Bu kez Abraham`ın ilk tanrı mabedini inşa ettiği Mekke`de yeni bir din

advertisement
Akhenaton'la Ezber Bozmak
Yazan Ali Korkut Keskiner
“Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Hz. Muhammeden abdühu ve resulühu” dediğimde İslam
dininin ilk şartını yerine getirmiş oluyorum. Kelime-i Şehadet söylenmeden, hiç kimsenin İslam dinine
girmiş sayılmadığını, ondan diğer vecibelerin beklenemeyeceğini hepimiz biliyoruz.
Anlamını da hepimiz biliyoruz. Ama tekrarlamakta fayda var. “Şehadet ederim ki, Allahtan başka ilah
yoktur,
ve
Hz.
Muhammed
de
onun
kulu
ve
elçisidir.”
Şimdi M.S. 600’lerde ortaya çıkan ya da çıktığını zannettiğimiz bu sözün, biraz farklı da olsa, ortaya
çıkmasından tam 2000 sene önceki halini görelim. “Aton’dan başka Tanrı yoktur, Akhenaton onun
elçisidir
ve
ışığını
bize
ulaştırır.”
Bu çalışmada tek tanrılı dinlerin kökenleri konusunda ezberimizi bozmaya çalışacağız. Sunacağım
bireysel sentez, daha önce söylenmiş sözlerin ve yazılmış satırların bende bıraktığı izlerden oluşan bir
önerme. Eksikleri ya da yanlışları da olabilir. Ama ben bu tezle ikna olmuş durumdayım. Kitabımda da
yer alacak, ve her hakkı mahfuzJ. Ama alternatif bir bakış açısı olduğunu umuyorum. Ve hangi dinden
olurlarsa olsunlar, ya da bu alternatif bakış açısını öğrenene kadar dinlerden uzak durmuş olsunlar ya
da olmasınlar, okuduktan sonra buna inansınlar ya da inanmasınlar, derki okurlarında zaten mevcut
olduğuna
emin
olduğum
önyargısız
bir
bakış
açısıyla
okumanızı
umuyorum.
Akhenaton tahta çıktığındaki adı 4. Amenhotep(Amenofis)’ti. Diğer firavunlarla karşılaştırdığımız
zaman, hakkında çok az şey biliyoruz. Çünkü Akhenaton’un adı ardılları tarafından tarihten silindi.
Hatta, bu eski Mısır’da en kötü ceza olarak bilinse de, mezarından bile silindi. Bu yazıda zaten bu
cezalandırmanın nedenleri üzerinde duracağım. Akhenaton’la ilgili resmi tarih bilgisi isteyen okurlar
için birçok kaynak önerebilirim. Ama resmi tarih anlatmayacağım, tam tersine resmi tarihe ters
sorgulamalar
yapacağım.
Resmi tarihe göre Akhenaton, 18. hanedanın son firavunlarından biri olarak, M.Ö. 1353–1336 yılları
arasında, 17 yıl hüküm sürdü. Babası 3. Amenhotep’in son dönemlerinde bir süre kral naipliği yaptı ve
babasının ölümünün ardından tahta çıktı. Annesi Tiya soylu bir ailenin kızı olmayan, halktan gelen ilk
kraliçedir. Tiya bazı kaynaklara göre 3. Amenhotep’in veziri olan, yaşamı sırasında Mısır’ı etkin bir
şekilde yönettiği için çok onurlandıran ve Mısır tarihinde ilk kez Kral Vadisi’ne gömülen sıradan
ölümlü olan Yuya’nın kız kardeşi, bazılarına göre de kızıdır. Halktan gelmesine rağmen döneminde
firavuna
denk
bir
güç
olarak
ülke
yönetiminde
yer
almıştır.
4. Amenhotep adıyla tahta çıkan genç firavun, iktidarının ilk yıllarında “Amon mutludur” anlamına
gelen adını, “Aton’un ruhu ya da Aton’un hizmetkârı” anlamına gelen Akhenaton olarak değiştirdi. Ve
bilinen tarihte ilk kez, tek tanrıya inanan bir din kurdu. Bu dinin kurallarını birazdan inceleyeceğiz. Çok
tanrılı Mısır’da bu büyük devrimi gerçekleştirebilmek için, o zamanki başkent olan Teb’den 300
kilometre uzakta, bugünkü adıyla Tel el Amarna’da Akhetaton(Aton’un ufku) adlı yeni bir başkent
kurdu.
Bu
şehirde
ilk
kez
tek
tanrı
için
bir
mabet
inşa
etti.
İktidarda kaldığı süre içinde, kurduğu bu yeni dinin yayılmasına ağırlık verdi. Tıpkı babası gibi o da
diplomasi ağırlıklı ve barışçı bir dış politika izledi. Kiya ve Nefertiti isimli iki eşi oldu. Kiya’dan, kesin
olmamakla
birlikte,
2
oğlu,
Nefertiti’den
6
kızı
dünyaya
geldi.
Nedeni bilinmeyen ama oldukça şüpheli ölümünden sonra, olanlar da kesin bilinmemektedir.
Ancak kendisinden sonra tahta çıkanların tahtta kalış süreleri ve kimlikleri konusu daha da karışıktır.
Hemen ardından tahta çıkan Semenkare’nin babası, yaşı, hatta cinsiyeti bile belirsizdir. Bazılarına
göre Akhenaton’un kardeşi, bazılarına göre eşi Kiya’dan oğludur. Bazıları ise onun bir kadın olduğunu
iddia ederler. Akhenaton’un kızı Meritaton’la evlenmiş, ve çok kısa süren iktidarından sonra –ki bu
konu da kesin değildir- Meritaton tahta geçmiş, arkasından vezir Ay kendisini firavun ilan etmiş, son
olarak yine akrabalıkları konusunda çok az şey bildiğimiz, ancak bozulmamış mezarı sayesinde Mısır
hakkında çok şey öğrendiğimiz meşhur Tutankamon tahta geçmiştir. Tahta geçiş ismi Tutankaton’dur,
ancak daha sonra Amon rahipleri tarafından adının değişmesine ikna edilmiştir.
Sonra iktidara gelen, ordunun başındaki general Horemheb’tir. Horemheb ve ardılları, Akhenaton ve
Horemheb’e kadarki bütün firavunları tarihten silmiş ve kraliyet kayıtlarına göre, 3. Amenofis’ten
sonra
iktidara
Horemheb
gelmiş
gibi
düzenlemeler
yapmışlardır.
Bu kısa tarihçe aslında çok önemli değil. Çünkü daha önce de söyledim, resmi tarih her zaman sonraki
iktidarlarca yazılır. Bu yüzden, hele tarihin değiştirildiği bu kadar ortadayken, resmi tarihi boş verelim
ve
alternatif
tarih
kaynaklarından
yola
çıkarak,
hakikati
arayalım.
Birazdan bahsedeceklerimin tümü, yazılı kaynaklarda yer alıyor. Benim katkım sadece bunları
toparlamak
ve
aradaki
bazı
kopuklukları
fikir
yürüterek
tamamlamak
oldu.
Şimdi, kutsal kitaplardaki ve resmi kayıtlardaki tarihi değil, farklı bir bakış açısını değerlendireceğiz.
Milattan önce 1600’lere gidiyoruz. Hz. İbrahim’in ülkesi Harran’a. Harran’da o zamanlar Mittani
Krallığı hüküm sürüyor. Tıpkı Hititler gibi, onların nereden geldikleri belirsiz, ama İndüs ve aryan
kökenleri biliniyor. Büyük olasılıkla Hindistan’daki eski İndüs uygarlığının mirasçıları.
Mittani Krallığı’nda yaşayan Abram, kutsal kitaplarda olduğu gibi birden tek tanrıya inanmaya
başlamıyor, okuyor, araştırıyor, düşünüyor. Tıpkı bizlerin yapmaya çalıştığı gibi hakikati arıyor. Sonra
tek tanrı inancı güçlenince, etrafındakilerle arasında bir fikir ayrılığı oluşuyor. Bazılarına göre zulüm
görüyor, bazılarına göre ise, zulüm görmemek için Harran’a geliyor. Harran bazı kaynaklara göre
dünyada ilk kurulan yerleşim, Adem’in şehri. Dünyanın ilk üniversitesi ve ilk rasathane orada
kuruluyor. Abram oradan da önce Filistin’e sonra Mısır’a geçiyor. Bu yolculuklar sırasında adını
Abraham olarak değiştiriyor. İsimdeki Brahma benzerliği oldukça dikkat çekici, çünkü Brahma Hint
inanışında gücü herşeye yeten, herşeyi yaratmış olan ve her zaman varolan tanrının adı. Mittani
uygarlığının İndüs kökenli olduğu düşünülürse, Hint Tanrılarının en güçlüsü Brahma’ya inanmaya
başlamış ve adının da bu yüzden Abraham yapmış olması kuvvetle muhtemel. Yani tek tanrı inancının
olası kökeninde Hint inanışları olabilir. Burada daha az yaygın bir başka bilgi daha var, bu teze göre
aslında
Abraham
Mittani
kralı
Artatama’nın
ta
kendisi…
Abraham (Hz.İbrahim) Mekke’de Kabe’yi inşa ediyor. Aslında ilk tek tanrı mabedi Kabe. Oğlu Samuelİsmail ile birlikte Kabe’nin sütunlarını dikerken Allah’a dua etmişler ve Kabe’yi tek tanrının evi olarak
kutsamışlardır. Ama burada ilginç bir detay daha vardır, bizdeki adıyla İsmail Kabe’yi korumak için
Mekke’de kalır. Ve Hz. Muhammed’in ailesi Kureyşliler, ve Mekke’deki diğer 3 büyük aile, soylarını Hz.
İsmail ve Hz. İbrahim’e dayandırırlar. Yani aslında Hz. Muhammed, Abraham’ın soyundandır. Ve Hz.
Muhammed, Hz. Musa ve diğer peygamberlerle akrabadır. Bu birazdan göreceğimiz şekilde “sünnetli”
olmasını da açıklayan bir donedir. Daha da ilginç bir detay, Kabe yangın nedeniyle zarar gördüğünde
yeniden inşasında bizatihi Hz. Muhammed de çalışmış, ve Hacer-Ül Esved’in yerleştirilmesi sırasında
çıkan tartışmayı çözmüş, ama taşı kendi yerleştirmiştir. Yani aslında, tek tanrı için inşa edilen ilk
mabedin
2.
inşasında
çalışan
ustalardan
biri
de
Hz.
Muhammed.
Neyse biz konumuza dönelim. Abraham Mısır’a gelir. Mısır’da Maat yasası uyarınca kölelik asla
olmamıştır. Bu bilgi çok çok önemli. Devlete vergi borcu olanların bazıları şimdiki kamu hizmeti
cezaları gibi, devlete borçlarını emekleriyle ödemektedirler, ama hiçbir zaman tarihte anladığımız
şekliyle bir efendi-köle ilişkisi olmamıştır. Abraham Mısır’da yerleşir. Abraham ve yanındakiler
Mısır’da güçlenirler. Hatta Hiksos dönemi denen, “çöl prensleri”nin gelip Mısır yönetimini ele
geçirmeye çalıştıkları dönem olması sebebiyle, belki de doğrudan iktidara gelirler. Ama Hiksos’ların
Abraham ve soyundan geldiklerine dair bilgileri şimdilik bir kenara bırakalım.
Mısır’da güçlenen yeni göçmenlerden bir tanesi Firavun’un sarayında baş vezirliğe kadar yükselir. Bu
Yuya’dır. Yani bizim bildiğimiz adıyla Hz. Yusuf. Resimde de görüleceği gibi, Yuya tam bir Asyalıdır.
Modern Mısır tarihçileri kabul etmek istemese de hiçbir şekilde dönemin Mısırlılarına
benzememektedir. Bu farklı fiziği aslında “güzel” olması efsanesiyle de örtüşmektedir.
Yuya daha önce sıradan hiçbir insana verilmeyen ünvanlar ve yetkilerle Mısır’ı mükemmel bir şekilde
yönetirken, bazı kaynaklara göre kızı, bazılarına göre kızkardeşi olan Tiye’yi Akhenaton’un babası 3.
Amenofis’le evlendirir. Yani kraliyet ailesine kendi kanının da katılmasını sağlar. Yani artık firavun
ailesi de, Akhenaton da Abraham’ın torunlarıdır. Bu bölüm de önemli, çünkü daha sonra bu kanı
taşıyanların Mısır’da iktidardan uzaklaştırılmasına, hatta tarihten silinmelerine de tanık olacağız.
Yuya Abraham’ın Harran’dan getirdiği tek tanrı fikrine bağlı kalmayı sürdürmektedir. Eski Mısır’da o
zamanki adıyla On adını taşıyan Heliopolis’te zaten gizliden gizliye öğretilen bir tek tanrı bilgisi vardır.
Bu inanca göre Ra en büyük tanrıdır, ve aslında diğer tanrıların da tanrısıdır. Zaman içinde Ra-Horus,
yani Re-Herakhti adını almıştır, ama gizli bir kardeşlik örgütü, Heliopolis’te, hangi tarihten ve hangi
uygarlıktan geldiği belli olmayan bir tek tanrı bilgisini korumaya devam etmişlerdir. Osiris rahipleri de
aynı bilginin koruyucularıdır. Yuya’nın atalarının tek tanrı bilgisi ve Mısır’da kapalı bir çevrede
korunan
bu
tek
tanrı
bilgisi
dünyaya
yayılmak
için
zaman
kollamaktadır.
Yuya torunu ya da yeğeni olan ve tahta 4. Amenofis adıyla çıkması beklenen delikanlıda, aradığı
öğrenciyi bulmuştur. Genç inisiye adayına, tek tanrı bilgisini ve sevgisini aşılar. Ve onu tek tanrı
inancına gönülden bağlar.
4. Amenofis tahta çıktığında, henüz gençtir. Tıpkı Yuya gibi, tek tanrıya inanan bir aileden gelen ve
güçlü bir kadın olan annesi Tiya’da onu etkilemiştir. Yuya’nın iktidarı sırasında atalarının yurdu olan
Mittani Krallığı’yla ilişkiler güçlendirilmiş ve Mittani Kralı’nın kızı Kiya babası 3. Amenofis’le
evlendirilmeye gönderilmiştir. Fakat o yoldayken 3. Amenofis ölünce yeni firavun gelen prensesle
evlenmek zorunda kalır. Kiya’da Mittani-Harran-Sümer inançlarının takipçisidir ve tek tanrı fikrini
onaylamaktadır.
Sonra
birden
ortaya
Nefertiti
çıkar.
Nefertiti’den nereden geldiğini kimse bilmemektedir. Adı “güzellik geldi” anlamındadır. Bazıları
bunun “güneyden ya da uzaktan gelen güzel” olduğunu iddia etseler de, her halükarda bu isim
Neferititi’nin gerçek adı değildir, bu isim sonradan konmuştur. Nereden geldiği meselesi bugün hala
bilinmemektedir. Büyük olasılıkla Yemen’den yani Saba ülkesinden gelen bir Saabidir, Mittani
krallığından gelen bir prenses, hatta Isis’in yeniden bedenlenmesi olduğunu iddia edenler olmuştur.
Nefertiti gelir gelmez Akhenaton’un bir numaralı eşi durumuna gelir. Her yerde Akhenaton’un
yanında yer alır. Ve Akhenaton’un inancını paylaşır. Akhenaton’a 6 kız evlat verir.
Nefertiti ile evlenir evlenmez, Akhenaton Aton dinini ortaya atar. Aton aslında eskiden beri bilinen bir
tanrıdır. Babası 3. Amenhotep de Aton için adaklarda bulunmuştur. Ancak yeni dinde çok tanrılı
panteon
ortadan
kalkar.
Aton
tek
tanrıdır,
başka
tanrı
yoktur.
Bu devrimi, çok güçlenen, adeta her devlet kararı için fetva alınmak zorunda kalınan Amon
rahiplerinin gücünü azaltmak için yapıldığı iddiasıyla küçümsemek isteyen yorumcular vardır. Oysa ilk
kez tek tanrılı din bir devlet dini olarak ortaya çıkmıştır, ve Akhenaton bu tavrında çok büyük
mücadeleleri göze almıştır. Bu yüzden sadece politik bir hareket olduğu iddiası kesinlikle yanlıştır,
ama devrimin doğal bir sonucu olarak, Amon rahiplerinin, ve diğer çok tanrılı dinlerin rahiplerinin
gücü
çok
azalmıştır.
Akhenaton’un
Önce
Tanrı,
Ondan
Bir
O’dur
Bir
Ta
Tek
Hiçbir
Herşeyi
Ezelden
Ebediyete
Gizlidir
İnsanlara
yeni
Akhenaton’un
dinini
tanrısı
biraz
Aton’a
uludur,
yazdığı
uzunca
şiirle
inceleyeceğiz.
başlamak
birdir,
başkası
her
varlığı
ruhtur
Tanrı,
görünmeyen
bir
başlangıçta
vardı
varlıktı
şey
yokken
o
o
beri
gelen
kadar
Tanrı,
kimse
görmemiştir
ve
yarattıklarına
sır
kalır
her
gerek.
tektir.
yoktur.
tanedir,
yaratan.
ruh…
Tanrı.
o.
vardı.
yarattı…
varlığı,
sürecek.
onu.
zaman…
Bu şiirin altına imza atmayacak herhangi bir tek tanrılı din mensubu var mıdır? Akhenaton’un tek
tanrısına yazdığı bu şiir, bizlerin bugünkü inançlarının içinde aynen mevcut. Hatta ilk iki dizede, “Allahü ekber”, ve “La ilahe illallah” bile var. Ama bu metnin bildiğimiz tarihteki ilk metin olması özelliğini
vurgulamak gerek. Çünkü, biraz sonra detaylarını göreceğimiz şekliyle, aslında bütün dinlerin
kökeninde
bu
mesajlar
var.
Akhenaton’un tanrısı Aton, bir güneş diskiyle sembolize ediliyor. Başka bir şekli yok. Halbuki o güne
kadar bütün Mısır tanrıları ve hatta başka kültürlerdeki tanrılar da, hep formlarla, insan ya da hayvan
figürleriyle sembolize edilirken, Aton’un hiçbir formu yok. Sadece gökteki güneşle gösteriliyor. Bu
konuda çok ilginç, çünkü varsayılan Mu Uygarlığı’nda da, dünyada bir anda ortaya çıkan Sümer, Mısır,
Maya ve Harran’daki Saabilere kadar bir sürü kültürde de tek tanrı hep güneş sembolüyle
açıklanmıştır.
Burada Aton’un Akhenaton ve Nefertiti’yle nasıl resmedildiğine biraz bakmak gerek. Çünkü dönemin
sanatı sanat tarihçilerinin çok ilgisini çekiyor. Sembolizma ilk kez sanatta bu kadar yoğun kullanılıyor.
Resimlerde Firavun insanlaşıyor ve eşiyle eşit. Çocuklarını şefkatle seven bir baba. Dönemin sanatının
bir cilvesi, Akhenaton’un bazı heykelleri, onu, yine sembolik olarak eril ve dişili kendinde birleştirmiş
olduğunu anlatmak için, feminen yönleriyle de gösterince, hasta olduğu ya da cinsel tercihleri
sorgulanmış. Ama ona ait resim ve heykellerin çok büyük bir çoğunluğunda normal bir insanken, şu
anda Kahire Müzesi’nde olduğu için en çok bilinen heykelinin referans alınması bir bilgi eksikliği…
Dini incelerken ilk dikkat etmemiz gereken Aton sözcüğünün kökeni. Bildiğimiz gibi Hermetik öğretide
tek tanrının adı Atum. Aton sözcüğüne çok benziyor. İkincisi tek tanrının İbranicedeki isimlerinden biri
olan Adonai sözcüğü. Üçüncü benzer kavram, aynı isimli bilinen tanrıdan farklı olan, Suriye’deki tek
tanrı olan Adonis. Aton kendi kendisini yaratmış, ve daha sonra herşeyi yaratmış olan ve daha önce
hiç rastlanmadığı şekliyle hem anne hem de baba olan bir tanrı. Her iki cinsiyeti de taşıması çok
önemli, çünkü evrensel düaliteyi kendinde birleştiren bir tanrı fikri ilk kez gündeme geliyor. Aynı
şekilde Akhenaton da kendisini Mısırlıların hem babası, hem de alışık olunmadığı tarzda, annesi olarak
konumlandırıyor. Yani eril ve dişilin, Rahman ve Rahim’in, siyah ve beyazın bileşkesi…
Aton bütün evrenin tanrısıdır. Bu da yeni bir kavram olarak gündeme gelir, çünkü bundan önce
tanrılar güney ya da kuzey Mısır’ın, ama çok daha önemlisi sadece Mısır’ın tanrılarıyken, düşman
hatta barbar kabul edilen ülkelerin de tanrısı olan bir tek tanrıdır. Bu da büyük bir devrim, çünkü bazı
tanrıların kişisel olduğu, ailenin diğer bireylerinin bile tapamadığı bir dönemden bahsediyoruz. Bir
tanrının, size kötülük yapanların da tanrısı olabileceğini o dönemlerde kabul etmek çok zor. Yani hayır
ve
şerrin
o
tek
tanrıdan
geldiğini
hazmetmek…
Aton’un en önemli özelliği her zaman olumlu olmasıdır. Daha sonra gelen tek tanrılı dinlerin tanrı
fikirleri, bazen şefkat, bazen şiddet mesajları verirken Aton her zaman barıştan, sevgiden yanadır.
Tanrının celal yüzleri yok gibidir. O her zaman hem baba, hem anne şefkatinin sembolüdür. Daha
sonra Yehova’nın ve İslamiyet’teki Allah’ın cezalandırıcı vasıflarına sahip değildir. Bu da tek tanrılı
dinlerin ılımlı izleyicilerinin, ve belki de sırf bu yüzden izlemeyenlerinin aklındaki Tanrı fikrine daha
uygun bir modeldir. Ceza, ateşlerde yakmak, cehennem gibi kavramlardan uzak bir tek tanrı…
Aton bütün yaratılışın tanrısı olarak hem kadınların hem erkeklerin tanrısıdır. Akhenaton ve Nefertiti
onun iki yönünü sembolize edecek şekilde bütün resimlerde hep beraber sembolize edilmiştir. Yani
aslında kutsal üçleme Aton-Akhenaton-Nefertiti olarak oluşmuştur. Akhenaton’un bir diğer şiirinde
“yumurtaya can veren” tanrı olarak geçen Aton, “kendi birliğinde, milyonlarca formu” olan tanrı
olarak açıklanır. Yani aslında tasavvuftan kabalaya kadar, bütün ezoterik yolların mesajı bu cümleyle
özetlenir.
Aton sadece ışıktır. Işık ya da nur ve ziyadır. Öğle vakti gölgeler yok olduğunda, yani ışığın zirvesinde,
o
da
gücünün
zirvesindedir,
ve
inananlarını
destekler.
Dinin
YARATILIŞA
temel
kuralları
şöyledir:
İNANILIR.
RUHUN
VARLIĞINA
ÖLEN
KİŞİLER
VE
ÖLÜMDEN
İÇİN
CENAZE
SONRASINA
TÖRENİ
İNANILIR.
YAPILIR.
ÖLEN KİŞİ DÜNYADA YAPTIKLARINA GÖRE YA ÖDÜLLENDİRİLİR YA DA CEZALANDIRILIR.
İBADETHANELERE GİRMEDEN ÖNCE RİTÜELİK BİR TEMİZLİK YAPILIR, TEMİZLİK ÇOK ÖNEMLİDİR.
CİNSEL
İLİŞKİDEN
SONRA
BÜYÜK
İBADETHANEDE
DİNİ
TEMİZLİK
SECDE
BİR
EYLEM
OLARAK
ERKEKLER
SÜNNET
DOMUZ
ETİ
PUTLAR
BİR
YASAKTIR,
HİÇ
BİR
YAPILIR.
EDİLİR.
HAYVAN
KURBAN
EDİLİR.
EDİLİR.
YENMEZ.
ŞEKİLDE
PUTA
TAPILAMAZ.
Burada durmak lazım. Abdest, sünnet, domuz eti, kurban, secde ve bildiğimiz kuralların çoğu zaten
burada. Özellikle sünnet çok çok önemli. Hz. İbrahim’in Mısır’a gelirken neden sünnet olduğunu şimdi
daha iyi anlıyoruz, çünkü Mısır’daki seçkinlerin arasına kabul edilebilmek için bu detay yaşamsal.
Aslında sünnet bir işaret. Ölülerin canlanacağı gün, kimlerin seçkin olduğunu gösterecek bir gösterge.
Ama Musevi inancının, ve İslam dininin bir kuralı olması, sadece Hz. İbrahim’in Mısır’da kabul
edilebilmek için razı olduğu bir işlem olmasından kaynaklanıyor. Zaten sünneti izlediğimizde dinler
tarihini çok daha iyi anlayabiliyoruz.
İbadet konusu da ilginç. Her sabah tapınakta toplanan halk, hep bir ağızdan, baştaki örnekte olduğu
ve adeta Kelime-i Şehadet getirir gibi, “Aton’dan başka tanrı yoktur, Akhenaton onun elçisidir ve
ışığını bize ulaştırır” demektedir. Ayinlerde Firavun Akhenaton ve Nefertiti de halkla birlikte yer
alırlar. Hiçbir şekilde ruhban sınıfı yoktur. Evet, tek rahip Akhenaton’un kendisidir, ama başka bir aracı
yoktur.
Akhenaton’un bu din için yeni bir başkent inşa ettirdiğinden bahsetmiştim. Bu şehir, planlı inşa edilen
ilk şehir ve ilk başkenttir. Bütün şehir güneş ışıklarını mükemmel bir şekilde alabilecek şekilde inşa
edilmiştir.
Ama
en
önemli
yapı
Büyük
Aton
tapınağıdır.
İki bölümden oluşan tapınakta günlük ibadetlerin kalabalıkla beraber yapıldığı uzun bir bölümü, ve
bugünkü ezoterik mabetlere çok benzeyen, özel bir bölümü vardır: tavansız mabet, iki sütundan
sonra ortada altar olan alan, ve doğuda yer alan kutsalların kutsalı bölümü. Bu mabet, Hz.
Süleyman’ın mabedine, bugünkü mason mabetlerine, ve daha bir çok grubun ezoterik mabetlerine
prototip
olmuştur.
Başlangıçta Akhenaton hoşgörülüdür, Aton dinini halka hoşgörüyle aktarmaya çalışır. Bir sabah
ayininde, güçlerini kaybettikleri için Amon rahiplerinin organize ettiği bir suikasttan kurtulunca,
sertleşir. Bütün tapınaklarda diğer tanrılara ait resimleri, heykelleri yok etmeye başlar. Tarihin ilk put
kırıcısı haline gelir. Ve tek tanrılı dinlerdeki puta tapmama geleneğini başlatır. Hz. Musa ve Hz.
Muhammed’in
put
kırma
hikayelerinin
ilhamı
da
Akhenaton’dan
gelir.
Hayatının geri kalanını Aton’a ibadetle ve onun için şiirler yazmakla geçirir. Ölümünden 3 yıl kadar
önce, Nefertiti geldiği gibi esrarengiz bir şekilde kayıtlardan çıkar. Kızı Meritaton onu yerine geçer.
Birçok kaynak, Nefertiti’nin Akhenaton’un beklenen ölümünden sonra idareye geçmek için
saklandığını,
ya
da
daha
büyük
olasılıkla
kimlik
değiştirdiğini
savunurlar.
Ve bir gün Akhenaton ölür. Ölümü kesinlikle şüphelidir. Çok büyük olasılıkla zehirlenerek
öldürülmüştür. Aton’la doğrudan iletişim kuran, onun ışığını halka ulaştıran, onun bilgisini bilen tek
Üstad artık ölmüştür, ve yerinde büyük bir boşluk doğmuştur. Onun ölümünden sonra artık hiçbir şey
eskisi gibi olmayacaktır. Firavun artık ruhani lider değildir. Eskiden tıpkı Hermes gibi, hem filozof, hem
rahip, hem de kral olan, yani bilgi, metafizik güç ve dünyevi sorumluluk sahibi olan kral, artık
metafizik yanını kaybetmiştir. Bu yüzden Mısır uygarlığı bir daha hiçbir zaman eski bilgeliğine
ulaşamamıştır.
Yerine Semenkare geçer. Semenkare ilginç bir kişiliktir. Akhenaton’un Kiya’dan olma üvey kardeşi,
oğlu, üvey oğlu olması olasılıkları vardır. Ama çok daha büyük bir olasılık, onun kılık değiştirmiş bir
kadın olduğudur. Bunu savunan kaynaklar onun bizatihi Nefertiti olduğunu da eklerler. SemenkareNefertiti Akhenaton’un kızı Meritaton’la evlenir, ama aslında “dul kadın” olarak Aton dinini yaymaya
devam
eder.
Semenkare’nin iktidarı kısa sürer. İddiaya göre Amon rahiplerinin bir şifa çalışması sırasında
öldürülür. Zaten Akhenaton’un ölümünden sonra dinin karizmatik lideri kaybolduğu için dinin
takipçileri zaten huzursuzlaşan halk ve Amon rahipleri karşısında zayıflamışlardır.
Bir süre Meritaton ülkeyi yönetir. Fakat onun da gücü giderek artan muhalefeti bastırmaya yetmez ve
bir süre sonra vezir Ay başa geçer. Ay görünürde Amon rahiplerini rahatlatacak tavizler verir, ama
aslında mezarına Akhenaton’un Aton için yazdığı şiiri koyacak kadar Aton dininin içindedir.
İşte tam bu dönemde, artık dinin ve takipçilerinin Mısır’da yaşamlarını sürdüremeyecekleri ortaya
çıkar. Mısır soylularından, ve aslında Abraham ve Yuya’nın kanından gelen, adı o zamanki Mısır
dilinde “oğul” anlamına gelen Moses(Hz. Musa) devreye girer. Atalarının akrabaları olan çöl kavmi
Habiru’lar
(Hebrew)
zaten
Kenan
yani
Filistin
bölgesinde
yaşamaktadırlar.
Dinin takipçileriyle birlikte, ve Firavun’a rağmen değil, tam tersine, bu dinin ve bu kavmin Mısır’dan
bir an önce uzaklaşmaları için Firavun’un kolaylaştırıcı desteğiyle Mısır’dan ayrılırlar.
Artık Mısır’da sekiz yaşında tahta Tutankaton adıyla çıkan, ama sonra adı Amon rahiplerinin baskısıyla
Tutankamon’a dönüştürülen, buna rağmen mezarında Aton diski bulunan genç firavun hüküm
sürmeye başlar. Akhenaton “heretik” yani sapkın kral olarak adlandırılır. Amon rahiplerinin etkisiyle,
yeni din, yeni başkent terk edilir. Daha sonra Horemheb, Tutankamon’u da tarihten silecektir.
Karanlık, aydınlığın mesajını silmeyi başarmıştır. Tek tanrı bilgisi ve sevgisi yok edilmiştir. Ve ne yazık
ki
bu
son
olmayacaktır.
Hz. Musa’nın on emri, Şabat gününe saygı duyulması bölümü hariç, Akhenaton’un inşa ettiği
başkentteki duvar yazılarında da yer alan, Ölüler Kitabı’ndan alınmadır. Yani elbette, dağda taşların
üzerine de yazılmış olabilir, ama daha önce bu kurallar Mısır dininde ve Akhenaton’un yeni dininde
aynen mevcuttur. Tıpkı, sünnetin, domuz yememenin, putlara tapmamanın olduğu gibi…
Hz. Musa Aton-Adonai adlı tanrısını, geldiği yerde bulduğu uzak akrabalarının ve yerel halkın şiddet
dolu yanardağ tanrısı olan Yehova’yla birleştirir. Burada ilginç bir not da Hz. Musa’nın konuşamaması
meselesidir. Hz. Musa Mısır’da büyümüş bir Mısırlı olarak elbette yerel dilde konuşamaz, ve Harun
onun tercümanıdır. Kurulan yeni dindeki rahipler, daha sonra çok tartışılan bir şekilde sadece
Mısır’dan gelen ailelere bırakılmıştır. Yerel halk rahip olamamıştır, çünkü gerçek bilgi ve sır aslında
dinin kökeninin Mısır’da olduğu ve Akhenaton’u saklamaktadır. Ve din ikiye ayrılmıştır. Dışarıdakiler
için sert, Yehova ağırlıklı din, Mısır’dan gelen içerdekiler için yumuşak, Adonai ve Elohim ağırlıklı din,
yani
Kabala.
Freud’a göre puta tapmaya devam etmek isteyen Yahudiler Hz. Musa’yı öldürmüşlerdir. Bu elbette
aşırı bir tez olsa da, ölmeden önce yazdığı neredeyse son kitapta Freud Hz. Musa’nın Akhenaton
olduğunu bile iddia etmiştir. Öyle olmasa bile, en azından iki farklı Hz. Musa olduğu sık tartışılan bir
tezdir. Birincisi yumuşak başlı dini lider, diğeri sert siyasi Hz. Musa. Ama sonra öğreti ezoterik din
takipçileri sayesinde varlığını korumuş, krallıklar ve Babil sürgünü sırasında kurumsallaşmıştır.
Fakat Yahudiler, o zamanki konjonktür ve kurallar nedeniyle, başlangıçta daha sert olan Yehova
kavramını seçmişler, sürgünde yazılan ve milliyetçi duyguları canlandırmayı amaçlayan Eski Ahit bu
yüzden savaş ve kanla dolmuştur. Yine de içerideki yumuşak, sevgi dolu tanrı fikri ve bu tanrıya
sadece arınarak, nefis terbiyesi ve sevgi yoluyla ulaşılabileceği bilgisi korunmuştur.
Davut krallığını sağlamlaştırdığında, yine tek tanrı fikrini güçlendirmek istemiştir. Oğlu Süleyman’a
vasiyet ettiği tapınak tek tanrının zaferi için inşa edilen ilk tapınaktır. Yani ilk tapınak Kabe’dir, sonraki
tapınak Büyük Aton tapınağıdır. Ama tek Tanrı’nın şanını yüceltmek için yani “Glory of God” için inşa
edilen
ilk
mabet
Hz.
Süleyman’ın
Mabedidir.
Bu mabet hiçbir şekilde ne dönemin ne de coğrafyanın mimarisine uymaz. Tamamen eski Mısır
üslubunda, eski Mısır sembolleriyle dolu, eski Mısır anlayışında bir yapıdır. Ve Büyük Aton Mabedinin
neredeyse kopyasıdır. Mimarının Sur’dan geldiği iddia edilse de, aslında kendi ülkesinde de büyük bir
mimarlık üslubu olmadığını bildiğimiz Sur Kralı’nın, bu mimarı Mısır’dan getirdiği iddia edilir. Mabedin
inşası sırasında altınları sağlayan Saba Melikesi Belkıs da bize, mabedin Saabilik inancına da uygun
olduğunu
gösterir.
Saabilik, Abraham’ın geldiği coğrafyada yani Harran’da yaygınlaşan bir dindir. Eski Sümer inancının
ezoterik formunun halk tarafından benimsenmiş halidir. Saabiler aslında ışığa, ama ışığın kaynağı olan
güneş ve aya taparlardı. Abraham’ın başlangıçtaki dini olduğu düşünülebilir, ama en ilginç nokta
bugün Hindistan’da da mevcudiyetini korumasıdır. Saabilik konusuna birazdan yine değineceğim.
Süleyman’ın Mabedinin tanrının zaferi için inşa edilen ilk mabet olduğu noktasında kalmıştık. Ne yazık
ki tek tanrının zaferi için bu mabet de yeterli olmamış, mabet birkaç kez zarar görmüş, onarılmış ve
yine yıkılmıştır. Karanlık aydınlığı, korku sevgiyi yine yenmiştir. Tek tanrı adına yapılan savaşlar ve
şiddet, aslında o tek tanrının barış ve huzur kaynaklı bilgisini ve sevgisini yıkmış, kitlelerin sert ve
yargılayıcı
din
inancı,
içerdekilerin
müşfik
tanrısını
yenmiştir.
Bu arada dönemsel etkisi nedeniyle Pisagor’dan söz etmemiz gerek. Pisagor eski Mısır’daki
eğitiminden sonra bütün batı düşüncesini değiştirecek atılımlar yapmıştır. Kurduğu öğreti ve
enstitüyle eski Mısır bilgeliğini batıya getirmiştir. Ama daha ilginci Babil’deki eğitimi sırasında
Saabilerle girdiği etkileşimle Saabiliğin dönüşümünü sağlamıştır. Artık Saabilik bir Yüce Varlığa sadece
sevgi ve arınmayla ulaşılabileceği düşüncesine girmiştir. Saabiliğin daha sonra Tampliyeleri de çok
etkileyecek İsmailiye tarikatını doğurması Pisagor’un eski Mısır’dan getirdiği bilgelikle mümkün
olmuştur. Ne yazık ki Pisagor ve enstitüsünün batıya getirdiği aydınlık ve barış mesajları da batıdaki
totaliter iktidar tarafından yıkılmış, ve orada da karanlık aydınlığı yenmiştir.
Tek tanrı inancının bozulduğunu gören bir grup Musevi, ayrı bir tarikat kurmuştur. Elbette bu amaçla
bir çok tarikat kurulmuştur, ama bu tarikat bizim için daha önemli. Esseniler denen bu tarikat,
tanrının iyi ve güzel yanlarını ortaya çıkarmıştır. Esseniler dindar Yahudiler olarak, bozulduğunu
düşündükleri dinin yerine, kavramlarda çok daha yumuşak, ama uygulamada rijit yeni bir anlayış
kurmuşlardı. Bu gizemli grubun inancının Hint öğretilerinden de etkilendiği, ama aslında eski Mısır’ın
temel ahlak yasası olan Maat inancına uygun, yani hakikate göre yaşama prensibinde oldukları
bilinmektedir. Esseniler’in bir takipçisi olan Hz. İsa ortaya çıktığında mesajı yine budur. Ahlak ve sevgi.
Yüce Yaratan’ın bilgi ve sevgisini anlatır ve insanlara sadece seven, müşfik bir Tanrıdan bahseder. Bu
tek tanrıyı mutlu etmek için Maat yasasına göre yaşamak yeterlidir. Aslında beklenen Mesih olduğunu
iddia ettiği ve Yahudi Kralı olmak istediği bilinmektedir. Esseniler biraz da bu yüzden, Hz. İsa’nın gizli
öğretiyi halka açmasından çok memnun olmazlar. Ve yeraltına çekilirler. Hz. İsa bilinen şekilde
mesajlarını verip, Tanrı’nın yanına gittikten sonra, takipçileri de Esseniler gibi sessizleşirlerse de, Saul
ya da bilinen adıyla Paul isimli bir Yahudi, aslında İsa’yla hiç karşılaşmamış olmasına rağmen havari
kabul edilen bir “aziz”, İsa’nın mesajlarını ters yüz ederek yeni bir din kurar. Buradaki Tanrı yine kızgın
da olabilmekte, cehennem ve şeytan gibi kavramlar devreye girmekte, insanlar tanrı sevgisi yerine
tanrı korkusuna yönlendirilmektedir. Sonra kilise kurulur. İsa’nın ölümünden 300 yıl sonra toplanan
İznik Konsül’ü İsa’nın mesajlarının yanında, onun mesajı olmayan bir sürü kavramı da yeni dinin içine
almıştır. İsa’nın gerçek mesajları Kumran’da ve Nag Hammadi’de bulunan ve artık reddedilemeyen
gerçek İncillerde mevcuttur. Ama karanlık, aydınlığı yine de yenmiş, tek tanrı sevgiden korkuya
dönüşmüştür.
Bu kez Abraham’ın ilk tanrı mabedini inşa ettiği Mekke’de yeni bir din doğar. Hz. Muhammed
tamamen putlara taparak yaşayan insanlara tek tanrıdan bahsetmiştir. Hz. Muhammed’in de inisiye
olduğuna dair birçok bilgi vardır. Bir çok yorumcu kabalist hocalardan, Musevi öğretilerden de
bahseder. Kuran’da en çok adı geçenlerden birinin Hz. Musa olması da zaten tesadüf değildir. Atası
Abraham’ın tek tanrı için inşa ettiği eve putları dolduracak kadar kuvvetli inançları olan bu insanları
tek
tanrı
bilgisi
ve
sevgisine
ikna
etmek
çok
zor
olmuştur.
Mesajlarını ilk verdiğinde herkes Hz. Muhammed’in Saabi dinine geçtiğini düşünmüştür. Çünkü
öğretilerinin büyük bir bölümü Saabilikten etkilenmiştir. Zaten kutsal kitaplardan sadece Kuran
Saabileri tek tanrılı dinler arasında saymıştır. İslamın şartları arasında yer alan namaz kılma, oruç
tutma, hac, ayrıca oruç tutmak, abdest almak, kurban kesmek gibi ritüeller tamamen Saabi kökenlidir.
Saabilerin güneşe taptıkları gün bugün Sunday, Aya taptıkları gün Monday ya da Lundi, Merkür için
Mercredi, Satürn için Saturday ya da Samedi olarak, Latin kökenli dillerde yaşamaktadır.
Başlangıçta böyle bir kural olmamasına rağmen, Hz. Muhammed bütün ibadetlerini neden olduğu
bilinmeyen ama Musevi inancına saygısının bir işareti olduğu reddedilemeyecek bir şekilde Kudüs’e
dönerek yaparken, Medine hicreti sırasında oradaki Musevilerle yaşadığı anlaşmazlıklardan sonra,
biraz da hicret edenlere geri dönüş ve zafer umudu aşılayacak şekilde Kabe’ye dönerek dua etmeye
başlamıştır. Zaten adı huzur ve barış anlamına gelen yeni dinin kırılma noktası da burası olmuştur.
Bazı İslam bilginleri Mekke’de gelen ayetlerle Medine’de gelen ayetlerin içerik ve üslup açısından
farklarına da dikkat çekmişlerdir. Mekke mesajları yani Mekki ayetler evrensel ve sevgi ağırlıklıyken,
Medine
ayetleri
yani Medeni
ayetler
yerel
ve
korku
ağırlıklı
bulunmuştur.
Yine de Kuran bir mucize kitaptır. Ve bize tek tanrı bilgisi ve sevgisini en sarih şekilde veren eserdir.
Diğer kitaplara göre çok daha iyi korunmuştur. Fakat Hz. Muhammed’in ölümünden sonra ortaya
çıkan yeni İslam yorumları, sünnet ve hadis kavramları, Kuran’ın ve bizatihi Hz. Muhammed’in
uyarılarına karşın, yeni bir din oluşturmuştur. Bunun üzerine, tanrı sevgisini savunanlar, batıni bir
İslam anlayışına geçmiş, ama büyük kalabalıklar, zahiri yani görünen İslam’ın korku dolu mesajlarını
benimsemişlerdir. Karanlık yine aydınlığı yenmiştir. Ve tek tanrıya ulaşmanın tek yolunun sevgiden,
barıştan, ışıktan, insani zaafları ve illüzyonları şifalandırmaktan geçtiği yine unutulmuştur.
Buraya kadar bahsettiğim bütün dinlerin, başlangıçtaki sevgi dolu mesajlarının, daha sonraki yok
ediciler tarafından korku dolu mesajlara dönmesinden rahatsız olan takipçileri, temiz öğretileri
korudular.
Mısır’da Osiris rahipleri, Musevilikte Kabalacılar, Hıristiyanlıkta Gnoz düşüncesi ve ortaçağda yayılan
aydınlanmacılar, İslam’da Tasavvuf yolcuları, tek tanrıya bütün kalpleriyle inanmakla yetinmediler,
O’na ancak arınarak, nefislerini terbiye ederek ve sevgi yoluyla ulaşabileceklerini unutmadılar. Ve
bütün bu gelenekler, kökenlerindeki Harran ve Hz. İbrahim bilgisiyle, yollarını aydınlatan
Akhenaton’un ışığıyla, yollarına devam ettiler. Ancak, tek tanrıyı bir korku unsuru olarak gören yaygın
din anlayışı nedeniyle hep gizli kaldılar. Öğretilerini sadece layık ve sadık olanlarla paylaştılar.
Tampliyeler gibi, “Enel hakk” diyenler gibi, engizisyonun bütün kurbanları gibi bazıları baskılara,
cinayetlere
uğradılar.
Sonra bu bilgiler Batı’da bir araya geldiler. Bir sinerji ve bir sentez oluştu, ancak birkaç yolda ve
yorumda ilerlendi. Bu kez amaçlanan, karanlığı kalıcı bir şekilde yenmek olduğu için, bilgi alegoriler ve
sembollerle anlatıldı. Ama daha sabırlı, daha uzun vadeli bir dönüşüm amaçlandı. Bugün ne yazık ki,
tek
tanrıyı
sevgi
yerine
korkuyla
tanıyanlar
hala
çoğunlukta.
Ama zaman daralıyor. Yeni Nuh’un gemisinin zamanı yaklaşıyor. Bu yüzden Maat yasasına göre
yaşayan hakikat arayıcıları olarak çok zamanımız kalmadı. Akhenaton’dan gelen mirası kitlelerle en
çıplak biçimde paylaşmak zorundayız. Bizler toleransı ve sevgiyi öğreniyor ve öğretiyoruz. Tek tanrı
sevgisini
de
öğreniyor,
ama
öğretmiyoruz.
Artık bu bilgileri hazmetmiş insanlar olarak, hangi meşaleyi taşıdığımızı fark edelim. Hakikatin sevgi
mesajını iletelim. Tek tanrısı bilgisi artık bizi birbirimizden ayırmasın, tek tanrı sevgisi bizleri
birleştirsin. Dilerim bir daha karanlık aydınlığı yenemesin, Yüce Yaratan’ın sevgisi ve nuru herkese
ulaşsın. Işık hepimize ölümsüzlük versin...
inShare0
http://www.derki.com/ezoterik/item/600-akhenatonla-ezber-bozmak
Download