29 Mart 2011tarihinde Atılım Üniversitesi Kadın Araştırmaları Merkezince gerçekleştirilecek “Konferans”ta Sayın Gülsün BÜKER’in Yapacağı Konuşmanın Metni Değerli Katılımcılar, Çok Değerli Öğrenciler, Türkiye’de kadının statüsü ve kadın erkek eşitliğinin ele alınacağı bu konferansta siz gençlerle birlikte olmaktan duyduğum memnuniyeti belirterek sözlerime başlamak istiyorum. Ülkemizde kadın erkek eşitliğini sağlamak üzere ulusal mekanizma olarak 1990 yılında kurulan ve 2004 yılında yeniden yapılandırılan Genel Müdürlüğümüz, kadının insan haklarının korunması ve geliştirilmesi, kadınların toplumsal yaşamın her alanında konumlarının güçlendirilmesi, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi ve kadın erkek eşitliğinin kamu plan ve politikalarına yansıtılması amacıyla çalışmalarını sürdürmektedir. Genel Müdürlüğümüz, bugüne kadar başta yasal çalışmalar olmak üzere, görev alanı kapsamında, ilgili kamu kurum ve kuruluşları, yerel yönetimler, üniversiteler, Sivil Toplum Kuruluşları ile işbirliği çerçevesinde çok sayıda çalışmalar yapmış, kadın erkek eşitliği konusunda farkındalık, duyarlılık artırmaya yönelik önemli bir bilgi birikimi ve deneyim oluşturmuştur. Ayrıca, Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası ve Avrupa Birliği gibi uluslararası kuruluşlardan sağlanan kaynaklarla projeler yürütülmüştür. Sizlere son zamanlarda sıkça söz edilen bir kavramdan bahsetmek istiyorum. Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramını daha önce duymuş olanlar var mı? Toplumsal cinsiyet eşitliği, biyolojik cinsiyetten farklı olarak, kadın ve erkeğin kamusal ve özel alanın her düzeyinde eşit haklar, eşit 1 fırsatlar ve eşit sorumluluklara sahip olması anlamına gelmektedir. Günümüz toplumlarında toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının benimsenmesi ve hayata geçirilmesi demokrasinin olmazsa olmaz bir kuralı olarak kabul görmektedir. Ülkemiz Birleşmiş Milletlerin Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesini 1985 yılında imzalayarak taraf olmuş ve Sözleşme 1986 yılında yürürlüğe girmiştir. Kadın Hakları Bildirgesi olarak tanımlanan, aynı zamanda tüm dünya Kadınlarının Anayasası olarak nitelendirilen bu sözleşmenin yürürlüğe girmesi ülkemiz açısından önemli bir dönüm noktası olmuştur. Sözleşme, taraf olan devletlere tüm alanlarda kadın erkek eşitliğini yasal anlamda ve fiili yaşamda sağlama yükümlülüğünü getirmektedir. Değerli Katılımcılar, Bu sözleşmenin ışığında başta anayasamız olmak üzere ulusal mevzuatımızda kadın-erkek eşitliğini garanti altına almak ve hiçbir alanda kadına karşı ayrımcılık yapılmamasını sağlamak üzere reform niteliğinde düzenlemeler yapılmıştır. Kadına yönelik politikalarda yaşanan değişimin en önemli yansıması yasal alanda olmuştur. Başta Anayasa olmak üzere Medeni Kanun, Türk Ceza Kanunu, İş Kanunu ve 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunda düzenlemeler yapılmıştır. Anayasamızın 10 uncu, 41 inci, ve 90 ıncı maddelerinde 2001, 2004 ve 2010 yıllarında yapılan değişikliklerle kadın erkek eşitliği ilkesi güçlendirilmiştir. Anayasa’nın Kanun önünde eşitlik başlıklı 10 uncu maddesine; 2 2004 yılında: “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.” ibaresi ile 2010 yılında da " Bu maksatla alınacak tedbirler, eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz." ibaresi eklenmiştir. Anayasamızın Ailenin Korunması başlıklı 41 inci maddesine; “Aile Türk toplumunun temelidir” ifadesinden sonra gelmek üzere “ve eşler arasında eşitliğe dayanır.” hükmü eklenmiş, Yine, Anayasamızın 90 ıncı maddesine; Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalarla ulusal kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi durumunda çıkabilecek ihtilaflarda milletlerarası anlaşma hükümlerinin esas alınacağına ilişkin hüküm eklenmiştir. Bu madde bahsetmiş olduğum CEDAW Sözleşmesini ulusal düzenlemeler karşısında üstün konuma getirmiştir. 2002 yılında yürürlüğe giren Medeni Kanun ile aile reisliği kaldırılmış, yasal mal rejimi değiştirilerek “edinilmiş mallara katılma rejimi” benimsenmiş, evlilik yaşı kadın ve erkek için eşit hale getirilmiş, eşlerin evlilik birliğini birlikte yöneteceği, evlilik birliğini temsil yetkisinin her iki eşe birlikte tanındığı ve eşlerin oturacakları evi birlikte seçecekleri hükme bağlanmıştır. Ayrıca eşlerin velayeti birlikte kullanacağı, anlaşmazlık halinde ise hakimin karar vereceği, eşlerden birinin meslek ve iş seçiminde diğerinin iznini almak zorunda olmadığı gibi hükümlere de yer verilmiştir. 2005 yılında yürürlüğe giren Yeni Türk Ceza Kanununda kadının mağdur olduğu birçok suç topluma karşı işlenen suçlar kapsamından 3 çıkarılarak kişilere karşı işlenen suçlar kapsamına alınarak cezaları ağırlaştırılmıştır. Ülkemizde çalışma hayatını düzenleyen 2003 tarihli Yeni İş Kanunu ile çalışma yaşamında kadın-erkek eşitliğinin sağlanması alanında önemli gelişmeler kaydedilmiş ve işçi işveren ilişkisinde cinsiyet dahil hiçbir nedenle temel insan hakları bakımından ayrım yapılamayacağı hususuna yer verilmiştir. Bu temel Kanunların yanı sıra bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de önemli bir sorun alanı olan aile içindeki şiddetin önlenmesi amacıyla 1998 yılında 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun yürürlüğe girmiştir. Söz konusu Kanun ile aile içi şiddet, Ceza Kanunu dışında özel tedbirler içerecek şekilde ilk kez ele alınmıştır. Aile içi şiddetin vuku bulduğu durumlarda mağdurun şikayeti olmaksızın (üçüncü şahısların komşu, öğretmen vb. bildirimiyle de) polis ve adalet mekanizmasının harekete geçmesi sağlanmıştır. 2007 yılında Kanunun kapsamının genişletilmesine yönelik değişiklik yapılarak şiddet uygulayan eş dışında kayın, kayınpeder, kayınvalide gibi diğer aile bireylerinin uyguladıkları şiddet de yasa kapsamına alınmış ve kanun kapsamında yapılan başvuru ve kararın infazı için yapılacak icrai işlemlerden harç alınmayacağı hususlarına yer verilmiştir. Diğer taraftan, 2009 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu oluşturulmuştur. Komisyon çıkarılacak kanunların kadın erkek eşitliği çerçevesinde 4 değerlendirilmesinde ve ulusal, uluslararası alanda kadın erkek eşitliğine ilişkin çalışmaların izlenmesi ve değerlendirilmesinde büyük katkı sağlayacaktır. Değerli Katılımcılar, Yasalarımızdaki gelişmelere rağmen tüm eşitlikçi uygulamadan düzenlemeler kaynaklanan ve kaydedilen sorun alanlarının mevcudiyeti bizleri üzmektedir. Kadınlarımızın siyasal hayata katılımı ve temsili, çalışma hayatına katılımları, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimleri konusunda yaşadıkları eşitsizliklerin yanı sıra kadına yönelik şiddetin varlığı başlıca sorun alanlarını oluşturmaktadır. Biliyoruz ki; Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren; kız ve erkek çocuklarımız eğitimin her düzeyine erişim açısından yasalar önünde eşit konuma sahiptirler ve kız ve erkek çocuklarımız için temel eğitim zorunludur. Ülkemizin 2007-2013 dönemini kapsayan 9. Kalkınma Planı’nda 2013 yılına kadar kız çocuklarının okullaşma oranının %100’e ulaşması hedefidir. Temel eğitimde okullulaşma oranı yüzde 98’lere ulaşmakla birlikte, orta ve yükseköğretimde bu oran özellikle kız çocukları aleyhine düşmektedir. Bugün ülkemiz genelinde kadınlar için okuma yazma bilmeme oranı % 12.3 erkeklerde % 3.1 düzeyindedir.(2008 TÜİK Verileri) ADNKS 2009 sonuçlarına göre halen 4 milyon civarında kadınımız okuma yazma bilmemektedir. 5 Son yıllarda eğitim konusunda toplumun tüm kesimlerinde büyük bir duyarlılık oluşmuş ve bu duyarlılık medyanın da içinde yer aldığı ulusal kampanyalara dönüşmüştür. “Ulusal Eğitime Destek” “Haydi Kızlar Okula” ve “Baba Beni Okula Gönder” “Ana Kız Okuldayız Okuma Yazma Kampanya”larını hepimiz çok iyi bilmekteyiz. MEB tarafından kız öğrencilerin ağırlıklı olarak okula devam etmedikleri Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgelerinde, Yatılı İlköğretim Bölge Okullarının (YIBO) sayısı ve bu okullardaki kız öğrenci kontenjanı artırılmıştır. Sosyal Riski Azaltma Projesi (SRAP) kapsamında yürütülen Şartlı Nakit Transferi uygulaması ile, nüfusun en muhtaç kesimine dahil olan ailelerin çocuklarının temel eğitime katılımlarının artırılması amacıyla karşılıksız eğitim yardımları yapılmaktadır. Değerli Katılımcılar, Toplumsal cinsiyet eşitliği hedefine ulaşmada en önemli engellerden biri de kadına yönelik şiddettir. Günümüzde tüm uluslararası belgelerde toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve kadının insan haklarının teminat altına alınması devletlerin sorumluluğunda kabul edilmektedir. Bu kapsamda, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de gerek ulusal düzeyde alınan tedbirler, gerekse uluslararası yükümlülüklere rağmen, kadına yönelik şiddet toplumsal bir sorun ve halk sağlığı sorunu olarak varlığını sürdürmektedir. Kadına Yönelik Şiddet olaylarına toplumsal yaşamın her alanında rastlıyoruz. Ama ne yazık ki kadınlarımızın kendilerini en çok güvende 6 hissettikleri yer olarak düşünülen aile içinde eşleri tarafından şiddete maruz kalmalarının temelinde kadının fiziksel zayıflığı değil toplumsal ve ekonomik anlamda güçsüzlüğü vardır. Erkeğin ataerkil geleneklerden kaynaklanan aile içindeki üstün konumu şiddeti besleyen önemli etkendir. Kadınlar ve erkekler arasındaki eşitsiz güç ilişkileri yani toplumsal cinsiyet eşitsizliği kadına yönelik şiddetin temel nedenlerinden biridir. Kadına yönelik şiddeti, kadının ekonomik, fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel olan hareketler olarak tanımlıyoruz. Şiddetin ekonomik, sosyal, coğrafi sınırı bulunmamakta toplumsal cinsiyet eşitsizliğini hem yansıtmakta hem de desteklemektedir. Şiddet mağduru kadınlarda özgüven eksikliği, kimlik sorunu ve toplumsal yaşama katılımda ve kendini ifade etmede sorunların yaşandığını gözlemlemekteyiz. Diğer taraftan, çocuklar, aile içi şiddete maruz kalmasalar, tanık olsalar dahi tüm yaşamları olumsuz etkilenmekte, okulda başarısız olmakta, davranış bozuklukları sergilemekte ve şiddet uygulamaya eğilimli birey haline gelmektedirler. Şiddet öğrenilen bir olgu olup çocuğun annesinin şiddete maruz kaldığını izlemesi, şiddeti normal bir davranış olarak algılamasına ve gelecekte bu davranışı sergilemesine neden olabilmektedir. Görüyoruz ki, yasal düzenlemeler elbette çok önemli ancak tek başına yeterli değildir. Kadına karşı şiddetle mücadele edilmesini sağlayacak toplumsal bilincin oluşması ve kurumsal yapıların nitelik ve sayısal olarak yeterliliği için çabalarımızı artırmamız gerekmektedir. Kadına yönelik şiddetin en ağır biçimi ve kadının yaşam hakkının ihlali olan töre ve namus cinayetlerinin önlenmesine yönelik olarak en köklü değişiklikler ise Yeni Türk Ceza Kanunu ile yapılmıştır. “Töre” 7 cinayetleri faillerinin yasada öngörülen en ağır ceza olan, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılması hükmü getirilmiştir. Değerli Katılımcılar, “Çocuk ve Kadınlara Yönelik Şiddet Hareketleriyle Töre ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi İçin Alınacak Tedbirler” konulu 2006/17 sayılı Başbakanlık Genelgesi bulunmaktadır. Başbakanlık Genelgesi, kadına yönelik şiddet ve töre/namus cinayetleri ile mücadele konusunda Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünü, koordinatör kurum olarak belirlemiştir. Genel Müdürlük, Genelgede yer alan sorumlu ve işbirliği kuruluşları tarafından Genelgenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren gönderilen üçer aylık faaliyet raporlarına dayalı on sekiz dönemsel raporu hazırlamıştır ve bu raporlar Başbakanlık Makamına sunulmanın yanı sıra Genel Müdürlüğün web sayfasında da yayınlanmaktadır. Yine Genelge’nin kapsamında Genel Müdürlüğümüzün koordinatörlüğünde kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin katılımı ile “Kadına Yönelik Şiddet İzleme Komitesi” oluşturulmuş ve bugüne kadar 4 değerlendirme toplantısı yapılmıştır. Değerli Katılımcılar, Bu çerçevede, Kadının Statüsü Genel Müdürlü koordinasyonunda “Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı 20072010” hazırlanmış ve uygulanmış olup Plan, 2011-2015 dönemi için güncellenmektedir. Ayrıca 2008-2013 dönemini kapsayan “Toplumsal 8 Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı” da Genel Müdürlüğümüzün koordinasyonunda ilgili tüm tarafların katkı ve katılımıyla hazırlanmış ve yürürlüğe konulmuştur. Kadına yönelik şiddetle mücadelede ilerleme sağlanabilmesinde konuya ilişkin bilinç ve duyarlılığın artırılması, toplumsal farkındalık sağlanması büyük önem arz etmektedir. Eğitimin farkındalık yaratma ve bilinçlendirmedeki dönüştürücü gücünün öneminden hareketle eğitim çalışmaları devam etmektedir. Bu çerçevede, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Devlet Bakanlığı ile ilgili Bakanlıklar arasında “Eğitim Protokolleri” imzalanmıştır. Bu protokollerden 2006 yılında, “Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesinde Polisin Rolü ve Uygulanacak Prosedürler Eğitimi Projesi Protokolü” 2008 yılında “Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadelede Sağlık Personelinin Rolü ve Uygulanacak Prosedürler Eğitimi Protokolü ve 2009 yılında “Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesinde Yargı Mensuplarının Rolü Projesi Protokolü” imzalanarak yürürlüğe girmiştir. İmzalanan bahse konu protokoller çerçevesinde 40.400 kolluk kuvveti, 55.000 sağlık personeli, 168 Aile Mahkemesi Hakimi ve 158 Cumhuriyet Savcısının eğitimi tamamlanmıştır. Bu konuda din görevlilerinin de çok önemli olduğu bilinci ile 12.04.2010 tarihinde “Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesinde Din Görevlilerinin Rolü ve Uygulanacak Prosedürler Eğitimi Projesi” adı altında Diyanet İşleri Başkanlığı personeline yönelik olarak da eğitimlere başlanılmıştır. 9 Bu çalışmaların yanı sıra; Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünce ülke genelinde İlçe Halk Eğitim Müdür/Müdür Yardımcıları ile İlçe Tarım Müdürlerine yönelik olarak “Kadın Erkek Eşitliği ve Toplumsal Cinsiyet Eğitimleri düzenlenmektedir. 2009 yılından bugüne kadar 1055 kamu görevlisine ulaşılmıştır. Diğer yandan; Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından, iletişim fakülteleri öğrencilerine yönelik “Toplumsal Cinsiyet ve Medya Atölye Çalışmaları” gerçekleştirilmektedir. Ayrıca Genel Müdürlüğümüz ile TRT arasında imzalanan protokoller aracılığıyla belgesel filmler hazırlanarak gösterimi sağlanmakta, spot filmler hazırlanarak ulusal ve yerel televizyon kanallarında yayınlanması sağlanmakta, ücretsiz hazırlanan el broşürleri, afiş ve kitapların dağıtımı yapılmaktadır. Şimdi sizlere Genel Müdürlüğümüz tarafından kadına yönelik şiddet konusunda yaptırılan spot filmlerimizi göstermek istiyorum. Değerli Katılımcılar, 2008 yılında Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsüne “Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması” yaptırılmıştır. Sonuçları TÜİK “Resmi İstatistik Programı” kapsamında resmi veri olarak değerlendirilen Araştırma’ya ilişkin bazı çarpıcı veriler şu şekildedir: 10 Ülkemiz genelinde eşi veya eski eşi tarafından fiziksel şiddete maruz bırakılan kadınların oranı % 39’dur. Sadece cinsel şiddete maruz kalan kadınların oranı %15,3’tür. Kentte fiziksel şiddet oranı % 38 iken kırda % 43’tür. Yaşadıkları fiziksel şiddet sonucunda yaralanan kadınların oranı % 25’tir. En az bir kez fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalmış kadınlardan Eğitimi olmayanların oranı % 55,7, Lise ve üzeri düzeyde eğitim alanların oranı ise % 27’dir. Yaşadıkları şiddeti kimseye anlatamayan kadınların oranı % 48,5’tir. Kadınlarımızın yarısı yaşadıkları şiddeti ilk kez anlattıklarını ifade etmişlerdir. Şiddet yaşayan kadınların sağlık sorunları yaşama, intihar etmeyi düşünme ya da deneme olasılıkları en az iki kat artmaktadır. Şiddetle mücadelede kurumsal yapılardan bahsedersek ücretsiz 7 gün 24 saat hizmet veren Alo 183 hattı bulunmaktadır. Barolarda Kadın Hukuku Komisyonları ücretsiz hukuki hizmet sunmakta, Üniversitelerimizde Kadın Sorunları Araştırma Merkezlerimiz bulunmaktadır. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna bağlı olarak 44 sivil toplum kuruluşlarına bağlı olarak 22 Kadın Sığınmaevimiz bulunmaktadır. Bunlara ek olarak, SHÇEK’ e bağlı 40 adet “Aile Danışma Merkezi”nde ve 80 adet “Toplum Merkezi”nde de şiddete uğrayan kadınlara psikolojik, 11 hukuksal danışmanlık ve ekonomik yardımlar yapılmakta, kadın konuk evlerinde kalma talebi olan kadınlar değerlendirilerek ilgili birimlere yönlendirilmektedir. Değerli Katılımcılar, Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasında erkeklerin bilinçlendirilmeleri ve sürece dâhil edilmeleri büyük önem arz etmektedir. Bu amaçla Vatani görevini yapmakta olan er ve erbaşlara verilen Yurttaşlık Sevgisi eğitim programına; kız çocuklarının okullaşması, kadınerkek eşitliği, kadının insan hakları, kadına yönelik şiddet, töre ve namus cinayetlerinin önlenmesine ilişkin konular dahil edilmiştir. Her celp döneminde yaklaşık 450 bin erkeğin bilinçlendirilmektedir. Değerli Öğrenciler, Çalışma Yaşamına Baktığımızda; Ülkemizde kadınların işgücüne katılım oranları da oldukça düşüktür. Kadınlarımızın çalışma hayatına katılımlarının önündeki en büyük engelleri; eğitim olanaklarından yeterince yararlanamamaları, gerekli bilgi, beceri ve donanıma sahip olamamaları, aynı zamanda aile ve çocuk bakım sorumluluklarının kadınlarımızın üzerinde olması, geleneksel bakış açısı gibi sosyal ve kültürel nedenlerle açıklamamız mümkündür. Türkiye genelinde kadınların istihdam oranı % 26 dır. İstihdamda yer alan her dört kişiden yalnızca biri kadındır. Erkeklerde istihdam oranı ise % 60,7’dir. Avrupa Birliğinde kadınların istihdam oranı % 59,1 iken erkeklerin istihdam oranı % 72,8’dir. Özellikle kadın istihdamı konusunda AB’nin çok gerisinde olduğumuz ne yazık ki rakamlarla da açıkça görülmektedir. 12 Kadınların eğitim düzeyi arttıkça işgücüne katılım oranları artmakta ve nitelikli işgücü olarak vasıflı işlerde, yüksek ücretlerle istihdam edilmektedirler. Kadınların işgücüne katılım oranı lise mezunlarında % 33,7, yükseköğretim mezunlarında ise % 70,8’dir. Kadınların işgücüne katılım oranlarını artırmak üzere işgücü piyasasına girişlerini destekleyici politikalar oluşturulmakta ve çeşitli önlemler alınmaktadır. Bu amaçla; ilgili kamu kuruluşları(İŞKUR, KOSGEB),meslek kuruluşları, konfederasyonlar (TOBB, TESK (Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu) ve kadın sivil toplum kuruluşları tarafından çeşitli çalışmalar yapılmakta ve projeler yürütülmektedir. Halk Bankası ve Garanti Bankası Kadın Girişimci Destek Paketi kapsamında, kadın girişimcilere KOBİ proje kredisinin yanı sıra, yatırım kredileri, nakit krediler ve işyeri kredileri verilmektedirler. Ayrıca İl Özel İdareleri yoksullukla mücadele kapsamında mikro kredi çalışmaları yapmaktadır. Değerli Katılımcılar, Kadınların sağlık hizmetlerinden eksiksiz, eşit ve mümkün olan en yüksek düzeyde yararlanabilmelerinin sağlanması, kadınların insan haklarından tam olarak yararlanabilmesinin de önkoşuludur. Türkiye nüfusunun ortalama yaşı 28,3 (kadınlarda 28,8, erkeklerde 27,7) olarak belirlenmiştir. Ülkemiz genç bir nüfusa sahiptir. Türkiye’de 1963 yılından bu yana ülkeyi temsil eden örneklem üzerinde her 5 yılda bir, Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmaları yapılmaktadır. Bu araştırmaların sonuncusu 2008 yılında yapılmıştır. Araştırmalar ile gebelik, doğum, doğum sonrası dönemlerde kadınlara 13 verilen hizmetler, aile planlaması hizmetleri, bebek ve çocuk sağlığı hizmetlerindeki durum hakkında veriler elde edilmekte, eksiklikler ve alınan mesafeler bu yolla görülebilmektedir. Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması 2008 Sonuçlarına göre, Türkiye’de 1970’lerin sonunda 4 çocuğun üzerinde olan toplam doğurganlık hızı, 2000’li yıllarda azalma eğilimine girerek 2.14 düzeyine kadar gerilemiştir. Toplam doğurganlık hızı eğitim düzeyiyle ters orantılıdır. Eğitim düzeyinin artmasıyla Toplam Doğurganlık Hızı hızla düşmektedir. Sağlık Bakanlığı Ulusal verisine göre 2009 yılı anne ölüm oranı ise yüz bin canlı doğumda 18,4’dür. 1990-2008 yılları arasında anne ölümlerinde büyük bir oranda düşme eğilimi görülmekle birlikte çok acı olan bir gerçek her 5 anne ölümünden dördünün önlenebilir nedenlerden dolayı gerçekleşmekte olduğunu biliyoruz.(Ulusal Anne Ölümleri Araştırması) Kadınların doğum öncesi bakım hizmetlerinden yararlanmaları anne ölümlerinin önlenmesinde büyük önem taşımaktadır. 2008 yılı öncesindeki beş yıllık dönemde doğum yapan annelerin yüzde 92’sinin bir sağlık personelinden doğum öncesi bakım hizmeti aldığı görülmektedir. (TNSA 2008 Raporunda) Doğum sonrasına bakılacak olduğunda ise, Türkiye’de annelerin yüzde 85’inin,bebeklerin ise yüzde 90’ının doğum sonrası bakım hizmeti aldığı görülmektedir. Kırsal yerleşim yerlerinde, Doğu’da, eğitimsiz anneler arasında yüzde 70’e gerileyen doğum sonrası bakım hizmetlerinden yararlanma oranı, Batı’da, İstanbul’da ve özellikle eğitimli anneler arasında hızla artmakta ve yüzde 95’in üzerine çıkmaktadır (TNSA,2008) . 14 Ülkemizde, anne ve çocuk sağlığı konuları halen üzerinde önemle durduğumuz bir sorundur. Anne-çocuk sağlığı konuları ve aile planlaması hizmetleri devletin önceliği olmuş ve gelişmekte olan illeri, büyükşehirlerdeki gecekonduları, kırsal kesimi ve belirli risk gruplarını hedef alan “Türkiye Üreme Sağlığı Programı” gibi çeşitli politika programları ve projeler gerçekleştirilmektedir. Bunun yanı sıra, ailelerin çocuklarını düzenli olarak sağlık kontrollerine götürme koşuluyla ailelere Şartlı Nakit Transferi Sağlık Yardımları yapılmaktadır. Karar Alma Mekanizmalarına baktığımızda; Kadınların Karar Alma Mekanizmalarındaki durumlarına baktığımızda; Ülkemizde kadınlar genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkını 1934 yılında kazandığını 1935 yılında yapılan seçimlerde ilk kez seçilme hakkını kullanan Türk kadınının, TBMM'ne 18 milletvekili ile girdiğini görmekteyiz. 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde kadınlar siyasal hayata katılım konusunda talepkar olmuşlar ve 50 kadın milletvekili TBMM’de yer almıştır. Bildiğiniz üzere TBMM’de Başkan Vekilliği görevinde 2 kadın milletvekilimiz (Sn. Meral AKŞENER- Sn.Güldal MUMCU) ve iki kadın Bakanımız bulunmaktadır. Haziranda yapılacak seçimlerde kaç kadın milletvekilimizin görev yapacağını hep birlikte göreceğiz. Türkiye’de kamu kurum ve kuruluşlarında üst düzey yöneticiliklerde, kurul, komisyon ve komitelerde de kadınların temsil düzeyinin düşük olduğunu söyleyebiliriz. Bürokraside üst düzey yöneticilerin % 93’ü erkek, % 7’si kadındır. (Devlet Personel Başkanlığı, Haziran 2010) Ancak bu tür görevlere gelen kadınların çok başarılı oldukları da bir gerçektir. Ülkemizde kadın Vali 15 bulunmamaktadır. 464 Vali Yardımcısından 10’u kadındır (İçişleri Bakanlığı Personel Genel Md., Kasım 2010). 801 Kaymakam’ın ise 13’ü kadındır (İçişleri Bakanlığı Personel Genel Md. Kasım 2010). Ülkemizde savcıların % 5,2’si, hâkimlerin ise % 28’i kadındır. (TUİK, 2008 yılı verisi) Ancak, Türkiye’de uzmanlık gerektiren mesleklerdeki kadın oranları oldukça yüksek düzeydedir. Bugün ülkemizde üniversitelerde kadın öğretim elemanı oranı yaklaşık % 41.5’tir. Bu kapsamda, profesörler içerisinde kadın oranı % 27,4, doçentler içerisinde kadın oranı % 31,6, öğretim görevlileri içerisinde kadın oranı % 38,5’tir.(TUİK, 2008-2009). Mimarların yüzde 39’u (Mimarlar Odası, Haziran 2010), avukatların ise yüzde 36’sı, ve bankacıların % 50,2’si, polislerin % 5,6’sı (TUİK,2008) kadındır. Değerli Katılımcılar, Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, kadının güçlendirilmesi ve hak, fırsat ve imkanlardan eşit şekilde yararlanabilmesi çok taraflı ve uzun soluklu bir mücadeleyi gerektirmektedir. Bugün geldiğimiz nokta itibariyle çok önemli gelişmelerin kaydedildiğini biliyoruz. Ancak, önümüzde daha yapılması gereken çok işimizin olduğunun da bilincinde olarak çalışmalarımızı yine çok taraflı ve çok sektörlü olarak büyük bir azimle yürüteceğimizi belirtmek isterim. Siz gençlerinde bu konuda bilinçli bireyler olarak önümüzdeki dönemlerde büyük katkılarınızın olacağına da inanıyorum. 16 Sizlerle birlikte olmaktan duyduğum memnuniyeti bir kez daha ifade eder, bu konferansı düzenleyen Sayın Doç. Dr. Azade Lerzan GÜLTEKİN hocamıza teşekkür eder, hepinize saygılar sunarım. Şimdi Genel Müdürlüğümüz tarafından yaptırılan “Eşitlik Güçlendirir” isimli filmi hep birlikte izleyelim ve daha sonra varsa sorularınızı almak isterim. 17