1. Hz. Muhammed’in Doğduğu Çevre Peygamberimiz Hz. Muhammed Arap Yarımadası’nın en önemli şehirlerinden Mekke’de dünyaya gelmiştir. Hz. Muhammed’in doğduğu, yaşadığı ve vefat ettiği yer olması açısından Arap Yarımadası’nın peygamberimizin hayatında önemli bir yeri vardır. Arap Yarımadası, Asya ve Afrika kıtalarının kesiştiği önemli bir noktada yer alır. İslam’dan önce Arap Yarımadası’nı bir arada tutan merkezî bir idare yoktu. Yarımadanın verimli bölgeleri olarak tarif edilebilecek yerlerinde kimi krallıklar kurulmasına rağmen bu krallıklar Arap kabilelerini bir araya getirmeyi başaramamışlardır. Hz. Peygamberin dünyaya geldiği sırada Arap Yarımadası, Doğu Roma İmparatorluğu ve Sasaniler devletinin etkisi altındaydı. Ancak, her iki devlet de verimsiz topraklar ve büyük ölçüde çöllerden oluştuğundan, bu toprakları egemenlikleri altına almak için çaba göstermediler. Sadece yarımadanın verimli olarak nitelenebilecek kesimlerini önemsediler, buraların elde tutulmasına özen gösterdiler. Arap Yarımadası’nın içlerinde yaşayan Arap kabileleri hiçbir zaman kendilerini bu devletlere ait hissetmediler. Sadece ticaret gereği her iki devlet ile yapmış oldukları anlaşmalara uydular. Arap Yarımadası’nda yaşayan Arap kabileleri geleneksel bir şekilde örf ve âdetlere bağlı olarak Hristiyan Doğu Roma ve Mecusi Sasanilerden farklı bir hayat yaşıyorlardı. Esas itibarıyla Hz. İbrahim’in dinine bağlı olan Arap kabileleri, zaman içerisinde yozlaşarak putlara tapmaya başlamışlardı Zûnüvas ve Ebrehe gibi bazı hükümdarlar, Arapları bağlı oldukları inançlarından geri çevirmek istedilerse de bu kişilerin çabaları sonuçsuz kalmıştır. Bu nedenle Arapların çoğu İslam’ın doğuşuna kadar puta tapmaya devam etmişlerdir. Peygamberimizin doğduğu dönemde Araplar yerleşik ve göçebe olmak üzere iki şekilde hayatlarını sürdürürlerdi. Şehirde yaşayanlar yerleşik bir hayat sürerler ve geçimlerini ticaretle sağlarlardı. Göçebe hayat sürenler ise çöllerde yaşarlardı. Bunlar genellikle tarım ve hayvancılık yaparlardı. Göçebe hayat yaşayanlara “bedevi” adı verilirdi. Bölgede putperestlik yaygındı. Her kabilenin kendisine ait bir putu vardı. Lat, Menat, Uzza gibi putlar herkes tarafından bilinir ve saygı gösterilirdi. Kâbe’de üç yüz altmış put vardı ve bunların en büyüğü Hubel’di. İnsanlar Allah’a inanmakla birlikte bu putlara tapar, onların Allah ile aralarında aracı olduğuna inanırlardı. Bölgede Yahudilik, Hristiyanlık gibi dinlerin yanı sıra, ateşe tapan Mecusiler de vardı. Ayrıca Hz. İbrahim’in öğrettiği din üzere yaşayan ve bir Allah’a inanan az sayıda insan da vardı ki bunlara “Hanif” adı verilirdi. Kâbe bütün Araplar tarafından kutsal olarak bilinirdi. Yılın belli aylarında hac ve ticaret yapmak maksadıyla Mekke’ye gelenler Kâbe’yi ziyaret ederlerdi. Güven içerisinde hac ve ticaret yapılabilsin diye kan dökmenin ve bozgunculuk çıkarmanın yasak olduğu aylar vardı. Bu aylara “Haram Aylar” adı verilirdi. İslam’dan önce Arabistan’da okuma yazma bilenler yok denecek kadar azdı. Okul, kütüphane gibi eğitim merkezleri yoktu. Bu nedenle, yazılı edebiyat yerine sözlü edebiyat gelişmişti. Özellikle şiir yaygındı ve oldukça ileri düzeydeydi. Mekke’de düzenlenen panayırlarda şiir yarışmaları düzenlenir, birinci olan şiir Kâbe duvarına asılırdı. İnsanlar, atalarının geleneklerini körü körüne taklit ederlerdi. Kan davaları yüzünden kabileler arasında sürekli savaşlar yaşanıyordu. İçki, kumar gibi kötü alışkanlıklar ve haksızlık artmıştı. Toplumda güçlü olanlar zayıfl arı ezerdi. Kölelerin, fakir ve kimsesizlerin hiçbir değeri yoktu. Kadınlara ve kız çocuklarına değer vermezlerdi. Bu özellikleri sebebiyle o döneme “Cahiliye Dönemi” adı verilmiştir. Cahiliye Dönemi’nde kız çocuğu sahibi olmak utanç sebebi sayılırdı. Birinin kızı olduğu zaman öfkesinden yüzü simsiyah kesilirdi. Çünkü onunla alay edilir ve o kişi toplum tarafından dışlanırdı. Kur’an-ı Kerim’de bu duruma şu ayetlerle işaret edilmiştir Kur’an-ı Kerim’de bu duruma şu ayetlerle işaret edilmiştir: “Onlardan birine, Rahman olan Allah’a isnat ettikleri bir kız evlat müjdelense, içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilirdi.” (Zuhruf sûresi, 17. ayet) “Diri diri toprağa gömülen kız çocuğunun hangi suçla öldürüldüğü kendisine sorulduğu zaman...” (Tekvir sûresi, 8-9. ayetler) “Ortak koştukları şeyler, müşriklerden çoğuna, çocuklarını öldürmeyi süslü gösterirdi.” (En’âm sûresi, 137. ayet) 2. Hz. Muhammed’in Doğumu, Çocukluğu ve Gençliği Milâdî 571’de “Fil Olayı” meydana geldi. Yemen Valisi Ebrehe, “Sana” şehrinde gösterişli bir tapınak yaptırmış ve Arapları burayı ziyarete davet etmişti. Buna rağmen hiç kimse bu gösterişli binayı ziyarete gelmemişti. Bu durumu gururuna yediremeyen Ebrehe, Kâbe’yi yıkmak amacıyla içinde fillerin de bulunduğu büyük bir orduyla Mekke yakınlarına kadar geldi. Fakat bu sırada beklenmedik bir olay oldu. Allah’ın bir mucize olarak gönderdiği sürü sürü kuşların attıkları küçücük taşlarla kibirli Ebrehe’nin ordusu ve kendisi perişan oldu. Yaralı olarak Yemen’e dönen Ebrehe burada öldü. Kur’an-ı Kerim’de “Fil Olayı” hakkında bizlere şu bilgiler verilmektedir: “Rabbinin, fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi? Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı? Üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar atan sürü sürü kuşlar gönderdi. Nihayet onları yenilmiş ekin yaprakları haline getirdi.” (Fil suresi, 1-5. ayetler) Milâdî 20 Nisan 571’de Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Mekke’de doğdu Sevgili Peygamberimizin soyu Hz. İbrahim’e, dayanır. Peygamberimizin annesi Âmine, Kureyş kabilesinin bir kolu olan Zühreoğullarından Vehb’in kızıdır. Babası Abdullah ise Kureyş’in Haşimoğulları kolundan Abdülmuttalip’in oğludur. Babası, ticaret amacıyla çıktığı bir yolculuk sırasında Medine’de hastalanıp vefat etti. Peygamber Efendimiz bu sırada henüz doğmamıştı. Babasının vefatından birkaç ay sonra dünyaya geldi. Annesi Hz. Âmine peygamberimize Ahmet adını vermişti. Abdülmuttalip torununun doğumu vesilesiyle büyük bir ziyafet verdi. Hz. Muhammed’in Soyu Adem Nuh İbrahim İsmail Birbirinin çocuğu değil aynı soydan gelmeleri anlamındadır. Kureyş Kabilesi Haşimoğulları Soyu Abdulmuttalib Abdullah Muhammed (S.A.V.) KUREYŞ KABİLESİ - KUSAY Zühreoğulları Haşimoğulları Vehb Abdulmuttalib Amine Abdullah Muhammed (S.A.V.) Hz. Muhammed’in İsimleri Muhammed Çok övülmüş, övgüye layık Mustafa Seçkin, seçilmiş Ahmed En çok övülen kişi Mahmud Övülen Sevgili Peygamberimize Muhammed ismini dedesi Abdülmuttalib vermiştir. Kureyş’in ileri gelenlerini bu ziyafete davet etti. Sevgili torununa ne isim verdiğini soranlara, “Muhammed ismini verdim.” dedi. Onlar, “Atalarının arasında bu adı taşıyan yoktur. Bu adı vermekten amacın nedir?” diye sordular. Abdülmuttalip, “Dilerim ki gökte Hakk, yeryüzünde halk onu hayırla ansın.” cevabını verdi. Peygamber Efendimize “Muhammed” ismi dışında aynı anlama gelen “Ahmed, Mahmud ve Mustafa” (çokça övülen, yüceltilen ve seçilmiş) isimleri de verilmiştir. Bunlardan “Ahmed” ismi Kur’an-ı Kerim’in Saff sûresi 6. ayetinde geçmektedir. Peygamberimiz hicri olarak Rebiülevvel ayının 12. gecesi sabaha karşı doğmuştur. Peygamberimizin doğduğu bu gece ülkemizde “Mevlit Kandili” olarak kutlanmaktadır. Milâdî 571’de Peygamber Efendimiz sütannesi Halime’ye teslim edildi Mekke’nin havası çok sıcak olduğu için küçük çocuklara ağır geliyordu. Bundan dolayı aileler yeni doğan çocuklarını, havası daha elverişli olan çevre köylerden gelen sütannelere verirlerdi. Böylece çocuklar daha sağlıklı büyürlerdi. Peygamberimiz de bu amaçla Halime adında bir sütanneye verildi. Dört yaşına kadar sütannesi Halime’nin yanında kaldı. Efendimizin Şeyma, Abdullah ve Üneyse adlarında üç sütkardeşi vardı. Peygamberimizin sütannesinin yanında kaldığı süre içinde Halime’nin evinde bolluk ve bereketeksik olmamıştır. Milâdî 577’de Peygamberimizin annesi Âmine vefat etti. Peygamberimiz, dört yaşından altı yaşına kadar annesiyle birlikte yaşadı. Altı yaşındayken annesi ve hizmetçileri Ümmü Eymen ile birlikte babasının kabrini ve akrabalarını ziyaret etmek için Medine’ye gittiler. Bir müddet orada kaldıktan sonra Mekke’ye dönerken annesi “Ebva” köyünde hastalandı ve vefat etti. Henüz doğmadan babasını kaybeden sevgili Peygamberimiz küçük yaşta annesini de yitirdi. Böylece hem yetim hem de öksüz kaldı. Hizmetçileri Ümmü Eymen, onu Mekke’ye getirip dedesine teslim etti. Milâdî 579’da Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalip vefat etti. Sekiz yaşına kadar dedesi Abdülmuttalip’in yanında kalan Peygamberimiz, dedesini çok severdi. Abdülmuttalip de bu sevgiyi karşılıksız bırakmaz, hiç kimseye göstermediği şefkat, ilgi ve hoşgörüyü küçük torununa gösterir, yetimlik ve öksüzlüğünü ona hissettirmemek için elinden geleni yapardı. İyice yaşlanan Abdülmuttalip, hastalığı artınca canından çok sevdiği torununu, oğlu Ebu Talip’e emanet etti, kısa bir süre sonra da vefat etti. Ebu Talip, yeğeni Muhammed’i hiçbir zaman kendi çocuklarından ayırmadı. Hayatı boyunca elinden gelen her türlü desteği ona verdi. Amcasının eşi Fatıma Hanım da Peygamberimiz’e öz annesi gibi davrandı. Peygamberimiz de amcasının koyunlarını otlatarak ve gücünün yettiği ev işlerine koşturarak amcasına yardımcı oldu. Milâdî 583’te Peygamberimiz amcaları ile birlikte ticaret kervanlarına katıldı. Mekkeliler ticaretle uğraşır, ticaret için kervanlarla yaz aylarında Şam’a, kış aylarında ise Yemen’e giderlerdi. Peygamberimiz de on iki yaşından itibaren amcalarıyla ticaret kervanlarına katıldı. İlk yolculuğunu amcası Ebu Talip ile Busra’ya yaptı. Birkaç yıl sonra da amcası Zübeyr ile Yemen’e gitti. Bu yolculuklar sırasında ticari tecrübeler kazandı. Milâdî 591’de Peygamber Efendimiz Ficar Harbine katıldı. Araplar arasında sürekli savaşlar olurdu. Ancak Muharrem, Recep, Zilkade ve Zilhicce aylarında kan dökme ve zarar vermek haram sayılırdı. Buna rağmen Kureyş kabilesi ile Hevazin kabilesi arasında bu aylarda savaş yapıldı. Bundan dolayı bu savaşa “günahın işlendiği savaş” anlamına gelen “Ficar Harbi” denildi. Bu savaşa amcalarıyla birlikte katılan Peygamber Efendimiz, bizzat savaşmamış, sadece ok toplamıştır. Milâdî 596’da Peygamber Efendimiz Hz. Hatice ile evlendi. Dürüstlüğü ile tanınan Peygamber Efendimiz, Mekke’nin hem soylu hem de zengin kadınlarından Hz. Hatice’nin kervanının başına geçti. Bu ticaret sırasında Hz. Hatice, Peygamberimizi daha yakından tanıdı. Ona ticaretteki başarısı ve ahlakının güzelliğinden dolayı evlilik teklifinde İffeti ve güzel ahlakıyla bilinen Hz. Hatice’nin evlilik teklifini kabul eden Peygamber Efendimiz mutlu bir yuva kurdu. Evlendiği sırada Peygamberimiz yirmi beş yaşındaydı. Vefakâr bir eş olan Hz. Hatice, Peygamber Efendimizi gönülden sevmiştir. Peygamberimizin İslam’a davetine katılan ilk kadın olmuş,tüm mal varlığını İslam için harcamıştır.Peygamberimiz de aynı şekilde güzel ahlak sahibi, kendisini her şart ve durumda destekleyen eşi Hz. Hatice’yi hayırla anmış; onun hakkında şöyle buyurmuştur: “İnsanlar bana inanmazken Hatice bana iman etti. Onlar beni yalanlarken, o beni tasdik etti. Herkes benden malını esirgerken, o beni malıyla destekledi.” Peygamberimizin bu evlilikten Kasım, Zeynep, Rukiye, Ümmü Gülsüm, Fatıma ve Abdullah olmak üzere altı çocuğu dünyaya gelmiştir. Bunlardan Hz. Fatıma dışındakiler henüz Peygamberimiz hayatta iken vefat etmiş,Hz. Fatıma ise ondan yaklaşık altı ay sonra vefat etmiştir. Peygamberimizin daha sonra evlendiği Hz.Mariye’den de oğlu İbrahim dünyaya gelmiş, o daçok geçmeden vefat etmiştir. Kâbe’nin Onarılması ve Hakem Olayı Hz. İbrahim ve Hz. İsmail tarafından yapılan Kâbe, geçen zaman içinde yağmur ve sel suları ile harap olmuş, yeniden yapılması gerekmişti. Mekkeliler miladi 607 yılında Kâbe’yi onarmaya başladılar. Onarım işi bittikten sonra sıra Hacerü’l Esved taşını duvardaki yerine koymaya geldi. Ancak her kabile, taşı yerine koyma şerefinin kendisine ait olmasını istiyordu. Aralarında büyük bir anlaşmazlık çıktı. Sonunda Kâbe’nin avlusuna gelen ilk kişiyi aralarında hakem tayin etmeye karar verdiler. İlk gelen sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) olunca orada bulunanlar buna çok sevindiler ve: “Onun hakemliğine hepimiz razıyız. O Muhammedü’l Emin’dir.” dediler. Durum, Peygamber Efendimize anlatılınca, Peygamberimiz yere bir örtü serdi, Hacerü’l Esved’i o örtünün üzerine koydu. Örtünün uçlarını kabile başkanlarına tutturdu ve taşı konulacağı yere kadar hep birlikte taşıdılar. Peygamberimiz de mübarek elleriyle taşı yerine koydu. Bu çözüm orada bulunan herkesi son derece memnun etti. Çünkü her kabile bu işe katılmıştı. Peygamberimiz bu sırada otuz beş yaşındaydı ve henüz kendisine peygamberlik görevi verilmemişti. Hakem olayı onun zekâsını ve Mekke’de kazandığı sonsuz itibar ve güveni göstermesi bakımından önemlidir.