genel netice - Prof. Dr. Metin Hülagü

advertisement
1897
OSMANLI-YUNAN
SAVAŞININ SOSYAL, SİYASAL VE KÜLTÜREL SONUÇLARI
Yrd.Doç.Dr.M.Metin HÜLAGÜ*
1897 Osmanlı-Yunan Harbi’nin ortaya çıkış sebebi Girit hadisesi olmuştur. Bu hadise ise
Osmanlı Devleti’nin geniş hoşgörüsü içerisinde her türlü hakka sahip olarak yaşayan Yunanlıların
teşvik ve ifsadlarının bir neticesi olarak meydana gelmiştir. Yunan Hükûmeti Girit’te meydana
getirdiği kargaşayı sadece yerli eşkıya elinde bırakmamış aynı zamanda kendi ahalisinden tertip
ettiği silahlı eşkıya fırkalarını düzenli askerleriyle birlikte adaya musallat etmiştir. Diğer taraftan
deniz kuvvetlerini de Girit’in zapt ve istilası maksadıyla ada sularına göndermiştir. Yunanistan’ın bu
gayet aleni tecavüzkarlığı nedeniyledir ki adada muayyen yerlerde yaşayan Müslüman halk ve zayıf
bulunduğu noktalarda Osmanlı askerleri hiç bir medeniyet ve milletin kabul edemiyeceği vahşi ve
gaddar bir surette kadın, erkek ve çocuk ayırımı yapılmadan katle tabi tutulmuşlardır. Bu nedenle
savaşa sebebiyet veren Girit Meselesi’ni başlangıçtan Halepa Mukavelesi’nin ilanına kadar olan
birinci dönem; Halepa Mukavelesi’nin ilanından bu mukavelenin devletçe tadiline (1889) kadar olan
ikinci dönem; 1889 tarihinden yeniden uygulamaya konduğu 24 Haziran 1896 tarihine kadar olan
üçüncü dönem; 1896 tarihinden Yunanlıların Girit’e donanma ve asker sevketmeye başladıkları
1897 tarihine kadar olan dördüncü dönem; Büyük Devletler’in Girit’e muhtariyet ilanı ile adanın
Osmanlı askerlerinden arındırılması ile Osmanlı hakimiyetinin fiilen son bulduğu tarihe kadar olan
beşinci dönem; ve nihayet mezkur tarihten Balkan Savaşı neticesinde Girit’in Yunanistan’a terkine
kadar olan altıncı dönem1 şeklinde safhalara ayırmak mümkündür.
Topraklarının bütünlüğünü muhafaza etmek ve hükümranlık haklarını korumak
mecburiyetinde olan her devlet gibi Osmanlı Devleti de Yunan Hükûmeti’nin adeta bir şekavet ve
Osmanlı topraklarını gaspetme kabilinden olan mezkur hareket ve muamelesine karşı her türlü
şiddet hareketi icrasında bulunmakta muhtar iken olaylar karşısında adilâne hareket edeceklerine
itimat ettiği Büyük Devletler’in kararlarına riayet ve onlarla birlikte hareket etmiş, topraklarının
bütünlüğünün muhafazası şartıyla mezkur devletlerin her türlü tavsiye ve ihtarlarını kabul etmiştir.
Girit’te meydana gelen olayların Büyük Devletleri de meşgul ettiği bir sırada Yunanistan’ın
hudut cihetinden yapmış olduğu tecavüzlere Osmanlı Devleti tarafından önceleri teenni ile
yaklaşılmış, fakat olayların diplomasi yoluyla önlenmesinin mümkün olmadığının anlaşılması
üzerine, uzun müzakerelerden sonra, Osmanlı Hükûmeti’nce savaşa karar verilmiştir. Savaş
sebebiyle Rumeli’nin Yunan hududundan Anadolu’nun şark hududuna kadar Osmanlı Devleti askerî
sınıflarından mühim bir kısmının silah altına alınması söz konusu olmuş, bu durum ise ziraat ve
ticaret bakımından bir çok zarara sebebiyet vermiştir. Savaş hali devletce karşılanmak üzere
fevkalade masrafların vuku bulmasına neden olduğu gibi bir hayli askerin de şehit düşmesini
doğurmuştur. Ayrıca bu savaşın vukuu ile zaten malî buhrandan dolayı zoraki uygulanma imkanı
bulan ıslahat çalışmaları da kesintiye uğramış, dikkateler başka ve daha acil noktalara çevrilmiştir.
* Erciyes Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, Kayseri.
Ali Fuat Türkgeldi, Mesâil-i Mühimme-i Siyasiyye, c. III, Ankara 1987, s. 36.
1
1
Yunanistan, hududun müsait bulduğu muayyen noktalarından istifade ile Makedonya’da bir
ihtilal çıkarmak ve böyle bir durumla hem Osmanlı Devleti ve hem de Avrupa genel barışının
muhafazası konusunda müttefik olan Büyük Devletler’in menfaatleri aleyhine bir durum meydana
getirmek ve dolayısıyla da bir şeyler kazanmak istemişse de savaşın Osmanlı Devleti lehine
neticelenmesi Büyük Devletler’in de arzuları hilafına olan böyle bir tehlikeyi fiilen ve maddeten
gerçekleşmekten alıkoymuştur.
Osmanlı kuvvetlerinin elde ettiği muzafferiyetler içeride olduğu kadar Mısır2, Tahran3,
Hindistan4 Mesina5 Açe6 ve sair yerlerde büyük şenlikler ve heyecanlı konuşmaların yapıldığı,
toplantıların düzenlendiği7 bir ortam içerisinde karşılanmış, Osmanlı himayesine tekrar dönülmesini
gündeme getirmiş8 Osmanlı Hilafeti’ne karşı duyulan kalbî bağlılığın yeniden canlanmasına9,
Türkistan, Madagaskar ve Cezayir Müslümanları arasında karışıklıkların çıkmasına10 ve
İngiltere’nin dikkatlerini yeniden Hilafet meselesine çevirmesine11 sebebiyet vermiştir. Böyle bir
durum ise hiç şüphesiz II. Abdulhamid’in uygulamaya koyduğu İslamcılık politikasını kolaylaştıran,
geliştiren ve genelleştiren bir unsur olmuştur.
Elde edilen galibiyet dolayısıyla zafere susamış Türk halkı muzafferiyetin gurur ve sevincini
tatmış, Alman İmparatoru II. Wilhelm’in 1898’de İstanbul’a gelişi ve İslamiyet’e yakın olduğu
hissini uyandırması halkın Padişah’a karşı duyduğu bağlılık ve itimadı daha da artırmıştır.
Abdulhamid gerek elde edilen askerî zaferin ve gerekse halk tarafından kendisine karşı duyulan
teveccühün bir neticesi olarak Gâzilik ünvanını almış ve yine mezkur sebeplerden dolayı
Abdulhamid yönetimine karşı süre gelen muhalefet de bir noktaya kadar sinmiş ve sindirilmiştir.
Bu savaşın önemli neticelerinden bir diğeri de İkinci Meşrutiyet Hükûmetleri’nin deniz
politikasını etkilemiş olmasıdır12.
Yaşanan bu savaş ve özellikle Dömeke muzafferiyeti ile Osmanlı ordusunun 1877/1878
Osmanlı-Rus Savaşı’nda zedelenmiş olan prestiji düzeltilmeye çalışılmış, bir taraftan mevcut
Osmanlı Devleti’nin askerî güç ve kuvveti ortaya konurken diğer taraftan da Osmanlı Devleti
hakkında Avrupa nazarında oluşan Hasta Adam imajı kısmen de olsa silinmiştir13. Çünkü bu tarihe
ve muzafferiyete kadar Osmanlı ordusunun harp gücüne itimat edilmmemiş, bu teşkilatın da
diğerlerinden farklı olmadığına inanılmıştır. Diğer taraftan seferberlik ilan edildiği zaman hazinede
ihtiyaca kafi bir miktarda paranın olmaması yanında kredi bulma imkanın da olmayışı Avrupa
Devletleri’ne hak verir bir vaziyet meydana getirmiştir. Ancak bu savaştan sonra Osmanlı
Devleti’nin durumunun zannedildiği kadar kötü olmadığı ve aleyhindeki hainâne planların kolay
kolay gerçekleştirilemeyeceği anlaşılmıştır. Lord Salisbury’nin ifadesi ile Osmanlı Devleti kazanılan
2
Başbakanlik Osmanli Arşivi (Kısaca: BOA), İrade Yunanistan (Kısaca: İr. Yun.), nr 867, 24 Zilkade 314/14
Nisan 313.
3
BOA, Sadaret Hususi Maruzat Evrakı (Kısaca:Y.A.Hus.), nr 374/95, 5 Mayıs 313.
4
BOA, İr.Yun., nr 951, 26 Muharrem 315/15 Haziran 313; Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Ter: Metin
Kıratlı, Ankara 1993, 5. Baskı, s. 340.
5
BOA, Y.A.Hus., nr 374/47, 20 Mayıs 1897.
6
BOA, Y.A.Hus., nr 380/54, 23 Kanunuevvel 313/11 Nisan 315.
7
İkdam Gazetesi, No: 1044, 15 Haziran 1897.
8
BOA, Y.A.Hus., nr 380/54, 23 Kanunuevvel 313/11 Nisan 315.
9
BOA, İr. Yun., nr 972, 27 Safer 315/15 Temmuz 313.
10
Lewis, a.g.e., s. 340.
11
India Office Library And Records (Kısaca: IOR): L/P & S/11/119-782, p. 4865, 5 December 1917; Bayur, a.g.e.,
c. I/I, s. 117.
12
Afif Büyüktuğrul, Osmanlı Deniz Harp Tarihi ve Cumhuriyet Donanması, c. 3 İstanbul 1983, s. 313.
13
BOA, Yıldız Esas Evrakı (Kısaca:YEE), 9/1070/72/4.
2
bu savaşla yaşama kabiliyetini isbat etmiş14, ömrünü yaklaşık yirmi yıl gibi bir süre daha uzatmaya
muvaffak olmuştur.
Osmanlı Devleti açısından Yunan meselesinin, hukukun muhafazası ve güç yetirme olarak
özetlenebilecek, iki önemli hususiyeti söz konusu olmuştur15. Osmanlı Hükûmeti bu mülahazalarla
savaşa müracaat etmiş ve savaş meydanında belirgin bir başarı göstermişse de mezkur başarıyı ne
yazık ki Büyük Devletler’in Yunanistan’ı himayeleri yüzünden diplomasi alanında ve barış
masasında gösterememiş, elde ettiği askerî başarıyı ne coğrafî ve ne de malî açıdan önemli
sayılabilecek bir neticeye ulaştıramamıştır. Zira elde edilen yerler iâde olunduğu gibi, Osmanlı
Devleti’nin bu savaş için sarfetmek mecburiyetinde kaldığı paranın genel miktarı 10-12 milyon
Osmanlı lirası kadar bir meblağa ulaştığı halde Yunanistan’dan ancak 4.100.000 liralık bir savaş
tazminatı alınabilmiştir16. Önce Teselya, arkasından hükümranlık haklarına riayet olunacağına dair
Büyük Devletler’ce mükerreren verilen teminatlara rağmen Girit’in kaybı ile yüz yüze gelinmiş ve
bu olumsuzlukları bu topraklarda yaşayan Müslüman halkın göçü takip etmiştir. Göç etmeyip
kalanlar ise sistemli bir katliama muhatap olmuş, 1897’den sonra 135.00017 Türk’ün ölümü ile
mevcudiyetlerinin ekserisi son bulmuştur. Fakat bununla birlikte bu savaşın cereyan etmesi -ve
siyasî sonucu bir tarafa- zaferle neticelenmiş olması Epir’den, Makedonya’dan ve sair yerlerden
toprak verme tavizinde bulunarak meselenin barış yolu ile halledilmesi yoluna gidilmesi halinde
ortaya çıkacak yeni taleplerin bertaraf edilmesi ve Balkan Devletleri’nin, tabir caiz ise, gözlerini
korkutması ve mütecaviz bir politika izlemelerine fırsat vermemesi bakımından önem arzeder.
Yunanistan’ın savaş meydanındaki yenilgisi ise Büyük Devletler sayesinde barış masasında
zafere dönüşmüş, ilk defa Lozan müzakerelerinde aksi yaşanacak olan Yunanistan’ın
mağlubiyetlerle gelişme ve büyümesi bu savaş sonunda bir kez daha görülmüştür. Ancak bu siyasî
başarı yanında Yunanistan maddeten ve manen mağlup olmuş; ordusunun ve donanmasının zayıflığı
tezahür etmiş; zaten iyi olmayan malî durumu savaş tazminatı ödemeye mahkum olmakla, kısa bir
süre için de olsa, daha da kötüleşmiş ve maliyesi kontrol altına girmiş; Girit ve Makedonya’ya
yönelik politikasından bir süre için vazgeçmesi gerekmiştir. Ancak bütün bu olumsuzluklar ve
maruz kalnınan moral bozukluğu Yunan millî ihtiraslarını, Megali İdea mefkure ve faaliyetlerini
tamamiyle izale etmeye kafi gelememiştir. Balkan Harbi’ndeki barşarı ile uğramış olduğu moral
bozukluğundan kurtulan Yunanistan aynı zamanda Girit, Epir ve Makedonya’ya ilaveten Midilli,
Sakız, Sisam ve Limni adalarını da almış, Birinci Dünya Savaşı neticesinde ise Batı Trakya’yı
topraklarına katmıştır.
Büyük Devletler, Balkan Savaşı’nda ve hatta son Kardak Krizin’de tekerrürüne şahit
olduğumuz, ilk silaha sarılacak ve savaşı başlatacak tarafın bütün mesuliyeti yüklenmiş olacağı ve
hiç bir surette savaştan fayda görmeyeceği ilanında bulunmuşlarsa da savaşa yolaçan olayların
önüne geçme noktasında oldukça yavaş bir davaranış sergilemişlerdir. Büyük Devletler’in Girit’teki
olaylara yaklaşımları gayet yavaş, tarafgir ve hafif olurken kendi sömürgelerinde aynı durumda
bulunan halka gayet sert ve şiddetli tedbirlerle mukabelede bulunmayı ihmal etmemişlerdir18. Savaş
öncesinde adada cereyan etmekte olan olaylara müdahale ederek buraya sevketmiş oldukları deniz
ve kara kuvvetleri Girit’teki mevcut ve müstakbel kargaşa ve isyanlara nihayet veremediği ve savaşı
bertaraf edemediği gibi Büyük Devletler’in sulh müzakerelerine iştiraki de ne Girit meselesini ve ne
de iki devlet arasındaki anlaşmazlıkları halletmeye kafi gelmiştir. Savaş sonrasında Yunanistan
14
Mehmet Rıza, Hülasa-i Hatırat, İstanbul 1947, s. 47.
BOA, YEE, 39/1425/18/14.
16
Bak: BOA, Y.A.Res., nr 87/48, 23 Muharrem 315/12 Haziran 313.
17
Nurettin Tursan, Yunan Sorunu, Ankara 1987, s. 15-16.
18
Kıbrıs Rumlarının 1931 İsyanı ve İngilizler’in tavrı için bak: Beria Remzi Özoran,“Teselya Savaşı”, Türk Kültürü,
Sayı 110, Yıl X, Ankara 1971, Sayı 110, s. 108-109.
15
3
Osmanlı Hükûmeti’ni bir takım istihkâmlar yapmaya mecbur kılarak19 sınır tecavüzleri ve genişleme
politikasını devam ettirmiş, bu yolda Etniki Eterya Cemiyeti üyelerini kullanmış, silah ve rehberlik
açısından bunlara yardımda bulunmaktan vazgeçmemiştir20. Bu nedenle Büyük Devletler’in
müdahalesi adaya barışı getirme yerine buradaki kargaşayı daha da artırmış ve nihayet Girit’in
kaybını intaç etmiştir. Zaten Avrupa Devletleri’nin müdahil olduğu hemen hiç bir mesele ne dün ve
ne de bugün tam bir çözüme kavuşmamıştır. Bugün Barış Gücü adı altında hareket eden kuvvetlerin
barışı sağlama yerine savaşa seyirci kaldıkları bulundukları hemen her noktadaki icraatları ile
kendini göstermiş ve bu iddiayı isbat etmişitir.
Büyük Devletler savaş sonrasında ise savaş öncesi beyanlarının aksine evvela Teselya’yı
vermek, sınır düzenlemelerinde Yunanistan lehine bulunmak, Yunanistan’ın muhtelif yerlerdeki
isyanları teşvik eder tutumuna göz yummak ve nihayet savaşın müsebbibi va mağlubu olmasına
rağmen onu korumak, Girit’e muhtariyet vererek Prens Yorgi’yi adaya vali yapmak suretiyle vücuda
getirmiş oldukları Yunanistan’ı mükafaatlandırmış ve ileriye yönelik emellerini daha da
artırmışlardır. Esasen Yunan tarihi bir Avrupa Devletleri himaye ve destek tarihi olmuştur
denilebilir. Zira bağımsızlığını Çarlık Rusyası, İngiltere ve Fransa’nın yardımları ile elde etmiş;
1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’nda Büyük Devletler’den himaye görmüş; Balkan Savaşı’nda
başlangıçta Fransa, sonra İngiltere, kısa bir süre için ise Almanya’nın yardımına mazhar olmuş;
Birinci Dünya Savaşı’nda İngiltere ve Fransa’nın; İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise kısa bir süre
Sovyetler Birligi’nin ve sonra da İngiltere ve Amerika’nın yardımına muhatap ve mazhar olmuştur.
Bu sebeple, savaş da dahil olmak üzere, Osmanlı Devleti’nce müracaat olunan tüm tedbirlere
rağmen Girit kurtarılamamış, savaşla ele geçirilemeyen Girit’in diplomasi yoluyla elde edilmesi
yoluna gidilmiştir. Bu açıdan bakıldığı zaman Sultan II. Abdulhamid dönemi denge siyasetinin
Osmanlı topraklarının tam manasıyla bütünlüğünü sağlamaya kafi gelmediği, ancak Osmanlı
topraklarının parçalanması ve yağmalanmasını geciktirdiği, Tunus, Mısır, Şarkî Rumeli ve Girit
örneklerinde olduğu gibi, taksit taksit elden çıkmasını sağladığı söylenebilir.
Bu savaşın Büyük Devletler’in siyaset oyunlarını göstermesi, Osmanlı-Avrupa Devletleri
ilişkilerini belirginleştirmesi bakımlarından da ayrı bir yeri ve ehemmiyeti vardır. Savaştan sonra
Avrupa, Paris ve Berlin Kongreleri’ndeki Avrupa olmaktan çıkmıştır. Artık Avrupa’da Osmanlı
severi, Osmanlı Devleti’nin devamı ve bekası uğrunda bir tüfek bile doldurtacak tek bir Büyük
Devlet’in varlığından sözetmek mümkün olmamıştır21. Gerek savaş öncesi ve gerekse savaş
sırasında izlemiş oldukları politikaları genel olarak incelendiği zaman bu savaşın esasen bir TürkYunan mücadelesi olmaktan ziyade Yunanistan’ı kurmak, yaşatmak ve büyültmek şeklinde
1820’lerde başlayıp bugünlere kadar devam eden bir Osmanlı-Avrupa Devletleri mücadelesinin
mücerred bir tezahürü olarak görmek mümkündür.
1897 Osmanlı-Yunan Harbi ayrıca Türk milliyetçiliğinin gelişmesinde yeni bir dönemin
başlamasına, Türk Edebiyatı’nın benliğini bulmasına sebep olması bakımından da ehemmiyet
arzeder. Yunan kuvvetlerinin çok kısa bir süre zarfında kesin bir mağlubiyete maruz bırakılması
Osmanlı toplumunda büyük bir heyecan ve derin akisler uyandırmıştır. Savaşın meydana getirdiği
manevî atmosferin etkisiyle aynı akisler -Mehmed Emin Yurdakul’da örneği görülen- kuvvetli
vatanseverlik duyguları ve milliyetçilik hususiyetlerini ihtiva eden bir çok şiirin kaleme alınmasına
neden olmuştur. Servet-i Fünûn ve Malûmat Mecmuaları başta olmak üzere devrin bir çok gazete ve
dergilerinde savaş süresince sütunları süsleyen vatan heyecanı, aşkı ve sevgisini dile getiren şiirler
19
Mesela bak: BOA, İr. Yun., nr 1091, 4 Muharrem 316/8 Haziran 314.
Mesela bak: BOA, İr. Yun., nr 1143, 7 Eylül 320; BOA, İr. Yun., nr 1145, 7 Eylül 320.
21
BOA, Y.A.Hus., nr 375/13, 10 Temmuz 97.
20
4
savaştan sonra da bir süre devam etmiştir. Savaşı konu alan eserler de bu şiirlerden azâde
kalmamıştır22.
Şarlatanlıkla yaygaracılığa karşı ciddiyet ve vakarın zaferi demek olan 1897 Osmanlı-Yunan
Savaşı 18 Nisan 1897 tarihinde başlamış ve 19 Mayıs 1897’de, zayıf bir düşman, savaşa iyi
hazırlanmış olan bir orduyu müdafaaya sokmanın onun manevî gücünü törpülemek olacağı
inancıyla23 savaş sevk edilen, Osmanlı ordusunca güzel bir surette mağlup edilmesiyle son
bulmuştur. Sultan II. Abdulhamid’in açmış olduğu okullarda modern savaş taktiklerini öğrenmiş
olan kumandanlar bu savaşta büyük hizmet görmüşlerdir. Savaş -özellikle Teselya cephesinde
meydana gelen muharebeler- bir kısmı eski diğer bir kısmı ise yeni tarz eğitim veren Osmanlı askerî
okullarından mezun olan ve başta Başkumandan Gâzi Edhem Paşa olmak üzere hemen hemen
harpten evvel fazla tanınmayan kimselerden oluşan kumandanlarca idare olunmuştur24. Burada
zikredilmesi gereken bir diğer husus da bu savaş dolayısıyla ilk defa olmak üzere bir Osmanlı
savaşına, Osmanlı Matbuatı adına Sabah Gazetesi’nden bir savaş muhabirin harp meydanına
gönderilmiş25 olmasıdır.
Yaşanan bu savaş sırasında Osmanlı kuvvetlerinin idaresi harbin ve askerî harekatın
icaplarına göre olmaktan ziyade siyasî ve politik mülahazalara göre olmuştur. Gerek bu durum ve
gerekse askerî harekatın 1877/78 Savaşı’nda olduğu gibi bu savaş sırasında da Yıldız’dan idare
edilmek veya müdahalede bulunulmak suretiyle yürütülmüş olması, savaşa katılan kumandanları
mümkün olan en büyük muzafferiyet ve galibiyetleri elde etmek için mücadele etme yerine
kendilerini mesuliyet altına sokmaktan şiddetle kaçınma yoluna sevketmiş gözükmektdir. Gâzi
Osman Paşa’nın müfettişlik görevi ile harp sahasına gönderilmiş olması da harbin kısmen de olsa
saraydan idare edildiğinin açık bir delili olmuştur. Ancak 1877/1878 Savaşı’na göre bu müdahalenin
daha az gerçekleştiğini söylemek mümkündür. Bu nedenle Gâzi Edhem Paşa savaş sırasındaki bir
kısım askerî hareketlerinden ve yine hareketsizliğinden dolayı tenkide tabi tutulmuştur. Ancak harbi
idare etme ehliyetini sınırlayan Yıldız’ın mezkur müdahalesi26 bu tenkidin pek de hakkaniyetli
olduğunu ifade etmese gerektir.
Diğer taraftan savaşın cereyan ettiği sıralarda Osmanlı ordusunda bir çok Alman subayın
bilfiil hizmet etmekte olduğu yolunda haberler çıkmışsa da bunlar mesnetsiz iddialardan öteye
gidememiştir. Ancak Osmanlı kuvvetlerinin elde etmiş olduğu bu başarıda Osmanlı ordusunda
Sultan II. Abdulhamid tarafından başlatılan ve bir çok kesinti ve gecikmelerle de olsa devam etmiş
bulunan Alman askerî ümerasının icra ettiği ıslahat ve tensikâtının katkısının olduğu ve bir çok
yönden fayda sağladığında da şüphe yoktur27.
22
Muhtelif eserlerde yeralan 1897 Osmanlı-Yunan Harbi için yazılmış şiirlerden bir kısmı için mesela bak: İsmet
Müstecabizâde, Muvaffâkiyât-ı Osmâniye Yahud Yâdigâr-ı Zafer, Karabet Matbaası, İkinci Baskı, İstanbul 1315,
s. 29-48. Bu savaşla ilgili şiirlerin akisleri ve bir değerlendirmesi için bak: Nejat Birinci, “1897 Türk-Yunan
Savaşı’nın Şirimizdeki Akisleri”, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Yıl 12, Ekim 1983, İstanbul, Sayı 4, s. 23-42.
Ayrıca bak: Erol Ülgen, 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’nın Türk Şirindeki Akisleri, Basılmamış Doktora Tezi,
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1993.
23
İsmet Bozdağ, Abdulhamid’in Hatıra Defteri, İstanbul 1986, s. 98.
24
Osmanlı ordusunun genel durumu ve savaştaki vaziyeti için bak: Goltz Paşa, Osmanlı-Yunan Seferi, s. 260 vd.
Goltz Paşa, Teselya Muharebesi ve Ordû-yi Hümayûn, vr. 630.
25
Süleyman Tevfik-Abdullah Zühdü, Devlet-i Aliyye-i Osmaniye ve Yunan Muharebesi, İstanbul 1315, s.
Mmukaddime kısımı.
26
Goltz Paşa, Osmanlı-Yunan Seferi, s. 75, 82, 262.
27
Abdulhamid dönemi askerî ıslahatları için bak: Merwin Albert Griffiths, The Reorganization Of The Ottoman
Army Under Abdulhamid II, 1880-1897, University Of California, Los Angeles, (Unpublished Ph.D), 1966; C.
Max Kortepeter, “Ottoman Military Reform During The Late Tanzimat (1885-1895): The Prussian General
Von Der Goltz And The Ottoman Army”, V. Milletlerarası Türkiye Sosyal ve İktisat Tarihi Kongresi -Tebliğler-,
İstanbul 21-25 Ağustos 1989, Ankara 1990, s. 174-186.
5
Savaşta elde edilen başarı gerek eskiden beri devam eden askerî münasebetler ve gerekse
Alman Hükûmeti’nin savaş sırasında, görünürde de olsa, izlemiş olduğu Osmanlı taraftarı politika
ve savaş sonrası II. Wilhelm’in İstanbul ziyareti Osmanlı-Alman münasebetlerinin daha da
pekişmesine, Osmanlı Devleti’nde Alman nüfuzunun yayılması ve kökleşmesine yardım etmiştir.
İngiltere Osmanlı Devleti alyehine izlemiş olduğu politika ile Babıâli’deki nüfuzunu hemen hemen
tamamiyle izâle ederken Almanya ise gerek savaş arefesinde ve gerekse savaş sırasında takip etmiş
olduğu mezkur siyaseti ile hem Osmanlı Devleti’nin dostluğunu kazanmış ve hem de ileride
Avrupa’da çıkması muhtemel bir savaşta Osmanlı Devleti’nin kendi saffında yeralmasının alt
yapısını oluşturmaya çalışmıştır. Rusya ise Almanya’nın Osmanlı Devleti üzerinde elde etmiş
olduğu bu nüfuza gıpta ile bakmaktan başka birşey yapamamıştır.
Hemen her savaş sırasında olduğu gibi bu savaş esnasında da bir takım devlet ricalinin bir
birini çekiştirmesi, harp meydanındaki kumandanları güvenilmez olmakla Padişah’a jurnallemesi
söz konusu olmuştur. İurâ-yı Devlet azası Ferid Bey tarafından Sultan Abdülaziz Han’ın hal’i
sırasında Mekteb-i Harbiye’de Dahiliye Müdiriyeti vazifesinde bulunan Yanya Kolordusu
Kumandanı Ahmed Hıfzı Paşa’nın meydana gelen olaylara karışmak ve mezkur padişah ve devlete
hıyanette bulunmakla suçlanmasını konu alan28 bir arizanın Sultan Abdulhamid’e takdim edilmesi
bu noktadaki örneklerden sadece birini teşkil etmektedir.
İngiltere’nin, Rusya’nın Balkanlar’da güç kazanmasına ve Akdeniz’in sıcak sularına inmek
suretiyle kendisi aleyhinde tehlike oluşturmasına engel olmak maksadıyla, Rusya’nın ise menfaatleri
doğrultusunda maşa olarak kullanabileceği bir devlet meydana getirmek istemesiyle kurulan ve
kurulma sürecinde Fransa’dan da destek gören Yunanistan teşekkül ettiği tarihten itibaren Osmanlı
Devleti ile sürekli çatışma içerisinde olmuş, tahrik ve teşviklerin merkezi haline gelmiş ve bu
yöndeki politikası ile 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’nın çıkmasına neden olmuştur. Tarihinin hiç bir
döneminde dış politikasının esası haline getirdiği Megali İdea ülküsünden vazgeçmeye yanaşmayan
Yunanistan’ın bu yayılmacı politikası dün Osmanlı-Yunan çatışmasının, bugün ise Türk-Yunan
anlaşmazlığının temel nedenini oluşturmuştur. Yunanistan merzkur felsefesinden vazgeçmediği
sürece de iki devlet arasındaki mevcut anlaşmazlıkların ileriki yıllarda da devam etmesi kaçınılmaz
gözükmektedir.
28
BOA, YEE, 15/1242/74/14, 3 Zilkade 314/24 Mart 313.
6
Download