T. B. M. M. B : 86 lilk vie tolerans komıulaırtı ele lallındığı zaıman, sorun çok defa dinî inanca ısaygı ıme&efes? şeklinde vaiz edilmektedir. Dinî inancı güçlü kişilerin de, başkala­ rınım inançtemna veya inançsızlıklarına ımüldıahale etımıemesi şiartı göz ardı edilmektedir. Laikliği ve buma paralel olarak Atatürkçülüğü, idin aleyhtarlığı yahuit ateizmle ©şıamliaım?! /bir düşünce oüiarak yorumlamaya Ikalikartlarım, kendi ıtezlerini tah­ rip lettılklerıini, kendilerine ihaitıırMlmak gerelkımekıtedir. <K)ejza, medrese eğitimine karşı çıkarken yahut top­ lumu yeni baştan şeriat kurallarına1 göre yeniden ör­ gütleme girişimlerime direnirken, bunum, İslam' dinini inkâr etmek yahuit onu Iküçümsemek demek olacağını iddia eden'Uerim de, yanılgı içinde 'Oldukları belirtilımel'dir. Din, insanlığın varoHluşunıdan bu yana insanoğlu­ nun kurduğu her uygar düzen içimde varolmuş olan canlı ıbir kurumdur. lislamiyet, tek Tanrılı, dünya dinlerimin en geliş­ miş, en ileri ımodel'lerimden 'biri olarak, yayıldığı böl­ gelerde parilalk uygarlıklarım yeşermesine yardımcı dlan, ısion denece ilerici ye gelişmiş ıbir dindir. Bu ne­ denle, Ibıazı çok b ilmisi erin, 'İslam iyeıti, ilerlemenin, layalk bağı olarak gören, tslamî inançla çağdaş insanın bağdaşmayacağını iddia eden saçmalıklarını, Atatürkçülüğün yahut laikliğin doğal ıbir sonucu olarialk kalbul etmek mümkün değildir. Din adına fetva veren cahil müftüler gibi, yahuit çağını çoktan doMdiurmıuş dllan medrese kalıntılarının saçmalıkları gibi, birçok hurafeyi, nasıl, tslamiyete maletımek mümkün değilse, eski çağlardaki canlı muhtevalı büyük tariklaltları; bunları kuran ve .geliştiren büyük dinî li­ derleri, bugünün ilkel tarikat temsilcileriyle aynı dü­ zeyde düşünemeyiz. Fikir gücü, ilahiyat bilgisi, köy imamından da geri olan bazı tarikat kalıntılarının, bugün kendilerini îslamiyetin bekçileri veya temsil­ cileri olarak takdim etmelerini de kabul etmek müm­ kün değildir. ıBu nedenle, yalnıız Türkiye'de değil, dünyanın başlka ülkelerimde de dine, geleneğe, geçmişe karşı merak ve bağlılığın arttığı Ibir dönemde; fikir (gücü, kültürel düzeyi çok gerilerde kalmış olan bazı şeyh bozuntularımı dinin ve Îslamiyetin önderleri olarak kabul edemeyiz. Çağdaş biliim, müspet düşümce, tek­ nik bilgilerle donanmış oillan bugünkü gençliğimizin dinî ve manevî ihtiyaçlarını tatmin etmek üzere, bu tür geri kalmış kafalardan medet uımamayız. Eğer, bunları Müslümanlığın gereği sayarsak, bunun İsla­ miyet gibi büyük ve ulvî Ibir dine eii büyük saygı- 7 . 4 . 1987 O: 1 suzîık olacağını düşünmek zorundayız. Bu itibarla bü­ tün Kur'an kurslarını çağdaş bir (denetleme ve dev­ let denetimine tabi tutmak zorunluğu da kendiliğin­ den ortaya çıkmaktadır. Bugün Türkiye'de, İslamiyet'in, Arap Yarımada­ sından çıkıp, Akdeniz'im uygar bölgelerime doğru ya­ yılması dönemindeki gibi fikrî bir uyanışa ihtiyacı olduğunu (biz Türkler, öteki bütün Müslüman halklar­ dan çok daha iyi hissedebilecek durumdayız. Ziya Gökalp'im bir şiirimde söylediği gibi, «Ey vaiz, bırak cennet cehennem hikâyelerini de, bana muhabbeti şerh eyle» dediği gibi, ulvî dimimizi bize yorumlaya­ cak büyük bilginler yetiştirmeliyiz. Uygar dünyanın ortak imalı olan eski Yunan filozoflarını keşfedip, felsefe Ve bilim alanında çağım en yüksek düzeyine çıkmış olan El •.Bur in i, Farabi, Ihni Sina gibi fikir adamlarını yetiştiren Türkler, bluıgün dfe aynı fonk­ siyonla karşı karşıya bulunmaktadır. Bizans teologlarıyla fikir alanında yarışmış; onları geride bırakımış oian İslam aydınlık çağının bu fikir zenginliğini, biz Türkler saygı ile takip etmek zorundayız ve ta­ kip edeceğiz. Bizim, Osmanlı - Müslüman geleneğimiz, dine de, ıbiılim ve 'teknolojiye de sağlıklı ve çelişkisiz bir pers­ pektiften bakabilmemize imkân sağlayacak bir kültür mirasımız biuîunduğunu bize hatırlatmaktadır. Roma ve Bizans kilisesinin baskısından, dar ka­ falılığından bıkarak, iMüs&lıüman - Osmanlı toleransı­ nı tercih eden kilise liderleri ve Hıristiyan halk, Sel­ çuk ve Osmanlı imparatorluklaranı (kısa zamanda üç kıtaya yayan bir manevî zemim oluşturmuştur. «Dindo zarflama olmaz» kutsal emir, Müslüman olsun, Hıristiyan olsun, tebanın mal ve oan varlığını devlet güvencesi altıma alan düşünce, Îslamiyetin eşitlik ve hoşgörüye dayanan bir inanç ısiistemi olduğunu1 bize hatırlatmaktadır. Keza, imparatorluğun ilk dönemle­ rinde ıbütün Osmanlı 'tabasını eşilt sayan, kanun kar­ şısında onların varlıklarını güvence altında tutan, din, idil, ırk ve mezhep farkı gözetmeyen, ülkede ba­ rış ve uyum sağlayan büyük imparatorluğun varisleri olarak, biz Türkler, dinimizin ve çağdaş ve insancıl yönlerini, bazı yarı cahil yorumcuların dar görüşle­ rine terk ödemeyiz. Muhterem milletvekilleri, bir tarafta din temsilci­ si sıfatıyla karışımıza dikilen şjarlaitanlları, geri zeka­ lıları kenara iterken, kutsal) inancımızın temel kaynaklannı yeni ve taptaze bir kafa ile kendimiz anla­ maya, yorumlamaya çalışacağız. Unutmayalım ki, İs­ lamiyet kadar, akla, ferdî vicdana ümit bağlayan bir 562 —