1 İSLAM’IN TEMEL İLKELERİ “De ki: İşte benim yolum… Ben insanları körü körüne değil şuur ve basiretle davet ediyorum. Ben de bana uyanlar da böyleyiz.” Yusuf,12/108. İslam Dininin temel ilkeleri dört ana grupta toplanabilir. Bunlar A) Var Oluş İlkeleri (Doğal İlkeler) B)Yaratıcıya Yönelik Kulluk (Ubudiyet) İlkeleri C) İnsanî Kemalât (Ahlâk) İlkeleri D) Hukuk İlkeleri Burada öncelikle Din kavramı, Hak Din ve Batıl din; İslam anlamı üzerinde durmak gerekir. Daha sonra İslam Dini ve İslamcılık kavramı ve bunların birbiriyle ilişkisi farkları üzerinde durmak gerekir. DİNİN TANIMI: Din kelimesi arapça “deyn/borç” kökünden türemiş bir kelime olup “âdet, durum, ceza, mükâfat; itaat” gibi üç temel manya gelmektedir.1 Terim Anlamı: Dinin çeşitli tarifleri yapılagelmiştir. Özellikle felsefe, dinler tarihi, din psikolojisi, din sosyolojisi ve din eğitimi gibi bilim dalları kendi açılarından bakarak muhtelif din tanımları yapmışlardır. İslam âlimleri ise mutlak anlamda “Hak din”i nazarı dikkate alarak tanımlamışlardır. Buna göre Din, Allah Teala’nın, peygamberleri vasıtasıyla akıl ve irade sahibi varlıklara bildirdiği onların dünya ve ahiret saadetini sağlamaya yönelik ilahî sistemdir/vaz-ı ilahidir. Dünya gezegenimizde bir çok inanç biçimleri bulunmaktadır. Bunların hepsine doğru ve hak demek dinî açıdan mümkün değildir. Zira dinî açıdan bir 1 Günay Tümer, “Din”, DİA, IX, 312-vd. 2 inanç biçiminin hak ve geçerli olabilmesi için bir takım özelliklere sahip olması gerekmektedir. Bu özelliklere göre inanç biçimlerini hak ve batıl inanç biçimleri olarak ayırmak zorunludur. Buna göre Hak dinin özellikleri: 1) Hak bir dinin kaynağı Hak dinin belirleyicisi Allah Teâla’dır. Evreni yaratan ve yöneten, sahibi olan Yüce Tanrı olduğu için kendi mekânında geçerli olan kanunları koymak da âlemlerin Rabbi ve İlahı olarak O’nu nen doğal hakkıdır. Yarattığı evrende tabiat kanunları dediğimiz ilkeleri koyan O olduğu gibi din dediğimiz inanç, ahlak, amel ve yaşama kurallarını koyan da Allah Teâla’dır. 2) Dinî ilke ve hakikatlerin vahiyle sabit olması, yani vahiy gönderilmesi; emir ve yasak türünden buyruklar içermesi. 3) İlahî vahiy hakikatlerinin tebliğ edilip mükelleflere bildirilmesi. 4)Allah Tarafından gönderildiği sabit olan (mucize gibi delillerle) peygamberleri olması. 5) Ölüm ötesi hayat ve ilahî sorgulanma inancına sahip olması. HAK DİNLER VE BATIL DİNLER: Batıl dinler: başından itibaren temelden yanlış ve geçersiz olan inanç biçimleridir. Hiçbir ilahi temele dayanmayan insanlar tarafından kurulup geliştirilmiş inanç biçimleri böyledir. HAK DİNLER: Aslında hak din bir olmasına rağmen elde mevcut olup olmamasına ve orijinalliğini korumasına göre üçe ayrılır. 1) Kaybolmuş hak dinler: İlahi suhufların gönderildiği peygamberlerin dinleri gibi. Bunlara ait bilgiler unutulmuş, kaybolmuştur; ancak bunlara ait bazı bilgiler sadece Kuran’da bulunmaktadır. 3 2)Muharref/Bozulmuş Hak dinler: Yahudilik/Musevilik ve Hıristiyanlık/İsevilik gibi. 3) Orijinal Hak din: Bu ise özel anlamıyla yani Son Peygamber Hz. Muhammed’e (sas) gönderilen İslamiyet’tir. Din kavramı içinde ele alınması gereken bir diğer husus da “ Hak Dinin Birliği İlkesi” dir. HAK DİNİN BİRLİĞİ İLKESİ Hak Dinin Birliği ilkesinden kasdedilen şunlardır: İslâm, Allah Teala’nın Hz. Âdem’den itibaren Hz. Muhammed (sas) dâhil tüm peygamberlere gönderdiği ilahi dini ortak adıdır. Allah’ın gönderdiği ilahi vahiyleri bütününü içeren anlamıyla bu mana da İslam, iman, ibadet, ahlak ve temel hukuk ilkelerinde aynı esasları getirmiştir. Bu doğrultuda iman esasları aynıdır, evrenseldir ve bütün peygamberler hayatları boyunca öncelikle toplumlarının Allah’ın varlık ve birliğine (Tevhid) iman etmelerini sağlamaya çalışmışlar, inkâr, şirk ve her türlü batıl inanç biçimleriyle mücadele etmişlerdir. Buna ilaveten namaz, oruç, zekât, hac gibi ibadet esasları, ana-babaya saygı ve bağlılık, fakir ve yoksullara, düşkünlere iyilik etmek gibi ahlak esasları, evrenseldir.2 Mesela şu ayetler namaz, zekât gibi ibadetlerin ilahî dinlerde evrensel olduğuna delildir: (Rabbimiz, ben çocuklarımdan bazısını senin kutsal evin Kâbe’nin yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Bunu sırf namazı dosdoğru kılmaları için yaptım.) (İbrahim,14/37). Keza (Rabbim, beni namazı devamlı kılanlardan eyle ve soyumdan gelenleri de. Rabbimiz, duamızı kabul buyur.) (İbrahim,14/40 ( İsmail, ailesine namazı ve zekâtı emrederdi.) (Meryem,19/55) Hz. İbrahim, Lut, Hz. İbrahim’in oğulları Yakup ve İshak hakkında ise şöyle denilmiştir: (Onları bizim emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık 2 İman ve amel ve ahlak esasları için bk: 2/43; 45;110; 153; 4/77, 162; 22/78; 24/56; 22/35; 4 ve kendilerine hayırlar işlemeyi, namazı dosdoğru kılmayı, zekâtı vermeyi vahyettik…) (Enbiya, 21/73; bk.21/70-74) Allah Teâla Hz. Musa’ya ilk vahiyle hitap ettiğinde ise ona ilk emrettiği husus, Allah’tan başka ilah olmadığı yalnız kendisine ibadet edilmesi gerektiği ve namazın kılınması olmuştur. İlgili ayet şöyledir: (Şüphe yoktur ki Ben Allah’ım; Benden başka ilah yok ancak ben varım; öyleyse bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.) (Ta ha,20/14) Tüm insanlığa öteden beri ilahî dinlerin de aslı olan Allah’ın varlık ve birliğine ve peygamberlere iman gibi temel iman, ibadet ve ahlak ilkeleri bildirilmiş ve onlar bu ilkelerle sorumlu tutulmuştur. Aşağıdaki iki ayet İsrail oğullarının temel iman, ahlak ve ibadet esaslarından bazılarına dikkat çekilmiştir. (Hani Biz İsrail oğullarından “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, ana-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, insanlara sözü güzel söyleyeceksiniz, namazı dosdoğru kılacaksınız, zekâtı vereceksiniz” diye söz almıştık.) (Bakara,2/83) (And olsun ki Allah İsrail oğullarından çok sağlam söz almıştı. Onlardan on iki temsilci başkan seçip göndermiştik. Allah onlara şöyle demişti: Şüphesiz ben sizinle beraberim. And olsun şayet namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, peygamberlerime inanır ve onlara destek olursanız, yerinde ve uygun kimselere vermek suretiyle Allah’a güzel borç verirseniz, elbette sizin kötülüklerinizi örterim…) (Maide, 5/12) Şu ayette Allah Teala, Hz. Musa ve kardeşi Harun’a namazı farz kılmış ve evlerini bir ibadet mekanına dönüştürmelerini emretmiştir: (Biz Musa ve kardeşine şöyle vahyettik: Kavminiz için Mısır’da barınak olarak evler hazırlayın ve evlerinizi namaz kılacak yerler yapın. Namazı dosdoğru kılın. Müminlere müjdele.” ) (Yunus,10/87) Hz. Yakup vefatı sırasında oğullarına yönelttiği soruya onların verdiği cevap da iman esaslarının evrensel olduğunu göstermektedir. (Yoksa siz ölüm döşeğinde iken Yakub'un, çocuklarına, "Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?" dediğinde, onların da, "Senin ilâhına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek bir ilâha ibadet edeceğiz; bizler O'na boyun eğmiş Müslümanlarız." dedikleri zaman orada hazır mı bulunuyordunuz?) (Bakara,2/133). 5 Hz. İsa ise mucize olarak daha beşikte iken konuşturulmuş ve o şöyle demiştir: (Beşikteki bebek İsadedi ki: Muhakkak ki ben Allah’ın kuluyum, O bana kitabı verdi, beni peygamber yaptı, nerede bulunursam bulunayım beni mübarek eyledi. Yaşadığım sürece bana namazı, zekâtı ve anama iyi davranmamı emretti. Beni bedbaht bir zorba yapmadı.) (Meryem, 19/30-33) Lokman (aleyhis selam da) oğluna şu iman, ibadet ve ahlak ilkelerini öğütlemişti: (Lokman oğluna öğüt vererek şöyle demişti: Yavrucuğum, Allah’a şirk koşma, Hiç şüphesiz şirk büyük bir zulümdür. Ayrıca biz insana anababasına iyi davranmasını vasiyet ettik.….[Lokmân, öğütlerine şöyle devam etti:] "Yavrucuğum! Namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye gayret et, başına gelenlere sabret ) (Lokman, 31/17; bk.13-19) (Hıristiyan ve Yahudiler gibi geçmişte kendilerine kitap verilen tüm toplumlar hakkında da şöyle buyurulmuştur: (Halbuki onlara dini sadece O Allah’a has kılarak ve şirkten uzak tam tevhid ehli olan Hanifler olarak Allah’a kulluk etmeleri, namazı dosdoğru kılmaları ve zekat vermeleri emrolunmuştu. İşte sağlam din budur.) (Beyyine,98/5) Ve yine Kur’an’da sadece geçmiş toplum ve ümmetlere değil, kıyamete dek tüm insanlara şu hususlara riayet edilmesi emredilmiştir ki bunlar iman, ibadet ve ahlak esaslarıdır: (Asıl iyilik Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgisine rağmen onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, ihtiyaçlarından dolayı isteyene ve özgürlükleri için kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve şiddetli savaş zamanlarında sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar sadık olanlardır ve işte bunlar Allah’a karşı gelmekten çok sakınanlardır.) (Bakara, 2/177) (Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin yardımcı velileridir. Onlar iyiliği emrederler, kötülükten alıkoyarlar, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, 6 Allah ve Onun peygamberine itaat ederler. İşte Allah onlara rahmet edecektir.) (Tevbe, 9/71) Allah’ın varlık ve birliğinin yanı sıra ana-babaya, akrabalara, yoksula iyilik gibi hususlar da evrensel ahlak ve insanlık ilkeleri olduğu gibi, kendini beğenmişlik, gurur, kibir, cimrilik, her türlü kötülük ve pislikten uzak durmak, geçim endişesi gibi sebeplerle bebekleri öldürmek, insan öldürmek gibi bazı temel yasaklar ve haramlar da evrenseldir. Şu ayetler buna delalet etmektedir. (Allah’a kulluk edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, elleriniz altında bulundurduğunuz elemanlara iyi davranın. Elbette Allah, kendini beğenen ve hep kibirlenen kimseyi sevmez. Bunlar cimrilik eden ve insanlara da cimriliği tavsiye eden Allah’ın kendilerine sırf lütfundan verdiklerini saklayan kimselerdir. Biz kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırladık.) (Nisa,4/36) Son Peygamber Hazreti Muhammed’in şahsında tüm inananlara şöyle emredilmiştir: ( De ki: Gelin Rabbiniz size neleri haram kıldığı okuyayım: O’na hiç bir şekilde ortak koşmayın, ana-babaya iyi davranın, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, zira sizin de onların da rızkını biz veririz; kötülüklerin açığına da gizlisine de sakın yaklaşmayın, Allah’ın saygın ve değerli kıldığı canı haksız yere öldürmeyin. İşte bunlar Allah’ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız.) (En’am, 6/151) ( Ey Muhammed! Sana Allah uğrunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: Maldan harcayacağınız şey, ebeveyn, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular için olmalıdır. Muhakkak ki Allah ne hayır yapacağınızı en iyi bilir. (el-Bakara, 2/215) 7 (Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babaya da iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırlarsa, onlara öf bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek alçakgönüllülükle üzerlerine kol-kanat ger ve şöyle dua et: Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl görüp gözetmişlerse şimdi Sen de onlara merhamet buyur.) (İsra,17/23-24) (Biz, insana, ana babasına iyilik etmesini emrettik. Şâyet onlar seni, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, bu takdirde onlara itaat etme.) (Ankebut,29/8) Öte yandan İsra suresindeki 9-39 ayetleri ortak iman, ahlak esaslarını ve yasaklardan bazılarını içermektedir. Aşağıda bugünkü Tevratta yer alan “On emir” de evrensel inanç ve ahlak esaslarının neler olduğuna dikkat çekmektedir. Eski Ahit’in “Çıkış, 20:2-17; Tesniye, 5:6-21) yerlerinde aynı içerikte olmak üzere tekrarlanmıştır. Eski Ahit Çıkış’taki on emir veya yasak şöyledir: (1) Karşımda başka ilâhların olmayacaktır. (2) Kendin için oyma put, yukarıda göklerde olanın yahut aşağıda yerde olanın yahut yerin altında sularda olanın hiç suretini yapmayacaksın; onlara eğilmeyeceksin ve onlara ibadet etmeyeceksin; çünkü ben, senin Allah’ın Rabbım... (3) Allah’ın ‘Rabbin ismini’ boş yere ağza almayacaksın; çünkü Rab kendi ismini boş yere ağza alanı suçsuz tutmayacaktır. (4) Sebt/cumartesi gününü takdis etmek için onu hatırında tut. Altı gün işleyecek ve bütün işini yapacaksın, fakat yedinci gün Allah’ın Rabbe ait Sebttir… (5) Babana ve anana hürmet et ki, Allah’ın Rabbin sana vermekte olduğu toprakta ömrün uzun olsun. (6) Öldürmeyeceksin. (7) Zina etmeyeceksin. (8) Çalmayacaksın. 8 (9) Komşuna karşı yalan şehadet etmeyeceksin. (10) Komşunun evine tamah etmeyeceksin; komşunun karısına, kölesine, cariyesine, öküzüne, eşeğine, komşunun hiçbir şeyine tamah etmeyeceksin. Tensiye (5: 6-21)’de içerik hemen hemen aynı olmakla birlikte çok küçük ilâveler vardır. Yukarıdaki Tevrat’ta zikredilen on emrin Kur’an-ı Kerim’de (Bakara,2/ 83-84, İsrâ,17/23-39, 101; En-âm6/151-153; Nahl,16/ 124.) bir çok ayette yer aldığı görülmektedir ve bu durum söz konusu ilkelerin evrensel olduğunu ifade etmektedir. Örneğin Bakara suresinde şöyle geçmektedir: ( Vaktiyle biz, İsrail oğullarından; yalnızca Allah’a kulluk edeceksiniz, ana- babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz diye söz almış ve “insanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin” diye de emretmiştik. Sonunda azınız müstesna, yüz çevirerek dönüp gittiniz. (Ey İsrail oğulları)“Birbirinizin kanını dökmeyeceğinize, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza dair sizden söz almıştık. Her şeyi görerek sonunda bunları kabul etmiştiniz.) (el-Bakara, 2/ 83-84) İsrâ Suresi, 101 nci ayet de ise, Hz. Musa’ya gönderilen 10 Emir’e şu şekilde işaret edilmiştir: (And olsun biz, Musa’ya açık açık dokuz ayet verdik. Haydi İsrailoğullarına sor…) Bu ayette geçen dokuz ayeti “tis’a âyâtin beyyinatin” Müslüman tefsir âlimlerinin bir kısmı “Hz. Musa’ya verilen dokuz mucize” olduğunu belirtmiş; bir kısmı ise bunların Hz. Musa’ya vahyedilen ilahî emirler olduğunu söylemişlerdir. Bu ikinci anlayışa göre bu dokuz âyet tefsirlerde sırasıyla şöyle belirtilmiştir: 1) Allah’a eş koşmayın. 2) Haksız yere adam öldürmeyin. 3) Zina etmeyin. 4)Faiz yemeyin. 5)Büyü yapmayın. 6) Suçsuz insanı, öldürmesi için sultana teslim etmeyin. 7) İsraf etmeyin. 8) Namuslu kadınlara iftira atmayın. 9) Savaştan kaçmayın.”3 3 TDV Kur’an-ı Kerim Meali ilgili ayet. 9 Nahl Suresi, 124 ncü âyette ise Cumartesi/Sebt günü hakkında şöyle buyurulmuştur: ( Cumartesi tatili, ancak onda ihtilaf edenlere farz kılınmıştı. Kıyamet günü Rabbin, muhakkak onların ihtilafa düştükleri şey hakkında aralarında hüküm verecektir.) A) VAROLUŞLA İLGİLİ İLKELER: Bunlar dünya öncesi, dünya hayatı ve dünya hayatı sonrası yani ölüm ötesi hayatı olmak üzere bütünü kuşatan ve onlara anlam veren temel ilkelerdir. Aynı zamanda bu esaslar var oluşla ilgili ilkeleri ve iman esaslarını içermektedir. İman esaslarını da içermektedir; çünkü iman esasları varlık âleminin bütünü kuşatan ve anlamlandıran ilkelerdir; var oluşun ve varlıklar âleminin çeşitli boyutlarını ve birbirleriyle olan ilişkisini açıklar. 1) ÂLEMİN VE BİLGİNİN GERÇEKLİĞİ İLKESİ. Öncelikle her şeyin ve dinin varlığının söz konusu olabilmesi için bu ilke ilk zorunlu şarttır. İnsanın kendi varlığı ve kendi dışındaki varlıkların mevcudiyetinin gerçek olduğu sabit olmadan bir şeyin varlığı ve gerçekliğinden söz edilemez. Buna ilaveten hakikatin varlığı (Varlığın mevcudiyeti, özellikleri, bilimsel ve dini gerçekler gibi bir çok husus) ve varlığının bilinebileceği sabit olmadan da hiç bir şey hakkında doğru bilgi ve ilim elde edilemez. Bu yüzden dinî ve ahlakî gerçekler/ilkeler varlığın gerçek olduğu ve hakikatin varlığı ve bilinebileceği temeline dayanır. 2) YARATICININ BİRLİĞİ VE ÇOKLUĞUN İMKÂNSIZLIĞI İLKESİ. Yaratıcının bir ve tek oluşuna delil olan bir çok ayet vardır. Mesela İhlas suresi böyledir. Bu sure (Kul huvellahu ehad / de ki Allah birdir) ifadesiyle Allah’ın ne olduğu vurgulanmış; (Allahu’s-samet / Allah hiçbir şeye muhtaç olmayandır; lem yelid/doğurmamış ve lem yûled/doğurulmamış ve lem ye kun lehu küfüven ehad / hiçbir şey Onun dengi olmamıştır. ) beyanı ile de Yüce 10 Allah’ın ne olmadığını ve olamayacağını açıklamaktadır. Beş ayetli bu kısacık surede önce Allah’ın tek ve bir olduğu bildirilmiş; sonra her hangi bir şeye muhtaç olmak, doğurmak, doğmak, her hangi bir yaratılmış varlığa benzemek gibi eksiklik ve noksanlık ifade eden nitelikler Yüce Allah’tan uzaklaştırılmıştır. Böylece iki farklı açıdan Yüce Allah’ın temel sıfatları ifade edilmiştir. Öte yandan “Lem yelid/ doğurmamış” ifadesiyle Allah Teala’nın dişi olmadığı, erkek eşi olmadığı ve çocuğu olmadığı; “lem yûled/doğurulmamış” beyanıyla da doğurulmadığı yani evlat olmadığı ve sonradan meydana gelmediği, annesi ve babası olmadığı vurgulanarak altı çeşit yanlış ilah tasavvuru ret edilmiştir. ٰ اِنَّ َما/ Muhakkak ki )ض ِ س اب َحانَهُ ا َ ان َي ُكونَ لَهُ َولَدٌ لَهُ َما فِى السَّمٰ َوا ِ اّللُ اِلهٌ َو ُ ٌاحد ِ ت َو َما فِى ااْلَ ار Allah, tek bir ilahtır. O, bir çocuğu olmaktan münezzehtir, uzaktır. Göklerde ve yer yüzünde olan her şey O’nundur. ) (Nisa suresi,4/ 171. ayet) (De ki: hamd yalnız Allah’a mahsustur; ki o Allah çocuk edinmemiştir, hükümranlık alanı olan mülkünde hiçbir ortağı yoktur ve acizliğinden dolayı hiçbir yardımcı edinmemiştir.) (İsra, 17/ 111) Buna ilaveten Ayetü’l-kürsi olarak meşhur olan ayetler de Allah’ın birliğini ve ne olduğunu ifade eden sıfatlarını tanıtmaktadır. (Allah, odur ki kendisinden başka ilah yoktur, O, diri ve daimi hazır olandır. Kendisine ne uyku ne de uyuklama gelir. Göklerde ve yerde var olanlar hep onundur. İzni olmaksızın onun huzurunda kim şefaat edebilir! O, yarattığı varlıkların önünde yapacakları ve arkasında ne yapıp bıraktıkları ne varsa bilir. Yaratıklar ise O’nun dilediğinden başka ilminden hiçbir şey kavrayamazlar. Onu kürsüsü/hükümranlığı gökleri ve yere kuşatmıştır. Gökleri ve yeri gözetmek Ona zor gelmez. O böyle yüce ve böyle büyüktür.) (Bakara, 2/255.ayet) Keza şu ayetler de Yüce Allah’ın EHAD (bir sayısal olarak bir) ve VAHİD (tek,çeşitli parçalardan oluşmadığını, bölünemez ve parçalanamaz) 11 olduğunu, Allah’ın eşi, benzeri, dengi ve ortağı olmadığına ifade etmektedir: (Kul huvellahu ehad / de ki Allah birdir) ve ) الر ٖحي ُم ِ َوا ِٰل ُه ُك ام اِلهٌ َو/ Ve Sizin ilahınız tek bir ilahtır. َّ الرحا مٰ ُن َّ احدٌ َْل ا ِٰلهَ ا َِّْل ُه َو O’ndan başka ilah yoktur. O Rahman ve rahimdir. ) ( Bakara, 2/163. ayet) Yüce Allah, son kelamı Kur’an’da kendi ilahî varlığının sadece bir ve tek olduğunu insanoğluna bildirip tanıtmakla yetinmemiş, varlık âleminde birden fazla ilah olmadığını ve olamayacağını, bunun imkânsızlığını da aklî delil ortaya koyarak insanoğluna bildirmiştir. Bu delile “Allah’ın iki olmadığının delili” denmektedir. Bu ayet, Yaratıcının çokluğu inancının yanlış olduğunu “mefhumu muhalif delili” (yani bir şeyi zıttı ile ispat etmek) ile ve İrade çatışması (burhanı temanu) ve Sürekli işbirliği (burhanı tevarüd) deliliyle red ederek şirkin imkânsızlığını aklen ispat etmektedir. Söz konuş ayet şöyledir: (Eğer göklerde ve yeryüzünde(evrende) Allah’tan başka ilahlar bulunsaydı onlar bozulur yok olup giderdi. Arşın rabbi olan Allah o müşriklerin Allah nitelendirdikleri yanlış sıfatlardan yüce ve münezzhtir.) (el-Enbiya,21/22) Bu ayetten mefhumu muhalif delili ile akıl yürüterek Allah’ın iki olamayacağı şöyle ortaya konmuştur: “Gökler ve yeryüzünde yani evrende Allah’tan başka ilahlar olsaydı evren yok olup giderdi. Evren milyarlarca yıldır var olmaya devam etmektedir. O halde birden fazla ilah bulunmamaktadır.” İrade Çatışması delili ile akıl yürüterek birden fazla ilahın olamayacağı şöyle ortaya konulmuştur: “ilim, kudret, irade ve bağımsızlık sıfatları gibi her açıdan tümüyle birbirine eşit iki ilah olduğu var sayılırsa bunlar her hangi bir şeyi yapıp yapmamada çatışırlarsa. Örneğin biri “âlem yaratılacak” diğeri “âlem yaratılmayacak” şeklinde birbirleriyle çatışsalar şu üç ihtimal olur. a) ya ikisinin de dediği olur. İki ilahın dediğinin olması mümkün değildir. Çünkü biri âlemin olmasını, diğeri ise olmamasını istemiştir. Olmak ile olmamak arasında başka bir üçüncü şıkkın bulunması ise imkânsızdır. O halde bu ihtimal geçersizdir. 12 b) ya ikisinin de dediği olmaz. İkisinin de dediğinin olmaması, onların dilediğini yapmaktan aciz olduğunu olduğunu gösterir. Aciz olan ise tanrı olamaz. O halde bu ihtimal de geçersizdir. c) ya da birinin dediği olur diğerinin ki olmaz. Dediği olmayan, aciz olmuş olur; aciz ise Tanrı olamaz. O zaman geriye tek ihtimal kalır ki bu da dediğini yapanın istediği gerçekleşmiş olur. O halde tanrı odur.” 3) EVRENİN YARATILMIŞLIĞI VE SONLULUĞU İLKESİ Evrenin sonradan meydana geldiği bilimsel bir gerçek olduğu kadar aklen de sonradan var olduğu sabittir. Kâinatın sonradan meydana geldiğine ve getirildiğine “âlemin hadis oluşu”; evrenin sonlu oluşuna da “ âlemin fâni olması” denmektedir. Hâdis, bir şeyin sonradan var edilmesi; “fâni” de sonradan var olanın yok edilmesi demektir. Âlemin yaratılmış olduğunun akli delili, evrendeki oluşumlar, oluş ve bozuluşlar (yani kevn ve fesat), değişimlerin (tebeddülat) varlığıdır. Bu akıl, tecrübe ve bilimle doğrulanmış bir gerçektir. Kendi varlığımızda, yeryüzünde, gökyüzünde, uzay ve evrende değişimlerin olduğu duyularla ve tecrübe ile sabittir. Bir bütünün parçasında olan özellikler bütünde de vardır. Âlemin bir yerinde dünyada olan değişimler, oluş ve bozuluşlar bunların sonradan meydana geldiğini göstermektedir. Bu gerçek, “ havadisten hali olmayan her şey hadistir; yani sonradan olan şeylerden ayrı düşünülemeyen her şey sonradan olmuştur.” prensibiyle ifade edilmiştir. Evrenin hâdis olduğu şöyle bir akıl yürütme ile ortaya konmuştur: “Âlem hadistir. Havadisten ayrı olamayan her şey hadistir. Her hadisin bir muhdisi/ etken bir yaratıcı sebebi vardır. O muhdis ya âlem cinsindendir ya da değildir. Bu etken yaratıcı âlem cinsinden olursa onun da hadis olması ve dolayısıyla bir muhdisi olması gerekir. Bu ise ya teselsülü (geriye doğru sonsuza dek sebepler zincirinin devam etmesi) ya da devri (aynı özelliklere sahip iki şeyin hiçbir sebep olmaksızın birinin var etmesi; kısır döngüyü) gerektirir. Teselsül ve devr batıl ve yanlış olduğundan âlemin muhdisinin âlem cinsinden olmayan bir varlık olması gerekir. O varlık da ezeli olan Allah’tır.” 13 Her sonradan olanın (havadis ) ise belli bir süre sonra yok olması da zorunludur. Bu da akıl, duyular, tecrübe ve bilimle sabit bir gerçektir. Her havadis sonludur. Var etme ve yok etme ikisi de ayrı bir fiil ve iştir. Hadis olan bir şey Tanrının onda bekayı/sonsuzluğu yaratmasıyla ebedileşebilir; ama kendiliğinden ebedî olması mümkün değildir. Yüce Allah bu konuda insanı kendi aklî çıkarımları ve bilgileriyle baş başa bırakmamış, onun aklı, tecrübesi ve bilimle buluduğunu desteklemek üzere âlemin hâdis/sonrdan var edildiğine bir çok ayetler göndermiştir. Örneğin (Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlık ve aydınlığı var eden Allah’a mahsustur.) (En‘am,6/1) ( O, gökleri ve yeri hak ve hikmetle yaratandır. “Ol” dediği gün her şey oluverir. O’nun sözü gerçektir…) (En‘am, 6/73) ( O göklerin ve yeryüzünün eşsiz Yaratıcısıdır. O’nun hiçbir eşi olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir? Halbuki her şeyi O yaratmıştır ve her şeyi hakkıyla bilen O’dur. İşte Rabbiniz Allah O’dur. O’ndan başka Tanrı yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. O halde O’na kulluk edin… ) (En‘am, 6/101-102) 4 ( Muhakkak ki Rabbin, gökleri ve yeri altı günde/zamanda yaratan ve Arşa istiva edendir…) (7/54) ( Görmüyor musun ki şüphesiz gökleri ve yeri hak olarak Allah yarattı. İstese sizleri yok eder de yepyeni bir halk/yaratık getirir.) (İbrahim, 14/19) Her sonradan var edilen şey ise sonludur, sonu getirilecektir. Böylece sadece Yüce Tanrı’nın sonsuz olduğu tüm gerçekliğiyle ortaya konacaktır. Zira sonradan olmak, kendi içinde eninde sonunda yok olmayı gerektirir; diğer bir ifade ile “sonradan var olanın yapısal özelliğinden biri de fani olmak, ebedi olmamaktır.” Kıyametin gerçekleşeceği âlemin sonlu olduğunun en açık delilidir. Kıyametin gerçekleşeceğiise artık bilmsel bir gerçektir. Bu delile ilaveten şu ayetler evrenin Yaratıcısı ve Sahibinden başka her var olanın sonlu olduğunu açıkça göstermektedir. 4 bk.13/16;39/62;40/62. 14 ( Allah ile başka tanrıya yalvarıp dua etme. O’ndan başka Tanrı yoktur. O’nun Zatından başka her şey yok olacaktır ve siz ancak O’na döndürüleceksiniz.) (Kasas, 28/88) ve (Yeryüzündeki her şey fanidir. Ancak izzet ve azamet sahibi Rabbinin zatı baki kalır.) (Rahman, 55/26-27) 5 ve “Her canlı ölümü tadacaktır. Sonra hepiniz bize döndürüleceksiniz.” Âlemin yaratılmış ve sonlu olduğunu bildiren ayetler birlikte düşünüldüğünde Allah Teala adeta şöyle demiş olmaktadır: tüm boyutlarıyla varlığı ve evreni Ben yarattım, onu yok edecek te benim, Ben’den başka her şey sonludur. 4) HAYATIN PARÇALI BÜTÜNLÜĞÜ İLKESİ. Hayat, bir pazılın parçalarının bütünü oluşturması gibi, çeşitli varlık boyutlarının birbirini tamamlamasıyla oluşturulmuştur bir bütündür. Biri diğerini gerektirir, tamamlar, onsuz hayat var oluş ve anlam bakımından eksik kalır. Bu boyutlar insan açısından temel olarak dörttür. a) Dünya âlemi öncesi var oluş ve hayat: Âlemin insanla ilişkisi bakımından yani insanî var oluş açısından bu varlık aşaması olup bitmiş; tamamlanmıştır. b) Dünya hayatı: Dünya hayatı ile kast edilen güneş sisteminde bir uydu gezegen olan yer küresi değil, tüm evren kast edilmektedir. Var oluşun bu aşaması bir yönüyle hala oluşmakta ve bir yandan da eskimektedir. Böyle olmakla birlikte varlığı devam etmektedir. c) Ölüm ötesi kabir/berzah hayatı: Var oluşun bu boyutu, ölen mükellef canlılar için başlamış, ölecekleri için henüz başlamamıştır. Ölüm ötesi kabir/berzah hayatı ferdin ölümü ile başlar ve evrenin ölümü olan kıyametin gerçekleşmesi ve dirilişe dek sürer. 5 Bk. 18/ 28; 76/9. 15 d) Âlemin ölümü ve ahiret hayatı: Var oluşun bu aşaması henüz gerçekleşmiş değildir. Âlemin ölümü kıyametle gerçekleşecek olan bu aşama ile mükellefler varlıklar için Yüce Yaratıcının sonsuzluğu yaratması ile sonsuza dek sürecektir. 5) SİSTEMLİLİK/MÜKEMMEL DİZAYN VE NİZAM İLKESİ: Evren, çeşitli hayat biçimlerine sahip canlı ve cansız milyarlarca varlıktan meydana gelmiş, birbiriyle ilişkili bir bütün, bir sistemler bütünüdür. Bir sistemde en küçük parça ile en büyük parça arasında uzak yakın kesin ilişki vardır; bu bütüncüllük ve sistemlilik içinde büyü parça küçük olanına muhtaçtır. Bu ihtiyaç sistemlilik gereğidir. Kuranda bu sistemliliğe işaret eden ve dikkat çeken bir çok ayet bulunmaktadır: Hesap, Mizan, ahenk kelimeleri buna işaret eder. (Güneş ve ay belli bir hesaba göre hareket eder... Göğü Allah yükselt ve mizanı (ölçü ve sistemi) O koydu. Sakın mizanı/sistemi bozmayın.) (Rahman, 55/4-8) Şu ayette de Yüce Yaratıcı gökleri yani gökler ve uzay sahibi evreni ahenk içinde uyumla yarattığını, kendi ialhî yaratış ve sanatında hiçbir bozukluk, düzensizlik ve ahenksizlik olmadığını tüm akıl sahibi varlıklara meydana okuyarak bildirmiştir. (O Allah ki göğü katman katman birbiriyle ahenkli yedi göğü yaratmıştır. Rahman olan Allah’ın yaratışında hiçbir bozukluk göremezsin. Gözünü çevir de bak, hiçbir bozukluk görebiliyor musun? Sonra gözünü tekrar be tekrar çevir de bak; göz aradığı bozukluk ve düzensizliği bulamadığından aciz ve bitkin halde sana dönecektir.) (Mülk, 67/3-4)6 6) DEĞERLİLİK VE GAYELİLİK İLKESİ 6 - Bk. Enam, 6/96-97; Yasin, 36/37-40. 16 Değerlilik ve gayelilik ilkesiyle hayatın abesliğin yani anlamsızlığın olması, her mevcudun bir değeri ve var ediliş gayesinin olduğu kasdedilmektedir. Buna göre bütünüyle tüm hayatın, var olan ve üretilen her şeyin âlemde doldurduğu, işgal ettiği bir mekân/yer, gayesi ve bu gayeye göre bir değer ve anlamı vardır. Maddî ve madde ötesi olarak var olduğu halde hiçbir gayesi ve fonksiyonu, değeri ve işlevi olmayan bir mevcut yoktur. Bu var olmanın yapısal bir özelliği ve gerekliliğidir.Bu ilke iki şekilde açıklanır: a) Ne ve nasıl olursa olsun var olmak bizzat bir değer ve anlamdır. Zira var olmanın zıttı ve karşıtı yokluk(adem)dir. Yok’un hiçbir değer ve anlamı bulunmaz. Var olmak ise mutlak ademden/yokluktan kurtulup varlık sahasına alemine çıkmaktır. Bu ise başlı başına bir değer ve kıymettir. b) Sistem içinde yer alan her şey, varlık cinsi ve fonksiyonu ne olursa olsun sistemin bütüncüllüğü içinde belli bir yeri, varlığı, fonksiyonu bulunduğundan değerli ve anlamlıdır. Zira sistem bütünlülüğü içinde yer alan her şey birbiri ile uzak-yakın ilişki içindedir ve bu ilişkide bir pazılın parçaları gibi en büyük parça en küçük parçaya muhtaçtır; bu ihtiyaç ise hem varoluşsal hem de fonksiyonel olarak her parçayı değerli ve anlamlı kılar. O halde âlemde her şeyin kendi konum ve fonksiyonuna göre belli bir değeri bulunmaktadır. Kuran’da hem âlemin hem de âlem içinde yer alan melekler, cinler, iblis insanlar ve diğer varlık çeşitlerinin anlamsız olarak boş yere yaratılmadığı; hem de hayat ve ölümün ve tüm varlıkların bir yaratılış gayesi olduğu yine âlemin Yüce Yaratıcı ve Sahibi tarafından açıklanmıştır. Bir şeyi yapan, icad eden ve üretenin o şeyin niçin yapıp ürettiğini açıklaması da en önce onun doğal hakkıdır, bu gerçek yadsınamaz. Şu ayetler bu hususlara dikkat çekmektedir. (Biz göğü, yeryüzünü ve bu ikisi arasında olanları boş yere yaratmadık. Böyle bir düşünce kâfirlerin zannıdır. Ateşten dolayı inkâr eden kâfirlerin vah haline) (Sad, 38/27) (Biz, sizi boş yere yarattığımızı ve bizim huzurumuza döndürülmyeceğinizi mi zannettiniz.) (Müminûn, 23/115) 17 (Onlar ayakta iken, otururken yanları üzere yatarken Allah’ı anıp zikrederler. Göklerin ve yeryüzünün yaratılışı hakkında düşünerek “Ey Rabbimiz, Sen bunları boşuna yaratmadın; Seni tüm noksanlıklardan arındırırız. Bizi ateş azabından koru.” diye dua ederler.) (Âli İmran,3/ 191) Şu ayetler de hayatın, ölümün, insan ve cinlerin yaratılış gayesini, niçin yaratıldığını bildirmektedir: (O Allah ki hanginizin daha güzel davranacağınızı sınayıp ortaya çıkarmak için ölümü ve hayatı yaratmıştır.) (Mülk, 67/2) (Ben cin ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.) (Zariyat, 56/51) 6) HAREKET VE DİNAMİZM İLKESİ: Evren dinamik bir yapıya sahiptir. Cansızlar âlemini madde ve onu oluşturan atomların, atomlar içinde elektronların hareketi bilimsel bir gerçektir. Öte yandan Âlemin Yüce Yaratıcısı da (Hiç şüphesiz Senin Rabbin dileğini en mükemmel yapandır.)(Hud,11/107) ve (Göklerde ve yerde olan her varlık hep O’dan ister. O Allah her an ilahî tasarruftadır.) (Rahman,55/29) ayetlerinin ifade ettiği manaya göre atıl, durağan, satatik değil, dinamik aktif her faal olan bir Rab’tır. Her varlık belli bir misyonu icra etmek üzere hareket ve faaliyet halindedir. Faal olan Rabbu’l-âlemin, dinamik ve evren yaratmıştır. Aşağıdaki ayetler canlı cansız tüm varlıkların hareket halinde olduğunu ifade etmektedir: (Ne güneş aya yetişebilir ne de gündüz geceyi geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler.)(Yasin, 36/40; bk.21/33.) (Allah gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi gündüzün üzerine sarar, gündüzü de gecenin üzerine sarar. Güneşi ve ayı emrine amade kılmıştır. Bunların her biri belirli bir vakte dek akıp gitmektedir.) (Zümer, 39/ 5) (Allah O’dur ki gökleri gördüğünüz gibi direksiz yükseltti. Sonra Arş’ı istiva edip hükmü altına aldı. Güneş ve ayı emrine amade kılmıştır. Bunların her biri belli bir vakte dek akıp gitmektedir. O her işi düzenler…) (Rad,13/2) 7) HAYATIN AKIŞI İLKESİ: 18 İnsanî var oluş açısından hayat, daima ileriye doğru akan bir nehir gibidir. İleriye doğru olan bu akışta âdemoğlu asla geriye dönüşü olmayan bir süreç yaşamaktadır. Söz konusu ileriye doğrusal akış, dünya öncesi âlemden (Elest Bezmi’den) başlayıp, insanî sorumluluğun başladığı “dünya hayatı” na geçişle devam eden; oradan ferdin ölümü ile başlayan “berzah/kabir hayatı” nda süren ve âlemin top yekûn ölümü olan kıyametle ile başlayan “ahiret hayatı” nda sonsuzluğu yaşamakla son bulan bir süreçtir. Söz konusu akışta, var oluşun dört boyutunun hiç birinde geriye dönüş asla yoktur. Diğer bir ifade ile ne dünya âleminden, dünya öncesi âleme, ne kabir âleminden dünya âlemine, ne de ahiret âleminden dünya âlemine geri dönüş olacaktır. İnsan açısından ileriye doğru olan bu akış, yaşanan hayatın yeniden yaşanması anlamında geriye dönüş olmayacağını ifade etmektedir. Bununla birlikte varlığın ve hayatın kaynağı olan Yüce Allah’a dönüş anlamında bir dönüş söz konusudur. Bu iki husus birlikte düşünüldüğünde hayatın akışı, bir çemberin dönerek ileriye doğru hareketi gibi hem ileriye doğru hem de dairesel bir akıştır. Bir âlemde yaşananın tekrar yaşanmaması açısından ileriye doğru doğrusal, Rabbu’l-âleminin huzurundan ayrılıp yine O’nun huzurunda toplanma, yani O’ndan gelip yine O’na dönme anlamında dairesel bir akıştır. Şu ayetler, insanî var oluşun Allah’tan başlayıp yine O’na dönüşle tamamlanacağına ve bu açıdan hayatın akışının dairesel olduğuna dikkat çekmektedir. (O müminler başlarına bir musibet geldiğinde “hiç şüphesiz biz Allah’a aitiz ve hiç şüphesiz O’na döneceğiz.” derler.) (Bakara, 2/156) (O müminler kesinlikle Rablerine kavuşacaklarını ve kesinlikle O’na döneceklerini bilen kimselerdir.) (Bakara, 2/46) ( Şüphe yok ki yeryüzüne ve onun üzerinde yaşayanlara ancak biz varis oluruz ve onlar ancak bize döndürüleceklerdir. ) (Meryem,19/40) 19 (İnsanlar kendi aralarında işlerini parçalayıp bozdular. Hâlbuki hepsi bize döneceklerdir.) (el-Enbiya, 21/93) (Uyanın, göklerde ve yeryüzünde olanların hepsi Allah’ındır. O, sizin bulunduğunuz durumu bilmektedir ve O’na döndürülecekleri gün, Allah onlara yapmış olduklarını haber verecektir…) (en-Nur, 24/64) Yüce Allah, söz konusu dört varlık boyutundaki hayat aşamalarında hayatının akışının ileriye doğru olduğunu ve asla geriye dönüşün olmayacağını özellikle vurgulanmıştır. Aşağıdaki ayetler bu hususa dikkat çekmektedir. ( Nihayet o inkârcılardan birine ölüm gelince “Rabbim! der, beni geri gönder de terk ettiğim dünyada iyi işler yapayım.” Hayır! Bu onun söylediği boş sözden ibarettir. Onların gerisinde diriltilecekleri güne kadar süren bir berzah/engel vardır.) (Müminûn, 23/99-100) ( Bir görsen, o günahkârların Rableri huzurunda boyunlarını büküp “Ey Rabbimiz, hakkı bizzat gördük ve duyduk, şimdi bizi dünyaya geri gönder de iyi işler yapalım, artık kesinlikle inandık.” diyecekleri zamanı.) (es-Secde, 32/12;) (Onlar cehennemde feryad ederler: “Rabbimiz! Bizi çıkar buradan, önceden yapageldiğimiz işlerden başka iyi işler yapalım.” Size düşünecek kimsenin düşünüp araştıracağı kadar bir ömür vermedik mi ve size uyarıcı da gelmedi mi? Öyleyse tadın azabı…) (Fâtır,35/ 37) (Görmüyorlar mı, kendilerinden önce nice kavimler helak ettik ve şüphesiz onlar bir daha kendilerine geri dönmeyecekler.) (Yasin, 36/31)