ANKARA ÜNİVERSİTESİ FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ YÜKSEK LİSANS TEZİ TÜRKİYE’DE YEREL YÖNETİMLERİN ÇEVRE POLİTİKASI UYGULAMALARININ DEĞERLENDİRİLMESİ Süleyman BULUT TARIM EKONOMİSİ ANABİLİM DALI ANKARA 2008 Her hakkı saklıdır TEZ ONAYI Süleyman BULUT tarafından hazırlanan “Türkiye’de Yerel Yönetimlerin Çevre Politikası Uygulamalarının Değerlendirilmesi” adlı tez çalışması aşağıdaki jüri tarafından oy birliği ile Ankara Üniversitesi FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ TARIM EKONOMİSİ Anabilim Dalı’nda YÜKSEK LİSANS TEZİ olarak kabul edilmiştir. Danışman : Doç. Dr. Emine OLHAN Jüri Üyeleri : Başkan : Prof. Dr. Canan ABAY Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Anabilim Dalı Üye : Doç. Dr. Emine OLHAN Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Anabilim Dalı Üye : Doç. Dr. Bülent GÜLÇUBUK Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Anabilim Dalı Yukarıdaki sonucu onaylarım. Prof. Dr. Ülkü MEHMETOĞLU Enstitü Müdürü ÖZET Yüksek Lisans Tezi TÜRKİYE’DE YEREL YÖNETİMLERİN ÇEVRE POLİTİKASI UYGULAMALARININ DEĞERLENDİRİLMESİ Süleyman BULUT Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Tarım Ekonomisi Anabilim Dalı Danışman: Doç. Dr. Emine OLHAN Bu Yüksek Lisans çalışmasında “Türkiye’de Yerel Yönetimlerin Çevre Politikası Uygulamalarının Değerlendirilmesi” ele alınmıştır. Günümüz dünyasının en önemli sorunlarının başında gelen çevre sorunlarının, yaygın olarak yerel sorunlar olarak ortaya çıkmasından ve insan yaşamının doğumundan ölümüne kadar yerel yönetimlerle sürekli bir ilişki içinde olmasından dolayı yine bu sorunların çözüm noktasında yerel yönetimlerin önemi ortaya konulmuştur. Buradan hareketle bu tezin amacı olan çevre kirliliği konusunda “küresel düşün, yerel uygula” felsefesi temel alınarak, günümüzde daha etkin bir hale dönüşmüş olan yerel yönetimlerin çevre konusunda taşıdıkları sorumluluklar yasal düzenlemeler çerçevesinde belirlenmiştir. Konu ile ilgili olarak önce genel anlamda Türkiye’de yerel yönetimlerin çevre ile ilgili mevcut durumları açıklanmış; sonra da yasalarca belirlenen sorumluluklarının uygulamadaki durumu, Ankara Büyükşehir Belediyesi ölçeğinde ortaya konulmuş, bu doğrultuda tespit edilen sorunlara yönelik çözüm önerileri ve tavsiyeler belirtilmiştir. Ocak 2008, 105 sayfa Anahtar Kelimeler: Yerel Yönetimler, Çevre Koruma, Politika, Çevre Kirliliği i ABSTRACT Master Thesis EVALUATION OF ENVIRONMENTAL POLICY PRACTIES OF LOCAL ADMINISTRATIONS IN TURKEY Süleyman BULUT Ankara University Graduate School of Natural and Applied Sciences Department of Agricultural Economy Supervisor: Assoc. Prof. Dr. Emine OLHAN In this master study, “Evaluation of Environmental Policy Practies of Local Administrations in Turkey” has been taken in hand. Due to environmental problems which comes on the top of the most important problems of today’s world appear commonly as local problems and human life from birth to death is continuously in relation with local administrations, however at the solution point of this problems, the importance of local administrations has been displayed. Acting from here, on the issue of environmental pollution which is the purpose of this thesis by having “think globally, act locally” philosophy as base responsibilities of local administrations on environmental issue that is today directed more effected form was determined in the scope of legal regularities. In relation to this subject, firstly present situation of local administrations about environment has been explained, then practical situation of responsibilities fixed by law, put forward in scale of Ankara Metropolitan Municipality, it has been specified solution proposals and advice about concerns fixed in that direction. January 2008, 105 pages Key Words: Local Administrations, Environment Protection, Policy, Environment Pollution ii TEŞEKKÜR Tarla Bitkileri lisans mezunu olarak geldiğim Tarım Ekonomisi Anabilim Dalı’nda her şeyden önce Anabilim Dalı’na adaptasyonumda, çalışmalarımı yönlendirmesinde, araştırmalarımın her aşamasında bilgi, öneri ve yardımlarını esirgemeyerek akademik ortamda olduğu kadar insani ilişkilerde de sonsuz desteğiyle gelişmeme katkıda bulunan danışman hocam sayın Doç. Dr. Emine OLHAN’a, yüksek lisans dersleri ve tezimin yazımı esnasındaki yardımlarından dolayı Araş. Gör. Yener ATASEVEN’e, tezimin hukuki mevzuatla ilgili kısımlarındaki katkılarından dolayı ağabeyim Hukuk Müşaviri Özkan BULUT’a, lisans ve yüksek lisans öğrenimimin ders aşamasında derslerime ve çalışmalarıma devam edebilmem için gösterdiğim insanüstü gayretlere sağladıkları kolaylıklar için Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’ndaki mesai arkadaşlarıma, çalışmalarım süresince birçok fedakarlıklar gösterip beni destekleyerek her an yanımda olan eşim ve oğluma, yaşamımın her döneminde bana duydukları güven için aileme en derin duygularla teşekkür ederim. Süleyman BULUT Ankara, Ocak 2008 iii İÇİNDEKİLER ÖZET................................................................................................................................. i ABSTRACT .....................................................................................................................ii TEŞEKKÜR………………………………………………………………………...….iii KISALTMALAR DİZİNİ……………………………………………………………..vi 1. GİRİŞ ........................................................................................................................... 1 1.1 Konu İle İlgili Yapılmış Çalışmalar…………..….….………………....………….3 2. KURAMSAL TEMELLER…………………………………………………………5 2.1 Çevre Sorunları ve Çevre Politikası. ....................................................................... 5 2.2 Yerel Yönetimler ve Çevre......................................................................................12 3. MATERYAL VE YÖNTEM…………………………………………………..…..14 4. ARAŞTIRMA BULGULARI……………………………………………………...15 4.1 Çevre Konusunda Uluslararası Gelişmeler. ......................................................... 15 4.2 Avrupa Birliği Çevre Politikalarının Gelişimi. .................................................... 17 4.2.1 Avrupa Birliği’nin çevre konusunda kurumsal yapılanması........................... 21 4.2.2 Avrupa Birliği’nde yerel yönetimler. ................................................................. 22 4.3 Türkiye’de Çevre Politikasının Gelişimi............................................................... 28 4.3.1 Türkiye Cumhuriyeti anayasalarında çevre...................................................... 41 4.3.2 Çevre Kanunu ...................................................................................................... 44 4.4 Merkezi Yönetimde Çevre Yönetimi ve Örgütlenmesi........................................ 47 4.4.1 Çevre ve Orman Bakanlığı.................................................................................. 48 4.4.2 Tarım ve Köyişleri Bakanlığı. ............................................................................. 52 4.4.3 İçişleri Bakanlığı. ................................................................................................. 52 4.4.4 Bayındırlık ve İskan Bakanlığı. .......................................................................... 52 4.4.5 Maliye Bakanlığı. ................................................................................................. 53 4.4.6 Sanayi ve Ticaret Bakanlığı................................................................................. 53 4.4.7 Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı. ................................................................ 53 4.4.8 Kültür ve Turizm Bakanlığı................................................................................ 54 4.4.9 Ulaştırma Bakanlığı. ............................................................................................ 54 4.4.10 Milli Eğitim Bakanlığı. ...................................................................................... 54 4.4.11 Sağlık Bakanlığı.................................................................................................. 54 iv 4.4.12 Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı............................................................. 55 4.5 Türkiye’de Yerel Yönetimlerin Çevre Konusundaki Sorumlulukları…….…..55 4.5.1 Köyler. ................................................................................................................... 55 4.5.2 İl Özel İdareleri. ................................................................................................... 56 4.5.3 Belediyeler............................................................................................................. 57 4.6 Belediyelerin Çevre Hizmetleri.............................................................................. 60 4.6.1 Belediyelerin çevre koruma konusunda kullanabilecekleri araçlar................ 64 4.6.2 Belediyelerin çevre ile ilgili faaliyetlerinde karşılaşılan sorunlar.................... 68 4.7 Türkiye’de Yerel Yönetimler Çevre İlişkisi ......................................................... 71 4.8 Bir Yerel Yönetim-Çevre İlişkisi Örneği Olarak Ankara Büyükşehir Belediyesi........................................................................................................................ 79 5. TARTIŞMA VE SONUÇ.......................................................................................... 95 KAYNAKLAR ............................................................................................................ 101 ÖZGEÇMİŞ................................................................................................................. 105 v KISALTMALAR DİZİNİ AB Avrupa Birliği AET Avrupa Ekonomik Topluluğu AOÇ Atatürk Orman Çiftliği ASKİ Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü BYKP Beş Yıllık Kalkınma Planı CPLRE Congres des Pouvoırs Locaux et Regıonaux de l'Europe (Yerel ve Bölgesel Yönetimler Sürekli Konferansı) ÇED Çevresel Etki Değerlendirme DPT Devlet Planlama Teşkilatı DSİ Devlet Su İşleri ECC Environment Consultative Committee (Çevre Danışma Komitesi) EEA European Environment Agency (Avrupa Çevre Ajansı) EIONET European Environment Information and Observation Network (Avrupa Çevre Enformasyon ve İzleme Ağı) IMPEL Implementation and Enforcement of Environmental Law (Çevre Hukukunu Uygulama ve Yürütme Ağı) KHK Kanun Hükmünde Kararname TÜİK Türkiye İstatistik Kurumu UNEP United Nations Environment Programme (Birleşmiş Milletler Çevre Programı) vi 1. GİRİŞ Gelişmiş ülkelerin gündemine 1970’li yılların başından itibaren giren çevre sorunlarına çözüm arayışları her geçen gün daha çok artmasına rağmen çevre sorunları dünyayı giderek daha yaşanmaz hale getirmektedir. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çevre sorunları toplumsal yaşamda en büyük sorunların başında gelmektedir. Hiçbir arıtmaya tabi tutulmadan akarsu, göl yada denizlere boşaltılan sanayi ve evsel atıklar, düzensiz kentleşme, göç hareketleri ve nüfus artışı, imar planlarında çevre boyutunun ihmal edilmesi, başta bilinçsiz girdi kullanımının neden olduğu tarımsal faaliyetler ve tarım topraklarının amaç dışı kullanımı çevre sorunlarının başlıca nedenleri olmuştur. Türkiye’de çevrenin korunmasına yönelik olarak öncelikle 1982 Anayasası’nda bazı hükümler getirilmiş, bu hükümler gereğince de 1983 yılında Çevre Kanunu kabul edilerek çevrenin korunması, geliştirilmesi ve çevre kirliliğinin önlenmesine yönelik olarak genel ilkeler belirlenmiş ve hukuki müeyyideler getirilerek bu konuda önemli bir boşluk giderilmiştir. 1991 yılında da Çevre Bakanlığı’nın kurulmasıyla çevre konusunda en üst düzey örgütlenmeye geçilmiş, böylece çevreye ilişkin tutarlı, bütüncül politikalar üretmek ve çevrenin korunmasını devlet boyutunda ele almak olanağına kavuşulmuştur. Fakat çevrenin korunmasında sadece bir kurumu sorumlu tutarak ve birtakım yasal önlemlerle, cezai müeyyidelerle gerçekleştirmek imkansızdır. Bu konuda çevreye saygılı, bilinçli ve duyarlı bir toplum yaratmak ve çevre sorunlarının çıkış noktasının yerel olmasından dolayı yerel yönetim birimlerinin de sorumluluklarını yerine getirmeleri sağlanmalıdır. Aksi taktirde soruna merkezi kurum ve yerel yönetimlerin bütüncül yaklaşmamasından dolayı çevre sorunlarında azalma görülmemektedir. Yerel yönetimler özellikle halkın ortak ve yerel gereksinimlerini gideren kamu kuruluşları olduklarından öncelikle yerel düzeyde ortaya çıkan çevre sorunlarının çözümünde etkili ve sorumludurlar. Belediyelerin çevre yönetimini üstlenmesi gerekliliği genel olarak çevre sorunlarının yerel odaklı olması, çevre sorunlarının yayılma olasılığı taşıması, sorunların çevreden yararlanan herkesin katılımıyla çözülebileceği gerçeği ve yerel yönetimlerin bu katılıma açık olması gibi nedenlerden kaynaklanmaktadır. Çevre kirliliğinin sınır tanımaması nedeniyle çevrenin korunması, geliştirilmesi ve iyileştirilmesi öncelikle sorunun kaynağında çözülmesi zorunluluğu ile yerel yönetimlerin sorumluluk alanında olması gerekmektedir. Haziran 1992’de Rio’da 1 yapılan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda kalkınmanın sosyal, ekonomik ve çevresel yönden sürdürülebilir olması için kabul edilen Gündem 21 çevresel kaynakların korunması ve yönetimini kapsamaktadır. Bu noktadan hareketle Gündem 21’in oluşturulması ve uygulanması sorumluluğu yerel yönetimlere verilmiştir. Çevre sorunlarının en belirgin özelliği her şeyden önce çıkış noktasının yerel nitelikli olmasıdır. Bu nedenle çevre sorunlarının çözüm noktasında yerel yönetimlerin sorumluluğu da önem arz etmektedir. Tezde yerel yönetimlerin çevre sorunlarının çözümüne yönelik sorumlulukların ortaya konulması amaçlanmıştır. Yasalarla yerel yönetimlere verilen sorumlulukların ne kadarının yerine getirildiğini ortaya koymakta amaçlarımız arasındadır. Bu nedenle Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin çevre konusundaki uygulamaları ve bu uygulamaların değerlendirilmesi de tezin kapsamı içersindedir. Mevcut duruma ve söz konusu faaliyetler gerçekleştirilirken karşılaşılan sorunlara yönelik tavsiye ve çözüm önerileri de tezin son kısmını oluşturmuştur. 2 1.1 Konu İle İlgili Yapılmış Çalışmalar Anonim (2007) Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin resmi web sitesinde Büyükşehir Belediyesi’nin tarihi gelişimi incelenerek, çevreyle ilgili direk yada dolaylı sorumluluğu bulunan birimlerin görevleri açıklanmıştır. Anonymous (2007) Avrupa Birliği resmi web sitesindeki çalışmada Avrupa Birliği’nin çevre politikaları, bu politikaların dayandığı yasal düzenlemeler ve ilkelerle çevre konusundaki kurumsal yapılanma anlatılmıştır. Anonim (2006a, b), (2005a, c, f) Çevre Mühendisleri Odası Ankara Şubesi tarafından yapılan bu çalışmalarda Ankara’nın katı atık, içme suyu, hava kirliliği, gürültü kirliliği gibi başlıca çevresel konulardaki mevcut durumu ve sorunları ele alınarak çözüm önerileri geliştirilmiştir. Aytaç (2005) tarafından yapılan çalışmada 5215 sayılı Belediye Kanunu ile 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu gerekçeleriyle açıklanarak belediyelerin ve büyükşehir belediyelerinin yetki, görev ve sorumlulukları irdelenmiştir. Güler (2004) çalışmasında Avrupa Birliği ülkelerinde yerel yönetim modellerini, yapılanmalarını, yerel yönetimlerin görev ve sorumluluklarını, yerel yönetimlerin tüm kamu harcamaları içersindeki paylarını inceleyerek Türkiye’yle karşılaştırmıştır. Ökmen (2003) tarafından yapılan çalışmada gelişmiş ülkelerin demokratik ve çağdaş değerlerinin başında gelen yerel haklar, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ve Avrupa Kentsel Şartı temelinde ele alınmıştır. Anonim (2002a) Türkiye İstatistik Kurumu tarafından yapılan çalışmada içme suyu, atık su, katı atık, hava kirliliği vb. çevresel konularda Türkiye’nin 2002 yılındaki durumu, bu konularda yaşanılan sorunlarla beraber ele alınmıştır. Balman (2002) tarafından yapılan çalışmada çevre kirliliğinin kontrolünde atıksu arıtımı konusu, sorunlardan çözüm önerilerine kadar tüm boyutlarıyla irdelenmiştir. 3 Budak (2000) çalışmasında Avrupa Birliği çevre politikasının gelişiminden başlayarak Avrupa Birliği ve Türkiye’nin çevre politikalarını ve bu politikalara ait ilkeleri ele almıştır. Bademli (1999) çalışmasında 1980 sonrası Ankara’da şehir planlamasından hareketle başkentin geleceğe uzanan, çevresel planlarında içinde yer aldığı şehirleşme sürecini incelemiştir. Kuzu (1997) çalışmasında 1961 ve 1982 Anayasaları çerçevesinde kamu hukuku açısından çevre korumanın yasal mevzuat boyutunu incelemiştir. Ünlü (1995) tarafından yapılan çalışmada yerel yönetimlerin çevre konusundaki görev ve sorumlulukları incelenerek, bu konuda yaşanılan sorunlar ve geliştirilen çözüm önerileri ortaya konulmuştur. Acar (1991) çalışmasında çevre sorunlarının çözümünün etkin ve kalıcı olabilmesi noktasında kullanabilecekleri teknik, ekonomik ve yasal araçları örneklerle açıklamıştır. Freestone (1991) tarafından yapılan çalışmada Avrupa Birliği’nin çevre politikası ve bu konudaki yasal düzenlemeler üzerinde durulmuştur. Tankut (1990) tarafından yapılan çalışmada 1929-1939 yılları arasında, yeni başkent Ankara’da yapılan imar, iskan ve çevre düzeni çalışmaları şehir plancılığı açısından ele alınmıştır. 4 2. KURAMSAL TEMELLER 2.1 Çevre Sorunları ve Çevre Politikası Çevre, yeni ve giderek güncelleşen bir kavram olarak gittikçe daha fazla önem kazanmakta ve çeşitli şekillerde ifade edilmekte olup doğal bilimlerden sosyal bilimlere aktarılan bir kavramdır ve sınırlarının belli bir tanımlamasını yapmak da güçtür. Genel bir yaklaşımla çevre, tüm canlı varlıkları çepeçevre kuşatan ve onların yaşamlarını olumlu veya olumsuz yönde etkileyen eylemler bütünü yada insan faaliyetleri ve canlı varlıklar üzerinde hemen veya zaman içinde dolaylı yada dolaysız bir etkide bulunabilecek fiziksel, kimyasal, biyolojik ve toplumsal etkenlerin belli bir zamandaki toplamıdır. Bu tanım biraz daha açılacak olursa çevre (Keleş ve Hamamcı 1997); • İnsanın diğer insanlarla olan karşılıklı ilişkilerini, insanların bu ilişkiler sürecinde birbirlerini etkilemesini, • İnsanın kendi dışında kalan tüm canlı varlıklarla yani bitki ve hayvan türleriyle olan karşılıklı ilişkilerini ve etkileşimini, • İnsanın canlılar dünyası dışında kalan ama canlıların yaşamlarını sürdürdükleri ortamdaki tüm cansızlarla yani hava, su, toprak, yeraltı zenginlikleri ve iklimle olan karşılıklı ilişkilerini anlatır. Tanımlardan da anlaşılacağı üzere her organizmanın çevresi canlı ve cansız olmak üzere iki kısma ayrılır. Fiziksel çevre unsurları (iklim, hava, su, toprak) cansız çevreyi; biyolojik çevre unsurları ise (insanlar, hayvanlar, bitki örtüsü, mikroorganizmalar) canlı çevreyi oluşturur. Böylece çevre canlı ve cansız varlıkların karşılıklı etkileşimleriyle oluşmaktadır. Doğal çevre sistemlerinin işleyişinin insanlık için bir sorun haline dönüşmesinde başlıca rol yine insanoğluna aittir. İnsanoğlunun bilimsel ve teknolojik ilerlemenin karşılığında doğal çevre ilişkilerini bozucu faaliyetleri yani doğaya egemen olma düşüncesi, insanlığın doğal çevreye ilişkin sorunlarını da giderek arttırmaktadır. 5 İnsan açısından çevre olgusu doğal ve yapay çevre olmak üzere de ikiye ayrılabilir. Doğal çevre, insan müdahalesi bulunmadığı için değişikliğe uğramamış, tahrip edilmemiş çevre olarak tanımlanmaktadır. Yapay çevre ise insanlığın günümüze dek uzanan toplumsal ve ekonomik gelişim süreci içinde, doğal çevreden yararlanarak ortaya çıkardığı tüm değerler ve varlıklardır (Keleş 1992). Yani yapay çevrenin temel özelliği tümüyle insan müdahalesiyle oluşmuş olmasıdır. Doğal çevre sistemi yanında çeşitli etkinlikleriyle yapay çevre sistemleri oluşturmaya çalışan insanoğlu, doğal çevre aleyhine işleyen bir insan-doğal çevre döngüsü yaratmış, bu döngünün sonucu olarak da çevre sorunları olarak adlandırılan bir dizi sorun ortaya çıkmıştır. Literatürde çevre kirlenmesi ve çevre sorunları çoğu zaman aynı anlamda kullanılıyorsa da çevre sorunları daha kapsamlı olup çevre kirliliğini de içerir. Dolaysıyla dar anlamda bu sorunlar hava, toprak, su kirlenmesi ve bu kirliliğin çevrede yaşayanlar için tehlike oluşturması olarak algılanırken, günümüzde kirlenme dışında pekçok sorun çevre sorunu olarak kabul edilmektedir. Çevre sorunlarının belli başlı nedenleri arasında nüfus artışı, düzensiz kentleşme, orman tahribi ve erozyon, orman yangınları, kanunsuz ve aşırı avcılık, konut ve işyerlerinde kalitesiz yakıt kullanımı, sanayi tesislerinin neden olduğu kirlilik, kişi başına kullanılan enerji, su ve kömür miktarındaki artış, doğal bitki örtüsünün tahribi, atmosferik özelliklerden kaynaklanan problemler (asit yağmurları vs.), atık sular, çöp ve katı atıklar, yanlış arazi kullanımı vb. sayılabilir. Bu nedenleri nüfus artışı, sanayileşme, kentleşme ve tarımsal faaliyetler olmak üzere dört grupta özetleyebilmek mümkündür: a) Nüfus Artışı: Hızlı nüfus artışı çevre kirlenmesi ve kaynak tüketilmesi gibi çevre sorunlarının temel nedenlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Zira maden, su, oturulabilir alan, tarım alanları gibi doğal kaynaklar sınırlıdır ve giderek azalmaktadır. Nüfus arttıkça yiyeceğe, suya, enerjiye olan ihtiyaç artmakta söz konusu doğal kaynakların dengesizce kullanılması ise doğanın kendini yenileme gücünü azaltmakta, temiz hava, su, orman ve verimli topraklar tahribata uğramaktadır. Yani nüfus artışı doğal kaynaklar üzerinde bir baskı unsurudur. Çevre denilen biyolojik sistemler bütünü de bu baskı ile yanlış 6 kullanılmakta bunun sonucu olarak çevrenin bozulması, kirlenmesi ve hatta yok olması ortaya çıkmaktadır (Kaplan 1997). b) Sanayileşme: Ülke kalkınmasında anahtar faktör olarak kabul edilen sanayileşme doğal kaynak harcaması, enerji tüketimi ve üretim nihai sonucu yaratılan kirlilik ve atıklar yüzünden çevre sorunlarının önde gelen nedenlerinden biri olmuştur (Kaplan 1997). Günümüzde de sanayileşme, tüm dünya ülkelerinin sosyo-ekonomik gelişiminin bir ön koşuludur. Fakat aynı zamanda sanayileşmenin plansız, düzensiz ve çevreyi dikkate almayan bir teknoloji ile gerçekleştirilmesi çevre sorunlarına neden olan unsurların başında gelmektedir. Sanayileşme ile insan gücünün yerine bilimsel ve teknolojik gelişmelere bağlı olarak makinelerin üretim sürecine ikamesi başlamıştır. Böylece üretim kapasitesi yükselmiş, buna bağlı olarak da tüketim miktarı ve çeşitleri artmıştır. Önceleri sınırsız ve bedava kabul edilen doğa, sanayileşme süreci ile sınırlı sermayeye dönüşmüştür. Sanayileşme ile verimli arazilerin bir kısmı sanayiye aktarılarak yok edilmiş ve ileriki aşamalarda işletmelerden kaynaklanan gürültü, hava, su, toprak kirlilikleri gündeme gelmiştir (Görmez 1997). Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ise kalkınmayı hızlandırmak amacıyla çevreyi dikkate almayan ve uzun vadeli tercihler yerine kısa vadeli tercihleri yeğleyen sanayileşme politikalarının uygulanması sanayileşmeden kaynaklanan kirlenmeyi daha da arttırmaktadır. Plansız sanayileşme sonucu sektörün yatırımlarını yapması için yanlış yer seçmesi de sosyo-ekonomik kalkınmanın önemli unsurları olan turizm, tarım gibi sektörlerin kaynaklarının yok olmasına neden olmaktadır. Bunun en çarpıcı örneklerinden birisi Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın 2002 yılı verilerine göre organize ve küçük sanayi siteleri için tahsis edilen toplam 17.999 hektar arazinin % 62’sine tekabül eden 11.196 hektar arazinin, I. - IV. sınıf arasında tarıma elverişli topraklar üzerinde olmasıdır. Bu rakamlara 3194 sayılı İmar Kanunu gereği imar planı içinde olan yerlerde belediyelerce, imar planları dışındaki yerlerde valiliklerce sanayiye tahsis edilen tarım arazileri dahil değildir (Anonim 2002a). Bu alanların Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın denetimi altında olan yerlerden çok daha fazla olduğu bilinmektedir. Ön izinsiz yapılaşan sanayi tesislerine birkaç örnek vermek gerekirse sadece Amasya Süt Fabrikası, Balıkesir Yem Fabrikası, Erzurum- Ilıca Et 7 Mamülleri Tesisleri ve Pasinler Sigara Fabrikası ile İzmir Selçuk Yem Fabrikası gibi birkaç tesis bile 1.100 dekar tarıma elverişli araziyi tarım dışı bırakmıştır. Tarım topraklarının kaybını hızlandıran diğer etkenler de kentsel altyapı, karayolları, demiryolları, havaalanları gibi kamu yatırımları ile tuğla-kiremit fabrikaları ve maden ocaklarının faaliyetleridir. Çarpıcı bir örnek olarak Türkiye’de tuğla-kiremit fabrikalarında hammadde olarak her yıl 17.000.000 tonu aşkın, diğer bir ifade ile bir metre kalınlığında 11.000 dekar tarım toprağı geri dönüşü olmaksızın kullanılmaktadır (Anonim 2005c). c) Kentleşme: Kentleşme, sanayileşme ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması ve bugünkü kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında artan oranda işbölümü ve uzmanlaşma yaratan, insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikimi sürecidir. Kentleşme eğilimi, kısa dönemlerde toplumların refah düzeylerinin arttırılmasında kaçınılmazdır. Ancak önlemsiz ve aşırı bir kentleşme, yerleşimlerin belli bir bölgede toplanmasının sonucu ekolojik dengenin bozulmasına yol açan unsurları doğrudan etkilemektedir. Büyük kentler bir yandan doğal nüfus artışı ile büyümekte, talep artışına paralel olarak üretim artmakta bu da fiziksel çevrenin kirlenmesine neden olmaktadır. Bir başka önemli etkende yanlış kentleşme politikaları olup önümüzdeki yıllar itibariyle tüm dünya nüfusunun yaklaşık yarısının kentlerde yaşayacağı tahmin edilmektedir. Bu da mevcut sorunlara yenilerinin ekleneceğinin bir ifadesidir (Değirmendereli 2004). d) Tarımsal Faaliyetler: Toprak işleme, sulama, münavebesiz ekim, bilinçsiz girdi kullanımı tarımsal faaliyetlerden kaynaklanan çevre sorunlarının en önemli unsurlarıdır (Olhan 2005). Toprak işleme toprağın organik maddesinin ayrışmasını hızlandırarak hem organik madde kapsamı bakımından toprağın zayıf düşmesine hem de rüzgar erozyonu yoluyla önemli miktarda kayıplara neden olmaktadır. Sulamadan kaynaklanan sorunların başında ise yanlış sulama sistemleri uygulanması sonucu oluşan taban suyunun 8 yükselmesi ve toprakta oluşan tuzlulaşma sonucu tarım topraklarının çoraklaşması ile sulamadan geri dönen suların beraberinde taşıdıkları gübrelerle pestisitlerin toprağın derinliklerine sızarak yer altı su kaynaklarına karışması sonucu kirlenmeler gelmektedir. Geleneksel tarım yöntemlerinde topraktaki bitki besin maddelerinin tek yönlü tüketilmesi, hastalık ve zararlıların artması, yüksek oranda yapılan sulamalar ve yoğun toprak işlemeleri ile toprağın verimliliği giderek azalmaktadır. Bu tarz uygulamalar zamanla topraklarda ıslahı güç çoraklaşmalar meydana getirmektedir. Bu olumsuzlukların giderilmesinde ekim nöbeti uygulaması büyük önem taşımaktadır. Tarımsal kaynaklı çevre sorunlarını oluşturan ve önemli birer girdi olan kimyasal gübrelerin ve ilaçların gerek dünyada gerekse Türkiye’de kullanımı yıldan yıla artmaktadır. Bu iki önemli girdinin bilinçsiz ve aşırı kullanımı ise toprağın yapısında bozulmalara, fazlalıklarının toprağın derinliklerine sızarak yer altı sularını kirletmesine, insan ve hayvan sağlığı ile bitki kalitesinde çok büyük olumsuzluklara neden olmaktadır (Taşkaya 2004). Besin maddelerinin hemen hemen tamamına yakınının elde edildiği toprak, tarımsal üretimin vazgeçilmez bir unsurudur ve yeterli önlemlerle korunamadığında yitirilebilen kaynaklardandır. 1 cm toprak yaklaşık 250 yılda oluşmaktadır. Verimli tarım topraklarının oluşum süreci ise hızlandırılamamaktadır (Bulut 2005). Dünya nüfusunun hızla artması tarım ürünlerine talebi artırmakta ve sonuçta toprak, orman ve meralar başta olmak üzere bütün doğal kaynaklar üzerindeki insan müdahaleleri ve baskıları artmaktadır. İnsanların kendi faaliyetleri ile kirlettiği çevre, sebebi ve sorumlusu ne olursa olsun, bütün insanlığı tehdit eder hale gelmiştir. Günümüzde başlıca çevre sorunları hava, su, toprak ve gürültü kirliliği ile katı atıkların oluşturduğu kirlilik olarak sıralanabilir. Bunlar kısaca şöyle özetlenebilir: a) Hava Kirliliği: Hava kirliliği atmosferdeki toz, duman, koku, su buharı şeklinde bulunabilecek kirleticilerin, insan ve diğer canlılar ile eşyaya zarar verici miktara yükselmesidir. Tanımdan da anlaşılacağı gibi havadaki kirlenmenin hem insan sağlığına hem de doğaya zarar verecek hale gelmesi, ortamdaki kirletici unsurların havanın kendini 9 temizleme kapasitesini aşacak düzeyde fazlalaşmasıyla oluşmaktadır. Havanın doğal yapısını bozan kaynakların başında enerji ve ısı üretimi, katı atıkların yakılarak yok edilmesi, orman yangınları, sanayi faaliyetlerinden ve motorlu ulaşım araçlarından çıkan zararlı gazlar gelmektedir. Hava sirkülasyonunun yetersiz olduğu basık yerlerde kurulan kentlerde ev ve endüstri kökenli dumanlar, doğal su buharı ve buz kristalleri ile birleşerek havanın kirli görünmesine, sisli, puslu bir şekle girmesine neden olur. Havayı kirleten maddeler olarak karbon monoksit, kükürt dioksit, florürler, gaz buharlar, kurşun, kurum, arsenik gibi parçacıklar ve radyoaktif maddeler sayılabilir (Görmez 1997). Türkiye’de son yıllardaki hızlı ve plansız kentleşme, sanayinin yer seçiminde topoğrafik ve meteorolojik koşullar ile kentleşmeye ilişkin özelliklerin dikkate alınmaması, sanayi atıklarına etkili bir arıtımın uygulanmaması gibi nedenler hava kirliliğinin hızla artmasına yol açmıştır. b) Su Kirliliği: Su, tüm canlıların yaşam koşullarını belirleyen temel öğelerdendir. Dünyanın % 75’inin sularla kaplı olduğu bilinmektedir. Dünyada suyun bu kadar bol bulunmasına karşın çevre sistemlerindeki insan ve diğer canlıların yaşamsal gereksinmelerini karşılayan akarsu ve tatlı su göllerinin toplam su miktarı içindeki payı sadece % 0,36 kadardır (Bozyiğit ve Karaaslan 1998). Su kirliliği su kaynaklarının kullanılmasını bozacak ölçüde organik, inorganik, biyolojik ve radyoaktif maddelerin suya karışması olarak ifade edilir (Keleş ve Hamamcı 1997). Su kirliliğinin nedenleri de kaynaklarına göre tarımsal etkinliklerin neden olduğu kirlilik, sanayinin neden olduğu kirlilik, yerleşim alanlarından kaynaklanan kirlilik olarak sıralanabilir (Altuğ 1990). Tarımsal faaliyetlerin neden olduğu su kirliliği, tarımda verimi arttırmak amacıyla kullanılan doğal ve yapay maddelerin, gübrelerin, pestisitlerin ve erozyonla taşınan toprağın su kaynaklarına karışmasıyla meydana gelmektedir. Sanayi faaliyetlerinin neden olduğu kirlilik ise suyun kimyasını ve fiziksel özelliklerini bozan sanayi atıklarının suya karışmasıyla ortaya çıkmaktadır. Yerleşim alanlarından kaynaklanan su kirliliği de kanalizasyon atıkları gibi sıvı; çöp gibi katı atıkların doğrudan en yakındaki deniz, göl ve akarsulara bırakılmasıyla oluşmaktadır. 10 c) Toprak Kirliliği: Çevre sorunlarının büyük bir kısmı doğal kaynakların yanlış, kötü ve amaç dışı kullanımı ile ilgili olduğundan doğanın temel unsurlarından biri olan toprağın kirlenmesi önemli çevre sorunları arasında yer almaktadır. Günümüzde artan gereksinmeleri karşılamak için insanların toprağa müdahalesi artmış, sanayileşme ile birlikte verimli tarım alanları yok edilmiştir. Toprak kirliliği genel bir tanımla insan faaliyetleri sonucunda toprağın fiziksel, kimyasal, biyolojik ve jeolojik yapısının bozulmasıdır (Altuğ 1990). Toprak kirliliği toprakta yanlış tarım teknikleri, yanlış ve fazla gübre ile tarımsal mücadele ilaçları kullanma, atık ve artıkları, zehirli ve tehlikeli maddeleri toprağa bırakma sonucunda ortaya çıkmaktadır. Toprak kirliliğinin meydana getirdiği sorunların bazıları ise toprak erozyonu, toprakların çölleşmesi ve verimliliğini yitirmesidir. Türkiye’de ekili alanların yaklaşık % 72’si su, % 7’si ise rüzgar erozyonuna uğramaktadır. Erozyon yoluyla yıllık yaklaşık 500 milyon ton toprak kaybolmaktadır. Erozyona uğrayan bütün topraklarda verimlilik belli ölçülerde azalmakta ve şiddetli erozyon halinde ise topraklar üretkenliklerini tamamıyla kaybetmektedirler (Kendir 2004). d) Gürültü Kirliliği: Gürültü, kısaca istenmeyen ve rahatsız edici sesler topluluğu olarak tanımlanabilir. Bu niteliği ile gürültü insanların işitme sağlığını olumsuz etkileyen, fizyolojik ve psikolojik dengeleri bozabilen, iş performansını azaltan, çevrenin sakinliğini yok eden önemli bir çevre kirliliği türüdür (Altuğ 1990). Gürültü kirliliğine neden olan kaynaklar plansız kentleşmeye bağlı yerleşim alanları, ulaşım araçları, hava taşımacılığı ve endüstriyel kuruluşlardır. Günümüzde özellikle büyük şehirlerdeki yaşam tarzı ve düzensizlikler gürültüyü rahatsız edici boyutlara ulaştırmıştır. e) Katı Atıkların Oluşturdukları Kirlilikler: Evlerden çıkan çöpler, tarımsal, ticari ve endüstriyel faaliyetler sonunda ortaya çıkan atık maddeler, su ve atık su arıtma tesislerinde oluşan çamurlar katı atık olarak 11 tanımlanabilir (Alpaslan 2005). Günümüzde katı atıkların çözüm aranan bir sorun olarak görülmesi hızlı nüfus artışına paralel olarak katı atık miktarının hızlı ve sürekli artışı yanında, bu nedenle uğranan ekonomik kaybın telafi edilebilme çabasının bir sonucudur. Sayılan bu çevre sorunlarının yanında daha birçok çevre sorunu vardır. Bunlardan en önemlileri deniz ve kıyı kirliliği, nükleer kirlenme, gecekondulaşma ile oluşan “görüntü kirliliği”, kültürel çevre adı verilen tarihi ve kültürel varlıkların tahribi, ormanlar, çayırlar ve meralardaki azalmalardır. 2.2 Yerel Yönetimler ve Çevre Yerel yönetim, belli bir yerdeki insanların, yerel ihtiyaçlarını karşılamak ve sorunları çözmek üzere, karar organları yine o yerdeki insanlar tarafından belirlenen, kendi bütçelerine ve gelir kaynaklarına sahip olan merkezi yönetimin sınır denetimine tabi özerk kamu tüzel kişileridir (Özgür ve Kösecik 2005). Yerel yönetimler, dünyanın birçok ülkesinde köy, kasaba, şehir, büyükşehir ve bölge teşkilatları şeklinde ve bu ölçeklerde teşkilatlanmışlardır. Bu teşkilatlar hizmet gördükleri belde veya belde halkının durumuna göre, köy, belediye, büyükşehir belediyesi, il mahalli idaresi veya bölge ölçeğinde yerel yönetim birlikleri şeklinde örgütlenmişlerdir. Belediyeler bugün dünyanın birçok ülkesinde yerel yönetimlerin en etkin ve yaygın olanıdır. Kamu hizmetlerinin büyük bir kısmını üslenmiş bulunan ve vatandaşın gündelik hayatında en fazla muhatap olduğu belediyeler sorumlu oldukları ve yerine getirdikleri kamu hizmetlerini yürütebilmek için hizmette yeterli şekilde örgütlenmeli, kaynak açısından da merkezi hükümetler tarafından mümkün olan en yüksek biçimde finanse edilmeli ve bu kaynakların da belediyeler tarafından maksimum verimlilikte kullanılıyor olması gerekmektedir (Eryılmaz 1995). Çevre yönetimi genel olarak insan, bitki ve hayvan varlığının dengeli, sağlıklı yaşaması için gerekli doğal kaynakların değerlendirilmesi, üretilmesi, ulaşımı ve tüketilmesi sırasında ortaya çıkabilecek olumsuzlukları saptamak, çözüm yolu aramak bulunan çözüm yollarını uygulamak için yapılan planlama, eşgüdüm, iletişim, denetim ve 12 yürütme işlevlerinin tamamı olarak tanımlanmaktadır (Ünlü 1995). Çevre sorunları ise hem tanımı itibariyle hem de pratikte yerel niteliklidir. Çevresel sorunların kaynağının yerel nedenler olmasından hareketle çözüm için de önceliğin yerel düzeyde olması önem kazanmaktadır. Bundan dolayıdır ki çevre üzerinde üzerlerine en büyük görev yüklenen kuruluşlar da yerel yönetimler olmaktadır. Çünkü yöneticileri de bir nebze harekete geçiren halktır. Halk, merkezi yönetime sesini çoğu zaman duyuramamakta, duyursa bile merkezi yönetime istediğini yaptıramamaktadır. Oysa yerel yönetimlere yakın ve iç içe olduklarından dolayı onlarla birlikte hareket edebilmektedirler. Bu özellikler Türkiye gibi merkezi idarenin otoriteyi elinde bulundurduğu bir düzende daha da önemli hale gelmektedir (www.yerelnet.org.tr). Hedeflenen sonuçlara ulaşmak ve başarılı olmak için de yerel yöneticilerin olduğu kadar yerel halkın da sürece dahil edilmesi bir başka önemli konu olmaktadır. 13 3. MATERYAL VE YÖNTEM Yapılan bu çalışma literatüre dayalı olup öncelikle genel ve yerel çevre sorunlarına ilişkin çeşitli çalışmalar ele alınmıştır. Çevre konusundaki uluslararası gelişmeler Avrupa Birliği ve Türkiye ölçeğinde bu konuda yapılmış çalışmalar yardımıyla irdelenmiş, Türkiye’de çevre mevzuatını oluşturan yasal düzenlemeler ve yerel yönetimlerin çevreye ilişkin politika ve faaliyetleri de ilgili kanunlar, yönetmelikler ve tebliğlerle ortaya konulmuştur. Ayrıca konu ile ilgili olarak çeşitli üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının yayınları ve daha önce benzer konularda yapılmış yerli ve yabancı çalışmalarla araştırmanın materyali oluşturulmuştur. Çalışmada elde edilen verilerin çeşitli açılardan değerlendirilerek yerel yönetimlerin çevre konusundaki yetki ve görevlerinin belirlenmesi, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin bu konudaki uygulamalarının incelenerek uygulamadaki sorunların tespit edilmesi ve çözüm önerileri geliştirilmesi başlıca yöntem olarak kabul edilmiştir. Türkiye’de çevre ile ilgili hukuki mevuzatın oldukça geniş ve dağınık olması, ayrıca Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin çevre ilgili faaliyetlerine ilişkin çalışmaların kapsamlı şekilde literatürde yer almaması araştırmanın sınırlı kalmasına neden olmuştur. 14 4. ARAŞTIRMA BULGULARI 4.1 Çevre Konusunda Uluslararası Gelişmeler Dünyanın ekolojik dengesinin hızla bozulması, çevre sorunlarındaki artış, ülkeler arası teknoloji transferleri ve dış ticarette rekabet açısından çevrenin dikkate alınması gereği; yerel ve ulusal sorunları kolayca uluslararası boyuta taşımıştır. Çevrenin uluslararası düzeyde önem kazanmasıyla birlikte çeşitli uluslararası örgütlerin bu alanda çalışmaları da yoğunlaşmıştır. Uluslararası düzeyde çevreye ilişkin ilk ciddi yaklaşım, Birleşmiş Milletler Örgütü tarafından gerçekleştirilmiş ve 1972 yılında Stockholm Konferansı’nda çevre sorunları uluslararası boyutta tartışılmıştır (Olhan 2005). Böylece çevre sorunları ve bu konuda alınması gerekli tedbirlere kamuoyunun dikkati çekilmiştir. Yüksek kalkınma hızı, tam istihdam, ekonomik istikrar gibi geleneksel ekonomik ve siyasal politikaların tespiti sırasında hayat şartlarının niteliğinin iyileştirilmesi prensibi göz önünde tutulmak kaydıyla hükümetlerin çoğu, çevre politikalarının saptanması konusuna önemle eğilmeye başlamışlardır. Konferansın önemi, farklı siyasi bloklardan ve farklı gelişme düzeylerine sahip 100’ü aşkın ülkeyi ortak ilkeler etrafında bir araya getiren en yaygın platform olmasından ileri gelmekte olup en önemli beklentisi ise gelişmişlik düzeyleri ve siyasal rejimleri ne olursa olsun tüm ülkelerin evrensel bir nitelik kazanan çevre sorunları karşısındaki ortak sorumluluklarını kabul eden bir yaklaşımı paylaşmalarıdır (Budak 2000). Konferansta oluşturulan “İnsan Çevresi Deklarasyonu” doğrultusunda Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) kurulmuş ve Konferans’ın başlama tarihi olan 5 Haziran Dünya Çevre Günü olarak kabul edilmiştir. Stockholm Konferans’ında alınan kararlar ve benimsenen ilkeler doğrultusunda oluşturulan UNEP tarafından 1974 yılında uluslararası düzeyde deniz kirliliğini önlemeye yönelik olarak Cenevre’de “Bölgesel Denizler Programı Faaliyet Merkezi” kurulmuştur. Merkezin çalışmalarında çevre sorunları yalnız deniz ortamını ilgilendiren boyutuyla ele alınmamakta deniz ve kıyıların tüm toplumsal ve ekonomik kesimlerle olan ilişkileri göz önünde tutularak değerlendirilmekte ve çevre kirlenmesi ile çevresel 15 değerlerin zarara uğramasının nedenleri irdelenmektedir. Söz konusu merkezin gerçekleştirdiği ilk proje, önceliğin Akdeniz’e verilmiş olması nedeniyle Akdeniz Eylem Planı’dır. 28 Ocak-4 Şubat 1975 tarihleri arasında Barselona’da yapılan ve Akdeniz’de kıyısı bulunan ülkelerin hükümet temsilcilerinin katıldığı toplantının ardından Akdeniz Eylem Planı 13 Şubat 1976 tarihinde kabul edilerek 12 Şubat 1978 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Akdeniz Eylem Planı’nın amacı, Akdeniz’in karşı karşıya bulunduğu çevresel baskıların saptanması, önlenmesi ve giderilmesi yollarının araştırılması için sorunun disiplinler ve sektörler arası boyutta bölgesel işbirliğine olanak sağlayacak biçimde ele alınmasıdır (Hamamcı 1988). 1987 yılında Birleşmiş Milletler Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu tarafından hazırlanan “Ortak Geleceğimiz” raporu, diğer adıyla Brundtland Raporu sürekli ve dengeli kalkınma çabalarına yeni bir nefes getirmiştir (Olhan 2005). Rapor çevre ve ekonomik kalkınmanın entegrasyonunu sağlamak üzere bölgesel ve global toplantılar düzenlemesini öngörmüştür. 22 Aralık 1989’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu çevre ve kalkınma konularında global bir toplantı yapılmasını 44/223 nolu kararı ile kabul etmiştir. Bu kararla 3-14 Haziran 1992’de 178 ülkenin katılımı ile Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı toplanmıştır. Konferansta başlıca atmosferin, arazi kaynaklarının ve biyolojik çeşitliliğin korunması, biyoteknolojinin ve tehlikeli katı atıklarla toksik kimyasalların çevresel açıdan duyarlı yönetimi ile yoksulluğun giderilmesi ve çevre bozulmalarının durdurulması yoluyla yoksulların yaşama ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi konularına değinilmiş, bu doğrultuda da İklim Değişikliği Sözleşmesi, Rio Deklarasyonu, Gündem 21 ve Ormanların Kullanımı Bildirisi kabul edilmiştir. Çevre alanında dünya genelinde en son uluslararası gelişme 2002 yılında yaşanmıştır. 26 Ağustos-4 Eylül tarihleri arasında Güney Afrika Cumhuriyeti'nin Johannesburg kentinde Birleşmiş Milletler Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi düzenlenmiştir. Türkiye’nin de Cumhurbaşkanı başkanlığında bir heyetle katıldığı Zirve, dünyanın dört bir tarafından sayıları 60 bine ulaşan devlet ve hükümet başkanları, teknokratlar, sivil toplum kuruluşu yetkilileri, sanayiciler ve toplumun tüm kesimlerini temsil eden grupları biraraya getirmiştir (www.cevreorman.gov.tr). Johannesburg'da sürdürülebilir 16 kalkınma önünde engel teşkil eden sorunlar tanımlanmış ve sürdürülebilir kalkınmanın temel öğeleri olan yoksulluğun giderilmesi, sağlık, eğitim, tarım, suya erişim ve çevrenin korunması gibi öncelikli konularda ileriye dönük hedefler ile çalışma takvimi belirlenmiştir. Ayrıca, insanlığın zengin ve fakir olarak derin bir uçurumla ayrılması ve gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki farkın giderek büyümesinin küresel barış, güvenlik ve istikrar için tehdit oluşturduğu teyit edilmiş, çevresel sorunlar ele alınmış, küreselleşmenin ekonomik etkilerinin orantısız biçimde dağıldığı kabul edilmiş, bu küresel adaletsizliğin giderilmesi gereğinin altı çizilmiştir (www.cevreorman.gov.tr). Zirve sonucunda liderlerce kabul edilen bildirgede ise, sürdürülebilir kalkınmaya tam bağlılık dile getirilmiş, bu konuda mutabık kılınan taahhütler sıralanmış ve ortak adımlar atma yolundaki kararlılık tekrarlanmıştır. 4.2 Avrupa Birliği Çevre Politikalarının Gelişimi Avrupa Birliği (AB) kurucu antlaşmalarında çevre üye ülkelerin yetki alanına bırakılmasına karşın, uygulamada çevre korunması konusunda da ortak bir yaklaşımın benimsenmesinin gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bu sonuca varılmasındaki birinci sebep, teknik nitelik taşımakta olup AB’de temel politika olarak kabul gören serbest rekabet ilkesinin gerçekleşmesidir. Her üye devlette farklı çevre politikalarının uygulanması, çevre kirliliğinin önlenmesine yönelik olarak yapılan yatırımlar, değişik çevre koruma değerlerinin benimsenmesi özellikle malların üretiminde maliyeti doğrudan etkilediğinden üye ülkeler arasında serbest rekabetin tam anlamıyla sağlanabilmesini engellemektedir. Dolayısıyla, ulaşılması amaçlanan Ortak Pazar hedefi de serbest rekabetin bozulması nedeniyle tehlikeye girebilecektir. İkinci sebep, Birlik üyesi devletlerde erişilmiş bulunan yaşam kalitesinin daha da yükseltilebilmesi için doğal yaşam koşullarının sağlıklı bir biçimde işlenmesinin gerekli görülmüş olmasıdır. Üçüncü sebep, tamamen politik değerlendirmelere dayanmaktadır. Aynı ekonomik düzenin üyesi bulunan devletlerde çevre politikalarındaki farklılıklar yüzünden yaşam koşullarının farklı şekillerde ve düzeylerde gerçekleşmesi üye devletlerce, politik bakımdan da arzu edilmeyen bir durum olarak değerlendirilmiştir. Dördüncü sebep ise, çevre kirlenmesinin siyasal sınır tanımamasıdır. Bir ülkeden diğerine kirlilik yayılması 17 ve komşu devletlerin birbirlerine bağımlılığı, Birlik üyesi devletleri ellerindeki imkanları bu konuda da ortak bir şekilde kullanmaya itmiştir (Budak 2000). 25 Mart 1957 tarihli Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) Anlaşması başlangıçta Topluluk organları için çevre politikası ile ilgili hiçbir yetki tanımamıştır. Buna karşılık 1970’li yıllardan başlayarak bir Avrupa çevre politikası gelişmeye başlamıştır. 1972 yılında hazırlanan Topluluğun 1. Çevre Eylem Programıyla uygulamaya konulan çevre politikası, Avrupa Tek Senedi ile birlikte Roma Anlaşması’na eklenerek bir Topluluk politikası halini almıştır. Çevre sorunlarının çözümüne yönelik olarak her biri 4-5 yıllık dönemleri kapsayan Çevre Eylem Programlarından günümüze kadar altı program uygulamaya konulmuştur. İlk üç program genelde sanayinin neden olduğu çevre sorunlarına yönelik olmasına rağmen tarım politikalarında ekolojik yönü ağırlıklı olan Tüzüklerde çıkartılmıştır. 4. program döneminde yer altı ve yer üstü sularının hayvancılık faaliyetleri ile kirlenmesini önlemek amacıyla 1991 yılında 91/676 sayılı Nitrat Tüzüğü uygulamaya konulmuştur. Tarımın neden olduğu çevre sorunlarını azaltmak amacıyla 1992 yılında çevreyle dost ve doğal yaşam ortamını koruyucu üretim yöntemleri konusunda “Çevrenin Korunması Gereği ve Kırsal Alanın Muhafazası Gerekleri ile Uyumlu Tarımsal Üretim Metotlarına İlişkin” 2078/92 sayılı Tüzük yürürlüğe girmiştir. 5. programda tarım ve ormancılık için uzun vadeli hedefler belirlenerek, tarımın neden olduğu çevre sorunlarını azaltmak için girdi kullanımı ve toprak işleme konusunda çevreyle dost üretim yöntemleri belirlenmiştir. 6. programda öncelikli hedefler olarak iklim değişikliği, doğa ve biyolojik çeşitlilik, çevre ve sağlık ile doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı ve atık yönetimi üzerinde durulmuştur. Toplulukta tarımın neden olduğu çevre sorunlarının önlenmesine yönelik düzenlemeler hem çevre politikası hem de Ortak Tarım Politikası çerçevesinde yapılmaktadır. Günümüze kadar Ortak Tarım Politikası reformlarında, Ortak Tarım Politikası’nın çevre yönü biraz daha güçlendirilmeye çalışılmıştır. Özellikle Gündem 2000 ile Ortak Tarım Politikası’nda önemli değişimler amaçlanmıştır. Gündem 2000 reformları ile çevrenin korunmasına önem verilecek ve çevreye özen gösteren tarımsal metodlar teşvik edilmiştir. Bu teşviklerden özellikle doğrudan ödemelerden faydalanacak üreticilerin çevreye dost üretim yapmaları şartı getirilmiştir (Olhan 2005). En son yapılan 2003 reformunda da doğrudan ödemelerin üretimden ayrılarak tek ödeme sistemine geçilmesi 18 benimsenmiş, bunun içinde iyi tarımsal ve çevresel koşullara uyum şartını getiren 18 direktif yayınlanmıştır. Ayrıca çiftlik danışma sistemi aracılığıyla, çiftçi kuruluşlarına çevre, gıda güvenliği ve hayvan refahı yönünden yardımlar yapılması kararlaştırılmıştır (http://dp.org.tr/ARGE/belgeler/Avrupa_birligi_ortak_tarim_politikasi_reformu.doc). AB çevre politikasının hedefi çevrenin korunması, kalitesinin iyileştirilmesi; insan sağlığının korunması ve doğal kaynakların tasarrufu ve rasyonel kullanımıdır. Bu hedeflerin yanı sıra AB çevre politikası, bölgesel ve küresel çevre sorunlarının ele alınabilmesi için uluslararası düzeydeki girişimlerin arttırılmasını desteklemektedir. Çevre alanındaki politikalar, ilgili hükümlerden etkilenen alanlara bağlı olarak farklı karar alma yöntemleri ile belirlenir. Ancak bu alanda çoğunlukla işbirliği yöntemine göre karar alınır (Freestone 1991). AB’nin çevre politikası ilkeleri kısaca şu şekilde özetlenebilir: a) Bütünleyicilik İlkesi: Kısaca çevrenin korunması anlayışının Birliğin diğer politikalarının içine entegre edilmesi şeklinde tanımlanabilecek olan bu ilke, Birlik tarafından yürütülecek faaliyetlerin temellerinden birini oluşturmaktadır. AB Anlaşması’nın 6. maddesince çevre korunması gereklerinin sürdürülebilir gelişmenin teşvik edilebilmesi için diğer Birlik politika ve faaliyetlerine eklenmesi gerekmektedir. Avrupa bütünleşmesinin başlangıcından itibaren bu ilkeden en çok etkilenen iki politika alanı malların serbest dolaşımı ve rekabet politikası olmuştur. Bu bağlamda oluşturulan çevre politikalarının mal ve hizmetlerin serbest dolaşımını, rekabet ortamını desteklemesi temel prensiptir (Anonim 2001b). b)Yüksek Seviyede Koruma İlkesi: Bu ilke, yasama yetkileri dahilinde başta Avrupa Komisyonu, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi olmak üzere Birliğin tüm kurumlarını bağlamaktadır. Bu ilke gereğince tüm kurumlar, Birliğin farklı bölgelerindeki çevre koşullarını da hesaba katarak yüksek seviyede çevre korumasını amaç edinmelidir (Anonim 2001b). c) İhtiyat İlkesi: İlk kez Maastricht Anlaşması ile gündeme gelen bu ilke, belli bir hareketin çevre açısından olumsuz ve zararlı sonuçlar doğuracağı hakkında ciddi bir 19 şüphe mevcut ise bilimsel kanıtın ortaya çıkmasını beklemeden ve çok geç olmadan önlem alınması anlamına gelmektedir (Budak 2000). d) Önleme İlkesi: Tek Senet ile gündeme gelen ve 3. Çevre Eylem Programı’nda da atıfta bulunulan bu ilke, zararın tam olarak ortaya çıkmasından önce gerekli önlemlerin alınması gereğinin altını çizmektedir. Bu ilkenin uygulanabilmesi için karşılanması gereken koşullar, kirlilik standartlarının belirlenmesi, bilginin tüm karar vericiler için mevcut ve kullanılabilir olması, gerçek durumun karar alma süreçlerinin erken bir aşamasında değerlendirilmesi ve Birlik tarafından kabul edilmiş olan tedbirlerin üye ülke iç hukuklarına aktarılıp aktarılmadığının izlenmesidir (Budak 2000). e) Kaynakta Önleme İlkesi: Topluluk çevre politikası, çevresel zararın öncelikle kaynağında önlenmesi ilkesine dayanmaktadır. Birlik mevzuatı bu ilkeyi özellikle emisyon standartlarının çevre kalite ölçütlerini aştığı su ve atık sektörüne uygulamaktadır. Örneğin atık sektöründe atık nakillerinin sınırlandırılması amacıyla atığın mümkün olduğunca üretim yerine yakın bir yerde yok edilmesi gerekmektedir (Anonim 2001b). f) Kirleten Öder İlkesi: Bu ilke, ilk Çevre Eylem Programı’nda belirtildiği gibi Birlik çevre politikasının temel taşıdır. Kirletenlere sebep oldukları kirlilik ile mücadelenin bedelinin ödettirilmesi, onları kirliliği azaltmaya ve daha az kirleten ürün ve teknolojiler bulmaya teşvik etmektedir. Bu ilke, kirleticilerin uyması gereken çevre standartları koyularak da uygulanabilmektedir. Birlik mevzuatının ikincil kaynakları kapsamında bu ilkeye çeşitli atıflar yapılmıştır. Örneğin atık çevre direktifi, bu ilkeye doğrudan atıf yapmakta ve atığın yok edilmesi masraflarının atık sahibine ait olduğunu belirtmektedir (Budak 2000). Çevre politikalarına temel teşkil eden bu ilkelerin yanı sıra doğal kaynakların rasyonel kullanımı, çevresel etki değerlendirmesinin uygulanması, uluslararası işbirliği yapılması, toplumda çevre bilincinin arttırılması, katılımcı bir yaklaşımın benimsenmesi gibi hususlar da çevre politikasına yön veren prensipler olarak sıralanabilmektedir (Anonim 2001b). 20 4.2.1 Avrupa Birliği’nin çevre konusunda kurumsal yapılanması Çevre yapılanmasının başında yer alan sorumlu birim Avrupa Komisyonu’nun Çevre Genel Müdürlüğü’dür. AB’de genel müdürlüklere aynı zamanda sayısal kimlik de verildiğinden bu Genel Müdürlük aynı zamanda 21. Genel Müdürlük olarak da anılmaktadır (http://europa.eu.int/comm/environment/policy_en.htm). Bu Müdürlük Avrupa Komisyonu bünyesinde yer alan diğer Genel Müdürlükler gibi çalışma alanı olan çevre politikalarının Birlik üyesi ülkelerin genelinde uygulanmasından sorumlu merkezi düzeyde çalışmalarını sürdüren bir birimdir. AB’nin çevre ile ilgili ikinci kurumu ise temel görevleri arasında Çevre Enformasyon ve İzleme Ağı (EIONET)’nın kurulmasını ve koordinasyonunu sağlamak, duyarlı ve etkili çevre politikalarının oluşturulması ve uygulanması için gerekli bilgileri Birliğe ve üye ülkelere sağlamak, çevrenin durumu hakkında veri toplamak, değerlendirmek, uzman raporları hazırlamak, çevresel veriler için tek tip değerlendirme kriterleri saptamak, çevreye verilen zararın çevre koruma, önleme ve iyileştirme politikalarının maliyetlerinin değerlendirilmesi için metotlar geliştirmek, çevresel tahmin tekniklerinin geliştirilmesini ve uygulanmasını sağlamak olan Avrupa Çevre Ajansı’dır (EEA) (http://europa.eu.int/comm/environment/policy_en.htm). AB’nin çevre ile ilgili üçüncü kurumu ise Birliğe üye ülkelerde kurulu bulunan çevre örgütlerinin yöneticileri arasında iletişim ve eşgüdüm ağı kurulmasını amaçlayan Çevre Hukukunu Uygulama ve Yürütme Ağı (IMPEL)’dır (http://europa.eu.int/comm/environment/policy_en.htm). AB’nin çevre ile ilgili yürütme nitelikli bu kurumları yanında mevzuat önerisi geliştirme ve danışma nitelikli Çevre Danışma Komitesi (ECC) gibi kurumları da bulunmaktadır. Ayrıca çevre konusundaki yasal düzenlemelerin güçlendirilmesi ve uygulanması için yerel yönetimlere izin verme yada denetleme yetkisi verilmiştir. Birlik müktesebatında çevre alanında katı atık yönetimi, temiz su, atık su ve hava kalitesi standartlarını belirleyen ve tüm üye ülkelerin uymak zorunda olduğu 50’ye yakın direktif yayınlanmıştır (www.ibb.gov.tr). 21 4.2.2 Avrupa Birliği’nde yerel yönetimler AB tüm politikalarında vatandaşlarına daha iyi hizmet verebilmek için halka en yakın yönetim birimi olan yerel yönetimlerin gelişmesine büyük önem vermektedir. Bununla birlikte tek bir yerel yönetim sistemi bulunmamasına rağmen, genel olarak yerel yönetimlere özgü ortak özelliklerden bahsetmek mümkündür. Örneğin Belediye Başkanlarıyla aynı seçimlerde seçilen Belediye Meclisleri sistemin temelini oluşturur. Ayrıca merkezi hükümetlerle yerel yönetimler arasında belirlenmiş bir ast-üst ilişkisi yoktur. Yerel yönetimler merkezi hükümetlerin belediyeleri ilgilendirebilecek konularda alacağı kararlara aktif bir aktör olarak katılırlar (Özgür ve Parlak 2006). a) İtalya: İtalya’da yerel yönetimler bölgeler, iller ve belediyeler olarak gruplandırılmaktadır. Tarım, ormancılık, iç sularda balık avcılığı, su ve enerji kaynaklarının korunması gibi tarımsal çevreyi ve çevreyi ilgilendiren diğer hizmetler bölgelerin ve illerin sorumluluk alanındadır. İtalyan Anayasasıyla bölgelere bu konularda yasama yetkileri de tanınmıştır. Türkiye’de yerel yönetimlerin kamu harcamaları içindeki payı % 15 iken İtalya’da bu oran % 26 civarındadır (Güler 2004). b) Almanya: Almanya’da belediyeler ve ilçeler ülkedeki yerel yönetim kuruluşlarını oluşturmaktadır. Ancak Almanya için tekdüze, bütün ülke düzeyinde geçerli bir yerel yönetim modelinden söz etmek mümkün değildir. Almanya’da yerel yönetimler iki kümede örgütlenmişlerdir. Bunlar kırsal bölge yerel yönetimleri ve kentsel niteliği ağır basan yerel yönetimlerdir. Kırsal bölge yerel yönetimleri, belediye ve ilçe olmak üzere iki kademeden oluşmaktadırlar. Kırsal nitelikli yerleşim yerlerine hizmet üreten genelde küçük belediyeler temel hizmet birimleridir. Üst basamağı teşkil eden ilçe yerel yönetimleri ise belediyelerin yapamadıkları hizmetler ile belediyeler arası ortak nitelikteki hizmetleri yürütmektedirler. Kentsel niteliği ağır basan ve genellikle nüfusu 100.000’in üzerinde bulunan beldeler ise ilçe ile herhangi bir bağlantıları bulunmayan, tek basamaklı olarak örgütlenmiş yerel yönetim birimleridir. Almanya’da yerel yönetim modellerinin farklılığı görevlerde de çeşitli farklılıkların doğmasına neden olmaktadır. Çevre koruma hizmetleri daha çok ilçe yerel yönetimlerinin sorumluluk alanına girmektedir (Kalabalık 2005). 22 c) Belçika: Belçika’da İtalya’dakine benzer bölgeler, iller ve belediyelerden oluşan bir yerel yönetim modelleri görülmektedir. Belçika Anayasası’na göre iller ve belediyeler, yasalar başka biçimde öngörmedikçe yerel kararları almak ve uygulamak konusunda geniş yetkilere sahiptir. Bu yetkiler geneldir ve teker teker sayılmamıştır (Özgür ve Parlak 2006). Temizlik, yol, su, tarım, ormancılık, park ve yeşil alan gibi çevresel konular illerin görev alanı içersinde yer almaktadır. d) İsveç: Bölgesel birim olan il meclisleri ile daha küçük birim olan belediyeler olmak üzere iki tür yerel yönetim modeli olan İsveç’te, yerel yönetimlerin değeri giderek artmaktadır. İsveç’te yerel yönetimlerin kamu harcamalarındaki payı % 65 civarındadır (Özgür ve Parlak 2006). Yerel yönetimlerin görevleri yerel yönetim yasası ve diğer özel yasalarla belirlenmekte olup park, yeşil alan, yol, su, kanalizasyon gibi çevresel faaliyetler belediyelerin görev alanı içersinde yer almaktadır. e) İngiltere: İngiltere, Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda’dan oluşan ve Birleşik Krallık olarak nitelendirilen ülkeler topluluğu her biri farklı gelenek ve yerel yönetim yapısına sahip ülkelerden oluşmasına rağmen Krallık anayasal monarşi ve parlementer demokrasi ile yönetilen merkezi bir devlettir. Birleşik Krallık’ın yerel yönetimleri oldukça geniş görev, sorumluluk ve yetkiyle donatılmış kapsamlı bir özerkliğe sahiptir. 1940’lardan günümüze kadar İngiliz yerel yönetim birimlerinin yetki ve görevlerinde azalma olmamış özerklikleri devamlı bir şekilde artmıştır. Birleşik Krallık’ta yerel yönetimlerin kamu harcamalarındaki payı % 30 civarında olup görev ve sorumluluk alanı olarak belli bir tasnife göre sınıflandırmak son derece güçtür. Çünkü Birleşik Krallık’ta yerel yönetimlerin fonksiyonları bir ülkeden diğerinde göre farklılıklar göstermektedir. Ayrıca iki kademeli sistem içersinde birçok fonksiyonun hem alt hem de üst kademe idaresine ait olması görevleri sınıflandırmanın bir diğer güçlüğünü oluşturmaktadır (Güler 2004). f) Fransa: Yönetim sistemleri bakımından Türkiye’yle büyük benzerlikler gösteren Fransa’da belediyeler, il yönetimleri ve bölge yerel yönetimleri olmak üzere üç tür yerel yönetim modeli bulunmaktadır. Fransa’da yerel yönetimler üniter devlet yapısından 23 sonra ikinci basamaktır. Çevreye yönelik faaliyetler daha çok il yönetimleri ile belediyelerin sorumluluk alanına girmektedir (Özgür ve Parlak 2006). g) İspanya: Yönetim yapısı belli ölçüde Türkiye ile benzerlik gösteren AB ülkelerinden biri de İspanya’dır. Bu ülkedeki yerel yönetimlerde tarihsel gelişim çizgileri açısından Türk yerel yönetimleri ile kimi yönden birbirine benzeyen özellikler taşımaktadır. İspanya’nın yürürlükte olan 1978 tarihli Anayasası’na göre ülke yerel yönetimler olarak özerk bölgelere, illere ve belediyelere ayrılmıştır. Ancak Anayasa’da özerklikten söz edilmesi İspanya’yı federal bir devlet durumuna getirmemiştir. Ülkenin temel yerel yönetim birimi olan belediyeler çevresel hizmetlerinden de öncelikle sorumlu birimlerdir (Güler 2004). Yerel yönetimleri halka en yakın kuruluşlar olarak geliştirmek ve daha özerk hale getirmek, sanayileşmiş batı ülkelerinin ortaklaşa paylaştıkları ve titizlikle sahip çıkmaya çalıştıkları demokratik ve çağdaş değerlerin başında yer almaktadır. Yerinden yönetim ve dayandığı ilkeler Avrupa halkının günlük yaşamına ve kamu bilincine mal olmuş durumdadır. Yerel özgürlükler Avrupa'da yurttaşların hak ve özgürlüklerinin mantıksal ve zorunlu bir öğesini oluşturmaktadır. Bu anlayış çerçevesinde özerk yerel yönetim kavramı insan haklarının ve demokrasi ilkelerinin ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmektedir. Özerk yerel yönetim ilkesinin korunması ve sürekli bir şekilde geliştirilmesinde bir zorunluluk olduğu savunulmaktadır. Avrupa Konseyi, 1967'de bu nedenlere dayanarak benimsediği 67 sayılı kararla Yerel Özerklik Bildirgesini Avrupa kamuoyuna sunmuştur. Yerel ve Bölgesel Yönetimler Sürekli Konferansının (CPLRE) bu kararı ile Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinden bir girişimde bulunması istenerek karar Parlamenterler Meclisi'nin 615 sayılı önerisi ile desteklenmiştir (Keleş 2003). CPLRE, 1981 yılında da genel nitelikte ve bağlayıcı olmayan bir ilkeler bildirgesini benimsemiştir. Avrupa ülkelerinin tarihsel gelişmelerinin ve yönetim yapılarından kaynaklanan farklılıkların hesaba katılması gereği olarak, daha esnek kurallar içeren bir Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı taslağı 1982 yılında 126 sayılı kararla Bakanlar Komitesi’ne sunulmuştur. İleriki dönemlerde daha da geliştirilen metin, yerel yönetimlerden sorumlu bakanların 6-8 24 Kasım 1984'de Roma'da yapılan 6. konferanslarında uygun bulunmuş ve Bakanlar Komitesinin Haziran 1985 toplantısında benimsenerek 15 Ekim 1985 tarihinde imzaya açılmıştır. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile yerel yönetimlerin siyasal, yönetsel ve mali özerkliklerinin korunması ve haklarının kabul edilmesi yönünde Avrupa ölçüsünde ortak temel hükümler getirilmektedir. Ancak bunların uygulanması genelde, Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin kendi iç mevzuatına bırakılmıştır. Demokrasinin gelişmesinde, yönetimde etkinlik ve verimliliğin sağlanmasında temel bir konuma sahip bulunan yerel yönetimler için bu şart, insan haklarından bir tanesi olan çevrenin korunabilmesi açısından önemli bir güvence oluşturmaktadır. Şartla beraber yerel yönetimlere kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yönetme hakkı tanınmıştır. Bu noktadan hareketle AB müktesebatının % 60’ını direk etkileyen yerel yönetimleri ilgilendiren konu başlıkları arasında yer alan çevre politikaları büyük ölçüde yerel yönetimler aracılığıyla uygulanmaktadır. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı üç ana bölümden meydana gelmektedir. Birinci bölümde özerk yerel yönetim kurumunun dayandığı temel ilkeler yer almakta, özerk yerel yönetimin anayasal ve yasal bir temele oturtulması gereği önemle vurgulanmaktadır. Bu bölümde özerk yerel yönetim kavramının tanımı şöyle yapılmaktadır (Ökmen 2003): "Özerk yerel yönetim kavramı, yerel makamların, kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır". Yerel yönetimler üzerindeki devlet denetiminin azaltılması ve kendilerine görevlerinin önemiyle orantılı mali kaynak sağlanması gereği de yine birinci bölümde ifade edilmektedir. İkinci bölümde, bu şartı onaylayan devletlerin yükümlülükleri ve sorumlulukları ile ilgili kurallar yer almaktadır. şartın son bölümü ise uygulama ve yürürlük koşullarına ait kuralları içermektedir. Türkiye, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı 21 Kasım 1988 tarihinde imzalamıştır. Daha sonra da bu şart 3723 sayılı yasa ile Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ve 6 Ağustos 1992 tarihli kararla Bakanlar Kurulu tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiştir. 1982 Anayasası’nın 127. maddesinde yer alan yerel yönetimlere 25 ilişkin ilkelerin birçoğu bu şartta da bulunmaktadır. Bununla birlikte Türkiye, nedense Anayasa’da yer alan bu ilkelerden bir bölümünü onaylamakta duraksamış ve onlara çekince koymayı benimsemiştir. Şarta ait olarak Türkiye'nin çekince koyduğu maddeler şu konularla ilgilidir (Keleş 2003): • Yerel yönetimlere kendilerini doğrudan doğruya ilgilendiren konularla ilgili planlama ve karar alma süreçleri içinde, olanaklar ölçüsünde uygun bir zamanda ve biçimde danışılması, • Yerel yönetimlerin yönetsel örgüt yapılarının kendileri tarafından kararlaştırılabilmesi, • Yerel olarak seçilmiş kişilerin görevleri ile bağdaşmayacak işlev ve faaliyetlerin kanunla veya temel hukuksal ilkelere göre belirlenmesi, • Yerel denetime ancak yönetsel denetimle korunmak istenen yararlarla orantılı olması durumunda izin verilmesi, • Yerel yönetimlere kaynak sağlanmasında hizmet maliyetlerindeki artışların mümkün olduğunca hesaba katılması, • Yeniden dağıtılan kaynakların yerel makamlara tahsisinin nasıl yapılacağı konusunda kendilerine uygun bir biçimde danışılması, • Yapılacak mali yardımların, yerel yönetimlerin kendi politikalarını uygulama konusundaki temel özgürlüklerini ortadan kaldırmaması, • Yerel yönetimlere ortak çıkarlarının korunması ve geliştirilmesi için birliklere üye olma ve uluslararası yerel makamlar birliklerine katılma hakkının tanınması, • Yerel yönetimlerin kanunla muhtemelen öngörülen koşullar içinde başka devletlerin yerel yönetimleri ile işbirliği yapabilmesi, • Yerel yönetimlerin kendilerine Anayasa veya yasalar tarafından tanınmış olan yetkileri ve özerk yönetim ilkelerini koruyabilmeleri için yargı yollarına başvurma hakkının tanınması. 26 Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın birçok ilkesini benimsemiş olmasına karşın Türkiye'nin bu önemli konulara çekinceler koyması yerel demokrasinin gelişmesi yönünden bir eksiklik olarak kabul edilmektedir. Şartın temel ilkelerinden bir bölümünün Anayasa ve yasalarla zaten benimsenmiş olduğu söylenebilir. Ülke bütünlüğünü zedeleyici nitelikte olmayan yada ülke yönetiminden ayrılmış bir yerel yönetim amacını taşımayan yönetsel ve mali özerkliğin neden endişe verici bulunduğunu anlamak pek mümkün görünmemektedir. Bu konuda halkın yerel yönetimlere sahip çıkmakta göstereceği duyarlılık da son derece önemlidir. Avrupa Birliği'ne sadece yasal anlamda değil, gerçekte de saygı duyulan bir devlet olarak katılmak isteniyorsa, yerel özerklik ilkesinin yerel yönetimlerle de egemen kılınması zorunluluğu bulunmaktadır (Özgür ve Parlak 2006). Yerel haklar ile ilgili önemli diğer bir belge ise Avrupa Konseyi Avrupa Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’nce 18 Mart 1992’de kabul edilen Avrupa Kentsel Şartı’dır. Kentsel şartın diğer uluslararası antlaşmalardan veya belgelerden farkı hükümetlerin değil yerel yönetimlerin imzasına açılmış bir antlaşma olmasıdır. Türkiye’de henüz antlaşmayı imzalayan bir belediye olmamıştır. Yerel hakların neler olduğu konusunda üzerinde uzlaşılmış bir metin bulunmamakla birlikte 17-19 Mart 1992 yılında Avrupa Konseyi’nin kabul ettiği Avrupa Kentsel Şartı bu konuda başlangıç kabul edilir. Kentsel şartla Avrupa yerleşimlerinde yaşayan insanların çevre konusunda sahip oldukları haklar şunlardır (Ökmen 2003): • Kirletilmemiş sağlıklı bir çevre; hava, gürültü su ve toprak kirliliği olmayan, doğası ve doğal kaynakları korunan bir çevre, • Sağlık, beden ve ruh sağlığının korunmasına yardımcı çevrenin ve koşulların sağlanması, • Kaliteli bir mimari ve fiziksel çevre; tarihi yapı mirasının duyarlı bir biçimde restorasyonu ve nitelikli çağdaş mimarinin uygulanmasıyla, uyumlu ve güzel fiziksel mekanların yaratılması, • Sürdürülebilir kalkınma, yerel yönetimlerce ekonomik kalkınma ile çevrenin korunması ilkeleri arasında uzlaşmanın sağlanması, 27 • Doğal zenginlikler ve kaynaklar; yerel doğal kaynak ve değerlerin, yerel yönetimlerce, akılcı, dikkatli, verimli ve adil bir biçimde, beldede yaşayanların yararı gözetilerek, korunması ve idaresi. Kent yönetimleri olan belediyeler, yerel nitelikteki kent ve çevre değerlerini koruma konusunda, Avrupa Kentli Hakları Şartı’nın kendilerine tanıdığı sorumlulukları gereğince yerine getirecek ölçüde güç ve bilinç kazanmak zorundadırlar. Nitekim Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 8 nolu Tavsiye Kararı (1999), seçimle göreve gelen yerel yönetim organlarının hem yaptıkları hem de yapmayı ihmal ettikleri işlerden dolayı mali yönden sorumlu olacaklarını belirtmekte, bu sorumluluktan ancak iyi niyetli olduklarını kanıtlayarak kurtulabileceklerini esasa bağlamaktadır. 4.3 Türkiye’de Çevre Politikasının Gelişimi Türkiye’de çevre koruma çalışmalarının tarihsel gelişimini üç döneme ayırmak mümkündür: 1. Dönem: Cumhuriyetin kurulmasından itibaren 1970’li yıllara kadar olan dönemi kapsar. Bu dönemin ana karakteristiği, klasik çevre yönetimi kuralları geçerli olup çevre bilinci henüz oluşmamıştır. 2. Dönem: 1970’li yıllardan itibaren 1991 yılına, yani Çevre Bakanlığı’nın kurulduğu yıla kadar olan dönemdir. Bu dönemde çevre bilinci oluşma aşamasındadır ve çevre kavramsal olarak ortaya çıkmıştır. 3. Dönem: 1991’den günümüze kadar olan dönemdir. Bu dönemin en önemli özelliği, çevre koruma ve geliştirme faaliyetlerinin hem devlet hem de toplum düzeyinde somut bir şekilde ortaya çıkmasıdır. 28 a) 1923-1970 Yılları Arasında Türkiye’de Çevre Yönetimi: Bu dönemde Türkiye’de doğrudan çevre sorunlarıyla ilgili ve yetkili bir birim ve örgütlenme görülmemektedir. Ancak böyle bir örgütlenme olmasa da çevre sorunları tamamen sahipsiz bırakılmamıştır. Çevre koruma, geliştirme ve çevre kirliliğini önleme etkinlikleri, diğer ilgili Bakanlık ve kuruluşlara yan görev olarak verilmiştir. Bu görevlendirmede ise ana amaç çevreden çok temizlik, sağlık ve turizm gibi kaygılardır. Zira bu dönemde çevre bilinci yaygın değildir, çevre kavramına da henüz ulaşılamamıştır (Arat 2000). Diğer dönemlerde olduğu gibi bu dönemde de çevre ile ilgilenen örgütler arasında yerel yönetimler birinci sırada yer almaktadır. Bu dönemde çıkarılan ve çevre konusunu dolaylı da olsa içeren kanun ve tüzük gibi hukuki düzenlemeler aşağıdaki gibi sıralanabilir: 1) Köy Kanunu (18.03.1924): 442 sayılı Kanun’un “Köy İşleri” isimli ikinci fasılın 13. maddesi köylünün mecburi yapacağı işler olarak sıralanmaktadır. Bu görevlerin birçoğu köylünün çevreyle ilgili uymak zorunda olduğu kurallardır. 2) Limanlar Kanunu (14.04.1925): 618 sayılı Kanun’un 1. maddesinde limanların korunması, muhafazası ve iyi halde tutulmasından hükümetin sorumlu olduğu ibaresiyle denizlerin korunmasına ilişkin sayılabilecek bir düzenleme ilk kez mevzuatta yer almıştır. 3) Türk Ceza Kanunu (13.03.1926): Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk ceza kanunu olan 765 sayılı Kanun’un “Ammenin Selameti Aleyhinde Cürümler” adlı kısmı ile “Hayvanlara Kötü Muamele” adlı kısmı dolaylı olarak, çevreyle ilgili suçlara karşı ceza ve yaptırımların getirildiği ilk düzenlemedir. 4) Sular Hakkında Kanun (10.05.1926): Adı geçen 831 sayılı Kanun’a göre şehir ve kasabalarda içme suyu temini, su kaynaklarının ve yollarının her türlü bakımı, korunması, kontrolü belediye teşkilatı bulunan yerlerde belediyenin, bulunmayan yerlerde ise muhtar ve ihtiyar meclisinin sorumluluğundadır. 29 5) Belediye Kanunu (14.04.1930): 1580 sayı numarasıyla yayınlanıp 2004 yılında değişikliğe uğrayan Kanun’un “Belediyelerin Vazifeleri” adlı 15. maddesinde çevreyle ilgili tüm temizlik ve düzenleme işleri, belediyelerin görevleri arasında sayılmıştır. 6) Umumi Hıfzısıhha Kanunu (06.05.1930): 1593 sayılı bu Kanunla tüm çevre sağlığı hizmetleri zorunlu devlet hizmetleri arasında sayılmıştır. 7) İskan Kanunu (26.06.1934): Gelişigüzel, düzensiz imarlaşmanın önüne geçilmesi; tarım arazilerine konut yapmanın sınırlandırılması açısından getirilen ilk yasal düzenleme 2510 sayılı İskan Kanunu’dur. 8) Kara Avcılığı Kanunu (13.05.1937): Türkiye’de yabani olarak yaşayan faydalı ve zararlı hayvanların avlanması, 1904 sayılı ilgili Kanun’un 2. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre her zaman avlanabilen hayvanlar, belli dönemlerde avlanabilen hayvanlar ve avlanması yasak olan hayvanlar gruplandırılmış; bunlara uymayanlar için cezai müeyyideler konulmuş, böylece doğal hayatı koruma alanında ilk kez hukuki düzenleme getirilmiştir. 9) Bataklıkların Kurutulması Kanunu (23.01.1950): 5516 sayılı bu Kanunla belediye sınırları dışında olup devletin hüküm ve tasarrufu altında sahipsiz bulunan bataklık ve bataklık mahiyetinde göl ve su birikintilerinin hangi şartlarda kurutulacağı ve bu kurutmadan hasıl olan arazinin tarım arazisi olarak kullanılacağı yasal dayanağa kavuşturulmuştur. 10) Orman Kanunu (08.09.1956): 6381 sayılı bu Kanunla ormanın tarifi yapılmış, orman ürünlerinden faydalanabilme esasları ve ormanların korunmasıyla ilgili sorumluluklar belirlenmiştir. 11) Zirai Mücadele Kanunu (24.04.1957): Adı geçen 6968 sayılı Kanunla tarımsal zararlı ve hastalıklarla mücadele ilkeleri belirtilmiş, doğal çevreyi ve ülke tarımını korumak için yurtdışından Türkiye’ye bitkisel hastalık ve zararlı girişini önlemek için gerekli yasal tedbirler sıralanmıştır. 30 12) Yeraltı Suları Kanunu (23.12.1960): 167 sayılı yeraltı suları Kanunuyla yeraltında bulunan tüm suların devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğu, her türlü kullanımının devletin iznine tabi olduğu hükmü getirilmiştir. 13) Birinci beş yıllık kalkınma planı (BYKP) (1963-1967): 1961 Anayasası’ndan hareketle milli tasarrufu artırmak, yatırımları toplum yararına, gerektirdiği önceliklerle yöneltmek; ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı demokratik yollarla gerçekleştirmek üzere ilk kez 1963-1967 yıllarını kapsayan beş yıllık kalkınma planlarını yürürlüğe konulmuştur. 1. BYKP’de çevreye ilişkin özel hükümler bulunmamakla beraber “Sosyal Kalkınma ve Gelişme” ile “Tarım ve Endüstriyel Üretim” bölümleri adı altında dolaylı olarak çevreye ve tarım-çevre ilişkilerine değinilmiştir (Anonim 1963). Sanayileşmenin ekonomik açıdan ülke kalkınmasındaki yerine dikkat çekilmiş ancak planın bütününde sanayileşmenin yarattığı kirlilikten söz edilmemiştir. 14) Gecekondu Kanunu (30.07.1966): 1950’li yıllardan itibaren köylerden kentlere doğru yaşanan göçlerle özellikle büyükşehirlerde yaşanan çarpık kentleşmenin ve bozulan çevrenin önüne geçmek için çıkarılan 775 sayılı Kanun’dur. 15) İkinci BYKP (1968-1972): 1. BYKP’de olduğu gibi “Sosyal Kalkınma ve Gelişme” ile “Tarım ve Endüstriyel Üretim” bölümleri adı altında dolaylı olarak çevreye değinilmiş, ayrıca çarpık kentleşmenin ve konut sorununun yansıması olarak görülen bölgesel kalkınma, şehircilik problemleri, sağlık politikalarına uygun kentleşme stratejileri gibi bölümler yer almıştır (Anonim 1968). b) 1970-1991 Yılları Arasında Türkiye’de Çevre Yönetimi: Ekonomik gelişme ve sanayi hamlelerinin birbiri ardına gerçekleştirildiği bu yıllarda çevre konusu yavaş yavaş gündeme gelmeye başlamış, zihinlerde çevre kavramı yer bulmuş, önceliğini hissettirmese de önemi anlaşılır hale gelmiştir. Bu dönemde çevre ile ilgili bazı birim ve örgütlenmelerin kurulmaya, oluşmaya başladığı görülmektedir. Çevre hizmetlerinin kurumsallaştırılması alanındaki en önemli gelişme 1978 yılında 31 Başbakanlığa bağlı Çevre Müsteşarlığı’nın kurulmasıyla olmuştur (Talu 2003). Yine bu dönemde kurumsal gelişme yanında hukuksal alanda da 1982 Anayasasıyla çevreye doğrudan yönelik bir hüküm yer almış ve 56. maddede çevrenin korunup geliştirilmesinin devletin ve vatandaşların ortak görevi olduğu belirtilmiştir. Ardından çok geçmeden çevreye ilişkin müstakil bir hukuki düzenleme olan 2872 sayılı Çevre Kanunu 1983 yılında kabul edilmiştir. Bu dönemde çıkartılan ve çevreyi ilgilendiren hukuki düzenlemeler aşağıdaki gibi sıralanabilir: 1) Su Ürünleri Kanunu (04.04.1971): Türkiye’nin denizlerindeki ve iç sularındaki her türlü su ürünlerinin korunması ve kontrollü avcılığının yapılmasına yönelik 1380 sayılı bu Kanun, bu konudaki büyük bir yasal boşluğu doldurmuştur. 2) Üçüncü BYKP (1974-1978): Uluslararası düzeyde ilk kez çevre sorunlarının ele alındığı Stockholm Çevre Konferansı’ndan sonra Türkiye’de de çevre bilincinin oluşmaya başlamasının bir göstergesi olarak, ilk kez 3. BYKP’de çevre sorunlarına ayrı bir yer verilmiştir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere ilişkin ayrı tanımlamalar yapılmış, sanayi faaliyetlerinin yoğunlaşması, tabii kaynakların gereği gibi kullanılmaması sonucu doğal dengenin bozulması gelişmiş ülkelerin, düşük gelir düzeyi, kurumsallaşmanın sağlanamaması, eğitimsizlik, doğal kaynaklardan optimum yararlanılamaması ve eski teknolojilerin kullanılması ise gelişmekte olan ülkelerin çevre sorunlarının kaynağı olarak gösterilmiştir. Ayrıca, sanayi bölgelerinde ve yoğun yerleşim bölgelerinde hava, deniz ve su kirliliği başlıca sorunlar olarak belirlenmekle birlikte, sözkonusu plana göre erozyon ve çevre sağlığı en önemli çevre sorunlarıdır (Anonim 1974). Yukarıda verilen bilgilerden anlaşılacağı üzere Türkiye’nin ilk çevre politikası 3. BYKP ile oluşturulmuştur. 3) Dördüncü BYKP (1979-1983): Çevre sorunları, 4. BYKP’de “4. Planın Temel Politikaları” adını taşıyan 3. bölümde ayrı bir başlık olarak yer almıştır. Planda, çevre sorunlarının toplumsal değişim süreci ile birlikte çözüme kavuşturulması temel ilkedir. Sanayileşme, tarımda modernleşme ve kentleşme sürecinde çevre unsurunun dikkate alınması bu şekilde çevre sorunlarının oluşmadan önlenmesi kaydıyla doğanın, doğal kaynakların kullanımında ve korunmasında rasyonellik sağlanması, dolayısıyla uzun 32 dönemde geriye dönülmez çevre sorunlarının yaratılmaması amaçlanmıştır. Uluslararası düzeyde işbirliğinden ilk kez bu planda, İstanbul Haliç’in rehabilitasyonu ve İzmit Körfezi’nin temizlenmesine ilişkin çalışmalara etkinlik kazandırılması hususunda söz edilmiştir. Kaynakların yanlış kullanılmasıyla çevrenin tahrip edildiği, sanayide ve turizmde kalkınma hedefinin arkasına sığınarak doğal ve tarihi zenginliklerin tahrip edilmemesi gereği planda vurgulanmıştır. Ayrıca, sosyal refahın ve turizmde kalkınmanın temiz bir çevre ile sağlanabileceğine dikkat çekilmiştir. Sektörler arası gelir dağılımının dengeli yapılabilmesine ve erozyonun önlenmesine ilişkin önlemler alınmıştır (Anonim 1979). Çevreye ilişkin çeşitli hedefler getirilmekle birlikte idari yapılanmadan ve mevzuat çalışmalarından hiç söz edilmemiş olması planın en büyük eksikliğidir. Planda yer alan hedefler sadece çevreye devlet açısından verilen önemin artmasının bir göstergesidir. 4) İSKİ Kuruluş Kanunu (23.11.1981): Türkiye’nin en büyük kenti olan İstanbul’un su ve kanalizasyonla ilgili tüm altyapı ve üstyapı sorunlarının çözümü için belediyeye bağlı genel müdürlük düzeyinde bir kurumun kurulması ve hizmetlerin bu genel müdürlük aracılığıyla yapılmasını yasal olarak düzenleyen 2560 sayılı Kanun’dur. 5) Turizm Teşvik Kanunu (16.03.1982): Turizm sektörünü düzenleyecek, geliştirecek, dinamik bir yapı ve işleyişe kavuşturacak tertip ve tedbirlerin alınmasını sağlamak amacıyla çıkartılan 2634 sayılı bu Kanun’un “Doğal Turizm Kaynaklarının Korunması ve Kullanılması” isimli 6. maddesinde; “kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgelerinde ve turizm merkezlerinde devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerde, bölgenin doğal ve kültürel özelliklerini bozmamak…” şartı getirilmiştir. 6) Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) Kuruluş Kanunu (13.07.1982): 2690 sayılı bu Kanun’un “Görev, Yetki ve Sorumluluklar” isimli 4. maddesinde, TAEK’in her türlü nükleer çalışma ve araştırmalarında çevre güvenliği ile ilgili kısıtlamalar belirtilmiştir. 7) Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu (13.07.1982): Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı olarak 2692 sayılı Kanunla kurulan bu komutanlığın kuruluş 33 amacı; Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün sahillerini, karasularını ve iç sularını korumak ve güvenliğini sağlamak olup, bu amaçların gerçekleştirilmesi için görev alanına giren Umumi Hıfzısıhha, Zirai Mücadele, Su Ürünleri, Turizm Teşvik vb. Kanunların gereklerini yerine getirir. 8) Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanunu (23.07.1983): 2863 sayılı bu Kanun’un amacı; korunması gerekli taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili tanımları belirlemek, yapılacak işlem ve faaliyetleri düzenlemek, bu konuda gerekli ilke ve uygulama kararlarını alacak teşkilatın kuruluş ve görevlerini tespit etmektir. 9) Çevre Kanunu (11.08.1983): Bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunması amacına yönelik olarak çıkartılmış 2872 sayılı Kanun olup, bu konuda kanunun çıkartıldığı tarihe kadar olan süreçte, çevre konusunda başka kanunlarla giderilmeye çalışılan büyük bir boşluk doldurulmuştur. 10) Milli Parklar Kanunu (11.08.1983): 2873 sayılı bu Kanun’un amacı; Türkiye Cumhuriyeti sınırları içersindeki milli ve milletlerarası düzeyde değerlere sahip milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanlarının seçilip belirlenmesine, özellik ve karakterlerinin bozulmadan korunmasına, geliştirilmesine ve yönetilmesine ilişkin esasları düzenlemektir. 11) Boğaziçi Kanunu (22.11.1983): 2960 sayılı bu Kanunla İstanbul Boğazı’nın doğal güzellikleri kamu yararı gözetilerek koruma ve geliştirilme statüsüne kavuşturulmuştur. 12) Maden Kanunu (15.06.1984): 3213 sayılı bu Kanunla her türlü madenin aranması, işletilmesi ve çalıştırılması ilgili kanunlara dayanılarak sınırlandırılmış ve izne tabi tutulmuştur. 13) Büyükşehir Belediyesi Kanunu (09.07.1984): Nüfus bakımından belli bir büyüklüğe ulaşmış şehirlerde, çevre korumanın da içinde bulunduğu tüm yerel 34 hizmetlerin daha kolay gerçekleştirilebilmesi için çıkartılmış olan 3030 sayılı Kanun’dur. 14) Kıyı Kanunu (17.04.1984): Deniz, tabii ve suni göl ve akarsu kıyıları ile bu yerlerin etkisinde olan ve devamı niteliğinde bulunan sahil şeritlerinin doğal ve kültürel özelliklerini gözeterek koruma ve toplum yararlanmasına açık, kamu yararına kullanma esaslarını tespit etmek amacıyla düzenlenmiş 3621 sayılı Kanun’dur. 15) İmar Kanunu (09.05.1985): 3194 sayılı bu Kanun’un amaçlarından birisi de yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamaktır. 16) Radyasyon Güvenliği Tüzüğü (07.09.1985): Resmi Gazete’de 18861 sayıyla yayınlanmış bu Tüzük’te radyasyon kaynaklarını bulunduran, kullanan, imal ve ihraç eden kurum ve kuruluşların uyması gereken kuralların içersinde; çevrenin radyoaktif artıklarla ve radyoaktif yağışlarla kirlenmesini engellemek amacıyla gerekli tedbirleri almak, alınmasını sağlamak da bulunmaktadır. 17) Çevre Kirliliğini Önleme Fonu Yönetmeliği (17.05.1985): Çevre Kanunu’nun 17. ve 19. maddeleri gereğince düzenlenmiş olan 18757 sayılı bu Yönetmelik, çevre kirliliğinin önlenmesi ve çevrenin iyileştirilmesi için kurulan çevre kirliliğini önleme fonu ile ilgili esasları düzenlemekte iken 2001 yılında çıkartılan 4629 sayılı Bazı Fonların Tasfiyesi Hakkındaki Kanun’un 6. maddesinin (e) fıkrasına göre yürürlükten kaldırılmıştır. 18) Beşinci BYKP (1985-1989): Planda Türkiye’nin şehirleşme, erozyon ve tabi afetlerin sonucu olan çevre kirlenmeleri ile hızlı sanayileşmenin ve tarımda modernleşmenin getirdiği çevre sorunları ile karşı karşıya olduğu ifade edilmektedir. Böylece ilk kez bu planda, bilinen çevre sorunları dışında tarımın çevresel etkilerinden söz edilmiştir. Ayrıca planda çevre konusunda sadece mevcut kirliliğin ortadan kaldırılması değil, kaynakların gelecek nesillerin de yararlanabileceği en iyi şekilde 35 kullanılması, muhafazası ve geliştirilmesi temel yaklaşım olarak benimsenmiştir (Anonim 1985). 19) Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği (02.11.1986): Çevre Kanunu’nun 1. ve 3. maddelerinde öngörülen amaç ve ilkeler doğrultusunda düzenlenmiş olan 19269 sayılı bu Yönetmeliğin amacı her türlü faaliyet sonucu atmosfere yayılan is, duman, toz, gaz, buhar ve aerosol halindeki emisyonları kontrol altına almak; insanı ve çevresini hava alıcı ortamındaki kirlenmelerden doğacak tehlikelerden korumak; hava kirlenmeleri sebebiyle çevrede ortaya çıkan umuma ve komşuluk münasebetlerine önemli zararlar veren olumsuz etkileri gidermek ve bu etkilerin ortaya çıkmamasını sağlamaktır. 20) Gürültü Kontrol Yönetmeliği (11.12.1986): Kişilerin huzur ve sükununu, beden ve ruh sağlığını gürültü ile bozmayacak bir çevrenin geliştirilmesini sağlamak amacıyla çıkartılan 19308 sayılı bu Yönetmelik, bu amaçlara uygun olarak gürültü ile ilgili terimlerin tarifi ile gürültü kontrolünün uygulanacağı sınırların belirlenmesi esaslarını kapsar. 21) Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği (04.09.1988): Çevre Kanunu hükümleri uyarınca hazırlanmış 19919 sayılı bu Yönetmeliğin amacı; ülkenin yeraltı ve yerüstü su kaynakları potansiyelinin her türlü kullanım amacıyla korunmasını, en iyi bir biçimde kullanımının sağlanmasını ve su kirlenmesinin önlenmesini ekonomik ve sosyal kalkınma hedefleriyle uyumlu bir şekilde gerçekleştirmek üzere, su kirliliğinin kontrolü esaslarının belirlenmesi için gerekli olan hukuki ve teknik esasları ortaya koymaktadır. 22) Altıncı BYKP (1990-1994): Çevre konusu, 6. BYKP’nin “Sosyal Hedef, İlke ve Politikalar” bölümünde “Çevre ve Yerleşme” başlığı altında yer almış ve çevre sorunlarına ilişkin uygulanması öngörülen “İlke ve Politikalar” ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Çevre politikasında temel ilke; insan sağlığı ve doğal dengeyi koruyarak, sürekli bir ekonomik kalkınmaya imkan verecek şekilde doğal kaynakların yönetimini sağlamak ve gelecek nesillere insana yakışır bir doğal, fiziki ve sosyal çevre bırakmaktır. Ayrıca, çevre ile ekonomi ilişkisi ilk kez bir kalkınma planında yer alarak, 36 bütün ekonomik politikalarda çevre boyutunun dikkate alınması esası benimsenmiştir. “Kirliliğin Kaynağından Önlenmesi” ilkesi planda benimsenmiş ve muhtemel çevre bozulmaları önceden tahmin edilerek gerekli tedbirlerin kirlilik meydana gelmeden alınacağı belirtilmiş olup Türkiye’nin çevre politikası ilk kez ayrıntılı olarak düzenlenmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında yer alan Türkiye açısından sanayileşmenin önemi gözardı edilmeksizin çevrenin korunması gereği ve öngörülen tedbirler AB mevzuatına uygun olarak planda açıklanmıştır (Anonim 1990). Bu dönemde doğrudan çevre korunmasına ilişkin hukuki düzenlemeler çoğunluktadır. Hatta bu düzenlemelerin önemli bir kısmı çevre koruma, geliştirme ve çevre kirliliğini önleme alanına ilişkin teknik bilgi ve hükümler içermekte, bu konunun finansman yönünü de ortaya koymaktadır. Bu dönemde, 09.07.1984 tarih ve 3030 sayılı Büyükşehir Belediyelerinin Yönetimi Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun da önem taşımakta, zira bu Kanunla çevre koruma ve geliştirmeye ilişkin, büyükşehir belediyelerine yüklenen görevler ile onlara tanınan yetkilerde gelişme görülmektedir. Bu belediyelerin özellikle katı atıkların taşınıp toplanması ve yok edilmesinde bazı yetkilerle donatılması, çöp imha istasyonlarının kurulabilmesi gibi imkanlara kavuşması sağlanmıştır. Ayrıca bu belediyeler, yeşil sahalar ve parklar yapmak gibi imkanlara da kavuşturulmuşlardır. c) 1991’den Günümüze Kadar Olan Dönemde Türkiye’de Çevre Yönetimi: Türkiye’de çevre yönetimi ilk kez 1991 yılında en üst düzeyde örgütlenme ve ülke çapında teşkilatlanma için gerekli yasal düzenlemeye kavuşmuştur. 21.08.1991 tarih ve 443 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile çevrenin korunması ve iyileştirilmesi, kırsal ve kentsel alanda arazinin ve doğal kaynakların en uygun ve verimli şekilde kullanılması ve korunması, ülkenin doğal bitki ve hayvan varlığı ile doğal zenginliklerin korunması, geliştirilmesi ve her türlü çevre kirliliğinin önlenmesi amacıyla Çevre Bakanlığı kurulmuştur. 1996-2000 yıllarını kapsayan ve sürdürülebilir kalkınma yaklaşımının esas alındığı 7. BYKP’de her ne kadar bir önceki plana ilave olarak, çevre politikalarının ekonomik ve 37 sosyal politikalara entegrasyonunda ekonomik araçlardan yararlanılacağı belirtilmiş olsa da tarım-çevre bağlantısının dikkate alınmadığı görülmektedir. Ancak çevre kirliliği ve sorunlarına verilen önemi gösteren Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı bu plan döneminde hazırlanmıştır. Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı çevre açısından öncelik taşıyan girişimleri belirlemekte, insan ve çevre sağlığı açısından tehdit oluşturan kirlilik kaynaklarını tanımlamaktadır (Anonim 1996). 1995’te çalışmaları başlayan Eylem Planı 1998 yılında tamamlanmıştır. Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı ile birlikte, Türkiye’nin biyolojik kaynaklarının korunmasını ve sürdürülebilir kullanımını hedefleyen Türkiye Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi Eylem Planı da 2001 yılında tamamlanmıştır. 2001-2005 yıllarını kapsayan 8.BYKP’nin 8. bölümünde “Çevre” başlığı altında öncelikle mevcut durum ortaya konarak bunlardan bazılarından hızlı kentleşmenin, başta kıyı alanları ve denizler olmak üzere tabii kaynaklar üzerindeki baskıları, atıkların miktarını ve diğer çevre sorunlarını artırdığı ileri sürülmüştür. Bununla beraber tarımın çevre üzerinde etkili olduğu ifadesinin yer aldığı planda tarımsal çevre politikaları ilk kez bu kadar ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Planda, tarıma ilişkin amaç, ilke ve politikalarda, doğal kaynakların sürdürülebilir biçimde kullanılması üzerinde durulmaktadır. Tarımsal politikalar doğrultusunda dengeli ve çevreyle uyumlu tarımsal kalkınmanın sağlanması yönünde davranılacağı da belirtilmektedir. Ayrıca Çevre Bakanlığı ile diğer bakanlıkların ve mahalli idarelerin yetki ve sorumluluklarının yeniden düzenlenmesi gerektiği, Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliği’nin uygulanması ile istenen başarının elde edilemediği belirtilmiş, yine ilk defa Biyogüvenlik Kanunu’nun çıkarılması, Milli Biyogüvenlik Kurulu’nun oluşturulması hedeflenmiştir (Anonim 2001a). Bu plandan hareketle ve siyasi otoritenin Bakanlık sayılarının azaltılması amacıyla aldığı kararla Çevre ve Orman Bakanlıkları birleştirilmiş, 443 sayılı KHK ile mülga Çevre Bakanlığı 2003 yılında 4856 sayılı Kanunla Çevre ve Orman Bakanlığı’na dönüştürülmüştür. 2007-2013 yıllarını kapsayan 9. BYKP’de de “Çevre” başlıklı bölüm içerisinde öncelikle çevre konusunda Türkiye’nin mevcut durumu, çevre sorunlarının giderilmesine yönelik karşılaşılan mali ve idari sorunları, uluslararası yükümlülük ve taahhütleri irdelenerek AB’ye katılım sürecinin etkileri tespit edilmiştir. Çevre konusundaki vizyon ise “bugünkü ve gelecek kuşakların temel gereksinimlerinin sağlandığı, yaşam kalitesinin artırıldığı, biyolojik çeşitliliğin korunduğu, doğal kaynakların sürdürülebilir kalkınma yaklaşımıyla akılcı 38 yönetildiği, sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkını gözeten politik-yönetsel anlayışın egemen olduğu bir Türkiye” olarak kararlaştırılmıştır. Daha sonrasında da bu vizyonun gerçekleştirilmesine yönelik olarak uygulama stratejileri sıralanmıştır (http://plan9.dpt.gov.tr). Planın “Toprak ve Su Kaynaklarının Kullanımı ve Yönetimi” başlıklı bölümünde tarımsal çevreye yönelik mevcut durum ortaya konularak yüzey suları ve yer altı suları, göller ve toprağın korunması, kirliliğin önlenmesi veya bertarafına yönelik hedefler ve ilkeler belirtilerek bunların gerçekleştirilmelerine yönelik stratejiler sıralanmıştır (http://plan9.dpt.gov.tr). Plan içerisindeki “Rekabet Gücünün Arttırılması” ile ilgili bölüm içerisinde “Çevrenin Korunması ve Kentsel Altyapının Geliştirilmesi” ana başlığı altında “çevrenin korunması kısa vadede maliyet unsuru olarak görülmekle birlikte uzun vadede rekabet gücünü arttırmakta ve sürdürülebilir kılmaktadır. Bu kapsamda başta AB olmak üzere uluslararası standartlara uyum sürecinin bir gereği olarak çevre altyapısının iyi planlanmış bir sürede maliyet etkin bir şekilde tamamlanması sağlanacaktır” ifadesi yer almaktadır. Ayrıca “tüketici tercihen çevreye duyarlı mal ve hizmetlere yönelmesi çerçevesinde, rekabet gücümüzün arttırılması ve sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması amacıyla verimliliği arttıran, çevreye duyarlı üretim süreç ve teknolojilerinin ve yaygınlaştırılması esastır” denilerek ürünlerin pazarda varolabilmesinin bir koşulunun çevreci üretim teknolojileri olduğu belirtilmektedir (http://plan9.dpt.gov.tr). Bu dönem içersinde çevreyle ilgili hukuki alanda oldukça önemli ilerlemeler sağlanmış ve mevzuat geliştirilmiş olup 25.02.1998 tarihinde çıkartılan 4342 sayılı Mera Kanunuyla daha önce çeşitli kanunlarla tahsis edilmiş veya geçmişten bu yana kullanılmakta olan mera, yaylak, kışlak ve kamuya ait otlak ve çayırların tesbiti, tahdidi ile köy veya belediye tüzel kişilikleri adına tahsislerinin yapılması, belirlenecek kurallara uygun verimliliklerinin denetlenmesi, bir şekilde artırılması korunması ve ve kullandırılması, sürdürülmesi, gerektiğinde bakım ve ıslahının kullanımlarının kullanım amacının yapılarak sürekli olarak değiştirilmesi amaçlanmıştır. Fakat 12.04.2000 tarihinde “Sanayinin uygun görülen alanlarda yapılanmasını sağlamak, kentleşmeyi yönlendirmek, çevre sorunlarını önlemek….” gerekçeleriyle çıkartılan 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu’nun Geçici 7. Maddesiyle, Mera Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihe kadar meralarda kurulmuş 39 ve/veya yatırım programlarına alınmış organize sanayi bölgelerin yerlerinin artık mera sayılmaması sağlanmıştır (www.hukuki.net). 01.12.2004 tarihinde tüketiciye güvenilir, kaliteli ürünler sunmak üzere organik ürün ve girdilerin üretiminin geliştirilmesini sağlamak için gerekli tedbirlerin alınmasına yönelik olarak 5262 sayılı Organik Tarım Kanunu yürürlüğe girmiştir. 31.05.2005 tarih ve 25831 sayıyla yayımlanan Toprak Kirliliğini Kontrol Yönetmeliği alıcı ortam olarak toprak kirlenmesinin önlenmesi, kirliliğin giderilmesi, arıtma çamurlarının ve kompostun toprakta kullanımında gerekli tedbirlerin alınması esaslarını sürdürülebilir kalkınma hedefleriyle uyumlu bir şekilde ortaya koyarak bu konuda önemli bir hukuki boşluğu doldurmuştur. Ancak Yönetmeliğin kapsamı toprak kirliliğine neden olan faaliyetler ile tehlikeli maddeler ve atıkların toprağa deşarjına, atılmasına, sızmasına yönelik teknik, idari ve cezai yaptırımlar açısından yetersizdir. Yine bu dönemde çevreye duyarlı ve asgari hijyen ve hayvan refahı standartlarını karşılayan bir tarım biçimi olarak adlandırılan İyi Tarım Uygulamaları ile ilgili Yönetmelik 08.09.2007 tarihinde 25577 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Türkiye’de modern biyoteknoloji ve bu kapsamda yer alan bitkisel biyoteknoloji çalışmaları başlangıç aşamasında olup yasal olarak transgenik bitkilerin ticari olarak üretilmeleri söz konusu değildir. Transgenik bitki üretimi, pazara sürülmesi ve gıda olarak kullanılması ile ilgili hukuki düzenleme ihtiyacı, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi ve bu sözleşmenin ek protokolü olan Cartagena Biyogüvenlik Protokolüne taraf olması ve AB adaylık sürecinin başlaması ile birlikte hız kazanmıştır. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nca genetiği değiştirilmiş organizmaların çevreye bilinçli salımı ve pazara sürülmesi hakkında başlatılan hukuki düzenleme çalışmaları, başlangıçta bir Yönetmelik çerçevesinde hazırlanmış ancak daha sonra cezai müeyyideleri de içermesi bakımından düzenleme Ulusal Biyogüvenlik Kanun taslağına dönüştürülmüştür. Yine 2004 yılında Orman Kanunu’nda, 2005 yılında Kadastro ile Milli Parklar Kanunu’nda değişiklikler yapılmış, 11.07.2003 tarih 25165 sayılı Kara Avcılığı Kanunu, 01.07.2004 tarih 25509 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu ile 19.07.2005 tarih ve 25744 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu kabul edilmiş, çevre konusunda eğitim ve bilinçlendirme çalışmaları artarak süregelmiştir. 08.05.1998’de Çevre Bakanlığı bünyesindeki teknik destek ve Dünya Bankası’nın finansman katkısıyla Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Müsteşarlığı tarafından yapılan Ulusal Çevre Stratejisi ve 40 Eylem Planı uygulama çalışmaları, DPT Müsteşarlığı ve Bakanlık arasında imzalanan bir protokolle başlatılmıştır. İl Çevre ve Orman Müdürlükleri ile Çevre Referans Laboratuarları kurulmuş, çevre alanında uluslararası sözleşmelerin kabulü ve yürürlüğe girmesi sağlanmıştır. 4.3.1 Türkiye Cumhuriyeti anayasalarında çevre Hiyerarşik açıdan en üstte bulunan Anayasa’da hak, ödev ve yükümlülüklere ilişkin hükümlerin yer alması, bunların devlet bakımından “planlayıcı hüküm” niteliğinde olduğunun, diğer bir ifadeyle Anayasa’da çevreye ilişkin hükümlerin bulunması, devlet içinde çevrenin önemli bir yeri olduğunun göstergesidir. Ayrıca, insan hakkı olması nedeniyle çevreden söz eden normlar bağlayıcı hüküm niteliğindedirler. Anayasaların genel hukuk sistemini de doğrudan etkilediği dikkate alınırsa, Anayasa’da varolan çevreyle ilgili hukuk prensiplerinin çevre hukukunu dolayısıyla çevre mevzuatını etkilemesi sözkonusu olacaktır. Mevzuata aktarılmamış bir olayın çözümlenmesinde, devlet tarafından üstün olarak kabul edilen değerler kapsamında yer alması nedeniyle sözkonusu normlar ayrıca önem taşırlar. Dikkat edilmesi gereken husus, Anayasa koyucu tarafından çevreye ilişkin normların sadece devlete ödev ve sorumluluk yüklememesi, bireylerin de çevresel faaliyetlere katılmalarını mümkün kılmak amacıyla çevre hakkının yanısıra ödev ve sorumluluk almalarının sağlanmasıdır. a) l96l Anayasası: 1961 Anayasası’nın çevre korumayla doğrudan ilgili tek hükmü “Herkesin beden ve ruh sağlığı içinde yaşayabilmesini sağlama ödevini” devlete yükleyen 49. maddesidir. Çevre sorunlarının kişilerin beden ve ruh sağlığını etkilediği dikkate alınarak bu prensip, “çevreyi koruma” ve “temiz çevre” kavramlarına hukuki bir temel oluşturmada ilk hareket noktasıdır. Çevrenin korunmasının devletin ödevi olduğu kanısıyla devletin doğal zenginlikleri ve kaynakları hüküm ve tasarrufu altında bulundurduğunu hükme bağlayan 130. madde ve ormanların korunmasının, ormanlık alanların genişletilmesinin ve ormanlardan kamu yararına uygun olarak yararlanılmasını düzenleyen 131. madde 1961 Anayasası’nda yer almaktadır (Kuzu 1997). 41 b) 1982 Anayasası: Çevre korumasına yönelik açık bir hükmü 56. madde de öngören 1982 Anayasası’nda çevreyle ilgili doğrudan veya dolaylı hükümlere de yer verilmiştir (Kuzu 1997). Anayasa’nın 56. maddesinde “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların görevidir” ifadesi kullanılmıştır. Sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler bölümünde düzenlenen 56. maddeyle ilk kez bir Anayasa kapsamında çevre hakkından doğrudan söz edilerek çevre koruması, devletin sorumluluğu, bireylerin sorumluluğu ve bireylerin hakkı olmak üzere üç yönden ele alınmıştır. Böylelikle devlet tarafından bireylere subjektif bir hak tanınmıştır. Ancak tanınan subjektif hakka karşı devletin sorumluluklarına yer verilmemiş, hükmü ihlal edenler aleyhinde herhangi bir müeyyide öngörülmediği gibi bireylerin başvuru hakkından da söz edilmemiştir. Çevrenin “sağlıklı ve dengeli” olmasından söz edilmiş ancak ideal çevrenin nasıl olması gerektiği veya hangi unsurların çevreye dahil olduğuna ilişkin düzenlemede bulunulmamıştır. Dolayısıyla çevrenin hukuken korunan alanı Anayasal olarak belirlenmemiştir. 65. maddede yer alan “devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda anayasa ile belirlenen görevlerini, ekonomik istikrarın korunmasını gözeterek, mali kaynakların yeterliliği ölçüsünde yerine getirir” hükmüyle 56. madde sınırlanmaktadır. Çünkü çevreye ilişkin projeler büyük maliyetler getirdiğinden devlet mali olanakları ölçüsünde çevre korumasına yönelik yatırım yapabilecektir. Anayasal açıdan diğer bir sınırlama da 23. maddeyle getirilen “herkes yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir” hükmüne aynı maddenin 2. fıkrasıyla “sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek” amacıyla getirilen sınırlamadır. Aynı çevre hakkı gibi “sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler” başlığı altında düzenlenen 43. maddeye göre, “kıyılar, devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir...” ifadesi kullanılmıştır. 42 44. madde de “sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler” başlığı altında düzenlenmiş olup “devlet, toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek, erozyonla kaybedilmesini önlemek ve topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlamak için gerekli tedbirleri alır...” hükmünü içerir. 44. maddenin devamı niteliğini taşıyan 45. maddeyle tarım toprakları ile meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önleme görevi devlete verilmiştir. Anayasa’da konut hakkı da çevrenin diğer bir boyutu olarak ele alınmış ve 57. maddeyle hükme bağlanmıştır. Buna göre “devlet şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler.” hükmü yer almıştır. Ancak Madde 63’te yer alan “tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması” çevreden tamamıyla bağımsız olarak “devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır” şeklinde hükme bağlanmıştır. “Ekonomik Hükümler” de yer alan, çevreyle ilgili tek hüküm olan ormanların korunması ve geliştirilmesine ilişkin 169. maddeye göre “devlet, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır. Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz. Bütün ormanların gözetimi devlete aittir. Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları Kanun’a göre, devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz. Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez. Ormanların tahrip edilmesine yol açan siyasi propaganda yapılamaz, münhasıran orman suçları için genel ve özel af çıkarılamaz. Ormanları yakmak, ormanı yok etmek veya daraltmak amacıyla işlenen suçlar genel ve özel af kapsamına alınamaz.” Çevreyle ilgili gerek doğrudan ve gerekse dolaylı hükümlerin Anayasa’da belli bir sistem dahilinde yer almaması, çevresel sorunların bütün olarak saptanıp yorumlanmasını ve algılanmasını güçleştirmiş bulunmaktadır. Anayasal düzeyde çevreyle ilgili bütünlüğün sağlanması sözkonusu hükümlerin bir araya toplanmasıyla mümkündür. 43 4.3.2 Çevre Kanunu Çevre kirliliğinin önlenmesi, çevrenin korunması ve iyileştirilmesi amacına yönelik olarak Anayasa’nın 56. maddesine istinaden çıkartılmış olan Çevre Kanunu yürürlüğe girdiği 1983 yılından itibaren Türkiye’de ve dünyada çevre konusunda yaşanan hızlı değişim ve gelişmeler karşısında 08.06.1984 tarih 222 sayılı, 19.10.1989 tarih 383 sayılı, 13.03.1990 tarih 409 sayılı, 09.08.1991 tarih 443 sayılı ve 09.08.1991 tarih 444 sayılı KHK’lerle, 04.06.1986 tarih 3301 sayılı, 03.03.1988 tarih 3416 sayılı ve 26.04.2006 tarih 5491 sayılı Kanunlarla değişikliğe uğramıştır (Anonim 2006f). Uygulama ve denetleme konularında büyük belirsizlikleri barındıran Türk çevre mevzuatındaki boşlukları doldurmak amacıyla hazırlanmış ise de çok kapsamlı bir program taslağı görüntüsünde olmakla birlikte bu hedefleri gerçekleştirecek uygulama olanaklarının tanınmamış olması, Çevre Kanunu’nun etkin bir biçimde uygulanmasını engellemiştir (Erim 2000). a) Kanunun Amacı: Kanunun amacı l. madde de yer almakta ve “bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamaktır” şeklinde belirtilmektedir. b) Tanımlar ve İlkeler: 26.04.2006 tarih 5491 sayılı Kanunla Çevre Kanunu’nda yapılan değişiklikle çevre için son derece önemli olan çevre korunması, çevre kirliliği, sürdürülebilir çevre, sürdürülebilir kalkınma, alıcı ortam, doğal varlık, doğal kaynak, kirleten, ekosistem, ekolojik denge, sulak alan, biyolojik çeşitlilik, çevresel etki değerlendirmesi, çevre yönetimi ve hava kalitesi gibi tanımlar güncellenerek veya eklenerek terminolojide bütünlük sağlanmasına yönelik önemli bir adım atılmıştır. 3. maddede Türk çevre politikasının belirlenmesi açısından da önem arz eden çevrenin korunmasına, iyileştirilmesine ve kirliliğinin önlenmesine ilişkin ilkeler saptanmıştır. Sözkonusu ilkeleri Anayasa’da bireylerle devletin ödevi ve sorumluluğuymuş gibi nitelendirilen 44 “Çevrenin Korunması ve Çevre Kirliliğinin Önlenmesi” ödevi, madde 3/a ve madde 3/b ile tüzel kişilerin de ödev ve sorumluluğu haline gelmiştir. c) Kirleten Öder İlkesi: AB çevre politikasında benimsenmiş bulunan “kirleten öder” ilkesi aynı maddede yer almış ve “kirlenme ve bozulmanın önlenmesi, sınırlandırılması, giderilmesi ve çevrenin iyileştirilmesi için yapılan harcamalar kirleten veya bozulmaya neden olan tarafından karşılanır” cümlesiyle hükme bağlamıştır. “Kirleten”, 2. maddeye göre, faaliyetleri sırasında veya sonrasında doğrudan veya dolaylı olarak çevre kirliliğine, ekolojik dengenin ve çevrenin bozulmasına neden olan gerçek ve tüzel kişilerdir. Kirletenin vatandaş ya da yabancı olması ile devlet veya özel hukuk tüzel kişisi olması arasında bir ayrım gözetilmemiştir. Yine aynı hükme göre, zararın doğrudan veya dolaylı olması arasında bir fark bulunmamaktadır. d) Kirletme Yasağı: Çevre Kanunu’nun 8. maddesinde “kirletme yasağı” adı altında çevre kirlenmesine ilişkin olarak alınan önlemler yer almaktadır. Buna göre: “Her türlü atık ve artığı, çevreye zarar verecek şekilde, ilgili yönetmeliklerde belirlenen standartlara ve yöntemlere aykırı olarak doğrudan ve dolaylı biçimde alıcı ortama vermek, depolamak, taşımak, uzaklaştırmak ve benzeri faaliyetlerde bulunmak yasaktır. Kirlenme ihtimalinin bulunduğu durumlarda ilgililer kirlenmeyi önlemekle; kirlenmenin meydana geldiği hallerde kirleten, kirlenmeyi durdurmak, kirlenmenin etkilerini gidermek veya azaltmak için gerekli tedbirleri almakla yükümlüdürler” ibaresiyle yasaklama ve yükümlülükler getirilmiştir. e) Özel Çevre Koruma Bölgeleri ve Çevre Korunması: Çevre korunması ve özel çevre koruma bölgelerinin işlendiği Çevre Kanunu’nun 9/d maddesi şöyledir: “Ülke ve dünya ölçeğinde ekolojik önemi olan, çevre kirlenmeleri ve bozulmalarına duyarlı toprak ve su alanlarını, biyolojik çeşitliliğin, doğal kaynakların 45 ve bunlarla ilgili kültürel kaynakların gelecek kuşaklara ulaşmasını emniyet altına almak üzere gerekli düzenlemelerin yapılabilmesi amacıyla, özel çevre koruma bölgesi olarak tespit ve ilan etmeye, bu alanlarda uygulanacak koruma ve kullanma esasları ile plan ve projelerin hangi bakanlıkça hazırlanıp yürütüleceğini belirlemeye bakanlar kurulu yetkilidir”. Söz konusu hüküm dayanak alınarak 19.10.1989 tarihli ve 383 sayılı KHK “Özel Çevre Koruma Kurumu” kurulmuş, 09.08.1991 tarihli ve 444 sayılı KHK ile özel çevre koruma bölgesi ilan edilen ve edilecek alanların sahip olduğu çevre değerlerini korumak ve mevcut çevre sorunlarını gidermek için tüm tedbirleri almak, bu alanların koruma ve kullanma esaslarını belirlemek, imar planlarını yapmak, mevcut her ölçekteki plan ve plan kararlarını revize etmek ve resen onaylamak üzere Çevre Bakanlığı’na bağlı ve tüzel kişiliğe sahip Özel Çevre Kurumu Başkanlığı’nın kurulması ile bu kurumun teşkilat ve görevlerine ilişkin esaslar düzenlenmiştir. “Akdeniz’in Kirlenmeye Karşı Korunmasına İlişkin Sözleşme” diğer bir ifadeyle 16.02.1976 tarihli Barcelona Sözleşmesi paralelinde hazırlanan 20.07.1986 tarihli “Akdeniz’de Özel Koruma Alanlarına İlişkin Protokol” çerçevesinde Çevre Kanunu madde 9’a göre, 12.06.1988- 88/130 19 tarih ve sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile özel çevre koruma bölgeleri tespit edilmiş ve 05.07.1988 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanmış; Köyceğiz, Fethiye-Göçek ve Gökova özel çevre koruma bölgesi ilan edilmiştir. 18.01.1990-90/77 tarih ve sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Dalyan, Patara, Kekova ve çevresi, Göksu Deltası, 22.10.1990-90/1117 tarih ve sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile Gölbaşı, Pamukkale, Ihlara (Kapadokya), Foça, Datça-Bozburun ve Belek özel çevre koruma bölgeleri kapsamına alınmıştır. Çevre Kanunu madde 13’te zararlı kimyasal maddelerin sebep olduğu kirlilikten ve madde 14’te gürültü kirliliğinden söz edilmektedir. Kanun’un 13. maddesinde “Havada, suda veya toprakta kalıcı özellik gösteren ve ekolojik dengeyi bozan kimyasal maddelerin üretim, ithal, taşıma, depolama ve kullanımında çevre korunması esasları dikkate alınır. Bu tür maddelerin üretim, ithal, taşıma, depolama ve kullanımına ilişkin esaslar yönetmelikle belirlenir” ifadesi yer almaktadır. Sözkonusu maddeye açıklama getirmek üzere 11.07.1993 tarihli “Zararlı Kimyasal Madde ve Ürünlerinin Kontrolü Yönetmeliği” çıkartılmıştır. Kanun’un 14. maddesinde yer alan “Kişilerin huzur ve sükununu, beden ve ruh sağlığını bozacak şekilde yönetmelikte belirlenen standartlar 46 üzerinde gürültü çıkarılması yasaktır. Fabrika, atölye, işyeri, eğlence yeri, hizmet binaları, konutlar ve ulaşım araçlarında gürültünün asgariye indirilmesi için gerekli önlemler alınır” hükümleri dayanak gösterilerek 11.12.1986 tarihinde “Gürültü Kontrol Yönetmeliği” çıkartılmıştır. f) Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED): Çevre Kanunu’nun 10. maddesi hükmüyle ÇED hususundan ilk kez Türk mevzuatında söz edilmiştir. Bu maddeye göre, gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler bir ÇED raporu hazırlarlar. Bu raporda çevreye yapılabilecek tüm etkiler göz önünde bulundurularak çevre kirlenmesine sebep olabilecek atık ve artıkların ne şekilde zararsız hale getirilebileceği ve bu hususta alınacak önlemler belirtilir. ÇED raporunun hangi tip projelerde isteneceği, ihtiva edeceği hususlar ve hangi makamlarca onaylanacağına ilişkin esaslar yönetmelikle belirlenir. Böylece, bir faaliyet gerçekleşmeden önce çevreye verebileceği zararların belirlenmesi ve önlenmesine yönelik gerekli tedbirlerin mevzuat çerçevesinde alınması amacıyla 21489 sayılı Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği 07.02.1993 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Yönetmelikle gerçek ve tüzel kişilerin gerçekleştirmeyi planladıkları Yönetmelik kapsamına giren faaliyetlerin çevre üzerinde yapabilecekleri bütün etkilerin belirlenerek değerlendirilmesi ve tespit edilen olumsuz etkilerin önlenmesi için gerçekleştirilecek ÇED sürecinde uyulacak idari ve teknik usül ve esasları düzenlenmiştir. 4.4 Merkezi Yönetimde Çevre Yönetimi ve Örgütlenmesi Ekolojik dengenin sağlanması amacıyla kaynakların rasyonel kullanımına yönelik olarak yönetim sürecindeki aşamaların bütünü ya da yönetim sürecinde kabul edilen aşamaların çevre koruma ve kullanma dengesinin sağlanmasına yönelik uygulanması olarak tanımlanabilecek çevre yönetiminin temel amacı, çevrenin ve doğal kaynakların kullanılırken bir dengenin sağlanarak dünyanın gelecekte de yaşanabilir olmasını sağlayacak bir yönetim sürecinin işlemesidir (Keleş ve Hamamcı 2005). Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre 47 kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevi olduğu belirtilerek hem devlete hem de vatandaşlara sorumluluklar getirilmektedir. Devlete düşen sorumluluklar açısından çevre korumaya ilişkin görevler çeşitli Bakanlıklar ve kuruluşlar aracılığı ile yürütülmüş, tüm bu kurumlar arasında eşgüdüm sağlamak amacıyla 1978 yılından itibaren Başbakanlık Çevre Örgütü kurulmuş ve zamanla Müsteşarlık yada Genel Müdürlük düzeyinde faaliyetler yürütülmüş ve sonuç olarak çevre yönetiminin üst örgütü olarak 1991 yılında Çevre Bakanlığı kurulmuştur. Çevre yönetimi, çevre konusunda koruma görevi ve sorumluluğu yüklenen tüm kişi ve kuruluşları kapsamakta olup bu kuruluşlar arasında eşgüdümü sağlamak ve ülkenin çevre korumaya ilişkin politikalarını oluşturmakla görevli kurul olarak merkezde çevre bakanlığı kurulmuş bulunmaktadır. Çevre için kurumsal yapılanmanın gerçekleştirilmesinde dünyada şu iki yol izlenmektedir. Yalnızca çevre sorunlarından sorumlu Çevre Bakanlığı vardır. Bir de çevre konuları Bakanlık statüsünde olmayan bazı özerk kuruluşların sorumluluğuna bırakılmıştır. 4.4.1 Çevre ve Orman Bakanlığı Çevrenin korunması ve iyileştirilmesi, kırsal ve kentsel alanda arazinin ve kaynakların en uygun ve verimli şekilde kullanılması ve korunması, ülkenin doğal, bitki ve hayvan varlığı ile doğal zenginliklerinin korunması, geliştirilmesi ve her türlü çevre kirliliğinin önlenmesi için Bakanlar Kurulu’nca kabul edilen 09.08.1991 tarih ve 443 sayılı KHK ile Çevre Bakanlığı kurulmuş ve daha önce Çevre Müsteşarlığı’nca yada çevreden sorumlu devlet bakanlığınca yürütülen hizmetleri devralmıştır. 2003 yılında siyasi otoritenin Bakanlık sayılarının azaltılması amacıyla aldığı kararla Çevre ve Orman Bakanlıkları birleştirilmiş, 443 sayılı KHK ile mülga Çevre Bakanlığı 2003 yılında 4856 sayılı kanunla Çevre ve Orman Bakanlığı’na dönüştürülmüştür. Çevre ve Orman Bakanlığı merkezde, 4856 sayılı Kanun uyarınca örgütlenmiş olup ana hizmet, danışma ve denetim, sürekli kurullar, taşra teşkilatı ve yardımcı birimlerden oluşmaktadır. Çevre yönetilebilir bir olgudur, ulusal düzeyde çevre yönetimi ulusal ölçekte doğal ve yapılanmış çevrenin yönetimi konusunda çevre politikalarının korunması ve bu 48 politikaların uygulanması için gerekli örgütlenmelerin oluşturulması olarak tanımlanabilir (Keleş 1992). Ulusal nitelikli çevre sorunları için çevre sorunlarının sınır tanımayan ve birbirine bağlı sorunlardan oluşan karmaşık özellikleri çoğu kez yarattıkları olumsuz sonuçların aynı anda hem yerel hem ulusal hem de uluslararası düzeyde etkili olmasına yol açmaktadır. Çevre ve Orman Bakanlığı’nın 4856 sayılı kuruluş Kanunu’nun 2. maddesinde Bakanlığın görevleri maddeler halinde sıralanmıştır (Anonim 2003): a) Çevrenin korunması, kirliliğinin önlenmesi ve iyileştirilmesi için prensip ve politikalar tespit etmek, programlar hazırlamak; bu çerçevede, araştırmalar ve projeler yapmak, yaptırmak, bunların uygulama esaslarını tespit etmek, uygulanmasını sağlayacak tedbirleri almak. b) Çevrenin korunması ve kirliliğinin önlenmesi amacıyla ülke şartlarına uygun olan teknolojiyi belirlemek, bu amaçla kurulacak tesislerin vasıflarını tespit etmek. c) Ülke şartlarına uygun olan çevre standartlarını Türk Standartları Enstitüsü ile birlikte belirlemek, uygulamak ve uygulanmasını sağlamak. d) Atık ve yakıtlar ile ekolojik dengeyi bozan, havada, suda ve toprakta kalıcı özellik gösteren kirleticilerin çevreye zarar vermeyecek şekilde bertaraf edilmesi için denetimler yapmak, ülke genelinde tüm uygulayıcı kurum ve kuruluşların bu konudaki taleplerini değerlendirerek sonuçlandırmak, ülkenin atık yönetimi politikasını belirlemek ve bu konuda gerekli tedbirleri almak, tehlikeli hallerde veya gerekli durumlarda faaliyetlerin durdurulması ile ilgili usul ve esasları yönetmelikle belirlemek. e) Çevrenin korunması ve kirliliğinin önlenmesi için çevre standartları ve ekolojik kriterler esas olmak üzere her türlü analizi, ölçüm ve kontrolleri gerçekleştirmek amacıyla laboratuvar kurmak, kurdurmak ve denetimlerini yapmak veya mevcut kamu kurum ve kuruluşlarının laboratuvarlarından yararlanmak. f) Ülkedeki kirlenme konuları ile kirlenmenin mevcut olduğu veya olması muhtemel bölgeleri ve sektörleri tespit etmek ve izlemek, bu problemlerin teknik, idari ve 49 finansman bakımından çözümünü sağlayan kaynağın bulunmasıyla ilgili çalışmaları yönetmek veya yönlendirmek. g) Sürdürülebilir kalkınma ilkesi çerçevesinde çevreye olumsuz etki yapabilecek her türlü plan, program ve projenin, fayda ve maliyetleriyle çevresel olguların ortak bir çerçeve içinde değerlendirilmesini gerçekleştirecek ÇED ve stratejik çevresel değerlendirme çalışmasının yapılmasını sağlamak, bu çalışmaları denetlemek ve izlemek. h) Dengeli ve sürekli kalkınma amacına uygun olarak ekonomik kararlarla ekolojik kararların bir arada düşünülmesine imkan veren rasyonel doğal kaynak kullanımını sağlamak üzere kalkınma planları ve bölge planları temel alınarak çevre düzeni planlarını hazırlamak veya hazırlatmak, onaylamak, uygulanmasını sağlamak. i) Hayvanların korunmasına yönelik çalışmaları ilgili Bakanlık, kurum ve kuruluşların işbirliği ile yapmak, yaptırmak, bu konuda yürütülen faaliyetleri desteklemek, denetlemek ve denetlenmesini sağlamak. j) Çevre konusunda görev verilmiş olan özel kuruluşlar ile kamu kurum ve kuruluşları arasında işbirliği ve koordinasyonu sağlamak, bu konuda faaliyette bulunan gönüllü kuruluşları yönlendirmek, desteklemek ve Bakanlıklar arası işbirliği esaslarını yönetmelikle belirlemek. k) Çevreye olumsuz etkileri olan her türlü faaliyeti ülke bütününde izlemek ve denetlemek. l) Çevre uygulamalarına etkinlik kazandırmak için başta mahalli idareler olmak üzere sürekli bir eğitim programı uygulamak, bu amaçla yapılan eğitim faaliyetlerini izlemek, desteklemek, yönlendirmek, çevre bilincini geliştirmek ve çevre problemleri konusunda kamuoyu araştırmaları yapmak. m) Çevre ve orman konularında uluslararası düzeyde sürdürülen çalışmaların izlenmesi ve bunlara katkıda bulunulması amacıyla ulusal düzeyde yapılan hazırlıkları ilgili kuruluşlarla işbirliği halinde yürütmek ve bu çalışmalara Türkiye'nin katılımına ilişkin koordinasyonun sağlanmasına, uluslararası ilişkilerin yürütülmesi ile ilgili mevzuat çerçevesinde yardımcı olmak. n) Ormanların korunması, imarı ve ıslahı ile bakımını sağlamak. 50 o) Orman sınırlandırılması ve kadastrosunu yapmak, vasıf tayini ile devlet ormanlarına ilişkin kamu yararına kullanım hakkı tesisi ve iznine ait işleri yürütmek. p) Orman sınırları içerisinde ve yeniden orman rejimine alınacak yerlerde genel ağaçlandırma planı düzenlemek, bu planın gerektirdiği etüt ve proje işleri ile ağaçlandırmaları yapmak veya yaptırmak. q) Erozyonu önleyici her türlü tedbiri almak. r) Devlet ormanları içindeki otlak, yaylak ve kışlakları özel mevzuatına göre ıslah etmek, otlatma amenajman planlarını yapmak veya yaptırmak. s) Ağaçlandırma yapmak, devamlı ve geçici fidanlıklar kurmak, özel ağaçlandırma yapmak ve fidanlık tesis etmek isteyen gerçek ve tüzel kişileri desteklemek. t) Devlet ormanları ile tüzel kişiliği haiz kamu kurumlarına ve özel ormanlara ait amenajman planlarını yapmak veya yaptırmak. u) Devlet ormanları içinde ve bitişiğinde oturan köylülerin sosyal ve ekonomik gelişmelerini sağlamak amacıyla bunları her türlü kredi ve yardım kaynaklarıyla desteklemek, orman-halk ilişkilerini geliştirmek ve bu konuda her türlü tedbiri almak. v) Başka yerlere nakledilecek orman köylülerinin bıraktıkları taşınmazların kamulaştırılmasını sağlamak ve buraları ağaçlandırmak. w) Yurt içi odun hammadde ihtiyacını karşılamak, odun ve odun dışı orman ürünlerinin ithalat ve ihracatına ilişkin esasları belirlemek, gerektiğinde tohum, fidan ve üretimle ilgili maddeleri ithal ve ihraç etmek. x) Milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları ve orman içi mesire yerleri ile biyolojik çeşitliliğin, av ve yaban hayatı alanlarının tespiti, yönetimi, korunması, geliştirilmesi, işletilmesi ve işlettirilmesini sağlamak. y) Bakanlığın çalışma alanına giren hizmetlere ilişkin olarak, araştırma birimleri ve eğitim merkezleri açmak, yurt içinde ve dışında gerekli personeli yetiştirmek, her çeşit uygulamalı araştırmalarla eğitim, yayın ve yayım çalışmaları yapmak, yaptırmak, dokümantasyon ve tanıtma faaliyetlerinde bulunmak. 51 Çevre ve Orman Bakanlığı yanında, çeşitli Bakanlıklar da görevlerini belirleyen yasaların kapsamında, çevre yönetiminde görev almaktadırlar. Bunların başında Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığı gelmektedir. Kamu kurumları dışında çevre sorunlarının çözümüne yönelik çalışmalar yapmak, çevre bilincinin oluşmasına katkı sağlamak, bilimsel araştırma ve uygulamaları başlatarak, bunları yurt içinde ve yurt dışında tanıtmak amacıyla birçok kurum ve kuruluş da önemli etkinliklerde bulunmaktadır. 4.4.2 Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Görevleri arasında üretim, tüketim ve girdi ihtiyaçları ile toprak, su, bitki, hayvan varlığı ve benzeri doğal kaynakların korunması ve geliştirilmesi, tarım dışı kullanıma ayrılacak alanları belirlemek, zirai mücadele ve karantina planlarını yapmak, zirai mücadele ilaçlarının kullanım esaslarını belirlemek, bu ilaçların insan, hayvan ve çevreye zarar vermeyecek şekilde kullanılması için gerekli denetlemeleri yapmak sayılan Tarım Bakanlığı’nın da çevre yönetimi içinde olan ve çevresel değerleri gözeten bir konumda olması gerektiği açıktır. 4.4.3 İçişleri Bakanlığı Doğrudan çevreye ilişkin bir görevi olmamakla birlikte görevleri arasında sayılan “…kıyı ve karasularımızın muhafaza ve güvenliğini sağlamak” ifadesi geniş anlamda yorumlanarak dolaylı bir etkisi olacağından söz edilebilir. Öte yandan Mülki İdare Amirleri, Belediye Başkanları ve Sahil Güvenliğin Bot Komutanları çevre yasasının uygulanmasına ve cezaların verilmesine ilişkin pek çok görevi yerine getirmektedirler. 4.4.4 Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Gerek imar planları alanında bir takım düzenlemeler yaparken gerek Devlet Su İşleri (DSİ) aracılığı ile içme suyu ve kanalizasyon projelerini inceler, yer altı ve yer üstü su kaynaklarını kirlenmeye karşı korumak için gereken işlemleri ilgili kurumlarla birlikte yaparken ve gerekse Karayolları Genel Müdürlüğü aracılığı ile yol boylarının 52 geliştirilmesi ve dinlenme yerlerinin kurulmasını sağlamaya çalışırken çevre yönetiminin bir parçası olarak çalışmak durumundadır. 4.4.5 Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü Hazine’nin mülkiyetinde, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmaz malların yönetimine ilişkin hizmetleri yürüterek, ormanları, kaynak sularını, taş, kum, çakıl ve toprak ocaklarının kiralanarak işletilmelerini sağlayarak bağlı kuruluşu olan Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü ile de arsa spekülasyonunu önlemek, arsa pazarında düzenleyici rol oynamak, konut, sanayi ve turistik amaçlara verilecek hizmetler için kamulaştırma yapmak gibi görevleri yürütürken çevresel değerleri göz önünde bulundurarak faaliyet göstermek durumundadırlar. 4.4.6 Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Kalkınma plan ve programlarında yer alan ilke ve hedeflere uygun şekilde sanayi politikasını belirleme görevini yürüten Bakanlık, sanayi bölgelerinin yer tespitini yaparken çevresel etkileri göz önünde bulundurmak durumundadır. Sanayi Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü’nün görevleri arsında “Sanayi ile ilgili çevre meseleleri hakkında çalışmalar yapmak ve gerekli tedbirlerin alınmasına yardımcı olmak” düzenlenmesi de çevre yönetimi açısından Bakanlığı görevli kılmaktadır. 4.4.7 Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Ülkenin kısa ve uzun dönemde enerji ve tabii kaynaklara olan ihtiyacının belirlenmesi, yer altı ve yer üstü enerji ve tabii kaynakları ile ürünlerin üretim, iletim, dağıtım ve fiyatlandırılması ilgili kuruluşların işletme ve yatırım programlarının değerlendirilmesi, madencilik faaliyetlerinin iş güvenliği, çevre sağlığı ve doğal kaynakların korunması ilkelerine uygun yürütülmesini takip etmek bu Bakanlığın görevleri arasında sayılmaktadır. 53 4.4.8 Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve tabiat varlıklarını tarihsel çevre içinde koruma görevi bu Bakanlığın çevre yönetimine ilişkin görevi olarak sayılabilir. Korunması gerekli olduğuna karar verilen tarihi, kültürel ve doğal alanların korunması amacı ile yapılan işlemler Bakanlığı çevre yönetiminin bir parçası yapmaktadır. Ayrıca Bakanlık ülkenin turizme ayrılacak kaynakları ile ilgili olarak bu kaynakların tespiti ve doğal kaynakların korunması ve değerlendirilmesi çalışmalarını da yürütmektedir. 4.4.9 Ulaştırma Bakanlığı Görevleri arasında açıkça korumaya ilişkin bir husus bulunmamakla birlikte ulaştırma ve haberleşme hizmetlerinin ekonomik, teknik ve sosyal ihtiyaçlara, kamu yararı ve milli güvenlik amaçlarına uygun kurulmasını ve yürütülmesini sağlamak amacı geniş yorumlanarak çevresel değerlerle ilgili faaliyetler olarak değerlendirilebilir. Demiryolları, posta işletmesi, gemicilik ve havacılıkla ilgili kuruluşları bulunan Ulaştırma Bakanlığı faaliyetlerini sürdürürken çevresel değerleri de göz önünde tutmak durumundadır. 4.4.10 Milli Eğitim Bakanlığı Çevresel değerlerin insanlara öğretilmesi ve onların bilinçli bir şekilde evre yönetimine katılmalarının ne derece önemli olduğu göz önüne alınırsa Temel Eğitim Yasası çerçevesinde eğitim veren Milli Eğitim Bakanlığı’nın çevre yönetimi açısından çok önemli bir işlevi olması gerektiği ortaya çıkmaktadır. 4.4.11 Sağlık Bakanlığı Ülke insanlarının sağlık koşullarını düzenlemek, birey ve toplum sağlığına zarar veren etkenlerle savaşmak, halka sağlık hizmetlerini ulaştırmak yerel yönetimlerle ve ilgili diğer kuruluşlarla işbirliği içinde çevre sağlığını ilgilendiren konularda gereken 54 önlemleri almak veya aldırmak ve izlemek görevi bulunan Sağlık Bakanlığı da çevre yönetiminin önemli bir unsuru sayılmalıdır. 4.4.12 Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Çalışanların sağlığı ve çalışma şartlarının çevre koşulları ile ilişkili olduğu göz önünde bulundurulması gereken bir gerçektir. Çalışma yaşamının düzenlenmesi, işçi sağlığı ve iş güvenliğini sağlayacak düzenlemeler yapılırken çevresel değerlerin dikkate alınması gerekmektedir. 4.5 Türkiye’de Yerel Yönetimlerin Çevre Konusundaki Sorumlulukları Yerel yönetimler özellikle halkın ortak ve yerel gereksinimlerini gideren kamu kuruluşları olduklarından öncelikle yerel düzeyde ortaya çıkan çevre sorunlarının çözümünde etkili ve sorumludurlar. Yerel yönetimlerin çevre ile ilgili görev yetki ve sorumluluklarının yerel yönetimlerin büyüklük ve statülerine göre ele alınması gerekmektedir. Anayasa’nın 127. maddesinde “yerel yönetimler il, belediye veya köy halkının yerel müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kanunla kurulan ve karar organları seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzel kişileridir” şeklinde tanımlanmıştır. Bu durumda yerel yönetimler köy yönetimini, il özel idaresini, belediyeleri ve büyükşehir belediyelerini kapsamaktadır. 4.5.1 Köyler Geleneksel bir yerel yönetim kuruluşu olan köy yönetimi, 1924 tarih ve 442 sayılı Köy Kanunu ile düzenlenmiştir. 442 sayılı Kanun uyarınca kurulan ve görevleri Kanun’da, yapılması zorunlu ve isteğe bağlı işler olarak belirlenen en küçük ölçekteki yerel yönetim birimleridir (Çelik 1996). Kanun’un 13. maddesinde köylünün mecburi işleri 37 fıkra halinde sıralanmıştır. Bunların içerisinde çevre ile ilgili olanlar şunlardır: Su birikintilerini kurutmak, çeşme yapmak, su yollarını düzeltmek, atık sular için üzeri kapalı yollar yapmak, temizlik işleri ile ilgili belirtilen görevleri yapmak, yol, su vb. kenarlarını ağaçlandırmak, köy korusunu muhafaza etmek, sağlığa aykırı katı meyve vb. 55 çürümüş atıkları köyden çıkarmak olarak sıralanabilir. Kanunun 14. maddesinde de yapılması köylünün isteğine bağlı olan şeyler 32 fıkra halinde düzenlenmiştir. Sayılan bu görevler içerisinde çevre ile ilgili olanlar şunlardır: Köyde çamaşırlık, hamam, pazar, çarşı gibi yapılar yapmak, köyü kasaba ve diğer köylere bağlayan yolların kenarlarını ağaçlandırmak, yabani ağaçları aşılamak. Köy yönetimlerinin köy sınırları içinde çevrenin korunmasına yönelik hizmetleri yapabilmeleri yeterli olmayan kaynakları yüzünden mümkün olamamaktadır. Ayrıca köy yönetimlerinin çevre sorunlarını çözecek bilgili eleman ve donanıma sahip olmadıkları da ortadadır. Tüm yerel yönetim biçimleri için çevre koruma konusunda ortak sorunların başlıcaları kaynak, bilgi ve uzman eleman konusunda yetersizlikleridir. 4.5.2 İl Özel İdareleri Türkiye’de her ilde o ilin sorunlarını çözmek için kurulu bulunan başında hükümet tarafından atanan valinin bulunduğu, ancak karar organı olan il genel meclisi, il ve ilçelerden seçilen üyelerden oluşan ilin yerel yönetim birimi olan il özel idareleri, kanunla kendisine verilen görevleri ve bunlar arasında çevrenin korunmasına yönelik işlemleri de yürütmektedir (Çelik 1996). 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun 6. maddesinin (a) fıkrasında yer alan “…..tarım, ilin çevre düzeni planı, bayındırlık ve iskan, toprağın korunması ve erozyonun önlenmesine ilişkin hizmetleri il sınırları içinde” (b) fıkrasında yer alan “imar, su, kanalizasyon, katı atık, çevre, ağaçlandırma, park ve bahçe tesisine ait hizmetleri belediye sınırları dışında yapmakla görevli ve yetkilidir” hükümleriyle çevreyi ilgilendiren konularda görevleri tanımlanmıştır. Çevre düzeniyle ilgili aynı madde de yer alan “İl çevre düzeni planı Valinin koordinasyonunda, Büyükşehirlerde Büyükşehir Belediyeleri, diğer illerde İl Belediyesi ve İl Özel İdaresi ile birlikte yapılır. İl çevre düzeni planı Belediye Meclisi ile İl Genel Meclisi tarafından onaylanır” hükmüyle bu konuda belediyelerle eşgüdüm zorunluluğu ortaya konulmuştur (Özgür ve Parlak 2006). İl Özel İdareleri kendi bütçelerini kullanarak yıl içinde gerçekleştirmeyi planladıkları yatırımları yaparlar. Bu amaçların gerçekleştirilebilmesi için İl Çevre Vakıfları illerdeki çevresel değerlerin belirlenmesi, tanıtılması ve korunması için çalışmalar yapmak, çevre eğitim ve çevre bilincinin 56 yerleşmesi için tanıtıcı faaliyetler yapmak, çevre eğitimini teşvik etmek, öğrencilerde çevre değerlerini koruyucu değer yargılarının geliştirilmesine katkıda bulunmak, çevre konularında kongre, panel ve seminerler düzenlemek ve düzenlemelere katılmak, çevre ile ilgili dokümantasyon temin etmek ve yayın faaliyetinde bulunmak, çevre sorunlarının çözümüne, özel sektörün, üniversitelerin, ilgili diğer kişi ve kuruluşların aktif katılımlarını sağlamaya çalışmak, çevreyi koruyucu ve çevre kirliliğini önleyici araştırmalar yapmak ve yaptırmak, hayvan ve bitki nesillerinin ıslah ve korunması için yapılacak çalışmalara katkıda bulunmak, çevreyi koruyucu ve çevre kirliliğini önleyici her türlü projeyi yapmak ve yaptırmak, desteklemek ve bununla ilgili proje yarışmaları düzenlemek, arıtma tesisleri yapacak gerçek ve tüzel kişilere imkanlar ölçüsünde destek sağlamak ve gerektiğinde bu tesisleri yapmak ve amacın gerçekleştirilebilmesi için gereken her tür tedbirleri almakla görevli ve yetkili kılınmıştır (Özgür ve Kösecik 2005). 4.5.3 Belediyeler Yerel yönetimlerin karşılaştıkları çevre sorunları belediyelerin büyüklüklerine, statülerine ve bulundukları bölgelere göre değiştiğinden bunlar aşağıdaki şekilde gruplandırılabilir (Özgür ve Kösecik 2005): a) Statülerine göre: Büyükşehir Belediyeleri Büyükşehir Belediyesi sınırları içinde kalan İlçe Belediyeleri Büyükşehir Belediyesi sınırları içinde kalan ilk kademe belediyesi (ilçe olmaksızın kurulan belediyeler) İl Belediyeleri (Büyükşehir statüsü olmayan) İlçe Belediyeleri İlk kademe belediyeleri b) Bulunduğu bölgelere göre: Turistik bölgelerde bulunan belediyeler (daha çok ilçe ve ilk kademe belediyeler) Koruma statüsü verilmiş alanlarda yer alan belediyeler (Özel Çevre, Sit Alanı vb.) 57 Sanayileşmiş bölgelerde bulunan belediyeler Diğer bölgelerde (kırsal kesimlerde) bulunan belediyeler Türkiye’deki yerel yönetimler arasında sağladıkları hizmetler ve toplam harcama içindeki payları itibariyle en önemli yerel yönetim birimleri belediyelerdir. Cumhuriyet’in ilanından önce 389 olan belediye sayısı Cumhuriyet’in hemen başlarında 421 civarında iken günümüzde 15’i Büyükşehir Belediyesi olmak üzere 3215’e ulaşmıştır (Anonim 2002b). Kuşkusuz bu durumu hızlı şehirleşmeye paralel olarak yerel düzeyde belediye hizmetlerine duyulan ihtiyaçların karşılanmasına yönelik gayretlerin bir sonucu olarak değerlendirmek mümkündür (Özgür ve Parlak 2006). Belediyeler, “belli bir coğrafyada yaşayan bireylerin, birlikte yaşama nedeni ile kendilerini ilgilendiren konularda hizmet üretmek amacıyla kurulan ve karar organları mahalli toplulukça seçilen, kanunlarla belirlenmiş görevlere, yetkilere, gelirlere ve personele sahip kendine özgü örgütsel yapısı olan ve merkezi idare ile olan ilişkileri yönetsel özerklik çerçevesinde düzenlenen kamu tüzel kişileridir” şeklinde tanımlanabilir (Aytaç 2005). Anayasa’nın yerel yönetimleri düzenleyen 127. maddesinde “mahalli idarelerin kuruluş ve görevleriyle, yetkileri yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenir” hükmü yer almaktadır. Bu hüküm gereğince 5215 sayılı Belediye Kanunu ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu belediyelerin kuruluş, görev ve yetkilerini düzenlemektedir. 5215 sayılı Belediye Kanunu’nun üçüncü maddesinde belediye şöyle tanımlanmaktadır. “beldenin ve belde sakinlerinin mahalli müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan ve karar organı seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan, idari ve mali özerkliğe sahip kamu tüzel kişisi” olarak tanımlanmaktadır (Özgür ve Kösecik 2005). Belediyenin kendisine verilen görevleri yerine getirebilmesi için kararlar alması, bu kararları uygulaması ve uygulatması gerekir. Belediye tüzel kişiliği organları belediye meclisi, belediye encümeni ve belediye başkanıdır. Belediyeler nüfusu 2000’i aşan beldelerle, nüfusa bakılmaksızın il ve ilçe merkezlerinde kurulmaktadır. Bir yerleşim biriminin il yada ilçe haline getirilmesi ile orada otomatik olarak belediye de kurulmuş olmaktadır. Nüfusu 2000’i aşan diğer yerlerde belediye 58 kurulabilmesi söz konusu yerdeki ihtiyar meclisi yada seçmenlerin yarıdan fazlasının isteği veya valinin gerekli görmesi üzerine İl Genel Meclisi’nin olumlu kararı, daha sonra Danıştay’ın kararı ve Cumhurbaşkanı’nın onayı ile gerçekleşmektedir. Türkiye’deki mevcut mevzuata göre herhangi bir yerleşim yerinde altı tür belediyeden birisi kurulabilir. Bunlar büyükşehir belediyesi, il belediyesi, ilçe belediyesi, büyükşehir ilçe belediyesi, alt kademe belediyesi ve belde belediyesidir. Belediye sınırları içinde en az iki veya daha fazla ilçe bulunan şehir belediyelerine büyükşehir belediyesi, bu ilçelerde kurulan belediyelere ise büyükşehire bağlı ilçe belediyesi denir. Tüm büyük şehir sınırları içindeki alana hizmet vermek üzere kurulmuş olan büyükşehir belediyesi, ilçe belediyeleri arasında koordinasyon sağlama ve onlara yardım etme görevini de üstlenmiştir. Belediye meclisi, belediyenin en fazla yetkiye sahip genel karar organıdır. Meclis üyeleri nisbi temsil yöntemiyle seçme hakkına sahip olan belde sakinlerince beş yıllık bir devre için seçilir. Meclisteki üyelerin sayısı ilçe belediyelerinde, nüfus durumuna göre 9 ile 55 arasında değişmektedir. 5216 sayılı Kanun’un uygulandığı Büyükşehir Belediyelerinde ise Belediye Meclisi üye sayısı, İlçe Belediye Meclisleri’nin üye sayısının beşte biri alınmak suretiyle bulunacak toplam üyeden oluşmaktadır. Ayrıca, İlçe Belediye Başkanları da Büyükşehir Belediye Meclisi’nin tabii üyeleridir. Belediye Meclisi her yıl Ekim, Şubat ve Haziran ayları başında olağan olarak toplanıp Kanun’da belirtilen görevleri ifa eder ve kararlar alırlar. Belediye Meclisi’nin başlıca görevleri aşağıda sıralanmıştır (Aytaç 2005): • Bütçe, kesin hesap, belediye çalışma izlencesinin görüşülüp karara bağlanması, • Ek ödenek verilmesi, bütçede değişiklik ve aktarmalar yapılması, borç verme ve borç alma kararlarının verilmesi, bunlar dışında belediyece yerine getirilecek hizmetler karşılığında belediyelerce alınacak ücret tarifelerinin hazırlanması, • Kentin gelişmesi için hazırlanacak imar planlarının, kanal, havagazı, su, elektrik ve aydınlatma tesislerinin gerçekleştirilmesine ilişkin işlerin yapılması, • Belediyelerin taşınır ve taşınmaz mallarının kullanımına ilişkin kararların alınması. 59 Belediye Encümeni, belediye yönetiminin ikinci derecede karar ve danışma organıdır. Belediye Encümeni Belediye Başkanı, belediyedeki dairelerin başkanları ile bunların yarısını geçmemek üzere belediye meclisinin kendi içinden seçtiği üyelerden meydana gelir (Aytaç 2005). Belediye Başkanı belediyenin yürütme organı ve tüzel kişiliğinin başıdır. Belediye Başkanları tek dereceli olarak belde halkı tarafından 5 yılda bir seçilmektedir. Belediye Başkanı belediyenin en yüksek idari amiri ve temsilcisi olarak çeşitli görev ve yetkilere sahiptir. Kanunlarla kendine verilen kamu gücünü, yani belediye zabıtasını idare etmek, belediye çalışanlarını atamak, belediye mallarını yönetmek, gelirlerini ve alacaklarını takip ve tahsil ederek bağışlar kabul etmek, o yerin en büyük mülki amiri tarafından tebliğ edilecek Kanun, Tüzük ve Yönetmelikleri yayınlamak, belediyenin yerel nitelikteki esenlik, sağlık, bayındırlık, ekonomi ve düzenine ait işleri izlemek ve yürütmek bu görev ve yetkiler arasında sayılmaktadır. 4.6 Belediyelerin Çevre Hizmetleri Çevre sorunlarının temelinde insanların bir arada yaşaması sonucu oluşan ticaret ve üretim faaliyetleri ile temel ihtiyaçların karşılanması amacıyla hammadde, su, enerji ve besin maddelerinin tüketimi yatmaktadır. Bir arada yaşayan insan sayısının artmasıyla bu tüketimler sonucu ortaya çıkan katı, sıvı ve gaz atıklar çevreyi daha çok olumsuz yönde etkilemektedir. Diğer yandan kendi oluşturdukları çevre sorunlarından en fazla etkilenenler de yerel topluluklar olmaktadır. Belediyelerin çevre yönetimini üstlenmesi gerekliliği genel olarak çevre sorunlarının yerel odaklı olması, çevre sorunlarının yayılma olasılığı taşıması ve insan faktörünün olduğu her yerde çıkabilme durumu karşısında bu sorunlarla kucaklaşacak kadar yaygın kullanılması, çevre yönetiminin çevreden yararlanan herkesin katılımıyla çözülebileceği gerçeği ile belediyelerin bu katılıma açık olması gibi nedenlerden kaynaklanmaktadır (Şengül 1999). Belediyeler, hem yürüttükleri çeşitli kamusal hizmetlerle çevreyi etkilemektedir hem de doğrudan doğruya çevre yönetimi işlevlerini yüklenebilecek kurumlardır. Çevre kirliliği bir belde sınırları içerisinde kalmamakta ülke sınırlarını aşabilmektedir. İşte bu nedenle çevrenin korunması, iyileştirilmesi ve geliştirilmesi için yerel yönetimlerle bölge ve merkez 60 yönetimlerinin hatta uluslararası kuruluşların işbirliği gerekli olmaktadır (Emmioğlu 1999). Yerel yönetimler bir beldede kentte oturan yerel toplulukların ortak ihtiyaçlarını karşılamak ve yerel halkın sağlık ve huzurunu sağlamak için oluşturulan yerel kuruluşlardır. Yerel yönetimlerin çevreyi olumsuz yönde etkileyen faktörleri ortadan kaldırma, bozulmuş olan çevre koşullarını eski durumuna getirme ve geliştirme konusunda yetkili ve sorumlu olmaları gerekir. Nitekim Türkiye’deki mevcut mevzuata göre çevre yönetiminin büyük bir bölümü mahalli idarelere ve özellikle belediyelere verilen görev ve sorumluluklar kapsamındadır. Belediyelerin çevre ile ilgili hizmetlerinin başında imar, su ve kanalizasyon gibi kentsel alt yapı hizmetleri ile çevre koruma ve çevre sağlığı, temizlik ve katı atık hizmetleri, ağaçlandırma, park ve yeşil alanların yapımı ve bakımı, imar ve iskan işleri ile kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri gelmektedir. 5215 sayılı Belediye Kanunu’nun, belediyelerin yetkilerini ve imtiyazlarını belirleyen 15. maddesinde içme, kullanma ve endüstri suyu sağlamak, atık su ve yağmur suyunun uzaklaştırılmasını ve bunlar için gerekli tesisleri kurmak, kurdurmak, işletmek ve işlettirmek; katı atıkların toplanması, taşınması, ayrıştırılması, geri kazanımı, ortadan kaldırılması ve depolanması ile ilgili bütün hizmetleri yapmak ve yaptırmak, ayrıca hafriyat toprağı ve moloz döküm alanlarını, sıvılaştırılmış petrol gazı depolama sahalarını, inşaat malzemeleri, odun, kömür ve hurda depolama alanları ve satış yerlerini belirlemek, bu alan ve yerler ile taşımalarda çevre kirliliği oluşmaması için gereken tedbirleri almak belediyelerin yetkileri arasında sayılmıştır. Yine aynı Kanun’un 69. maddesine göre belediyelerin düzenli kentleşmeyi sağlamak, beldenin konut, sanayi ve ticaret alanı ihtiyacını karşılamak amacıyla belediye ve mücavir alan sınırları içinde özel kanunlarına göre korunması gerekli yerler ile tarım arazileri hariç imarlı ve alt yapılı arsalar üretmek, konut, toplu konut yapmak gibi tarımsal çevreyi ilgilendiren görevleri de bulunmaktadır. Bu amaçların gerçekleştirilmesi için Kanun’un 15. maddesine göre belediyeler yönetmelik çıkartabilir, emir verebilir, yasaklar koyabilir veya kanunlarda belirtilen cezaları kesebilir. Belediyelere çevre korunması ve sağlığı konusunda verilen bu görevlerin yanında 5216 sayılı Kanunla da Büyükşehir Belediyelerine büyük kent ölçeğinde çevreye ilişkin önemli görevler verilmiştir. Büyükşehir Belediye Kanunu’nun klasik belediye hizmetleri yanında, büyükşehir belediyelerine verdiği bu görevler çevre düzeni planına 61 uygun olmak kaydıyla, büyükşehir belediye ve mücavir alan sınırları içinde 1/5.000 ile 1/25.000 arasındaki her ölçekte nazım imar planını yapma, gıda güvenliği amacıyla gıda kuruluşlarına izin verme ve denetleme, Belediye Meclisi kanalıyla “Çevre ve Sağlık İhtisas Komisyonu” kurmak, büyükşehir ölçeğinde su ve kanalizasyon hizmetleri ile arıtma tesis yapma, katı atıklarla sanayi ve tıbbi atıkları bertaraf etme, doğalgaz tesisi kurma, kıyısı olan kentlerde deniz kirliliği ile mücadele etme ve deniz araçlarını kontrol etme vb. hizmetler sayılabilir. 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun görev, yetki ve sorumlulukların sıralandığı 7. maddesinde “sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak çevrenin, tarım alanlarının ve su havzalarının korunmasını sağlamak; ağaçlandırma yapmak; hafriyat toprağı, moloz, kum ve çakıl depolama alanlarını, odun ve kömür satış ve depolama sahalarını belirlemek, bunların taşınmasında çevre kirliliğine meydan vermeyecek tedbirler almak; büyükşehir katı atık yönetim plânını yapmak, yaptırmak; katı atıkların kaynakta toplanması ve aktarma istasyonuna kadar taşınması hariç katı atıkların ve hafriyatın yeniden değerlendirilmesi, depolanması ve bertaraf edilmesine ilişkin hizmetleri yerine getirmek, bu amaçla tesisler kurmak, kurdurmak, işletmek veya işlettirmek; sanayi ve tıbbi atıklara ilişkin hizmetleri yürütmek, bunun için gerekli tesisleri kurmak, kurdurmak, işletmek veya işlettirmek; deniz araçlarının atıklarını toplamak, toplatmak, arıtmak ve bununla ilgili gerekli düzenlemeleri yapmak” ifadeleri tarımsal çevre hizmetleri olarak yer almaktadır. Yine aynı madde de yer alan su havzalarına yönelik olarak “su ve kanalizasyon hizmetlerini yürütmek, bunun için gerekli baraj ve diğer tesisleri kurmak, kurdurmak ve işletmek; derelerin ıslahını yapmak; kaynak suyu veya arıtma sonunda üretilen suları pazarlamak” ibaresiyle sorumluluk büyükşehir belediyelerine bırakılmıştır. Bu hizmetleri yerine getirebilmek için büyükşehir belediyeleri bünyesinde Çevre Koruma Daire Başkanlıkları, Çevre Koruma ve Kontrol Müdürlükleri gibi birimler kurulmuştur. Büyükşehire bağlı alt kademe belediyelerinin ise çevre ile ilgili görevleri daha çok temizlik hizmetlerinin yürütülmesidir. Kent çevresinde entegre çevre yönetiminin etkin bir mekanizması da belediyeler bünyesinde oluşturulan Yerel Gündem 21 çalışmalarıdır (Emmioğlu 1999). Haziran 1992’de Rio’da yapılan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda 179 ülkenin katılımıyla deklare edilen Gündem 21 kalkınmanın sosyal, ekonomik ve 62 çevresel yönden nasıl sürdürülebilir olması gerektiğini araştıran küresel bir plan olarak çevresel kaynakların korunması ve yönetimini incelemektedir. Gündem 21’in temel yaklaşımı tüm program alanlarına yönelik finansman politikalarının belirlenmesi, yeni kaynakların yaratılması, uygulanabilir teknik ve ekonomik araçların belirlenmesi, merkezi yönetim-yerel yönetim ilişkilerinin yerinden yönetim anlayışı doğrultusunda güçlendirilmesi, hükümetler ve hükümet-dışı kuruluşlar arasında işbirliğinin geliştirilmesi ve halkın etkin katılımının sağlanması gibi öncelikler üzerine inşa edilmiştir. Gündem 21’de belirtilen sorunların çoğunun yerel faaliyetlerden kaynaklanması, halka en yakın birim olan yerel yönetimlere, Gündem 21’i uygulama sorumluluğu vermiştir. Bu noktadan hareketle Gündem 21 süreci her ülkedeki yerel yönetimlerin hemşehrilerle, yerel kuruluşlarla ve özel sektörle diyalog içinde kendi Yerel Gündem 21’lerini oluşturmasını öngörmüştür. 64 ülkede 1800 kentin yerel yönetiminin kendi Yerel Gündem 21’lerini oluşturmaya başlamasıyla Türkiye’de de Yerel Gündem 21’lerin Teşviki ve Geliştirilmesi Projesi, Uluslararası Yerel Yönetimler Birliği Doğu Akdeniz ve Ortadoğu Bölge Teşkilatı ile Bursa Büyükşehir Belediyesi işbirliğiyle hazırlanmış ve Eylül 1997’de Bakanlar Kurulu tarafından yürürlüğe konmuştur. Sözkonusu projeyle Bursa, İzmir ve Antalya Büyükşehir Belediyeleriyle Adıyaman, Ağrı, Çanakkale, Harran ve Trabzon Belediyeleri pilot olarak seçilmiştir. Yerel gündem 21’lerin eylem alanları içinde (Orhan 2005): • Katı-sıvı-gaz atıkların çevreyi tahrip etmesini önleyecek projeler hazırlayıp uygulamak, • Kıyılar, göller ve sulak alanların korunması için çalışmalar yapmak, • İmar planlarının, insanların gereksinimlerini karşılayacak ve çevreye saygılı biçimde yapılmasını sağlamak, • Geri dönüşümlü atıkların ayrı toplanarak değerlendirilmesini sağlayacak projeler üretmek, uygulamak vb. çalışmalar vardır. Çevre sorunları ve çevre kirliliğinin hissedildiği alanların başında plansız kentler gelmektedir. Kentin veya beldenin sağlıklı ve planlı gelişmesi, kentte veya belde de yaşayanların ortak kentsel ihtiyaçlarının düzenli ve ortak gereksinmeler doğru1tusunda 63 uzun vadeli bir anlayışla karşılanması için belediyelerin sahip oldukları en önemli araçlardan birisi kent planlarını hazırlamaları ve uygulamaya koymalarıdır. Kent imar planlarını yapma yetkisi 3194 sayılı ve 1985 tarihli İmar Kanunuyla belediyelere verilmiştir. İmar planları yapılırken, ana arterlerin doğru planlanması şehrin havasının temizlenmesi ve trafik akışı açısından önemlidir. Şehrin yapılaşma yönünden gelişimi mümkün olduğunca tarım arazisi olmayan yöne doğru olması gerekmektedir. İyi bir imar planı hazırlanmazsa yani kentteki arsa ve araziler kentsel faaliyetlere dengeli olarak dağıtılmaz, yeteri kadar yeşil alan bırakılmazsa çevrenin gereği gibi korunması mümkün olamaz. Bu nedenle imar planları hazırlanırken işin çevre boyutu göz önünde tutulmalı, plan çalışmaları kapsamlı araştırmalara dayanmalıdır. Aksi taktirde, belediyeler çevre sorunları nedenleriyle değil sonuçları ile uğraşmak zorunda kalacaklardır. Uygulamada ise belediyelerin sağlıklı bir çevre oluşturmada en önemli araçları olan imar planlarını gereği gibi kullanamadıkları görülmektedir. Kat farklılıkları, ruhsat boşlukları, cadde ve sokak standardizasyon eksikliği vb. nedenlerle kentlerin görünüşü oldukça bozulmuştur. Özellikle, belediyelerde kaçak inşaat olarak tanımlanan gecekondular görsel kirlilik yanında belediyelerin çevreyle ilgili günlük hizmetlerini aksatmakta ve hizmet kalitesini düşürmektedir (Somersan 1993 4.6.1 Belediyelerin çevre koruma konusunda kullanabilecekleri araçlar Günümüzde hızlı kentsel büyümenin de etkisiyle yerel nitelikli hizmet taleplerinde bir artış ve çeşitlilik görülmektedir. Özellikle çevre sorunları arasında yer alan çöplerin ve sıvı atıkların yok edilmesi, cadde ve sokak temizliği ve bakımı, yeşil alan yetersizliği, gecekondulaşma gibi sorunların çözümlenmesine yönelik baskılar ve şikayetler giderek artmaktadır. Bu noktada çözümlerin etkin ve kalıcı olabilmesi için belediyelerin kullanabilecekleri bazı güç kaynakları mevcuttur. Bu araçları teknik araçlar, ekonomik araçlar ve yasal araçlar biçiminde sıralamak mümkündür (Acar 1991). 64 a) Teknik Araçlar: Teknik araçlar, çevresel bozulmayı başlangıçta engelleme yönünde önemli bir tedbir olan imar planları ile, çevre koruma ve geliştirmede kullanılabilecek bir teknik olan çevresel etki değerlendirme uygulamalarından oluşmaktadır. • Planlama İmar planları, belediyelere muhtemel çevre sorunlarını kaynağında yakalamak ve çözmek fırsatını sunarlar. Belediyelerin hazırladığı planlar belde veya kentteki sanayi, ulaşım, turizm, konut, dinlenme ve rekreasyon fonksiyonlarının, orada yaşayan halkın şu anki ve gelecekteki gereksinmelerine uygun olarak düzenlenmesini sağlar. Kentteki binaların görüntüsünden, doğal ve tarihi yapıların korunmasına kadar birçok konuyu kapsayan imar planları, toprak rantını bölüşme mücadelesi haline getirilmemelidir. Bu konuda yapılması gereken ülke ölçeğinde hazırlanan sosyal-ekonomik planlarla, yerel düzeyde hazırlanan imar planları ve çevre düzeni planları ile bütünleşmeyi gerçekleştiren, çok sektörlü bir planlamadır. Böyle bir planlamanın ana amacı, çevre faktörünü ön planda tutarak bölgesel gelişmeyi dengeli gerçekleştirmektir (Bademli 1999). • ÇED Belediyelerin ekonomik kalkınma-çevre uyumu konusunda kullanabilecekleri diğer bir teknik araç da ÇED uygulamasıdır. Bu yöntem, çevre bozulmadan ve kirlenmeden önlem alma ilkesiyle ortaya çıkmıştır ve esas olarak çeşitli faaliyetlerin zaman ve mekan boyutu içinde çevreye yapacağı etkiler konusunda karar vericilere, karar verme sürecinin başında bilgi verilmesi anlamına gelir (www.cevreorman.gov.tr). ÇED çalışmaları, bir girişimin mekana ve o mekandaki yerleşmelere etkisini çok boyutlu değerlendirmeyi hedeflediğinden çeşitli disiplinlerden durum saptaması, alternatif çözüm üretme gibi gereksinimlere cevap verebilecek insan gücü gerektirir. Bu yüzden genel olarak bir ÇED grubunda kent bilimci, çevre mühendisi, hukukçu, sistem analisti, toprak bilimci gibi uzmanlara yer verilir. Tabi ki insan gücü yanında, ikinci bir 65 gereksinim de belediyelerce sağlanacak kente ait güvenilir bilgilerdir. Türkiye’de ilk kez 1983 tarihli Çevre Kanunu’nun 10. maddesinde ÇED’den bahsedilmiş ve şu düzenleme getirilmiştir: “Gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetler sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler bir çevresel etki değerlendirme raporu hazırlarlar. Bu raporda çevreye yapılabilecek tüm etkiler göz önünde bulundurularak çevre kirlenmesine sebep olabilecek atık ve artıkları ne şekilde zararsız hale getirilebileceği ve bu hususta alınacak önlemler belirtilir” (Kuzu 1997). Belediyeler işyeri açma izni, yapılaşma ruhsatı gibi ruhsat verme yetkilerini kullanırken 10. maddeye istinaden çıkarılan, Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliği’ne göre değerlendirmelere yer verdikleri takdirde çevre sorunlarının önlenmesi açısından önemli gelişmeler elde edilebilecektir. ÇED sadece özel girişimcilerin projelerinin çevreye etkileri konusunda değil, plancı ve yatırımcı kamu kuruluşlarının çeşitli kademelerinde çalışan karar vericilerin doğru ve tutarlı kararlar verebilmesini sağlayan bir araçtır. Belediyelerce yapılan, özellikle kentsel gelişme ve planlama süreçleri, sonradan oluşabilecek hataları düzeltmenin maliyeti daha fazla olduğundan en başta ÇED’e tabi tutulmalıdır. ÇED yerel yönetimleri doğrudan ilgilendirdiğinden, ÇED çalışmaları konusunda asıl yetki ve sorumluluk yerel yönetimlerde olmalıdır. b) Ekonomik Araçlar: Ekonomik araçlar, alternatif hareket ve davranışların maliyet ve faydalarını etkileyerek davranışları çevreyle uyumlu hale getirmeyi amaçlayan araçlardır (Acar 1991). Kirleticiler ile toplum arasında finansal transferi beraberinde getirirler. Ekonomik araçlarla, çevre dostu davranış teşvik edilir ve kirlilik daha yüksek maliyetlerle cezalandırılır. Belediyelerin çevre kirliliği ile mücadelede kullanabilecekleri ekonomik araçlar aşağıdaki başlıklar altında özetlenebilir. 66 • Sübvansiyonlar ve Krediler Yardım, hibe ve düşük faizli kredilerden oluşan ve kirleticilerin davranışlarını değiştirmeye özendirici tedbirler olarak nitelendirilebilir. Bu yöntemler bir işletmenin kirliliğini kontrol ve arıtma tesisi kurma maliyetlerinin kısmen kamu tarafından karşılanması yada bazı tip kullanımları teşvik amacıyla bu kullanımların maliyetlerinin kamu tarafından büyük ölçüde karşılanarak, fiyatların düşük düzeyde tutulması yoluyla uygulanır (Acar 1991). Bu noktada belediyelerce, endüstri ve ticari kullanımlar için atık suyun toplam deşarjını azaltıp ön arıtımını gerçekleştiren tesisin vergiden muaf tutulması gibi sübvansiyonlar kullanılabilir. • Harçlar ve Ücretler Doğal kaynak tüketimi karşılığında tahsil olunan harçlar ve ücretlerin temeli, “kirleten öder” ile “kullanan öder” prensipleridir. Kullanan öder prensibi, herhangi bir kaynağı (arazi, su, enerji vb.) kullanan kişinin, kullanımı oranında ödeme yapması, kirleten öder prensibi ise çevreyi kirleterek ekonomiye fazladan bir yük getiren kişi ve kurumların bu fazla yükün toplam maliyetine oransal olarak ödeme yapması anlamına gelir (Acar 1991). Örneğin, mevcut su sayaçlarından okunarak tüketim oranında alınan su harçlarında su ve atık su bedelinin yükseltilmesi su tüketiminin miktarının azaltılmasında etkili olmaktadır. • Vergiler Türkiye’de çevre politikasında uygulanan ekonomik araçların başında çevre temizlik vergisi gelir. Belediye Kanunu’ndaki şekliyle “belediye sınırları ve mücavir alanları içinde bulunan ve belediyelerin katı atık toplama ile kanalizasyon hizmetlerinden yararlanan konut, işyeri ve diğer binalar çevre temizlik vergisine tabidir.” Kanun gereğince tahsil edilen vergiler çevre temizliği gayesi dışında kullanılamaz. 1993 yılında uygulamaya konulan çevre temizlik vergisine yönelik çeşitli eleştirilerde yapılmaktadır. Bu eleştirilerin odak noktası katı atıklara ilişkin çevre temizlik vergisinin çevre koruma amaçlı olmadığıdır. Verginin katı atıklara ilişkin kısmı katı atığın niteliği 67 (evsel, sanayi, hastane) ve miktarı yerine binaların (atık kaynağının) bulunduğu yerin özelliklerine göre alındığından, atıkların geri kazanımı teşvik etmediği ve atık miktarının azaltılması eğilimini sağlamadığı eleştirilerin temelidir. Yani hane halkı yada diğer mükellefler çöplerini oluştururken kendilerini daha az atık üretmeye zorlayacak bir mali mekanizmadan yoksun olarak hareket etmektedirler. İkinci eleştiri noktası ise, çevre temizlik vergisinin mevcut haliyle katı atık yönetim hizmetlerinin maliyetini karşılayamamasıdır. Diğer bir eleştiri noktası ise, çevre temizlik vergisinin gönüllü beyana dayanmasıdır. Çevre temizlik vergisini mükellefleri bir beyanname ile belediyeye bildirmelidirler. Çevre temizlik vergisi bildiriminin belediyeye verilmesiyle vergi yıllık olarak tahakkuk etmiş olacaktır ve her yılın Ocak ve Temmuz ayı içinde eşit taksitlerle ödenecektir. Atık sulardan alınacak çevre temizlik vergisi uygulamasında belediyeler genellikle su tüketim bedelinin belli bir yüzdesini kullanmaktadırlar. Örneğin, atık suya ilişkin çevre temizlik vergisinin miktarı, İstanbul’da su tüketim bedelinin % 100’ü, Ankara’da % 50’si civarındadır. Atık sulara ilişkin çevre temizlik vergisi su tüketim bedeliyle birlikte tahakkuk ve tahsil edilir. c) Yasal Araçlar: Yasal araçlar kanunlarla belediyelere verilen yetkileri içerir. Bunlar: • 5215 Sayılı Belediye Kanunu • 5216 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu • Belediye yönetimlerine çevre konusunda görev yükleyen diğer çevre mevzuatı (Çevre Kanunu, Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği, Gürültü Kontrol Yönetmeliği vb.) 4.6.2 Belediyelerin çevre ile ilgili faaliyetlerinde karşılaşılan sorunlar Türkiye’de yaşam alanlarında karşılaşılan sorunların giderilmesinde çevre yönetiminin yeterince etkili olabildiği söylenemez. Bunda, tüzel düzenlemelerin yetersizliğinin, sorun alanları için birden fazla sorumlu örgüt bulunmasının, turizm, sanayi, tarım, enerji gibi sektörlerde izlenen yanlış politikaların payının bulunduğu yadsınamaz. Ancak karşılaşılan sorunların kaynağında, yasaların 68 yetersizliğinden çok var olan düzenlemelerin etkin biçimde yaşama geçirilememesinin bulunduğu söylenebilir. Türkiye’deki çevre yönetimi düzeneği planlı, bütünleşik bir yaklaşımın ürünü değildir. İzlenen politikalar, getirilen kurallar, kurulan kurumlar ya da gerçekleştirilen eylemler daha çok ortaya çıkan bir soruna yada uluslararası gerekliliklere yanıt olmak üzere geliştirilmiştir. Bundan dolayıdır ki Türkiye’de çevre politikaları ya da çevre yönetimi değerlendirilirken öncelikle yetki ve görev geçişmesinden kaynaklanan yönetsel karmaşadan söz etmek gerekecektir. Aynı alanı düzenleyen çok sayıda yasal belgenin varlığı, kimi zaman birden fazla kurumun aynı konuda yetki sahibi olmasına, kimi zaman sorumlulukların çakışmasına kimi zaman da yetki boşluğuna yol açabilmektedir. Örneğin yerel düzeyde çevreyi etkileyen sorunlarla ilgili olarak Çevre ve Orman Bakanlığı özellikle su ve katı atık hizmetlerine ilişkin olarak giderek artan bir rol oynamaktadır. Kentleşme ve belediye yatırımları ile ilgili politikalar, merkezi yönetim düzeyinde Başbakanlık DPT Müsteşarlığı’nın sorumluluk alanına girmektedir. Yine belediyelerin altyapılarının finansmanı ve fiziksel olarak gerçekleşmesi dolaylı olarak Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nın etkisi altındadır. Belediyelerin görevleri ile orantılı gelir kaynakları sağlamak için çeşitli kanunlar ile düzenlemeler yapılmıştır. Belediyelere finans kaynağı olarak başta Çevre Kirliliğini Önleme Fonu olmak üzere birçok fondan aktarma yapılmakta iken, bu fonların büyük çoğunluğu 4629 sayılı Bazı Fonların Tasfiyesi Kanunu’yla kaldırıldığından belediyelerin yatırımlarla ilgili finansman sorunları ortaya çıkmıştır (Aytaç 2005). Genel bütçeden yapılan transfer ve yardımlar yetersiz kalmaktadır. Zira kentsel altyapı konusunda en önemli kuruluşlar olan İller Bankası, DSİ ve Karayolları Genel Müdürlüğü gibi yatırım kuruluşları Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’na bağlıdır. Ayrıca Devlet Personel Başkanlığı belediyelerin personel açıklarını karşılamada rol üstlenmektedir. Sözü edilen yönetim birimleri arasında kurulması gerekli olan işbirliği ve eşgüdüm bugüne değin sağlanabilmiş değildir. Sözü edilen sorun yalnızca yönetim birimleri ve yetkilerinde gözlenmemekte, yönetim alanları arasında da önemli çakışmalar bulunmaktadır; aynı alandan çok sayıda yönetim birimi sorumlu kılınabilmekte, aynı alan birden fazla statü içinde yer alabilmekte yada birden fazla plan belgesinin içinde bulunabilmektedir. Çevre ve Orman Bakanlıkları’nın birleştirilmesi, kamu yönetiminde etkinliğin artırılması politikaları çerçevesinde benimsenen bakanlıkların sayısının azaltılması 69 noktasında olumlu bir yaklaşım gibi gözükebilir. Ancak çevre meselelerinin çok disiplinli bir özellik taşıması nedeniyle Çevre Bakanlığı hangi bakanlığa yada bir kaç bakanlığa bağlanırsa bağlansın, doğaldır ki hepsi ile ortak bir kesişme ve etkileşim alanı bulunacaktır. Bu açıdan, sorunların temeline inmek ve Türkiye’de çevre yönetiminde etkinliğin artırılması ve yeniden yapılanma çalışmalarında ele alınması gereken konuları iyi belirlemek daha akılcı bir yaklaşım olacaktır. Belediye ve İl Özel İdaresi ile ilgili düzenlemelerde yer alan "ihtisas komisyonları" çevre yönetiminin örgütlenmesinde önem taşımaktadır. Belediye Kanunu’nda doğrudan anılmayan ancak İl Özel İdaresi ve büyükşehir belediyesi kanunlarında eğitim, kültür, sosyal hizmetler, imar gibi konularda kurulması zorunlu olan komisyonlardan biri olarak geçen “çevre ve sağlık komisyonu” yerel yönetimler için yeni bir düzenlemedir. Her ne kadar çevreyi başlı başına bir sorun alanı olarak algılamayan, sağlık hizmetlerinin bileşeni olarak gören anlayış tarafından geliştirilen bir düzenek olsa da kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, üniversitelerin, sendikaların ve sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin katılıp görüş bildirebilmelerini olumlu bir gelişme olarak değerlendirmek gerekir. İstikrarlı bir ortamda sürdürülebilir büyümenin sağlanması, ekonomik rekabet gücünün artırılması ve çevre yönetiminin etkin ve verimli bir biçimde çalışması için tutarlı ve rasyonel bir çevre finansman politikasının oluşturulması gerekmektedir. Etkin bir çevre finansman politikasının olmaması nedeniyle yatırım öncelikleri sağlıklı belirlenememekte bu durum iç kaynakların etkin olarak zamanında ve doğru alanlara aktarılmasını engellemektedir. Dış kaynak kullanımının etkin planlanmaması hibe ve kredilerin zamanında değerlendirilememesi kaynak kaybına yol açmaktadır. Çevre finansman mekanizma ve modellerinin geliştirilmesinde en önemli konu çevre yatırımlarında özel sektörün rolünü artırmaktır. Özellikle çevresel altyapı yatırımlarında özel sektörü özendirecek mekanizma ve modeller zayıftır. Bu nedenle kamu kesiminden beklenen, bu konudaki yasal ve kurumsal yapının yeniden gözden geçirilmesi ve geliştirilmesidir. Bu yaklaşımın ardında, çevre sektörüne yapılacak yatırımların nihai hedefinin Türkiye ekonomisine katkı sağlayacağı düşüncesi bulunmaktadır. 70 Çevre faaliyetlerinin gerçekleştirilmesindeki bir diğer sorun da çevre konusunda nitelikli ve uzman personel yokluğudur. Örneğin belediyelerde bilgili ve yetenekli elemanların çalıştırılması bakımından seçme, işe alma, değerlendirme, yükseltme ve insan gücü planlaması gibi insan kaynağının yönetimine ilişkin uygulamalar yetersizdir. 4.7 Türkiye’de Yerel Yönetimler Çevre İlişkisi Türkiye’de 442 sayılı Köy Kanunu, 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu, 5215 sayılı Belediye Kanunu, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu gereklerince ilgili yerel yönetimlerin görev ve sorumluluk alanında bulunan içme suyu, atık su, katı atıklar, çevre planları, hava ve gürültü kirliliği gibi çevresel konulardaki mevcut durumlar ve bu konularda yaşanılan sorunlar aşağıda açıklanmıştır. a) İçme Suyu: Türkiye’de su hizmetlerinin görülmesi sorumluluğu yerel yönetimlere aittir. Geçmiş yıllarda bu hizmetler yerel yönetimlerin yanı sıra DSİ ve İller Bankası ile kırsal alanda hizmet veren Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nce de yürütülmekte iken büyükşehir belediyelerinin kurulmasıyla birlikte, bu kentlerde su ve kanalizasyon idareleri de hizmet vermeye başlamıştır (www.ilbank.gov.tr). Bu konuda hizmet açısından ağırlığı en fazla olan büyükşehir belediyelerinin Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlükleri’dir. İller Bankası öncülüğünde, 1960’lı yılların sonunda şehirlere içme kullanma suyu temini için tasarımlar ve inşaatlar başlatılmıştır. İçme ve kullanma suyu şebekesi ile hizmet verilen belediyeler tarafından, 2002 yılı itibariyle 5 milyar m³ su şebeke ile dağıtılmak üzere çekilmiştir. Çekilen suyun % 39,3'ü barajlardan, % 29’u kuyulardan, % 26,3'ü kaynaklardan, % 2,6'sı akarsulardan, % 1,8'i göllerden ve % 1'i göletlerden temin edilmektedir. Türkiye genelinde toplam nüfusun % 85’i içme ve kullanma suyu şebekesine sahiptir. Bu oran belediyelerde % 93’e ulaşmakta olup bunların da % 4’ünde içme suyu arıtma tesisi vardır. 16 büyükşehir belediye nüfusunun yaklaşık % 97’sine içme ve kullanma suyu şebekesi ile hizmet verilmektedir. Genel anlamda ise yıllık kişi başına düşen 75 metreküp (m³) içme suyu tüketimi ortalaması 100 m³ olan Avrupa’daki değerin altındadır (Anonim 2002a). 71 Türkiye su kaynakları bakımından önemli bir potansiyele sahip olmakla birlikte bu potansiyeli su zengini olarak nitelenebilecek boyutta değildir. Akarsular, barajlar ve göller evsel ve endüstriyel atık sularıyla kirlenmekte, buralardan tarımsal amaçla sulamalar sonucunda, insan ve çevre sağlığına önemli zararlar verilmekte, topraklarda telafi edilemeyecek bozulmalar görülmekte ve su havzaları kirlenmekte, netice olarak da su kaynakları elden çıkmaktadır. Bir çok ülkede tarım topraklarını ve su havzalarını korumayı amaçlayan tedbirlerin çok önceden alınmaya başlamasına karşılık, bugün hala Türkiye’de tarım arazilerinin büyük bir savurganlıkla kullanıldığı görülmektedir. Anayasa’nın 12 maddesi, 45 yasa maddesi, 40 civarında tüzük ve yönetmelik; toprak ve su kaynaklarının yönlendirilmesi ile ilgili sorumluluk, görev ve yönetimleri belirlemektedir. Ancak bu kadar mevzuatı uygulamada görevli kurum ve kuruluşlar ile bunların hiyerarşik yapıları o kadar karmaşık bir hal almıştır ki içinden çıkılamaz bir ortam yaratılmıştır (www.suhavzalari.net). Bu nedenlerden dolayı Türkiye’de son dönemde su yönetimi konusunda gözlenen yeni eğilim, bu hizmetlerin sunumuna yerel yönetimlerin yanı sıra özel kesiminde katılması; “yap-işlet-devret” ve “kamu-özel sektör ortaklığı” gibi modellerin gelişmesidir. Tarımsal sulama için de benzer şeyleri söylemek söz konusudur. Daha önce DSİ ve Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün üstlendiği bu hizmetlerin sunumuna son dönemde yerel yönetim birlikleri de katılmaya başlamıştır. Yerel yönetim birlikleri genellikle özel şirketler aracılığıyla tarımsal sulama hizmetlerini yerine getirmektedir. Su havzalarının korunmasına yönelik olarak 5216 sayılı kanunla Büyükşehir belediyelerine de sorumluluklar verilmiştir. Bu konuda olumlu gelişmelerde yaşanmakta olup en önemlisi İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin içme suyu havzalarındaki çalışmalardır. İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından 1992 yılında yayımlanan Havza Koruma Yönetmeliği gereğince çıkartılan Havza Yıkım Yönetmeliği ve Havza Yıkım Yönergesi doğrultusunda İzmir ilinin içme suyu kaynakları olan Tahtalı, Çamlı, Balçova Barajı Koruma alanlarında ve diğer içme suyu havzalarında konutların, endüstri tesislerinin, kaçak yapıların ve tarımsal faaliyetlerin tespitleri yapılmakta ve gerekli önlemler alınmaktadır. Bu doğrultuda havza çevresinde kamulaştırma çalışmaları yapılarak havza çevresi ağaçlandırılmış, havza alanı içersindeki koruma alanında bulunan beldelerin evsel lağım suyu ile ağaç ve metal 72 işyerlerinin arıtma çıkış sularının havza dışına taşınması ve mutlak koruma alanında hayvan otlatma, kaçak tarım yapma gibi ihlalleri engellemek amacıyla alanın etrafının çitle çevrilmesi sağlanmıştır. Ayrıca yine İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından havza çevresindeki bölge halkına yönelik olarak su kullanmadan yapılacak tarımla baraj suyunun kirlenmesinin önlenmesi, elde edilen ürünlerin pazarlanarak bölge çiftçisinin yaşam standardının yükseltilmesi ve su koruma bilincinin yükseltilmesini amaçlayan Organik Tarım Projesi hayata geçirilmiştir (www.izsu.gov.tr). b) Altyapı ve Kentsel Atık Su: İller Bankası dışında, belediyeler büyük projelerini finanse etmek için dış kaynaklardan (merkezi hükümet garantisi ile) borç alabilmektedir. Altyapı yatırımlarında özel sektörün masraflara katkısı çok sınırlı düzeydedir. 1970’li yıllarda İller Bankası tarafından 11 kanalizasyon sistemi tesis edilmiştir. 1980’li yıllarda yeni oluşturulan Su ve Kanalizasyon İdareleri tarafından büyükşehir belediyelerinde 75 adet kanalizasyon sistemi gerçekleştirilmiştir. 2002 yılı belediye kanalizasyon istatistiklerine göre 3215 belediyeden 2060 tanesine kanalizasyon hizmeti verildiği tespit edilmiştir. Bu değer belediye nüfusunun % 78,4’üne tekabül etmektedir. Türkiye’de 3215 tane belediyenin 44 tanesinde fiziksel, 65 tanesinde biyolojik, İstanbul, İzmir ve Denizli olmak üzere 3 tanesinde de ileri arıtma tesisi mevcuttur. Yine aynı yıl itibariyle kanalizasyon hizmeti veren belediyeler tarafından, 2,91 milyar m³ atıksuyun % 42,9’u akarsu, % 37,7’si deniz, % 4,2’si baraj, % 3,4’ü arazi, % 2,7’si foseptik, % 2,9’u göl, % 0,7’si zerzemin ve % 5,5’i diğer alıcı ortamlara deşarj edilmiştir. Kanalizasyon şebekesinden deşarj edilen 2,91 milyar m³ atıksuyun 1,38 milyar m³'ü atıksu arıtma tesislerinde arıtılmıştır. Arıtılan atıksuyun % 56,3'üne biyolojik, % 30,2'sine fiziksel ve % 13,5'ine ileri arıtma uygulanmıştır (Anonim, 2002a). Türkiye’de toplam nüfusun % 50’sinin yaşamış olduğu belediyelerde arıtma tesislerinin mevcut olduğu söylenebilir. Arıtma tesisine sahip bu şehirler arasında en önde İstanbul, Ankara, Bursa, İzmir, Aydın, Muğla, Antalya, Mersin, Adana gibi şehirler gelmektedir. Arıtma tesisi bulunan belediye sayısı 210’dur (Balman 2002). 73 Kentsel atık sularla ilgili Türkiye’nin yasal düzenlemeleri AB’nin 1991 Kentsel Atıksu Arıtma Talimatı’na yakın olmasına rağmen nüfusu 2000’in üzerinde olan bütün belediyelerin atıksularını toplama konusunda açık bir zorunluluk getirilmemiştir. İzin verilebilir en yüksek biyokimyasal oksijen ihtiyacı konsantrasyonu Türkiye mevzuatında iki kat daha yüksektir ve kentsel atık su deşarjlarında toplam azot ve fosfor konsantrasyonları için sınır değerler yoktur. 26.04.2006 tarih 5491 sayılı Kanunla Çevre Kanunu’na eklenen Geçici 4. maddeye göre atıksu arıtma ve evsel nitelikli katı atık bertaraf tesisini kurmamış belediyeler ile halihazırda faaliyette olup, atıksu arıtma tesisini kurmamış organize sanayi bölgeleri, diğer sanayi kuruluşları ile yerleşim birimleri, bu tesislerin kurulmasına ilişkin iş termin planlarını kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde Çevre ve Orman Bakanlığı’na sunmak zorundadır. İş termin planının Bakanlığa sunulmasından itibaren; belediyelerde nüfusu, 100.000’den fazla olanlarda 3 yıl, 100.000 ile 50.000 arasında olanlarda 5 yıl, 50.000 ile 10.000 arasında olanlarda 7 yıl, 10.000 ile 2.000 arasında olanlarda 10 yıl, organize sanayi bölgeleriyle bunların dışında kalan endüstri tesislerinde ve atıksu üreten her türlü tesiste 2 yıl içinde işletmeye almak zorundadır. Yine aynı maddeye göre atıksu altyapı ve katı atık bertaraf tesisi kurma yükümlülüklerini belirtilen süre içinde yerine getirmeyen kurum ve kuruluşlara; belediyelerde nüfusu 100.000’den fazla olanlara 50.000 Yeni Türk Lirası, 100.000 ile 50.000 arasında olanlara 30.000 Yeni Türk Lirası, 50.000 ile 10.000 arasında olanlara 20.000 Yeni Türk Lirası, 10.000 ile 2.000 arasında olanlara 10.000 Yeni Türk Lirası, organize sanayi bölgelerinde 100.000 Yeni Türk Lirası, bunların dışında kalan endüstri tesislerine ve atıksu üreten her türlü tesise 60.000 Yeni Türk Lirası idari para cezası verileceği hükme bağlanmıştır. c) Endüstriyel Atık Su: Türkiye’de mevcut duruma göre 25 kişiden daha fazla istihdamı olan şirketlerin dörtte biri atık su arıtma tesisine sahiptir (Balman 2002). Bu şekilde donanımı olan şirketlerin yaklaşık yarısı Marmara havzasında yer almaktadır. Arıtımın % 80’inden fazlası birincil, % 15’i ikincil (biyolojik) ve % 5’ten daha azı ileri arıtmadır. Kapalı veya yarı 74 kapalı körfezlerde ve İzmir Körfezi gibi girintilerde atık su, biyolojik arıtmayı takiben derin deniz deşarjı ile denize verilmektedir. Devlet işletmelerinden gelen atık suyun dörtte üçü arıtma olmaksızın deşarj edilmektedir. Bu değer özel sektör için % 46’dır. Bununla birlikte toplam yük (kamu ve özel sektör) yönünden ölçüm yapıldığında sanayi atık suyun % 75’i arıtma yapılmadan (çoğunlukla denize ve daha az oranda ırmaklara), % 20’si arıtmadan sonra ve kalan % 5’i ön arıtmadan sonra (çoğunlukla nehirlere ve daha az oranda şehir kanalizasyonuna) boşaltılmaktadır. Çalışan sayısı 25’ten az olan firmaların yarısı yüksek oranda kirletici olan tekstil/giyim/deri ve metal ürünleri/makine/donanım gibi alt sektörlerde, üçte biri ise yiyecek/içecek/tütün ve orman ürünleri/mobilya sektörlerinde faaliyet gösterdiğinden, önemli bir atık su kirliliği sorununa neden olmaktadır. Bu şirketlerin yalnızca üçte biri küçük sanayi bölgelerinde, % 1.4’ü ise organize sanayi bölgelerinde bulunmaktadır. Türkiye’de 216 adet organize sanayi bölgesi mevcuttur. Bunlardan 59 adet organize sanayi bölgesi tamamlanarak faaliyete geçmiş olup bunların doluluk oranı % 67’dir. Bunlardan 2 tanesi organize deri sanayi bölgesidir. Bu bölgelerden 17 tanesinde arıtma tesisi mevcut olup, 18 proje de inşaat aşamasındadır. 149 adet organize sanayi bölgesinde kuruluş çalışmaları devam etmektedir. Aynı kapsamda akarsuların organize sanayi bölgeleri açısından havza bütününde ele alınması zorunluluğu da bulunmaktadır. Gediz, Bakırçay, Büyük Menderes Nehirleri havza bazında ele alınmamaları nedeniyle organize sanayi bölgeleri gibi olumsuz etkiler, söz konusu akarsuların kirlilik sorununa temel oluşturmuştur (Anonim 2006d). d) Evsel Katı Atıklar: En genel tanımıyla katı atık hammaddelerin çıkarılması, işlenerek ürüne dönüştürülmesi ve tüketilmesi sonucunda oluşan maddelerdir (Anonim 1991). Türkiye’de tarım, ormancılık ve inşaat sektöründen kaynaklanan katı atıklarla ilgili bir çalışma yapılmadığından toplam katı atık miktarı hakkında bir veri bulunmamaktadır. Eldeki veriler yalnızca belediyelere ve imalat sanayi işyerlerine ilişkin sayılardan oluşmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2004 yılı Belediye Katı Atık İstatistikleri Anketi sonuçlarına göre, 3215 belediyeden 3018’inde katı atık hizmeti verilmektedir. 2003 yılı yaz mevsiminde 12,86 milyon ton, kış mevsiminde 13,26 milyon ton olmak üzere yıllık 75 26,12 milyon ton katı atık toplanmıştır. Bu sonuçlara göre kişi başı günlük katı atık miktarı ortalaması 1,38 kg’dır. 2003 yılında katı atık hizmeti veren belediyelerden toplanan 26,12 milyon ton katı atığın % 45,3'ü belediye çöplüğünde, % 28,5'i düzenli depolama sahalarında, % 15,2'si Büyükşehir Belediyesi çöplüğünde, % 2,9'u başka belediye çöplüğünde, % 2,3'ü gömülerek, % 1,2'si kompost tesislerinde, % 1,0'ı açıkta yakılarak, % 0,9'u dereye ve göle dökülerek bertaraf edilmiştir (Anonim 2002a). Türkiye’de katı atık sorununa çözüm olarak en sık başvurulan yöntem, çöplerin uygun görülen bir alana yığılmasıdır. Düzenli depolama, kompostlaştırma, yakma yada geri kazanma yöntemleri yaygın değildir. Mevcut verilere göre, evsel katı atıklar içindeki geri kazanılabilir atıkların oranı % 15’tir. Çöp depolama alanları için yer seçimi de önemli sorunlardan biri olarak göze çarpmaktadır. Türkiye’de çöp alanlarının % 93’ü dere yataklarında kurulmuştur (Anonim 2002a). Düz araziye göre, daha uzun süre sorun çıkarmadan kullanılabildiği, buralar için kamulaştırma yapmaya gerek kalmadığı, kısacası ucuz ve kolay bir yöntem olduğu için bu yola başvurulmaktadır. Büyük kentlerde yerleşim yerlerinin içinde kalan büyük çöp depolama alanları da konunun bir başka boyutunu oluşturmaktadır. Çöplerin herhangi bir işleme tabi tutulmaksızın boş alanlara dökülmesinin türlü sağlık ve çevre sorunlarına yol açtığı, kimi zaman da yangınlara, patlamalara neden olduğu bilinmektedir. Tehlikeli atıklar, hastane atıkları ve özel nitelikli katı atıklar da önemli sorunlar yaratmaya devam etmektedir. Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliği ve Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliği gereği gibi uygulanmamakta, kimi zaman hastane atıkları evsel atıklarla birlikte toplanmaktadır. Tıbbi atık yakma üniteleri yeterli sayıda değildir. Son dönemde İzmit, İstanbul ve Ankara gibi kimi büyükşehir belediyelerinde gelişmeler olmuşsa da Türkiye geneli için aynı şeyi söylemek olanaklı değildir (Anonim 2002a). e) Çevre Planları: Türkiye’de kentlerin kullanma izni almadan yapılaşma oranının % 70’lere yaklaştığı düşünülürse, yasa dışı yapılaşmış bu alanlarda yasal olarak bir gereklilik olan elektrik, su ve kanalizasyon hizmetlerinin sunulmaması kaçak yapılaşmayı önleyici bir yaptırım olmaktan çok bu bölgelerde yaşayan insanların sağlık sorunlarıyla yüz yüze gelmesine 76 yol açabileceği kaçınılmaz bir gerçektir (Anonim 2006a). Bu ikilem içinde getirilen önlemler, çoğu kez yeni kentsel çevre sorunlarına yol açabilmektedir. Çevre düzeni planları ki Türkiye’nin planlı döneme geçmesinin üzerinden 40 yıldan daha fazla bir süre geçmiş olmasına rağmen 1960’lardan bu tarafa çevre düzeni planları noktasında yapılan bütün çalışmaların karşılığında ancak ülkenin yerleşim, imar ve iskana açık alanlarının % 5’inde çevre düzeni planı yapılabilmiştir (www.spo.org.tr). Bu en verimli tarım topraklarının yerleşim ve sanayiye kaptırılması demektir. Bu alüvyonlu alanların, hiçbir zaman konut ve fabrika yapılmayacak alanlara yapılan yatırımların bir deprem felaketinde, bir heyelanda veya bir selde nasıl elden çıkıp gideceğini göstermektedir. Çevre düzeni planlarının gecikmiş olmasının faturalarından birisi 1999 yılında yaşanılan Marmara depremiyle onbinlerce insanın canıyla ödenmiş olmasıdır. f) Hava Kirliliği: Türkiye’de bazı sanayi bölgeleri yanında hava kirliliği büyük şehirlerde son yıllarda ciddi bir sorun olarak görülmektedir. Ancak kentsel hava kalitesi ile ilgili bilgiler sınırlıdır. Çünkü şehirlerin çoğunda sadece partikül madde ve kükürt dioksit ölçümleri düzenli olarak yapılmaktadır (Anonim 2002a). Türkiye'nin evsel kullanım için tüketilen ana enerji kaynakları petrol, linyit ve odundur ve en çok bunlar hava kirliliğinden sorumludur. Türkiye'de hava kirliliği genel olarak kalitesiz yakıtların ısıtmada kullanıldığı konutlardan, çeşitli endüstriyel tesislerden ve motorlu araçlardan kaynaklanmaktadır. Türkiye’de linyit rezervlerinin zengin olmasına rağmen, düşük vasıflı olması ve hiçbir iyileştirme işlemi yapılmadan ısıtıcılarda kullanılması, bunun yanında yakma tekniklerine uygun olmayan yöntemlerle sanayide ve konutlarda yakılması hava kirliliğinin en önemli sebeplerinden birini oluşturmaktadır. Sanayiden kaynaklanan hava kirliliği temelde yanlış yer seçimi, yeterli teknik tedbirler alınmadan katı atık, gaz ve tozların atmosfere bırakılması, yanlış, eski veya eksik teknolojilerin seçiminden kaynaklanmaktadır. Kentlerde yoğun nüfus artışı sonucu oluşan plansız çarpık kentleşme, ısıtmada kullanılan yakıtın niteliği, yapı biçimi ve ölçülerindeki değişmeler, kent trafik yoğunluğu, bu alanda hava kirliliği oluşturan önemli sebeplerdir (www.cmo.org.tr). Son yıllarda bu nedenlerden kaynaklanan hava kirliliği başta Kütahya, Muğla (Yatağan), Kayseri, Erzurum, Denizli, Uşak, Yozgat, Çanakkale (Çan), 77 Edirne, Balıkesir, Diyarbakır ve Sivas illerinde önemli boyutlardadır (Anonim 2002a). Yakıt kalitesinin iyileştirilmesine yönelik çalışmalar sürdürülürken, 1987 yılında Rusya’dan alınan ve Bulgaristan üzerinden Türkiye’ye bağlanan doğalgaz projesi ile İstanbul, Kocaeli, Bursa, Eskişehir ve Ankara gibi büyük ve önemli kentlerde gerek evsel ısınmada gerekse sanayide kullanım yaygınlaştırılmış olup, sonrasında yapılan Rusya-Karadeniz-Samsun ve İran-Doğubeyazıt-Erzurum doğalgaz boru hatlarıyla da Türkiye’de kullanılan doğalgaz miktarında önemli bir artış olmuştur. Türkiye’de hava kirliliğini ve hava kalitesi yönetimini düzenleyen temel hukuki araç, 02.10.1986 tarih 19269 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği’dir. Yönetmelik 17 kirletici parametre için hava kalitesi sınır değerlerini, 2 kirletici için hedef değerleri ve uyarı kademeleri ile uyarı kademelerine ulaşıldığında alınacak tedbirlerin yanı sıra ölçüm ve analizle ilgili diğer birçok hususu ele almaktadır. Yönetmelik sanayi tesisleri ve prosesler için bir emisyon izin sistemi getirmektedir (Anonim 1986b). Hava kalitesi ölçümleri bütün ülke çapında gerçekleştirilmekte olup, kapsamlı bilgi sadece 2 kirletici ile sınırlıdır. Hava kalitesi izlemesi Sağlık Bakanlığı il teşkilatları tarafından gerçekleştirilmekte, izleme sonuçları TÜİK tarafından yayımlanmaktadır. İzleme sonuçları aynı zamanda Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından yıllık olarak değerlendirilmekte ve iller hava kirliliğinin önlenmesi ve kalitesinin iyileştirilmesi konusunda politikalar geliştirilebilmesi için sınıflandırılmaktadır. Büyük şehirlerde hava kirliliği ısınma nedeniyle özellikle kış sezonunda önem kazanmaktadır. g) Gürültü Kirliliği: Gürültü kirliliği yapısı gereği kentsel olan ayrı bir sorun alanı oluşturmaktadır. Türkiye'de trafik ilk başta gelen gürültü kaynaklarındandır. Bunu inşaat işlerinden, sanayi kaynaklı gürültüden, hava trafiğinden ve demiryolu trafiğinden kaynaklanan gürültü izlemektedir. Özellikle büyük şehirlerde son 20 yıl içersinde büyük sorun teşkil eden gürültünün yarattığı rahatsızlıklar Çevre Kanunu’nda ele alınan temel konulardan birini oluşturmuştur. Bu konudaki temel hukuki düzenleme olan 1986 yılında çıkarılan Gürültü Kontrol Yönetmeliği yerleşim yerleri için gürültü düzeyleri, tren yolları, 78 havaalanları, sanayi ve inşaat alanlarında izin verilebilecek azami değerleri ve motorlu taşıtlar gibi dışarıda kullanılan makinelerden kaynaklanan gürültü emisyon değerlerini belirlemekte ve gürültünün azaltılması için kentsel planlama prensiplerini ortaya koymaktadır (Anonim 1986a). Gürültü Kontrol Yönetmeliği 2005 yılında revize edilerek 01.07.2005 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Revizyon özellikle yetkili mercilerin tanımlanması, izleme, akreditasyon ve belgelendirme işlemleri ile ilgili AB direktiflerinin bütün bileşenlerini kapsamaktadır. 4.8 Bir Yerel Yönetim-Çevre İlişkisi Örneği Olarak Ankara Büyükşehir Belediyesi Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı İmparatorluğu’ndan merkeziyetçi bir yönetim yapısı devralmıştır. Cumhuriyet dönemi belediyeciliğini etkileyen düzenlemelerin başında Anayasalar gelmektedir. Ankara’nın 13 Ekim 1923’te başkent olması ve yeni kurulan ülkeye örnek bir kent yaratma düşüncesi ve çabası ile imar faaliyetleri hızlanmıştır. Bu yönüyle de Ankara, belediyecilik açısından önemli bir şehir olmuş, öncelikle 16.02.1924 tarihinde 417 sayılı Kanun ile Ankara Şehremaneti kurulmuştur (Tankut 1990). Ankara Şehremaneti 1924-1930 yılları arasında çok önemli görevler üstlenmiştir. Bu dönemde bataklıklar kurutulmuş, kamulaştırmalar yapılmış, yapı malzemeleri için fabrikalar açılmış, çalışan işçilerin konut ihtiyacı giderilmiş gaz deposu, un fabrikası ve fırınlar yaptırılmış, Ankara’nın imar planı için bir yarışma düzenlenmiştir. Şehremaneti Kanunu 1930 yılında çıkarılan 1580 sayılı Belediye Kanunu ile yürürlükten kaldırılmıştır. 1580 sayılı Kanun günümüze kadar çeşitli değişiklikler geçirmekle birlikte son olarak 09.07.2004 tarihinde 5215 sayılı Belediye Kanunu şeklinde güncelleştirilerek bugünkü belediyelerin görev, yetki ve sorumluluklarını belirleyen temel kaynak olmuştur. 23.03.1984 tarihinde kabul edilen Büyükşehir Belediyelerinin Kuruluşu Hakkındaki 195 sayılı KHK ile Ankara Belediyesi, Büyükşehir Belediyesi statüsüne kavuşmuştur. Adı geçen kararname 09.07.1984 tarihinde 3030 sayılı yasa ile değiştirilmiştir. Bu Kanun’da 10.07.2004 tarihinde 5216 sayılı Kanunla Büyükşehir Belediyesi Kanunu’na dönüştürülmüştür. Günümüzde Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin çevre ile ilgili faaliyetleri doğrudan yada dolaylı olarak Çevre Koruma Kontrol Daire Başkanlığı, İmar ve Şehircilik Dairesi 79 Başkanlığı, Fen İşleri Dairesi Başkanlığı, Emlak ve İstimlak Dairesi Başkanlığı ile Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi (ASKİ) Genel Müdürlüğü aracılığı ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun Büyükşehir Belediyesinin görev, yetki ve sorumluluklarını düzenleyen 7. maddesine dayanılarak yürütülmektedir. Başlıca sorumluluk alanı çevre olan Çevre Koruma Kontrol Daire Başkanlığı’nın görevleri arasında, yıllık ve beş yıllık planlarda yapılması öngörülen ve onaylanarak programlara alınan yeşil alanların (park, çocuk bahçesi, spor alanları, açık yeşil alanlar, yaya bölgeleri, piknik alanları, mezarlıklar, vb.) peyzaj mimarlığı ilkeleri doğrultusunda tasarımı ve uygulamasını yapmak ya da yaptırmak; daha önce düzenlenmiş yeşil alanların bakım ve onarımının, gerekirse revize planlar hazırlayarak tatbikatının yapılmasını sağlamak; uygulama alanlarında kullanılacak bitkilerin üretimi için fidanlıklar, seralar kurulmasını, geliştirilmesini ve işletilmesini sağlamak; yeşil alan düzenleme, bakım ve onarımı için gerekli her türlü araç, gereç, makine ve damızlık ile tarımsal koruma ekipmanları ve ilaçların teminini sağlamak, hastalık ve zararlılarla mücadele etmek; cadde ve bulvarları süpürmek yıkamak, çöplerin konteynırlarda toplanarak alınmasını sağlamak, temizlik araçlarının giremediği yerlerde işçi marifeti ile temizlik yapmak ve kış aylarında araç ve ekipleriyle karla mücadele çalışmalarına katılmak sayılabilir. Fen İşleri Dairesi Başkanlığı’nın çevreyle ilgili en önemli görevi çöp arıtma tesisleri inşa etmek ve işletmektir. İmar ve Şehircilik Dairesi Başkanlığı’nın görev alanına giren toplu yerleşim alanları, gecekondu önleme bölgeleri, organize sanayi bölgeleri, parklar ve yeşil alanlar üretmek; Emlak ve İstimlak Dairesi Başkanlığı da imar planları gereği yol ve yeşil alanlar için istimlak yapmak suretiyle çevreyle dost kentleşmeyi sağlamak açısından çevreyle ilgili dolaylı görevleri olan birimlerdir (www.ankara.bel.tr). Söz konusu başkanlıklar aracığıyla Ankara’da çevreyle ilgili yürütülen faaliyetler ve bu konularda yaşanılan aksaklıklar aşağıda sıralanmıştır: a) İçme Suyu: 1984 yılında oluşturulan Büyükşehir Belediye yöntemine uygun olarak yeniden organize edilen Ankara Sular İdaresi Umum Müdürlüğü ASKİ Genel Müdürlüğüne dönüştürülmüştür. ASKİ Genel Müdürlüğü 21.11.1981 tarih ve 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun’a 80 3305 sayılı Kanunla eklenen 4. ek madde ve Bakanlar Kurulu’nun 11.3.1987 tarih ve 87/11594 sayılı Kararı’nın 1.maddesi ile Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı olarak kurulmuş müstakil bütçeli ve kamu tüzel kişiliğine haiz bir kuruluştur. ASKİ Genel Müdürlüğü Kuruluş Kanunu’nun 4. maddesinde yer alan “ASKİ Genel Müdürlüğü, Ankara Büyükşehir Belediyesi sınırları içinde kuruluş kanununda belirtilen su ve kanalizasyon işlerini yapmakla görevli olup…” ve Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 7. maddesinin (r) fıkrasında yer alan “Su ve kanalizasyon hizmetlerini yürütmek, bunun için gerekli baraj ve diğer tesisleri kurmak, kurdurmak ve işletmek; derelerin ıslahını yapmak; kaynak suyu veya arıtma sonunda üretilen suları pazarlamak” hükümlerine istinaden Ankara Büyükşehir Belediyesi adına bu görevleri yapmakla yükümlüdür (www.aski.gov.tr). Ankara'ya içme suyu sağlayan 7 adet baraj vardır. Bu barajlardan Çubuk-I ve Bayındır barajları kirlenme ve kapasite düşüklüğü nedeniyle kullanımdan çıkarılmıştır. Halen çalışmakta olanlar ise Çamlıdere, Kurtboğazı, Eğrekkaya, Çubuk-II ve Akyar Barajları’dır (Anonim 2005a). Gecekondulaşmanın da etkisiyle Ankara'nın hızla artan nüfusu 1960'larda su sorununu dayanılmaz duruma getirmiştir. Türkiye’de bir su kaynağının ne kadarının sulamaya, elektrik üretimine veya kullanma suyuna tahsis edileceğine merkezi idare karar vermektedir. Su kaynaklarının yönetimi Devlet Su İşleri'nin görevidir. 1968 yılında çıkartılan 1053 sayılı Belediye Teşkilatı Olan Yerleşim Yerlerine İçme, Kullanma ve Endüstri Suyu Temini Hakkındaki Kanunla büyük kentlerin su sorunlarının çözümünde, devlete yani DSİ'ye de görev verilmiştir. Yasa uyarınca kentlerin içme suyu temini için projelendirmeyi ve bir kısım yapımı DSİ gerçekleştirmekte, maliyeti ise yerel yönetimlerden alınmaktadır. Görevi gereği, 1968 yılında DSİ bir mastır planı hazırlamıştır. Söz konusu planla Ankara'nın 1970-2020 yılları arasındaki 50 yılı planlanmıştır. Plan gereğince önce Ankara'nın nüfus artışı ve su gereksinimi hesaplanmış, buna bağlı olarak da hangi barajların hangi yıllarda devreye girmesi gerektiği açıklanmıştır. Plana göre 1974 yılında Kurtboğazı Barajı devreye girmiştir. Mastır planı uyarınca 1978'de devreye girmesi gereken Çamlıdere Barajı, Ankara'ya susuz günler yaşatıp, ancak 1985'te, İncegez Barajı yerine yapılan Eğrekkaya Barajı 1992'de, Akyar Barajı ise 2000'de devreye girebilmiştir. 1964 yılında yapılmış olan Çubuk-II Barajıyla beraber toplam beş barajın kapasitesi 1 milyar 475 milyon m³ 81 olmuştur. Ankara'nın yıllık su ihtiyacı 420 milyon m³ olup, günde 1,2 milyon m³ su verilmektedir (Anonim 2005a). Ancak bu barajların doluluk oranı 2007 yılında % 5 seviyesine düştüğü için Ankara’da önemli bir susuzluk problemi yaşanmıştır. DSİ’nin 1970-2020 yıllarını kapsayan mastır planında yer alan Gerede Işıklı suyunun getirilmesi projesi maliyet bakımından pahalı bulunmuş, Kızılırmak'tan su getirilmesi projelendirme çalışmaları acele olarak tamamlanmıştır. Kızılırmak suyunun sağlık açısından çeşitli riskler oluşturduğu spekülasyonlarının gündeme geldiği günlerde Kimya Mühendisleri Odası, Çevre Mühendisleri Odası ve Ankara Tabip Odası işbirliği ile oluşturulan araştırma heyetinin Kızılırmak-Kesikköprü suyundan aldıkları numunenin Ortadoğu Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü’nde yapılan tahlili sonucunda Kızılırmak suyunda sülfat, sodyum ve klorür miktarı Dünya Sağlık Örgütü ve Sağlık Bakanlığı’nın belirlediği sınırların üzerinde çıktığı ve ayrıca bu değerlerin İvedik Arıtma Tesisi’nde kullanılan teknoloji ile aşağı çekilemeyeceği, zararlı maddelerin arıtılamayacağı tespit edilmiştir (www.kmo.org.tr/ankara/). Böylece aynı mastır planında 2030 yılı için öngörülen ve aynı zamanda sağlık yönünden de çekincelerin anlatıldığı Kızılırmak suyu Ankara’nın susuzluğu için kurtuluş olarak sunulmuştur. Ankara deniz, göl, nehir gibi su kıyısına kurulmamış nadir kentlerden biridir. Bir iki dere hariç Ankara'da akar hiçbir su yoktur. Ancak eski Ankaralılar bilimi kullanarak su sorununu çözmüşlerdir. Ankaralılar bundan 1800 yıl önce Ulus'taki imparatorluk standardındaki Roma Hamamı'na Elmadağ'dan künklerle su taşımışlardır (Anonim 2005a). Bentderesi ismini veren bendin arkasında su toplayıp kaleye su çıkarmışlardır. Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 7. maddesinin (i) fıkrası ve ASKİ Havza Koruma Yönetmeliği gereklerince Ankara’nın su havzalarının korunmasından sorumlu olan Ankara Büyükşehir Belediyesi bu önemli görevini tam anlamıyla yerine getirmemektedir. Söz konusu Yönetmelikle içme ve kullanma suyu temin edilen yüzeysel ve yer altı su kaynaklarının evsel, endüstriyel, tarımsal ve her türlü hayvancılık faaliyetlerinden kaynaklanan atık sular ile kirlenmesini önlemek için bu kaynaklar etrafında bulunan; mutlak, kısa, orta ve uzun mesafeli koruma alanlarında alınacak tedbirlerle su kaynağının ve toplum sağlığının korunması gerekirken bugüne kadar defalarca çıkartılan imar aflarıyla su havzalarının kirlenmesine zemin oluşturulmuştur. 82 Kentsel alanda kamu alanlarının bir anlamda yağmalanması demek olan imar affı, özellikle seçim dönemlerinde gündeme getirilen sık sık başvurulan bir yöntem olmakta, kent çevresinde yeni ve kirli yapılaşmanın yanı sıra su havzalarının kirlenmesine neden olmaktadır. Eymir Gölü havzası başta olmak üzere Ankara’nın içme suyu ihtiyacını karşılayan havzaların etrafı yavaş yavaş işgal edilme durumuyla karşı karşıyadır. Son dönemde İçişleri ile Bayındırlık ve İskan Bakanlıkları’nın hazine, orman ve belediye arazileri üzerine kurulmuş konutlara belirli bir bedel karşılığında tapu verilmesine yönelik bir hazırlık içinde olması, olası bir imar affıyla bu havzaların etrafındaki yapılar legal hale getirilmesi anlamı taşımakta; bu da mevcut havzalardaki kirlilik probleminin kaçınılmaz olacağını göstermektedir. Ankara’da su havzalarının kirlenmesine yönelik olarak bir diğer örnek Çubuk, Bayındır, Çamlıdere ve Işıklı Barajı havzalarının ortasından yapılan tüm uyarılara rağmen Ankara-İstanbul otoyolunun geçirilmiş olmasıdır. Otoyoldaki trafik nedeniyle kanser yapan hidrokarbonların yanı sıra, metal ve ametal oksit gibi kirleticilerin baraj suyu içerisine girdiği tahminden öte bilimsel bir gerçektir. Çubuk-I ve Bayındır Barajları’nın kirlilik nedeniyle elden çıkmasında imar afları kadar önemli olan faktörlerden birisi de budur (Anonim 2005d). b) Atık Su: Ankara Büyükşehir Belediyesi 1980’li yılların sonunda, Ankara halkının ve çevresinin sağlığını doğrudan etkileyerek hastalıklara neden olan atıksu kirliliği konusunda çevre koruma önlemlerinin geliştirilmesi ihtiyacını saptamıştır. Bunun sonucunda ASKİ 1988 yılında evsel ve endüstriyel atıksularla ilgili olarak başlattığı atıksu kirliliği fizibilite çalışmasını 1989 yılı Ekim ayında tamamlanmıştır. Proje aşaması ve ihale ilanı sonrasında Türk-Alman Konsorsiyumu ile yapılan sözleşme 1992 yılında imzalanmıştır. Ankara Merkezi Atıksu Arıtma Tesisi beş yıllık inşa dönemi sonunda 1 Ağustos 1997 tarihinde işletmeye açılmıştır. Atıksu Arıtma Tesisi, günde 765.000 m³ atıksu arıtma kapasitesi ile aktif çamur prosesi bazında projelendirilerek inşa edilmiştir. Tesisin genişletilmesi 2025 yılında yaklaşık 6 milyon eşdeğer nüfusa hizmet verebilecek kapasitede olup, azot ve fosfor giderimi ünitelerinin eklenmesine uygun şekilde yapılmıştır. Şehrin atıksu kollektör sistemi, atıksu arıtma tesisinin inşası ile paralel şekilde yapılmıştır. Bu kollektör sisteminin tamamlanması sonrasında şehir nüfusunun 83 % 98’i kanalizasyon şebekesine bağlanmış olacaktır (Anonim 2005a). Arıtma tesisinin 1997 yılı Ağustos ayında işletmeye alınmasından önce Ankara Çayı ve Sakarya Nehri’ne dökülen bütün evsel atıksular ile endüstriyel atıksuların neredeyse tamamı arıtılmadan sisteme karışması sonucunda Ankara Çayı’ndaki biyokimyasal oksijen ihtiyacı konsantrasyonu ortalama 145 mg/l iken günümüzde 8 mg/1’nin civarındadır. Arıtmanın esas amacı, alıcı su havzalarındaki su kalitesini yükseltmek olup Sakarya Nehri’ne arıtımdan sonra bırakılan su Sarıyar Barajı’nın gelecekteki su temini, tarımsal sulama, balıkçılık ve rekreasyon alanlarında kullanım açısından son derece önemlidir (Anonim 2005a). Ankara Atıksu Arıtma Tesisinde günlük 400 ton civarında biyokatı elde edilmektedir (Bilgin vd. 2002). Bu biyokatının değerlendirilmesine de yönelik bazı çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmalardan en önemlisi 2001 yılında ASKİ Genel Müdürlüğü Arıtma Tesisleri Daire Başkanlığı ile Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Ankara Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü arasında düzenlenen protokolle arıtma tesisine ait biyokatının değerlendirilmesine yönelik çalışmalardır. Elde edilen bu biyokatıların nasıl değerlendirileceği konusunda problemlerin yaşandığı dönemde atıksu arıtma tesisinde ortaya çıkan katı atıkların gübre değeri, tesis çevresindeki tarım alanlarında özellikle de yeni tesis edilen çim alanlarında kullanımı, erozyon önleme için eğimli arazilerde kullanımının yüzey akışı ve toprak kayıplarına etkisi ile arıtılmış atık suyun sulama suyu olarak kullanımı konularında araştırmalar yapılmıştır. Uzun süreli araştırma bulgularının eksikliği gibi olumsuzluklara rağmen sözkonusu çalışma biyokatıların arazide kullanımı ve potansiyel çevre kirletici olmaktan çıkarılmasında olumlu sonuçlar ortaya koymuştur. 1997-2005 yılları arasında tesiste gelişigüzel depolanan ve talep eden çiftçilere özellikle çayır ve çim tesisi için verilen arıtma çamurları 2005 yılında Ankara’da görülen kolera salgınından sonra ve yine aynı yıl yayımlanan Toprak Kirliliğini Kontrol Yönetmeliği gereğince Büyükşehir Belediyesi Sağlık İşleri Dairesi Başkanlığı’nca kullanımı yasaklanmış ve depolama için Sincan Çadırtepe’deki atık depolama tesisine taşınmıştır. Söz konusu Yönetmelikle arıtma çamurlarının ve kompostun toprakta kullanımında gerekli tedbirlerin alınması esasları belirlenmiş ve kullanımları belli esaslara bağlanmıştır (Anonim 2005h). 84 c) Evsel Katı Atıklar: Mevsimsel farklara bağlı olarak miktarı ve içeriği değişmekle beraber Ankara’da günde ortalama 2500-3000 ton atık oluşmaktadır (Anonim 2006b). 5215 sayılı Belediye Kanunu’na, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’na ve 2872 sayılı Çevre Kanunu’na istinaden 1991 yılında yayımlanan Katı Atıkları Kontrol Yönetmeliği’ne göre çöp yönetimi konusundaki yetki ve sorumluluk tanımları son derece açıktır. Tüm bu yasal dayanaklar gereği büyükşehirlerde ilçe belediyeleri atıkların toplama ve taşıma süreçlerinden sorumludur. Öte yandan atıkların giderimi ve uzaklaştırılmasında büyükşehir belediyeleri sorumlu ve yetkilidir. Atık depolama, bertaraf yada kompost tesisi yapımı ve işletimi de büyükşehir belediyelerinin sorumluluk alanındadır (Aytaç 2005). Ankara’nın çöp toplama merkezi olan Mamak çöp döküm alanı 26,6 hektar büyüklüğünde olup Ankara’nın 8 merkez ilçesinden Etimesgut ve Gölbaşı dışında 6’sının çöplerinin döküldüğü bir sahadır (Anonim 2005f). Bu alanda evsel, endüstriyel ve tehlikeli atıklar rasgele depolanmaktadır. Saha her yıl Büyükşehir Belediyesince ihale edilmekte, bir müteahhit firma tarafından işletilmektedir. Katı Atıkları Kontrol Yönetmeliği’nin 18. maddesine göre belediyeler evsel katı atıklar içindeki değerlendirilebilir katı atıkları sınıflandırarak ayrı toplamak ve bunlarla ilgili tedbirleri almakla yükümlü olmasına rağmen ayrı ayrı veya sınıflandırarak toplama yapılmamakta, sadece sahada elle çöp ayrım çalışmaları yapılmakta, çalışmalar her türlü çevresel riske rağmen sağlıksızca devam etmektedir. Çöp döküm alanının çevresinin bir bölümü çit ile çevrilidir. Çöp döküm alanını çevrelemek için yetersiz olan çitlerden sahaya çeşitli noktalardan girmek olanaklıdır. Çöp kamyonlarının girdiği kapıda ise belediye görevlilerinin herhangi bir kontrolü söz konusu değildir. Sahaya getirilen atıklar tartılmamakta, katı atıktan belirli aralıklarla örnek alınarak yerinde tahliller yapılmamaktadır. Döküm yapılan alanın seçiminde de sahanın dik bir yamaç üzerine kurulması gibi önemli bir hata yapılmıştır. Nitekim, geçmiş dönemlerde katı atık yağışların da etkisiyle zamanla yamaç aşağı hareket ederek yayılmıştır. Yüksek kirletici özelliğe sahip olan sızıntı suları, depolanan atıklardan belirli bir süre boyunca akıntı yönünde kontrolsüz olarak akmaktadır. Sızıntı suyu bölgede insan ve çevre sağlığını 85 tehdit etmektedir. Bu sorunun çözülebilmesi için katı atık dökümünün durdurulması yanında rehabilitasyon çalışmasının acilen başlatılması ve keskin eğimden doğabilecek sorunların bir an önce önlenmesi gereğinden hareketle çöplüğün ıslahına yönelik çalışmalar gündeme gelmiş ve bu kapsamda 2006 yılında çalışmalara başlanarak çöplüğün bir kısmı on binlerce ton toprakla kapatılmıştır. Çöplükten sızan metan gazı için 30 kilometre yatay, 5 kilometre dikey boru döşenerek buradan çıkan metan gazları için kurulan elektrik santralleri vasıtasıyla saatte 4.2 Mega Watt elektrik enerjisi üretilmiştir. Elde edilen elektriğin yine bu alanda kurulması planlanan ayrıştırma tesislerinde kullanılacak olması çöpün değerlendirilmesi anlamında başarılı bir sonuç olmuştur. Ayrıca eğimden kaynaklanan sorunların giderilmesinde yönelik olarak alanda ağaçlandırma çalışmaları başlamış ve akasya, ladin, sedir ve selviden oluşan 4.000 adet ağaç fidanı dikilmiştir (www.mamak.bel.tr). d) Tıbbi Atıklar: 5216 sayılı Kanuna ve 22.07.2005 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliği esaslarına göre Büyükşehir Belediyesi’nin görevleri arasında tıbbi atıkların toplanması, taşınması, ve düzenli depolanması da bulunmaktadır. Ankara’nın tıbbi atıklarının bir kısmı, 1998 yılından 2001 yılına kadar Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından Sincan Çadırtepe’de bulunan tıbbi atık depolama sahasında düzenli olarak depolanmıştır. 2001 yılından bu yana ise 2001 ve 2004 yıllarında olmak üzere iki farklı firmaya ihale edilerek düzenli depolamaya devam edilmektedir. Tıbbi atıkların toplanması, taşınması ve düzenli depolanması işi 2004 Ocak ayından bu yana bir firma tarafından yürütülmekte; bahsi geçen firma, sadece tıbbi atıkların toplanması, taşınması ve düzenli depolanması süreçlerinden sorumlu olup, sahanın hazırlanması işi ise başka bir firma tarafından yapılmaktadır (Anonim 2006a). Ankara’da tıbbi atıkların ayrı toplanmaya başlamasının ardından atıklar düzenli olarak depolanarak bertaraf edilmektedir. Atıkların yakma yöntemi yerine kriterlere uygun bir şekilde gömülmesi hem daha ekonomik ve daha verimli hem de taşıdığı hava kirliliği riski nedeniyle çevre ve halk sağlığı açısından daha uygundur (Anonim 2006e). Yatırım ve işletme maliyeti oldukça yüksek olan yakma sistemleri değil Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, gelişmiş ülkelerde bile pek tercih edilmemektedir. Bu açıdan 86 bakıldığında taşıdığı çevresel riskler açısından önemli bir kirlilik kaynağı olan tıbbi atıkların Ankara’da ayrı toplanması, taşınması ve düzenli depolanarak bertaraf ediliyor olması son derece önemlidir. Türkiye’de katı atıkların bertarafı halen çok önemli bir problem olarak karşımızda durmakta, tıbbi atıklar için ise ülkede çok az sayıda tesis bulunmaktadır. Bu noktada, Ankara’da tıbbi atıkların düzenli depolanarak bertaraf edilmesi ayrıca önem kazanmaktadır. e) Çevre Planları: Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara, Cumhuriyet’in ilk yıllarından bu yana gerek stratejik, gerek politik ve gerekse sosyo-ekonomik işlevleri ile başkentliğin verdiği liderlik işlevlerini bütünleştirmeye çalışan ve ülkedeki diğer kentler için çoğu kez öncüörnek olagelmiştir (Tankut 1990). Öte yandan, 1920’li yıllardan bu yana sürekli bir planlama deneyimi ve geleneği yaşanan Ankara kentinde küresel anlamda yaşanan süreçlerin ülkesel sosyo-ekonomik yapıda oluşturduğu planlama ve beraberinde getirdiği süreçleri öteleme eğilimi, ciddi biçimde hissedilmekte ve buna koşut olarak kentsel-sosyal-ekonomik yapıdaki çöküntüleşme-erozyonlar ve ülkesel planlamaanakent yönetimi süreçlerindeki çok başlı ve karmaşık yapısı nedeniyle alışılageldiğinden farklı bir plansızlık süreci yaşanmaktadır. Son yıllarda başkentte yoğunlaşan fiziksel sorunların kaynağında, üst ölçek planlama çalışmaları sonuçlandırılmaksızın kuramsal bir çerçeve ve gelişme perspektifi yaratılmaksızın üretilmeye çalışılan günübirlik çözüm önerilerinin yattığı gözlenmektedir. Uzunca bir süredir çözüm olarak sunulan parçacı planlar ve imar affı ile birlikte uygulanan ıslah planları ile üst ölçek planların işlevsiz kılınması süreci, sürekli daha fazla iskan alanı oluşturabilmek anlamında yoğunlaşan spekülasyonlar ile birleşince, hem bir plansızlık sürecini tanımlamakta hem de plansızlıktan beslenen yeni rant eğilimlerini desteklemektedir (Anonim 2006a). Diğer taraftan mevcut yapıdaki kronikleşmiş sorunların çözümü için çağdaş kentsel politikaların uygulanamaması Ankara’nın bugününü ve yarınlarını yok etmekte, gelecek kuşakların sağlıklı bir kentte yaşama hakkını elinden almaktadır. Ülkesel imar planlamasını yönlendiren yasal ve idari süreçlerin karmaşık bir yapı göstermesi, yerel yönetimlerin konuyu gereği kadar önemsememesi ve imar planlarının olmamasından yarar sağlayan grupların baskıları 87 sonucu yıllardır bütüncül bir planlama yapılmamasının bedelleri, Ankara’da güncel yaşamı etkilemesi yanı sıra kentin geleceğine yüklediği yeni kentsel ve çevresel sorunlarla göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir boyut kazanmıştır. Oysa ki 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 7. maddesinin (b) fıkrasında Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne “Çevre düzeni planına uygun olmak kaydıyla, Büyükşehir Belediye ve mücavir alan sınırları içinde 1/5.000 ile 1/25.000 arasındaki her ölçekte nazım imar planını yapmak, yaptırmak ve onaylayarak uygulamak; Büyükşehir içindeki belediyelerin nazım plana uygun olarak hazırlayacakları uygulama imar planlarını, bu planlarda yapılacak değişiklikleri, parselasyon planlarını ve imar ıslah planlarını aynen veya değiştirerek onaylamak ve uygulanmasını denetlemek; nazım imar planının yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde uygulama imar planlarını ve parselasyon planlarını yapmayan ilçe ve ilk kademe belediyelerinin uygulama imar planlarını ve parselasyon planlarını yapmak veya yaptırmak” ve (c) fıkrasındaki “Kanunlarla Büyükşehir belediyesine verilmiş görev ve hizmetlerin gerektirdiği proje, yapım, bakım ve onarım işleriyle ilgili her ölçekteki imar planlarını, parselasyon planlarını ve her türlü imar uygulamasını yapmak ve ruhsatlandırmak, 20.7.1966 tarihli ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu’nda belediyelere verilen yetkileri kullanmak” hükümleriyle yasal yetki ve sorumluluklar verilmiştir. Ankara başkentlik işlevlerini yüklenmeye başladığı ilk yıllardan beri önemle ve kusursuz olarak imar edilmeye çalışılan bir kent olarak görülmüş ve bu doğrultuda politikalar geliştirilip, uygulamalar yapılmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda, 1924 yılında eski Ankara için gerçekleştirilip uygulanamayan ve 1925 yılında Yenişehir için yapılan planlar ardından 1927 yılında Ankara kent planı için bir yarışma düzenlenmiş ve 1928 yılında sonuçlanan yarışmayı Hermann Jansen kazanmıştır. Aynı yıl Yenişehir’in büyük kısmını içeren 400 hektarlık bir kamulaştırma yapılmış ve kentsel gelişim kamu eliyle yönlendirilmeye çalışılmıştır. Kentsel gelişim açısından olduğu kadar ülkesel planlama pratiği açısından da önemli bir aşama olan Jansen Planı ile başlayan kentin bütüncül biçimde ele alınması ve bu doğrultuda nazım planı hazırlanması gerekliliği ve geleneği 2. Dünya Savaşı sonrası yoğunlaşan göç sonrası çehresi değişen Ankara için, sonraki yıllarda da üzerinde önemle durulan ve uygulanmaya çalışılan bir tutum olagelmiştir (Tankut 1990). 88 1978 yılı için öngörülen Jansen Planı hedef nüfusuna (300.000 kişi) 1950’li yıllarda ulaşılması ve plan dışı bir çok fiziksel gelişimin kontrol edilememesi nedeniyle, yeni bir uluslararası kent planı yarışması gündeme gelmiş ve Nihat Yücel-Raşit Uybadin tarafından hazırlanan plan birinci gelerek 1957 yılında onaylanmıştır. Ülkenin ve kentin en yoğun göç ve kentsel değişim süreçlerini yaşadığı bir dönemde hazırlanan bu plan, çok yoğun ve değişken koşullar ve devinimler karşısında yer yer yetersiz kalmış ve kentsel dinamikleri yeterince çözümleyememiştir. Bunun en önemli nedeni de planın, 2000 yılında Ankara nüfusunun 750.000 olacağını öngörerek hazırlanmasıdır. Söz konusu plan yanında, yoğun nüfus hareketlerine bağlı olarak gündeme gelen mevzi imar planları ve tadilatlarla niteliğini büyük ölçüde yitiren Yücel-Uybadin Planı, halen kentin önemli bir bölümünde uygulamayı yönlendiren bir plan olarak işlev görmektedir (Bademli 1999). Büyük kentlere göç, hızlı nüfus artışı, gecekondu olgusu vb. gelişmelere bağlı olarak, ülkenin büyük kentlerinin fiziksel gelişimlerinin denetim altına alınamaması; ulaşım, gecekondu, altyapı, vb. kentleşme sorunlarının giderek büyümesi, İstanbul, Ankara ve İzmir için 30.06.1965 tarihinde nazım plan bürolarının kuruluşunu belirleyen Milli Güvenlik Kurulu Kararı’nı ve buna dayanarak 1969 yılı başlarında oluşturulan “Ankara Metropoliten Alan Nazım Plan Bürosu” oluşumunu hazırlamıştır. İmar ve İskan Bakanlığı bünyesinde kurulan Ankara Metropoliten Alan Nazım Plan Bürosu, ülkede ilk kez metropoliten ölçekte bir planlama çalışması başlatmıştır. 1970-1975 yılları arasında yürütülen kapsamlı Ankara araştırmaları sonucu kentsel gelişme stratejilerinin, kentsel büyüme kutuplarının ve açılımların belirlendiği bir plan elde edilmiştir. Bu plana ait parçalar etap etap hayata geçirilmiş (Batı Koridoru- Sincan, Fatih, Elvankent, Batıkent, Eryaman, Sincan Organize Sanayi Bölgesi, Eskişehir Yolu Kamu Kuruluşları vb.) ve 1/50.000 ölçekli bütüncül şema 1982 yılında “Ankara 1990 Nazım Planı” adıyla onaylanarak yürürlüğe girmiştir (Bademli 1999). 1990 Ankara nazım planının temel politikası, o güne değin kuzey-güney doğrultusunda devam eden gelişmenin bir koridora bağlı olarak (batı koridoru) topoğrafik çanak dışına çıkmasını sağlamak ve hava kirliliğinin daha az olabileceği bir yoğunluk ve desende yerleşimi hedefleyen dinamikler yaratmak olmuştur. Bu politika, büyük ölçüde kentin bugünkü makroformu biçimlenmesinde de önemli bir rol oynamıştır. Ankara 1990 nazım planı, bir imar planı 89 deneyiminden çok yapısal plan denilebilecek yönlendirici bir çerçevenin ışığında, ayrıntılı planlama çalışmalarının yapıldığı yeni bir planlama anlayış ve sürecini gündeme getirmiştir (Tankut 1990). Yeni bir üst ölçek plan onaylanamadığı için halen yürürlükte bulunan bu plan, günümüzde kentsel gelişme ve dinamikleri yönlendirememektedir. Diğer taraftan 1980’li yıllarda ülkesel planlama sistematiği ve yasal düzenlemeler açısından önemli değişimler yaşanmaya başlamıştır. Gecekondu ve kaçak yapılaşma alanları kentsel görüntüde baskın öğe olması yanında yasal statüsü vurgulanmış bir özgün nitelik kazanmış ve imar affı yasalarıyla gecekondulaşma eğilimi desteklenmiş ve bu süreçte kontrollü gelişim olanakları büyük ölçüde yitirilmiştir. Islah imar planları olgusunun ülkesel planlama pratiğinde önemli bir yer alması Ankara’da da çok ciddi biçimde hissedilmiş, nazım planın nüfus yoğunluk dengelerini, yerleşim desenini bozmuş ve planı büyük ölçüde işlevsiz kılmıştır. Bununla birlikte 09.05.1985 tarihinde yürürlüğe giren 3194 sayılı Kanun ile imar planı yapma-onama yetkisinin belediyelere verilmesi ve buna paralel olarak mülga 3030 sayılı Kanun ile anakentlerin yönetimine ilişkin yeni bir düzenlemeye gidilmesi sonucu Ankara Büyükşehir Belediyesi ve Altındağ, Çankaya, Keçiören, Mamak ve Yenimahalle ilçe belediyeleri kurulmuştur. Daha sonra Sincan, Etimesgut ve Gölbaşı ilçeleri de bu sisteme eklenmiştir. Aynı dönemde 195 sayılı KHK ve ardından mülga 3030 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, Ankara Metropoliten Alan Nazım Plan Bürosu, Ankara Büyükşehir Belediyesine bağlanmıştır. Metropoliten Planlama Bürosu olarak 1985-1989 yılları arasında doğrudan Büyükşehir Belediye Başkanı’na bağlı olarak görevinin sürdüren birim, planların kademeli birlikteliğini sağlamak amacıyla 1989 yılında İmar Daire Başkanlığı bünyesine alınmıştır (www.spo.org.tr). Bu gelişmelerin ardından planlı şehirleşme anlamında bazı olumlu gelişmeler de yaşanmıştır. Bu aşamada öngörülen kent makroformunda, gerek mücavir alan sınırı içinde ve gerekse dışında çeşitli kişi, kurum ve kuruluşlarca yapılan parçacı uygulama ve yatırımlarla önemli ölçüde değişiklik olmuştur. Karayolları Genel Müdürlüğü’nce gerçekleştirilen Ankara Çevre Otoyolu ve Erişim Kontrollü Devlet Yolları Projesi Büyükşehir Belediyesi’nce oluşturulan Batıkent toplu yerleşim bölgesi ile Ankara’nın kuzey girişinde yer alan çarpık kentleşmeye son verecek Kuzey Ankara Kent Girişi Kentsel Dönüşüm Projesi; ilçe belediyelerince yapılan ıslah imar planı uygulamaları, İvedik Küçük Sanayi Sitesi, Çayyolu yörelerinde oluşturulan konut alanları bunlara örnek 90 verilebilir. Bununla beraber Gölbaşı çevresi, Eskişehir yolu Meşe Dağı çevresi, Ballıkuyumcu, Yurtçu mevkileri, İmrahor ve çevresinde I.-IV. sınıf tarım topraklarını barındıran araziler imara ve iskana açılarak tarım toprakları ve Ankara’ya nefes aldıracak yeşil kuşak koridoru elden çıkmıştır. f) Hava Kirliliği: Ankara, 1950’li yıllardan sonra köyden kente göçün de etkisiyle, hızlı nüfus artışı ve plansız kentleşme ile yüz yüze kalmıştır. Bu hızlı ve plansız gelişmenin en önemli sonuçlarından biri de hava kirliliği olarak ortaya çıkmıştır. Hava kirliliği, denetim süreçlerinden ulaşım politikalarına alternatif yakıt kullanımına kadar ele alınması gereken çok yönlü bir konudur. Ankara’daki hava kirliliği iki önemli nedene dayanmaktadır. Birisi ısınma kaynaklı hava kirliliği; diğeri ise motorlu taşıtlardan kaynaklı hava kirliliğidir (Anonim 2005b). Ankara’nın topoğrafik yapısı, yağışlar ve rüzgar gibi nedenler de hava kirliliğini etkileyen ek faktörler olarak sayılabilir. Ankara’da özellikle 1970’li yıllarda çok şiddetli hissedilmeye başlanan hava kirliliği probleminden çanak şeklindeki coğrafi yapı nedeniyle en çok şehir merkezinin düşük kotlarındaki yerleşim bölgeleri etkilenmektedir. Ankara’da hava kirliliğini önlemeye yönelik ilk çalışmaların 1969-1971 yılları arasında yapılan çalışmalarla başlandığı bilinmektedir. Bu dönemde ısınma amaçlı kullanılan yakıtlardan kaynaklanan kirleticilerin önemli etkisini azaltmak için yapılan çalışmalar, 1980’li yılların sonuna kadar devam etmiştir. 1988 yılında Ankara’ya doğalgazın ulaştırılması ile beraber hava kirliliğinde önemli bir azalma görülmüş, kirletici konsantrasyonları sonraki yıllarda da hızla düşmüştür. Yapılan çalışmalarda, ölçülen parametrelerin son on yılda belirli bir aralıkta kaldığı ve düşüşün devam etmediği tespit edilmiştir. Diğer hava kirletici parametreler de incelendiğinde ısınmadan kaynaklı hava kirliliği probleminde önemli bir yol kat edilmiş olmasına rağmen, motorlu taşıtlardan kaynaklı hava kirliliğinin etkisi tüm olumsuzluklarıyla devam etmektedir. Kentin ısınmadan kaynaklanan hava kirliliği sorunu doğal gaz kullanımı ile son yıllarda önemli ölçüde azalmakla beraber henüz AB sınır değerleri ile ifade edilen kalitede değildir (Anonim 2004a). Motorlu taşıtlardan kaynaklı hava kirliliğini, araçlarda kullanılan yakıtın cinsi ve kentte uygulanan yanlış ulaşım politikaları belirlemektedir. Ankara’nın dört bir yanına katlı kavşaklar 91 yapılmakta, toplu taşıma sistemlerine yeterli önem ve öncelik verilmemekte, kent merkezleri otoyola çevrilmeye çalışılarak yoğun taşıt trafiğine boğulmaktadır. g) Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ): Atatürk, savaş koşullarından çıkmış bir ülkenin kendi kendini besleyebilmesi, tarımsal alanda sanayileşebilmesinin bir modeli ve sürekli gelişeceği ve büyüyeceği tahmin edilen Ankara Şehri’nin tarımsal ihtiyaçlarını karşılayan ve kentin etrafında ve kimi zamanda içinde onunla bütünleşen bir kır kent modeli olarak kurduğu AOÇ, kent dokusu açısından salt yeşil alan olma özelliğinin çok ötesindedir. Çiftlik, toprakta kooperatifler yoluyla örgütlenmiş üreticiler, üreticilerin ürünlerini tüketen kentliler ile birlikte kentin sosyal dokusuna ve ekonomik gelişimine, siyasal hayatına, kentsel çevrenin yapılandırılmasına dair de bir ufuk çizgisidir. AOÇ amacı itibari ile bugün dünyanın pek çok ülkesinde hayat bulan “kentsel tarım” modelinin ilk örneklerinden biridir (Anonim 2006c). Atatürk’ün 11 Haziran 1937 tarihinde yazmış olduğu vasiyet mektubu ile çiftliği Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi’ne hediye etmiş olmasıyla beraber 1938-1950 arası dönemde, Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu İdare Meclisi kararlarıyla çiftlik arazisinin amaç dışı kullanımının yolu açılmıştır. 1938-1950 yılları arasında çiftliğin 7372 dekar arazisi, değişik yöntemlerle, çeşitli kuruluşlara devredilmiştir. Çiftliğin korunması ve yaşanan hızlı arazi kayıplarının önlenmesi amacıyla, 25.03.1950 tarihinde 5659 sayılı Atatürk Orman Çiftliği Kuruluş Kanunu çıkarılmıştır. Ancak bu Kanun, AOÇ arazisinin özel kanunlarla devir, temlik ve kamulaştırılmasına olanak tanımış ve tahsis, kiralama ve satışına da yasal zemin hazırlamıştır. 1950-1960 yılları arasında 5659 sayılı Kanun’un 10. maddesine göre çıkarılan 6000, 6238, 6947, 7310 sayılı Kanunlar ile çiftlik arazisinden kentsel toprak rantına pay ayrılmıştır. 1976 yılında çıkarılan 2015 ve 1983 yılında çıkarılan 2823 sayılı Kanunlar çerçevesinde toplam 14.541 dekar çiftlik alanı daha çeşitli kuruluşlara satılmıştır. Diğer taraftan 27.11.1994 tarihinde çıkarılan 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun çerçevesinde özelleştirilen ve çiftlik arazisinden özel Kanunlarla yer verilen Sümerbank, Tekel Genel Müdürlüğü ve Zirai Donatım Kurumu gibi kuruluşların çiftlikten almış olduğu bu araziler de özel şahısların eline geçmiştir. Böylece AOÇ arazileri içinde yeni 92 özel mülkiyet adacıkları meydana gelmiştir. 2005 yıl sonu itibarıyla çeşitli nedenlerle çiftlik arazilerinde ortaya çıkan arazi kaybı toplamı 22.078 dekardır. Bu miktarın, Mustafa Kemal’in vasiyetiyle hazineye hediye etmiş olduğu toplam arazinin % 42’sine eşit olduğu bir diğer gerçektir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 29. maddesine göre Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’na bağlı kuruluşlardandır. Ancak Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü Kuruluş Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi 22. dönem 4. yasama yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine taşınmıştır. Kanun teklifi tüm çiftlik arazisini, Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne tahsis etme amacına göre hazırlanmıştır. Bu tahsis sonucunda da Büyükşehir Belediyesi’nin çiftlik arazisini nasıl kullanacağı konusunda da oldukça esnek bırakmıştır. Ancak Meclis Genel Kurulu’na gelen değişiklik teklifi Meclis’te ve kamuoyunda yoğun tartışmalara neden olmuştur. Bunun üzerine, üzerinde uzlaşılan değişiklik teklifi 21.06.2006 tarihinde yasalaşmıştır. Yapılan bu değişiklikle 5659 sayılı Kanuna eklenen 5524 sayılı Kanunla temel olarak şu alanlarda düzenleme getirilmiştir (www.tarim.gov.tr): 1) Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın uygun görüşü ile Ankara Büyükşehir Belediyesi ilgili mer’i mevzuat uyarınca üst ölçekli plan, koruma amaçlı imar planı ve bunlara uygun her türlü imar planlarını yapmaya ve yaptırmaya yetkili kılınmış, 2) AOÇ ile şahıslar arasındaki arazi ihtilaflarının giderilmesi için çiftliğe ait arazilerin değer kaybına yol açmaksızın plan bölgesindeki ada parsellerde toplanabilmesi sağlanmış, 3) Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın uygun görüşü ile imar planlarına uygun olmak şartı ile yol, meydan, alt geçit, üst geçit ve raylı toplu taşım araçları ile yeraltı tünelleri ve yeraltı hizmetleri için gerekli arazi ile dere ıslahı yapılması planlanan arazilerin bedelsiz olarak Ankara Büyükşehir Belediyesi lehine intifa hakkı tesis edilmesi sağlanmış, 4) Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın uygun görüşü ile onaylı imar planlarında görülen hayvanat bahçesi alanının 10 yıllığına AOÇ ile Ankara Büyükşehir Belediyesi 93 Başkanlığı arasında yapılacak bir protokolle Ankara Büyükşehir Belediyesi lehine intifa hakkı tesis edilebileceği kanunlaştırılmıştır. Kanunla beraber mevcut hukuki çekişmeleri çözüme kavuşturmak için çiftliğe ait arazilerin aynı plan bölgesindeki ada ve parsellerde toplanması önerisini getirmektedir. Böyle bir düzenleme, madde teklifinin ileriki hükümlerinde devralacak kuruluş olarak tanımlanan Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne ve kanunu uygulayacak kişilere geniş yetkiler vermiştir. Bu yetkiler, uygulayıcıların kanunu diledikleri gibi uygulama esnekliğine sahip bir duruma getirmiştir. Yine “.......çiftlik arazisinde yapılacak kapalı tesisler toplam alanın % 5’ini geçemez” ibaresiyle 33.393 dekar olan çiftlik arazisinin 1670 dekarının yapılaşmaya açılması yasal zemine kavuşmuştur. Ankara gibi bir metropolde, kent ortasındaki 1670 dekar arazi üzerinde kaç kat yükseleceği belli olmayan bir yapılaşmanın doğuracağı rant yanında çiftlik arazisi için neden olacağı kirlilik ve kullanım sorunlarını öngörmek zor değildir. Ayrıca Kanunla yol, meydan, alt geçit ve raylı toplu taşım araçları için gerekli arazi ve yer altı tünelleri yapılması planlanan araziler kamu yararı ve hizmetin gerekleri dikkate alınmak suretiyle bedelsiz olarak belediyeye devredilebilecektir. Ancak bu hizmetlerin karşılanabilmesi için belediyenin kaç dekar alana ihtiyacı olduğu belli değildir. Halbuki çiftliğin koruma nazım imar planının hazırlanması halinde söz konusu altyapı hizmetlerinin nerelerden geçeceği ve ne kadar arazinin gerekli olduğu ortaya çıkacağından sorun çözülmüş olacaktır (Anonim 2006c). Çiftlik içinden geçen Ankara Çayı da taşıdığı kirlilik nedeniyle büyük tehlike arz etmektedir. Ankara Çayının özellikle Yenikent ve Sincan ile devamındaki tüm bölgelerde tarımsal sulamada kullanıldığını düşünüldüğü zaman tehlike daha iyi anlaşılmaktadır. Ziraat Mühendisleri Odası’nca 1995 yılında yapılan bir araştırmada Ankara Çayı ile sulanan bölgelerde kıvırcık marulun bakır ve mangan açısından çok yüklü olduğunu ortaya çıkarmıştır (Anonim 2005e). Son yıllarda yaşanılan kuraklıkla çaydan akan suyun debisinin düşmesi kirliliği daha da arttırmıştır. 94 5. TARTIŞMA VE SONUÇ Toplumsal yapıdaki hızlı değişim, nüfus artışı, göç ve hızlı kentleşmenin yarattığı çevre kirliliği tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’deki kentleri de tehdit eder duruma gelmiştir. Yerel yönetimde karar alma sürecinde kamu yararı ve toplum menfaatlerinin yerine kişisel çıkarların etkili olması, yerel yönetimlerin çevre sorunları karşısındaki bilinçsizliği, örgütlenme ve nitelikli personel yetersizlikleri, çevre planlaması ve çevre stratejilerinin geliştirilmesi konusundaki yetersizlikler çevreye verilen zararların artmasına sebep olmuştur. Çevre sorunlarının en belirgin özelliği her şeyden önce yerel boyutta ortaya çıkmalarıdır. Bu nedenle çevre sorunlarının çözüm noktasında yerel yönetimlerin sorumluluğu da önem arz etmektedir. 1985 tarihli Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, yerellik ilkesinin tüm yerel nitelikteki hizmet alanları için geçerli kılınması konusunda çeşitli kurallar taşımaktadır ve çevre, yerel nitelikli hizmetler arasında mutlaka yer alması gereken bir konudur. Zira çözüme yerel ve ulusal tabanda başlamak, sorunun uluslararası boyuta dönüşmeden çözülmesi noktasında en önemli ayak olacaktır. Buna dayalı olarak çevrenin öncelikli olarak yerel boyutta ele alınması görüşü günümüzde genel bir kabul görmektedir. Türkiye’de çevre ile ilgili yatırımlarla temel altyapı yatırımları yerel politikacıların birçoğu tarafından ölü yatırım olarak algılanmaktadır. Çünkü bu yatırımların maliyeti çok fazla, halk üzerinde bıraktığı etki azdır. Çevre ile altyapı yatırımları yerine yerel kente yapılacak anıt, meydan düzenlemesi, işyerleri, belediye binası gibi yatırımlar daha fazla konuşulmakta ve göz önünde olmaktadır (Kahraman 1995). Çevre problemlerine yol açan başka bir sorun, plansız şehirleşme sonucu birçok şehirde sanayi tesislerinin ve imalathanelerin kentlerin ortasında kalmalarıdır. Bu problemi aşmak için Türkiye’de organize sanayi bölgeleri ve küçük sanayi siteleri şehrin dışında kurulmaya başlanmıştır. Ancak buralar için yerel seçimlerde kişisel çıkar sağlamak amacıyla yanlışlıklar yapılmış, sanayi alanları verimli tarım arazilerinin olduğu alanlarda kurulmuştur. Belediyeler yeni yerleşim alanlarını bu bölgelerin etrafında belirlemiş, bu bölgedeki arazilerden rant sağlandığı gibi belli bir süre sonra sanayi alanları yine şehrin ortasında kalmıştır. Kentlerde arsa spekülasyonuna dayanan kent planlaması çevreye verilen zararların artmasının başka bir sebebidir. Kentlerde kamu arazileri, orman arazileri üzerinde plansız bir şekilde oluşan gecekondu alanlarında her türlü çevre problemini görmek mümkündür. Bu alanlar 95 sonradan yerel idarelerce meşrulaştırılmakta bu alanlara içme suyu temini zorlaşmakta, katı atıkların yok edilmesi, görüntü kirliliğinin ortadan kaldırılması imkansız hale gelmektedir. Kent merkezlerinde ise rant sağlamak amacıyla yeşil alanların yok edilmesi, yoğunlaştırılmış plan değişiklikleri başta hava kirliliği, gürültü ve görüntü kirliliğine yol açmaktadır (Anonim 2004b). Türkiye’de kentler için çevre stratejileri ve çevre koruma planlarının hazırlanmaması da çevre problemlerinin başka bir sebebidir. Bu noktadan hareketle çevre konusunda merkezi karar alma mercilerine ve yerel yönetimlere yönelik belli başlı bazı tavsiyeler ve karşılaşılan sorunlara yönelik çözüm önerleri olarak şunlar sıralanabilir: İnsan yaşamı için en önemli unsur olan suyun koruma ve kullanma dengesini sağlayacak olan fakat halihazırda Türkiye’nin hukuk mevzuatında yer almayan Su Kanunu en kısa zamanda çıkartılmalıdır. Su varlığının planlanması ve yönetiminden sorumlu olan yerel yönetimler, yeterli ve sağlıklı içme suyu sağlanması için eksik olan altyapılarını tamamlayabilmeleri için mali açıdan güçlendirilmelidir. Merkezi idare tarafından da havza bazında, su yönetim planları oluşturularak ülke genelinde mevcut tüm doğal su ortamlarının kirlilik haritalarıyla yer altı ve yer üstü su kaynaklarının envanteri çıkartılmalı, kirleticilerin önlenmesine yönelik tedbirler etkin bir şekilde hayata geçirilmelidir. 2000’li yıllarda Ankara’da yaşanan su sorununun nedeni de zamanında yapılan mastır planlarının hayata geçirilmemesi ve DSİ tarafından yapılan uyarıların dikkate alınmamasıdır. Atıksu yönetimi açısından da başlıca hedefler ülke koşullarına uygun, içme ve kullanma suyu ile atıksu arıtma teknolojilerinin araştırılması ve geliştirilmesi; atıksu arıtma tesislerinin enerji giderleri, kademeli tarife uygulaması ile desteklenmesi; atıksu arıtma tesislerinden çıkan arıtılmış suyun geri kazanılması ve yeniden kullanılması teşvik edilmesi sıralanabilir. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin de atıksu arıtmayla ilgili öncelikli işlerinden birisi halen yoğun bir kirlenmenin yaşandığı Ankara Çayı’nın ıslahı olmalıdır. Belki de Büyükşehir Belediyesi’nin tarımsal çevre ile ilgili en önemli çalışması bu olacaktır. Entegre atık yönetimi, tüketici ile yerel yönetimler arasında sorumluluk paylaşımını öngörmektedir. Etkin bir atık yönetiminin oluşturulması için kaynakta ayrı toplanması, geri kazanılması, kompost ve benzeri yöntemlerle depolanan atık miktarının en aza 96 indirilmesi teşvik edilmeli, bu konuda faaliyet gösteren tesis ve firmalar lisanslandırılmalı ve bu tesislerin izleme ve denetimleri yapılmalıdır. Atıkların bertarafı için belediyeler, havza bazında atık yönetim planlarının oluşturulması ve bölgesel atık işleme ile bertaraf tesislerinin kurulması amacıyla daha büyük yönetim birimlerini (Belediyeler Birliği gibi) kurmaya teşvik edilmeli, bölgesel bazda seçilecek düzenli depolama alanlarının ise çevre düzeni planlarında yer alması sağlanmalıdır. Son zamanlarda yeni yasal düzenlemelerle de teşvik edilen birlik modeli uygulamaları yerel düzeydeki çevresel hizmetlerin gerçekleştirilmesini kolaylaştırıcı bir yapı olarak dikkat çekmektedir. Benzer çevre sorunlarıyla karşı karşıya bulunan belediyelerin ortaklaşa kurdukları birliklerin uygulamaları zamanı ve finansman kaynaklarını daha verimli kullanmak açısından dikkate değerdir. Vahşi depolama alanlarının rehabilite edilerek düzenli depolama alanlarının işletmeye açılması ve katı atık yönetiminin kademeli olarak özelleştirilmesi için özendirici politikalar uygulanmalıdır. Yerel yönetimlerin geleneksel işlevlerinden biri olan katı atık hizmetlerinin yavaş yavaş içme ve kullanma suyu sağlama ve atıksuların arıtılmasında olduğu gibi özelleştirme sürecinin bir parçası haline geldiği görülmekte olup yerel yönetimlerin katı atık hizmetlerini sağlıklı biçimde sürdürecek mali donanıma sahip olmamaları da bu eğilimi güçlendirmektedir. Endüstriden kaynaklanan çevre kirliliğinin, orta ve uzun vadede nedenli ağır çevre sorunları ve insan sağlığı üzerindeki oluşturduğu risklerin büyüklüğü düşünüldüğünde, şu andaki tablonun yeterli olmadığını bir an önce bu meselenin çözümü noktasında Çevre ve Orman Bakanlığı’nın elindeki imkanları, AB sürecinde AB fonlarını, Avrupa Birliği Avrupa Yatırım Bankası’nın ve dünyanın çeşitli finans kurumlarının bu yöndeki imkanlarını kullanma noktasında çalışmalar yapılmalıdır (Durmaz 2004). Çarpık ve düzensiz kentleşmenin önüne geçme anlamında çözüm noktası ise en kısa zamanda merkezi yönetim tarafından ülke planı, bölge planı, çevre düzeni planları; yerel yönetimlerce de nazım imar planları ve uygulama imar planları yapılmasıdır. Çevre planlama açısından oldukça geri kalmış bir görüntü bulunmasına rağmen 2005 yılında çıkartılan Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu bu konuda önemli bir boşluğu doldurmuştur. Söz konusu Kanunla istisnai durumlar dışında tarım alanlarının amaç dışı kullanımı yasaklanmıştır (Anonim 2005g). Bu kanunun etkin bir şekilde 97 uygulanabilmesi için arazi ve toprak kaynakları ile ilgili planlama, yönetim, değerlendirme ve eşgüdüm mekanizmaları güçlendirilmelidir. Ayrıca bu doğrultuda popülist yaklaşımla imar affını siyasi istismarlara, kaçak yapılara, talana dönüştüren politikalardan ivedilikle vazgeçilmelidir. Bir başkent olması nedeniyle Ankara’nın da kendisine ve ülkeye yakışır bir yönetim ve planlama modeli tanımlaması, sosyoekonomik, kentsel ve simgesel değerler açısından büyük önem taşımaktadır. Bunun ilk ve en önemli aşamalarından biri Ankara metropoliten alan sınırının tanımlanıp bu sınırları kapsayan üst ölçekli planlama çalışmalarının sonuçlandırılmasıdır. Ayrıca şehir planlamalarında, imar ve iskan işlerinde tarım arazileri üzerinde kesinlikle yapılaşmaya izin verilmemelidir. Kentin, plansızlığın karmaşasından kurtarılması yönünde tüm ilgili kuruluşların üzerine düşen görevi yerine getirip, kente sahip çıkmak anlamında her türlü sorumluluk ve özveriyi başkente karşı en temel görev olarak algılaması gerekmektedir. Ankara sahip olduğu potansiyelleri, tarihsel-kentsel süreçleri, planlı gelişme geleneğini ve Cumhuriyet’in başkenti olmanın yüklediği öncü-örnek rolü tüm sorunlarının çözümünde en önemli güç ve güven olarak kullanabilmelidir. Türkiye’de ülke topraklarına yönelik mevcut toprak kirliliği ile ilgili tespit çalışmaları henüz yapılabilmiş değildir. AB mevzuatının üstlenilmesi için uyum programı sürecinde toprak koruma politikasının geliştirilmesi yolunda, öncelikle toprağa yönelik tehditlerin belirlenip, toprak özelliklerine ve sınıflarına bağlı kullanma ve işletme potansiyelinin ortaya konması gerekmektedir. Toprağın ve mevcut kirliliğin karakterizasyonu için kriterlerin tanımlanması, metodolojilerin oluşturulması, örnekleme ve analiz standartlarının AB’nin kriterlerine uygun saptanması ileriye yönelik olarak uyumun sağlanabilmesi açısından önemlidir. Toprak kirliliğinin tespiti, giderimi ve önlenmesi kapsamlarının genişletilmesi, uygulama ve yaptırımlarına ilişkin çalışmaların artırılması gerekmektedir. Kirlenmiş alanların belirlenmesi, kayıt altına alınması, incelenmesi, sınıflandırılması ve kirlenmiş sahaların, toprakların yeniden iyileştirilmesinde uygulanan metodlar ve teknikler konusunda ülke için ulusal bir program oluşturulmalıdır. AB, üye ve aday ülkelerin ulusal bazda toprak koruma stratejilerini geliştirmesinde ilk adım olarak ülkelerin mevcut yasa ve yönetmeliklerini Birliğin toprak koruma stratejilerine göre uyarlamalarını ve toprağı ilgilendiren tüm sektörleri entegre bir biçimde dikkate alan yeni toprak koruma politikası oluşturma çalışmalarını 98 başlatmalarını öngörmektedir (Anonim 2001b). AB’ye adaylık sürecinde bulunan Türkiye’de toprak kaynaklarının korunmasına yönelik ulusal stratejik plan çalışmalarının zaman geçirmeksizin başlatılması gerekmektedir. Alıcı ortam olarak toprak kirlenmesinin önlenmesi, kirliliğin giderilmesi, arıtma çamurlarının ve kompostun toprakta kullanımında gerekli tedbirlerin alınması esaslarını sürdürülebilir kalkınma hedefleriyle uyumlu bir şekilde ortaya koymayı amaçlayan Toprak Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği 31.05.2005 tarih ve 25831 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir (Anonim 2005h). Söz konusu Yönetmeliğin kapsamı, toprak kirliliğine neden olan faaliyetler ile tehlikeli maddeler ve atıkların toprağa deşarjına, atılmasına, sızmasına yönelik teknik, idari ve cezai yaptırımlar açısından yetersizdir. Avrupa Birliği Çevre Genel Müdürlüğü’nün koordinasyonu ile yapılan Toprak Koruma Stratejisi çalışmaları Toprak Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği’nin tam anlamıyla kirlilik boyutuyla ele alınmasını ve yeniden düzenlenmesini gerektirmektedir. Hava kirliliğinin kaynakta kullanılan yakıtta ve arıtma tekniklerinde kontrolüne yönelik stratejiler bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Bununla birlikte AB'deki gelişmelere paralel olarak “Temiz Hava Kanunu” çıkarılmalıdır. Hava kirliliğinin başlıca unsurları arasında yer alan üretilen ve tüketime sunulan düşük vasıflı kömürler iyileştirilmeli, düşük kükürtlü fuel-oil üretimi için gerekli yatırımlar yapılmalı, kullanılan yakıtlara uygun soba ve kazan standartları oluşturulmalıdır. Hava kirliliği yönünden önem arz eden sanayi tesislerinin baca gazlarının arıtılması için baca gazı temizleme üniteleri kurulmalı, atıksız veya az atıklı teknolojiler seçilmeli, ayrıca hava kalitesinin korunmasında Türkiye dışından gelebilecek kirleticilerin tür ve miktarları ile izleme mekanizmaları belirlenmeli, Türkiye içinde bölgeler arasındaki kirletici taşınımlarının izlenmesine yönelik çalışmalar da yapılmalıdır. Hava kalitesinin iyileştirilmesi veya sürdürülmesi ithal edilen doğal gaza doğrudan bağlıdır. Bu nedenle tüm ülke genelinde olduğu gibi Ankara ölçeğinde de alternatif ısınma sistemleri çalışmaları devam etmelidir. Gelişme planları ile imar çalışmalarında mevcut hava kalitesi mutlaka dikkate alınmalı, Ankara’nın gelişme alanı topoğrafik yapı ve meteorolojik şartlar göz önünde bulundurularak yapılmalıdır. Ulaşımdan kaynaklanan hava kirliliğini en aza indirebilmek için toplu taşıma sistemlerine önem ve öncelik verilmelidir. Başkentin nefes almasını sağlayan yeşil alanlara gereken önem verilmeli, 99 cazibe merkezlerinde kişi başına düşen yeşil alan arttırılmalıdır. Gürültü kirliliğini minimize etmek için de aynı şekilde imar ve nazım planlarının hazırlanması sırasında arazi kullanım kararları verilirken gürültü kaynaklarının konut, eğitim, sağlık ve rekreasyon alanlarından uzak olması sağlanmalıdır. Son olarak çevresel sorunlara çözüm noktasında en önemli çıkış noktasının yerel düzeyde alınacak önlemler ve kontrollerle mümkün olabileceği son derece açıktır. Bu doğrultuda yerel halkın olumlu katkıları sağlanabilirse çözüm daha da kolaylaşacaktır. Yerel yönetimler sundukları hizmetler ve hizmet sınırları içinde gerçekleştirdikleri izin ve denetimler ile çevreye ve topluma karşı sorumluluk taşıdıkları için sorunların çözüm merci konumundadırlar. Bundan dolayı Türkiye’de merkezi idarenin yerel yönetimlerin idari, mali, personel vb. sorunlarının giderilmesi için gerçekleştirilmesi düşünülen yerel yönetimler reformunda daha somut adımlar atması ayrıca çekinceli olarak imza koyduğu Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartının tüm gereklerini yerine getirmesi gerekmektedir. Yerel yönetimler açısından da öncelikle henüz hiçbir belediyenin imzalamadığı Avrupa Yerel Kentler Şartı’nın imzalanması ve çevreyle ilgili insanların haklarının yerine getirilmesinin sağlanması, karar alma süreçlerinde çevresel değerler ve kamu yararlarının göz önünde bulundurulması gerekmektedir. 100 KAYNAKLAR Acar, S. 1991. Çevre politikalarında ekonomik araçların kullanımı, çevre uzmanlık tezi (basılmamış). T.C. Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı, s., 20, Ankara. Alpaslan, M., N. 2005. Katı atıkların yönetimi, TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Yayınları, İzmir. Altuğ, F. 1990. Çevre sorunları. Uludağ Üniversitesi Güçlendirme Vakfı Yayını No: 41, Bursa. Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.ankara-bel.gov.tr/. Erişim Tarihi: 05.07.2007 Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.aski.gov.tr/. Erişim Tarihi: 07.07.2007 Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.cevreorman.gov.tr/. Erişim Tarihi: 19.03.2007 Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.cmo.org.tr. Erişim Tarihi: 23.08.2007 Anonim.2007.WebSitesi: (http://dp.org.tr/ARGE/belgeler/Avrupa_birligi_ortak_tarim_politikasi_reformu.doc). Erişim Tarihi: 01.12.2007 Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.hukuki.net. Erişim Tarihi: 15.07.2007 Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.ibb.gov.tr. Erişim Tarihi: 06.05.2007 Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.ilbank.gov.tr/. Erişim Tarihi: 01.05.2007 Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.izsu.gov.tr/su_guvence.htm. Erişim Tarihi: 07.10.2007 Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.kmo.org.tr/ankara/. Erişim Tarihi: 26.08.2007 Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.mamak.bel.tr. Erişim Tarihi: 03.09.2007 Anonim. 2007. Web Sitesi: http://plan9.dpt.gov.tr. Erişim Tarihi: 18.08.2007 Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.spo.org.tr. Erişim Tarihi: 30.08.2007 Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.suhavzalari.org/ Erişim Tarihi: 29.09.2007 Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.tarim.gov.tr. Erişim Tarihi: 22.09.2007 Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.yerelnet.org.tr/. Erişim Tarihi: 27.06.2007 Anonymous. 2007. Web Sitesi: http://europa.eu.int/comm/environment/policy_en.htm. Erişim Tarihi: 27.04.2007 Anonim. 2007. Dokuzuncu beş yıllık kalkınma planı (2007-2013); DPT yayını, Ankara. Anonim. 2006a. Bülten. TMMOB Çevre Mühendisleri Ankara Şubesi Haber Bülteni, (Sayı 26); Ankara. Anonim. 2006b. Bülten. TMMOB Çevre Mühendisleri Ankara Şubesi Haber Bülteni, (Sayı 25); Ankara. Anonim. 2006c. Bülten. TMMOB Çevre Mühendisleri Ankara Şubesi Haber Bülteni, (Sayı 24); Ankara. Anonim. 2006d. Bülten. TMMOB Çevre Mühendisleri Ankara Şubesi Haber Bülteni, (Sayı 23); Ankara. 101 Anonim. 2006e. Bülten. TMMOB Çevre Mühendisleri Ankara Şubesi Haber Bülteni, (Sayı 22); Ankara. Anonim. 2006f. 2872 Sayılı çevre kanununda yapılan değişiklikler. 26.04.2006 tarih 26150 sayılı resmi gazete, Ankara. Anonim. 2005a. Bülten. TMMOB Çevre Mühendisleri Ankara Şubesi Haber Bülteni, (Sayı 21); Ankara. Anonim. 2005b. Bülten. TMMOB Çevre Mühendisleri Ankara Şubesi Haber Bülteni, (Sayı 20); Ankara. Anonim. 2005c. Bülten. TMMOB Çevre Mühendisleri Ankara Şubesi Haber Bülteni, (Sayı 19); Ankara. Anonim. 2005d. Bülten. TMMOB Çevre Mühendisleri Ankara Şubesi Haber Bülteni, (Sayı 18); Ankara. Anonim. 2005e. Bülten. TMMOB Çevre Mühendisleri Ankara Şubesi Haber Bülteni, (Sayı 17); Ankara. Anonim. 2005f. Bülten. TMMOB Çevre Mühendisleri Ankara Şubesi Haber Bülteni, (Sayı 16); Ankara. Anonim. 2005g. Toprak koruma ve arazi kullanımı kanunu. 03.07.2005 tarih 25744 sayılı resmi gazete, Ankara. Anonim. 2005h. Toprak kirliliğini kontrol yönetmeliği. 31.05.2005 tarih 25831 sayılı resmi gazete, Ankara. Anonim. 2004a. Bülten. TMMOB Çevre Mühendisleri Ankara Şubesi Haber Bülteni, (Sayı 15); Ankara. Anonim. 2004b. Bülten. TMMOB Çevre Mühendisleri Ankara Şubesi Haber Bülteni, (Sayı 14); Ankara. Anonim. 2003. Çevre ve orman bakanlığı teşkilat ve görevleri hakkında kanun. 08.05.2003 tarih 25102 sayılı resmi gazete, Ankara. Anonim. 2002a. Çevre istatistikleri DİE yayını, Ankara. Anonim. 2002b. Türkiye istatistik yıllığı DİE yayını, Ankara. Anonim. 2001a. Sekizinci beş yıllık kalkınma planı (2001-2005); DPT yayını, Ankara. Anonim. 2001b. Avrupa Birliği’nde ve Türkiye’de çevre mevzuatı. Türkiye Çevre Vakfı Yayını, Ankara. Anonim. 1996. Yedinci beş yıllık kalkınma planı (1996-2000); DPT yayını, Ankara. Anonim. 1991. Katı atıkların kontrolü yönetmeliği. 14.03.1991 tarih 20814 sayılı resmi gazete, Ankara. Anonim. 1990. Altıncı beş yıllık kalkınma planı (1990-1994); DPT yayını, Ankara. Anonim. 1986a. Gürültü kontrol yönetmeliği. 11.12.1986 tarih 19308 sayılı resmi gazete, Ankara. Anonim. 1986b. Hava kirliliğini kontrol yönetmeliği. 02.11.1986 tarih 19269 sayılı resmi gazete, Ankara. 102 Anonim. 1985. Beşinci beş yıllık kalkınma planı (1985-1989); DPT yayını, Ankara. Anonim. 1979. Dördüncü beş yıllık kalkınma planı (1979-1983); DPT yayını, Ankara. Anonim. 1974. Üçüncü beş yıllık kalkınma planı (1974-1978); DPT yayını, Ankara. Anonim. 1968. İkinci beş yıllık kalkınma planı (1968-1972); DPT yayını, Ankara. Anonim. 1963. Birinci beş yıllık kalkınma planı (1963-1967); DPT yayını, Ankara. Arat, Z. 2000. Türkiye'de çevrenin ve çevre korumanın tarihi sempozyumu. Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, s., 166-176, İstanbul. Aytaç, F. 2005. Gerekçeli-açıklamalı belediye ve büyükşehir belediyesi kanunu. Seçkin Yayınevi, Ankara. Bademli, R. 1999. 1980 Sonrası Ankara’da planlama ve Ankara’nın geleceği, panelforum kitapçığı. Şehir Plancıları Odası Yayını, s.,18-52, Ankara. Balman, V. 2002. Çevre kirliliği kontrolünde atıksu arıtımı. Atılım Yayınları, s., 62-75, Ankara. Bilgin, N., Eyüpoğlu, H. ve Üstün, H. 2002. Biyokatıların arazide kullanımı. KHGM Yayınları, Ankara. Bozyiğit, R., Karaaslan, T. 1998. Çevre bilgisi. Nobel Yayınları, Ankara. Budak, S. 2000. Avrupa Birliği ve Türk çevre politikası. Büke Yayınları, İstanbul. Bulut, S. 2005. Türkiye’de erozyon ve etkileri, yüksek lisans semineri (basılmamış). AÜZF Tarım Ekonomisi Ana Bilim Dalı, Ankara. Çağlar, Y. 2006. Çevremde sağım solum sorun. Tarım ve Mühendislik Dergisi, (Sayı 76-77); Ankara. Çelik, A. 1996. Yerel yönetimler. Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, İzmir. Değirmendereli, A. 2004. Çevre sorunlarına çağdaş yaklaşımlar. Beta Yayınları, s., 489514, İstanbul. Durmaz, B. 2004. Avrupa Birliği’nde çevre politikası alanında muhtemel müzakere sürecine yönelik gerekli hazırlıkların örneklerle çalışılması, uzmanlık tezi (basılmamış). Sektörel ve Bölgesel Politikalar Dairesi Başkanlığı, Ankara. Emmioğlu, K. 1999. Türkiye’de kent yönetimi. İSTAÇ AŞ. Kent Yönetimi İnsan ve Çevre Sorunları Sempozyumu, 17-19 Şubat, İstanbul. Erim, R. 2000. Çevre ile ilgili hukuksal düzenlemeler. Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, s., 177-193, İstanbul. Eryılmaz, B. 1995. Küreselleşen dünyada yerel yönetimlerin yeri. ÇYY Yayınları, Ankara. Freestone, D. 1991. European community environmental policy and law. Oxford. Görmez, K. 1997. Çevre sorunları ve Türkiye. Gazi Kitabevi Yayını, Ankara. Güler, A.B. 2004. Kamu yönetimi ülke incelemeleri. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Araştırma ve Uygulama Merkezi, Ankara. 103 Hamamcı, C. 1988. Çevre politikaları ve uluslararası gelişmeler. Türkiye Çevre Sorunları Vakfı Yayınları, İstanbul. Kahraman, T., Z. 1995. Türkiye’de siyasetin kent yönetimine etkisi. Yeni Türkiye Dergisi, (Sayı 4), s., 545; Ankara. Kalabalık, H. 2005. Avrupa Birliği ülkeleriyle karşılaştırmalı yerel yönetimler hukuku. Seçkin Yayınevi, Ankara. Kaplan, A. 1997. Küresel çevre sorunları ve politikaları. Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, (Tezler Dizisi No:18); Ankara. Keleş, R. 1992. İnsan, çevre, toplum. İmge Yayınevi, Ankara. Keleş, R. 2003. Avrupa Birliği yerel yönetimler özerklik şartı ve Türkiye. Türkiye Belediyeler Birliği ve Hollanda Belediyeler Derneği Uluslararası Konferans Bildirileri, s. 1-12, İstanbul. Keleş, R. ve Hamamcı, C. 2005. Çevre politikası. İmge Yayınevi, s., 20-37, Ankara. Kendir, H. 2004. Çayır mera ekolojisi, ders notları (basılmamış). AÜZF Tarla Bitkileri Anabilim Dalı, Ankara. Kuzu, B. 1997. Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı (çevreye bir kamu hukuku yaklaşımı). Fakülteler Matbaası, İstanbul. Olhan, E. 2005. Tarımsal çevre politikası, ders notları (basılmamış). AÜZF Tarım Ekonomisi Anabilim Dalı, Ankara. Orhan, G. 2005. Yerel yönetimler ve çevre. Nobel Yayınları, s., 593-610, Ankara. Ökmen, M. 2003. Globalleşme-yerelleşme dinamikleri ve bir insan hakkı olarak yerel haklar. Çizgi Kitabevi, s., 11-47, Konya. Özgür, H. ve Parlak, B. 2006. Avrupa perspektifinde yerel yönetimler. Alfa Aktüel Kitapevi, İstanbul. Özgür, H. ve Kösecik, M. 2005. Yerel yönetimler üzerine güncel yazılar. Nobel Yayınevi, Ankara. Somersan, S. 1993. Türkiye'de çevre ve siyaset. Metis Yayınları, İstanbul. Şengül, M. 1999. Çevre yönetimine katılım açısından belediye. TODAİE Yayını, Ankara. Taşkaya, B. 2004. Tarım ve çevre. TEAE-Bakış, Tarımsal Ekonomi Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü Yayını, (Sayı 5 Nüsha 1); Ankara. Talu, N. 2003. Avrupa Birliği uyum sürecinde Türkiye’de çevre politikaları. TMMOB Çevre Mühendisler Odası Yayınları, Ankara. Tankut, G. 1990. Bir başkentin imarı, Ankara (1929-1939). ODTÜ Yayınları, s.9, Ankara. Ünlü, H. 1995. Yerel yönetimler ve çevre. ILUA-EMME Yayınları. İstanbul. 104 ÖZGEÇMİŞ Adı Soyadı : Süleyman BULUT Doğum Yeri : Burdur Doğum Tarihi: 05.10.1978 Medeni Hali : Evli Yabancı Dili : Orta Düzeyde İngilizce ve Almanca Eğitim Durumu (Kurum ve Yıl) Lise : Burdur – Tefenni Ziraat Meslek Lisesi / 1998 Lisans : Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Anabilim Dalı / 2004 Yüksek Lisans : Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Tarım Ekonomisi Anabilim Dalı / (Şubat 2005 – Ocak 2008) Çalıştığı Kurum / Kurumlar ve Yıl 1) Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Ankara - Etlik Merkez Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü Ziraat Teknisyeni / Ziraat Mühendisi 2000-2005 2) Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Ankara - Zirai Üretim İşletmesi Personel ve Makine Eğitim Merkezi Müdürlüğü Ziraat Mühendisi 2005-2006 3) Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Ankara - Teşkilatlanma ve Destekleme Genel Müdürlüğü Ziraat Mühendisi / Ziraat Yüksek Mühendisi 2006- 105