Bölüm 1 İlkel toplumdan sanayi toplumuna yönetim Yönetimin

advertisement
Bölüm 1

İlkel toplumdan sanayi toplumuna yönetim
Yönetimin ortaya çıkışı ve gelişimi, insanın sosyal bir
varlık olmasıyla yakından ilgilidir. Örneğin, yönetimin
ortaya çıkışı ve gelişimini incelediğimizde, insanlığın
gelişim süreci ile paralellik gösterdiğini görmekteyiz.
Bilindiği gibi, doğada bazı hayvanlarda bilinç dışı
birtakım kısıtlı örgütlenme ve işbirliği faaliyetleri
görülmekle birlikte, esas olarak örgütlenme ve
birlikte iş yapma, insanın temel özelliklerinden
biridir. İnsanların bu örgütlenme yeteneğinin zaman
içinde toplumsal-ekonomik gelişmeye bağlı olarak
giderek geliştiği görülmektedir. Bu bakımdan
toplumların gelişme düzeyi ile örgütlenme düzeyi
arasında çok yakın bir ilişki vardır. İnsanlık tarihinin
ilkel aşamalarında insanların oluşturdukları örgütler;
aile aşiret veya kabile örgütlenmesi gibi, bağlara
dayanan doğal bir örgütlenme yapısından günümüze
doğru geldikçe genişleyen, çeşitlenen ve sayıca artan
bir yapıya dönüşmüştür. Bir toplumun örgütsel
yapısının niteliği ve örgütsel düzeyi o toplumun temel
belirleyicilerinden biridir. Toplumların gelişmişlik
düzeyleri ile onların örgütsel yapılarının gelişmişlik
düzeyleri arasında çok yakın bir ilişki vardır. Hatta bir
toplumun örgütsel yapısının özelliklerine bakarak, söz
konusu toplumun genel yapısını ve gelişmişlik düzeyini
anlayabiliriz. Toplumsal örgütler ve kurumlar ile
toplumsal yapılar arasındaki bu paralellik, esas olarak
insanlık tarihinin gelişimi incelendiğinde de
görülmektedir.
İlkel toplumda yönetim
İlkel toplumlar örgütlenmemiş ve kurumlaşmamış
toplumlardır. Bu toplumlarda yönetsel bir örgütlenme
ve yönetsel yetkilere sahip yöneticiler olmamıştır.
Toplulukta günlük işlerin planlanması, yapılacak
işlerin belirlenmesi ve uygulanması gibi kararlar ortak
olarak alınmakta ve yerine getirilmekteydi. Bu karar
ve uygulama faaliyetleri, örgütlenmiş ve toplumun
diğer üyelerinden ayrı bir statü kazanmış bireylerden
(görevlilerden) oluşan bir yapıda değildir. Sürekliliğe
sahip bir orun, görev ve görevliler yoktur. Ancak bir
karar, planlama ve uygulama faaliyeti söz konusu
olduğuna göre; bu topluluklarda da yönetim
olgusunun az veya çok var olduğu söylenebilir. Bu
ortak bir yönetimdir. İlkel toplumda, kendi kendini
yöneten doğal bir düzen var olmuştur. Sorunlar
genellikle ortaktır. Dolayısıyla ortak mücadele söz
konusudur. Karar sürecinde deneyimli yaşlı insanlara
danışılmıştır. İlkel toplumda, toplum üyelerinin
ortaklaşa çalışmaları ile elde edilen bütün ürün,
üyeler arasında eşit olarak paylaşılıyordu. Çalışmayan
insanlar, mülkiyet ve sınıflar bu toplumda yoktu.
Birlikte üretim ve birlikte tüketim vardı. Bu toplumda
cinsiyet ayırımı da yoktu. Kadın ve erkek eşit söz
hakkına sahipti.
İnsanlığın tarımda ve hayvancılıkta uzmanlaşması, ilk
toplumsal işbölümünü başlattı. Uzun bir pratik
sonunda, çoban kabileler, uzmanlaşmanın ilerlemesi
için zorunlu olan teknikleri, zamanla, oldukça
geliştirdiler. Aynı zamanda üretkenlik arttı ve hayvan
yetiştiricileri çok daha fazla ürün elde etmeye
başladılar. Tarımcılar da kendi bakımlarından
toprağın işlenmesini geliştirmeye ve ürünü
iyileştirmeye başladılar. Uzmanlaşma, üretkenliği
oldukça yükselten aletlerin ve üretim araçlarının
evrimine yardım ediyordu.
Madensel aletlerin kullanılması, toplumun üretici
güçlerinde genel bir ilerlemeye neden oldu. İnsanlar,
avadanlıkları için hammaddeler ararken, taş balta
vuruşları ile biçim verebildikleri bakırı buldular. Bu ilk
mekanizmalar, yalnız üretilen maddelerin niteliklerini
iyileştirmekle kalmadı, insan emeğinin üretkenliğini
de büyük ölçüde artırdı. Madenden aletlerin
kullanımının yaygınlaşması, toprağın işlenmesinde çok
büyük bir rol oynadı. Madensel aletlerin bulunması,
bu üretimleri öğrenmiş kişileri özel duruma getirdi.
Böylece, topluluğun bağrında, zanaatçılar tabakası
belirdi. İlk zanaatsal faaliyetler, madenlerin
eritilmesi, madensel eşyanın yapımı, çömlekçilik ve
dokumacılık oldu. Bu ikinci toplumsal işbölümüydü.
İkinci toplumsal işbölümü, değişimleri hızlandırdı,
çünkü meslekten zanaatçılar, ürünlerinin büyük bir
kısmını, topluluğun iç tüketimine değil, değişime
ayırıyorlardı.
Emeğin üretkenliği gittikçe öyle bir düzeye erişmişti
ki, toplumun üyeleri yalnız geçim araçlarının
sağlanması ile kalmıyorlar, kendi beslenmeleri için
gerek duymadıkları, ürünlerde elde ediyorlardı. Bu
ürün fazlalığı, artı-ürün; ve bunu yaratmak için
harcanan emek de artı-emek adını alır.
İşbölümü, uzmanlaşma, artı değer, mülkiyet, yöneten
ve yönetileni ortaya çıkaran en önemli etmenler
olmuştur.
Köleci toplumda yönetim
Köleci toplum, mülkiyetin var olduğu sınıflı bir
toplumdur. Önceleri üretim araç ve aletlerinin
ortaklaşa mülkiyeti üzerine kurulu üretim ilişkileri
biçiminden başka bir biçim tanımayan toplum, üretim
araçları ve aletleri bakımından, durumlarındaki
değişikliklere göre ortaya çıkan üç gruba bölünmeye
başlıyor:
- Her çeşit mülkiyetten yoksun ve kendileri
efendilerinin malı olan köleler
- Üretim alet ve araçlarını ellerinde bulundurdukları
gibi aynı zamanda emeklerini sömürdükleri kölelerin
de sahibi olan efendiler
- Üretim alet ve araçlarının özel mülkiyetine sahip
bulunan ve kendi küçük işletmelerinde üretim yapan
topluluğun özgür üyeleri
Zamanla, küçük mülk sahiplerinin büyük
çoğunluğunun ekonomileri yıkılıyor ve kendileri de
köle haline geliyordu; çok küçük bir bölümü ise,
tersine, zenginleşiyor ve kendileri de efendi ve köle
sömürücüsü durumuna geçiyorlardı. Ama küçük mülk
sahipleri, toplulukların içinde, her zaman
bulunuyorlardı.
Toplum, insanlık tarihinde, ilk kez, üretim alet ve
araçlarına sahip olanlar ile üretim araçlarına sahip
olmayanlara göre sınıflara bölündü. Yöneten ve
yönetilen de bu şekilde ortaya çıkmış oluyordu. Yoğun
baskı, korku ve tehdit yönetenlerin yaygın olarak
başvurduğu yollardı.
Feodal toplumda yönetim
Bu dönemin en başta gelen üretim aracı, toprak,
sadece senyörlerin elindeydi. Ormanlar, otlaklar ve
sular senyöre ait mallardı. Ama köylülerin de,
topluluğun üyeleri olarak, bunlar üzerinde hayvanları
otlatmak, balık avlamak, vb. hakları vardı.
Toprak, üretim konusu olduğuna göre, toprağı
işlemek, sonra da ürünü kaldırmak zorunlu idi. O
halde topraktan başka tarım aletlerine ve aynı şekilde
atlara ve başka hayvanlara sahip olmak gerekiyordu.
Bütün bunlar, aletleri ve hayvanları bazı koşullarla
köylüye ödünç veren senyöre aitti. Üretim araçlarının
bir bölümü, köylülerin özel mülkü olmuştu.
Feodal işletmede, üretilen her şey köylü emeğinin
sonucu idi. Bu ürün üç kısıma ayrılabilir:
- Senyörün kendine maledindiği kısım
- Köylünün ve ailesinin geçimi için gerekli olan kısım
- Emek üretkenliğinin yükselmesi sonucunda,
beslenmek için gerekli asgari miktardan fazla olarak,
köylünün elde edebildiği ortak ürünün bir kısmı
Son iki kısım, gerekli ürünü, birinci kısım ise artı
ürünü oluşturuyordu. Şu halde, köylü emeği de,
gerekli emek ve artı emek olarak ikiye bölünebilirdi.
Senyörün kendine maledindiği artı ürün, feodal rantı
oluşturuyordu.
Senyörlerin gelir kaynağı, doğrudan üreticilerin, yani
köylülerin, daha sonra da zanaatçıların aşırı ölçüde
sömürülmesiydi.
Feodal toplumsal düzende, senyörlerin köylüler
üzerinde, baskıya, korkutmaya dayalı yönetimleri söz
konusudur.
Bir başka yönetim olgusu da, yine bu toplumsal
düzen içinde ortaya çıkan loncalarda, zanaatçı, kalfa
ve çıraklar arasındaki ilişkilerde gözleniyordu.
Bir tür feodal hiyerarşi, zanaat örgütünü
düzenliyordu: usta, kalfa ve çırak. Ustalar, yavaş
yavaş, ayrıcalıklı bir grup oluşturdular. Her kalfaya,
ustalığa geçme yetkisi verilmiyordu. Loncaya kabul
edilmek için üstün nitelikte bir nesne, bir şaheser
yapmak gerekiyordu. Eğer özel bir kurul, bu nesnenin
kurallara tümüyle uygun olduğuna karar verirse,
ancak bundan sonra işçi, ustalığa kabul edilebiliyordu.
Öte yandan kalfa, ustalığa kabul edilişinin onuruna bir
şölen vermek için büyük bir para harcamak
zorundaydı.
Ticaret sermayesi, giderek, zanaatçıları sömürüyordu.
Büyük ticaret merkezlerinde, bazı kişiler, aracılar,
imal edilmiş eşyayı satınalıyorlar, hammaddeleri
dağıtıyorlardı. Öyle oldu ki, bunlardan hammadde
alan zanaatçı, kendi imal ettiği malları da onlara
satıyordu. Az varlıklı usta-zanaatçılar, hammaddeleri
kredi ile alıyor, yapılmış eşya ile borcunu ödüyordu;
giderek meslekten tacirler haline gelmiş olan aracının
boyunduruğu altına düşüyorlardı.
Paranın önemi arttıkça, emekçiler ve feodaller
gittikçe daha çok borç almak gereksinmesi
duyuyorlardı. Önemli miktarda paraları elinde
biriktirerek çok yüksek bir kâr yüzdesi ile borç veren
bir sınıfın ortaya çıkışı, bundan ileri gelmekteydi.
Burada da, para, gene sermayeye, ama bu kez tefeci
sermayesine dönüşüyordu.
Sanayi Devrimi ve Sanayi Devrimini Hazırlayan
Koşullar
Sanayi devrimi, tarım ve zanaatçılığın egemen olduğu
bir toplumdan, ticaret ve sanayi toplumuna geçişi
yansıtır.
1780-1820 yılları arasında İngiltere’de başlayan sanayi
devrimi, 1830-1870 yılları arasında Fransa, Hollanda
ve Belçika’ya, devam eden yıllarda Avrupa’nın diğer
ülkelerine, Amerika’ya ve Japonya’ya yayılmıştır.
16. ve 17. yüzyıldaki dinsel, siyasal, felsefi
düşünceler ile birlikte 17. Yüzyılın bilimsel buluşları,
sanayi devriminin ortaya çıkmasına kaynak
oluşturmuştur.
Sanayi devrimini hazırlayan diğer önemli koşullar
şunlardır:
- Hızlı nüfus artışı. 16. yüzyıldan başlayarak
Avrupa’nın nüfusu hızla arttı.
- Uluslararası politikada denge. 1815-1914 arasında
önemli savaşlar olmamıştır.
- Parasal sistemde denge. Altın standartı geçerliydi ve
enflasyon yoktu.
- Ekonomik denge. Serbes pazar ekonomisi kabul
görmekteydi.
- Buluşlar. Kuşkusuz buhar gücüyle çalışan makineler
en önemli buluştur. James Watt’ın geliştirdiği buharlı
makinesi yepyeni çığırlar açmıştır.
- Tarım tekniklerinde gelişme. Tarımdaki gelişmeler
kıtlığı azaltarak, nüfusun artışını sağlamıştır.
Gelişmelerle birlikte, tarım sektöründeki nüfus
ihtiyacı azalmıştır. Bu nüfus kentlere göç ederek
fabrika sisteminin işgücü ihtiyacını karşılamıştır.
- Yaşam düzeyinde gelişme. Eskiden lüks sayılan
şeker, kahve, çay gibi mallar artık orta sınıf ve alt
sınıflar için doğal bir gereksinme olmaya başlıyordu.
Bu da dolaylı olarak tüketim malı talebini arttırdı.
- Yağmacılık. Geniş çaplı yağmalar, sanayi devriminin
en önemli finans kaynağı olmuştur. Gerek İspanyollar
tarafından yağmalanan Orta Amerika altınları,
gerekse de İspanyol gemilerini vuran, yağmacıları
yağmalayan İngiliz gemileri, Avrupa’ya tonlarca altın
taşımıştır. Bütün bunlar 16. ve 17. yüzyıllarda, sanayi
devrimine götüren süreçleri desteklemiştir.
- Sömürgecilik. Avrupa ülkeleri yeni koloniler
oluşturarak buradan getirdikleri malları sanayide
kullanmaya başladılar, işlediler ve tekrar sömürgelere
sattılar.
- Küçük burjuvazi ve sermaye birikimi. Küçük
burjuvazinin gelişmesi ve orta sınıfın zenginleşmeye
başlaması bir itici kuvvet oldu. Orta sınıfın
zenginleşmesi sürecine paralel olarak kapital birikimi
oluşmaya başladı. Böylece yeni yatırım alanları
aranmaya başlandı.
Sanayi Devriminin Etkileri
Sanayi devrimi, işletmecilik ve yönetim düşüncesi
bakımından son derece önemli olaydır. Sanayi
devrimiyle ortaya çıkan fabrika sistemi, el sanatları
ve ev sanayinin küçük ve dağınık üretim birimlerinin
bir çatı altında toplanması ve merkezileşmesi
sonucunu doğurmuştur. Böylece, sanayi devriminden
bu yana işletmelerin, sayı ve büyüklükleri artmış,
bünyeleri karmaşıklaşmış ve faaliyet alanları
çeşitlenmiştir. Bu gelişmeler sonucu işletmeler,
toplumların egemen kurumu haline gelmişlerdir.
Sanayi devriminin 19. ve 20. yüzyıllarda ortaya
çıkardığı önemli sonuçlardan biri de girişimcinin
fonksiyonları arasında yer alan yönetiminin ücretli
profesyonel yöneticilere devredilmesi ve sahiplik ile
yöneticiliğin birbirinden ayrılmasıdır. Sanayi
devriminin beraberinde getirdiği yeni teknoloji,
sermaye ihtiyacının artmasına ve sermaye
maliyetlerinin yükselmesine yol açmıştır. Büyük
sermayeleri kaynaklarından sağlamayan girişimciler,
sermaye şirketleri kurma ve birleşme yoluyla
sermayelerini artırmışlardır. Ancak, bu yol işletme
sahipliği ile yönetimin ayrı ellerde toplanmasına
neden olmuştur. Ayrıca, işletmelerin büyümesiyle
birlikte, yönetici ihtiyacı artmış ve bütün bu
gelişmelerin sonucu olarak yönetici bir sınıf oluşmaya
başlamıştır. Bu gelişme de yönetim literatüründe,
“yönetimde devrim” olarak nitelendirilmektedir.
Sanayi devriminin yol açtığı, örgüt içi ve örgüt
çevresiyle ilişkili sözü edilen değişme ve gelişmeler
karşısında, örgütlerin tamamen sezgi ve tecrübeye
dayanarak, el yordamıyla yönetilmeleri güçleşmiştir.
Ayrıca, sanayi devrimi, daha fazla sayıda ve daha
kaliteli yönetici ihtiyacının ortaya çıkmasına, başka
bir deyişle, yönetici talebinin artmasına yol açmıştır.
Kuşkusuz, bu şartlar altında, işletme yönetiminin
sınama-yanılma yöntemine dayalı olarak çıraklık ve
tecrübe ile öğrenilmesi, uzun zaman alan ve etkili
olmayan bir yöntem haline gelmiştir. Bütün bu
nedenlerle, yönetim uygulamalarının kavram ve
ilkelere bağlanarak basitleştirilmesi, bir takım
teknikler geliştirilerek yönetim ve dolayısıyla da örgüt
etkinliğinin artırılması; yönetim, eğitim ve
öğreniminin hızlandırılıp kolaylaştırılması, bunun için
de, sistematik ve bilimsel bilgilerin birikmesi ihtiyaç
ve gereği hissedilmeye başlamıştır.
El yoluyla yapılan üretim, buhar gücüyle çalışan
makinanın James Watt tarafından geliştirilmesi ve
sanayiye uygulanmasıyla birlikte, yerini makineli
üretime bırakmıştır. Küçük çaplı ve el işi ile yapılan
mallar, makinelerle seri olarak üretilmeye
başlamıştır. Sanayi devriminin temel özellikleri ve
etkileri şu şekilde özetlenebilir:
- Hareketlilik. Toplum hayatında hareketlilik
başlamıştır. Gelişen makinelerin tarımsal
faaliyetlerde kullanılmasıyla birlikte, tarımda işgücü
ihtiyacı giderek azalmıştır. Kentsel alanlara göç
başlamış; buhar gücüyle çalışan lokomotif, insanları
kırsal alanlardan, kentsel alanlara taşımıştır.
- Arz yönlü üretim. Pazar için üretim başlamıştır. Eski
üretim biçimi, siparişe göre veya aralıklı üretim idi.
Yeni üretim biçimi, yığın üretimdir. Talep yönlü
üretim biçiminden arz yönlü bir üretime geçiş
başlamıştır.
- İşçi sınıfının doğuşu. Çiftliklerde emek karşılığı
çalışan tarım işgücü ve inşaatçılık, madencilik,
marangozluk, zanaatkârlık gibi tarım dışı kırsal
işgücü, sanayi devriminin gerekli kıldığı makineleşme
düzeyine uyum sağlayamayınca, fabrikaya
yönelmiştir. Fabrikalar, kalifiye ve kalifiye olmayan
iki tip işgücüne ihtiyaç duymuştur. Kalifiye işgücü
ihtiyacı, eskiden evlerinde üretim yapan küçük atölye
sahipleri ve zanaatkârlar tarafından karşılanmış;
kalifiye olmayan işgücü ihtiyacı ise, kırsal alanlardan
kentsel alanlara göç eden çiftçiler ve tarım işçileri
arasından seçilerek karşılanmıştır.
- Ölçek ekonomisi. İşveren rasyonel düşünmeye
başlamıştır. Ölçek ekonomisine geçilmiştir. Deneme-
yanılma yoluyla öğrenilmiştir. Ölçek ekonomisi bir
noktada, yığın üretimin esasıdır. Üretim artışı, belirli
bir noktaya kadar sabit maliyetler üzerinde düşüş
etkisi yapar ve birim başına düşen maliyet azalır.
Tedarikte gelişme. Buhar gücüyle çalışan lokomotif
sayesinde, kaynaklar ve insangücü fabrika sistemine
taşınmıştır.
- İşbölümü. İşbölümü bir zorunluluk haline gelmiştir.
- Yönetim ve organizasyon. Fabrikalarda çok kişinin
çalışması yönetim ve örgütlenme problemlerini ön
plana çıkarmıştır.
- Üretim kapitalistinin ve girişimcinin ortaya çıkması.
Sermaye birikimi, nakdi birikim ve toprak genişlemesi
yerine, sanayi üretim araçları şekline dönüşmeye, iş
adamlarının da sanayiciliğe yönelmelerine yol
açmıştır. Girişimcilik kavramının hızlanması ile
yatırım yapan yeni burjuva sınıfı gelişti.
- Zaman-mekân daralması. Üretimin, kaynakların
bulunduğu yerde yapma zorunluluğu ortadan
kalkmıştır. Buluşların bundaki katkısı çok fazladır.
Toplumlar ve kültürler arası mesafe de kısalmıştır.
Sanayi devrimiyle birlikte insanların zihni yapıları
değişmiş; başkaları için üretim yapmaya
başlamışlardır. Değişen ve gelişen teknoloji desteğini
de alan yeni zihni yapı, işletmelerin doğuşunu
etkileyerek, bir anlamda “mal ve hizmet üretimini
merkezileştirmiştir”. Bu merkezileşme, önce
işletmelerin kendi içindeki insan faktöründen
başlayarak, toplumları ve tüm yaşam tarzını
dönüştüren bir etki yapmıştır.
Üretimin merkezileşmesiyle üretim yapılan mekânlar
da değişmiştir. İcat edilen makineler ev üretimi için
elverişsizdi. Bu nedenle, insanlar makinelerin olduğu
binalara giderek çalışmaya başlamışlardır. Fabrika
dediğimiz bu sistem de, bu şekilde ortaya çıkmıştır.
Fabrika sistemi hızlı üretim gibi olumlu sonuç yanında
sosyal açıdan olumsuz birtakım sonuçlar da doğurdu.
Erkek işçiler yanında, hatta onların yerine (daha
ucuza çalıştıkları için) çocuk ve kadınlar
çalıştırılmıştır. Bu işçilerin sanayi devriminin oluşum
aşamasında havasız, karanlık, izbe çok ağır koşullarda
çalıştıkları söylenebilir. 20 saate kadar varan iş
saatleri küçük çocuk ve kadınları eziyordu. Ücretler
yetersizdi. İşçilerin kalifiye olması da artık o kadar
önemli değildi. Tekdüze, basit, mekanik hareketleri
yapabilen herkes makineleri çalıştırabiliyordu.
Böylece, kalifiye işçilerin normal ücretle iş bulması
imkânsızlaşıyordu. İş kazaları da bu dönemde çoktur.
Evinde ve tarlasında istediği tempoda çalışmaya
alışmış ve çalışma yöntemini kendi düzenleyen işçi,
fabrika üretiminde hızlı çalışma düzenine girince,
kullandığı alet ve makinalara uyum sağlamakta
zorluklarla karşılaşmış ve bunun sonucunda oluşan iş
kazalarında bir çok işçi yaşamını yitirmiştir.
Makineleşme ve buhar gücünün daha fazla
kullanılması, tarım kesimi ile kömür ve demir
sanayilerinde de önemli değişikliklere yol açtı. Kömür
ve demir sanayilerinin gelişmesi, diğer alanların da
sanayileşmesine yardımcı oldu. Sanayi devrimiyle
birlikte ortaya çıkan ilk işletmeler de demir çelik
fabrikaları olmuştur. Tekstil, dokuma, kimya,
bankacılık dönemin diğer önemli işkollarıdır.
Bölüm 2

Yönetim, Çağdaş Yönetim Düşüncesinin Evreleri ve
Klasik Yönetim Anlayışı
Yönetim
Yönetim, örgüt amaçlarının etkili ve verimli olarak
gerçekleştirilebilmesi için, planlama, örgütleme,
yürütme, koordinasyon, kontrol fonksiyonlarına ilişkin
ilke, teori, kavram, model ve tekniklerin sistematik
ve bilinçli bir şekilde maharetle uygulanmasıyla ilgili
faaliyetlerin tümüdür.
- Yönetim sürecinin en önemli özelliklerinden biri
“akılcılık”tır (rasyonellik). Aslında ussallık tüm insan
faaliyetlerinin temel ilkesidir. Bu ilke, ihtiyaçların
sonsuz, kaynakların (ihtiyaçları tatmin araçları) sınırlı
olmasının ortaya çıkardığı doğal bir zorunluluktur.
Yönetim alanında akılcılık, örgütsel kaynakların kıt ve
sınırlı, amaçların çeşitli olması nedeniyle zorunlu hale
gelmektedir.
Etkinlik ve verimlilik, amaca yönelik faaliyetlerin,
akılcılık derecesini belirleyen iki temel ve genel
ölçüttür. Etkinlik, verimliliği de içerdiği gibi, moral,
uyum kabiliyeti, esneklik vbg. soyut unsurları kapsar.
Bu nedenle, etkinlik verimliliğe göre daha geniş bir
kavramdır.
Etkinlik, herhangi bir faaliyetin, amaca ulaşma
derecesini ifade eder. Verimlilik, etkinliğin bir
bölümünü oluşturur. Diğer taraftan, verimlilik,
örgütün iç yapısı ve işleyişiyle ilgili, teknik ve
ekonomik bir kavram olmasına karşılık, etkinlik, İnsan
ile bağlantılı (beşeri) faktörlerle ilgili olup, örgüt dışı
etkenlerin de tesiri altındadır.
Örgütsel etkinlik ölçütleri olarak; verimlilik, değişime
uyum kabiliyeti, esneklik, örgüt kararlarının çevre
tarafından kabul derecesi, problem çözme kabiliyeti
gösterilebilir.
Verimlilik ise, çıktılar ya da hasıla ile, girdiler ya da
harcamalar; elde edilen sonuçlarla, sarfedilen
çabaları; gelirlerle, giderler arasındaki oranları ifade
eder.
Verimlilik= çıktı/girdi (yaratılan toplam
fayda/sisteme giren değerler toplamı)
Emeğin verimliliği=üretim miktarı/işçi sayısı
Sermayenin verimliliği= üretim miktarı/duran
varlıklar (makina sayısı)
Bir işçi 8 saat çalışıp 50 birim mal üretiyorsa, işçinin
verimliliği 50/8 şeklinde belirlenecektir.
Yönetim biliminin doğruluğu test edilmiş sağladığı
bilgilere, deney ve gözlemlere dayanması nedeniyle,
yönetsel etkinlik ve verimliliği arttırma olasılığı
yüksektir. Öte yandan, bu durumda yönetici değerli
zamanından da tasarruf sağlamış olacak; bu da
verimlilik üzerinde olumlu etki yaratacaktır.
- Yönetimin süreçsel yönünü planlama, örgütleme,
yürütme, eşgüdümleme ve kontrol faaliyetlerinden
anlarız.
- Yönetim bir bilimdir; bu tanımlamadan, yönetimin
özgün ilke, teori, kavram ve tekniklere sahip
olduğunu anlarız.
İlkeler, temel düşünce, kanılar ve öncül unsurlardır
ve yönetim uygulamalarına yol göstedici rol oynarlar.
İlkeler, tasvir edici, zorlayıcı (normatif), ve neden
sonuç ilkelerini belirleyici olmak üzere üç gruba
ayrılır. Örneğin “amaçlar ilkesi” tasvir edici olarak;
“tüm örgütler belli amaçlara sahiptir”, aynı ilke
zorlayıcı olarak; “tüm örgütler, çalışanların ortak
olarak gerçekleştirebilecekleri, açık ve seçik bir
biçimde belirlenmiş amaçlara sahip olmalıdırlar.”,
yine aynı ilke, neden sonuç ilişkilerini belirleyici
biçimde; “açık ve seçik olarak belirlenmiş amaçlara
sahip olan örgütler, açıkça belirlenmiş amaçlara sahip
olmayan örgütlerden, uzun vadede daha etkindirler.”
şeklinde ifade edilir.
Teori, olgu ve olayları açıklamak ve öngörmek için,
değişkenler arasındaki ilişkileri belirleyen ve olgu ve
olgu ve olayların bir görüntüsünü teşkil eden,
birbiriyle ilişkili kavram, tanım ve önermeler dizisidir.
Model, gerçeğin temsilidir. Model sayesinde, olgu ve
olaylar daha iyi anlaşılır. Problem çözümü kolaylaşır.
Kavramlar, gerçeğin soyutlanmış şeklini ifade ederler.
Kavramlar; yeni fikirleri, anlamları ve açıklamaları
temsil ederler. İlke, teorilerin geliştirilmesi için, bir
takım kavramlara ihtiyaç vardır. Fizikte, “görecelik”
kavramı, işletme ekonomisinde “sermaye” kavramı,
yönetimde ise, “yetki” kavramı örnek verilebilir.
Teknik, bir sanat, bir bilim, bir meslek dalında
kullanılan yöntemlerin tümüdür. Yol, beceri, yöntem.
Örneğin, beyin fırtınası, bir karar verme tekniğidir.
- Yönetim bir sanattır; sezgi, muhakeme, maharet ve
ustalık ihtiyacı yönetimin sanatsal niteliğini ortaya
koyar.
- Yönetim bilimi uygulamalı bir displindir. Bu nedenle
teorik ve pratik amaçlara sahiptir. Yönetici, kendi
teorisini geliştirmek (sezgi, deneyim, muhakeme,
sınama) yerine yönetim biliminin sağladığı bilgilerden
yararlandığı takdirde, yönetim uygulamaları
kolaylaşmış ve basitleşmiş olur. Çünkü, yönetici uzun
zaman alan teori geliştirme faaliyetine gerek
kalmayacaktır. Yine de, bilimsel bilginin var olmadığı
hallerde, yönetici, kendi teorisini geliştirmek, diğer
deyişle, sorunlarını, sezgi, deneyim ve muhakemesine
dayanarak, sınama ve yanılma yoluyla çözümlemek
zorunda kalır. Bu zorunluluk, en gelişmiş bilim
disiplinlerine dayanan uygulamalarda da söz
konusudur. Örneğin, hekim, yöneticiye nazaran çok
daha az olmakla birlikte, zaman zaman tıp biliminin
boşluklarını, kendi deney ve gözlemleri; sezgi ve
deneyimine dayanarak geliştirdiği teoriyle doldurmak
zorundadır.
Bilimsel bilgilerden yararlanan yöneticinin
başarısızlığı, teorinin yararsız olduğu anlamına
gelmez. Çünkü, bilimsel bilgi ve teorinin yerinde,
zamanında, durum ve koşullara göre uygulanması
gerekir. Bilimsel bilgi ve teoriden yararlanmadığı
halde yöneticinin başarı sağlaması da teorinin
gereksiz olduğunu göstermez. Yöneticinin uyguladığı
teori, iç ve dış tutarlılık, doğruluk, kanıtlanabilirlik,
genellik ve mantıksal olma gibi, iyi bir teorinin
taşıması gereken özelliklere sahipse, iyi bir teoriden
pratik bir şey yoktur.
Çağdaş Yönetim Sürecinin Evreleri
- Klasik Yönetim Yaklaşımı (1880–1940)
- - Bilimsel Yönetim (F. Winslow Taylor)
- - Yönetsel Teori (Süreç Yaklaşımı) (Henry
Fayol)
- - Bürokrasi (Bürokratik Yaklaşım) (Max
Weber)
- Neo Klasik Yönetim Yaklaşımı (1940–60)
- Modern Yaklaşım (1960–80)
- - Sistem Yaklaşımı
- - Durumsallık Yaklaşımı
- Post modern Yaklaşımlar (1980 - ...)
Yönetim Bilimi
1800'lü yılların sonlarında yönetim bilimsel nitelik
kazanmaya başlamıştır. Konuya ilişkin kavramlar,
kuramlar ortaya çıkmıştır. (Örneğin; iş bölümü)
Yönetsel olgu ve olayların artık modellenebilir olduğu
görülür (Realitenin görünüşü). İşletmecilik konularının
başlangıcıdır.
Yönetsel olgu ve olayların ilişkilerinin açıklanmasında
kavram, teori, ilke, model, kanun, gözlem ve
deneyden yararlanılması yönetimin bilimsel niteliğini
ortaya koyuyor.
Yönetim bilimi, genç bir bilimdir. Yönetim, 1800'lü
yılların sonunda Amerika’da F.W.Taylor’un
çalışmalarıyla başlar. Aynı zamanda Fransa’da
H.Fayol, Almanya’da Max Weber’in çalışmaları vardır.
Benzer yönleri çok fazladır.
Taylor - Bilimsel Yönetim
Taylor (1856-1915), rasyonelleştirme meraklısıdır.
Yönetimin babası olarak bilinir. Verimlilik ve etkinliği
arttırmaya çalışmıştır. Verimsiz çalışma düzeninin
israfa neden olduğunu ve bu israfın ulusal ekonomiye
zarar verecek kadar büyük olduğunu gözlemlemiştir.
Verimliliği artırmak için zaman ve hareket etüdü
yapmıştır. Bu çalışma günümüzde de iş etüdü olarak
devam etmektedir.
Taylor, çalıştığı kömür madeninde patronunun
desteğini alarak bazı gözlemler yapmıştır.
İşçiler, maden cevherini kürekliyorlar ve vagonlara
boşaltıyorlar ve vagonlar yardımıyla kömür yığınları
başka noktalara taşınıyordu.
Gözlemleri (maden cevherini kürekleme deneyi);
verimsiz çalışma düzeni, yoğun israf, çalışanlarda
tembellik ve isteksizlik.
Amacı; olumsuz çalışma koşullarını ortadan
kaldırarak, verimliliği artırmaktır.
Taylor, amacı doğrultusunda patronunun da desteğini
alarak bazı çalışmalar yapmıştır:
Birbirine yakın, mesafenin dar olduğu yerde işçiler işi
savsaklamaktadır. İşçilerin aralarındaki mesafeyi
açar. İşçilere çalışmaları gerektiği noktaları söyler.
Üretim aracını (kürek) değiştirir. Daha önce kullanılan
küreğin sapının uzunluğunda ve iç kısmında
değişiklikler yapar (kıvrımlı yapı). Standart üretim
aracı (ağırlığı, uzunluğu belli; boş ve dolu olarak
hangi ağırlıkta olduğu belli kürek) belirler. Standart
üretim aracıyla işçi yığından belli bir miktar kömür
alacaktır.
Kronometre yardımıyla süreyi de tespit eder. Belirli
bir sürede bir işçinin taşıması gereken kömür
miktarını tespit eder. Zaman etüdü = Standart zaman
İşçilerin gereksiz hareketlerden kaçınmaları için
hareket etüdü yapar, bazı hareketleri elemine eder.
Kömür yığınına hangi hareketleri yaparak, nasıl
ulaşılacağını tespit eder. Hareket etüdü = Standart
hareket
Standart çıktı da olmalıdır. Tüm bunlar daha verimli,
daha etkin üretim içindir.
Taylor hayalini gerçekleştirmiştir. Yaptığı çalışmalar
sonunda işletmelerde verimlilik %1000 kadar
yükselmiştir. Taylor, fabrika ve işçi düzeyinde
verimlilik ve etkinliğe yönelik çalışmalar yapmıştır.
Fayol - Süreç Yaklaşımı ve Yönetimin Fonksiyonları
Fayol (1841-1925), Klasik dönemin öncülerindendir.
Yönetimin beş fonksiyonunu ortaya atmıştır:
- Planlama: İleriyi görmek. Amaçlara ulaşmak için her
şeyi yapmak.
- Örgütleme: Kurumun maddî ve beşeri yapısını
oluşturmak (organizasyon)
- Yürütme: Örgütü harekete geçirme
- Eşgüdümleme: Faaliyetlerin veya çabaların
ahenkleştirilmesi veya uyumlaştırılması
- Denetim: İşlerin ve faaliyetlerin yolunda gidip
gitmediğinin araştırılması, işlerin emirlere ve
programa uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin
belirlenmesi
Fayol - Yönetimin 14 İlkesi
Fayol bu ilkelerin fizik bilimlerinde olduğu gibi
değişmez ve katı kuralar niteliği taşımadığını söyler.
Yönetimde hiçbir şey katî ve mutlak değildir. Yönetim
bir ölçü ve kıyas meselesidir. Benzer koşullarda bile
aynı ilke nadiren kullanılır. Uygulamada farklı ve
değişen koşullar dikkate alınmalıdır.
- İş bölümü ilkesi: Fayol’a göre iş bölümü örgütün
büyüklüğünün bir fonksiyonudur. İş bölümü aynı emek
ile daha fazla miktarda ve daha kaliteli mal ve hizmet
üretimini sağlar. İş bölümü verimliliği artırır. Bunun
nedeni ise uzmanlaşmaya yol açmasıdır.
- Yetki ve sorumluluk ilkesi: Fayol yetkiyi emir verme
hakkı, itaat ettirme gücü olarak tanımlar. Yetki
kaynağına göre biçimsel veya kişisel olacaktır. Yetki
ve makamdan yani örgütten doğuyorsa biçimsel;
yöneticinin zeka, bilgi, tecrübe ve iyi ahlak gibi
kişiliğini oluşturan yeteneklerinden ileri geliyorsa
kişiseldir. Yetki kullanmak sorumluluğu doğuracaktır.
Sorumluluğu ise bir ödül veya ceza gerektirecektir.
- Hiyerarşi ilkesi: En üst yönetim kademesinden en alt
kademeye kadar uzanan kumanda zinciridir.
Haberleşme ve diğer ilişkiler bu yolu takip etmelidir.
- Yönetim Birliği İlkesi: Fayol bu ilkeyle, aynı amaca
hizmet eden faaliyetlerin bir plan ve programa bağlı
olarak bir yönetici tarafından yürütülmesini kasteder.
- Merkezcil yönetim ilkesi: Merkezcil yönetim bir
ölçüm ve derece meselesidir. Asgarî ölçüde
merkezcilik koordinasyonun gerektirdiği bir
zorunluluktur. Fakat Fayol’a göre yönetim yetkisinin
bütünlüğünü bozmayacak ölçüde merkezkaçlık da
yararlıdır. Bu nedenle bir kuruluş için merkezcilik ve
merkezkaçlık arasında optimal bir noktanın
belirlenmesi gerekir.
- Kumanda birliği ilkesi: Her ast bir üste bağlı
olacaktır. Bir üstten emir alacaktır ve bir üste hesap
vermekle yükümlü olacaktır. Bu ilkenin bozulması
veya uygulanmaması disiplinin bozulmasına yol açacak
birçok anlaşmazlık ve çatışmaların kaynağı olacaktır.
- Disiplin ilkesi: Disiplin; itaat, çalışkanlık, işe
devamlılık, davranışlarda düzen ve örgüt üyeleri
arasındaki anlaşma hükümlerine saygı gibi hususların
ortaya çıkış biçimi olarak nitelendirilebilir. Örgütte
işlerin yürümesi için disipline ihtiyaç vardır.
Yöneticinin temel görevlerinden biri de disiplini
sağlamaktır. Disiplin cezası uygulamak örgütün çıkarı
bakımından zorunludur.
- Genel çıkarların kişisel çıkarlara üstünlüğü ilkesi:
Örgüt çıkarları, kişi ve grup çıkarlarına feda
edilmemelidir.
- Çalışanların ödüllendirilmesi ve ücretleri ilkesi:
Çalışanlara ücret adil olmalıdır. Ücretlerin tayininde
hayat pahalılığı, işçi arz ve talebi ve kurumun iktisadi
durumu göz önünde bulundurulmalıdır.
- Düzen ilkesi: Maddi ve sosyal düzen olarak ikiye
ayrılır. Ona göre düzen her şeye bir yer her şeyin
kendi yerinde anlamına gelmektedir. İşin gerektirdiği
gerek ve kabiliyetlere uygun personel istihdam
edilmesini sosyal düzenin temel şartı olduğuna işaret
etmiştir.
- Personelde devamlılık ve denge ilkesi: İşe yeni giren
personelin işe alışmasına yardımcı olması gerekir.
Elemanın işe alınmasına engel olabilecek tutum ve
davranışlardan kaçınmak gerekir aksi halde yeni işe
giren eleman işten kısa sürede ayrılabilecektir.
- Personelde işbirliği ruhu ilkesi: Birlikten güç doğar.
Kuruluşun amacı etrafında birleşmek gerekir.
İşbirliğini bozan başlıca etmenler personel üzerinde
egemenlik kurmak için onun grubundan ayırmak ve
yazılı haberleşmeye gereğinden fazla bağlanmak
gerekir.
Max Weber - Yetki Tipolojisi ve İdeal Bürokrasi
Modeli
Max Weber’in ideal bürokrasi modeli ve yetki
tiplemesi olumsuz anlamlarına rağmen bilimsel
anlamda bürokrasi geniş bir alana yayılmış toplumsal
eylemlerin rasyonel ve objektif esaslara uygun olarak
düzenlenmesi sürecidir. Belli bir büyüklüğü aşan ve
yüz yüze temasın ortadan kalktığı her örgüt bürokrasi
özelliklerini kazanmaya başlar.
Max Weber (1864-1920) bürokratik örgütü yetkinin
ortaya çıkış biçimi olarak tasarlamıştır. Üç tip
yetkiden söz eder:
- Geleneksel yetki: Bu yetki kişiseldir. Doğuştan
kazanılan statüye dayanır. Astlar emirleri sadakatle
yerine getirir. Emirlere geleneklere uyduğu sürece
itaat edilir. Yetki ve emirler geleneklere aykırı
olmadığı takdirde meşrudur.
- Karizmatik yetki: Bu yetki de kişiseldir. Bu yetki
liderin veya yöneticinin kutsallık, kahramanlık gibi
üstün niteliklerine dayanır. Karizmatik liderin
emirlerine lidere inanç ve onun arzusu olduğu için
uyulur. Karizmatik lider veya yönetici astlarını statü
ve uzmanlık bilgilerinden ziyade kendisine bağlılık
derecesine göre seçer.
- Ussal (akılcıl) yasal yetki: Bu yetki kişisel değildir.
Yetkiyi elinde bulunduranlar, bu yetkiyi seçimle
kazanırlar. Seçimleri de ussal kaidelere dayanır. Bu
yetki tipinde emirler herkesi bağlayıcı kaide ve
normlara dayanır ve ussaldır. Yetkiyi elinde
bulunduranlar da kaide ve nizamlara uymak
zorundadır. Emirlere ussal kaidelere dayanması ile
riayet edilir.
Max Weber, bürokratik örgüt tipi için en uygun yetki
türünün, ussal yasal yetki olduğunu açıklamış ve
nedenlerini böyle ortaya koymuştur:
- Bu yetki yönetimde devamlılık sağlar.
- Yönetsel pozisyonları işgal edenler yeteneklerine
göre ve ussal olarak seçilirler.
- Üstlere yetkilerini kullanmaları için yasal olarak
araçlar sağlanmıştır.
- Yetkinin kapsamı ve sınırları açık ve seçik olarak
belirlenmiştir.
Marx Weber’in ideal bürokratik modeli şu özelliklere
sahiptir:
- Bürokratik örgütün amaçlarının gerçekleştirilmesi
için yerine getirilmesi gereken faaliyetler, biçimsel
görevler olarak belli bir usule uygun şekilde
dağıtılmıştır.
- Görevlerin yerine getirilmesi için gerekli olan
yetkiler, birtakım açık ve seçik kaidelere
bağlanmıştır. Zorlayıcı önlemler kanunu, kaide ve
idari kurallarla sınırlandırılmıştır.
- Haklar ve görevlerin karşılıkları keyfi olarak bir lütuf
şeklinden çok sistemli ve ussal bir biçimde
belirlenmiştir.
- Görev ve yetkiler kişisel değil biçimseldir. Yani
görev ve yetkiler kişilerin şahsına bağlı olmaktan
ziyade makamlara bağlıdır.
- Astlar üstlerin emirlerini işgal ettikleri makamın
temsil ettiği gayri şahsi ve yasal yetkiye dayandığı için
uyar.
- Bürokraside ilişkiler ve haberleşme yazılı olarak
yürütülür ve bütün bu yazılı evrak örgütün kalem
teşkilatında toplanır.
- Görevlere özel eğitim görmüş memurlar atanır.
- Görevler önceden belirlenmiş öğrenilmiş ve
öğrenilebilen genel kaidelere uygun bir biçimde
yürütülür.
- Görevlerin herhangi bir kimsenin temekli haline
gelmemesi için gayret saf edilir. Hiçbir görevliğe
görevini kendi amaçlarına hizmet için kullanmasına
izin verilmez.
Bölüm3

Neo Klasik Yönetim Düşüncesi
1930 yıllarında, yönetimde, “insan ilişkileri” adı
altında yeni bir yaklaşım oluşmaya başlamıştır. İnsan
ilişkileri yaklaşımı; güdüleme (motivasyon), önderlik,
grup davranışları, insan ilişkileri, iletişim gibi mikro
konularla gelişmeye başlamış; daha sonra biçimsel ve
biçimsel olmayan örgüt, sosyo-teknik sistemler
arasında etkileşim, birey ve örgüt bütünleşmesi vbg.
makro konu ve sorunlar üzerine eğilerek, sanayide
hümanizm akımına dönüşmüştür.
İnsan ilişkileri yaklaşımı şu temel kavramlara dayanır:
- Bireylerin birbirinden farklı olduğu. Psikolojiye
dayanan bir görüştür. Bireylerin kabiliyet ve
kapasitelerinden en iyi biçimde yararlanılmasını
sağlar. İnsanın temel analiz birimi olarak ele alınması
sonucunu doğurur.
- İnsanın bir bütün olduğu. İnsan; biyolojik, fizyolojik
ve psiko-sosyal bir varlıktır. İnsan örgüte, sadece
biyolojik ve fizyolojik boyutuyla gelmez; psikolojik ve
sosyal özelliklerini de beraberinde getirir. Klasik
yönetim düşüncesinde, insan davranışlarının, örgüt
yapı ve işleyişini etkilemeyeceği varsayımına
dayanılmıştır. Ayrıca “homo-economicus”
davranışlarının da nedenleri bilinmektedir.
- İnsan davranışlarının bir nedene dayandığı. İnsan
davranışlarının nedenleri araştırılmalı ve uygun
motivasyon faktörleri seçilmelidir. İnsanlar her zaman
akılcıl davranmazlar.
- İnsanın diğer üretim faktörlerinden farklı olduğu.
İnsan doğanın en üstün yaratığıdır. Diğer üretim
faktörlerinin sağlayıcısıdır. Yaratıcıdır. Ayrıca,
girdilerinin toplamından daha büyük çıktılar sağlar.
- Örgütün, psiko-sosyo-tekniko bir sistem niteliği
taşıdığı. İnsanın psiko sosyal bir varlık olarak kabul
edilmesi, doğal olarak örgüte de sosyal sistem
nazarıyla bakılmasını sağlar.
- İnsanın örgüte, örgütün de insana dayandığı.
Karşılıklı bir bağımlılık söz konusudur. İnsansız örgüt,
örgütsüz toplum olmaz.
Hawtorne araştırmaları ve Hawtorne etkisi
Elton Mayo (1880-1949) önderliğinde Amerika’da
Şikago yakınlarında yer alan, Western Elektrik
Şirketinde 1924 ve 1932 yılları arasında yapılmış bir
dizi araştırmadır:
- Işıklardırma deneyleri. Denek grupları seçilmiş ve
seçilen gruplar sistematik şekilde değiştirilen ışık
şartlarına tabii tutulmuştur. Ancak ışık azaldığında
da, çoğaldığında da işçilerin veriminin arttığı
gözlemlenmiştir. Işıklandırma ile verimlilik arasında
hiç bir ilişki olmadığı sonucu ortaya çıkmıştır.
- Röle montaj odası deneyi. “İşçiler yoruluyor mu?,
dinlenme molaları verilmeli mi?, günlük çalışma
saatleri kısaltılmalı mı?, işçilerin işlerine ve işletmeye
karşı tavır ve tutumları nedir?, üretim öğleden sonra
neden düşmektedir?, alet ve malzeme değiştirmenin
etkileri nelerdir? “ sorularına yanıt aranmıştır.
Araştırmacılar, üretim ve verimliliğin artışının salt
fiziki şartlara bağlı olmadığını gördüler.
- İkinci röle montaj odası deneyi. Ücretlerin
performans üzerindeki etkileri analiz edilmiştir.
Araştırmacılar ekonomik faktörlerin verim üzerindeki
etkilerinin inkâr edilemez olduğuna, ancak bu
faktörlerin üretime etkisinin sınırlı olduğuna karar
vermişlerdir.
- Mika yarma test odası deneyi. Bu deney ile sadece
dinlenme araları (mola) ve haftalık çalışma süresinin
artırılmasının verimlilik üzerindeki etkileri analiz
edilmiş; fakat anlamlı bir ilişki bulunmamıştır.
- Mülakat programı. Bütün işçilerle mülakat yapılarak,
dürüst yorumları istenmiştir. Küçük gruplar üzerinde
yapılan testlerin sonuçlarını doğrulamayı, iyi bir işin
çalışma koşullarını saptamayı, işçilerin işlerini sevip
sevmediklerini öğrenmeyi amaçlamışlardır. Mülakat
programı, mülakatlarla sosyal gruplar hakkında
bilgiler sağlamayacağını kanıtlamıştır.
- Seri bağlama gözlem odası. Bu araştırma, sosyal
grupların davranışının araştırma sonuçlarının daha
gerçekçi bir ortamda yapılmasını, yani işçilerin
çalışma koşullarındaki his ve davranışlarını
görebilmeyi amaçlıyordu. İlk etapta 15 kişilik işçi
grubu iki araştırmacı tarafından gözlem altına
alınmaya başlandı. Gözlemcilerden biri test odasında
mümkün olduğunca işçilerden ayrı bir şekilde
gözlemini sürdürürken, diğer araştırmacı iş saatleri
dışında işçilerin tutum ve duygularını daha iyi
anlayabilmek için onlarla mülakat yapıyordu. Bu
araştırma, sosyal örgüt konusunda aydınlatıcı rol
oynamış ve sosyal örgütün önemini ortaya çıkarmıştır.
Sonuç olarak; iş performansını belirleyen, bireyin
yetenekleri değil, daha ziyade, sosyal ilişkilerdir.
Hawtorne araştırmalarının genel sonuçları
- Öncelikle Hawthorne araştırmaları ile işletmenin bir
sosyal sistem olduğu; bu sistemin en önemli
unsurunun da insan olduğu sonucuna varılmıştır.
Belirli bir organizasyon yapısı içinde bir araya gelen
kişilerin kendi aralarında informel gruplar
oluşturduğu; grup özelliklerini de, kişilerin sahip
olduğu inançlar, alışkanlıklar, amaçlar, gelenekler ve
değer yargılarının belirlediği; böylece oluşan sosyal
sistemin kişiler üzerindeki etkisinin fiziksel
faktörlerden fazla olduğu bulgusunu ortaya
koymuştur.
- Hawthorne araştırmaları, çeşitli yönlerden
eleştirilere konu olsa da, insan faktörünün önemini
vurgulamış ve insanın yoğun bir şekilde araştırma
konusu yapılmasında etkili olmuştur.
- Hawthorne araştırmaları, ekonomik insan modeline
karşın sosyal insan modelinin çıkmasında etkili
olmuştur.
- Hawthorne araştırmaları, özlenen verimliliği
sağlayabilmede, insanı insan olarak görebilmenin ve
kabul edebilmenin, en azından dinlenme molaları,
fiziksel çalışma koşulları, hatta para kadar önemli
olduğunu göstermiştir.
- Hawthorne araştırmaları sonucunda, üretimin
sadece yönetim standartlarından etkilenmediği,
işçinin oluşturduğu sosyal normların da etkisi altında
olduğu ortaya çıkmıştır.
- Hawthorne araştırmaları, ekonomik değeri olmayan
ödüllerin, en az ekonomik teşvikler kadar önemli
olduğunu, arkadaşlık, insan ilişkileri gibi kavramların
iş yaşamında önemli bir yer kapladığını göstermiştir.
Hawtorne araştırmalarına getirilen eleştiriler
Mayo nun görüşlerinin en fazla eleştiri aldığı nokta,
sendikalara hiç yer vermemesidir. Diğer eleştiri aldığı
konularda şunlardır:
- Sanayideki anlaşmazlıkları uzlaştırmada, toplu
sözleşme gibi alternatifleri gözden uzak tutmuştur.
- Sosyal dayanışmayı sağlamayı isterken, görüşlerinde
sendikalara hiç yer vermemiştir.
- Hawthorne araştırmalarının yöntemine karşı da
birtakım eleştiriler getirilmiş ve bu araştırmaya bağlı
kalarak hiçbir şekilde genellemelere gidilemeyeceği
ifade edilmiştir.
- İnsan İlişkileri yaklaşımı, genel olarak yumuşak
tutmu ve aldatıcı bir demokrasi havası yaratması
açısından her zaman eleşitirilmiştir.
- Yarattığı demokrasi havasını aldatıcıdır. Zira,
sendikaları hiçbir zaman göz önünde
bulundurmamamıştır.
- İnsan ilişkileri yaklaşımı da tıpkı klasik görüşte
olduğu gibi, işletmeyi kapalı bir kutu olarak algılamış
ve dış faktörlerden etkilenebileceğini düşünmemiştir.
- Kararlara katılma sürecini, sahte bir biçimde
uygulamıştır.
X ve Y Kuramları - Douglas Mc Gregor
X kuramına göre;
· İnsanlar çalışmayı sevmez ve fırsat buldukça işten
kaçarlar. Bu nedenle insanlar çalıştırılmak
isteniyorsa, kontrol edilmeli, korkutulmalı,
yönlendirilmeli, gerekiyorsa tehdit edilmelidir.
· Normal bir insan sorumluluk almaktan kaçar, iş ve
yükselme heveslisi değildir, güven arar ve kendisine
en çok ekonomik yararı sağlayacak işi yapar.
· İnsanların çoğu yaratıcı değildir ve değişikliğe karşı
direnç gösterir.
· İnsanlar kendilerini düşündükleri için örgütün
amaçlarının onlar için önemi yoktur.
Klasik yöneticiler, insanı X kuramı ışığı altında
görmüşler ve onları güdülemek için planlama,
örgütleme, korkutma ve kontrol gibi teknikleri
geliştirerek ekonomik araçlara ağırlık vermişlerdir.
Yönetimin öncelikli aracı ödül değil cezadır.
Y kuramına göre;
· İnsanların bir işte çalışarak fiziksel ve entellektüel
çaba harcamaları, dinlenme ya da oyun oynama
istekleri kadar doğaldır.
· İnsan işe girmekle, önceden belirlediği amaçlara
ulaşmak için kendi kendini yönlendirecek ve kontrol
edecektir.
· İnsanın amaçlarına yönelmesi ödülle birlikte başarı
ihtiyacını tatmine yöneliktir.
· Normal insan öğrenmek ister ve koşullar sağlanırsa
sorumluluğu almak zorunda kalmayıp onu elde etmek
ister.
· İnsanların yaratıcılık, yenilik bulma gibi özellikleri
sadece toplumda çok az insana verilmiş olmayıp geniş
biçimde yayılmıştır.
Yönetici, insanları Y kuramı ışığı altında görüyorsa,
onlara esnek iş saatleri uygulayacak, tek düze ve can
sıkıcı işler yerine, işlerinden tatmin olacakları ortamı
yaratacak ve astlarını kararlara katılma yönünde
teşvik edecektir.
Olgun İnsan ve Olgun Olmayan İnsan Özellikleri Chris Argyris
Argyris'e göre kişiler geliştikçe olgun olmayan insan
özelliğinden olgun insan özelliğine doğru bir değişim
gösterir. Tablodaki özellikler iki ucu temsil
etmektedir. İnsanı zaman içersinde olgunlaştıran yedi
değişim söz konusudur.
1. Durum: Adeta bir bebek gibi her şeyi başkalarından
bekleyen pasif durumdan zamanla kurtulup aktif
duruma gelecektir.
2. Durum: Başkalarına sıkı sıkıya bağlı olma yerine
zamanla bu durumdan kurtulup bağımsızlığa
kavuşacaktır.
3. Durum: Sınırlı davranışlar gösterdiği bebeklik
döneminden kurtulup birçok türde davranışa
yönelecektir.
4. Durum: Rastlantısal ve yüzeysel ilgiler yerine
konularda daha derin ve güçlü ilişkiler içine
girecektir.
5. Durum: Olgunluğa erişmemiş fikirlerin şimdiki
zamanla ilgili davranışları gelecek zamanı dikkate
alan daha geniş bir zaman süresi ile ilgili davranışlara
girecektir.
6. Durum: İnsanlar herhangi bir işi başarabilmek için
kendisini başkalarından aşağı görme durumu ortadan
kalkacak başkalarına eşit veya onlardan daha üst
seviyeye gelecektir.
7. Durum: Kendi kendini tanıyamama duygularından
sıyrılarak kendini tanıyacak ve davranışlarını kontrol
altına alacaktır.
Argyris, insan ve organizasyon arasındaki ilişkiler
üzerinde durmuştur. Kişilerin sorumluluk alanlarının
artırılmasının onu daha çok olgunlaştıracağı
görüşündedir. Olgun kişiler hem kendisi için hem de
örgüt için daha faydalı faaliyetlerde bulunacaktır.
Örgütlerin uyguladığı yönetim biçimi olgunlaşmayı
teşvik edebileceği gibi olgunlaşmaya engel taşıyacak
özellikler içerebilir. Diğer deyişle yönetim biçimine
göre insan pasif veya aktif olacaktır. Bu nedenle
yöneticiler Y teorisini benimsemeli ve aslarına
olabildiğince sorumluluk yükleyip onların
gelişmelerine katkı sağlayacak ortamı hazırlamalıdır.
Olgun olmayan insan
Pasif
Başkalarına bağımlı
Sınırlı davranışlar
Yüzeysel ilgi
Kısa dönem bakış açısı
Astlık durumu
Olgun insan
Aktif
Bağımsız
Değişik davranışlar
Derin ilgi
Uzun dönem bakış açısı
Üstlük durumu
Sistem 1 – 4 modeli – Rensis Likert
Likert, etkin örgütlerle, etkin olmayan örgütleri
birbirinden ayıran, yapısal ve davranışsal öğeleri
belirlemiştir. Likert’ in Sistem 1 olarak adlandırdığı
alanda, otokratik bir liderlik anlayışı geçerlidir ve
organizasyonda yetki ve sorumluluk devri sözkonusu
değildir. Sistem 2 de esas olarak sistem 1’ den çok
farklı değildir. Bu sistemde yetki ve sorumluluk devri
sözkonusu değildir. Lider, bu ikinci sistemde birinci
sistemde olduğu gibi tamamen güce dayanan otorite
kullanma eğilimini azaltmıştır. Sistem 3’ te ise, lider
çalışanlara çok az da olsa bazı yetkiler devreder.
Önemli olan kararları ise, gerektiğinde çalışanlara
danışarak kendisi verir. Sistem 4 ise, yetki ve
sorumlulukların geniş ölçüde alt kademe yönetici ve
çalışanlara devredildiği bir alandır.
Model
Sistem
Sistem
Sistem
Sistem
1
2
3
4
Modelin niteliği
otoriter lider
iyiliksever – otoriter lider
çalışanlara danışman lider
demokrat lider
Modelin işleyişi
korku ve tehditle
ödül ve cezayla
kısmi yetki göçerimi
ortak kararlar
Bölüm4

Modern Yönetim Düşüncesi
Modern yönetim düşüncesi, sistem yaklaşımı ve
durumsallık yaklaşımından oluşur.
Sistem yaklaşımı
Sistem düşüncesi bütünü görme disiplinidir. Durağan
görüntülerden ziyade karşılıklı ilişkileri, değişimin
dinamiğini görmek ve anlamak için güçlü bir teori ve
pratik bütündür. Genel prensipleriyle pozitif
bilimlerden tıp ve sosyal bilimlere ve işletmecilik
bilimine kadar çok değişik alanları kapsar. Sistem
düşüncesi disiplinleri kaynaştıran ve birleştiren
disiplindir.
Sistem, birbirleriyle etkileşimi olan parçaların
oluşturduğu bütündür.
Bir sistemden söz ettiğimiz zaman, şu unsurlar
karşımıza çıkar:
- Sistem (bütün) ve Alt Sistem (parça). Dünyamız
sistemlerle doludur. İncelenen bir bütün aynı
zamanda daha geniş bir bütüne ait bir parçadır.
Sistem veya parça tanımlaması, gözlemciye, mekâna
yani bulunduğumuz konuma, bakış açılarımıza,
zamana ve ihtiyaçlarımıza göre değişir. Parça yeri
gelir bütün olur; bütün yeri gelir parça olur. Örneğin
insan vücudu örneğinde olduğu gibi; sinir sistemi,
sindirim sistemi ve dolaşım sistemi kendi içlerinde bir
işleyişleri vardır ve bir bütündürler; ancak tüm
vücutla ilişkilendirildiğinde vücudun işleyişini
sağlayan bir parça konumundadırlar. Benzer şekilde,
bir işletmede çalışanlar gibi, bireylerden oluşan bir
grup sistem olarak değerlendirilebilir. Tek başına bir
insan, bir grubun üyesi şeklinde bu bütünün parçası
olarak görünür. Grup da, daha büyük bir bütünün
parçası olarak, örneğin, işletmenin bir biriminin,
işletmenin birimi de ilgili işletmenin parçası şeklinde
değerlendirilir.
Parçalar belirli bir bütün içinde özellik kazanır. Bu
özellik, parça bütünden ayrılırsa kaybolur. Teknik bir
örneği, otomobili ele alalım. Belirli parçalar öncelikle
kendi özellikleriyle ve birleştirme sanatıyla, hızı,
aerodinamizmi, yolu kavrayışı ve yakıt tüketimi gibi
belirli özellikleri dahilinde bir otomobili ortaya
çıkarır. Motorsuz bir otomobil veya yolların olmayışı;
bu durumlarda otomobilden söz etmek mümkün
değildir. Otomobili harekete geçirmek için, onu
kullanan bir kişiye ihtiyaç duyulur. Otomobil ve
sürücü daha geniş bir sistemin parçaları gibi, bir
insan-makine sistemi olarak ele alınabilir. Kuşkusuz,
bu sistem yolda tek başına yer almaz. Diğer otomobil
ve sürücülerini, trafik işaretlerini ve işaretçileri de
kapsar. Böylece bir ulaşım sisteminin parçası olur.
Sistem kavramı motor, otomobil, sürücülü otomobil,
karayolu gibi kavramlarla ilgilidir. Bu kavramlar ilgi
alanına, mekâna, zamana, bakış açılarına soru sorma
şekline bağlı olarak, birbirlerinin yerine
geçebileceklerdir. Otomobil üreticisi açısından
otomobil bir bütün veya sistem, otomobil motoru ise,
bir parça veya alt sistem olarak dikkate alınır.
Otomobil motoru üreticisi açısından motor bir bütün
veya sistem olarak, motoru oluşturan silindir, piston
ve bujiler ise, parça veya alt sistem olarak ele
alınacaktır.
Sadece bütüne ait bir parça ilgimizi çekerse,
bakışlarımızı o parçada yoğunlaştırmamız gerekir.
Bakışları daraltma ve genişletme olanağı vardır. Bir
adım ilerleyerek, sistemin analizi yapılabilir; bir adım
geriye giderek, parçanın daha geniş bir bütüne ait
olduğu izlenir.
Doğa, insan ve sosyal sistemleri gibi karmaşık
sistemlerin işleyişi salt parçalarının soyut incelenmesi
(analiz) yoluyla anlaşılamaz. Şunu da bilmekte yarar
vardır: sistem parçalarının basit toplamından ibaret
değildir. Sistemsel düşünce ve yöntem esas olarak
bütünleştiricidir.
- Parçalar arası ilişki. Sistem, parçalarının uyumlu
hareketlerine bağlı olarak hareket eder. En basit
ilişki, bir nedenden bir sonuca götüren, sadece basit
bir doğrudan oluşan bir ilişkidir.
İlişkilerin açık, anlaşılır ve tek yönlü olduğu dünyada,
yaşam kimbilir ne kadar anlaşılır olurdu! Örneğin bir
ülkeye yapılan dış yardım iyilik sayılır ve bir yıldırma
politikası hedef ülkenin hareketlerini kısıtlamış
olurdu.
Tek nedenli, dar görüşlü eğilim yanılgılara yol açar.
Tek bir eylemin rahatlıkla belirli bir amaca
ulaştıracağı, hatalı bir mantıktır.
Bir neden birden çok farklı sonuçlara yol açabilir.
Örneğin; satışları artırmak üzere yapılan reklâm,
satışları az veya çok artırabilir. Fakat bununla
birlikte, yeni bir bütçe ihtiyacı, borçlanma ve hatta
personel bütçesinde eksilme gibi sonuçlar da
doğabilir.
- Sınır. Bir sistemin sınırlandırılması genel olarak
tercihe bağlı olmakla birlikte, konuyu ele alma
biçimine bağlıdır. Sınır, her sistem için bir dış
dünyanın ve daha geniş bir bütünün var olduğunu
gösterir. Sınır, bir sistemi diğer sistemlerden ayırır.
Analiz yapmayı sağlar ve kolaylaştırır.
Sistem tartışmalarıda kesin bir sınırdan söz etmek
mümkün değildir. Ancak, bir sistemin varlığından
bahsedebilmek için onu dış çevreden ayıran
sınırlarının olması gerekir. Organizasyon dış çevreden
ayırt edilmelidir. Sınır, kolay geçişli ve belli
belirsizdir.
- Açık ve Kapalı Sistem. Sistemin çevreye açık olması,
sistemin çevresiyle ilişkisi sayesinde, etkileşim içinde
olduğunu gösterir. Sistem çevreyi etkiler; çevre de
sistemi etkiler. Canlı varlıklar çevrelerinden zengin
bir enerji alırlar; enerji çalışmaya dönüşür ve geriye
çok daha az enerji iade ederler. Bu değişim
olmaksızın bir canlının yaşayamayacağı bir gerçektir.
Bu gerçek, çevre ile bilgi alışverişi anlamında da söz
konusudur. Açık bir sistem hiçbir zaman bağımsız
değildir.
İşletmeler de, doğal sistemler gibi varlıklarını
sürdürebilmek için dış dünyaya açık olmak
zorundadır. İşletmeler çevrelerinden girdi sağlar.
Girdiler üzerinde işlem yapılır. Sonuçta başlangıçtaki
girdiden farklı bir çıktı ortaya çıkmış olur. Girdiler
bazen bilgi sağlayıcı olur. Geribildirim sayesinde,
sistemin amacına uygun olarak işleyip işlemediği ve
çevre ile ilişkiler sorgulanır. Sistem bu sayede,
eksikliklerini ve aksaklıklarını öğrenebilir.
Elde edilen bilgi, dönüşümü öncekilerle aynı yönde
etkiliyor, ya da dönüşüme pozitif bir ivme
kazandırıyorsa bu, pozitif bir geri beslemedir. Eğer
bilgi, önceki sonuçların tersi yönde bir etkide
bulunuyorsa bu da negatif bir geri beslemedir.
İşletmeler alacakları yön doğrultusunda, buna uygun
olarak, zararlı dış etkilerden kendisini koruma
kapasitesi de geliştirebilmelidir. Bu durumda
işletmenin kendisini korumak amacıyla dış çevreye
geçici de olsa kapanması söz konusu olabilecektir.
Öyleyse, işletmeler gibi sosyal sistemlerin, açıklık
özelliğiyle birlikte kapanabilme özelliği de yaşamsal
görünmektedir.
- Sistemin Amacı. Her sosyal sistemin bir amacı
vardır. Sürdürülebilir bir yaşama sahip olmak
amaçların başındadır. Sosyal sisteme özgün kimliğini
kazandıran unsurlardan biri, sistemin amacıdır.
- Entropi. Entropi tüm sistemlerin eninde sonunda
dağılacağı ve yok olacağı biçimdeki doğa yasasıdır.
İnsan gibi biyolojik sistemlerde entropi kaçınılmazdır.
Ama işletmeler çevreden, tükettiklerinden daha çok
girdi sağlayarak bunları depolar ve negatif entropi
geliştirirler. Bunalımlı zamanlarda veya güç
koşullarda adeta birikim olarak muhafaza ettikleri bu
girdileri kullanarak yıkılmaktan kendilerini korumuş
olurlar. Örneğin, modası geçmekte olan ürünün
satışındaki düşüş, işletme için bir entropi başlangıcı
olabilir; ancak bununla birlikte, bu ürünün satış
bilgileri, çeşitli istatistikler geribildirim yoluyla elde
edilir. Alınan önlemler negatif entropi anlamına
gelecektir. Negatif entropi sayesinde sistem güç
koşullarla mücadelesini kolaylaştırır ve kendisini yok
olmaktan korur.
- Homeostazi. Negatif geri besleme, dengeleme ve
istikrar sağlama işlevine sahiptir. Gerçekte
dengeleyici geri besleme süreçleri her yerde vardır.
Doğada ve tüm canlı varlıklarda doğal dengeleme
süreçlerine rastlanır. Bu doğal dengeleme süreçleri,
tüm amaca yönelik işleyişin temelini oluşturur. Vücut
sıcaklığı 37 Cº’ta tutulur; gözbebeği ışığın
yoğunluğuna bağlı olarak açılıp kapanır; kan şekeri
dengelenir. Bütün bunlar kendiliğinden gelişir.
İşletmede ise, kendiliğinden işleyen süreçleri
oluşturmak çok zordur. İşletme kendi işleyişine
bırakılır mı? Zor olsa da olanaksız değildir. Örneğin
oto-finansman, işletmenin ileride karşılaşabileceği
güç koşullarla mücadelesini kolaylaştırır. Üretim ve
hammadde siparişi, alınan siparişlerdeki değişime
göre belirlenir. Kısa ve uzun dönem fiyatları, talep
veya rakiplerin fiyatlarındaki değişime göre tespit
edilir.
- Sinerji. Sinerji, bütünün parçalarının toplamından
daha büyük olduğu anlamında kullanılan bir
kavramdır. Bütünü oluşturan parçalar arasındaki
ilişkiler, parçalardan bağımsız olarak bir anlam
taşırlar ve bütüne anlam katarlar. Parçalar bu ilişkiler
sayesinde anlamını kazanır ve diğer parçalarla
bütünleşir. Basit matematik formülasyonla ifade
edecek olursak; 2+2=5 hatta 6,7 de olabilir. Sinerji,
işletmenin tüm kaynaklarının birlikte ve uyum
içerisinde ortak bir amaca yöneltilmesini ifade eder.
- Doğal Sistem. Büyüklüğü, amacı, yapı ve işleyişi
doğa tarafından tasarlanan sistemlere, doğal
sistemler denir.
- Yapay Sistem Büyüklüğü, amacı, yapı ve işleyişi
insanlar tarafından tasarlanan sistemlere, yapay
sistemler denir.
- Üst ve Alt Sistemler. Herhangi bir sistem başka bir
sistemin ya alt ya da üst sistemi durumundadır. Alt
sistemlerin yapı ve işleyişi üst sistem tarafından
düzenlenir.
- Basit ve karmaşık sistemler. Basit sistemler
bilinebilir, öngörülebilir, süregelen sistemlerdir. Bu
sistemlerde girdi ve çıktı sabittir. Örneğin; duvar
saati.
Tüm mekanik-teknik sistemler basit sistemlerdir. Bir
sistemin diğerinden daha karmaşık olduğu
söylenebilir, ama bu karmaşıklığı ortadan kaldırmaz.
Girdi-işler-çıktı standart ve belirlidir, kesin olarak
öngörülebilir.
Ortaya çıkan sorunlar, problemler basittir, çözümleri
kısa süreli ve basittir. Basit sistemler basit sorunlar
üretir ve çözümü basittir.
Karmaşık sistemlerde öngörüsüzlük, bilinemezlik söz
konusudur. Örneğin; deprem.
Karmaşık sistemler aşağıdaki özellikleriyle
anlaşılabilir:
Parça sayısı arttıkça karmaşıklık artar.
Grup üyelerine yüklenen sorumluluk arttıkça
karmaşıklık artar.
Değişim frekansları sıklaştıkça karmaşıklık artar.
Geçiş frekansları (bir durumdan diğer bir duruma
geçiş süresi) darlaştıkça karmaşıklık artar.
Rastlantısallık ve tahmin edilebilir olmaktan
uzaklaştıkça karmaşıklık artar.
Karmaşık sistemlere örnek olarak doğa verilebilir.
Doğada bilinen az bilinmeyen çoktur. Güneş doğar ve
batar gibi genel türden bilgiler vardır. Öngörü yoktur,
sadece tahmin vardır. Öngörünün gerçekleşme
olasılığı günler geçtikçe zorlaşır. Olma değil olabilme
olasılığından söz edilebilir.
Karmaşık sistem rastlantısal ve sürprizlidir. Basit
sistemin çıktılarına benzemez, farklı işlemler devreye
girerek çıktıyı etkiler. Parametre (değişken) sayısı
çoktur.
İnsan yöntem kullanabilen varlıktır. İnsanlar amaçlar
üretir. Hayvanların nihai tek amacı yaşamaktır.
Amaçlar değiştirilebilir, bırakılabilir. Amaçlara
ulaşmak için stratejiler oluşturulur, uygun davranışlar
seçilir.
İnsan “ne olacak” sorusunu sorar, gelecek senaryoları
oluşturur, ama hayvanlar bunu yapmaz.
Bütün bunlar insanların karmaşıklığını anlamak için
yeterli ancak henüz hayvanlar aleminin tüm
özelliklerini bilmiyoruz.
İşletmeler de karmaşık sistemlerdir. İnsan unsuru, bu
sistemi karmaşıklaştıran en önemli unsurdur.
Çok ortaklı dev bir işletme tek ortaklı bir işletmeden
daha karmaşıktır. Ama tek ortaklı işletme basittir
diyemeyiz. Tüm sosyal organizasyonlar karmaşıktır.
Durumsallık yaklaşımı
Durumsallık yaklaşımına göre;
- En iyi tek yönetim ve organizasyon yoktur.
- En iyi tek bir yöntem ve yol yoktur.
- Organizasyon yapısı, organizasyonun içinde
bulunduğu çevre koşullarına bağlıdır. Teknoloji ve
personelin sosyo-kültürel özellikleri belirleyici olur.
1960'lardan itibaren organizasyon konularına farklı bir
bakış ortaya çıkmış ve önceki yaklaşımlarda genel ilke
olan "tek bir en iyi organizasyon yapısı oluşturmak"
fikri kırılarak her şeyin "koşullara bağlı" olduğu fikri
ortaya çıkmıştır. Bunun sonucu olarak da organizasyon
yapısı ve örgütsel davranış ile çevre koşulları,
teknoloji ve büyüklük arasındaki ilişkiler yoğun bir
şekilde araştırılmaya başlamıştır.
Durumsallık yaklaşımı organizasyonu bir sistem olarak
ele alır ve sistem kavramından yararlanır. Buna göre,
modern teori, otorite, liderlik, değişim vbg.
organizasyonlarda davranış konularına mutlak ve basit
değişkenler olarak değil; çeşitli durumlara, işin,
görevin, teknolojinin, kültürel ve sosyo-politik
çevrenin bir fonksiyonu olarak, diğer deyişle, bir çok
değişkenin sonucu olarak bakar.
Durumsallık yaklaşımı, alt sistemler anlamında
organizasyon ve çevresi arasındaki karşılıklı ilişkileri
anlamaya ve bu ilişkilerin niteliklerini ve çeşitlerini
tanımlamaya çalışır. Organizasyonun çok değişkenli
doğasını vurgular ve organizasyonların değişik
durumlar ve özel koşullarda nasıl faaliyet
gösterdiklerini anlamaya çalışır.
Durumsallık yaklaşımı kapsamında teknoloji,
organizasyonun kullandığı materyal, bilgi, enerji, ve
sermaye gibi girdileri, ürün ve hizmet gibi çıktılara
dönüştüren tekniklere ve işlemlerdir.
Teknolojiyi, girdileri çıktılara çevirmeye yarayan
araçlar topluluğu olarak tanımlamak mümkündür. Bu
araçlar fiziksel (makina, teçhizat, donanım vs.)
olabileceği gibi entellektüel de (programlar,
kavramlar vs.) olabilir. Örneğin, bir imalat işletmesi,
her iki tür aracı da kullanırken, bir danışmanlık
firması, daha çok ikinci tür araca ihtiyaç duyacaktır.
Kısacası bir organizasyon, ister bir muhasebe firması
olsun, ister turizm acentası veya bir medya kuruluşu
olsun; ortaya çıkaracağı ürün veya hizmetin üretimi
için, mutlaka belli düzeylerde teknoloji kullanacaktır.
Organizasyonel yapı ve süreçlerine uygun teknolojinin
seçimi ve organizasyonel yapı ve süreçleriyle
teknoloji arasında nasıl bir etkileşim olduğu
araştırılmıştır.
Woodward araştırması
Bu araştırmada, kullanılan teknoloji ile örgüt ilişkileri
incelenmiş ve örgüt yapılarının, kullanılan teknolojiye
göre değişik biçimlerde olabileceği saptanmıştır.
İngiliz sosyolog Joan Woodward ve ekibi İngiltere’nin
Essex bölgesinde, kullandıkları üretim teknolojileri
farklı 100 imalat işletmesinde inceleme yapmıştır.
Woodward ve ekibi araştırma konusu olan işletmelerin
kullandıkları üretim teknolojilerini üçe ayırmıştır:
Birim üretimi: müşteri siparişlerine göre yapılan,
standartlaştırmayı ortadan kaldıran birim üretim söz
konusudur. Üretim için profesyonel işgücüne ihtiyaç
vardır. Örneğin bir makina üreticisinin imalatçıların
istek ve ihtiyaçlarına göre üretim yapması veya bir
terzinin müşterisinin ölçülerine ve tercihlerine göre
bir giysi hazırlaması.
Kitle üretimi: birbirine benzer ya da ayrı sayılan
ürünlerin aynı anda büyük partiler halinde üretilmesi
söz konusudur. Faaliyetler ve kullanılan teçhizat
arasındaki ilişkiler az çok belirli ve tekrarlanan
cinstendir.
Süreç üretimi: üretim süreklidir. Girdi sabittir, üretim
mekanikleşmiştir ve direkt işgücüne ihtiyaç çok azdır.
Üretimin durması veya üretime yeniden başlanması
hem çok maliyetli hem de zaman alıcıdır. Petrol
rafinerileri, elektrik enerjisi üretimi bu teknolojiye iyi
birer örnektir.
Bulgular ve Yorumu: işletmeler kullandıkları
teknolojilere göre bu şekilde sınıflanınca, her
teknoloji türü için değişik bir organizasyon yapısının
uygun olduğu ortaya çıkmıştır. Woodward, birim
teknolojide küçük ve samimi grupların mevcudiyetini,
katılmanın yüksek olduğunu, iş ilişkilerinde katılığın
olmadığını; kitle üretiminde görevlerin açık-seçik
belirlendiğini, emir-komuta-kurmay çalışmasının
bulunduğunu; süreç teknolojide ise durumun birim
teknolojiye benzediğini belirlemiştir. Ayrıca birim ve
süreç üretiminde sözlü haberleşmenin yazılı
haberleşmeden daha fazla kullanıldığı kitle
üretiminde ise, durumun bunun tam tersi olduğu
görülmüştür.
Woodward ve ekibi, birim teknoloji kullanan ve en
başarılı olan organizasyonların organik, en başarısız
olanların da mekanik bir yapıya sahip olduklarını
belirlemiştir. Kitle üretiminde ise, durum bunun
tamamen tersidir. Süreç teknolojisi kullanan ve
başarılı olan işletmelerin ise, birim üretim gibi
organik yapıya sahip olduklarını belirlemiştir.
Organizasyon çevre araştırması – Burns ve Stalker
Organizasyon - çevre ilişkileri konusunda en çok
bilinen çalışmaların başında Londra Tavistock
Enstitüsünden Tom Burns ile G.M. Stalker’in 1961 de
İngiltere’de 20 endüstri işletmesi üzerinde yaptıkları
araştırma gelmektedir. Makine sanayinde ve
elektronik sanayinde faaliyette bulunan 20 işletmeyi
incelemişler. Burada, işletmelerin organizasyon
yapıları ve yönetim uygulamalarının (süreçler) dış
çevre koşulları tarafından nasıl etkilendiği
araştırılmıştır.
Çevresel faktörlerin işletme yönetimini nasıl
etkilediği araştırılmış; farklı çevresel koşullara sahip
bu örgütlerden elde edilen bilgiler ışığında, yönetim
sistemleri iki temel grupta toplanmıştır:
- Mekanik yönetim sistemi. klasik yönetim sisteminin
ilkelerinin özelliklerine uygun, istikrarlı koşullar
altında çalışan işletmeler için söz konusu olmaktadır.
Mekanik organizasyon yapısı çevre koşullarının durgun
ve dengeli, değişim hızının çok az olduğu durumlarda
en uygun yapıdır.
- Organik yönetim sistemi. çevre koşullarının sürekli
ve hızlı olarak değiştiği durumlarda en uygun
organizasyon yapısı olarak belirtilmiştir.
Mekanik organizasyon yapısının özellikleri şunlardır:
- İşletmenin karşı karşıya olduğu problem ve işler
belirli uzmanlık alanlarına bölünmüştür.
- İşletmedeki her personel, bütün işletmeyi
ilgilendiren amacı dikkate almak ve ona göre
davranmak yerine, kendi departmanının faaliyet
alanına giren ve bütünün çok küçük bir parçası olan
amaçlara göre davranmaktadır.
- Her uzmanlık ve fonksiyonel kademedeki haklar ve
sorumluluklar ayrıntılı olarak belirlenmiş ve buralarda
hangi teknik ve yöntemlerin kullanılacağı
kararlaştırılmıştır.
- Otorite ve emir-komuta ilişkileri açık ve seçik olarak
belirlenmiştir.
- Örgüt üyeleri arasındaki ilişkiler, esas itibariyle astüst ilişkisi şeklindeki dikey ilişkilerdir.
- Yapılacak işler ve gösterilecek davranış büyük
ölçüde üst kademelerdekilerin verdikleri kararlar ve
emirler doğrultusundadır.
- Emir-komuta ve kurmay personel arasındaki
farklılıklar açık seçik olarak belirlenmiştir.
- Kontrol alanı genellikle dardır ve yakın nezaret
vardır.
Organik organizasyon yapısının özellikleri şunlardır:
- Örgüt üyelerinin yapacakları işler sürekli olarak ,
örgüt üyelerinin birbirleri ile olan ilişkilerine göre
yeniden ayarlanır
- Ayrıntılı ve dar görev tanımları yerine iş
genişletmesine dayanan sistem esastır.
- Pek çok karar alt kademelerde verilir ve azami
merkeziyet esastır.
- Emir - komuta zincirine sıkı sıkıya bağlanmak yerine,
problemlere çözüm bulabilecek kişilerle temas ve
ilişkiye önem ve ağırlık verilmektedir.
- Personelin belirli işlerde ihtisaslaşmasından çok,
personelin yapacağı işin organizasyonun genel
amaçlarına göre sürekli olarak değişmesi esastır.
- Yatay haberleşme en az dikey haberleşme kadar
önemlidir.
- Örgüt üyeleri arasındaki haberleşme emir-komuta
haberleşmesinden çok, danışma niteliğinedir.
- Organizasyon genel olarak çevre faktörlerine karşı
daha açıktır.
- Organik yapı, mekanik yapının sahip olduğu ilişki ve
görevlerdeki açıklık ve hiyerarşik yapıdan uzaklaşan
bir yapıdır.
- Mekanik yapıda, personel kendi fonksiyonel alanı
içinde kendi işi üzerinde çalışır. Kendi işini teknik
olarak en iyi şekilde yapması beklenir. Başkalarının ne
yaptığı onu ilgilendirmez. Oysa organik yapıda
personel ne işi yapacağını ve nasıl yapacağını sürekli
olarak başkaları ile haberleşerek geliştirir.
Burns ve Stalker’ın yaptıkları araştırmaların en önemli
bulgularından biri, değişken çevrede faaliyet gösteren
ve organik yapıyı benimseyen örgütlerin, mekanik
yapıyı benimseyen örgütlere nazaran daha başarılı
olduklarıdır.
İdeal örgüt için bir ilkeler topluluğu veya her zaman
her yerde geçerli ideal bir yönetim biçimi yoktur.
Önce değişen koşullar açısından pazar ve teknoloji
durumunu doğru olarak yorumlamalı, daha sonra
koşullara uygun yönetim sistemini tasarlamak ve bunu
yerleştirmektir.
Tavistock Enstitüsü çalışmaları - Eric Trist ve K.W.
Bamford
Bu araştırma İngiltere'de Tavistock Enstitüsü'nden Eric
Trist ve K.W. Bamford tarafından yürütülmüştür.
Kömür ocaklarında yapılan bu araştırmayla kömür
çıkarmada uygulanan teçhizat ve yöntem
değişikliğinin işçiler üzerindeki etkileri belirlenmeye
çalışılmıştır.
Araştırmanın yapıldığı kömür ocaklarında eski
sistemde 2-8 arasında değişen işçilerden oluşan
gruplar halinde çalışılmaktaydı. Bu küçük grup üyeleri
arasında ileri derecede bir dayanışma ve işbirliği
mevcuttu. Her grubun bölgesi belirlenmişti. Bu
bölgedeki kömürün çıkarılıp, vagonlara yüklenmesi ve
taşınmasından belli bir grup sorumluydu. Eski
yönteme "shortwall" adı verilmekteydi. Grup ilişkileri
ve grup üyeleri arasındaki dayanışma, iş haricinde de
sürdürülüyordu.
Kömür damarlarının çeşitli kalınlıkta olması
nedeniyle, kömür çıkarma işleminde değişiklik
yapılması uygun görüldü. Shortwall yönteminden
"longwall" yöntemi adı verilen yeni bir çalışma
yöntemine geçildi. Bu yeni teknolojik gelişme ile
taşıma konveyörlerle (yürüyen bant) yapılmaya
başlandı. Yeni düzen işçiler arasında gruplaşmaları
engelledi ve işçilerin toplum içindeki statülerinin
değişmesine yol açtı. Bütün bunlar haberleşmeyi ve
koordinasyonu aksattı. Duygusal gerilimlere yol açtığı
gibi işin miktar ve kalitesini de etkiledi.
Bu değişiklikler işçiler arasında devamsızlıkların
artmasından yeni sistemin dayandığı ilkelerin
eleştirilmesi hatta çiğnenmesine kadar çeşitli tepkiler
yaratmıştır. Bu tepkilerin hafifletilmesi için
organizasyonda çeşitli değişiklikler yapılmış ve yeni
teknolojiye uygun yeni bir sosyal sistem, dolayısıyla
yeni bir sosyo-teknik sistem oluşturulmuştur. Yeni
sistem, ne teknolojik bekleyişleri tam olarak
gerçekleştirmiş ne de sosyal sistemin bekleyişlerini
gerçekleştirmişlerdir. Ancak orta bir yol olarak hem
teknoloji sistemin hem de sosyal sistemin daha etkin
olmalarını sağlamıştır.
Bu çalışmanın en önemli yanı, bağımsız ve çevresel
bir değişken olan teknoloji ile bağlı bir yönetsel
değişken olan organizasyon yapısının belirlenmesi
arasındaki ilişkileri göstermesidir.
Ayrıca Tavistock Araştırması, teknolojik
değişikliklerin, işçilerin sosyal ilişkilerinde nasıl
değişikliklere yol açtığı ve biçimsel olmayan örgütün
oluşmasını nasıl engelleyebildiğini ortaya koyması
açısından, oldukça önemli bir yere sahiptir.
Bölüm4

Post-Modern Yönetim Düşüncesi
İşletmeler açısından modern dönem, aydınlanmanın
rasyonalizasyon, bürokrasi, kontrol, bilimsel yönetim
ve yığın üretim gibi yaklaşımlarıyla, oldukça verimli
geçmiştir. Ancak insan faktörünün öneminin artışı ve
modern sorunların işletmelerdeki yansımalarına
yönelik postmodern eleştiri, işletmelerin yapılarını ve
hedeflerini gözden geçirmelerine neden olmuştur.
İşletmecilik ve yönetim literatüründe yer alan
stratejik planlama, örnek edinme, performansa dayalı
ücretlendirme, dış kaynaklardan yararlanma, stratejik
işbirlikleri, temel yetkinliklere odaklanma, değişim
mühendisliği, dengeli skor kartı tekniği, toplam kalite
yönetimi, tedarik zinciri yönetimi, bilgi yönetimi,
küçülme vb. birçok yaklaşım, bu sıkıntıları aşma
çabaları olarak algılanabilir. Bu yaklaşımlardan
birçoğu, halen modern bir karakter taşımaktadır. Öte
yandan, değerlerle yönetim, öğrenen örgütler,
esneklik, sosyal sorumluluk, entelektüel sermaye,
kaos, paydaşlık teorisi, kurumsal yönetişim gibi
güncel yönetim kavramlarında, postmodern söylemin
etkileri görülmektedir.
Toplam Kalite Yönetimi
Kalite, bir ürün ya da hizmetin belirlenen ya da
olabilecek ihtiyaçları karşılama kabiliyetine dayanan
özelliklerin toplamıdır.
Kalite;
Müşteri tatminidir: Ürün veya hizmetin iyi olup
olmadığı konusunda son kararı müşteri verir.
Süreçtir: Süregelen bir gelişmeyi sağlar.
Yatırımdır: Uzun dönemde bir işi hatasız yapmak
sonradan düzeltmekten daha ucuzdur.
Bir programa uymaktır: İşleri zamanında yapmaktır.
Kusursuzluk anlayışına sistemli bir yaklaşımdır.
Kalite şartlara uygunluktur.
TKY, müşteri beklentisinin aşılmasını hedefleyen, ekip
çalışmasını destekleyen, tüm süreçlerin gözden
geçirilmesini ve iyileştirilmesini sağlayan bir yönetim
felsefesidir.
TKY için müşteri memnuniyeti kârdan önce gelir.
İnsan, süreç, müşteri ve sürekli geliştirme dört temel
unsurdur ve birbirleri ile sürekli bir ilişki
halindedirler. TKY yalnız alt sistemleri,
yalınlaştırılmış süreçleri veya fonksiyonel
departmanları değil, sistemin tamamını yönetme
kaygısını taşır.
Toplam kalite yönetiminin;
T'si, toplamı; tüm çalışanların katılımını, yapılan
işlemlerin tüm yönlerini, müşterilerin ve üretilen ürün
ile hizmetlerin tümünü kapsamaktadır.
K'sı, kaliteyi; yani müşterinin bugünkü beklenti ve
ihtiyaçlarını tam ve zamanında karşılayıp onlara
gelecekteki beklentilerini aşan ürün ve hizmetler
sunmayı ifade etmektedir.
Y'si ise, yönetimin her konuda çalışanlara liderlik
yapması, çalışanlara örnek model oluşturulması ve
şirket çapında katılımcı yönetimin sağlanması
anlamına gelmektedir.
TKY’nin temel unsurları
- İnsanlar. Toplam kalite yönetimi bir sorumluluk
anlayışını da beraberinde getirmektedir. Her şeyden
önce bu sorumluluğu taşıyacak olanlar ise insanlardır.
Bu yüzden insan kaynakları yönetimi toplam kalite
yönetimi felsefesi içinde önemli bir yere sahiptir.
- Sürekli Gelişim. Sürekli gelişim aşaması yani her
yapılanın bir öncekinden daha iyi olmasına çalışılması
Deming'in de bahsettiği planla-uygula-kontrol et ve
düzelt süreci olarak tanımlanabilir. Sürekli gelişimde
her zaman en iyiyi yakalamak arzusu TKY’ de hep bir
ileri safhaya taşımaktadır.
- Tam Katılım. Çalışanların tam katılımı, toplam
kalite yönetimi felsefesine göre hedef belirleme,
çözüm oluşturma ve karar verebilme sürecinde yer
aldıkları, takım çalışması içinde ve üst yönetimin
öncülüğünde tüm çalışanların aynı ortak gayeyi
paylaşması anlamlarını taşır.
- Müşteri. Müşteri odaklı yaklaşım toplam kalite
yönetiminin aynı zamanda temel ilkelerindendir.
Müşteriye bekledikleri değeri ulaştırabilmek toplam
kalite yönetimine katılan tüm çalışanların ortak
hedefini oluşturmaktadır.
Kıyaslama (Benchmarking)
Kıyaslama; bir işi daha iyi yapandan öğrenmek,
uyarlamak ve geliştirmek olarak tanımlanabilir. Bunu
yaparken aynen kopyalamaktan ziyade, bünyesine
uydurmak ve adapte etmek tercih edilir.
Kıyaslama temelde bir işletmenin kendi sektörlerinde
nasıl üstün performans sergilediklerini inceleyip
sürekli ölçümlerle kendisini onlarla kıyaslayarak
pazarda rekabet üstünlüğünü kazanma yaklaşımı veya
tekniğidir.
Kıyaslama, ilk kez Xerox tarafından uygulanmıştır.
1959’da ilk fotokopi makinasını pazara sunan Xerox,
güçlü rakiplerin olmayışı nedeniyle, müşteri
isteklerini önemsememiştir.1970’lerin ortasında,
Japon üreticiler, pazara, kullanımı kolay ve ucuz
mallar sokmuşlar. Xerox, önceleri bu gelişmeye
duyarsız kalmıştır. Ancak 1970’den 1980’e Xerox
yönetimi geliri büyük ölçüde Japon rekabeti yüzünden
%95’ten %46’ya düşmüştür.Aynı şekilde pazar payları
da %49’dan %22’ye düşmüştür. Xerox yönetimi,
önceleri, Japonların Amerika pazarını ele geçirmek
için damping yaptıklarından kuşkulanmışsa da,
araştırmalar Japonların ürünleri daha hızlı, daha
kaliteli ve daha düşük maliyetlerle üretmelerini
sağlayan teknikler yarattıklarını göstermiştir. Bunun
üzerine Xerox yönetimi ve mühendisleri, rakiplerin
ürünlerini tüm ayrıntılarıyla inceleyerek, kendi
ürünlerinden daha üstün bir tasarım veya parça
gördüklerinde bu üstün yaklaşımlarından
yararlanmanın ve daha da geliştirmenin yollarını
aramışlardır.
Öğrenen organizasyonlar
Öğrenen organizasyon kavramı, bir işletmenin sürekli
olarak yaşadığı olaylardan sonuç çıkarması, bunları
aynı zamanda çalışanlarını geliştirebileceği bir sistem
içinde değişen çevre koşullarına adapte edebilmesi ve
tüm bunların sonucunda sürekli olarak değişen,
gelişen ve kendini yenileyen dinamik bir işletme
olması anlamına gelmektedir.
Öğrenen organizasyonların süreçleri
Bu kavramın ilk aşaması olan ilişkileri kurma sürecini,
yönetim bilimi, bilen organizasyon (knowing
organization) olarak adlandırır. Rasyonellik ve "en iyi"
anlayışları bu aşamanın temel kavramlarıdır. Bu tarz
organizasyonlarda, öğrenme sonucu ortaya çıkan
ürünlere rastlanmaz ancak bilen organizasyonlar daha
çok çevredeki değişime tepki olarak değişirler.
Değişiklikler büyük çaplı değildir. Buna karşılık, var
olan ürün veya hizmetlere bazı eklemeler yapılarak
değişiklik sağlanmaya çalışılır. Bilen organizasyonların
öğrenmelerine yüksek kontrol seviyeleri, uyum
gösterme konusundaki baskı, rutin davranışlar ve
riskten kaçınma eğilimleri engel oluşturur.
Bilen organizasyonları anlayan organizasyonlar
(understanding organization) izler. Bu aşamada,
işletmeler, çalışanların kişisel anlayış ve değer
yargılarını da katarak en iyiyi bulmayı hedefler. Bu
aşamada organizasyon, sadece en iyi açısından
bakmayan, koşullara, kişisel anlayışa ve değer
yargılarına bağlı olarak değişik "iyi"lerin olabileceğini
vurgulayan bir organizasyondur. İnsan unsuru önemli
olmakla birlikte, kurum kültürünün getirdiği değerler,
yazılı kurallar ve kontrol mekanizmaları da diğer
etkili unsurlardır. Ancak kurum kültürünün
esneklikten yoksun olması ve yeniliklere kapalı
olması, bu tarz organizasyonların öğrenme süreçleri
için ciddi engeller oluşturmaktadır.
Anlayan organizasyonları, düşünen organizasyon
(thinking organization) aşaması takip eder. Bu
aşamada temel anlayış, teşhis ve tedavidir. Düşünen
organizasyonlar, eğer işletmenin faaliyetlerinde
herhangi bir aksaklık mevcut ise, bunu düzelterek bir
daha ortaya çıkmamasını sağlayacak sistem ve
modeller geliştirirler. Bu tarz organizasyonlar,
problemlerin çabuk teşhis edilmesi ve analiz yapılarak
harekete geçilmesi konusunda yöneticileri
geliştirirler. Ancak tepkici bir çözüm yöntemi olduğu
için ve daha önceden çıkabilecek sorunları tahmin
ederek çözüm yollarını geliştirebilmeye uzak kaldığı
için, öğrenmeyi engelleyici bir niteliği mevcuttur.
Bu gelişim sürecinin son aşamasında, tüm bu
süreçlerin uygulanması sonucunda öğrenen
organizasyonlar oluşur. Öğrenen organizasyonlar
sürekli öğrenmeyi teşvik ederler, çalışanların
gelişimine öncelik verirler, açık haberleşmeyi ve
yapıcı iletişimi sağlarlar. Bu tarz yapılarda en önemli
nokta, öğrenme sürecinin örgüt kültürüne
yerleştirilmesi ve planlı şekilde gerçekleştirilmesidir.
Çünkü ancak böyle bir anlayış değişim sürecini
beraberinde getirir ve bu durumda da hem çalışanlar
hem de organizasyon karşılıklı sorumluluklar
yüklenirler.
Günümüzün hızla değişen, globalleşen ve artan
rekabet ortamına en uygun düşecek işletme yapısının
öğrenen organizasyonlar olduğu düşünülmektedir. Bu
yapının kurulma ihtiyacının nedenlerini sıralayacak
olursak; yüksek performansı sağlamak, kaliteyi
artırmak, müşteri memnuniyetini ve rekabet
avantajını sağlamak, takım ruhunu oluşturmak,
zamana adapte olabilmek ve değişimi sağlamaktır.
Temel yetenek (core competence)
Bir firmanın tüm kaynak ve değerleri kritik stratejik
değer niteliği taşımaz. Aslında bazı kaynak ve
yetenekler, firma için rakiplere göre daha zayıftır ve
bir yeteneksizlik alanıdır. Yani bazı kapasite veya
kaynaklar, bir temel yeteneğin gelişmesine hem engel
olurlar hem de onu bastırırlar. Örneğin, yetersiz
sermayeye sahip olan firmalar, çok kaliteli mal
üretebilecek teknolojiyi, işgücünü satın alamaz veya
kiralayamaz. Böyle bir durumda, sermaye bir
güçsüzlüktür.
Honda’nın temel yetenekleri; motoru ve ateşleyici
tertibatı, satıcıları ve ürün geliştirme kapasitesidir.
Temel yetenekler bütünleştirilmiş ve organizasyonel
öğrenme süreçleri tarafından koordine edilmiş;
· Müşteriler için görülebilir değere sahip,
· Rakiplere göre emsalsiz,
· Zor taklit edilebilen,
· Bir çok pazara potansiyel giriş sağlayabilen
teknolojilerin, know-how’un, süreçlerin ve bakış
açılarının bütünüdür.
Günümüzün yönetim uygulamalarının etkileyen bir
gelişme olarak temel yetenek şunu ifade etmektedir:
Her işletme kendisine has bir yetenek geliştirmelidir.
İşletmeye rekabet gücünü verecek olan bu temel
yetenektir. İşletmelerde bu temel yetenek ile
doğrudan ilgili iş ve faaliyetler işletme bünyesinde
yürütülmeli, diğer tüm işler outsourcing’e (dış kaynak
kullanımı) tabi tutulmalıdır. Bu şekilde hem
organizasyon yapısı yalınlaşacak (lean organization),
hem organizasyon kademeleri azalacak hem de üst
yönetim stratejik konularda düşünmeye daha fazla
vakit bulacaktır.
Dış kaynak kullanımı (Outsourcing)
İşletmelerin, sadece kendi sahip oldukları yetenek ve
becerileri esas alan işlerin dışındaki; öz veya temel
yeteneklerin kullanılmadığı işlerin, işletme dışından
kendi alanında uzmanlaşmış başka işletmelerden
almasına dış kaynak kullanımı denir.
Dış kaynak kullanımının iki önemli esası vardır:
- Rekabet avantajı sağlayan temel yeteneklere
odaklanmak,
- Temel yeteneklerin dışında kalan faaliyetlerde ise,
bu konularda uzmanlaşmış diğer işletmeler
aracılığıyla gerekli kalite standartlarına uygun bir
biçimde malzeme ya da hizmet girdisi sağlamak.
Muhasebe-finans, insan kaynakları yönetimi
fonksiyonları, lojistik-nakliye, yemek temin
hizmetleri en yaygın dış kaynak kullanım alanlarıdır.
Küçülme (downsizing)
Özellikle son 15 yılda, başta A.B.D. olmak üzere, tüm
gelişmiş batı dünyasında, işletmeler düzenli olarak
küçülme politikaları uyguladılar. Türkiye'dekinden
farklı olarak gelişmiş ülkelerde özellikle ABD'de
işletmeler, 1970'li yıllardan sonra giderlerini kısarak
kâr çizgilerini yukarıya çekmeye başladılar. Bu
trendin bir sonucu olarak, ABD'de 1989 yılından bu
yana her sene yaklaşık 3 milyon iş boşalmaktadır.
1979 yılından beri 43 milyon kişinin küçülme
nedeniyle işsiz kaldığı belirtilmektedir.
Mart 2001'de Disney'in 4.000, Procter & Gamble'ın
9.600 kişiyi işten çıkarttığı işletmelerin yönetimleri
tarafından açıklanmış durumdadır.
Küçülme; bilinçli, insan çıkarılan, işletmenin giderler
üzerindeki kontrolünü, pazardaki rekabet gücünü
artıran ve aynı işin daha az çalışanla yapılması için iş
süreçlerini etkileyen bir seçenek olarak tanımlanır.
Küçülme, organizasyonun performasını iyileştirmek
amacıyla, işgücünü azaltmak için bilinçli olarak alınan
organizasyonel karardır.
Günümüzde organizasyonlar, daha yalın, daha az
hiyerarşiye sahip ve değişime karşı daha kolay uyum
sağlayabilen yapıları ile globalleşme ve hızlı
teknolojik değişimler karşısında ayakta kalmaya
çalışmaktadırlar. Çoğu işletmeler, değişimin baş
döndürücü hızına kurumsal kimliklerini, küçülmeye
giderek, yeniden yapılandırarak ve dışarıdan kaynak
sağlayarak ayak uydurabilmektedirler. Ancak asıl
sorun, değişimi başarı ile sağladıktan sonra, geriye
kalanlar (geride kalanların motivasyonları) ile aynı
etkinlikte üretimi sürdürebilmekte yatmaktadır.
Küçülme bir amaca yönelik olarak uygulanan
faaliyetler dizisidir. Bu yönüyle, pazar kaybı, gelir
kaybı ya da istenmeyen insan kaynakları kaybı gibi
özelliklerle tanımlanabilen “gerileme”den farklıdır.
Zira gerileme, personel azalmasıyla
sonuçlanmayabilen performans kötüleşmesi,
durgunluk, çevre koşullarına uyum sağlayamama ve
pazar küçülmesi gibi istem dışı olarak ortaya çıkan
durumları ifade eder. Küçülme stratejisi, işletmenin
faaliyet sonuçlarının küçülmesi anlamına gelmez.
Yönetim, yapısını küçülterek dış kaynakları kullanarak
veya büyük bir transatlantik yerine küçük küçük
gemilerden oluşan bir filo kurarak, büyümek anlamına
gelir. Bu açıdan, buna “küçülerek büyüme” stratejisi
demek daha doğru olur.
Küçülmenin amaçları şunlardır:
- Maliyetleri düşürmek
- Karar sürecini hızlandırmak
- Rakiplerin davranışlarına daha kısa sürede cevap
verebilmek
- Haberleşmedeki bozulmaları (distortion) azaltmak
- Daha çok sonuca dönük çalışır hale gelmek.
- İşletme içi süreçlerden çok müşteri ihtiyaçlarına
odaklanmak
- Güçlendirmeyi (empowerment) hızlandırmak.
- Verimliliği artırmak.
- Yeni fikirlerin kısa sürede uygulanmasını sağlamak.
- Sinerjiyi artırmak.
- Kişisel sorumlulukları daha kolay izlemek.
Kademe Azaltma
Küçülme olayı ile yakından ilgili bir kavram da
kademe azaltma uygulamalarıdır. Küçültme
stratejisinin en yaygın kullanılan şeklidir. Kademe
azaltma işletmenin en alt kademesi ile en üst
kademesi arasındaki mesafeyi kısaltma işlemidir. Bu
noktada bir işletmenin sahip olması gereken en uygun
kademe sayısı nedir sorusu ortaya çıkmaktadır. Bu
konu göreceli olsa da, bir görüşe göre dünya çapında
en büyük işletmelerden birinde en alt kademeden en
üst kademeye kadar en fazla yedi kademe ile
yönetilmesi gerekmektedir.
Kademe azaltması uygulamaları sayesinde işletmenin
organizasyon şeması basıklaşmakta ve yönetim alanı
genişlemektedir. Kademe azaltmanın asıl nedeni,
işletmeyi daha yalın hale getirmek ve karar veren ile
işi yapan kişi arasındaki mesafeyi kısaltmaktır. Bu
kavram genellikle yeniden süreçleme ve personel
güçlendirme kavramı ile birlikte anılmaktadır. Çünkü
işletmeler kademe azaltarak daha basık ve yatay hale
geldiklerinden yönetim alanları genişlemekte ve yetki
devri kavramı yerine personel güçlendirme kavramı
ortaya çıkmaktadır. Bir işletme bünyesinde, bu üç
uygulamanın bir arada kullanılması sonucunda,
işletmenin cevap verme süresi azalır ve sonuç olarak
işletme rakiplerine göre avantaj sağlar. Peter
Drucker'a göre işletme bünyesindeki her ilave
kademe, bilginin sağlıklı bir şekilde üst kademelere
ulaşma ihtimalini düşürmekte ve iletişim kanallarında
gürültü (noise) yaratmaktadır.
Sıfır Hiyerarşi
Sıfır Hiyerarşi, bir kavram olarak, daha çok bir ideali
ifade etmektedir. Sıfır hiyerarşi, organizasyon yapısını
hiyerarşik açıdan farklı kademeler yerine, küçük ve
kendi içinde yeterli ve aynı düzeydeki gruplardan
oluşan bir yapı olarak görmektedir. Davranışsal
açıdan, insanlar arasındaki farklılıkların kaldırılıp
kaldırılmayacağı tartışılabilir. Yani insanların
kendilerini başkalarından farklı görme ve bunu çeşitli
şekillerde, açık veya dolaylı olarak ifade etme
eğilimlerinin kaldırılamayacağı öne sürülebilir. Sıfır
hiyerarşi kavramında söz konusu olan, farklılığın
mevki otoritesine dayanan farklılık yerine, başka
temele, mesela, bilgi ve yetenek temeline
dayandırılmasıdır. Bu anlamda farklılığın temeli,
“kazanılmış otorite”dir. Kazanılmış otorite, klasik
yaklaşımın “gayrı resmi” otorite kavramına yakındır.
Gayr-ı Resmi otoritede, kişilik özellikleri önemli rol
oynarken, kazanılmış otorite büyük ölçüde bilgi ve
beceriye dayanmaktadır. Kendi kendini yöneten
gruplara dayanan bu organizasyon yapısının özelliği,
her grubun küçük bir işletme gibi davranmasıdır.
Hatta o kadar ki, aynı işletme içindeki küçük gruplar,
birbirlerini ayrı bir işletme gibi görür, Pazar koşulları
çerçevesinde birbirleri ile ilişkiler kurabilirler. Bu
şekilde kendi kendini yöneten küçük gruplardan
oluşan organizasyon yapısı, “organik” yapının bir
uygulaması olacaktır.
Yalın Organizasyon
Kademe azaltma, sıfır hiyerarşi ve küçülme gibi
kavramlar ile yakından ilişkili ve bunların sonucu
olarak ortaya çıkan bir diğer kavram ve uygulama da
yalın organizasyon (lean organization) olarak bilinen
kavramdır. Buna göre, müşterilerin istediği kalite ve
standartlara ve genel olarak pazar koşullarına daha
çabuk cevap verebilmek için, organizasyon yapısı
basitleştirilmeli, gereksiz ve katma değer yaratmayan
faaliyet ve mevkiler ortadan kaldırılmalı ve işi yapan
ile karar veren mümkün olduğu kadar birbirine
yaklaştırılmalıdır. Bu kavramın vurgulamak istediği
husus, yalınlıktır; sade, gereksiz ayrıntıdan uzak,
işleri geciktirmeyen, hemen reaksiyon gösterebilecek
bir yapıdır. Bu nedenle organizasyon yapısında yalınlık
yanında, mesela, yönetimde yalınlık, üretimde
yalınlık vs.den de bahsedilebilir. Bu şekilde yalınlığın
sağlanmasıyla, işletmelerde, haberleşme ve karar
almayı geciktiren organizasyon kademeleri azaltılmış,
karar verme ile ilgili prosedür ve talimatlar
basitleştirilmiş ve bürokratik yapıdan arındırılmış;
müşterilerin ve pazarın isteklerine hemen cevap
verebilen esnek, küçülmüş ve girişimcilik ruhu
kazanmış organizasyonlar ortaya çıkmış olacaktır.
Bölüm5

Yönetimin işlevleri
Yönetimin işlevleri, işletme amaçlarını
gerçekleştirmek için yönetimin yapması gereken
eylemlerdir.
Yönetim süreci belli bir bakış içerisinde
gerçekleşirken, çeşitli işlevlerin yerine getirilmesi
gerekir. Yönetimde öncelikle bir hazırlık aşaması
vardır; bu aşamanın tamamlanmasından sonra
uygulamaya geçilir. Uygulamada, hazırlıktaki ilkeler
ve belirlemelere göre davranılır. Bu ilkelere ve
belirlemelere ne ölçüde varıldığı, başka bir deyişle
hazırlıkta saptanan amaçlara ne ölçüde varıldığı
sürekli denetlenir.
Yönetim süreci planlamayla başlar, örgütleme ve
yöneltme ile birlikte eşgüdümleme ve denetimle sona
erer. Yönetim sürecinin başından sonuna dek söz
konusu olan tüm işlevler yönetim işlevleri olarak
adlandırılır.
Günümüzde yönetim işlevleri, beşe ayrılarak ele
alınmaktadır.
· Planlama
· Örgütleme
· Yöneltme
· Eşgüdümleme
· Denetim
Planlama
Planlama "şimdiki veriler ve gelecekteki muhtemel
gelişmelerin ışığı altında belli bir amaca ulaşmada
izlenecek yolu gösteren bir süreç" olarak
tanımlanabilir.
Plansız etkin bir örgüt yönetimi düşünülemez ve
planlama tüm işletme fonksiyonlarının yönetimini
kapsar. İşletmede her kademedeki yöneticiler için
kapsamlı "genel planlar" ve daha ayrıntılı "özel
planlar" hazırlanabilir. Örneğin, tüm işletme veya her
bir departmandan (pazarlama, üretim, finansman vb.)
sorumlu tepe yöneticileri için hazırlanan genel planlar
ve her departman içindeki özel işlerden sorumlu alt
kademelerdeki yöneticiler için hazırlanan daha
ayrıntılı özel planlar gibi.
Planlar, kısa, orta ve uzun vadeli olmak üzere belirli
bir zaman süresi için hazırlanır.
Başarılı bir planlama herşeyden önce planı hazırlayan
kişilerin bilgi, tecrübe, zekâ düzeylerine ve özellikle
de geleceği şimdiden tahmin etme yeteneklerine
bağlıdır. Planlama eyleminde en büyük güçlük,
geleceğin şimdiden, diğer bir deyişle, planların
hazırlandığı sırada isabetli bir biçimde tahmin
edilmesi veya öngörümlenmesidir. Planlamada başarı,
büyük ölçüde isabetli tahminlemeye bağlıdır. Öte
yandan, isabetli bir tahminlemenin ise oldukça zor bir
eylem olduğunu unutmamak gerekir. Gelecekte bir
takım "belirsizlik" ve "risk faktörleri" ile karşı karşıya
gelinmesi, tahminlemeyi güçleştiren en önemli
nedenlerden birisidir.
Planlar hiyerarşisi veya planlama süreci, genellikle şu
aşamalardan oluşur:
- Varoluş nedenini açıklayan görev tanımıyla başlar.
Örneğin, Renault firmasının görevi ulaşımın
sağlanmasına hizmet etmektir.
- Amaçların belirlenmesi
- Politikalar (karar vermeye yön veren genel
rehberler)
- Stratejiler (Bir işletme fiyat yönünden rekabet
amacını güdecekse, bu firmanın stratejisi diğerlerinin
daha aşağısına satamayacağı fiyat belirlemektir. Bu
stratejinin taktiği ise, etiket koyma, kâr oranını
düşürme ve rakiplerin fiyatlama faaliyetleri hakkında
bilgi toplama olabilir.)
- Taktikler, usuller, kurallar, programlar, prosedürler,
bütçeler
Örgütsel kademelerin planlama sürecindeki görevleri
şu şekilde gösterilebilir:
Üst yönetim : amaçlar, politikalar, stratejiler, misyon
Orta kademe yönetim : programlar, tamamlayıcı
amaçlar ve politikalar
Alt kademe yönetim : Kısa dönemli amaçlar,
tamamlayıcı politikalar, prosedürler
İşçiler düzeyi : rutin işler, çok küçük usüller
Örgütsel yapı içinde yukarıya doğru çıktıkça,
planlama, gerek içerik ve gerekse zaman yönünden
uzun süreli ve geniş olmaya yönelir. Planın kapsadığı
süre genişledikçe kesinliği azalır. Çünkü zaman
uzadıkça beklenmeyen olayların ortaya çıkma olasılığı
da artacaktır.
Başarılı ve etkili bir planlama yapabilmede ortaya
çıkabilecek yönetsel sorunlardan biri, gerekli örgütsel
iklimin yaratılmamasıdır. Bilgi akımı, planlamada
sorumlulukların dağıtımı ve planlamanın maliyeti
diğer yönetsel sorunlar arasında sayılabilir.
Planlama değişiklik yapmak demektir. Birçok insan
değişiklik fikrini benimsemez. Hele mevcut durumdan
memnun iseler, değişiklik onların nezdinde durum
sarsıcı olarak görülür.
· Planlar basit ve anlaşılır olmalıdır
· Planlar esnek olmalıdır (değişen koşullara adapte
edilebilir)
· Elde edilebilir ve akla uygun olmalıdır..vs
Örgütleme (organizasyon)
Örgütlerin İnsan kaynakları, fiziksel etmenler ve
işlevlerini eşgüdümlenmiş biçimde bir araya
getirmeleri gerekir.
Örgütlemede ilk aşama, amaçlar saptandıktan sonra,
örgüt içinde başarılacak işlerin tiplerini belirlemektir.
İşlev bir eylemin diğer işlerden ayrılması ve
belirlenmesidir. Üretim, pazarlama, finansman vs.
İşlevlerin belirlenmesinde en önemli unsur işbölümü
ve uzmanlaşmadır. Bu kitle üretimi yapan
endüstrilerde verimliliğin en temel koşullarından
biridir. İş basitleştirme olarak da adlandırılabilir.
İşbölümü uzmanlaşmaya yol açar. Bu da işlerin daha
kısa zamanda öğrenilmesini ve yapılmasını sağlar.
Ama bu da monotonluğa yol açabilir.
İşlevsel farklılaşma iki yönde olabilir:
- Aşağıya doğru farklılaşma. İşletme büyüdükçe belli
işlevleri görmek için yeni işçiler gerekecektir. Bu
süreç örgütte ikinci bir kademenin oluşmasına neden
olur. Bu kademeler yönetsel ve yönetsel olmayan
kademelerdir. Bu tür farklılaşma aşağıya doğrudur.
Ancak bunun sınırları vardır. Bir yönetici belli bir
sayıda işçiden fazlasını etkili biçimde denetleyemez.
Bu sınırlamaya denetim alanı denir.
- yana doğru (yatay) farklılaşma. Bazen işletmenin
gelişmesi işlevlerin de bölünmesine neden
olabilecektir. Böylece yana doğru gelişme ortaya
çıkar. Yana doğru farklılaşmada aynı düzeydeki
işlevlerin birden çok kişiye dağıtılması söz konusudur.
Yana doğru farklılaşma örgütler büyüdükçe bölümlere
ayırmayla sonuçlanır.
Bölümlendirme
İşbölümü ve eşgüdümleme ihtiyacının sonucu olarak
ortaya çıkar. Bölümlendirme sonucunda ortaya çıkan
her birim, yaptığı işler konusunda yöneticisine yetki
ve sorumluluk verilen bağımsız ünitelerdir.
- İşlevlere göre bölümlendirme
En çok kullanılan bölümlendirme türüdür. Ürün ya da
hizmet üretmek için gerekli işlevler işletmenin
bölümlerini oluşturur. İşin niteliği gereği bu işlevlerin
adları bazı işletmelerde farklı olabilir. Bazı
işletmelerde bu tip bölümlendirme, salt olarak
kullanılma yerine, ürün, coğrafik ya da müşteri
temeline göre yapılan bölümlendirmeyle birlikte
kullanılır.
Yararları:
- İşletmenin eylemlerini birbirine uyarlamada ve
uzmanlaşmayı kolaylaştırmada mantıksal bir yoldur.
- Aynı tip uzmanlarca ve aynı tip araç ve makinalarla
yapılan işleri bir araya toplamada yardımcı olur.
- Bir işlev üzerine kurulan herbir bölüm aynı tür işleri
yapmakla sorumlu olacağından bölüm yöneticisi tüm
enerjisini bunlar üzerine yoğunlaştıracaktır.
- Bu tür bölümlendirmede aynı tür faaliyetlerin
tümünden tek bir yönetici sorumlu olacağından, bu
faaliyetleri bütünleştirmede yani eşgüdümlemede
etkisi büyük olacaktır.
- Tüm işletme bir ya da bir kaç üstün başarılı bireyden
yararlanma olanağı bulacaktır.
Sakıncaları:
- Büyümenin ortaya çıkaracağı merkezden yönetim
sorunları özellikle karar vermede gecikmeler
biçiminde ortaya çıkar.
- Kontrol ve yapılan işlerin değerlendirilmesi güçleşir.
- Büyüme örgütsel kademelerin sayısını
artıracağından, üstlere sorumlu kişilerin sayısı da
artacaktır. Bunun sonucu iletişim yavaşlar. Çünkü bu
bölümlendirmede, toplam eşgüdüm görevi en üst
yöneticide olacaktır.
- Kontrol güçleşecektir. Örneğin beş ya da altı çeşit
ürün üreten üretim bölümünün, her birinin maliyetini
hesaplaması zorlaşır.
- Böyle bir yapı içinde yöneticilerin, yönetime ilişkin
bütün konularda eğitilmeleri de güçtür. Bir konuda
uzmanlaşan yönetici diğer konuların önemini
küçümseyecektir.
- Ürüne göre bölümlendirme
Birden çok ürün üreten bazı işletmelerde, üretilen
her bir ürün özerk bir birim oluşturur. Bu tür
bölümlendirmede, bölümlerden herbirinin yöneticisi
ürüne ilişkin tüm eylemlerden sorumlu olacağı gibi,
herbir bölüm ayrı ayrı tüm işlevlerin yerine
getirilmesini üstlenmiş olacaktır.
- Coğrafik bölümlendirme
İşletmenin faaliyetleri farklı coğrafik bölgelere
yayıldığında böyle bir bölümlendirme ihtiyacı belirir.
Bu tür bölümlendirme yerel pazara en iyi hizmet eden
bölümlendirmedir. Yöneticiler kendi bölgelerindeki
özel koşulları merkezdekilerden daha iyi görebilirler.
Öte yandan, kullanıılan hammaddeyi o bölgeden
sağlama olanağı varsa, ulaşım harcamaları ve
gecikmeleri ortadan kalkacaktır. Üstelik yönetim
bölgeyi iyi tanıyan yerel satıcılardan yararlanma
olanağına kavuşacaktır. Bütün işlevler yerel
birimlerde görüleceğinden, yöneticilerin bu konularda
deneyim kazanmaları kendiliğinden eğitim anlamına
gelecektir. Finansman, personel, endüstriyel ilişkiler,
AR/GE ve Pazar araştırması bölümleri merkezde
olmalıdır.
- Müşteri temeline göre bölümlendirme
Bu bölümlendirme müşteri gruplarına göre yapılır. Bir
mağaza bir katında ucuz ve harcıalem mallar
satarken, diğer katta daha pahalı ve kaliteli malları
satıyorsa; ya da müşterilerin yaşına göre aynı mağaza
içinde farklı bölümler oluşturuyorsa bu temelden
hareket eden bölümlendirme söz konusu olur.
- Süreç veya kullanılan araçlara göre bölümlendirme
Bu türde, işletmenin faaliyetleri izlenen süreçlere ya
da kullanılan araçlara göre de bölümlendirilir. Daha
çok üretim işletmelerinde rastlanır. Araçların
fiyatlarının çok pahalı olması, bunların sürekli olarak
kullanılmalarını gerektirebilir. Bu nedenle bu tür
bölümlendirme ekonomik amaçlıdır. Bu
bölümlendirme; torna, delme, zımparalama ve
vidalama süreçlerine göre olabilir.
- Karma örgüt yapısı
Bölümlendirme bir amaç değildir. Amaç eşgüdümü
kolaylıkla sağlayacak bölümler oluşturmaktır. Tek tek
ele alındığında her bölümlendirme tipinin yarar ve
sakıncaları vardır. Yönetim sakıncaları diğer türlerin
yararlarıyla gidermek istediğinde, karma örgüt yapısı
söz konusu olur. Örneğin bir işletmenin satış işlevi,
karma sistem kullanıldığında önce coğrafik
bölümlendirme sonra müşteri temeline göre
bölümlendirme sözkonusu olur. Şekilde üst düzeyde
işlevsel bölümlendirme, orta kademede ürünlere ve
coğrafik temele göre, alt kademede ise, üretim
işlevinde kullanılan araca göre süreç bölümlendirme
görülmektedir.
- Proje ve Matriks örgüt
Geleneksel yapılar, yatay olmaktan çok dikey
ilişkilere önem vererek işletmenin eşgüdüm ve
kontrolünü sağlamak için yetkinin dağıtılmasında
yatar. Ancak teknoloji ve yaşamın diğer alanlarındaki
gelişmeler örgütsel yapıların, sorunun niteliği ve
eldeki yetenekli kişilerin durumuna göre yatay ya da
çapraz ilişkiler biçiminde de gelişebileceğini
göstermiştir.
Proje örgütünün amacı, geleneksel komuta
örgütünden daha yüksek derecede eşgüdümleme
sağlayabilmektir. İşlevler, komuta örgütündeki
birimlerden farklı biçimde bir proje etrafında
örgütlendirilmektedir.
Birden fazla projenin olduğu durumlarda bu tip yapıya
özellikle gerek duyulmaktadır. Böyle bir yapıda
komuta işlevleri çeşitli bölümler halinde geleneksel
tarzda örgütlenir ve bu arada örgüt üç yeni projenin
yapımını üstlenmiştir. Her bir proje tamamlanıncaya
kadar, geleneksel bölümlerden proje için seçilen
kişiler proje yöneticisinin sorumluluğuna verilmiştir.
Proje sona erdiğinde bu kişiler eski yerlerine
dönerler. Proje örgütleri, proje süresine bağlı geçici
yapılardır. Bu yapılar bir proje süresine bağlanmayıp
sürekli duruma getirilirse ortaya çıkan yapıya matriks
örgütü adı verilmektedir. Bu tür yapılar özellikle
işletmenin hızla değişen dış çevreye duyarlı olduğu
durumlarda geçerlidir. Örneğin; hızla değişen
teknolojiyle çalışan ve oldukça rekabetsel bir
ortamda faaliyet gösteren elektronik işletmeleri için
matriks örgütleri kaçınılmazdır.
Proje veya matriks örgütlerde iki tür yönetici vardır:
. işlevsel yöneticiler
. ürün (proje) yöneticileri
İşlevsel yöneticiler üretim, kalite kontrol, envanter,
zamanlama ve satış gibi uzmanlaşmış kaynakların
kullanımından; ürün yöneticileri ise, bir ya da birkaç
ürünle bunların ürün stratejilerini saptamak ve
işlevsel yöneticilere gerekli kaynaklar için
başvurmaktan sorumludur. İşletme matriks yapıya
dönüşünken işlevsel yöneticiler bazı yetkilerini
kaybedecek ve kendi bağımsız bütçeleri olan ürün
(proje) yöneticilerinden bazı emirler alma durumunda
kalacaklardır.
Yetki Devri
Yetki iş yaptırma gücüdür. Örgütteki kişilere özel
görevlerin verilmesi ve bu görevleri başarmak için
yetkiyle desteklenmesi sürecine yetki devri denir.
Yetkinin bir bölümünü devretmek ondan vazgeçmek
değildir. Temel yetkiler yine üsttedir. Astların sahibi
olduğu şey belirli sınırlar içinde hareket edebilme
özgürlüğüdür. Yetki devriyle ilgili ilkeleri işletmenin
başındaki yönetici belirler. Bu yönetici yetki devrine
inanan biri ise, devir felsefesi tüm örgüte
yayılacaktır.
Örgütleme sürecinde yetki devri daha çabuk harekete
geçmeyi ve daha çabuk karar alınmasını sağlar. Basit
konularda üste yapılan havalenin önüne geçilir ve üst
daha fazla meşgul edilmez. Yetki devri personelin
eğitim ve geliştirilmesinde de önemlidir. Çalışana
belli bir işlevi yapma ve o konuda karar verme olanağı
tanımadıkça o konuları öğrenmesi yok denecek kadar
az olur. Yetki devri çalışanları olumlu yönde
güdüleyecektir. Çünkü yetki devredilen kişiler
böylelikle kendilerine ve yeteneklerine güvenildiği
duygusunu elde edeceklerdir. Bu da onların moral ve
tutumlarının örgüt lehine gelişmesine yardımcı
olacaktır.
Yetki devrini sınırlandıran kaygılara gelince; yetki
devredilen astın konuya ilişkin bilgileri üstüne
ulaştırmaması veya yanlış vermesi, yetki devredilen
astın istenen beceri , yetenek ve deneyime sahip
olmaması durumunda yetki devrinin tahrip edici
olmasıdır. Yöneticiler şu nedenlerle yetki devrinden
kaçınırlar:
· yönetici “her işi ben daha iyi yaparım” inancındadır
· astlara güvenmeme
· yönlendirme yeteneğinin yokluğu
Astlar ise, şu nedenlerden dolayı yetki almaktan
kaçınırlar:
· işi üste havale etmenin daha kolay olması
· eleştirilme kaygısı
· gerekli bilgiye sahip olmama
· özgüven yetersizliği
Sorumluluk
İşe ilişkin faaliyetleri başarma yükümlüğüdür. Bir işi
kabul ederek görevleri yapmayı benimseyen kişi
sorumluluk yüklenmiş demektir. Yetki yukarıdan
aşağıya, sorumluluk aşağıdan yukarıya doğru
akmaktadır. Sorumluluk devredilemez. Devredilen
yetkidir. Yetki ve sorumluluk denk olmalıdır. Görevi
yapacak kadar yetki verilir.
Yöneltme
Örgütü oluşturan personelin harekete geçirilmesi,
onların çalıştırılması sürecidir. Benzetmek gerekirse,
bir makineyi çalıştırmak üzere “başlatma ya da motor
düğmesine basmak” “kontağı çevirmek” veya “şalteri
indirmek” gibi bir eylemdir.
Tanımında da söylendiği gibi yönetim, başkalarına iş
yaptırabilme sanatıdır. Bu amaçla yönetici,
başkalarına ne yapmaları gerektiğini söyler, yani emir
verir ve onların ne yaptıklarını izler. Fakat
yöneltmede sadece emir vermek yeterli değildir.
Yöneticilerin bir yandan çalışanların bilgilerini,
becerilerini, tutumlarını, alışkanlıklarını, öte yandan
iş tanımlarını, iş araçlarını, gereçlerini ve
donanımlarını çok iyi bilmeleri gerekir. Bunun yanı
sıra kendi davranışlarını çalışanları istenen
davranışları yapmaya yönlendirecek şekilde
düzenlemelidirler. Çünkü uygulama süreci,
ücretlendirme, motive etme, liderlik ve danışmanlık
yapma, yol gösterme, akıl verme, pozitif güçlendirme
ve etkili kontrol yapma gibi önemli yönetsel
faaliyetlerin tümünü kapsar.
Yöneltme işlevinin başarısı, büyük ölçüde yöneticinin
kişilik yapısına ve yönetim tarzına bağlıdır. Örneğin,
otoriter yöneticiler, astlarını genellikle sıkı bir kontrol
mekanizması ve suç arama politikası içinde korkutma,
baskı yapma ve cezalandırma yoluyla çalıştırırlar ve
hatta zor kullanırlar. İnsancıl yöneticiler, çalışanları
kendi hallerine bırakılar, hiç karışmazlar, çalışanlar
üzerinde baskı ve kontrol uygulamazlar. Bu tarzı
benimseyen yöneticiler çalışanlara iyi davranırlarsa,
onların daha yüksek performans göstereceklerine
inanırlar. Ancak çalışanlara baskı yaparak ya da
onlara aşırı serbestlik tanıyarak başarılı bir yöneltme
yapılamayacağı kabul edilen bir gerçektir.
Demokratik-katılımcı yöneticiler ise, çalışanlar
arasında ekip çalışmasını ve ekip ruhunu geliştirmeyi
amaçlarlar. Böylece örgüt içinde başarılı yöneltmenin
ön koşulu olan karşılıklı güven ve işbirliği, ortak çaba
ve yönetime katılma gerçekleşir.
Bir örgütte başarı sağlanamaması ve istenen
performans düzeyine ulaşılamaması, çalışan insanların
doğasının (tembelliklerinin, bilgisizliklerinin ve
yeteneksizliklerinin) bir sonucu değil, yöneticilerin
onlarda var olan potansiyelden gereğince
yararlanamamalarının bir sonucudur; yani yönetim ve
yöneticilik sorunudur. Çünkü yöneticilerin asıl görevi
iş yapmak değil, en uygun ortamı sağlayarak işi
yaptırmak, insanları çalıştırmaya motive etmek ve
istenen sonuçları almaktır.
Eşgüdümleme (koordinasyon)
Eşgüdümleme işbölümü ve işlevsel farklılaşmanın
gereğidir. Otomobil yapımında parçaları birleştirme
tezgahına binlerce parça yan tezgahlardan aynı anda
gelir. Bunlar istenen özelliklere göre kısa zamanda
işçiler tarafından öylesine bir araya getirilir ki bir kaç
dak. sonra karşımıza yepyeni bir araba çıkar.
Eşgüdümleme örgütsel amaçların elde edilmesinde
farklılaştırılmış eylemlerin uyum içinde birleştirilmesi
ve ayarlanması sürecidir.
Kontrol
Planlanan amaçlara ulaşma derecesinin saptanması ve
gerekiyorsa düzeltici önlemlerin alınması sürecidir.
Kontrol bir bakıma diğer yönetim işlevleriyle nelerin,
nasıl ve hangi ölçüde başarıldığını ortaya çıkarır.
Yöneticinin sürekli işlevi iş performansını (başarısını)
ölçmek ve planlara uygun yürütülüp yürütülmediğini
görmek amacıyla değerlendirmektir. Çünkü bazı
durumlarda en iyi plan bile istenen sonuçları
sağlamayabilir; sapmalar, yanlış anlamalar ve
beklenmeyen sonuçlar gelişebilir.
Kontrol etme, temel olarak bir ölçme değerlendirme
faaliyetidir. Ölçme ile değerlendirme birbirinden
bağımsız kavramlar değildirler; bir karar verme süreci
olan değerlendirme, ölçmeyi de kapsayan geniş bir
kavramdır. Ölçme, genellikle bir amaç için yapılır ve
bir tanımlama işlemidir. Değerlendirme aşamasında
ölçme sonuçları (ölçüm) daha önceden belirlenen
kriterlerle ve standartlarla karşılaştırılır ve bir karara
varılır. Bu bağlamda kontrol etme süreci hangi
faaliyetleri ve neyi kontrol etmek için uygulanırsa
uygulansın, esas olarak belirli temel aşamalardan
oluşur.
Bu aşamalar;
- Planlama aşamasında ölçülebilir performans
kriterleri ve standartları oluşturmak,
- Uygulama sırasında kriterlere ve standartlara göre
performansı değerlendirmek
- Planlardan sapmalar varsa, düzeltici önlemleri
belirlemek ve uygulamaya koymaktır.
Bölüm 6

Yönetimde Karar Verme
Karar alma (verme), bir amaca ulaşabilmek için eldeki
olanak ve koşullara bağlı olarak olası türlü eylem
biçimlerinden en uygun olanının seçilmesi biçiminde
tanımlanabilir.
Başka bir tanıma göre, karar verme, herhangi bir
seçenek seçiminin yapıldığı bir süreçtir.
Karara ilişkin bazı özel noktalar şunlardır:
- Karar bir tercihtir. Aralarında seçim ve tercih
yapılması söz konusu olan şeyler, amaçlar ve bunlara
ulaştıracak yol ve olanaklardır.
- Karar bir süreçtir.
- Karar bir amaca yöneliktir.
- Kararı sorunlar harekete geçirir.
- Karar kişisel özelliklerden etkilenir. Karar vermenin
psikolojik yönü vardır. Karar, yalnız fikirlerin değil
duyguların da sonucudur.
Karar teorisi konularında öncü bilim insanı H. Simon’a
göre, herhangi bir yönetim teorisi söz konusu ise,
karar verme faaliyeti yönetimin kalbidir ve yönetim
teorisi esasları, beşeri tercih, mantık ve psikolojiden
çıkarılmalıdır.
Yönetim faaliyetinde hangi amaçların öne
çıkarılacağı, hangi fırsatların yaratılacağı, hangi
kaynakların hangi ilkeler çerçevesinde tahsis edileceği
ve alınan kararların icrasını kimlerin yürüteceği gibi
konulardaki tercihlerin tümü, birer karar
niteliğindedir. Bundan dolayı da yönetici, kendisini
karar verici olarak algılamaktadır.
Yönetsel Kararların Sınıflandırılması
Literatürde yönetim kararlarına ilişkin birçok
sınıflandırma yapılmıştır:
Problemin özelliğine göre:
- Programlanmış Kararlar: Bazı alışkanlık, kural ve
prosedürlere göre verilen kararlardır. Örneğin; yeni
işe alınan bir çalışana ödenecek maaş hakkında çok
fazla düşünülmez, çünkü bütün pozisyonlar için maaş
ölçeği belirlenmiştir ve bu ölçeğe göre ödeme yapılır.
- Programlanmamış Kararlar: Alışılmadık ve
olağanüstü problemlerle ilgili kararlardır.
Organizasyonun kaynaklarının nasıl dağıtılacağı,
problemli üretim hattı hakkında ne yapılacağı ya da
topluluk ilişkilerinin nasıl geliştirileceği gibi
problemler programlanmamış kararlar gerektirir.
Problemin verilerinin niteliğine göre:
- Deterministik şartlarda karar verme: Bu karar
tipinde, hedefler iyi tanımlanmıştır. Tamamen
ulaşılabilir, belirlenebilir değişkenler ve sonuçlar söz
konusudur. Doğrusal programlama modelleri bu karar
tipine örnek olur.
- Risk altında karar verme: Bu karar tipinde, hedefler
iyi tanımlanmıştır. Tamamen ulaşılabilir, Tesadüfi
değişkenler ve sonuçlar söz konusudur. Stok
problemleri, bu karar tipine örnek olur.
- Belirsizlik altında karar verme: Hedefler açık
değildir. Problemin çözümü için yeterli bilgiye
ulaşmak zordur. Yatırım kararları, re-organizasyon,
yeni ürün/pazar, yeni sektörlere girmek, bu karar
tipine örnek olur.
Karar vericinin konumuna göre:
- Stratejik Kararlar: Üst yönetim tarafından verilen
kararlardır. Organizasyonun amaçlarının oluşturulması
ve bu amaçlara ulaşmak için uzun dönemli planların
yapılması ile ilgilidir. Örneğin; hangi ürünlerin
üretileceği, tesis yerinin seçimi ve finansman
kaynakları ile ilgili kararlar stratejik kararlardır.
- Taktik Kararlar: Orta yönetim düzeyinde alınan
kararlardır. Stratejik seviyede alınan kararların
uygulamaları ile ilgilidir. Tesis yeri düzenleme, bütçe
oluşturulması, ve üretim planlama taktik kararlarıdır.
- Operasyonel Kararlar: Düşük yönetim düzeyindeki
yöneticiler tarafından alınan kararlardır. Bir takım
işlemlerin verimli ve etkili biçimde yapılmasını sağlar.
Örneğin; kredinin kabulü ya da reddi, stok sipariş
zamanlarının ve miktarlarının belirlenmesi
operasyonel kararlardır.
Zorluk derecesine göre:
- Basit kararlar: basit sistemlerin ürettiği
problemlerdir. Kısa sürede çözümü olan kararlardır.
Teknik sistemlerin ürettiği problemler gibi.
- Karmaşık kararlar: Bir müşteriyi ikna problemi gibi.
Uzun süreli kararlardır.
- Çok karmaşık kararlar: Çok uzun süreye ihtiyaç
duyulabilen kararlardır. Yatırım kararları, yeni ürün
geliştirme gibi problemleri içerir.
Karar Verme Süreci
Karar alma süreci belirli adımlardan oluşur. Bu
adımlar şu şekilde sıralanabilir:
- Problemin algılanması
- Problemsel koşulun modelleştirilmesi
- Amaçların belirlenmesi
- Kontrol edilebilen değişkenlerin belirlenmesi
- Kontrol edilemeyen değişkenlerin belirlenmesi
- Kısmi kontrol edilebilen değişkenler ve onların
kontrol edilebilen değişkenler ile olan ilişkisinin
belirlenmesi
- Amaca bağlı olarak her olası kararın (seçenek veya
her bir kontrol edilebilen eylemin değeri) etkisinin
belirlenmesi
- Kararın verilmesi
- Sonuçların yorumlanması
Karar teorisinin temel felsefesi, 13. asırda Rene
Descartes’a dayanır. Descartes, analitik yöntemin
sahibidir.
Analiz düşüncede ya da gerçekte; bir bütünün
parçalarına, bir sistemin kendini oluşturan unsurlarına
ayrıştırılması, bölünmesi, parçalanması anlamına
gelir. Analiz, olgu ve olayları anlamanın ve
öğrenmenin, karar vermenin veya problem çözmenin
temel yöntemidir. Bütün’ü iyi tanımak için onu
parçalarında da tanımak gerekir. Bu bakımdan analiz
bilimsel bir yöntemdir. Daha duyum deneyimleri
basamağında, nesnel gerçekten gelip duyulara etki
yapan karmaşık uyarımlar, insanın analiz sistemi
sayesinde, sürekli olarak tek tek unsurlara ayrıştırılır
ve düzenlenirler; böylece bu uyarımların duyumlar ve
algılar biçimine dönüştürülmesinde temel dayanağı
oluştururlar. Analizin sonunda, bütünün parçaları,
birbirleri ile bağlantılı somut bir bütün şeklinde değil,
yalıtılmış ve yalnız bırakılmış bileşenler olarak
yansıtıldıkları için, bu anlamda soyut kalırlar.
Descartes yöntem tartışmalarının öncü
isimlerindendir. Yönteminin temel formülü «cogito
ergo sum» (düşünüyorum öyleyse varım)’dan yola
çıkar. Descartes’in yöntemi analitiktir. Bu yöntem,
modern düşüncenin önemli bir özelliği haline
gelirken, bilimsel teorilerin hazırlanmasında,
karmaşıklığın anlaşılmasında yararlanılır. Descartes,
yönteminin dört temel kuralını şöyle açıklar:
- Açıklık kuralı. Doğruluğu apaçık bilinmeyen her
şeyden şüphe edilmelidir. Duyularımız yanılabilir, akıl
yanlış işlem yapabilir yada unutabilir, duygularımızla
akıl çatışabilir; bu da sağlıklı bir akıl yürütmeyi
engelleyebilir. Kısaca bilgi kaynaklarımızın hepsinden
şüphe edebiliriz ama şu anda şüphe ettiğimizden
şüphe edemeyiz. Hiçbir şeyi anında doğru olarak
kabul etmemeli, acele ve ön yargılı girişimlerden uzak
durmalıdır.
- Analiz kuralı. İncelenmesi istenen sorunları, daha
etkin çözebilmek için çok sayıda ve en küçük
parçalara ayırmalıdır. Doğada bir bütünlük ve bu
bütünün parçalarının arasında nedensel ve zorunlu bir
bağlantı vardır. Tümdengelimci izler görülmektedir.
Yani yukarıdan aşağıya doğru sistematik olarak
yapılanmış, organize bir bütün söz konusudur.
Analizle bu yapının daha küçük parçalarının tek tek
incelenmesi gerekir.
- Düzen kuralı. Tanınması en basit olan unsurlardan
başlayarak, en bileşik ve karmaşık unsurlara doğru,
ağır ağır ve derece derece yükselerek ilerlemelidir.
Analizle ve tek tek incelenerek ulaşılan bilgilerin bir
araya getirilmesiyle daha tümel, geniş bilgilere
ulaşmaya çalışılması gerekir.
- Sayma kuralı. Hiçbir şeyin eksik kalmadığından emin
olmak için, her adımda sayım ve genel gözden
geçirme yapmalıdır. Gerek analiz gerekse sentez
yaparken incelemeyi yapan hata yapabilir. Bunun
sonucunda, bütünü oluşturan zincir kopar ve yanlış
sonuca ulaşılır.
Analitik olarak düşünme kavramı, mantıksal veya
adım adım nedenselleştirme ile çok yakından
bağlantılıdır. XIV. yüzyıl öncesinde bilimsel çalışmalar
daha çok din adamları tarafından yürütülmekte ve
maddi destek daha çok kiliselerden ve kiliselerle
ortak hareket eden aristokratlardan sağlanmaktaydı.
Ancak yine kiliseye bağlı bir okulda eğitim gören
Descartes, bilim ile dinsel dogmaların inceleme
alanlarını ayırma yoluna yönelmiş ve böylece bilimi
din adamlarının elinden çıkması için gerekli olan
düşünsel yapıyı getirmişti. Descartes determinist,
mekanikçi bir anlayışına sahipti ve «belli bir sistem
içinde, belli bir andaki durumu ve hareketi bilinen
nesnenin durumu ve hareketi, yalnızca o anın değil
geçmişin
ve
geleceğin
de
bilgisini
verir»
görüşündeydi. Yani her hareketin bir nedeni vardı
ancak ilk hareket ettirici Tanrı idi, Ona göre her şey
önceden belirlenmişti belirleyen ise, Tanrı.. Buna
kadercilik demek pek yanlış olmayabilir. Matematik
ve fizik bilimlerinin karşısında, bu dönemlerde kıt
yöntemlere sahip olan sosyal bilimler, birtakım
dogmalara ara sıra karşı koymasına rağmen, zamanla
çoğu analitik düşünceye yaklaşmıştır.
Newton ve Descartes’in bilimsel ilkelerinin etkisi
altında kalan yönetim bilimi, kaotik sistemlerin
analizine ve bu sistemlerin işleyişini öngörmeye ve
kontrolüne
yönelmiştir.
Endüstrileşmenin
ilk
yıllarından itibaren ortaya çıkan yönetim anlayışının
temel yöntemi analitikdir. İşletme, işlerin ölçüsüzce
parçalandığı ve parçalanmış işlere, uzman ve giderek
uzmanlaşan insanların yerleştirildiği üretim aracı
görüntüsündedir. Analiz, Tayloristik düşüncede,
işletmeyi
ilgilendiren
olgu
ve
olayların
incelenmesinde ve karar süreçlerinde tek yöntemdir.
Buna göre olup bitenler bir neden-sonuç ilişkisi
anlayışıyla ele alınır ve karar alınır. Klasik yönetim
düşüncesinin yaygın olduğu yıllarda saptanmış tüm
problemlere çözüm yaklaşımları böyle olmuştur. Basit
ve mekanik anlayışla, makine düzeninde işleyen
işletmeler varsayılmıştır. Karar süreçleri de basittir.
Herşey apaçık ortadadır. Problemsel sonucun nedeni
veya
nedenleri
bulunmuş
ve
çözüm
gerçekleştirilmiştir. Bu çözüm kesin çözümdür ve
üstelik her yönetime önerilebilir ve uyarlanabilir bir
yöntem ile ulaşılmış çözümdür.
Analiz, bilimsel yönetim faaliyetlerinin gerekli bir
parçası olmuştur. Bir yandan yönetim faaliyetlerinin
düzenlenmesi ve daha iyiye götürülmesi, diğer yandan
işleri çözümleme yollarının saptanması için, sağlam
bilgiler elde etmek üzere, edinilmiş deneyimleri,
ulaşılan sonuçları, bilgilerin akışını, yönetimin ve
işletmenin değişen koşullarını, yanlarını ve stratejik
etmenlerini analiz etmek zorunludur.
Analiz geçmişin yöntemiydi. Geçmişte başarılı da
olmuştur. İş analizleri yönetim uygulamalarında
analitik düşünce temelinde ilk analitik çalışmalardır.
İstikrarlı koşullarda basit bir yöntem, işleyişi anlamak
ve işleyişte karşılaşılan problemleri çözmek için
yeterliydi. Taylor, Ford ve diğerleri bu yöntemi
kullandılar. İşletme, basit bir neden-sonuç mantık
düzeninde makine gibi işleyen bir varlıktı. İstenmeyen
bir sonuç ortaya çıktığında hemen bunun nedeni
bulunur ve bu «neden» ortadan kaldırılarak, yeniden
istenen yönde bir işleyiş elde edilirdi.
Birçok
yönetici
için
problemler
çözümlerden
uzak
değildir.
Böyle
düşünen bir yönetici için üretim hattında
bir problem olunca nedenini yine üretim
kısmında
arar.
Satış
elemanları
saptanmış hedeflere ulaşamayınca yeni
satış
özendiricilerine
veya
promosyonlarına
ihtiyaç
olduğu
düşünülür. Konut yetersizliği varsa daha
çok konut yapılır. Besin yetersizliği varsa
çözüm
olarak
daha
fazla
besin
düşünülür..
Kaotik sistemlerde gerçeğin kendisi ile insanların
gerçeği hakkında çoğu zaman düşünsel anlamda bir
uyumsuzluk vardır. Bu uyumsuzluğu düzeltmek için
atılacak ilk adım nedenle sonucun zaman ve uzamda
birbirine yakın olduğu düşüncesini terketmektir. Bir
başka deyişle, iyimser varsayımlar altında göze
görünür açık çözümler işleri kısa sürede düzeltir, ama
uzun dönemde daha kötü duruma dönüştürebilir.
Sistemin çeşitli durumlarını belli eden veriler
arasından onların hızları da dikkatle izlenmelidir.
Olayların karşılıklı uzaklıklarının değişme sınırlarını
ayırdetmek gerekir.
Analiz basit sistemlerin ortaya çıkardığı basit
problemlerin çözümünde kullanıldı. Mekanik arızanın
giderilmesine yönelik basit müdaheleler, kaotik
sistemlerin ortaya çıkardığı karmaşık problemleri
çözmek için yararlanıldığında, beklenen değişimin
gerçekleşme olasılığı ortadan kalkar.
Doğrusal bakışa dayalı bir gözlemci
«bütün bunlar benim için çok karmaşık»
veya «yapabileceğim bir şey yok»
diyerek, kaos’tan ve ortadaki karmaşık
problemlerden kaçarcasına uzaklaşır ve
indirgemeci bir tavırla kaos’un yarattığı
problemi basit bir yöntemle çözmeye
yönelir. Doğrusal bakış açısı tek neden ve
tek bir sorumlu arama eğilimini taşır.
Çözüm yöntemi ise, analizdir.
Yönetimi karmaşık olmayan bir faaliyet olarak kabul
eden analitik düşünce, değişimlerin yaşanmadığı
durağan bir çevre varsayımına dayanır. Bugünün
koşullarında, basit ve durağan bir ortam, yönetim
anlamında gerçeklikten oldukça uzaktır. En küçük
ayrıntılarına kadar planlar ve iş tanımlarıyla
belirlenen yapılar, dinamik kaotik sistemlerin
görüntüsüyle çelişkiye düşer.
XX. yüzyılda önemli gelişmeler olur. Yöntemler
değişmeye yüz tutmuştur. Niels Bohr (1885-1962)
tamamlayıcılık nosyonunu geliştirir. Bu nosyon
fizikçilerin doğayı anlama yöntemlerinin temelini
oluşturur. Bohr, bu nosyonun aynı zamanda fizik alanı
dışında da yararlı bir araç olabileceğini söylemiştir.
Bohr’a göre evren bir bütündür. Belirli ölçülerde
parçalara ayrılabilir, fakat evrenin bütün parçaları
ayrı parçalar olarak anlaşılamazlar, karşılıklı
bağlantılarına göre tanımlanmaları gerekir. Bütün
bilimleri ortak şekilde ilgilendiren bu gelişmeler köklü
bir anlayış değişimine yol açar. Bu değişimden önemli
farklar ortaya çıkar. Bütün ve parçalar arasındaki
ilişkiler yön değiştirir; basit bir araştırma yöntemi
terkedilmektedir. Descartçı mekanist yöntemden
farklı olarak bütünü dikkate alan organik, holistik ve
ekolojik kavramlarla desteklenen bir görüş belirir. Bir
başlangıç ile bir son şeklindeki nedensel-doğrusal
süreçten ziyade kesin bir son aramayan bağlantı
süreçleri yer almaya başlar. Matematiksel olarak
ölçülebilir olmayan olaylar düşünme sürecine dahil
edilirler. Ve artık değişmez maddi yapılar peşinde
koşmak yerine, süreçleri düzenleme modelleri
oluşturmak için, bakışlar etkileşimin dinamiğine
yönelmeye başlar.
Sentez, bir bütünü oluşturmak amacıyla küçük
parçaları bir araya getirmek demektir. Bu, analiz
sürecinin tam tersidir. Sentez; toplama, birleştirme,
bağlama tek tek öğeleri pratikte ya da düşüncede bir
bütün olarak birleştiren, olgu ve olayları anlama,
ilişki kurma, bilgi edinme ve karar yöntemidir. Sentez
denince, çoğunlukla bütünün kendisi, yani sentez
faaliyetinin sonucu tanımlanır.
Bütün üretilmiş ürünler bir sentezin sonucudur.
Sentez basamağında çalışırken işin içine hayal etme
süreci de girer. Çünkü yeni bir yapı oluşturulurken
(bir kopya değilse) bireyin hayal dünyası sentez
düzeyini etkileyecektir. Hayal gücü bir resim gibidir.
Bir resim bütün olarak kendi parçalarından çok daha
fazla bir şeydir.
Bir an için gözlerimizi kapatıp, evimizi ya da
arabamızı düşündüğümüzde bir resim görürüz.
Beynimiz bu resmin çok çabuk bir şekilde görünmesini
sağlar. Ev olarak gördüğümüz belki de tuğlalar
birikintisi de olabilir. Ancak o tuğla birikintisi kendini
oluşturan parçalardan çok daha fazla anlam ifade
eder, evi meydana getiren tuğlaları değil de, bir
bütün olarak evi görürüz. Bu anlamda hayal
gücümüzün düğmesini sonuna kadar çevirmiş oluruz.
İnsanlık tarihinin en büyük mucitleri, hayal etme
yeteneklerini
kullanarak
büyük
buluşlarını
yapmışlardır, yaratıcılığın ilk adımı hayal etmektir.
Doğanın işleyişi incelenirse, yaratıcılık ile sentez
arasındaki bağlantı daha açık bir şekilde görülür. Doğa
bir bütündür. Sentez, çeşitli parçaları gruplama veya
tekrar düzenleme yoluyla bir bütünü oluşturma
sürecidir. Doğadaki değişmeyen gerçekler bu
birbirinden ayrılmayan bütünlerdir. Eğer parçalar
daha çok ayrılırsa, bütünsel kalitelerini ve önemlerini
kaybederler. Beyin’in bütünsel bir boyutu vardır ve
bir bütün olarak düşünür. Tabii ki beyin bütün olarak
düşündüğü
kadar,
analitik
olarak
da
düşünebilmektedir.
Sentez, tam tersi olan analiz yöntemi ile ayrılmaz bir
birlik oluşturur. Analiz yönteminin nesnel dayanağı,
özelin genel, farklılığın özdeşlik içindeki varlığıdır ve
analiz ile sentezin birliği, kendi dayanağını, özel ile
genelin nesnel gerçek içinde kopmaz birliğinde bulur.
Bilgi nesnesini çeşitli belirlenimlerin sonucunda,
fenomen ve varlıkların birliği olarak düşüncede
kavrayıp yeniden üretmek sentezin görevidir. Bu
nedenle öğrenme sürecinde analiz ve sentez daima
ayrılmaz bir birliktelik oluşturmalıdır; karşılıklı etki ve
diyalektik içinde analiz ve sentez, genel diyalektik
bilgi yönetiminin önemli bir öğesini meydana
getirirler.Sentez, bir fenomenin analiz sayesinde
öğrenilmiş olan özünden hareket eder. Önce analiz
gelir ve parçayı genelin somutu, soyutun basamağına
yükseltir. Çok çeşitliliği bir birlik olarak özetler.
Dünyanın maddi birliği, genelin tek, özdeşliğin
farklılık, birliğin çok çeşitlilik içindeki varlığı,
düşüncenin sentez faaliyetinin dayanağını oluşturur.
Bilimsel bir yöntem olarak analiz ve sentez çok
önemli bulgu araçları olarak öğrenme sürecinin her
aşamasında birlikte iş görürler. Herhangi bir bütün,
kendisini meydana getiren unsurlarına analiz yoluyla
ayrılır ve bu unsurlar teker teker bilinip tanındıktan
sonra sentezle yeniden kurulur. Böylece o bütünün
özü anlaşılmış ve ortaya konmuş olur. Metafizik
düşünce analiz ve sentez birbirleriyle karşıtlaştırmak
yanılgısına düşmüştür. Analiz ve sentez birbirleriyle
bağımlıdırlar
ve
birbirlerinden
ayrılamazlar.
Birbirlerinin tamamlayıcısı olarak sıkıca bağımlıdırlar
ve ikisi birden kullanılmakla yararlı olabilirler.
Metafizik analiz ansal bir soyutlamadır ve değişmesiz
bırakmakla sonuçlanır. Diyalektik analiz ise, parçaları
birbiriyle bağlılıkları, gelişmeleri ve değişmeleri
içinde karmaşıktan basite inerek inceleme ve bütünü
parçalarında da tanıdıktan sonra basit parçaları
yeniden birleştirip karmaşıklığı yeniden kurarak onu
bütünlüğüyle tanımadır. Diyalektik düşüncede analiz
ve sentez ayrı yöntemler değil, sadece ve ancak
birbirlerinin tamamlayıcısıdır. Analiz belli bir anlamda
elbette bir soyutlamadır; ama diyalektik düşünce
metafizik düşünce gibi bu soyutta kalmaz, hemen
senteze başvurarak soyutladığı parçaları yeniden
somutlar.
1981 yılında iki beyin teorisiyle nobel tıp ödülünü alan
Roger Sperry’nin çalışmalarında analiz ve sentez’in
birbirlerini tamamlayan fonksiyonlara sahip olduğu
kanıtlanmıştır. Beyin’in neocortex tabakasının iki
yarım küresi birbirine bağlıdır. Bu karşılıklı bağlantı
özelliği, çevreye tepki göstermeyi ve birey tarafından
karşılaşılan problemlerin çözümlerini sağlar. Bu iki
yarımküre sayesinde görsel dünya bir bütün gibi
görünür. Analiz sol yarım kürenin, sentez sağ yarım
kürenin fonksiyonudur. Sol beyin’in, mantık ve
yöntem temelinde problemlere olan yaklaşımı
doğrusaldır. Sağ beyin sezgiye, duyumlara ve
görselliğe başvurur; yeni bir ürün oluşturulması veya
yeni girişim olanaklarının farkedilmesi söz konusu
olduğunda ön plana çıkar. Problemlere olan yaklaşımı
holistik, yani bütüncül bir yaklaşım gösterir. Somut
anlamlarda düşünür. Şeyleri ve nesneleri oldukları
gibi algılar. Farklı parçalarda bütünsel bir uyum arar.
Bütünsel beyin konusu Roger Sperry’nin bulgularından
itibaren yönetim düşünürlerinin de ilgi alanına
girmiştir. Henry Mintzberg’e göre, yönetimde analiz
ve planlama fonksiyonlarının, yaratıcı yönetim
fonksiyonlarından ayrı olup aralarında bir farkın
olabilirliği ve yaratıcı yönetim fonksiyonlarının
beyin’in neokorteks tabakasının sağ yarım küresinde
düzenlendiği, planlama faaliyetlerinin sol yarım küre
tarafından yönlendirildiği söz konusudur. Mintzberg,
başarılı tepe yöneticilerinin daha çok sezgilere ve
görüntülere başvurduklarını öne sürmüştür.
İnsanın bütün aktiviteleri sol ve sağ yarım kürenin
fonksiyonlarından ibarettir. Roger Sperry tarafından
altı çizilen önemli sonuç şudur ki, bu iki kısım ancak
birlikte üretken ve uyumlu bir biçimde çalışabilmekte
biri olmadan diğeri de fonksiyonlarını tam olarak
yerine getirememekte ve biri diğerinin yerini
alamamaktır, ayrıca beynin iki yarısı arasında yer alan
«corpus callosum» da köprü görevi görmektedir.
Stratejik yönetim, bir analiz ve sentez süreci
olmalıdır. Geleneksel stratejik planlama sistemi
yaratıcılığı engelleyen ve düşünceleri kategorize eden
bir süreç olarak gerçekleşir. Böyle bir uygulamada
geçmiş yıl amaçları ve stratejileri revize edilir ve
hatta diğer firmaların vizyon, misyon, amaç ve
stratejileri taklit edilir. Süreç boyunca sadece analiz
yapmakla yetinen yöneticilerin süreçlerini yeniden
düzenlemeleri, gelecek odaklı olmaları ve gelecekte
belirli bir noktaya ulaşmak için bugün ne yapmaları
gerektiğini sorgulamaları gerekmektedir.
Günümüzde ise, kaos’u yakından tanıyan kimi
işletmeler, özellikle kaos’u yönetebilme yeteneğine
sahip sürekliliği sağlayabilecek bir yönetici arama
eğilimindedirler. Özellikle endüstriyel iş alanlarında
sezgi yeteneğinin yönetici seçiminde önemli rolü
vardır. Peter Drucker’a göre, günümüzde sezgi
yeteneği ve yaratıcılık, analizden daha önemlidir.
İşletmelerde artık daha bütüncül bir yönetici portresi
çizilmekte ve bütüncül algılamaya dayanan vizyon ve
senaryolardan giderek artan ölçüde söz edilmektedir.
Organizasyonel düzen içerisinde yukarıya doğru
sentez, aşağıya doğru analiz yöntemi ön plana çıkar.
Kaotik ortamda verilen karar ve basit mekanik
süreçlerdeki aksaklıkların giderilmesine yönelik karar
noktaları ve yöntemleri de farklılık gösterir. İşlerin
doğasına bağlı olarak iş kollarında ve iş gruplarında
analiz veya sentez değişken düzeylerde önem
kazanabilirler. Analiz ve Sentez zıt süreçler olmasına
rağmen ayrılmaz bir bütündür. Bu basit ve tartışmasız
bir tanımlamadır. Dünyamız karma halinde bütünsel
bir beyin olduğu gibi işletmeler de analiz ve sentez
beceriyle donatılmış çalışanlardan oluşan karma
bütünsel beyinlerdir. Analiz ve sentezin diyalektiği,
doğru düşünmenin ve doğru uygulamanın birliğidir.
Kaos’u anlama ve yönetme çabasına katkıda
bulunabilecek yöntem, analiz ve sentezin birlikte
kullanılmasıdır.
Sorun çözme ve karar verme faaliyeti, yöneticinin en
eski işlevidir. Chester Barnard, yöneticilerin nasıl
karar verdiğini açıklarken sezgiyi savunmuştur.
Barnard’a göre karar süreci, düşünsel süreçler
kapsamında çalışılabilirdi ve hem rasyonel hem de
rasyonel olmayan süreçlerin kararlarda etkili olduğu
açıktı. Yönetici, bilinçli olarak değerlendirmesi
mümkün olmayan çok karmaşık dinamik faktörleri
sezgisel olarak dikkate alıyordu.
1960’lı
yıllardan
itibaren,
karar
teorisinde,
rasyonelliğe
eleştiriler
yoğunlaşmıştır.
Karar
vermenin rasyonel modelleri eleştirilmiş ve rasyonel
modellerin işlemediğini öne sürülmüştür.
1980’li yıllar karar teorisinde, çalışanların kararlara
katılımı konusunu öne çıkarmıştır. 1980 başlarında,
William Ouchi, Japonların yönetim ilkelerine Z teorisi
adını vermiştir. Bu teori, takım çalışmasının yanı sıra,
kollektif karar verme konusuna da odaklanmıştır.
Karar vermede katılımcı yaklaşım, belki de Japon
kuruluşlarının en iyi bilinen özelliğidir. Tipik bir Batı
şirketinde, bölüm şefi, yönetici veya genel müdür,
tek başına karar verme sorumluluğunu üstlenebilir.
Bir Japon kuruluşunda önemli bir karar verilecekse,
bu karardan etkilenecek herkesin görüşü alınır. Fakat
bir kez karara varıldı mı, herkes bu kararı destekler.
Bölüm 7

Liderlik ve Liderlik Teorileri
Lider
Topluma yarar sağlayan değişimi yönetmek için,
sorumluluğu; sezgi, zekâ ve bilgiye dayalı karar ve
uygulamalarla taşıyan kişiye lider denir. Lider,
elindeki gücü kullanabilme kapasitesine bağlı olarak,
çevresini etkileyen kişidir. Gerektiğinde aldığı zor
kararların ve sonuçlarının ardında durmasını bilir.
Yöneticilik ve Liderlik
Lider ve yönetici arasında bazı farklar vardır:
- Yönetici tutucudur. Lider ise yenilikçidir.
- Yönetici sistemler ve yapılar üzerinde, lider ise,
insanlar üzerinde yoğunlaşır.
- Yönetici kontrole güvenir. Lider ise, güven telkin
eder.
- Yönetici dar görüşlüdür. Liderin geniş bir bakış açısı
vardır.
- Yöneticinin gözü her zaman kâr/zarar çizgisindedir.
Lider ise, daha geniş bir bakış açısıyla senaryolar
yazar.
- Yönetici işi doğru yapar. Lider ise, doğru işler yapar.
- Yönetici kendi isteklerini zorla yerine getirmeye
çalışır. Lider ise, kendi isteklerini başkalarının isteği
haline getirir.
Liderlik teorileri
Liderlik ile ilgili teorileri aşağıdaki şekilde
sınıflandırmak mümkündür:
-
Özellikler Teorisi
Davranışsal Teoriler
Durumsal Teoriler
Liderlik Teorilerindeki Yeni Yaklaşımlar
Özellikler teorisi
Bu yaklaşımın dayandığı felsefe basit ve mantıkidir.
Başarılı liderler, başarılı olmayan liderlere kıyasla
belirli özellik ve niteliklere daha fazla ya da daha az
oranda sahiptirler. Burada önem verilen nokta, iyi ve
kötü liderlerin kişisel özellikleridir. Buna göre,
liderliği incelemenin en uygun yolu, iyi ve kötü
liderleri ele alıp bunların kişisel özellik ve nitelikleri
yönünden ne gibi farklılıklar gösterdiklerini
araştırmaktır.
Bu araştırmaların sonucunda bir liderde bulunması
gereken nitelikler şöyle belirlenmiştir;
- Yaş
- Cinsiyet
- Yakışıklılık
- Olgunluk
- Başkalarına güven verme
- Güzel konuşma yeteneği
- Zekâ
- Bilgi
- Başkaları ile iyi ilişkiler kurma yeteneği
- İleriyi görebilme
- İnisayitif sahibi olma
- Duygusal olgunluk
- Dürüstlük
- Samimiyet
- Doğruluk
- Açık sözlülük
- Kendine güven duyma
- Kararlı
- İş başarma yeteneği
Davranışsal Teoriler
Otokratik, Demokratik ve serbesti tanıyan (laissez
faire) liderlik
Bu doğrultuda yapılan bir araştırma Lewin, Lippitt ve
White tarafından yapılmıştır. Otokratik liderliğin
olduğu gruplarda şu karakteristik özellikler
belirlenmiştir; lidere ileri derecede bağımlılık, üyeler
arasında aşırı saldırganlık ve geçimsizlik, üye teklif ve
tavsiyelerinin sınırlı olması, grup faaliyetlerinde
tatminsizlik ve sonuç olarak verimliliğin miktar olarak
yüksek ancak kalite yönünden düşük oluşu tespit
edilmiştir.
Serbesti tanıyan liderlikte; grupların lidere bağımlılığı
az fakat grup üyeleri arasındaki saldırganlık yüksek
seviyededir. Grup faaliyetleri ve grup politikası ile
ilgili üye tekliflerinin çokluğu dikkati çekmiş, ancak
başarı konusundaki tatminin düşük olduğu
görülmüştür. Ayrıca, grup faaliyetlerinden
tatminsizliğin fazla, prodüktivitenin orta düzeyde
olduğu belirlenmişti
Demokratik liderlikte ise; lidere bağımlılık düşük,
üyeler arası saldırganlık ve geçimsizlik az, grup
faaliyetleri ve grup politikası ile ilgili teklif ve
tavsiyeler fazladır. Grup faaliyetlerinden duyulan
tatmin yüksek, prodüktivite ise, orta miktarda fakat
yüksek kalitededir. Bu sonuçlar en olumlu liderlik
tipinin demokratik liderlik olduğunu göstermektedir.
Ohio Eyalet Üniversitesi Modeli
Ohio Eyalet Üniversitesi işletme araştırmaları bürosu,
önderlik davranışında temel etmenin, önderin
astlarını grup amaçlarına yöneltme olduğunu söyler.
Araştırmacılara göre önderlik davranışının iki önemli
boyutu vardır:
- Yapıyı Harekete Geçirme: Önderin örgütsel amaçları
koyma ve kendi amaçlarıyla astlarının rollerini bu
amaçların elde edilmesi yönünden örgütleme
derecesi,
yani
başarılacak
işin
planlanması,
örgütlenmesi, yönlendirilmesi ve kontrolü.
- Anlayış: Önder ile astlar arasında karşılıklı güven ve
saygı ile önderin, astların duygu ve düşüncelerini
anlama derecesi.
Araştırma sonuçlarında önderlerin davranışlarının
yoğunlaştığı konular; kişiyi dikkate alma ve inisiyatif
olmuştur.
Ohio modelinden şu sonuçlar çıkarılabilir:
- Grup otoriter önderlik istiyor ve bekliyorsa en uygun
boyut yapıyı harekete geçirme boyutu konusu
olacaktır.
- Grup üyeleri daha az otoriter önder istiyorlarsa
önderin yapıyı harekete geçirme davranışı tepki
görecektir.
- İş teknoloji gereği çok yapısallaşmışsa ve zamanın
baskısı fazlaysa, anlayış gösteren önder başarılı
olamayacak, devamsızlık, işten ayrılma ve şikayetler
artacaktı.
İşin
doğası
bireyin
ve
grubun
kendini
gerçekleştirmelerini önleyici nitelikteyse, anlayışa
dayalı güdülemenin yararı olmayacaktı.
Michigan Üniversitesi Çalışmaları
Liderlik davranışında iki boyut tanımlamışlardır:
- İşgörene dönük liderlik: Kişilerarası ilişkilere önem
veren, işgören ihtiyaçlarını gözeten ve grup üyeleri
arasında bireysel farklılıklar olduğunu kabul eden
liderlik davranışıdır.
- İşe dönük liderlik: İşin teknik veya göreve ilişkin
yönlerine
önem
veren,
özellikle
görevlerin
gerçekleştirilmesiyle ilgilenen ve grup üyelerini sonuç
için bir araç olarak gören liderlik davranışıdır.
Michigan araştırmalarının bulguları işgörene-dönük
liderler lehinedir. Bu tür liderler yüksek düzeyde
verimlilik ve iş tatmini ile ilişkilendirilirken, işe-dönük
liderler düşük düzeyde işgören tatmini ile
ilişkilendirilmiştir.
Blake ve Mouton’un Yönetsel Diyagram Modeli
Davranışsal boyutlardan yola çıkarak iki tutumsal
boyut tanımlamışlardır:
- İnsana İlgi: Diğer davranışsal modellerdeki anlayış
veya işgörene-dönük bir liderlik tarzını yani görevden
ve üretimden ziyade işgörenlere ve onların ihtiyaç ve
refahlarına önem verilen bir liderlik tarzını ifade
etmektedir.
- Üretime İlgi: Yapıyı harekete geçirme veya işedönük bir liderlik tarzını, başka bir deyişle, insan
unsurundan ziyade yapılan işe ve üretime ağırlık
verilen bir liderlik tarzını ifade etmektedir.
Modelde, beş tür liderlik tarzı ifade edilmektedir. Bu
tarzların genel özellikleri şöyledir:
- Cılız Liderlik: Liderin hem insana hem üretime ilgisi
minimum düzeydedir. Lider organizasyonda
kalabilmek için gerekli olan işin yerine getirilmesinde
en alt düzeyde çaba harcamaktadır.
- Şehir Klübü Liderliği: Lider insanlara karşı son
derece düşünceli ve rahattır. Arkadaşça ilişkilere
ağırlık verirken üretime ilgisi en alt düzeyde
kalmaktadır. Şehir klübü lider değişimden çok
hoşlanmadığı gibi, fazla yaratıcı da değildir.
- Görev Liderliği: Lider verimliliği sağlarken
otoritesini kullanmaktadır. Bu tarzdaki lider görev
yönelimlidir ve girişimci bir ruh taşır. Planlama ve
görev dağılımı yapar. Başarıyı, kar ve üretim ile ölçer.
Bu tarz liderlikte hem astlar hem de liderlerin kendisi
yaratıcı fikirler ortaya koymaz. Çünkü herkesin ne
yapacağı kurallar ile belirlenmiştir.
- Orta Yolcu Liderlik: bu tarzı sergileyen lider,
yapılacak işin miktarı ile çalışanların moralini
dengede tutmaya çalışan uzlaşmacı bir tiptir. Lider
planlama ve görev dağılımı yapar, ancak, verilen
görevler konusunda astlara tavsiyelerde bulunur. Bu
tip lider yaratıcı olmadığı gibi değişimden de fazla
hoşlanmaz.
- Ekip Liderlik: Lider kendisini adayan kişiler yoluyla
yüksek verime yönelmiştir. Organizasyonda karşılıklı
güven ve saygı tamdır. Herkes birbirine bağımlı
olduğunun bilincindedir. Başarı ve katılım, örgütsel
performans ve bireysel motivasyon için iki temel
unsur olarak kabul edilir. Yönetici ve astlar arasında
karşılıklı anlayış ve uzlaşma vardır. Lider yaratıcıdr ve
yeni yaklaşımlara ve değişime istek duyar.
Model beş tarz içinde, en etkili tarz ekip liderliğidir.
Bu tarzı benimsemiş olan lider için en önemli yönetsel
görev olan amaç saptama ve planlama, bireysel
becerinin sonucu olmaktan çok grup çalışmasının
ürünüdür.
Koşulsal (durumsal) Liderlik Yaklaşımları
Durumsallık teorileri, önderlik olayının oluştuğu
koşullara ağırlık veren teorilerdir. Bu teorilerin genel
varsayımı değişik koşulların değişik önderlik tarzları
geliştirdiğidir.
Fiedler’in Durumsallık Modeli
Fiedler’e göre, her durum için geçerli bir önderlik
tarzı yoktur. İçinde bulunulan duruma göre etkili
olabilecek önderlik tarzları söz konusudur. İçinde
bulunulan durumu belirleyecek etmenler ise
şunlardır:
- Önder ve izleyicileri arasındaki ilişkiler: bu
değişken önderin izleyiciler tarafından sevilip kabul
gördüğünü ve izleyicilerin öndere olan güven ve
bağlılıklarını ifade etmektedir. Önderin karizmatik
kişiliğinin de etkili olabileceği bu ilişkiler, önderin
izleyicileri etkileme derecesini belirleyecektir. Eğer
bu ilişkiler iyi ise, yani önder sevilip sayılıyor ve
güven duyuluyorsa, “önderlik için olumlu bir ortam
var” demektir. Aksine, önder kendine güvenilemeyen
sevilip tutulmayan bir kişiyse, bu durumda ilişkiler
“zayıf” olacak ve bu durum da, önderlik için olumsuz
bir ortam yaratacaktır. Kısaca bu değişken önderin
grup tarafından kabul edilme derecesiyle ilgilidir.
- Başarılacak işin niteliği: bu değişken, grubun
başarmaya çalıştığı işin yapılması ile ilgili olarak
önceden belirlenmiş belirli yol ve yöntemlerin
bulunup bulunmaması ile ilgilidir. Bazı işler, son
derece kesin yöntemlere bağlanmıştır. Bazıları ise,
tamamen işi yapacak olanların kararına kalmıştır.
- Önderin Makamının Verdiği Yetki: önderin
ödüllendirme, cezalandırma, işe son verme, terfi
ettirme vs. konularında sahip olduğu yetkinin
derecesini ifade etmektedir. Belirli bir organizasyon
işinde çalışan önderin bu tür yetkileri fazla ve az
olabilir. Yetkilerin fazla olduğu durum önderlik için
olumlu bir ortama, az olduğu durum ise olumsuz bir
ortama işaret etmektedir.
Fiedler modeli hangi durumlarda ne tür bir önderlik
modelinin uygun olacağını araştırmaktadır. Bu yönü
ile de davranışsal önderlik teorisinden farklıdır. Bu
modele göre önderlik tarzlarının başarısı uygun
koşullarda uygun davranışın gösterilmesine bağlıdır
Vroom ve Yetton’un Normatif Kuramı
Vroom ve Yetton, liderin astlarını karar verme
sürecine katma durumuna göre, uygun liderlik
davranış biçimlerini geliştirmiştir. Bu liderlik kuramı,
her duruma uygun tek bir liderlik biçiminin olmadığını
savunmaktadır. Bununla birlikte otokratik liderlikten
demokratik liderliğe doğru geniş bir çerçeve içinde
uygun liderlik davranışları oluşmaktadır. Vroom ve
Yetton’un modelinde iki durumsallık değişkeni
bulunmaktadır. Bunlardan birincisi kararın kabulü ve
kalitesidir. İkincisi ise, liderlik biçimidir.
Kararların kabulü, astların kararların uygulanmasına
etkili bir şekilde katılımıyla gerçekleşebilir. Lideri
izleyenlerin, karar verme sürecinde hiçbir etki altında
kalmadan kararın uygulanması konusunda, yüksek
düzeyde motive olmaları gerekir. Kararların grup
süreci üzerindeki etkisi, iletişim ve normları olduğu
kadar, kararın kalitesini de etkiler. Örneğin bir
grubun öğle yemeğine ne zaman gideceğine karar
vermesi grup performansı üzerinde muhtemelen
düşük düzeyde bir etki oluşturacaktır. Buna karşılık
grubun üretim oranını belirlemesi, görev gruplarının
belirlenmesi ve çalışma kurallarının oluşturulması,
kararın kalitesinin yüksekliğiyle ilgilidir
Liderlikte post-modern yaklaşımlar
Son
yıllarda
geliştirilen
karizmatik
liderlik,
dönüşümcü liderlik gibi kuramlar bir anlamda
özellikler teorisine dönüş gibi gözükse de eskisine
oranla değerlemeler ve genellemeler çok daha
dikkatli bir biçimde yapılmaktadır. Bu yaklaşımlarda
test edilebilecek tek bir
özellik üzerinde
yoğunlaşılmaktadır. Son yıllarda geliştirilen teorik
yaklaşımlarla ilgili genel bir tanımlama yapılmamıştır.
Ancak koşulsallık yaklaşımlarından sonra bu kuramlar
liderliğin farklı alanlardaki ve boyutlarındaki
özelliklerini konu edinmektedir.
Karizmatik Önderlik Kuramları
Karizmatik liderlikle ilgili ilk açıklamalar, Weber
tarafından yapılmıştır. Weber’e göre karizma,
doğuştan olabilir.
Ona göre karizmatik liderler
insanüstü,
olağanüstü
güce
sahip
kişilerdir.
Karizmatik lider, izleyicilerin kendisinde olağanüstü
ve bazen doğa üstü güç ve yeteneklerin bulunduğunu
düşünürler. Bu kişiler kahramanlar, kurtarıcılar ve
adeta tek güvenilebilir kişiler olarak ortaya çıkarlar.
Karizma bir ‘vasıf’ veya ‘özellik’ değildir. Karizma bir
etkileşim sürecidir.
Karizmatik liderlik, izleyiclerinin bir “atıf süreci”
olarak tanımlanabilir. Bu doğrultuda, bu liderlerin
bazı özel yanlarından söz edilir:
- radikal görüşlere sahip olma,
- görüşlerini gerçekleştirmek için geleneksel olmayan
yöntemlere başvurma,
- kişisel ikna yöntemini kullanma ve güvenme,
- kendisiyle özdeşleşme, kendisini ön plana
çıkarmadır.
Karizmatik liderler, sadece izleyicilerinin kendilerine
atfettikleri özellikler nedeniyle lider değildirler.
Belirli tutum ve davranışları da bu atıf sürecini
pekiştirmektedir. Karizmatik liderler;
- Katılan herkesi mecbur tutan bir amaç ve vizyona
sahiptirler
- Bu vizyonun etkin bir şekilde ve sürekli olarak
yaygınlaşmasını ve kabul görmesini sağlarlar.
- İstikrarlılık ve odaklanmaya büyük önem verirler
- Kendi güçlerinin farkındadırlar ve bu gücü en etkin
bir şekilde kullanırlar
Modern karizmatik liderler, daha çok durumsal bir
nitelik göstermektedir. İçinde bulundukları şartlar ve
koşullar, onların karizmatik nitelik geliştirmelerine
veya böyle bir sürecin doğmasına neden olmaktadır.
Dönüşümcü ve Etkileşimsel Liderlik
Bu yaklaşımda lider ve üyeler birbirlerini daha üst
düzeyde teşvik ederek birbirlerine moral verirler.
Dönüşümcü liderler adalet, eşitlik gibi yüksek
ideallere ve ahlaki değerlere sahip olan kişilerdir.
Dönüşümcü liderler, gerçekleştirmek istedikleri
projeleri üyelerine ve ekiplerine çok iyi aktaran,
ekibini belirledikleri amaçlar doğrultusunda
yönlendirip inandıran liderlerdir. Dönüşümcü liderler
bireysel ilgi, entellektüel uyarma ve etkileme gücüne
sahiptirler. Dönüşümcü liderlik etkileşimci liderliğin
en üst düzeyidir. Dönüşümcü lidere bağlı olan astlar
kendilerini güvenilen, takdir edilen, saygı duyulan
sadık kişiler olarak görürler.
Dönüşümcü liderler yöneticilerden amaçları,
değerleri, becerileri ve yetkinlikleriyle farklı olan
kişilerdir. Yöneticiler kaynakların yönetimiyle
ilgilidirler. Oysa liderler bireylerin yetiştirilmesi,
hedefledikleri yüksek amacın tüm personel tarafından
paylaşılması ve benimsenmesiyle ilgilenirler.
Paylaşmaya, teşvik etmeye, morali yüksek tutmaya
önem verirler. Dönüşümsel liderler değişime,
yöneticiler ise, istikrara önem verirler. İşletmede her
ikisine de ihtiyaç vardır. Dönüşümsel liderin, etkili bir
yönetimle çalışması işletmenin performansıyla olumlu
yönde etkilemektedir.
Etkileşimci liderlik, alışveriş yapma anlayışını temsil
eder. Lider ve üyeler arasındaki ilişkiler değerli bir
şeyin alışverişi üzerinde temellenmiştir. Lider
astlarına onlardaki belli bir yeteneğin veya becerinin
kullanılması amacıyla yaklaşır. Etkileşimsel liderliği
belirleyen en önemli iki faktör ödül ve cezadır. Başarı
karşılığında yönetici ödül aracını kullanılır. Öte
yandan performansta kabul edilemeyecek bir
değişiklik ortaya çıktığında, ‘istisnalara göre yönetim’
geçerlidir. İstisnalara göre yönetim, düzeltici
faaliyetin başlatılması anlamına gelir. Etkileşimci
liderlik, astlarla kabul edilebilir minumum başarı
standartları konusunda anlaşma yapmayı gerektirir.
Lider astları için göstermeleri gereken minumum
başarı standardını belirler. Etkileşimsel liderliğin
yönetimle eş anlamda olduğu vurgulanmıştır.
Yöneticiler
de
astlarıyla
sözleşme
yaparlar,
performanslarına göre onları ödüllendirirler veya
cezalandırırlar.
Bölüm 8

Amaçlara Göre Yönetim
Amaçlara göre yönetim, yöneticiye işletmenin
hedeflerini belirleme, bu hedeflere ulaşmasını
sağlayacak faaaliyet planları hazırlama, bu faaliyetler
arasında koordinasyon sağlama, faaliyetleri
denetleme ve elde edilen sonuçları değerlendirme
sorumluluğunu veren bir yönetim biçimidir. Amaçlara
göre yönetim kavramı ilk defa 1954 yılında Peter
Drucker tarafından kullanılmıştır. Daha sonra George
Odiorne ve John Humble tarafından bu kavram daha
da geliştirilmiştir.
Amaçlara göre yönetim, yöneticilerin yetki ve
sorumluluklarını güçlendiren, ekip çalışmasını
sağlayan, çalışanın hedefleri ile işletmenin hedeflerini
bağdaştırmaya çalışan bir araçtır . İşletme yönetimi
alanında son 25 yıl içinde çok yaygın biçimde
kullanılan bir yönetim tekniğidir.
AGY'nin en önemli özelliklerinden biri, yönetime
katılmaya olanak tanımasıdır. Ast ve üst biraraya
gelerek ulaşılacak amaç ve sonuçlar hakkında beraber
karar alırlar. AGY, aynı zamanda bir planlama ve
kontrol aracıdır.
Yöneticilere belli periodik değerlendirmelerle
kararlaştırılan amaçlara ne derecede ulaştıklarını
belirlemelerine fırsat tanıdığından AGY tekniği, bir
performans değerlendirme sistemi olarak da
kullanılabilir. AGY personel veya yönetim
güçlendirilmesini sağlayan bir süreçtir.
Yöneticiler almaları gereken kararları yukarıdan gelen
bir emirle değil, tepe yönetimi ile ortaklaşa
belirlenecek amaçlara göre alırlar ve daha sonra
bunları astları ile paylaşırlar. Bu nedenle AGY,
yöneticilerin karar verme ve insiyatif kullanma
yeteneklerinin gelişmesine güçlendiren bir tekniktir.
AGY, yöneticiler açısından, amaçlara ulaştıracak
kararları vermelerinden dolayı, bir motivasyon
unsurudur. Bunun yanında eğitim ve gelişime de
olanak sağlar.
AGY bir anda değil, evrilerek ortaya çıkmıştır:
- Performans değerlendirme safhası. 1950-1960'lı
yıllarda, oluşma safhasında esas olarak bir performans
değerlendirme sistemi olarak ele alınıp uygulanmış ve
bu uygulanmanın yaygınlaştırılmasında David
McGregor'un katkıları önemli olmuştur.
- Birleştirme (entegrasyon) sahfası. İkinci safhasında
AGY daha geniş bir alanda değerlendirilmiş ve işletme
amaçları ile yöneticinin amaçları arasında bir
bütünlük sağlayan bir yönetim tekniği olarak
uygulanmıştır. Zamanla tepe yöneticilerinin tercih
ettiği bir araç haline gelmiştir.
- Uzun dönemli planlama safhası. Üçüncü safhasında
AGY, işletmenin uzun vadeli stratejik planlama
sisteminin bir parçası haline getirilmiştir.
AGY Süreci
Amaçlara göre yönetim kavramı dört safhadan oluşur:
- Amaçların belirlenmesi
- Faaliyetlerin planlanması
- Otokontrol
- Periodik değerlendirmeler
Amaçların Belirlenmesi
AGY'nin ilk safhası, işletmenin temel faaliyet
alanlarında açık-seçik, ölçülebilir ve gerçekleşebilir
amaçların belirlenmesidir. İşletme içinde her kademe
hatta her çalışan için amaçlar ve hedefler belirlenir.
Faaliyetler de bu amaçlara göre seçilir. Bir işletme
içinde yukarıdan aşağıya doğru dört tür amaç vardır:
- Temel işletme amaçları; Uzun dönemli-spesifik
amaçlar ve stratejik plan
- Bölüm amaçları
- Alt bölüm/kısım amaçları
- Personel standartları
Amaçların belirlenmesi işletmenin tepe yönetimi
kademesinden başlar ve bir amaçlar hiyerarşisi
şeklinde işletmenin alt kademelerine iner. Uzun
dönemli amaçların belirlenmesi stratejik planlamanın
bir parçasıdır. Planlama faaliyeti ise, işletmenin
içinde bulunduğu çevre unsurlarının izlenmesiyle
başlar. İşletme dışı analiz ile endüstri alanındaki,
genel ekonomideki değişmeler ve gelişmeler incelenip
bunun işletme üzerindeki etkisi inclenir.
İşletme içi analiz ile, işletmenin zayıf ya da kuvvetli
yönleri belirlenir. Bu analizler sonucunda, işletme,
uzun dönemli amaçlarını belirler.
Amaçların Özellikleri
İşletme içinde bu sıralanan kademeler göre amaçlar
belirlenirken dikkat edilmesi gereken önemli noktalar
şunlardır:
- Yazılı.İleride daha güvenle kullanılabilmesi için
yazıya geçirilmelidir.
- Kesin. Kesin bir dille belirtilmelidir. Muğlaklık
sonradan iletişim güçlüklerine neden olur.
- Ölçülebilir. Olanaklar elverdiği ölçüde sayısal
olmalıdır. Ölçmeye elverişli olmayan hedefler
öngörülen sonuçların elde edilip edilmediğini
saptamaya olanak vermediği için yararlı olmayacaktır.
- Zamanı Belli. Bir hedefe ne zaman ulaşılacağının
belirtilmesi gerekir.
- Ulaşılabilir. Hedefler çalışanlar için ulaşılabilir
olmalıdır. Aksi halde teşvik edici olmazlar.Gerçekçi
olmayan, çok
yüksek hedefler saptanması, yıllar
geçtikçe performansın daha da
gelişmesine
rağmen hedeflere bir türlü varılamamasına, bunun
sonucunda da,
elemanların çok iyi çalıştıkları halde
düşük değerlendirilmesine yol açar.
- Esnek. Hedefler katı olmamalıdır. Zira saptandıkları
zamanın koşullarından etkilenmeleri kaçınılmazdır. Bu
koşulların değişmesi halinde hedefler de
değiştirilmelidir.
- Meydan Okuyucu. Hedefler, çalışanların gelişimlerini
teşvik etmek için, onların yeteneklerine meydan
okumalıdır. Hangi hedeflerin üretken bir meydan
okuma özelliği göstereceğine
yöneticilerle
çalışanlar birlikte karar vermelidirler.
- Dikey ve yatay olarak bağdaşır. Hedeflerin,
organizasyonun çeşitli düzeyleri arasında dikey olarak
birbirine bağlı olmasına dikkat gösterilmelidir. Aynı
zamanda, değişik bölümlerde çalıştıkları halde
işbirliği yapacak elemanların koordinasyon içinde
çalışabilmeleri açısından da ele alınmalıdır.
- Yetkiye Uyumlu. Hedefler, elemanların kendi
yetkileri dahilinde ulaşabilecekleri şekilde
saptanmalıdır. Elemanlara, ulaşmak için yapılması
gerekenleri kontrol etme yetkisinde olmadıkları
hedefler vermenin hiç bir yararı yoktur.
Faaliyetlerin Planlanması
işletmenin stratejik planlamada belirlenen amaçlara
"nasıl" ulaşıcağı ile ilgilidir. Faaliyetlerin nerede,
nasıl, ne zaman ve kimin tarafından yapılacağına
karar verilir. Faaliyet planlaması, amaçlara ulaşmada
sorumlu olan yöneticiler tarafından yapılır.
Otokontrol
AGY sisteminde, bir yönetici kendinden bekleneni
bildiği için bu amaçlara ulaşmak için verilen zaman
içinde, dönem dönem, kendi performansını kontrol
etme olanağına sahiptir. AGY, yöneticilere, bu
kontroller sırasında, amaçlar doğrultusunda bir sapma
olduğu saptandığı takdirde, hemen düzeltici önlemler
alma fırsatı tanır.
Periodik Değerlendirmeler
AGY'nin son safhası, belirlenen amaçlara ne ölçüde
ulaşıldığının belirlenmesidir. Ast ve üst birlikte, astın
amaçlarını ve ulaştığı sonuçları değerlendirirler. Üst
bu veriler doğrultusunda ast hakkında bir
değerlendirme yapar. Bu değerlendirme sonucunu
asta da bildiririr ve aynı zamanda bu sonuçlar
ödüllendirme sistemleri ve eğitim için birer girdi
oluştururlar.
Amaç yazma teknikleri
Birinci Yaklaşım, çalışanların kendi performanslarına
ilişkin olarak, taslak halinde hedef ve standartlar
saptayıp bunları gözde geçirilmek üzere yöneticilerine
vermesidir. Bu yöntemde, çalışanlara saptadıkları bu
hedef
ve
standartların
yöneticiler
tarafından
değiştirilebileceği bildirilmelidir.
İkinci Yaklaşım, hedef ve standartlara ilişkin taslakları
yöneticilerle çalışanların ayrı ayrı yapmasıdır. Sonra bu
taslaklar üzerinde tartışılıp bir uzlaşmaya varılır.
Her iki yaklaşım için de, yöneticilerle çalışanların
işbirliği halinde olmaları çok önemlidir.
AGY'nin Güçlü ve Zayıf Yönleri
Güçlü yönler
- AGY işletmelerde çalışanların güçlerini israf
etmeden temel amaçlar doğrultusunda kullanmalarını
sağlar.
- Yöneticilerin ve çalışanların motivasyonlarını artırıp,
otokontrola olanak tanıyarak kendilerini
geliştirmelerini sağlar.
- Yetki devrini kolaylaştırır.
- Yenilik, esneklik ve takım çalışması arasında bir
uyum sağlar.
- Yöneticilerin değerlendirmelerinde, objektif bir
ölçme tekniği sağlar.
- Daha adil bir ödüllendirme sistemi ve terfi planları
geliştirmede yardımcı olur.
Zayıf Yönler
- AGY sayesinde, dikey koordinasyon kolaylaşırken
bölümlerarası yatay koordinasyon güçleşebilir.
- Bölümün ve çalışanın amaçları arasındaki
uyumsuzluk dikey koordinasyonu da zorlaştırabilir.
- Bölümler arası sık sık görüşmeler ve raporlamalar
nedeniyle zaman kaybına ve bürokrasiye neden
olabilir.
- Planlamaya karşı isteksiz olan yöneticiler için uygun
bir yönetim tekniği değildir.
Bölüm 9

Örgütsel Değişim ve Değişim Yönetimi
Değişim kavramı
Değişim, bütün nesne ve olayların en genel varoluş
biçimidir. Doğasal, toplumsal ve bilinçsel nesne ve
olgular, karşılıklı etkileşimle sürekli olarak değişirler.
Durağanlık gibi görünen göreceli denge durumları da,
bu süregiden değişimin ürünüdür. Göreli denge
durumları, insansal ölçülere göre çok uzun süre devam
edebilirler; ne var ki, özlerinde bulunan sürekli
değişim, görmezlikten gelinse bile, biçim ve özellikleri
de ergeç değişecektir. Unutmamalıdır ki, en durağan
görünen dağ başlarındaki kayalar bile, bir zaman önce,
bugün bulundukları yerde yoktular; bir zaman sonra da,
bugün bulundukları yerde olmayacaktır. Gerçekte,
durgunluk bile bir devinimdir.
Değişim kavramını, “aynı suda iki kez yıkanılmaz” ünlü
sözüyle ilk ortaya atan düşünür Herakleitos’dur.
Değişimin, hatta evrimin kaynağı ve geliştiricisi,
doğasal ve sosyal bütün olgulardaki karşıtlık’lardır.
Değişim kavramıyla bağlantılı kavramlardan biri de,
devinim (devim)’dir. Doğal, sosyal ve bilinçsel olgu ve
olaylar, devinimleri içinde, yani tarihsellikleri içinde
anlaşılır. Her şeyin bir geçmişi, bir şimdisi ve bir
geleceği vardır; her şey doğar, gelişir ve ölür. Hiçbir
şey, geçmişinden ve geleceğinden koparılıp, sadece
şimdiki haliyle açıklanamaz.
Devinimin niceliksel yanı büyüme, niteliksel yanı
gelişmedir.
Herşey devinim içindedir. Varlık bizzat devinimdir.
Devinim, varlığın özdeğin kendisi olarak, yer
değiştirmeden düşünceye kadar, bütün değişim
süreçlerini dile getirir.
Evrim, niceliksel değişmelerin, sıçramayla niteliksel
değişmeleri gerçekleştirdiği gelişme sürecidir. Evrim,
karşıtların yenileşme mücadelesidir. Bu mücadele
sonunda meydana gelen yeni, yerini aldığı eskinin
sağlam ve kalımlı yanını da içerir. Evrimsel gelişme,
daima daha üstün bir düzeyde gerçekleşen, bir sarmal
gelişim devinimidir.
Evrim kavramıyla bağıntılı kavramlardan biri de
devrimdir. Evrim ve devrim, gelişmenin birbirine sıkı
sıkıya bağlı iki yanıdır. Evrim birdenbire sıçramalar ve
yeni niteliklerden yoksun, adım adım ve yavaş
niceliksel bir gelişmedir. Devrim ise, eskinin tümüyle
yeniye dönüşümünü içeren, hızlı ve birdenbire sıçramalı
niteliksel bir değişmedir. Devrim aynı zamanda, eskinin
hızlı ve köklü bir biçimde yıkılışını içeren, temel bir
değişimdir.
Fabrika işçisi olmak için köylü, işinin
gereklerini ve becerisini zaman içerisinde
yavaş yavaş artırmış ve işçi sınıfının bir üyesi
olmuştur. İşçi de aynı şekilde, bilgi toplumsal
düzenin beklentilerine uygun olarak,
öğrenmeli, sürekli öğrenmeli, yeri ve zamanı
geldiğinde de bilgi işçisi konumuna
ulaşmalıdır.
Örgütsel değişim
Örgütsel değişim, örgüttün yeni bir düşünce veya
davranış biçimine uyum sağlaması ve adapte olmasıdır.
Örgütsel değişim, örgütlerin çeşitli alt sistem ve
boyutları ile bunlar arasındaki ilişkilerde meydana
gelebilecek olumlu veya olumsuz, niceliksel veya
niteliksel, planlı veya plansız her türlü değişikliğe
örgütsel değişim adı verilir.
Örgütsel değişim, olumlu veya olumsuz olabilir. Olumlu
olduğu zaman, örgütte düşük verimliliğe yol açan
geleneksel veya eskimiş yöntemlerin, fikirlerin,
davranışların, ilişkilerin, malzeme ve makinaların terk
edilerek, yerlerine daha verimli ve etkin olan yenilerin
alınarak örgütün geliştirilmesi anlamını taşır. Örgütsel
değişim sürecinde başarısızlık olursa, örgütün
verimliliğinde, etkinliğinde azalma ve örgütün
dağılması gibi olumsuz sonuçlar çıkabilir.
Örgütsel değişim; yönetimin, personelin, işlemlerin ve
ürünlerin kalitesinde bir iyileşme sağlayacak şekilde
niteliksel olabileceği gibi, örgütün unsurlarında ve
üretim miktarında sayısal bir artış sağlayacak şekilde
niceliksel de olabilir.
Örgütlerde değişiklikler hiçbir plan ve programa tabi
olmadan, ihtiyaçların zorlaması ile kendiliğinden ortaya
çıkabilirler. Ancak, kendi haline veya olayların tabii
akışına terkedilmiş örgütsel değişimin olumsuz sonuçlar
doğurması da her zaman mümkündür. Bu nedenlerdir
ki, bugün gerek toplum bilimciler, gerekse yöneticiler,
örgütlerde değişim sürecini mümkün olduğu kadar
denetim altına almaya ve planlamaya çalışmaktadırlar.
Planlama, bugün örgütlerde olumlu değişim
sağlamalarının en etkin araçlarından bir tanesidir. Son
yıllarda “planlı örgütsel değişim” üzerinde önemle
durulmasının nedeni de budur.
Bir organizasyonu yenilemek, onu bir şekilde yeniden
kurmak ve canlandırmaktır. Organizasyonu yenilerken,
başlangıç noktasından, kuruluş aşamasından gelen
ortak, değerli bir şeylerin, anlamlı bazı ortak
deneyimlerin olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.
Zaman içinde bu duygular, bu anlamlılık hissi
yitirilebilir. Yenilenme, başlangıç noktasına giderek,
kurumun sahip olduğu ve bugünlere taşıdığı değerleri
yadsımadan, geçmişle geleceği tekrar birleştirmeyi,
yeni içinde eskiyi tekrar bulmayı içerir.
Yenilenme, gelecekle ilgilidir. Yenilenme, gelecekte
toplumun nasıl olacağı konusunda bir vizyona
gereksinim duyar ama sıkıca geçmişte kök salmıştır.
Geleceği, geçmişle benzerlik kurma dışında, hiçbir yolla
bilmek mümkün değildir ve gerçekleşecek olan gelecek,
herhangi birinin onu öngördüğü gibi olmayacaktır.
Örgütsel değişim; yaratıcılık, yenilik getirme, örgüt
geliştirme, büyüme ve gelişme, örgütsel esneklik gibi
kavramların tümünü içine alabilecek derecede geniş
kapsamlı bir kavramdır.
Örgütsel değişim, bilimsel gelişmelerin uygulamaya
sokulması sonucu oluşan, teknolojik gelişmelere paralel
olarak gelişen bir süreçtir.
Örgüt belirli bir çevrede ortaya çıkar ve faaliyetini
sürdürür. Örgütün yaşamı ve gelişme olanakları,
girdileri, çıktıları ve sorunları çevreleri tarafından
belirlenir, üretilir ve kullanılır. Bu çevre içinde,
bilimsel ve teknolojik öğeler sürekli olarak
faaliyettedirler. Bilimsel araştırmaların sonucu olarak
getirilen her yenilik, toplumda ve örgütlerde diğer bir
çok yeniliğin kaynağı olmakta ve değişikliklerin
yapılmasına yol açmaktadır. Dolayısıyla bugünün büyük
ve karmaşık örgütlerinin içinde bulundukları çevre hızlı
bir şekilde değişmekte ve gittikçe daha dinamik bir hal
almaktadır. Çevrenin bu hareketliliği, örgütler üzerinde
yeni gelişmelere kendini uydurmak, yaratıcı ve yenilikçi
olmak için büyük bir baskı yaratmaktadır. Kısaca, örgüt
çevresinde oluşacak herhangi bir değişiklik örgütün ilk
düzenini (dengesini) bozacak ve yeni bir düzeni gerekli
kılacaktır. Örgütün değişmesinde bir düzenden başka
bir düzene geçiş söz konusudur. Bu nedenle örgütsel
değişimin konusu; çevre koşullarına uygun yeni
stratejilerin belirlenmesi, uygulanması, yürütülmesi ve
uyumla ilgilidir.
Örgütleri değişmeye zorlayan yeni koşullar
Her alanda, daha önce eşi benzeri görülmeyen ölçüde
dinamik ve çok boyutlu bir değişim süreci yaşanıyor.
Siyasi bakımdan, bir döneme adını veren rejimlerin
çöktüğünü, duvarların ortadan kalktığı, ülkelerin
parçalandığı, bazı ülkelerin ise, varlığını sürdürmek
çabasında olan bu ülkelere yeni pazarlar gözüyle
bakarak geleceğe dönük hesaplar yaptığı görülüyor.
Ekonomik bakımdan; firmalar ve ülkeler arasındaki
rekabetin koşullarının değiştiği, uluslararası ticaretin
giderek uluslararası girişimciliğe döndüğü, yeni moda
yayılmacılık olarak ifade edilebilir “küreselleşme”
olgusunu yaratan dev firmaların bir iletişim ağı gibi
dünya üzerinde yayıldığını, öte yandan bölgesel
topluluklar kurma yoluyla yeni ekonomik güç
odaklarının oluştuğu izleniyor.
Endüstriyel bakımdan yaşanan değişimler
incelendiğinde, ortalama talebin üretim arzından az
olduğu ve bu nedenle de her çeşit malın kolayca pazar
bulduğu, “ürüne yönelik” özellikleri olan üretim sistemi
devrinin bittiğini, “pazara veya müşteriye yönelik” bir
dönemin başladığı görülüyor. İşte bu nedenle, rekabet,
yok edici rekabete dönüşüyor ve bu baskıyla “hızlı
değişim” endüstriyel yönetimin temel gereği haline
geliyor.
Yaşanan ve hâlen süregiden bu değişimler sonucunda
ortaya çıkan yeni yapılar nedeniyle, sanayi kapitalist
dönemin kapanmaya yüz tuttuğu ve dünyanın “bilgi
yoğun-kapitalist” dönem adı verilen yeni bir sürece
geçtiği görülüyor. Bu yeni toplumsal düzende, kapitalist
yine vardır. İşçi ise, bilgi işçisine dönüşmektedir. Artık
kapitalistin veya işçinin değil, değişen dünyanın
bilinçlenen ve daha çok seçici olan, tercihleriyle
firmaların hayatta kalmasında başrolü oynayan yeni bir
tüketici modelinin yer alacağı ve küresel bir pazar
ortamının oluştuğu fikri yaygınlaşmaya başlıyor.
Bu çok boyutlu, hızlı ve devamlı hareketlilik ve
değişimler, işletmeleri çok yakından ilgilendiriyor.
Bugünün dev karmaşık işletmeleri; teknolojinin,
yöntemlerin ve ürünlerin devamlı ve süratli değişimiyle
karşı karşıyadırlar. Onlar, yaşamlarını devam
ettirebilmek, büyümek, gelişmek ve diğer örgütlerle
rekabet yeteneklerini artırmak için, çevrelerindeki
değişiklikleri yakından izlemek ve kendi bünyelerinde
de gerekli değişiklikleri zamanında gerçekleştirmek
zorundadırlar. Hatta bugün, örgütlerin çevrelerindeki
değişikleri izlemeleri ve kendilerini bu değişikliklere
uydurmaları, yüksek bir verimlilik ve etkinlik için
yeterli değildir; bunun ötesinde, yenilikçi olmaları,
çevreleri için değişim kaynağı haline gelmeleri gerekir.
Organizasyon (yapı) bir amaç ve ideal olmayıp, amaca
hizmet eden bir araçtır. İşletme dinamik bir varlık
olduğu gibi, hizmet ettiği çevre (ekonomik, sosyal,
teknolojik çevre) de dinamiktir. Bu dinamizm,
işletmeleri sanayi kollarına göre bazen daha çabuk,
bazen daha yavaş yeniden organizasyona (yeniden
yapılanma) götürecektir.
Yeni ekonomi, yönetimin, üretimin, işgücünün, bilgi ve
teknolojinin ve sermayenin ulusal sınırları aşarak
örgütlendiği bir küresel ekonomidir. Rekabet sadece
çok uluslu örgütlerde değil, doğrudan ya da dolaylı
olarak dünya pazarına bağlanan küçük ve orta
büyüklükteki örgütlerde de sürmektedir.
Örgüt yöneticilerinin başa çıkmaları gereken
değişmeler, her zaman olacaktır. İşlerin hep olduğu gibi
gitmesini tercih etseler de, doğrudan
denetleyemeyecekleri birçok konu ve etkilerin de
olduğu unutulmamalıdır. Bu değişmelerden bazıları
şunlardır:
- Ekonomik değişmeler,
- Ürün ve üretimde hızlı gelişmeler,
- Ulusal ve Uluslararası rekabetin artması,
- Her alanda bilgi teknolojisinin büyümesi.
İşletmeleri etkileyen olgulardan biri olan ekonomik
değişme (büyüme), işletmenin boyutunun değişmesine
(büyümesi) yol açar.
İşletmelerin ulusal ve uluslararası rekabete ayak
uydurabilmeleri için; ar-ge, kalite, iletişim, verimlilik,
finans ve insan kaynakları yönetimleri önem
taşımaktadır.
Teknolojik olanaklardan, rakiplerinden önce
yararlanamayan firmalar, büyük darboğazlarla
karşılaşacaklardır. Yeni teknoloji çağında, sorumluluk
ve karar vermeyi tepe yönetiminde toplayan
işletmelerin yaşamaları mümkün olmayacaktır.
Yüksek hızlı değişikliklere ayak uydurma
mücadelesindeki firmalar, sanayi devrimi bürokratik
yapılarından kurtulmak için yarışıyorlar. Sanayi
toplumsal düzene ait firmalar, genelde benzer örgüt
yapılarına sahiptir. Bunlar piramit şeklinde, monolitik
ve bürokratik örgütlerdir. Günümüzde pazarlar,
teknolojiler ve müşteri ihtiyaç ve beklentileri o kadar
hızlı değişmekte ve firma üzerinde o kadar değişik
baskılar söz konusu olmaktadır ki, bürokratik
tekdüzeliğin ömrü dolmaktadır.
Tamamen yeni örgüt biçimleri aranmaktadır. Bu köklü
değişimler, işletmeleri şu temel değişiklikleri yapmaya
zorluyor:
- Büyük ve çeşit üretim merkezlerinden  küçük
fabrikalara
- Dikey entegrasyon (bütünleşme) den  taşeronla
çalışmaya
- Büyüklük ekonomisinden  esnekliği sağlayan küçük
yapılara
- Yüksek ve sivri hiyerarşik organizasyonlardan  basık
ve yalın organizyonlara ,
- Bürokratik kişilikten  girişimciliğe
- Pazar payını arttırmaktan  yeni pazarlar yaratmaya
- Toplu pazarlamadan  niş (odaklanmış) pazarlamaya
- Kantideden  kaliteye
Organizasyonel anlamda bu değişimlerden en çok
etkilenen, insan (çalışan) olacaktır. Artık çalışan da bu
değişimlere uyum (adaptasyon) sağlamalıdır. Herhangi
bir konuda bilgi ve uzmanlığa sahip olan bir kişi, her 3-5
yılda yetersiz hale gelmektedir. Bu nedenle çalışanlar
da, organizasyonlar da, sürekli olarak kendilerini
yenilemek zorundadırlar.
Yeni küresel düzenin gerekleri olan değişimlerin
nedenlerini anlayarak, kişisel olarak değişime neden
direnç gösterdiğimizi incelemek, bu direnci azaltacak
çareleri hayata geçirmek ve organizasyonel değişimin
safhaları ile başarılı bir değişimin koşullarını anlamak
gerekir.
İşletmelerin süregiden bu değişimlere ayak uydurmak
zorunda oldukları açıktır. Örgütsel açıdan değişimin
zorunlu olduğu alanlar (altı faktör) dikkat çekicidir:
- İşgücü
- Teknoloji
- Ekonomik krizler
- Sosyal eğilimler
- Dünya politikaları
- Rekabet
İşgücü: Artık toplumlar, bilgi toplumluna doğru hızlı bir
ilerleme temposu içindedirler. Bu nedenle değişen
çevre ve özellikle teknoloji, farklı bir işgücü profilini
gerekli kılmaktadır. Kadınların ve azınlık grupların
işgücüne katılma oranları giderek artmaktadır. İnsan
kaynaklarına ilişkin politikalar değişmekte ve bu
değişimlerin sonucunda daha farklı bir işgücü
oluşturmaktadır. İşgücünün eğitim düzeyi de üzerinde
durulması gereken bir başka konudur. Çünkü çoğunluğu
yeterli düzeyde eğitimden geçmemiştir. Bu nedenle bu
yarı eğitilmiş potansiyelin örgütler tarafından yeniden
eğitilip, becerilerinin geliştirilmesine ihtiyaç vardır.
Yeni koşullara ve beklentilere uyum sağlayabilen,
sürekli öğrenme kapasitesine sahip, karmaşıklığın
yöntemlerini kullanabilen insanlar öne çıkmaktadır.
Teknoloji: Teknolojik yapıda olan değişmeler işin
doğasını ve yapılış biçimini değiştirir. Bilgisayar,
telekomünikasyon, robot kullanımı, esnek üretim
sistemleri gibi teknolojilere uyum, örgütler üzerinde
önemli etkiler yaratmaktadır. Özellikle bilgi
teknolojilerinin değişmesi, bilginin örgüt içinde daha
çabuk yaygınlaşmasını ve gelişmesini sağlamaktadır.
Çalışanlar örgüt içinde sorunlara daha çabuk ulaşmakta,
diğer örgütlerin kendilerinden olan taleplerini daha
çabuk yerine getirmekte, müşteriler ve rakip firmalarla
olan ilişkiler daha iyi düzenlenebilmektedir.
Ekonomik krizler: Herşey sürekli değişiyor. 1950’li ve
1960’lı yıllarda geçmiş, gelecek için umut vaat
ediyordu. Değişmeler bütün örgütleri etkilemeye
başladı. Ancak, ekonomik şoklar bazı sanayileri,
diğerlerine kıyasla daha fazla etkidi. ABD’de, diğer
AB’de ve ülkemizde son yılllarda ardı ardına gelen
ekonomik krizler, örgütlerin yapısında değişmeleri
ortaya çıkardı. Enflasyon, devalüasyon ve faiz
oranlarının değişken seviyeleri, borsadaki hisse
senetlerinin anormal hareketleri, geleceği görüp ona
göre tavır almayı ve değişmeyi hep teşvik etmektedir.
Rekabet Koşulları: Küresel ekonomik değişme demek,
rakiplerin dünyanın pek çok farklı yerinden gelip,
üretim sürecine katkıda bulunmaları demektir. Bu da
yoğun rekabet koşullarını birlikte getirir. Artan rekabet
koşulları, topluma farklı hizmetler sunan birçok
işletmenin karşı karşıya gelip mücadele etmelerini
gerekli kılar.
Gelecekte başarılı olan örgütler rekabete karşı kendi
yapılarında gerekli değişikliği yapabilen örgütler
olacaktır. Bu örgütler, kısa sürede üretim yapıp, yeni
ürünler sunabildikleri, değişen şartlara uyum
sağlayabilecek esnek işgücüne sahip olabildikleri ölçüde
başarılı olacaklardır.
Bunlardan başka dünyadaki sosyal eğilimler ve dünya
politikalarındaki değişmeler örgütsel değişime yön
veren bu etkenler arasındadır.
Örgütsel değişim süreci
Örgütsel değişim süreci belirli adımlardan oluşur. Bu
adımlar şu şekilde sıralanabilir:
- Değişim ihtiyacının algılanması
- Problemsel koşulun modelleştirilmesi
- Amaçların belirlenmesi
- Kontrol edilebilen değişkenlerin belirlenmesi
- Kontrol edilemeyen değişkenlerin belirlenmesi
- Kısmi kontrol edilebilen değişkenler ve onların
kontrol edilebilen değişkenler ile olan ilişkisinin
belirlenmesi
- Amaca bağlı olarak her olası kararın (seçenek veya
her bir kontrol edilebilen eylemin değeri) etkisinin
belirlenmesi
- Problemin çözülmesi ve değişimin gerçekleştirilmesi
- Sonuçların yorumlanması
Herhangi bir değişim programının birbiriyle içiçe olan
bir hazırlık ve katılım aşaması vardır. Bu aşamada
yapılması gereken şeyler, “neden şimdi” sorusunun
cevabını verme, değişim liderlerini belirleme, değişim
başarılı olursa nasıl bir geleceğe ulaşılacağının
senaryosunu yazma, inanç ve beklentilerin iletişimi, ve
insanların katılımını sağlamak için önlerindeki engelleri
kaldırma ve fikirleri yönetmedir
Katılımı sağladıktan sonra, uygulama aşamasında da
çalışanları motive edecek hızlı kazanımların
gerçekleştirilmesi gerekir. Değişim girişimlerinin, uzun
vadeli sonuçları beklenirken, kısa sürede alınacak
olumlu ara sonuçlar morali yükseltir ve gönüllü
desteğini arttırır. Sistem ve Politikaların da yeni
durumu yansıtacak şekilde bu aşamada düzenlenmesi
gerekir.
Değişim sürecinin sonunda, sonuçların değişimi
pekiştirmek ve ilerletmek için değerlendirildiği ve
kazanımların firmanın iş yapış tarzına dönüştürüldüğü
güçlendirme aşaması yer almalıdır.
Organizasyonlarda radikal değişimler, dış nedenler veya
iç birikimlerden dolayı kaçınılmaz hale gelebilir. Öte
yandan firmalar, sık sık radikal değişim programları
uygulamak zorunda kalıyorlarsa, dönüp kendilerine
bakmaları gerekir. En iyi yol, firmayı düzenli bir şekilde
değiştirerek dayanıklı, esnek, çevik, ve geleceğe hazır
hale getirmektir.
Örgütsel değişimin zamanı
Örgütsel değişimin ne zaman gerçekleşmesi gerektiği
konusu da çok önemlidir. Bazı zamanlar vardır ki, örgüt
değişime daha yatkındır veya hazırdır. Ancak bazı
zamanlar da örgüt değişime pek yatkın değildir; yani
değişim daha zor gerçekleşir. Hatta örgütün değişme
ihtiyacı yüksek ve değişime direnç çok az olsa bile,
örgütsel değişim gerçekleşemeyebilir. Değişime etki
edebilir faktörler ve bu faktörler arası etkileşim
önemlidir.
Değişim, genelde değişmeye iştirak eden insanların
değerleri ve inançları, değişme yapıldığı zamandaki
maliyetleri karşılayabilecek doğrultuda ise, değişme
gerçekleşir. Yani değişmenin getireceği faydanın,
zararından daha fazla olacağı inancı yaygın ise, değişme
meydana gelir. Ancak burada da üç temel faktör
değişimin gerçekleşmesine katkıda bulunur:
- İçinde bulunan ortamdaki tatminsizlik oranı
- Olumlu, arzu edilen bir alternatifin mevcudiyeti
- Böyle bir alternatifi gerçekleştirebilecek bir planın
varlığı
Örgütsel değişim otoriteleri, bu üç faktörün çeşitli
kombinasyonlarının, değişimin olumlu bir biçimde
gerçekleşmesinde etkili olduğunu savunuyorlar. Yani,
yukarıdaki üç faktörden bir tanesi çok düşük veya sıfır
ise, değişmeden elde edilecek fayda veya değişmenin
geçekleşme olasılığı çok düşük veya sıfır olacaktır. Bu
üç faktörü birlikte düşündüğümüz ölçüde, bizim için bir
anlam taşımaya başlayacaktır. Gene de, insanların
hepsi büyük bir tatminsizlik içinde değillerse, pek
değişim yanlısı olmayacaklardır veya akıllarında bir
alternatif yoksa, yine değişim istemeyeceklerdir.
Elbette değişimin olabilmesi için, değişimden elde
edilen fayda beklentisinin, maliyetlerinden veya
verebileceği zararlardan daha çok olması gerekir.
Profesyonel yöneticiler, örgütsel değişim programlarına
girişmeden önce, örgüt geliştirme sürecinde bu
faktörleri çok iyi düşünmek durumundadırlar. Değişime
hazır oluş oranı yüksek ise, örgütsel değişim çabaları
başarılı olabilir. Eğer örgüt hazır değil ise, değişim ya
başarısız olur veya değişim gerçekleşemez.
Örgütsel değişim stratejileri
Örgütsel değişim stratejilerine süreç ve değişimi
zorlayan koşullar açısından bakıldığında, sadece
değişimin yönetimini değil , onun içeriğini, güçlerini ve
süreci de ifade eden dört tür stratejiden söz edilebilir:
- Katılımcı. Kademeli, yavaş bir değişimi öngörür ve
çalışanların katılımını sağlamayı amaçlar. Örgütün
çevre ile uyum içinde olduğu, ancak küçük
uyarlamalara da ihtiyaç duyduğu veya örgütün çevreye
uymadığı, ancak yeterli zamanın mevcut olduğu için ve
değişimden etkilenecek temel çıkar guruplarının
değişime karşı olmak yerine değişimden yana olduğu
durumlarda kullanılabilir.
- Karizmatik. Çalışanların desteğini alarak tam ve hızlı
bir değişimi öngörür. Örgütün çevre ile uyum içerisinde
olmadığı, değişime katılımı sağlamak için yeterli zaman
bulunmadığı veya örgüt içerisinde yeterli desteğin
mevcut olduğu durumlarda kullanılması muhtemeldir.
- Baskıcı. Kademeli ve yavaş bir değişimi öngörür ve
çalışanların desteğine ihtiyaç duymaz. Örgütün çevreye
genelde uyduğu ancak küçük uyarlamalara ihtiyaç
duyduğu, veya örgütün çevreye uymadığı ancak değişim
için yeterli zamanın mevcut olduğu, fakat temel çıkar
gruplarının değişimden yana olmadığı durumlarda
kullanılabilen bir strateji olarak görünmektedir. İlk iki
stratejiden, demokratik olmaması yönüyle ayrılan bu
yöntemin başarı şansının diğerleri kadar fazla olmadığı
söylenebilir.
- Diktatoryal. Çalışanların desteğine ihtiyaç
duymaksızın tam ve hızlı bir dönüşümü öngörür.
Örgütün çevreye uymadığı, değişime katılımı sağlamak
için yeterli zamanın bulunmadığı ve radikal değişim için
örgüt içerisinde destek olmadığı, ancak radikal
değişikliğin örgütün yaşaması ve temel görevini yerine
getirmesi açısından zorunlu olduğu durumlarda
uygulanabilen bir stratejidir.
Değişim liderliği ve değişim sürecinin yönetimi
Stratejilerin hepsi de liderin uygulamalarına bağlı
olarak işleyebilen ve liderliğin ön plana çıktığı
yöntemler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle
bazı yazarlar tarafından yönetimin bir sorumluluğu
olarak kabul edilen örgütsel değişim ve değişimin
yönetimi, yöneticiden çok lidere gereksinim
duymaktadır.
Değişim liderliği
Örgütlerde bir çok açıdan lidere güçlü gereksinim
vardır. İnsan gruplarını oluşturma ve belirli amaçlar
doğrultusunda harekete geçirmes, her insanda kolay
bulunmayan bir beceri ve ikna yetenekleridir.
Liderlik en basit tanımıyla, örgütsel amaçlara ulaşmak
için diğerlerini etkileme süreci olarak tanımlanabilir.
Lider ise, yaratıcılık, planlama, örgütleme, teşvik,
haberleşme ve kontrol gibi fonksiyonları yerine getiren
kişi olarak tanımlanabileceği gibi, örgüt amaçlarına
ulaşmak için birey ve gurupları motive eden etkileme
yeteneğine sahip kişi olarak da tanımlanabilir.
Liderler, pek çok önemli işlevi yerine getirirler.
Dinamik bir örgütün liderinin asla kaçamayacağı önemli
bir işlev, “değişim yönetimi”dir. Ancak değişimin
başlatılması ve sürdürülmesi hiç de kolay bir iş değildir.
Çünkü bu işlev , son derece hassas bir konu olan insan
unsurunu, son derece katı olan iş yaşamı faaliyetleriyle
uyumlu bir hale getirmeyi gerektirir.
Değişim, örgütler için zor ve sancılı bir süreçtir.
Değişim, aynı zamanda dengeleri değiştiren ve bu
yönüyle çalışanlarda endişe yaratan bir süreçtir. Büyük
değişikliklerin, insanlar tarafından, kendi beklentilerini
yıkan bir gelişme olarak görülmesi ihtimali oldukça
yüksektir. Bunların sonucu olarak, her değişime karşı,
çalışanlarda doğal olarak bir direnç oluşur. Çünkü
insanlar her zaman belirsizlikten kaçınma
eğilimindedirler ve değişimin yaratacağı sonuçların
önceden tahmin edilmesi çok kolay değildir. Bu
nedenlerle, değişim liderinin işlevi, örgüt açısından
büyük önem taşır. Bu doğrultuda, değişim lideri,
liderlik özelliklerinin yanında, insani değerlere ve
yaratıcılığa önem veren, yenilikçi olan, vizyon sahibi,
değişimi çalışanlara rağmen değil, çalışanlarla birlikte
başlatan ve ona yön veren, yeni değişim süreçlerine
örgütü hazırlayan, değişimin konusunu ve yönünü
belirleyen kişidir.
Değişim Liderinin Politikası
Değişim lideri her ürünü, her hizmeti, her süreci, her
pazarı, her dağıtım kanalını, her müşteriyi ve son
kullanıcıyı, ömür açısından denemeye tabi tutar. Bunu
da düzenli bir program dahilinde yapar. Peter Drucker,
değişim liderinde bulunması gereken en önemli özelliği,
“vazgeçebilme” olarak tanımlamaktadır. Değişim
liderinin takip etmesi gereken politikadaki ilk adımı
“organize vazgeçme” oluşturmaktadır.
Bir sonraki adım ise, “organize iyileştirme”dir.
Japonların “Kaizen” dediği bu kavram, bir kurumun içe
ve dışa dönük yaptığı her şeyin sistematik bir şekilde ve
devamlı olarak iyileştirilmeye olan ihtiyacını ifade
eder. Drucker, bu noktada, performansın ne olduğunun
net olarak tanımlanması gerektiğini vurgular.
Değişim liderinin takip edeceği politikadaki üçüncü
adım ise, “başarıdan faydalanmak”tır. Bu bağlamda
problemlerin göz ardı edilemeyeceğini, ancak değişim
liderinin, problemleri aç bırakıp fırsatları doyurması
gerektiğini söyleyen Drucker, değişim lideri kavramını
hem örgüt hem de kişi için kullanmaktadır. Elbette
burada ifade edilen, problemlerle hiç ilgilenmemek
değildir. Sadece, problemlerle ilgilenildiği kadar,
fırsatlarla da ilgilenmeyi gerekli kılmaktır.
Değişim Liderliğinde Tutumlar
Değişim lideri , değişim çabalarını uygularken farklı
tutumlar gösterebilir. Bunları dört gurup altında
toplamamız mümkündür:
- İşbirlikçi tutum. Bu tür liderlik tarzında, iş görenler,
örgütün geleceğine ilişkin önemli kararlara ve örgütsel
değişimin ortaya çıkmasına geniş ölçüde katılırlar. Bu
yönüyle endüstriyel hümanizma hareketinin ulaşmaya
çalıştığı, değişimci ve demokratik örgüt yapısına en
uygun tutum budur. Yaratıcı fikirlerin ortaya çıkmasına
fırsat tanınmış olur. Bu da değişim süreci yaşayan bir
örgüt için çok değerli bir girdi sağlar.
- Danışmacı tutum. Bu tip liderlikte lider, özellikle
örgütsel değişmeyle ilgili konularda çalışanlara danışır.
İlk bakışta yaratıcı fikirlere değer veriliyormuş gibi
görünse de, liderin bunu sadece çalışanları motive
etmek için kullanılan bir formalite olarak görme
ihtimali mevcuttur. Son kararı verecek olan liderin,
kendi fikirlerine saplanmış olma olasılığı da yüksektir.
- Yönlendirici tutum. Bu tip liderlikte örgütün
geleceğine ilişkin kararların alınması ve örgütsel
değişim konusunda yönetsel otorite kullanılır. Yaratıcı
fikirlere imkân tanınmaması ve demokratik olmaması
nedeniyle, değişimin çalışanlar tarafından kabul
edilmesi kolay olmayabilir. Bu da, değişimin başarı
şansını olumsuz olarak etkileyecektir. Kabul edilse bile
değişimin uygulanması, demokratik yöntemdeki kadar
çabuk gerçekleşmeyebilir.
- Zorlayıcı tutum. Bu tür liderler, değişimi uygulama
konusunda, örgüt içindeki gurupları zorlama yoluna
giderler. Bu da doğal olarak gruplarda bir direnç
yaratabilir ve değişimin benimsenmesi çok zor olabilir.
Ancak bazı durumlarda, zorlayıcı tutum takınmak
gerekse bile, bunu kalıcı olarak sürdürmek örgüte zarar
verebilir.
Bu dört değişik tutumu daha önce incelediğimiz
örgütsel değişim stratejileriyle karşılaştırdığımızda, bir
benzerlik göze çarpmaktadır. Bunu da değişim liderinin,
örgütün stratejileri üzerindeki etkinliği ile birlikte ele
almamız mümkündür.
Değişim Liderliğinde Direnç Sorunu
Günümüzde örgütler dinamik bir çevre içerisinde
faaliyet göstermek zorundadırlar. Bunun sonucu olarak
sürekli değişim, örgütlerin büyük çoğunluğu için
stratejilerinin bir parçası olmuştur. Ancak değişim
sürecine konu olan olgu ve olayları incelediğimizde,
özellikle yönetsel yapıdaki değişimlerin, insanlar
üzerinde çok büyük oranda tedirginlik yarattığını
görebiliriz. İnsanlar çoğunlukla mevcut durumlarında ya
da çevreleriyle olan ilişkilerde meydana gelen değişime
ayak uydurmakta güçlük çekerler. Çoğu kişi bu
nedenlerle açık ya da gizli olarak, değişikliklere engel
olma eğilimindedir. Bu da sürekli değişimi ilke edinmiş
örgütleri bir direnç sorunuyla karşı karşıya bırakır.
En basitinden, örgüt içerisinde daha önce kullanılan
eski bir makinenin değiştirilip, yerine yeni teknoloji
ürünü bir makinenin konması bile, alt kademelerde
dengesizlik yaratabilmektedir. Daha önce alışılmış olan
işlem hızının bir anda yükselmesi, insanları da buna
uyma zorunluluğu ile yüzleştirir. Elbette, çalışanların
tamamının aynı tepkiyi göstereceğini söyleyemeyiz.
Psikolojik kökenli olan değişime tepki olgusu, kişiden
kişiye de değişiklik göstermektedir.
Katılımcı bir yönetim tarzıyla, çalışanların değişim
konusunda bilgilendirilmesinin, değişime karşı olan
direnci frenlemede önemli bir unsur olduğunu belirten
Eren, Hage’in direnmenin giderilmesindeki üç strateji
kuramına yer vermektedir:
- Evrim tarzı strateji. Evrimsel strateji,
merkeziyetçiliğe karşı bir görüşü yansıtmaktadır.
Yeniliklerin kabul görmesi ve onlara karşı olan
dirençlerin ortadan kaldırılması için, özellikle iş
çeşitliliği fazla olan karmaşık örgütlerde, düşük
biçimsellik ve merkezkaç yapılandırmanın zorunluluğu
ortaya koyulmaktadır. Bu nitelikteki örgütlerde
yaratıcılık güçlenmekte ve ortaya atılan fikirlerin
sayısında açıkça artış gözlenmektedir. Haberleşme
olanaklarının yüksek seviyede olması, tartışma ve
yenilikten haberdar olmayı kolaylaştırmakta ve karşıt
görüşlerin dikkate alınabilmesine fırsat yaratmaktadır.
- Devrim tarzı strateji. Devrimsel strateji, yenilik karar
ve uygulamalarını daha çok, merkeziyetçi bir yapıda
yürütmeyi temel kabul etmektedir. Burada yenilikten
etkilenenlerin görüşleri dikkate alınmaz. Kabul
edilmelidir ki; bu ortamda herkesin güvendiği, grup
havasını ve tansiyonunu çok iyi bilen bir karizmatik
liderlik havasının hakim olduğu bir strateji söz
konusudur. Bu tip uygulama, tutturulabilirse, yenilik
maliyetlerinin düşeceği vurgulanmaktadır. Ancak bu
yöntem demokratik olmaması yönüyle farklı görüşlere
açık değildir.
Hage, her iki stratejiyi de etkin bulmamaktadır. Farklı
bir üçüncü stratejiye gerek vardır. Yeni bir bölüm ya da
yeni bir örgüt stratejisini, köklü yeniliklerin başarılı
uygulamaları için önermektedir. Mevcut örgüt ile
yenilik uygulamaları için kurulması gereken bölümü,
birbirinden ayırt etmek gerekir. Burada yeniliğin,
işletme dışından gelen bir olay olabileceği de dikkate
alınmaktadır. Ancak mevcut işlerle uğraşan personel
kesinlikle yenilik yaratma ve uygulamalarının dışında
tutulmalıdır. ”Bu tür bir stratejinin maliyetinin yüksek
olacağını tahmin etmek zor değildir. Bu maliyetin fayda
ve mahsurlarına karar verecek olan yönetimdir.
Değişime Direncin Giderilmesi ve Değişimi
Yönetmede Lider
Değişimin başarılı bir şekilde yönetimi, hiç de kolay
değildir. Değişimi yönetirken, başarısızlığa uğrama
ihtimali, bir lider için her zaman mevcuttur. Liderin
uyguladığı yöntem, değişimin başarıyla yönetilmesiyle
yakından ilgilidir. Değişimin kabul edilmesi için,
personelin istekli hale getirilmesi gerekmektedir. Bu
da, personelin motive edilmesi anlamına gelir.
Örgütün tipi, uygulanan değişimle yakından alakalıdır.
Bunlardan mekanik örgüt , her türlü değişime karşı
koyan kimselerden oluşan bir örgüttür. Bu tür
örgütlerde lider, değişimi zor kullanarak veya baskı
yoluyla gerçekleştirmeye çalışır. Böylesine otoriter
tutumla gerçekleştirilmeye çalışılan değişim girişimleri,
çalışanların büyük direnişiyle karşılaşır. Oysa organik
örgüt, değişmeyi kabullenmeye hazırdır. Organik
örgütteki dürüstlük, açıklık, başkalarının ihtiyaçlarını
dikkate alma gibi özellikler, direnişi marjinal seviyelere
indirir.
Aslında yukarıdaki iki örgüt tipini bürokratik ve modern
örgüt diye adlandırmamız mümkündür. Burada, modern
örgütün en önemli özelliği, insan odaklı ve katılımcı bir
yönetim yapısına sahip olmasıdır.
Bir değişim liderinde bulunması gereken üç önemli
özelliği şu şekilde sıralamıştır:
- İnsana tam güven. Bir değişim yöneticisi, sorgusuz
sualsiz, insanın örgütün en değerli varlığı olduğunu
kabul etmek zorundadır. Günümüzde insan, örgütte
ikamesi olanaksız olan kaynakların başında gelir.
Değişim boyunca, insanların eğitim ve geliştirilmesine
sürekli bir yatırım yapılmalı ve insan onurunun
korunmasına özen gösterilmelidir.
- Mükemmeli arayış. En başarılı işletmeler,
mükemmelliğin sürekli bir arayış olduğunu bilenlerdir.
Buna dünyada en iyi örnek Sony firmasıdır. Başlangıç
noktası kendi icadı bile olmayan bir kayıt cihazıyla yola
çıkan firma, bu gün sektöründe dünya lideridir. Morita,
kitabında bunu, sürekli mükemmeli aramaya ve sürekli
değişime borçlu olduklarını belirtmektedir.
- Eyleme dönük olma. Lider, eyleme dönük olmalıdır.
Değişim, şirketin gelecekteki çıkarı için risk almaya
istekli liderler tarafından başlatılmalıdır. Önderler
sadece değişmek için strateji aramakla kalmaz. Bu
stratejileri gerçek haline getiren eylemlere yönelirler.
Günümüzde lidere, bu tür cesur girişimlerinde destek
olacak bir çok araç bulunmaktadır. Yönetim bilgi
sistemleri, bilgisayarlı tahmin yöntemleri, simülasyon
vb. araçlar, liderin eyleme dönük kararlarındaki riski en
alt düzeye indirmeye yönelik unsurlardır.
Stratejik değişikliklerin uygulanmasında şu dört unsurun
varlığı önemli kabul edilir:
- Üst düzey yönetici ekibini oluşturmak
- İleriye dönük bir vizyon yaratmak
- Personel destek sistemlerinden yararlanmak
- Katılmalı bir yapı oluşturmak
Buraya kadar anlatılanları özetleyecek olursak, değişim
liderinin özelliklerinden yola çıkılarak ortaya konan
yukarıdaki dört unsurda da görüldüğü gibi, değişim
lideri, insan odaklı ve demokratik yaklaşımlı bir lider
olmalıdır. değişim lideri çalışanların amaçlarıyla örgüt
amaçları arasında paralellik kurabilmelidir. Yaratıcı
olmalı, değişik fikirlere açık olmalıdır. Karmaşık
sorunların üstesinden gelebilecek kavramsal beceriye
sahip olmanın yanında iletişime önem vermeli, istek ve
ihtiyaçlara karşı duyarlı olmalıdır. Değişim lideri,
bugünün değil, yarının uygulayıcısı olmalıdır.
Alışılmamış şey ile yeniliği birbirinden ayırt etmesini
bilmelidir. Hareket halinde olmakla, belli bir nedenle
hareket etmek arasındaki farktan haberdar olmalıdır.
Bölüm 10

Örgüt Geliştirme
Örgütü tanıma: örgüt buz dağı
Biçimsel örgüt
- Düzen
- Yazılı
- Yönetimi kolay çünkü her şey yazılı
- Problem çözümü kısa sürede ve kesin
- Rastlantısal değil
- Kayıtsız, koşulsuz uyum
- Problemler basit
- Statik
- Öğrenme yolu: okuma
- Riskli değil
- Yapay
Biçimsel olmayan örgüt
- Düzensizlik
- Yazılı olmayan kurallar
- Yönetimi çok zor
- Problemlerin çözümü çok güç, süre uzun (çözümler
problemler doğurur)
- Rastlantısal (sürprizli)
- İnsan unsuru ön plandadır. İnsan duygular ve ilişkiler
sistemidir. Psiko-sosyal boyut.
- Çok sık problem üretir
- Dinamik
- Öğrenme yolu: deneyim, gözlem, deneyimli insanlarla
sohbet
- Riskli
- Doğal (kendiliğinden)
- Her an bir şeyler olabilir
- Arkadaşlıklar
- Kin
- Aşk
- Farklı güdüler
- Farklı gruplar
- Kendini gösterme arzusu
Biçimsel örgüt, biçimsel olmayan örgütü devamlı
gözler. Bu alanda örgütün amaçlarına ters düşen veya
örgütün işleyişini sarsan bir durum olduğunda, uyarır
ve müdahale eder.
Örgüt geliştirme tanımları
Örgüt geliştirme, örgütlerde önemli değisiklikleri
sağlamada yararlanılan yönetsel bir tekniktir. Örgüt
geliştirme, değişik şekilde tanımlanabilmektedir:
Örgüt geliştirme; örgütün, problemlerini çözmesinde,
amaçlarına ulaşmasında, etkinliğini iyileştirmesinde,
örgütün davranıs sistemlerinde ve örgüt kültüründe
planlı sistematik bir değişim yapma sürecidir.
Örgüt geliştirme, değişim için hazırlanma ve değişimi
yönetme sürecini ifade eder. Değişimin bir boşlukta
gerçekleşemeyeceğini, yani yapıda, teknolojide
ve insanlarda meydana gelen değişimlerin etkileşimde
bulunacağını kabul eder. Eğer örgüt geliştirme
başarılıysa, örgütün yapısı gibi, kişilerin tutum ve
davranışları da değişime uyum sağlayacaktır.
Örgüt geliştirme, örgütün etkinliğini iyileştirmek için,
inançlarda, değerlerde, kültürlerde, sosyal
etkileşimlerde ve insanların davranışlarında
değişiklikleri planlama ve yönetme sürecidir.
Örgütsel gelişim, bir örgütün değişimle baş edebilme
kabiliyetini geliştirmek ve örgütsel kültürü
yenileştirme süreci için harcanan, uzun soluklu
çabadır.
Örgüt geliştirme; davranıs bilimleri teknikleri,
arastırma ve kuramlarından yararlanarak örgütün
kültürünü planlı olarak değiştirme sürecidir.
Örgüt geliştirmenin özellikleri
Örgüt geliştirme,
- bir yönetim disiplinidir.
- bilinçli, planlı ve devamlı bir süreçtir
- değişim yönetimine yardımcı olur.
- örgütlerin, işlevsellik kabiliyetlerini geliştirmeye
çalışır.
- kültürü ya da örgütleri yöneterek geliştirmeye
çalışır.
- bir takım kavram ve değerler dizisi üzerine
kurulmuştur
- dış ve iç davranış bilimci danışmanlar ya da değişim
uzmanlarının yardımıyla, örgütün problem çözme
yeteneğini iyileştirmek ve dış çevresindeki
değişikliklerle başedebilmek için uzun dönemli
çabaları gerektirir.
- planlı, örgüt çapında, örgütü bir bütün olarak ele
alan, tepeden yönetilen, örgütün etkinliğini ve
sağlığını giderek artıran ve davranıs bilimleri bilgisini
kullanan bir çabadır.
- örgütün kendini yenileme kapasitesini geliştirmeyi
değerlendirmedir.
- insancıllık, demokratik olma, işbirliği, duygulara
önem verme, içtenlik, açıklık gibi temel değerlere
sahiptir.
Örgüt geliştirme uygulaması, en azından on kavramı
bir araya getirir. Bu on kavram; ö.g.’nin amacı,
sistemi yenileme, sistemler yaklaşımı, insanlara
odaklanma, eğitsel strateji, deneme yoluyla öğrenme,
gerçek problemlerle ilgilenme, planlı bir strateji,
değişim uzmanı, en üst düzey yöneticilerin
katılımıdır.
Ö.g. işlevlerini yerine getirebilmek için aşağıdaki bazı
yaklaşımları kullanır:
- Çalışan bireylerin yapılan değişikliklere dahil
oldukları işbirlikçi danışmanlık
- Değişikliğin, değişiklik yapmış olmak için değil, işin
performansını etkilemek için yapılması
- Güdüleme yöntemleri kullanılırken mekanistik değil,
insancıl yöntemlerin işlevsel olması
- Sistem fonksiyonları fonksiyonel olmayan örneği
tarayıp, daha iyi bir örneği önerebilmek için çalışması
- Pratik bilgi ile tamamlanmış problem çözümlemeye,
bilimsel yaklaşım
Örgüt geliştirmenin başlıca amaçları
- Bireylerin, organizasyon içinde hem kendilerini, hem
ilişkilerde bulundukları diğer örgüt üyelerini
tanıyarak, karşılıklı dayanışma ve güven duygularını
geliştirmek, yersiz endişe ve korkuları ve bundan
doğan çekingenliği ortadan kaldırmak
- Örgütlerde hiyerarşik yetkiden kaynaklanan yetke
ilişkilerinden ziyade, bilgisel, kişisel ve manevi
özelliklerinden oluşan doğal yetke ilişkilerini
geliştirmek
- Örgütlerde haberleşme engellerini ortadan
kaldırmak ve dikey, yatay ve çapraz haberleşme ve
ilişkileri artıracak bir örgütsel ortamı geliştirmek
- Örgüt içinde, otokratik temellere dayanan ve
bireysel nitelikte süregelen sorun çözme ve karar
verme süreçlerini, karşılıklı fikir alışverişi ve
görüşmelere dayanan demokratik ve katılmalı
süreçlere çevirerek takım esasına dayanan karar
verme süreçlerini geliştirmek
- Örgütsel birimlerin ve örgüt üyelerinin, birbirlerini
yanlış anlama ve değerlendirmelerden doğan işbirliği
eksikliklerini gidererek, örgütsel amaçlara daha iyi
hizmet edecek güç birliği sistemi geliştirmek
- Örgütlerde planlama ve karar verme yetkisinin tüm
örgütsel birimlere, alt kademelere göçerilmesine (iş
zenginleştirmeye) yardımcı olmak
- Örgütlerde bireyin önemini yükseltmek suretiyle,
onun daha çok güdülenmesine ve daha üstün doyum
seviyesine erişmesine yardımcı olmak
Örgüt geliştirme, kısaca tüm örgütün etkinlik,
verimlilik ve örgüt üyelerinin mutluluklarının
artırılması için girişilen çabaların toplamını içine
almaktadır.
Örgüt geliştirme sürecinin aşamaları
Örgüt geliştirme süreci, genel olarak yedi aşamadan
oluşur:
- Problemin algılanması. Bir olgu veya olay, o olgu
veya olayın etrafındaki tüm insanlar tarafından
problem olarak algılanmaz.
- Problemsel koşulun tanımlanması ve
modelleştirilmesi. Problem, var olanla olması
gereken arasındaki farktır. Mümkünse, problemin bir
modeli yapılmalıdır.
- Amaçların belirlenmesi. Değişimden nasıl bir sonuç
beklendiği tanımlanmalıdır.
- Koşulun analizi. Problemsel koşulun değişken ve
parametreleri belirlenir.
- Sentez. Değişken ve parametreler arasında ilişkiler
aranır. Problemsel koşul, daha geniş bir bütün
çerçevesinde incelenir.
- Müdahale. Müdahale olanakları tartışılır. Müdahele
yapılır.
- Sonuçları izleme ve değerlendirme. Ortaya çıkan
değişiklik gözlenir. Yeni durumların, örgütün
elemanları tarafından benimsenmesine çalışılır.
Yukarıdaki yedi aşama kesin çizgilerle ayırd edilemez.
Her aşama diğer aşamalarla ilişki içindedir.
Bölüm 11

Örgütlerde Çatışma ve Çatışma Yönetimi
Çatışma, insanların etkileşimde bulunduğu her ortamda
kaçınılmaz bir olgudur. Bireyler, gruplar ve örgütler
amaçlarını gerçekleştirmek için çalışırken, diğer
bireyler gruplar ve örgütler ile sürekli bir etkileşim
içindedirler. Bu etkileşim sürecinde, taraflar arasında,
ilişkilerde ve etkinliklerde uyuşmazlık veya
tutarsızlıklar, iki taraf arasında çatışmayı doğurur.
Buna göre çatışma, genel olarak iki veya daha fazla kişi
ya da grup arasındaki çeşitli kaynaklardan doğan
anlaşmazlık olarak tanımlanabilir.
Klasik yöntem düşüncesine göre, çatışma, istenmeyen
bir olaydır. Mümkünse, bundan kaçınmalı ve meydana
geldiği anda hemen çözümlenerek ortadan
kaldırılmalıdır.
Neoklasik yaklaşıma göre de çatışma, örgütler için
istenmeyen bir olgudur; örgütün ahengini bozmakta,
karışıklık yaratmaktadır; ortaya çıktığında hemen
ortadan kaldırmaya yönelik tedbirlerin alınması gerekir.
Modern yönetim anlayışı, çatışmaları tamamen ortadan
kaldırmak ya da bastırmak yerine, yönetim tarafından
tanınmasına ve örgüt amaçlarına hizmet edecek şekilde
yönetilmesi gerektiğini savunur. Modern yönetim
anlayışına göre;
- Örgütsel çatışmalar, örgüt yapısındaki bozuklukların
ya da üst yönetim hatalarının bir göstergesi değildir.
- Çatışma, örgütün bir parçasıdır. Bunun temel
nedenleri, bireyler ve gruplar arası farklılıklardır. Bu
farklılıkların ortadan kaldırılması da olanaksızdır.
- Kontrol altına alınabilen ya da yönetilebilen
çalışmalar hem örgütsel, hem de bireysel amaçlar için
yararlı olacaktır.
Genel anlamda çatışmalar, hem bireysel hem de
örgütsel açıdan olumsuz sonuçlara yol açan bir kavram
olarak ele alınmasına rağmen, etkin şekilde
yönetilebilen çatışmaların, örgüte getirdiği olumlu
sonuçların ortaya konulması, çatışmaya yeni bir anlam
kazandırmaktadır.
Çatışma türleri
- Kişiler arası çatışma. Fikir ayrılıkları..
- Kişi-grup arasındaki çatışma. Kişi, grup tarafından,
belirli normları kabule zorlanabilir..
- Gruplar arası çatışma. Yönetici açısından çözümü
zordur. Çünkü, yönetici de çatışan grubun içinde
olabilir..
- Bölümler arası çatışma. Bir bölüm, diğer bölümden
daha değerli olduğunu düşünebilir..
- Örgütler arası çatışma. Üretici firma, bayisiyle
anlaşmazlığa düşebilir..
Örgütlerde çatışma nedenleri
- İşbölümü
- Fonksiyonel bağımlılık
- Sınırlı kaynaklar
- Ortak karar verme
- Yeni uzmanlar
- Algısal farklılıklar
- Amaç farklılıkları
- İletişim farklılıkları
-
Yönetim alanı ile ilgili belirsizlikler
Çıkar farklılıkları
Kişilik farklılıkları
İşçi-İşveren ilişkiliklerindeki kutuplaşmalar
Değişen koşuların öngördüğü yeni nitelikler
Çatışan tarafların stratejileri
- Kaybedeyim - Kaybet stratejisi: Çatışmaya düşen iş
görenin, kendi durumunun daha kötüye gideceğini
düşünerek karşı tarafın da kaybetmesini istemiştir. Bu
strateji seçildiğinde, sonuçta iki taraf da kaybeder.
- Kaybedeyim - Kazan stratejisi: İş görenin, yenilginin
karşılığını daha sonra almayı düşünerek, yenilgiyi
peşinen kabul edip çatışmaya son vermesidir.
- Kazanayım – Kazan stratejisi: Tarafların karşılıklı
tatmin olmasıyla çatışmanın sonlandırılmasıdır. Çatışma
çözümlemede, hem birey, hem de örgüt açısından en
olumlu sonucu veren stratejidir.
- Kazanalım – Kaybeden stratejisi: Çatışmada taraflar
tüm olanaklarını kazanmak için kullanır. Sonuçta biri
kazanır ve diğeri kaybeder. Stratejinin uzun dönemde
etkisi belirsizdir. Ayrıca çatışmaya giren iki taraf da,
aynı stratejiyi uyguladıklarından, iki eşit güçteki grubun
çatışmaya girmesi sonucunda, her iki taraf için de kayıp
durumu söz konusu olabilir.
Örgütsel çatışmanın yönetimi
- Çatışmanın teşvik edilmesi yöntemi
Bu yöntemler, düşük çatışma düzeyi ile birlikte, iç
başarının ve yaratıcılığın tatmin edici olmaktan uzak
bulunduğu örgütler veya bunların çeşitli birimlerinde
yaratıcılığı ve verimliliği iyileştirmek üzere çatışmanın
bilinçli olarak teşvik edildiği durumlarda yararlanılır.
Çünkü, yapıcı ve yaratıcı çalışmanın çok düşük
bulunduğu ortamlarda, çalışanlar, daha yeni ve daha iyi
iş yapma yol ve yöntemlerini geliştirmeye çalışmak
yerine, mevcut durumu pasif bir şekilde kabullenmeyi
tercih eder. Çevre koşullarının hızla değiştiği bugünün
iş dünyasında, varlığını sürdürmek isteyen bir örgütte,
yönetimin, yaratıcılığı harekete geçirecek yapıcı bazı
çatışmaları teşvik etmesi gerekir. Yönetimin, bu alanda
yapabileceği önlemler veya geliştireceği önerilerin,
kısaca açıklanması yararlı olacaktır.
-- Örgüte dışarıdan taze kan niteliğinde yeni
elemanların alınması
Sürekli bir durgunluk içine girmiş herhangi bir
örgütü/birimi, tekrar harekete geçirmenin en etkili
yollarından biri, yetişme tarzı, değerleri ve yönetim
anlayışı çağdaş olan kişileri hiyerarşik yapının önemli
noktalarına getirmektir. Bu kişiler, örgüte yeniden çeki
düzen vermek ve gerekirse, rahatsızlıkları ortaya
çıkaracak yapıcı bazı uyuşmazlık ve çatışmaları da
teşvik etmek suretiyle, yaratıcılığı ve dinamizmi
yaymaya çalışacaklardır.
-- Örgütsel iletişim alanında düzenlemelere gitmek
Biçimse iletişim ağı içinde yer alan bazı bireyleri veya
grupları, bu ağın dışında bırakarak ve bunların yerine
yeni grupları dahil ederek, örgütsel güç yeniden
dağıtıma tabi tutulabilir ve bu yolla yaratıcı nitelikte
çatışmalar yaratabilir.
-- Örgütün yeniden yapılandırılması
Örgütte eski çalışma ekiplerinin ve departmanların
dağıtılıp, bunların yeniden, yeni üyeler ve
sorumluluklarla oluşturulmaları, yeniden belirsizlik ve
çatışma döneminin ortaya çıkmasına yol açacaktır. Bu
dönem süresince ortaya çıkacak çatışmalar, aynı
zamanda, grup üyelerinin, daha iyi çalışma
yöntemlerini geliştirmelerini de sağlayacaktır.
-- Rekabetin teşvik edilmesi
Örgütte çalışanlara ikramiye, teşvik primleri verilerek
veya onları onurlandıracak biçimde, adlarının
işletmenin belirli yerlerinde ilan edilmesi suretiyle,
yüksek düzeyde bir iş performansının sağlanmaya
çalışılması, rekabeti teşvik edecek ve hızlandıracaktır.
Eğer rekabet yüksek düzeyde davam ettirebilirse, bu
durumda, gruplardan birinin diğerine üstün gelmeye
çalışması, sonuçta yapıcı ve üretken çatışmayı teşvik
edecektir.
-- Uygun Yöneticilerin Seçilmesi
Yöneticilerin aşırı derecede otoriter olması ve
üyelerden hiçbirine karşıt görüş ortaya koymasına izin
vermemesi nedeniyle, bazı çalışma grupları yüksek
derecede pasif davranışlar gösterebilir. Bazı gruplarda,
yöneticinin gevşek davranması nedeniyle, taşkın
eylemlere girişebilirler. Gruplar için en uygun
yöneticilerin bulunup seçilmesi, örgütte bulunmayan
faydalı çatışmaları teşvik edebilir.
- Çatışmanın azaltılması yöntemleri
Yöneticilerin büyük bir kısmı çatışmaları teşvik etmek
yerine, bunların azaltılması üzerinde dururlar. Çatışma
ile ilişkilendirilen düşmanca duygu ve davranışların
azaltılması yöntem ve önerileri şunlardır:
-- Gruplar arası iletişimin, kesintisiz, doğru ve uygun
biçimde işlemesinin sağlanması
-- Gruplar arası ilişkilerde, kazanma ve kaybetme
duygusunun gelişip yerleşmesinin önüne geçilmesi
-- Gruplar örgüt dışında ortak bir hedef gösterecek
yıkıcı çabaları yoğunlaştırılmalarının sağlanması.
-- Gruplar için ortak ve yepyeni bir amacın ortaya
konulması.
- Çatışmayı çözme yaklaşımları
Örgütlerde ortaya çıkan çatışmaları, uzun süre
çözümsüz bırakmak mümkün değildir. Ama,
çatışmaların mutlak çözümlenmesinden çok daha
önemli olan, bunların çözümlenmesinde izlenen yol ve
yöntemlerin, tarafları ne ölçüde tatmin ettiğidir.
Örgütlerdeki çatışmaları çözmenin belli başlı üç
yöntemi vardır. Bu yöntemler, soruna yapıcı ve etkili
bir çözüm getirme açısından, önemli farklılıklar
gösterirler. Ayrıca, bu yöntemler, tarafların gelecekte
de çatışmaya devam edip etmeyeceklerini belirlemeleri
yönünden de, farklılıklar arz eder.
--Hâkimiyet ve baskı kurma
Hâkimiyet ve baskı yönteminin genellikle iki yönü
bulunmaktadır. Bunlardan ilki, söz konusu yöntemlerin
çatışmayı çözmekten ziyade, güç kullanımı yoluyla onu
bastırması veya yer altına itmesidir. İkinci olarak bu
yöntem, taraflar arasında kazanma ve kaybetme
durumu yaratarak, kaybeden tarafın hayal kırıklığına ve
düşmanca tavırlar içine girmesine neden olmasıdır.
Yöntemin özünü oluşturan hâkimiyet ve baskı, şu
şekilde ortaya çıkabilmektedir:
---Güç Kullanma veya Zorlama: Bu yolla, yönetici güç
ve otoritesini kullanarak çatışmaları çözüme
kavuşturmaya çalışır. Yöneticinin önerdiği veya
zorlayarak benimsettiği çözüm yolu, taraflardan birini
tatmin ederken diğerini tatminsizlik içine itebilir.
---Yumuşatma: Çatışmanın bastırılmasında daha
diplomatik bir yoldur. Burada, yönetici kendi çözümünü
taraflara empoze etmeye çalışmak yerine, çatışmadan
vazgeçmeleri için taraflardan her birini ikna etme
çalışır. Çatışmanın konusu hakkında, yöneticinin,
taraflardan daha fazla bilgiye sahip olması ve akılcı
önerilerde bulunabilmesi halinde bu yönetim etkili
olabilir.
---Kaçınma: Yöneticinin aktif rol almaktan kaçınması ve
bu tutumu nedeniyle tarafları tatminsizlik içinde
bırakmasıdır. Başka bir deyişle, kaçınma yönteminde,
yönetici açık taraf tutmamakta ve doğrudan çatışmaya
müdahale etmek istememektedir. Bunun sonucu olarak
da, çatışmanın çözümü ile ilgili kararlar gecikir ve
taraflar sürekli tatminsizlik içinde kalırlar.
---Çoğunluk Oyu Kuralı: Grup çatışmasını, çoğunluğun
oyu kuralı ile çözümlemeye çalışmak, üyelerin, izlenen
yöntemin adil olduğuna inanmaları durumunda etkili
sonuçlar verebilir. Fakat, taraflardan biri, diğer
gruptaki üyelerin, oyların özgür irade ile kullanılmasına
engel olmak suretiyle, çoğunluğu sağlama yoluna
giderse, bu takdirde ulaşılan çözüm, demokratik
olmaktan çıkıp, baskı ve hâkimiyet kurma durumuna
dönüşür.
--Uzlaşma yöntemi
Bu yöntemde, yöneticiler iki veya daha fazla grup
arasında var olan çatışmayı, taraflar arasında ortak bir
zemin bularak çözmeye çalışırlar. Baskı yönteminin
tersine, bu yöntemin avantajı, uzlaşmaya varan
tarafların, birbiri hakkında, çok daha az gizli kalmış,
düşmanca duygulara sahip olmalarıdır. Bununla birlikte,
örgütsel bakış açısından uzlaşma yöntemi, zayıf bir
çatışma çözme yöntemidir. Çünkü çözüm yolu, her
zaman, örgütün amaçlarını en iyi şekilde
gerçekleştirmesine hizmet etmemektedir. Bunun
yerine, taraflarca ulaşılan çözüm, iki kesimin birlikte
yaşamalarına olanak verecek kadar çatışmanın
bulunduğu ortalama bir çözümdür.
Bu yöntemde, kesin çözüme ulaşıncaya kadar, çatışan
tarafların birbirinden ayrı tutulur. Taraflar arasındaki
uyuşmazlığı çözmek üzere üçüncü bir kişi veya grup,
arabulucu olarak çalıştırılır. Ayrıca, kurallara sığınma
ve nihayet çatışmaya son vermesi için taraflardan
birinin diğerine bir bedel vermesi çözüm
yöntemlerinden sayılır. Ancak, bu saydığımız yolların
hiçbiri, ne tam olarak tarafları tatmin etmekte, ne de
yaratıcı çözümü getirebilmektedir.
--Birleştirici çatışma çözme yöntemleri
Bu yöntemde, taraflarca tamamıyla kabul edilen bir
çözüm yolu araştırılır ve böylece, taraflardan hiçbirisi
herhangi bir fedakarlığa katlanmış olmaz. Her iki
tarafın da, “senin dediğin değil, benim dediğim olacak”
şeklindeki iddiaları yerine, taraflarca tamamen tatmin
edici bulunan bir yol aranır. Bu yöntemin üç çeşit
uygulama şekline rastlanmaktadır:
---Mutabakat: Çatışma halindeki taraflar sorunlara en
iyi çözüm yolunu bulmak için bir araya gelirler. Grup
mutabakatı, kuşkusuz bireysel mutabakattan çok daha
etkili ve kalıcı çözümler sağlayabilir.
---Yüz yüze gelme ve karşılıklı konuşma: Çatışma
halindeki taraflar, görüşlerini birbirine doğrudan
iletirler. Bu çözüm yönteminde çatışmanın nedenleri
karşılıklı olarak tartışılır, araştırılır ve ortaya çıkan
sonuçlar ışığında çatışmaya çözüm yolları önerilir.
---Yüksek kademe amaçları belirleme: Bu yöntem,
çatışmanın çözümünde ve anlaşmazlıkların
giderilmesinde en etkili yol olarak karşımıza çıkar.
Özellikle bunalım dönemlerinde geçerli olan bu çözüm
yöntemleri, bunalım atlatıldıktan sonra etkisini
yitirebilir.
Çatışmanın birey ve örgüt açısından olumlu tarafları
- Çatışma örgüte yeni amaçlar kazandırabilir.
- Çatışma iş görenleri güdeleyerek, örgütteki tembelliği
ortadan kaldırabilir.
- Örgütte iş görenlerin arasındaki iletişimin kanallarının
açılmasına, bilgi akışının hızlanmasına yardım edebilir.
- Çatışma problemlerin farkına varılmasına,
tanınmasına ve daha iyi çözümler oluşturulmasına
yardımcı olabilir.
- Çatışma sonucunda, modern örgütlerin yaşaması için
gerekli olan uzmanlık alanlarının artıp yayılmasına
olanak sağlanır.
- Çatışma, örgütün sorunlarının su yüzüne çıkmasına ve
bakışları sorunlara çevirmeye yardımcı olur.
- Çatışmaya yol açan kararsızlık ve uyuşmazlıklar
ortadan kaldırıldığında örgütü bütünleştirebilir.
- Örgüt içindeki yetki dağılımının dengelenmesi
sağlanabilir.
- Çatışma örgütün etkinliğini ve verimliliğini
geliştirebilir.
- Çatışma, yenileşmenin önemli bir kaynağı olabilir.
Çatışmanın birey ve örgüt için olumsuz yönleri
- Çatışmanın sonucunda örgütte, emek, zaman ve para
savurganlığı artmaya başlayabilir.
- Çatışmalar, takım çalışmasına karşı, pasif ve aktif
direnişe yol açabilir.
- Örgütte, güvensiz ve şüpheci bir iklim oluşabilir.
- Örgütün verimliliği düşmeye başlayabilir.
- Yöneticiler giderek yetkeci bir yönetim biçimi
geliştirebilir.
- Çalışanlarda stres ve bıkkınlığa neden olabilir.
- Çalışanlar, birbirinin edimlerini olumsuz
değerlendirebilirler.
- Örgüte bağlılık azalabilir.
- Çalışanlar birbirini düşman görebilir.
- Örgütün amaçlarını savsakladığı ve amaçlardan
sapıldığı görülebilir.
- Örgüt içi iletişimde azalma ve bozukluklar olabilir.
Çatışma çözme sürecinin aşamaları
Örgüt içindeki çatışmaları önlemek, yönetimin
karşılaştığı en güç sorunların başında gelmektedir.
Çatışmaların çözümünde birden fazla yöntem
uygulanmaktadır. Ancak hangi çatışmada, hangi
yöntemin uygulanacağı, söz konusu çatışmanın iyi bir
şekilde analiz edilmesini gerektirecektir. Çatışmanın
analiz edilmesinde ve çözüm yolunun belirlenmesinde
görev alacak kimselerin sosyal bilimler alanında uzman,
sabırlı, başka insanların tutum, davranış, çıkar ve
duygularını anlayabilen, bu konuda belirli bir deneyime
sahip olması gereklidir. Bu kimseler örgüt içerisinden
veya dışından bulunarak görevlendirilebilirler.
Çatışmanın yapısının ayrıntılı analiz edilmesinde
aşağıdaki yöntem uygulanabilir:
- Çatışmanın nedeni ve anlaşmazlığın ortaya çıkış
sebebi nedir?
- Anlaşmazlığın kapsamına giren kişiler ve gruplar
kimlerdir. Çatışma nasıl bir gelişme göstermiştir?
- Anlaşmazlığı başlatan ve sürdüren görünürde olmayan
gizli nedenler nelerdir?
- Anlaşmazlığın çözümü için tarafların takındıkları
tutumlar nasıldır?
- Anlaşmazlığın büyümesi söz konusu ise, buna ne gibi
hususlar sebep olmuştur?
- Muhtemel çözüm sonucunda hangi tarafın ne tür bir
çıkar ve güç kaybı olabilecektir?
- Birden fazla çözüm var mıdır? Anlaşmayı kökünden
çözmeden geçici çözümlerle durum kurtarılabilir mi?
- Tarafların hakem olarak kabul edilebilecekleri örgüt
dışı bir uzman veya örgüt içinde hatırlı kişinin
anlaşmazlığın giderilmesinde aktif rol oynaması
mümkün müdür?
- Taraflar belirli bir süre sonra dışarıdan müdahale
etmeksizin kendi aralarında kabil edebilecekleri çözüm
yolları bulabilirler mi?
- Örgüt, çözümün uygulanabileceği bir ortama sahip
midir? Örgütsel koşullar için hangi çözüm yöntemleri
nasıl uygundur?
- Çözüm etkinliği nasıl ve kim tarafından, ne zaman
denetlenecektir?
Bölüm 12

Örgüt Kültürü
Kültür kavramı
Kültür; bilgiyi, sanatı, ahlâkı, hukuku, örf ve adetleri
kapsadığı gibi, insanın bir topluluğun üyesi olması
dolayısıyla kazandığı, diğer bütün kabiliyet ve
alışkanlıkları da içine alan bir bütündür.
Kültür, aynı birikim ve geleneği paylaşan insanların yeni
nesillere aktardıkları, öğrenilmiş bir grup davranışları
bütünüdür.
Maddi ve manevi kültür
Her toplumun kendine ait olan bu kültürel öğelerinin
yanında, bir de o kültürün maddi öğeleri de mevcuttur.
Kültürü maddi ve manevi diye ikiye ayırmak
mümkündür.
Maddi kültürün temelini, insanın tabiata karşı yaptığı
her şey oluşturur. Maddi kültür; teknik araç ve gereç,
makine, üretim araçları ve maddi yapılardır. Bir sanat
eserinde ve mimari tarzında bu kolaylıkla görülür.
Maddi üretim, kültürün yaratıcılığı ile ortaya çıkar.
Fiziki nitelik taşır. Maddi kültür unsurları sosyal
ihtiyaçlara cevap verir nitelikte olmalıdır.
Manevi kültür ise, inançlar, semboller, normlar
şeklinde tasnif edilir. Manevi kültür bir topluluğu
diğerlerinden ayırt edebilme imkânı verebilen örf ve
adetler, kollektif davranışlar, değer yargıları,ahlâk
anlayışı gibi faktörlerin bütünüdür.
Maddi kültür, manevi kültürün fiziki yansıması
olduğundan manevi kültüre göre daha çabuk
değişir.
Genel kültür, alt kültür
Kültürün yaygınlık derecesine göre, kültürü, genel ve
alt kültür olmak üzere iki gruba ayırmak mümkündür.
Genel kültür, her toplumun sahip olduğu ve sadece
kendine has olan özellikleri içerir. Belli bir toplumun
paylaştığı ve benimsediği değerleri, inançları, davranış
tarzları, yaptırım biçimleri, örf, adet, gelenek,
görenekleri o toplumun genel kültürünü oluşturur.
Toplumların genel kültürü, büyük bir sistem olarak
birçok alt kültürel sistemi bünyesinde barındırır. Alt
kültür, toplumun temel kültür unsurlarını paylaşan
fakat bunun dışında kendini diğer gruplardan ayıran
değer, norm ve yaşam biçimleri olan grupları kapsar.Alt
kültür, grup kültürünün, genel kültürden farklı olduğu
anlamına gelmektedir.
İdeal kültür, gerçek kültür
Toplumda, kültürel olarak belirlenen uyumsuzluk kriteri
dikkate alınarak yapılan ayırıma göre, kültürü, gerçek
ve ideal kültür olmak üzere iki gruba ayırabiliriz.
İdeal kültür, toplumun birlik ve beraberliğini sağlayan
norm ve değerlerin yalnızca kurallarda geçerli
olmasıdır.
Gerçek kültür, toplumu bir arada tutan norm ve
değerlerin pratikteki,günlük yaşamdaki uygulanışı ya da
bulunuş şeklidir.
İdeal ve gerçek kültür ayırımı, kültür içindeki bir
farklılığı ifade eder.
Postfigurativ, Cofigurative ve Prefigurative Kültür
Bu kültür ayırımı, öğrenme zamanına göre yapılmıştır.
Bu sınıflamaya göre üç çeşit kültür vardır:
- Postfigurativ kültür
Bu kültür biçimi, sonradan öğrenilen kültürdür. Yani
insanların atalarından öğrendiği kültürdür. Toplum
üyeleri bu kültürü genellikle yavaş yavaş öğrenir. Daha
çok ilkel toplumlarda geçerli olan bir kültürdür.
- Cofigurative Kültür
Cofigurative kültür, toplu yaşamda insanların birlikte
olmaları sonucu öğrenilen bir kültür biçimidir. Bu kültür
biçiminde temel nokta, yaşlıların yeni nesil için örnek
bir davranış modelleri oluşturmalarıdır.
- Prefigurative Kültür
Bu kültür, yaşlıların gençlerden öğrendiği kültür
biçimidir. Yaşlıların, gençlerin yarattığı kültürel
değerleri benimsemesi, yani, yeni ve eski kültürün
birleşmesidir.
Örgüt kültürü kavramı
Örgüt kültürü; tüm çalışanların davranışlarını ve
örgütün genel görüntüsünü şekillendiren, semboller
aracılığıyla öğrenilebilen ve öğretilebilen, paylaşılan,
kuşaktan kuşağa aktarılan, değişebilir nitelikteki
değer,düşünce ve normlar bütünüdür.
Farklı örgütlerin örgüt kültürleri arasında benzerlikler
ya da farklılıklar olabilir. Örgüt kültürleri arasındaki
benzerlikler, aynı toplum kültürünün birer parçaları
olmalarından; farklılıklar ise, kendisine ait anlayış,
amaçlar ve faaliyet yapısından kaynaklanır.
Örgütsel kültür, şu unsurlardan oluşur:
- Örgütün değerleri ve inançları. Değerler, iş görenlerin
iş ve eylemlerini nitelendirmeye, iyiyi ve kötüyü
değerlendirmeye ve yargılamaya yarayan ölçütlerin
kaynağıdır. Örgütün kuruluşu sırasında, kurucuların
bilinçli bir görüşü vardır. İlk yöneticiler de bu
değerlerin önemli yaratıcılarıdır. Başarılı olacakları
inancıyla, belirli ortak değerlere sahip kurucular ve ilk
yöneticiler işletmeyi kurmuştur. Değerler, çalışanlar
tarafından paylaşılan değerler olmalıdır. İşletme
açısından, çalışanların, bu değerlere bağlı olması çok
önemlidir.
- Örgütün tarihi. Her örgüt bir geçmişe sahiptir.
Bugünün sorunlarının kaynağı geçmişte aranır. Örgüt
kültürü, örgüt tarihinin ürünüdür.
- Örgütü anlatan hikâyeler ve efsaneler. Örgüt kültürü
açısından önem taşıyan ve genellikle örgütün geçmişine
yönelik olayların, abartılarak aktarılması sonucunda
ortaya çıkan kültür taşıyıcılarıdır. Hikâyeler ve
masallar, örgütün geçmişi ve bugünkü durumu arasında
köprü görevi görürler. Hikayeler ağızdan ağıza
dolaşırken, gerçeklikten uzaklaşacak şekilde değişikliğe
uğramışsa, artık efsane haline gelmiş demektir.
- Örgütün kültürel normları. Örgütsel kültür içinde
davranışı etkileyen, sosyal sistemi kurumsallaştıran ve
güçlendiren öğelerdir. İşgörenlerin örgüt içinde nasıl
davranacağını, nasıl ilişkide bulunacağını ve başkaları
ile nasıl iletişimde bulunacağını gösterir. İşgörenlerin
rolleri, normlarla değerlendirilir. Örgütün kültürel
normları bazen yasalar tarafından benimsenerek,
işgörenlerin örgüte karşı tutumlarını, sorumluluk
üstlenmelerini düzenleyen, yasal kural ve ölçütler
olarak ortaya çıkar. Örgütün kültürel normları, bir
işgörenden beklenen rolleri belirlediği gibi, işgörenin bu
rolleri yapmasını da onaylar. Ayrıca normlar, bir
işgörenden haksız yere istenecek rolleri de engeller.
Böylece normlar, işgörenin hangi rolleri oynayacağını
hangilerini oynamayacağını göstererek davranışı
yönlendirir.
Normlar, ödül ve ceza yöntemiyle korunurlar.
Ödüllendirme, normlara uygun hareket edilmesinin bir
sonucu olarak ortaya çıkarken, cezalandırma çoğu kez
norm dışı davranışın bir sonucu olarak ortaya çıkar.
Normlar, öğrenilebilir nitelik taşırlar ve zamanla
alışkanlık haline gelirler.
- Gelenekler, törenler, adetler. Törenler, örgüt
kültürünün bir kutlama aracıdır ve örgüt içindeki
kültürel değerleri pekiştirmeyi amaçlar. Örneğin ödül
törenleri, atanma ve emeklilik törenleri örgüt
kültürünün açığa çıktığı törenlerdir.
- Örgütün kahramanları. Örgütler kendi kahramanlarını
yaratırlar. Apple firmasının patronu Steve jobs gibi.
- Sosyal ve fiziki alan. Binaların mimarisi, iç dizaynı ve
konumu, büro alanının nasıl kullanıldığı, mobilyalar,
giyim kuralları..
- Maddi Nesneler. Örgüt kültürünü oluşturan maddi
nesnelerden en önemlisi görev cümlesi ve şirket
logolarıdır.
- Kullanılan dil. Örgüt içinde kullanılan dil örgütü
tanıtıcı ipuçları verir. Örgüt kültürünü şekillendiren
değer ve normların dil aracılığıyla ifade edilir ve iletilir.
- Semboller. Grup için özel ve farklı anlam taşıyan söz
biçimi ya da eylemler olabilir.Renk veya logo olabilir.
- Temel varsayımlar. Örgütte uygulanmakta olan
teoriler ve felsefelerdir. İnsan doğa ilişkileri gibi..
Örgüt kültürünün özellikleri
- Örgüt kültürü, örgütte çalışanların değer, norm ve
davranış sistemleriyle ilgilidir. Çalışanların
davranışlarını şekillendirerek, örgüt içindeki bireyler
arası ilişkileri etkiler.
- Uyum sağlayabilir ve değişebilir nitelik taşır.
- Sosyal nitelik taşır. Diğer bir ifadeyle, örgüt kültürü,
birden çok bireyin bir araya gelerek getirdiği bir
olgudur.
- Semboller ve sembolik hareketler aracılığıyla
öğrenilebilir, öğretilebilir ve gelecek nesillere
aktarılabilir.
- Zamanla oluşan bir kavram olması nedeniyle, geçmiş
zamana bağlı olarak belirlenmiştir.
- Bütüncül özellik taşır. Diğer deyişle, örgütün
bütününe yönelik olup, her kademede çalışan personele
ait duygu, düşünce, değer ve inançlar bütününü ifade
eder.
- Yapı, strateji ve sistem gibi teknik unsurlar ile
personel, yönetim tarzı ve yetenek gibi beşeri
unsurlar arasında bağlantıyı ve uyumlaştırmayı sağlar.
- Bireyler tarafından meydana getirilmiştir. Örgüt
üyelerinin düşünce, istek ve davranışları sonucu ortaya
çıkar.
- Her organizasyonun kültürü onu diğer
organizasyonlardan ayıran özgün kimliği ifade eder.
Kaynakça
- Akın Marşap; Yönetim Kontrol Sistemleri, KHO Basımı,
Ankara, 1995
- Alvin Toffler; Gelecek Korkusu – Şok., Altın Kitaplar,
İstanbul, 1981
- Burhan Aykaç; İnsan Kaynakları Yönetimi ve İnsan
Kaynaklarının Stratejik Planlaması, Nobel, Ankara, 1999.
- Burhan Aykaç; Yönetimin İyileştirilmesi ve Örgütsel Değişim,
Amme İdaresi Dergisi, Ankara, 1992.
- Cem Kozlu, Türkiye Mucizesi İçin Vizyon Arayışları ve Asya
Modelleri, İş Bankası Yayınları, İstanbul,1995
- Faruk Mutlusu; Yönetsel yapıların oluşumunu ve niteliğini
belirleyen etkenler, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, Cilt:3, Sayı:3, İzmir, 2001.
- Fuat Çelebioğlu, Davranış Açısından Örgütsel Değişim, İst.
Üniv. Yayını, İst.1981.
- Erol Eren; Yönetim ve Organizasyon, Beta yayın, İstanbul,
1998.
- Erol Eren; İşletme Örgütleri Açısından Yönetim Psikolojisi,
Meter Matbaası, İstanbul 1979,
- Fred Luthans, Organizational Behovior, Sixth ed. New York:
Mc Grow – Hill Book Company, 1992.
- Fritjof Capra. Le Temps du Changement, Science, Société et
Nouvelle Culture, Traduit et Adapté de l’Américain par Paul
Couturia, Editions du Rocher, Monaco, 1983
- George T. Harris. The Post-Capitalist Executive: An İnterview
With Peter F. Drucker, Harvard Business Review, USA, MayJune 1993
- Halil Can; Organizasyon ve Yönetim,6.Baskı,Siyasal Kitabevi,
Ankara, 2002.
İlhan Erdoğan. İşletme Yönetiminde Örgütsel Davranış,
İstanbul: İ. Ü. İşletme Fakültesi. 1999.
- İ. Barutçugil; Organizasyonlarda Duyguların Yönetimi, Kariyer
Yayıncılık. İstanbul, 2002.
- İlter Akat, Gönül Budak, Gülay Budak; “İşletme Yönetimi”,
Barış Yayınları, İzmir 2002
- Mehmet Sağlam; Örgütsel Değişme, TODAİE, Ankara,1979.
- Michel Bourbon; Méthodologie, Ensembles des Méthodes à
l’Usage des Responsables Opérationnels, Chotard et Associés
Editeurs, Paris, 1986
- Mullins Laurie; Management&Organizational Behaviour,
Prentice Hall, USA, 1999
- Mümin Ertürk; İşletmelerde Yönetim ve Organizasyon, Beta
Yayınevi, İstanbul, 1995.
- Nuri Tortop, Eyüp İspir ve Burhan Aykaç; Yönetim Bilimi,
Yargı yayınları, Ankara, 1993
- Ömer Bozkurt; Örgütsel Değişmenin Görünümleri Konusunda
Bir Not, Amme İdaresi Dergisi, Cilt 6,Sayı 4, Ankara, 1973,
- Ömer Peker; Yönetimi Geliştirmenin Sürekliliği, TODAİE,
Ankara,1995.
- Peter F. Drucker; Diriger Votre Entreprise Comme Un
Orchestre, L’Entreprise, No: 93, France, Juin 1993
- Peter Drucker; 21nci Yüzyıl İçin Yönetim Tartışmaları.
Epsilon, Çeviren;İ. Bahçıvangil , G. Gorbon, İstanbul, 1999.
- Peter F. Drucker; Gelecek İçin Yönetim Teorileri, T.İş
Bankası Yayını, Ankara, Çeviren; F. Üçcan, Ankara, 2000.
- Peter F. Drucker; Yeni Gerçekler. T.İş Bankası Yay., Çeviren;
B. Karanakçı, Ankara, 2000.
- Peter M. Senge. La Cinquième Discipline, Editions First,
Paris, 1991
- Pindur Wolfgang, Rogers Sandra E.; The history of
management: a global perspective, Journal of Management
History, Vol. 1 No. 1, England, 1995
- R. H Rosen. İnsan Yönetimi. Çev.: G. Bulut, Türkiye Metal
Sanayicileri Sendikası yay., İstanbul, 1988.
Tamer Koçel, İşletmeYöneticiliği, Beta Yayınları, İstanbul,
1998
- Toker Dereli; Organizasyonlarda Davranış, Ar yayın, İstanbul,
1981.
- William B Wolf; Decision processes as analysed by Chester I.
Barnard, Journal of Management History, Vol. 1 No. 4,
England, 1995
- Z. Sabuncuoğlu Ve M. Tüz. Örgütsel Psikoloji. Bursa: Ezgi
Kitabevi Yayınları. 1996
- Z. Sabuncuoğlu. İnsan Kaynakları Yönetimi, Bursa: Ezgi
Kitabevi Yayınları. 2000
Download