ruhu’l-Meani”dir.
Osmanlı devletinin en haşmetli devrinde yetişen ve uzun müddet şeyhü’l İslamlık
yapan Ebu’s-Suud (v. 928/1574) de Razi tefsirini en yi şekilde tatbik etmiştir. İrşadü’l-Akli’sSelim ile Mezaye’l-Kur’an’il-Kerim adlı tefsirinde sağlam bir mütalaa ve ince bir beyan
vardır. Ebu’s Suud’un en önemli tefsir kaynağı Razi'nin “Mefatihu’l-Gayb” tefsiri olmuştur.77
Bunun için Ebu’s Suud tefsiri kısa zamanda İslam alemine yayılmış ve medreselerde
okutulmuştur.
Muhammed Abduh ve talebesi Muhammed Reşid Rıza da, Razi’den müteessir olanlar
arasındadır. Kaynak olarak ona itimat etmişlerdir. Çünkü Abduh ekolünde de aklin rolü
mühimdir. Bu bakımdan Razi’ye müracaat etmiş olmaları tabiidir. Bilhassa ayetler ve sureler
arasındaki münasebetler ve ittisal meseleleri üzerinde ondan fazlaca istifade ederler. İsmail
Hakkı ve Elmalılı Hamdi efendi gibi müfessirler için Razi birer hazine olmuştur.
Kısaca ifade etmek gerekirse Fahreddin er-Razi özellikle kelam ve Tefsir alanında
kendinden sonrakiler için kaynak teşkil etmiştir. Onun metodu günümüze kadar yapılan
çalışmaların hepsinde yer alıp ufkumuzu açmaktadır. Ehl-i Sünnet kelamını öğrenmek için
Razi hakkında mutlaka bilgimiz olması gerekir. Aksi takdirde iddialarımızı temellendirmede
güçlük çekeriz. Günümüzde de birtakım söylemlere cevap verebilmek için onun felsefi
aklından yararlanmalıyız
76
77
Cerrahoğlu,, a.g.m., s. 40
Bademci, a.g.e., s. 9
29
İKİNCİ BÖLÜM
FAHRETTİN er-RAZİ’NİN NÜBÜVVET ANLAYIŞI
1. RAZİ’YE GÖRE NÜBÜVVETİN İMKANI
Nübüvvet’in İmkanı demek,
ilahi ve beşeri açıdan, varlığının mümkün olması
demektir. Nübüvvet ilahi açıdan mümkündür, çünkü Allah, mürid ve mütekellimdir; bu
sıfatları nübüvvet vasıtasıyla gerçekleştirir ve bu sayede buyruklarını yarattıklarına iletir.78
Risaletin esası, resul gönderenin kelamını tebliğ etmek olduğu için Allah’ın
mütekellim olduğunu inkar etmek,
resulleri inkar etmek anlamına gelmektedir. 79 Aynı
şekilde nübüvvetin imkansızlığını ileri sürmek, Allah’ın mütekellim sıfatının bulunmadığını,
dolayısıyla ekmel varlık olmadığını iddia etmek demektir.
Nübüvvet beşeri açıdan da mümkündür. Çünkü bir insanın bedeni ve ruhi
özelliklerinde
diğer insanlarla aynı durumda bulunması gerekmediğinden peygamberler
zümresinin farklı kabiliyet ve özelliklere sahip kılınması, bu sayede onların metafizik alemle
irtibat kurup akıl ve duyular yoluyla üretilemeyen bilgileri alması mümkündür.
Gazali, nübüvvetin mümkün oluşunun tecrübe yoluyla da kabul edilebileceği
kanaatindedir. Gazali’ye göre insanların uyku halindeyken aldığı bilgiler( yani sadık rüyalar)
nübüvvetin imkanına dair kanıtlardır. Yine peygamberlerce öğretilen tasavvuf yoluna girmesi
ile doğrudan doğruya tadarak(keşf ve ilham) da gaybi bilgilere ulaşması mümkündür.80
Razi’ye göre de varlıklar zorunlu ve mümkün varlıklar olmak üzere ikiye ayrılır. 81
Zorunlu varlık, varlığı için başka birisine ihtiyaç duymayan, varlığı kendinden olan varlıktır.
Mümkün varlık ise, varlığı veya yokluğu başka bir varlığa bağlı olan varlıktır.82
Razi’ de nübüvvet, bu varlık alanlarından mümküm olanlar arasına girmektedir.
Çünkü “Zorunlu Varlık” dediğimiz “Vacibü’l- Vucud” olan Allah, nübüvveti mümkünler
aleminden varlıklar alemine çıkartmıştır. Yani tercihi öyle olmuştur, dileseydi çıkarmaya da
bilirdi. Allah bu şekilde peygamber göndermiş ve insanları uyarmayı irade etmiştir. Dilese
başka bir yol ile de bunu yapabilirdi.
Yavuz, Yusuf Şevki, “Nübüvvet” md., s., 282
İbn Kayyım el-Cevziyye, Medaricü’s-Salikin, trc., Komisyon, Medaricü’s-Salikin Kur’anî Tasavufun
Esasları, C., I, s., 66, İnsan yay., İstanbul, 1990
80
Gazali, el- Munkız, trc., Uçan, a.g.e., s., 190,191
81
er-Razi, el-Mealim, trc., Macit, a. g.e., s., 30
82
er-Razi, el-Mealim, trc., Macit, a. g.e., s., 32-34
78
79
30
Razi için, Peygamber göndermek amaç değil araçtır. Amaç insanları uyarmak, yapıp
yapmaması gerekenleri onlara bildirmektir.83
Peygamberliğin caiz( Allah için caiz olması, mecburi ve zorunlu olmaması) ve
mümkün oluşunu(imkan dahilinde olmasını) tarih de ispat edip buna şahitlik etmiştir.
Gerçekten Allah, Hz. Adem(a.s.)’dan Hz. Muhammed(a.s.)’a kadar insanlara değişik zaman
ve mekanlarda nebiler ve rasuller göndermiştir. Bu husus Kur’an’da şöyle ifade edimiştir:
“Yeryüzünün her topluluğu kendi peygamberlerine sahip olmuştur.”84
Netice olarak peygamber göndermenin aklen imkan dahilinde olduğunu, peygamber
göndermede imkansızlık ve çelişkinin bulunmadığını söyleyebiliriz.
2. RAZİ’YE GÖRE NÜBÜVVETİN GEREKLİLİĞİ
Nübüvvetin gerekliliğini de ilahi ve
beşeri açıdan olmak üzere
iki yönden
inceleyebiliriz. İlmiyle her şeyi kuşatan, yaratıklarına sonsuz lütuf ve ihsanda bulunan
Allah’ın, insanları kendi yol göstericiliğinden mahrum bırakması durumunda
inanç ve
davranış alanlarında doğruya ulaşmaları imkansız hale gelir. Allah Teâlâ peygamberleri
aracılığı ile doğru yolu göstermeseydi toplumların bu yolu bulmaları mümkün olmazdı. 85
Allah’ın adl, ber, fettah, hâdi, kerim, nur, rahim, rab, vehhab gibi isimleri O’nu ahirette
sorumlu tutacağı insanlara peygamber göndermesini gerekli kılar. 86
ayeti de buna dikkat çekmektedir. Emir ve yasakları
Nitekim, En’am 131.
bilme açısından da mutlaka
peygamberlik kurumu gereklidir. 87 Allah Teala’nın şuurlu bir canlı olarak yarattığı insanı
sorumlu tutmaması
göstermemesi de
hikmetle bağdaşmayacağı gibi sorumlu kıldığı halde ona yol
O’nun zikredilen isim ve sıfatlarıyla çelişir. Kelamcıların çoğu bu
görüştedir. Mutezile ve Şia alimleri bunu Allah için bir zorunluluk olarak görürken, Ehl-i
Sünnet mensupları lütuf ve ihsan olarak açıklamışlardır.88 Bu konuda Razi de peygamberliği
rahmet ve lütuf olarak görmüştür.89
Beşeri açıdan da nübüvvetin gerekli olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü insanın işlerini ve
durumunu düzelmesi için akıl verilmesine rağmen bu yeterli değildir. Yani insanoğlu
mutluluğu elde etmek için gerekli olan bilgileri tek başına üretemez. Nefsani ve dünyevi
83
er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., X, s., 466,467
Fatır, 35/24
85
A’raf, 7/43
86
Yavuz, Yusuf Şevki, “Nübüvvet” md., s., 282
87
Şuara, 26/20; Zümer, 39/71
88
Gölcük, Şerafettin- Toprak Süleyman, a.g.e., s., 315-319
89
er-Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, trc., C., X, s., 190
84
31
arzularına aşırı bağımlılığı nedeniyle yanlış hükümler verebilir. Bu noksanlıkları
tamamlayabilmesi için de manevi bir yaptırım gücü ve ilahi bilgi kaynağına ihtiyacı vardır. 90
Bütün bu sebeplerden dolayı insanlar için peygamberlik gereklidir.
Bu bölümde ele alınması gereken başka bir mesele de, nübüvvetin gerekliliğini
savunurken insanların dini ve dünyevi olmak üzere iki türlü bilgiye ihtiyaç duymaları ve
bunların sınırlarıdır. İnsanoğlu akıl yürüterek veya tabii bir yönelişle fikren Allah’ın varlığına
ulaşsa da, O’nun sıfatlarını, kendi yükümlülüklerini, ibadet tarzını, ahiretle ilgili meseleleri
bilmede yetersiz kalacaktır. Bütün bunlar dini bilgiler açısından nübüvveti gerekli kılan
hususlardır.
Diğer taraftan nübüvvet dünyevi bilgiler açısından da gereklidir. Çünkü insanın var
olmaya başladığı ilk evrede öğretip eğitilmesi için dil bilgisine, hayatını idame ettirebilmesi
için beslenmeye, neslenmek için hayvancılık ve ziraata, soğuk ve sıcaktan korunmak için
barınmaya, toplum düzeni için hukuk’a dair bilgilere muhtaçtır.91 İnsanın hayat için zorunlu
olan bu bilgileri kendi kendine
ve tecrübe yoluyla öğrenmesi de akla yatkın
görünmemektedir. Nitekim Kur’an ve diğer kutsal kitaplar, ilk bilgilerin nübüvvet aracılığı ile
öğretildiğini haber vermektedir.
Sonuç olarak hem ilahi hem de beşeri açıdan nübüvvetin gerekli olduğunu, nübüvvet
müessesesi olmadan dünya ve ahiret saadetinin kurulamayacağını söyleyebiliriz. Kaldı ki
insanlar medeni oldukları için kendi cinsinden birileri ile yaşamaya muhtaçtırlar. Bundan
dolayı da bazı kurallara uymak zorundadırlar. Eğer böyle olmamış olsaydı insanların
bazılarının, diğerlerine zulmetmesi kaçınılmaz olurdu. İşte bu sebeplerle bu kuralları koyan
ve açıklayan birisi olmalı ve kural koyucu insanlardan menfaat beklememelidir. Bu da ancak
ve ancak Şari’ dir.
3. RAZİ’YE GÖRE PEYGAMBER GÖNDERMENİN FAYDALARI
Peygamber göndermenin faydalarını anlatmak için işe önce eşyayı(nesneyi), aklın
kavrayabildiği ve kavrayamadığı diye ikiye ayırarak başlayan Razi, peygamber göndermedeki
hikmeti de buna dayanarak açıklamaktadır.
Bu bağlamda Allah’ın emir ve yasaklarını bilmek için nübüvvete ihtiyaç da yoktur.
Ona göre nakille bilinen nübüvvet sadece aklın destekleyicisi ve sorumluluk sahibi insanın
ez-Zerkan, M. Salih, Fahreddin er-Razi ve Araühü’l-Kelamiyye ve’l-Felsefiyye, s., 547-549, Daru’l-Fikr,
Mısır, Tarihsiz; Maturidi, Kitabü’t-Tevhid, trc., Topaloğlu, a.g.e., s., 222-225
91
es-Sabuni, el- Bidaye, trc., Topaloğlu, a.g.e., s., 103-105; ez- Zerkan, a.g.e., s., 548
90
32
mazeret bulmaması için tedbirdir. 92 Nitekim “Peygamberlerden sonra insanların Allah’a
karşı delilleri olmasın.” 93 Ayeti de bunu desteklemektedir. Bundan dolayıdır ki Razi,
peygamber gönderilmesini, özrün delilini yok etmek başka bir ifadeyle mazeret temeline
dayandırır.94
Allah Teâlâ’nın pek çok peygamber göndermiş olması bazı şeriat ve hükümlerde
birbirinin aynı olmaması sırf hikmetinden ve ümmetlerin durumlarının çeşitli tabakalar
üzerine bulunmasındandır. Çünkü ilahi sorumlulukların dayanağı çeşitli durumlar ve kulların
iyiliğidir. Allah Teala yaratış hikmeti gereğince ümmetleri çeşitli ve farklı tavırlar ve
hasletlerle yaratmış olduğu gibi, kanun koyma hikmeti gereğince de bunlara dünya ve
ahiretlerinde durum ve gidişatlarına uygun çeşitli ve farklı olan kabiliyetleriyle uyuşan
şeriatler ve hükümler teklif etmiş onların itiraz arzetmelerine sebep bırakmamıştır.95
Peygamberlerin geliş amacı ile insanların yaratılması arasında da paralellik kuran
Razi, her ikisinin merkezine“imtihan”ı koymuştur. Allah insanları nasıl denemek için yarattı
ise peygamberleri de imtihanın parçası olarak göndermiştir. 96
Nübüvvetin bir başka faydası heva, heves ve arzulara karşı koymada insan iradesinin
destekçisi olmasıdır. İnsan iyi ve kötüyü belki aklıyla bilebilir, ama iyiyi yapmanın kötüyü
terk etmenin neler getirebileceğini aklıyla bilemez. Bu sebeple Allah’ın vaad ve vaidleri de
insan davranışına yön verebilmekte onları etkileyebilmektedir. Dolaylısıyla peygamberlik bu
bağlamda daima insanın hayrınadır.97
Aklın doğrudan tek başına kavrayamadığı hususları, yani ahiret, gabya iman, şer’i
emir ve yasakları, insanlar ancak vahiy ile öğrenebilmektedir. İşte burada nübüvvetin
işlevselliği önemlidir. Bu gibi durumlarda, peygamberler insanlar için kolaylık vesilesidir.
Onların insanlar arasındaki konumları, bedendeki kalp misalidir.98
4. RAZİ’NİN NEBİ, RESUL VE RİSALET GÖRÜŞÜ
Razi, nübüvvet ile risaleti aynı anlamda kullanmış, risaleti, Allah’ın bir elçi aracılığı
ile toplumu uyarması olarak tarif etmiştir.99
92
93
94
95
96
97
98
99
er- Razi, el-Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 240
Nisa, 4/166
er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., X, s., 466
Yazır, a.g.e., C.III, s., 130
er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., XXI, s., 8,9
er-Razi, el-Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 242,243
er-Razi, el-Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 243
Çınar, a.g.e., s., 32
33
Razi’ye göre nebinin kim olacağını ancak ve ancak Allah tayin eder, kişinin çalışıp
çabalaması o makama erişeceği anlamına gelmez. Cenab’ı Hakk kendisine peygamberlik
vereceği şahsı, özel bir şekilde ve kimsenin kavrayamayacağı bir şekilde terbiye edebilir. Bu
sürecin nasıl olduğu konusunda yapılan tartışmaların da fazla bir değeri yoktur. Kısacacı bu
konuda söylenebilecek son söz: Peygamberlik kesbi değil vehbidir.100
Diğer taraftan nübüvveti Allah’ın bir lütuf ve ihsanı olarak gören Razi, bu konuyu
doktor ve hasta benzetmesiyle anlatır. Yani nübüvvet aslında insanlar için şifa kaynağıdır,
nübüvvetle sıkıntı ve dertlerden kurtulunur.
101
Sağlıklı bir şekilde yaşamın devam
ettirilebilmesi için de nübüvvete ihtiyaç vardır. “(Rasülüm!) Biz seni ancak alemlere rahmet
olarak gönderdik.”102 Ayeti, özelde Hz. Peygamber’in rahmet olarak gönderildiğini belirtse de
genelde nübüvvetin bir rahmet olduğu anlamını taşımaktadır. Rahmet ise hem dünya hem
ahiret işlerinde her türlü hayır anlamını taşımaktadır.
Rasul ve nebinin birbirinden farklı şeyler olduğunu söyleyen Razi, bu iddiasını Hacc
Suresi 52. ayetine dayandırmaktadır.103 O’na göre resul, nebiden farklı olarak kendisine kitap
ve mucize indirilen kimsedir. Nebi ise, kendisine kitap indirilmeyip, önceki kitaba uymakla
emrolunan kişidir.104
5. RAZİ’DE PEYGAMBERLERİN MERTEBELERİ
Peygamberlerin peygamber olmaları bakımından aralarında bir fark yoktur. Fakat
mevki ve fazilet bakımından aynı değillerdir. Bir kısmı bir kısmından üstündür. Allah Teala
Kur’an-ı Kerim’de : “ Peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık.”105 Ve yine “
Muhakkak ki peygamberlerin bazısını bazısından (faziletçe) üstün kıldık. Davud’a Zebur’u
verdik.”106 buyurmaktadır.107
Razi ise, peygamberlerin alemlere üstün kılındıklarını; dolayısıyla melekler ve tüm
varlıklardan daha üstün olduklarını ifade etmiştir.108 Bu konuyu destekleyen en önemli delil
ise meleklerden Hz. Adem’e secde etmelerinin istenmesidir.109
100
Görgün, a.g.m., s., 159
er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., XII, s., 64
102
Enbiya, 21/107
103
“Biz, senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki, o, bir temennide bulunduğunda, şeytan onun
dileğine ille de (beşeri arzular) katmaya kalkışmasın…”
104
er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., XVI, s., 334- 338
105
Bakara, 2/ 253
106
İsra, 17/55
107
Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s., 19
108
er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., VI, s., 265
109
Bakara, 2/34-41
101
34
Ayrıca
Kur’an-ı Kerim’de Ulül-Azm
diye isimlendirilen
peygamberler diğer
peygamberlerin önderi ve lideridirler. Çünkü Allah onları güzel övgü ile yad eder ve
Rasülullah(sav.)’e cihat ve sabırla onlara uymasını emreder.110 Peygamberlerin bir kısmına
azimlerinin kuvvetli oluşundan, imtihanlarının
olduğundan
şiddetinden, mücadelelerinin güç ve acı
azim sahibi peygamberler denmiştir. Çünkü
azim sahibi peygamberlerden
bazıları belalara ve uzun süre yalanlanmaya sabretmişlerdir. Mesela Nuh(a.s.)
kavmi
arasında 950 sene kalmış ve kendisine kavminden pek az kişi iman etmiştir.111
Nübüvvette tafdil diye adlandırılan bu konuyu bu şekilde özetleyip Efendimiz(sav.)’in
diğer peygamberlerden üstünlüğüne geçelim.
a) Hz. Muhammed(sav.)’in Diğer Peygamberlerden Üstünlüğü
Peygamberlerin
en
üstünü,
mahlukatın
Muhammed(sav.)’dir. Çünkü gönderiliş itibari ile
en
seçkini,
son
peygamber
Hz.
peygamberlerin sonuncusu, mevki ve
rütbesi yönünden en üstünüdür. Tıpkı Kur’an-ı Kerim’in Semavi kitapların sonuncusu ve en
üstünü olduğu gibi. Allah Teala,
Kur’an-ı Kerim’le vahyi sona erdirdiği gibi
Muhammed(sav.)’le de peygamberliğe son vermiştir.112
Bakara suresinde: “ O peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah
onlardan bir kısmı ile konuşmuş, bazılarını da derece derece yükseltmiştir.”113 buyrulmuştur.
Ayette geçen “Allah’ın bir çok derecelerle yükselttiği kişi” ifadesinden kasıt, peygamberimiz
Hz. Muhammed (sav.)’dir.114 O’nun diğer peygamberlerden üstünlüğünü, Razi, tefsirinde şu
şekilde sıralamıştır:115
-Enbiya suresi 107. ayette Hz. Peygamberin alemlere rahmet olarak gönderildiği
bildirilmektedir.
Alemlere
rahmet
olan
bütün
herkesten
üstündür.
Dolayısıyla
Muhammed(a.s.) de diğer peygamberlerden daha üstündür.
-“ Ve senin zikrini yücelttik.” 116 tavsifi,
Hz. Peygamber için söylenmiştir. Yine
Kelime-i Şehadette, teşehhüde, ezanda Allah Teala’nın ismiyle birlikte zikredilen sadece
Muhammed(sav.)’dir. Bu durum da diğerlerinden üstünlüğünü gösterir.
110
Ahkaf, 46/35
Ankebüt, 29/14; Hud, 11/40
112
Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s., 21
113
Bkz., Bakara, 2/253
114
Kılavuz, a.g.e., s., 249
115
er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., V, s., 377-380
116
İnşirah, 94/4
111
35
- Kur’an mucizesi vardır ki, Ebedi ve baki mucizedir. Kendi zamanında
hem
ezberlenmiş hem de yazı ile tespit edilmiştir. Aslına uygun olarak korunabilmiş bir ilahi
mesaja sahip Hz. Peygamberden başka peygamber yoktur.
- Diğer peygamberlerdeki bütün hasletlerin Hz. Peygamberde toplanması da onun
peygamberliğinin üstün olduğuna işarettir.
-
Bütün insanlar için peygamber olması, 117 hatta bütün yaratıkların peygamberi
olması, uyanların (cinler, insanlar) çokluğunun, uyulan kimsenin yüceliğinde tesiri vardır.118
- Diğer peygamberlerden daha fazla eziyet çekmesi, mesela Hz. Musa sadece Firavun
ve kavminden eziyet çekerken, Hz. Peygamber Hadid suresi 10. ayeteki meşekkatlerin
hepsini çekmiştir. Bu da onun için bir çeşit fazilettir.
- İslamiyet’ten önceki dinlerin hükümlerini kaldırmıştır. Kıyamete kadar en son ve n
mükemmel din olarak devam edecektir.119 Bu da efdal olduğuna kanıttır.
- Ümmetinin en üstün ümmet olması120, bir topluluğun en hayırlı ümmet olması , o
ümmetin uyduğu peygamberinin de en üstün varlık olmasını gerektirir.121
- Son peygamber olması başlı başına ayrıca fazilettir.122
- Mucizelerinin çok ve çeşitli olması da onun üstünlüğüne delildir.
a) Güç kudretle ilgili: Az yiyecekle çok kişinin doyrulması,
b) İlimle ilgili: Gaybdan haber vermesi,
c) Zatındaki Üstünlükler: Şerefi, soyu, cesur olması vb.,
d) Ahlakı: Huyu Hilmi vefası, gibi bütün hasletler Hz. Muhammed(a.s.)’da
toplanmıştır.
Yine Allah’ın kitabı Kur’an’ı Kerim’de Rasulüllah’a sarih ismiyle hitap edilen tek
bir ayet bulamayız. Ayetlerin hepsinde O’na peygamberlik lafzıyla hitap edilir. Kur’an’ın
tümünde “Ya Muhammed” diye başlayan ayetin olmaması da Onun kadrinin yüceliğine ve
diğer peygamberlerden üstünlüğüne ince bir işarettir, denilmiştir.123
117
Sebe, 34/28
er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., XIII, s., 494
119
Maide, 5/3
120
Al-i İmran, 3/110
121
Kılavuz, a.g.e., s., 249
122
er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., XV, s., 473
123
Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s., 24
118
36
b) Diğer Peygamberler Arasındaki Üstünlük
Peygamberler arasında ülü’l-azm olanlar; yani aldıkları görev ve yüklendikleri
sorumluluk karşısında herhangi bir yılgınlık göstermeden, dini, insanlara tebliğ görevini
yerine getiren, bütün zorluklara göğüs germede azim ve sebat gösterenler, çoğunluğa göre
diğer peygamberlerden derece bakımından üstündürler. Bunlar: Hz. Nuh, İbrahim, Musa, İsa
ve Muhammed (a.s.)dır. “ Hani biz peygamberlerden söz almıştık; senden, Nuh’tan,
İbrahim’den, Musa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan da. Evet biz onlardan pek sağlam bir söz
aldık.”124 Ayetinde bu hususa işaret vardır.
Azim sahibi peygamberlerin derce bakımından üstün olması ile birlikte, Razi, diğer
peygamberler arasında da buna benzer derece farkları olduğunu savunmuştur. Ona göre
peygamberin getirdiği mesaj, hidayete erdirdikleri insan sayısı, tevekkül durumları onların
derecelerine etki eden faktörlerdir.
Razi, Hz. Musa’nın, Hz. Nuh’tan daha üstün olduğu kanaatindedir. Bu sonuca Hz.
Nuh’un tevekkülünün kendi şahsına olması ve Hz. Musa’nın tevekkülünün kavmine telkin
edilmesi ile varmaktadır.125 Yine Nuh(a.s.)’ın hidayete erdirdiği insan sayısı Hz. Musa’ya
göre azdır. Bununla birlikte, Nuh’un kavmi hakkındaki duası: “Rabbim… yeryüzünde
kafirlerden hiç kimseyi bırakma.”126 İle Musa(a.s.)’ın Firavun ve kavmine yaptığı dua: “Ey
Rabbimiz, onların mallarını yok et, kalplerine sıkıntı ver(ki, iman etsinler)”127arasında fark
olduğunu ifade eden Razi, bütün bunların peygamberlerin faziletlerine delil olabileceğini
ileri sürer. Bu da konunun anlaşılması açısından önem arz etmektedir.
Razi, Hz. Yakup’un Hz. Yusuf’tan daha efdal olduğunu ifade eder; ve bu anlayışına
bir gerekçe dayandırmaz.128
Son olarak da Razi, efdaliyet konusunda
Hz. Musa, Hz. İbrahim ve Hz.
Muhammed(sav.)’in diğer peygamberlerden daha üstün olduğu görüşünü savunur. 129 Bu
görüşünü de yine onların azim ve sebatları ile açıklar. Hz. Peygamber’in üstün olması
meselesi de yine yukarda saydığımız özelliklerinden dolayıdır.
124
Ahzab, 33/7
er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., XII, s., 449; Çınar, a.g.e., s., 51
126
Nuh, 71/26
127
Yunus, 10/88
128
er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., XIII, s., 445
129
er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., II, s., 351; Çınar, a.g.e., s., 52
125
37
c) İnsan, Peygamber ve Melek Arasındaki İlişki
Razi’ye göre,
melek insandan üstündür. Bu görüşü destekleyen
deliller
bulunmaktadır:130
- Yüce Allah yaratmadaki büyüklüğünü belirtmek istediğinde, göklerin ve yerin, ikisi
arasındakilerin ilahi oluşuyla delil getirip, Nebe
suresinde
şöyle buyurmaktadır: 131
“Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. O, rahmandır. O gün insanlar ona
karşı konuşmaya yetkili değillerdir.” Devamındaki ayet de bu anlamı daha da
perçinlemektedir: “ Ogün ruh ve melekler, sıra sıra dururlar. Ancak Rahman’ın izin verdiği
konuşabilir, o da doğruyu söyler.” Eğer melekler derece itibariyle yaratılanların en büyüğü
olmasaydı, yukarıdaki sıralama doğru olmazdı.
- Razi, Kur’an’daki sıralamayı gerekçe göstererek de meleklerin insanlardan daha
üstün olduklarını belirtmektedir. Bakara suresindeki132 Allah, melekler sonra vahiy ve sonra
da peygamber sıralaması buna delildir.133
Filozoflar da
meleğin üstün olduğuna delil getirmişlerdir. 134 Onlara göre ruhani
olanlar basittir, cisimli olanlar bileşiktir. Basitler bileşiklerden daha faziletlidir. Ruhaniler,
şehvet ve yerilen huyların kaynağı olan öfkeden arınmışlardır. Cisimlerde ise böyle bir durum
söz konusu değildir. Ruhaniler , yüce ve latiftirler, cisimler ise koyu ve karanlıktırlar. Bütün
bunlar meleklerin üstün olduğuna işaret eder.
Razi, veli mi yoksa nebi mi üstündür? Sorusuna yanıt ararken de peygamberin geldiği
topluma örnek oluşunu delil getirerek velinin böyle bir sorumluluğunun olmadığını
vurgular.135 Buna dayanarak peygamberlerin velilerden üstün olduğu sonucuna varır. 136 O, bu
görüşünü pratik ve teorik mükemmellik esaslarına dayandırarak insanların üç kısım olduğunu
belirtir:137
1. Kendisi kamil insan olup başkalarını kemale ulaştıramayanlar ki, bunlar velilerdir.
2. Kendisi kamil insan olup başkalarını da kemale ulaştırabilenlerdir ki, bunlar
peygamberlerdir.
3. Kusurlu ve eksik olanlardır ki, bunlar toplumun genelini oluştururlar.
130
131
132
133
134
135
136
137
er-Razi, el-Mealim, trc., Macit, a.g.e., s., 98
Nebe, 78/37
Bakara, 2/285
er-Razi, el-Mealim, trc., Macit, a.g.e., s., 98
er-Razi, el-Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 250
er-Razi, el-Mealim, trc., Macit, a.g.e., s., 91, 92
er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., XII, s., 408
Çınar, a.g.e., s., 52
38
Bu sıralamayı yaptıktan sonra, hem kendisi mükemmel hem de insanları
mükemmelliğe ulaştıran peygamberin, veliden üstün olduğunu belirtmiştir.138
6. RAZİ’DE MUCİZE
6.1. Mu’cize’nin Lügat ve Istılah Manaları
a) Mu’cize’nin Lügat Manası:
Arapça’da
“acz” kökü, bir şeyden geri kalmak, güç yetirememek, kuvveti
yetişmemek, 139 gibi anlamlara gelir. Fiilin if’al kalıbının ism-ifail sigası olan “muciz”, bir
şeyi yapmaktan aciz bırakan,karşı konulmaz, harikulade, insanın güç yetiremeyeceğini ortaya
çıkaran demektir.kelimenin sonuna mübalağa için getirilen “te” eklenerek mu’cize şeklinde
kullanılır.Mu’cizenin çoğulu “mu’cizat”tır.140
b) Mu’cize’nin Istılah Manası
Istılahta mu’cize: “Geleneği yırtan bir iş olup karşı çıkılamayacak bir meydan
okumayla beraberdir”. 141 Terim olarak pek çok tarifi yapılan mu’cizeye, Maturidi kelamcı
Nurettin Es-Sabuni’nin (V.580/1184) getirdiği tanım, en kapsamlı ve en yaygın tanımlardan
biridir.O mu’cize’yi şöyle tanımlar: “İnkar edenlere meydan okuduğu bir sırada nübüvvet
iddia eden bir kişinin elinde, tabiat kanunlarına aykırı olan bir hadisenin, benzerini
getirmekten inkarcıları aciz bırakacak tarzda vuk’u bulmasıdır”142.
Mucize’yi en anlaşılır biçimde şu şekilde tarif edebiliriz: Dini teyid maksadıyla ve
Allah’ın emriyle peygamberler tarafından yapılan ve halkı hayrette bırakan, harikulade işler,
hareketler, hallerdir.143
Mu’cize; beşeri gücü aşan, muarızların güçsüzlüğünü ortaya koyan karşı konulmaz
kesin belgedir.
138
er-Razi, el-Mealim, trc., Macit, a.g.e., s., 97,98
Ece, Hüseyin, İslam’ın Temel Kavramları, s., 423, Beyan yay., İstanbul, Tarihsiz
140
Rağıb el-İsfahani, a.g.e., s., 978
141
er-Razi, el- Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 229
142
es-Sabuni, el-Bidaye, trc., Bekir Topaloğlu, Mâturidiyye Akaidi, s., 105, Ankara, 2000
143
Develioğlu, a.g.e., s., 661
139
39
Mu’cize; bütün yaratıkların melek, cin ve insanların güçlerini aşan, Allah’ın tek
yaratıcı olduğu bir vakıadır. Nübüvvet Allah’ın fiilidir.İnsanlığa Allah’ın en büyük nimeti ve
bağışıdır. Nübüvveti tasdik ve teyid mahiyetinde olan mu’cize de Allah’ın fiilidir.144
6.2. Mu’cize’nin Şartları
Mu’cize’nin, nübüvvetini ileri süren kişinin doğruluğunu ispatlayabilmesi için bazı
özellikleri üzerinde durulur. Bunlar arasında iki temel özellik öne çıkar:145
Birincisi: İlahi fiil olması ve sadece peygamberlerin elinde zuhur etmesidir;
dolayısıyla herhangi bir kimsenin gösterdiği harikulade olaya mucize denmez.
İkincisi: Mu’cize’nin peygamberlik iddiasının ve meydan okumanın arkasından zuhur
etmesidir. Kur’an’da Hz. Musa ve İsa’nın mucizelerinden bahsedilirken meydan okuma
özelliğine vurgu yapılması bunu gösterir.
Razi, mu’cize’nin tarifinden hareketle mucize’nin şartlarından özellikle ikisine vurgu
yapar: Mu’cize’nin bir “iş” olduğunu söyledik, çünkü mu’cize alışılandan başka bir şeyi
yapma olabilir, bazen de alışılanı menetme olur.”Geleneği yırtan” dememizin sebebi iddia
edenin başkasından ayırt edilmesini temindir. Ancak “meydan okumak şartı” ile dememiz,
yalancının, geçmiş kimsenin mu’cizesini kendisine mal etmemesini,İrhas(peygemberin
gelmesinden önceki belirtiler) den ve kerametlerden ayırt edilmesini sağlamaktır.”Karşı
çıkılmayacak olması” demekten maksat büyü ve göz boyacılıktan ayırt edilmesidir.146
6.3. Mu’cize’nin Nübüvvete Delil Oluşu
Bir peygamberin peygamberliğini isbat, ancak hiç şüphe taşımayan kesin bir delil ile
mümkün olabilir. Bu kesin delil de ya onun gösterdiği mu’cize’yi gözlemek ve müşahade
etmek veyahut kesin bilgi ifade eden mütevadir bir haberle o mu’cize hakkında bilgi sahibi
olmaktır147 .
Razi, eserlerinin bir çoğunda nübüvveti mu’cize deliline dayandırır. Bazı eserlerinde ise
onu sosyolojik ve epistemolojik delillerle kanıtlamaya çalışır. Ona göre nübüvvetin mu’cize
ile ispatı mümkünse de bu, itiraza müsaittir.
Gölcük, Şerafettin-Toprak, Süleyman, a.g.e., s., 370
Bulut, a.g.md., s., 350
146
er-Razi, el-Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 229
147
Kılavuz, Saim, İslam Akaidi ve Kelâm’a Giriş, 10. Baskı, s., 252, Ensar Neşr., İstanbul, 2004
144
145
40
Nübüvvette en önemli ve kesin olay Hz. Muhammed(sav)’in peygamberliğidir. O’nun
peygamberliğine delil pek çoktur, ama bu üç hususta açıklanabilir. 148
A. Birincisi: Hz. Muhammet(sav.) peygamberliğini iddia etmiş ve elinde mu’cize
görülmüştür. Bu dayanılabilir bir esastır. Böyle olan herkes peygamber olur. Ancak onun
peygamberlik iddia ettiğini söylememiz tevatüre dayanır. O’nun mu’cize gösterdiğinin pek
çok delili vardır:
a)Kur’an-ı getirmiştir. Kur’an ise mu’cizedir. Kendisinin getirdiği tevatür ile sabittir.
Kur’an’ın mu’cize oluşu ise, edipleri karşılık vermeye çağırması 149 ve onların karşılık
vermekten aciz kalmaları ile sabittir.İşte bu meydan okuma, kesin bir delildir.150
b)Kur’an-dan başka akli ve hissi mu’cizeler göstermiştir. Az yiyecek ile çok kimseyi
doyurmak, parmakları arasından suyun çıkması, hayvanlarla konuşması ki, bunlardan her biri,
her ne kadar tevatür derecesine ulaşmamış ise de bu husustaki tevatür, bunlardan en az bir
tanesinin doğruluğunu gösterir. Biri doğru olursa da maksat hasıl olur151.
c)Gaybtan haber vermiştir. Bu da bir mu’cizedir.
B. İkincisi: Hz. Muhammed’in (sav) peygamberliğini, ahlaki, işleri, hükümlerini ve
davranışlarını delil getirerek ispattır. Bunlardan her biri ayrı ayrı her ne kadar peygamberliğe
delalet etmese de kesin olarak bilinir ki, bunların tümü ancak peygamberlerde bulunur. Aynı
zamanda bu, Gazali’nin “el- Munkız” kitabında razı olduğu bir yoldur.152
C. Üçüncüsü: Önceki peygamberlerin, Hz. Muhammed’in peygamberliğinden semavi
kitaplarında haber vermeleridir.
Razi, nübüvvete delil olarak saydıklarını kendisi de tenkit etmiş, az yiyecekle çok halkı
doyurma
mucizesini, mütevatir yolla
nakledilmediği için
doğru olmadığını anladık
demiştir.153
Mu’cize’nin nübüvvete delil olması konusunu, akli ve hissi mucizelerin delil olması
adıyla ,iki başlık altında işleyerek noktalamak istiyoruz.
a) Akli Mu’cize’nin Delil Oluşu
Manevi mucize veya bilgi mucizesi diye de anılan akli mu’cizeler, insanların akıl
yürütme gücüne hitap eden ve anları rasyonel kanıtlarla baş başa bırakan gerçeklerden oluşur.
148
Gölcük, Kalâm Tarihi, s., 224
Bakara, 2/23
150
er- Razi, el- Meâlim,trc., Macit, a.g.e., s., 89-90
151
er-Razi, el-Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 230
152
Gazali, el- Munkız, trc., Salih Uçan, el- Munkızu mine’d-Dalâl Şerhi ve Tasavvufi İncelemeler, 2. Baskı, s.,
190-193, Kayıhan yay., İstanbul, 1997
153
er-Razi, el-Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 232
149
41
Bunlar düşünmekle algılanabilen hususlar olup hissi mu’cizelerde görüldüğü gibi belirli bir
zaman ve mekanla sınırlı değildir. 154 Peygamberlerin güvenilir , doğru sözlü, güzel ahlak
sahibi, merhametli olmaları, iyiliği emredip kötülüklerden sakındırmaları, insanlar için model
olmaları, getirdiklerinin erdemli bir toplum için vazgeçilmez ilkeler olması gibi hususların
tümü, akli mucizeler içerisinde değerlendirilebilir.
Ehl-i Sünnet alimlerine göre sağduyulu kimseler gerçek peygamberi söz, fiil ve
davranışlarından tanıyabilirlerse de peygambere karşı inat eden ve kibir gösteren inkarcılar
için mucizeden başka çare yoktur, zira onlar ancak
bu sayede sorumlu olabilir. 155
Peygamberlik iddia eden kimsenin doğruluğunun bilinmesinde hidayet mucizeleri156 asıl,
diğer delil ve alâmetler ise destekleyici unsurlardır.
Akli Mucizeler’in en belirgin örneği Kur’an mucizesidir. Kur’an’ın mucize oluşunun
en önemli ispatı, yine bizzat Kur’an’ın kendisi gibi bir kitap ortaya koymaları konusunda
muarızlarına açık bir meydan okumasıdır. Fakat bütün insanlar ve cinlerin bir araya gelip
yardımlaşsalar bile bunu
başaramayacakları
ifade edilmiştir. 157 Mevzu ile ilgili başka
ayetlerde bu meydan okuma tecridi bir şekilde azaltılmıştır. İnkarcılardan Kur’an’daki gibi
on sure158 akabinde de tek bir sure 159 getirmeleri istenmiş, lakin bunu da yapamayacakları
belirtilmiştir. Nihayetinde meydan okuma en asgari düzeye indirilmiş ve Kur’an nevinden
bir ayet, bir cümle getirmeleri istenmiştir.160
Bu noktada Razi de Hz. Muhammed’in ilmi bir eğitim almamış olmasını ve Kur’an’ın
fesahetli oluşunu, Kur’an’ın Allah tarafından gönderilmiş olmasına delil olarak kabul
etmektedir.161 Ayrıca bu ifadesiyle, Kur’an’ın Hz. Peygamber tarafından yazıldığı iddialarını
da çürütmüş olmaktadır. Yine nübüvvet iddiasında bulunan kişi, O’nun Allah tarafından
gönderildiğini bildirmektedir. Görüldüğü gibi her türlü harikulade durum, bir muhakeme ve
akıl yürütme sonucu konuyla ilişkilendirilebilmekte, Nübüvvet müessesesine delil
olabilmektedir. Buna akli
Söylediklerimizden Kur’an’ın
mu’cize denilmesi de böylece anlam kazanmaktadır.
vahiy ürünü olduğu ve nübüvvet iddiasında ispat için
kullanıldığı sonucunu çıkarabiliriz. Şimdi diğer mucize çeşitlerinin delil olmasını işleyelim.
154
Bulut, a.g.md., s., 351
Bulut, a.g.md., s.,351
156
Tehaddi şartı çerçevesinde inkarcıların gözü önünde ve onları acze düşürecek şekilde zuhur eden
mucizelerdir.
157
Bkz., İsra, 17/88
158
Hud, 11/13
159
Bakara. 2/2324; Yunus, 10/38
160
Bkz., Tur, 52/34
161
er-Razi, el- Meâlim, trc., Macit, a.g.e., s., 89
155
42
b) Hissi Mu’cize’nin Delil Oluşu
Hissi mucizeler insanların duyularına hitap eden, gözle görülen mucizelerdir. Bu tür
mucizelere tabiatla ilgileri sebebiyle “kevni mucizeler” de denmiştir. Tabiat kanunlarını aşan
ve Allah’ın müdahalesini gösteren ilahi fiiller olup iradelerini kullananların iman etmesini
sağlar. 162 Hissi mucizeler peygamberlerin yaşadığı zaman ve mekanla sınırlıdır. Sonraki
nesillerin onu tasdik etmesi haberin bilgi kaynağı olması sebebiyledir.
Hissi mucizelerin bir kısmı insanlara fayda sağlamaz, ancak peygamberlerin
doğruluğuna delil olur. Buna örnek Hz. Musa’nın âsâsıdır.163 Bir kısmı da hem peygambere
hem de insanlara maddi bir fayda temin eder, aynı zamanda peygamberin Allah’ın elçisi
olduğuna delildir.164
Razi, el-Muhassal isimli eserinde bunların bir çoğunu isimleriyle zikretmiştir.165
Razi, hissi mucizelerle ilgili rivayetlerde ravilerin, tevatür derecesine ulaşmayan ahad
haberler rivayet ettiklerini belirtir. Buna rağmen bu kadar fazla sayıda ahad haberin rivayet
edilmesini ciddiye alıp nübüvvete delil teşkil edebileceğini söyler.166 Bununla beraber hadis
ilminin konusu içerisinde yer alan haber sahih bile olsa, mütevatir derecesine ulaşmadıkça
akaid konusunda delil olarak kullanılamayacağını biliyoruz.
Kur’an’da açık olarak ifade edilmeyen bu tür mucizelerin, “Bizi bu mucizeleri
göndermekten alıkoyan, daha önceki insanların onları yalanlamış olmalarından başka bir şey
değildir.” 167 Ayeti ile son peygambere mucize verilmemesinin gerekçesini açıklayabiliriz.
Ayrıca “ Kendilerine okunmakta olan Kur’an’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu?” 168
Ayetiyle de adeta bu tür mucize isteyenlere olumsuz bir yanıt verilmiştir.169
Razi, Hz. Peygamber’in bedeninde görülen sıra dışılıkları da mucize olarak
değerlendirmektedir. Ona göre bu bedeni farklılıklar peygamberlik iddiasındaki şahsın
sıfatlarındaki sıra dışılıklarla birlikte düşünüldüğünde bu özellik ancak bir peygamberde
bulunabilir şeklinde ifade edilmiş ve mucize olarak sunulmuş olabilir.170
Razi’ye göre peygamberlik iddiasında bulunan kişiler bazı nitelikleri kendilerinde
bulundurur. Peygamberlik iddialarıyla insanların karşılarına
çıktıklarında bu özellikleri,
onların kabul edilmelerini kolaylaştırır. Bu, bedendeki çeşitli alametler olabileceği gibi, tavır,
162
Bulut, a.g.md., s., 350
Taha, 20/18
164
Gölcük, Şerafettin-Toprak Süleyman, a.g.e., s., 378
165
er-Razi, el-Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 231
166
er-Razi, el-Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 231
167
İsra, 17/59
168
Ankebüt, 29/51
169
Çınar, a.g.e., s., 47
170
er-Razi, el-Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 230
163
43
davranış ve fiilleri de burada önemlidir. Örneğin Hz. Muhammed’in hiçbir zaman yalan
söylememesi, cömert ve cesur olması, iyilik hareketlerinde bulunması gibi bir çok özelliği
nübüvvetine delil olarak kullanılmıştır.171
Netice olarak, Razi’nin, hissi mucizeleri de
nübüvvete delil olarak kullandığını
görüyoruz. Buna rağmen eserlerinin bazılarında bu meseleye hiç değinmemiş ya da eleştiride
bulunmuştur.
7. PEYGAMBERLERİN GÜNAHSIZLIĞI
Fahreddin er-Razi peygamberlerin masumiyeti konusunda “ismetü’l Enbiya” isimli bir
eseri vardır. O, eserinde bu konudaki ihtilafları dört ana grupta toplamış ve bunları şu şekilde
açıklamıştır.172
1) Haricilerin Fudayliyye grubu dışındaki bütün ümmet “peygamberlerin küfür ve
bid’atten masum oldukları” konusunda hemfikirdirler. Fudayliyye ise peygamberlerin günah
işleyebileceğini, hatta günahın her çeşidinin küfür olmasından dolayı küfre de düşebilecekleri
görüşünü savunurlar.
2) Peygamberlerin Allah'dan aldıkları emir ve nehiylerle kasıtlı veya kasıtsız tahrif ve
ihanette bulunamayacaklarında ittifak vardır.
3) Peygamberlerin fetvalarında kasıtlı hatanın olmayacağında ittifak vardır. Ancak bir
dalgınlık, unutkanlık sonucu hataya düşebilecekleri noktasında farklı görüşler vardır.
4) Peygamberlerin fiil ve davranışlarındaki masumiyeti konusunda birbirinden farklı
görüşlere sahip beş mezhep vardır. Bu mezhep ve farklı görüşler şöyledir:
a) Haşeviyye: Peygamberlerden küçük ve büyük günahın sadır olması –onların
bu günahları işlemeleri – caizdir.
b) Mutezile’nin büyük çoğunluğu ise: Peygamberlerin kasten büyük günahlara
yönelmelerini caiz görmezler. Fakat hardal tanesinden daha az nispetinde
küçük günah işleyebilirler.
c) Ali el-Cübbai(v.303/916)ye göre peygamberler büyük küçük hiçbir günaha
teşebbüs
edemezler.
Ancak
tevilde
hataya
düşme
şeklinde
günah
işleyebilirleler.
Çınar, a.g.e., s., 49
er- Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 39,40, Kahire, 1987, trc., Hasan Fehmi Ulus, Peygamberlerin Masumiyeti, s.,
1932, İlim yay., İstanbul, 1986
171
172
44
d) Ebu İshak İbrahim b. Seyyar en-Nazzam (v.231/845)’a göre: Peygamberler
ne kasıtlı ne tevil yoluyla ne de hataya düşme ile büyük küçük hiçbir günah
işlemezler. Ancak dalgınlık ve unutkanlıkla küçük günah işleyebiliriler. Bunda
da çok dikkatli olmaları gerekir. Zira dalgınlık ve unutkanlık yüzünden
bilgilerinin mükemmel olmaları dolayısıyla sert bir üslupla ikaza uğrarlar.
e) Şia’ya göre: Peygamberler, ne kasıtlı ne tevil yolu ile ve ne de dalgınlık ve
unutkanlıkla büyük-küçük hiçbir günah işlemezler.
Peygamberlerin masumiyetinin başlama zamanına dair iki görüş vardır173.
Bazılarına göre: Peygamberlerin masumiyeti, doğumları ile başlar ve ömürlerinin
sonuna kadar devam eder. Çoğunluğa göre ise, Peygamberlerin masumiyeti, peygamberlik
süresinden önceki dönem – yani nübüvvet gelmezden önceki dönem – için zorunlu değildir.
Fahreddin er-Razi bu görüşleri saydıktan sonra kendi görüşünü açıklar ve şöyle der:
“Peygamberler, peygamberlik dönemlerinde kasıtlı olarak büyük küçük hiçbir günahı
işlemezler, masumdurlar, ancak dalgınlık sonucu işleyebilirler”174.
Razi, İsmetü’l-Enbiya’da peygamberlerin masumiyetlerinin vücubunu gösteren akli ve
nakli delilleri teferruatlı bir şekilde on beş madde halinde 175 sıralamıştır. Bunlardan ilki:
Peygamberlerin davranışlarının diğer asi müslümanlardan daha önce ikab gerektirdiğidir.
Onların hanımlarının diğer hanımlar gibi olmaması176 buna delil teşkil etmekle beraber, hiçbir
sarih akıl da bunun böyle olmadığını savunamaz şeklindedir.
Razi’nin peygamberlerin masumiyeti konusunda bazı delillerini de diğer eserlerinden
öğrenmekteyiz. Örneğin, el- Mealim’de üç delil ileri sürmekte bunlardan ilki akli, diğer
ikisini nakli delil olarak açıklamaktadır.177
1) Allah’ın nübüvvet gibi bir nimeti peygamberlere vermesi, onları diğer insanlardan
farklı kılar. Buna rağmen onların günah işlemeleri daha çirkin ve daha aşırı bir durumu ifade
eder. Bu durum, işlediklerinden dolayı onların daha fazla kınama ve azarlamayı hak etmeleri
anlamına gelir. Böyle bir sonuç batıl olduğuna göre onların günaha düşmeleri de batıldır.
2) Peygamberlerin günah işlemesi demek, onların fıska düşmeleri anlamına gelir.
Fasık olmak ise şehadetin kabul olunmamasını gerektirir. 178 Böylesi basit işlerde şehadeti
kabul edilmeyince, kıyamete kadar sürecek dinin gerçekliği konusunda şehadetlerinin kabul
er- er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 40; er- Razi, el- Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 247
er- Razi, İsmetü’l-Enbiya, trc., Ulus, a.g.e., s., 22
175
Bkz. İsmetü’l-Enbiya, s.41-47
176
Ahzab, 33/30-33
177
er-Razi, el- Mealimü Usuli’d-Din, trc., Nadim Macit, İslam İnancının Ana Konuları, s.,99,100, İhtar yay.,
Erzurum, 1996
178
Hucurat, 49/6
173
174
45
edilmemesi daha önceliklidir. Böyle bir şeyi söylemek mümkün olmadığı için, masum
olmamaları da mümkün değildir.
3) Allah Teala Hz. Muhammed(sav.) hakkında: “ Ona tabi olunuz ki kurtulasınız. De
ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olunuz ki Allah da sizi sevsin.”179 buyurur. Razi, bu
ayetten hareketle peygamberlerin günahkar olamayacaklarını söyler. Çünkü eğer onlar öyle
olmamış olsalardı, bizim, günahlar konusunda da onlara tabi olmamız gerekirdi. Oysa böyle
bir şey mantık dışıdır.
Bu ifadelerden anladığımız, Razi’nin
aklı ve nakli bir arada kullandığıdır. Uslüp
olarak da zaten bu onun yöntemidir. Karşısındakinin tezini çürütmek için nakli kullandığı
zaman bile, sonuca nasıl vardığını mantıkla izah eder. Bazen tek bir konudaki açıklamaları
sayfalar tutar. Bu da onun ufkunun genişliğini ve bilgi birikimini göstermesi bakımından
önemlidir.
Masumiyet konusunda bu kısa girişten sonra sırasıyla peygamberlere nisbet edilen
günahları ve Razi’nin bakış açısını işleyelim.
7.1. Hz. Adem(a.s.)’ın Masumiyeti
Peygamberler içerisinde ismet konusunda en çok eleştirilen Hz. Adem’dir. Bu onun
ilk insan ve ilk peygamber olmasından kaynaklanmaktadır. Muhalifler, Kur’an’daki Hz.
Adem kıssasından hareketle onun günah işlediği sonucuna varırlar. Hz. Adem’in Allah’a
karşı isyan ettiği180, isyan eden kişinin cehenneme sokulacağı181, Hz. Adem(a.s.)’ın tövbekar
olması182 ve Allah’ın onun tövbesini kabul etmesi183, ağaç yasağını çiğnemesi ile kendisine
zulmettiğini itiraf etmesi 184 ve yine “bize merhamet etmezsen biz muhakkak kaybedenlerden
olacağız” 185 nidası muhalifler için delildir. Onlara göre isyan eden , Allah’ın yasaklarını
çiğneyen, işlediği günahı tevbe ederek itiraf eden Hz. Adem masum değildir. Yine onun
cennetten çıkarılması büyük işlediğinin göstergesidir.186
Konu ile ilgili bütün iddialara Razi şöyle cevap verir: “Dile getirilen bu hususların
tümü peygamberlik öncesi döneme ait şeylerdir. O yüzden hiçbir delil onun masum
olmadığını göstermez.”187
Al-i İmran, 3/31
Taha, 20/121
181
Nisa, 4/14
182
Taha, 20/122
183
Bakara, 2/37
184
A’raf, 7/19-22
185
A’raf, 7/23
186
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 49,50
187
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, trc. Ulus, a.g.e., s., 35
179
180
46
Ebu Yusr Pezdevi, konu ile ilgili olarak peygamberlerin büyük ve küçük günahlardan
masum olduklarını söylemiştir. Bu yönüyle de Eş’arilerin meseleye bakışını ortaya
koymaktadır. Dolayısıyla peygamberlere
atfedilen günahların
peygamberlikten önce
olabileceğini bildirmiştir.188
Teftazani de aynı şekilde iddialara, “bu hususlar Bi’set’ten önce idi. Hz. Adem’in
cennette bir ümmeti yoktu ve onun fiilleri bir unutkanlık eseri idi.”189 Cevabını vermiştir.
Çağdaş müfessirlerden
Sabuni de bu görüşlere katılmakta, “…sonra Rabbi Onu
seçti”190ayetini, Hz. Adem’in nübüvvetine delil göstermektedir.191 Burada seçmekten maksat
onu peygamber olarak görevlendirmek demektir.
Peygamberlik öncesi dönemlerde de peygamberlerin günahlardan masumiyetini
savunanlar ise muhaliflerin iddialarını sırasıyla şöyle cevaplandırırlar:
a) Hz. Adem’in yasak çiğnemesi konusu, tahrim ve tenzih arasında müşterek bir
olaydır. Tahrim olduğunu kabul etsek bile unutarak 192 işlendiği için fiil günah sayılmaz.
Çünkü unutandan mükellefiyet kalkar.
b) Hz. Adem’in tevbe etmesi ise, küçük günahları caiz görmeyenler için kendisini
Allah’a vermesi şeklinde algılanmıştır.
c) Yine Adem(a.s.)’ın isyan etmesi emre muhalefet anlamında değil mendubu terk
etmesindendir.
d) Büyük ya da küçük günah işleyen herkesin kendi nefsinin zalimi olması gerçeği
küçük günahı caiz görenler içindir. Küçük günahı caiz görmeyenler ise buradaki zulmü “
daha iyiyi terk etme” anlamında değerlendirmişlerdir. Madem ki, daha iyiyi yapma ve daha
büyük sevabı elde etme imkanı vardır, öyle ise mucip bir sebep yokken böyle bir şansı
kaçırmamalıdır. Aksi halde kendi kendinin zalimi olur.
e) Hz. Adem ki, yeryüzünün halifesi olarak yaratılmıştır. Onun cennetten çıkarılma
olayı bir ibret, dışlama değildir. Hem yaratılışın gerçek gayesi ve sebebi olacak hem de içinde
bulunduğu duruma bir tahkirin sonucu denilecek, bu mümkün değildir.
Buraya kadar anlattıklarımız içerisinde Razi’nin münferit kaldığı tek mesele, Hz.
Adem’in yanılma sonucu ağaçtan yediği şeklindeki görüşlere katılmamasıdır.193 Bu konu ile
ilgili geniş açıklamayı da tefsirinde aktarmıştır. Ona göre Hz. Adem’in yasak ağaçtan yediği
Pezdevi, Ebu Yusr Muhammed, Ehl-i Sünnet Akaidi, (trc., Şerafettin Gölcük), s., 241, Kayıhan yay.,
İstanbul, 1980
189
Özbek, a.g.e., s., 146
190
Taha, 20/122
191
Sabuni, Muhammed Ali, en-Nübüvvet ve’l-Enbiya, trc., Suat Cebeci, Bilal Delice, Peygamberlik ve
Peygamberler, s., 76, Kültür yay., İstanbul, Tarihsiz
192
Taha, 20/115
193
Şahin Necati, Peygamberlik ve İsmet, s., 69, Basılmamış YL. Tezi, Konya, 2006
188
47
anda Allah’ın uyarısını unutması mümkün değildir. Fakat Hz. Adem’in yasaklanan ağacın
belli bir ağaç olduğunu zannedip aynı türden başka bir ağaçtan yeme ihtimalinin bulunduğunu
da belirtmiştir. Dolayısıyla işlenen fiilin ictihat hatasından ötürü bu şekilde anlaşıldığını ileri
sürmüştür.194
Konumuz başlı başına ismet olmadığı için, muhaliflerin Hz. Adem hakkında iddia
ettikleri diğer bir şüpheyi de açıklayarak bu konuyu kısa ve anlaşılır bir şekilde noktalamak
istiyoruz. Muhalifler:
“O, sizi bir candan yaratan, bundan da gönlü kendisine yatıp ısınsın diye, eşini yaratan
O’dur.”195
“…kendisine verdiği bu çocuk hakkında O’na eşler tutmaya başladılar.”196 Ayetleriyle
iddialarını delillendirirler.
Razi’ye göre, ayetteki “bir nefis” ile kasdedilen Adem(a.s.) değildir. Bunu gösteren
delil de yoktur. Aksine ayet kureyşlilere hitap etmektedir. Yine ayetteki “eşini ondan var
eden” in manası, O’nun cinsinden Arap ve Kureyşli bir zevce yaratmasıdır. Sonra o ikisinin
yani (Kusay b. Kilab) ile zevcesinin, Allah’ın kendilerine verdikleri evlatlar hususunda ortak
koşmaları demek; çocuklarını Abdu’l-Menaf, Abdu’l-Uzza, Abdu’d-Dar gibi isimlerle
isimlendirmeleridir.197
Sonuç olarak bu
konuyu değerlendirecek olursak, Hz. Adem
ve Hz.Havva’nın
Allah’ın emrine muhalif davrandıkları görülmektedir. Ancak bunu büyük günah işlediklerine
yormamız mümkün değildir. Çünkü bu meselenin, onların yaratılış safhalarında, Hz. Adem’in
peygamberliğinden
tevbelerini
kabul
önce meydana geldiği bilinmektedir. Daha sonra Allah onların
edip,
hatalarını
bağışlamıştır.
Sonrasında
ise
peygamberlikle
şereflendirmiştir. Kısacacı Hz. Adem’in işlediği suç zelle türünden olup
onun
peygamberliğine halel getirmez.
7.2. Hz. Nuh(a.s.)’ın Masumiyeti
Hz. Nuh, azim sahibi peygamberlerdendir. Muhaliflerin
Hz. Nuh ile ilgili ileri
sürdükleri şüpheler Allah Teala’nın şu ayetleridir:
“…Ey Nuh, o senin ailenden değildir, çünkü o kötü bir iş işlemiştir.” 198 Ve Hz.
Nuh’un şu şekilde :“…şüphesiz benim oğlum da benim ailemdendir.” 199 cevap vermesi,
194
195
196
197
198
199
er-Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, C., II, s., 405-414
A‘raf, 7/189
A’raf, 7/190
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 53-56, trc., Ulus, a.g.e., s., 42; Özbek, s., 147
Hud, 11/46
Hud, 11/45
48
muhalifler için, Hz. Nuh’un yalan söylemesi anlamına gelmektedir. Yalan da büyük günahtır
ve Nuh(a.s.) günah işlemiştir.
Fahreddin Razi’ye göre Hz. Nuh, gemiye binmemekte ısrar edip kaçan çocuğunun
boğulacağından emin olunca, Allah’tan onun kendisine itaat ettirilmesini istemiş, buna
karşılık Allah da oğlunun, onun ailesinden olmadığını beyan etmiştir. Bu durumda ayet
farklı bir durumu ortaya koymuştur. Allah soy yakınlığını kastetmeyip dini yakınlığı işaret
etmiştir. Yani onun oğlunun salih kimse olmadığını vurgulamıştır.200
Hz. Nuh işlediği bu zelle ile :“Rabbim hakkında bilgi sahibi olmadığım şeyi
sormaktan sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana acımazsan ziyana uğrayanlardan
olurum.”201 diyerek, Rabbinden mağfiret dilemiştir. Bu sözüyle adeta affını talep edip, bu fiili
bir daha işlemeyeceğine dair söz vermiştir.202 Bu da göstermiştir ki , Hz. Nuh bu fiili kasten
işlememiştir. Onun bu şekilde dua etmesi bile muhaliflerin iddialarını çürütmeye yeter.
Müfessir Sabuni de bu görüştedir, ona göre Hz. Nuh burada bir günah ve masumiyet
işlememiştir. O sadece beşer olarak merhametli bir babanın yaptığını yapmış, oğlunu
kurtarması için Allah’a dua etmiştir. O istemiştir ki, Allah oğluna iman ilham etsin de onu
tufanda boğulmaktan kurtarsın.203
Netice olarak Hz. Nuh’un
maruz kaldığı hitap şekli , onun günah işlediğini
göstermez. O, beşeri zaafı ve çocuğuna karşı beslediği acıma duygusuyla zanna uymuştur.
Allah’ın genel olarak bütün peygamberleri bu şekilde uyararak terbiye ettiğini görürüz.
Rabbimiz bununla onları olgunlaştırıp bir nevi koruma altına almıştır. Esasen bütün bu
iddialar peygamberlerin günah işlediğine değil masumiyetine delalet etmektedir.
7.3. Hz. İbrahim(a.s.)’ın Masumiyeti
Hz. İbrahim ile ilgili olarak muhalifler, birkaç ayetten yola çıkarak onun günaha
düştüğünü, dahası yıldızlarla olan diyaloğunda küfre düştüğünü iddia edecek kadar ileri
gitmişlerdir. Bunları şu şekilde sıralamamız mümkündür:
a) Yıldızlar, güneş ve ay için : “…işte , bu benim Rabbim”204 sözü muhalifler için
İbrahim(a.s.)’ın günaha düştüğünün kanıtıdır.
200
201
202
203
204
er-Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, C., XIII, s., 36-39; er- Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 57, 58; Özbek, a.g.e., s., 148;
Hud, 11/47
er-Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, C., XIII, s., 38-40
Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s., 99
En’am, 6/77
49
Razi’ye göre bu ayette anlatılan hadise Hz. İbrahim’in büluğ çağından önce meydana
gelmiştir. O, yaratıcının ıspatı konusunda derin düşüncelere dalmış, onlarda gözlemlediği
ışık ve yücelik bu sözleri söylemesine neden olmuştur.205
Ancak Razi’nin bu görüşü itiraza müsaittir. Şu ihtimal daha kuvvetlidir. İbrahim(a.s.)
bu ayette bir yıldızın bir insanı terbiye edebileceğini uzak göstererek, etrafındakilere tariz
yapmıştır. Hareket etme ve batmanın tesir delili değil, yaratılmışlık delili olduğunu
göstermiştir.206
b) “Belki bu işi onların en büyüğü yapmıştır.”207 Ayetinde putları kıran Hz. İbrahim
olduğu halde bu işi başkasına yüklemesi muhalifler için yalandır, günaha düşme sebebidir.
Bu iddia yersizdir, çünkü ayetler bir bütün olarak ele alındığında ifadenin şarta
bağlandığı görülmektedir. İbrahim (a.s.) burada kavminin sapıklığını anlatmak için bir çıkış
noktası olarak bu ifadeyi kullanmıştır. Ulemanın çoğunluğu bu görüştedir.208
Razi bu olayla ilgili şu yorumu da yapar: (bel fealehu kebiruhüm) cümlesi yapan
yapmıştır, şeklinde adı anılmayandan kinaye bir sözdür. “Şu büyükleri” söz başıdır.
Büyükleri yapmıştır, derken Hz. İbrahim kendisini kastetmiş olabilir. 209 Bize göre de bu
tesbit yerinde olabilir ve Kur’an’ın icazına daha uygundur.
c) İbrahim (a.s.) ile ilgili diğer bir iddia da onun yıldız ilmine başvurduğunun
söylenmesidir. Güya Hz.İbrahim şu sözleriyle günah işlemiştir: “Yıldızlara bir göz attı ve
ben hastayım, dedi.”210
Hz. İbrahim’in hasta olduğunu söylemesi, üstü kapalı bir ifadedir. 211 Bununla
kavminin küfrü ve inadı yüzünden kalbine dolan hüzün ve kederi kastetmiştir. Bu tür ifadeler
Peygamberlerin ismetini ihlal edecek yalanlar değil, mübah olan üstü kapalı sözlerdir.
d) Ayetlerden öğrendiğimize göre Hz. İbahim ile Nemrut arasında geçen olay
şöyledir: Nemrut’la mücadele eden İbrahim (a.s.); “Rabbim dirilten ve öldürendir demişti.
(öteki) de ben de öldürür ve diriltirim demişti. İbarhim ; şüphesiz Allah güneşi doğudan
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 61, trc., Ulus, a.g.e., s., 52
Yazır ,Elmalılı M.Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, (sdl. İsmail Karaçam ve dğr.), C., III, s., 453, Azim dağt.,
İstanbul , Tarihsiz; Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s., 81
207
Enbiya, 21/63
208
er- Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, C., XVI, s., 166-168
209
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 70
210
Saffat, 37/88,89
211
Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s., 81
205
206
50
getiriyor , sen de batıdan getir dedi. İnkar eden tutulup kaldı.” 212 Muhaliflere göre Hz.
İbrahim’in bu olayda bir delilden ötekine geçmesi günah sayılır.
Razi bu meseleyi , delilin tek olması ve İbrahim
(a.s.)’ın bir örnekten diğerine
geçmesi ile hasmını susturmayı başardığını söyler.213
e) Muhalifler için, Hz. İbrahim’in, Allah’tan ölüleri nasıl dirilteceğini sorması, 214
onun, Allah’ın kudretine tam olarak inanmadığını gösterir.
Burada, Hz. İbrahim’in imandan müşahadeye geçmek istediğini,
215
diriltmeyi
müşahade ederek yakınlığı konusunda kalbinin mutmain olmasını görmekteyiz. Amaç ilahi
san’atı görme ve ona muttali olma arzusudur. 216 Zaten bir peygamberin, ilahi kudretten
şüpheye düşmesinin içinde bulunduğu müessese ile bağdaşmayacağı aşikardır.217 Faklı bir
şekilde olaya bakan Razi, Hz.İbrahim’in, peygamberliğini tanımak için böle bir mucizeye
ihtiyaç duymuş olabileceğini de söyler. 218
f) Hz. İbrahim’in babası hakkında mağfiret talebinde bulunmasını da günah sebebi
olarak görenler olmuştur. Çünkü babasının kafir olduğu Kur’an nassı219 ve icma ile sabittir.
Bu konuya farlı cevaplar vermek mümkündür. Onun, kendi dininde kafirin azap
göreceğine dair bir hüküm bulamamış olması olabilir. Ayrıca buradaki mağfiret, babasının
iman edeceğine dair bir ümit taşıması ile de açıklanabilir. Nitekim umudunu yitirince istiğfarı
bırakmıştır.220 Dahası buradaki istiğfarı azabı geciktirme dileği olarak da yorumlayabiliriz.221
g) Muhalifler: “Ve hesap günü
hatalarımı bağışlayacağını umduğum O’dur.” 222
Ayeti ile Hz. İbrahim’in bağışlandığı kesin değildir, diyerek onun hakkında bir başka şüphe
ileri sürmüşlerdir.
Razi bu iddiayı gereksiz görmüş, nefsi sindirme, hakka yönelme göstergesi olarak
alınması gerektiğini söylemiştir.223
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
Bakara, 2/259
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya. S., 73,74, trc., Ulus, a.g.e., s., 69,70
Bakara, 2/260
Yazır, Elmalılı M. Hamdi, a.g.e., C., II, s., 185
Sabuni, Muhammed Ali, s., 85,86
er- Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, C., 5, s., 463-468
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 74-78, trc., Ulus, a.g.e., s., 71-77
Mümtehine, 60/4
Tevbe, 9/113,114
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 78,79
Şuara, 26/82
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 79
51
h) Hz. İbrahim için bir başka ayette şöyle buyrulur: “ And olsun ki, elçilerimiz müjde
ile İbrahim’e geldiler. Selam sana dediler. Size de selam dedi ve hemen kızartılmış bir buzağı
getirdi.”224 Hz. İbrahim’i günahla suçlayanlar için, onun meleklere yemek takdim etmesi ile
onlardan korkması delil sayılır.
Böyle bir şey İbrahim (a.s.) için günah olsaydı mutlaka kınanırdı. Aksine Yüce Allah
onu: “Şüphesiz İbrahim çok içli, yumuşak huylu ve kendini Allah’a vermiş bir kimse idi.”225
Buyurarak onu övmüştür.226
Netice olarak, Hz. İbrahim hakkında yukarda saydığımız ayetlere dayanarak ona
günah atfetmemiz mümkün değildir. Bizzat Allah Teala tarafından
övülen peygamberi
suçlamak, haddi aşma anlamına gelir.
7.4. Hz. Yakup (a.s.)’ın Masumiyeti
Yakup (a.s.) hakkında ileri sürülen şüpheleri şu şekilde sıralayabiliriz:
a) Yakup(a.s.)’ın, evlatları arasında
kardeşlerine göre
ayrıcalıklı yol izlemesi, Yusuf’u diğer
daha çok sevmesi ve onu kendisine yakın bulmasıdır. Bu, kardeşler
arasında hasede yol açtığı için muhalifler için delil teşkil etmektedir.
Sevgi ve ilgide tercihe giden Yakup (a.s.) için, bu, elde olayan bir şeydir. Terki ile
de yükümlü olmadığı için bu iddia günah sebebi değildir.227
b) Yusuf (a.s.)’ın kardeşlerinin babalarını sapıklıkla nitelemeleri: “ Doğrusu babamız
apaçık bir sapma(yanlışlık) içindedir.”228 Muhalifler için şüphe unsuru olarak görülmüştür.
Buradaki sapma, dinden sapma değildir. Doğrudan sapma anlamı tercih edilebilir.
Razi’nin görüşü de bu yöndedir 229 . Onlar babalarını sevgide ileri gittiği için böyle
vasıflandırmışlardır.
c) Yakup (a.s.) “ O’nu kurdun yemesinden korkuyorum”230
sözüyle
aslında
açıkça korkusunu belli etmiştir. Böyleyken onu kardeşleri ile göndermesi Yusuf’u tehlikeye
atma anlamına gelmez mi?
Yakup (a.s.), kardeşlerinin Yusuf’u koruyup gözeteceklerine dair vermiş oldukları
söze inanmıştı. Bunun için onu suçlamak doğru olmayacaktır.
224
225
226
227
228
229
230
Hud, 11/69
Hud, 11/75
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 81,82, trc., Ulus, a.g.e., s., 82
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 83, trc., Ulus, a.g.e., s., 84-85; Özbek, a.g.e., s., 150
Yusuf , 12/8
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 83, trc., Ulus, a.g.e., s., 85
Yusuf, 12/13
52
d)
Hz. Yakup neden bu denli üzülüp bu derce (ta ki gözlerini yitirecek kadar)
ağlamıştı. Peygamber soğuk kanlı olmaz mı? Sabırlı olması gerekmez miydi? Şeklindeki bir
itiraza, Fahreddin er-Razi şu cevabı vermiştir:231
Felaketler karşısında üzüntüyü belli etmemek farz değil menduptur. Mendubu terk
etmek ise günah değildir.
e) Muhaliflerin Hz. Yakup için iddia ettikleri son iddia ise: Hz. Yakup ki, Yusuf’un
rüyası sayesinde, onun dininin ve dünyasının güzel sonuçlanacağını bilmiştir. Buna rağmen
niçin teselli bulmayıp üzülmüştür?
Razi’ye göre, Yakup(a.s.)’ın bunları biliyor olması, ayrılıktan kaynaklanan üzüntüyü
engellemez.
Son olarak muhaliflerin, Hz. Yakup hakkındaki iddialarının çok dayanaksız olduğunu
söyleyebiliriz. Zaten bu iddiaların bir çoğunu sadece Razi eserine almıştır. Bir çok alim için
Hz. Yakup, peygamberlerin masumiyeti bahsine alınmayacak derecede masumdur.
7.5. Hz. Yusuf(a.s.)’ın Masumiyeti
Muhaliflerin Hz. Yusuf hakkında ileri sürdükleri şüpheleri ve cevapları şu şekilde
sıralamamız mümkündür:
a) Ona günah isnad edenler, hür olduğu halde kölelik durumuna sabretmesini isyan
olarak görürler.
Böyle bir iddiada bulunmak yanlıştır. Çünkü köleliğe sabretmek, öldürülmekten daha
iyidir. İslam hukuku açısından da caizdir.
b) “…Andolsun ki kadın Yusuf’a karşı istekli idi; Yusuf da onu isteyecekti” 232
ayetinden yola çıkarak Hz. Yusuf’un da kadına meyledip günaha düştüğü iddia edilmiştir.
Bu iddianın temeli yoktur. Zira kıssada anlatılan koca, hakim, kral ve öteki kadınların
tanıklığı Yusuf(a.s.)’ın suçsuzluğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca alemlerin Rabbi de buna
tanıklık etmiştir.233 Muhaliflerin iddiaları israiliyyattır. Kadının niyeti azim, Yusuf’unki ise
istemeyerek olan tabi bir meyildir. 234 Ayrıca kadından kaçıp hapse girmeyi bu işten üstün
tutması onun ismetinin delilidir. Yine o, bu vesileyle haramın çirkinliğini bütün gerçekliğiyle
ayne’l- yakin noktasında görmüştür.235
231
232
233
234
235
Özbek, a.g.e., s., 150; er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 84, trc., Ulus, a.g.e., s., 86
Yusuf, 12/23,24
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 85,86, trc., Ulus, a.g.e., s., 88,89
Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s., 93-97
Yazır, Elmalılı M. Hamdi, a.g. e., C., V, s., 39,40
53
c) Muhalifler : “ Ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis rabbim merhamet
etmedikçe muhakkak kötülüğü emreder.”236 Ayetini ileri sürerler.
Yusuf (a.s.)’ın bu sözü dua ve niyaz kaydıyla söylediği ifade edilir. Fakat Razi’ye
göre, bu sözü kadın söylemiştir. Kadının sözünün devamı niteliğindedir. 237 Razi’nin bu
görüşüne katılmayıp Yusuf(a.s.)’ın söylediğini kabul edersek, muhaliflerin aksine bu söz,
bizzat onun günahtan kaçındığına delildir. 238 Yusuf (a.s.)’ın hapsi tercih etmesi de bu
çerçevede değerlendirilebilir.
d) “…Efendinin yanında beni an!”239 sözüyle de Hz. Yusuf’un kula ümit bağladığı ve
günaha düştüğü iddia edilmiştir.
Dünya sebepler diyarı olduğu için Yusuf(a.s.)’ın hapisten kurtulma ümidiyle bunu
yapması tevekkül hakikatine aykırı düşmez.240 Ayrıca Allah, onun kurtarılmasını murad edip
sebep yaratmış olması da ihtimal dahilindedir.241
e) Muhalifler: Su kabını kardeşinin yüküne koydurması
242
bir çeşit hiledir.
Peygamberin böyle bir şey yapması masumiyetine halel getirir, demişlerdir.
Hz. Yusuf’un,
kardeşini yanında alıkoyabilmek için bunu yaptığı ve bu hileyi
Allah’ın takdir ettiği söylenir. Allah onu vahiy ile talim eylemiş ve kardeşini alıkoymak için
fetvayı öbür kardeşlerine verdirtmiştir.243 Bu şekilde babasının şeriatını Mısır’da uygulama
yolu bulmuştur.
f) Allah’tan başkasına secde edilmezken ayette: “Ana babasını tahtın üzerine oturttu,
hepsi onun önünde secdeye kapandı.”244 Buyruluyor. Yusuf(a.s.)’ın buna razı olması, günaha
düştüğünü mü gösterir?
Bu mesele Yusuf’a kavuşturan Allah’a şükür secdesi olarak algılanmıştır.245 Yine
bu secdenin gerçek anlamda bir secde olmayıp eğilme ve tevazu gösterisinden ibaret olduğu
yorumu da yapılır.246 Ayrıca bu secdede daha önce Hz. Yusuf’un gördüğü rüyaya atıf da
vardır.
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
Yusuf, 12/53
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, trc., Ulus, a.g.e., s., 96
Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s., 95
Yusuf, 12/42
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 93
Yazır, Elmalılı M. Hamdi, a.g. e., C., V, s., 45
Yusuf, 12/70
Yazır, Elmalılı M. Hamdi, a.g. e., C., V, s., 79; Özbek; a.g.e., s.,151
Yusuf, 12/100
r-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 94; Yazır, Elmalılı M. Hamdi, a.g.e., C., 5, s., 98
Özbek, a.g.e.,s., 151
54
g) Muhalifler: “…şeytan, benimle
kardeşlerimin arasını bozduktan sonra…” 247
sözünün anlamı üzerinde de Hz. Yusuf hakkında günah isnadında bulunurlar.
Razi bu konu için, şeytani bozgunculuk Yusuf’tan onlara değil, onlardan Yusuf’a
gelmiştir, derken, çağdaş müfessirlerden ayeti zahirine göre anlayanlar da olmuştur.248
Özet olarak Hz. Yusuf(a.s.)’ın, Allah’ın korumasında ve muhaliflerin iddialarından
uzak olduğunu söyleyebiliriz. İsmet sıfatı gereği diğer peygamberler gibi masumdur.
7.6. Hz. Eyyub(a.s.)’ın masumiyeti
Kur’an’ı Kerim’de Hz. Eyyub’un “Şeytan bana yorgunluk ve azap verdi.”249 Dediği
hikaye edilir. Muhaliflere göre azap bir ceza olduğuna göre bu durum onun günahkar
olduğunu gösterir. Bir grup müfessir de onun iyiyliği emredip, kötülüklerden vazgeçirme
vecibesini terk etmesinden böyle bir bela ile azap edildiğini iddia etmektedir.250
Razi’ye göre, Hz. Eyyub bu sözü ile şeytanın vesvesesinden duyduğu rahatsızlığı,
önceden içinde bulunduğu sağlık ve nimeti hatırlamak suretiyle şeytanın, içine düşürmeye
çalıştığı şikayet ve sıkıntıdan söz etmektedir. 251 Nitekim Yece Allah ayetin sonunda onu
övüyor ve “Doğrusu biz onu sabırlı bulduk ne iyi kul! O, daima Allah’a yönelirdi.” 252
Buyuruyor. Ayetin baş tarafı onun günahkarlığına delalet etmiş olsaydı, övgü de günahına
yönelik bir övgü olurdu ki, bu olacak şey değildir.
7.7. Hz. Şuayb (a.s.)’ın Masumiyeti
Muhalifler Hz. Şuayb hakkında üç şüphe ileri sürerler:
a) “ Rabbinizden mağfiret dileyin.
Sonra da O’na tövbe edin.” 253 Ayetini delil
getirerek; bir şey kendi kendine bilhassa uzaklık gerektiren bir edatla atıf yapılmaz. Yani
günah işleyen ancak mağfiret diler, diyerek Hz. Şuayb’a günah nisbet ederler.
Razi buna şöyle cevap verir: Asıl hedef mağfirete ulaşma isteğidir, tevbe ile de ona
ulaşılır. Ayette atıf söz konusu değildir. “Müminler için mağfiret dileyin sonra ona tövbe edin
demektir.” 254 Şuayb (a.s.)’a mümkün olan tüm yollarla günahlardan
gösterilmiştir.
247
248
249
250
251
252
253
254
Yusuf, 12/100
Yazır, Elmalılı M. Hamdi, a.g.e., C., 5, s., 99
Sa’d, 38/41
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 97, trc., Ulus, a.g.e., 102; Özbek, a.g..e., s., 163
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 97, trc., Ulus, a.g.e., 103
Sa’d, 38/40
Hud, 11/90
Özbek, a.g.e., s., 163
55
kurtulma yolları
b) Şuayb(a.s.)’ın Hz. Musa’ya söylediği:”…bana sekiz yıl çalışmana karşılık bu iki
kızımdan birini sana nikahlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan o senden bir lütuf
olur…dedi “255 ayetini delil getirerek: Mehirde muhayyer kılma nasıl olabilir? Üstelik kızına
da bir mehir verilmiyor.? Denilerek Hz. Şuayb’a günah nisbet ederler.256
Razi’ye göre, onun şeriatında belirli bir mehir olmadan da karşılıklı rıza esası üzerine
kurulu bir akaidin olması mümkündür. Ayrıca olsa bile sekiz yıl sonrası için bir muhayyerlik
söz konusudur. Bu fazlalık mehirle ilgili değildir.257
c) Hz. Şuayb’ın belli bir dönem kvminin dini üzerine yaşadığı ve günaha düştügünü
ise şu ayetle delillendirenler olmuştur: “ Milletinin büyüklük taslayan ileri gelenleri; ey Şuayb
, ya dinimize dönersin ya da, seni ve seninle beraber inananları kasabamızdan çıkarırız,
dediler. Şuayb onlara: istemesek de mi? Allah bizi dininizden kurtardıktan sonra ona dönecek
olursak doğrusu Allah’a karşı yalan uydurmuş oluruz …dedi.”258
Dil açısından ayeti, muhaliflerin yanlış değerlendirdikleri aşikardır. Çünkü bir şeye
dönmek deyimi bazen içinde bulunulmayan şey için de kullanılır. Nitekim Yüce Allah
kıyameti –henüz gerçekleşmediği halde- dönülen yer olarak adlandırmıştır.
Hz. Şuayb
vahiyden önce bu dinle mükellef olup, sonra bu dinin hükümsüz kılınması ihtimal
dahilindedir.259
7.8. Hz. Musa(a.s.)’ın Masumiyeti
Hz. Musa hakkındaki şüpheler, onun peygamberliğinden önce yanlışlıkla bir kıptiyi
öldürmesi üzerine yoğunlaşır. Bunları kısaca şöyle ifade edebiliriz:
a) Hz. Musa’nın Kıpti’yi öldürmesi, sonradan tövbe etmesi ve şeytan işinden
olduğunu itiraf etmesi,260 Muhalifler için delil teşkil eder.
Musa (a.s.)’ın asıl maksadının öldürme olmadığı, kendi çevresinden olan bir kişiyi
kurtarmak isterken yanlışlıkla böyle bir işe bulaştığı te’vil edilir. 261
b) Hz. Musa’nın kendi çevresinden bir adama “şüphesiz sen apaçık bir azgınsın,”262
demesi de günah olarak görülmüştür.
255
Kasas, 28/27
Özbek, a.g.e., s., 163
257
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 99, trc., Ulus, a.g.e., 105 ; Özbek , a.g.e., s., 164
258
A’raf, 7/88,89
259
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 100
260
Kasas, 28 /15,16
261
er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, C., XVII, s., 488-494; er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 101, trc., Ulus, a.g.e., 107 ;
Özbek , a.g.e., s., 152; Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s., 230
262
Kasas, 28 /18
256
56
Razi, bu iddia için farklı bir yorum yapmış, onca mucizeyi gördükten sonra bile
“bizim için bir tanrı yap” diyen kavimi için Musa’nın sözünde kusur olmadığını ifade
etmiştir. Fakat asıl olan bu sözü, Musa(a.s.)’ın, Kıpti ile kavga eden şahsa söylemiş
olmasıdır.263
c)
Musa (a.s.)’ın peygamberliği ile birlikte : “ Doğrusu beni yalanlamalarından
korkuyorum. Göğsüm daralıyor ve dilim açılmıyor. Harun’a da elçilik ver”264 diye niyazda
bulunmasını günah sebebi olarak görenler olmuştur.
Konu ile ilgili olarak, Harun’u isteme hakkı daha önce Musa’ya verilmiş bir izindir,
açıklaması yapılmıştır.265
Bunlardan ayrı olarak Hz. Musa’nın sihircilere sihir yapma konusunda izin vermesi266
de eleştiri konusu yapılarak günah nisbet edilmiştir. Halbuki burada o , mucize ile sihrin batıl
olduğunu göstermek istemiş, sihri meşru göstermek gibi bir amacı taşımamıştır.267 Yine Musa
(a.s.)’ın levhaları atarak, 268 kardeşine sert davranması aleyhine delil olarak kullanılmış,
kendisine günah nibet edilmiştir. Oysa bu davranışı da kavmine olan kızgınlığı sebebiyledir.
Onlar, Musa (a.s.)’dan yüz çevirdikleri için kardeşine öfkesini yansıtmıştır. Din işinde, öz
kardeşi bile olsa hatır gönül meselesinin tali konular olduğunu vurgulamak istemiştir.269
Netice olarak, Musa(a.s.) hakkındaki iddiaların tutarsız olduğu, adam öldürme işini
kasten yapmadığı, diğer konularda da sorumluluk bilinciyle hareket ettiği sonucunu
çıkarabiliriz.
7.9. Hz. Davud(a.s.)’ın Masumiyeti
Hz. Davud (a.s.) ile ilgili iki mesele gündeme getirilmiştir. Bunlardan ilki davacı iki
kardeşin hikayesidir. Kur’an bu durumu şöyle anlatmaktadır:
“…sana davacıların haberi ulaştı mı? Hani onlar duvardan mescide tırmanmışlardı. O
vakit Davud’un karşısına girivermişlerdi de o, bunlardan telaşa düşmüştü. “Korma dediler
biz iki davacıyız.
Birimiz ötekinin hakkına tecavüz etti. Şimdi sen aramızda adaletle
hükmet…” İçlerinden biri: “Şu benim biraderimdir. Onun doksan dokuz dişi koyunu var.
Benim ise tek bir dişi koyunum var. Böyle iken: “Onu ver de bakayım dedi. Mücadelede beni
yendi.” Davud dedi: And olsun ki o,
263
264
265
266
267
268
269
senin dişi koyununu kendi koyunlarına katmak
Sabuni, Mahammed Ali, a.g.e., s., 231
Şuara, 26/12,13
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 102, trc., Ulus, a.g.e., 110
Yunus, 10/80
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 103, trc., Ulus, a.g.e., 107 ; Özbek , a.g.e., s., 152
A’raf, 7/150
Yazır, a.g.e., C., V, s., 137,138
57
ismesiyle sana zulmetmiştir…” Davud sandı ki biz kendisine bir azap(suikast) hazırladık.
Bunun üzerine o, Rabbinden mağfiret dileyerek, secdeye kapanmış, tövbe etmiş Allah’a
yönelmişti. Böylece onu bağışlamıştık.”270
Davud(a.s.)’a günah nisbet edenler bu ayeti delil getirerek: Dişi
koyunlardan
maksadın kadınlar olduğunu; Hz. Davud’un delile dayanmadan birini dinleyip hemen onu
haklı çıkardığını iddia etmişler,
böylece Hz.Davud’un tövbe etmesini de günahına
yormuşlardır.271
Razi, bu iddiaları reddetmiş, Hz. Davud’un Allah katında şerefli
olduğunu 272
muhaliflerin isnad ettiklerinden beri olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca hikayede anlatılan iki
melek temsili tasvirdir. Sözün muhtevasından haber vermemektedir.273 Onun affedilmesi ve
Allah’a yönelmesi de işlemiş olduğu zelle sebebiyledir.274 Bu konu hakkında bir başka görüş
de Davud(a.s.) hakkındaki bu iftiraların Ehl-i Kitap’tan alıntı birer israiliyyat olduğudur.275
Hz. Davud hakkında ileri sürülen diğer iddia ise onun , hüküm vermede isabetli
olmadığı şeklinde yapılan itirazlardır. “ Davud ve Süleyman da milletin koyunlarının
yayıldığı bir ekin hakkında hüküm veriyorlarken, biz onların hükmüne şahittik. Ve
Süleyman’a bu meselenin hükmünü bildirmiştik.” 276 Ayetinde Süleyman (a.s.)’ın özel bir
şekilde zikredilip Hz. Davud’un zikredilmemesini, güya iddialarını ıspat için kullanmışlardır.
Bu iddianın temelsiz olduğunu ifade eden Razi, Hz. Süleyman’ın zikredilmesiyle
böyle bir sonuca varmayı uygun bulmaz. Bilakis bunu, Hz. Davud’un hüküm vermede geri
durup oğlunu denemesiyle ilişkilendirir.277
Sonuç olarak Hz. Davud hakkındaki şüphelerin daynaksız olduğunu, yapılan
isnadların onun masumiyetine halel getiremeyeceğini görmüş olduk.
7.10. Hz. Süleymen (a.s.)’ın Masumiyeti
Muhalifler, Süleyman (a.s.) hakkında üç şüphe ileri sürmüşlerdir:
a) “ Ona bir akşam üstü, çalımlı, cins koşu atları sunulmuştu. Süleyman, gerçekten ben
mal sevgisini, Rabbimi anmak için istedim dedi. Nihayet güneş battı( o zaman) onları bana
Sa’d, 38/21-25
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 111, trc., Ulus, a.g.e., 118 ; Özbek , a.g.e., s., 153
272
Sa’d, 38/25
273
Özbek, a.g.e., s., 154
274
er-Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, C., XIX, s., 52
275
Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s., 362
276
Enbiya, 21/78,79
277
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 119, trc., Ulus, a.g.e., 130
270
271
58
getirin, dedi.”278 Ayetini delil getirerek, Hz. Süleyman’ın kendisine gösterilen atlarla meşgul
olurken ikindi namazını terk ettiği, ardından atları geri getirdip boyunlarını ve bacakları
kestirmesi gibi tutarsız bazı iddialar ortaya atılmıştır.
Bu ayetin zahirinden Süleyman (a.s.)’ın namazı geçirdiğinin anlaşılması pek mümkün
görünmemektedir. Eğer öyle bir şey olmuşsa da unutarak, sehven yapılmış bir fiildir. Cins
atları boyunları vurarak kesmesi pişman olduğunun göstergesidir. Ayrıca ayette açıkça
zikredilen güneş kelimesi değil, atları vurgulayan safinat lafzır. 279 Bununla birlikte Allah
Teala Davud(a.s.)’ı ayetin baş kısmında övmüş, “Biz Davud’a Süleyman’ı armağan ettik,
(Süleyman) ne güzel bir kuldu o daima Allah’a yönelirdi.” Buyurmaktadır. Buradan
çıkardığımız sonuç iddiaların tutarsız olduğudur. Çünkü Allah’a yönelmekle vasıflı bir
peygamberin namazı kaçırması düşünülemez.280
b) Muhalifler, “And olsun ki, kürsünün üzerine bir ceset attık.”281 Ayeti üzerine de bir
takım şüpheler ileri sürmüşlerdir: Güya Hz. Süleyman’ın bir erkek çocuğu olmuştu. Hz.
Süleyman, şeytanların onu öldürmelerinden korktu. Bulutlara onu korumaları için emretti.
Fakat Allah’a tevekkülü terk ettiği için bu çocuk, Süleyman’ın tahtına ölü olarak atılmıştı.
Süleyman (a.s.) da hatasını kabul edip istiğfar etmişti.
Çoğunluk, Süleyman (a.s) için böyle bir iddiayı asla dikkate almaz. Buna rağmen
“kürsüsünün üstüne bir ceset attık” ilahi kelamı üzerine farklı yorumlar yapılmıştır. Hz.
Süleyman’ın çocuk isterken “inşallah” dememesini imtihan sebebi olarak görenler olduğu
gibi,282 Beyt-i Makdis’i yaptırdığı sırada, sanatkarların içinden bir takım şeytanların etkisiyle
Hz. Süleyman’ın nüfuzunu kaybettiğini yahut tahttan ayrı kaldığını, onun yerine ceset gibi
bir heykelin konduğunu söyleyenler de olmuştur.283
c) Hz. Süleyman (a.s.)’a günah nisbet edenlerin, eleştirdikleri başka bir nokta ise :
“…Rabbim beni bağışla , bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir
hükümranlık
ver.” 284 Sözüne dayanarak : Bu bir haseddir, bir peygambere nasıl yakışır? İddiasını
yöneltmeleridir.
Razi, bu iddiayı yanıltlarken, Süleyman (a.s.)’ın asıl maksadının ahiret mülkü istemek
olduğunu belirtmiş285, diğer alimler de bu konuda Razi’yi referans göstermişlerdir.286 Konuyu
278
279
280
281
282
283
284
285
Sa’d, 38/31
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 124; Özbek, a.g.e., s., 154
er-Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, C., XIX, s., 74-78
Sa’d, 38/34
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 125; Özbek, a.g.e., s., 155; Sabuni, a.g.e., s., 375
Yazır, a.g.e., C.VI, s., 470
Sa’d, 38/35
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 158
59
başka açıdan değerlendirenler ise, nefis terbiyesi için istediği, hükümranlığı tadıp sonrasında
kendini ibadete vermesi gibi, işin tasavvufi boyutuna da dikkat çekmek istemişlerdir.287
Kısacası, Süleyman(a.s.) hakkında söylenen isnadlar da gerçek dışı ve israiliyyattır.
7.11. Hz. Yunus(a.s.)’ın Masumiyeti
Yunus(a.s.) uzun bir süre kavmini dine davet etmiş, fakat inandıramayacağına kanaat
getirerek öfkeli bir halde, onlara isabet edecek bir musibetten kendisini kurtarmak için onları
terk edip gitmiştir. Bu durum Kur’an’da şöyle anlatılır: “… O öfkele bir halde geçip gitmişti;
bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetti. Nihayet karanlıklar içinde “Senden başka
hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!” diye
niyaz
etti.”288
Bu ayetten hareketle muhalifler, üç hususta Yunus (a.s.)’a günah isnad etmişlerdir.
a) Yunus (a.s.)’ın öfkelenmesi mahzurludur. Yüce Allah : “Rabbinin hükmüne sabret
balık sahibi gibi olma.” 289 buyurmuştur.
b) Bu ayet,
Hz. Yunus’un, Allah’ın kudreti hakkında şüpheye düştüğünü
göstermektedir.
c) “ Ben zalimlerdenim.” Sözü de onun günah işlediğinin en önemli kanıtıdır.
Birinci iddiada Yunus(a.s.)’ın Rabbine karşı değil, kavmine karşı öfkelendiğinde
ittifak vardır.290
İkinci iddiaya gelince: Allah’ın kudreti hakkında şüpheye düşmek küfürdür.
Peygamberler için böyle bir sıfat yakıştırılamaz. Bu durum şu şekilde anlaşılmalıdır: “…onu
deneyerek üzerine rızkını daraltırsa…”
291
Binaenaleyh burada, ilahi kudrette şüpheyi
gerektirecek bir husus yoktur.
Son iddiadaki zulmün manası: “En iyi olanı terk etmektir” o da sabırdır. O, Allah’ın
kendisine verdiği söz konusu mihnete karşı istenen ölçüde sabırlı olamamıştır. Eğer böyle bir
sabır göstermiş olsaydı şüphesiz daha üstün olurdu. Bu durum Allah Teala’nın: “ …o balık
sahibi gibi olma (sızlanma, acele etme)” ayetinde olduğu gibidir. Yani kafirlerin inatlarına
karşı sabrı terk etmek konusunda Hz. Yunus gibi olma demektir.292
Yazır, a.g.e., C., VI, s., 470,471
Şahin, Necati, a.g.e., s., 90
288
Enbiya, 21/87
289
Kalem, 68/48
290
Sabuni, a.g.e., s., 101; er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 169
291
Fecr, 89/16
292
Özbek, a.g.e., s., 157
286
287
60
Neticede Yunus(a.s.)’ın kızması kavminedir. Kendisine günah
isnad edenlerin
iddiaları te’vil’den başka bir şey değildir. Allah Teala, onu sadece uyarıp gerçeği göstermek
istemiştir.
7.12. Hz. Lut(a.s.)’ın Masumiyeti
Muhalifler, Hz. Lut için şu iddiaları gündeme getirmişlerdir:
a) Lut(a.s.)’ın “Eğer dediğimizi yapıcılarsanız işte bunlar, işte kızlarım.”293 Demesini
delil göstererek, kızlarıyla fuhuş yapmayı teklif etmiş, günaha düşmüştür.
Bu iddia hakkındaki genel kanaat “kızlarım” kelimesinin, “ümmetin kızları”
anlamında kullanıldığı yolunda olmuştur. Çünkü peygamberler ümmetlerinin babaları
konumunda olduğundan sevgi ve şefkatle kızlarım tabirini kullanmasında mahsur yoktur. O,
erkekleri bırakıp, kadınları nikahla almalarını kasdederek: “Onlar daha temiz” 294 demiştir.
Ayrıca zinada hiçbir zaman temizlikten bahsedilemez.295
b) Eğer evlendirmek istediyse bir kızları ile kafirlerin evlenmelerine gönlü nasıl razı
geldi. Hukuk açısından da böyle bir evlilik nasıl caiz olur?
Bir Müslüman kızının, kafir ile evlenmesi durumu, dinlere göre değişiklikler arz
edebilir. Nitekim Hz. Peygamber, kızı Zeyneb’i henüz kafir olan Ebu’l –As ile evlendirmişti.
Bu açıdan iddia temelsizdir. Yine ertesi sabah helak olacaklarını elçilerden öğrenen Hz. Lut
zaman kazanmak amacıyla da böyle bir şeyi yapmış olması mümkündür.296
Razi’nin eserinde yer almayıp masumiyet konusunda Hz. Lut’a nisbet edilen diğer bir
iddia ise,
kendisine gelen meleklerle cedelleşip : “Keşke size yetecek bir kuvvetim
olsaydıyahut sarp bir kaleye sığınabilseydim.”297
Demesiyle günaha düşmüş olmasıdır.
Bu iddiaya cevap verenler, Hz. Lut’un Allah’tan ümit keserek böyle söylediğini ifade
etmişlerdir.298 Sonuçta bütün bu iddialar, Lut (a.s.)’ın masumiyetine halel getirecek kadar
kuvvetli değildir. Bir peygamber hakkında yalan yanlış bu tür şeylerin söylenmesi en başta
onun makamına saygısızlıktır.
7.13. Hz. Zekeriyya(a.s.)’ın Masumiyeti
Muhalifler, şu ayetleri delil göstererek Zekeriyya (a.s.)’ın, Allah’ın kudretinden şüphe
ettiğini ve günaha düştüğünü söylemişlerdir:
293
294
295
296
297
298
Hicr, 15/71
Hud, 11/78
Yazır, a.g.e., C., 6, s., 295; er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 131; Özbek, a.g.e., s., 164,165
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, trc., Ulus, a.g.e., s., 145
Hud, 11/80
Özbek, a.g.e., s., 165, İbn Hazm’dan naklen
61
“ Allah: Ey Zekeriyya! Biz sana Yahya adında bir oğlan müjdeliyoruz. Bu adı daha
önce hiçbir kimseye vermemiştik, buyurdu. Zekeriyya: Rabbim, benim nasıl oğlum olur?
Karım kısırdır. Ben ise ihtiyarlığın son haddine varmışımdır.” 299 ; “ Cebrail dedi: Evet
böyledir. Fakat Rabbin buyurdu ki, O, bana göre pek kolaydır. Çünkü biz onu insanlara bir
mucize ve bizden de bir rahmet kılacağız. Hem bu önceden kararlaştırılmış bir iştir.”300
Bu iddiaya şöyle cevap verilmiştir: Hz. Zekeriyya Rabbinden bir oğlan istemiş;
ancak buna doğum yolu ile değil de kendi tarafından kendi tarafından bir lütuf olarak
verilmesini niyaz etmiştir: “Karım da kısırdır. Katından bana bir oğul bağışla.” 301 Ve
“Rabbim bana senin tarafından temiz bir soy ihsan et…” 302 bunu açıkça göstermektedir.
Allah Teala tarafından Hz. Meryem’e rızık gönderildiğinde; Hz. Zekeriyya bu niyazda
bulunmuş; melekler de istediği gibi bir oğlan verileceğini müjdeleyince; nasıl olacağını
sormuştur. Zira karısı kısır, kendisi de yaşlı idi, Allah Teala ise “bu böyledir, Allah dilediğini
yapar”303 cevabını vermiştir.304
7.14. Hz. İsa (a.s.)’ın Masumiyeti
Hz. İsa(a.s.)’ın ismeti hakkında ileri sürülen süpheleri şu şekilde sıralamamız
mümkündür:
a) “Allah :Ey Meryem Oğlu İsa, insanlara Allah’ı bırakıp da beni ve anamı iki tanrı
edininiz diyen sen misin?” Demişti de…O, hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin.
Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin nefsinde olanı bilmem… ”305 ayetini delil
göstererek, İsa (a.s.)’ın bu sözden ötürü günaha düştüğünü, Allah için cisim isnad ettiğini
iddia etmişlerdir.
Buna şöyle cevap verilmiştir: Ayetin devamından da anlaşılacağı üzere, Hz.İsa böyle
bir şey dememiştir. Soru edatının kullanılması Hıristiyanları susturmak gibi bir fayda
sebebiyledir. Nefis, lügatte zat anlamına geldiği için burada cisim isnadı da yoktur.306
b) Eğer kendilerine azap edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Şayet onları
affedersen hiç şüphesiz galip ve yegane hüküm ve hikmet sahibi olan da gerçekten de Sensin
Sen”307 mealindeki ayetin anlamı nedir?
299
Meryem, 19/8-9
Meryem, 19/21
301
Meryem,19/6
302
Al-i İmran, 3/38
303
Al-i İmran, 3/40
304
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 133, trc., Ulus, a.g.e., 146,147 ; Özbek , a.g.e., s., 166
305
Maide, 5/116
306
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 135, trc., Ulus, a.g.e., 147-149 ; Özbek , a.g.e., s., 167
307
Maide, 5/118
300
62
Razi, cevaben şunları söylemektedir:308 Bu sözden maksat , her şeyin Allah’a havale
edilmesi ve itirazın terk edilerek: “ O yapacağından mesul olmaz. Fakat onlar “mesul”
olurlar.”309 Ayetinin ifade ettiği anlamı gerçekleştirmektir.
310
Netice olarak Hz. İsa hakkındaki şüphelerin onun masumiyetine halel getirmediğini
söyleyebiliriz. Azim sahibi peygamber olması dolayısıyla da Allah katında-en azından fazilet
bakımından- üstün bir yeri olduğu tartışılmaz bir gerçektir.
7.15. Hz. Muhammed(sav.)’in Masumiyeti
Rasülullah(sav.) de diğer bütün peygamberler
gibi günah işlemekten masumdur.
Allah’ın gözetim ve ihatasıyla muhafafa edilmiştir. O’nun Allah’ın emrine muhalefet etmesi
, yahut cezaya müstehak bir günah işlemesi mümkün değildir. Fakat O, en güzel olanın ve
eftal olanın hilafına hareket ettiği olmuş, bu sebeple de
Rabbi O’nu itab etmiştir. Bu
nasslardan bazılarını bu bölümde işlemeye çalışacağız.
a) “ Seni sapmış bulup doğru yola hidayet etmedi mi?” ayeti bunlardan ilkidir.
Bu ayeti, Razi dört şekilde tefsir edip şunları söylemiştir.
-
Seni peygamberlikten sapmış buldu ve ona eriştirdi şeklinde. Nitekim: “Sen kitap
nedir, iman nedir önceleri bilmezdin.”311 Ayeti bu anlamı teyid etmektedir.
-
Seni kazançtan , kazanç yolundan sapmış buldu, şeklinde tefsir edilmiştir.
-
Seni çocukluk döneminde bazı tehlikelere sapmış buldu, şeklinde tefsir edilmiştir.
-
Seni kendinden sapılmış, yani senden sapmış ve seni gereği gibi tanıyamamış bir
toplum içinde buldu. Sonra o toplumu seni tanıma mutluluğuna eriştirdi. Nitekim, içinde
yaşadığı toplum tarafından tanınmayan kişi için toplumda sapmış denir.312
b) “ Senden önce gönderdiğimiz hiçbir resul ve nebi yoktur ki, bir şeyi arzuladığı
zaman şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmış olmasın.”313 Ayetine dayanarak muhalifler:
Şeytanın, Peygamberin okuyuşuna şüphe karıştırdığını iddia etmişler, hatta bu konuda asılsız
bir rivayet de zikretmişlerdir. Güya Peygamber efendimiz, Necm suresini okurken Kureyş
tanrılarını övmüş, dahası şefaat umduğunu bile söylemiştir.314
Razi, konu ile ilgili olarak, şu ayetlerin, onların iddialarını
söylemiş ve bunları şu şekilde sıralamıştır:
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 136; Özbek, a.g.e., s., 167
Enbiya, 21/23
310
Duha, 93/7
311
Zuhruf, 43/52
312
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 137, trc., Ulus, a.g.e., 150,151
313
Hacc, 22/52
314
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 138,139
308
309
63
çürütmeye yettiğini
-
“Eğer bize karşı ona bazı sözler katmış olsaydı biz onu kuvvetle yakalardık, sonra
onun şah damarını koparırdık.”315
-
“De ki, onu kendiliğimden değiştiremem, ben ancak bana vahyolunana
uyarım..”316
-
“Seni, sana vahyettiğimizden ayırıp, başka bir şeyi Bize karşı uydurman için
uğraşırlar. O zaman seni dost edinirler. Sana sebat vermemiş olsaydık and olsun
ki, az daha onlara meyledecektin.”317
-
“Böylece biz onu senin kalbine yerleştirmek için…”318
-
“Sana Kur’an’ı, biz okutacağız ve asla unutmayacaksın.”319
Bu ayetlerden, Allah Teala’nın Peygamber Efendimizi hidayete yönelttiğini anlıyoruz.
Dolayısıyla O’nun ismetine halel getirecek bir durum söz konusu değildir. Şeytanın yaptığı
sadece hidayetten başka şeyleri Hz. Peygambere fısıldamasıdır.320
c) Hz. Peygamber , Abdulmuttalib’in kızı Zeyneb b. Cahş el-Esediyye’yi ( Abdullah
b. Cahş’ın hemşiresi azadlısı Zeyd b. Harise ile evlendirdikten bir müddet sonra, Zeyneb’i )
görmüş ve ona kalben meyletmiş, bir gün Zeyd, kendisine gelmiş ve boşamak istediğini
belirtmişti. Hz. Peygamber, böyle
bir boşama olayından sonra Zeyneb ile evlenmeyi
düşündüğü halde içinde gizlemiş bunun üzerine Allah Teala şu ayeti indirmiştir.: “
…Habibim Allah’ın açığa çıkarıcısı olduğu şeyi içinde gizliyor, insanların dedikodusundan
korkuyordun. Halbuki Allah kendisinden korkmana daha çok layıktı…”321
Peygamber
ayıplalamalarından
Efendimiz’in
bu
şekilde
davranması,
münafıkların
kendisini
korkması sebebiyledir. 322 Kaldı ki, Allah Teala, bu konuda onunla
çekişmiş değildir. O’nun hata ve isyan ettiğine dair bir beyan da bulunmamaktadır. Böyle bir
gizlemenin neticesi olsa olsa zelledir. En iyi olanı terk etmekten ibarettir. Zeyneb’e kalben
meyletmesi de aynen böyledir.323
d) Hiçbir peygambere esir almak yaraşmaz, diyerek şu ayetleri delil ileri sürüyorlar:
“Hiçbir peygamberin yeryüzünde ağır harp edip
zaferler kazanıncaya kadar muharip
düşmanlardan esirler alması vaki olmamıştır. Siz geçici dünya malını arzu ediyorsunuz.
Halbuki Allah daha çok ahiret sevabını kazanmanızı, ahireti düşünmenizi ister. Allah azizdir.
315
Hakka, 69/44-46
Yunus, 10/15
317
İsra, 17/73,74
318
Furkan, 25/32
319
A’la, 87/6
320
Özbek, a.g.e., s., 160,161
321
Ahzab, 33/37
322
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, trc., Ulus, a.g.e., 166; Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s., 121-124
323
Özbek, a.g.e., s., 161
316
64
Dostlarını düşmanları üzerine galip kılandır. Hakimdir, her halde layık olanı hakkıyla ve
hikmetiyle bilendir. Eğer Allah’ın geçmiş bir yazısı olmasaydı aldığınız fidyede size herhalde
büyük bir azab dokunurdu.”324
Bu ayet de yukardaki gibi en iyiyi terk etme hususunda bir itabtır, uyarmadır. 325 En
iyi olanı ise Sahabe’nin fidye hususunu tercih etmelerine Hz. Peygamber’in rıza
göstermemesidir.326
e) Muhalifler, af ancak işlenen bir günah için söz konusudur, diyerek şu ayeti delil
gösterirler: “ Allah seni affetsin; niçin onlara izin verdin?”327
Bu olay Tebük’te
münafıkların izin istemesi ve Hz. Peygamberin onlara izin
vermesiyle bağlantılıdır. Ayet’in Peygambere hitap etmede bir lütuf ve en iyi olanı terk etme
konusunda bir uyarma anlamına geldiği ifade edilmiştir.
328
Ayrıca “affetsin” sözünden
günah işleme değil geçmiş ve gelecek günahlarının affedilmesi anlaşılmıştır.329
f) “Yükünü üzerinden almadık mı?”330 ayetini muhalifler, Hz. Peygamber hakkında
açık günah duyurusu olarak görürler.
Razi bu iddiayı şöyle cevaplamıştır: Burada günah anlamına gelen yük, peygamberlik
öncesi döneme aittir. Söz konusu olan günah ya küçük günahtır, ya da en iyiyi terk etme
anlamınadır. Efendimiz(sav.), kavminin şirkte ısrar etmesi üzerine derin bir üzüntü içerisinde
bulmuştu kendini. Ne zaman ki, Allah onun kelimesini, yani adını yüceltti, 331 işte o vakit
yükünü üstünden almış oldu.332
g) “ Kendisine ama (kör ) kimse geldi diye yüzünü asıp sırt çevirdi.” 333 Ayetini delil
gösteren muhalifler, gözleri görmeyen bir kimseden yüz çevirdiği için Allah’ın
Hz.
Peygamber’i azarladığını iddia etmektedirler.
Bu olay, Rasülullah’ın, kafirlerin ileri gelenlerini İslam’a davet ettiği sırada meydana
gelmiştir. Hz. Peygamber, onlarla müzakere ederken gözleri görmeyen(ama) Abdullah b.
Ümmü Mektum’un araya girip sözünü kesmesine surat asmıştı. Muhatabı ama olduğu için de
bu davranışın, ona eziyet vermeyeceğini düşünmüştü. Aslında Efendimiz(sav.)in o sahabiye
dönüp sorusunu dinlemesi, onula ilgilenmesi yapması gereken davranıştı. Bu sebeple daha
324
Enfal, 8/67,68
Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s., 108,109
326
Özbek, a.g.e., s., 159
327
Tevbe, 9/43
328
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, trc., Ulus, a.g.e., 171; Özbek, a.g.e., s., 159
329
Yazır, a.g.e., C., IV, s., 364; Sabuni, Muhammed Ali, s., 109-111
330
İnşirah, 94/2
331
İnşirah, 94/4-6
332
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, trc., Ulus, a.g.e., 172
333
Fetih, 48/2
325
65
faziletli olanı terk etmekle azarlanmıştır. Yoksa mahzurlu olanı işlemesi ile böyle nir uyarıya
muhatab olmamıştır.334
h) “ Sabah akşam Rablerinin rızasını isteyerek O’na yalvaranları kovma…”335 ayetini
delil olarak kullanan muhalifler, mü’minleri kovmak büyük günahtır, derler.
Razi, bu iddiayı kabul etmez. Ona göre, bu ayetten
onları kovduğu
sonucu
çıkarılamaz. Bir grup toplum istekte bulunarak Hz. Peygamber’den fakirleri kovmasını talep
etmişlerdir. Bunun üzerine yüce Allah, onların sözlerini kabul etmemesi hususunda gerekçe
olarak kullanması için Rasulüne bu ayeti göndermiştir.336
i) Hz. Peygamber’in günah işlediği şüphesine şu ayetler de delil gösterilmiştir:
“ And olsun ki Allah, sıkıntılı bir zamanda bir kısmının kalpleri kaymak üzere iken
peygambere uyan muhacirlerle ensarın ve peygamberin tevbelerini kabul etti.”337
“… günahın için mağfiret talebinde bulun…”338
Cevap olarak, ayetlerdeki tevbe ve mağfiret talebinin küçük günah, tevazu ya da en
iyiyi terle ilgili olduğu söylenmiştir.339
k) Hz. Peygamber’in uyarılmasıyla ilgili olarak
muhalifler, şu ayeti
de
öne
sürmüşler. Peygamber Efendimiz’in caiz olmayan bir şey yaptığını iddia etmişlerdir. “ Ey
Peygamber, Allah’ın sana helal kıldığı şeyi niçin haram kılıyorsun.”340
Bu ayetle ilgili olarak Fahreddin er-Razi şunları söylemiştir: Bu, günahın sebebiyet
verdiği bir kınama değildir. Talak ve azad konularında olduğu gibi onurlandırmayı gaye alan
tatlı bir sitemdir.341 Anlaşılması gereken şey, helal olan bir şeyden, nefsin uzak tutulmasıdır.
l) Peygamber’in yalana yaklaşıp ona meylettiğini söyleyen muhalifler, delillerini ispat
için ; “Sayet sana
sebat vermemiş olsaydık, and olsun ki, neredeyse az daha onlara
meyledecektin.”342 Ayetini kullanmışlardır.
Razi iddia için, bu akıl ve din yönüyle değil beşeri tabiat yönüyledir, cevabını
vermiştir.343 Dolayısıyla bu konuda da Efendimiz(sav.)’in günaha düştüğünü iddia etmemiz
mümkün değildir.
334
335
336
337
338
339
340
341
342
343
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 154; Şahin, Necati, a.g. e., s., 93; Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s.,112,113
En’am, 6/5
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, trc., Ulus, a.g.e., 177; Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s., 119
Tevbe, 9/ 117
Mü’min, 40/55
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, trc., Ulus, a.g.e., 177, 178
Tahrim, 66/1
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, trc., Ulus, a.g.e., 178
İsra, 17/74
er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, trc., Ulus, a.g.e., 182
66
Netice olarak, Peygamber Efendimiz dahil tüm peygamberler için yukarıda saydığımız
iddialar, onların günaha düştüğüne delalet etmez. Ayet-i Kerimeler ancak ve ancak uyarı
niteliği taşımaktadır.
8. PEYGAMBERLERİN SIFATLARI
Allah, insanlar arasından seçip kendisine elçi yaptığı peygamberleri en asil ve en
güvenilir, ilim bakımından en üstün, ahlak bakımından en mükemmel kimseler yapmıştır.
Yine onları gözetim altında terbiye ve himaye ederek her çeşit kötülükten korumuştur. Bu
bağlamda Yüce Allah, Peygamberimize: “ Rabbinin hükmüne sabret, çünkü sen
bizim
muhafazamız altındasın, buyurmuştur.344 Yine Hz. Musa’ya da: “Ey Musa sevilmen ve benim
gözetimimde yetişmen için sana kendi sevgimi lutfettim” diye hitap etmiştir.345
Peygamberlere bu sebeplerden ötürü diğer insanlardan farklı olarak bazı sıfatlar
yüklenmiştir. Bu sıfatlar onlardan hiç ayrılmayan ve onlarla beraber olan sıfatlar olup beş
tanedir. Razi’ye göre, peygamberlerde asgari olarak bulunması gereken şartlar, hile, hased,
zulüm ve hainliğin bulunmamasıdır.346
8.1. Sıdk:
“Doğruluk ve dürüstlük” 347 anlamına gelen bu kelime aslında bütün
insanlarda olması gereken bir özelliktir. Bununla birlikte sıdk, peygamberlerde bulunması
gereken vacip sıfatlardandır.
Peygamberler doğruluk ve dürüstlük timsali kimselerdir. Onların sözleri gerçeğe
tamamen uygundur.
Yalan asla peygamberlerden sadır olmaz. Peygamberlerin yalan
söylemesi caiz olmuş olsaydı, o taktirde onlara nasıl itimad olunur, getirdiği vahye nasıl
inanılırdı? Peygamberler masumdurlar, bu sebeple de onlar asla yalan söylemezler.348
Razi’ye göre, peygamberlerin doğruluğu, sıdkın ve emanetin ıspatına bağlıdır. Nebi
oluşu ise sıdkına bağlı değildir. Çünkü nebinin kim olacağına Allah karar verir. Doğru olan
herkes nebi olmaz.349
Nübüvvetin varlığı peygamberin doğruluğunu da zorunlu kılmaktadır. Çünkü
peygamberler,
Allah’tan
aldıkları
emirleri
eksiksiz
olarak
insanlara
ulaştırmak
durumundadırlar. Onların doğru olmaması nübüvveti anlamsız kılar. Peygamberin nübüvveti
344
345
346
347
348
349
Tur, 96/48
Taha, 20/39
er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., XI, s., 161
Rağıb el- İsfahani, a.g.e., s., 848
Gölcük, Şerafettin-Toprak Süleyman, a.g.e., s., 345; Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s.,48
Çınar, a.g.e., s.,69
67
ıspatlanınca doğruluğu da
bu yolla
kanıtlanmış olur.
350
Bütün nakli delillerin
peygamberlerin ıspatına bağlı olduğu düşünülürse, bu sıfatın önemi daha da iyi anlaşılmış
olur.
Sıdk sıfatının tecelli ve tezahürü en güzel şekilde Allah’ın son peygamberi Hz.
Muhammed(sav.)’de görülür. Allah O’nun hakkında şöyle buyurur: “ Eğer Muhammed, Bize
karşı, ona bazı sözler katmış olsaydı, Biz O’nu kuvvetle yakalardık. Sonra onun şah
damarlarını koparırdık. Hiç biriniz de onu savunmazdınız. Doğrusu Kur’an Allah’a karşı
gelmekten sakınanlara bir öğüttür.”351
Sonuç olarak Razi, peygamberlerin doğruluğu hususunda çok titiz davranmış, bu
hususta karşıt görüşlerin itirazlarını daima yok saymıştır.
8.2. Emanet: Peygamberlerin “güvenilir olması” demektir. Peygamber kendine her
bakımdan güvenilen kimsedir. Onda hiçbir şekilde ihanet ve hıyanet bulunmaz. Emanetle
hıyanetin peygamberde bir arada bulunması mümkün değildir. Güven ve emniyet telkin
etmek nübüvvetin vazgeçilmez şartıdır.352
Peygamberlerin hepsi vahiy hususunda güvenilirdirler. Kendilerine indirildiği gibi
Allah’ın emirlerini tebliğ ederler.
Peygamberlerin hepsi en mükemmel şekilde emaneti yerine getirmiş ve her
peygamber kavmine “ben sizin için bir öğütçüyüm…” demiştir. 353 Bu hususta yüce Allah:
“Peygamber vahiy üzerine itham edilir de değil…”354 buyurmuştur.
Peygamberlerin emanete riayetlerini Allah şu şekilde beyan etmektedir: “O
peygamberler Allah’ın göndermiş olduklarını tebliğ eder, O’ndan korkarlar ve O’ndan başka
kimseden korkmazlar. Allah hesap gören olarak yeter.”355
Emanete tam ve mükemmel olarak riayetin en güzel örneğini iki cihan serveri
Hz.Peygamberin vahyi, kendi aleyhinde olsa bile, tebliğ edişinde görüyoruz. Hz.Peygamber
(sav.) Abese suresinin ilk ayetlerini, Ahzab suresinin 37. ayetini ve Enfal Suresinin 67-68.
ayetlerini Allah’tan aldığı şekliyle tebliğ etmiş, emanete riayet etmiş, güvenilirliğini ortaya
350
351
352
353
354
355
er-Razi, el-Mealim, trc., Macit, a.g.e., s., 91
Hakka, 69/44-48
Gölcük, Şerafettin-Toprak Süleyman, a.g.e., s., 344
Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s.,51
Tekvir, 81/24
Ahzab, 33/39
68
koymuştur. 356 Zira “O, kendi nefsinden bir şey konuşmaz ancak kendisine vahyedileni
söyler.”357
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: peygamberlerin getirdiği şeylerin sadece izzet ve
hikmet sahibi Allah’tan olduğuna ve vahyin selameti hususunda kalplerin mutmain olması
için her peygambere emanet sıfatı lazımdır.
8.3.Tebliğ: Bu sıfat sadece peygamberlere mahsustur. Tebliğden maksat Allah’ın
hükümlerini ve Allah tarafından kendilerine indirilen vahyi tebliğ etmeleridir ki, onlar
Allah’ın kendilerine vahyettiği şeyi kat’iyen gizlemezler. Her ne kadar tebliğ uğrunda şerirler
ve facirler tarafından kendilerine kötülük yapılıp ve büyük eziyetlere maruz kalsalar yine de
gizlemezler.358
Razi, En’am Suresi 104. ayetle ilgili olarak, peygamberin görevini hak dine davet, din
ile ilgili beyyine ve delilleri tebliğ etmek, din hakkındaki şüpheleri gidermek olduğunu
vurgular.359
Kur’an da Hz. Nuh, Hz. Salih ve Hz. Şuayb’ın tebliğ ettiklerine dair
bilgiler
mevcuttur. Hz. Salih’in toplumuna: “Ey kavmim şüphesiz ben size, Rabbimin elçiliğini
tebliğ ettim ve size nasihat ettim.”360 İfadesini kullanmak suretiyle tebliğini yerine getirdiğini
ve mesuliyetten kurtulduğunu ifade etmiştir.361
Razi için tebliğ, keyfi bir şey değil bilakis zorunluluktur. Tebliğin insanlara Allah’ın
emir ve yasaklarını bildirmek ve insanı itaat etmeye teşvik olarak da tanımlanabilecek iki
boyutu vardır. Peygamberler Allah’ın rahmetinin müjdecisi, azabının da uyarıcısı olarak
gönderilmiştir.362 Bunun yanında peygamberlere indirilen her vahiy tebliğ için değildir. Bu
vahiylerden bir kısmı peygamberin kalbindeki kederi gidermektir, anlayışına Razi,Yusuf
Suresi 15. ayetine dayanarak varmıştır.363
Tebliğ’in amacı da insanların Allah’a karşı bir huccetlerinin olmaması, Allah’a karşı
bir
bahabe ile
kendilerini savunma imkanlarının ellerinden alınmasıdır. Hiçbir kimse
tebliğden sonra özür beyan edemez. Din bütün açıklık ve kemalıyla Allah’ın dilediği tarzda
peygamberi tarafından insanlığa tebliğ edilmiştir.
356
357
358
359
360
361
362
363
Gölcük, Şerafettin-Toprak Süleyman, a.g.e., s., 345
Necm, 54/3-4
Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s.,52
er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., X, s., 97,98
A’raf, 7/79
Çınar, a.g.e., s., 74
er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., IX, s., 439
er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., XIII, s., 179
69
8.4. Fetanet: Fetanet, zeki ve hikmet sahibi olmaktır.
Peygamber gerçekten
insanların en zekisi ve hikmet sahibi olanıdır. Zira muarızları, düşmanları zorlamak ve
karıştırmak için düşünce, feraset ve zeka sahibi olmak gerekir. Kamil bir aklın, keskin bir
zeka büyük sezgi gücünün peygamberlerde bulunduğu aşikardır.364 Kur’an’da bu konuda pek
çok örnek vardır. Hz. İbrahim’in putlar konusunda kavmi ile mücadelesi ve onlarla olan
muhaveresi,365 ayrıca Nemrud’la olan konuşması366 bunun bariz misalleridir.
Razi, fetanetle ilgili en güzel örneği, Hz. İbrahim’in metodu olarak verir. Onun kendi
kendine Rabbini arayış serüveni, gerçekten akıl yürütmenin en iyi şekilde hikaye edildiği
kıssalar arasındadır. O’nun babasına, kavmine, zamanının hükümdarına karşı yürüttüğü akıl
yürütmeler, Razi’nin tefsirinde geniş bir şekilde yer almıştır.367
Bütün peygamberler aynı vasıftadır. Hz. İbrahim olsun, Hz. Muhammed(sav.) olsun
hepsine Allah tarafından üstün bir zeka ve hikmet verilmiştir. Alah’ın bütün elçileri O’nun
davasını üstün ve galip getirmek için güçlü zekalarıyla insanlar arasında kendilerini belli
etmişlerdir. Peygamberlerdeki fetanet devamlı faal halde bulunur, hiçbir zaman zayıflamaz,
ihtiyarlıkla malul hale gelmez. Onlarda bunama, zeka yokluğu ve bönlük gibi illetler asla
bulunmaz. Allah peygamberlerini daima korur ve gözetir.368
8.5. İsmet: Peygamberlerde bulunması gereken sıfatların belki de en önemlisi ismet
sıfatıdır. Kur’an’da açıkça bu sıfat zikredilmez. Ancak peygamberlerin genel vasıflarından
söz edilir. Hatta Kur’an’da bazı peygamberlerin hataları söz konusu edilir. Bunun içindir ki,
kelam mezhepleri peygamberlerin günahsızlığı ile ilk devirlerden itibaren ilgilenmişler, bu
husustadeğişik görüşler ortaya koymuşlardır.
İsmet’in sözlük anlamı; men etme yasaklama, koruma, günah işlememe anlamlarını
taşır.
369
Terim olarak ismet ise; Allah’ın peygamberlerini günah işlemekten, isyana
düşmekten, yasak ve haramları irtikab etmekten koruması , bunları ona men etmesidir.370 Bu
sıfat peygamberlere Allah’tan bir lütuf olup, bir nevi onları kontrol ve murakabe altında
tutması demektir. İsmet sadece peygamberler için söz konusu olup diğer insanlar için böyle
bir imtiyaz yoktur.
364
365
366
367
368
369
370
Gölcük, Şerafettin-Toprak Süleyman, a.g.e., s., 346
Enbiya, 21/51,58,67
Bakara, 2/258
er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., II, s., 87-89
Gölcük, Şerafettin-Toprak Süleyman, a.g.e., s., 346
İsfehani, a.g.e., s., 1015
Gölcük, Şerafettin-Toprak Süleyman, a.g.e., s., 338
70
Razi, İsmetü’l-Enbiya’da peygamberlerin masumiyetlerinin vücubunu gösteren akli ve
nakli delilleri teferruatlı bir şekilde on beş madde halinde 371 sıralamıştır. Bunlardan ilki:
Peygamberlerin davranışlarının diğer asi müslümanlardan daha önce ikab gerektirdiğidir.
Onların hanımlarının diğer hanımlar gibi olmaması372 buna delil teşkil etmekle beraber, hiçbir
sarih akıl da bunun böyle olmadığını savunamaz şeklindedir.
Razi’nin peygamberlerin masumiyeti konusunda bazı delillerini de diğer eserlerinden
öğrenmekteyiz. Örneğin, el- Mealim’de üç delil ileri sürmekte bunlardan ilki akli, diğer
ikisini nakli delil olarak açıklamaktadır.373
1) Allah’ın nübüvvet gibi bir nimeti peygamberlere vermesi, onları diğer insanlardan
farklı kılar. Buna rağmen onların günah işlemeleri daha çirkin ve daha aşırı bir durumu ifade
eder. Bu durum, işlediklerinden dolayı onların daha fazla kınama ve azarlamayı hak etmeleri
anlamına gelir. Böyle bir sonuç batıl olduğuna göre onların günaha düşmeleri de batıldır.
2) Peygamberlerin günah işlemesi demek, onların fıska düşmeleri anlamına gelir.
Fasık olmak ise şehadetin kabul olunmamasını gerektirir. 374 Böylesi basit işlerde şehadeti
kabul edilmeyince, kıyamete kadar sürecek dinin gerçekliği konusunda şehadetlerinin kabul
edilmemesi daha önceliklidir. Böyle bir şeyi söylemek mümkün olmadığı için, masum
olmamaları da mümkün değildir.
3) Allah Teala Hz. Muhammed(sav.) hakkında: “ Ona tabi olunuz ki kurtulasınız. De
ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olunuz ki Allah da sizi sevsin.”375 buyurur. Razi, bu
ayetten hareketle peygamberlerin günahkar olamayacaklarını söyler. Çünkü eğer onlar öyle
olmamış olsalardı, bizim, günahlar konusunda da onlara tabi olmamız gerekirdi. Oysa böyle
bir şey mantık dışıdır.
Bu ifadelerden anladığımız, Razi’nin
aklı ve nakli bir arada kullandığıdır. Uslüp
olarak da zaten bu onun yöntemidir. Karşısındakinin tezini çürütmek için nakli kullandığı
zaman bile, sonuca nasıl vardığını mantıkla izah eder. Bazen tek bir konudaki açıklamaları
sayfalar tutar. Bu da onun ufkunun genişliğini ve bilgi birikimini göstermesi bakımından
önemlidir.
Bkz. İsmetü’l-Enbiya, s.41-47
Ahzab, 33/30-33
373
er-Razi, el- Mealimü Usuli’d-Din, trc., Nadim Macit, İslam İnancının Ana Konuları, s.,99,100, İhtar yay.,
Erzurum, 1996
374
Hucurat, 49/6
375
Al-i İmran, 3/31
371
372
71
SONUÇ
Eserleri ve tesirleriyle İslam düşünce tarihinde önemli mevki işgal eden büyük
müfessir, mütekellim ve filozof Fahreddin er-Razi(v. 606/1210) Eş’ariyye kelamcısı ve Şafii
usulcüsü olarak tanınır. İbn Sina kanalıyla Aristo ve Eflatun’un felsefi görüşlerinden
etkilenmişse de daha sonra Gazali’nin yolunu takip ederek İslam filozofları karşısında
Eş’ariyye dokrinini savunmuş ve bu doktrine aykırı gördüğü felsefi görüşleri eleştirmiş, son
dönemde de kelami delilleri yeterli görmeyip itikadi meselelerin Kur’an-ı Kerim’in delil ve
metotlarıyla çözümlenmesi gerektiği kanaatine varmıştır.
Razi, kelam ve tefsirinde kendisinden sonrakilere kaynaklık etmiş, dirayet tefsirinin
öncüsü kabul edilmiştir. Kendisinden sonraki kelamcılar, sadece plan ve konu bakımından
değil; ibare, tarif, ifade ve terimlerle de Razi’nin eserlerinden bolca faydalanmışlardır.
Onunla birlikte ilim ve ma’luma ait konular artık kelam kitaplarında daha genişce yer almış,
medlülden çok delil üzerinde yoğunlaşılmıştır.
Nübüvvet konusu ise, Razi için iman gerektiren bir meseledir. O, peygamberlik
konusunda fazla konuşmamayı yeğlemiş, konuştuğunda da muarızların iddialarını çürütmek
için konuşmuş veya o konuda müstakil eserler kaleme almıştır. Önceki kelamcılardan farklı
olarak nübüvvet içerisinde yer alan konuları hem ispata çalışmış hem de
kendisini
eleştirmiştir. Örneğin nübüvveti mucize ile ispat ederken bunun itiraza müsait olduğunu da
söylemiştir.
Biz bu çalışmamızda, imanın üç temel esası olarak bildiğimiz uluhiyet, nübüvvet ve
ahiret konuları içerisinde
peygamberlik ve ona dair meseleleri Razi’nin bakış açısıyla
inceleyip şu sonuçları çıkardık:
Razi, nübüvvetin imkanı ve gerekliliği hususunda hem akli hem nakli deliller ileri
sürüp peygamberliğin mümkün ve caiz olduğu sonucuna varmıştır. Peygamberliğin dünya ve
ahiret mutluluğu için gerekli olduğunu ifade eden Razi, bunu , insanların kusurlu ve eksik
olmalarıyla ilişkilendirmiştir.
Peygamberliğin Allah’ın bir rahmeti olduğunu
savunan Razi’ye göre, nübüvvet,
çalışıp gayret etmekle ulaşılan bir makam değildir. O’na göre, Allah’ın gönderdiği
peygamberler bazen resul, bazen de nebi olarak bulundukları toplumlarda görevlerini icra
etmişlerdir.
Mucize ile nübüvveti delillendiren Razi için, nübüvvette kesin delil Kur’an mucizesi
ve Efendimiz(sav.)’in hissi mucizeleridir. Buna rağmen bazı eserlerinde hissi mucizelerle
nübüvveti delillendirmenin mümkün olamayacağını da söylemiştir.
72
Razi’ye göre bütün peygemberler toplumlarının ihtiyaçlarına göre gönderilmişlerdir.
Ayrıntılarda farlılıklar olsa da temelde ve inanç sistemlerinde aynı davayı savunurlar.
Nitekim Kur’an-ı Kerim bu konuya vurgu yapmış, peygamberlerin insanları aynı esaslara
çağırdıklarını bildirmiştir.
376
Farklılıklar ise genelde
muamelat konularında olmuş,
toplumların durumlarına ve dönemin şartlarına göre şekil almıştır.
Razi’ye göre, Allah insanlara iyiyi ve doğruyu öğretmek için peygamber
göndermiştir. Eğer Allah peygamber göndermeseydi insandan sorumluluk da kalkardı. Çünkü
insan yaratılışı itibariyle zayıftır ve her zaman kolayı tercih etmeye eğilimlidir. Başka bir
ifadeyle
söyleyecek olursak; kulun sorgulanması ve hesaba çekilmesi için peygamber
göndermek olmazsa olmaz bir şarttır. Sorumluluk yüklenen insan için bu sorumluluğu
taşımak aslen zorluktur, nefse zor gelen şeyleri yapmak, kolay gelenleri de terk etmek
demektir. Özünde meşakkat olan şeyi yapmanın da mükafatı olmalıdır. İşte bu sebeple Allah
iyi kullarına cennet nimeti vaat etmiştir.
Razi’nin
nübüvvet anlayışında peygamberlik, ilk insan Hz.Adem ile başlayıp
kıyamete kadar sürecek olan ahlaki, ameli ve itikati rehberliğin
genel adıdır. Geçmişte
yaşayan hiç kimse nübüvvete muhatap olmadığını iddia edemeyeceği gibi, bundan sonra da
aynı durum geçerlidir.
Peygamberler arasında “peygamber olmaları” bakımından bir üstünlük yoktur. Her
birinin rehberliği, yol göstericiliği en az diğerleri kadar sağlıklıdır. Kur’an-ı Kerim’de de
bunu destekleyen ayetler vardır.377 Bu yönüyle Hz. Muhammed (sav.) de diğer peygamberler
gibidir, onlara üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak fazilet bakımından olabilir.
Razi’ye göre, bir peygamber kendisinden önce gelen peygambere iletilen mesajı
rafa kaldırmaz aksine onu
peygamberle son
bıraktığı yerden devam ettirir. Böylece din olgusu, ilk
peygamber arasında geçen bir süreçte tamamlanmış olur. Razi, bu
düşüncesini Kur’an ayetine dayandırır.378
Peygamberlerin ismeti konusunda özellikle tefsirinde şiddetli bir şekilde onların
masumiyetini savunan Razi, bu konuda İsmetü’l Enbiya isimli bir eserin de sahibidir.
Adem(a.s.)’ın hatası hakkında söylenenleri reddeder. Yusuf ile Aziz’in karısı, Hz. Davud’un
Orya ile evlenmesi, Hz. Süleyman’ın mührünün şeytanlar tarafından çalınması gibi hadiseler
de reddeddiklerinden bir kaçıdır. Masumiyet konusunda onun düşüncesi en genel anlamıyla
376
Bkz., Enbiya, 21/25
Bakara, 2/136,285
378
“Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri de helal kılmam için
gönderildim. Size Rabbinizden bir mucize getirdim. O halde Allah’tan korkun, bana da itaat edin.” Bu ayet ,
Hz. İsa’nın şeriatının, bazı yasakları kaldırmak suretiyle, Musa (a.s.)’ın tebliğ ettiği bir takım hükümleri
neshettiğini ortaya koymaktadır.(Al-i İmran, 3/50)
377
73
şöyledir: Peygamberler hakkında nakledilenler ahad haberlerdir, dolayısıyla reddedilmiştir.
Kur’an’da nass olarak nakledilenler ise, sehven işlenene veya evla olanın(en iyisinin) terk
edilmesine ve peygamberlikten önce işlenmiş olduğuna te’ville açıklanabilir.
Bize göre Razi'nin farklı konularda değişik şeyleri söylemesi onun tenkitçi düşüncesi,
araştırıcı zihni, fikri tekamülü ve tartışılan konunun gereğine göre tavır alma hali ile
açıklanabilir. Günümüzde tartışılan kelam problemlerini anlamak için de mutlaka Razi’yi
tanımamız gerekmekte ve onun felsefi aklından yararlanmalıyız.
74
BİBLİYOGRAFYA
Abdulbaki, Muhammed Fuad, el-Mu’cemü’l-Müfehres li Elfazi’l-Kur’an’il-Kerim,
Daru’l-Hadis, Kahire,1996
Ahatlı, Erdinç, Peygamberlik ve Hz. Muhammed’in Peygamberliği, D.İ.B. yay.,
Ankara, 2007
Bademci, Abdülmuttalip, Fahreddin er-Razi ve İrade Görüşü, Basılmamış Tez, Konya,
1990
Buhari, Ebu Abdillah M. bin İsmail, Sahih-i Buhari, Daru’l-Erkam, Beyrut, Tarihsiz
Bulut, Halil İbrahim, “Mucize”, DİA., C., 30, s., 350-352, T.D.V. yay., İstanbul, 1995
Bulut, Mehmet, “İsmet”, DİA, T.D.V., yay., C., XXIII, s., 134-136, İstanbul, 2001
Cerrahoğlu, İsmail, “Fahreddin er-Razi ve Tefsiri”, AÜİFD, sy.2, s.7-57, Ankara,
1977
Çınar, Bayram, Fahreddin er-Razi’de Nübüvvet Kavramı, Basılmamış YL. Tezi,
Ankara, 2006
Develioğlu Ferit, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, 23. Baskı, Aydın yay.,
Ankara, 2006
Ece, Hüseyin, İslam’ın Temel Kavramları, Beyan yay., İstanbul, Tarihsiz
Efzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, trc., Kenan Dönmez, C., I-VI, İnkılab yay.,
İstanbul, 1996
Eliaçık, R. İhsan, İslam’ın Yenilikçileri, İslam Düşünce Tarihinde Yenilik Arayışları,
Kişiler, Fikirler, Akımlar, Med-cezir yay., İstanbul, 2001
Erul Bünyamin, İslam’a Giriş- Ana Konulara Yeni Yaklaşımlar, Tahsin Görgün
“Nübüvvet: İnsanlığa Rahmet,” s., 156-165, D.İB. yay., Ankara, 2006
Esasü’t-Takdis, Kahire, 1986
es-Sabuni,Nurettin Ahmet b. Mahmud, el- Bidaye fi usuli’d-Din, trc., Bekir
Topaloğlu, Maturidiyye Akaidi, D.İ.B. yay., Ankara, 2002
et-Tefsiru’l-Kebir, Terc. Suat Yıldırım, Lütfullah Cebeci, vd. Akçağ yay., Ankara,
1988
ez-Zerkan, M. Salih, Fahreddin er-Razi ve Araühü’l-Kelamiyye ve’l-Felsefiyye,
Daru’l-Fikr, Mısır, Tarihsiz
Gazali, Ebu Hamid M. bin M., trc.,Salih Uçan, el-Munkızu Mine’d-Dalal Şerhi ve
Tasvvufi İncelemeler, 2. Baskı, Kayıhan yay., İstanbul, 1997
Gölcük, Şerafettin, Kelam Tarihi, İstanbul, 2000
75
Gölcük, Şerafettin-Toprak, Süleyman, Kelam, 5. Baskı Tekin Kitabevi, Konya, 2001
İbn Kayyım el-Cevziyye, Medaricü’s-Salikin, trc., Komisyon, Medaricü’s-Salikin
Kur’an’i Tasavvufun Esasları , İnsan yay., İstanbul, 1990
İbn Kesir, Ebu’l-Fidai İsmail b. Ömer, Tefsiru’l-Kur’an-il-Azim, terc., Bekir Karlığa,
Bedrettin Çetiner, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı yay., İstanbul, 1993
İsmetü’l-Enbiya, nşr., Muhammed Hicazi es-Sekka, Kahire, 1987
Kaya, İsmail, Fıkh-ı Ekber Şerhi, Madve yay., İstanbu, 1984
Kazancı, Ahmet Lütfi, Çeşitli Yönleriyle Nübüvvet Kavramı, Marifet yay., İstanbul,
1997
Keskin, Halife, İslam Düşüncesinde Allah-Alem İlişkisi, Beyan yay., İstanbul, 1996
Kılavuz, A. Saim, İslam Akaidi ve Kelam’a Giriş, 10. Baskı, Ensar Neşr., İstanbul,
2004
Kocaer, Abdullah Feyzi, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, Hüner
yay., Konya, 2003
Köksal, M. Asım, Peygamberler Tarihi, C., I,II, T.D.V. yay., İstanbul, 2005
Kramars, J.H., “Razi” İA, C.IX, s.645,646, İstanbul, M.E.B. yay., 1978
Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Komisyon, T.D.V., yay., Ankara, 2001
Maturidi, Ebu Mansur, trc., Bekir Topaloğlu, Kitabü’t-Tevhid Tercümesi, İsam yay.,
Ankara, 2005
Mealimu Usuli’d-din, Terc. Nadim Macit, İslam İnancının Ana Konuları, İhtar yay.,
Erzurum, 1996
Mevdudi, Ebu’l Ala, trc., Ahmet Asrar, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz.
Peygamberin Hayatı, Pınar yay., İstanbul, 2004
Olguner, Fahrettin, Üç Türk-İslam Mütefekkiri, Kültür-Turizm Bakanlığı yay.,
Ankara, 1985
Özbek, Durmuş, Sa’duddin Teftazani ve Nübüvvet Görüşü, Peygamberlere isnad
Günahlar ve Cevapları, Sebat Ofset, Konya, 2002
Özervarlı, M. Sait, Kelam’da Yenilik Arayışları, İsam yay. İstanbul, 1998
Pezdevi, Ebu Yusr Muhammed, Ehl-i Sünnet Akaidi (terc., Şerafettin Gölcük,
Kayıhan yay., İstanbul, 1980
Rağıb el-İsfahani, Müfredat elfazi’l-Kur’an, trc., Yusuf Türker, Pınar yay., İstanbul,
2007
76
Razi, Fahreddin Muhammed b. Ömer el-Hatib, el-Muhassalü efkari’l mütekaddimin
ve’l-Müteahhirin mine’l-ulemai ve’l-hukemai ve’l mütekellimin, Terc. Hüseyin Atay,
Kelam’a Giriş, Kültür Bakanlığı yay., Ankara, 2002
Sabuni, Muhammed Ali, En-Nübüvvet ve’l-Enbiya, terc., Suat Cebeci, Bilal Delice,
Peygamberlik ve Peygamberler, Kültür yay., İstanbul, Tarihsiz
Şahin, Necati, Peygamberlik ve İsmet, Basılmamış YL. Tezi, Konya, 2006
Uludağ, Süleyman, Fahreddin Razi, Ankara, Kültür Bakanlığı yay., 1991
Yavuz, Salih Sabri, İslam Düşüncesinde Nübüvvet, İnsan yay., İstanbul, Tarihsiz
Yavuz, Yusuf
Şevki, “Nübüvvat”, DİA., C., XXXIII, s., 279-285, T.D.V. yay.,
İstanbul, 1995
Yavuz, Yusuf Şevki, “Fahreddin er-Razi” DİA, C. XII, s.89-95, T.D.V. yay. İstanbul.,
1995
Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, (Sdl. İsmail Karaçam vd.),
Azim dağt., İstanbul, Tarihsiz
Yurdagür, Metin, “Hatm-i Nübüvvet”, DİA, C., VI, s., 477-479,
İstanbul, 1995
77
T.D.V. yay.,
Download