2. Hz. Muhammed`in Doğumu, Çocukluğu ve Gençliği

advertisement
1. Hz. Muhammed’in Doğduğu Çevre
Peygamberimiz Hz. Muhammed Arap Yarımadası’nın
en önemli şehirlerinden Mekke’de dünyaya gelmiştir.
Hz. Muhammed’in doğduğu, yaşadığı ve vefat ettiği
yer olması açısından Arap Yarımadası’nın
peygamberimizin hayatında önemli bir yeri vardır.
Arap Yarımadası, Asya ve Afrika kıtalarının kesiştiği
önemli bir noktada yer alır. İslam’dan önce Arap
Yarımadası’nı bir arada tutan merkezî bir idare
yoktu. Yarımadanın verimli bölgeleri olarak tarif
edilebilecek yerlerinde kimi krallıklar kurulmasına
rağmen bu krallıklar Arap kabilelerini bir araya
getirmeyi başaramamışlardır.
Hz. Peygamberin dünyaya
geldiği sırada Arap
Yarımadası, Doğu Roma
İmparatorluğu ve Sasaniler
devletinin etkisi altındaydı.
Ancak, her iki devlet de
verimsiz topraklar ve
büyük ölçüde çöllerden
oluştuğundan, bu
toprakları egemenlikleri
altına almak için çaba
göstermediler.
Sadece yarımadanın verimli olarak nitelenebilecek
kesimlerini önemsediler, buraların elde
tutulmasına özen gösterdiler. Arap Yarımadası’nın
içlerinde yaşayan Arap kabileleri hiçbir zaman
kendilerini bu devletlere ait hissetmediler. Sadece
ticaret gereği her iki devlet ile yapmış oldukları
anlaşmalara uydular.
Arap Yarımadası’nda yaşayan Arap kabileleri
geleneksel bir şekilde örf ve âdetlere bağlı
olarak Hristiyan Doğu Roma ve Mecusi
Sasanilerden farklı bir hayat yaşıyorlardı. Esas
itibarıyla Hz. İbrahim’in dinine bağlı olan Arap
kabileleri, zaman içerisinde yozlaşarak putlara
tapmaya başlamışlardı
Zûnüvas ve Ebrehe gibi bazı hükümdarlar, Arapları
bağlı oldukları inançlarından geri çevirmek
istedilerse de bu kişilerin çabaları sonuçsuz kalmıştır.
Bu nedenle Arapların çoğu İslam’ın doğuşuna kadar
puta tapmaya devam etmişlerdir.
Peygamberimizin doğduğu dönemde
Araplar yerleşik ve göçebe olmak üzere
iki şekilde hayatlarını sürdürürlerdi.
Şehirde yaşayanlar yerleşik bir hayat
sürerler ve geçimlerini ticaretle
sağlarlardı. Göçebe hayat sürenler ise
çöllerde yaşarlardı. Bunlar genellikle
tarım ve hayvancılık yaparlardı. Göçebe
hayat yaşayanlara “bedevi” adı verilirdi.
Bölgede putperestlik yaygındı.
Her kabilenin kendisine ait bir
putu vardı. Lat, Menat, Uzza
gibi putlar herkes tarafından
bilinir ve saygı gösterilirdi.
Kâbe’de üç yüz altmış put vardı
ve bunların en büyüğü
Hubel’di.
İnsanlar Allah’a inanmakla birlikte bu
putlara tapar, onların Allah ile aralarında
aracı olduğuna inanırlardı. Bölgede
Yahudilik, Hristiyanlık gibi dinlerin yanı
sıra, ateşe tapan Mecusiler de vardı.
Ayrıca Hz. İbrahim’in öğrettiği din üzere
yaşayan ve bir Allah’a inanan az sayıda
insan da vardı ki bunlara “Hanif” adı
verilirdi.
Kâbe bütün Araplar tarafından kutsal
olarak bilinirdi. Yılın belli aylarında hac ve
ticaret yapmak maksadıyla Mekke’ye
gelenler Kâbe’yi ziyaret ederlerdi. Güven
içerisinde hac ve ticaret yapılabilsin diye
kan dökmenin ve bozgunculuk
çıkarmanın yasak olduğu aylar vardı. Bu
aylara “Haram Aylar” adı verilirdi.
İslam’dan önce Arabistan’da okuma
yazma bilenler yok denecek kadar azdı.
Okul, kütüphane gibi eğitim merkezleri
yoktu. Bu nedenle, yazılı edebiyat yerine
sözlü edebiyat gelişmişti. Özellikle şiir
yaygındı ve oldukça ileri düzeydeydi.
Mekke’de düzenlenen panayırlarda şiir
yarışmaları düzenlenir, birinci olan şiir
Kâbe duvarına asılırdı.
İnsanlar, atalarının geleneklerini körü
körüne taklit ederlerdi. Kan davaları
yüzünden kabileler arasında sürekli
savaşlar yaşanıyordu. İçki, kumar gibi
kötü alışkanlıklar ve haksızlık artmıştı.
Toplumda güçlü olanlar zayıfl arı ezerdi.
Kölelerin, fakir ve kimsesizlerin hiçbir
değeri yoktu. Kadınlara ve kız
çocuklarına değer vermezlerdi. Bu
özellikleri sebebiyle o döneme “Cahiliye
Dönemi” adı verilmiştir.
Cahiliye Dönemi’nde kız
çocuğu sahibi olmak
utanç sebebi sayılırdı.
Birinin kızı olduğu
zaman öfkesinden yüzü
simsiyah kesilirdi. Çünkü
onunla alay edilir ve o
kişi toplum tarafından
dışlanırdı. Kur’an-ı
Kerim’de bu duruma şu
ayetlerle işaret edilmiştir
Kur’an-ı Kerim’de bu duruma şu ayetlerle
işaret edilmiştir:
“Onlardan birine, Rahman olan Allah’a isnat
ettikleri bir kız evlat müjdelense, içi öfkeyle
dolarak yüzü simsiyah kesilirdi.” (Zuhruf sûresi, 17. ayet)
“Diri diri toprağa gömülen kız çocuğunun hangi
suçla öldürüldüğü kendisine sorulduğu zaman...”
(Tekvir sûresi, 8-9. ayetler)
“Ortak koştukları şeyler, müşriklerden çoğuna,
çocuklarını öldürmeyi süslü gösterirdi.”
(En’âm sûresi, 137. ayet)
2. Hz. Muhammed’in Doğumu, Çocukluğu
ve Gençliği
Milâdî 571’de “Fil Olayı” meydana geldi.
Yemen Valisi Ebrehe, “Sana” şehrinde gösterişli bir
tapınak yaptırmış ve Arapları burayı ziyarete
davet etmişti. Buna rağmen hiç kimse bu gösterişli
binayı ziyarete gelmemişti. Bu durumu
gururuna yediremeyen Ebrehe, Kâbe’yi yıkmak
amacıyla içinde fillerin de bulunduğu büyük bir
orduyla Mekke yakınlarına kadar geldi.
Fakat bu sırada beklenmedik bir olay oldu. Allah’ın
bir mucize olarak gönderdiği sürü sürü kuşların
attıkları küçücük taşlarla kibirli Ebrehe’nin ordusu ve
kendisi perişan oldu. Yaralı olarak Yemen’e dönen
Ebrehe burada öldü.
Kur’an-ı Kerim’de “Fil Olayı”
hakkında bizlere şu bilgiler
verilmektedir:
“Rabbinin, fil sahiplerine ne
yaptığını görmedin mi? Onların
tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?
Üzerlerine balçıktan pişirilmiş
taşlar atan sürü sürü kuşlar
gönderdi. Nihayet onları
yenilmiş ekin yaprakları haline
getirdi.”
(Fil suresi, 1-5. ayetler)
Milâdî 20 Nisan 571’de Peygamber
Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)
Mekke’de doğdu
Sevgili Peygamberimizin soyu Hz. İbrahim’e, dayanır.
Peygamberimizin annesi Âmine, Kureyş
kabilesinin bir kolu olan Zühreoğullarından Vehb’in
kızıdır. Babası Abdullah ise Kureyş’in
Haşimoğulları kolundan Abdülmuttalip’in oğludur.
Babası, ticaret amacıyla çıktığı bir yolculuk
sırasında Medine’de hastalanıp vefat etti.
Peygamber Efendimiz bu sırada henüz
doğmamıştı.
Babasının vefatından birkaç ay sonra dünyaya
geldi. Annesi Hz. Âmine peygamberimize
Ahmet adını vermişti. Abdülmuttalip
torununun doğumu vesilesiyle büyük bir
ziyafet verdi.
Hz.
Muhammed’in
Soyu
Adem
Nuh
İbrahim
İsmail
Birbirinin çocuğu değil
aynı soydan gelmeleri
anlamındadır.
Kureyş Kabilesi
Haşimoğulları Soyu
Abdulmuttalib
Abdullah
Muhammed (S.A.V.)
KUREYŞ KABİLESİ - KUSAY
Zühreoğulları
Haşimoğulları
Vehb
Abdulmuttalib
Amine
Abdullah
Muhammed (S.A.V.)
Hz. Muhammed’in İsimleri
Muhammed
Çok övülmüş, övgüye layık
Mustafa
Seçkin, seçilmiş
Ahmed
En çok övülen kişi
Mahmud
Övülen
Sevgili Peygamberimize Muhammed ismini
dedesi Abdülmuttalib vermiştir.
Kureyş’in ileri gelenlerini bu ziyafete davet etti.
Sevgili torununa ne isim verdiğini soranlara,
“Muhammed ismini verdim.” dedi. Onlar, “Atalarının
arasında bu adı taşıyan yoktur. Bu adı vermekten
amacın nedir?” diye sordular. Abdülmuttalip,
“Dilerim ki gökte Hakk, yeryüzünde halk onu
hayırla ansın.” cevabını verdi.
Peygamber Efendimize “Muhammed” ismi
dışında aynı anlama gelen “Ahmed, Mahmud
ve Mustafa” (çokça övülen, yüceltilen ve
seçilmiş) isimleri de verilmiştir. Bunlardan
“Ahmed” ismi Kur’an-ı Kerim’in
Saff sûresi 6. ayetinde geçmektedir.
Peygamberimiz hicri
olarak Rebiülevvel
ayının 12. gecesi
sabaha karşı
doğmuştur.
Peygamberimizin
doğduğu bu gece
ülkemizde “Mevlit
Kandili” olarak
kutlanmaktadır.
Milâdî 571’de Peygamber Efendimiz
sütannesi Halime’ye teslim edildi
Mekke’nin havası çok sıcak
olduğu için küçük çocuklara ağır
geliyordu.
Bundan dolayı aileler yeni doğan
çocuklarını, havası daha elverişli
olan çevre köylerden gelen
sütannelere verirlerdi. Böylece
çocuklar daha sağlıklı
büyürlerdi.
Peygamberimiz de bu
amaçla Halime adında bir
sütanneye verildi. Dört yaşına
kadar sütannesi Halime’nin
yanında kaldı. Efendimizin
Şeyma, Abdullah ve Üneyse
adlarında üç sütkardeşi vardı.
Peygamberimizin
sütannesinin yanında kaldığı süre
içinde Halime’nin evinde bolluk
ve bereketeksik olmamıştır.
Milâdî 577’de Peygamberimizin annesi
Âmine vefat etti.
Peygamberimiz, dört yaşından
altı yaşına kadar annesiyle
birlikte yaşadı.
Altı yaşındayken annesi ve
hizmetçileri Ümmü Eymen ile
birlikte babasının kabrini ve
akrabalarını ziyaret etmek için
Medine’ye gittiler.
Bir müddet orada kaldıktan
sonra Mekke’ye dönerken
annesi “Ebva” köyünde
hastalandı ve vefat etti. Henüz
doğmadan babasını kaybeden
sevgili Peygamberimiz küçük
yaşta annesini de yitirdi.
Böylece hem yetim hem de
öksüz kaldı. Hizmetçileri
Ümmü Eymen,
onu Mekke’ye getirip dedesine
teslim etti.
Milâdî 579’da Peygamberimizin
dedesi Abdülmuttalip vefat etti.
Sekiz yaşına kadar dedesi
Abdülmuttalip’in yanında kalan
Peygamberimiz, dedesini çok
severdi. Abdülmuttalip de bu
sevgiyi karşılıksız bırakmaz, hiç
kimseye göstermediği şefkat, ilgi
ve hoşgörüyü küçük torununa
gösterir, yetimlik ve öksüzlüğünü
ona hissettirmemek için elinden
geleni yapardı.
İyice yaşlanan Abdülmuttalip,
hastalığı artınca canından
çok sevdiği torununu, oğlu
Ebu Talip’e emanet etti, kısa bir
süre sonra da vefat etti.
Ebu Talip, yeğeni Muhammed’i hiçbir zaman kendi
çocuklarından ayırmadı. Hayatı boyunca elinden
gelen her türlü desteği ona verdi. Amcasının eşi
Fatıma Hanım da Peygamberimiz’e öz annesi gibi
davrandı. Peygamberimiz de amcasının koyunlarını
otlatarak ve gücünün yettiği ev işlerine koşturarak
amcasına yardımcı oldu.
Milâdî 583’te Peygamberimiz amcaları ile
birlikte ticaret kervanlarına katıldı.
Mekkeliler ticaretle uğraşır, ticaret için kervanlarla
yaz aylarında Şam’a, kış aylarında ise Yemen’e
giderlerdi. Peygamberimiz de on iki yaşından
itibaren amcalarıyla ticaret kervanlarına katıldı. İlk
yolculuğunu amcası Ebu Talip ile Busra’ya yaptı.
Birkaç yıl sonra da amcası Zübeyr ile Yemen’e gitti.
Bu yolculuklar sırasında ticari tecrübeler kazandı.
Milâdî 591’de Peygamber
Efendimiz Ficar Harbine katıldı.
Araplar arasında sürekli savaşlar olurdu. Ancak
Muharrem, Recep, Zilkade ve Zilhicce aylarında kan
dökme ve zarar vermek haram sayılırdı. Buna
rağmen Kureyş kabilesi ile Hevazin kabilesi arasında
bu aylarda savaş yapıldı. Bundan dolayı bu savaşa
“günahın işlendiği savaş” anlamına gelen “Ficar
Harbi” denildi. Bu savaşa amcalarıyla birlikte katılan
Peygamber Efendimiz, bizzat savaşmamış, sadece ok
toplamıştır.
Milâdî 596’da Peygamber
Efendimiz Hz. Hatice ile
evlendi.
Dürüstlüğü ile tanınan Peygamber Efendimiz,
Mekke’nin hem soylu hem de zengin kadınlarından
Hz. Hatice’nin kervanının başına geçti. Bu ticaret
sırasında Hz. Hatice, Peygamberimizi
daha yakından tanıdı. Ona ticaretteki başarısı ve
ahlakının güzelliğinden dolayı evlilik teklifinde
İffeti ve güzel ahlakıyla
bilinen Hz. Hatice’nin
evlilik teklifini kabul
eden Peygamber
Efendimiz mutlu bir
yuva kurdu. Evlendiği
sırada Peygamberimiz
yirmi beş yaşındaydı.
Vefakâr bir eş olan Hz. Hatice, Peygamber
Efendimizi gönülden sevmiştir.
Peygamberimizin İslam’a davetine katılan ilk
kadın olmuş,tüm mal varlığını İslam için
harcamıştır.Peygamberimiz de aynı şekilde
güzel ahlak sahibi, kendisini her şart ve
durumda destekleyen eşi Hz. Hatice’yi
hayırla anmış; onun hakkında şöyle
buyurmuştur:
“İnsanlar bana inanmazken Hatice bana iman
etti. Onlar beni yalanlarken, o beni tasdik etti.
Herkes benden malını esirgerken, o beni malıyla
destekledi.”
Peygamberimizin bu evlilikten
Kasım, Zeynep, Rukiye, Ümmü
Gülsüm, Fatıma ve Abdullah olmak
üzere altı çocuğu dünyaya gelmiştir.
Bunlardan Hz. Fatıma dışındakiler
henüz Peygamberimiz hayatta iken
vefat etmiş,Hz. Fatıma ise ondan
yaklaşık altı ay sonra vefat etmiştir.
Peygamberimizin daha sonra
evlendiği Hz.Mariye’den de oğlu
İbrahim dünyaya gelmiş, o daçok
geçmeden vefat etmiştir.
Kâbe’nin Onarılması ve Hakem
Olayı
Hz. İbrahim ve Hz. İsmail tarafından yapılan Kâbe,
geçen zaman içinde yağmur ve sel suları ile harap
olmuş, yeniden yapılması gerekmişti. Mekkeliler
miladi 607 yılında Kâbe’yi onarmaya başladılar.
Onarım işi bittikten sonra sıra Hacerü’l Esved taşını
duvardaki yerine koymaya geldi. Ancak her kabile,
taşı yerine koyma şerefinin kendisine ait olmasını
istiyordu. Aralarında büyük bir anlaşmazlık çıktı.
Sonunda Kâbe’nin avlusuna gelen ilk kişiyi
aralarında hakem tayin etmeye karar verdiler. İlk
gelen sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)
olunca orada bulunanlar buna çok sevindiler ve:
“Onun hakemliğine hepimiz razıyız. O
Muhammedü’l Emin’dir.” dediler.
Durum, Peygamber Efendimize anlatılınca,
Peygamberimiz yere bir örtü serdi, Hacerü’l Esved’i
o örtünün üzerine koydu. Örtünün uçlarını kabile
başkanlarına tutturdu ve taşı konulacağı yere kadar
hep birlikte taşıdılar. Peygamberimiz de mübarek
elleriyle taşı yerine koydu. Bu çözüm orada
bulunan herkesi son derece memnun etti. Çünkü
her kabile bu işe katılmıştı.
Peygamberimiz bu sırada otuz beş yaşındaydı ve
henüz kendisine peygamberlik görevi verilmemişti.
Hakem olayı onun zekâsını ve Mekke’de kazandığı
sonsuz itibar ve güveni göstermesi bakımından
önemlidir.
Download