BAĞ DOKU HİSTOLOJİSİ DERS NOTLARI -1 GİRİŞ Histoloji, genel anlamda, vücudumuzun mikroskopik yapı’sını inceleyen bir bilim dalıdır. İnsan vücudu ,en basitten bileşiğe doğru sırayla, hücre, doku, organ ve sistem’lerden oluşur . Hücre biyolojisi komitesinde; “organizmanın, özel yapı ve fonksiyona sahip olan, dış ortamdan aldığı maddeleri kendileştirebilen ve bölünüp çoğalabilen en küçük canlı birimi” olarak tanımladığımız hücreyi inceledik. Değişik yönlerde farklılaşarak erişkin organizmayı oluşturan hücrelerin ömürleri, bunların oluşturduğu organizmanın ömrüne göre çok daha kısadır. Ayrıca her hücre türünün ömrü de bir diğerinkinden farklıdır. Örneğin; mide ve barsaklardaki epitel hücreleri 3-4 günlük, eozinofil ve bazofil granülositler 1-2 haftalık, eritrositler 3 aylık bir ömüre sahiptir. Olgunlaşmış sinir hücreleri (nöron’lar) ise varlıklarını ömür boyu sürdürmektedirler. Yukardaki açıklamadan anlaşılacağı gibi organizmayı oluşturan hücrelerin çoğu belirli bir süre yaşadıktan sonra yaşlanır ve ölürler. Bunların yerini yine aynı türde olan hücreler alır. Bu olaya rejenerasyon (regeneration) denir. Belli bir yönde farklılaşmış olan bir hücrenin bölünmesi ile meydana gelmiş olan bir genç hücreyi iki türlü bir gelecek bekler : 1. Bu genç hücre işlevlerini tamamlar, yaşlanır, bölünme yeteneğini kaybetmemiştir, tekrar bölünerek iki hücre olur ve siklusunu devam ettirir, örneğin fibroblast gibi. 2. Bu genç hücre kendisi için belirlenmiş olan işlevini tamamladıktan sonra, yaşlanır, bölünme yeteneğini kaybeder ve ölür.Örneğin eritrositler, epitel hücreleri gibi. Bunun yeri ise, bu türe ait farklılaşmamış hücrenin (stem cell) bölünmesi ile doldurulur. Organizmada iki türlü hücre ölümü söz konusudur: 1- Patolojik bir etken olmadan, hücrelerin programlı bir biçimde ve fizyolojik sınırlar içinde ölmeleri. Bu olaya apopitozis adı verilir (apoptosis: son baharda yaşlanan yaprakların yere düşmesi). Apoptozis embryonal gelişme sırasında da, hücre miktarının ayarlanması ve organların biçimlenmesinde önemli rol oynar. Bu olay kısaca, planlanmış hücre ölümü olarak adlandırılabilir. 2- Patolojik etkenlerle (mekanik yaralanmalar, fiziksel ve kimyasal etkenler, mikroplar vs) meydana gelen hücre ölümlerine ise nekrozis (necrosis) adı verilir. Fizyolojik olmayan bu tür değişimlere dejenerasyon (degeneration) denir. Bu tür etkenler hücreyi yavaş bir tempoda ölüme götürüyorsa olay nekrobiyoz (necrobiose), tempo hızlı ise nekroz (necrose) adını alır. Hücrelerde dejenerasyona sebep olan etken ortadan kalktığında (eğer ileri derecede bir yıkım olmamışsa) hücreler tekrar normal durumlarına dönebilirler. Hücrenin yaşlanma ve hastalanma belirtileri hem sitoplazmada hem de nukleusta izlenen bazı değişimlerden anlaşılabilir. Sitoplazmada görülen iki önemli değişim , 1.Atrofi (atrophy), 2. Dejenerasyon (degerenation) dur. Atrofi’de sitoplazmanın ve dolayısıyla da hücrenin hacmi azalmıştır, nukleus/sitoplazma oranı nukleus lehine büyümüştür. Dejenerasyonda ise sitoplazmanın tümü yağ, müküs, kolloid, pigment gibi maddelerle ileri derecede dolmuştur veya organellerden birisinde bu değişimler gözlenebilir. Nukleus’ta görülen değişimlerin başlıcaları ise ; 1.Piknoz (pycnosis), 2. Karyoreksis (karyorhexis) ve 3. Karyoliz (karyolysis)’dir. Piknoz’da; çekirdek küçülür, çekirdek zarı girintili çıkıntılı olur, kromatin maddesi yoğunlaşır ve bazofilleşir. Karyoreksis’de; kromatin maddesi gruplar halinde toplanarak çekirdek zarına yapışır, çekirdek zarı parçalanır, kromatin sitoplazma içine dağılır ve kaybolur. Karyoliz’de; kromatin maddesi yavaş yavaş erir, bunun sonucu nukleusun bazofil boyanma özelliği kaybolur, çekirdek eriyip kaybolur. DOKULAR İnsan vücudunda yaklaşık 200 ayrı tip hücre bulunur. Bu hücreler çeşitli fonksiyonları üstlenmek üzere kendi aralarında gruplaşırlar. Bir veya daha fazla fonksiyon gerçekleştirmek üzere organize olmuş hücre gruplarını doku (tissue) diye tanımlıyoruz. Dokuyu meydana getiren hücrelerin işbirliği ile o dokuya ait fonksiyon, bir organı oluşturan farklı dokuların işbirliği ile organın fonksiyonu ve nihayet organlar arasındaki işbirliği ile de vücut fonksiyonları gerçekleştirilir. Bilindiği gibi bu işbirliği; hücreler arasındaki çeşitli bağlantı kompleksleri, yüzey reseptörleri, sinirsel innervasyonlar ve hormonal sitimülasyonlarla düzenlenmektedir. Hücre farklılaşması sonucu organizmada dört temel doku meydana gelir: 1. Epitel dokusu , 2. Destek dokular ( bağ doku, kıkırdak doku, kemik doku, kan doku ), 3. Kas dokusu , 4. Sinir dokusu. Hücrelerin birlik (doku) oluşturmaları için bunları birarada tutan yapıştırıcı bir maddeye veya maddeler grubuna ihtiyaç vardır. Bu yapıştırıcı madde yine hücreler tarafından sentezlenir ve hücreler arası boşluğa verilir. Bu birleştirici maddenin miktarına göre iki tip doku ayırt edilir: İntersellüler substans'lı dokular ( ara madde azdır) ve fundamental substans'lı dokular ( ara madde hücrelere kıyasla boldur ). Bu kritere gore; epitel doku 2 intersellüler substanlı bir dokudur, destek dokuların hepside fundamental substanslıdır, kas dokusu orta derecede ara maddeye (endomizyum) sahiptir, sinir doku da ise ; MSS de ara madde bir yapıştırıcı medium tarafından değil, nöyrogliya dokusu adı verilen özel bir hücre grubu tarafından oluşturulmuştur, PSS de ise orta derecede ara madde (endonöyrium) bulunur. Organların genel görünümleri ve fonksiyonları birbirlerinden oldukca farklı olmalarına karşın temelde bu dört dokunun karışımından meydana gelmişlerdir. Organına göre, bu dokulardan birisi daha baskın olmak üzere genelde dört tip dokuyu da içerirler. I. BAĞ ve DESTEK DOKULAR AMAÇLAR : -Bağ ve destek dokularının orijini, -Bağ ve kemik dokusunun ana komponentleri, birincil karekteristikleri ve görevlerinin öğrenilmesi, -Bağ ve kemik dokusu hücrelerinin ve liflerinin öğrenilmesi, -Kollagen sentezi ve kollagen yapımının tanımlanması, retikülin ve elastic liflerin öğrenilmesi, -Temel madde (ekstrasellüler matriks) ve doku sıvısının özellikleri, -Bağ dokularının, kemik dokularının çeşitleri ve onların histolojik preparatlarda tanınma kriterleri. GENEL BİLGİLER : Erken embriyolojik gelişme sırasında ektoderm ve endoderm birbirinden ayrılır, ikisi arasında 3. germ yaprağı olan mezoderm oluşur. Bu mesoderm tabakasının hücrelerinden (ve bazı yerlerde kısmen nöyroektoderm’in katkısı ile) mezenşim adı verilen embryonik bağ dokusu meydana gelir (mesenchyme; meso: orta, ortasında, enchyme: birleşme, füzyon). İşte vücudumuzdaki tüm bağ ve destek dokular mezenşim adı verilen bu dokudan orijin alır. Bağ ve destek dokular ( bağ dokusu, kıkırdak dokusu, kemik dokusu) organizmanın derin kısımlarına yerleşerek onu dış ortamdan gelecek basınçlara karşı dirençli kılar. Damarlar içinde devamlı sirküle olan kan’da; hücrelerarası maddesi sıvı olan bir destek dokusudur. Bağ ve destek dokular iki önemli ortak özellik taşırlar: 1.Mezenşim kökenlidirler, 2. Hücrelerarası maddeleri boldur (fundamental substans, temel madde). BAĞ DOKUSU 3 Vücudumuzda en çok bulunan dokulardandır. Mezodermden gelişen bağ dokusu embryolojik gelişim süresince diğer iki germ yaprağı üzerine (içine) çoğalarak organların şekillenmesini, onların stroma, kapsüla ve çevre örtülerinin oluşmasını sağlar. Diğer dokuların aksine bol damar ve sinir içerir. Tüm damar ve sinirler bağ dokusu içinde vücudumuza dağılırlar. Bağ dokusu hücreleri epitel dokusu hücreleri gibi sıkı bir birlik oluşturmazlar, birbirleri arasında geniş mesafeler bulunur. Yani hücrelerarası maddesi boldur ( fundamental substans'lı doku ). Bağ dokusunun ana fonksiyonları arasında şunlar sayılabilir: -Diğer dokuları destekleme(stroma vasıtasıyla), paketleme (organ kapsülleri vasıtasıyla), bağlama ( bazal membran vasıtasıyla). Kemiği kemiğe, kemiği kasa, kası kasa bağlama ( ligament, tendo ve aponöyrozlar vasıtasıyla). -Organizmadaki doku kayıplarını önlemek ( repairing ). -Besleme: Doku sıvısı aracılığıyla hem kendi hücrelerini hem de diğer dokuları besler. -Vücut savunması: İçerdiği makrofajlar vasıtasıyla hücresel, plasma hücreleri vasıtasıyla humoral olarak vücut savunmasına iştirak eder. -Yedek enerji deposu olarak görevi vardır (yağ dokusu). Bağ dokusu da, diğer dokular gibi, hücreler ve temel madde olmak üzere başlıca iki ana unsurdan oluşur. Bu iki ana unsur ile bunların alt içerikleri aşağıda şematize edilmiştir 4 A. Bağ dokusu hücreleri: ((Epitel dokusu hücreleri ile bağ dokusu hücreleri arasındaki önemli farklar: - Bağ dokusu hücreleri genellikle kutuplaşma göstermezler, yüzeylerinin her tarafından aktiftirler, - Bazal lamina üzerine oturmazlar, - Birbirlerine temas etmezler ( yetişkinlerde!!), - Sıkı bir birlik oluşturma, bir kitle oluşturma eğilimi göstermezler, birbirlerine karşı mesafelidirler, - Çoğu kez kendi salgıları içine gömülüdürler, - Bağ doku ara maddesini ve ipliklerini sentezlerler ve bu işlevi devam ettirirler, - Bağışıklık olaylarında rol oynarlar, - Ölü veya işe yaramayan maddeleri uzaklaştırırlar, - Uzun ömürlüdürler, sık mitoz göstermezler ( sık sık bölünmezler). )) 1. Mezenkim hücreleri: Embryonal hayatta mezodermin farklılaşması ile ortaya çıkan ilk bağ doku hücreleridir. Yıldız şekillidirler, sitoplazmalarındaki vimentin filamanları (10 nm çapında arafilamanlardandır, 54 kDa ) bu şekillerini korumalarını sağlar. Çok sayıda sitoplazmik uzantıları vardır. Çekirdekleri iri, yuvarlak, merkezi konumlu ve ökromatiktir. 5 Bu hücreler ileri derecede bölünme ve farklılaşma yeteneğine sahiptirler. Fötal hayatta bunların çoğalıp farklılaşmaları ile destek dokular ve kas dokusu meydana gelir. Mezenkim hücrelerine olgun bağ dokularında da raslanır. Bilhassa gevşek bağ dokusunda kan damarları etrafında bulunduklarından bunlara perivasküler hücre, adventisyal hücre, perisit gibi adlar verilir( ayrıca bunlara; reserve hücre, multipotent hücre, pluripotent hücre diyenlerde vardır). Rutin preparatlarda bunları mikroskopta seçmek zordur, duruma göre düz kas hücresi veya endotel hücresi görünümündedir. İhtiyaç olduğunda endotel, düz kas veya başka bir mezenkimal hücreye farklanabilir. 2. Retikulum hücreleri: Şekil yönünden mezenkim hücrelerine çok benzerler. Onlar gibi yıldız şekillidir, sitoplazmik uzantıları vardır. Uzantılarıyla birbirlerine tutunup hücresel bir ağ (retikulum) oluştururlar. Çekirdekleri de iri, yuvarlak, merkezi konumlu ve ökromatikdir. Dıştan retikulum iplikleri ile desteklenmişlerdir. Dalak, kemik iliği, lenf düğümleri, timus gibi kan yapan organların çatısını oluştururlar. 6 Timus’daki reticulum hücreleri, diğer yerdekilerin aksine, yutak endoderminden köken alır. Yani mezenşimal kökenli değildir ve bundan dolayı reticulum iplikleride sentezlemezler. 3. Fibroblastlar: Bağ dokusunda en çok bulunan hücrelerdir. Işık mikroskobunda iğ biçimli oval çekirdekli bir hücre olarak görünür. 7 (internet’ten alınmıştır) 8 Düzensiz şekillidir, küçük sitoplazmik uzantıları vardır. Fibroblastlar bağ doku ara maddesini büyük oranda sentezleyen ve salgılayan hücrelerdir. Bağ dokudaki kollagen,elastik ve retikülin lifleri ile amorf kısmının glikozaminoglikan ve glikoproteinlerini sentezlerler ve salgılarlar. Erişkinlerin bağ dokularındaki fibroblastlar nadiren bölünürler. Mitozlar sadece organizmanın yeni fibroblastlara ihtiyacı olduğu zaman (yaralanmalarda) gözlenir. Fibroblastlar iridir. Uzun iğ şeklindedirler, ökromatik çekirdekleri vardır, nucleolus belirgindir. Sitoplazmaları boldur. Protein salgılayan hücrelerin karekteristiği olan; iyi gelişmiş granüllü ER, iyi gelişmiş Golgi kompleksine , bazofilik sitoplazmaya sahiptir. Yaralanan bölgelerin iyileşmesi sırasında, o bölgedeki fibroblastlar düz kas tellerine benzer özellikler kazandıklarından myofibroblast adını alırlar. Ayrıca düz kas hücrelerine benzer özellikler de kazanırlar.Bunların düz kas hücreleri gibi derince çentiklenmiş çekirdekleri vardır, sitoplazmalarında yoğun cisimcikler ve microfilament bantları bulunur. Diştan bazal membran bulunmamasıyla düz kas tellerinden ayrılır. Genellikle izole hücreler olarak bilinmelerine karşın diğer myofibroblastlarla sitoplazmik uzantıları aracılığıyla kontakt kurabilirler. Bu temas yerleri GAP junktion yapısındadır. Myofibroblast' lar bol ara madde ve iplik ön maddesi sentezleyip salgılayarak yara bölgenin kapanmasını sağlarlar ( granülasyon dokusu oluşumu; başlıca miyofibroblastlar ve bunların arasına filizlenmiş bol kapillar damarlar içerir). 9 Fibroblast hücrenin aktif halini tanımlar. Aynı hücre işlevini bitirince inaktifleşir fibrosit'e dönüşür. Fibrosit az sitoplazmalıdır, organelce fakirdir, küçük yassı-oval heterokromatik çekirdeği vardır. İhtiyaç durumunda aktifleşip tekrar fibroblast'a dönüşebilir. Fibroblast’ların silüeti (sınırları) H&E boyamalarında pek iyi seçilemez. Demirli hematoksilen tespitleri daha iyi boya almalarını, dolayısıyla mikroskopta daha iyi seçilebilmelerini sağlayabilir. 4. Makrofaj' lar: (internet’ten alınmıştır) Kemik iliğinde meydana gelen monositler dolaşıma geçip üç gün kadar damarlarda sirküle olduktan sonra kapillar damarlar yoluyla bağ dokuya geçerek (diyapedez ) makrofajlara dönüşürler. Kandan bağ dokuya yeni geçen monositlere histiyosit adı verilir. Bunlar inaktif olarak yaşamlarına bağ doku içinde devam ederler, vücuda yabancı maddelerle karşılaşınca aktifleşir makrofajlara dönüşür ve vücut savunmasında görev alırlar. Kuvvetli fagositoz güçleri vardır. Makrofajlar; bir bölgedeki yabancı maddeleri yok etmekte yetersiz kalırlarsa birbirleriyle birleşip çok çekirdekli dev hücreler oluştururlar ( yabancı cisim dev hücresi: multinuclear giant cells). Ayrıca antijenlere karşı antikor yapımı için plasma hücrelerini uyarırlar. Monositler bölünmedikleri halde bunların farklılaşması ile oluşan makrofajlar mitozla bölünüp sayılarını artırabilirler. Ancak yinede fazla ihtiyaç duyulduğunda kandan gelen monositlerle takviye edilirler. 10 Mononukleer fagositik sistemin üyesi olup ve hepside monosit kökenli olan vücudun farklı bölgelerine dağılmış bulunan fagositoz yoluyla vücut savunmasına katılan bu hücreler bulundukları yere göre farklı şekiller gösterebilirler ve gerekli ve enerjilerini çok farklı yollarla sağlayabilirler. Bunlar bulundukları yerlere bağlı olarak şu isimlerle adlandırılırlar: Bağ dokusunda: Makrofaj Karaciğer'de : Kupfer'in yıldız hücresi Akciğer'de : Alveoler makrofaj Dalak'ta : Sabit ya da serbest makrofaj Kemik iliği'nde: Makrofaj Kemik dokuda: Osteoklast Kıkırdak dokuda: Kondroklast Pleura'da: Pleural makrofaj Periton'da: Peritoneal makrofaj Sinir sistemi'nde: Mikrogliya Deride: Langerhans hücreleri Bağ doku makrofajları’nın yapısal özellikleri; çekirdekleri iri ve çentiklidir, hafifce eksentrik konumludur. Çekirdek zarı tırtıllıdır. Sitoplazma fagositik maddelerin yıkımı için gerekli organel olan lizozomlar’dan oldukca zengindir. Lizozomlarındaki değişik türdeki hidrolitik enzimler yaşlı hücre, organel, toz gibi çeşitli maddeleri eritebilirse de bunların 11 mikrop öldürücü etkileri yoktur. Makrofajlarda bu işi açığa çıkardıkları hidrojen peroksit yapar. Hücre tarafından açığa çıkarılan hidrojen peroksit mikropları içermekte olan heterofajik vakuollere geçer ve burada bulunan mikropları parçalayıp öldürür. Aktif makrofajlar sindirilmiş materyalin geçici olarak depolandığı çok sayıda fagositik vezikül ( veya fagozom) da içerir. Bağ dokusu makrofajları fagositoz işlevinin yanısıra; (1)yaşlanan bağ doku liflerinin ve ekstrasellüler matriksin uzaklaştırılması ve yenilenmesi (turnover), (2) immunolojik yanıtlar için vücuda giren antijenlerin B lenfositlere sunulması ve (3) T lenfositler için çeşitli sitokinlerin üretilmesi (örneğin;yardımcı T lenfositleri aktivasyon için interlökin 1, tumor nekroz factor-∂) gibi üç önemli görev daha yapar. Bağ doku makrofajları inaktif formda iken az cok fibroblastlara benzer. Aktive edilmiş makrofajlar; interlökin-1, interlökin-6, interferon, eritropoietin, fibroblast gelişme faktörü(FGF), makrofaj koloni sitimulan factor(M-CSF), elastaz, kollagenaz, lizozim, prostaglandin, hidrojen peroksit gibi maddeler sentezler ve salgılarlar. 5. Plasma hücreleri (plazmasit, immunosit): (internet’ten alınmıştır) 12 Plasma hücreleri B Lenfositlerin farklılaşması ile meydana gelirler. Antijenlere karşı bağışıklık maddeleri ( antikor) üretirler. Antikorlar (immunoglobunler) glikoprotein yapıdadır. Bu yüzden plasma hücreleri protein salgılayan hücrelere özgü organellerden zengindir. Sitoplazmaları boldur, iyi gelişmiş granüllü ER, yaygın bir Golgi kompleksine sahiptirler. Granüllü ER’le ilşkili birçok ribozom ve polizomlardan dolayı sitoplazma bazofiliktir. Çekirdeğe yakın açık renkli bir alan hafifce asidofiliktir ve Golgi aygıtını simgeler. Çekirdekleri yuvarlak şekilli ve eksentirik konumludur, çekirdekcik belirgindir. Kromatin maddesi çekirdek iç zarına aralıklarla yerleşmiş, ona bir araba tekerleği (veya saat kadranı) görünümü vermiştir. (internet’ten alınmıştır) 13 Her plasma hücresi sadece bir tür antijene cevap verir. Bu nedenle her antijen türü için ayrı özellikte bir plasma hücresi farklılaşır. Vücuda giren yabanci mikroorganizmalar plasma hücreleri tarafından üretilip salgılanan kendilerine özel olan antikorlarla sarılarak kuşatılırlar, böylece makrofajlar tarafından fagosite edilmeye hazır hale getirilirler.Bu olaya opsonizasyon adı verilir. ( Not: Makrofajlar ve plasma hücreleri hakkında 2. komitede dolaşım sisteminde ve ayrıca "vücud savunması ve immünite" başlığı altında daha ayrıntılı bilgi bulabilirsiniz). 6. Mastosit: Yağ hücrelerinden sonra bağ dokudaki en iri hücrelerdir (20-30 mikron). İsimlerinide bu özelliklerinden alırlar (mastosit = semiz, şişman hücre). Mast hücreleri kemik iliğindeki granül içermeyen öncü hücrelerden köken alır, gelişmesini ve olgunlaşmasını bağ dokusunda tamamlar. Kan damarlarına yakın olarak bulunurlar. İri, yuvarlak veya ovalimsi şekilli hücrelerdir. Çekirdekleri küçük, açık renkli ve merkezi konumludur. Sitoplazmalarında mitokondriyum, bağımsız ribozomlar ve ER azdır. Golgi kompleksi oldukca iyi gelişmiştir. Sitoplazmada bol granül vardır. Granüllerin içeriği suda kolayca eridiğinden , mastosit demonstrasyonu yapılacak preparatları su içermeyen tespit solusyonlarında (örneğin; alkolde) tespit etmek gerekir. 14 (internet’ten alınmıştır) Mast hücresi granülleri heparin, histamine, eozinofilik kemotaktik factor (ECF-A )ve diğer vazoaktif mediyatörlerin kaynağıdır. Bu maddeler salgılandığında kandaki monosit, nötrofil ve eozinofiller mast hücresi aktivasyon bölgesine (olay yerine) doğru yönlenirler. Sülfatlı proteoglikanlardan olan heparin proteinlerin pıhtılaşmasını önler. Böylece bağ doku temel maddesinin koyulaşmadan, sol halinde kalmasını sağlar. Bu durum madde ve sıvı transportu için zorunludur. Ayrıca hareketli hücrelerin bir yerden bir yere gidebilmeleri için de 15 önemlidir. Vücut boşlukları ve eklem boşluklarının ıslak ve kaygan kalabilmeleri de bu boşlukları çevreleyen seröz zarlarda ve eklem kapsüllerinde bulunan mastositler tarafından salgılanan heparin'in bu boşluklarda bulunan proteinlerin koagüle olmalarını önlemeleriyle olur. Mastositlerde bulunan histamin'ler ise yerine göre damar genişletici (vazodilatatör) ya da daraltıcı (vazokonstruktör) ve kapillarlarda geçirgenliği artırıcı etkiler yapar. Mastositler kan hücrelerinden olan ve aynı maddeleri taşıyan bazofil granülositlerle (bunlar daha küçüktürler) karıştırılmamalıdır. Mastositlerin ve bazofillerin granülleri metakromazi gösterir. Bazofil granülositler kemik iliği kökenlidirler, kemik iliğinde gelişme ve olgunlaşmalarını tamamladıktan sonra dolaşıma geçerler. Mast hücrelerini oluşturacak hücreler de kemik iliği kökenlidirler ancak buradan kan yoluyla bağ dokulara geçerek gelişme ve farklılaşmalarını bağ dokusu içinde tamamlarlar. Mastositler gerektiğinde mitozla çoğalabilirler. Bazen bağ dokusundaki mezenkim hücreleri hatta fibroblastlar mastosit yönünde farklılaşabilirler. Mastositlerin stoplazmik granülleri toluidin mavisi, metilen mavisi, tiyonin gibi bazik boyalarla boyandıklarında; bu boyaların renginden (mavi) farklı olarak mor-kırmızı renkte boyanırlar. Bu olgu metakromazi adını alır. Bazı araştırmacılar tarafından mast hücreleri; mukozal mast hücreleri (sindirim ve solunum sistemi mukozasında bulunanlar) ve bağ doku mast hücreleri olarak iki grup halinde tanımlanmaktadır. Aslında her iki yer de bağ dokusuna dahildir, ancak embriyolojik orijinleri aynı olmasına karşın granüllerin büyüklüğü ve sıklığı yönünden az çok farklılıklara sahip oldukları bildirilmektedir. Mastosit / Plazma hücresi / akut allerji / anafilaksi ilişkisi: Mastositlerin hücre membranlarında plasma hücreleri tarafından salgılanan immunoglobulinler( İgE) için özel reseptörler vardır. Antijen ilk kez vücuda girdiğinde plazma hücreleri o antijene özgü IgE (antikor) üretir → bu IgE’ler mastositlerin yüzey reseptörlerine bağlanırlar. - Aynı antijen vücuda tekrar girdiğinde (aylar,yıllar sonra) doğrudan mastosit yüzeyindeki bu IgE’lere bağlanırlar ve antijen-antikor reaksiyonu sonunda aşırı duyarlılık (allerji) veya daha şiddetli olan anafilaksi semptomları meydana çıkabilir. Bu olay kısaca şöyle olur: - Bu reaksiyonun gerçekleşmesi 1-2 dakika sürer ; antijen-antikora bağlanınca mastosit membranının geçirgenliği değişir → hücre içi depo bölgelerinden Calsiyum iyonları salgılanır → mastosit granüllerini saran membran hücre membranı ile birleşir ve içerikleri 16 hücre dışına boşaltılır (degranülasyon) → başta histamin olmak üzere hücre dışına salgılanan çeşitli vasoaktif mediyatörler → kapillarların genişlemesine → endotel geçirgenliğinin artmasına → buna bağlı olarak kan plazmasının damar dışına çıkmasına, doku sıvısı artışına neden olur → ödem şekillenir , kan basıncı düşer → böylece aşırı duyarlılık (allerjik reaksiyon) şekillenmiş olur .Farkına varılmazsa ölümle sonuçlanan durumlar ortaya çıkabilir. Örnek: 1.Astım (asthma) anında histamin salınımına bağlı olarak bronşial bezler ve goblet hücrelerinin aşırı salgı yapması ve bronş düz kaslarının kasılması sonucu solunum güçlüğü ortaya çıkar, 2. Derinin dermisindeki mastositlerin salgıladığı lökotrienlere bağlı olarak damar geçirgenliğinin artışı sonucu geçici ürtiker şekillenmesi. Yine mastositler tarafından salgılanan anafilaksinin eozinofil kemotaktik factorü (ECF-A) eozinofil granülositleri uyararak bu bölgelere göç etmelerini sağlar. Eozinofil granülositler histamine ve diğer vazoaktif maddeleri ortadan kaldırarak olayın şiddetini azaltmaya çalışırlar. 7. Liposit (adiposit): (internet’ten alınmıştır) Lipositler (adipositler, adeps: L.,yağ) bağ dokusundaki en iri hücrelerdir ( 50-150 mikron). Duruma göre mezenkim hücrelerinden, retikulum hücrelerinden ya da fibroblastlardan meydana gelebilirler. Yuvarlak şekillidirler, çekirdekleri yassılmış ve bir kenara itilmiştir. Golgi ve ER'dan fakir, buna karşın mitokondriyonlardan yana zengindirler. 17 Mezenkim hücrelerinin yağ hücrelerine dönüşmesi durumunda; çoğalan mezenkim hücreleri uzantılarını kaybederek yuvarlaklaşır lipoblast’lara dönüşürler. Lipoblast’larda çoğalarak ya univakuoler yağ hücresine ya da multivakuoler yağ hücresine dönüşürler. Univakuoler yağ hücreleri iridirler, sitoplazmada tek bir yağ damlası vardır, çekirdek yassılmış ve bir kenara sıkışmıştır, beyaz yağ dokusunu yaparlar. Multivakuoler yağ hücreleri ise küçüktürler , çekirdek merkezi konumludur etrafında bir çok yağ damlacığı bulunur, esmer yağ dokusunu oluştururlar. Multivakuoler lipositler, bunlara esmer rengi kazandıran, sitokrom oksidaz emziminden zengindir. Liposit'ler yağ sentezlemezler. Barsaklardan lenf yoluyla alınan yağ asitlerini , karaciğerde sentezlenen yağlı maddeleri nötür yağlar diye bilinen gliserin esterlerine dönüştürerek depo ederler. Organizmada yağa gereksinim olduğunda sitoplazmasında bulunan enzimler (lipazlar) bu nötür yağları yağ asitlerine parçalar, yağ asitleride genellikle albumin grubu proteinlere bağlanarak (lipoprotein ) hücreden ayrılır, dolaşıma geçer. 8. Melanosit'ler: Nöyroektoderm’den gelişen krista nöyralis orijinli olan bu hücreler her çeşit bağ dokusunda bulunmazlar. Derinin dermis katında ve epidermisin stratum bazale tabakası içinde, gözün orta tabakasında, merkezi sinir sistemi zarlarından piyamater’de bulunurlar. Bunlar hipofiz orta lobu (pars intermedia) tarafından salgılanan intermedin (melanosit sitimülan hormone=MSH) hormonu kontrolu altında melanin adı verilen bir pigment yaparlar. 18 Melanositler, fibroblastlar gibi, hatta onlarınkinden daha kalın ve uzun sitoplazmik uzantılara sahiptirler. Sitoplazmaları boyanmadan da gözlenebilen melanin granülleri ile doludur. Bu pigment bulundukları yerlerdeki doku ve organları ultraviyole ışınlarının zararlı etkilerine karşı korur. Melanositlerde üretilen melanin pigmenti diğer hücreler tarafından alınıp (bilhasa epidermis hücreleri) depo edilebilir. Yaşlanan melanositleri fagosite eden makrofajlar da melanosit görünümü kazanırlar, bu tür makrofajlara melanofor adı verilir. Bağ doku melanositleri gelişmekte olan epidermis hücreleri içine invaze olurlar ve onlar arasında yaşamlarını sürdürürler. Ürettikleri melanin pigmenti epidermis hücreleri tarafından emilir. Melanositlerin yaşam süreleri epidermis hücrelerininkinden oldukca uzundur. Melanin ön maddesi tirozinaz enzimi etkisiyle tirozinin ve DOPA (3,4- dihidroksifenilalanin) oksidasyonu sonucunda üretilip, Golgi’den ayrılan membranlarla çevrilir, buna premelanozom adı verilir. Bunlar olgunlaştıktan sonra melanositin sitoplazmik uzantıları içindeki olgun melanin granülleri olan melanozomlar içinde birikir. Buradan ortama salınan ve çözünmeyen melanin granülleri keratinositler tarafından alınır. Albinizm melanositlerin melanin pigmenti üretememesinden kaynaklanır. 9. Bağ dokusunda bulunan kan hücreleri: Kan hücreleri bağ dokusuna belirli amaçlar için geçerler, her zaman bulunmazlar. Bunların ayrıntılı yapısal ve fonksiyonel özellikleri kan doku'da ( dolaşım komitesinde) işlenecektir. 19 - Lenfositler; en çok sindirim , solunum yolları, meme bağ dokusu içinde raslanırlar. B ve T olmak üzere iki tipi vardır, yangısal olaylarda ve vücut savunmasında görev alırlar. -Monosit'ler; yangısal olaylarda çok raslanır, makrofajlara dönüşerek yabancı ajanlarla savaşır. -Nötrofil granülosit'ler; Bakteriyel enfeksiyonlarda yangılı bölgelere göçerek savaşırlar. -Eozinofil granülosit'ler; Allerjiye yol açan bazı paraziter hastalıklarda bağdokuya geçerler. Antikor-antijen komplekslerini fagosite ettikleri sanılmaktadır. 20