Çağrı Rum Katolik Kilisesi Dergisi – Haziran 2015 – Sayı 18 İsa Mesih Göğe Yükseliş Bayramın anlamı İbraniler Mektub’u böyle der: Bu sebepten İsa şöyle diyor: “Ben bulmamaktayız. İsa göğe çıkıyor, “Çünkü Mesih, asıl kutsal yerin üzerinize Baba’nın söz verdiğini Baba’nın sağında oturmakta, örneği olup elle yapılmış kutsal size gönderiyorum”. Kutsal Ruh herkesin yargıcıdır. Bunlar yere değil, ama şimdi bizim için sayesinde kendi bencillik ve anlaşılması kolay figürlerdir, ama Allah’ın önünde görünmek üzere zayıflıklarını aşabileceklerdir. O, bizi yine de şaşırtırlar. Bu şeyleri asıl göğe girdi”. Bu sözlerle Mesih hem onlara cesaret verecek ve söyledikten sonra içimizde kalması İsa gerçek Başkâhin kabul gerçeği gösterecek, hem de onları gereken ışık, İsa’nın otoritesinin, edilmektedir. Eski Antlaşmanın dinleyenlere. Allah’ın otoritesi olduğudur; o kâhinleri O’nun sadece bir Havarilerin aldıkları görev şu halde O’nun bize söylediklerine görüntüsü, önceden bildiril- olayla değişmez oluyor: İsa, güvenebiliriz ve güvenmeliyiz ve mesiydi. Mesih İsa gerçek kâhin, “Onlardan ayrıldı ve göğe kararlılıkla kendimizi O’na emanet Allah ile biz günahkarlar arasındaki yükseldi”. O artık görülmez oldu: edebiliriz. Ayrıca tek önemli şey ve aracıdır. Allah O’nun aracılığıyla Bundan sonra yaşamları sadece başkalarına karşı besleyeceğimiz en bize konuşur ve lütuflarını verir ve O’nun sözleriyle aydınlanacaktır. gerçek ve anlamlı sevgi, onların biz O’nun aracılığıyla kendimizi Onlar Kutsal Ruh’u içlerinde İsa’yı tanımalarına, O’nunla Baba’ya sunarız. O, tapınağa, hareket edecek bir kuvvet gibi karşılaşmalarına ve O’nun sözlerini oradaki kâhinler gibi kurban edilen beklemekteler ve sonra gerçekten yaşamalarına yardım etmektir. hayvanların kanını sunmak için de O’nun dediklerini yapacaklar- Yaşamı değerli kılan, ona sevinci girmiyor, O bugün Allah’ın önüne dır: “Günahların bağışlanması için veren ve günün her dakikasına kendi kanı ile geldi. Bu şekilde O, tövbe çağrısını vaaz edecekler. anlam kazandıranlar, işte bunlardır, günahımızı yok etti. Biz İsa’nın gökte ve Baba’nın sağında yani İsa’nın sözleridir. İsa göktedir: günahkarlar için kendini sundu. olduğunu, Allah gücüne sahip Bu sebepten bizler, İsa’yı Mektup şöyle devam etmektedir: olduğunu bildiklerinden O’na itaat düşündüğümüzde, O’nu dinlediğiBizim Allah’a ulaşmamız için, etmekten çekinmeyeceklerdir: O’na mizde, göksel oluruz. İsa’yı “yeni ve canlı bir yol açtı”. Ölen ve itaat etmek, yapabilecekleri en sevenlerin, O’nu tanıyanların, dirilen Mesih İsa yoldur: Baba’dan doğru ve kutsal şeydir! Biz onlarla O’nunla birlikte yaşayanların uzaklaşmış olan bizler O’na dönme birleşeceğiz. Eğer İsa ölülerden güzelliğini ve iyiliğini görüyoruz. imkanımız var ve Adem’in dirildiyse ve yerden göğe çıktıysa, İsa ile birlik olduğumuzda bizler de başlangıçta O’nunla yaşadığı o zaman gerçekten kendimizi daha güzel, daha iyi, daha anlayışlı dostluğu tekrar elde edebiliriz. O’nun sözlerine emanet edebiliriz. oluruz ve aklımıza bilgeli ve Yeniden ümit edebiliriz, geleceğe İsa sözlerini etkisiz bırakmıyor ve merhametli düşünceler gelir. O, bakabiliriz, yaşamımızın onları düşünce ve eylemlere göklerde, ama uzakta değil. O, kaybolmadığına, tersine sonsuzluk dönüştürenlerin aldatılmasına izin O’na sevgiyle ve cömert bağlılıkla için değer kazandığına emin vermiyor. her baktığımızda bizleri göksel olabiliriz. kılmak için göklerdedir. O, Dirilmiş İsa, şakirtlerine gözükünce hepimizi, beni ve seni, O’nun onlara güven veriyor; “tüm yanına götürebilmek için göğe milletlere tövbe etmeyi ve çıktı, öyle ki yeryüzünde de biraz günahları affetmeyi” vaaz edenler, gök olsun, hatta bulunduğumuz her onlar olacaklar. Bunu yer Baba’nın sevgisini çevreleyen yapabileceklerdir çünkü O öldü ve ışık ve barışla parlasın. ölülerden dirildi. Gerçekten de Paskalya’da İsa Mesih’in ölülerden diriliş, O’nun ölümüne Allah şanla ve görkemle dirilişini tarafından kabul edilen sonsuz ve kutluyoruz. Paskalya devresi yani mükemmel bir sunuşun değeri Diriliş dönemi iki önemli olayı kazandırıyor. Sadece İbraniler içerir: Bunlarda birincisi Yükseliş değil, tüm milletler tövbe etme Günü, ikincisi ise Pentekost imkanına kavuşacaklar ve Bayramıdır. Dirilişten itibaren kırk affedilebileceklerdir. Tüm milletler, gün süreyle İsa Mesih elcilere hangi dinden olurlarsa olsunlar, görünüp onlara Tanrı’nın egemenKurtarıcıyı tanıyıp, kurtuluşundan liğine dair konuşmuştur. faydalanabileceklerdir. Şakirtler, Bugünkü gizem hayret edicidir ve Rab göğe yükselmiştir, Gökleri kendileri günahkarsa, günahların bizim için neredeyse anlaşılmazdır, aşmıştır; çünkü Rab çarmıhta ölmüş affını nasıl vaaz edebileceklerdir? çünkü onu açıklayacak sözler ve dirilmiştir. Evet, kalbimiz O’nu izlesin diye Rabbimiz İsa Mesih göklere yükselmiştir. (Aziz Augustinus). Merhamet işleri ACIKMIŞLARA YİYECEK, SUSAMIŞLARA İÇECEK VERMEK "Acıkmıştım, bana yiyecek verdiniz" 2. 1. EKMEK TANRI’NIN NİMETİDİR Mezmurlar birçok kez Tanrı’nın eli bolluğunu ve çocukları olan insanları nasıl doyurduğunu ele alırlar: "Ot büyütürsün sürüler için, ve bitkiler, insanın kullanması için, topraktan çıkarır insan ekmeğini; şarap sevindirir onun yüreğini, yağ yumuşatır yüzünü, ekmek güç verir onun yüreğine" (Mezmur 103,1415). "Gözleri senin üzerinde, hepsi umut içindeler: zamanında verirsin onların yiyeceklerini; Açarsın elini: doyurursun sevdiğin tüm yaşayanları" (Mezmur 144, 15-16). "Şiddetli kuraklık devresinde peygamber İlyas, Sayda’nın Tsarefat şehrindeki dul kadından biraz yiyecek istiyor; kadın elinde hemen hemen birşey kalmadığını ve artık ölümü beklediğini söyleyince, 3. İlya şöyle yanıtlıyor: "Korkma; git ve dediğim gibi yap; ancak önce benim için ondan küçük bir pide yap da bana getir, kendin için ve oğlun için sonra yaparsın. Çünkü İsrail’in Allah’ı Yehova böyle diyor: ‘Rab toprak üzerine yağmur vereceği güne kadar küpte un tükenmeyecek ve tulumda yağ eksilmeyecek’" (I. Krallar 17, 13-14). İsa ekmekleri çoğalttığı zaman Tanrı’nın insanları doyurduğunu göstermeye devam etti. Aziz Matta, İsa’nın merhametle dolu sözlerini bize iletiyor: "Halka acıyorum: üç gündür yanındalar, yiyecek hiç bir şeyleri de yok. Onları aç aç evlerine göndermek istemiyorum, yolda bayılabilirler" (Matta 15, 32). ANCAK ONU KARDEŞÇE PAYLAŞMALIYIZ Allah’ın 40 yıl boyunca her gün çöldeki halkına gönderdiği man, büyük bir olasılıkla O’nun nimeti olarak görüldüğü için ve halk tanrısal takdire güvendiği için bir günden diğerine saklanmıyordu; böylece İbraniler onu biriktiremiyorlardı. "Günlük ekmeğimizi bize ver" dediğimizde "bugün" için ekmek istediğimizi belirtiyoruz, çünkü yarın Rab bizi düşünecektir. Açlığın yeryüzüne yayılmasının nedeni Tanrı’nın bize yeterince yiyecek vermemesi değil, insanın bencil olmasıdır. Yeruşalim’de havarilerle yaşayan ilkel Hristiyan cemaati bunu çok iyi anlamıştı: "Mallarını mülklerini satıyor ve bunun parasını herkese ihtiyacına göre dağıtıyorlardı" (Elçilerin İşleri 2,45). DÜNYADA AÇLIK SORUNU Bizler İsa tarafından, acıkmışlara gerekli yiyeceği vermeye çağrıldık. Ancak hiçbirimiz ülkesinde açlar olmadığını ve birçok yoksulluk ve sefalete rastlanmadığını ileri süremez! Günümüzde, dünyanın birçok yerinde (özellikle güney yarımküre) açlık korkunç bir güncel olaydır; her yıl sözün tam anlamıyla açlıktan ölenlerin sayısı onlarca milyondur. Mesih’in uğruna öldüğü milyonlarca kardeşimizi ilgilendiren bu korkunç soruna karşı hiçbir Hristiyan duyarsız kalamaz! "Sizde olanı verin, size verilecek. İyice bastırılmış, silkelenmiş ve taşmış, dolu bir ölçekle kucağınıza boşaltılacak. Hangi ölçekle ölçerseniz, size de aynı ölçek uygulanacak" (Luka 6, 38) Öncelikle: * Dünyada yiyecek var, hem de bol bol, tüm insanları doyuracak kadar; yeryüzünün büyük bölümü henüz keşfedilmedi... Yiyecekle birlikte, onu dünyanın dört bir yanına dağıtma olanağı da var. Herkese gerekli yiyeceği ulaştırmayı önleyen, insanın bencilliğidir: en zengin ülkelerin ekonomik politikaları kendilerini daha da zengin etmek üzerine kuruludur... bu arada yoksullar seyrederler. Açlık çeken ülkeleri bu üzücü durumlarından çıkarmak için kalkınma planları yapmak yeterli değildir. Kar ve tüketim mantığı özellikle sanayileşmiş toplumlarda hüküm sürmektedir, bir taraf büyük zenginlik sahibi olurken diğer tarafın sefaleti ölçülemeyecek boyutlara ulaşmaktadır. * Aç olanlara gerçekten yardım etmek için biz ne yapabiliriz? EFKARİSTİYA’NIN PATLAYICI GÜCÜ 1. "Kardeşlik Karemi" sırasında her yıl yaptığımız Komünyon’a gitmek, İsa’yı şekilde acil yardım her zaman yararlı ama yeterli değildir. Bu tür almak yalnızca basit bir içsel, "ruhsal" yardım aç olanı doyurur ama o yoksul ve acıkmış halde kalır. 2. Günümüzde açlık dramı o kadar bilinen ve görünen bağlılık değildir. Kendini bizim bir kavramdır ki kimse: "Bilmiyordum" diyemez. Ancak daha yiyeceğimiz yaparak kör bencilliğimizi fazla bilinmesini sağlamalıyız, çünkü bencil olan bizlerin eğilimi uyaran İsa’nın çığlığıdır. Yoksulları, açları unutarak Komünyon’a gitmek unutmaktır, endişelendirilmemek için saklamaktır. 3. Bilmek yeterli değildir; bu açlık sorunlarına çok mümkün değildir! Efkaristiya, herkesin daha duyarlı ve dikkatli olan yeni bir zihniyet yaymalıyız; herkes Babası olan Tanrı’nın tahtı önünde öç bunun hakkında daha fazla konuşmalıdır ve konuşabilir; ailede, alır. Efkaristiya’yı anlamak için Yakub’un Mektubunun 2. bölümünün okulda, işte, arkadaşlar arasında... Aramızda yoksul ülkelerden göç etmiş kişilerin varlığı bizde ilk 13 satırını okumak gerekir. Yalnızca ağırlama, sevgi, dayanışma tepkileri oluşturmalıdır; kuşku ve birkaç alıntı yapıyoruz: "Siz yoksulun kırdınız! Sizi sömüren yargılama değil... Biz de onlar da Mesih İsa tarafından onurunu zenginler değil mi? Sizi mahkemelere kurtarılmış değil miyiz? 4. Özellikle gençler yeteneklerini ve çalışma alanlarım sürükleyen onlar değil mi? Size verilen aç halkların hizmetine sunabilirler: mühendisler, doktorlar, yüce isme küfreden onlar değil mi?" ekonomistler, teknik elemanlar, hemşireler,... hepsi dünyanın (Yakup 2,6-7). Bizi İsa’yla birleştiren muhtaç olan kişilere karşı daha kardeşçe yaklaşmasına yardımcı Efkaristiya, İsa’nın söylediği gibi olabilirler. 5. Daha da cömert olanlar gerçek bir kalkınmayı başkalarında kendisini görmemiz için desteklemek amacıyla Üçüncü Dünya Ülkelerine gidebilirler. bizi yoksulları ve açlarla birleştiriyor. Rahibe Teresa tarafından tüm dünyaya yayılan iyilik zincirini düşünelim. 6. Kendi aramızda, bencil ve zengin ülkelerimizde, her türlü haksızlık, adam kayırıcılık karşısında başkaldırmalıyız: bizim aramızda da aç bırakan ve öldüren bencillik var... Kimse bilinçli bir şekilde yerini kaybetmek veya alayla karşılaşmak korkusuyla bu denli kokuşmuş, çürümüş sistemlere uyamaz. Tanrı bunların hesabını soracak! 7. Günlük küçük hareketlerden başlayalım: lüks yemeklere hayır, "zenginler arası armağanlara” hayır, fazladan harcamalara hayır... İçtiğimiz her fincan kahve uzak halkların sömürülmesine mal oluyor. En basitinden en karmaşığına kadar birçok eşya kullanıyoruz ve eğer bunların ham maddesini üreten toplumlar bizim yüksek ücretlerimizle ödenseydi bu eşyalara ne kadar daha fazla öderdik! Biz yoksulların hayırseverleri değiliz, tam tersi yoksul halklar bizim hayırseverlerimiz, biz zenginlerin hayırseverleridirler, çünkü kendi hayatları pahasına bizim rahatımızı sağlıyorlar. Birinci yüzyıl Anadolu kiliseleri Antakya Kilisesi İncil’de bahsi geçen bölümler: Elçilerin İşleri 6:5; 11:19-30; 13:13; 14:26-15:3, 22-40; 18:22-23. Hristiyan alemi için Antakya son derece önemli bir yerdir. Antakya’da ilk kez İsevi cemaate bugün kullandığımız “Hristiyan” ünvanı bahşedilir. (Hristiyan, “Hristos” yani Grekçe “Mesih” kelimesinden türemiştir ve “Mesih izleyicisi” demektir). Büyük İskender’in ölümünden sonra kurulan şehir MÖ. 64 senesinde Roma tarafından fethedilir ve M.S. 1.yy’da Efesle beraber Anadolu’nun en büyük şehri olur. Elçilerin İşleri 11. bölümden anladığımız kadarıyla birçok İsevi Yahudi M.S. 45 senesinde Filistin topraklarında yaşanan zulüm ve baskı dönemi sırasında Antakya’ya kaçmıştır. Böylece Anadolu’nun ilk kilise cemaati de oluşmuştur. İncil anlatısına göre: “Kıbrıslı ve Kireneli [imanlılar] Antakya’ya gidip Grekler’le de konuşmaya başladılar. Onlara Rab İsa’yla ilgili Müjde’yi bildirdiler… Rab’bin gücü sayesinde çok sayıda kişi inanıp Rab’be döndü. Olup bitenlerin haberi, Kudüs’teki kiliseye ulaştı. Bunun üzerine imanlılar Barnaba’yı Antakya’ya gönderdiler. Kutsal Ruh’la ve imanla dolu, iyi bir adam olan Barnaba, Antakya’ya varıp Tanrı lütfunun meyvelerini görünce sevindi. Herkesi, candan ve yürekten Rab’be bağlı kalmaya özendirdi. Sonuç olarak Rab’be daha birçok kişi kazanıldı.” (Elç. İş. 11:20-24) Görünüşe bakılırsa Antakya’da ilk defa Grek ve Yahudi kökenli olmayanların çoğunluğu oluşturduğu bir cemaat ortaya çıkar. Cemaatin ilk önderi Barnaba’dır. Barnaba önderlik yaptığı dönemde Pavlus’u Tarsus’tan getirir ve onu yardımcısı olarak 1 sene boyunca çalıştırır. Her ikisi de büyük kitleleri eğitirler. M.S. 46 senesinde ise Antakya dahil olmak üzere, doğu Akdeniz toprakları ağır bir kıtlık dönemi yaşar (bkz. Elç.İş 11:27-30). Antakya cemaati kendilerini düşünmek yerine bu durum karşısında Kudüs’teki cemaate maddi yardım gönderir ve böylece geriye büyük bir fedakarlık örneği bırakmış olur. Kısa bir süre sonra Barnaba ve Pavlus Anadolu’ya müjdeleme odaklı yolculuklar yaparlar ve cemaat önderliği başkasına (belki de Havari Petrus’a) devredilir. Antakya kilisesi’nin üçüncü önderi Ignatius (M.S. 83-115) en önemli ‘Havarisel Babalardan’ bir tanesidir (Havarisel Babalar 12 Havarinin müritlerine verilen isimdir). Kendisi Roma’ya infaz için götürüldüğünde Anadolu’da bulunan 7 kilise cemaatine mektuplar yazar (Bu Vahiy’de bahsi geçen kiliselere yazılan mektuplarla karıştırılmamalıdır.) İzmir (Smyrna) cemaatine yazdığı mektupta Matta 3:15’den alıntı yapar. Bu Antakya kilisesinin erken bir dönemde Matta müjdesiyle tanıştığını ve ibadet için okuduğunu işaret etmektedir. Antakya’da veya çevresinde oluşan cemaatlerin geriye bıraktığı önemli katkılar arasında 1. ve 2. yüzyıla tarihlenen iki belge bulunmaktadır: (1) “Didake” diye adlandırılan ilk kilise tören rehberi ve (2) “Süleymanın Övgüleri” adıyla bilinen ilk kilise ilahi kitabıdır. Roma dönemine ait arkeolojik eserleri görmek isteyenler Hatay Arkeoloji Müzesini ziyaret edebilirler. St.Pier kilisesi diye bilinen kayaya işlenmiş kilise en erken 3. veya 4. yüzyıla dayanmaktadır. Bunun dışında 2. yüzyıla dayanan su kemeri kalıntıları (Memekli köprüsü) ve Altınözü istikametinde bulunan surlar bu dönemden kalma diğer kalıntılardır. (Kaynak: www.inciltarihi.com - KK Arkeolojisi) KUTSAL KİTAP KAHRAMANLARI “Bırakın, çocuklar bana gelsin, onlara engel olmayın!" “EYÜP” Merhabalar Sevgili Çocuklar! Nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Bu ay ki kahramanımız EYÜP. Eyüp İsa Mesih’ten çok önceleri yaşamış; kusursuz, doğru bir adamdı. Tanrı’dan korkar, kötülük yapmaktan kaçınırdı. Ve doğuda yaşayanların en zengin insanıydı. Yani hem ruhsal hem de dünyasal olarak birçok insanın olmak istediği gibi bir adamdı. Bunların dışında Eyüp’ü özel kılan bir de hikâyesi vardı. Eyüp’ün hikâyesini öğrenmek ister misiniz? Hadi o zaman başlayalım… Bir gün ilahi varlıklar Tanrı’nın huzuruna çıkmak için geldiklerinde Şeytanda onlarla birlikte geldi. Rab Şeytan’a nereden geldiğini sordu. Şeytan da dünyada gezip dolaşmaktan deyince Rab O’na Eyüp’ü görüp görmediğini sordu. Ve O’nun ne kadar iyi ve doğru biri olduğunu anlattı. Ancak Şeytan’ın iddiasına göre eğer Tanrı, Eyüp’ten elini çekerse, O’na yardım etmeyi bırakırsa Eyüp Tanrı’ya kızacak, sövecekti. Yani Şeytan’a göre Eyüp’ün iyi olmasının nedeni Tanrı’nın onu bereketli kılmış olmasıydı. Tanrı bunu kabul etmedi ve Eyüp’ün böyle bir şey yapmayacağını söyledi. Şeytan Tanrı’dan Eyüp’ü denemek için izin istedi. Tanrı izin verdi. Şeytan ilk önce onun çocuklarının hepsini öldürdü. Ve daha sonra sahip olduğu bütün zenginliği elinden aldı. Bunun üzerine Eyüp; “Bu dünyaya çıplak geldim, çıplak gideceğim, Rab verdi, Rab aldı, Rabbin adına övgüler olsun!!!” dedi. Bütün bu olaylara karşın Eyüp günah işlemedi ve Tanrı’yı suçlamadı. Ne kadar büyük bir sabır örneği değil mi çocuklar? Hem bütün çocukları öldü, hem de zenginliği elinden alındı ama Eyüp hala Rabbe övgüler sunuyor, O’nu suçlamıyordu. Bunun üzerine Şeytan, bedenine de zarar Tanrı’dan izin aldı. Eyüp’ün vermek Şeytan için eğer Eyüp’ün canına zarar gelirse O’nun Tanrı’ya söveceğinden emindi. Tanrı da Eyüp’ten emin olduğu için buna izin verdi. Böylece Şeytan, Eyüp’ün bedeninde baştan aşağıya kadar birçok kötü çıban çıkardı. Eyüp bunun karşısında yine Tanrı’ya sövmedi ve karısına “Tanrı’dan gelen iyiliği kabul edelim de kötülüğü kabul etmeyelim mi?” dedi. Eyüp’ün üç dostu da başına gelen bu olayları duyduktan sonra bir araya gelip Eyüp’ün yanına ziyarete geldiler. Onu görünce kimse ağzını açmadı. Çünkü ne denli acı çektiğini görüyorlardı. Sonun da Eyüp ağzını açtı ve doğduğu güne lanet etti. Başına neden bunca kötülük geldiğini sorgulamaya başladı. Dostları da ona cevap vermeye çalıştılar. Ancak onlar, Eyüp’ün çektiği acıyı geleneksel dini kavramlarla açıklıyorlardı. Tanrı’nın her zaman iyiliği ödüllendirip kötülüğü cezalandırdığını varsayıyor, Eyüp’ün günah işlediği için bu acıları çektiğini düşünüyorlardı. Ama bu düşünce doğru değildi. Eyüp bu acımasız cezayı hak etmemişti. Eyüp sadece başına neden bunca kötülüğün geldiğini anlayamıyor, Tanrı’ya cesurca bu soruları soruyordu. Evet, çocuklar Eyüp dostları olduğu için şanslıydı ancak onlar Eyüp’ü doğru yönlendiremediler. Çünkü onlarında bildikleri şeyler yanlıştı. Tanrı’yı tanımıyorlardı ve onun hakkında yanlış değerlendirme yapıyorlardı. Ama Eyüp uyanık davranarak onların sözlerine bilgece yanıt verdi. Bizlerde her zaman uyanık durmalıyız. En yakın dostumuz bile olsa söylediği sözleri Kutsal Kitap’ın süzgecinden geçirmeliyiz. Nihayet Tanrı Eyüp’e yanıt verdi ve onunla konuşmaya başladı. Konuşmalarının sonucunda Eyüp ikna oldu ve Tanrı’ya “Senin her şeyi yapabileceğini biliyorum, hiçbir amacına engel olunmaz… kulaktan duymaydı bildiklerim senin hakkında bildiklerim, şimdiyse gözlerimle gördüm seni. Bu yüzden kendimi hor görüyor, toz ve kül içinde tövbe ediyorum.” Rab Eyüp’le konuştuktan sonra Temanlı Elifaz’a “Sana ve iki dostuna karşı öfkem alevlendi.” dedi. “Çünkü kulum Eyüp gibi hakkımda doğruyu konuşmadınız. Şimdi yedi boğa, yedi koç alıp kulum Eyüp’ün yanına gidin, kendiniz için yakmalık sunu sunun. Kulum Eyüp sizin için dua etsin. Çünkü onun duasını kabul eder, aptallığınızın karşılığını vermem.” Temanlı Elifaz ve dostları gidip Rabbin söylediklerini yaptılar, Rab de Eyüp’ün duasını kabul etti. Eyüp dostları için dua ettikten sonra, Rab onu eski durumuna kavuşturup ona önceki varlığının iki katını verdi. Bütün kardeşleri Eyüp’ün yanına gelip evinde onunla birlikte yemek yiyip acısını paylaştılar. Rab Eyüp’ün sonunu başından bereketli kıldı. Yedi oğlu, üç kızı daha oldu. Bundan sonra Eyüp yüz kırk yıl daha yaşadı, oğullarını, dört göbek torunlarını gördü. Yaşama doyarak öldü. Evet çocuklar Eyüp’ün hayatı Kutsal Kitap’ta ki en önemli bölümlerinden biridir. Eyüp sabrıyla birçok kişi için örnek olmuştur. Başına gelen onlarca felakete, hastalığa rağmen Rabden ayrılmadı ve O’nu dinlemeye devam etti. Bizlerde Eyüp gibi sabırlı olmalıyız. Şimdi biraz düşünün lütfen çocuklar, siz sıkıntıya düştüğünüz de nasıl davranıyorsunuz? Eyüp gibi sabrediyor musunuz yoksa Tanrı’ya kızıp günaha mı düşüyorsunuz? Eğer bu konu da sıkıntılarını varsa bunları dualarınız aracılığıyla Tanrı’ya anlatın. Unutmayın ki Tanrı her zaman bizi dinlemeye ve cevap vermeye hazırdır. Görüşmek Üzere… Rab Sizinle Olsun… Meryem Ana Kilisenin Kalbi Doğa ve doğa üstü güçler, bu günkü bilim ve bilim adamları için büyük bir harikadır. Hamileliği sırasında vücudunda olanları hisseden her anne hayatın bu harikasına şaşırmaktadır. Bir taraftan endişeler ve ölçülemeyecek şeylerle bağlı yeni bir hayat, diğer taraftan canlı bir insanı, kendi kalbinin himayesi altında olduğunu saptayan her anne, bunun esrarengizliğine hayret etmektedir. En büyük mucize hayatın kendisidir. '' Ya Rab, İç varlığımı Meryem’in annesi Anna da aynı duyguları yaşamıştır. Büyük bir hazırlık sen yarattın, Annemin ve Tanrı'ya övgülerle kızının gelişini beklemiştir. Taşıdığı yeni hayat, sadece rahminde beni sen vücuduna değil onun kalbine ve ruhuna işlemiştir. Anna, kollarında ve ellerinde ördün. Sana övgüler taşımış olduğu çocuğuna onu dünyaya getirmeden önce bütün kalbini ve ruhunu sunarım, Çünkü müthiş vermiştir. ve harika yaratılmışım. Ama Baba Tanrı'da Kalbini hediye etmiştir bu doğacak çocuğa, Çünkü Tanrı, Ne harika işlerin oğlunun annesi olması için Meryem’i önceden seçmişti. Bundan dolayı Tanrı bütün kalbi ile Meryem’e bağlanmış idi. İsa'nın '' Hazinen nerede ise kalbinde oradadır '' var!'' Mezmur 139 meşhur sözü sadece insanlar için geçerli değildir. Sonsuz Baba'nın, Kutsal Hazinesi yeni doğan oğlu olduğu için Kalbide Meryem’dedir, çünkü Meryem, kendi oğluna bir ev, bir yuva verecektir, Anne olacaktır. Aziz Paulus Kiliseyi Hristiyanlığın vücudu diye nitelendirmiştir. Biz vaftiz olmuş Hristiyanlar, bu esrarengiz vücudun yaşayan uzuvlarıyız. Tanrı Meryem’e kalbi ile bağlı olduğundan ve ona en yüksek ölçüde sevgi hediye ettiğinden, bu esrarengiz vücutta, Meryem kalptır. Bizim organizmamızda, yaratılmış olan vücudumuzda yaşamamız için beyine ve kalbe ihtiyacımız vardır. Eğer vücudumuz beyinsiz ve kalpsiz olsaydı yaşayamazdı. Midesiz, ayaksız ve elsiz, bozulmuş, sakat olsa bile yaşayabilir, ama beyin ve kalp olmadan ölür. Uzuvlar kesilebilir, yerine yenisi koyulabilir, vazgeçilebilir ama beynimiz ve kalbimiz olmadan olamaz. Bu durum Kilisenin vücudu içinde geçerlidir. Beyni olmadan, yani İsa Mesih olmadan yaşayamaz. Kalbi olmadan, yani Meryem Ana olmadan yaşayamaz. Meryem Aziz, lekesiz ve Kilisenin yaşamasına lüzumlu olan kalptır. Bunun ne kadar önemli olduğunu vücudumuzdaki merkezi organlara iyice baktığımızda anlayacağız. Kalp, yaşayan bir emme basma pompası, Tanrı’nın yaratmış olduğu bir harikadır. Senelerce bu pompa şaşırtıcı bir başarı vermektedir. 70 Yaşına gelmiş bir kişinin kalbi hiç aralıksız 2,5 milyar defa atmıştır. O, dinlenme, aralık ve tatil tanımaz. Her şeyi yaratan Tanrı, bize insan eli tarafından icat edilmemiş bir motor hediye etmiştir. Tanrı yarattıkları ile bizleri hayretlere düşürür. Aynı şekilde Meryem'de Kilisenin yorulmayan, çalışkan kalbidir. O, bize, Kilisenin uzuvlarına kan, yani Kutsal Kurtarıcımızın Kıymetli Kanını hiç durmadan 24 saat boyunca, sonsuzluğa dek temin etmektedir. Şimdi bu ifadeyi daha derin ve iyi anlıyoruz. Meryem Ana Kilisenin kalbi, onun zihni, hayat kaynağı ve doğalın üstünde olan kuvvet pompasıdır. Meryem’i unutan, onu unutmaya çalışan Kilise kalpsiz bir Kilise olmamış mıdır? Eğer dünya Tanrı’yı unutursa donarak ölür. Eğer Kilise Meryem Ana’yı unutulacak olursa, hastadan daha hasta olarak ölüm döşeğine bile düşebilir. Kilisemizin Meryem Ana’sızlıktan, kalp hastası olmasına ve kalp krizine uğramaması için her şeyi yapalım. Kilisenin kalbi durmayacaktır, çünkü cehennemin kapıları onu yenemeyecektir. Kilisenin kalpsiz ve kansız kalmaması için bu kalbi sevelim. Meryem Ana’sız veya ondan ayrılmış olan Kilise, motorsuz bir araba, oksijensiz bir hava gibidir. İncil’deki kadınlar Dirilişin ilk tanıkları kadınlar Dirilişin ilk tanıkları oldukları için erkeklerin övdüğü bu kadınlar erkeklerden daha cesaretliydi. Ancak İsa’ya olan sevgileri, imanlarından daha üstün olduğunu kabul etmemiz gerekir.. 1 – Ölüme kadar... (Matta 27, 55-61) İsa’nın davası sona erince kadınların yardımı ortaya çıkar ve sürekli görülür. Şanı çekildiğinde, bağlılıklarının içe dokunan bu korkunç yamacında O’nu bekliyorlardı. Kendilerini güçsüz hissediyorlar: erkeklerin eline terk edilmiş İsa’yı uzaktan izliyorlar. Mesafeyi kapatmalarına imkân yoktur. Aralarında olası tek bağ bakışlarıdır : "Birçok kadın uzaktan bakıyordu". Bu bakış bir zaaflık işareti olmakla birlikte, sebat ve taparcasına sevgi ifade eder. Luka’yı tekrar okuyun ve uzakta kalan seven kadınlarla "Yeruşalem kızları" arasındaki farkı görürsünüz. Bu Yeruşalem kızları, inilti ve bağrına vurmaktan oluşan dinsel yasla görevli özel bir kuruluştur: İsa’yı mahkum etmiş halkın türemesidir. Onu şimdiden ölü görüyorlar: kentin felaketine onları ortak eden İsa’nın bedduaları ondandır: bir kişinin ölümü, tüm kentin yıkımını önceden haber veriyor. Buna karşılık, sessizce bakan kadınların hareketsiz büyük üzüntüsü vardır. Uzak, sessiz, hizmetlerinden mahrum, etkisiz oturuyorlar (Mat 27, 61). Her şeyi Arimatiyalı Yusuf yapıyor. Onlar bakıyor, hiçbir şey yapmadan İsa’nın mezara konulmasını seyrediyorlar. Fakat onlarda kesin tanıklık oluşuyor. Şimdilik, imanın onların ellerine değil gözlerine ihtiyacı vardır. İncil yazarı gelecek beyanlarının gerçekliğini doğrulayacak hiçbir ayrıntıyı es geçmiyor. Mezarın karşısında hiçbir şey gözlerinden kaçmıyor : "mezarı ve İsa'nın cesedinin nereye konulduğunu gördüler" (Mar 15,47) ve "cesedinin oraya nasıl konulduğunu gördüler" (Mat 23,55). 2 – Sinoptiklerde diriliş (Mat 28,1-10; Mar 16,1-11; Luk 24,1-11) Matta, "Rab’bin meleğinin" görünmesini anlatıyor... Eski Antlaşma dilinde bu Rab’bin kendisi anlamına gelir. Rab’bin meleği kadınlara: "Korkmayın, söylediği gibi dirildi" dedi. Onları kontrol etmeye davet ediyor, sonra onlara bir görev veriyor. O zaman kadınlar, duygulanmış ve sevinç dolu hemen harekete geçiyorlar. Markos bize Mecdeleli Meryem ve Salome’nin, tan yeri ağarırken, İsa’nın cesedine baharat sürmek üzere mezara gittiklerini yazıyor. Mezarın girişini kapatan kocaman taşı kimin yuvarlayacağını merak ediyorlar. Oysa taş yuvarlanmıştır. Mezara giriyorlar, fakat orada beyazlar giyinmiş bir genci görünce korkuyorlar. Genç, onlara İsa’nın dirildiğini söylüyor ve onları görevlendiriyor. Fakat onlar kaçıyor ve kimseye bir şey söylemiyorlar? İlk İncil orada mı son buluyordu? Markos’un özgün sonucu kaybolmuş olabilir. Onlara verilen görevi yerine getirmediler mi? Yoksa onu sadece Mecdeleli Meryem mi yerine getirdi? Yoksa bu sessizlik inanılmaz olaya karşı tanıklığı pekiştirmek için midir? Kadınların gördüğü, sözle anlatılamıyor. Bu İncil kaygılı bir boşlukla sonuçlanıyor. Luka üç kadının adını veriyor ve başkalarının da onlara refakat ettiğini yazıyor. Boş mezarın karşısında şaşkın kalıyorlar. Diğerleri gibi onların da akıllarından bir diriliş olasılığı geçmiyor. İki meleğin orada bulunması bile onları gerçeğe yöneltmiyor. İletilerini doğrulamak için İsa’nın sözlerini hatırlatmak zorunda kalıyorlar: "Sizinle nasıl konuştuğunu hatırlayınız". Bunu unutmuşlardı. İnanmaya başlıyorlar çünkü belekleri işittikleri sözleri doğruluyor. İmanı doğuran bu olağanüstü sahne değil, İsa’nın geçmişteki sözleridir. O zaman hizmetkârdan haberci oluyorlar. Kimse onları göndermeden, kendiliğinden gidiyorlar. İletme zincirinin bir baklası oluyorlar: önce İsa vardı, sonra İsa’nın sözlerini hatırlatan melekler, şimdi de sözleri hatırlayan ve havarilere ileten kadınlar. 3 – Yuhanna’ya göre diriliş Elimizdeki metin, galiba değiştirilmiş ve birbirine karışmış birçok geleneği kapsayan bir metindir. Gene de bize iletildiği gibi dikkate değer birçok özelliği vardır. Birincisi Yuhanna bir meleğin yardımı olmadan inandı. Mecdeleli Meryem’e gelince o kadar kolay olmamış. Mezarı boş buluyor ve koşup Petrus ve Yuhanna’ya haber vermeye gidiyor. Sonra mezara dönüp ağlıyor. "Rab’bimi aldılar ve nereye koyduklarını bilmiyorum." Bir cesedin yok olmasına ağlıyor: İsa gerçekten öldü. Meryem’in imanına sunulan ilk iki yardım neticesiz kalıyor: boş mezar ve ona seslenen iki melek. Ve işte bir üçüncüsü geliyor: İsa’nın kendisi, sabırlı... Fakat inanmamaya devam ediyor. "Sen aldıysan ..." O zaman İsa adını söyleyerek kendini tanıtıyor. Onu tanıyor, fakat ona sosyal unvanını kullanarak sesleniyor, Rabbuni", yani havralarda vaaz veren geçmişin Mesih’i. Demek ki Meryem : "Rab’bim ve Allah’ım" diyen Tomas’ın veya İncil’in başında İsa’ya "Rabbi, sen Allah’ın Oğlusun" diyen Natanael’in imanından daha çok uzaktır. "Bana dokunma": biraz önce bedeni bulmak istiyordu, şimdi hâlâ onda bir insan görüyor. Oysa bu insan, daha sona ermemiş ululaştırıcı bir hareketin ortasındadır: şimdilik sadece dirilmiştir. Baba’ya çıkıp ululaştırılması gerekiyor. Mecdeleli Meryem inanmakta hep geç kalıyor: - boş mezarın karşısında dirilişi önsezmedi; - bahçıvanın karşısında İsa’yı önsezmedi; - İsa’nın karşısında dirilmiş İsa’yı önsezmedi - dirilişin karşısında ululaşmayı önsezmedi. Mecdeleli Meryem şakirtlere nihai haberi getirmek için seçildi: İsa’nın dirilmiş olduğunu değil, "Baba’ya çıktığını" yani yüceltilmiş olduğunu. NİYE? Niye dirilişin ilk haberi alanlar kadınlar oldu? İsa doğrudan doğruya şakirtlerine görünebilirdi; hele Yahudilerde kadınların tanıklığı geçersiz sayıldığına göre. Demek ki burada inanılmaz bir olayın inanılmaz tanıkları vardır! Bunun kolay bir yanıtı vardır çünkü yalnız kadınlar ölülerle ilgileniyordu: geleneksel olarak ölülerin ilaçlanmasıyla onlar görevliydiler. Doğrudur, fakat simge dolu bu metinlerle yeterli bir yanıt değildir. İncil’ler yazıldığında 70’li, 80’li yıllarındayız. Hitap edilen ikinci Hıristiyan nesli artık görsel tanıklar değildir. Kuşkulanabilirler: acaba bize iletilenler doğru mudur? Yuhanna, Luka ve Pavlus ilk yazanlar olacak: en iyi paya sahip olanlar sizlersiniz, ikinci nesil insanlar. İletim deneyimden daha emindir. Dinlemek bakmaktan daha kolaydır. Görenler o kadar kuşkulandı ki! Mecdeleli Meryem’e bakın. Markos’un kadınları o kadar korktu ki hiçbir şey söylemediler. Luka’nınkiler başlarını eğip şaşırdılar. Mecdeleli Meryem hep ağladı. Demek ki deneyim kuşku doludur. Oysa deneyimden güçlü, işitilen ve doğrulukla iletilen söz vardır: herkes onu terk ettiğinde İsa’nın yanında kalan bu kadınlar O’na şimdi ihanet edecek değiller. Şakirtler onlara inanıyor veya inanmıyor. Matta’da güveniyorlar, fakat Markos’ta kuşkulanıyorlar, Luka’da "onlara saçma geldi ve inanmadılar". (Emmaus şakirtleri olayını okuyunuz). Oysa elli yıl sonra Hıristiyanlığı kabul edenler, aptal insanlar ve çabuk kanan bönler olmakla suçlanıyorlar. Dirilişin anlatıları bundandır: hayır, ilk tanıklar aldatılmış insanlar değildir. Onlar da görmek istediler, yaşamın heyecanlarını yaşadılar ve şu şaşırtıcı deneyimi yaptılar: gösteren parmak konuşan cemaat kadar inanılır değildir. İleten söz yanıltan duyulardan daha emindir. Görülenlere inanmak için önce bir söze inanmak ve bu sözü uzun zincire dahil etmek gerekir: Allah’ın tasarısını anlatan Kutsal Yazılar, İsa tarafından tekrarlanan ve gerçekleşen kutsal yazılar, Meleklerin konuşmalarıyla tekrarlanan, sonra kadınlar tarafından şakirtlere iletilen ve şakirtlerce ilk nesillere iletilen Dirilişin bildirileri: işte emin iletişim! Ve aracılık herhangi kimselerle sağlanmıyor. Önce sadık refakatçi kadınlar, sonra seçilmiş ve onaylanmış şakirtler, sonra ruhban vaizler: inanan ve emin aracılar. Tek tek tanıklıklar değil; daha öncekilere ve daha sonrakilere bağlı tanıklıklardır. Yeni iman sadece işitsel tanıklıklara dayanmalıdır. Görmenin ve dokunmanın yardımından yoksun söz gerçeğe uygundur. "Kendim aldığımı size ilettim" diyor aziz Pavlus. “Korkmayın, Ben’im! Ben dünyanın sonsuza dek sizinle Birlikteyim!” İsa’nın Annesi Meryem Ana Tanrı İsa’nın Annesi Olarak Meryem’i Seçiyor İsa’nın Annesi Meryem Ana Meryem Nasıra’lı genç ve evlenmemiş bir kız idi. Tanrı’nın Meryem ile ilgili düşünceleri büyüktü. Günlerden biri baş melek Cebrail Meryem’i ziyaret etti ve dedi ki: ‘Bir çocuk doğuracaksın.’ Meryem ‘bu nasıl olur?’ diye sordu, çünkü bir kocası yoktu. Bunun üzerine Cebrail Meryem’e ‘Kutsal Ruh senin üzerine gelecek, Tanrı’nın yanında imkânsız diye bir şey yoktur’ dedi. Meryem melek Cebrail’in söylediğini kabul etti ve şöyle dedi ‘ben Tanrı’nın hizmetkârıyım, bana dediğin gibi olsun’. Meryem ve Yusuf Meryem marangoz Yusuf’la nişanlıydı ve Yusuf Meryem’in evlenmeden önce hamile kaldığını fark etmişti. Bu olanlardan sonra Meryem’i bırakmayı düşünüyordu. Bir gün rüyasında bir melek Yusuf’la konuştu. Yusuf’a ‘’Çocuğun Tanrı tarafından gönderildiğini ve kendisinin de bu çocuk ve Meryem’in yanında kalması gerektiğini söyledi”. Yusuf’ta Tanrı’ya itaat etmekteydi. Meryem Elizabet’i Ziyaret Ediyor Meryem hamileyken akrabası olan Elizabet’i ziyarete gitti. Elizabet’te hamileydi. Elizabet Meryem’i görünce Kutsal Ruh’la doğdu ve dedi ki “ben kimim ki Efendimizin annesi beni ziyarete geliyor.” Meryem de; ‘ Canım Rabbi yüceltir Ruhum kurtarıcım Tanrı sayesinde sevinçle coşar’ sözleriyle Tanrı’yı övdü. Meryem üç aya kadar Elizabet’in yanında kalıp sonra evine döndü. Meryem İsa’yı Dünyaya Getiriyor Meryem’in doğumu yaklaştığında Roma dünyasında herkes kendini nüfus sayımına yazdırmaktaydı. Bu yüzden Meryem ile Yusuf Beytlehem’e doğru yola çıktılar. Beytlehem’de konaklayacak bir yer bulamadıklarından kötü bir ahırda kaldılar. Meryem burada İsa’yı dünyaya getirdi. Bu gecede melekler, hayvanlara bekçilik yapan çobanlara giderek kurtarıcımız olan insan bugün doğdu haberini sevinç içinde müjdelediler. Herkes ahıra gelerek hayranlıkla çocuğa baktı.