Türk Aydınlanması, Türk Çağdaşlaşması, Türk Milliyetçiliği Prof. Dr. Abdullah Gündoğdu (*) Türkiye'nin Batı'yla girdiği ilişkilerin mütekabiliyet(karşılıklılık) esasından uzaklaşıp tek yönlü ve murakabeye dayanan müzakereler halini aldığı durumlarda, aidiyetlerimizle ilgili tartışmaların büyük bir ivme kazanması da kaçınılmaz olmaktadır. Buna bağlı olarak ülkede siyasî ve kültürel ayrışmalara yol açan fay hatlarının faaliyete geçtiği ve merkezkaç eğilimlerin kuvvet kazandığı yıpratıcı bir süreç gündemimizi işgal etmektedir. 1939 Batı İttifakı’na yanaştığımız dönemde ve özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında karşılaştığımız Sovyet tehdidi karşısında Batı'yla bu şekilde tek taraflı edilgen ilişkilerimiz benzer bir süreci yaratmıştı. O dönemin kimlik tartışmaları içerisinde Nevyunanilik, Mavi Anadoluculuk akımlarının tortuları milli dimağımızda izlerini korumaktadır. Bugün de Avrupa Birliği müzakere sürecinin yarattığı benzer bir durumla karşı karşıyayız. Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran Türk milliyetçiliği ile birlikte onun yarattığı Türk Aydınlanmasına ve Türk Çağdaşlaşmasına karşı batıcı, dinci ve bölücü toplu bir saldırı ile karşı karşıyayız. Bütün bu saldırıların hedefinde Türkiye Cumhuriyeti'nin doğrudan kendi varlığı bulunmaktadır. Bu saldırılar, Cumhuriyet Türkiye'sini tarihinin en ağır bunalımıyla yüz yüze getirmiştir. Saldırı sahipleri Türkiye Cumhuriyetini âdeta seksenli yılların Sovyetler Birliği gibi görmektedirler. Türkiye'nin Kıbrıs (*) Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi [37] Prof. Dr. Abdullah Gündoğdu Barış Harekâtını Sovyetlerin Afganistan işgaline dönüştürdükten sonra, ağır siyasî ve ekonomik bunalım ardından bekledikleri başarısız Kızıl Ordu darbesine benzetecekleri bir Türk Silâhlı Kuvvetleri müdahalesine karşı tankların üzerine çıkacak “demokrasi kahramanları” olacakları güne hazırlanmaktadırlar. Şimdiden yabancı fonlarla beslen sözüm ona sivil toplum örgütlerinin bu tür provalara başlamış olmalarına bakılırsa bu hedeflerine kendilerini bir hayli yakın hissediyor olmalılar. Nobel ödüllü Alexander Soljenitsin'e mümasil yazarlarımızı da dikkate aldığımızda hiç de haksız sayılmazlar. Bugünlerde, bu havaya uygun olarak yönetmen Sinan Çetin'in “Mutlu ol! Bu bir emirdir” adlı beş dakikalık kısa bir filmi internet ortamında dolaşıyor. Bu kısa filim güya Türkiye'de yıllar önce uygulandığı iddia edilen bir dayatmayı eleştiriyor. Çetin'in kısa filmi, bir köy evinde söylenen güzel bir türkünün nameleriyle başlıyor. Bir Anadolu köyünde evlerinde oturup şarkı türkü söyleyen ailenin eğlencesi “susun lan” şeklinde soğuk bir emirle kesilir. Bir anda yüzlerine doğrultulmuş tüfeklerin namlularıyla burun buruna gelen aile fertleri neye uğradıklarını şaşırırlar. Eve gelen askerler aile fertlerine bundan böyle türkü çalıp söylemekten vazgeçmelerini, Batılı bestecilerin eserlerini seslendirmeleri gerektiğini anlatmaya çalışırlar. Ne var ki eve girip “Batılı olacaksınız” diye dayatan askerler de Batı müziğinden hayli uzaktır. Emir açıktır. Batılı olunacaktır. Ama sadece bu tuhaf emre uyulmakla kalınmayacak, mevcut durumdan rahatsızlık da gösterilmeyecektir Filmde bağlama ile çalınan 9. senfoninin askerleri de oynatmayı başardığı görülüyor. Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde türküler yasaklanmamış aksine milli kültürümüzün ve folklorumuzun en temel kaynaklarından biri olarak görülmüştür. Film sözde “güçlü bir tek parti dönemi eleştirisi” diye tanıtılsa da esas hedefteki Türk aydınlanması ve Türk çağdaşlaşmasıdır. Sanatçıların tarihi anlatırken bir takım tasarrufta bulunmaları, abartı ve çelişkileri öne çıkararak eleştiri yapmaları anlaşılabilir bir şeydir. Ancak film bu haliyle çarpıtma ve yalan üzerine kurulu bir karşı tarih çalışmasıdır. Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde türküler yasaklanmamış aksine milli kültürümüzün ve folklorumuzun en temel kaynaklarından biri olarak görülmüştür.1 Halil Bedii Yönetken, Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferit Alnar, Necil Kazım Akses ve tek1 Türküler, filimde anlatıldığının aksine Cumhuriyet döneminde değil Osmanlı döneminde taassubun hedefleri olmuş, Aşık Dertli'ye şu dörtlükleri söylemek zorunda bırakmıştır: [38] 21. YÜZYIL Nisan / Mayıs / Haziran 2008 Türk Aydınlanması, Türk Çağdaşlaşması, Türk Milliyetçiliği nisyen Arif Etikan, Rıza Yetişen, Muzaffer Sarısözen’lerin derleme gayretleri ile çağdaş Türk müziğine kaynaklık edecek muazzam türkü arşivimiz oluşturulmuştur. Atatürk'ün müzikte yapmak istediği başta türküler olmak üzere milli müziğimize dayanan evrensel formlarda eserlerin yaratılmasıdır. Bu programın bir parçası olarak Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferit Anlar, Necil Kazım Akses ve Cemal Reşit Rey Türk Beşlisi olarak şöhret kazanmışken böyle bir çarpıtma ancak yukarıdaki tablo ile açıklanabilir. Son dönem fikir hayatımızın parlak bir siması olarak öne çıkan ve hükümetin en donanımlı üyelerinden biri olan Prof. Dr. Mehmet Aydın'ın bir gazete röportajında Türk çağdaşlaşmasını “pozitivist yanı ağır basan, manevî unsurları çok tatmin edici olmayan bir projeydi” diye tanımlaması Türk Aydınlanması ve Çağdaşlaşması üzerine yeniden düşünmemiz gerektiğini hatırlattı. O, başarısız ilân ettiği Türk çağdaşlaşma projesinde Selçuklu ve Osmanlı unsurlarının yeterince yer bulmadığından şikâyet eder. Bu tasarının epeyce bizi bir yere getirmiş olduğunu bilgi ve düşünce dünyamıza önemli katkıları olduğunu belirten Aydın, “Ama yine de göğsümüzü gere gere bir Türk modernleşmesi vardır diyemeyiz”2 hükmünü belirtir. Aslında bu deŞeytan Bunun Neresinde - Aşık Dertli Telli sazdır bunun adı Ne ayet bilir ne kadı Bunu çalan anlar kendi şeytan bunun neresinde Venedikten gelir teli Eriktendir bunun kolu Hey Allahın şaşkın kulu şeytan bunun neresinde Abdest alsan aldı demez Namaz kılsan kıldı demez Kadı gibi haram yemez şeytan bunun neresinde İçinde mi dışında mı Burgusunun başında mı Göğsünün nakışında mı şeytan bunun neresinde Dertli gibi sarıksızdır Ayağı da çarıksızdır Boynuzu yok kuyruksuzdur şeytan bunun neresinde Kaynak: Asik Dertli Yöre: Bolu 21. YÜZYIL Nisan / Mayıs / Haziran 2008 [39] Prof. Dr. Abdullah Gündoğdu ğerlendirmeler makul milliyetçi ve muhafazakâr kesimlerde çoğunlukla paylaşılan görüşlerdir. Türk Milliyetçiliği, Soğuk Savaş döneminin getirdiği mecburiyetler karşısında kendi tarihi ve fikri birikiminin ancak bir kısmını sahiplenerek bir alt kültür biçiminde varlığını devam ettirebilmiştir. Yine de bu dönem milliyetçi aydınların Türk aydınlanması ile olan organik bağını korumuş olmaları bile büyük bir hizmet sayılmalıdır. Fakat bu ara dönem zihni varlığımızı Türk milliyetçiliğinin bütünü saymak büyük bir yanlış olacaktır. Bilgi kirliliğinden kafalarımızın karıştırıldığı bu karmaşık ortam karşısında çarpıtılarak, absürtleştirilerek, karalanarak mahkûm edilmeye çalışılan Türk Aydınlanması, Türk Çağdaşlaşması ve Türk Milliyetçiliği üzerinde yeniden durmak gerekiyor. Bir toplumun yaşayışı, gelişmesi ve her şeyden önce de geleceğine ilişkin sistemli görüşler, o toplumun siyasî düşüncesini oluşturur. Bu düşünce, daimi surette, gerçeklerle, tecrübelerle, o toplumun tarihi, coğrafyası, aidiyetleri, inançları ve maruz kaldığı etkilerin bütün olarak o toplumdaki beklentilere yansıması sonucunda doğar ve gelişir. Kendini bu işlerle sorumlu gören aydınlar olup bitenleri, geçmişi açıkladıkları gibi geleceğin de nasıl o günkünden daha iyi olabileceğine ilişkin tasavvurlarını bu düşünceler etrafında sunarlar. 20. yüzyıl ilk çeyreği siyasî düşünceler açısından bugünü de belirleyecek olan köklü siyasî düşüncelerin teşekkül ettiği, tasavvurlarını hayata geçirme imkânı buldukları canlı ve coşkulu bir kesit olarak her zaman ilgi çekicidir. Bu dönem siyasî düşünceleri Yusuf Akçura'nın önerisi ile genelde “Üç Tarz-ı Siyaset” yani Osmanlıcılık, İslâmcılık, Türkçülük şeklinde değerlendirilir. Ancak bu tarz-ı siyasetlerin dışında Batıcılık,(Garpçılık), Teşebbüs-i şahsî ve Adem-i merkeziyetçiliği savunan Mesleki İctimaî yanında Sosyalist(İştirakiyun) fikirlerini de saymamız gerekir. Her ne kadar bu düşünce akımları bir birleri ile çetin bir mücadeleye girmiş olsalar da bir birlerinden bütünüyle kopuk değillerdir, ayrıştıkları noktalar olduğu kadar birleştikleri noktalar da mevcuttur. Türk Milliyetçiliği, Soğuk Savaş döneminin getirdiği mecburiyetler karşısında kendi tarihi ve fikrî birikiminin ancak bir kısmını sahiplenerek bir alt kültür biçiminde varlığını devam ettirebilmiştir. 2 Yenişafak, 29 Kasım 1999. [40] 21. YÜZYIL Nisan / Mayıs / Haziran 2008 Türk Aydınlanması, Türk Çağdaşlaşması, Türk Milliyetçiliği Bu dönemin diğer düşünce akımları ile kıyaslandığında daha yeni ve en tesirli olacak olan düşünce akımı Türkçülüktür. İmparatorluğun yükünü taşıyan Türklerin yol ayrımına geldikleri bu dönemde, yine kendilerine dayanmaktan başka bir çıkar yolun kalmadığı bir ortamda Türkiye dışından gelen Türklerin de katkısıyla Türkçülük özellikle aydınlar arasında en cazip düşünce olarak öne çıkmıştır. Ülkenin en donanımlı, en kararlı ve en teşkilâtçı aydınlarını bünyesinde barındıran bir düşünce akımı oldukları için ülkenin geleceğini belirlemede en etkin olanlar da bunlar olacaktır. Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Ömer Seyfettin, Hamdullah Suphi, Mehmed Fuad Köprülü, Kâzım Nami(Duru), Mehmed Emin(Yurdakul), Ahmet Hikmet(Müftüoğlu), İsmail Hakkı(Baltacıoğlu), Tekin Alp ve bir yığın edip, yazar, bilim adamı, asker Türkçülük akımı içerisinde yer almışlardır. Genç Kalemler, Türk Yurdu, Küçük Mecmua gibi dergilere, Türk Ocağı gibi kültür yayan derneğe sahip olmuşlardır. 19. yüzyıla damgasını vuran “milliyetçilik” olgusu olmuştur. Milliyetçilikle modernleşme at 19. yüzyıla damgasını vubaşı gitmiş, milliyetçilik her zaman çağdaşlaş- ran “milliyetçilik” olgusu manın lokomotifi olarak sürükleyici bir rol oynamıştır. Bu dönemde Milliyetçilik sihirli değ- olmuştur. Milliyetçilikle nek gibi dokunduğu her toplumu değiştiriyor, u- modernleşme at başı gitlaştığı bölgelerde büyük bir sinerjinin doğması- miş, milliyetçilik her zanı sağlıyordu. 19. yüzyılın ikinci yarısında Milli man çağdaşlaşmanın lobütünlüğünü tamamlayan İtalya ve Almanya kısa sürede dünya siyasetinde belirleyici rol oyna- komotifi olarak sürükleyan düvel-i muazzamadan biri haline gelmişler- yici bir rol oynamıştır. di. Osmanlı Devleti'ndeki Sırplar, Bulgarlar, Romenler ve Arnavutlar milliyetçiliğe dayanıyorlar ve Osmanlı Devleti'nde yıkıcı rol oynuyorlardı. Balkan savaşlarına gelindiğinde Osmanlı'dan kopan bu unsurlar bu sayede Osmanlı Devleti'ne üstün gelecek konuma ulaşmışlardı. Osmanlı Devleti 19. yüzyılda merkezi hüviyetini giderek kaybetmiş, imparatorluğu yaşatmak için tehdit ve parıltı kaynağı olarak gördüğü Batı'yla karmaşık bir ilişkiye girmiştir. Osmanlı’nın monarşik yapısı, hanedana bağlılık, çöken imparatorluğu ayakta tutmak için yatay ayrışmayı esas alan değerlendirmeler milliyetçilik düşüncesinin özellikle Türkler arasında taraftar bulmasını engellemekteydi. Ayrıca imparatorluğun çok uluslu yapısı ve aslî unsur olan Türklerin bu çok uluslu yapıyı yaşatma sorumluluğu yine milliyetçilik düşüncelerine engel olmaktaydı. Bunda, imparatorluğun aslî 21. YÜZYIL Nisan / Mayıs / Haziran 2008 [41] Prof. Dr. Abdullah Gündoğdu unsurunu oluşturan Türklerin, bu imparatorluğu yaşatma sorumluluğu ve bilincine sahip olmaları kadar, milliyetçiliğin dayanacağı Türk tebanın bu bilinçten uzak tutulması da etkili olmuştur. Türkler şehir hayatı dışında kalanlar “köylüler” olarak algılandı. İmparatorluğun kozmopolit yapısı buna ortam hazırlamıştı. Hâkim unsurların imparatorluk içindeki dinamizmi ve etkinlikleri, çöken imparatorluğun yükünü taşımak, diğer kozmopolit unsurların Osmanlı içinde kendilerini güçlü hissetmeleriyle daha da pekişti. Bu kozmopolit unsurlar bir yandan yabancı etkiler ve ayrılıkçı, milliyetçi akımların tesiriyle hoşnut edilmek kaygısıyla daha faal milliyetçilik hareketlerinde bulunurken, Türk unsurlar, bunların aşağılamalarını sineye çekmek zorunda hissetmişlerdir. Ama ne zaman ki imparatorluk dağılmaya sürüklenip yıkılmaya yüz tuttuysa o zaman Türkler milliyetçiliğine sarıldılar. Türkçülük sadece Türkiye'de değil Türkiye dışında da özellikle Rusya Müslümanları arasında bir aydınlanma ve çağdaşlaşma yolu olarak kendi özel şartları içerisinde vücut bulmuştur. Türk Aydınlanması tek bir merkezde değil bir birinden bağımsız bir çok mekânda doğup gelişmiş sonra bu çizgiler bir araya gelerek özgün bir terkip oluşturmuştur. Bu mekânları Türkiye, İdil-Ural ve Azerbaycan olarak sınırlayabiliriz. Rusya'daki sosyo-ekonomik ve siyasî gelişmelere bağlı olarak Rusya'nın Orta Asya ve Uzak Doğu'yla olan ticaretinde aracı rolü üstlenen Tatarların zamanla ticarette ve bürokraside yükselişleri Türk milliyetçiliğini doğrudan etkileyen Tatar burjuvazisinin doğmasına imkân verdi. 18. yüzyılın sonlarına doğru II. Katerina döneminde Rusya'nın Müslüman Türklere karşı tutumunu yumuşatmasının ardından sosyal, kültürel ve ekonomik durumları hızla iyileşen bu kesimler bir yandan kendi köklerine ilgi duyarken bir yandan da çağdaş hayatı kavrayacak yenileşmeci bir tavır içerisine yöneldiler. Bunları yaparken kendi dindaşları ve soydaşları olan Osmanlı Türkleriyle ilişki kurma gereği ortaya çıkmıştı. Azerbaycan'da ise daha çok, petrolün bu-lunması ve işlenmeye başlanmasından sonra İdil-Ural sahasındaki Türklerinkine benzer şekilde sosyo-ekonomik olarak canlanma imkânı bulunacaktır. Türk Aydınlanması tek bir merkezde değil bir birinden bağımsız bir çok mekânda doğup geliş-miş sonra bu çizgiler bir araya gelerek özgün bir terkip oluşturmuştur. 20. yüzyıla gelindiğinde Çarlık Rusya'sı Türk illeri sahasında genişlemesinin bir sonucu olarak Osmanlı'dan daha kalabalık Müslüman Türk nüfusa sahip olmuştu. Refahın ve serbestiyetin artmasına bağlı olarak canlanan kül[42] 21. YÜZYIL Nisan / Mayıs / Haziran 2008 Türk Aydınlanması, Türk Çağdaşlaşması, Türk Milliyetçiliği tür hayatı ilk olarak Kazan'da yenileşmeci(ihyacı) bir İslamî anlayışın doğmasına zemin hazırladı. Bu şekilde yetişen İslâm uleması sadece Türk dünyasında değil, bütün İslam dünyasında etkili olan genel aydınlanma hareketini başlatacaktır. Bu öncü ulema içinde; İmenli Abdurrahim, Abdürnasir Kursavî, Şehabettin Mercanî, Kayyum Nasirî, Hüseyin Feyizhan gibi Kazan Türklerinin medenî uyanışına öncülük eden isimleri örnek veririz. Bunlardan Şehabettin Mercanî bir yandan modern tarihçilik yöntemleriyle Türklerin tarihini ortaya koyarken, diğer yandan da İslamî geleneği modern bir yoruma tabi tutuyordu. Bu aydınlar içinde tarihçi, dilci, edebiyatçı alimler Türk çağdaşlaşması ve aydınlanmasının özgün bir birikimini oluşturdular. Rus aydınlanmasının da getirdiği imkânlardan azamî ölçütte yararlanan bu öncüler eğitim- öğretim işini en temel uygulama alanı olarak görmüşlerdir. Eski medrese anlayışı ve uygulamaları yerine Rus okullarıyla rekabet edebilecek yeni bir anlayışa ihtiyaç vardı. Bu anlayışın çabaları önce İdil- Ural Türklerinde, sonra da bütün Rusya Müslümanları arasında “Cedidçi”(yenileşmeci)/”Kadimci”(tutucu) diye iki akımın doğmasına yol açtı. Cedidçi düşünceleri, gelişmiş bir programla hayata geçiren Türk aydınlanmasının en önemli şahsiyetlerinden biri olan İsmail Gaspıralı'nın bu eğitim reformu kısa sürede Rusya'yı sarmış, başta Kazan Türkleri olmak üzere reformun ulaştığı her yerde ciddî bir canlanma meydana gelmiştir. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde bu eğitim ve öğretim çabalarının sonucu olarak Kazan Türklerinin okumayazma oranı Ruslarınkinin üstüne çıkmıştır. Bu gelişme Türkiye'de de milli bilincin oluşmasında çok önemli bir etken olmuştur. Türkiye'de 1908 Jön Türk Devrimi zamanlama açısından ilginç bir 21. YÜZYIL Nisan / Mayıs / Haziran 2008 [43] Prof. Dr. Abdullah Gündoğdu döneme denk gelmişti. Rusya istibdada dönerken Türkiye özgürlüğe yönelmişti. Rusya'da 1905 Devrimi'ne karşı gelişen irticaın sonucunda Çar’ın, Rusya'daki Müslümanların düşünce ve basın özgürlüğü başta olmak üzere bütün özgürlüklerini kısıtlayan, 1907- 1908 gerici baskı hareketinden sonra Kırımlı, Tatar, Azeri aydınlardan oluşan kalabalık bir seçkinler ordusu Türkiye'ye akmıştı. Nitekim Temmuz Devrimi'ni izleyen birkaç ay içerisinde Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Mehmed Emin Resulzade, Abdürreşit İbrahim, Hüseyinzade Ali, Ayaz İshaki, Halim Sabit gibi isimler bunların başlıcalarıydı. Bunlar yeni yönetim tarafından çok iyi karşılandılar. Göçmen örgütleri kurulmuş, özgürlüğe yelken açmış Türk 24 Temmuz 1908 devri- düşünce ve kültür hayatı onların rüzgârıyla daha sağlıklı, daha özgün ve siyasî hayatı gölgede bımi ile kurulan meşrutî rakacak daha köklü bir devrim yaşıyordu. Onlaidare Türkçülüğün Osrın siyasî hayattaki etkileri de görülmekte gecikmanlı Türkiye'sinde ser- meyecektir. Bu buluşmanın tarihi bir tesadüften bestçe faaliyet gösterebi- öte bir anlamı olmalıydı. Ağaoğlu, Akçura ve leceği ve bir süre sonra Ziya Gökalp gibi aydınlar Jöntürk devrimini olumlu karşılamakla birlikte bunu yeterli görmüda iktidara geleceği bir yorlar sadece siyasî bir değişiklikle sınırlı kalmaortam yaratmıştı. masını umut ediyorlardı.3 24 Temmuz 1908 devrimi ile kurulan meşrutî idare Türkçülüğün Osmanlı Türkiye'sinde serbestçe faaliyet gösterebileceği ve bir süre sonra da iktidara geleceği bir ortam yaratmıştı. Artık diğer ülkelerdeki soydaşları da Türkçülerin ilgi alanına girmeye başlamıştı. Çarlık Rusya'sı hâkimiyeti altında Osmanlı topraklarından daha fazla Türkün yaşadığı gerçeğini fark ettiler. Türk derneğinin kurulması ile bura Türkleri temsilcileri davet edilmiş ve bunlar kısa bir süre sonra İstanbul'da görünmeye başlamışlardı. Azerbaycan Türkleri bunlar içinde güçlü bir kanat oluşturuyordu. Bunların başında Ağaoğlu, Hüseyinzade, Yusufbekov, Şair Mehmed Hadi, Karabekov vardı. Bunlar Türkçülük çalışmalarında çok önemli görev üstlendiler. Gaspıralı, Akçura ve Hüseyinzade İttihat Terakki'nin yüksek kuruluna katılmaya davet edilirken Agaoğlu, İstanbul eğitim müfettişliğine atanmıştı. Her zaman verimli bir yazar olan Ağaoğlu, bu süreçte İran yanlısı tavrından Osmanlı merkezli 4 Türkçülüğe uzanan siyasî evrim çizgisini tamamladı. 3 François Georgeon, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri Yusuf Akçura (1876-1935), çev. Alev Er, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 3. baskı, İstanbul, 1999, s. 61, 85. 4 Tadeusz Swietochowski, Müslüman Cemaatten Ulusal Kimliğe Rus Azerbaycan'ı 19051920, Tercüme Nuray Mert, Bağlam Yayınları, İstanbul 1988, s. 104-105. [44] 21. YÜZYIL Nisan / Mayıs / Haziran 2008 Türk Aydınlanması, Türk Çağdaşlaşması, Türk Milliyetçiliği Türk Yurdu'ndaki Türk Aleminden başlığını taşıyan günlük fıkralarda siyasî, içtimaî ve kültürel meseleler, Türk dünyasının bütünü ve Türklük nokta-i nazarından ele alınıyordu. Bunun sonucunda kamuoyunda Osmanlı bakış açısının yerini Türkçü bakış açısı, Türklerin başlı başına bir dünya oluşturdukları, kendilerine özgü gelişme çizgileri ve sorunları olduğu düşüncesi taraftar toplamaya başlamıştı. Bugün de kullandığımız “Türk Dünyası” kavramı bu dönemim ürünüdür. Türk Yurdu'nda Akçura ile birlikte, Rusya'da ortaya çıkan Müslüman Türk-Tatar burjuvazisinin ilerlemeci ideolojisi olan Türkçülük Osmanlı toplumunda örnek bir model olarak sunulmaktaydı. 1910'lardan sonra Türkçü aydınlar arasında “halk” kavramı yeni bir ilgi alanı hâline geldi ve bu ilgi sonuçta yeni bir derginin, “Halka Doğru” dergisinin yayına başlamasıyla sonuçlandı. Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Celâl Sahir, Hüseyinzade Ali, MehTürk Yurdu'nda Akçura med Emin gibi Türk Yurdu yazı kurulunda bulunan arkadaşlarıyla Ağaoğlu halkçılık düşünce- ile birlikte, Rusya'da or5 sinin de öncüsü oldu. Böylece, Kemalizmin taya çıkan Müslüman “Altı Ok”unun birinin de düşünsel temelleri o- Türk-Tatar burjuvazisiluşturulmuş oluyordu. Ağaoğlu'nun içinde bu- nin ilerlemeci ideolojisi lunduğu Türkçü aydınların çağdaş, laik, milli ve halkçı bir devlete giden yolda ne denli katkı olan Türkçülük Osmanlı yapmış olduğu açıktır. İkinci Meşrutiyet dönemi toplumunda örnek bir siyasi alandaki projelerinde başarısız bir görü- model olarak sunulmaknüm çizmekle beraber, düşünce alanındaki söz taydı. konusu özgün yapısı ile değerlidir. Türk Ceditçiliğinden Kemalizm'e kadar Türk çağdaşlaşmasında kadın hakları ve kadının toplum içerisinde konumunun yükseltilmesi konusu öncelikli bir yer tutar. İsmail Gaspıralı daha 1881'de Tavrida Gazetesi'nde Rusça olarak yayınlanan meşhur makalesinde kendi ilân ettiği programında. “Müslüman kadının hürriyete kavuşturulmasını” ön görüyordu. 1906 yılında Gaspıralı'nın Tercüman'ı yanında çıkardığı bu amaca hizet eden “Âlem-i Nisvan”(Kadınlar Alemi) adlı dergi kızı Şefika hanım tarafından 1910 yılına kadar devam ettirilecektir.6 Ağaoğlu'da hayat hikâyesinde değindiğimiz gibi; 1900 yılında “İslâm ve Ahund” adıyla yazdığı din adamlarındaki yozlaşmayı ve Azerbaycan'da mezhep ayrılığının İslâm'a vermiş olduğu 5 François Georgeon, Türk Milliyetçiliğinin., s. 70, 102, 108-110. 6 Nadir Devlet, Rusya Türklerinin Millî Mücadele Tarihi (1905-1917), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1999, s. 18, 191. 21. YÜZYIL Nisan / Mayıs / Haziran 2008 [45] Prof. Dr. Abdullah Gündoğdu zararları anlatan risalesi basılmamış elden ele çoğaltılarak dağıtılmıştır. 1901 yılında yazdığı “İslâm'a Göre ve İslâm'da Kadın” adlı diğer risalesini Rusça olarak Tiflis'te yayınlamıştır. Ağaoğlu, bu risalesinde “Müslümanların kurtarılması, onların manevî, hatta siyasî kalkınmaları yalnız iki meselenin halline bağlıdır. Kadın meselesi ve alfabesinin ıslahı” diye yazar. Eserinde kadınların insanî haklardan mahrum tutulmasının İslâm'a da uymadığını anlatmaya çalışmıştır.7 Osmanlı Devleti dağılırken, devleti yaşatmayı kendilerine vazife bilen milliyetçi aydınlar bile, kafalarında değişmez ve yenilmez bir Batı ön kabulü olduğu için, bunu büyük Batılı güçlerin desteği olmadan yapamayacaklarına inanıyorlardı. Onlar için devletin yaşatılması hiç olmazsa ömrünü bir süre daha sürdürmesi en temel öncelik idi. Milliyetçilik ise en fazla, bunu temin için gerekli bir güç kaynağı olabilirdi. Dağılma sürecine tanıklık eden söz konusu aydınlardan, o günün şartlarında millî bir devlet ve laik bir cumhuriyeti umut etmelerini beklemenin onlara haksızlık olacağı kesindir. O dönem için çok uluslu Osmanlı Devleti'nin yıkıntıları üzerinde millî bir Türk devletinin kurulması, öngörülebilecek bir süreç değildi. Buna karşın ortaya çıkan eser, o zamanki Türk millî bilincinin teorik birikiminin ilerisinde bir pratiği temsil ediyordu. Bunda kuşkusuz, Batı'ya karşı kendinde büyük bir özgüven duyan ve bu özgüveni inşa etmekte olduğu milletine de kazandırma konusunda ka8 rarlı olan Atatürk'ün liderlik başarısının payı ne kadar vurgulansa azdır. Sovyetlerin başına gelenlerin Türkiye Cumhuriyeti'nin de başına gelmesini murat edenlerin önünde en büyük engel Türk Aydınlanması, Türk Çağdaşlaşması ve Türk Milliyetçiliğinin hâsılası olan Atatürkçülüğün olduğu açıktır. İçerde ve dışarıda aidiyetlerimizin bu denli saldırı konusu yapılmasının başka bir izahı bulunmamaktadır. Cannes Film Festivalinde Üç Maymun adlı filmiyle en iyi yönetmen ödülü alan Türk yönetmen Nuri Bilge Ceylan'a Ödülü aldıktan sonra yaptığı teşekkür konuşmasında "Bu ödülü birisine adamak istiyorum: Tutkuyla sevdiğim, yalnız ve güzel ülkeme..." sözlerini söyleten bu saldırıların bıraktığı yalnızlık duygusu olsa gerek. 7 Yusuf Akçura, Yeni Türk Devletinin Öncüleri, 1928 Yılı Yazıları, Kültür Bakanlığı yayınları, Ankara, 1981, s. 180-183. 8 A. Gündoğdu, “Yusuf Akçura ve Şark Meselesi”, Osmanlı'dan Lozan'a Batı'nın Paylaşım Projeleri, Başkent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi yayını, s. 589- 610. [46] 21. YÜZYIL Nisan / Mayıs / Haziran 2008