ORYANTALİZMİN 1001 YÜZÜ .doclab AZ SONRA SAYFALARI ÇEVİRİRKEN, BİRER BİRER GÖRECEKSİNİZ. KIBRIS’TA KAPILARINI AÇAN TASARIM HAFTASI, İSTANBUL’DA GERÇEKLEŞEN TRİENAL, ESKİŞEHİR’DE DÜZENLENEN “FEYZ”... YALNIZCA COĞRAFYALARI YA DA TARİHLERİ DEĞİL; ARKALARINDA DURAN GÜÇ, AĞIRLADIKLARI KİTLE VE TECRÜBELERİ İLE AYRIŞAN 3 AYRI ETKİNLİK. ELBETTE “TASARIMIN FARKLI DİSİPLİNLERİNİ BULUŞTURMAK, YARATICI POTANSİYELLERE PLATFORM OLUŞTURMAK” FALAN GİBİ OLMAZSA OLMAZ BİR ORTAK NOKTALARI VARDIR... AMA KONU -HİÇ DEĞİLSE ŞU ANDA- BU DEĞİL. DAHA FARKLI BİR MESELE VAR ONLARI BENİM GÖZÜMDE BULUŞTURAN, YÜZÜMÜ GÜLÜMSETEN: ÖĞRENCİLERİN, BU ETKİNLİKLERİN GERÇEKLEŞMESİNDE ÜSTLENDİKLERİ AKTİF ROL. KENDİ ÖĞRENCİLİK DÖNEMİMDEN UTANMAMI SAĞLAYACAK FARKINDALIKLARI, YARIN TÜRK TASARIMININ BAMBAŞKA BİR NOKTAYA ULAŞACAĞINI MÜJDELEYEN AZİMLERİ, HAYRANLIK UYANDIRAN MERAKLARI. PARLAYAN GÖZLERİ BANA, VAKTİ ZAMANINDA DÜZENLENİP DEVAMI GETİRİLEMEMİŞ ETKİNLİKLERİN, DESİGNERS’ ODYSSEY’LERİN, ADESİGN FAIR’LARIN BOŞA GİTMEDİĞİNİ; KAPANAN YAYINLARIN, AD’LERİN, ICON’LARIN ZİYAN OLMADIĞINI ANLATIYOR. RON ARAD’LARI, ZAHA HADİD’LERİ, ANDREA BRANZI’LERİ YALNIZCA KİTAPLARDA OKUYARAK YETİŞMİŞ BİR DÖNEMİN, O YILLARDA DÜŞLEYİP DE EKTİKLERİ BİÇİLMİŞ ADETA. DÜNYANIN EN ÜNLÜ İSİMLERİNİ ŞURACIKTA GÖRÜP, CANLI CANLI DİNLEDİKÇE BOYNUZLAR, AVRUPA’NIN DÖRT BİR YANINDA GEZDİKÇE FUARLARI... GEÇMİŞ KULAKLARI. YERELDE MODERNLER SERGİSİ BARLAR SOKAĞINDA DÜZENLENEN BİR TASARIM BULUŞMASININ AKABİNDE... ESKİŞEHİR’İN HER DEM MEDENİ SOKAKLARINA VEDA EDİP İSTANBUL’A DÖNERKEN... TASARIMIN ŞEREFİNE KALDIRDIĞIMIZ KADEHİN DE ETKİSİNDE... BUNU DÜŞÜNÜYORDUM ÖNCE GÜLE GÜLE, SONRA KARA KARA. YENİ BİR TASARIM JENERASYONU GELİYORDU, NE MUTLU, NE AÇIK. ÇATIŞMASIZLIĞIN TASARIMI AGA KHAN’IN KISA LİSTESİ GOOGLE’DAN PROJECT GLASS HAZİRAN 2013 AÇIK OLMAYAN KISMI, BU JENERASYONU NEYİN BEKLEDİĞİYDİ GALİBA. NELERİ DÜŞLEYEBİLECEKLERİ, HANGİLERİNİ DEĞİŞTİREBİLECEKLERİ, NE KADARINI TASARLAYABİLECEKLERİ... İÇİMİ ÇEKTİM İSTER İSTEMEZ. BELKİ DE...TÜM SORULARIMIN CEVABI AÇIKTI. SADECE... BUZLUYDU. BEN ONDAN GÖREMİYORDUM. KİM BİLİR? Umut Kart [email protected] KALE TASARIM MERKEZİ’NİN AYLIK TASARIM GAZETESİDİR, PARA İLE SATILMAZ. HAZİRAN/2013 Dr. Banu Pekol [email protected] Sovyet Mimari Mirasını Hatırlamak Kalebodur’un desteğiyle SALT Galata’da açılan ‘Yerelde Modernler’ sergisi, 15 ülkeden örneklerle SSCB’deki geç modern mimarlık mirasını irdeliyor. Sergi 11 Ağustos’a kadar açık kalacak. çekilmiş bir düğün fotoğrafı bu tür yapıların halkın kendi imajlarını nasıl etkilediğine dair ipuçları sunuyor. ‘Kaderin Cilvesi’ adlı 1976’da çekilmiş Sovyet romantik komedi filminin açılış jeneriğindeki animasyon, mimarların tasarımlarının politikacılar ve bürokrasinin baskısı ile nasıl değiştiğini anlatıyor. Animasyonda 1950’lerin sonunda başlayan baskı sonucunda yalnızca Sovyetler değil tüm dünya mimarlık tarihine referans veren üsluplardan arındırılmış, birbirinin tıpkısı ve monoton çok katlı toplu konutlarla doluyor. Moskova’da Khruschevki binalar olarak tanınan bu apartmanlar SSCB’nin tüm şehirlerinde görülebiliyor ve hatta kapı anahtarına kadar aynılar. 1920-30’ların Rus avangart mimarisi ise geçtiğimiz sene Londra’da Royal Academy’deki ‘Devrimi İnşa Etmek’ sergisinde sunulmuştu. SALT’taki sergide incelenen yapılardan 40 yıl kadar önce Moisei Ginsburg tarafından aynı ideolojik amaçlarla inşa edilen ve Stalin dönemindeki klasik tarza ters düşen Moskova’daki Narkomfin binası günümüzde bakımsız bir şekilde ayakta durmakta. Sosyalist ütopyanın hayata geçirilmiş bir örneği olan çatı teraslı, pilotiler üzerinde yükselen bu bina Sovyet modern mimarlığının hikayesinin en yaşlı bir tanıklarından. Stalin’in ölümü ve halefi Khrushchev’in Stalinist Sovyet realizmini yadsıması ile 1954’ten sonra mimaride modernizm akımı tekrar öne çıktı ve Sovyet mimarlar adapte edilmiş neoklasik yaklaşımlardan uzaklaşarak işlevsel yapılar tasarlamaya başladı. 1989’da doğu Avrupa’da demir perdenin yıkılmasına kadar bu yaklaşım devam etti. SALT Galata’da 11 Ağustos’a kadar açık kalacak ‘Yerelde Modernler’ sergisi, SSCB’deki geç modern mimarlık mirasını irdeliyor. Serginin sunduğu örnekler toplu konutların ötesinde, hem estetik hem de ideolojik kaygılar içeren mimari tasarımlar. Bir zamanlar SSCB’ni oluşturan 15 ülkeden derlenen örnekler arasında pazaryeri, spor tesisi, kültür binası, otobüs durakları, bilim merkezi, müze, televizyon kulesi, hükümet binası, politeknik enstitüsü, onkoloji merkezi ve bakanlık binası gibi farklı ölçek ve işlevlerden yapıların çizim, fotoğraf ve maketlerine rastlanabiliyor. Çoğunluğu yeterince keşfedilmemiş (Time dergisi kapağına çıkmış Tiflis Ulaştırma Bakanlığı binasını saymazsak) mimari başyapıtlarla dolu Sovyet coğrafyasından örnekler, dönemin genellikle özdeşleştirildiği tekdüze toplu konut algısını çarpıcı yapılarla kırıyor. Gerek Litvanya’daki Balneolojik Dinlenme Tesisi gerek Litvanya’daki Vilnius Düğün sarayı olsun, pek çok yapı günümüzdeki mimari yaratıcılığa ilham verecek kaliteye sahip. İdeoloji yalnızca manifesto veya söylev biçiminde değil aynı zamanda yapısal çevrede de var olabiliyor. SSCB, mimarinin dönüştürücü bir etkisi olduğuna inanıp sosyalist yaşam tarzını oluşturmak için komün hayatı destekleyen yapıların tasarlanmasını teşvik ettiler. ‘Yerelde Modernler’ sergisi, var olan bir toplumu konveyör bandı üzerindeymiş gibi mimari tasarımların içinden geçirerek modernize etme projelerine eleştirel bakarak yerel kimliği göz ardı etmeyen avangart yaklaşımları da içeriyor. Örneğin, geleneksel avlulu Özbek konutlarını toplu konuta uyarlama çalışmaları hem bölgesel özellikleri kaybetmemeyi hem de ulusun sağlık ve emek verimliliğini arttırmayı amaçlıyor. Sergideki bir fotoğrafta bir toplu konutun aynı cephesindeki onlarca balkonun farklı şekillerde kullanımı, mimarinin yalnızca malzeme ve boşluklardan değil, insanlar ve yaşam tarzlarından da etkilendiğini gösteriyor. Bu etkileşim aynı zamanda iki yönlü: Aşkabat’taki Karl Marx kütüphanesinin önünde duran, Vadim Kosmatschof’un eseri olan heykelin önünde Londra Metropolitan Üniversitesi ve Moskova Mimarlık Okulu’nun ortak projesi olan ‘Narkomfin: Bir Modern Öykü’, 2013 sonbaharında Londra’daki Cass Showcase Galerisi’nde açılacak. Narkomfin binasının günümüzdeki yaşamını binanın ilk açıldığı zamandaki fotoğrafları ve çizimleriyle birlikte sunarak değişimi irdeleyecek bu sergi, Moskova’daki 20.yy mimarisinin günümüzdeki sorunlarına da dikkat çekecek. Komün yaşamın bir prototipinin başarısızlığını örnekleyen yapı bugün yaratıcı endüstrilerde çalışan genç sanatçı ve profesyonellerin kiraladığı veya içinde yaşadığı bir mekan olmuş. Narkomfin’in mimarisi ve teşvik ettiği komün yaşam tarzına değer veren bu topluluk, yapıya taze kan getirmiş. Yakın tarihimizde özellikle Rusya’da 20.yy’a ait pek çok yapının toplu yıkıma kurban gittiği düşünülürse, SALT’ta önce ‘Modernin İcrası: Atatürk Kültür Merkezi’ ve sonra ‘Yerelde Modernler’ sergisi, bir sonraki mimari miras anlatımının Türkiye’deki modernizm ve stilize edilmiş geleneksel mimarlık üzerine hazırlanabileceği (modern mimari mirasın korunması üzerine çalışan DOCOMOMO-Türkiye ile birlikte) bir sergi hayaliyle iştah kabartıyor. Dilemesi bizden... 04 Eray Çaylı [email protected] Çatışmasızlığın Tasarımı Silahlı çatışma dönemlerinde merkezi rol üstlenen yapılar, kapanmaya yüz tuttuklarında, mimarlık ve tasarım dünyasının ilgisine mazhar olmaya başlıyorlar. Memlekette son günlerde yaşanmakta olan ve ‘çözüm süreci’ adıyla anılan gelişmelerin ilk somut sonucu TSK ve PKK arasındaki sıcak çatışmaların sonlanması oldu. Böylece, yıllardır silahlı unsurları ağırlayan yapıların bir kısmı da uzun süredir hizmet ettikleri işlevleri yitirmiş oldu. Örneğin, geçtiğimiz günlerde kamuoyuyla paylaşılan bir habere göre, Şırnak’ın Uludere ve Beytüşşebap ilçeleri arasındaki bölgede devlet tarafından görevlendirilen köy korucuları yaklaşık otuz yıldır kullandıkları nöbet kulelerini boşaltmaya başladılar. İki ila üç metre yüksekliğe ve iki metre genişliğe sahip, yerel taş kullanılarak yapılmış olan söz konusu kulelerin akıbetinin ne olacağıysa şimdilik meçhul. Dünyadaki örneklere bakılırsa, silahlı çatışma dönemlerinde merkezi rol üstlenmiş yapılar söz konusu dönemler kapanmaya yüz tuttuğunda bu kez mimarlık ve tasarım dünyasının ilgisine mazhar olmaya başlıyorlar. Benzer yapılara yönelen bu yaratıcı ilginin en az iki farklı şekilde vuku bulduğunu söylemek mümkün. Bunlardan ilki, askeri yapıların geride bırakılan dönem dâhilinde yüklendikleri işlev ve tanıklık ettikleriyle ilgili. Bu özellik, söz konusu yapıların birer mimari belge olarak incelenmesini gündeme getiriyor. Benzer yapıları yaratıcı disiplinler açısından önemli kılan ikinci özellikse, kapanan çatışma dönemiyle birlikte içerisinde yer aldıkları bağlamın değişmesi ve bu yeni bağlam dâhilinde oynayabilecekleri yeni rollerle ilgili. Korucu kuleleri bu nedenle de yeni tasarım önerilerinin konusu olmaya aday gözüküyor. Askeri amaçlar doğrultusunda inşa edilmiş yapıların tarihi oldukça eskilere uzansa da, nicelik ve nitelik bakımından Birinci Dünya Savaşı dönemine tarihlenenlerin bir dönüm noktasını teşkil ettiği söylenebilir. Zira silahlı çatışmanın mekânsal sınırlarının öngörülememeye başlaması bu döneme denk gelir. Nitekim ‘ilk endüstriyel savaş’ olarak da bilinen Birinci Dünya Savaşı, kışla ve askeri üs gibi alışılagelmiş örneklerin yanı sıra, sığınak, korugan ve gözetleme kulesi gibi çok çeşitli yapıların, seri üretim yöntemlerinden de faydalanılarak, geniş coğrafyalara yayılacak şekilde inşa edilmelerine sahne olur. Elbette savaşın ardından askeri gerilimin sona ermemesi ve çok geçmeden yeni bir dünya savaşının başlaması, söz konusu yapıların askeri işlevlerini bir süre daha korumalarına yol açar. Bu nedenledir ki, örneğin Birinci Dünya Savaşı sırasında Fransa’nın kuzey ve doğu sınırında inşa edilen ve Ligne Maginot (Majino Hattı) olarak bilinen sığınaklar, Paul Virilio’nun sonradan Bunker Archaeology (Sığınak Arkeolojisi) başlığıyla yayınlanacak araştırmasına ancak 1950’lerin sonuna gelindiğinde konu olabilecektir. Virilio, özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransa’nın Manş Denizi kıyısına inşa edilmiş sığınakları incelediği kitabının başlığından da anlaşılabileceği gibi, söz konusu yapıları adeta birer arkeolojik miras olarak ele alır. Fotoğraf ve nesir aracılığıyla belgelediği sığınaklar üzerinden çatışma dönemlerinin izini sürer. Ancak, söz konusu ‘miras’, Virilio için geçmiş kadar şimdiki zamanla da ilgilidir. Bu nedenledir ki, ‘geride kalmış bir döneme ait’ gibi görünen sığınakların, aslında içinde bulundukları coğrafyadaki güncel algı ve deneyimleri de şekillendirdiklerinden bahseder. bu yapılara ilgi duymaktan alıkoymuyor. Nükleer saldırı tehdidine karşı Arnavutluk’ta Enver Hoca döneminde inşa edilen koruganların, peyzaj mimarı ikili Gyler Mydyti ve Elian Stefa tarafından geliştirilen Concrete Mushrooms (Beton Mantarlar) projesi kapsamında turistik konaklama tesislerine dönüştürülmesi de bu ilgiye verilebilecek bir diğer örnek. Geçtiğimiz yüzyılın sonlarına doğru, Sığınak Arkeolojisi benzeri çalışmaların da yaptığı etkiyle, atıl durumdaki askeri yapıların yeniden değerlendirilmesini dert edinen projelerle karşılaşılmaya başlanır. Bu projeler, örneğin Ligne Maginot sığınaklarının şarap mahzeni, mantar çiftliği ve hatta konut olarak kullanıldığı senaryoları hayata geçirir. Farklı coğrafyalarda gerçekleştirilen benzer projeler günümüzde de sürmekte ve elbette birbirinden oldukça farklı tasarım önerileriyle sonuçlanmakta. Örneğin, Berlin ve Paris merkezli LIN Mimarlık’ın yakın geçmişte hayata geçirdiği Alveole 14 adlı proje, Nazi donanması tarafından Fransa’da inşa edilen Saint-Nazaire denizaltı sığınağını mümkün olabildiğince az müdahaleyle bir kültür merkezine dönüştürürken, Beyrutlu mimar Bernard Khoury, memleketinin merkezinde yer alan ve iç savaş sırasında katliamlara da tanıklık etmiş eski bir sığınağı B018 adlı süper lüks bir gece kulübüne dönüştürebiliyor. Beyrut örneğinde görüldüğü gibi, savaş dönemi yapılarının ‘nahoş’ geçmişi, turizm ve eğlence sektörünü Ancak, silahlı çatışma dönemi yapılarını mesele edinen yaratıcı işlerin belki de en kayda değer olanları, söz konusu yapıları aynı anda hem birer mimari belge hem de yeni birer tasarım imkânı olarak ele alanlar. Böylesi işlere verilebilecek en güncel örnek, mimar ve araştırmacı üçlü Eyal Weizman, Alessandro Petti ve Sandi Hilal’in Filistin’de yürütmekte oldukları Mimarlığı Sömürgesizleştirmek (Decolonizing Architecture) adlı misafir sanatçı programı. Üçlü, ağırladıkları sanatçı ve mimarlarla birlikte, İsrail işgali sonrası Filistin yönetimine terkedilen askeri üs ve benzeri yapıların yeniden değerlendirilebileceği tasarım senaryoları geliştiriyor. Bunu yaparken, söz konusu yapıları yalnızca birer ‘boş tuval’ olarak değil, çatışma dönemlerinde yaşanan hak ihlâlleri ve suçlara dikkat çekilebilecek bir mecra olarak da ele alıyorlar. Yaratıcı disiplinlerin korucu kuleleri benzeri yapılara ilgi gösterip göstermeyeceğini merakla bekler ve bu ilginin izleyeceği seyri gözlemlerken, meselenin bu çok boyutlu yapısını akılda tutmakta fayda olabilir. HAZİRAN/2013 Yasemin Şener [email protected] Aga Khan’da geri sayım 36 yılda toplam 100 projeyi onurlandıran, dünyanın en saygın ve en seçici mimarlık ödüllerinden biri olarak tanınan Aga Khan Mimarlık Ödülleri’nin 2013 yılı döngüsünün finale kalan kısa listesi açıklandı. Üç yılda bir verilen ve yaygın ödül endüstrisinden titizliği, araştırmacılığı ve seçiciliği ile ayrılan Aga Khan Mimarlık Ödülleri bu farklılıklarını daha anlaşılır kılabilmek için son iki döngüde iletişim çalışmalarına ağırlık verdi. Geçmiş yıllarda finalist olan projeleri gizli tutmayı tercih eden Aga Khan Mimarlık Ödülleri komitesi, 2011 döneminden bu yana daha dışa dönük bir tavır sergiliyor. Ödül komitesi 2013 döngüsünde aralarında Türk mimar Murat Tabanlıoğlu’nun da bulunduğu bağımsız jüri tarafından kısa listeye seçilen 20 finalist projeyi Lizbon’daki Palacio das Necessidades’te (Dış İşleri Bakanlığı) düzenlenen bir törenle tanıttı. Avusturya’dan Çin’e, Afganistan’dan Tayland’a 15 farklı ülkeden 20 finalist proje 2013 döngüsünde ödül alacak tüm projelere paylaştırılacak olan 1 milyon Dolar ödül için yarışacak. “Zamanımızın önemli mimarlarından oluşan Master Jüri bu sene çok ilginç seçimler yaptı. Finale kalan projeler arasında Afganistan ve Suriye’de okul yapıları, Sudan’da bir hastane, Bangkok’ta bir gökdelen ve Lübnan’da bir göçmen kampı gibi birbirinden çok farklı projeler bulunuyor”, diyen Aga Khan Mimarlık Ödülü Direktörü Farrokh Derakhshani, yaptığı konuşmada tüm bu yapıların ortak noktalarının “sundukları iyi yaşam kalitesi” olduğunu vurguladı. Aga Khan Mimarlık Ödülleri’ni diğer mimarlık ödüllerinden ayıran en önemli farklılıklardan biri yapılarda sadece mimari mükemmelliğin değil, aynı zamanda içindeki ve çevresindeki yaşam kalitesine sosyal, ekonomik ve sürdürülebilirlik kriterleri açısından bulunduğu katkıların da değerlendiriliyor olması. Yarışmanın önümüzdeki sürecinde finale kalan projeler mimar, kentsel plancı ve mühendislerden oluşan bir grup eksper tarafından detaylı bir teknik incelemeye ve raporlamaya tabi tutulacak. Eksperlerin hazırlayacakları raporlar Eylül ayında büyük jüri tarafından değerlendirilecek. Sonuçta finalist projelerden 5 veya 6 tanesi Eylül 2013’te Lizbon’da yapılacak görkemli bir törenle Aga Khan Mimarlık Ödülü’nün sahibi olacaklar. 1977’den bu yana her üç yılda bir kez verilen Aga Khan Mimarlık Ödülleri, dünyanın farklı coğrafyalarında yaşayan Müslüman toplumların ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılayan ve sosyal konutlar, toplumsal gelişim ve kalkınma projeleri, tarihi koruma projeleri, yeniden kullanım ve koruma projeleri, peyzaj tasarımı ve doğal hayatı koruma projeleri gibi farklı alanlarda mükemmelliği yansıtan mimarlık örneklerine takdim ediliyor. 2013 Aga Khan Mimarlık Ödülü Finalistleri 1. Maria Grazia Cutuli İlkokulu, Herat, Afganistan 2. Müslüman Mezarlığı, Altach, Avusturya. 3. Elsanatları Kağıt Müzesi, Gaoligong Mountain, Çin. 4. Nagaur Fort Rehabilitasyonu, Nagaur, Rajasthan, Hindistan. 5. Mbaru Niang Koruma Projesi, Wae Rebo Köyü, Flores Adası, Endonezya. 6. Apartman No.1, Mahallat, İran. 7. Tebriz Pazarı Rehabilitasyonu, Tesriz, İran. 8. Nahr el-Bared Göçmen Kampı, Tripoli, Lübnan. 9. II. Hassan Köprüsü, Rabat, Fas. 10. VI. Mohammed Futbol Akademisi, Salé, Fas. 11. Kutsal ve Kolektif Vahaların Korunması, Guelmim Region, Fas. 12. Birzeit Tarihsel Merkezini Canlandırma Projesi, Birzeit, Filistin. 13. Mapungubwe Tefsir Merkezi, Limpopo, Güney Afrika. 14. Umubano İlkokulu, Kigali, Ruanda. 15. Tsunami Sonrası Evleri, Kirinda, Sri Lanka 16. Salam Kalp Cerrahi Merkezi , Khartoum, Sudan. 17. Charles de Gaulle Fransız Lisesi, Damascus, Suriye. 18. Kantana Film ve Animasyon Enstitüsü, Nakhon Prathom, Tayland. 19. The Met Tower, Bangkok, Tayland. 20. Thula Restorasyonu, Thula, Yemen. Onur Mengi [email protected] PLASTİK MODA Parlak renkler, parlak yüzeyler, neonlar, kübik formlar, şeffaflık ve plastikler... 1960’lardan çıkagelen bu “tarzın” günümüz tasarımcıları tarafından yorumlanışına bir göz atmaya ne dersiniz? Bilindiği üzere Polivinil Klorür (PVC) plastik malzemenin gündelik yaşamdaki en yaygın kullanım alanı aslında inşaat sektörü. Bina dışında ve iç mekanlarda karşılaştığımız, sürekli etkileşim halinde olduğumuz, bu malzemeden üretilmiş veya bu malzemeyle kaplanmış bir çok ürün var; kablolar, pis su boruları, kapı pencere doğramaları, cephe ve çatı kaplamaları, sofra örtüleri, mutfak ve banyo mobilyası kaplamaları, hatta yiyecekleri sakladığımız streç filmler gibi saymakla bitmeyecek bir liste. Ancak PVC, son günlerde karşımıza hiç beklenmedik bir mecrada çıkıyor; moda tasarımı. Farklı renklerde, farklı boyutlarda, kimi zaman giysi ve aksesuar tasarımlarında, kimi zaman da çanta ve ayakkabı tasarımlarında bu aralar bu malzemeden kaçış yok. Çıkan tasarımlar, formları, renkleri ve görünür olmaları ile gözardı edilemeyecek, geleceği tarifleyen, çekici birer obje gibiler. PVC’ye baktığımızda, kolay kullanımı ve farklı formlara işlenebilirliği, sağlam ancak hafif olması, suya ve kimyasallara karşı direnç göstermesi, üretim sürecinde düşük enerji ile de işlenebilmesi, kaliteli sonuç ürünler çıkarabilmesi ve en önemlisi ise tasarımcıların ellerindeki ürünleri geliştirmelerine veya yeni ürün tasarımı yapmalarına imkan sağlaması bu malzemenin tercih edilmesindeki unsurlardan yalnızca birkaçı. Bu olumlu özelliklerinin yanı sıra, atıklarının bertaraf edilme süreçlerinde zehirli kimyasalların çevreye yayıldığına, bu kimyasalların su, hava ve besin zincirinde birikip ciddi çevresel sağlık sorunları yarattığına dair iddialar da var. Aslında bu malzeme, bulunduğundan bu yana giysi ve ürünlerde de kullanılıyor, evet. Ancak yalnızca yağmurluk, şemsiye yada bot detaylarında, özellikle yağmur suyu veya deniz suyundan korunmanın gerektiği alanlarda. Moda tasarımında ise, ilk olarak 1960’larda ve 1970’lerin ilk dönemlerindeki tasarımlarda PVC’nin uygulanması bir moda trendi olarak sunuluyor. Özellikle tasarım sektöründe, o dönem ürünlerinde fütüristik bir ifade yaratmak için tercih ediliyor. 1964 yılında Fransız tasarımcı André Courrèges, PVC ağırlıklı tasarladığı “uzay çağı” pantolon, bot, gözlük ve kübik formdaki kıyafetleri bir de neon renkler ve parlak tekstiller ile tamamlayarak, dönemin moda tasarım ve trend anlayışına damgasını vuruyor. André Courrèges tasarımlarında dönemin mimarlık anlayışından, teknolojik gelişmelerden, yeni tip kumaşlardan ve her ne kadar geç dönem olsa da tasarımdaki genel modernizm yaklaşımından etkilendiğini ifade ediyor. PVC, daha sonra televizyon dizilerindeki kıyafetlerde ve The Matrix ve Avengers gibi filmlerdeki kostüm tasarımlarında kullanılıyor. 1990’lara gelindiğinde genç tasarımcılar tarafından tekrar yorumlanan bu malzeme, ceket, etek ve pantolon gibi parçalarda bir gözüküp tekrar kayboluyor. Ta ki bugüne kadar. Bundan birkaç sene önce, Karl Lagerfeld Chanel için yine benzer malzemelerle bir el çantası tasarlasa da PVC çılgınlığı bugünün dinamiğine asla erişemiyor. Şimdilerde “retro-future” adı altında hem 1960’lara öykünen, hem de geleceği işaret eden bir tavırla farklı tasarımcılar tarafından sunuluyor PVC. Üstelik hedef kitlesinde yalnızca kadınlar yok. Kadınlara yaygın olarak çanta ve ayakkabılarda sunulurken, erkeklerin papyon, kemer ya da bileklik gibi aksesuar tasarımlarında görüyoruz. Oscar de la Renta, Jimmy Choo, Thierry Mugler, Roger Vivier, Vivienne Westwood ve Christian Louboutin’in ayakkabı tasarımlarında, Sonia Rykiel ve Marc Jacobs’un çanta tasarımlarında, Simone Rocha’nın eteklerinde, tasarımcı mimar Julian Hakes’in ürün tasarımlarında, Versace, Emporio Armani, Jean Paul Gaultier, Yves Saint Laurent, Pierre Cardin, Stella McCartney, Michael Kors gibi tasarımcıların bu seneki koleksiyonlarında PVC kaplı bir moda anlayışı hakim. Ayrıca, Bottega Veneta, Charlotte Olympia, Harvey Nichols ve Phillip Lim gibi lüks tüketim mağazalarının da vitrinleri bu malzemeden üretilmiş kıyafet, ürün ve aksesuarlar ile dolup taşıyor. Son dönemlerin en çok konuşulan tasarımlardan biri ise Christian Louboutin’in hem neon renklerden bir cümbüş ile tasarlanan, hem de yoğun PVC kullanılan Bis Un Bout modeli. Bunu, Burberry Prorsum serisinin Star Wars filmlerini anımsatan görüntüsüyle Neon Bolero ve Valentino’nun Cindirella ayakkabıları takip ediyor. PVC, modada bugünlerde sözüm ona “sade” tasarımlar ile karşımıza çıkıyor. Ancak bu sadelik, şeffaflık ve çarpıcı renkleri ile “işte burada” dedirten, daha görünür olan kıyafet, çanta ve ayakkabılar bağlamından kopan birer obje gibi duruyorlar. Modern dokunuşlarla biraz nostaljik de olsa oldukça fütüristik görünüyorlar. HAZİRAN/2013 Şanel Şan Sevinç [email protected] Noktalar Birleşiyor Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi tarafından düzenlenen Uluslararası Öğrenci Trienali, “Connecting the Dots // Noktaları Birleştirelim” başlığı altında bu yıl altıncı kez gerçekleşiyor. 1997 yılından beri geleneksel olarak Haziran ayının ilk haftasında yapılan Uluslararası Öğrenci Trienali, Dünyanın dört bir yanından sanat ve tasarım öğrencileri ve kurumlarını bir araya getiriyor. Öğrencilerin aktif olarak planlamadan organizasyona, tanıtım filmi hazırlanmasından kaynak yaratma calışmalarına kadar tüm süreçlerde yer aldıkları projede çok sayıda öğrenci workshop liderliği, proje geliştirme ve planlama, tanıtım gibi pek çok alanda aktif katılımcı olarak yer alıyor. MÜGSF Dekanı Prof. Dr. İnci Deniz Ilgın öğrencilerin programda aktif olarak yer almalarını: “ Bu yıl ögrencilerin organizasyondaki aktif varlıkları bir ilk. Burada amaç, Trienalin var oluş nedeni olan öğrencilerin, Trienalin planlanması ve organizasyonu süreçlerine aktif olarak dahil olmalarını saglamaktı. Bu bağlamda, iki öğrencimiz Yürütme Kurulunda görev üstlendi” diyor. 6. Trienalin önemli yeniliklerinden biri de bir haftalık etkinlik olmaktan çıkarak workshoplarla tüm yıla yayılmış olması. Bir kısmı online bir kısmı ise yerinde aktif katılımla ilerleyen kırk üç ulusal ve uluslararası workshop projesi başlamış ve devam ediyor. Süreç olarak bir akademik yıla yayılan etkinlik aynı zamanda lokasyon olarak da hayli genişlemiş ve Istanbul’a yayılmayı hedeflemiş. İstanbul’da sanat ve tasarımın takip edildiği önemli merkezlerde görünür kılmak amacıyla sergiler, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ana galeri ve katlarının yanı sıra Sultanahmet’te bulunan Marmara Üniversitesi Cumhuriyet Müzesi’nde ve Tophane’de bulunan Mixer’ Galeri’nin ev sahipliğinde gerçekleşiyor. Bunun yanı sıra, 4-5-6 Haziran 2013 tarihlerinde gerçekleşecek olan Sempozyum ve çeşitli zaman dilimlerine yayılan workshopların bir bölümü SALT Galata’nın ev sahipliğinde düzenlenirken; 4 Haziran 2013 tarihinde gerçekleşecek Kısa Film gösteriminin ev sahipliğini ise İstanbul Modern üstleniyor. Pera Müzesi ise 6 Ağustos-22 Eylül arasında gerçekleşecek olan workshop seçkilerinden oluşan sergiye ev sahipliği yapacak. Noktalar nasıl birleşiyor? “Connecting The Dots / Noktaları Birleştirelim” başlığı ile, sempozyum, günümüz sanat ve tasarım düşüncelerinin ve eğitiminin etkilenme alanları, kullandığı araçlar, yeni ve deneysel olanla ilişkisi gibi pek çok farklı soruyu içererek “Noktalar”ı bir araya getirip, yeni bağlamlar ve kavramlar ortaya koymayı hedefliyor. Eğitim odaklı Sempozyumun alt başlıklarını, Dün- Bugün-Yarın, Gelenek / Bellek, Ekoller, Yeni / Disiplinlerarası Yaklaşımlar, Çağdaş Kültür / Kültür Endüstrisi, Sürdürülebilirlik / Süreklilik, Teori / Pratik, Özgünlük / Özerklik, İdeoloji ve Politika, Pedagoji ve Sosyoloji, Kültür Kurumları olarak belirlenmiş. Kırk üç farklı workshop ile dev bir atölyeye dönüşecek Trienal Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Acıbadem Kampüsü ve Salt Galata ve online olarak gerçekleşek ve halihazırda bir kısmı sürmekte olan workshoplar, belli kontenjan sınırları çerçevesinde, tüm sanat ve tasarım öğrencilerine açık olacak. Şubat-Haziran 2013 tarihlerine yayılan workshoplar, Trienali’nin 3-7 Haziran 2013 tarihlerindeki açılış etkinlikleri sırasında tamamlanarak sona ermiş olacak. Workshop başlıkları arasında, “63 Yıl Sonra İstanbul: Margaret Bourke - White’ı Takip” bellek atölyesi, “Afet Sonrası Giysisi” tekstil atölyesi, “Bildiğin Gibi Değil” tasarım atölyesi, “Bridges Across the Bosphorus” sanat atölyesi, camaltı resim atölyesi, “Kamusal Alanı Paylaşmak: İstanbul’un Köpekleri” stencil atölyesi, “Şehir, Hız, Algı” harita atölyesi, “Mimariden Kağıda” kağıt kesim atölyesi, “Dünyayı Gezen Çantalar” çanta tasarım atölyesi, “T-Shirt Atölyesi-Arabesk” tişört tasarımı atölyesi, Çarpana Ile Band Dokuma Atölyesi, Belgesel Deneysel Sanatlar Atölyesi, Senaryo Atölyesi, Stop Motion Tipografi Atölyesi, Tekstil Anlatımlar Atölyesi, Yatlarda Yaşam, Mekan, Tasarım Atölyesi, Sanatçı Günlükleri Atölyesi, Karakter Tasarımı Atölyesi, Kendi Oyuncağını Yap Atölyesi, “Tempolis: Şehir, Hız, Algı” gibi çok farklı konu başlıkları, disiplinler, yöntemler bulunuyor. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, 6. Uluslararası Öğrenci Trienali programlarıyla ilgili ayrıntılı bilgi, http:// triennial.marmara.edu.tr adresinden edinilebilir. Gözde Severoğlu [email protected] GELECEK NESİLLER İÇİN… Geri dönüşüm bilincinin yaratılması ve insanların harekete geçmesini teşvik etmeye niyetli bir tasarım yarışmamız oldu. Anadolu Cam, bu yarışmanın devamlılığı için çalışmaya hazır! Geri dönüşüm bilincinin yaratılması ve bu konudaki farkındalığın artırılmasına yönelik çeşitli projelerini duyar olduğumuz Anadolu Cam, düzenlediği “Cam Şişe ve Sürdürülebilir Gelecek” konulu afiş yarışması ile yolunu üniversiteler ile kesiştirmeyi başardı. Türkiye genelinde 17 üniversitenin Güzel Sanatlar Fakülteleri’ndeki Grafik Tasarım ve Görsel İletişim Bölümü üçüncü ve dördüncü sınıf öğrencilerinin başvurduğu yarışmada, Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Gözde Öztürk birinci, Anadolu Üniversitesi’nden Emine Yıldırım ikinci olurken üçüncülüğü Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Sefa Pala ve Marmara Üniversitesi’nden Ayşe İri paylaştı. Anadolu Üniversitesi’nden Burcu Giden, Gizem Tuksal ve Eren Buzluk tasarladıkları afişler ile mansiyon ödülüne layık görüldü. Toplam 226 başvuru arasından seçilen 50 eser geçtiğimiz ay Rahmi Koç Müzesi’nde sergilendi. Yarışmanın jüri üyeleri arasında Grafik Sanatçısı Aydın Erkmen, Grafikerler Meslek Kuruluşu (GMK) eski başkanlarından tasarımcı Onur Bayiç, Alametifarika Reklam Ajansı Kreatif Direktörü Kenan Ünsal, Lowe İstanbul’un Yönetici Yaratıcı Direktörü Ali Batı, Endüstri Ürünleri Tasarımcısı Oya Akman ve Anadolu Cam Gıda Sektörü Satış ve Pazarlama Müdürü Erdal Seyhan yer aldı. Yarışmanın birincisi tasarladığı afiş ile camın sürdürülebilirliğini vurgularken gelecek nesiller için camın devamlılığına dikkat çekmeyi başarıyor. Camın üretim yöntemini, grafik anlatım dili ile eşleştirmeyi seçen tasarımcı, afişi gören bir çok kişiye kavramsal referanslarını kolaylıkla anlatıyor. Yarışmanın ikincilik ödülüne layık görülen %100 Dönüşür ile tasarımcı, camın ölümsüzlüğüne ve sonsuzluğuna vurgu yapıyor. Tasarımcı, camın bizlere tertemiz, yepyeni bir ambalaj olarak geri dönebileceğini hatırlatıyor. Üçüncülüğü paylaşan reenkarnasyon ile tasarımcı camın doğada %100’ü ile dönüşebilen tek malzeme olduğunu hatırlatıyor. Ödül alan diğer afişte ise kırılmış bir şişeden referansla camın dönüşümünün çevreye ve insana sağlayacağı fayda alışılagelmiş bir cümle ile ifade ediliyor. Yarışmada mansiyon alan afişlerde camın sonsuz bir döngüye sahip olduğu ve %100 geri dönüştürülebileceği hatırlatılıyor. Endüstri – üniversite iş birliğinin yarattığı sinerjinin sektöre, son tüketiciye ve tasarımcıya fayda olarak geri dönmesi, yarışmanın öncelikleri arasında. Sürdürülebilirlik ve geri dönüşüm konularında farkındalığı artırmak için iletişime yönelik yapılacak çalışmalar arasında bu, Anadolu Cam için sadece bir başlangıç noktası. Herkesin sorumluluk sahibi bir yaklaşımı benimseyerek, günlük davranışlarına dahil edebilmesi, sürdürülebilirliği ve dolayısıyla sağlıklı bir geleceğe nasıl katkı sağlayabileceğini hatırlatması isteniyor. Bu durum, geri dönüşüm bilincinin yaratılması, güçlendirilmesi, dolayısıyla ham madde ve enerji tasarrufuna katkıda bulunulması konusunda mikro ölçekte bir adım olarak yorumlanabilir. Anadolu Cam, bir sonraki senenin konusunu belirlemek için hazırlıklarına başladı. Son tüketiciye ulaşılan reklam ve pazarlama araçlarında kullanılmak üzere camın sürdürülebilirliğine vurgu yapan bu ödüllü afişler, markanın somut sonuçlar elde etmesinde etkili birer araç. Bilinçlenen tüketicinin, ayrıştırdığı camını bırakabileceği bir geri dönüşüm konteynırı da hali hazırda sokaklarda yerlerini alıverirse hepimiz için ne motive edici olur! HAZİRAN/2013 Banu Çavuşoğlu [email protected] Kıbrıs’ta Tasarım Haftası Mimarlık ve tasarım eğitiminde ‘Program Dışı Etkinlikler’e çok boyutlu bir örnek olarak tanımlanan Doğu Akdeniz Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Uluslararası Tasarım Haftası üçüncü kez kapılarını açtı. Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Mimarlık Fakültesi, bugün global olarak ivme kazanan tasarım ve ilişik tüm yaratıcı alanların tamamını kapsayacak, sürekliliği olan bir etkinlik düzenleme amacı ile DAÜ Tasarım Kulübü ile birlikte, 2011 yılından beri “Uluslararası Tasarım Haftası” etkinliğini kurgulayıp uygulamaya koyuyor. Tasarımı bir kültür öğesi olarak ele almayı, farklı yönleriyle sorgulamayı, yeniden düşünmeyi ve düşündürmeyi hedefleyerek, bu alana DAÜ Mimarlık Fakültesi’nin özgün bakış açısıyla yaklaşmak istenilen etkinliklerde, öğrenciler, öğretim görevlileri, tasarımcılar, sanatçılar ve DAÜ Mimarlık Fakültesi’nin çağdaş öğrenme modeline ilgi duyanlar için ‘tasarım’a odaklanılması hedefleniyor. Tasarım atölyeleri, konferanslar, seminerler, sergiler, söyleşiler, ve halka açık forumlardan oluşan DAÜ Uluslararası Tasarım Haftası, çağdaş tasarım gündemlerini takip eden öğrenciler, tasarımcılar ile tasarımın yaşamsal önemine ilgi duyan herkesin katılabileceği programları ve ziyaretleri içeren küresel bir etkinlik olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Bu bağlamda tasarımı üst başlık olarak değerlendirip farklı disiplinleri bir araya getirmeyi amaçlayan Hafta, yaşadığımız çağın temel sorunlarına ayna tutarak, çözümlerinin tasarımla mümkün olacağı gerçeğinden hareketle konseptler belirliyor. Amaçladıkları arasında, başlıca global olarak tasarım gündemleriyle paralellikler kurmak, ülkenin tasarım alanında geldiği noktayı ulusal ve uluslararası platformlara tanıtmak, tasarım yoluyla işbirlikleri kurmak, kurulan işbirliklerini geliştirmek ya da yeni işbirlikleri oluışturmak, tasarım alanında çalışmalar yapan öğrencilerin, akademisyenlerin, sektör çalışanlarının kendilerini ve işlerini tanıttıkları bir platform oluşturmak var. Tüm katılımcıları, Kıbrıs’ın zengin tarihi, kültürel ve sosyal yapısı ile ilişkilendirmek, diğer bir deyişle, ülkemizin sahip olduğu zengin kültür mirasını tasarım yoluyla paylaşmak da işin diğer boyutu. 2011’de tasarımda her anlamda çeşitliliğin önemine vurgu yapan “Rengarenk” teması ile gerçekleşen etkinlik, Japon mimar/tasarımcı Kengo Kuma’nın da bulunduğu yerli-yabancı birçok davetli sanatçı ve tasarımcının katkılarıyla anlamlı sonuçlara ulaşmıştı. 2012’de, “Deneysel Tasarım/Tasarımda Deneysellik temasıyla gerçekleştirilen etkinlikte amaç, tasarımın aslında doğasında bulunan ‘deneyerek yaratma süreci’ne vurgu yapmak, farklı deneyimlemeler aracılığı ile tasarımın öğrenim sürecine katkısına vurgu yapmak oldu. Nisan ayının sonunda, Doğu Akdeniz Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde 3. Kez gerçekleşen etkinlik, tasarımın çeşitli disiplinlerinden profesyoneller, sanatçılar, akademisyen ve tasarım öğrencilerini bir araya getiren etkinlikler dizisinin bütünü olarak kurgulandı. Uluslararası bir platformda disiplinlerarası üretim ve paylaşımı teşvik etmeyi amaçlayan, sanat, tasarım ve mimarlık öğrencilerinin oluşturduğu disiplinlerarası atölyeler, seminer, sunum, ve sergi etkinliklerinden oluşan üç günlük bir programda yürütüldü. Bu bağlamda, bu seneki etkinliğin kavramsal çerçevesi ‘Oyun’ olarak belirlendi ve “Oyunun adı tasarımdır, haydi oynayalım!” dendi. Tasarım Haftası, kısa adıyla IntDW-EMU, oyun ve tasarım ilişkisi üzerine Londra’da çalışmalarını sürdüren ‘Oyun Eksperi ve Füturist’ Yeşim Kunter, Zaha Hadid Architects firmasının müttefik mimarlarından Tariq Khayyat’ın yanı sıra, İTÜ, İKÜ, TOBB gibi üniversite öğretim elemanlarının da katılımıyla gerçekleşti. Etkinlik içeriğinde TASAR’ın gerçekleştirdiği Konteyner Tasarımı atölye ve yarışmasıyla HERA-C’nin Cem Kara ile düzenlediği Photomarathon yarışması da yer aldı. Etkinlik kapsamında Payam Mahasti’nin yürüttüğü ‘Spagetti Strüktürler’, Tarık Örgen ve Özge Cordan’ın yürüttüğü ‘Egg-Drop’, Orkan Güzelci-Ali Kemal Terlemez-Kadir Uyanık’ın yürüttüğü ‘Emergence’, Angelbert Ngatti’nin yürüttüğü ‘Geleneeksel Kamerun Evi Yapımı’, Müge Bozdayı-Hakan SağlamGözen Aktaş-Nur Ayalp-FatihKarakayaBarış Yakın’ın yürüttüğü ‘Kelime Kelime bir Tasarım Oyunu’, Seyit Ermiyagil’in yürüttüğü ‘Uçurtma’, Hare Eminoğlu’nun yürüttüğü ‘Oyun Masası’, ve Yeşim Kunter’in yürüttüğü ‘Oyun Tasarımı’ gibi atölyeler düzenlendi. İKÜ’den Prof.Dr.Zafer Ertürk ve ekibinin yarışma projelerinden oluşan büyük bir sergileri de görülebilecekler arasındaydı. Başlangıcından beri koordinatörlüğünü DAÜ Mimarlık Fakültesi Dekan Yardımcısı Banu Tevfikler Çavuşoğlu’nun üstlendiği DAÜ Uluslararası Tasarım Haftası etkinliğinin değişmez felsefesi, geleceğin tasarımcılarını en iyi şekilde hazırlamak. Bilgi üretiminin bu kadar hızlandığı günümüz dünyasında değişen tasarım öğrenme yöntemlerinin takibi önem kazanıyor. Atölye çalışmaları ve çeşitli bilgi paylaşım yöntemleri gibi ardışık egzersizlerle sürekli üretim ve üretimden öğrenmenin esas alındığı bir sürecin önerildiği öğretim modelleri tasarım okullarında öğrencilerle birlikte paylaşılan sürekli deney ile öğrenme sürecini ve bulgularının izlenebileceği bir etkinlikler dizisi diye bakınca gerçekleşen IntDW-EMU kapsamındaki birçok sürecin ürünleri, bu anlamda değerli ve olumlu etkileri rahatlıkla görülebilir. Gözde Severoğlu [email protected] İSTANBUL’UN ARANANLARI WantedDesign Uluslararası Tasarım Fuarı kapsamında 18-20 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşen ‘‘Design: Istanbul - New York’’ sergisi kültürlerarası etkileşim için köprü olmaya niyetlendi. öğretim görevlisi olarak üniversitelere destek veren Ali Bakova, tasarladığı ‘‘Extra Wine Set’’ ile sergide yer aldı. Bir şişe ve bir bardaktan oluşan bu eksiksiz şarap takımı, üç farklı renkte üretiliyor. Fizik ve matematiğe olan ilgisini tasarım ile somut bir şekilde kesiştirmeye odaklanan tasarımcı Umut Demirel, ayna ve mıknatısı birleştirdiği ‘‘Attractive’’ isimli ürünü ile sergide yer alan yedi tasarımcıdan biri olmayı başardı. Tasarımcı Tamer Nakışçı, set halinde dizildiklerinde birbirinden farklı şekil ve motifler yaratan bir masa takımının parçaları olan ‘‘Relax’’ tabakları ile sergide yer aldı. Tasarımcı ve dokumacının ortak düşüncelerinin dönüştürüldüğü bir sembol sistemi olarak süreci kaydeden, Koray Özgen tasarımı, ‘‘Tulûat’’ kilim fuar kapsamında sergilenen ürünler arasındaydı. Üretimi tasarımcı tarafından başlatılan kilim, dokumacı tarafından tamamlanıyor. Muzz Design’ın kurucuları tasarımcı ikili Erin Türkoğlu ve Melodi Bozkurt, her bir parçası ayrı ayrı uyumlu masa üstü koleksiyonu ‘‘Novela Vessels’’ ile seçkinin arasındaydı. Can Yalman’ın Türk çay takımına çağdaş bir yorum getirdiği ‘‘Tearend’’ çay bardağı seti de, serginin bir parçası olup kültürel alışkanlıkların aktarılmasında önemli bir referans olmuşa benziyor. 2011 yılında Fransız küratörler Claire Pijoulat ve Odile Hainaut tarafından başlatılan WantedDesign Uluslararası Tasarım Fuarı, yaratıcı enstalasyonlar, öğrenci atölye çalışmaları, söyleşiler ve daha fazlası ile tasarım dünyası için yaratıcı bir adres olmaya devam ediyor. Terminal Stores Binası’nda gerçekleşen ‘‘Design: Istanbul-New York’’ sergisi kapsamında Türkiye’den yedi ürün sergilendi. The American Turkish Society (Amerikan Türk Cemiyeti – ATS) ev sahipliğinde, Turkish Cultural Foundation (Türk Kültür Vakfı)’nın ana sponsorluğunda gerçekleşen sergi, Armaggan Sanat ve Tasarım Galerisi, Kültür ve Turizm Bakanlığı, New York merkezli Sara Bengur Interiors ve DADA Goldberg halkla ilişkiler şirketi tarafından desteklendi. Kültürlerarası diyalog ve anlaşmanın teşvik edilmesi konusunda bir rol üstlenen Amerikan Türk Cemiyeti, bu sergi aracılığıyla Türkiye’nin özgün tasarım ürünlerinin New York’ta tanıtılması konusunda çalıştı. Uluslararası bilinirliğe katkı sağlaması hedeflenen sergiye seçilmek üzere başvuruda bulunan otuzdan fazla ürün, tasarım dünyasında aktif roller üstlenen isimler tarafından değerlendirildi. Gaye Çevikel, Defne Koz, Ali Tayar, Ayşe Birsel Seck ve Ferda Kolatan’dan oluşan jüri, başvuruları yaratıcılık, ticari uygulama ve genel tasarım üstünlüğü gibi kriterleri göz önünde bulundurarak değerlendirdi. Mobilya, masaüstü ürünleri, ev ürünleri, aydınlatma armatürleri ve halıdan oluşan başvurular arasından yedi ürün belirlendi. Ürünler arasındaki tek aydınlatma Pleat Box, 2008 yılında Berlin’de kurulan çok disiplinli bir tasarım ofisi olma yolunda ilerleyen Mashallah imzası taşıyor. Ekip üyeleri Moda Tasarımcısı Hande Akçaylı ve Endüstriyel Tasarımcı Murat Koçyiğit tasarımı seramik aydınlatma, ekip için sanat ve teknolojinin birlikteliğinden doğan şiirselliğin ta kendisi. Tasarım danışmanlığı yapan ve yarı zamanlı International Contemporary Furniture Fair (ICFF) ile aynı zamanda gerçekleşen sergi, Gaia&Gino markasının yaratıcısı, serginin jüri üyelerinden Gaye Çevikel, tasarım ve stil editörü Melissa Feldman ile tasarım girişimciliği konulu bir oturum gerçekleştirdi. Etkinliğin son gününde ise Brooklyn merkezli kokteyl uzmanlarının yer aldığı The Guinea Pig Group ve mutfak sanatçısı şef Dilara Erbay ayrı ayrı birer gösteri gerçekleştirdi. Serginin üst başlığına bakıp değerlendirince, gönlümüz önümüzdeki senelerde başvuru yapan bütün ürünlerin sergilenmesini istiyor. Sergi alanının boyutu, sponsorluk bütçesi ve daha bir çok başlık gönülden geçenin akla ve mantığa uyması konusunda soru işaretleri doğursa da kültürlerarası etkileşim için yedi ürünün yetersizliği görmezden gelinemiyor. HAZİRAN/2013 Gözde Severoğlu [email protected] Mini’den yaratıcı seferberlik MINI, Countryman kadar yüksek, Cabrio kadar atik yeni modeli Paceman için, tasarım dünyasını seferber etti. Sonuçlar, İstanbul’un farklı semtlerinde sergilendi. 2013 yılı şehre inen küçük otomobillerin yılı. Şehir içine uygunluğunun yanında yeni nesil kullanıcılar tarafından kurumsal kimliklerinin bir parçası kabul edilen, elektronik cihazlara, kıyafetlere bir gömlek üstten dahil olan otomobiller odak noktası olmaya devam ediyor. Birçok markanın bu tanımlı hedef kitleye yönelik yeni yıl ile beraber pazara sunduğu modelleri merakla beklendi, incelendi ve deneme sürüşü yapıldı. İlkleri sunmayı başaran, son yıllarda Countryman modeli ile hedef kitlesini değiştirmiş gibi görünen MINI, pazara sunduğu küçük segmentin ilk spor aktivite Coupé›si Paceman’i, geçtiğimiz ay İstanbul sokaklarında gezmeye çıkardı. Bu yeni model, Countryman kadar yüksek, Cabrio kadar zıpır bir haldeydi. Ancak konumuz yeni ürün değil; bu ürün için başlatılan “tasarım hareketi.” Marka yeni üyesi bu aracı tanıtmak için hedef kitlesi nesilden tasarımcılar ile kol kola girip birlikte yol almayı seçti. Tasarımcılardan ilki moda tasarımcısı Özlem Kaya. Tasarladığı modele bir isim vermeyi tercih etmeyen tasarımcı, insanları kısıtlamak istemediğini belirtiyor. Tasarım sürecinde MINI’nin yeni tasarım dilinden referanslar aldığını vurguluyor. Ona teknik açıdan bakıp strüktürel yapısını görmeye çalıştığını söylüyor. Sportif özelliği ve hızlı oluşunun yanında bir form olarak başarıyor. Galata Kuledibi’nde sergilenen tasarım, farklı kitlelerden insanların dikkatini çekmeyi başarmışa benziyor. MINI’yi yaşayarak kullanan iç mimar Nihat Sinan Erül, onu bir “aşk” olarak tanımlıyor. MINI Paceman’in alışılmışı yıkan tek kapısını, Countryman ile ortak noktaları varken aynı zamanda hızından bir şey kaybetmeden yol alışını sevdiğini belirtiyor. Markanın ergonomiye odaklanışını önemsiyor. İstanbul gibi trafiği yoğun bir şehirde, kullandığınız aracın içinin rahatlığına dikkat çekiyor. Müzik sisteminden, oturduğunuz koltuğa, kahve koyduğunuz yerden rengi değişen ışıklarına, ifade ettiği her detay onun MINI’ye olan bağlılığını gözler önüne seriyor. Nihat Sinan Erül’ün tasarımı, Bağdat Caddesi’nde izleyiciler ile buluştu. değerlendirdirdiğinde MINI Paceman için ilk görüşte ‘‘erkeksi’’ diyebiliyor. Ekipteki diğer moda tasarımcısı Ece Gözen, son koleksiyonundan yola çıkarak MINI’nin tasarım yaklaşımı ile kendi tasarım kimliğini ortak noktada buluşturuyor. Gözen için ‘‘sportif, şık ve güçlü’’ terimleri ile marka ile kesişmelerini oluşturuyor. İki tasarımcının birlikte tasarladıkları öneri Nişantaşı’nda Abdi İpekçi Caddesi’nde sergilendi. Tasarım hareketine destek veren mimar Emre Kuzlu, MINI Paceman’in hızlı akan gündelik yaşamımıza uyumlanabilecek bir otomobil olduğunu düşünüyor. MINI ailesinin klasikleşen tasarım dilini, teknolojiye ayak uydurarak güncelleme halini, mimarlığın döngüsel gelişimine eş görüyor. Mimar, tasarımın özgün ruhunu yakalamayı cezbedici bulduğunu belirtiyor. Tasarım dili ve anlayışını beğendiği bir ürün için tasarım yapmayı, heyecan verici bulan Emre Kuzlu, tasarımında ortaya koyduğu provokatif yaklaşım ile markanın şaşırtan ve kışkırtıcı kimliğini deteklemeyi ‘‘Tasarım, Asfalt için’’ mottosu ile kurgulanan MINI Paceman’in enerjik ve keyif veren özelliklerine tanık olduğumuz, özel aktivitelerine katıldığımız, deneme sürüşü yaptığımız Mayıs ayının ardından, bu eğlenceli yeni modelin sokaklarda çoğalması an meselesi! Istanbul dışında Ankara ve Antalya’daki galerilerde gerçekleşen etkinlikler marka tutkusunun tüm ülkeye yayılması için atılmış bir kaç adımdan biri. Bu yeni şehirliye gözümüzün çok kısa sürede alışacağı kesin. HAZİRAN/2013 13 Umut Kart [email protected] “Hayalimizin gerçek olduğunu görmek çok sevindirici!” 2009 yılında kurulan Kale Tasarım Merkezi’nin projesi Tasarım Gazetesi’ne Kale Grubu’nun bakış açısı nedir? Böylesine büyük bir grup için tasarımın yeri ne olabilir? Tasarım yaklaşımı, sürdürülen faaliyetleri nasıl yönlendirir? Tasarım Gazetesi’nin Radikal Gazetesi ile birlikte dağıtılmasının sebepleri nelerdir? Sorularımızı Kale Grubu Başkanı ve CEO’su Zeynep Bodur Okyay ile Tasarım ve İnovasyondan Sorumlu Başkan Yardımcısı Sertaç Ersayın yanıtladı. başarılar, tasarım alanında, şirket içinde yaratılan değerin birer kanıtıdır. - Bu vizyonu şirketinize nasıl yansıtıp, nasıl bir yapılanmaya gittiniz? - Kale Grubu’nun Tasarım Gazetesi gibi bir yayını çıkarmasındaki amaç ve hayaliniz neydi? Bildiğiniz gibi Kale Grubu öncü markaları ile, santaralistanbul ana sponsoru ve de aynı zamanda Kale Tasarım Merkezi’nin kurucusudur. 2009 yılında Kale Tasarım Merkezi’miz bünyesinde ilk defa Tasarım Gazetesi’ni çıkarmaya başladığımızda Türkiye’de tasarım gündemi ve gelişmelerine haber gözlüğü ile ışık tutacak ve en önemlisi de arşivleyerek, belgeleyecek bir yayına ihtiyaç çok büyüktü. Bunun yanı sıra, Türkiye’de tasarım alanı oyuncularının kendini ifade edebileceği bir mecra yaratmak ve kendisi de bir tasarım projesi olan Tasarım Gazetesi’ni herkesin katkısı ile çıkarmak, bu alanda kurduğumuz başlıca hayaller arasındaydı. Bu alandaki gayelerimizden en büyüğü de, projenin sürdürülebilir kılınmasıydı. Tasarımın tüm disiplinlerine açık yapısı ile, dört senedir kesintisiz olarak sürdürdüğümüz yayınımız ile bugün, bu hayalimizin gerçek olduğunu görmek gerçekten çok sevindirici. - Tasarımın Kale Grubu içindeki yeri nedir? Tasarım, Kale Grubu içindeki faydasını ve yerini her zaman muhafaza etmektedir. Geçmiş ve geleneğimizden gelen; sektörlerde öncü olma misyonumuz ile, yenilikçi ürünler ve sistemler sunma becerimizi modern tasarım ve geliştirme araçları ile birleştirerek, grubumuz içinde yapı ürünlerinden, kimyasallarına, savunma sanayinden havacılık alanına kadar birçok farklı sektörde hizmet vermekteyiz. Tasarım ve inovasyon odaklı yatırım stratejilerimizin bir parçası olarak planlayarak hayata geçirdiğimiz ve İtalya’nın en prestijli seramik markalarından olan Edilcoughi ve Edilgres markalarını da bünyemize kattığımız son adımımız ile birlikte, bu gibi özgün markaları Türk kullanıcıları ile buluşturmaktan mutluluk duyuyoruz. Gerek Turquality gerekse diğer destek programlarının da önem ve desteğine inanarak, yurtiçindeki liderliğimizi dünyaya taşıma konusundaki çalışmalarımız büyük bir ivmeyle devam etmektedir. Tasarımı, kurumsal yönetimin bir parçası olarak görerek, yalnızca bu sene, tasarım alanında 8 uluslararası ödülü daha bünyemize kazandırmış olduk. Büyük ölçekli firmalar kategorisinde aldığımız “Design Management Europe” Onur Ödülü, Nordic ve Beyaz Saray koleksiyonlarının her biri ile aldığımız “IF Product Design” ve Stone&More doğaltaş koleksiyonu ile aldığımız Duvar Kaplamaları Kategorisi EDIDA 1.Ödülü gibi Sektördeki liderliğimizi Türkiye ekonomisinin en köklü gruplarından biri olarak yıllardır başarıyla koruyoruz. Bu liderliği uluslararası arenaya taşımak için de 2011 yılında, kurumsal kimlikten, marka mimarisine, organizasyon yapısına, müşteri ilişkileri ve insan kaynakları yaklaşımından teşhir mantığına kadar bir dizi iyileştirmeler yaparak, markalarımızın, satış kanallarımız, profesyonel ve bireysel tüketicilerimiz tarafından doğru algılanmasının sağlanması için bu vizyonu koruyarak, kurumsal kimliğimizi yeniledik. Yapı Ürünleri Grubumuzda; Çanakkale Seramik, Kalebodur ve Kalekim markalarımızın dışında, tüm ürünlerimizi Kale markası altında toplayarak güç birliği yapmaya karar verdik. Tamamen, tüketici ihtiyacı ve gereksinimlerinden hareket ile gerçekleştirdiğimiz bu bakış açısı ile tasarım ve inovasyon kavramları bir arada olmak üzere, Tasarım ve İnovasyon Grubu’nu tek merkez altında toplayarak bütünsel tasarım yönetimi yapılanmasına gittik. - Kale Grubu’nun sosyal sorumluluk faaliyetleri içinde tasarım ve mimarlığın önemi büyük sanırım... Grubumuz için tasarım, mimarlık ve inovasyon kavramlarının önemi gerek kurumsal açıdan gerekse sektörümüz açısından büyük önem taşıyor. Yapı Ürünleri Grubu’muzun en çok işbirliği içinde olduğu gruplardan biri de mimari. Bu alandaki gelişmelere katkı sağlamak amacıyla, özellikle mimari ürün gruplarımızın yer aldığı Kalebodur markamız ile yarım asrı aşan yaşıyla Türk mimarisinin yanında olup, toplumu ve mimarlığı ilgilendiren değerlere sahip çıkma misyonu ile projeler üretiyor. Örneğin; Türkiye’nin ilk mimarlık dijital arşivi olan Arkiv’in on yıldır sponsoru olan markamız, Dünya Mimarlık Kongresi’ne İstanbul’da ana sponsor olarak ev sahipliği yapmış, İstanbul Serbest Mimarlar Derneği, Türk Serbest Mimarlar Derneği ve İzmir Serbest Mimarlar Derneği’nin uzun soluklu sponsorluğu üstlenmiştir. Mimarlar Odası İstanbul Şubesi ile Geniş Açı isimli konferanslar dizisi gerçekleştirirken, Kalebodur’la Mimarlar Konuşuyor projesi ile gündeme değen mimari konuları tartışma platformları yaratmaktadır. Açık Radyo ile Açık Mimarlık programını üretirken, dijital mecrada mimarların Türkiye gündemine girmesi amacı ile Kalebodur’la Mimarlık ismi ile Dipnot Tablet içinde mimarı sayfaları hazırlamaktadır. Modern mimarlığın babası olarak anılan Le Corbusier’nin projelerinden oluşan bir seçkiyi santralistanbul’da sergilerken, ertesi yıl ülkemizin en bilinen mimari projelerinden Hayati Tabanlıoğlu’nun Atatürk Kültür Merkezi’ni mercek altına alarak Salt Galata’da sergilenmesine öncülük etti. Sertaç Ersayın’a Yöneltilen Sorular: - Tasarım Gazetesi’nin bundan sonraki hedefleri arasında neler var? Tasarım Gazetesi, tasarımcılar, tasarım eğitimi alan öğrenciler, meslek profesyonelleri, akademisyenler ve tasarım konusunda farkındalığı yüksek olan toplumun her katmanından herkesin dikkatini çekmeyi başardı. İlk sayısından itibaren 4 yıldır devam eden yayını ve bugüne kadar yazılarını bizlerle paylaşan 200’ü aşkın yazar ile bugünlere kadar geldi. Kale Grubu olarak bu desteğin arkasında olmak, ülkemiz yaratıcı üretim endüstrisi paydaşları arasında bir iletişim platformu sağlıyor olmanın çok önemli olduğuna inanıyoruz. Bu çerçevede ulusal olarak aylık yayınlanan gazetemizi sürekli görünür kılmak, dijital platformlarda da ulaşılabilir kılmak çok önemli. Tasarım konusunda ülkemizde artan farkındalık salt, İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerimizle sınırlı değil. Artık ülkemizin dört bir yanında bu konuya ilgi duyuluyor. Hatta ülkemizin bu alandaki gelişim yönünü anlamak, kültürünü öğrenmek isteyenler de gazetemize ulaşmaya çalışıyor. Sorunuzun cevabı, özetle tüm bu kaygıları daha geniş kitlelere duyurabilmek. - Uzun bir zaman sonra Tasarım Gazetesi yeniden Radikal Gazetesi ile birlikte dağıtılmaya başlandı. Bu seçimin arkasındaki sebepler nelerdi? Tasarım Gazetesi ve Radikal arasındaki işbirliğinin her iki tarafa güçlü bir sinerji katacağına inanıyorum. Uzun süre önce bu işbirliğinin temellerini atmıştık. Şimdi daha da güçlü ve rüştünü ispat etmiş bir Tasarım Gazetesi olarak, daha geniş kitlelere Radikal ile beraber ulaşıyoruz. Radikal Gazetesi’nin hedef kitlesi, ülke çapında yaygınlığı, dijital platformlar üzerinden ülkemizin en çok izlenen birkaç gazetesinden birisi olması, Tasarım Gazetesi’nin de amaçları ile çok örtüşüyordu. Bu sayı ile beraber artık Tasarım Gazetesi’nin android ve i-pad versiyonlarını hem Radikal Gazetesi hem de KTM mecralarında düzenli olarak izleyebiliyorsunuz. Bu çok ama çok önemli bir gelişme. - Kale Grubu’nda Tasarım ve İnovasyon’dan sorumlu başkan yardımcısı olarak görev yapıyorsunuz. Bu, Türk sanayinde tasarım ve inovasyona bakış açısının değiştiğine dair önemli bir ipucu aslında, bunun önemini nasıl buluyorsunuz? Bu çok önemli bir gelişme. Kale Grubu’nun DNA’sında grubun kurucusu Sayın İbrahim Bodur’dan gelen bir inovasyon kültürü ve bulunduğu her sektörde öncü olma amacı var. Üretim, satış ve pazarlama alanlarında yetkinliğini ve büyüklüğünü ispatlamış olan grubumuz, Tasarım ve İnovasyon’u bir çatı altında değerlendirerek, Tasarım & İnovasyon alanında da ülkemizin öncü kuruluşları içinde olduğunu göstermiştir. Ulusal sanayimiz için önemli olan bu değişim, artık katma değerin salt, üretim, satış ve pazarlama taktikleri ile kazanılmadığını gösteren önemli bir değişimi de ortaya koymaktadır. - Tasarım Gazetesi, Kale Tasarım Merkezi’nin bir yayını. Merkezin gelecek planlarından bahseder misiniz? Kale Tasarım Merkezi bünyesinde, tasarım farkındalığı yaratmak ve tasarım kültürünün gelişmesine katkı sağlamak amacıyla sürdürdüğümüz projeler ivmelenerek devam edecek. Bu doğrultuda, Türkiye’nin tasarım gelişmelerini de bir nevi arşiv olarak belgeleyen Tasarım Gazetesi’nin sürdürülebilir olması, bizim için önemli olduğu kadar tasarım paydaşları için de önemli bir yere sahip. Bununla birlikte, gerek tasarım öğrencileri, gerekse tasarım profesyonelleri hedefli gerçekleştirdiğimiz sergi, atölye ve proje çalışmalarına devam etmenin yanı sıra, 2014 senesi içerisinde, merkezin ses getirecek büyük projelere de imza atacağını söyleyebiliriz. Sanem Odabaşı [email protected] Google’ın gözlükleri etik mi? Google’ın geçtiğimiz seneden beri beklenen Project Glass gözlükleri Mayıs ayında “özel” olarak seçilen 1000 kişi ile buluştu. Gözlükler, pek çok tartışmanın yanı sıra adab-ı muaşeret listesiyle birlikte gündeme düştü. bulundu. Yazının başlangıcı bu tasarım ve teknoloji ürününün ne kadar soluk kesici olduğuyla ilgili. Bütün yenilikleri oldukça ilginç ve heyecan verici bulan yazıda şöyle bir cümle geçiyor: “Herkesin iğrenç akıllı telefonlarda elleriyle yapmaya çalıştıklarını konuşarak yapacaksınız.” Önümüzdeki dönem, akıllı telefonları iğrenç, geri ve çağdışı bulmakla mı geçer bilemiyoruz henüz. Fakat Kevin Sintumuang ilk 1000 kullanıcı adayına adab-ı muaşeret kurallarına değinerek birkaç uyarıda bulunuyor: - Kafanızın üzerinde bir kamera taşıdığınızı hiçbir zaman unutmayın. Video ya da fotoğraf kaydedicisinin açık olduğunu gösteren bir kırmızı ışık koyulmaması Google’ın hatası, bu durumu kullanmanız ise sizin hatanız olmasın. - Sesli komutları her an her yerde kullanmayın, özellikle uzun mail yazacağınız zaman. - Halka açık yerlerde telefon görüşmelerinizi yapmamaya özen gösterin. - Biraz ara verin, önünüzde biri sizinle konuşurken gözlükleri çıkarın. - İnsanların denemek için gözlüğü takmasına izin verin. Gözlüklerin yaygınlaşması ve kabul görmesi için bunu lütfen yapın. Geçtiğimiz yıldan bu yana Google’ın X laboratuarında geliştirilen Project Glass gözlükleri Mayıs ayında önceden belirlenen 1000 adet tüketiciyle buluştu. Teknoloji liderlerinin, mühendislerin ve tasarımcıların bir devrim niteliğinde gördükleri bu ürünü 2012 yılının Eylül ayında New York Moda Haftası’nda Diane von Furstenberg defilesinde görmüş ve belleğimize kazımıştık. Bir kısmımız ise çoktan benimsemişti bile. Peki Google Glass nedir, nerde kullanılır? Dışarıdan bakıldığında bize çok tanıdık gelen bir ürün var elimizde, bir gözlük. Ama Google bu ürüne tasarım detayları ve teknolojik yenilikler dahil ederek, bize farklı bir gözlük sunuyor.Gözlük yapı bakımından geleneksel bir form taşımakla beraber, gözlüğe ait küçük kameranın daha önce benzeri yapılmış değil. Bu anlamda ileride kamera teknolojilerinde bir yenilik yapılması mümkün. Gözlükteki denge unsuru ise Google tarafından çözüme ulaşmış ve gözlüğün sağ tarafındaki kameranın ağırlığı sol kulağın taşıdığı kısma verilmiş. Gözlükler aslında tam anlamıyla giyilebilir teknoloji örneği. Giyilebilir teknolojiler de herhangi bir giyilebilen ürünün -aksesuarlar da dahil olmak üzere- bilgisayar ve elektronik teknolojilerle donatılması demek. Google Glass da kullanıcılara bu gözlükler aracılığıyla teknolojinin, internetin, bilginin ve paylaşımın kapılarını açıyor. Bluetooth, Wi-Fi, GPS, hoparlörler, kamera, mikrofon, Android işletim sistemi... Google Glass bütün bunlara sahip. Bu özelliklere istediğiniz her yerde, bulunduğunuz her ortamda ulaşabiliyorsunuz. Dijital ekranlar sayesinde görüntülü sohbet yapabiliyor, fotoğraf çekebiliyor, Facebook, Twitter gibi sitelerde anında paylaşımda bulunabiliyorsunuz. Ve bu gözlüğün en önemli özelliklerinden biri de bunları konuşarak yapıyor olmanız. “Tamam Glass fotoğraf çek” diyorsunuz ve gördüğünüz şey her ne ise, Google Glass sizin için fotoğrafını çekiyor. Bu komutları ister fotoğraf çekmek için kullanın, isterseniz karşınızda duran Big Ben saat kulesinin uzunluğunu öğrenmek için verin. Şu an için gözlüklerin yıl sonunda piyasaya sürülüp sürülmeyeceği belli değil. Eğer satışı planlanırsa, 1500$ gibi bir fiyata bu gözlükleri edinmek mümkün. Google’ın neden böyle bir proje yaptığı hakkında farklı görüşler mevcut. Bazı kesimlerce teknoloji alanında ne kadar üstün olduklarını göstermek için olsa da Google resmi açıklamada kullanıcıların dünyayı daha iyi keşfetmelerinde ve paylaşımda bulunmalarına kolaylık sağlamak için olduğunu belirtti. Bu noktada Google Glass için en çok konuşulan ve tartışılan şey ise bu gözlüklerin gizlilik ihlali yapıp yapmadıkları. Gördüğümüz her kareyi çekme hakkına sahip olmak bu tasarım ürününün ahlaki boyutlarını da kurcalıyor. Kullanıcılar dışındaki insanların, gözlüğe ait kameranın açık olup olmadığını anlamalarına imkan yok; iyice yaklaşıp parlayan minik ekranı göremediğiniz müddetçe. Kaldı ki kullanıcı sizin görüntülerinizi kaydetmiyor da olabilir, belki sadece maillerine bakıyor veya film izliyordur. Bu işin sadece bir yüzü. Gözlükler herhangi bir PIN kodu veya kişiye özel şifresi olmamasından ötürü aynı zamanda hack’lenebilme riski de taşımakta. Wall Street Journal yazarlarından Kevin Sintumuang 3 Mayıs 2013 tarihli yazısında, Google Glass ile ilgili doğru kullanım şekillerinden bahseden açıklamalarda Bütüne bakıldığında, proje oldukça heyecan verici. Fakat gizlilik politikası adına birçok eksiği olan bir tasarım ürünü. Bunun için medya aracılığıyla kullanıcılara bir çağrıda veya uyarıda bulunmak gerekliyse eğer, düşünülmesi gereken konular var demektir. Bunun haricinde, Google Glass Instagram uygulamalarına başladı bile. Glassagram adı verilen uygulama, 5 çeşit filtre seçeneği sunarak fotoğrafları aynen Instagram’da olduğu gibi paylaşmanıza olanak veriyor. Uygulamalar hızla artacak ve yeni birçok olanak da Google Glass’a dahil edilecektir muhakkak. Fakat bu teknolojinin akıbetini kullanıcılar belirleyecek. Bu 1000 adet kullanıcı etik kurallara uyarak gelecek kullanıcılara örnek olur mu veya salt bu kullanıcılara güvenerek gözlüklerin satışı yıl sonunda sunulur mu? Zaman gösterecek. HAZİRAN/2013 Dilay Yalçın [email protected] .doc:LAB bu kez çok iddialı! 15 Temmuz - 16 Ağustos tarihleri arasında ikincisi düzenlenen .doc:LAB projesi, Türkiye’den ve dünyadan tasarım, sanat ve mimarlık öğrencilerini, teknoloji ve tasarımla ilgili herkesi İstanbul’a davet ediyor. Okullar kapanıyor ama İstanbul’da tasarım eğitimi paydos etmiyor. Bu yıl 15 Temmuz - 16 Ağustos tarihleri arasında, Sabancı Üniversitesi, Ars Electronica ve dDf ortaklığında ikincisi düzenlenen .doc:LAB projesi, Türkiye’den ve dünyadan tasarım, sanat ve mimarlık öğrencilerini, teknoloji ve tasarımla ilgili herkesi İstanbul’a davet ediyor. Üstelik dersler Sabancı Üniversitesi tarafından ECTS (Avrupa Kredi Transfer Sistemi) ile kredilendiriliyor. Yani öğrencilerin bu derslerden alacakları krediler, Avrupa’da ve Türkiye’deki hemen hemen bütün üniversitelerde geçerli. Beş haftaya yayılan programda toplam dokuz ders açılacak .doc:LAB II’nin her bir dersi üç ECTS kredisi değerinde. Beş günde tamamlanan dersler toplam 40 saate yayılıyor. Programın en önemli özelliği, UDK (Berlin), Gamelab (Köln), UCLA (Los Angeles), Rutgers (New Jersey) gibi tasarım ve teknoloji alanında öncü okul ve kuruluşlarda çalışan akademik ve profesyonel kişileri biraraya getirmesi. .doc:LAB’in halihazırda varolan tasarım eğitim programlarına eklemlenmesinin, her gün değişen teknolojiye bağlı olarak çok büyük bir hızla değiştiği gözlenen bu alanlara ilişkin müfredatlara güncel boyut bir kazandıracağı şüphesiz. Alanlarında ileri seviye araştırma ve üretim yapan öğretim görevlilerinin önerdiği konularda şekillenen müfredatta ön plana çıkan konu başlıkları veri görselleştirme, bilgisayar görüntü algısı ve oyun teknolojileri. Bahsi geçen dersler ve öğretim görevlileri ise şöyle: Otomasyon Estetiği Otomatize sistemlerin tasarım sürecine ve estetiğine katkısını incleyen dersin eğitmeni E Roon Kang, MIT’nin SENSEable City Laboratuvarının araştırmacılarından, TED’in akademik üyesi. Mobil ve Fiziksel Etkileşim Tasarımında Dokunulabilir Geleceğe Dair Vizyonlar prototipler tasarlamak, yaratmak. Böylelikle, hareketi kullanarak nesneler ve aramızdaki iletişimi deneyimlemenin yollarını araştırmak. Her öğrencinin, kendi kişisel projesi olarak, yakın bir gelecekte sanal dünya ile fiziksel ortamda nasıl etkileşeceğimizi araştıran bir gelecek vizyonu üzerinde çalışarak projesini geliştireceği dersin eğitmeni UDK Berlin’den Fabian Hemmert. VVVV ve Kinect ile Yaratıcı Kodlama Kentsel Deneyim Haritalandırılması Katılımcıların, kent gezilerinde, GPS araçları ile topladıkları kendi gözlemlerine dayalı verileri görselleştirerek, kendi kişisel İstanbul haritalarını oluşturmalarının beklendiği dersin hazırlanmasında, J.J. King’in sembolik olarak ilişkili şeylerin yakınlık ağına oturtulmasıyla fiziksel mesafe azalmaktadır fikrinden yola çıkılmış. Dersin eğitmeni ABD’de Rutgers Üniversitesi Tasarım Bölümü’nde ders veren Atıf Akın. Konuş Benimle - Hareketten Duygulara Köln Uluslararası Tasarım Okulu’nda sayısal kodlar ve insan makina etkileşimi üzerine çalışmakta olan Andreas Muxel’in verdiği dersin amacı küçük, minyatür ve basit Berlin Teknik Yüksekokulunda ders vermekte olan Sebastian Neitsch İstanbul’da vereceği dersi şöyle anlatıyor: “Microsoft Kinect derinlik alıglayıcılarının gerçek zamanlı VVVV ortamında nasıl işlevsellik kazandığını işleyeceğiz. Bunun için kameranın ürettiği video görüntülerine nasıl erişeceğimizi, bu videolarda insan figürleri olup olmadığını anlamak için görüntüleri nasıl kullanacağımızı deneyimleme fırsatı bulacağız.” Herkes için Sayısal Performans Berlin’deki Ernst Busch Üniversitesi’nde ders vermekte olan Friedrich Kirschner dersin içeriğini şöyle anlatıyor: “Süt ve yemek kapları, çoraplar gibi gündelik eşyalar, Lego ve diğer oyuncak figürlerle kendi sayısal performans ve canlandırmalarımızı nasıl yaratacağımızı öğreneceğiz. Açık kaynak yazılımı olan Moviesandbox ve Microsoft Kinect algılayıcılarla ve gündelik nesnelerle kendi üretim sürecimizi tasarlayacağız.” 3D Video Eşleme Bu disiplinlerarası ders, günümüz mimari ve dijital medya yakınlaşması üzerine. Işığın ve ilüzyonun mimarı mekanı nasıl harekete geçirdiğini ve neredeyse bir arayüze dönüştüğünü ifade eden dersin hocası çalışmaları Ars Electronica festivalinden, Santa Fe’deki Outdoor Vision festivaline kadar birçok yerde gösterilen haşen çalışmalarına UCLA’de devam etmekte olan Refik Anadol. Parametrik Tasarım ve Sayısal Üretim Oslo Mimarlık ve Tasarım Okulu’nda Etkileşim Tasarımı dersleri vermekte olan Marius Watz’ın dersi katılımcılara gittikçe iç içe geçen parametrik tasarım ve sayısal üretim alanlarını tanıtacak ve bu yakınsamanın fiziksel nesneler ve hatta mimari hakkındaki düşüncelerimizi nasıl değiştirdiğini inceleyecek. Oyun Prototiplemesi için Fotografik Teknikler Ödüllü oyun TRAUMA’nın yaratıcısı Krystian Majewski’nin dersinde katılımcılar bir haftalık bağımsız hızlı bir oyun prototiplemesi ve içerik geliştirmesi için fotografik tekniklerden yararlanacak. Detaylı bilgi için web sitesi: http://dotdoclab.org/ Esra Bici Nasır [email protected] Toplumsal Cinsiyet Bu sene 9-10 Mayıs tarihlerinde Yaşar Üniversitesi’nde gerçekleşen 5T toplantısının teması Toplumsal Cinsiyet oldu. Türkiye Tasarım Tarihi Topluluğu, daha önceki yıllara kıyasla bir adım daha ileri giderek, ulusal sorunları küresel bağlamda ele aldı. Yaşar Üniversitesi’nde 9-10 Mayıs 2013 tarihlerinde 5T (Türkiye Tasarım Tarihi Topluluğu Toplantıları) kapsamında “Tasarımda Toplumsal Cinsiyet” temalı uluslararası bir konferans düzenlendi. Yaşar Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Tevfik Balcıoğlu ve yine Yaşar Üniversitesi Mimarlık Bölümü Başkanı Prof.Dr. Gülsüm Baydar tarafından düzenlenen konferansın Düzenleme Kurulunda ayrıca Özyeğin Üniversitesi’nden Prof.Dr. Alpay Er, Kültür Üniversitesi’nden Prof. Dr. Neslihan Dostoğlu, Kadir Has Üniversitesi’nden Prof. Dr. Zuhal Ulusoy ve ODTÜ’den Prof. Dr. Gülay Hasdoğan yer aldı. Önceki ismi 4T Türkiye Tasarım Tarihi Topluluğu (4T) olan 5T Konferansları 2006 yılındaki ilk konferansından bu yana Türk tasarımına ilişkin çeşitli konuları mercek altına aldı. Bu sene, Türkiye Tasarım Tarihi Topluluğu (4T) bir adım daha ileri giderek ulusal sorunları (Türkçe ve İngilizce olarak) küresel bir bağlamda ele almayı başardı. Konferansın çağrısı, tasarım disiplinlerinin kurucu öğelerinin çoğu kez kendilerine içkin olan toplumsal cinsiyet olguları sorgulanmaksızın kurgulanmasını, oysa ki bu öğelerin tasarımcıların kimliğinden tasarım nesnesine, mesleki temsiliyet sistemlerinden kullanıcıların algılarına kadar tasarım alanını oluşturan hemen her katmanda çoğu zaman belirleyici, kimi zaman da dönüştürücü roller üstlenmesine odaklandı. Bu anlamda birikimleri olan akademisyenleri bir araya getirmiş olan konferans farklı alt temalar ekseninde gerçekleşen oturumlarıyla toplumsal cinsiyet olgusunu tasarım disiplinlerinin kurgusuna içkin görerek bu disiplinlerin var olan sınırlarını da sorguladı. Kadın/erkek ikiliğine indirgenemeyen toplumsal cinsiyet tartışmaları, dişillik ve erillik kavramlarının farklı özne ve nesnelerle eklemleniş biçimlerini, bu alanlarda kurulan iktidar biçimlerini ve ilişkilerini tartışmaya açıyor. Konferansta, tasarım olgusunun bu karmaşık ilişkiler ağının içinde aldığı yer tartışılarak, farklı tasarım alanlarının toplumsal cinsiyet olgusunun farklı boyutlarıyla nasıl eklemlendiği sorgulandı ve böylelikle tasarım disiplinlerinin kurucu öğelerini de yeniden gündeme getirdi. Konferansın çağrısından gündeme gelen belli başlı temalar tasarımın özneleri, tasarımın nesneleri, tasarım praksisi ve temsiliyet soru(n)ları oldu. Tasarımın özneleri başlığı altında tasarımcı kimliğinin toplumsal cinsiyet bağlamında kurgulanması, tasarımcıların toplumsal cinsiyet kodları içinde üstlendikleri roller ve kullanıcıların toplumsal cinsiyet kimlikleriyle tasarım alanında yer alış biçimleri; tasarımın nesneleri başlığı altında tasarım nesnelerinin toplumsal cinsiyet açısından kodlanış biçimleri, tasarım nesnelerinin kullanım biçimlerinde toplumsal cinsiyet kodlarının belirleyiciliği ve tasarım nesnelerinin toplumsal cinsiyet açısından farklı bağlamlarda değişebilen anlamları; tasarım praksisi başlığı altında mesleki tasarım pratiğinde toplumsal cinsiyet ilişkileri ve tasarım eğitiminde toplumsal cinsiyet sorunları ele alınırken, temsiliyet soru(n)ları kapsamında tasarım söylemlerinin toplumsal cinsiyet açısından çözümlenmesi, görsel temsiliyetlerde toplumsal cinsiyet olgusu (film, reklam vs.) ve çağdaş temsiliyet biçimlerinde (bilgisayar temelli temsiliyetler) toplumsal cinsiyetin rolü ele alındı. Bu temalar çerçevesinde bildiri kabul eden konferansın Şebnem Yücel tarafından oturum başkanlığı yapılan birinci oturumunun başlığı Cinsiyet Performansı idi. Kadın ve materyal kültürün ilişkisini irdeleyen ikinci oturum Zeynep Tuna Ultav’ın oturum başkanlığında gerçekleşti. Mine Ovacık Dörtbaş’ın başkanlığını yaptığı oturum ise cinsiyetin temsili üzerine odaklanıyordu. Davetli konuşmacı KU Leuven Mimarlık, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Başkanı Hilde Heynen’ın ‘Gender and Design; Discourses and Challenges’ başlıklı konuşması da oldukça ilgi çekiciydi. HAZİRAN/2013 Emine Merdim Yılmaz [email protected] Tasarım Dünyasına Mimar Dokunuşu Tasarım haftaları öncesi mimarlara tasarım yaptırmak adettendir. Mimar da bina tasarımı konusundaki hünerlerini, kendi çizgisinden ödün vermeden ölçek farkıyla ürün üzerinde göstermeye çalışır. Dünyaca ünlü mimarların en güncel işlerine göz atmaya ne dersiniz? Studio Hollandalı mimarlık ofisi UNStudio’nun, İsveçli Offecct için tasarladığı mobilya serisinin ismi Studio ismini taşıyor. Serideki, Studio Easy Chair, sağ ya da solda dayanma kolu bulunan bir sandalye. Studio Twin Beam ise arasında ufak bir masası bulunan, birleştirilip çoğaltılabilen çoklu bir oturma ünitesi. Teso İngiliz Foster + Partners da bu furyadan geri kalmayanlardan. Molteni için tasarladığı kahve sehpasının ismi Teso. Molteni için ikinci kez tasarım yapan Foster + Partners, bu sefer metal ve çeliği bir araya getirmeyi tercih etmiş. Sehpanın strüktürünü burgulu metal-mesh ve üzerindeki cam oluşturuyor. Pure Pure, Fransız mimar Jean Nouvel tarafından İtalyan ayakkabı markası Ruco Line için tasarlanmış. Nouvel, ayakkabılarda en yalın formu kullandığını söylüyor. Ortaya çıkan ürün başarılı-başarısız tartışılır am bu düşünceyi tasarıma yansıtmayı başarmış. Ayakkabılarda malzeme olarak deri ve plastik kullanılsa da tek parça olarak algılanıyor. Yıldız isim Zaha Hadid Mimar ve firma iş birliklerinin yıldızı her zaman Zaha Hadid. Sene içerisinde birden fazla tasarımı ile göz doldurur ve yaptığı tasarımlar kendi özgün çizgisinden örnekler taşır. Bunlardan birkaç tanesine göz atalım. Zaha Hadid’in İtalyan mobilya firması Poltrona Frau’na tasarladığı oditoryum koltuk serisinin ismi Array. Tek kollu olarak tasarlanan koltukların oturma alanları, kullanılmadığı zaman diyagonal olarak katlanıyor. Böylelikle alışılagelmiş koltuk formlarından farklı bir ürün ortaya çıkıyor. Ünlü mimarın İtalyan Sawaya & Moroni için tasarladığı sandalyenin ismi ise Kuki. Geçtiğimiz sene de iş birliğine giden ikili bu sene rengi ile mor rengi ile öne çıkan bir tasarım ortaya çıkarmışlar. Kuki, boşluklu yuvarlak plastiğin katlanması ile oluşturulmuş. Yuvarlağın katlanan kısımlarından birisi düzleştirilerek yere sağlam basmasını sağlarken, merkezi alanında bir oturma yeri ayrılmış. Hadid’in Cassina için tasarladığı koltuk serisinin ismi Zephyr. Seri, organik ve akıcı formu ile dikkat çekiyor. Ortaya çıkan tasarım, bir taş ya da kaya parçasının yıllar boyu rüzgar ya da suyun etkisiyle şekil almasını andırıyor. Koltuklar tek kullanılabildiği gibi, birden fazlası bir araya gelerek daha farklı kombinasyonlar da oluşturabiliyorlar. Bitmedi! Zaha Hadid’in Slamp için tasarladığı lambalar Ariva ve Avia ismini taşıyor. Siyah ve beyaz olmak üzere tek renk üretilen lambalar şeffaf plastikten yapılmış. Ariva ile Avia arasındaki fark çok belirgin değil. Formları çok benzer bu iki aydınlatma elemanından Aria şeffaf siyah plastikten üretilmiş, Avia’da ise opak siyah ya da beyaz plastik şeritler tercih edilmiş. HAZİRAN/2013 Emine Merdim Yılmaz [email protected] Tasarım Dünyasına Mimar Dokunuşu Tasarım haftaları öncesi mimarlara tasarım yaptırmak adettendir. Mimar da bina tasarımı konusundaki hünerlerini, kendi çizgisinden ödün vermeden ölçek farkıyla ürün üzerinde göstermeye çalışır. Dünyaca ünlü mimarların en güncel işlerine göz atmaya ne dersiniz? Studio Hollandalı mimarlık ofisi UNStudio’nun, İsveçli Offecct için tasarladığı mobilya serisinin ismi Studio ismini taşıyor. Serideki, Studio Easy Chair, sağ ya da solda dayanma kolu bulunan bir sandalye. Studio Twin Beam ise arasında ufak bir masası bulunan, birleştirilip çoğaltılabilen çoklu bir oturma ünitesi. Teso İngiliz Foster + Partners da bu furyadan geri kalmayanlardan. Molteni için tasarladığı kahve sehpasının ismi Teso. Molteni için ikinci kez tasarım yapan Foster + Partners, bu sefer metal ve çeliği bir araya getirmeyi tercih etmiş. Sehpanın strüktürünü burgulu metal-mesh ve üzerindeki cam oluşturuyor. Pure Pure, Fransız mimar Jean Nouvel tarafından İtalyan ayakkabı markası Ruco Line için tasarlanmış. Nouvel, ayakkabılarda en yalın formu kullandığını söylüyor. Ortaya çıkan ürün başarılı-başarısız tartışılır am bu düşünceyi tasarıma yansıtmayı başarmış. Ayakkabılarda malzeme olarak deri ve plastik kullanılsa da tek parça olarak algılanıyor. Yıldız isim Zaha Hadid Mimar ve firma iş birliklerinin yıldızı her zaman Zaha Hadid. Sene içerisinde birden fazla tasarımı ile göz doldurur ve yaptığı tasarımlar kendi özgün çizgisinden örnekler taşır. Bunlardan birkaç tanesine göz atalım. Zaha Hadid’in İtalyan mobilya firması Poltrona Frau’na tasarladığı oditoryum koltuk serisinin ismi Array. Tek kollu olarak tasarlanan koltukların oturma alanları, kullanılmadığı zaman diyagonal olarak katlanıyor. Böylelikle alışılagelmiş koltuk formlarından farklı bir ürün ortaya çıkıyor. Ünlü mimarın İtalyan Sawaya & Moroni için tasarladığı sandalyenin ismi ise Kuki. Geçtiğimiz sene de iş birliğine giden ikili bu sene rengi ile mor rengi ile öne çıkan bir tasarım ortaya çıkarmışlar. Kuki, boşluklu yuvarlak plastiğin katlanması ile oluşturulmuş. Yuvarlağın katlanan kısımlarından birisi düzleştirilerek yere sağlam basmasını sağlarken, merkezi alanında bir oturma yeri ayrılmış. Hadid’in Cassina için tasarladığı koltuk serisinin ismi Zephyr. Seri, organik ve akıcı formu ile dikkat çekiyor. Ortaya çıkan tasarım, bir taş ya da kaya parçasının yıllar boyu rüzgar ya da suyun etkisiyle şekil almasını andırıyor. Koltuklar tek kullanılabildiği gibi, birden fazlası bir araya gelerek daha farklı kombinasyonlar da oluşturabiliyorlar. Bitmedi! Zaha Hadid’in Slamp için tasarladığı lambalar Ariva ve Avia ismini taşıyor. Siyah ve beyaz olmak üzere tek renk üretilen lambalar şeffaf plastikten yapılmış. Ariva ile Avia arasındaki fark çok belirgin değil. Formları çok benzer bu iki aydınlatma elemanından Aria şeffaf siyah plastikten üretilmiş, Avia’da ise opak siyah ya da beyaz plastik şeritler tercih edilmiş. Türkü Şahin [email protected] 1001 Yüzüyle Oryantalizm Sakıp Sabancı Müzesi’nde gerçekleşen Oryantalizmin 1001 Yüzü Sergisi, asırlar öncesine dayanan kökleri ve zaman içinde değişen kimliği ile Oryantalizm kavramını, mimari, iç mekan tasarımı, moda gibi farklı alanlar üzerinden anlatıyor. Arap’ı, Türk’ü, Hint’i, Çinlisi Benetton’un reklam kampanyalarındaki gibi el ele verdik ve kapılarımızı Batı’ya açtık. Bizi bizden alsın, sonra bizi bize yeniden öğretsin diye.. İyi ya da kötü olduğumuza o karar verdi. Batı’nın yönlendirdiği özeleştirilerimizle dünya sanatı ve edebiyatına açıldık. Bizi incelikle işlediler ve en işe yarar şekilde yeniden yarattılar. Kendimizden daha çok emekleri geçti üzerimizde. Bu yüzden de Doğu’nun Batı tarafından yaratılmış betimi kabul gördü. Ancak Doğu, onu kulaktan dolma mistik hikayeler etrafında şekillendiren Batılı’nın tasvirindeki gibi değildi tam olarak. Hint mimarisinden öğelerle tasarladıkları Türk çadırı ve kubbeleri, Doğu temalı ancak ona ait müzikal unsurlardan yoksun klasik müzik eserleri ruhlarını dinlendirdi. İnsan doğası ve Tanrı’nın varlığının sorgulandığı bir dönemde ahlak kurallarını yıkmanın, moral bozukluğuna doğaya dönerek sırt çevirmenin en ilham verici yoluydu Doğu’nun zengin renkleri ve erotizminde kaybolmak. Edward Said’in sarsıcı fikirleriyle 20. Yüzyıl’ın ikinci yarısında yeniden şekillenen Oryantalizm’i, Sabancı Müzesi iki gün süren bir konferanslar dizisi eşliğinde, layığıyla hazırladığı bir sergi ile ağırlıyor. “Oryantalizmin 1001 Yüzü” sergisi, Oryantalizm kavramını, sadece Batılı merkez Şarkiyatçılık doğrultusunda, Doğu imajının oluşmasına zemin hazırlayan edebi Oryantalizm alanından sunulan örnekler arasında 19. ve 20. yüzyıldan 1001 Gece Masalları’nın farklı dillerdeki resimli nüshaları var. Sahne sanatları ile ilgili bölümde ise Leon Bakst’ın Rus Balesi için tasarladığı kostümler, ünlü balet Vaslav Nijinsky’nin hayatını anlatan bir belgesel; moda bölümünde de yine Léon Bakst, Erté ve Paul Poiret gibi Oryantalist dönemde Avrupa modasını şekillendiren tasarımcıların işleri yer alıyor. tarafından yönetilen tek taraflı bir söylem olarak değil, farklı alanlardaki yansımaları ile ele alıyor. Kökleri, Avrupa’da Hıristiyanlığın beşiği Ortadoğu’ya duyulan ilgiye ve kutsal metinlerin incelenebilmesi için Doğu dillerinin tercüme edilmesine uzanan Oryantalizm akımı, Napoléon Bonaparte’ın 19. yüzyıldaki Mısır Seferi sonrası Avrupa’da Doğu’ya olan merakın arttığı dönem kapsamında inceleniyor. 1798’de kalabalık bir “akademik” heyetle gerçekleşen ve askeri alanda olduğu kadar şarkiyat konusunda da başarı sağlanmış olan Mısır Seferi sonrasında Batı’nın uzmanlaşması; “Şarkiyat” konulu kitaplar, resim, mimari, iç mekan tasarımı, fotoğraf, moda ve sahne sanatları gibi farklı alanlar üzerinden anlatılıyor. Akademik Programın derinliğini vurgulayan önemli bir etkinlik de sergi paralelinde gerçekleşen ve iki gün süren konferanslardı. Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer’in giriş konuşmasını Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ahmet Ersoy’un Oryantalizmin Berisi ve Ötesi isimli konuşması takip etti. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Afife Batur mimarideki Oryantalist üslubu Batı’da ve Doğu’da üretilen tasarımlardan örnekler vererek işledi. Sabancı Üniversitesi Sosyal Bilimler ve Sanat Bölümü öğretim üyesi Prof. Filiz Ali’nin Oryantalizmde müziği, Osmanlı İmparatorluğu coğrafyası içinde yüzyıllar boyu saklı kalan gizemin 17.yüzyıldan itibaren Avrupa sanatına ve müziğine nasıl yansıdığı üzerinden anlattığı konuşmanın ardından Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nden Yard. Doç. Dr. Özgür Adadağ sinemada Oryantalizmi sömürgecik üzerinden belge filmlerle örnekledi. Mimar Sinan Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nden Prof. Dr. Zeynep İnankur ve Prof. Dr. Semra Germaner oryantalizmde resmi incelerken, Sabancı Üniversitesi Sosyal Bilimler ve Sanat Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Tülay Artan ve İstanbul Üniversitesi Şarkiyat Bölümü’nden Prof. Dr. Emine Naskali; John Friedrick Lewis’in İstanbul ve Kahire resimlerindeki Doğu’yu ve Avrupa’da Oryantalizm konularını ele aldılar. Kadir Has Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman kendi iç oryantalizmimiz üzerinden, New Jersey Teknoloji Enstitüsü’nden Prof. Dr. Zeynep Çelik ise neo-oryantalizm çerçevesinden Doğu Batı ilişkisinin bugününe farklı bakış açılarıyla değindiler. Sergi 11 Ağustos’a kadar müzede yer almaya devam edecek. Akımı etkileyen kültürler arasında pay sahibi olmanın getirdiği aşinalık ilginizden bir şey eksiltmesin. Sergiden çıktıktan sonra Türk şalvarlarında Batılının modern pantolonu, Doğu betimlerine yüklenmiş bir erotizmde Batı’nın özgürleşme adımlarını okuyabilirsiniz. HAZİRAN/2013 F.Dilek Himam [email protected] HELLO KITTY EFSANESİ 1974 yılında Japon Sanrio firması tarafından yaratılan sevimli kurgu- kedi kahraman Hello Kitty yalnızca çocukları değil, erişkinleri de peşinden sürükleyen bir “marka”. Hello Kitty’nin can bulduğu mağaza-cafe’si geçtiğimiz günlerde İstanbul’da açıldı. Kırmızı kurdelesi ile akıllarımızda kalan ünlü kedi karakter Hello Kitty, esas adıyla Kitty White, Japon tasarımcı Yuko Shimizu tarafından yaratılıyor. Japonya’da bir ürün üzerinde ilk olarak vinil bir bozuk para çantası üzerinde görülen bu karakter, 1976 yılında Amerika pazarına hızla bir giriş yapıyor. Japon popüler kültürünün en meşhur karakterlerinden biri olan Hello Kitty’nin pazarlama başarısı tartışmasız derecede yüksek. Önceleri genç kızlar için tasarlanmış olan bu karakter bugün yetişkinler arasında da oldukça popüler ve birçok lüks tasarım markası için de etkili bir pazarlama aracı. çeşitli ürünlere eklemlenmeye devam ediyor. Simmons Jewelry Co. ve Sanrio’nun 2005 yılındaki şirket evlilikleri sonucunda tamamen el yapımı pahalı mücevherlerde bile “Kimora Lee Simmons for Hello Kitty” ismi piyasaya girerek değer kazanmış. Esas adı Kitty White olan Hello Kitty, Londra’da ailesiyle beraber bir banliyöde yaşıyor. 5 elma boyunda ve 3 elma ağırlığında son derecede zarif ve iyi kalpli bir kedi. Aynı zamanda kalabalık bir aileye de sahip. Utangaç ve son derece “kızsal” bir kız kardeşi var, babaları George güvenilir ve komik bir karakter olarak tasarlanmış. Annesi Mary de ev işlerini seven iyi bir aşçı. Aslında geleneksel bir aile yaşantısı var Kitty White’ın ve çevresi de oldukça kalabalık. Japon kültüründe sevimlilik ile ilgili “kawaii” anlayışına ait bu karakter, birçok kültürde arkadaşlık, sevimlilik ve gençlik kavramları ile özdeşleştiriliyor. Hello Kitty’nin neden bu kadar popüler olduğuna ilişkin görüşlerden birisi bu karakterin insan arzularına dokunan saflık, şirinlik ve masumiyet gibi arketip duygulara gönderme yapması. Diğeri de Snoopy gibi başlangıçta bir film karakteri olarak ortaya çıkmamasından dolayı karakterin hikayesinin ona sahip olan insanlar tarafından yaratılması. Bu anlamda da kedi kahramanımızı, yansıtıcı bir ayna olarak kullanıp, bir oyun hamuru gibi adeta beklentinize göre gibi şekillendirebiliyorsunuz. Sanrio firmasının 1970’li yıllarda İngiliz bir kedi karakter üretmesinin sebebi o dönemlerde Japonya’da başlayan İngiliz hayranlığı olarak belirtiliyor. Karakteri tanımlayan en önemli özelliklerden biri de ağzının olmaması. Bu fiziksel durumuna rağmen “sosyal iletişim sağlamak” Hello Kitty’nin mottosu. Hello Kitty bu şekilde kalbinden konuşarak insanların acılarını ve mutluluklarını paylaşabiliyor. Her ne kadar ağzının olmaması bu karakterin anime dünyasında başarısız olarak algılanmasına sebep olsa da kendisi bu anlamda hem arkadaşlık sembolü olarak görülüp dünyadaki arkadaşlığı da cesaretlendirecek bir misyona sahip. Başlangıçta genç kızlar için ortaya çıkan bu karakter, 1990’lı yıllarda hedef pazarda daha yetişkin bir kitleye yönelmeye başlıyor. 1994-1996 yılları arasında çıkan Hello Kitty artık kendi başına bir tasarım şirketi gibi; kendi televizyon şovları, müzik albümleri var ve en ilginci de başka karakterlerin kılığına bürünüp varlığını sürdüren hibrit kişilikleri de yaratmaya başlaması. Sanrio firması bugün yüzlerce yeni karakter üretirken Hello Kitty’yi temel ilham kaynağı olarak alıyor. Markanın her yeni enkarnasyonu tartışmasız bir şekilde yeni bir ticari başarı olarak geri dönmekte. Unicef tarafından da ödüllendirilen Hello Kitty, 2007 yılından sonra sevimli, arkadaş canlısı, kibar ve duyarlı kedi karakterinden arınıp daha karanlık bir ürüne dönüşse de kendisi Hello Kitty bir ticari marka başarısı olarak artık bir imaja ve moda ikonuna dönüşmüş durumda. Markanın dünyanın birçok yerinde hayranları ve koleksiyonerleri var. Birçok tüketici karşı bir kültür oluşturmak için Hello Kitty’den nefret ettiği halde bu ürünleri biriktirmekte. Face serisi de bu amaçla ortaya çıkmış tasarımlardan oluşuyor. 2000’li yıllardan sonra tüm dünyada 50.000 farklı Hello Kitty markalı ürün piyasaya sürülmeye başlanmış. Airbus uçaklarından, kredi kartlarına; tost makinelerinden giysilere kadar birçok üründe bu sevimli kediyi görebiliyoruz. Hello Kitty bir virütik hastalık gibi şarap pazarına bile girmiş ve birçok farklı sektörle bağlantılı halde Hello Kitty’nin bir marka hikâyesi olarak başarısı, başlangıçta masum bir karakter iken birçok tüketici için farklı fikirler düşündürtebilen bir proje haline gelmesine bağlanıyor. Onun tek bir hikâyesi yok, herkes için bir hikâyesi var. İster çocukluk masumiyetinizi hatırlatsın, isterse de kiç bir tasarım nesnesi olsun, o kült bir tasarım kaynağı artık. Dilek Öztürk [email protected] Güçler Birliği Tasarım, işbirliklerinin ateşlediği bir endüstri. Her yıl hükümlerin değiştiği, üreticilerin farklı sanatçı, tasarımcı ve mimarlarla anlaşmalar yaptığı bir çark. Bu çark içinde sesinizi, iş birliğinizin gücü kadar duyurabiliyorsunuz. Stone Garden enstalasyonunda toplam 200 tane “masavari” obje var. Masavariden kasıt, masa ve sehpa arasında, fonksiyonelliğinin sorgulanacak olması… Bu objeler, yedi farklı taş formunda ve kuartz yüzeyli malzeme ile kaplanmış ve hepsinin altında dengede durabilmeleri için basit bir metal çubuk yerleştirilmiş. Farklı şekil, renk ve dokudaki taş masalar, her mekana uyarlanabilir. OMA Tools for Life / Knoll Bu sene 75. Yaşını kutlayan Knoll, mimarlığın modern ustalarından Mies van der Rohe, Eero Saarinen ve Frank Gehry ile yaptığı ortaklıklar ile biliniyor. Yıllar, Knoll’u daha ketum yapmadı bu anlamda. Hatta daha cesur ataklar yapmaya teşvik etti diyebiliriz. Bu sene de Milano Tasarım Haftası için OMA’dan yeni bir mobilya koleksiyonu tasarlamasını isteyecek kadar cesur. Rem Koolhaas ve ekibinin bu yeni koleksiyona yaklaşımı maksimum esnekliğe dayalı bir çizgide gitti. Döneminin modern mimarı, modern üreticiyle buluşunca, her yaşam alanı için uyarlanabilen bir seri ortaya çıktı. Belirli paletlerin, kalıpların ve özellikle malzemenin seçimi önemliydi. Akrilik, beton, cam, deri, traverten ve hatta çelik malzemeye kadar geniş bir skalada üretim yapıldı. Ron Arad 3 Nuns Stool / Moroso Malzemeye kendi kattığı farklı yorumlar ve radikal konseptleriyle bilinen Ron Arad, Moroso’nun Amerikan Koleksiyonu için “3 Nuns Stool”u tasarladı. Arad’ın tasarımı, tabure tasarımının strüktürel mantığını, çelik halatlarla oturma yüksekliğini ayarlayarak daha fonksiyonel hale getiriyor. Nendo “Stone Garden” / Caserstone Nendo ekibinin enstalasyonu, İtalyan Caserstone firması için. Brera’da bir sarayın bahçesinde konumlanan “Stone Garden” isimli çalışma, Nendo’nun minimal tasarımları ile sarayın mimarisini tezat bir şekilde yan yana getiriyor. Bu bir araya geliş, gün ışığıyla da birlikte sakinlik ve dinginlik hissi veriyor. Daniel Libeskind Paragon Table Lamp / Artemide Daniel Libeskind’in Artemide için tasarladığı Paragon, firmanın dekoratif masa lambaları serisinin son ürünü. Hareketli segmenleriyle kullanışlı olan lamba, tünemiş kuş ve roket gibi farklı şekillere girerek ilginç bir görünüm veriyor. Lambanın başı son teknoloji LED ile donatıldı. HAZİRAN/2013 Bahar Türkay [email protected] Yaşam Alanı Olarak Fabrika İlk hedefi üretim sürecini iyileştirmek olan fabrikalar, mimarların farklı yaklaşımlarıyla ilham verici ve motive edici olabilir. Dünyanında çeşitli yerlerinde olduğu gibi Türkiye’de de böyle örnekler bulmak mümkün. olduğu, kafa karıştırmayan, fabrika dediğimiz oluşumun biraz dışında durabilen, yarattığı ortamla içinde çalışan insanlara “yine geldik buraya” dedirtmeyen, içerideyken aydınlığı görebildiğiniz bir yer olarak tariflerken, hep aynı işlerin yapıldığı yerlerde nefes alınabiliyor olmasını dert edindiklerini belirtiyor. Ayrıca mekanda, özellikle bahçe alanında yönetime ve üretime ait bölümlerde çalışanların birbiriyle daha yoğun iletişim kurmaları sağlanmış. Fabrika dendiğinde çoğumuzun aklına ferah, keyifli ve huzurlu ortamlar gelmez. İşyerlerinin konforundan, ilham vericiliğinden, ne kadar motive edici olduğundan bahsederken ön plandakiler daha çok ofislerdir. Fabrikalar için ağır basan öncelik üretim süreçlerindeki iyileştirmelerdir. Kaçınılmaz olan bu gerçek bir kenara, farklı bir vizyonla tasarlanmış ve bunun etkisiyle üretim süreçleri desteklenmiş fabrikalar/ üretim tesisleri görmek de mümkün. Güncel örneklerden birisi SANAA Architects tarafından Aralık 2012’de yapımı tamamlanan Vitra Campus içindeki yeni fabrika binası. Weil am Rhein’daki kampüse eklenen tesis Vitrashop’un üretim merkezi ve ziyaretçi trafiğinden ayrılıyor. SANAA’nın mimari tarzında öne çıkan geleneksel hiyerarşiden yoksunluk, birbiriyle ilişkili ve özgür alan kullanımına imkan tanıyan mekanlar yaratma anlayışı, yaptıkları ilk endüstriyel tesis olan üretim merkezine yansıyor. SANAA bağımsız çalışan ve 20.000 metrekarelik alanı optimumda kullanan 4 fonksiyon alanı üzerinden tasarımı yapması yönünde bilgilendirilse de, mimarlar lojistik ve üretim metodlarının artık hiyerarşik prensipler değil, esnek süreçler gerektirdiğinden hareketle dairesel bir yapı teklifi sunarlar. Tesis, işçilerin hareketlerini optimum hale getirmek üzere farklı fonksiyonların hareket trafiğini en aza indirgeyecek şekilde planlanır. Ayrıca tavan ışıklandırması, üst çatıdaki ek camlarla sağlanan mükemmel ışıklandırma koşulları, indirgemeci renk kullanımı ve göz alıcı renklerden kaçınılması çalışanlar açısından çok daha keyifli bir çalışma ortamı yaratır. Türkiye’deki benzer örneklerden birisi 60’lı yılların sonunda Merter’de inşa edilen (artık orada olmayan) 62.000 m2’lik arazi içindeki “Vakko Turistik Elişi, Eşartp ve Konferksiyon Fabrikası”. Fabrika, dönemin ünlü mimarları Haluk Baysal ve Melih Birsel tarafından tasarlanan çok işlevli bir endüstriyel yapı kompleksi; içinde üretim ve idari alanların yanında park-gezi alanı, havuz, lokanta, spor sahaları, yüzme havuzu ve lojmanlar mevcut. Böylece döneminde farklı bir anlayışa sahip bir fabrika algısı oluşturmuş. Yapının diğer önemli özelliği pek çok değerli sanatçının eserlerini bünyesinde barındırması ve bir üretim merkezi olmanın ötesinde yaşam alanları ve kültürel bir değeri olan bir mekan olması. Arkitekt dergisinde bunun çalışanlar üzerindeki etkisi şöyle aktarılır: “Çalışanların çevreyle olan ilgileri, çalışma ve yaratma güçlerine yaratacağı tesir bakımından değerlendirmeye çalışılmıştır.” Benzer anlayıştaki bir diğer fabrika EAA Architects tarafından gerçekleştirilmiş olan ve 2010’da (ilk kez bir endüstriyel yapıya verilmiş olan) Aga Khan Mimarlık Ödülü’ne layık görülen İpekyol Tekstil Fabrikası. Edirne kıyısında, Kırklareli yolu üzerindeki arazide inşa edilen yapının tasarımında, çalışanların yaşam alanlarına önem verilmiş. Ana amacı çalışanların molalarında kullanması olan bahçelerin yapımında aynı zamanda çalışma alanlarına doğal ışıklı havanın girmesi öngörülmüş. Çeşitli söyleşilerde Emre Arolat tesisi, neredeyse her şeyin birbirine bağlı Endüstriyel binaların tasarımında önemli bir yere sahip Dante Benini’nin tasarladığı, Abdi İbrahim’in Esenyurt’ta 2000 yılında faaliyete geçen yüksek teknolojiye sahip tesisiyse çalışanlar açısından ilham vericiliğe sahip. Tesis 87.000 m2’lik bir alan üzerinde kurulu 27.000 m’lik kapalı alandan oluş. Sürdürülebilir atık yönetimi politikaları, çevreye saygılı çalışmalarıyla Türkiye Sağlıklı Kentler Birliği tarafından Çevreci Tesis Ödülü almaya hak kazanan fabrikanın öne çıkan bir diğer özelliğiyse içinde bulunan sanat eserleri. Yönetim Kurulu Başkanı Nezih Barut’un koleksiyonunda yer alan ve değerleri yüz binleri aşan sanat eserleri üretim tesisinde çalışanların ofislerinden, kafeteryaya kadar pek çok yerde asılı. Yapılan önemli yatırımların yanında fark yaratan bu dokunuş, doğası gereği içinde bulunduğu üretim sürecinde çalışanlar için ayrı bir değer yaratıyor ve bazı rutin algıları farklılaştırıyor. Müge Yorgancı [email protected] Denizler bizi bekliyor! Türk tasarımcıları Dünya denizlerini fethetmek üzere kolları sıvamış durumda. Son dönemde Türk sularına birbiri ardına tasarım ödülü girerken, konuya ilgi duyan profesyonel sayısı artıyor. 66 metrelik bir süper yat olarak tasarlanan, Snow radikal bir yaklaşımla tasarlanmış bir yelkenli gemi. Akıcı dokunuşları ile olan zarif hatlar, klasik tadı modern tasarım ile. Snow’un çığır açan özelliklerinden biri performans artışı sağlayan ikiz direkleri. Kalıcı bir yelken deneyimi sunmayı hedefleyen, Snow geliştirilmiş güç, konfor ve yelken aşkı ile yenilikçi tasarımı bir araya getirmiş. Tasarımı sayesinde kullanıcıya geniş alanlar sunuyor. Panoramik manzaralı yemek odası, ana salon, çalışma, odası olarak kullanılabilecek alanları kapsıyor. Snow büyük gruplar için de yeterli konaklama imkânı sunmaktadır. Panoramik manzaranın yanı sıra eğlence aktiviteleri de sunan Snow bize lüks ve eğlence için tasarlanmış olduğunu anlatıyor. Birçok kalın kirişin yan yana bağlanmasıyla yapılıp, ortasına tek bir dört köşe seren yelkenin basıldığı kısa bir direk yerleştirilmiş teknelerden bu güne çok şey değişti. Mısırlıların Papurus yelkenlerinin yerini bugün akıl almaz tasarımlar lüks ve güç ile birleşiyor. Dünyanın dört bir yanında yat tasarımı ile ilgili ödül törenleri ve fuarlar gerçekleşiyor. Büyük bir endüstri halini alan yat tasarımı; mühendislik, mimarlık ve endüstriyel tasarım alanlarını birleştiren ve beklentilerin sürekli arttığı bir tasarım alanı olarak belirmiş durumda. Türkiye’de bu konuda neler oluyor dersiniz? Kışkırtıcı bir proje: Fusion Fusion isimli yat tasarımı ile dünyaca ünlü Design Et Al Yacht & Aviation Awards kapsamında 30 metre altı konsept dalında 5 güçlü finalist arasından birinci seçilerek Türkiye’ye prestijli tasarım ödülünü getirmiş bir tasarım. Endüstriyel Tasarımcı Serdar Şişman’ın kurucusu olduğu Red Yacht Design, bünyesinde çizilen Fusion, megayat ve superyat sahiplerinin oyuncağı olarak tasarlanan Fusion isimli yat, keskin ve hemen hemen saldırgan hatları denizin yumuşak ve oval çizgileriyle birleştiren kışkırtıcı bir proje olarak tanımlanıyor. Farklı disiplinlerden gelen ortaklar ile Red Yacht Design’ın kurulumunda yer alan Sisman, geniş bir araç ve üretim tabanlı yazılım yelpazesi kullanarak kendini yenilikçi formlar ve çözümler Only Now konusunda her zaman geliştirmeyi hedefliyor. Design Et Al Yacht & Aviation Awards ise yeni tasarımları takdir etmek, yetenekleri tanımak, fırsat yaratmak, yat ve havacılık endüstrilerindeki birçok başarılı iç mimar ve ürün tasarımcısına ilham kaynağı olmanın yanında müşterilere, ortaklara ve bağlantıdaki herkese de dünyadaki en iyi tasarımları ödüllendirme fırsatı vermeyi amaçlamış. Eğlence ve Lüks için Snow Her yıl düzenlenen ve Avrupa Birliği’nin en önemli yeni tasarım yarışması olarak kabul edilen A’Design Award’da, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü öğretim görevlisi Dr. Hakan Gürsu ve ekip arkadaşı Nur Yıldırım Yat ve Deniz Araçları kategorisinde ödül kazandı. Geçtiğimiz yıl Bartender ile Yat tasarımının Oscar’ı sayılan bir ödül Gold Neptun ödülünü 30-60 metre arası klasmanda kazanmış bir tasarımcı olan Rıza Tansu, ürettiği Only Now isimli tasarımı ile Mayıs ayında World Superyacht Awards 2013 ödülünün sahibi oldu. İnşaat Diana Yacht Design ekibinin mühendislik hizmetleri sağladığı, 2011 yılı başında üretimine başlanan Only Now; 2 misafir kabini, banyo ve alt güvertede bir spor salonu ile birlikte ana güverte geniş bir yemek alanı ve salon, mutfaktan oluşuyor. HAZİRAN/2013 Kaprol Sergide Deniz Kaprol, küratörlüğünü Lidewij Edelkoort’un yaptığı ve 8 Haziran-21 Temmuz tarihlerinde Arnhem, Hollanda’da sergilenecek olan “Fetishism in Fashion” konulu MoBA 2013 bienaline davet edildi. Sergide tüm dünya üzerindeki etkileyici ve yaratıcı yetenekler bir araya getiriliyor. Deniz Kaprol’un da tasarımları ile katılacağı sergide ilham veren kıyafetler, film ve fotoğraflar, aksesuarlar ve objeler yer alıyor. Modanın fetişizm dünyasına eğilip stil ve kültürün geleceğinin irdeleneceği sergide estetikteki orijinal, yaratıcı ve avangart eğilimler sorgulanıyor. Tasarım Çalıştayı X|Atelier, tasarım ve dijital üretim alanında sürdürdüğü akademik araştırmalar kapsamında İstanbul Teknik Üniversitesi, YapıEndüstri Merkezi, YAPI Dergisi, Mimarizm, Evolo, Suckerpunch ve ArchiSearch işbirliği ile 17-28 Haziran 2013 tarihleri arasında Taşkışla’da uluslararası bir Mimari Tasarım Çalıştayı düzenliyor. Teması “Protez” olarak belirlenen ve 12 gün sürecek atölye çalışması 10:0018:00 saatleri arasında Taşkışla’da yürütülecek ve 28 Haziran’da davetli jüri üyelerinin de katılımıyla YEM’de düzenlenecek jüri etkinliği ile son bulacak. Eterna Sevin Coşkun, Arlight için tasarladığı “Eterna” ile Aydınlatma Ürünleri Tasarımı Kategorisinde A’ Design Award uluslararası tasarım ödülünü kazandı. Uluslararası başarı kazanan ve doğanın formlarından esinlenerek tasarlanan Eterna, mekanlarda yeni bir dinamizm, ambians ve estetik değer yaratıyor. Sahip olduğu özgün formu sayesinde yan yana birleştiriyor ve yüzeyler tıpkı doğanın akışkan ve birbirini tamamlayan formları gibi birbirini tamamlıyor. Moda Konferansı Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği tarafından her yıl düzenlenen İstanbul Moda Konferansı, bu yıl altıncı kez 09-10 Mayıs’ta İstanbul-Beşiktaş Shangri-La Bosphorus Otel’de gerçekleşti. Her yıl dünyaca ünlü markaların CEO, yönetim kurulu başkanları ve yöneticilerini ağırlayan etkinlik, moda alanında söz sahibi olan Alexander McQueen’in CEO ve Yönetim Kurulu Başkanı Jonathan Akeroyd, ünlü moda gazetecisi-tarihçisi Colin Mc Dowell, Italian Grup Miroglio’nun sahibiGiuseppe Miroglio, PANTONE EMEA Bölgesi Yöneticisi Carola Seybold ve WGSNKreatif Kurul Başkanı Catriona MacNab gibi önemli isimleri de konuşmacı olarak bir araya getirdi. Beyender Logosu Serap Alp Engelli tanısı konmuş vatandaşlarımız ile toplum arasında sosyal yardımlaşmayı ve dayanışmayı sağlayacak faaliyetlerde bulunmak, ihtiyaç sahiplerine hiçbir fark gözetmeden maddi ve manevi sorunlarına el uzatmayı amaçlayan Beylikdüzü Engelliler Derneği (BEYENDER) logo tasarımı yarışması düzenliyor. Son başvuru tarihi 5 Haziran 2013 olan yarışma; grafik tasarım eğitimi gören lisans/ yüksek lisans/doktora – sanatta yeterlik öğrencilerine, ulusal ve uluslar arası tüm profesyonel tasarımcılara açıktır. [email protected] Etiket Tasarla Geleceğin Televizyonu Beck’s, Art Label Project kapsamında, her daldan sanatçıyı ve yeteneği Beck’s için şişe etiketi tasarlamaya davet ediyor. Beck’s, sanatın ve özgür düşüncenin destekçisi olarak, Türkiye’de bir ilki gerçekleştirerek, çalışmalarını tüm sanat dünyasına sergilemeyi arzulayan yeni yetenekleri, sanatçıları veya bağımsız düşünceyi benimsemiş sanatseverleri yepyeni bir platformda buluşturuyor. Bu vesile ile Beck’s, özgür düşünceyi teşvik ederken, bahsi geçen tasarımlarının raflarda hayat bulmasında öncü bir rol oynuyor. Son başvuru tarihi ise 1 Temmuz 2013. Müşterilerinin önceliklerini, değerlerini, fikirlerini ve beğenilerini en ince ayrıntılarına kadar analiz ederek onları beklentilerinin de ötesine geçen tasarımlarla buluşturan Philips, tüketici anlayışını temel alarak teknoloji ve tasarımı insan odaklı çözümler ile bütünleştirerek, “Geleceğin Televizyonu Tasarım Yarışması” mirasını yeni nesillere aktarmayı amaçlıyor. Proje başvuru tarihleri 31 Mayıs 2013 – 25 Ağustos 2013 arasında olan yarışmanın ödül töreni İstanbul Design Week 2013 kapsamında gerçekleşecek. Kutu Kutu Türkiye’de oluklu mukavva ambalaj sektörünün lider tedarikçisi ve Türkiye’nin en büyük 500 sanayi kuruluşu arasında 182. sırada yer alan Mondi Tire Kutsan “Kutu Kutu Proje” adını verdiği tasarım yarışmasının ikincisine start verdi. Yarışma, Mondi Tire Kutsan’ın Tire’de bulunan tasarım departmanı koordinasyonunda, ETMK İstanbul Şubesi’nin desteği ile düzenleniyor. Oluklu mukavva ambalajın kamuoyundaki algısının yükseltilmesi ve oluklu mukavvanın yenilikçi bir şekilde uygulanabileceği yerleri göstermeyi hedefleyen yarışmanın bu yılki teması “Gıda sektörünün hali hazırda kullandığı farklı malzemelerdeki ambalajlara alternatif, yenilikçi ve özgün oluklu mukavva ambalajların tasarlanması” olarak belirlendi. Yayın Türü: Aylık Sahibi: Kaleseramik Çanakkale Kalebodur Seramik A.Ş. Koordinasyon: Kale Tasarım Merkezi Editör: Umut Kart (sorumlu) Katkıda Bulunanlar: Gözde Tüfekçi Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık; Emre Senan, Özge Güven, Nurhan Seyrekbasan Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye Bodur, Füsun Curaoğlu, Yeşim Demir, Ömer Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan Gümüş, Gamze Güven, Gülay Hasdoğan, Tansel Korkmaz, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre Senan Baskı: Veritas Baskı, Yeşilce Mahallesi Diken Sokak No: 34. Levent-İstanbul Tel: 0212 294 50 20 İletişim: Kale Tasarım Merkezi-Silahtarağa Mah. Kazım Karabekir Cad. No: 2/6 34060 Eyüp/İstanbul, Tel: 0212 311 75 68, 0212 371 53 95 [email protected], [email protected] Kale Tasarım Merkezi’nin ücretsiz tasarım gazetesidir. The mission? Great esthetics! Great functionality! Great sustainability! Award-winning design iF design awards product design award communication design award packaging design award Register now: www.ifdesign.de ad_240x325_image_awards.indd 1 24.05.13 07:31