CİLD 7 - ADED 182 - SAYFA 408 Kim bizce bunun fâide yoktur cedelinden Beyhûde yazık eyleme inkâr-ı hakīkat! Çâk etmeyesin çak-ı girîbân-ı nedâmet! –li-muharririhî– İslâmiyet’in şânı bu mudur? İslâmiyet yalnız senin vücûdundan, senin hayatından, senin îmânından mı ibârettir? Ya senin evlâdının, hafîdinin neslinin hakk-ı İslâmiyyet’i, hayatı, îmânı yok mu1? Mehmed Fahreddin EDEBİYÂT BAHİSLERİ Teşbîh Aralarında maddî yahud ma’nevî bir münâsebet bulunan iki şeyi birbirine benzetmektir. Teşbîh edîblere hâs bir ma’rifet değildir; hepimiz en âdî, en tabîî muhâverelerimizde bile bir çok teşbîhler yaparız. Çünkü ta’rîf etmek istediğimiz mâhiyetin eğer hâricde vücûdu varsa, teşbîh ile büsbütün göz önüne gelir; yoksa, yine teşbîh sâyesinde, mücerredâttan olan o2 mâhiyet, maddiyât sâhasına girer. Meselâ soğukluk, sevimsizlik mücerredâttan iken “yılan gibi...” deyince bürûdetin pek ma’rûf bir timsâli olan o mahlûk derhal gözümüzün önüne gelir; ta’rîf edilmek istenilen şeyin yahud şahsın hâlini bize olanca vuzûhuyle gösterir. Ma’lûmdur ki teşbîhde müşebbeh, müşebbehün-bih, vech-i şebeh bulunur; edât-ı teşbîh olsa da olur olmasa da. Hattâ olmazsa teşbîh daha belîğ düşer. Meselâ Hâmid’in şu: Duruyorken hareketsiz, sessiz; Yere inmiş göğe benzerdi deniz. beyitinde deniz durgunluğuyla, mâîliğiyle gökyüzüne benzediliyor. Bu teşbîhde deniz müşebbeh, gök müşebbehünbih; reng ile rükûdet de vech-i şebeh oluyor. Edât-ı teşbîh yoksa da onun yerine benzerdi fiili getirilmiş. Kemâl’in şu: Geceyi görenler sanırlar: Gûyâ, Kara kan dalgalı bir ulu deryâ; Dağları, taşları içine almış, Kabarmış kabarmış da dona kalmış! tasvîriyle, Nedîm’in bu: Sînede bir lâhza ârâm eyle gel cânım gibi, Geçme ey rûh-ı revân, ömr-i şitâbânım gibi matlaında “gûyâ, gibi” edât-ı teşbîhleri var. Yine Hâmid’in Süfehâ evliyâ, gedâ mürted; Para ma’bûd, bankalar ma’bed! beyitinde edât-ı teşbîhler takımıyle mahzûf. Vech-i şebehin şiirde tasrîhi îcâb etmez. Zâten tasrîh olunmaz. Çünkü bu sûret daha belîğ olur. Yalnız müşebbeh 1 2 379 SIRÂTIMÜSTAKĪM Metinde ( حيات مى ايمانى يوق؟، )حق اسلاميتىşeklinde yazılmıştır. Metinde ( )اون اولاşeklinde yazılmıştır. ile müşebbehün-bih birbirine pek yabancı durur, yahud aradaki münâsebeti idrâk herkesçe kolay olmazsa sözü vüzûhsuzluktan, muammâlıktan kurtarmak için vech-i şebeh îrâd olunmalıdır. Meselâ İbni Kemâl merhûm Selîm-i Evvel’e yalnız şems-i asr deseydi şiir o kadar vâzıh olmazdı. Lâkin bakınız vech-i şebehi ne güzel gösteriyor: Az zaman içre çok iş etmişti, Sâyesi olmuş idi âlem-gîr Şems-i asr idi: Asırda şemsin Zıllı memdûd olur, zamanı kasîr. Kezâlik “Leyâl, senin kâinatı muhît olan kemâlindir” cümlesinde gece ile kemâl arasında bir teşbîh yürüdülmüş ki garîbdir. Zîrâ ister müşebbeh, ister müşebbehün-bih sûretinde îrâd olunsun, leylin siyâh renkli maddiyât ile yahud kederi, mâtemi ifâde eden ma’neviyât ile münâsebeti anlaşılabilirse de kemâl ile gece arasında ne gibi mülâyemet tasavvur edildiği anlaşılamaz. Onun [408] için vech-i şebehin “ihâta” olduğu tasrîh edilmiştir. Edilmeseydi söz muakkad olurdu. Müşebbehün-bihin müşebbehden ekmel olması yani vech-i şebeh dediğimiz sıfatta müşebbehe fâik bulunması lâzımdır. Bazen mübâlağa kasdıyla teşbîhi aks ederler de müşebbehi müşebbehün-bih, müşebbehün-bihi müşebbeh yaparlar. İşte yukarıki teşbîh bu kabîldendir. Zîrâ asıl olan kemâli leyâle benzetmek idi. Şurası pek iyi hâtırda olmalıdır ki: Müşebbeh müşebbehün-bihin bütün evsâfına iştirâk etmek lâzım gelmez. Meselâ bir adam şecâatinden dolayı arslana benzedilivermekle yine o adamın arslandaki vahşet, yırtıcılık gibi diğer vasıflara da iştirâki îcâb etmez. Bir de insan teşbîhde her zaman serbest değildir. Bir dereceye kadar âdete munkād olmalıdır. Meselâ bir Osmanlı şâiri hiçbir vakit memdûhunu sadâkati i’tibâriyle köpeğe; büyük büyük mâniaları ıktihâm ettiğinden dolayı dağ keçisine benzetemez; merdüm-girîz bir adama ayı diyemez. Daha garîbi müterâdif elfâzdan birini kullanır da diğerini kullanamaz. “Tosun gibisin” deyince koltukları kabaran bir adama “öküz gibisin” deyin de bakın ne olur! Halbuki tosun da öküz de aynı mahlûkdur. Ali bin Cehm isminde bir şâir-i bedevî Abbâsîlerden elMütevekkil’in huzûruna çıkarak bir şiir okumuş. Şâir halîfeyi hukūku sıyânet seciyesinde köpeğe; akabât-ı siyâseti bî-pervâ aşmak mahâretinde dağ keçisine; îcâbında halîm, selîm olmak hâssasında eşeğe; halkın kendisinden intifâı husûsunda büyük su kovalarına benzetmiş! El-Mütevekkil bedevîyi çok takdîr etmiş. Lâkin yanındakiler bu şiir medih midir, kadih midir anlamamış. Halîfe onlara demiş ki: “Bu adam bedevî olduğu için bir şey görmemiştir. Onun için tabîîdir ki teşbîhâtı, hayâlâtı hep kendi muhîtine göre olacaktır. Eğer siz de âlem-i bedâveti bilseydiniz teşbîhlerdeki isâbeti anlar, şiirin büyüklüğünü teslîm ederdiniz.” Hakīkat Ali bin Cehm bir sene kadar halîfenin sarayında kaldıktan sonra öyle rakīk, öyle nezîh eserler meydana getirmiş ki Bağdâd şâirleri zavallıyı çekemeyerek hapsettirmişler.