Serdar KÖSE Harry ile Birlikte Büyümek 90’lı yılların sonuna yetişebilmiş olsam da, o yılların tadını alabilmiş son şanslı nesilden sayıyorum kendimi. Sokakta oynamış, akşam ezanında eve yetişmeye çalışmış, gün boyu bisikletten inmeyen ve hatta yola taş koyarak kale yapıp orada futbol oynamış bir çocuktum ben. Üstelik o neslin bir üyesi olmanın sunduğu tek ayrıcalık bu yaşantıyla sınırlı kalmadı. Ben Harry Potter ile büyümüş bir neslin de üyesiyim. Her insanı geçmişine, çocukluğuna götüren bir şeyler kesinlikle olur. Hani gördüğünüz bir kayısı, bir erik ağacının size; küçükken mahallede başkalarını ağaçlarından izinsiz meyve alışlarınızı, ağaçlara tırmanmanızı, ağaçtan düşmelerinizi hatırlatması gibi. Ya da bir kuruyemişçiye girdiğinizde aklınıza mahallenizin çay bardağı hesabıyla çekirdek satan bakkalını, o bakkalın önünde asılı duran kocaman filenin içindeki rengârenk plastik topları, mahalledeki bütün çocuklarla birlikte sadece tek top almaya gidip de bakkal amcanın kafasının etini yemenizi hatırlarsınız ya hani ( topları da asla kolay kolay da beğenmezdik yamuk bu toplar diye). İşte benim için Harry Potter da onlara benzer bir etki yapıyor. Kitaplarını tekrar okuduğumda ya da filmlerini tekrar izlediğimde sanki şu anki benim değil de o 10-12 yaşındaki Serdar’ın hisleri düşünceleri hayal dünyası çıkıyor ortaya. Bir anda kendimi imkânsızlıklardan kurtulmuş ve özgür hissediyorum. Hayal dünyamın kapanmış bütün kapılarını açmaya zorluyorum. İlkokulun daha başlarındaydım Harry Potter’la ilk tanıştığımda. Hani o hayal dünyamızın rengârenk olduğu, bizim için imkânsız diye bir şeyin olmadığı yaşlarda. Sanırım bu yüzden hiç yadırgamamıştım o dünyayı. Hatta o dünyanın gerçek olduğuna bir gün bana da büyücülük okulundan bir kabul mektubu gelebileceğine inanmıştım. Hele süpürgeyle uçmak sanırım en çok istediğim şeydi. Hatta denemedim desem yalan söylemiş olurum, inanmıştım da uçabileceğime üstelik. Sonra biraz daha büyüdüm. Her çocuk gibi okumayı sevmiyor olmama rağmen, okuduğum ilk roman oldu Harry Potter ve Felsefe Taşı. Sonra serinin her kitabını okudum teker teker. Hatta çoğunu birkaç kere okumuş olabilirim. Ben büyüdükçe Harry ve romandaki diğer karakterler de benimle büyüyordu. Kendimi o kitaplarla, o kitaplarda yaşananlarla bu yüzden bu kadar bağdaştırmıştım sanırım. Sanki yaşanan olaylar başka bir dünyada değil de, benim öğrencisi olduğum okulda arkadaşlarımın başından geçiyordu. Büyülerin isimlerini, nasıl yapıldıklarını resmen ezbere biliyordum. Voldemort’a karşı en az romandaki karakterler kadar nefret duyuyordum ya da Dumbledore’u en az onlar kadar seviyordum ve güveniyordum. Bir yandan da kıskanıyordum o karakterleri benim hiç sahip olmadığım kadar güzel arkadaşlıklara sahip oldukları için. Son kitaba geldiğimde ise içimde bir yandan merak vardı neler olacağına dair, bir diğer yanda da biteceği için bir hüzün. İçimden hem hızlıca okumak geliyordu merakımdan, hem de bitmesin diye yavaş yavaş okumak. Tabii ki dayanamayıp bir çırpıda bitirdim kitabı. Ne mi oldu? İçimde bir yer bomboş kaldı. Son sayfayı bitirip de kapattıktan sonra hiçbir şey hissedemedim. Tek düşündüğüm bitmiş olduğuydu. Zaten yaklaşık bir 15 dakika farkına varmadan sadece bittiğini düşünmüştüm. Sanki sevgilimden ayrılmış da ne yapacağımı bilmiyor gibi ya da yakın bir arkadaşımla farklı şehirlerde üniversite kazanıp da kendini yalnız hissetmek gibi. Harry Potter ben büyürken yol arkadaşı oldu bana. Hayal dünyamın hâlâ bu kadar açık kalmasında muhtemelen onunla büyümüş olmamın da payı var. Hâlâ ne zaman bunalmış hissetsem büyümüş olmaktan, ciddi şeylerle uğraşmaktan işte o zaman sarılırım yine Harry Potter’a.