Çok Uluslu Şirketler

advertisement
Coşkun Can Aktan, İstiklal Vural (Ed)., Çokuluslu Şirketler,
Konya: Çizgi Kitabevi, 2006.
ÇOKULUSLU
ŞİRKETLER
GLOBAL SERMAYE VE GLOBALYATIRIMLAR
Coşkun Can Aktan & İstiklal Y. Vural
- İÇİNDEKİLER -
Önsöz / II
Globalleşme Sürecinde Çokuluslu Şirketler / 1
Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti / 25
Dolaysız Yabancı Yatırımlar / 53
Dış Ticarette Serbestleşme ve İktisadi Etkileri / 75
Global Ekonomik Entegrasyon, Dış Ticarette Serbestleşme ve
Türkiye / 85
Çokuluslu Şirketler ve Kurumsal Sosyal Sorumluluk / 97
Ekler / 105
ÖNSÖZ
Çokuluslu şirketler birden fazla ülkede kazanç sağlayıcı iktisadi
faaliyetlerde bulunan ve uluslararası üretimde bulunan
firmalardır. Oligopolcü bir yapıda olma eğiliminde olan
çokuluslu şirketler birden fazla ülkede üretim ve satış
faaliyetlerini yürütür ve şirketin mülkiyeti ve yönetimi birden
fazla ülke vatandaşına ait olabilir. Çokuluslu şirketler ulusal
sınırlar arasında mal ve hizmet üretir, ürettiği mal ve hizmetleri
pazarlar ve dağıtır; fikirleri, zevk ve teknolojileri dünyanın her
yanına yayar ve global ölçekte planlar yapıp, global
stratejilerini hayata geçirir. Bu şirketler üretim, finans,
teknoloji, güvenlik, enerji ve ticaret başta gelmek üzere global
ekonomik yapının tümünde temel belirleyici konumundadır.
İçinde bulunduğumuz globalleşme sürecinde çokuluslu
şirketlerin uluslararası yatırımlarının dünya ekonomisi için
büyük önem taşıdığını ve ülkelerinin kalkınmasına önemli
katkılar sağladığını reddetmek mümkün değildir. Çok uluslu
şirketlerin faaliyetlerinin ekonomik, toplumsal ve çevresel
açılardan önemli bazı maliyetlerinin olduğunu da göz ardı
etmek zordur. Yabancı sermaye rekabeti ve vergi rekabetinin
geçerli olduğu bir küresel ekonomik konjonktürde pek çok ülke
çokuluslu şirketlerin kendi ülkelerine yatırım yapmaları için
çaba içerisindedirler. Ancak globalleşme ve serbest ticaret
neticesinde, çokuluslu şirketler, az gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelerde ucuz işgücünü kullanarak emeği ve bu ülkelerin
kaynaklarını sömürme ve aynı zamanda doğa ve çevre üzerinde
tahrip edici sonuçlara sebebiyet verme potansiyeline sahiptirler.
Zira küresel ekonomik faaliyetlerin baş aktörü konumunda olan
çokuluslu şirketler iktisadi güç meydana getiren kaynakları
kolaylıkla kontrol edebilmekte ve bu kaynakları farklı yerlere
kaydırabilmektedirler. Çokuluslu şirketlerin faaliyetlerinin,
gerek ana ülkelere, gerekse ev sahibi ülkelere daha fazla
yararlar
sağlaması
için
söz
konusu
işletmelerin
sorumluluklarının açık olarak belirlenmesi ve bunun izlenmesi
önem taşımaktadır.
Globalleşme sürecinde çokuluslu şirketlerin ekonomik ve sosyal
kalkınmaya sağlayacağı katkılar ve fırsatlar yanısıra ortaya
çıkarabileceği tehdit ve tehlikelerin eşanlı düşünülmesinde ve
önlemler alınmasında yarar bulunmaktadır.
Bu kitapta, globalleşme ve serbestleşme süreci içerisinde
giderek artan uluslararası sermaye hareketleri, özellikle dolaysız
yabancı sermaye yatırımları ve büyüklükleri ve etkileri ile
çokuluslu şirketler incelenmektedir.
C.Can Aktan & İstiklal Vural
Şubat 2006
4
GLOBALLEŞME SÜRECİNDE
ÇOKULUSLU ŞİRKETLER
I. GİRİŞ
Teknolojik gelişmeler ve uluslararası düzeydeki serbestleştirme
faaliyetleri sonucunda, son yıllarda, üretim, tüketim ve finans
alanında yeni sistemlere dayanan bir global ekonomi ortaya
çıkmaktadır. Ekonomik ve sosyal entegrasyonun küresel
düzeyde artması yerel, ulusal ve bölgesel ölçekte önemli
değişikliklerin meydana gelmesine neden olmaktadır. Çokuluslu
şirketlerin sermaye ve üretimin globalleşmesini hızlandırmaları,
kitle iletişim araçlarını kontrol ederek küresel düzeyde tüketim
kültürünü yaymaları ve tüm iktisadi faaliyetlerde belirleyici
konuma gelmeleri dikkatleri bu şirketlerin faaliyetlerine ve
meydana getirdikleri etkilere yöneltmektedir. Son yıllarda bu tip
şirketler hem ekonomik güçlerini hem de coğrafik etki
alanlarını hızla artırmaktadırlar. Bu durum, büyük bir kısmının
şirket merkezleri Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya-Pasifik’te
olan çokuluslu şirketlerin bu üç bölge arasında iktisadi
faaliyetlerini yürüttükleri gerçeğinden hareketle globalleşmeden
tüm ülkelerin dengeli bir biçimde yararlanamayacağı ve dünya
ekonomisinin günümüzde de ulusal şirketlere dayalı olduğu
yönünde endişelerin ortaya çıkmasına yol açmaktadır.
Bu bölümde çokuluslu şirketler çeşitli boyutları ile ele
alınmaktadır. İlk olarak çokuluslu şirketlerin ortaya çıkmasına
ve güçlerini artırmasına ortam hazırlayan globalleşme süreci
politik iktisat boyutu içinde incelenmektedir. Daha sonra
çokuluslu şirketler, küresel ekonomideki yerleri ve globalleşme
karşısında bölgeselleşme eğilimleri ele alınmakta ve çokuluslu
şirketlerin etkilerine değinilmektedir.
5
II. GLOBALLEŞMENİN POLİTİK İKTİSADI
Sosyal ilişkilerde küresel ölçekte meydana geldiği düşünülen
kapsamlı ve çok boyutlu değişiklikleri ifade etmek için
kullanılan kavramlardan biri olan globalleşme kavramı farklı
biçimlerde tanımlanabilir. Üzerinde en fazla uzlaşmanın olduğu
tanıma göre globalleşme, nihai aşamada, ülkeler arasındaki gelir
dağılımı farklılıklarını azaltan, demokrasiyi evrensel norm
haline getirerek kurumları ve yönetim tarzlarını birbirine
yakınlaştıran ve farklı kültürel yapıya sahip olan kişilerin
birbirleri ile daha sık ilişki kurmasını sağlayarak kültürel
zenginliği artıran ‘iyi nitelikli’ bir güçtür (Milanoviç,
2003:667). Olumlu sonuçlar meydana getiren bir süreç olarak
ele alındığında globalleşmenin, belirli önkoşullar (sağlam
makro-politikalar, fikri mülkiyet haklarının korunması,
demokrasi ve hukuk devleti ilkesinin hayata geçirilmesi,
serbestleştirme v.b.) yerine getirildiği zaman ülkeleri ve kişileri
otomatik olarak ekonomik refaha götürdüğü varsayılır. Karşıt
görüşte olanlar ise globalleşmeyi çocuk işgücünün ortaya
çıkmasına, çevrenin tahrip olmasına, yerel kültürlerin yok
olmasına, zayıfların sömürülmesine, kültürel homojenliğin
ortadan kalkmasına ve işsizliğin artmasına neden olan ‘kötü
vasıflı’ bir süreç olarak ele alırlar.
Globalleşme, genellikle, sosyal ilişkilerin yoğunlaşmasına ve
ekonomik, kültürel, sosyal ve siyasal bütünleşmenin artmasına
yol açan mega-trendler ve süreçler olarak tanımlanmaktadır.
Teknolojik gelişmeler sonucunda insanoğlunun ulaştığı yeni
dönemde dünya ‘global köy’, toplum ‘bilgi toplumu’ ve
insanlığın ulaştığı zaman ‘tarihin sonu’ olarak nitelenmekte ve
sonuçta globalleşme, insanoğlunun kontrolü dışında gelişen
tarihsel ya da evrimsel bir süreç olarak görülmektedir
(Camilleri, 2002:77). Globalleşmeyi ortaya çıkaran temel faktör
teknolojik-teknik yenilik ve değişiklikler ise globalleşme
gerekli, kaçınılmaz ve geri döndürülemez bir süreçtir. Bu
durumda hükümetler değişime direnmeksizin sosyal ilişkilerin
piyasa ve teknolojik güçler tarafından belirlenmesine izin
vermeli ve ortaya çıkması olası olan ‘iyi’ sonuçlardan
6
yararlanmalıdır. Ancak, globalleşme yalnızca bir dizi süreçten
oluşmaz; aynı zamanda, bilinçli bir siyasi projedir. Başka bir
deyişle, globalleşmeye yol açan faktörlerden ilki teknolojik
gelişmeler ise ikincisi gelişmiş ülkeler ve global yönetişim
kurumları
tarafından
yürütülen
bilinçli
eylemler
(serbestleştirme, yapısal dönüşüm ve uyum) ile globalleşmenin
getirilerinden yararlanmak isteyen ülkelerin global ekonomiye
yön veren gelişmiş ülkelerin siyasi ve ekonomik yapısına uyum
sağlama çabalarıdır (piyasa ekonomisinin benimsenmesi,
demokrasi ve hukuk devleti ilkesinin kabulü v.b.).
Globalleşme, bireyler, toplumlar ve devletler arasındaki küresel
düzeydeki ilişkilerin ve karşılıklı bağımlılığın arttığı ve
derinleştiği bir süreçtir (Cohn, 2000:11 ve Jarblad, 2003:3).
Dünya’nın herhangi bir yerinde uygulanan bir politika dünyanın
geri kalanında önemli etkiler meydana getirir. Zira globalleşme
tüm toplumları ve tüm ülkeleri kapsayan bir süreçtir.
Globalleşme bu anlamda toplumları ve mekanları birbirine
bağlayan ve küresel ölçekte dışsal etkilere sahip olan sosyal
ilişkilerdeki yoğunlaşmayı ifade eder (Giddens, 1990:34.).
Ekonomik entegrasyonun artması ve sosyal ilişkilerdeki diğer
yoğunlaşma olayları yeni durumdan mümkün olan en fazla
getiriyi elde etmeye çalışan ülke ve firmaların uyum çabalarını
artırmaktadır. Ülkeler sınır aşan mobiliteye sahip üretim
faktörlerini kendi ülkelerine çekebilmek için egemenlikleri
altında bulunan yerlerin yatırım iklimini elverişli bir hale
getirmeye çabalamakta ve dünyanın her tarafında üretim
faktörlerini kullanabilen ve mal ve hizmet üreterek bunları
küresel ölçekte pazarlayıp satabilen firmaları ülkelerine çekmek
için rekabet etmektedirler. Ancak globalleşme ile birlikte
sermayenin küresel ölçekte mobilitesinin artması dünya çapında
sosyal eşitsizliklerin şiddetlenmesine yol açmaktadır. Dünyada
en çok kazanan 225 kişinin serveti (1 trilyon Dolar) dünya
nüfusunun en yoksul % 47’sinin (2,5 milyar) yıllık gelirine
eşittir ve dünyanın en zengin üç kişisinin toplam varlıkları 48 en
az gelişmiş ülkenin milli gelirleri toplamından daha fazladır
(Camilleri, 2002:81). 20. yüzyıl boyunca insani gelişimde
7
büyük ilerlemeler sağlanmasına rağmen bu alandaki sıkıntılar
sürmektedir. Günümüzde ilköğretim çağındaki 104 milyon
çocuk okula gidememekte; 831 milyon kişi yetersiz
beslenmekte; 1,1 milyar insan günde bir dolardan daha az bir
gelirle yaşamını sürdürmeye çalışmakta ve yaklaşık 1,2 milyar
insan sağlıklı suya erişememektedir (UNDP, 2004:129). OECD
ülkelerinde bile işsizlik son globalleşme dalgasının başlangıcı
olan 1980’li yılların başından itibaren hızla artmaktadır. OECD
ülkelerinde 1991-2001 yılları arasında yıllık ortalama 33,7
milyon kişi işsiz kalmıştır ve bu rakam 2003’te 37,3 milyon
kişiye ulaşmıştır (OECD, 2004:22). Dünyadaki en zengin
ülkenin kişi başına milli gelirinin en yoksul ülkeninkine oranı
19. yüzyıl sonunda 1/9 iken, günümüzde 1/60’a yükselmiştir
(Birdsall, 2002:5). Milanovic (2002)’in Gini Katsayısını esas
alan ve 144 ülkeyi kapsayan çalışmasının da ortaya koyduğu
gibi küresel ölçekte gelir dağılımındaki eşitsizlik giderek
artmaktadır.
Globalleşme sürecinde ortaya çıkan olumlu gelişmelerden
(refah düzeyindeki artış, insani gelişimdeki iyileşmeler, dış
ticaret ve milli gelirdeki artışlar v.b.) her ülke ve her bölge
dengeli bir biçimde yararlanamamaktadır. Günümüzde
globalleşen ülkeler ile globalleşmeden yarar elde eden ülkeler
aynıdır: Kuzey Amerika, Batı Avrupa ve Doğu Asya-Pasifik.
Ekonomik entegrasyon bu üç bölge arasında daha yoğundur.
Üçlünün, kıta içi (Örneğin, Kuzey Amerika’dan Kuzey
Amerika’ya) ihracatları toplamı 1970 yılında global ihracatın %
21.4’ü (Petrella, 1996:79) iken bu oran 2002’de % 47.2’ye
yükselmiştir (WTO, 2003:33-35). Bu rakamlara kıtalar arası
(Örneğin, Batı Avrupa’dan Kuzey Amerika’ya) ihracat
rakamları eklenirse bu üç bölgenin 2002 yılı itibarıyla dünya
ihracatındaki payı % 71,1 (1970’te % 60,8)’e ulaşır (WTO,
2003:33-35). Avrupa’daki tüm ülkeler ile Asya’daki önemli
ihracatçı ülkeler (Çin, Hindistan ve en fazla ihracat yapan diğer
ülkeler) dikkate alınırsa üçlünün dünya ihracatındaki payı
2004’te % 87,1’e çıkar (WTO, 2004:19). Aynı eğilim firma
düzeyinde de görülmektedir. Dünya’daki en büyük 500 çok
uluslu şirketin sadece 185’i ABD dışındaki ülkelere aittir ve bu
8
alanda “üçlü”nün sahip olduğu toplam şirket sayısı 430’dur
(Rugman, 2003:415). Bu yöndeki bölgeselleşme eğilimi
dolaysız yabancı yatırımlarda da kendini göstermektedir. Üçlü
ticaret bloğu, 2004 yılında, global dolaysız yabancı sermaye
girişlerinin % 79,2’sini; çıkışlarının ise % 89,3’ünü
gerçekleştirmiştir (UNCTAD, 2004:369-375). Global ekonomik
entegrasyonun daha fazla yoğun olduğu bölgelerde (Kuzey
Amerika, Avrupa ve Doğu-Güney Asya) ülkelerin üretim yapısı
ve finansal-teknolojik altyapı açısından gittikçe artan oranda
homojen bir hale gelmekte, benzer politikalar uygulamakta ve
global refahtan aldıkları payı muhafaza etmektedirler. Üçlü
bloğa ait ülkelerin bu başarısında en büyük pay ev sahipliği
yaptıkları küresel ölçekte rekabetçi faaliyetler sürdürme
yeteneğine sahip çok sayıda çokuluslu şirkete aittir.
III. GLOBALLEŞME AKTÖRÜ OLARAK ÇOKULUSLU
ŞİRKETLER
Globalleşen dünyada en önemli ekonomik aktörlerden biri
haline gelen çokuluslu şirketler 1 birden fazla ülkede kazanç
sağlayıcı iktisadi faaliyetlerde bulunan ve uluslararası üretimde
bulunan firmalar olarak tanımlanabilir. Oligopolcü bir yapıda
olma eğiliminde olan çokuluslu şirketler birden fazla ülkede
üretim ve satış faaliyetlerini yürütür ve şirketin mülkiyeti ve
yönetimi birden fazla ülke vatandaşına ait olabilir (Gilpin,
1987:232). Bir başka tanım yapmak gerekirse, çok uluslu
şirketler genel merkezi belli bir ülkede olduğu halde,
faaliyetlerini birden fazla ülkede genel merkez tarafından
koordine edilen şubeler veya bağlı şirketler aracılığıyla yürüten
büyük firmalardır. Bu şirketlerin yatırım, üretim, araştırma
faaliyetleri ve personel politikası ile ilgili stratejik kararları ana
1
Bu tip şirketlerin en yaygın adlandırılma biçimi çok uluslu şirket
(multinational corporation) olmasına rağmen uluslararası şirket (international
corporation), devletleraşırı şirket (transnational corporation) ya da global
şirket (global corporation) olarak da adlandırılmaktadırlar.
9
merkezin bulunduğu genel merkezde alınmaktadır 2. Çokuluslu
şirketler ulusal sınırlar arasında mal ve hizmet üretir, ürettiği
mal ve hizmetleri pazarlar ve dağıtır; fikirleri, zevk ve
teknolojileri dünyanın her yanına yayar ve global ölçekte
planlar yapıp global stratejilerini hayata geçirir. Bu şirketler
üretim, finans, teknoloji, güvenlik, enerji ve ticaret başta
gelmek üzere global ekonomik yapının tümünde temel
belirleyici konumundadır.
Global düzeyde üretim zincirlerinin farklı aşamalarını kontrol
edebilen, üretim faktörlerinin ve devlet politikaları ile sağlanan
avantajların kullanımında coğrafi farklılıklar nedeniyle ortaya
çıkan potansiyeli kullanabilen ve kaynak ve faaliyetlerini global
ölçekte yönlendirebilen firmalar global firmalar, yani çokuluslu
şirketlerdir (Dicken, 1998:177 ve Jarblad, 2003:11). Firmaların
global faaliyetlerde bulunmaları değişen koşullara kolayca
uyum sağlama yeteneği düşük olan diğer kurumlara (Örneğin,
parlamento, sendikalar, üniversiteler v.b.) göre daha kolaydır.
Bu stratejik kapasitesinin yanı sıra çokuluslu şirketleri dünya
ölçeğinde gerçek global oyuncular haline getiren iki farklı
nitelikleri daha vardır (Petrella, 1996:74). Modern toplumlar
teknolojiye ve daha fazla mal ve hizmet üretimine büyük bir
önem vermektedirler. Sanayileşmiş ülkeler kitlesel üretim
teknolojileri ile büyük ilerlemeler gerçekleştirip ulusal
refahlarını artırdıkça bu gelişmeye yol açan büyük ekonomik
işletmeler önemlerini artırdı ve global ekonomik ve siyasi
kültürü belirleyen aktörler haline geldiler. Teknolojik altyapıyı
üreten ve global ekonomiye hizmet sunan bu şirketler refah ve
istihdam yaratan ve böylece yaşam standardını artıran
ekonomik birimler olarak ortaya çıktılar. Çokuluslu ‘leviathan’
şirketler, günümüzde, hangi bölge veya ülkelerin istihdamı ve
refahı artıran yatırımları çekeceğini, yeni üretim birimlerinin
nerelerde inşa edileceğini ve dünyanın geriye kalanına ne kadar
teknoloji transfer edileceğini belirleyen kurumlardır. Ülkelerin
Çokuluslu şirketler konusunda detaylı bilgi için bkz: Büyükuslu ve
Kutal,1996; Büyükuslu,1996; Karluk, 1996; Çam, 1987; Arıboğan,1996;
Srange, 1989.
2
10
rekabet gücü ve dolayısıyla yaşam kalitesi global piyasaların
tercihlerine uygun mal ve hizmetleri en elverişli koşullarda
üretip satan global firmaların varlığına, bu firmaların yabancı
ülkelerde yaptığı yatırım tutarına ve benzer firmalar için ne
ölçüde çekici bir yer olduğuna bağlı olduğundan çokuluslu
şirketler sürdürülebilir rekabet gücü ve yaşam standartlarının da
en önemli belirleyicisidirler.
Global düzeyde faaliyette bulunan çok uluslu şirketler dört
farklı kategoriye ayrılabilir: (1) sermayenin hangi alanlara
yöneltileceği kaynak ülke tarafından belirlenen ve yerli
şirketlerle benzer politikalarla yönetilen çok uluslu şirketler; (2)
yatırım politikası kaynak ülke tarafından belirlenmekle birlikte
uluslararası piyasalara girebilmek için esnek ve global stratejiler
takip eden uluslararası şirketler; (3) herhangi bir ülkeye bağlı
olmayan farklı uluslardaki sermayedarların oluşturdukları
uluslaraşırı şirketler ve (4) uluslararası bir kuruluş tarafından
kontrol edilen uluslarüstü şirketler 3.
IV. ÇOKULUSLU ŞİRKETLERİN GLOBAL EKONOMİDEKİ YERİ
Son yıllarda küresel ölçekte ekonomik entegrasyonun artması,
piyasa ekonomisinin etkisini dünyanın her yerinde artırması ve
uluslararası ticaret ve finansal faaliyetlerde serbestleşmenin
ivme kazanması ile birlikte çokuluslu şirketlerin önemi hızla
artmaktadır. Çokuluslu şirketlerin önemini artırması global
ekonominin yapısını ve işleyişini köklü bir biçimde
değiştirmektedir. Çokuluslu şirketler, yürüttükleri faaliyet ve
uyguladıkları global stratejiler sayesinde uluslararası ticari
akımlar ile yatırımların düzeyini ve ekonomik faaliyetlerin
yoğunlaşacağı yerleri tayin etmektedirler. Teknoloji transferinin
en önemli aktörü konumunda olan bu şirketler sermaye ve
teknoloji yoğun sektörlere yaptıkları yatırımlar yoluyla
3
Richard Robinson (1964), International Business Policy. New York:Holt,
Rinehart, Winston, Aktaran Deniz Ülke Arıboğan (1996), Globalleşme
Senaryosunun Aktörleri. İstanbul: Der Yayınları.
11
gelecekte hangi bölge-ülkelerin rekabet güçlerini ve dolayısıyla
refahlarını sürdüreceklerini belirlemektedirler.
Günümüzde, dünyanın farklı bölgelerinde yaklaşık 61 bin
çokuluslu şirket 4 ve bunlara ait 900 bin yabancı bağlı şirket
faaliyet göstermektedir (UNCTAD, 2004:xvii). Çokuluslu
şirketlerin ne kadar güçlü olduğunu anlamak için global ticaret,
yatırım, üretim ve katma değerden aldıkları paya bakmak yeterli
olacaktır. Çokuluslu şirketlerin, 2003 yılında, global dolaysız
yabancı yatırım stoku (8,24 trilyon Dolar) içindeki payı
yaklaşık % 85’dir (UNCTAD, 2004:xvii). Çokuluslu şirketlerle
ilgili ayrıntılı analizler içeren UNCTAD (2002) incelendiğinde
bu şirketlerin global ekonomide oynadıkları rolün büyüklüğü
daha kolay bir şekilde anlaşılabilir. 2001 yılında global ihracat
7,4 trilyon Dolar iken çokuluslu şirketlerin toplam satışları 18,5
trilyon Dolar ve bu şirketlerce üretilen toplam katma değer 3,5
trilyon Dolardır. 1990 yılında yabancı bağlı şirketlerin global
gayrisafi yurtiçi hasılaya katkısı % 7 iken bu katkı 2001’de %
11’e ulaşmıştır. Yine aynı yıl yabancı bağlı şirketlerin 54
milyon kişiyi istihdam ettiği tahmin edilmektedir. Çokuluslu
şirketler ana ülkenin (şirket merkezinin bulunduğu ülke)
üretiminin artmasında çok büyük bir role sahiptirler. Ancak ana
ülke açısında asıl önemli olan nokta yerli şirketlere kıyasla daha
yüksek bir işgücü verimliliğine (işgücü başına üretilen katma
değer) sahip olan yabancı bağlı şirketlerin kârlılığının
(kârlar/satışlar) yerli şirketlerden üç kat daha fazla olması
(UNCTAD, 2002:17) ve global piyasalarda oluşan tekel
kârlarını ana ülkeye aktarmak suretiyle yaşam kalitesi ve refahı
artırmada kritik bir role sahip olmalarıdır.
UNCTAD (2004a) verileri dikkate alınarak finans sektörü
dışında faaliyet gösteren ve yabancı ülkelerdeki satış hâsılatı
açısından ilk yirmi içinde yer alan çokuluslu şirketlerin yabancı
ülkelerdeki satış rakamları ile ülkelerin gayrisafi yurtiçi
UNCTAD tarafından her yıl yayınlanan “Dünya Yatırım Raporu”na göre
yabancı ülkelerde sahip olduğu varlıkları kontrol eden tüm şirketler çokuluslu
şirket olarak bu sayıya dâhil edilmektedir.
4
12
hâsılalarının kıyaslanması bu şirketlerin gücü konusunda bize
daha açık fikirler sunabilir (ss.314:319). En büyük 20 çokuluslu
şirketin yabancı ülkelerdeki toplam satış hâsılatının (2,48
trilyon Dolar) global gayrisafi yurtiçi hasılaya (36,21 trilyon
Dolar) oranı % 6,8’dir. 2003 yılı itibarıyla en büyük 20
çokuluslu şirketin yabancı ülkelerdeki satış hasılatı toplamı
(2,480 trilyon Dolar) Fransa (1,757 trilyon dolar), İtalya (1,465
trilyon Dolar), İngiltere (1,798 trilyon Dolar) ve 14 ülkeyi
kapsayan Latin Amerika (0,953 trilyon Dolar)’dan daha
fazladır; 6 Kuzey Afrika ülkesi hariç tüm Afrika ülkelerinin (49
ülke) gayrisafi yurtiçi hasılasının yaklaşık 6 katı,
Türkiye’ninkinin ise yaklaşık 10 katıdır.
V. ÇOKULUSLU ŞİRKETLER VE BÖLGESELLEŞME
EĞİLİMİ
20. yüzyılın son yarısında küresel ölçekte iktisadi faaliyetlerde
büyük bir entegrasyon oluşmakla birlikte bu entegrasyondan
bütün ülke, bölge ya da firmaların eşit bir biçimde
yararlandığını söylemek oldukça zordur. Her dönemde global
ekonomi birkaç güçlü ülke ve bunların firmalarının
kontrolündedir. Zamanla değişen tek şey global ekonomiyi
kontrol eden ülke ve firmaların kimliğidir. Başka bir deyişle
günümüzde iktisadi faaliyetlerin çoğu Batı Avrupa, Kuzey
Amerika ve Doğu-Güney Doğu Asya-Pasifik ülkeleri arasında
cereyan etmektedir. Bu üçlü (triad) bloğun dışında yer alan
ülkeler global ticarette ve diğer iktisadi faaliyetlerde çok az söz
sahibidir ve globalleşmeden kaynaklanan yararlardan çok az
yararlanmaktadırlar. Bu bölgeselleşme eğilimi, globalleşmenin
bir numaralı aktörü konumunda olan global firmalar için de
geçerlidir. Dünyanın her tarafında her türlü iktisadi faaliyeti
gerçekleştiren çokuluslu firmaların çoğu merkezlerinin
bulunduğu yere (ülkeye) bağlıdırlar, ulusal niteliklerini
korumaya devam etmektedirler ve bu nedenlerle ulus devletlerin
düzenlemelerine tabidirler. Global finans alanında bile ulus
devletler piyasaları düzenlemekte ve yönlendirebilmektedirler.
13
UNCTAD tarafından her yıl yayınlanan “Dünya Yatırım
Raporu” adlı çalışmada firmaların uluslararasılaşma düzeylerini
ölçmek için “transnasyonalite endeksi” yayınlanmaktadır. Bu
endeks firmaların yabancı varlıklarının toplam varlıklarına
oranı, yabancı satışlarının toplam satışlarına oranı ve yabancı
istihdamlarının toplam istihdamlarına oranının ortalamasını
ifade etmektedir. Tablo 1’de finans sektörü dışında kalan
çokuluslu en büyük 100 firma ile ilgili çeşitli göstergeler yer
almaktadır. Tablo 1 dikkate alındığında en büyük 100 çokuluslu
şirketin iktisadi faaliyetlerinde, 1995-2002 yılları arasında,
uluslararasılaşma düzeyinin varlıklar, satışlar ve istihdam
açısından bütün sektörlerde arttığı görülmektedir. İlgili
dönemde, bütün sektörlerde, 100 en büyük çokuluslu şirketin
sahip olduğu toplam varlıklar ve satış hâsılatı ile yarattıkları
istihdamın yarıdan fazlası kendi ülkelerinin dışındaki ülkelerde
gerçekleştirdikleri ekonomik faaliyetlerden kaynaklanmaktadır.
Ancak çokuluslu şirketlerin iktisadi faaliyetlerindeki
uluslararasılaşma artmakla birlikte bu şirketlerin büyük bir
bölümü uluslararası faaliyetlerini büyük bir çoğunlukla kendi
bölgelerinde gerçekleştirmektedir. Rugman (2003)’e göre 2001
yılında dünyanın en büyük 500 şirketinin toplam satışlarının %
72’si kendi bölgelerinde gerçekleşmektedir (ss.409-411).
Coğrafik satış verileri elde edilebilen 380 şirketten 58’i satış
hâsılatının tamamını kendi bölgesinde gerçekleştirirken bölge
dışı satış hâsılatı elde eden 262 şirket satış hâsılatının yarısını
kendi bölgelerinden sağlamaktadır (Tablo 2). Günümüzde
çokuluslu şirketlerin büyük bir çoğunluğu ya üçlü ticaret bloğu
içinde kendi bölgesinde veya üçlü bloğun iki farklı bölgesinde
faaliyet göstermektedirler. Öte yandan, üçlü ticaret bloğu
içerisinde gerçekleşen ticaret de ağırlıklı olarak (AB % 62,
NAFTA %56,7 ve Asya-Pasifik %56) bölge içi ticaret
şeklindedir (Rugman, 2003:412).
14
Tablo 1.En Büyük 100 Çokuluslu Şirketi İle İlgili Çeşitli Göstergeler (Finans Sektörü Hariç)
Sektörler
Şirket
Sayısı
Yabancı Varlıklar/
Toplam Varlıklar (a)
1995 2002
Hizmetler
İmalat
Temel1
Çeşitli
12
68
15
5
31
56
10
3
Yabancı Satışlar/
Yabancı İstihdam/
Toplam Satışlar (b) Toplam İstihdam (c)
TNI*
(Yüzde Olarak)
1995
2002
1995
2002
1995
2002
1995 2002
42,4
47,8
49,6
34,7
57,6
54,5
64,6
49,0
45,7
59,7
55,7
38,4
52,7
62,9
60,4
50,3
39,9
53,9
44,9
47,3
52,6
56,5
60,0
55,9
43,1
54,3
49,5
40,2
54,3
57,9
61,7
51,7
1
Tarım, hayvancılık, balıkçılık ve madencilik
* TNI=Transnationality Index
Kaynak: UNCTAD (2004:127).
Rugman (2003)’e göre bölgeselleşme eğilimleri çokuluslu
şirketlerin satışları veri olarak ele alındığında çok daha
güçlüdür. Dünyanın en büyük 500 firmasından coğrafik satış
hâsılatı verisi elde edilebilen 380 firmanın 320’si hâsılatlarının
% 80’ini üçlü ticaret bloğu içerisinde kendi bölgelerinde
gerçekleştirmektedirler. Örneğin, 2002 yılında, finans alanında
faaliyet göstermeyen en büyük 100 çokuluslu şirket arasında
toplam yabancı varlıkları itibarıyla 1. sırada bulunan General
Electric satış hasılatının % 65,6’sını; 2. sırada bulunan
Vodafone % 20,6’sını; 3. sırada bulunan Ford % 66,7’sini; 5.
sırada bulunan General Motors % 85,8’ini; 31. sırada bulunan
Wal-Mart % 83,3’ünü ve 66. sırada bulunan Mitsubishi %
85,8’ini kendi ülkesinde elde etmektedir (UNCTAD, 2004:276279). Veri elde edilebilen 380 şirketin yalnızca 9’u satışlarının
en az % 20’sini üçlü ticaret bloğunun hepsinde yaptığı için
‘global’ nitelikte çokuluslu şirkettir (Tablo 2). Bu şirketler IBM,
Sony, Philips, Nokia, Intel, Canon ve Flextronics gibi elektronik
alanında faaliyet gösteren şirketlerdir veya Coca Cola (gıdaiçecek) ve LVMH (lüks mallar) gibi şirketlerdir. Toplam
satışlarının en az % 20’sini üçlü ticaret bloğunun iki bölgesinde
gerçekleştiren firma sayısı 25’tir. Bu şirketler arasında Toyota,
Nissan, DaimlerChrysler, Honda gibi otomotiv firmaları ile
GlaxoSmithKline gibi ilaç firmaları yer almaktadır (Rugman ve
Verbeke, 2004).
Toplam satış hâsılatı içinde yabancı ülkelerde elde edilen satış
hâsılatı payı dikkate alınarak belirlenen dünyanın en fazla
uluslararasılaşmış ilk 20 çokuluslu şirketinin önemli bir kısmı
15
bile bölgesel nitelikli şirketlerdir (Rugman ve Verbeke,
2004:11). Bu şirketlerden 9’u ağırlıklı olarak kendi bölgelerinde
(Örneğin, Avrupalı çokuluslu şirketler AB’nde; Kanada ve
ABD’li şirketler NAFTA’da ve Asya-Pasifik şirketleri
Avusturalya dahil Asya-Pasifik’te) satış yapmaktadırlar (Tablo
3). Örneğin, 2001’de Avrupa’lı şirketlerden Suez (bölge içi satış
oranı % 74); Vodafone (% 93,1) ve Stora Enso (% 69,2) toplam
satışlarının
yaklaşık
2/3’ünü
kendi
bölgelerinde
gerçekleştirdikleri için ‘Avrupalı’ şirketlerdir. Bu 20 çokuluslu
şirketin yalnızca 11’i global düzeyde rekabetçi başarı elde
edebilen çokuluslu şirketlerdir. Bu şirketlerden ikisi ABD’li
olmamalarına rağmen satışlarının büyük bir kısmını bu ülkede
yapmaktadır (News corp. ve AstraZeneca); altı şirket iki bölgeli
çokuluslu şirkettir (Roche, GlaxoSmithKline, Diageo, Lafarge,
BP, Ericsson) ve yalnızca 3 şirket satışlarını üçlü bölgede
dengeli bir biçimde dağıtmıştır (Nokia, Philips ve LVMH)
ancak dünyanın her tarafına dengeli bir dağılımla satış
yapabilen, yani gerçek anlamda global olan çokuluslu şirket
bulunmamaktadır (Tablo 3).
Tablo 2.En Büyük 500 Çokuluslu Şirketin Sınıflandırılması, 2001
Çokuluslu
Şirketin
Türü
Global
İki Bölgeli
Ev Sahibi Ülke Yönelimli
Ana Ülke Yönelimli
Yetersiz Veri
Veri Yok
Toplam
Çokuluslu
Şirket
Sayısı
En Büyük
500 İçindeki
Yüzdesi
380 Şirket
İçindeki
Yüzdesi
Bölge İçi Satışların
Ağırlıklı Ortalaması
(Yüzde Olarak)
9
25
11
320
15
120
500
2,0
5,0
2,2
64,0
2,8
24,0
100,0
2,6
6,6
2,9
84,2
3,7
…
100,0
38,2
42,0
30,9
80,3
40,9
…
71,9
Ağırlıklı ortalama hesaplanırken bölge içi satışlarda en düşük değer dikkate alınmıştır (>90=90)
Kaynak: Rugman, (2003:413) ve Braintrust Research Group, (2003).
1990-1998 yıllları arasında dünyanın en büyük 100 çokuluslu
şirketinin 90’ının şirket merkezi Avrupa Birliği, Japonya ve
ABD’nde iken (UNCTAD, 2000:72-74) 2002 yılında bu sayı
85’e gerilemiştir (UNCTAD, 2004:276-278). Öte yandan, 2001
yılında toplam çok uluslu şirketlerin % 65’inin merkezi bu
ülkelerde bulunmakta ve Gelişmekte Olan Ülkeler (GOÜ)’in
payı ise 1990’dan günümüze yavaş bir şekilde artarak 2001’de
16
% 20’ye ulaşmış bulunmaktadır. 2001 yılında merkezi
GOÜ’lerde olan beş firma en büyük 100 çokuluslu şirket
arasında yer almaktadır: H. Whampoa (Hong Kong), Petronas
(Malezya), Cemex (Meksika), Petroleos de Venezuela
(Venezuela) ve LG Electronics (Kore) (UNCTAD, 2002:xvi).
Ancak GOÜ çokuluslu şirketlerinin global dolaysız yabancı
yatırımları içindeki payı 1980’lerin ortasında % 6’dan daha
düşük bir düzeyde iken 2001-2003 döneminde % 7’ye
yükselmiş olsa bile 2002 yılı itibarıyla en büyük 100 çokuluslu
şirket arasında yer alan GOÜ çokuluslu firma sayısı bir
gerilemiştir: H. Whampoa (Hong Kong), Cemex (Meksika),
Singtel (Singapur) ve Samsung (G.Kore).
1990’lı yılların ortasından itibaren global dış ticaretin 2/3’ünü
gerçekleştiren çokuluslu şirketler arasında da belirli bir
yoğunlaşma söz konusudur; başka bir ifadeyle, 4’ü hariç kalanı
gelişmiş ülkelere ait olan ve toplam çokuluslu şirket sayısının
yalnızca % 0,2’ini oluşturan dünyanın en büyük 100 çokuluslu
şirketi dünyadaki yabancı bağlı şirketlerin satış hâsılatının %
14’ünü elde etmekte; varlıklarının % 12’sine sahip olmakta ve
istihdamın % 13’ünü gerçekleştirmektedirler. Bu durum ise
uluslararası üretimin belli ülkelerde-bölgelerde yoğunlaşmasına
neden olmaktadır.
17
Tablo 3.En Fazla Uluslararasılaşmış Şirketlerin Satışlarının Bölgesel Dağılımı, 2001 (Yüzde Olarak)
Sıralama
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
Fortune
Şirket Adı
500
Sıralaması
147
288
194
143
263
423
301
267
140
364
262
416
281
459
4
15
99
210
394
123
Ana
Ülke
Nokia
Finlandiya
Roche
İsviçre
ABB
İsviçre
Philips
Hollanda
Nortel
Kanada
Stora Enso
Finlandiya
AstraZeneca
İngiltere
Volvo
İsveç
Glaxo S.Kline
İngiltere
News Corp. Avusturalya
Diageo
İngiltere
Lafarge
Fransa
BHP Billiton Avusturalya
LVMH
Fransa
BP
İngiltere
TotalFinaElf
Fransa
Suez
Fransa
Ericsson
İsveç
Danone
Fransa
Vodafone
İngiltere
Bölge İçi Kuzey Avrupa Asya- Yoğunlaşma
Satışlar Amerika
Pasifik
49,0
36,8
53,9
43,0
54,4
69,2
32,0
51,6
28,6
9,0
31,8
40,0
66,1
36,0
36,3
55,6
74,0
46,0
60,3
93,1
25,0c
38,6
25,1
28,7a
54,4a
19,5
52,8b
30,2
49,2b
75,0b
49,9
32,0
12,6
26,0b
48,1
8,4
11,0
13,2
…
0,1b
49,0
36,8
53,9
43,0
…
69,2
32,0
51,6
28,6
16,0d
31,8
40,0
13,0
36,0
36,3
55,6
74,0
46,0c
60,3
93,1
26,0
11,7
11,3
21,5
…
7,1
5,2f
6,0
…
9,0
7,7
8,0
66,1
32,0
…
…
5,0
25,9
…
4,8
G
B
D
G
D
D
S
D
B
S
B
B
D
G
B
D
D
B
D
D
G: Global; B: İki Bölgeli; D: Ana Ülke Yönelimli; S: Ev Sahibi Ülke Yönelimli; a: Kanada ve ABD; b:
Yalnızca ABD; c: Tüm Kuzey Amerika Ülkeleri; d: Yalnızca İngiltere; e: Avrupa ve Orta Doğu;f: Japonya
Kaynak: Rugman ve Verbeke, (2004:13)
Globalleşme ile birlikte global piyasalarda rekabetin
yoğunlaşması, rekabete dayanamayan firmaların birleşmeler
veya şirket satın alımlarıyla piyasadan çekilmek zorunda
kalmalarına yol açmaktadır. Global ekonomide büyük bir güce
sahip olan ve yabancı yatırımlardan üretime kadar birçok alanda
hâkim duruma gelen çokuluslu şirketlerin birleşme ve satın
alma (BSA) faaliyetleri yoluyla bu güçlerini ve başat
pozisyonlarını pekiştirmektedirler 5 . Ulusal, bölgesel ve
uluslararası alanda dış ticaret ve yabancı sermaye alanlarında
gerçekleştirilen serbestleştirme faaliyetleri 6 ; ülke düzeyinde
5
Şirket birleşmeleri ve satın alma faaliyetleri, herhangi bir işletmenin başka
bir işletmenin gerçekleştirdiği faaliyet veya işlerin bir kısmı veya tamamı
üzerinde kontrol sağlaması ya da diğer işletmeyi satın alması olarak
tanımlanabilir.
6
1991-1994 döneminde dolaysız yabancı yatırımları düzenleyen kanunlarda
dünya çapında 1035 değişiklik yapılmış; 1980 yılında 818 olan dolaysız
yabancı yatırımları teşvik eden iki taraflı yatırım anlaşmaları 1999’da 1856’ya
yükselmiş ve 1980’de 719 olan çifte vergilendirmeyi önleyen anlaşma sayısı
1999 sonunda 1982’ye yükselmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. UNCTAD, World
Investment Report 2000: Cross-border Mergers and Acquisitions and
Development, Tablo 3.
18
sermaye piyasalarının serbestleştirilmesi, deregülasyonu ve
özelleştirme uygulamaları; ar-ge maliyetleri ile risklerin artması
ve yeni bilgi teknolojilerinin devreye girmesi sonucunda global
düzeyde BSA faaliyetleri artmaktadır. Firmalar, globalleşmenin
getirdiği rekabet baskısının üstesinden gelebilmek için ulusötesi üretim faaliyetlerini diğer araçlara göre hız ve müseccel
varlıklara erişim açısından daha avantajlı olan BSA faaliyetleri
yoluyla gerçekleştirmektedirler. Bunun yanı sıra, firmalar, yeni
piyasalara erişme, piyasada güç ve üstünlük sağlama; oluşan
güç birliği yoluyla verimliliklerini artırma; işletme büyüklüğünü
global düzeyde etkin olacak ölçeğe çıkarma; ortaya çıkan
riskleri yayma ve yeni fırsatları değerlendirmek amacıyla bu
faaliyetlere girişmektedirler (UNCTAD, 2000:16).
Şekil 1. Uluslararası Şirket Birleşmeleri ve Satın Alma Faaliyetleri (Milyar Dolar)
1400
1143,8
Dünya
1200
GO Ü
1000
Üçlü
766
800
531,6
600
369,7
304,8
400
115,6
200
593,9
140,3 150,5
80,7
79,2
83
127,1
186,5
296,9
227
0
1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003
Üçlü: Batı Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya-Pasifik
Kaynak: UNCTAD, (2004:416-419)
BSA faaliyetleri 1988 yılında global düzeyde sadece 115,6
milyar $ iken 1990 yılında 150.5 ve 2000 yılında 1143.8 milyar
$’a yükselmiştir (Şekil 1). Ancak 2001’de meydana gelen
global çaptaki durgunluk eğilimi BSA faaliyetlerinin önemli
ölçüde azalmasına yol açmıştır. 2001 yılında meydana gelen
uluslararası BSA faaliyetlerinin toplam değeri bir önceki yılın
yarısına (594 milyar $) gerilemiş; 1 milyar Doları aşan
uluslararası BSA faaliyetlerinin sayısı 175’ten 113’e gerilemiş
ve bunların toplam değeri % 50’den daha fazla azalarak 866
milyar dolardan 378 milyara düşmüştür (UNCTAD, 2002).
BSA faaliyetlerindeki bu azalma eğilimi 2001 yılından sonra da
19
devam etmiş ve küresel düzeydeki BSA faaliyetleri 2002’de
369,7; 2003’te ise 296,9 milyar Dolara inmiştir. Şekil 1 BSA
faaliyetlerinde de üçlü ticaret bloğunun açık bir biçimde etkin
olduğunu, hatta global BSA faaliyetlerinin neredeyse
tamamının bu üçlüye ait olduğunu ortaya koymaktadır. Çok
uluslu şirketlerin dünya ekonomisinde sahip oldukları konumu
BSA faaliyetleri ile güçlendirmeleri bu kuruluşların global
ekonomiye hakim olmalarına yol açmakta ve globalleşmenin
ortaya çıkardığı yararların bu şirketlerin merkezlerinin
bulunduğu ve ağırlıklı olarak faaliyetlerini odaklaştırdığı
sanayileşmiş ülkeler lehine orantısız bir biçimde dağılmasına
yol açmaktadır.
VI. ÇOKULUSLU ŞİRKETLERİN İKTİSADİ ETKİLERİ
Global dolaysız yabancı yatırımların çok büyük bir kısmını
gerçekleştiren çokuluslu şirketler, bu türden yatırımlar ile
teknoloji transferine ve endüstriyel yeniden yapılanmaya yol
açarak yatırımın yapıldığı ülke ekonomisini olumlu yönde
etkileyebilir. Yoksul ülkelere teknoloji ve bilgi transferinde
bulunan, bu ülkelerdeki birey-firmaların “yaparak öğrenmesini”
sağlayan ve istihdama katkıda bulunan dolaysız yabancı
sermaye yatırımlarının aynı yöndeki etkisi daha güçlüdür.
Benzer bir biçimde, çok uluslu şirketlerin verimliliği artırdığı,
işgücünün niteliğini artırdığı, teknoloji transferini hızlandırdığı,
tekelleri ortadan kaldırarak rekabeti artırdığı (ya da piyasaya
bağlı olarak tekelleşmeye yol açtığı) ve modern ve yeni
teknikleri gündeme getirerek yerel firmaların yeteneklerini
artırdığı ileri sürülmektedir (Blomström ve Kokko, 1997:10).
Çokuluslu şirketlerin ev sahibi ülkeye yaptığı katkıların en
önemlisi ev sahibi ülkenin ihracat rekabet gücünü artırmasıdır
(UNCTAD, 2002:151). Çokuluslu şirketler herhangi bir ülkede
yatırım yaparken beraberinde sermaye, teknoloji ve yönetim
bilgisi getirir; ev sahibi ülke global pazarlara kolayca erişme
olanağına sahip olan çokuluslu şirkete mal ve hizmet tedarik
eden yerli firmalar sayesinde bölgesel ve global piyasalara
erişim olanağına kavuşabilir. Yerli firmalar, yaparak öğrenme
20
süreci sonrasında ihraç ürünlerinin çeşitlenmesini sağlarlar.
Teknoloji transferi yoğun ise ihracatın teknolojik yoğunluğu da
artar ve çokuluslu şirketlerle rekabet ederek iç piyasada
palazlanan yerli firmalar global ölçekte rekabet edecek bir hale
gelebilirler. Çokuluslu bir şirketin herhangi bir ülkede yatırım
yapması halinde çokuluslu şirketin ev sahibi ülkeye getirdiği
sermaye, bilgi ve beceri ile teknoloji ölçüsünde ev sahibi
ülkenin reel milli gelirinde bir artış olur. Ev sahibi ülkenin
vergiler yoluyla elde ettiği ek gelirler ile toplumun elde ettiği
dolaylı faydalar (daha yüksek gelir veya daha ucuz mal ve
hizmet sunumu) çokuluslu şirketin elde ettiği getiriden daha
yüksekse çokuluslu şirketin doğrudan ekonomik etkileri ev
sahibi ülke lehine gelişir. Dışsal fayda taşmaları (dolaylı etkiler)
ile birlikte ev sahibi ülkenin çokuluslu şirketin faaliyetlerinden
olumlu etkilenmesi pazarlık ilişkisinde üstün konumda olmasına
bağlıdır (Fieldhouse, 1999:167-170).
Çokuluslu şirketlerin bir ülkeye yatırım yapmaları için her iki
tarafın da birbirleri için değerli bazı varlıklara sahip olması
gerekir. Bu pazarlık sürecinde her iki taraf da mutlak anlamda
kazanır (pozitif toplamlı oyun) ancak pazarlık gücü daha fazla
olan taraf göreceli olarak daha fazla getiri elde eder (Şekil 2).
Model 7 , ev sahibi ülke yeni yatırımlara muhtaçken başka
yatırım yerlerini kolayca bulabilen ve belirsizlik nedeniyle
yatırım yapmakta tereddüt eden çokuluslu şirketler bir ülkeye
yatırım yapmadan önce daha yüksek bir pazarlık gücüne sahip
olduğunu varsayar. Bu nedenle ilk yatırım yapılmadan önce ev
sahibi ülke teşvik ve diğer özendirici tedbirlerle çokuluslu
şirketleri ülkesine çekmeye çalışır. Ancak bir defa yatırım
yapılınca dolaysız yabancı yatırımlar nedeniyle ortaya çıkan
çeşitli faydalar nedeniyle ev sahibi ülke ekonomisi güçlenir ve
sonuçta rekabet ve pazarlık gücü artar. Pazarlık gücü artan ev
sahibi ülkenin daha fazla getiri elde etmeye yönelik taleplerine
7
“Eski Usül Pazarlık Modeli” (obsolescing bargain model) Vernon tarafından
geliştirilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Raymond Vernon (1971), Sovereignity
at Bay: The Multinational Spread of US Enterprises, New York: Basic Books,
ss.46-59.
21
karşılık vermek isteyen çokuluslu şirketler teknoloji, ürün ve
ihracat piyasalarına erişim açısından ev sahibi ülkeyi kendisine
bağımlı tutmaya çabalar. Ancak her durumda farklı yerlere
faaliyetlerini kaydırma yeteneğine sahip olan çokuluslu şirketler
ev sahibi ülkeye kıyasla daha avantajlıdır ve bu nedenle
çokuluslu şirketlerin faaliyetleri daha çok üçlü ticaret bloğunda
yer alan ülkelere yarar sağlar.
Şekil 2. Güç Kaynakları ve Sınırlamaların Fonksiyonu Olarak Çokuluslu Şirketler İle Ev Sahibi
Ülke arasındaki Pazarlık İlişkisi
SINIRLAMALAR
Endüstrideki rekabet ve yoğunluğun
derecesi
Ev sahibi ülkenin ne ölçüde iyi bir
tüketici (ulusal piyasanın büyüklüğü,
kişi başına düşen milli gelirin yüksek
olması v.b.) veya dağıtımcı olduğu
(coğrafi konum v.b.)
Endüstrideki global entegrasyon
derecesi
Ekonominin dolaysız yabancı
yatırımlara bağımlılığı
Ödemeler dengesi veya borç
sorununun varlığı
Yatırımları için rakiplerle rekabet
edebilme derecesi
Siyasi belirsizlik veya istikrarsızlık
GÜÇ KAYNAKLARI
ÇOKULUSLU
ŞİRKET
ŞİRKET
EV SAHİ
SAHİBİ
ÜLKE
Teknolojik yoğunluk ve
teknolojinin değişim hızı
Yönetim konusunda uzmanlık
Reklam yoğunluğu, ürün farklılığı
Piyasalara erişim veya ihracat
potansiyeli
İstihdam
Yurtiçi piyasaya erişim
Siyasi iklim
Teşvik uygulamaları
Doğal kaynakların kontrolü
Elverişli altyapı olanaklarının
varlığı ve bunlara erişim derecesi
uygun nitelikteki işgücünün
varlığı
Kaynak: Jarblad, (2003:6)
Çok Taraflı Yatırım Antlaşması (MAI) ile getirilmek istenen
değişiklikler çokuluslu şirketlerin egemenliğini ve elde ettikleri
getirileri artırıcı yönde etkiler meydana getirme potansiyeline
sahiptir. Bu düzenlemeye göre çok uluslu şirketler anlaşmanın
tarafı olan devletlerle aynı yasal statüye sahip olacak,
uluslararası şirketler potansiyel kârlarını azaltabilecek yasalar
yürürlüğe koydukları takdirde ulusal hükümetlere karşı tazminat
davası açabilecek, yabancı yatırımcılar kolayca global ölçekte
hizmet sektörü yatırımlarına girebilecek ve bu şirketlerin kâr
transferleri üzerindeki sınırlamalara da sona erecektir (Ellwood,
2002:60). Anlaşma’nın lehinde görüş bildirilen çevreler,
MAI’nin var olan küreselleşme sürecinin kaçınılmaz bir sonucu
olduğunu ileri sürmekte ve bu anlaşmayla getirilecek
düzenlemelerin süreci daha da hızlandıracağını ifade
etmektedirler. Ancak MAI girişimi globalleşme karşıtlarının
eylemleri ile engellenmiştir ve globalleşme karşıtları MAI’nin
22
yürürlüğe girmesini önlemek için etkin bir şekilde muhalefet
yapmayı sürdürmektedirler 8.
Çok uluslu şirketlerin sahip olduğu bu hegemonyayı ortadan
kaldırmak için ne yapılabilir? Önemle belirtelim ki, pek çok
devletin mali gücünden çok daha fazlasına sahip olan bu dev
şirketlerin gücünü sınırlamak oldukça güç görünmektedir. Bu
konuda yapılması gereken öncelikle ulusal düzeyde rekabet
hukukunun yürürlüğe konulmasıdır. Ülkeler kısıtlayıcı ticari
uygulamalar (tarife ve tarife benzeri engeller) yürürlüğe
koyarak çok uluslu şirketlerin ülkelerine girişini kısmen
önleyebilirler. Ancak global ticaretin yeni kuralları bu türde
korumacılığı giderek ortadan kaldırmaktadır. Yabancı firmalara
karşı uygulamaya konulan anti-damping soruşturmaları ve
vergileri ile anti-kartel düzenlemeleri en etkin önlemler olarak
görülebilir. Ülkeler rekabet yasaları ile tröstleri, tekelleri, yatay
ve dikey şirket birleşmelerini, şirketlerin el değiştirmelerini ve
mülkiyet haklarını düzenleyerek kendi ülke ve firmaları lehine
bir ekonomik konjonktürün ortaya çıkmasını sağlayabilir ve
uygulamaya koyacakları yatay ve dikey kısıtlamalarla
şirketlerin piyasada sahip oldukları gücü kötüye kullanmalarını
engelleyebilirler.
VII. SONUÇ
İçinde bulunduğumuz globalleşme sürecinde çokuluslu
şirketlerin uluslararası yatırımlarının dünya ekonomisi için
büyük önem taşıdığını ve ülkelerinin kalkınmasına önemli
katkılar sağladığını reddetmek mümkün değildir. Çok uluslu
şirketlerin faaliyetlerinin ekonomik, toplumsal ve çevresel
açılardan önemli bazı maliyetlerinin olduğunu da göz ardı
etmek zordur. Yabancı sermaye rekabeti ve vergi rekabetinin
geçerli olduğu bir küresel ekonomik konjonktürde pek çok ülke
çokuluslu şirketlerin kendi ülkelerine yatırım yapmaları için
8
MAI adıyla bilinen anlaşmanın kapsamı hakkında bkz: Oğuzhan Cevat
Dinçer (1998), “Çok Taraflı Yatırım Anlaşması (Multilateral Agreement On
Investment) Üzerine Bir
Değerlendirme”, http://www.dtm.gov.tr/ead/DTDERGI/tem98/coktrf.htm.
23
çaba içerisindedirler. Ancak globalleşme ve serbest ticaret
neticesinde, çokuluslu şirketler, az gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelerde ucuz işgücünü kullanarak emeği ve bu ülkelerin
kaynaklarını sömürme ve aynı zamanda doğa ve çevre üzerinde
tahrip edici sonuçlara sebebiyet verme potansiyeline sahiptirler.
Zira küresel ekonomik faaliyetlerin baş aktörü konumunda olan
çokuluslu şirketler iktisadi güç meydana getiren kaynakları
kolaylıkla kontrol edebilmekte ve bu kaynakları farklı yerlere
kaydırabilmektedirler. Çokuluslu şirketlerin faaliyetlerinin,
gerek ana ülkelere, gerekse ev sahibi ülkelere daha fazla
yararlar
sağlaması
için
söz
konusu
işletmelerin
sorumluluklarının açık olarak belirlenmesi ve bunun izlenmesi
önem taşımaktadır.
Globalleşme sürecinde çokuluslu şirketlerin ekonomik ve sosyal
kalkınmaya sağlayacağı katkılar ve fırsatlar yanısıra ortaya
çıkarabileceği tehdit ve tehlikelerin eşanlı düşünülmesinde ve
önlemler alınmasında yarar bulunmaktadır.
KAYNAKLAR
Arıboğan, Deniz Ülke (1996), Globalleşme Senaryosunun
Aktörleri. İstanbul: Der Yayınları.
Birdsall, Nancy (2002), Asymmetric Globalization: Global Markets
Require Good Global Politics, Center for Global Development
Working Paper Number 12, October.
Blomström, Magnus ve Ari Kokko (1997), “How Foreign
Investment Affects Host Countries”, Policy Research Working
Paper. No: 1745, Washington, D.c.: The World Bank, March.
Braintrust Research Group (2003), The Regional Nature of Global
Multinational Activity. (http://www.braintrustresearch.com; indirme
tarihi 06.08.2005).
Büyükuslu, A.Rıza ve G. Kutal (1996), Çokuluslu Şirketler ve
İnsan Kaynağı Yönetimi, İstanbul: Der Yayınları, 1996.
24
Çam, Esat (1987), “Çok Uluslu Şirketler ve Gelişen Ülkeler”, İ.Ü.
İktisat Fakültesi Dergisi, Cilt, 45, Sayı 14.
Camilleri, Joseph A. Ed. (2002), Democratizing Global
Governance, Gordonsville, VA, USA:Palgrave Macmillan.
Cohn, Theodore H. (2000), Global Politic Economy: Theory and
Practice, Addison Wesley: Longman.
Dicken, Peter (1998), Global Shift: Transforming the World
Economy, London: Paul Chapman Publishing.
Dinçer, Oğuzhan Cevat (1998), “Çok Taraflı Yatırım Anlaşması
(Multılateral Agreement On Investment) Üzerine Bir
Değerlendirme”,
http://www.dtm.gov.tr/ead/DTDERGI/tem98/coktrf.htm.
Ellwood, Wayne (2002), Küreselleşmeyi Anlama Kılavuzu,
İstanbul: Metis Yayınları, 2002.
Fieldhouse, David (1999), “A New Imperial System? The Role
of Multinational Corporations Reconsidered”, (Jeffry A.
Frieden ve David A. Lake-Eds., International Political Economy:
Perspectives on Global Power and Wealth, Fourth Edition, London
ve New York: Routledge, içinde), ss.167-180.
Giddens, Anthony (1990), The Consequences of Modernity,
Stanford: Polity Press.
Gilpin, Robert (1987), The Political Economy of International
Relations, New Jersey: Princeton University Press.
ILO,Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Çokuluslu Şirketler ve
Sosyal Politika İle İlgili İlkeler Üçlü Bildirgesi,
http://www.ilo.org/public/english/employment/multi/download/
turkish.pdf
Jarblad, Andreas (2003), The Global Politic Economy of
Transnational
Corporations:
A
Theory
of
Asymmetric
25
Interdependence, Luleá University of Technology, C Ektended
Essay No:047.
Karluk, Rıdvan (1996), Uluslararası Ekonomi, Genişletilmiş,
Yenilenmiş 4. Bası, İstanbul: Beta.
Milanovic, B. (2002), Worlds Apart: The Twentieth Century’s
Promise
that
Failed.
Manuscript,
http://www.worldbank.org/research/inequality/ .
Milanoviç, Branko (2003), “Two Faces of Globalization:
Against Globaalization as We Know It”, World Development,
Vol. 31, No:4, ss.667-683.
OECD (2004), OECD Employment Outlook, Paris: Organization
for Economic Co-Operation and Development.
Petrella,
Riccardo
(1996),
“Globalization
and
Internationalization: The Dynamics of the Emerging World
Order”, (Robert Boyer ve Daniel Drache, Eds., State Against
Markets: The Limits of Globalization. içinde), London: Routledge,
ss.62-83.
OECD,
Çok
Uluslu
İşletmeler
Genel
İlkeleri,
http://www1.oecd.org/publications/e-book/200201VE5.PDF
OECD, Guidelines for Multinational Enterprises,
http://www.oecd.org/document/28/0,2340,en_2649_34889_2397532_
1_1_1_1,00.html;
Rugman, Alan M. (2003),“Regional Strategy and the Demise of
globalization”, Journal of International Management, 9 (2003),
ss.409-417.
Rugman, Alan M. ve Alain Verbeke (2004), “Regional
Transnationals and Triad Strategy”, Transnational Corporations,
Volume 13, Number 3, December, ss.1-20.
26
Srange, Susan (1989), “Toward a Theory of Transnational
Empire”, in E.O. Czempiel and J. Rosenau (eds.) Global Changes
and Theoretical Challenges, Lexington, Mass.:Lexington Books.
UNCTAD (2000), World Investment Report 2000: Cross-Border
Mergers &Acquisitions and Development, New York: United
Nations.
UNCTAD (2002), World Investment Report 2002: Transnational
Corporations and Export Competitiveness, New York: United
Nations.
UNCTAD (2004), World Investment Report 2004: The Shift
Towards Services, New York: United Nations.
UNCTAD (2004a), UNCTAD Handbook of Statistics 2004, New
York: United Nations.
UNDP (2004), Human Development Report 2004: Cultural Liberty
Todays Diverse World, New York: United Nations
Development Programme.
in
Vernon, Raymond (1971), Sovereignity at Bay: The Multinational
Spread of US Enterprises, New York: Basic Boks.
WTO (2003), International Trade Statistics 2003, World Trade
Organization.
WTO (2004), World Trade Report 2005: Explaining the Links
between Trade Standards and the WTO, World Trade Organization.
27
GLOBALLEŞME ve
YABANCI SERMAYE REKABETİ
I. GİRİŞ
Globalleşme ve teknolojik gelişmeler sonucu üretim
faktörlerinin mobilitesinin artması, ülkelerin iktisadi
kalkınmalarını sağlamak, diğer ülkelerle aralarındaki
gelişmişlik farkını kapatarak önde giden ülkeleri yakalamak ve
genel olarak yaşam kalitesini artırmak için gerekli olan
sermayeyi yabancı kaynaklardan temin etme arzusunu
artırmaktadır. Sözkonusu globalleşme sürecinde ülkeler yabancı
sermayeyi cezbetmek için birbirleriyle daha şiddetli bir rekabet
içerisinde bulunmaktadırlar. “Yabancı sermaye rekabeti” olarak
adlandırılan bu olgu bütünüyle globalleşmenin ortaya çıkardığı
bir gelişmedir. Bu bölümde öncelikle dünyada yabancı sermaye
yatırımlarının gelişimi ortaya konulduktan sonra, yabancı
sermaye yatırımlarının ekonomik kalkınma ve rekabet
üzerindeki etkileri özetlenecek ve son olarak da “teşviklere
dayalı rekabet” ve “kurallara dayalı rekabet” şeklinde gelişme
gösteren yabancı sermaye rekabeti incelenecektir.
II. YABANCI SERMAYE YATIRIMLARININ GELİŞİMİ
Yabancı sermaye akımları 1990’lı yılların başından itibaren
hem Gelişmekte Olan Ülkelere (GOÜ) yönelik olarak hem de
global düzeyde önemli ölçüde artış göstermiştir. Sermaye
akımlarında gözlemlenen bu artışın ilk nedeni, ev sahibi
ülkelerden kaynaklanan nedenlerle yabancı yatırımcıların
Çokuluslu Şirketler
yatırım nedeniyle üstlendikleri risklere karşılık elde etmeyi
umdukları getirilerin artması yönündeki olumlu beklentidir.
Çok sayıda ülkenin dış borçlarını yeniden yapılandırarak kredi
değerliliklerini yükseltmeleri; başarılı istikrar programları
uygulayan bir çok GOÜ’nin uyguladıkları makro-ekonomik
politikalara duyulan güveni ve gerçekleştirdikleri yapısal
reformlar sonucu verimliliklerini artırmaları ve nihayet, bazı
ülkelerin döviz kurundaki oynaklıktan kaynaklanan riskleri
azaltan sabit döviz kuru uygulamalarına yönelmeleri, bu
yöndeki beklentilerin olumlu olmasını sağlamıştır (LopezMeija, 1999:28-31).
İkinci neden, başta ABD olmak üzere sanayileşmiş ülkelerde
reel faiz oranlarında görülen azalma ile belli başlı kreditör
ülkelerde gözlemlenen durgunluktur. Örneğin, ABD’deki kısa
vadeli (nominal) faiz oranları 1990’daki yüzde 7.5 düzeyinden
1993’te yüzde 3’e gerilerken sanayileşmiş ülkelerde ağırlıklı
ortalama kısa vadeli faiz oranları 1990’daki yüzde 9 düzeyinden
1993’te yüzde 5 civarına gerilemiştir (Calvo, Leiderman ve
Reinhart, 1993:114.). Faiz oranlarındaki düşme, bir yandan
yabancı ülkelerde yatırım yapmaya kıyasla düşük faizlerin
geçerli olduğu yurtiçinde yatırım yapmayı cazip olmaktan
çıkararak; öte yandan, GOÜ’lerin kredi değerliliğine olumlu bir
katkı sağlayarak GOÜ’lere yönelik sermaye akımlarının
artmasına yol açmıştır.
Üçüncü neden, sermaye akımlarının yöneldiği ülkelerdeki
politik ve ekonomik performanstır. Gelişmiş ülkelere kıyasla
daha az sermaye birikimine sahip olan GOÜ’lerde sermayenin
marjinal verimliliğinin daha fazla olacağı genel olarak kabul
edilmektedir. Uygulanan makro-ekonomik ve yapısal
politikaların güçlü olması halinde beklenen risk-getiri düzeyi ve
başarılı bir ekonomik performans gösteren ülkelere yönelik
sermaye akımları artacaktır. Gerçekten de dolaysız yabancı
yatırımların (DYY) arttığı bir çok GOÜ’de 1990’lı yıllarda
sermaye hareketleri önemli ölçüde serbestleştirilmiştir. Örneğin,
1991-93 yılları arasında 11 GOÜ sermaye hareketleri
üzerindeki döviz kuru kontrollerini büyük ölçüde kaldırırken,
26
Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti
15 ülke portfolyo girişleri üzerindeki engelleri, 23 ülke DYY
üzerindeki kontrolleri azaltmışlar ya da tamamen ortadan
kaldırmışlardır (IMF, 1994:26.).
İktisadi globalleşme ve GOÜ ülkelerindeki serbestleştirme
çabaları 1990’lı yıllarda DYY’nın önemli ölçüde artmasına yol
açmıştır. GOÜ’lere yönelik DYY 1983-88 yılları arasında yıllık
ortalama 20 milyar Dolar iken 1994-95 yıllarında ortalama 93
milyar Dolar’a ve 1997’de ise 149 milyar Dolar’a ulaşmıştır.
1990-98 yılları arasında altı kattan daha fazla artan GOÜ’lere
yönelik DYY’nın, toplam DYY içindeki payı 1991’deki yüzde
25 seviyesinden 1998’de yüzde 42’ye yükselmiştir (World
Bank, 1999:47). GOÜ’lere yönelik DYY çoğunlukla mevcut
aktiflerin satın alınması ya da şirket birleşmeleri yoluyla
gerçekleşmektedir. Enformasyon teknolojisindeki gelişmelerin
yer seçiminin önemini azaltması ve aktif yönetimi ile uğraşan
büyük firmaların küçük olanlarına göre daha hızlı büyümeleri,
şirket birleşme ve satın alma faaliyet (BSF)’leri yoluyla
DYY’nı artırmaktadır (IMF, 1998:186). GOÜ’lerin çoğunluk
hissesine yabancıların sahip olduğu BSF’leri içindeki payı
1990’lı yıllarda hızla yükselmiş ve 1997’de yüzde 19’a
çıkmıştır ve bu faaliyetlerin net DYY’na oranı aynı yıl yüzde
28’e ulaşmıştır. GOÜ’lere yönelik DYY’nın önemli bir kısmı
da özelleştirme faaliyetleri yoluyla gerçekleştirilmektedir. Bu
yolla gerçekleşen DYY’nın toplam tutarı GOÜ’lerdeki
BSF’lerinin yarısını, toplam DYY’nın ise yüzde 13’ünü
meydana getirmektedir (World Bank, 1999:49).
Global düzeyde DYY’lar 2002 yılında bir önceki yıla kıyasla
1/5 oranında azalarak 1988’den beri en düşük seviye olan 651
milyar Dolar’a gerilemiştir. DYY akımları 195 ülkenin
108’inde gerilemiştir. Bu gerilemenin arkasında yatan temel
faktör, başta gelişmiş ülkeler olmak üzere dünyanın her
tarafında görülen ekonomik durgunluk ve bu durgunluğun en
azından kısa vadede aşılamayacağına yönelik beklentilerdir. Bu
ana nedenin yanı sıra borsa değerlerindeki gerilemeler, şirket
karlılıklarındaki azalma, bazı ülkelerde şirketlerin yeniden
yapılandırılmasındaki gecikmeler ve özelleştirme furyasının hız
27
Çokuluslu Şirketler
kesmesi etkili olmuştur. BSF’lerindeki büyük gerilemeler DYY
akımlarındaki gerilemenin büyük düzeylere ulaşmasında bir
diğer faktördür. BSF’lerinin sayısı 2000’de 7894 iken 2002’de
4493’e gerilemiş ve her bir BSF’nin ortalama değeri aynı
dönemde 145 milyon Dolar’dan 82 milyon Dolar’a inmiştir
(UNCTAD, 2003:3.). (Bkz: Tablo-1.)
UNCTAD (2003) verilerine göre, DYY’lar bölgeler ve ülkeler
boyunca dengesiz bir şekilde gerilemektedir. Coğrafik açıdan,
hem GOÜ hem de GÜ’lere yönelik DYY akımları 2002’de
yüzde 22 oranında gerilemiştir. Bu azalmanın yarısına yakını
ABD ve İngiltere’ye yönelik DYY akımlarındaki düşüşten
kaynaklanmaktadır. Latin Amerika’da 2002’deki azalma yüzde
33, Afrika’da yüzde 41’e ulaşmıştır; ancak 53 milyar dolarlık
girişin söz konusu olduğu Çin faktörü nedeniyle Asya-Pasifik
bölgesinde DYY akımlarındaki azalma en düşük düzeyde
gerçekleşmiştir. Ancak DYY artmasına yol açan ekonomik
faktörlerde fazla bir değişiklik söz konusu değildir. Global
rekabetin artması çok uluslu şirketleri (ÇUŞ) yeni pazarlarda
yatırımda bulunmaya zorlamakta ve bu şirketler düşük maliyetli
kaynaklar
ve
üretim
faktörleri
arayarak
karlarını
azamileştirmeye çalışmaktadırlar.
28
Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti
Tablo 1. Dolaysız Yabancı Yatırımlar ve Uluslararası Üretimle
Alakalı Seçilmiş Göstergeler
Cari
Fiyatlarla Yıllık Büyüme Hızı
Değeri
(Milyar (Yüzde Olarak)
Dolar)
1982 1990 2002 1986- 1991- 1996- 2000
1990 1995 2000
59
209 651 23.1 21.1 40.2 29,1
28
242 647 25.7 16.5 35.7 9.5
802 1954 7123 14.7 9.3 17.2 18.9
DYY Girişleri
DYY Çıkışları
DYY Girişleri
(stok)
DYY Çıkışları
595 1763
(stok)
Sınır Aşan
…
151
BSF’ler
Bağlı Firma
2737 5675
Satışları
Bağlı F. Toplam 2091 5899
Varlığı
Bağlı Firma
722 1197
İhracatı
Kaynak: UNCTAD, 2003, s.3.
2002
-21
-9
7.8
6866
18
10.6
16.8
19.8
8.7
370
25.9
24
51.5
49.3
-37.7
17685
16
10.1
10.9
19.6
7.4
26543 18.8
13.9
19.2
27.4
8.3
2613 13.5
7.6
9.6
11.4
4.2
III.
YABANCI
SERMAYE
YATIRIMLARININ
KALKINMA ve REKABET ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Bir çok GOÜ için dış ticaret, uzun vadede, iktisadi büyüme ve
kalkınma üzerinde olumlu etkilere sahiptir (UNCTAD, 1999).
Zira, kişi başına milli gelirin düşük olması ve bazen yeterli
büyüklükte nüfusa sahip olmamaları nedeniyle bir çok GOÜ
hem küçük bir iç piyasaya sahiptir; hem de bu ülkelerde ihracat,
yatırım ve üretim artışı büyük ölçüde ithal mallara ve
teknolojiye dayanmaktadır. GOÜ’lerin uzun vadede büyüme ve
kalkınmalarını sürdürmeleri için gerekli olan ihracat artışının,
ihracatın çeşitlendirilmesinin ve dolayısıyla döviz ihtiyacının
karşılanmasında DYY önemli bir iktisadi kaynak
konumundadır. Sermaye ve tasarruf birikimi yetersiz olan
GOÜ’lere yönelik uzun vadeli sermaye akımları içinde en
büyük paya sahip olan ve doğru iktisadi politikaların takip
edilmesi halinde iktisadi kalkınma ve büyümeye olumlu bir
29
Çokuluslu Şirketler
katkı sağlayan DYY, etkisi değişik sektörlere, piyasanın
büyüklüğüne, ekonominin dışa açık olma derecesine ve
yatırımın türüne göre farklı olmakla birlikte diğer sermaye
akımlarına göre daha esnek ve finansal krizlerde daha istikrarlı
olması nedeniyle, GOÜ’lerde kalkınmanın finansmanında etkili
bir dış finansman kaynağı olmaya devam etmektedir.
İster yabancı sermaye yatırımları üzerindeki engellerin
kaldırılması yoluyla olsun isterse dış ticaretle alakalı konularda
olsun liberalizasyona yönelik faaliyetler, bir yandan ithal
malların üzerinden alınan tarife ve benzeri yükümlülüklerin
azaltılması sonucunda tüketicinin daha düşük fiyatla ithal
mallarını tüketme imkanına sahip olmasına (Balassa, 1967: 72),
öte yandan ise tüketicinin bol mal ve bol seçenek olanağına
kavuşması ve yerli üretimde rekabet nedeni ile ortaya
çıkabilecek kalite artışı gibi faktörler vasıtasıyla tüketicinin
refahının artmasına yol açar (Kalaycıoğlu, 1991: 83). Yabancı
sermaye rejiminde sözkonusu olacak liberalizasyon sonucunda
oluşan ithalat artışı kısa vadede ev sahibi ülkede üretim ve
istihdamın azalmasına yol açsa da, uzun vadede ekonomik
kaynakların ithal ikameci endüstrilerden ihracata yönelik
endüstrilere aktarılması halinde, kaynakların daha etkin bir
şekilde kullanılması nedeniyle toplam üretim ve dolayısıyla
toplam refahta belirli bir artış meydana getirebilecektir
(Balassa, 1967: 71). Ancak, liberalizasyon nedeniyle bazı
sanayi dallarının rekabete dayanamayıp piyasadan çekilmek
zorunda kalmaları halinde, meydana gelen refah artışında belirli
seviyede bir azalma ortaya çıkabilecektir.
DYY projesinin, ev sahibi ülke piyasasına yeni bir ürünü
sunması ya da yurtiçinde üretilmeyen bir mal veya hizmeti ev
sahibi ülkede üretilir bir hale getirmesi halinde fiyat rekabeti
genellikle ortaya çıkmaz. Ancak, ev sahibi ülkede üretilen
herhangi bir mal veya hizmetin arzını artıracak bir DYY projesi
bu mal veya hizmetin fiyatının azalmasına yol açar. Yabancı
bağlı şirketlerin, ürettikleri ürünlerde kullanacakları üretim
faktörleri için yerli firmalarla rekabete girmeleri nedeniyle
üretim faktörlerinin fiyatlarında belirli bir artış meydana
30
Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti
gelebilir. Ev sahibi ülkedeki fiyatlar yabancı yatırımın türüne
göre farklı şekillerde etkilenirler. Hammadde tedariki ve
işlemeye yönelik bir DYY muhtemelen ilgili hammaddenin
dünya fiyatını değiştirmeyecektir. Zira, dünya hammadde
fiyatları global arz ve talebin buluştuğu noktada oluşmaktadır
ve bu nedenle DYY sonucu ilgili hammaddenin fiyatının
değişmesi için yurtdışı piyasalara çok büyük miktarda bir arzın
sürülmesi gerekmektedir. Yabancı piyasalardaki pazar payını
korumak amacıyla üretim faaliyetinin bir kısmını DYY yoluyla
ülke dışına kaydıran bir şirketin bu faaliyetinin mal ve hizmet
sunduğu ulusal piyasalardaki fiyatları azaltması muhtemeldir.
Zira, bu tip bir yatırımın amacı maliyetleri en aza çekerek düşük
fiyatlar yoluyla rekabet etmek ve böylece pazar payını
muhafaza etmek olduğundan artan rekabetle birlikte ulusal
piyasada üretilen mal ve hizmetin fiyatı azalma eğilimine
girebilir.
Bu
durumdan
tüketicilerin
yararlanıp
yararlanamayacakları rekabetin şiddetine bağlıdır. Öte yandan,
ev sahibi ülkenin piyasasına mal ve hizmet satmayı amaçlayan
bir DYY projesi, piyasadaki üreticilerin sayısını artırmışsa ya
da başka bir deyişle, tekelleşmeye yol açmaksızın ve ev sahibi
ülke firmalarının piyasadan çekilmelerine yol açmaksızın
yurtiçi mal ve hizmet arzını artırmışsa artan rekabet nedeniyle
ev sahibi ülke piyasasında fiyatların azalmasına yol açar
(Grosse ve Kujawa, 1992: 298-301).
DYY büyüme ve kalkınma için yeterli kaynağı temin etmekte
güçlükle karşılaşan GOÜ’lerin en önemli dış finansman kaynağı
olmasının yanı sıra yöneldikleri ev sahibi ülke ekonomisi
hakkında diğer yatırımcılar için olumlu sinyal işlevi görerek
potansiyel yatırımcıları çekme etkisi (crowding in) ile toplam
yatırımların artmasına neden olur. Nitekim 1970-89 yılları
arasındaki dönemi kapsayan ülkelerarası bir çalışmadaki
DYY’ndaki yüzde 1’lik bir artışın yurtiçi yatırımları yüzde 0,5
ila yüzde 1,3 artırdığı yolundaki bulgu da bu etkinin varlığını
doğrulamaktadır (Borensztein, De Gregorio ve Lee, 1998:121.).
DYY yoluyla ev sahibi ülke kalkınmanın ve büyümenin
sürdürülmesi için doğrudan dış finansman sağlarken DYY
sonucunda oluşan dolaylı bazı faydalardan da yararlanır. DYY
31
Çokuluslu Şirketler
sonucu ortaya çıkan yeni ve ileri teknolojilerin ev sahibi ülkeye
transfer edilmesi, çok uluslu şirketler faaliyetlerinin ileri
teknoloji gerektiren alanlarda yoğunlaşması nedeniyle emeğin
daha kalifiye bir hale gelmesi ve rekabet ile ihracatın artması
gibi olumlu dışsal faydalar da büyümeye katkı sağlar. DYY
faaliyetleri sonucu ev sahibi ülkenin yararlandığı dışsal fayda
taşmaları (spillover) bir bütün olarak ekonomide verimlilik
artışına yol açmaktadır. DYY’nın büyüme ve verimlilik
üzerindeki olumlu etkisi çok sayıdaki çalışma tarafından da
doğrulanmaktadır. Örneğin, 69 GOÜ’yi içeren ve Borensztein,
De Gregorio ve Lee tarafından yapılan bir çalışma (1998),
DYY/GSYİH oranındaki yüzde 1’lik bir artışın ev sahibi ülkede
kişi başına GSMH’da yüzde 0,8 artışa yol açabileceğini ortaya
koymaktadır. Bunun dışındaki birçok çalışmada da benzer
sonuçlar ortaya çıkmaktadır. DYY ortak girişim, lisanslar ve
mal ve hizmet ticareti yoluyla ev sahibi ülkenin yeni ve ileri
teknolojilere ulaşmasını sağlayarak verimlilik artışına neden
olur. Genel olarak, verimlilik artışı yabancı yatırımların sahibi
olan firmalarda, özellikle çok uluslu şirketlerde (ÇUŞ)
yüksektir (Djankov ve Hoekman, 1998) ve çok uluslu
şirketlerin sahip oldukları yüksek teknolojinin doğal bir sonucu
olarak görece daha kalifiye işçilerin istihdamını gerektiren
sektörlerde daha aktiftirler (Feenstra ve Hanson, 1997:377.).
DYY ev sahibi ülke ekonomisine canlılık kazandırır ve yurtiçi
rekabeti artırır. Yerli sanayinin tekelci bir yapıya sahip olması
halinde tekelci yapının ortadan kaldırılmasında, yurtiçi üretimin
artmasında ve fiyatların düşmesinde DYY etkili olabilir. Öte
yandan, DYY’nın girdiği sanayide doğal tekellerin olması
halinde, çok uluslu şirketler, büyük şirketler olmaları, ileri
teknolojiye ve yeryüzüne yayılmış pazarlama, satış ve dağıtım
örgütlerine ve bu piyasaların gerektirdiği büyüklükte bir
sermayeyi tedarik etme imkanına sahip olmaları gibi nedenlerle
bu tip piyasalara girebilirler ve tekel pozisyonunu ortadan
kaldırabilirler. DYY’nın giriş yaptıkları piyasadaki yerli
şirketlerin çok zayıf olmadıkları durumlarda rekabet düzeyini ve
böylece verimliliği artırdıkları genel olarak kabul edilmekle
birlikte bazı durumlarda çok uluslu şirketlerin varlığı verimsiz
32
Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti
yerel firmaları piyasa dışına iterek sonuçta rekabeti azaltabilir.
DYY’nın yurtiçi piyasada rekabeti azalttığı durumların ilki;
ilgili sanayide güçlü konumda olan özel şirket ya da şirketlerin
ya da alanında tekel konumunda olan kamu şirketinin ya da
kuruluşunun yabancı bir firma tarafından satın alınması yoluyla
DYY’nın gerçekleştirilmesidir (OECD, 1998a:25). Çok uluslu
şirketlerin bir endüstrideki yoğunlaşma üzerindeki etkisi
piyasanın hacmi ile giriş engellerinin varlığı ve türüne bağlı
olarak değişmekle birlikte, bazen endüstriyel yoğunlaşmanın en
önemli nedeni çok uluslu şirketler olabilmektedir (Kalirajan,
1989). İkincisi, yabancı firmaların bir endüstrideki varlığının
kartel benzeri rekabeti engelleyici oluşumların ulusal
otoritelerce tespitini güçleştirebileceği durumlardır. Piyasalarda
rekabeti bozucu her türlü eylemi takip etmek ve piyasa koşulları
altında düzenleyici bir rol üstlenmek üzere oluşturulan yurtiçi
rekabet kurumlarının bu gibi durumlarda sınır ötesi araştırma ve
ülkelerarası karşılaştırma yapmaları gerekeceğinden rekabeti
bozucu faaliyetlerin tespiti güçleşebilmekte ve özellikle çok
uluslu şirketlerin varlığı rekabeti bozucu ya da azaltıcı bir
nitelik kazanabilmektedir (OECD, 1998:25).
IV. DOLAYSIZ YABANCI YATIRIMLAR ve ÇOK
ULUSLU ŞİRKETLER
Dolaysız yabancı yatırım (DYY)’ların büyük bir bölümü çok
uluslu şirketler tarafından gerçekleştirilmektedir. Ülkeler
yabancı sermaye yatırımlarını çekebilmek için çok çeşitli
faktörleri kullanırlar. DYY’lar ise çok çeşitli faktörlerden
etkilenirler. Dolaysız yabancı yatırımların belirleyicileri üç ana
başlık altında ele alınabilir: Firmalara özgü faktörler, yere özel
faktörler ve ekonomik entegrasyonlar. (Şekil 1).
Çok uluslu şirketlerin kendi ülkelerinde yatırım yapmak ya da
diğer ülkelerle ticaret yerine yabancı ülkelerde yatırımda
bulunmalarının çeşitli nedenleri bulunmaktadır: (1) Kar
maksimizasyonu, (2) Birden çok ülkede faaliyette bulunmak
suretiyle ortaya çıkan riskleri dağıtmak, (3) Yurtiçi piyasanın
massedemeyeceği bir ölçeğe ulaşmak, (4) Uluslararası alanda
33
Çokuluslu Şirketler
ortaya çıkan arbitraj olanaklarından yararlanmak, (5) Sahip
olunan üstün teknoloji yardımıyla yerel firmalar üzerinde
avantaja sahip olmak.
Öte yandan, firmaların lisans vermek veya dış ticaret yerine
yabancı ülkelerde yatırımda bulunmalarının da çok farklı
nedenleri bulunmaktadır: (1) Korumacılık veya ulaşım
maliyetlerinin yüksek olması, (2) Mal veya hizmetlerin
doğasının yabancı yatırımı zorunlu kılması, (3) Ucuz emek
istihdam etmek suretiyle üretim maliyetlerinin azaltılabilmesi
ve (4) Firma sırlarının daha kolay korunması ve kaynak akışının
daha güvenli bir hale getirilebilmesi. Firmaların dolaysız
yabancı yatırımlarda bulunmaya iten firmalara özgü faktörler iki
ana amaca indirgenebilir: Piyasalara ve kaynaklara (doğal ve
beşeri) erişim.
Çok uluslu şirketlerin yabancı bir ülkeye yatırım yapma
kararlarında yatırım yapılacak yer (ülke/bölge) son derece
önemlidir. Üretilen mal veya hizmet için tek bir ihraç
piyasasının olması ya da üretim için gerekli olan kaynağın tek
bir yerden karşılanması durumunda yatırım yerinin
seçilmesinde fazla bir seçenek söz konusu değildir. Ancak, bu
konuda genellikle çok fazla sayıda seçenek ortaya çıkmaktadır.
Birden fazla seçeneğin olması durumunda yer seçimi, yatırımın
piyasaya ya da kaynağa yönelik olup olmamasına veyahut
sanayi veya hizmetler sektörünü hedefleyip hedeflememesine
göre değişir. Çok uluslu şirketlerin gerçekleştirdiği yabancı
yatırımların yerinin belirlenmesinde genel olarak önem arz eden
etkenler bir kaç ana başlık altında toplanabilir: (1) Ekonomik ve
siyasi istikrar, (2) Elverişli bir iş ortamı ve uygun bir hukuki ve
fiziki altyapının varlığı, (3) Bürokratik engellerin asgari
düzeyde olması, (3) Vasıflı ve/veya ucuz işgücü, (4) Elde edilen
karın serbestçe yurtdışına aktarılabilme olanağı ve (5) Ev sahibi
ülkede ortaya çıkacak uyuşmazlıkların uygun bir çözüm
mekanizmasına bağlanması .
34
Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti
Şekil 1. Dolaysız Yabancı Yatırımların Belirleyicileri
Kaynak: UNCTAD, 1999, s. 91.
Çok uluslu şirketlerin yer seçiminde yukarıda yer alan genel
etkenlerin göreceli önemi yapılan yabancı yatırımın türüne göre
farklılıklar göstermektedir. Piyasaya erişim DYY’ların büyük
bir çoğunluğunda temel motivasyondur. GOÜ’ler arasında
Çin’in popülerliği büyük ölçüde sahip olduğu büyük nüfus
potansiyeli ve yabancı firmaların kendi piyasasına erişimini
kolaylaştırıcı
politikasının
rolü
büyüktür.
İktisadi
entegrasyonların varlığı halinde DYY’lar aynı anda piyasa ve
kaynaklara yönelik olabilir. Entegrasyon içinde yer alan bütün
ülkeleri besleyecek şekilde tek bir üretim yeri seçilebilir. Bu
durumda üretimin yapıldığı ülkenin piyasa büyüklüğü
önemsizdir, ancak üretim maliyetleri, seçilen yerin merkeziliği
ve sahip olduğu kültürel yapı ile iletişim olanakları son derece
önemlidir.
V. YABANCI SERMAYE REKABETİNİN İKİ TÜRÜ
Yabancı sermaye rekabeti iki farklı rekabeti bünyesinde
barındırır: Teşviklere dayalı rekabet ve kurallara dayalı rekabet
35
Çokuluslu Şirketler
(Oman, 2000:20). Teşviklere dayalı rekabet mali ve finansal
teşvikleri içerir. Temel mali teşvikler arasında belirli yatırım
türleri için gelir üzerinden alınan vergi oranlarında indirim
yapılması; tarife muafiyetleri veya vergi iadeleri; hızlandırılmış
amortisman uygulaması; yatırım indirimleri ve sosyal güvenlik
katkılarında indirimler yer alır. En önemli finansal teşvikler
arasında ise bağışlar ve sübvanse edilmiş kredi ve kredi
garantileri gelmektedir. Her iki tür teşvik de ya belirli koşulların
yerine getirilmesi şartıyla otomatik olarak veya idari otoritenin
takdir yetkisine bağlı olarak verilebilir. Takdir yetkisi,
teşviklerin etkin bir biçimde hedeflenmesini sağlayabilir,
yatırımcıyla başarılı bir şekilde müzakere edilmesine yol
açabilir veya rekabete hızlı bir şekilde cevap verilmesine yol
açabilir; ancak, şeffaflığı ortadan kaldırmak suretiyle istismara
ve yozlaşmaya da neden olabilir.
Kurallara dayalı rekabet, yabancı sermayeyi çekebilmek için
işçi hakları, çevrenin korunması, ürün ve üretim standartları ile
ilgili kurallar ve uygulamalardaki değişikliklerden komşu
ülkelerle imzalanan bölgesel entegrasyon anlaşmalarına dek bir
dizi daha geniş kapsamlı ve heterojen rekabet türünü içerir
(Oman, 2000:21). Öte yandan, fikri mülkiyet haklarının daha
fazla korunması, hukuk devleti ilkesinin titizlikle uygulanması
ve yargı sisteminin güçlendirilmesi, özel ekonomik bölgelerin
(serbest bölgeler) ihdas edilmesi, kamu iktisadi teşebbüslerinin
özelleştirilmesi, piyasaların deregüle edilmesi ve dış ticaret ve
yatırım politikalarının serbestleştirilmesi yabancı sermayenin ev
sahibi ülkede emin bir şekilde yatırım yapmasına ve iyi getiri
elde etmesine yol açan kurallara dayalı rekabet türleridir.
Bu iki türde yabancı sermaye rekabetini daha ayrıntılı olarak
incelemeye çalışalım.
1. Vergi Teşviklerine Dayalı Yabancı Sermaye Rekabeti
Vergi politikasının ve vergilemenin DYY’lar üzerindeki etkileri
son yıllarda bir çok çalışmada ele alınmaktadır (Hines, 1997;
Hines, 1999 ve Gorter ve De Mooij, 2001). Bazı çalışmalar
36
Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti
genel olarak vergi sisteminin ve politikasının etkisi üzerinde
dururken diğerleri özellikle kurumlar vergisi olmak üzere
spesifik bazı vergilerin etkisini incelemektedir. Teorik
nitelikteki çalışmalar üretim maliyetlerini ve net karları
etkileyen vergilerin DYY’lar üzerindeki etkisinin önemli
olduğunu savunurken vergilerdeki değişikliklerle DYY düzeyi
arasındaki ilişkiyi tespit etmeye çalışan ekonometrik çalışmalar
çoğunlukla çelişkili ve ikna edici değildir. Bunun temel nedeni
DYY’lar üzerinde etkili olan vergi dışında çok sayıda faktörün
olmasıdır. Bu çalışmalarla ulaşılan sonuçlar topluca
değerlendirildiğinde vergi sistemi, vergi politikası ve spesifik
vergilerin çok uluslu şirketlerin yurtdışında yatırım kararını
almaları üzerinde fazla bir rolünün olmadığını; yer seçimi ile
ilgili kararlarda önemli bir role sahip olduğunu; piyasaya dönük
olanlardan daha çok kaynaklara yönelik olanlarda daha önemli
olduğunu ve DYY’larda önemini gittikçe artırmakta olduğu ileri
sürülebilir.
1990 öncesi yapılan çalışmaların çoğu vergilerin DYY
kararlarında görece çok az bir role sahip olduğunu
göstermektedir. Son yıllardaki çalışmalarda ise tam tersi
sonuçlara ulaşılmaktadır: Vergiler ve dolayısıyla vergi
politikasının DYY’lar açısından önemi gittikçe artmaktadır. Bu
eğilimin farklı nedenleri bulunmaktadır: (1) DYY önündeki
korumacılıktan
kaynaklanan
engeller,
dış ticaretteki
serbestleşme faaliyetleri sonucu tedricen ortadan kalktığı için
DYY’larını belirleyen faktörlerden geriye kalanların ve bu
arada vergilerin etkisi de artmaktadır; (2) Globalleşme sonucu
üretimin uluslararasılaşması ihracatın önemini artırmakta ve
yeni durum vergilemedeki uluslararası farklılıkların önemini
artırmaktadır ve (3) Ekonomik entegrasyonlar, entegrasyon
içerisinde yatırım ve ticaret önündeki tüm engelleri ortadan
kaldırmak yoluyla tek bir yerden bütün piyasanın mal ve hizmet
talebinin tedarik edilmesini kolaylaştırırlar ve vergilerin tam
olarak uyumlaştırılmadığı bir durumda vergilemenin DYY
üzerindeki göreceli öneminin artmasına yol açarlar. Vergi
oranlarının yatırım kararı üzerindeki etkisi ihracata yönelik çok
uluslu şirketlerde daha fazladır ve bu firmaların yöneticileri
37
Çokuluslu Şirketler
vergi ve vergi politikalarına karşı daha duyarlıdır (Reuber, et
al., 1973). İhracata yönelik firmaların düşük kar marjı ile
şiddetli rekabetin söz konusu olduğu piyasalarda faaliyet
göstermeleri vergi teşviklerinin önemini artırmakta ve
globalleşme süreci içerisinde daha mobil hale gelen bu firmalar,
alternatif yerler arasında vergi sistem ve vergi politikalarını
karşılaştırma eğilimi içerisine girmektedirler.
Vergi yükünün ve vergi oranlarının DYY’lar üzerinde önemli
bir etkiye sahip olduğunu destekleyen çok az veri vardır.
Almanya ve İngiltere birbirine yakın vergi yüküne sahip
olmalarına rağmen farklı düzeylerde DYY çekerler. OECD
ülkeleri arasında en düşük vergi yüküne sahip olan Japonya çok
az DYY çekerken Fransa ve Belçika, vergi yükü yüksek
olmasına rağmen yüksek düzeyde DYY çekebilmektedir. Belirli
vergiler göz önüne alındığında vergilemenin DYY’lar
üzerindeki etkileri bir kaç ana başlık altında toplanabilir: (1)
Çok uluslu şirketlerin karlılığını etkileyen kurumlar vergisi
DYY’lar açısından son derece önemli bir vergidir, (2) Karların
vergilendirilmesi DYY’larda yer seçimini etkileyebilmektedir,
(3) Gelir vergisi ve sosyal güvenlik katkılarının DYY’lar
üzerinde olumsuz bir etki oluşturması emek maliyetlerini
önemli ölçüde artırıp artırmamasına bağlıdır, (4) Vergi yükü
işletmelerden daha çok nihai tüketici üzerinde kalan katma
değer vergisi gibi tüketim vergileri DYY kararı üzerinde belirli
bir etkiye sahip değildir ve (5) Dış ticaret vergileri iki farklı
etkiye sahiptir: Öncelikle, yüksek tarifeler ihracatı maliyetli bir
hale getirmek suretiyle DYY’ları teşvik eder ve yatırım
gerçekleştikten sonra rakiplere karşı koruma sağlar; ancak,
makine ve sermaye mallarının yüksek vergiye tabi olması
yatırım maliyetlerini artırdığı için DYY’ları caydırıcı bir etki
oluşturabilirler.
Başta kurumlar vergisi olmak üzere vergiler net karı etkileyen
faktörlerden birisidir. Vergi oranlarının yüksek olması
yatırımların efektif vergi oranlarının düşük olduğu ülkelere
yönelmesine yol açabilir. Yabancı bir ülkede yatırım yapan
firmalar hem yatırım yaptıkları ülkelerde (ev sahibi ülke) elde
38
Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti
ettikleri karlar üzerinden vergilendirilebilirler, hem de firma
merkezinin bulunduğu ülkede (ana ülke) vergiye tabi
tutulabilirler. Çifte vergilendirme sorununun ortaya çıkmaması
için ana ülkeler kendi çok uluslu şirketlerinin dış ülkelerde elde
ettikleri karları ev sahibi ülkelerde ödedikleri vergiyi düşmek
koşuluyla vergiye tabi tutarlar. Böylece, teoride yabancı
ülkelerde elde edilen karlar üzerinden ödenen toplam vergi
düzeyi ile yurtiçinde elde edilen karlar üzerindeki vergi düzeyi
eşitlenmiş olur. Öte yandan, gelir vergisi ve sosyal güvenlik
katkısı gibi üretim maliyetlerini etkileyen vergilerin oranlarının
çok yüksek olması üretimin maliyetlerin daha düşük olduğu
ülkelere kaymasına yol açabilir.
Vergileme yurtdışında yatırım yapma kararlarını nadiren
etkileyen bir faktördür; ancak, DYY kararının alınmasında
önemli bir faktör olan yer seçimini büyük ölçüde etkiler. Ev
sahibi ülkedeki vergileme yapılan yatırımın piyasa ya da kaynak
yönlü olup olmamasına göre farklı etkilere sahiptir. Piyasaya
yönelik DYY’larda vergi oranları çok yüksek değilse
vergilendirmeden çok az etkilenir. Diğer bütün koşulların eşit
olması durumunda düşük vergi oranına sahip ülkelerde yatırım
yapmak bir avantaj haline gelebilir. Kaynaklara yönelik bir
DYY, diğer DYY türlerine kıyasla ev sahibi ülkedeki vergi
yüküne daha duyarlıdır. Çifte vergilendirme çok uluslu şirketler
açısından önemlidir. Bu nedenle yatırım yerinin seçiminde ana
ülke ile ev sahibi ülke arasında çifte vergilendirmeyi önleme
anlaşmasının yapılmış olması önemli bir faktördür. Diğer
taraftan ev sahibi ülkede vergi sistemi ve idaresinin kalitesi son
derece önemlidir, zira vergilemedeki belirsizlik ve keyfilikler,
vergi mevzuatının sıklıkla değiştirilmesi, yozlaşma ve aşırı
cezalar yabancı yatırımları caydırıcı bir etki meydana getirir.
Vergiler ve vergi politikaları DYY’lar üzerinde belirli bir etkiye
sahiptir. Ev sahibi ülkelerin DYY’larını çekebilmek için
vergilerin bu etkisinden nasıl faydalanmalıdırlar? DYY’lar için
çekici bir ülke olmak açısından görece daha düşük bir genel
vergi oranına sahip istikrarlı bir vergi sistemi mi yoksa özel
vergi teşvikleri ya da belirli DYY’larına yönelik seçici tedbirler
39
Çokuluslu Şirketler
mi daha önemlidir? Uzun vadeli nitelikte olan sanayi
yatırımlarında vergi sisteminin genel özelliklerinin elverişli
olması önemlidir. Ancak, geçici süreli teşvik uygulamaları da
etkin bir şekilde devreye sokulabilir. Örneğin, ilk on yıl
DYY’lardan elde edilen karların vergiye tabi tutulmadığı,
sonraki on yılda ise yarı yarıya bir vergilendirmenin söz konusu
olduğu Polonya ve sanayi yatırımlarının 2010 yılına dek yüzde
10 kurumlar vergisine (standart oran yüzde 36) tabi tutulduğu
İrlanda örneklerinde olduğu gibi etkin vergi tatillerinin olduğu
uygulamalar da olumlu sonuçlar oluşturabilir. Teorik literatürde
ise özel vergi teşviklerinin kullanımı, verimsiz oldukları,
kaynak tahsisinde etkinliği azalttıkları ve piyasada saptırıcı etki
meydana getirdikleri gerekçeleriyle reddedilir. Vergi
teşviklerinin etkisi, yararlanan firmaların hali hazırda faaliyet
gösteren veya yeni kurulan firmalar olup olmadığına bağlı
olarak farklılık gösterir. Yeni kurulan firmaların kısa vadedeki
giderlerini azaltan, yerleşik firmaların orta-uzun vadede karlılığı
artıran, sanayi kesiminde faaliyette bulunan firmaların ise
hizmetler kesimine kıyasla daha fazla sabit varlık kullanmaları
nedeniyle amortismana tabi varlıklara yönelik teşvikleri tercih
etme eğilimleri daha yüksektir (Rolfe et al. 1993). Coyne
(1994) tarafından yapılan bir çalışmaya göre vergiden
kaçınmaları ya da vergi kaçırmaları için gerekli olan finansal ve
beşeri kaynağa sahip olmayan küçük firmaların maliyet
yapılarında önemli bir yer işgal eden vergi teşviklerine bu
firmalar büyük olanlara kıyasla daha duyarlıdırlar. Büyük
firmaların belirli sektörlerde (otomobil, imalat v.b.) gizli
anlaşmalar yoluyla firmalara özgü teşvik elde etme çabalarına
rastlanılmaktadır (Oman, 2000).
DYY’lara yönelik belli başlı vergi teşvikleri şunlardır:
◦Belirli iktisadi faaliyetler ya da işletme türlerini hedefleyen
kurumlar vergisi indirimleri;
◦Yatırım teşvikleri;
40
Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti
◦Vergi tatilleri (belirli bir süre için vergi muafiyet ya da
indirimi);
◦Hızlandırılmış amortisman;
◦Dağıtılmayan ve yeniden yatırıma aktarılan karlar için vergi
indirimleri;
◦Ana ülkeye kar transferinde düşük vergileme;
◦Emlak vergisinde indirim;
◦Tarifelerde indirim;
◦Özel ekonomik bölgelerin oluşturulması.
Vergi teşviklerinin etkin olması için, kişi ya da firmaların
teşvikle amaçlanan yönde hareket etmelerini sağlaması
gereklidir. Yatırım teşviklerinin başarılı olması daha önceki
yatırım düzeyine kıyasla hedeflenen alandaki yatırım düzeyinin
artmasını gerektirir. Mevcut çalışmalar yatırımlara yönelik
vergi teşviklerinin, yatırımcıların kararları üzerinde çok az bir
etki oluşturabilmeleri nedeniyle, etkin olamadıklarını
göstermektedir. Ancak vergi teşviklerinin firmaların yer seçimi
ile ilgili kararları konusunda önemli bir faktör olduğu ve vergi
rekabetinin gittikçe artan oranda önemli bir sorunun kaynağı
olmaya başladığı da ileri sürülebilir. Özel vergi teşvikleri ise
çok uluslu şirketlerin eşgüdüm ya da finansal merkezlerinin
yerinin belirlenmesinde önemli bir etkendir. Herhangi bir
teşvik, yapılan teşviğin maliyeti elde edilen yarardan daha az ise
verimlidir. Yatırım teşvikleri belirli bir maliyete sahiptir. Bu
maliyet ya ev sahibi ülke tarafından sağlanan mal ve
hizmetlerin azaltılması veya diğer vergilerin artırılması ile
karşılanabilir. Kamu kesimi tarafından sunulan eğitim, sağlık ve
altyapı ile ilgili hizmetler DYY’lar için önemli birer belirleyici
olduğu için, bu hizmetlerin yetersiz bir şekilde sunulması
potansiyel yatırımcılar için ülkeyi cazip olmaktan çıkartabilir.
Teşvik nedeniyle yitirilen gelirler ücretler veya tüketim
üzerinden alınan vergilerin artırılması yoluyla karşılanırsa emek
41
Çokuluslu Şirketler
ve yaşam maliyetlerinin artmasına yol açarak yatırımları
caydırır. Sonuçta bazı potansiyel yatırımcılar teşviklerle
cezbedilirken diğerleri ortaya çıkan yan etkiler sayesinde
caydırılmış olur. Yapılan çalışmalar, her halükarda yatırım
yapacak olan yatırımcıların yararlanması veya teşvikler olmasa
da yatırımların düzeyinde bir azalmanın olmayacağı
gerekçeleriyle yatırım teşviklerinin verimsiz olduğunu
göstermektedir. Üstelik bu türden uygulamalar kolaylıkla
kötüye kullanılabilmektedir.
2. Kurallara Dayalı Yabancı Sermaye Rekabeti
Gelişmiş ülkeler DYY’ları ülkelerine çekebilmek için temelde
sağlam makro-ekonomik politikalar uygulama, yabancı
firmaların giriş ve çıkışlarını istikrarlı ve ayrımcı olmayan
kurallara bağlama, rekabeti teşvik etme, beşeri sermayenin ve
yenilik ve icatların desteklenmesi gibi piyasaya dost politikalar
uygularken çoğu ülke teşvik tedbirlerini uygulamaya devam
etmekte ve özellikle önemli yatırımları çekebilmek için
karmaşık teşvik tedbirleri ile büyük çaplı bağış ve sübvansiyon
uygulamalarına başvurmaktan çekinmemektedirler (UNCTAD,
2003:86). Gelişmekte olan ülkeler ise piyasaya dost
uygulamalara yönelmekle birlikte piyasalarının zayıf olması ve
kalkınma mülahazaları ile bu tür politikaların uygulanmasında
dikkatlice davranmaktadırlar. Son yıllarda DYY’ları ülkelerine
çekmeyi amaçlayan ülkeler çok sayıda uluslararası ve iki taraflı
yatırım anlaşmaları gerçekleştirmektedirler. Ülkeler uluslararası
yatırım anlaşma (UYA)’ları ile (1) Yabancı bağlı şirketlerin
kurulması, onaylanması ve yatırım faaliyetleri üzerindeki
kısıtlamaları azaltmak suretiyle DYY’lar önündeki engelleri
ortadan kaldırmayı; (2) Yerli ve yabancı firmalar arasında
ayrımcı olmayan bir muamele gerçekleştirerek yabancı
yatırımlara yönelik davranışların standardını artırmayı; (3)
Millileştirme ve kamulaştırma durumlarında, uyuşmazlıkların
çözümünde ve fonların yurtdışına transferinin garanti altına
alınmasında elverişli-tazmin edici hükümler getirerek yabancı
yatırımcıları korumayı ve (4) Ülke imajını iyileştiren tedbirler
alarak, yatırım fırsatları hakkında bilgi sağlayarak, yere bağlı
42
Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti
teşvikler sunarak, kurumsal ve idari düzeyde DYY’larını
hızlandırıcı iyileştirmeler yaparak ve yatırım sonrası iyi hizmet
sunarak DYY girişini teşvik etmeyi amaçlamaktadırlar
(UNCTAD, 2003:87). Ancak DYY’ları teşvik etme yönünde
yoğun bir çaba söz konusu olsa da muhtemel negatif etkiler
konusunda endişeler sürmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde
DYY’ların olumsuz etkileri konusundaki temel endişeler
şunlardır (UNCTAD, 2003:88):
•Yabancı bağlı şirketler tarafından gerçekleştirilen rekabeti
bozucu uygulamaların yaygınlaşması;
•Ödemeler dengesinin açık vermesine yol açan kısa vadeli
oynak yatırımların artması;
•Yabancı bağlı şirketlerce vergiden kaçınma ve suistimale
yönelik transfer fiyatlaması uygulamasına başvurulması;
•Çevreyi kirletici faaliyet veya teknolojilerin transfer
edilmesi;
•Ulusal firmaların piyasa dışına itilmesi ve yurtiçi
girişimciliğin bastırılması;
•Çok zararlı sosyo-kültürel etkiler meydana getirecek
şekilde yerel ürünlerin, teknolojilerin, ağların ve iş
uygulamalarının piyasa dışına itilmesi veya devre dışı
bırakılması;
•Özellikle özel ekonomik bölgelerde olmak üzere, çok
uluslu şirketlere emek ve çevre düzenlemelerini kale
almamalarına yol açacak şekilde tanınan imtiyazların
varlığı;
•DYY’ların iktisadi ilişkiler ve karar alma üzerinde sahip
olduğu yoğun etkiler ile ekonomik kalkınma ve ulusal
güvenlik üzerinde sahip olduğu olumsuz etkilerin varlığı.
43
Çokuluslu Şirketler
Ülkeler son yıllarda yabancı sermaye yatırımları ile ilgili
yukarıdaki endişeleri gidermede ve kalkınmalarını finanse
etmede büyük yarar göreceklerine inandıkları yabancı
yatırımları çekebilmek amacıyla ikili, bölgesel ve uluslararası
nitelikte yatırım anlaşmaları imzalamaktadırlar. İkili yatırım
anlaşmaları ülkeler arasındaki ekonomik ilişkileri düzenleyen
anlaşmalardır. UNCTAD (2003) raporuna göre, 1959 yılında
imzalanan ilk anlaşmadan sonra bu anlaşmaların sayısı hızla
artmış ve 1989’da 385’e, 2002’de ise 2181’e yükselmiştir.
DYY’ları korumak için en yaygın kullanıma sahip olan
uluslararası nitelikteki anlaşma olan ikili yatırım anlaşma
(İYA)’ları 176 ülkeyi kapsamaktadır ve dünya genelinde DYY
stoklarının yüzde 7’si bir İYA’sına taraf ülkelerde, yüzde 88’i
ise çifte vergilemeyi önleme anlaşması (ÇVA) imzalayan
ülkelerde bulunmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde ve geçiş
ülkelerinde bu rakamlar sırasıyla yüzde 27 ve yüzde 64’tür
(Tablo 2).
DYY akımlarını belirleyen temel faktörler, ilgili ülkenin piyasa
hacmi ve iktisadi büyüme hızı, rekabet gücü artışına yol açacak
zengin kaynaklara ve nitelikli işgücüne ve iyi altyapıya sahip
olmasıdır. Bu nedenle, yabancı yatırımları korumak için en çok
kullanılan yöntem olan İYA’larının DYY’ların çekilmesinde
pek fazla etkili olduğu söylenemez. Bununla birlikte yabancı
yatırımları düzenleyen bölgesel ve uluslararası yatırımların
sayısı hızla artmaktadır. Uluslararası nitelikteki yatırımları
düzenleyen anlaşmalar, dünya genelinde yatırımlar konusunda
uyumlaştırmayı amaçlayan anlaşmalardır. Bu tip anlaşmalar
arasında 70’li ve 80’li yıllarda Birleşmiş Milletler’in Çok
Uluslu Şirketlerle İlgili Düzenlemeler Kodu, 90’lı yılların
sonunda OECD’nin Yatırımlarla İlgili Çok Taraflı Anlaşma,
Dünya Ticaret Örgütü’nün ticaretle ilgili bazı yatırım
tedbirlerinin yasaklanmasını öngören Ticaretle İlgili Yatırım
Tedbirleri Anlaşması ve Hizmet Ticareti Genel Anlaşması
sayılabilir
44
Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti
Tablo 2. İkili Yatırım Anlaşmaları ve Çifte Vergilemeyi Önleme
Anlaşmalarının Kapsadığı Dolaysız Yabancı Sermaye Stoku
(Yüzde Olarak, 2000)
Ev Sahibi Ülkeler
İYA
ÇVA
Amerika Birleşik Devletleri
Dışa yönelik toplam DYY stoku
6
96
GOÜ ve geçiş ülkelerindeki stok
19
87
Avrupa Birliği
Dışa yönelik toplam DYY stoku
9
93
GOÜ ve geçiş ülkelerindeki stok
73
73
Japonya
Dışa yönelik toplam DYY stoku
7
89
GOÜ ve geçiş ülkelerindeki stok
26
61
Dünya*
Dışa yönelik toplam DYY stoku
7
88
GOÜ ve geçiş ülkelerindeki stok
27
64
* 27 ülkeyi ve toplam dünya DYY stokunun 1/5’ini kapsamaktadır.
Kaynak: UNCTAD, 2003, s.89
Tablo 3. Dolaysız Yabancı Yatırımlara Yönelik Ulusal Düzenlemelerdeki
Değişiklikler (1992-2002)
Yatırım rejimlerinde değişiklik
yapan ülke sayısı
Düzenleyici nitelikteki
değişikliklerin sayısı
DYY’lar için çok elverişli olan
değişiklikler
DYY’lar için fazla elverişli
olmayan değişiklikler
1992 1994 1996 1998
43
49
65
60
2000
69
2002
70
79
110
114
145
150
248
79
108
98
136
147
236
-
2
16
9
3
12
Kaynak: UNCTAD, 2003, s.21.
Ülkeler yabancı yatırımları çekebilmek için yabancı yatırımları
teşvik edecek veya yabancı yatırımları koruyacak şekilde ulusal
mevzuatlarında düzenlemelere gitmektedirler. Ülkeler arasında
yabancı sermayeyi çekme yönündeki kurallara dayalı rekabetin
varlığı ülkelerin yatırım rejimlerinde ve yatırımları düzenleyen
mevzuatlarında yaptıkları değişikliklerin toplam sayısında ve
özellikle DYY’lar açısından çok elverişli değişiklikler yapan
düzenlemelerin sayısındaki artış ile kendisini göstermektedir.
2000’li yılların başlangıcında DYY’ların miktarında görülen
45
Çokuluslu Şirketler
azalma eğilimi ülkelerin DYY lehine düzenlemeler yapma
eğilimini tırmandırmaktadır. 2001 yılında 194 gibi rekor bir
düzenleme ile DYY’lar lehine düzenlemeler yapan ülkeler
2002’de yeni bir rekora imza atarak DYY’ları destekleyen 236
değişikliği yürürlüğe koydular (Tablo 3). Bu tür değişiklikler
DYY düzeyi dünya ölçeğinde gerilerken gelişmekte olan
ülkelere yönelik DYY akımlarının sürdürülebilmesini sağlayan
temel unsurdur. 1991-2002 arasındaki dönemde 165 ülke
tarafından DYY ile ilgili mevzuatlarda yapılan 1641
değişikliğin 1551’i (yüzde 95) daha fazla serbestleştirme
sağlayan değişikliklerden oluşmaktadır (UNCTAD, 2003:20).
VI. YABANCI SERMAYE REKABETİ: POZİTİF
TOPLAMLI OYUN MU, YOKSA NEGATİF TOPLAMLI
OYUN MU?
Dolaysız yabancı yatırımlara (DYY) yönelik rekabetin olumlu
ve olumsuz etkileri söz konusudur. Konuyu inceleyen
araştırmaların bir kısmı yabancı sermaye rekabetini “pozitif
toplamlı bir oyun” olarak ele alırken, diğerleri “negatif toplamlı
bir oyun” olarak değerlendirmektedirler. Burada her iki
yaklaşımı da özetlemeye çalışacağız. Öncelikle yabancı
sermaye rekabetinin sağlayabileceği yararlar üzerinde duralım.
Yabancı sermaye rekabetinin varlığı halinde ülkeler, yabancı
sermayeyi çekebilmek için altyapılarını modernleştirmek,
işgücünü daha kalifiye bir hale getirmek, makro-ekonomik ve
siyasi istikrarı sağlamak suretiyle kendi ekonomilerini daha
güçlü bir hale getirebilirler. Bu durum, bir yandan beşeri
sermaye ve altyapı yatırımlarının düzeyini toplumsal açıdan
optimal bir düzeye yaklaştırırken öte yandan hem yurtiçindeki
sermaye ve emeğin hem de yabancı sermayenin verimliliğinin
de artmasına yol açar ve sonuçta hem yatırım yapılan ülkelerde
hem de global düzeyde makro-ekonomik ve siyasi istikrarın
sağlanmasını kolaylaştırır.
Devletlerarası rekabet, rekabete katılan bütün ülkelerin temel
ekonomik gereklerini daha titiz bir şekilde yerine getirmelerini
46
Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti
sağladığı ölçüde yatırımcılar için global düzeyde güvenli
yatırım
alanları
oluşturur.
DYY’lar,
yatırımcıların
fiyatlandıramadığı ve yerel firmaların yabancı firmaları taklit
etmesi, yerel-yabancı firmalar arasında işgücü ve yönetici
transferi ve tedarikçiler arasındaki ilişkiler sonucu ortaya çıkan
yerel nitelikte yaparak öğrenme etkileri meydana getirir. Bu tip
dışsal fayda taşmaları ortaya çıkardığı için DYY’lar önemli
düzeyde kamusallık içerebilir. Artan DYY’lar yurtiçi piyasada
rekabeti artırır ve bu durum yerel firmaların modernleşmesini,
ürün ve üretim süreçlerindeki kaliteyi artırmalarını, yeni
teknolojiler ve yenilikler geliştirmek suretiyle daha etkin bir
hale gelmelerini sağlayabilir. Bu açıdan DYY’lar hem yatırımcı
ve ev sahibi ülke hem de yatırımın yapıldığı toplum ve hatta
dünya için faydalı olan bir pozitif toplamlı oyun (positive-sum
game)’dur (Oman, 2000:18).
Yabancı sermayeyi çekmek için devletler arasında meydana
gelen “mezat savaşı”nın reel yatırımların tahsisinde ciddi
sapmalar meydana getirirken kamu maliyesini zayıflatan
kontrol dışı maliyetinin çok yüksek “yatırım teşvikleri”
sarmalını ortaya çıkartmasından ve çevrenin korunması ile
alakalı standartlarda ve işçi haklarında gerilemeye (dibe doğru
yarış) yol açmasından endişe edilmektedir (Oman, 2000:9).
Pozitif toplamlı oyun DYY’lar için devletler arasında
gerçekleşen rekabetin olumlu etkilerini gündeme getirse de
ortaya çıkan rekabet dinamikleri nedeniyle oluşacak
“mahkumun çıkmazı” (prisoner’s dilemma) ile bu olumlu
beklentiler tersine çıkabilir (Oman, 2000:18-19). Bu görüşe
göre temel sorun, rekabet kızıştıkça, devletlerin yatırımcılara
gittikçe artan düzeylerde mali ve finansal sübvansiyon sunmak
zorunda kalacakları ve yüksek düzeyde bir maliyeti üstlenmek
zorunda kalma ihtimalinin varlığıdır. Devletler bu tip bir mezat
savaşından kaçınmada ortak çıkarlara sahip olmalarına rağmen,
ülkelerin her biri bu türden bir sürece girmediği takdirde
yabancı yatırımcıların kendisinden daha fazla teşvik sağlayan
ülkeye yönelmesi tehlikesi nedeniyle kendisini mezat süreci
47
Çokuluslu Şirketler
içerisinde bulabilir ve böylece mahkumun çıkmazı ortaya
çıkabilir.
Öte yandan, yabancı sermaye rekabeti “sosyal damping”e neden
olabilir. Başka bir ifadeyle, devletler mali ve finansal teşvikler
yerine veya onların yanı sıra DYY’ları çekebilmek için çevre ve
işçilerin haklarını etkin bir şekilde korumaktan vazgeçebilirler.
Devletler, özellikle ağır sanayi başta gelmek üzere, belirli
türdeki yabancı yatırımları çekebilmek için çevrenin
korunmasını ihmal etmek yoluyla “kirlilik cennetleri” (pollution
havens) oluşturabilirler. Keza, ülkeler aynı gerekçeyle iş
güvencesini gevşetmek, işgücü güvenlik standartlarını ve
işgücünün örgütlenme ve sendikal haklarını aşındırmak, çalışma
koşullarının ağırlaştırılmasına ve reel ücretlerin geriletilmesini
sağlayacak uygulamalara göz yummak suretiyle işçi hakları
geriletilebilir. Emek ve çevre standartları üzerinde oluşturulan
bu aşağıya doğru baskı, yatırımcıların yerel üretim maliyetlerini
daha da azaltmak için devletleri istismar ettikleri, kamusal
düzenlemelere dayalı bir “arbitraj” sürecinin ortaya çıkmasına
neden olabilir (Oman, 2000:20). Sosyal damping veya yukarıda
belirtilen türden bir arbitraja dayalı rekabet negatif toplamlı bir
oyunun (negative-sum game) ortaya çıkmasına yol açar. Böyle
bir oyunda yararlı çıkanlar sadece yatırımcılar ve yatırımcıların
ana ülkesi iken ev sahibi ülkeler ve uzun vadede ortaya çıkacak
verimsizlik, istikrarsızlık, rant kollama faaliyetleri ve
güvensizlik nedeniyle tüm dünya kayıpla karşı karşıya
kalacaktır.
VII. SONUÇ
Globalleşme sürecinde üretim faktörlerinin mobil hale gelmesi,
vergi rekabeti yanısıra yabancı sermaye rekabetinin de
artmasına
neden olmuştur. Ülkeler yabancı yatırımları
çekebilmek için yabancı yatırımları teşvik edecek veya yabancı
yatırımları
koruyacak şekilde
ulusal
mevzuatlarında
düzenlemelere gitmektedirler.
48
Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti
Yabancı sermaye rekabetinin etkileri ve sonuçları, globalleşme
taraftarlarının ve muhaliflerinin bakış açılarına göre farklı
şekillerde değerlendirilmektedir. Globalleşme taraftarları
yabancı sermaye rekabetini özellikle gelişmekte olan ülkeler
açısından bir fırsat olarak değerlendirirlerken, muhalifler
yabancı sermaye rekabetini az gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkeler için bir tehdit ve tehlike olarak görmektedirler. Yabancı
sermaye rekabetinin “pozitif toplamlı bir oyun” ya da “negatif
toplamlı bir oyun” olduğu şeklinde bir tek taraflı bakış açısını
benimsemek yerine her iki yaklaşımın da yaptığı analizlerden,
tavsiyelerden ve uyarılardan yararlanmak gerekmektedir.
KAYNAKLAR
BALASSA, Bela, Trade Liberalization among Industrial Countries:
Objectives and Alternatives, New York: McGraw-Hill, 1967.
BORENSZTEIN, Eduardo, Jose de GREGORIO ve Jong-Wha LEE,
“How Does Foreign Direct Investment Affect Economic Growth?”,
Journal of International Economics. 45, 1998, ss.115-135.
CALVO, Guillermo, Leonardo LEIDERMAN ve Carmen
REINHART, “Capital Inflows and Reel Exchange Rate Appreciation
in Latin America: The Role of External Factors”, IMF Staff Papers.
Vol:40, No:1, March, 1993, ss.108-150.
COYNE, E. J., An Articulated Analysis Model for FDI Attraction into
Developing Countries, Florida:Nova Southeastern University, 1994.
DJANKOV, Siemon ve Bernard HOEKMAN, “Avenues of
Technology Transfer: Foreign Investment and Productivity Change in
the Czech Republic”, Centre for Economic Policy Research
Discussion Paper. No: 1883, London, 1998.
FEENSTRA, Robert C. ve Gordon H. HANSON, “Foreign Direct
Investment and Relative Wages: Evidence from Mexico’s
Maquiladoras”, Journal of International Economics. 42, 1997, ss.371393.
49
Çokuluslu Şirketler
GORTER, J. ve R. A. de MOOIJ, Capital Income Taxation in the
European Union: Trends and Trade-offs, The Hague: Sdu Publishers,
2001.
GROSSE, Robert ve Duane KUJAWA, International Business:
Theory and Managerial Applications. Second Edition, Boston: Irwın,
1992.
HINES, J.R. Jr., “Tax Policy and the Activities of Multinational
Corporations”, (A. J. AUERBACH, Ed., Fiscal Policy: Lessons from
Economic Research, Cambridge: MIT, içinde), 1997.
HINES, J.R. Jr., “Lessons from Behavioural Responses to
International Taxation”, National Tax Journal, 54, 1999, ss.305-23.
IMF, World Economic Outlook. World Economic and Financial
Surveys, Washington: IMF, May and October, 1994.
IMF, International Capital Markets: Developments, Prospects, and
Key Policy Issues. World Economic and Financial Surveys,
Washington, D.C.: IMF, Septembe, 1998.
KALAYCIOĞLU, Sema, Dış Ticarette Korumacılık ve Liberasyon:
Teori ve Dünyadaki Uygulamalar. Birinci Bası, Istanbul: Beta, 1991.
KALIRAJAN, K. P., “A Simultaneous Determination of Market
Concentration and Industry Performance in West Malaysian
Manufacturing”, Working Papers in Trade and Development.
No:89/4, National Centre for Development Studies, Australian
National University Research School of Pacific Studies, 1989.
LOPEZ-MEJIA, Alejandro, “Large Capital Flows: Causes,
Consequences, and Policy Responses”, Finance & Development,
1999, ss. 28-31.
OECD, “Survey of OECD Work on International Investment”,
Working Paper on International Investment. Paris: OECD, 1998.
OMAN, C., Policy Competition for Foreign Direct Investment: A
Study of Competition Among Governments to Attract FDI, OECD
Development Centre Studies, January 2000.
50
Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti
REUBER, G. ve Diğerleri, Private Foreign Investment in
Development, Oxford: Clarendon Press for the OECD Development
Centre, 1973.
ROLFE, R. J. ve Diğerleri, “Determinants of FDI Incentive
Preferences of MNEs” , Journal of International Business Studies, 24
(2), 1993.
UNCTAD, Foreign Direct Investment and Development. New
York:United Nations, 1999.
UNCTAD,
World Investment Report 2003: FDI Policies for
Development-National and Internatiınal Perspectives. New York ve
Geneva: United Nations, 2003.
WORLD BANK, Global Development Finance. Washington, D.C.:
The World Bank, 1999.
51
DOLAYSIZ YABANCI YATIRIMLAR
I. GİRİŞ
İktisadi kalkınma ve büyüme açısından yatırım en önemli faktör
konumundadır. Globalleşme ve teknolojik ilerleme iktisadi
kalkınma ve büyümenin sağlanmasında yatırımların sermaye
malları için yapılan harcamaların yanı sıra teknolojinin ve
beşeri sermayenin geliştirilmesi için yapılan harcamaları da
kapsamasını gerekli kılmaktadır. İktisadi büyüme ve
kalkınmanın
hızlı
ve
sürdürülebilir
bir çerçevede
yürütülebilmesi ve sanayileşmiş ülkelerle gelişmişlik farkının
azaltılabilmesi için yurtiçi iktisadi kaynakların yanı sıra yabancı
tasarruflara da başvurulması gerekmektedir. Dolaysız Yabancı
Yatırım (DYY)’lar, ekonomisi az sayıdaki ürüne bağlı olan
ülkelerde mevcut tüketim seviyesinin ve sermaye birikiminin
sürdürülmesine ve yurtiçi tasarrufları aşan bir yatırım düzeyine
ulaşılmasına yol açar ve iktisadi kalkınma ve büyümesin
sağlanmasında yurtiçi iktisadi kaynakları tamamlayıcı bir işlev
görür.
Bu bölümde dolaysız yabancı yatırımların başlıca iktisadi
etkileri incelenmektedir. Dolaysız yabancı yatırımların dış
ticaret, ödemeler bilançosu, milli gelir ve istihdam, büyüme ve
kalkınma, makro ekonomik performans, fiyatlar genel seviyesi
ve benzeri iktisadi etkileri bulunmaktadır.
Çokuluslu Şirketler
II. DOLAYSIZ YABANCI YATIRIMLARIN İKTİSADİ
ETKİLERİ
1. Dolaysız Yabancı Yatırımların Dış Ticaret Üzerindeki
Etkileri
Bir çok GOÜ için dış ticaret, uzun vadede, iktisadi büyüme ve
kalkınma üzerinde olumlu etkilere sahiptir (UNCTAD, 1999).
Zira, kişi başına milli gelirin düşük olması ve bazen yeterli
büyüklükte nüfusa sahip olmamaları nedeniyle bir çok GOÜ
hem küçük bir iç piyasaya sahiptir; hem de bu ülkelerde ihracat,
yatırım ve üretim artışı büyük ölçüde ithal mallara ve
teknolojiye dayanmaktadır. GOÜ’lerin uzun vadede büyüme ve
kalkınmalarını sürdürmeleri için gerekli olan ihracat artışının,
ihracatın çeşitlendirilmesinde ve dolayısıyla döviz ihtiyacının
karşılanmasında DYY önemli bir iktisadi kaynak
konumundadır. Sermaye ve tasarruf birikimi yetersiz olan
GOÜ’lere yönelik uzun vadeli sermaye akımları içinde en
büyük paya sahip olan ve doğru iktisadi politikaların takip
edilmesi halinde iktisadi kalkınma ve büyümeye olumlu bir
katkı sağlayan DYY, etkisi değişik sektörlere, piyasanın
büyüklüğüne, ekonominin dışa açık olma derecesine ve
yatırımın türüne göre farklı olmakla birlikte diğer sermaye
akımlarına göre daha esnek ve finansal krizlerde daha istikrarlı
olması nedeniyle, GOÜ’lerde kalkınmanın finansmanında etkili
bir dış finansman kaynağı olmaya devam etmektedir.
Çok Uluslu Şirket (ÇUŞ)’lerin DYY’lara yönelik faaliyetlerinin
ve GOÜ’lerdeki firmalarla gerçekleştirdikleri diğer ilişkilerin
dış ticaret akımları üzerinde önemli etkileri bulunmaktadır. Bu
etkiler ÇUŞ’lerin GOÜ’lerde yürüttüğü faaliyetin amacına göre
farklı şekillerde ortaya çıkar. GOÜ’lerde doğal kaynakları hedef
alan bir DYY projesi, bu ülkelerde iç pazarın yeterince büyük
olmaması ve DYY’ların olmadığı bir durumda yabancı
piyasalar için bu tip doğal kaynakların üretilmemesinin söz
konusu olması gibi nedenlerle hem yurtiçi üretimi artırıcı hem
de yatırım yapılan doğal kaynağın ihracını başlatan veya artıran
bir sürece yol açar. Bunun yanı sıra bu tip bir yatırım ve üretim
54
Dolaysız Yabancı Yatırımlar
faaliyeti yurtdışından sermaye ve ara malları ithalatına yol
açacağından ithalatı da canlandırır. Eğer iç piyasa yeterince
korunuyorsa bu tip bir DYY projesi doğal kaynakların ev sahibi
ülkede işlenmesini de teşvik edebilir.
Ev sahibi ülkenin iç piyasasını hedef alan bir DYY projesini
ÇUŞ’lerin tercih etmesinin çeşitli nedenleri vardır. İthalikameci politikalar nedeniyle güçlü ticari engellerin söz konusu
olması halinde bu engellerin bertaraf edilmesi amacıyla bu tip
bir yatırıma girişilebileceği gibi ulaşım maliyetlerinin yüksek
olması durumunda da bu tip projeler ev sahibi ülkeye yapılan
ihracatı ikame etmek üzere yürürlüğe konulabilir. Bu tip bir
DYY projesi genel olarak ticareti azaltıcı bir etkiye sahiptir.
Zira, yüksek ticari engellere rağmen ana ülkeden ev sahibi
ülkeye yapılan ihracat ev sahibi ülkede gerçekleştirilen üretimle
ikame edilecektir. Ancak, yurtiçi talep ve üretim üzerinde
çarpan etkisine yol açacağı için dolaylı yoldan ithalatın
artmasına yol açabilir (UNCTAD, 1999:19). Hizmetler
sektöründeki DYY’ların çoğunluğu ev sahibi ülke piyasasına
yönelik yatırımlardır. Bir çok hizmet türünü yabancı bir
piyasaya sunmanın tek yolu DYY olduğu için bu sektördeki
DYY’ların üretim üzerinde olumsuz ticaret etkisi
bulunmamaktadır ve ana ülkeden makine ve danışmanlık
hizmetleri gibi mal ve hizmetlerin ihracatını teşvik ettiği için
tüketim üzerinde olumlu ticaret etkisi meydana getirebilir
(Sauvant ve Mallampally, 1993). Uzun vadede ise iletişim,
bankacılık veya altyapı alanlarındaki DYY’ların ticarete konu
teşkil etmeyen girdilerin maliyetini azaltması ve böylece yerel
üreticilerin uluslararası alandaki rekabet güçlerini artırmaları
nedeniyle ev sahibi ülkenin ihracatı üzerinde olumlu etkide
bulunması beklenilebilir (UNCTAD, 1999:20-21).
Global düzeyde karlılığını artırmak için ürettiği ürün ya da
ürünlerin katma değerinin bir kısmını meydana getiren farklı
ürünleri farklı ülkelerde üreterek etkinliğini-verimliliğini
artırmaya çalışan bir DYY projesi, eğer ucuz işgücüne yönelik
ise, ev sahibi ülkenin ihracatını artırıcı ve özellikle imalat
sektöründe ihracatı çeşitlendirici etkisi nedeniyle dış ticareti
55
Çokuluslu Şirketler
canlandırıcı bir etkiye sahiptir. Üretimde kullanılan
hammaddelerin ithal edilmesi durumunda da ticareti artırıcı etki
devam eder. DYY hem düşük ücrete hem de kalifiye emeğe
yönelirse (component outsourcing) ÇUŞ’ten ev sahibi ülkede
sözleşmenin yapıldığı firmaya yönelik yönetim, girişimcilik ve
teknolojik beceri alanlarındaki fayda taşmalarının yanı sıra
ihracatta (ve dolayısıyla ithalatta) artışlar söz konusu olur ve
ihracatta daha kompleks ürünlere doğru çeşitlilik sağlanır
(UNCTAD, 1999:23).
2. Dolaysız Yabancı Yatırımların Ödemeler Dengesi
Üzerindeki Etkileri
GOÜ’lerin yabancı sermayeye ülkeye giriş izni verirken dikkate
aldıkları en önemli konulardan birisi ödemeler dengesi ve döviz
darboğazı problemlerine çözüm teşkil edecek bir olanak olan
ihracatın artırılmasına gerekli katkının sağlanabilmesidir.
DYY’lar, çeşitli nedenlerle ev sahibi ülkenin ihracatının
artmasına katkıda bulunabilir: DYY’ların en önemli kanalı
konumunda olan ÇUŞ’ler yerel firmalara göre ihracatta daha
düşük maliyetlerle karşı karşıya kalmaktadırlar. Zira, bu
firmaların dış piyasalar konusunda engin deneyimleri ve global
düzeyde satış, pazarlama ve dağıtım örgütleri vardır
(Blomström ve Kokko, 1997). Öte yandan, ÇUŞ’ler yurtiçi
piyasaya yönelik olarak üretilen ancak büyük bir rezerve sahip
olan hammaddelerin işlenmesine ve ihracına yönetimsel
yeteneklerini, üstün teknolojilerini ve know-how benzeri
teknikleri kullanarak katkı sağlayabilir. Sahip olduğu dağıtım
ağı ve diğer ülkelerdeki bağlı şirketleri kanalıyla yerel ürünlerin
ihracatını gerçekleştirebilir ve genellikle ihracata yönelik ya da
hammadde üretimi ile ilgili sektörlerde faaliyet gösterdiği için
ev sahibi ülkenin ihracatına olumlu bir katkı sağlayabilir (Naya
ve Ramstetter, 1991; Fontagne, 1997).
DYY’lar gerek şirket birleşmeleri ve satın almaları ya da yeni
yatırımlar yoluyla ev sahibi ülkeye kazandırdığı dövizlerle
gerekse ihracatın artmasına yönelik yaptığı olumlu katkılar
sonucu elde edilen dövizlerle ödemeler dengesinin
56
Dolaysız Yabancı Yatırımlar
düzeltilmesine katkıda bulunur. Ancak, herhangi bir DYY
projesinde, bağlı şirket kar eden bir şirket haline geldiğinde
yurtdışına yapılan kar transferleri ilk sermaye girişini uzun
vadede aşacak ve ev sahibi ülkenin ödemeler dengesi olumsuz
yönde etkilenecektir. Böyle bir durumda DYY kısa vadede
sermaye (döviz) girişine yol açarak uzun vadede ise kar
transferi yoluyla sermaye (döviz) çıkışına neden olarak
ödemeler dengesini etkilemektedir.
DYY’lar, yapılan yatırımın türüne göre ödemeler dengesi
üzerinde farklı ekonomik etkilere yol açar. Tarım sektörüne
yönelik olanlar da dahil olmak üzere ev sahibi ülkedeki
hammaddeleri işlemeye yönelik bir DYY projesi, ev sahibi
ülkenin ödemeler dengesi üzerinde genellikle olumlu bir etkide
bulunur. Zira, projenin hayata geçirilmesi için gerekli olan
ithalat ve kar transferi ve diğer finansal akımlar nedeniyle
yurtdışına çıkan dövizden daha fazla döviz, üretilen ürünlerin
ihracatı yoluyla ülkeye girer. Yabancı piyasalardaki pazar
payını korumak amacıyla ev sahibi ülkedeki yerel koşulların
yarattığı avantajlardan yararlanmak için üretim faaliyetlerinin
bir kısmını bu ülkeye kaydıran bir DYY projesi üretimde
kullanacağı girdilerin bir kısmını ana firmadan karşılayacağı
için bu tip bir projenin ödemeler dengesine olumlu katkısı
birinci projeye göre daha az olacaktır. Yerel piyasaya mal ve
hizmet satmayı amaçlayan bir DYY projesi, bir miktar ihracata
ve ithalatı ikame eden yerel üretime yol açsa da, ana firma
tarafından başka ülkelerde üretilen ürün ve girdilerin ev sahibi
ülkede pazarlanmasını hedeflediğinden, diğer yatırım
projelerine kıyasla ev sahibi ülkenin ödemeler dengesi üzerinde
bazı olumsuz etkilere sahip olabilir (Grosse ve Kujawa,
1992:302).
Genel olarak, ev sahibi ülkenin net ihracatına katkıda bulunan
veya belirli ürünlerin ithalatının yerel üretimle ikame
edilmesine yol açan DYY projeleri ülkeye giren döviz miktarını
artıracağı için ödemeler dengesine olumlu katkı sağlarken
ihracata yönelik bir niteliğe sahip olmayan yerel firmalara ya da
ticarete konu teşkil etmeyen ürünlere (özellikle hizmet
57
Çokuluslu Şirketler
sektöründe) yönelik DYY projeleri, bu tip projelerin döviz
girişine ve dövizin ülke içinde tutulmasına fazla katkı
sağlamaması veya bu projelerde ithal girdi kullanılması
nedenleriyle, ödemeler dengesi üzerinde olumsuz etkilere
sahiptir.
DYY, reel döviz kurunu etkileyerek dış ticaret ve dolayısıyla
dış ticaret dengesi üzerinde etkili olabilir. Normal koşullarda,
yurtiçine giren sermaye miktarında meydana gelecek her hangi
bir yükselme (azalma) döviz arzını etkileyeceği için,
sermayenin türü ve yatırımın yapıldığı yer ne olursa olsun,
döviz kurunun değerlenmesine (değer kaybına) yol açacaktır.
Burada DYY’ların reel döviz kuru üzerindeki kısa ve uzun
vadeli etkilerini birbirinden ayırmak gerekmektedir. Sermaye
girişlerinin kısa vadeli etkisi döviz kurunun değerlenmesi
yönünde bir etki ortaya koymakla birlikte, DYY’ların çok
büyük bir kısmının sermaye malları ithalatı şeklinde
gerçekleşmesi nedeniyle, diğer sermaye türlerine kıyasla
DYY’ların reel döviz kuru üzerindeki kısa vadeli etkisi oldukça
zayıftır. Uzun vadede ise DYY’ların reel döviz kuru üzerindeki
net etkisinin ne olacağı DYY’ların sektörler arasındaki
dağılımına bağlı olacaktır. Yabancı sermaye yatırımları
üretkenliği artıran yatırımlarda ve ticarete konu teşkil eden
alanlarda gerçekleşmişse yurtiçine yeni döviz girişine yol
açması ve ithalatı yurtiçi üretimle ikame etmesi nedeniyle reel
döviz kuru değerlenecektir. Öte yandan, ticarete konu teşkil
etmeyen mal ve hizmetlere yönelik yabancı yatırımlar bu mal ve
hizmetlerin arzını ve verimliliğini artırarak ve dolayısıyla
onların göreceli fiyatlarını aşağı çekerek yabancı sermayenin
reel döviz kuru üzerinde gösterdiği kısa vadeli bu genel etkinin
oluşmamasına neden olacaktır (UNCTAD, 1999:26).
3. Dolaysız Yabancı Yatırımların Milli Gelir ve İstihdam
Üzerindeki Etkileri
DYY’lar, ev sahibi ülkenin milli geliri ve istihdamı üzerinde
olumlu etkilere sahip olabilir. Milli gelirde meydana gelecek bir
artışın (azalışın) istihdam hacminde belirli bir artışa (azalışa)
58
Dolaysız Yabancı Yatırımlar
yol açtığı genel olarak ileri sürülebileceği için DYY’ların milli
gelir ve istihdam üzerindeki etkilerini birlikte değerlendirmek
gerekmektedir. Ev sahibi ülkedeki bir şirketin yabancı
yatırımcılar tarafından satın alınması, daha önce yerel firmalar
tarafından gerçekleştirilen yerel üretimin yabancılar tarafından
devralınması ya da tamamen yeni istihdam ve üretim olanakları
ortaya koyacak yeni iktisadi faaliyetlerin yabancılar tarafından
uygulamaya sokulması gibi doğrudan etkilerin yanı sıra
yabancıların yürüttüğü iktisadi faaliyetler için yerel
üreticilerden mal ve hizmetlerin satın alınması da dolaylı yoldan
milli geliri artırıcı bir etkinin ortaya çıkmasına yol açabilir.
DYY’ların milli gelire net olumlu katkısı, kullandığı ve
teknoloji dahil olmak üzere yabancı üretim faktörlerine kar,
faiz, yönetim ve işletme ücreti ve patent hakkı şeklinde ödediği
ve ülke dışına aktardığı ödemelerin toplamından yabancı
sermaye tarafından ülkenin girdi hasılasına yaptığı katkılar ile
yabancı sermaye tarafından oluşturulan net dışsal ekonomiler ve
net geliri üzerinden ödediği vergilerin toplam katkısının fazla
olması durumunda ortaya çıkar.
Ev sahibi ülkedeki hammaddeleri işlemeye yönelik bir DYY
projesi, madencilik, tarım ve benzeri alanlardaki projelerde çok
sayıda işçi ve yöneticinin yerel kaynaklardan temin edilmesi söz
konusu olduğundan, istihdam üzerinde olumlu katkıların
oluşmasına yol açacaktır. Bu tip projeler, doğrudan toplam
üretime yaptıkları katkıların yanı sıra yerel kaynaklardan temin
edilen emeğe ve satın alınan mal ve hizmetlere yapılan
ödemeler ve devlete yapılan vergisel ödemeler de dahil çarpan
etkisi yoluyla milli geliri gerçekleştirdikleri nominal üretimden
daha fazla artırma kapasitesine sahiptirler. Ancak, ev sahibi
ülkede üretilen hammaddelerin arzu edilen seviyede yurtiçinde
işlenmemesi nedeniyle bu hammaddelerden üretilecek nihai
ürünler dolayısıyla elde edilen katma değerin büyük bir
kısmının yatırımı yapan şirketin ana ülkesine aktarılmasına yol
açabilir.
Yabancı piyasalardaki pazar payını korumak amacıyla ev sahibi
ülkedeki yerel koşulların yarattığı avantajlardan yararlanmak
59
Çokuluslu Şirketler
için üretim faaliyetlerinin bir kısmını bu ülkeye kaydıran bir
DYY projesi, genellikle imalat sanayiinde çalışanlar için yeni
istihdam olanakları sağlar. Bu tip bir DYY, maliyetlerin en aza
indirilmesi temel amaç olduğu için bazı girdilerin ithal edilmesi
maliyetleri azaltıyorsa ilave yurtiçi üretimde bulunmak yerine
yabancı yatırımcı bu tip ucuz girdileri ithal etmeyi tercih
edecektir. Bu tip bir DYY projesinde ÇUŞ’ler dünya çapında
yayılan çeşitli faaliyetleri dolayısıyla üstlendikleri toplam vergi
yükünü azaltmak için nihai mamul üretiminde kullandıkları
girdileri en düşük vergiyi ödeyecekleri ya da daha genel bir
ifadeyle, en düşük maliyetle üretimde bulunacakları yerlerde;
nihai ürünleri ise farklı yerlerde üretmeye çalışmaktadırlar. Bu
nedenle girdi üretiminin söz konusu olduğu ev sahibi ülkelerde
DYY milli gelir ve istihdam üzerinde olumlu etkilere sebep
olmaktadır; ancak, bu katkı devletin vergi gelirlerinde kayba
uğraması veya çalışanların sanayileşmiş ülkelerdeki çalışanlara
kıyasla daha düşük ücretle ve daha kötü koşullarda çalışmaları
pahasına elde edilmektedir.
Yerel piyasaya mal ve hizmet satmayı amaçlayan bir DYY
projesi ev sahibi ülkede çok küçük düzeylerde üretim faaliyeti
gerçekleştirir. Bütün ürünleri yerel piyasaya yönelik
olduğundan ev sahibi ülke piyasasına sunacağı ürünleri
dünyanın çeşitli yerlerindeki bağlı şirketlerinde mümkün olan
en düşük maliyet ve en yüksek kaliteyle üreterek ve tüketici
tercihlerini daha fazla dikkate alarak, ev sahibi ülkedeki yerel
üreticilerle rekabete girişir ve onların bir kısmını piyasa dışına
itebilir. Bu tip bir DYY yerel piyasadan bir miktar mal ve
hizmet satın aldığı için yerel üretime katkı sağlayabilir; ancak,
istihdam ve milli gelir üzerindeki etkileri diğer DYY’lara
kıyasla daha azdır.
4. Dolaysız Yabancı Yatırımların İktisadi Kalkınma ve
Büyüme Üzerindeki Etkileri
DYY büyüme ve kalkınma için yeterli kaynağı temin etmekte
güçlükle karşılaşan GOÜ’lerin en önemli dış finansman kaynağı
olmasının yanı sıra yöneldikleri ev sahibi ülke ekonomisi
60
Dolaysız Yabancı Yatırımlar
hakkında diğer yatırımcılar için olumlu sinyal işlevi görerek
potansiyel yatırımcıları çekme etkisi (crowding in) ile toplam
yatırımların artmasına neden olur. Nitekim 1970-89 yılları
arasındaki dönemi kapsayan ülkelerarası bir çalışmada
DYY’lardaki % 1’lik bir artışın yurtiçi yatırımları % 0,5 ila %
1,3 artırdığı yolundaki bulgu da bu etkinin varlığını
doğrulamaktadır (Borensztein, De Gregorio ve Lee, 1998).
DYY yoluyla ev sahibi ülke kalkınmanın ve büyümenin
sürdürülmesi için doğrudan dış finansman sağlarken DYY
sonucunda oluşan dolaylı bazı faydalardan da yararlanır. DYY
sonucu ortaya çıkan yeni ve ileri teknolojilerin ev sahibi ülkeye
transfer edilmesi, ÇUŞ faaliyetlerin ileri teknoloji gerektiren
alanlarda yoğunlaşması nedeniyle emeğin daha kalifiye bir hale
gelmesi ve rekabet ile ihracatın artması gibi olumlu dışsal
faydalar da büyümeye katkı sağlar. DYY faaliyetleri sonucu ev
sahibi ülkenin yararlandığı dışsal fayda taşmaları bir bütün
olarak ekonomide verimlilik artışına yol açmaktadır (World
Bank, 1997). DYY’ların büyüme ve verimlilik üzerindeki
olumlu etkisi çok sayıdaki çalışma tarafından da
doğrulanmaktadır. Örneğin, 69 GOÜ ülkesini içeren ve
Borensztein, De Gregorio ve Lee tarafından yapılan bir çalışma,
DYY/GSYİH oranındaki % 1’lik bir artışın ev sahibi ülkede
kişi başına GSYİH’da % 0,8 artışa yol açabileceğini ortaya
koymaktadır.
DYY ortak girişim, lisanslar ve mal ve hizmet ticareti yoluyla
ev sahibi ülkenin yeni ve ileri teknolojilere ulaşmasını
sağlayarak verimlilik artışına neden
olur. Genel olarak,
verimlilik artışı yabancı yatırımların sahibi olan firmalarda,
özellikle ÇUŞ’lerde yüksektir (Djankov ve Hoekman, 1998) ve
ÇUŞ işletmeleri sahip oldukları yüksek teknolojinin doğal bir
sonucu olarak görece daha kalifiye işçilerin istihdamını
gerektiren sektörlerde daha aktiftirler (Feenstra ve Hanson,
1997).
61
Çokuluslu Şirketler
5. Dolaysız Yabancı Yatırımların
Performans Üzerindeki Etkileri
Makroekonomik
Uluslararası düzeyde sermayenin mobilitesinin artması global
tasarrufları daha verimli kullanmaya yönelterek, alıcı ülkelerin
gelirlerinde bir dalgalanma olsa bile tüketim ve yatırımlarında
belirli bir istikrar oluşturacağı ve bu durumun süreceği
konusunda yatırımcılara sinyaller vererek global kaynak
tahsisinde iyileşmeye yol açacağı iddia edilmektedir (OECD,
1998:27).
GOÜ’lerin
DYY’larından
kazançlı
çıkıp
çıkmayacakları uygulanan politikaların kalitesine ve gösterilen
makro-ekonomik performansa bağlıdır. Nitekim, yapılan bir
çalışmada tasarruf oranı yüksek olan GOÜ’lerde verimlilikteki
artışla DYY’ları arasındaki korelasyon (iyi makro-ekonomik
politika göstergesi) görece olumlu iken tasarruf oranı negatif
olan düşük gelirli ülkelerde bu iki değişken arasında olumsuz
bir korelasyon söz konusudur. DYY’lar ile verimlilik artışı
arasındaki bu olumlu ilişki dışa açık ekonomilerde daha
güçlüdür ve daha fazla dışa açık bir ekonomiye sahip olan
GOÜ’lerde DYY/GSYİH oranı ve toplam ihracatta yüksek
teknolojiye dayalı ürünlerin payı daha yüksektir (World Bank,
1997).
Moran (1998) tarafından 183 DYY projesini ve 30 ülkeyi
kapsayan bir araştırma DYY projelerinin yaklaşık ¼’ünün ev
sahibi ülkenin ekonomik refahı üzerinde olumsuz bir etkiye
sahip olduğunu göstermektedir. Çalışma olumsuz etkinin
kaynağının ev sahibi ülkenin düzenlemeleri nedeniyle ortaya
çıkan aksak rekabet piyasalarının varlığı olduğunu ortaya
koymaktadır.
Uluslararası finansal piyasaların globalleşmesi ve finansal
piyasalarda entegrasyonun artması ülkelerarası sermaye
akımlarını da artırmıştır. 1990’lı yıllarda uluslararası sermaye
akımlarını harekete geçiren etkenin arbitraj kazancı elde etmek
amacı olması nedeniyle GOÜ finans piyasalarına yönelen
sermaye akımları görece daha kısa vadeli, borç kökenli ve
spekülatif bir karakter taşımaktadır (Berksoy ve Saltoğlu,
62
Dolaysız Yabancı Yatırımlar
1998). Geleneksel olarak, ülke dışına yönelik sermaye çıkışları,
kısa veya uzun vadeli olsun, yurtiçi tasarruflar ve sermaye
birikimi açısından yetersiz olan GOÜ’lerin kalkınma ve
büyümelerine
sekte
vuracağı
düşüncesiyle
hoş
karşılanmamaktadır. Yurt dışına kısa vadeli sermaye çıkışları
çeşitli nedenlerden kaynaklanabilir: milli paranın değer
kaybetmesi halinde yerleşik olanlar yerel aktifleri yabancı
aktiflerle değiştirebilirler; negatif reel faiz oranlarının olması
halinde yerel yatırımcılar yüksek getirili yabancı aktiflere
yönelebilirler; enflasyon karşısında aktiflerin değerini muhafaza
etmek için yabancı aktifler satın alınabilir; GÜ’lerde daha az
finansal risk söz konusu olabilir ve diğer ülkelerdeki
uygulamalar daha cazip olabilir (Khan ve Ul Haque, 1987:5).
Ani ve büyük hacimli bir sermaye çıkışı kısa vadede yurt içi
faiz oranları, döviz kuru ve uluslararası rezervlerin istikrarını
bozar. Sermaye çıkışı nedeniyle sistemde oluşan likidite kıtlığı
faiz oranlarını artırabilir. Değişken döviz kuru sisteminde milli
paranın değer kaybetmesine ve belirli bir döviz kurunun
korunmaya çalışılması halinde döviz rezervlerinin erimesine yol
açabilir. Sermaye çıkışının sürekli olması halinde yurtdışına
kaynak transfer edilmesi nedeniyle yurtiçi yatırımların
finansmanı için gerekli olan kaynaklarda net bir azalma
meydana gelebilir. Yurtdışında tutulan servetler nedeniyle bazı
gelirler vergilendirilemez, kamu gelirlerinde azalma olur ve
yurtdışından borçlanma gereksinimi artar.
DYY, diğer sermaye akımlarına kıyasla makro-ekonomik
göstergeler üzerinde daha az olumsuz bir etkiye sahiptir. Zira,
iktisadi krizlerde yerli yatırımcıların yabancı yatırımcılardan
daha fazla sermaye kaçışına yol açmaları mümkündür. Yabancı
bir ülkede bir işletmenin oluşturulması veya faaliyet göstermesi
o ülkede hisse senedi ya da tahvil alımına göre daha fazla risk
içerir ve daha maliyetlidir. Bu nedenle DYY kısa vadeli
sermaye hareketlerine göre daha istikrarlı bir finansman
kaynağıdır. Öte yandan, doğal kaynaklar, beşeri sermaye, siyasi
ve iktisadi çevre, altyapı gibi DYY’larını etkileyen bir çok
faktörün iktisadi krizlerden fazla etkilenmemesi ya da hiç
63
Çokuluslu Şirketler
etkilenmemesi ile DYY’larının portfolyo yatırımlarına göre
daha az oynak (volatile) olması DYY’larının istikrarlı olma
özelliğini güçlendiren diğer faktörlerdir (Chuhan, Perez-Quiros
ve Popper, 1996). DYY, diğer sermaye akımlarına göre ev
sahibi ülkeye anapara ve faiz ödemeleri veya benzeri
yükümlülükler yüklemediği gibi üretken yatırımlarının
finansmanına olumlu bir katkı sağlayarak ev sahibi ülkenin
ihracat ve dolayısıyla borç ödeme kapasitesini artırabilir.
6. Dolaysız Yabancı Yatırımların Teknoloji Transferi,
Yenilik ve İcatlar Üzerindeki Etkileri
GOÜ’lerin yabancı yatırımlardan ve dolayısıyla ÇUŞ’lerden
bekledikleri en önemli yarar teknoloji ve icatlar konusu ile
ilgilidir. GOÜ’ler teknolojinin üretimi ve kullanımında
sanayileşmiş ülkelere kıyasla başarılı olamadıkları gibi benzer
malı sanayileşmiş ülkelerdeki teknolojiye benzer bir teknoloji
ile üretseler bile bu tip teknolojilerin gerektirdiği bilgi ve
becerilere sahip olmamaları nedeniyle GOÜ’lerdeki işletmeler,
aynı teknolojiyi daha düşük bir verimlilikle kullanmak
durumunda kalmaktadır. Öte yandan, teknoloji, ne başka bir
yerdeki bir firmanın kolaylıkla elde edebileceği türden bir
serbest maldır; ne de sahibi gerekli olan lisansı sağlamadığı
sürece elde edilebilir bir maldır. Dahası teknoloji fiziki varlığı
olan mallar gibi ticareti yapılan bir mal da değildir. Teknoloji
piyasaları şeffaf piyasalar değildir ve bilgi edinme ile ilgili
piyasa başarısızlıklarına tabidir. Teknoloji ve icatlar uzun vadeli
bir çabayı ve beşeri sermayeye yatırımı gerektirdiklerinden ve
elde edilen ürünlerin diğer firmalar tarafından kolayca
kopyalanması ya da ele geçirilmesi söz konusu olabileceğinden
firmalar teknoloji ile alakalı varlıklarını çok sıkı bir şekilde
muhafaza etmektedirler. Bütün bu faktörler GOÜ’lerin teknoloji
ve yeni icatlara ulaşmalarını zorlaştırmaktadır. Bütün teknolojik
yeniliklerin ve icatların çok büyük bir kısmının ÇUŞ’ler
tarafından gerçekleştirildiği (UNCTAD, 1995) de dikkate
alınırsa DYY’ların teknoloji ve icatların GOÜ’lere
aktarılmasında sahip oldukları önem daha da artar. Bu koşullar
64
Dolaysız Yabancı Yatırımlar
altında DYY’ları ev sahibi ülkeye teknoloji ve icatlarla ilgili
olarak üç konuda önemli katkıda bulunmaktadır (Romer, 1993):
◦
DYY daha önce ev sahibi ülke ekonomisinde
kullanılmayan yeni teknolojileri ülke ekonomisine kazandırır ve
bu teknolojilerle üretilen yeni ürünlerin üretilmesine ve
tüketilmesine neden olur.
◦
Üstün teknolojiyi kullanan bir yabancı yatırım projesi bu
teknolojinin çalışması için gerekli olan bilgi ve becerilerin ev
sahibi ülke ekonomisinin hizmetine sunulmasına yol açar ve
böylece yapılan teknoloji transferi sonucu ortaya çıkan olumlu
dışsallıktan ev sahibi ülke faydalanır.
◦
ÇUŞ’ler, sahip oldukları yeni ve ileri teknoloji ile yerel
piyasa konusunda üstün bir bilgi ve deneyime sahip olan yerel
firmalarla başarılı bir şekilde rekabet etmekte ve piyasaya
girişleri sonrasında yerel firmaları piyasa paylarını ve mevcut
karlarını korumak için eyleme zorlamaktadırlar. Artan rekabet,
bağlı şirketlerdeki çalışanların yerel firmalara transferi ve
“yaparak öğrenme” süreci DYY’lardan kaynaklanan olumlu
dışsallıklardan ev sahibi ülkenin yararlanabileceği bir ortamın
oluşmasına neden olacağı gibi DYY’lar vasıtasıyla ülkenin
tanıştığı yeni fikir ve teknolojiler ev sahibi ülkede yeni icatların
yapılması için gerekli olan fikri zenginlik ve rekabeti artırarak
yerel icatların artması yönünde olumlu bir katkıda bulunur.
ÇUŞ’ler teknolojik açıdan sahip oldukları avantajları kazanca
dönüştürmek için ana ülkede üretimde bulunup ihracat
yapabilirler, teknolojilerini yabancılara satabilirler ya da
yurtdışında bağlı şirket oluşturarak yabancı bir ülkede doğrudan
üretim faaliyetine girişebilirler. Ancak, herhangi bir yeni
teknolojinin değerini belirlemek ve lisans ve fiyat konusunda
tarafların anlaşması zordur. Başka bir deyişle teknoloji piyasası
tipik bir eksik piyasadır ve buluşların-yeni teknolojilerin
yabancılara satılmasının işlem maliyeti oldukça yüksektir. Bu
nedenle dış ticaret engellerinin ihracat imkanlarını sınırladığı
koşullar altında ÇUŞ’ler sahip oldukları ileri teknolojiden
65
Çokuluslu Şirketler
maksimum yararı elde etmek için DYY ve genellikle yerel
ortağa lisanslar yoluyla teknoloji devretmeden yabancı
ülkelerde üretimde bulunmayı tercih ederler. Zaten, ÇUŞ’lerin
ölçek ekonomilerine, pazarlama ve dağıtım ağlarına ve ileri
teknolojiye sahip olmaları, sabit sermaye yatırımı
gereksinimlerini karşılayacak imkanlarının olması gibi
özellikleri, piyasaya giriş engellerinin ve yoğunlaşmanın yüksek
olduğu ve eksik rekabetin bulunduğu GOÜ piyasalarına
girmeleri önündeki kısıtları ortadan kaldırır. ÇUŞ’ler ister
tekelci koşulların hakim olduğu bir piyasaya giriş yapsınlar
isterse yerel firmaların çok sayıda ve güçlü oldukları bir
piyasaya giriş yapsınlar, sahip oldukları global bağlantılar,
teknoloji ve özellikler nedeniyle rekabeti ve dolayısıyla
verimliliği artırırlar. Verimlilik artışından elde edilmesi
muhtemel yararların ÇUŞ tarafından elde edilemediği
durumlarda olumlu dışsallıklar ortaya çıkar. Bu tip dışsallıklar,
ÇUŞ bağlı şirketince yerel piyasada kullanılan ileri teknolojinin
yerel firma ya da firmalarca ele geçirilmesi sonucunda yerel
firmanın verimliliğinin artması şeklinde gerçekleşebileceği gibi
artan rekabet neticesinde yerel firmaların mevcut teknoloji ve
üretim faktörlerini daha etkin bir şekilde kullanmaları ya da
yeni teknolojiler aramaya itmesi şeklinde de ortaya çıkabilir.
DYY kaynaklı dışsallıklar ile ilgili ilk çalışmalar ÇUŞ’lerin
piyasaya giriş engellerinin yüksek olduğu endüstrilere girerek
ve tekelci sapmaların azalmasına yol açarak kaynakların
tahsisinde etkinliği artıracağını ve artan rekabetin yerel firmaları
mevcut teknoloji ve kaynakları daha etkin kullanmaya iterek
verimlilik artışına neden olacağını ortaya koymaktadır.
ÇUŞ’ler, genel olarak, verimlilik artışına, işgücünün kalifiye
hale gelmesine ve yeni teknolojilerin ülkeye girmesine katkıda
bulunmakta; tekelleri ortadan kaldırarak rekabeti artırmakta ya
da piyasanın niteliğine, gücüne ve yerel firmaların reaksiyonuna
bağlı olarak tekelci bir yapı oluşturmakta; dağıtım kanalları,
standardizasyon ve kalite kontrolünde yeni teknikleri gündeme
getirmekte ve yerel firmaların yönetim ile ilgili yeteneklerini
artırmaya ya da ÇUŞ’lerce kullanılan pazarlama ve yönetim
66
Dolaysız Yabancı Yatırımlar
tekniklerini kullanmaya zorlamaktadır (Blomström ve Kokko,
1997:10).
Ancak, çeşitli çalışmalar bu etkilerin otomatik olmadığını ve
yurtiçi firmaların DYY’larından ve olumlu dışsallıklardan
yararlanma kabiliyetlerini artıran bazı durumların olduğunu
göstermektedir (Sjöholm, 1997). Findlay (1978)’e göre GOÜ ve
sanayileşmiş ülkeler arasındaki teknolojik açık ne kadar fazla
olursa ekonomik büyümeyi artıran teknoloji transferleri ve
ortaya çıkan olumlu dışsallıklar o ölçüde fazla olur. Ancak,
teknoloji düzeyindeki farkın büyük olması, sanayileşmiş
ülkelerin koşullarına göre geliştirilen teknolojilerin GOÜ’lerin
koşullarına uymaması nedeniyle, dışsal fayda taşmaları için bir
engel teşkil edebilir. Wang ve Blomström (1992), ÇUŞ bağlı
şirketleri ile yurtiçi firmalar arasındaki rekabetin fazla
olmasının bağlı şirketi, pazar payını korumak için, ana firmadan
daha fazla ve ileri teknoloji transfer etmek zorunda bırakacağını
ileri sürmektedir. Yurtiçi piyasaya aktarılan her yeni teknoloji
zamanla yurtiçi firmalara sızacak ve bu durum bağlı şirketlerin
karşı karşıya kaldıkları rekabeti bir müddet sonra yeniden
artıracaktır. Sonuçta rekabet ne kadar sert olursa bağlı şirketler
tarafından yapılan teknoloji transferi artırılacak ve potansiyel
dışsal faydalar da buna bağlı olarak artacaktır. Kokko (1994,
1996) ise teknolojik açıkla birlikte düşük bir rekabetin olması
halinde DYY’lardan kaynaklanan olumlu dışsallıkların
azalacağını ortaya koymaktadır.
ÇUŞ’lere yerel şirketlerin katılımı bu şirketlerin sahip oldukları
özel bilgi, deneyim ve ileri teknolojinin yerel şirketlere
aktarılmasında ve dolayısıyla dışsal fayda taşmasında önemli
bir role sahiptir. Bu nedenle bir çok ülke yabancı mülkiyeti
sınırlayarak ÇUŞ’leri ortak girişim oluşturmaya zorlamaktadır
(Blomström ve Sjöholm, 1998). Ev sahibi ülkenin dışa açık
olup olmaması, yurtiçi rekabetin fazla olup olmaması, yerel
firmaların teknik yeterlilikleri ya da başka bir ifadeyle
teknolojik birikimlerinin derecesi ve ÇUŞ bağlı şirketlerinin
kullandığı teknolojinin yerli firmaların kullandıkları
teknolojiden üstün olup olmaması verimliliği ve büyümeyi
67
Çokuluslu Şirketler
artırıcı nitelikteki dışsal fayda taşmalarının yerel firmalarca elde
edilmesini etkilemektedir (Blomström, Globerman ve Kokko,
1999).
DYY yoluyla ev sahibi ülkenin teknoloji ve yeniliklerle ilgili
fayda taşmalarından yeterince yararlanıp yararlanamayacağı bu
taşmaların ev sahibi ülkedeki yayılma derecesine bağlıdır. Zira
DYY projesi ile ev sahibi ülkeye yeni ve ileri teknolojiler
getirilse de eğer dışsal fayda taşmaları yaygın değilse bu
dışsallıkların iktisadi kalkınma üzerindeki olumlu etkileri sınırlı
bir düzeyde kalacaktır ve yatırımı yapan yabancı firma yatırım
nedeniyle ortaya çıkan karların çok büyük bir kısmını sahip
olduğu tekelci pozisyon nedeniyle ele geçirecektir (UNCTAD,
1999:36).
DYY’larının teknoloji transferi ve icatlar konusundaki
GOÜ’lere yönelik olumlu katkıları çeşitli açılardan eleştiriye
açıktır. Öncelikle, ÇUŞ yatırımları, üretim ve istihdamı
dünyanın her yanına yayılmışken ÇUŞ’lerin sahip olduğu
teknoloji
ve
AR-GE
faaliyetleri
belirli
ülkelerde
yoğunlaşmaktadır. DYY’larının 4/5’i Ar-Ge ve teknoloji
açısından ileri düzeyde bulunan altı ülkeye aittir: ABD,
İngiltere, Japonya, Almanya, İsviçre ve Hollanda. 1990’lı
yılların başında bu ülkeler kaynaklı ÇUŞ’lerin toplam satış ve
istihdamlarının 1/3’ü yabancı ülkelerdeki faaliyetlerinden
kaynaklanmaktadır (Blomström ve Kokko, 1997:3). Bu durum,
özellikle yüksek ve yeni teknoloji gerektiren yatırımlarda bu
ülkelerin mevcut durumu kendi lehlerine kullandıkları ve
GOÜ’ler
üzerindeki
sanayileşmiş
ülkelerin
iktisadi
sömürüsünün DYY vasıtasıyla sürdürüldüğü yönündeki
eleştirilere haklılık kazandırmaktadır.
İkinci olarak, DYY yoluyla GOÜ’lerin genelde bazı olumlu
dışsallıklardan yararlanmaları, özelde ise ileri teknolojinin
kullanılabilmesi için gerekli olan bilgi ve becerilere sahip
olmaları, GOÜ’lerle sanayileşmiş ülkeler arasında var olan
teknolojik açık ve kalkınmışlık farkını kapatmaya yetecek bir
düzeyde değildir. Zira yüksek teknolojinin gerektirdiği bilgi ve
68
Dolaysız Yabancı Yatırımlar
beceriyi kullanmayı öğrenmekle ileri teknolojiyi üretmek aynı
şeyler değildir. DYY yeni bir teknolojinin ev sahibi ülkeye
transfer edilmesinde ve bu teknolojinin kullanılabilmesi için
gerekli olan know-how’un ülkeye aktarılmasında başarılı
olabilir; ancak, ileri teknolojinin üretilmesi veya mevcut
teknolojilerin yenilenmesi için gerekli olan buluş yapma
sürecini ve mekanizmalarını ülkeye aktarmakta etkin değildir.
Üçüncü olarak, DYY yoluyla gerçekleştirilen teknoloji
transferleri genellikle GOÜ’lerin ekonomik yapılarına uygun bir
nitelikte değildir. Bu ülkelerde işsizlik yüksek boyutlarda
olduğu için ÇUŞ’ler tarafından bu ülkelerde kullanılan teknoloji
de sanayileşmiş ülkedekilere kıyasla daha fazla emek-yoğun
teknolojiler olma eğilimindedir. Ev sahibi ülkenin yüksek
teknolojinin kullanılması için gerekli bilgi, beceri ve beşeri
sermaye ile altyapıya sahip olmaması halinde ÇUŞ’ler zaman
zaman ileri teknoloji getirmek yerine ev sahibi ülkede
kullanılan teknolojiye eşdeğer bir teknolojiyi kullanmayı tercih
edebilmektedirler. Bu nedenle yerel koşullara uyum sağlama
maliyetinin yüksek olması durumunda mevcut teknolojiler
tercih edilebilmekte ve DYY’larından kaynaklanan olumlu
dışsal fayda taşmaları istenilen düzeyde gerçekleşmemektedir.
7. Dolaysız Yabancı Yatırımların
Etkileri
Fiyatlar Üzerindeki
DYSY projesinin ev sahibi ülke piyasasına yeni bir ürünü
sunması ya da yurtiçinde üretilmeyen bir mal veya hizmeti ev
sahibi ülkede üretilir bir hale getirmesi halinde fiyat rekabeti
genellikle ortaya çıkmaz. Ancak, ev sahibi ülkede üretilen her
hangi bir mal veya hizmetin arzını artıracak bir DYY projesi bu
mal veya hizmetin fiyatının azalmasına yol açar. Yabancı bağlı
şirketlerin ürettikleri ürünlerde kullanacakları üretim faktörleri
için yerli firmalarla rekabete girmeleri nedeniyle üretim
faktörlerinin fiyatlarında belirli bir artış meydana gelebilir.
Yabancı yatırımın türüne göre ev sahibi ülkedeki fiyatlar farklı
şekillerde etkilenir. Hammadde tedariki ve işlemeye yönelik bir
DYY, muhtemelen, ilgili hammaddenin dünya fiyatını
69
Çokuluslu Şirketler
değiştirmeyecektir. Zira, dünya hammadde fiyatları global arz
ve talebin buluştuğu noktada oluşmaktadır ve bu nedenle DYY
sonucu ilgili hammaddenin fiyatının değişmesi için yurtdışı
piyasalara çok büyük miktarda bir arzın sürülmesi
gerekmektedir. Yabancı piyasalardaki pazar payını korumak
amacıyla üretim faaliyetinin bir kısmını DYY yoluyla ülke
dışına kaydıran bir şirketin bu faaliyetinin mal ve hizmet
sunduğu ulusal piyasalardaki fiyatları azaltması muhtemeldir.
Zira, bu tip bir yatırımın amacı maliyetleri en aza çekerek düşük
fiyatlar yoluyla rekabet etmek ve böylece pazar payını
muhafaza etmek olduğundan artan rekabetle birlikte ulusal
piyasada üretilen mal ve hizmetin fiyatı azalma eğilimine
girebilir.
Bu
durumdan
tüketicilerin
yararlanıp
yararlanamayacakları rekabetin şiddetine bağlıdır. Öte yandan,
ev sahibi ülkenin piyasasına mal ve hizmet satmayı amaçlayan
bir DYY projesi, piyasadaki üreticilerin sayısını artırmışsa ya
da başka bir deyişle, tekelleşmeye ve ev sahibi ülke firmalarının
piyasadan çekilmelerine yol açmaksızın yurtiçi mal ve hizmet
arzını artırmışsa; artan rekabet nedeniyle, ev sahibi ülke
piyasasında fiyatların azalmasına yol açabilir (Grosse ve
Kujawa, 1992: 298-301).
8. Dolaysız Yabancı Yatırımların
Üzerindeki Etkileri
Yurtiçi Rekabet
DYY ev sahibi ülke ekonomisine canlılık kazandırır ve yurtiçi
rekabeti artırır. Yerli sanayiin tekelci bir yapıya sahip olması
halinde tekelci yapının ortadan kaldırılmasında, yurtiçi üretimin
artmasında ve fiyatların düşmesinde DYY etkili olabilir. Öte
yandan, DYY’ların girdiği sanayide doğal tekellerin olması
halinde ÇUŞ’lerin büyük şirketler olması, ileri teknolojiye ve
yeryüzüne yayılmış pazarlama, satış ve dağıtım örgütlerine ve
bu piyasaların gerektirdiği büyüklükte bir sermayeyi tedarik
etme imkanına sahip olmaları nedeniyle bu tip piyasalara
girebilirler ve tekel pozisyonunu ortadan kaldırabilirler.
DYY’ların giriş yaptıkları piyasadaki yerli şirketlerin çok zayıf
olmadıkları durumlarda rekabet düzeyini ve böylece verimliliği
artırdıkları genel olarak kabul edilmekle birlikte bazı
70
Dolaysız Yabancı Yatırımlar
durumlarda ÇUŞ’lerin varlığı verimsiz yerel firmaları piyasa
dışına iterek sonuçta rekabeti azaltabilmektedir.
DYY’ların yurtiçi piyasada rekabeti azalttığı durumların ilki
ilgili sanayide güçlü konumda olan özel şirket ya da şirketlerin
ya da alanında tekel konumunda olan kamu şirketinin ya da
kuruluşunun yabancı bir firma tarafından satın alınması yoluyla
DYY’ların gerçekleştirilmesidir (OECD, 1998:25). ÇUŞ’lerin
herhangi bir endüstrideki yoğunlaşma üzerindeki etkisi
piyasanın hacmi ile giriş engellerinin varlığı ve türüne bağlı
olarak değişmekle birlikte bazen endüstriyel yoğunlaşmanın en
önemli nedeni ÇUŞ’ler olabilmektedir (Kalirajan, 1989).
İkincisi, yabancı firmaların bir endüstrideki varlığının kartel
benzeri rekabeti engelleyici oluşumların ulusal otoritelerce
tespitini güçleştirebileceği durumlardır. Piyasalarda rekabeti
bozucu her türlü eylemi takip etmek ve piyasa koşulları altında
düzenleyici bir rol üstlenmek üzere oluşturulan yurtiçi rekabet
kurumlarının bu gibi durumlarda sınır ötesi araştırma ve
ülkelerarası karşılaştırma yapmaları gerekeceğinden rekabeti
bozucu faaliyetlerin tespiti güçleşebilmekte ve özellikle
ÇUŞ’lerin varlığı rekabeti bozucu ya da azaltıcı bir nitelik
kazanabilmektedir (OECD, 1998).
9. Dolaysız Yabancı Yatırımların Gelir Dağılımı Üzerindeki
Etkileri
DYY’ların büyük bir kısmını gerçekleştiren ÇUŞ’lerin çok
büyük bir kısmının sanayileşmiş ülke kaynaklı olması ve ev
sahibi ülkelerde gerçekleştirdikleri üretim faaliyetleri
DYY’ların zengin ve yoksul ülkeler arasındaki gelir dağılımını
düzeltici yönde bir etkinin ortaya çıkmasına yol açabileceği ileri
sürülebilir. Ancak, ev sahibi ülkede DYY’ların gelir dağılımını
düzeltici yönde bir katkı sağlayıp sağlayamayacağı konusunda
bir değerlendirme yapmak son derece zordur. ÇUŞ’ler
tarafından gerçekleştirilen yabancı yatırımların ev sahibi
ülkedeki düşük gelirli kesime hemen hemen hiçbir fayda
sağlamazken üst düzey gelir grubundakilerin iktisadi
durumlarını daha da iyileştirici yönde bir katkı sağladığı
eleştirisi sıklıkla dile getirilmektedir. Ev sahibi ülkenin yabancı
71
Çokuluslu Şirketler
yatırımcılardan tahsil ettiği vergilerin gelir dağılımı üzerinde
etkide bulunacağı ileri sürülebilir; ancak, bu etkinin ne yönde
gelişeceği çok da belirgin değildir. Bununla birlikte, DYY’lar
uzun vadede gelirin Güney’den Kuzey’e aktarılmasına yol
açarlar.
III. SONUÇ
Dolaysız yabancı yatırımların makro ekonomik performans,
fiyatlar genel seviyesi, dış ticaret, ödemeler bilançosu, milli
gelir ve istihdam, büyüme ve kalkınma, teknoloji transferi,
yenilik ve icatlar ve saire pek çok makro-ekonomik etkileri
bulunmaktadır. Otarşizmin neredeyse yokolduğu, ülkelerarası
sınırların giderek ortadan kalktığı bir küresel ekonomik
konjonktürde dolaysız yabancı sermayeye karşı olmak mümkün
değildir ve doğrusu dolaysız yabancı sermaye muhalifi olmak
bir anlam da ifade etmemektedir. Dolaysız yabancı sermaye
yatırımlarını bir tehdit ya da tehlike olarak değil, bir önemli
fırsat olarak ele alan ülkeler sözkonusu yatırımların bu bölümde
özetlediğimiz olumlu etkilerinden istifade etme imkanına sahip
olmaktadırlar.
KAYNAKLAR
BERKSOY, Taner ve Burak SALTOĞLU (1998),
Ekonomisinde Sermaye Hareketleri. İstanbul: İTO.
Türkiye
BLOMSTRÖM, Magnus ve Ari KOKKO (1997), How Foreign
Investment Affects Host Countries. Policy Research Working Paper.
No: 1745, Washington, D.C.: The World Bank, March.
BLOMSTRÖM, Magnus ve Fredrik SJÖHOLM (1998), “Technology
Transfer and Spillovers: Does Local Participation with Multinationals
Matter?”, Stockholm School of Economics Working Paper Series in
Economics and Finance. No: 268, October.
BLOMSTRÖM, Magnus, Steven GLOBERMAN ve Ari KOKKO
(1999), “The Determinants of Host Country Spillovers from Foreign
Direct Investment: Review and Synthesis of the Literature”, SSE/EFI
Working Paper Series in Economics and Finance. No:239, October.
72
Dolaysız Yabancı Yatırımlar
BORENSZTEIN, Eduardo, Jose de GREGORIO ve Jong-Wha LEE
(1998), “How Does Foreign Direct Investment Affect Economic
Growth?”, Journal of International Economics. 45, ss.115-135.
CHUHAN, Punam, Gabriel PEREZ-QUIROS ve Helen POPPER
(1996), “International Capital Flows: Do Short-Term Investment and
Direct Investment Differ?”, Policy Research Working Paper. No:
1669, Washington, D.C.: The World Bank.
DJANKOV, Siemon ve Bernard HOEKMAN (1998), Avenues of
Technology Transfer: Foreign Investment and Productivity Change in
the Czech Republic. Centre for Economic Policy Research Discussion
Paper, No: 1883, London.
FEENSTRA, Robert C. ve Gordon H. HANSON (1997), “Foreign
Direct Investment and Relative Wages: Evidence from Mexico’s
Maquiladoras”, Journal of International Economics. 42, ss.371-393.
FINDLAY, R. (1978), “Relative Backwardness, Direct Foreign
Investment, and the Transfer of Technology: A Simple Dynamic
Model”, Quarterly Journal of Economics. Vol:92, ss.1-16.
FONTAGNE, Lionel (1997), How Foreign Direct Investment Affects
International Trade and Competitiveness: An empirical Assessmen.
Centre d’etudes Prospectives et d’Informations Internationales
Working Paper, No: 97 (17), ss.9-38.
GROSSE, Robert ve Duane KUJAWA (1992), International Business:
Theory and Managerial Applications. Second Edition, Boston: Irwın.
KHAN, Mohsin S. ve Nadeem Ul HAQUE (1987), “Capital Flight
from Developing Countries: What is Capital Flight? How Widespread
is it? How can İt be Countered?”, Finance & Development. March,
ss.2-13.
KOKKO, Ari (1994), “Technology, Market Characteristics, and
Spillovers”, Journal of Development Economics. Vol:43, ss.279-293.
KOKKO, Ari (1996), “Productivity Spillovers from Competition
Between Local Firms and Foreign Affiliates”, Journal of International
Development. Vol:8, ss.517-530.
73
Çokuluslu Şirketler
MORAN, Theodore H. (1998), Foreign Direct Investment and
Development: The New Policy Agenda for Developing Countries and
Economies in Transition. Washington, D.C.: Institution for
International Economics.
NAYA, Seiji ve Eric D. RAMSTETTER (1991), “Foreign Direct
Investment in Asia’s Developing Economies and Trade in the Asian
and Pacific Region”, (Eric D. RAMSTETTER, ed., Direct Foreign
Investment in Asia’s Developing Economies and Structural Change in
the Asia-Pacific Region., içinde), Westview Press.
OECD (1998), Survey of OECD Work on International Investment.
Working Paper on International Investment. Paris: OECD.
ROMER, P.M. (1993), “Two Strategies for Economic Development:
Using Ideas and Producing Ideas”, Proceeding of the World Bank
Annual Conference on Development Economics 1992. Washington
D.C.: World Bank, ss.63-98.
SAUVANT, Karl P. ve Padma MALLAMPALLY, eds. (1993),
Transnational Corporations in Services. United Nations Library on
Transnational Corporations, Vol 5, London: Routledge.
SJÖHOLM, Fredrik (1997), “Technology Gap, Competition and
Spillovers from Direct Foreign Investment: Evidence from
Establishment Data”, Working Paper Series in Economics and
Finance. No:211, Stockholm: Stockholm School of Economics,
December.
UNCTAD (1995), World Investment Report 1995: Transnational
Corporations and Competitiveness. New York and Geneva: United
Nations.
UNCTAD (1999), Foreign Direct Investment and Development. New
York: United Nations.
WANG, J. Y. ve BLOMSTRÖM, Magnus (1992), “Foreign
Investment and Technology Transfer: A Simple Model”, European
Economic Review. Vol:36, ss.137-155.
WORLD BANK (1997), Global Economic Prospects and the
Developing Countries. Washington, D.C.: The World Bank.
74
DIŞ TİCARETTE SERBESTLEŞME ve İKTİSADİ
ETKİLERİ
Dış ticarette serbestleşme, tarife ve tarife dışı ticaret politikası
tedbirlerinin kullanımının azaltılmasını (decontrol) ve ticaret
rejiminin ihracat ile ithalat arasında “nötr” bir hale getirilmesini
kapsamaktadır (Kelly ve McGuirk, 1992:42). Dış ticaret
vergilerinin veya kotaların azaltılması ithalatın kısıtlanmasını
ortadan kaldırarak dış ticaret politikasının nötr hale gelmesine
neden olurken sübvansiyonların azaltılması da ihracatın teşvik
edilmesini ortadan kaldırarak aynı etkide bulunur ve ekonomide
kaynakların daha etkin bir biçimde kullanılmasına yol açar.
tarife ve Tarife Dışı Engellerin ortadan kaldırılması bu tip
uygulamaların fiyatlar üzerinde yol açtığı saptırıcı etkileri yok
etmesi nedeniyle serbestleşme kaynak tahsisini etkinleştirir ve
iktisadi büyüme fırsatını artırır.
Dış ticarette serbestleşmenin ödemeler bilançosu üzerindeki
etkisinin ne olacağı ile ilgili olarak iki farklı görüş söz
konusudur (Ostry, 1991). Birinci görüşe göre korumacılık
düzeyinin azaltılması kısa dönemde dış ticaret dengesinin
kötüleşmesine neden olacağından yeterli döviz rezervine sahip
olmayan ve uluslararası kaynaklardan borçlanmada zorlukla
karşılaşan ülkeler için dış ticarette serbestleşme iyi bir politik
seçenek değildir. Korumacılık düzeyinde ve özellikle tarifelerde
gerçekleştirilecek bir indirim tüketim kalıplarını değiştirecek,
ithal mallarını ikame eden yerel ürünler yerine rekabet gücü
artan ithal mallarına olan talep artacak ve böylece ithalatta
meydana gelecek artış ödemeler bilançosu dengesinde
bozulmaya yol açacaktır.
Çokuluslu Şirketler
Dış ticaret dengesinin ulusal tasarruf ve yatırım arasındaki farka
eşit olduğunu varsayan tasarruf-yatırım yaklaşımına göre ise
korumacılığın azaltılması sadece tasarruf ve yatırım akımlarında
farklı bir tepkiye neden olduğu zaman dış ticaret dengesini
etkileyebilir. Bu yaklaşıma göre serbestleşmenin kısa
dönemdeki etkileri değil belirli bir zaman dilimindeki
potansiyel etkileri göz önüne alınmalıdır. Korumacılığın
azaltılması ithal mallarının yurtiçindeki göreli fiyatını
düşürdüğü ve serbestleşme süreklilik taşımadığı sürece ithalatın
ihracata göre daha fazla artmasına neden olabilir. Uzun vadede
ise ithal mallarının gelecekteki fiyatı mevcut fiyata eşit bir
düzeye geleceğinden serbestleşmenin dış ticaret dengesi
üzerindeki etkisi yansız olacaktır. Diğer taraftan, üretimde
sermaye ve ara malları yoğun bir biçimde kullanılıyorsa
serbestleşme tasarruf düzeyinde artışa yatırım düzeyinde ise
azalışa yol açarak dış ticaret dengesinde iyileşme meydana
getirebilir. Dış ticarete konu olmayan malların üretiminde
girdiler ve sermaye yoğun olarak kullanılıyorsa serbestleşme dış
ticaret dengesini bozucu bir etkiye sahip olabilecektir.
Gelir elde etme amacıyla kullanılan korumacı araçların (tarifeler
ve lisanslar gibi) tamamen veya kısmen ortadan kaldırılması
veya koruma düzeyinin azaltılmasının kamu gelirlerinde
azalmaya ve dolayısıyla bütçenin açık vermesine yol
açabileceği ileri sürülmektedir. Yaygın kanının aksine bu tip bir
serbestleşmenin gelir kaybına yol açıp açmayacağı ekonominin
tepkisine bağlıdır (Cheasty, 1990:37-38):

Gelirlerde meydana gelecek değişim, ithalat fiyatında
meydana gelen değişmenin ithalat talebinde yaratacağı etkiye
yani ithal talebinin fiyat esnekliğine bağlıdır. Tarifelerin
azaltıldığı ancak tamamen sıfırlanmadığı ve döviz kurunun sabit
olduğu bir durumda ithalatın artmasından kaynaklanan ilave
gelir tarifelerde gerçekleştirilen indirimden kaynaklanan gelir
kaybını telafi edebilir. Ancak kısa dönemde fiyat esnekliği
düşük olacağından dış ticaret üzerinden elde edilen gelir
liberalleşme sonucunda muhtemelen azalacaktır.
76
Dış Ticarette Serbestleşme

Tarifelerde meydana gelen azalma tüketicilerin vergi
sonrası kullanılabilir gelirlerini ve ithal mallarının yurtiçi göreli
fiyatlarının azalması dolayısıyla tüketimlerini artıracaktır. Kısa
vadede, ithal-ikameci endüstriler ne kadar esnek bir arz yapısına
sahip iseler üretimlerini o ölçüde kısabilirler ve ithal malları
piyasası o ölçüde büyüyebilir. Bu nedenle, ithal mallarının
tüketimindeki ve ithalat miktarındaki her hangi bir artış
liberalleşmeye rağmen dış ticaret vergilerinden elde edilen geliri
artırır. Öte yandan, liberalleşme nedeniyle yurtiçi üretimde
oluşan daralmanın düşük seviyede kalması halinde gelirde
meydana gelebilecek bir azalma, devalüasyon ile ithalatın
serbestleşme öncesi konumuna geriletilmesi yoluyla telafi
edilebilir.

Serbestleşme sonucunda toplam ithalat talebinde büyük
çaplı bir artış olsa bile yurtiçindeki tüketicilerin daha yüksek
tarifenin uygulandığı ithal malları yerine daha düşük tarifeye
sahip ikame ithal mallara yönelmeleri sonucunda dış ticaret
üzerinden elde edilen gelirlerde bir azalma meydana gelebilir.

Dış ticaret üzerinden elde edilen gelirler ithal piyasasının
yapısından etkilenebilir. İthalatın tekel oluşturan firmalar
tarafından gerçekleştirilmesi halinde tarifelerde meydana gelen
indirim yurtiçi tüketicilere yansıtılmayabilir ve bu tip
ithalatçılar ithal malların fiyatını ve miktarını piyasanın
kontrolünü ellerinde tutmalarından yararlanarak sabitleyip aşırı
kârlar elde edebilirler. Böylece vergi matrahı hemen hemen aynı
kalmasına rağmen tarifelerde meydana gelen azalma nedeniyle
tarife gelirlerinde belirli bir düşüş gerçekleşebilir.

Nihayet, serbestleşme kararının ilan edilmesiyle
serbestleşme sürecinin tamamlanması arasında uzun bir sürenin
olması
ithalatçıların
tarifelerde
oluşacak
indirimin
gerçekleşmesine kadar mal alımlarını ertelemelerine ve bu
süreç içerisinde ithalatta meydana gelen azalma ile orantılı
olarak gelirlerde bir azalmanın meydana gelmesine yol açabilir.
77
Çokuluslu Şirketler
Serbestleşme, bir yandan ithal mallarının üzerinden alınan tarife
ve benzeri yükümlülüklerin azaltılması sonucunda tüketicinin
daha düşük fiyatla ithal mallarını tüketme imkanına sahip
olması (Balassa, 1967:72) öte yandan ise tüketicinin bol mal ve
bol seçenek imkanına kavuşması ve yerli üretimde rekabet
nedeni ile ortaya çıkabilecek kalite artışı gibi faktörler
vasıtasıyla tüketicinin refahının artmasına yol açabilir
(Kalaycıoğlu, 1991:83).
Serbestleşme sonucunda oluşan ithalat artışı kısa vadede ülke
içinde üretimin ve istihdamın azalmasına yol açsa da uzun
vadede ekonomik kaynakların ithal ikameci endüstrilerden
ihracata yönelik endüstrilere aktarılması halinde kaynakların
daha etkin bir şekilde kullanılması nedeniyle toplam üretim ve
dolayısıyla toplam refahta belirli bir artış meydana getirebilir
(Balassa, 1967:71). Ancak, serbestleşme nedeni ile belirli sanayi
dallarının rekabete dayanamayıp piyasadan çekilmek zorunda
kalmaları halinde, meydana gelen refah artışında belli seviyede
bir azalma ortaya çıkacaktır (Kalaycıoğlu, 1991:84).
Serbestleşme nedeniyle artan ithalatın etkisi ithalatın
bileşiminin yanı sıra ilgili sektörlerin serbestleşmeden önceki
kapasite durumuna, yurtiçi talebi karşılama gücüne, ulusal
talebin yerli ve yabancı mallar açısından gösterdiği tercihe ve
ithal edilen malların görece fiyat ve kalitesine bağlıdır
(Kalaycıoğlu, 1991:85).. İthalat miktarındaki artış yurtiçindeki
ithal-rekabetçi sektörlerde üretimde belirli bir azalmaya yol
açabilir. Bu azalma özellikle mamul ithalatındaki artıştan
kaynaklanıyorsa ve yerli üreticilerin kısa dönemde ithal
mallarla rekabet edebilecek bir seviyeye ulaşma imkanları
mevcut değilse yurtiçi üretimdeki azalma daha ciddi boyutlarda
gerçekleşecektir. Yurtiçi üretimde meydana gelecek bu tip olası
bir azalma doğal olarak bazı sektörlerde firmaların piyasadan
çekilmelerine yol açacak ve sonuçta istihdam seviyesinde bir
azalmaya yol açacaktır.
Serbest ticaret koşulları altında ülkelerin üretim yapıları ülkenin
sahip olduğu görece faktör yoğunluğu tarafından belirlenen
78
Dış Ticarette Serbestleşme
karşılaştırmalı üstünlüğüne göre oluşmaktadır. Bu yapı
içerisinde, ülke kendisinde bol olarak bulunan yurtiçi kaynakları
yoğun bir şekilde kullandığı malları üretip ihraç ederken kıt
olan üretim faktörlerini gerektiren malları ise ithal edecektir.
Örneğin, sermayenin görece daha kıt olduğu Gelişmekte Olan
Ülke (GOÜ)’lerde sermaye-yoğun mallar ithal edilirken emekyoğun mallar ise ihraç edilecektir. Sonuçta emeğe olan talep
artarken sermayeye olan talep azalacak, emek gelirleri artarken
sermaye gelirlerinde görece bir azalma meydana gelecek ve
böylece tarife ve tarife dışı ticari engellerin ortadan kaldırılması
özellikle GOÜ’lerde düşük gelirli kişilerin yararına bir
gelişmeye neden olacak, yani gelir dağılımını düzeltecektir
(UNCTAD, 1997:134).
Ancak sermayenin uluslararası akışkanlığının artması ülkelerin
karşılaştırmalı üstünlüklerini belirlemede sermaye stoklarının
seviyesindeki farklılıkları ortadan kaldırırken yüksek bilgi ve
beceri gerektiren malların ticaretinin yüksek miktarlara
ulaşması kalifiye ve kalifiye olmayan emeğin görece
yoğunluğunun önemini artırmaktadır. GOÜ’lerde vasıfsız
işgücü, istihdamın çoğunluğunu meydana getirdiği için bu tip
bir emek gücü vasıfsız eleman kullanımını gerektiren tarım ve
imalat endüstrilerinde kullanılacaktır. Bu durum ise vasıfsız
işgücüne olan talebi artıracaktır. Sonuçta serbestleşme
sermayeye kıyasla emeğin gelirini değil vasıflı işgücüne kıyasla
vasıfsız işgücünün gelirini artıracaktır (UNCTAD, 1997:134).
Latin Amerika ülkelerinde gerçekleştirilen dış ticarette
serbestleşme uygulamaları ile ilgili araştırmalar vasıflı işçilerle
vasıfsız işçi ücretleri arasındaki farkın vasıflı işçiler lehine
bozulduğunu ortaya koymaktadır (ECLAC, 1997:60).
Araştırmaya göre bir çok ülkede ücretler arasındaki açık,
işsizlik artıp vasıfsız işçilerin reel ücretlerinde önemli düşüşler
olurken, artmaya devam etmektedir. Vasıflı ve vasıfsız işçilerin
ücretleri arasında meydana gelen bu farklılıklar dış ticarette
serbestleşme ve sermayenin hareketliliğinin artması sonucunda
yüksek teknolojinin GOÜ’lerde kullanılmaya başlanmasına
bağlanmaktadır. Yüksek teknolojinin kullanımı sonucunda
79
Çokuluslu Şirketler
vasıflı işgücüne olan talep artmakta ve sonuçta bu kesimin reel
geliri ile vasıfsız işgücünün reel gelirleri arasındaki fark da
artmaktadır. Öte yandan, emek-yoğun ihracatta rekabet
üstünlüğüne sahip olan ülkelerin (Çin, Hindistan v.b.)
uluslararası ticarette önemli rakipler haline gelmesi sonucunda
bazı GOÜ’lerin yeni rekabet koşullarına uyum sağlamak
amacıyla emek-yoğun ihracattan vasıflı işçilerin yoğun bir
şekilde kullanılmasını gerektiren ürünlerin üretimine
yönelmeleri de vasıflı işçiler lehine işçi ücretleri arasındaki
dengesizliği artırmaktadır.
Dış ticarette serbestleşmenin işçi ücretleri ve gelir dağılımı
üzerindeki etkileri ülkelerin sahip oldukları ekonomik koşullara
göre farklılıklar gösterebilir. Ancak ithal edilen malların ihraç
mallarına göre sermaye-yoğun olması halinde tarife indiriminin
ücretleri artıracağı, sermayenin getirisini azaltacağı ve
dolayısıyla gelir dağılımını birinci grup lehine düzelteceği
söylenebilir.
Dış ticarette serbestleşme ekonomik büyüme üzerinde olumlu
etkiler meydana getirir. İhracata dayalı sanayileşme politikası
takip eden ülkelerde gayri safi yurt içi hasıladaki artışta
yurtiçine kıyasla global etkilerin ağırlıkta olduğunu ortaya
koymaktadır. Bu sonucun ortaya çıkmasına yol açan temel
faktörler şunlardır (World Bank, 2000):

Dışa açılma yabancı sermaye mallarına erişimi
kolaylaştırır. Sermaye mallarında çeşitliliğin artması ve bu
mallara erişimin kolaylaşması verimlilikte artışların yanı sıra
yeni alanlara yatırım yapmayı daha karlı bir hale getirir. Benzer
bir biçimde GOÜ’lerin dışa açılmaları daha önce ithal edilen
malların taklidinin yapılmasına ve zamanla yüksek teknolojiye
sahip ürünlerin geliştirilerek sanayileşmiş ülkelere ihraç
edilmesine yol açar. Bu durum GOÜ’lerin daha düşük üretim
maliyetlerine sahip olması halinde bu ülkelerin firmalarının
piyasa paylarını artırmalarına ve hatta sanayileşmiş ülke
firmalarını piyasa dışına itmelerine yol açarak ihracatın ve
yatırımların GOÜ’lerde canlanmasına yol açabilir. Yatırımların
80
Dış Ticarette Serbestleşme
artmasının ortaya çıkardığı diğer olumlu dışsallıklar
GOÜ’lerdeki küçük firmaların bile ölçek ekonomilerinden
yararlanmalarına ve sanayileşmiş ülke piyasalarına daha fazla
mal satıp büyümelerine yol açar. Sonuçta global piyasalara
açılmak yatırım iklimini iyileştirmek yoluyla sanayileşme ve
daha hızlı büyüme şansını artırabilir.

Dışa açılma teknolojiye erişim, teknoloji transferi ve yeni
ürün ve teknikleri öğrenme açısından dışa açılan ülkelerdeki
firmaların yeteneklerini artırır. Teknoloji transferindeki artma
ekonomik büyüme ve verimlilikteki artışların temel
kaynaklarından biridir. GOÜ firmaları bilgi üretmek için ilave
kaynak ayırmalarına gerek kalmaksızın bilgi yoğun yabancı
ürünleri taklit ederek öğrenme sürecini hızlandırır ve verimliliği
artırır. Bu etkinin fazla olması için yeterli düzeyde beşeri
sermaye birikimine sahip olmaları ve yabancı kaynaklı bilgiyi
emme ve yurtiçi üretim süreçlerinde ticarileştirme yeteneğine
sahip olmaları gerekir. Dışa açılma bu yeteneklerin artmasına
yol açmak suretiyle büyümeyi hızlandırabilir.
Dış ticarette serbestleşme uzun vadede büyüme üzerinde
olumsuz etkilere yol açabilir. Dışa açılma sürecinde doğal
kaynaklar ve emek-yoğun üretim alanlarında karşılaştırmalı
üstünlüğe sahip olan ve bu alanlarda uzmanlaşan GOÜ’ler uzun
vadede olumsuz yönde etkilenebilir. Bunun temel
nedenlerinden biri “uzmanlaşma tuzağı”dır. Üretim sürecinde
yaparak öğrenme beşeri sermaye birikimi üzerinde olumlu
dışsal etkilere sahiptir. Bu etkiler sanayi sektöründe daha
belirgindir. Doğal kaynak zengini bir ülkenin dış ticarette
serbestleşme sonucu katma değeri yüksek, sermaye yoğun ve
yüksek teknolojinin kullanıldığı alanlarda uzmanlaşamaması
halinde iktisadi kaynaklar sanayi sektöründen diğer alanlara
aktarılır ve yaparak öğrenme yoluyla beşeri sermayenin
gelişmesi sürecinin aksamasına ve bir bütün olarak ekonominin
olumsuz yönde etkilenmesine yol açar. Dış bağlantıların yol
açtığı olumlu dışsal etkiler kaynakların sanayi yerine diğer
sektörlere kaymasının neden olduğu olumsuz etkileri artırır
(Sachs ve Warner, 1995a:4). İşgücünde zengin olan ve emek81
Çokuluslu Şirketler
yoğun standart ürünlerin üretiminde karşılaştırmalı üstünlüğe
sahip olan GOÜ’lerin daha fazla olumlu dışsal etkiye sahip olan
sermaye-yoğun ve yüksek teknoloji içeren ürünlerin üretimi
yerine bu alanlarda uzmanlaşmaları bilgi ve beşeri sermaye
birikimini olumsuz yönde etkileyerek uzun vadede büyüme
üzerinde de olumsuz bir etki meydana getirir.
GOÜ’lerin yalnızca bir kaç üründe uzmanlaşması ve ihracatın
uzmanlaşılan bu sınırlı sayıdaki ürüne bağlı olması durumunda
uzmanlaşma tuzağı makro-ekonomik istikrarı bozabilir. Bu
durumda ihracata konu olan bu malların fiyatlarında meydana
gelen düşüşler ihracat gelirlerinin azalmasına ve ödemeler
dengesi sorununun ortaya çıkmasına neden olur. Bu dengesizlik
sermaye girişi yoluyla azaltılamazsa veya ülke dış borç tuzağına
düşerse ithalatın azaltılması gerekir. İkame edilemeyen girdi ve
yüksek teknolojiye sahip olan ya da bilgi-yoğun ürünlerin
ithalatı azalırsa iktisadi büyüme olumsuz yönde etkilenir. Bu
durumdan en fazla etkilenecek ülkeler milli geliri bir kaç tarım
ürününe veya hammaddeye dayalı olan ülkelerdir (UNCTAD,
1998:22).
Dışa açık ekonomilerin kapalı ekonomilere kıyasla daha yüksek
bir büyüme hızına ulaştıklarına dair bulgular söz konusudur.
Sachs ve Warner (1995b)’a göre, dışa açık ekonomilerde
büyüme hızı daha fazladır ve hatta dışa açık GOÜ’lerdeki
büyüme hızı sanayileşmiş ülkelerdeki büyüme hızından çok
daha yüksektir ve bu nedenle dışa açık ekonomilerde uzun
dönemde gelir farklılıkları eşitlenecek ve dışa açık bir
ekonomiye sahip olan GOÜ’ler
sanayileşmiş ülkeleri
yakalayabileceklerdir. Öte yandan kapalı ekonomilerdeki
büyüme oranlarının yüksek olduğunu destekleyen ampirik
bulgu ve deliller son derece yetersizdir (Rodriguez ve Rodrik,
1999:37).
82
Dış Ticarette Serbestleşme
KAYNAKLAR
BALASSA, Bela (1967), Trade Liberalization among Industrial
Countries, Objectives and Alternatives. New York: McGraw-Hill.
CHEASTY, Adrienne (1990), “The Fiscal Implications of Reducing
Trade Taxes”, Finance & Development. March, ss.37-39.
ECLAC (1997), The Equity Gap: Latin America, the Carribean and
the Social Summit. (LC/G.1954-CONF.86/3), Santiago, Chile, March.
KALAYCIOĞLU, Sema (1991), Dış Ticarette Korumacılık ve
Liberasyon: Teori ve Dünyadaki Uygulamalar. Birinci Bası,
İstanbul:Beta.
KELLY, Margaret ve Anne Kenny McGUIRK (1992), Issues and
Developments in International Trade Policy. Washington: IMF.
OSTRY, Jonathan D. (1991), “Trade Liberalization in Developing
Countries”, IMF Staff Papers. Vol:38, No:3, September, ss.448-476.
RODRIGUEZ, F. ve D. RODRIK (1999), Trade Policy and Economic
Growth: A Sceptic’s Guide to the Cross-National-Evidence. CEPR
Discussion Paper Series, No. 2413, London.
UNCTAD (1997), Trade and Development Report. New York: United
Nations.
UNCTAD (1998), The Least Developed Countries 1998 Report. New
York.
WORLD BANK (2000), Liberalization of Trade in Goods.
http://www1.worldbank.org/wbiep/trade/tradepolicy.html#top.
83
GLOBAL EKONOMİK ENTEGRASYON,
DIŞ TİCARETTE SERBESTLEŞME VE TÜRKİYE
Türkiye globalleşmenin neresinde? Türkiye ekonomisi
globalleşen dünya ekonomisine ne ölçüde entegre olmuş
durumda? Bu bölüm içerisinde Türkiye’nin global ekonomik
entegrasyon ve dış ticarette serbestleşme açısından mevcut
durumunu ortaya koyan bazı verileri sunacağız ve
değerlendirmeler yapacağız.
Global Ekonomik Entegrasyon ve Türkiye
Ekonomik entegrasyonu ve dolayısıyla globalleşmeyi ölçmede
kullanılabilecek en önemli göstergeler ticari entegrasyonu ölçen
göstergelerdir. Ticari entegrasyonu belirlemede temel gösterge
dış ticaretin gayri safi yurtiçi hasılaya oranıdır (Van Bergeijk ve
Mensink, 1997:163). Dış ticaretle ilgili göstergelerin yanı sıra
uluslararası sermaye hareketleri ve çok uluslu şirketler ve
bunların faaliyetleri ile ilgili büyüklükler önemli bir göstergedir.
Başarılı bir entegrasyon süreci uzun vadede rekabet gücü
artırılarak gerçekleştirilen; başka bir ifadeyle, yaşam kalitesini
artırmak suretiyle gerçekleştirilen entegrasyondur. Bu nedenle
korumacılıkla ilgili göstergelerin ve dış ticaretin yapısı ile ilgili
verilerin de dikkate alınması gereklidir. Ancak globalleşme
sosyal ilişkilerin yoğunlaşmasını içeren bir süreç olduğu için
insani gelişime ilişkin verilerin de dikkate alınması gereklidir.
Türkiye 1990’lı yıllarda global ekonomik entegrasyon açısından
en başarılı ülkelerden biridir. Dünya Bankası tarafından dış
Çokuluslu Şirketler
ticaretin GSYİH’ya oranı, Doğrudan Yabancı Yatırımları’ın
(DYY) GSYİH’ya oranı ve ülkenin kredibilite durumu gibi
ölçütler dikkate alınarak oluşturulan global ekonomik
entegrasyon indeks değerlerine göre 1980-1995 yılları arasında
global ekonomik entegrasyon yönünden en başarılı olan
ülkelerin başında Singapur, Mauritius, Hong Kong, Tayland ve
Türkiye yer almaktadır (World Bank, 1996). 1990’lı yıllarda
global ekonomik entegrasyon yönünde eğilimin hız kazandığı
bölgelerin başında Doğu Asya ve Pasifik, Avrupa ve Merkezi
Asya, Latin Amerika ve Karayipler Bölgesi gelmektedir. Global
ekonomiye entegrasyonun daha yavaş gelişme gösterdiği
bölgeler ise Orta Doğu ve Kuzey Afrika, Güney Asya ve
Afrika bölgeleridir (Tablo -1).
Türkiye dış ticaret açısından başarılı bir entegrasyon örneği iken
globalleşmenin önemli bir göstergesi olan yabancı yatırımlar
açısından aynı başarıyı gösterememektedir. Gerek özel sermaye
yatırımları gerekse dolaysız yabancı sermaye yatırımlarını
cezbetmekte dünya ortalamasının dahi altında kalmıştır.
Nitekim 1985-95 yılları arasında Türkiye, yıllık ortalama olarak
toplam global DYY girişlerinin (182.6 milyar $) yalnızca binde
ikisini (0,529 milyar $) ülkesine çekebilmişken 1999’da bu oran
onbinde dokuza gerilemiştir (UNCTAD, 2000).
Bir ülkenin başarılı bir ekonomik entegrasyon gerçekleştirmesi
sadece GSYİH’ya oranla dış ticaret ve sermaye akımlarını
artırmaktan ibaret değildir. Başarılı olabilmek için uluslararası
rekabet gücüne sahip olmak ve bunu sürdürebilmek de
gereklidir. Rekabet gücünün devalüasyon ve işçi ücretlerini
düşürmek yoluyla gerçekleştirilmesi halinde yaşam kalitesinde
gerilemeler söz konusu olacaktır. Bu nedenle rekabet gücünün
yeni teknolojilerin kullanılması ve üretilmesi yoluyla
sürdürülmesi
ve
global
entegrasyonun
bu
yolla
gerçekleştirilmesi başarılı olmak ve yaşam kalitesini artırmak
açısından önemlidir. Türkiye GSYİH’ya oranla dış ticaretini
1990’daki % 23.4 düzeyinden 2000’de % 40’a yükseltmiştir.
Bu eğilimin başarılı olup olmadığını değerlendirebilmek için
ihracat ve ihracatın yapısına odaklanmak, başka bir ifadeyle
86
Global Ekonomik Entegrasyon
sanayi kesiminde üretilen katma değerin yanı sıra sanayi
ihracatının teknolojik açıdan kompozisyonuna bakmak
gereklidir.
Tablo 1. Global Ekonomik Entegrasyon ve Türkiye
GSYİH %’si GSYİH %’si GSYİH %’si
Olarak Dış
Olarak Özel Olarak DYY
Ticaret
Sermaye
Akımları
1990 2000 1990 2000 1990 2000
Düşük Gelirli Ülkeler 26.7 41.3 3.0
4.8
0.5
1.6
Yüksek Gelirli
32.0 37.1 11.0
33.6
3.0
10.1
Ülkeler
Doğu Asya/Pasifik
48.8 65.6 5.3
13.3
1.5
3.9
Avrupa/Orta Asya
28.7 65.6 13.6
3.8
Latin
23.2 37.7 7.9
10.5
0.9
4.5
Amerika/Karayipler
Orta Doğu/Kuzey
45.4 51.6 11.5
7.5
0.9
1.0
Afrika
Güney Asya
16.5 24.3 1.4
3.1
0.1
0.6
Sahra Altı Afrika
41.2 56.8 5.1
11.0
1.0
1.8
Avrupa (EMU)
44.9 56.3 14.1
49.3
2.9
14.8
Türkiye
23.4 40.0 4.3
9.3
0.5
0.9
Dünya
32.4 40.0 10.3
29.1
2.7
8.8
- Veri yok; Avrupa EMU: Avrupa Para birliği’ne dahil ülkeler.
Kaynak: World Bank, (2002:334).
Global sanayi katma değeri (SKD) 1985-98 yılları arasında
yaklaşık yedi kat artmıştır. Sanayileşmiş Ülkeler’deki kişi
başına SKD, 1985’te, GOÜ’lerdekinin 18 katı iken bu oran
günümüzde 17 kata gerilemiştir. Aynı dönem içerisinde Doğu
Asyanın GOÜ’ler içinde aldığı pay Orta Doğu ve Kuzey Afrika
hariç, % 43’ten % 53’e yükselmiştir. Kişi başı sanayi katma
değerinde en başarılı bölge Latin Amerika ve Karayiplerdir.
Güney Asya ise Sahra Altı Afrika (Güney Afrika hariç) en
düşük sanayi katnma değeri üretimine sahiptir (UNIDO,
2002:28).
Bütün bölgelerde sanayi ürünleri ihracatı hızla artmakta ve
sanayi sektörü uluslararasılaşmaktadır. GOÜ’ler sanayi ürünleri
87
Çokuluslu Şirketler
üretiminde ve ihracat artışında sanayileşmiş ülkelere göre daha
iyi bir performansa sahiptirler. GOÜ’ler sanayi ürünleri
ihracatını 1985-98 döneminde % 8 artırmalarına rağmen
sanayileşmiş ülkelerin kişi başına ihracatı 1998’de
GOÜ’lerinkinden 15 kat (1988’de 18) daha fazladır. Bu alanda
da Doğu Asya’nın mutlak üstünlüğü söz konusudur ve 1998’de
bu bölge GOÜ sanayi ürünleri ihracatının 2/3’ünü
gerçekleştirmektedir. Diğer bölgelerin payında ise büyük
miktarlarda düşüş (Latin Amerika ve Karayiplerde % 4-10)
vardır ve Orta Doğu ve kuzey Afrika’nın toplam payı % 3’e
gerilemiştir (UNIDO, 2002:29).
Sanayi ürünleri ihracatı ve sanayi kesiminde üretilen katma
değere ait veriler Türkiye’nin önde gelen üreticilerden biri
olmasına rağmen aynı başarıyı ihracatta gösteremediğini ortaya
koymaktadır. GOÜ’lerin sanayi kesiminde üretilen katma
değerin % 4’ü Türkiye’ye aittir (7. sırada) ancak sanayi
ürünleri ihracatçısı en başarılı ilk on GOÜ arasında Türkiye yer
almamaktadır. Her iki alanda da, genel olarak, en başarılı
üreticiler en başarılı ihracatçı konumundadır ve ABD’nin
payındaki azalmadan dolayı yoğunlaşma azalmaktadır. Ancak
en yoksul 30 GOÜ global katma değerin yalnızca % 0.5’in,
sanayi ürünleri ihracatının ise ancak % 0.3’ünü
gerçekleştirebilmektedirler (UNIDO:2002:29).
UNIDO’nun sanayi kesiminde üretilen kişi başına katma değer,
kişi başına sanayi ürünleri ihracatı, katma değerde ve sanayi
ihracatında orta/yüksek teknoloji payı gibi kriterlere göre
hesapladığı rekabetçi endüstriyel performans indeksine göre
Türkiye 1985- 1998 döneminde iki basamak ilerleme ile 36.
sırada yerini almıştır (2002:43). Türkiye’nin kişi başına sanayi
ihracatında bu dönem içerisinde belirli bir artış (115 $’dan 360
$’a) olmasına rağmen ülkeler arasındaki sıralamada ülkemiz altı
basamak gerileyerek 45. sıraya gerilemiştir. Sanayi ürünleri
ihracatının teknolojik yapısı açısından da aynı eğilim söz
konusudur. 1985’te basit sanayi ürünlerinin % 54.5’i düşük
teknolojiye dayalı ürünler ile hammaddelerden oluşurken
1998’de bu oran % 61.7’ye yükselmiş; karmaşık sanayi ürünleri
88
Global Ekonomik Entegrasyon
ihracatında ise 1985’te % 18.2 olan orta/yüksek teknoloji oranı
1998’de % 23.5’e yükselmiştir. Bu veriler Türkiye’nin dış
ticaretin entegrasyonunda gösterdiği başarıyı sanayi üretimi ve
ihracatını katma değeri ve teknolojisi yüksek bir yapıya
dönüştürmekte ve dolayısıyla rekabet gücünü ve yaşam
kalitesini diğer ülkelere kıyasla artırmada gösteremediğini
ortaya koymaktadır.
Dış Ticarette Serbestleşme ve Türkiye
Dış ticarette korumacılığın düzeyi sahip olunan rekabet gücü
açısından önemli bir göstergedir. IMF, Dünya Bankası ve
Dünya Ticaret Örgütü gibi global yönetişim örgütlerinin
koyduğu kurallara uymak zorunluluğu nedeniyle tarifelerde
gerçekleştirilen serbestleşme dışa açılmanın göstergesi olarak
bir anlam ifade edebilir ancak tarife dışı engellerde düşük bir
koruma düzeyine sahip olmak çoğu kez yaşam kalitesinde
azalma ve sanayileşmiş ülkeler lehine kaynakların yeniden
tahsisi ve yoksullaşma anlamına gelebilir. Zira tarife dışı
engeller her koşulda değişen “esnek” araçlardır. “Bu tip araçların en
önemli özelliği tespit edilmelerinin ya da başka bir deyişle,
uygulanmalarındaki birincil amacın yurtiçi endüstrileri korumak
olduğunun belirlenmesinin zor olmasıdır. Kalkınmalarını
sürdürebilmek için Gelişmiş Ülkelere ürettikleri mal ve hizmetleri
ihraç etmek zorunda olan GOÜ’ler bir yandan yeni korumacı
araçların kendilerine karşı uygulanmasını önleyemezken öte yandan
bu tip yeni araçları Gelişmiş Ülkelere karşı uygulayarak rekabet
imkanlarını artırma olanaklarına da sahip değillerdir. Gelişmiş
Ülkeler sahip oldukları üstün organizasyon, bütünleşmiş piyasalar ve
amaca uygun yeni koruma araçlarının hemen icad edilmesi ve
kullanılması gibi özelliklere sahip olmaları nedeniyle yeni
korumacılık araçlarını başarı ile kullanma potansiyeline sahiptirler.
Bu eğilim, GATT çabaları sonucunda ulaşılan serbestleşme
düzeyinin Gelişmiş Ülkeler lehine ortadan kalkmasına yol
açmaktadır” (Vural:2000:43).
Türkiye dışındaki bütün OECD üyesi ülkelerde GATT kuralları
çerçevesinde izin verilen en yüksek tarife oranı olan “bağlayıcı tarife
89
Çokuluslu Şirketler
oranı”nın tüm tarife içindeki yüzdesi 1996 yılında % 95 seviyesini
aşmıştır. Bu oran 1996 yılında Meksika, Yeni Zelanda, Norveç,
ABD ve AB’nde % 100 seviyesine ulaşırken Türkiye’de 1989’daki
% 31.3’lük düzeyinden 1996 yılında ancak % 46’ya ulaşabilmiştir
(OECD, 1997:17).
Uruguay Turu’nun 2005 yılında tamamlanmasıyla tüm OECD
ülkeleri ile birlikte Türkiye’nin tüm tarife uygulaması da bağlayıcı
tarife haline gelecektir. GOÜ’lerde Tur öncesi bağlayıcı tarifelerin
toplam tarife pozisyonu içindeki oranı % 21 iken Tur sonrasında bu
oran % 73’e ulaşmıştır Toplam tarife pozisyonları içinde vergiden
istisna edilen tarife pozisyonlarına bakıldığında ABD, AB, İsviçre,
Meksika ve Türkiye’nin diğer OECD üyesi ülkelere kıyasla daha
yaygın bir şekilde tarifeleri kullandıkları ortaya çıkmaktadır.
Türkiye’de bu oran 1996 yılında % 6’ya ancak ulaşabilmiş iken
Japonya, Kanada, Norveç, Avustralya ve Yeni Zelanda’da toplam
tarife kalemlerinin ¼’ü ile ½’si hiç bir tarifeye konu teşkil
etmemektedir (OECD, 1997:17).
Gizli bir koruma aracı niteliği gösteren spesifik ve bileşik tarifeler
çeşitli nedenlerle arzu edilmeyen tarifelerdir. Öncelikle, bu tip
vergiler ad valorem vergilere göre şeffaf değildirler ve Türkiye,
Avustralya ve Yeni Zelanda hariç tutulursa, çok yüksek ad valorem
eşdeğerlerini saklamak amacıyla kullanılmaktadırlar. Örneğin, ad
valorem eşdeğerleri açısından ABD’deki en yüksek 20 tarife
oranının 19’u 1993 yılında % 50 ila % 500 arasında bir orana sahip
spesifik vergiden oluşmaktaydı. Üstelik bu tip vergilerin ad valorem
eşdeğerlerinin elde edilebilmesi oranı oldukça düşüktür. Örneğin bu
oranlar, ABD ve Japonya’da % 30-40 arasında değişmektedir 9 .
İkinci neden, bu tip vergilerin ad valorem tarifelere göre ucuz
ürünlerin ithalatını daha ağır bir şekilde vergilendirdiği için koruma
oranı daha yüksek olan ucuz malların üretimini teşvik etmesi ve
böylece yurt içi üretim kalıplarını bozmasıdır. Öte yandan, bu tip
vergiler ithal edilen malın değerinin tespit edilmesinin zor olduğu
Ad Valorem Eşdeğerlerin hesaplanmasında ilgili ürünün dünya fiyatı
dikkate alınmaktadır.
9
90
Global Ekonomik Entegrasyon
durumlarda daha kolay uygulanabilen vergilerdir. Ancak,
korumacılık amacıyla AD ve TEV uygulamalarına başvurma
baskısını da azaltır zira fiyatlarda meydana gelen düşmeden verginin
miktarı hiç bir şekilde etkilenmemektedir. Türkiye (1989’da % 0.4
ve 1996’da % 0.08) 10 ve Meksika (1996’da % 0.6) gibi ülkelerin
spesifik ve bileşik tarife uygulamalarına çok az başvurmalarına
karşılık Gelişmiş Ülkelerin daha az şeffaf olduğu ve kendilerine
karşı TEV uygulamalarını geçersiz kıldığı için gizli bir koruma
vasıtası olarak bu tip vergileri yoğun bir şekilde kullanmaya devam
ettikleri görülmektedir (OECD: 1997, 47).
Tarife oranlarındaki dağılma ne kadar büyük olursa tarife yapısının
üretici ve tüketicilerin kararlarını saptırma ihtimali de o ölçüde artar.
Öte yandan, tarife oranlarındaki aşırı dağılma tarife listesinin
karmaşıklığının artması açısından da bir gösterge ortaya koyar.
Tablo 13 incelendiğinde 1988 yılına kıyasla Türkiye’de tarife
oranlarındaki dağılmanın önemli ölçüde ortadan kalktığı ve
tarifelerin daha şeffaf bir yapıya kavuştuğu ileri sürülebilir. Tarife
yoluyla korumanın toplam seviyesinde bir azalma yüksek
oranlardaki tarifelerde bir düşmenin söz konusu olmaması halinde
potansiyel sapmaları artıracaktır. Bu nedenle tarifelerin saptırıcı
etkisinin azaltılmasında tarife doruklarının azaltılması, tarife
oranlarında genel olarak bir azaltma yapmaktan daha yararlıdır.
Basit ve üretim ağırlıklı ortalama MFN tarifeleri incelendiğinde
tarife yoluyla toplam korumanın ABD ve Japonya’da AB’nden
daha az olduğu görülmektedir. ABD, Japonya, Kanada ve
AB’ne kıyasla Türkiye’de MFN tarifesi ile toplam koruma
oldukça yüksek bir düzeyde seyretmektedir. Genel olarak tüm
ülkelerde Uruguay Turu sonrasında tarım ürünlerinin
tarifelendirilmesi zorunluluğu nedeniyle ortalama kanuni tarife
oranlarında belirli bir artış söz konusudur. Tarımsal ürünlerde
görülen bu artış eğilimi üretim ağırlıklı tarife göstergelerinde de
sürmektedir. AB’nde ortalama kanuni (uygulanan) tarife
Bkz. 31.12.1995 tarihli ve 22510 sayılı (mükerrer) Resmi Gazete’de
yayımlanan “İthalat Rejim Kararı”.
10
91
Çokuluslu Şirketler
oranlarında artış olmasına rağmen üretim ağırlıklı tarifelerde az
da olsa azalma gözükmektedir.
Türkiye’de MFN tarifeleri yoluyla koruma düzeyi düşerken bu
oranların sektörel dağılımı 1989 yılından 1993 yılına gelindiğinde %
35,7’den % 5,7’ye gerilemiş 1996 yılında bir miktar artarak %
9,6’ya yükselmiştir. MFN oranlarının sektörel dağılımının göstergesi
olan SD oranlarının büyümesi koruma oranlarının sektörler arasında
önemli farklılıklar gösterdiğinin; başka bir deyişle, uygulanan tarife
politikasıyla meydana gelen sapmaların arttığının bir işaretidir. 1996
yılındaki artış bir yana bırakılırsa ve MFN tarifelerindeki bu eğilimin
geneli yansıttığı kabul edilirse tarifelerin üretici ve tüketicilerin
kararlarını daha az saptırıcı bir etkiye kavuştuğu ileri sürülebilir. Öte
yandan, bu genel eğilime karşılık yurtiçi tarife doruklarının toplam
tarifeler içindeki payının önemsiz bir düzeyde (1989’da % 3,3;
1993’te % 0,8 ve 1996’da % 3) olmasına rağmen standart
deviasyonun 10’dan büyük olduğu pozisyon sayısının oldukça fazla
olması ortalama tarife oranı ile tarife dorukları arasındaki farkın çok
fazla olduğunu; diğer bir deyişle, bazı ürünlerin çok yüksek tarife
oranlarıyla korunduğunu göstermektedir.
Türkiye, 1996 yılında gerçekleştirdiği Gümrük Birliği’nden
sonra tarifelerinde önemli ölçüde indirime gitmiştir. En fazla
korunan sektörlerin başında gıda ürünleri ve tütün, tekstil ve
giyim ve metaller dışındaki mineral ürünler gelmektedir. Üretim
ağırlıklı MFN tarifeleriyle toplam koruma oranlarında 1988
yılına (% 39) kıyasla çok büyük bir düşüş (1993’te % 9,6;
1996’da % 10,6) gözlenmektedir. Aynı eğilim ortalama kanuni
MFN tarife oranlarında da gözlenmektedir (1989’da % 46;
1993’te % 9,5 ve 1996’da % 10). AB’nin tercihli ticaret
sisteminin benimsenmesinden sonra tarifelerde kanuni
ortalamalara kıyasla tahsilat ortalamalarının daha da düşeceği
ileri sürülebilir.
Uruguay Turu’ndan sonra malların işlenme derecesi arttıkça efektif
koruma seviyesinin artması olarak tanımlanabilecek “tarife
merdivenleri” konusuna da kısaca değinmek gerekir. (OECD,
1996:7). Uruguay Turu’ndan önce OECD ülkelerinin çoğunda yarı92
Global Ekonomik Entegrasyon
mamul ve mamul ürünlerden alınan tarifeler hammadde üzerinden
alınan tarifelere kıyasla daha yüksekti. Bu durum 1996’da ABD,
AB ve Meksika’da özellikle tarımsal ürünler için artık geçerli
değildir.
Türkiye’de Uruguay Turu öncesi tarifelerde görülen genel
azalma dikkat çekici olmakla birlikte özellikle tarımsal
hammaddeler üzerinden alınan tarifelerde önemli bir sıçrama
gözükmektedir. Hemen hemen bütün ülkelerde görülen tarife
merdivenlerindeki azalma özellikle tarımsal ürünlerde
uygulanan
TDE’lerin
tarifeye
dönüştürülmesinden
kaynaklanmaktadır. Bu azalmaya rağmen üretim sürecinde
işlenmemiş ürünlerden işlenmiş ürünlere doğru ilerledikçe
tarifelerdeki artış eğilimi devam etmektedir. Bu durumun
yurtiçinde üretilen hammaddelerin yine yurtiçinde işlenmesi
önünde bir engel oluşturacağı ve böylece GOÜ’lerin
kalkınmalarını engelleyeceği iddia edilmektedir.
Tarife merdivenlerinin GOÜ’lerin ekonomik büyümeleri ve
sanayileşmeleri üzerindeki olumsuz etkisi, GÜ’lerin
ithalatlarında işlenmemiş maddelerin önemli bir yer tutması
halinde, artmaktadır. OECD ülkeleri arasında işlenmemiş
maddelerin ithalat içindeki payı en yüksek ülke Türkiye’dir (%
74) ve bu ülkeyi Japonya (% 69) ile AB (% 67) takip
etmektedir. En düşük orana ise Meksika (% 32) ve İzlanda (33)
sahiptir (OECD: 1997, 19). Türkiye verileri incelendiğinde
tarımsal nitelikli hammaddelerin tarifelerinde 1993 yılı ile 1996
yılı arasında görülen artışa rağmen hammadde-yarımamul
madde-mamul madde aşamalarındaki vergi oranları arasındaki
farkın azaldığı görülmektedir.
1993-1996 döneminde Türkiye’de uygulanan Tarife Dışı
Engeller (TDE’ler) iki ana başlık altında toplanabilir. Bu
engellerden ilki ithalatın miktarı üzerinde etkili olan lisans
uygulaması; ikincisi ise anti- damping (AD) ve gönüllü ihracat
kısıtlamaları (GİK)’dır. Lisans uygulamaları tarife listesine
dahil tüm ürünlerin 1993 yılında yalnızca binde birini, 1996
yılında ise binde ikisini etkilemekte iken fiyat kontrol
93
Çokuluslu Şirketler
tedbirlerinin tümüne ilişkin rakamlar söz konusu yıllar için
sırasıyla binde iki ve binde üçtür. 1988 yılında tabloda yer
almayan TDE uygulamaları sonucu bu tip araçlardan etkilenen
ürünlerin tarife listesinde yer alan tüm ürünlere oranı binde bir
iken toplam TDE uygulamaları için aynı oran 1993 yılında
binde üç ve 1996 yılında binde altıdır.
Türkiye’de TDE’lerden etkilenen ithalat miktarının çok düşük
bir seviyede (1993’te % 1,5; 1996’da % 1,4) kalması 1993
yılında yürürlükten kaldırılan ithalat teminatlarının 1988 ve
1993 yıllarındaki hesaplamalarda dikkate alınmamasından
kaynaklansa da veriler iki önemli sonucu ortaya koymaktadır.
Bunlardan ilki GB sonrasında TDE uygulamasında gözlemlenen
artışın OECD’nin rakamlarına henüz yansımamış olması ile
ilgilidir. Zira, GB’ne uyum sağlayabilmek amacıyla 1995 ve
özellikle 1996 yıllarında ilgili mevzuatta büyük değişiklikler
yapılmış ve yasal altyapının oluşturulmasının akabinde AD ve
GİK uygulamalarında belirli bir sıçrama ortaya çıkmıştır. İkinci
önemli sonuç, bütün bunlara rağmen Türkiye’nin TDE’leri en
az kullanan ülkelerden biri olmasıdır. Nitekim, 1993 yılında,
TDE’lerden etkilenen ithalatın oranı ABD’de % 22.9; AB’nde
% 23.7; Kanada’da % 11; Avusturya’da % 70,6 ve Meksika’da
% 17.4’tür. Aynı oran 1996 yılı için ABD’de %16.8; AB’nde %
19.1, Kanada’da % 10.4; İsviçre’de % 9.8 ve Meksika’da %
6.9’dur (OECD: 1997, 53-60).
Türkiye’de hangi sektörlerin TDE’ler yoluyla korunduğunu da ele
almakta yarar bulunmaktadır. Türkiye’de taş ve toprağa dayalı
sanayi en fazla korunan sektör konumundadır. Makineler, temel
metaller ve ürünleri, kağıt ve kağıt ürünleri, tekstil ve tekstil ürünleri
ile kimyasal ürünler çok küçük oranlarda da olsa TDE’ler ile
korunan diğer sektörlerdir.
1988 yılında temel TDE’ler ile korunan tek sektör ana metaller
sektörüdür. 1993 yılında kağıt ve kağıt ürünleri (binde 3),
kimyasal ürünler ve petrol ürünleri (binde 1), ana metaller
(binde 1), mamul metal ürünler (binde 6) ve metal dışı mineral
ürünler (% 8.9) sektörlerinde bu tip araçlarla korumanın
94
Global Ekonomik Entegrasyon
gündeme geldiği ya da koruma oranının arttığı görülmektedir.
Aynı yıl imalat sanayii ithalatının binde dördü TDE
uygulamalarından etkilenmiştir. GB’nin uygulanmaya başladığı
1996 yılında ise TDE uygulamalarından etkilenen ithalat
miktarının arttığı gözlenmektedir (OECD, 1997:60).
OECD üyesi ülkelerin büyük bir kısmının tarife listelerinin
bağlayıcı bir hale gelmesi, ekonomik entegrasyon dışında kalan
üçüncü ülkelerle ticarette tarife politikasını MFN ilkesi
çerçevesine yöneltmektedir. Başka bir deyişle, birlik içinde
tarifeler tamamen uygulamadan kalkarken birlik dışı ülkelere
karşı GATT’a bildirilen azami tarife oranları uygulanmaktadır.
Bu nedenle tarifelerin sektör ve ülke bazında ve misilleme
amacıyla koruyucu bir araç olma niteliği söz konusudur.
Günümüzde bu etki dahi tarım ve stratejik açıdan önem
atfedilen bazı sektörler için geçerlidir. Tarife ve TDE
merdivenlerinin kullanımında büyük bir artış söz konusudur.
Özellikle GÜ’ler ithal edilen ürünlerin işlenmişlik dereceleri
artığı ölçüde bu ürünler üzerinden aldıkları tarife oranlarını
artırmakta veya bu ürünleri engellemede kullandıkları TDE’lere
daha yoğun bir şekilde başvurmaktadırlar. Bu durum
GOÜ’lerin
yurtiçi
imalat
sanayilerinin
gelişmesini
engellemekte, bu ülkelerin hammadde ve yarı mamul
maddelerinin GÜ’ler tarafından ucuz bir şekilde satın
alınmasına yol açmaktadır. Bu durum diğer GOÜ’ler gibi
Türkiye’yi de olumsuz yönde etkilemektedir.
KAYNAKLAR
OECD, Indicators of Tariff & Non-tariff Trade Barriers. Update 1997,
Paris: OECD, 1997.
UNCTAD, World Investment Report 2000: Cross-Border Mergers
And Acquisitions And Development. New York: United Nations,
2000.
UNIDO, Industrial Development Report 2002/2003: Competing
through Innovation and Learning. United Nations Industrial
Development Organization, 2002.
95
Çokuluslu Şirketler
Van Bergeljk, Peter A. G. ve Nico W. Mensink, “Measuring
Globalization”, Journal of World Trade. Vol: 31, No:3, June 1997,
ss.159-168.
Vural, İstiklal Y., “Uruguay Turu Sonrasında Türkiye’de Tarife ve
Tarife Dışı Engeller”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi. Yıl:2, Sayı:4, Haziran 2000, ss.41-60.
World Bank, Global Economic Prospects and Developing Economies
1996. Washington DC, 1996
World Bank., Global Economic Prospects, 2002, Washington DC:
2002.
96
ÇOKULUSLU ŞİRKETLER ve KURUMSAL
SOSYAL SORUMLULUK
I. GİRİŞ
Kurumsal sosyal sorumluluk (corporate social responsibility),
şirketlerin işletme faaliyetlerinde sadece kendi özel çıkarlarını
(karlarını) maksimize etmenin ötesinde işletme faaliyetlerinden
doğrudan ve/veya dolaylı olarak etkilenen tüm menfaat
sahiplerinin (stakeholders) çıkarlarının da dikkate alınması ve
korunması anlamına gelir. Şirketlerin, doğayı ve çevreyi
koruyacak önlemler almaları, çalışanları insani şartlarda ve
temel sosyal haklar çerçevesinde istihdam etmeleri, piyasada
rekabeti ortadan kaldıracak eylemlerden uzak durmaları,
tüketici haklarına saygı göstermeleri, istihdam yönünden
ayrımcılık yapmamaları ve saire uygulamalar kurumsal sosyal
sorumluluğun gereğidir. Bu bölümde çokuluslu şirketlerin
sosyal sorumluluk çerçevesinde faaliyette bulunmalarına
yönelik iki uluslararası bildirge incelenmektedir.
II. ILO’NUN ÇOKULUSLU ŞİRKETLER ve SOSYAL
POLİTİKA İLE İLGİLİ İLKELER ÜÇLÜ BİLDİRGESİ
Çokuluslu şirketlerin sorumluluklarının vurgulayan önemli
uluslararası bildirgelerden birincisi
Uluslararası Çalışma
Örgütü (ILO) tarafından 1977 yılında kabul edilen Çokuluslu
Şirketler ve Sosyal Politika İle İlgili İlkeler Üçlü Bildirgesi
(Tripartite Declaration: Multinational Enterprises and Social
Policy Declaration) dir. Bu uluslararası belgede yer alan ilkeler
çokuluslu şirketlere, hükümetlere, işçi ve işveren kuruluşlarına;
Çokuluslu Şirketler
istihdam, eğitim, çalışma ve yaşam koşulları ve işçi-işveren
ilişkileri gibi alanlarda yol gösterici tavsiyeler içermektedir.
Bildirgede yer alan hükümler, sosyal tarafların dikkate alıp
mümkün olduğu ölçüde yaşama geçirmeye davet edildikleri
çalışma yaşamına ilişkin çeşitli sözleşmeler ve tavsiye kararları
ile pekiştirilmiştir.
ILO tarafından deklere edilen bildirgenin hemen başında
vurgulandığı üzere bugün çokuluslu şirketlerin sosyal ve
ekonomik küreselleşme sürecinde oynadıkları önemli rol
Çokuluslu Şirketler Bildirgesi’nde yer alan ilkelerin yaşama
geçirilmesini daha da gerekli kılmaktadır. Doğrudan yabancı
yatırımları çekme ve özendirme çabaları dünyanın her yanında
yoğunlaşırken taraflar da Bildirgede yer alan ilkeleri çokuluslu
şirketlerin çalışma yaşamı ve sosyal alanda olumlu rol
oynamalarını sağlamak üzere kullanmak için yeni bir fırsata
sahip olmaktadırlar.
Sözkonusu bildirgenin amacı Çokuluslu Şirketler ve Sosyal
Politika İle İlgili İlkeler Üçlü Bildirgesi başlığını taşıyan metin
içerisinde şu şekilde belirtilmiştir: 11
“Çokuluslu şirketler, birçok ülkenin ekonomisinde ve uluslararası
ekonomik ilişkilerde önemli bir rol oynamaktadır. Bu konu, gerek
hükümetlerin, gerekse işçi ve işveren kuruluşlarının giderek daha çok
ilgisini çekmektedir. Bu tür girişimler doğrudan uluslararası
yatırımlar ve diğer yollardan, sermayenin, teknolojinin ve emeğin
daha etkin kullanımına katkıda bulunarak gerek geldikleri gerekse
gittikleri ülkelere önemli yararlar sağlayabilirler. Hükümetlerin
izledikleri kalkınma politikaları açısından bakıldığında bu şirketler
ayrıca ekonomik ve sosyal refaha, yaşam standartlarının
yükseltilmesine, temel gereksinimlerin karşılanmasına, doğrudan ya
da dolaylı biçimde istihdam olanakları yaratılmasına, sendikalaşma
özgürlüğü dahil olmak üzere temel insan haklarının gerçekleşmesine
tüm dünyada katkıda bulunabilirler. Buna karşılık, çokuluslu
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Çokuluslu Şirketler ve Sosyal Politika
İle İlgili İlkeler Üçlü Bildirgesi,
http://www.ilo.org/public/english/employment/multi/download/turkish.pdf
11
98
Çokuluslu Şirketler ve Kurumsal Sosyal Sorumluluk
şirketlerin etkinliklerini kendi ulusal çerçevelerinin ötesinde
örgütleyebilme alanında sağladıkları ilerleme, tek elde biriken
ekonomik gücün istismar edilmesine, ilgili ülkelerdeki ulusal
politikalarla ters düşülmesine de yol açabilir ve bu şirketlerin
karmaşık yapılanmalarını, işlemlerini ve politikalarını anlamadaki
güçlük zaman zaman ana ülkede, gidilen ülkede ya da her ikisinde
birden sorunlara yol açabilir....Bu Bildirgenin amacı, Birleşmiş
Milletlerin Yeni bir Uluslararası Ekonomik Düzen kurulmasını
öngören kararları ışığında çokuluslu şirketlerin ekonomik ve sosyal
gelişmeye olumlu katkılar yapmalarını özendirmek, çeşitli
etkinliklerinin yol açabileceği güçlükleri asgariye indirmek ya da
gidermektir.”
Hükümetlerin, işçi ve işveren kuruluşlarının bildirge
hükümlerini ne ölçüde yaşama geçirdiklerini izlemek üzere ILO
tarafından düzenli aralıklarla araştırmalar yapılmaktadır.
Taraflardan bu konuda alınan yanıtlar çözümlenip özetlenerek
tartışılmak üzere ILO Yönetim Kurulu’na sunulmaktadır.
Bildirgenin uygulanmasına ilişkin herhangi bir anlaşmazlık
ortaya çıktığında taraflar 1981 yılında benimsenen bir usul
uyarınca ilgili hükümlerin yorumu konusunda ILO’ya
başvuruda bulunabilmektedirler.
II. OECD’NİN ULUSLARARASI YATIRIMLAR
ÇOKULUSLU İŞLETMELER BİLDİRGESİ
ve
Çokuluslu şirketlerle ilgili olarak kabul edilen ikinci önemli
bildirge OECD’nin yayınladığı Uluslararası Yatırımlar ve
Çokuluslu İşletmeler Bildirgesi’dir. OECD Konseyi, 27 Haziran
2000 tarihinde Çokuluslu İşletmeler Genel İlkeleri (OECD
Guidelines For Multinational Enterprises) başlığını taşıyan
tavsiye niteliğinde bir karar almıştır. Sözkonusu karar ekinde
bir de
Uluslararası Yatırımlar ve Çokuluslu İşletmeler
Bildirgesi yayınlanmıştır. 12
12
Sözkonusu karar ve bildirge için bkz: Bkz:
http://www.oecd.org/document/28/0,2340,en_2649_34889_2397532_1_1_1_1
,00.html; Türkçe çevirisi için bkz: http://www1.oecd.org/publications/ebook/200201VE5.PDF
99
Çokuluslu Şirketler
OECD Çokuluslu İşletmeler Genel İlkeleri, devletler tarafından
çokuluslu işletmelere yapılan tavsiyelerdir. Bunlar, ilgili
yasalara uygun ve sorumlu bir ticari faaliyette bulunulması
dogrultusunda, gönüllülük temeline dayalı ilkeler ve standartlar
getirmektedir. Genel İlkeler, bu işletmelerin faaliyetlerinin
devlet politikalarıyla uyumlu olmasını saglamayı, işletmeler ile
faaliyette bulundukları toplumlar arasındaki karşılıklı güvenin
temellerini güçlendirmeyi, yabancı yatırımlar için daha iyi bir
iklim oluşturulmasına yardımcı olmayı, ve sürdürülebilir bir
kalkınmaya çokuluslu işletmelerin katkısını arttırmayı
amaçlamaktadır. Genel İlkeler, ulusal uygulama, işletmelere
birbiriyle çelişen koşullar konması ve uluslararası yatırımlara
konan teşvikler ve engeller ile ilgili diger unsurları da kapsayan
OECD Uluslararası Yatırımlar ve Çokuluslu İşletmeler
Bildirgesi’nin bir parçasını oluşturmaktadır.
Sözkonusu bildirgede çokuluslu şirketlerin az gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkelerin ekonomik kalkınması açısından
sağladığı veya sağlayacağı yararlar sağladığı şu şekilde ifade
edilmiştir:
“Çokuluslu işletmelerin faaliyetleri, uluslararası ticaret ve yatırımlar
aracılıgıyla, OECD ekonomilerini birbirine ve dünyanın öbür kısmına
baglayan bagları güçlendirip derinleştirdi. Bu faaliyetler, gerek ana
ülkelere, gerekse ev sahibi ülkelere önemli yararlar saglıyor.
Çokuluslu işletmeler, tüketicilere almak istedikleri ürün ve hizmetleri
rekabetçi fiyatlarla sunup yatırımcılara adil getiriler sagladıgında, bu
yararlar daha da artıyor. Bunların ticaret ve yatırım faaliyetleri,
sermaye, teknoloji, insan kaynakları ve dogal kaynakların verimli bir
şekilde kullanılmasına katkıda bulunuyor. Dünyanın farklı bölgeleri
arasında teknoloji transferini ve yerel koşulları yansıtan teknolojilerin
geliştirilmesini kolaylaştırıyorlar. Gerek formel, gerekse iş üzerinde
egitim aracılıgıyla, bu işletmeler, ev sahibi ülkelerdeki insan
sermayesinin gelişmesine de yardımcı oluyorlar.”
OECD tarafından yayınlanan Uluslararası Yatırımlar ve
Çokuluslu İşletmeler Bildirgesi’nde çokuluslu şirketlerin
yatırım yaptıkları ülkeye ve o ülkede yaşayan topluma karşı
100
Çokuluslu Şirketler ve Kurumsal Sosyal Sorumluluk
sorumlukları da ortaya konulmuştur. Sözkonusu bildirgeye göre
çokuluslu işletmeler:
1. Sürdürülebilir bir kalkınma saglanması amacıyla ekonomik,
toplumsal ve çevresel ilerlemeye katkıda bulunmalıdır.
2. Ev sahibi devletin uluslararası yükümlülük ve taahhütleriyle
uyumlu olarak, faaliyetlerinden etkilenenlerin insan haklarına
saygı göstermelidir.
3. Saglıklı bir ticari uygulama geregiyle uyumlu olarak,
işletmenin iç ve dış pazarlardaki faaliyetlerinin geliştirilmesinin
yanı sıra, yerel toplumla yakın işbirligi yoluyla, ticari çıkarlar
dahil, yerel kapasite gelişimini teşvik etmelidir.
4. Özellikle iş olanakları yaratarak ve çalışanlar için egitim
olanaklarına yardımcı olarak insan sermayesi oluşumunu teşvik
etmelidir.
5. Çevre, saglık, güvenlik, iş, vergi, mali teşvikler ve diger
konularla ilgili yasa ya da düzenlemeler çerçevesinde
öngörülmeyen istisnalar saglamaktan ya da kabul etmekten
kaçınmalıdır.
6. İyi kurumsal yönetim (good governance) ilkelerini
destekleyip savunmalı, ve iyi kurumsal yönetim uygulamaları
geliştirip uygulamalıdır.
7. İşletmeler ile bunların faaliyette bulundukları toplumlar
arasında karşılıklı güven ilişkisi geliştiren etkin öz-düzenleme
uygulamaları ve yönetim sistemleri geliştirip uygulamalıdır.
8. Şirket politikalarının, egitim programları dahil, çeşitli yollarla
yaygınlaştırılarak çalışanlarca bilinmesini ve bunlara
uyulmasını teşvik etmelidir.
OECD Uluslararası Yatırımlar ve Çokuluslu İşletmeler
Bildirgesi’nde çokuluslu şirketlerin başlıca sorumlulukları bir
101
Çokuluslu Şirketler
kaç ana başlık altında daha detaylı olarak sunulmuştur. Bunları
da kısaca özetlemekte yarar bulunmaktadır:
Saydamlık. İşletmeler, faaliyetleri, yapısı, mali durumu ve
performansı hakkında, zamanında, düzenli, güvenilir ve konu
ile ilgili bilgilerin açıklanmasını saglamalıdır. Bu bilgiler, bir
bütün olarak işletme hakkında ve, duruma göre, ayrıca faaliyet
alanlarına ya da cografi bölgelere göre açıklanmalıdır.
İşletmelerin açıklık politikaları, işletmenin niteligine, boyutuna
ve bulundugu yere göre şekillendirilip maliyet, ticari sır ve
diger rekabet konuları dikkate alınmalıdır.
İstihdam ve İşçi-İşveren İlişkileri. Yürürlükteki yasa,
yönetmelik ve cari işçi-işveren ilişkileri ve istihdam politikaları
çerçevesinde, işletmeler, çalışanlarının sendikalar ve diger
gerçek işçi temsilcileri tarafından temsil edilme hakkına saygı
göstermeli, ve çalışma koşulları üzerinde anlaşmaya varılması
amacıyla bu temsilcilerle bireysel olarak ya da işveren
sendikaları aracılıgıyla yapıcı görüşmeler gerçekleştirmelidir.
Sözkonusu bildirge içerisinde çokuluslu şirketlerin çalışma
yaşamına ilişkin sorumlulukları çok daha geniş biçimde ifade
edilmiştir.
Çevre. İşletmeler, faaliyette bulundukları ülkelerdeki yasa,
yönetmelik ve idari uygulamalar çerçevesinde, ve ilgili
uluslararası anlaşma, ilke, amaç ve standartları dikkate alarak,
çevreyi, kamu saglıgı ve güvenligini koruma, ve genel olarak
faaliyetlerini daha genel sürdürülebilir kalkınma amacına
katkıda bulunacak şekilde gerçekleştirme geregini hesaba
katmalıdır.
Rüşvetle Mücadele. İşletmeler, iş ya da başka bir usulsüz
avantaj elde etmek ya da devam ettirmek amacıyla, dogrudan ya
da dolaylı olarak, rüşvet ya da başka bir haksız avantaj teklif,
vaat ya da talep etmemelidir.
Tüketici Çıkarları. İşletmeler, tüketicilerle ilişkilerinde adil
ticaret, pazarlama ve reklam uygulamalarına uygun hareket
102
Çokuluslu Şirketler ve Kurumsal Sosyal Sorumluluk
etmeli ve sundukları mal ya da hizmetlerin güvenli ve kaliteli
olmasını saglamak için makul bütün önlemleri almalıdır.
Bilim ve Teknoloji. İşletmeler, faaliyetlerinin faaliyette
bulundukları ülkelerin bilim ve teknoloji politikalarına ve
planlarına uygun olmasını ve duruma göre yerli ve ulusal
yaratıcılık kapasitesinin gelişmesine katkıda bulunmasını
saglamalıdır.
Rekabet. İşletmeler, yürürlükteki yasa ve yönetmelikler
çerçevesinde, faaliyetlerini rekabetçi bir tarzda yürütmelidir.
Vergilendirme. İşletmelerin vergi yükümlülüklerini zamanında
ödeyerek ev sahibi ülkelerin kamu maliyesine katkıda
bulunması önemlidir. Özel olarak, işletmeler, faaliyette
bulundukları bütün ülkelerdeki vergi yasa ve yönetmeliklerine
uymalı, ve bu yasa ve yönetmeliklerin özüne ve sözüne uygun
hareket etmek için her türlü çabayı göstermelidir. Faaliyetleriyle
ilgili olarak tahakkuk eden vergilerin dogru olarak tespit
edilmesi için gerekli bilgilerin ilgili makamlara verilmesi ve
transfer fiyatlandırma uygulamalarında dirsek mesafesi ilkesine
uyulması, buna dahil edilebilir.
OECD tarafından yayınlanan karar ve bildirgede devletlerin de
çokuluslu şirketlere karşı ayrımcılık yapmamaları ve
faaliyetlerini engelleyici kararları yürürlüğe koymamaları
tavsiyelerinde bulunulmaktadır. Karar içerisinde devletlerin,
kamu düzenini koruma, zorunlu güvenlik çıkarlarını savunma
ve uluslararası barış ve güvenlikle ilgili taahhütlerini yerine
getirme gereklerine uygun olarak, topraklarında faaliyet
gösteren ve başka bir devletin yurttaşları tarafından dolaylı ya
da dolaysız olarak sahip olunan ya da kontrol edilen işletmeleri
yasa, yönetmelik ve idari uygulamaları altında uluslararası
hukuka uygun ve benzer durumlarda yerli işletmelere
uygulanandan daha az elverişli olmayan bir uygulamaya tabi
tutmaları gerektigi ifade edilmektedir.
103
Çokuluslu Şirketler
III. SONUÇ
Her ne kadar tavsiye niteliğinde olsa da ILO’nun yayınladığı
Çokuluslu Şirketler ve Sosyal Politika İle İlgili İlkeler Üçlü
Bildirgesi ve OECD’nin yayınladığı Uluslararası Yatırımlar ve
Çokuluslu İşletmeler Bildirgesi kurumsal sosyal sorumluluk
açısından son derece önem taşıyan iki önemli metindir.
Çokuluslu şirketler, hiç şüphesiz pek çok açıdan dünya
ülkelerine ve vatandaşlarına farklı boyutta da olsa fırsatlar ve
yararlar sağlamaktadır. Bununla birlikte, çok uluslu şirketlerin
global ölçekte sürdürdükleri faaliyetleri yine global boyutlarda
pek çok sorunu beraberinde getirmektedir. ILO ve OECD’nin
yayınladıkları bildirgeler kurumsal sosyal sorumluluk
konusunda çokuluslu şirketlere ve hükümetlere önemli
tavsiyelerde bulunmaktadır.
104
EKLER
EK-1:
ULUSLARARASI ÇALIŞMA ÖRGÜTÜ (ILO)
ÇOKULUSLU ŞİRKETLER VE SOSYAL POLİTİKA İLE
İLGİLİ İLKELER ÜÇLÜ BİRDİRGESİ * 2003
GİRİŞ
Çokuluslu şirketlerin (ÇUŞ) etkinlikleri 1960’lı ve 70’li yıllarda
yoğun tartışmalara yol açmış, bunun sonucunda söz konusu şirketlerin
uygulamalarını bir düzene bağlayacak ve başta gelişmekte olan ülkeler
olmak üzere çok uluslu şirketlerle ev sahibi ülkeler arasındaki ilişkileri
belirli bir çerçeveye oturtacak uluslararası belgeler hazırlanması
yoluna gidilmiştir. Çokuluslu şirketler’lerın etkinlikleri özellikle
çalışma yaşamına ve sosyal politikalara ilişkin duyarlılıkları gündeme
getirmişti. ILO’nun kendi alanına giren konularda uluslararası
geçerlilik taşıyacak ilkeler arayışı 1977 yılında Yönetim Kurulu’nun
“Çokuluslu şirketler ve Sosyal Politika ile İlgili İlkeler Üçlü
Bildirgesi”ni (Çokuluslu şirketler Bildirgesi) kabul etmesiyle
sonuçlanmıştır.
Bu uluslararası belgede yer alan ilkeler ÇUŞ’lara, hükümetlere, işçi ve
işveren kuruluşlarına istihdam, eğitim, çalışma ve yaşam koşulları ve
işçi-işveren ilişkileri gibi alanlarda yol göstermektedir. Bildirgede yer
alan hükümler, sosyal tarafların dikkate alıp mümkün olduğu ölçüde
yaşama geçirmeye davet edildikleri çalışma yaşamına ilişkin çeşitli
sözleşmeler ve tavsiye kararları ile pekiştirilmektedir. ILO’nun
Çalışma Yaşamında Temel İlkeler ve Haklar Bildirgesi ile bunun
*
ILO Türkiye Temsilciliği tarafından yapılan tercümedir.
Takip belgesini 1998 yılında kabul ederek ILO’nun amaçlarının
gerçekleştirilmesinde temel sözleşmelerin oynadığı önemli rolü ortaya
koymuştur ve nitekim ÇUŞ Bildirgesi de 1998 Bildirgesi’nin
amaçlarını dikkate almaktadır.
Bugün ÇUŞ’ların sosyal ve ekonomik küreselleşme sürecinde
oynadıkları önemli rol ÇUŞ Bildirgesi’nde yer alan ilkelerin yaşama
geçirilmesini daha da gerekli kılmaktadır. Doğrudan yabancı
yatırımları çekme ve özendirme çabaları dünyanın her yanında
yoğunlaşırken taraflar da Bildirgede yer alan ilkeleri ÇUŞ’ların
çalışma yaşamı ve sosyal alanda olumlu rol oynamalarını sağlamak
üzere kullanmak için yeni bir fırsata sahip olmaktadırlar.
ÇUŞ’ların, hükümetlerin, işçi ve işveren kuruluşlarının bildirge
hükümlerini ne ölçüde yaşama geçirdiklerini izlemek üzere düzenli
aralıklarla araştırmalar yapılmaktadır. Taraflardan bu konuda alınan
yanıtlar çözümlenip özetlenerek tartışılmak üzere ILO Yönetim
Kurulu’na sunulmaktadır. Gerek bu belgeler, gerekse ÇUŞ’lar ve
sosyal politikaya ilişkin diğer araştırmalar http://www.ilo.org
adresinden temin edilebilir.
Bildirgenin uygulanmasına ilişkin herhangi bir anlaşmazlık ortaya
çıktığında taraflar 1981 yılında benimsenen bir usul uyarınca ilgili
hükümlerin
yorumu
konusunda
ILO’ya
başvuruda
bulunabilmektedirler. Bu mekanizmanın nasıl işlediğine ilişkin bilgiler
ekte verilmektedir. Yoruma yönelik taleplerin nasıl aktarılacağı
konusunda gerekli yardım Uluslararası Çalışma Ofisinden temin
edilebilir.
Bu belge hayli karmaşık ve hassas bir konuda sosyal politika ilkelerini
ortaya koymaktadır. İlgili bütün tarafların Bildirgeye sahip çıkmaları
ekonomik büyüme ve sosyal kalkınma açısından çok daha elverişli bir
ortamın yaratılmasına katkıda bulunacaktır.
106
Ekler
ULUSLARARASI ÇALIŞMA ÖRGÜTÜ
ÇOKULUSLU ŞİRKETLER VE SOSYAL POLİTİKA
İLKELERİ KONUSUNDA ÜÇLÜ BİLDİRGE
Uluslararası Çalışma Ofisi Yönetim Kurulu’nun 204. oturumunda
(Cenevre, Kasım 1977) kabul edilmiş ve aynı organın 279.
oturumunda (Cenevre, Kasım 2000) değiştirilmiştir *.
Uluslararası Çalışma Ofisi Yönetim Kurulu,
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün çokuluslu şirketlerin etkinlikleriyle
ilgili çeşitli sosyal konularla uzun yıllardır ilgilenen bir kuruluş
olmasından hareketle;
1960’lı yılların ortalarından bu yana özellikle çeşitli Sınai
Komitelerin, Bölgesel Konferansların ve Uluslararası Çalışma
Konferansı’nın, Yönetim Kurulu’nun çokuluslu şirketler ve sosyal
politika alanında gerekli girişimlerde bulunması yönündeki taleplerini
dikkate alarak;
Kendine özgü üçlü yapısıyla, kendi alanındaki yetkinliğiyle ve sosyal
alandaki uzun yıllara dayanan deneyimiyle ILO’nun hükümetlerin,
işçi ve işveren kuruluşlarının ve çokuluslu şirketlerin
yönlendirilmesine ilişkin ilkelerin oluşturulmasında oynayacağı temel
rolü gözeterek;
ILO’nun 1972 yılında Çokuluslu şirketler ve Sosyal Politika
arasındaki ilişkiler konusunda uzmanların katıldıkları üç taraflı bir
toplantı düzenlediğini, bu toplantıda ILO’nun bu konuya ilişkin bir
çalışma ve araştırma yürütmesi, gene aynı konuda 1976 yılında Üçlü
Danışma Toplantısı düzenlenmesi, böylece ILO’nun araştırma
programının gözden geçirilerek sosyal ve çalışma yaşamına ilişkin
konularda uygun ILO girişimlerinin belirlenmesi yönünde tavsiye
kararı alındığını hatırlatarak;
Dünya İstihdam Konferansı kararlarını göz önünde bulundurarak;
Gelişmekte olan ülkelerde istihdam olanakları yaratılması dahil
*
Resmi Bülten, C. LXXXII, 2000, Dizi A, No.3
107
çokuluslu şirketlerin etkinliklerinin sosyal yönleriyle ilgili olup
ILO’nun alanına giren konularda Üçlü İlkeler Bildirgesi’nin
hazırlanması, bu arada 1976 yılında gerçekleştirilen Üçlü Danışma
Toplantısı’nda dile getirilen tavsiyelerin de gözetilmesi yönündeki
kararına Üçlü grup tarafından hazırlanan taslak ilkelerin gözden
geçirilmesi amacıyla Üçlü Danışma Kurulu’nun Çokuluslu şirketler ve
Sosyal Politika ile ilgili Üçlü Bildirge olarak adlandırılabilecek bu
bildirge Uluslararası Çalışma Ofisi Yönetim Kurulunun kabul etmiş
olduğu ILO üyesi Devletleri, ilgili işçi ve işveren kuruluşlarını ve
çokuluslu şirketleri burada belirtilen ilkelere uymaya çağırmaktadır.
1. Çokuluslu şirketler, birçok ülkenin ekonomisinde ve uluslararası
ekonomik ilişkilerde önemli bir rol oynamaktadır. Bu konu, gerek
hükümetlerin, gerekse işçi ve işveren kuruluşlarının giderek daha çok
ilgisini çekmektedir. Bu tür girişimler doğrudan uluslararası yatırımlar
ve diğer yollardan, sermayenin, teknolojinin ve emeğin daha etkin
kullanımına katkıda bulunarak gerek geldikleri gerekse gittikleri
ülkelere önemli yararlar sağlayabilirler. Hükümetlerin izledikleri
kalkınma politikaları açısından bakıldığında bu şirketler ayrıca
ekonomik ve sosyal refaha, yaşam standartlarının yükseltilmesine,
temel gereksinimlerin karşılanmasına, doğrudan ya da dolaylı biçimde
istihdam olanakları yaratılmasına, sendikalaşma özgürlüğü dahil
olmak üzere temel insan haklarının gerçekleşmesine tüm dünyada
katkıda bulunabilirler. Buna karşılık, çokuluslu şirketlerin
etkinliklerini kendi ulusal çerçevelerinin ötesinde örgütleyebilme
alanında sağladıkları ilerleme, tek elde biriken ekonomik gücün
istismar edilmesine, ilgili ülkelerdeki ulusal politikalarla ters
düşülmesine de yol açabilir ve bu şirketlerin karmaşık yapılanmalarını,
işlemlerini ve politikalarını anlamadaki güçlük zaman zaman ana
ülkede, gidilen ülkede ya da her ikisinde birden sorunlara yol açabilir.
2. Bu Bildirgenin amacı, Birleşmiş Milletlerin Yeni bir Uluslararası
Ekonomik Düzen kurulmasını öngören kararları ışığında çokuluslu
şirketlerin ekonomik ve sosyal gelişmeye olumlu katkılar yapmalarını
özendirmek, çeşitli etkinliklerinin yol açabileceği güçlükleri asgariye
indirmek ya da gidermektir.
3. Hükümetlerin uygun yasa ve politikaları, önlemleri ve girişimleri
benimsemeleri; hükümetlerle işçi ve işveren kuruluşlarının bütün
108
Ekler
ülkelerde işbirliğine gitmeleri bu amacın gerçekleşmesine katkıda
bulunacaktır.
4. Bildirgede yer alan ilkelerin muhatabı hükümetler, ana ülkelerde ve
gidilen ülkelerdeki işçi ve işveren kuruluşları ile çokuluslu şirketlerdir.
5. Bu ilkelerle amaçlanan, hükümetlere, işçi ve işveren kuruluşlarına
ve Çokuluslu şirketlere yol göstererek; ILO Anayasasında, ilgili
Sözleşme ve Tavsiye Kararlarında yer alan hususlar doğrultusunda
sosyal gelişmeye katkıda bulunacak önlemleri, girişimleri ve sosyal
politikaları benimsemelerini sağlamaktır.
6. Bildirge, bu amacın gerçekleşmesi açısından çokuluslu şirketlerin
kesin bir hukuki tanımını verme gereğini duymamaktadır. Bu paragraf
da böyle bir tanım vermek yerine Bildirgenin anlaşılmasını
kolaylaştırmaya yöneliktir. Çokuluslu şirketlerin kapsamına, özel,
kamuya ait ya da karma şirketlerin kayıtlı oldukları ülke dışındaki
ülkelerde üretimin, dağıtımın, hizmetlerin ve diğer işlemlerin sahibi
olan ya da bunları kontrol eden şirketler girer. Çokuluslu şirketler
kapsamındaki birimlerin birbirlerine göre bağımsızlık dereceleri, bu
kuruluşların kendi alanları arasındaki bağlantılara, mülkiyet biçimine,
büyüklüğe, niteliği ve etkinliklerin mekanına göre büyük farklılıklar
gösterir. Başka türlü bir açıklama yapılmadığı sürece bu metindeki
“çokuluslu şirket” terimi, aralarındaki sorumluluk dağılımına göre
çeşitli birimleri (ana şirket ya da yerel birimler ya da bir bütün olarak
kuruluş) anlatmaktadır. Varsayılan, söz konusu birimlerin bu
Bildirgede yer alan ilkelerin yaşama geçirilmesinde işbirliği
yapacakları ve birbirlerine yardımcı olacaklarıdır.
7. Bildirge, hükümetlerin, işçi ve işveren kuruluşlarının ve çokuluslu
şirketlerin istihdam, eğitim, yaşam ve çalışma koşulları ve işçi-işveren
ilişkileri gibi alanlarda gönüllülük temelinde gözetmeleri tavsiye
edilen ilkeleri içermektedir. Burada yer alan hükümler, herhangi bir
ILO Sözleşmesinin onaylanmasından kaynaklanan yükümlülükleri
sınırlandırıcı ya da başka bir biçimde etkileyici nitelik taşımamaktadır.
GENEL POLİTİKALAR
8. Bu Bildirge ile ilgili bütün taraflar Devletlerin yönetim haklarına
saygı göstermeli, ulusal yasa ve yönetmeliklere uymalı, yerel
uygulamalara gereken önemi vermeli ve ilgili uluslararası standartları
benimsemelidirler. Taraflar İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine, BM
109
tarafından benimsenen ilgili uluslararası anlaşmalara, ILO
Anayasasına ve örgütlenme ve ifade özgürlüğünü sürekli gelişme
açısından vazgeçilmez sayan ilkelerine saygı göstermelidirler. Taraflar,
1998 yılında benimsenen Çalışma Yaşamında Temel İlkeler ve Haklar
ILO Bildirgesinin ve Takibinin yaşama geçirilmesine katkıda
bulunmalı, ulusal yasalar ve kabul edilen uluslararası sözleşmeler
gereği gönüllülük temelinde üstlendikleri yükümlülükleri yerine
getirmelidirler.
9. 87,98, 111, 122, 138 ve 182 sayılı Sözleşmeleri henüz onaylamamış
olan ülkelerin bu sözleşmeleri onaylamaları, her durumda kendi ulusal
politikaları aracılığıyla bu sözleşmelerde ve 111, 119, 122, 146 ve 190
sayılı tavsiye kararlarında yer alan ilkeleri mümkün olduğunca yaşama
geçirmeleri istenmektedir. 13 Onaylamış bulundukları sözleşmelerle
ilgili yükümlülükleri saklı kalmak kaydıyla, bu paragrafta belirtilen
sözleşmelerin onaylanmamış olduğu ülkelerde ilgili bütün taraflar
sosyal politikaların belirlenmesinde rehber olarak söz konusu
sözleşmelere başvurmalıdırlar.
10. Çokuluslu şirketler, faaliyet gösterdikleri ülkelerde belirlenen
genel politika amaçlarını eksiksiz
biçimde gözetmelidirler. şirketlerin etkinlikleri, bulundukları ülkelerin
kalkınma öncelikleriyle, sosyal yapısı ve amaçlarıyla tam bir uyum
içinde olmalıdır. Bunu sağlamak üzere, şirketler, hükümetler ve uygun
olan durumlarda ülkedeki işçi ve işveren kuruluşları arasında görüş
alışverişi yapılmalıdır.
11. Bu Bildirgede yer alan ilkeler, çokuluslu şirketlerle ulusal şirketler
arasında farklılık gözetme ve eşitsizlikler getirme amacını
taşımamaktadır. İlkeler, bütün çokuluslu şirketler ve ulusal şirketler
için geçerli örnek davranışları ve uygulamaları yansıtmaktadır.
Sendika Kurma Özgürlüğü ve Örgütlenme Hakkının Korunmasıyla ilgili 87 sayılı
Sözleşme; Sendika Kurma ve Toplu Sözleşme Haklarına ilişkin ilkelerin
uygulanmasıyla ilgili 98 sayılı Sözleşme; İstihdam ve Mesleklerde Ayrımcılıkla ilgili
111 sayılı Sözleşme; İstihdam Politikalarıyla ilgili 122 sayılı Sözleşme; İşe Kabulde
Asgari Yaşla ilgili 138 sayılı Sözleşme; Çocuk İşçiliğinin En Kötü Biçimlerinin
Önlenmesi ve Bu konuda İvedi Girişimlerle ilgili 182 sayılı Sözleşme; İstihdam v e
Mesleklerde Ayrımcılıkla ilgili 111 sayılı Tavsiye Kararı; İşverenin Girişimiyle İşe Son
Vermeyle ilgili 119 sayılı Tavsiye Kararı; İstihdam Politikalarıyla ilgili 122 sayılı
Tavsiye Kararı; İşe Kabulde Asgari Yaşla ilgili 146 sayılı Tavsiye Kararı; Çocuk
İşçiliğinin En Kötü Biçimlerinin Önlenmesi ve Bu konuda İvedi Girişimlerle ilgili 190
sayılı Tavsiye Kararı
13
110
Ekler
Bildirgede yer alan ilkeler her iki kesim için de geçerlilik taşıdığında,
şirketlerin genel uygulamaları ve özellikle de sosyal alandaki
etkinlikleri aynı beklentilerle karşılanacaktır.
12. şirketlerin ana ülkelerinin hükümetleri bu Bildirgede yer alan
ilkelere uygun örnek sosyal uygulamalar içinde olmalı, şirketlerin
faaliyette bulundukları ülkelerde geçerli iş hukukuna, yönetmeliklere
ve uygulamalarla ilgili uluslararası standartlara saygı göstermelidir.
Gerek ana gerekse faaliyette bulunulan ülke hükümetleri, ne zaman
gerek doğarsa, herhangi bir tarafın girişimi üzerine başlatılacak
görüşmelere hazırlıklı olmalıdırlar.
İSTİHDAM
İstihdamın geliştirilmesi
13. Hükümetler, ekonomik büyüme ve kalkınmayı canlandırmak,
yaşam standartlarını yükseltmek, işgücü gereksinimlerini karşılamak,
işsizlik ve eksik istihdam gibi sorunları çözmek amacıyla tam, verimli
ve tercih serbestisine dayanan bir istihdam sağlayacak politikaları
benimsemeli ve uygulamalıdırlar 14.
14. Bu husus, işsizlik ve eksik istihdam sorunlarının en ciddi boyutlara
ulaştığı gelişmekte olan ülkelerin hükümetleri söz konusu olduğunda
daha da önem kazanmaktadır. Bu bağlamda, Üç Taraflı Dünya
İstihdam Konferansı, Gelir Dağılımı ve Sosyal İlerleme ve
Uluslararası İşbölümü tarafından ulaşılan sonuçlar özellikle dikkate
alınmalıdır 15.
15. Yukarıdaki 13 ve 14. paragraflar, gerek ana gerekse ev sahibi
ülkelerde çokuluslu şirketlerin istihdam alanındaki etkilerine gerekli
duyarlılığın gösterileceği çerçeveyi oluşturmaktadır.
16. Çokuluslu şirketler, özellikle gelişmekte olan ülkelerde faaliyet
gösterdiklerinde, hükümetin istihdam alanındaki hedeflerini ve
politikalarını, istihdam güvencelerini ve işletmelerin uzun dönemdeki
gelişimini de gözeterek istihdam olanaklarını ve standartlarını
yükseltmeye çalışmalıdırlar.
14
15
İstihdam Politikasıyla ilgili 122 sayılı Sözleşme ve 122 sayılı Tavsiye Kararı
ILO, Dünya İstihdam Konferansı, Cenevre, 4-17 Haziran 1976
111
17. Çokuluslu şirketler, faaliyetlerine başlamadan önce mümkünse
ilgili ülkelerdeki yetkililerle ve işçiişveren kuruluşlarıyla görüşerek
kendi işgücü politikalarının ülkelerin ulusal sosyal kalkınma
politikalarıyla mümkün olduğunca uyumlu olmasını sağlamalıdırlar.
Ulusal şirketlerde olduğu gibi, bu tür görüş alışverişleri çokuluslu
şirketler ve işçi sendikaları dahil ilgili bütün taraflar arasında devam
etmelidir.
18. Çokuluslu şirketler her düzeyde oluşturulan, kendilerinin
çalıştırdıkları işçilerin temsilcilerini ya da bu işçilerin kuruluşlarını ve
hükümetleri de kapsayan işbirlikleriyle ev sahibi ülke yurttaşlarının
istihdamına, mesleki gelişimine ve yetkinleşmesine öncelik
tanımalıdırlar.
19. Çokuluslu şirketler gelişmekte olan ülkelere yatırım yaptıklarında,
doğrudan ya da dolaylı yoldan istihdam yaratan teknolojiler
kullanmanın önemini gözetmelidirler. Sürecin niteliği ve ilgili
ekonomik sektördeki koşullar ölçüsünde teknolojilerini ilgili ülkenin
özelliklerine ve gereksinimlerine göre uyarlamalıdırlar. Çokuluslu
şirketler ayrıca, mümkünse, ev sahibi ülkelerde uygun teknolojilerin
geliştirilmesi çalışmalarında yer almalıdırlar.
20. Çokuluslu şirketler, genişleyen dünya ekonomisi bağlamında
gelişmekte olan ülkelerde istihdamı yaygınlaştırmak amacıyla, yedek
parça ve donanım üretimi için ulusal şirketlerle sözleşmeler akdetme,
yerli hammadde kullanma ve yerli hammaddelerin giderek yerel
ölçekte işlenmesi gibi konulara önem vermelidirler. Bu tür
düzenlemeler çokuluslu şirketler tarafından bu Bildirgede yer alan
sorumluluklardan kaçınmak amacıyla kullanılmamalıdır.
Fırsat ve davranış eşitliği
21. Bütün hükümetler, ırk, renk, cinsiyet, din, siyasal görüş, ulusal
aidiyet ve sosyal köken farkı gözetmeksizin fırsat ve davranış eşitliği
ilkesine dayalı politikalar yürütmelidir 16.
22. Yukarıda belirtilen genel ilke, 18. paragrafta belirtilen önlemler ve
tarihsel geçmişe dayanan ayrımcılık kalıplarını kırma yönündeki
hükümet politikaları saklı kalmak kaydıyla çokuluslu şirketlerin bütün
16
İstihdam ve Mesleklerde Ayrımcılıkla ilgili 111. sayılı Sözleşme ve Tavsiye Kararı;
Eşit Değerdeki Emek Karşılığı Erkek ve Kadınlara Eşit Ücretle ilgili 100 sayılı
Sözleşme ve 90 sayılı Tavsiye Kararı.
112
Ekler
faaliyetlerine yön vermeli, böylece istihdamda eşit fırsat ve
davranışların yerleşmesine katkıda bulunmalıdır. Çokuluslu şirketler
bu çerçevede nitelik, beceri ve deneyimi, işe almada, işe yerleştirmede,
eğitimde ve her düzeydeki personelin gelişiminde başlıca ölçütler
olarak gözetmelidirler.
23. Hükümetler 21. paragrafta yer alan temellerde ayrımcılık
yapılmasını çokuluslu şirketlerden hiçbir şekilde talep etmemeli ve
onları bu tür ayrımcılığa özendirmemelidir. Gerektiğinde, hükümetler,
istihdamda bu tür ayrımcılıktan kaçınılması için çokuluslu şirketlere
gerekli tavsiyelerde bulunmalıdırlar.
İstihdam güvencesi
24. Hükümetler, çokuluslu şirketlerin farklı sanayi sektörlerindeki
istihdam üzerindeki etkilerini dikkatle değerlendirmelidirler. Bütün
ülkelerdeki hükümetler ve çokuluslu şirketler, çokuluslu şirket
faaliyetlerinin istihdam ve işgücü piyasası etkilerini değerlendirmek
üzere uygun önlemler almalıdırlar.
25. Ulusal şirketler gibi çokuluslu şirketler da aktif bir işgücü
planlamasıyla kendi çalışanlarına istikrarlı bir istihdam sağlamalı, iş
güvencesi ve sosyal güvenlikle ilgili olarak üzerinde anlaşmaya
varılmış yükümlülükleri titizlikle gözetmelidirler. Çokuluslu
şirketlerin esnek yapıları açısından bakıldığında, özellikle faaliyetlerin
kesilmesinin uzun süreli işsizlik yaratabileceği ülkelerde istihdam
güvencesi sağlayacak yollara başvurulmalıdır.
26. Faaliyetlerde, istihdam alanında önemli etkiler yaratacak
değişiklikler olması durumunda (örneğin birleşmeler, devralmalar ya
da üretim transferleri) çokuluslu şirketler, bu değişiklikler konusunda
hükümet yetkililerine ve kendi çalışanlarını temsil eden kuruluşlara
makul bir zamanda gerekli bilgileri vermeli, olumsuz sonuçların
hafifletilmesini sağlayacak önlemler birlikte düşünülmelidir. Bu husus,
belirli bir şirketin kapanması sonucu toplu işten çıkarmaların gündeme
geldiği durumlarda özellikle önem kazanmaktadır.
27. Keyfi işten çıkarmalardan kaçınılmalıdır 17.
17
İşverenin Girişimiyle İşe Son Verme konulu 119 sayılı Tavsiye Kararı.
113
28. Hükümetler, çokuluslu şirketler ve ulusal şirketlerle işbirliği
halinde, işlerine son verilen işçilere bir şekilde gelir desteği
sağlayacak uygulamalar geliştirmelidir 18.
EĞİTİM
29. Hükümetler, ilgili bütün taraflarla işbirliği halinde, istihdamla
yakından ilintili mesleki eğitim ve rehberlik konusunda ulusal
politikalar geliştirmelidir 19 . Çokuluslu şirketler de kendi eğitim
çalışmalarını bu çerçevede yürütmelidirler.
30. Çokuluslu şirketler ev sahibi ülkedeki çalışanları için her düzeyde
eğitim sağlamalı, bu eğitimin hem şirketin kendi gereksinimlerini hem
de ülkenin uyguladığı kalkınma politikalarının gereksinimlerini
karşılamasını gözetmelidir. Bu eğitim, mümkün olduğu ölçüde, genel
olarak yararlı becerileri geliştirmeli ve kariyer fırsatları yaratmalıdır.
Bu sorumluluk, uygun olduğu durumlarda, ülkedeki yetkililer, işçi ve
işveren kuruluşları ve bu alanda yetkin yerel, ulusal ya da uluslararası
kuruluşlarla işbirliği halinde yerine getirilmelidir.
31. Gelişmekte olan ülkelerde faaliyet gösteren çokuluslu şirketler,
ulusal şirketlerle birlikte, özel fonlar dahil olmak üzere ev sahibi ülke
tarafından teşvik edilen, işçi ve işveren kuruluşları tarafından
desteklenen programlarda yer almalıdırlar. Bu tür programlar beceri
yaratma ve geliştirme, mesleki rehberlik amaçlarına yönelik olmalı,
destek veren taraflarca birlikte yürütülmelidir. Çokuluslu şirketler
mümkün olduğu durumlarda, ulusal kalkınmaya katkı çabalarının bir
parçası olarak hükümetler tarafından düzenlenen eğitim programlarına,
beceri düzeyi yüksek kaynak kişilerin verecekleri hizmetlerle yardımcı
olmalıdırlar.
32. Çokuluslu şirketler, hükümetlerle işbirliği halinde ve işletmelerini
etkin biçimde çalıştırarak ev sahibi ülkedeki yöneticilerin örneğin işçiişveren ilişkileri gibi alanlarda kendilerini geliştirmelerini sağlayacak
fırsatlar yaratmalıdırlar.
Ücretler, haklar ve çalışma koşular
18
ibid.
İnsan Kaynaklarının Geliştirilmesinde Mesleki Eğitim ve Rehberlikle ilgili 142 sayılı
Sözleşme ve 150 sayılı Tavsiye Kararı.
19
114
Ekler
33. Çokuluslu şirketlerin çalışanlarına sağladığı ücretler, haklar ve
çalışma koşulları, ilgili ülkede eş konumdaki işverenlerin
sağladıklarından daha geri düzeyde olmamalıdır.
34. Çokuluslu şirketlerin eş konumda işverenlerin bulunmadığı
gelişmekte olan ülkelerde faaliyet göstermeleri halinde, hükümet
politikaları çerçevesinde mümkün olan en iyi ücretler, haklar ve
çalışma koşulları sağlanmalıdır 20 . Bütün bunlar şirketin ekonomik
konumuna göre belirlenmeli, ancak her durumda işçilerin ve
ailelerinin temel gereksinimlerini karşılayacak düzeyde olmalıdır.
şirketin çalışanlarına konut, tıbbi bakım ve gıda sağladığı durumlarda
bu sağlananlar iyi standartlarda olmalıdır 21.
35. Hükümetler, özellikle de gelişmekte olan ülkelerin hükümetleri alt
gelir gruplarıyla daha az gelişmiş yörelerin çokuluslu şirketlerin
faaliyetlerinden mümkün olan en geniş biçimde yararlanmalarını
sağlayacak önlemler almalıdır.
Asgari Yaş
36. Gerek çokuluslu şirketler gerekse ulusal şirketler, çocuk işçiliğinin
kalıcı biçimde ortadan kaldırılmasını sağlamak amacıyla işe kabulde
asgari yaş uygulamasına riayet etmelidirler 22.
Güvenlik ve sağlık
37. Hükümetler, gerek çokuluslu şirketlerin gerekse ulusal şirketlerin
çalışanlara yeterli güvenlik ve sağlık koşullarını sağlamalarını
güvence altına almalıdır. 119 sayılı Makinelerin Korunma Tertibatı ile
Techizi, 115 sayılı İyonlaştırıcı Radyasyon, 136 sayılı Benzen ve 139
sayılı Mesleğe Bağlı Kanser konulu ILO Sözleşmelerini henüz
onaylamamış ülkeler, bu durumlarına karşın söz konusu sözleşmelerde
ve ilgili tavsiye kararlarında (118, 114, 144 ve 147 sayılı kararlar) yer
alan ilkeleri mümkün olduğunca yaşama geçirmelidirler. Bu konuda
Çalışma Saatlerinin Azaltılmasına ilişkin 116 sayılı Tavsiye Kararı
Plantasyonlarda Çalışanların İstihdam Koşullarıyla ilgili 110 sayılı Sözleşme ve
Tavsiye Kararı; Çalışanların Konut Gereksinimleriyle ilgili 115 sayılı Tavsiye Kararı;
Tıbbi Bakımla ilgili 69 sayılı Tavsiye Kararı; Tıbbi Bakım ve Hastalık Yardımlarıyla
ilgili 130 sayılı Sözleşme ve 134 sayılı Tavsiye Kararı.
22
138 sayılı Sözleşme, Madde 1; 182 sayılı Sözleşme, Madde 1.
20
21
115
ILO yayınları arasında yer alan Uygulama Kuralları ve Kılavuzları
adlı belge de dikkate alınmalıdır 23.
38. Çokuluslu şirketler bu konudaki ulusal gereklilikleri karşılayan en
üst düzeyde güvenlik ve sağlık standardı sağlamalı, bu amaçla belirli
tehlikelere ilişkin ön bilgilerle birlikte işletme içindeki deneyim bütün
olarak dikkate alınmalıdır. Çokuluslu şirketler, faaliyette bulundukları
bütün ülkelerde, başka ülkelerdeki faaliyetlerinde ve yerel
çalışmalarında gözettikleri güvenlik ve sağlık standartları konusundaki
bilgileri işçilerin işyerindeki temsilcilerine, talep üzerine yetkili
mercilere ve işçi-işveren kuruluşlarına sunmalıdırlar. Çokuluslu
şirketler özellikle yeni ürünler ve üretim süreçleriyle ilgili özel
tehlikelerle bunlara karşı alınacak önlemleri ilgili kişilere
bildirmelidirler. Eş konumdaki ulusal şirketler gibi çokuluslu
şirketlerde de sınai güvenlik ve sağlık risklerinin ve tehlikelerin
nereden kaynaklandığı tetkik etme ve uygun önlemleri alma
konusunda öncü olmalıdır.
39. Çokuluslu şirketler uluslararası güvenlik ve sağlık standartlarının
hazırlanması ve uygulanmasıyla ilgili çalışmalarda bu alanda uzman
uluslararası kuruluşlarla işbirliği yapmalıdır.
40. Çokuluslu şirketler, ulusal uygulamalar çerçevesinde sağlık ve
güvenlik konularında yetkili mercilerle, işçilerin temsilcileri ve
kuruluşlarıyla ve bu alanda görev yapan kurumlarla tam bir işbirliğine
gitmelidir. Uygun olduğunda, güvenlik ve sağlıkla ilgili konular,
işçiler ve kuruluşlarıyla imzalanacak toplu sözleşmelerde yer almalıdır.
SINAİ İLİŞKİLER
41. Çokuluslu şirketler faaliyette bulundukları ülkede eş konumda
olan işverenlerin sağladığı sınai ilişkileri gözeterek, en az bu düzeyi
tutturmalıdırlar.
Sendika kurma ve örgütlenme özgürlüğü
42. Gerek çokuluslu şirketler, gerekse ulusal şirketler tarafından
çalıştırılanlar, hiçbir ayrım gözetilmeksizin, daha önceden onay
almadan, kendi tercihleri doğrultusunda ve ancak söz konusu
İlgili ILO Sözleşmeleri ve Tavsiye Kararları için bkz. Mesleki Güvenlik ve Sağlıkla
ilgili
ILO
Yayınları Katalogu, 1999,
ILO,
Cenevre.
Ayrıca bkz.
http://www.ilo.org/public/english/protection/safework/publicat/index.htm
23
116
Ekler
kuruluşların kendi kuralları çerçevesinde istedikleri kuruluşlara üye
olabilirler 24 . Çalışanlar, ayrıca, sendika karşıtı ayrımcılık
uygulamalarından da gereğince korunurlar 25.
43. Çokuluslu şirketleri ya da buralarda çalışanları temsil eden
kuruluşlar, kurulma, çalışma ve idare açılarından birbirlerinin ya da
onlar adına hareket eden kişilerin müdahaleci tutumlarına karşı
korunurlar 26.
44. Yerel koşullar uygun olduğunda, çokuluslu şirketler temsili
işveren kuruluşlarını desteklemelidirler.
45. Henüz bu yönde uygulaması olmayan hükümetler, çokuluslu
şirketleri ya da bu şirketlerde çalışan işçileri temsil eden örgütlere,
diledikleri uluslararası işveren ya da işçi kuruluşlarına katılma izni
verilmesinin çokuluslu şirketler açısından taşıdığı önemi gözönüne
alarak, 87 sayılı Sözleşmenin 5. Maddesini uygulamaya teşvik
etmelidirler.
46. Ev sahibi ülkelerin yabancı yatırımları çekebilmek için özel
özendiricilere başvurdukları durumlarda, bu özendiriciler işçilerin
sendikalaşma ve toplu sözleşme haklarını kısıtlayıcı mahiyette
olmamalıdır.
47. Çokuluslu şirketlerde çalışanların temsilcilerinin bir araya gelerek
kendi aralarında istişare ve görüş alışverişinde bulunmaları
engellenmemelidir. Ancak, bu tür istişare ve görüş alışverişlerinin
şirketin normal işleyişini, işçiler ve kuruluşları ile ilişkilerini
zedeleyici nitelikte olmamalıdır.
48. Hükümetler, yerel ya da ulusal kuruluşların ortak ilgi alanlarına
giren konularda görüş alışverişinde bulunmak üzere başka ülkelerden
davet ettikleri işçi ve işveren kuruluşlarının ülkeye girişini
kısıtlamamalıdır.
Toplu pazarlık
87. sayılı Sözleşme, Madde 2.
98 sayılı Sözleşme, Madde 1(1)
26
98 sayılı Sözleşme, Madde 2(1)
24
25
117
49. Çokuluslu şirketler tarafından istihdam edilenler, ulusal yasa ve
uygulamalar çerçevesinde toplu pazarlık yapmak üzere kendi temsili
kuruluşlarına sahip olma ve bunları seçme haklarına sahiptir.
50. Gerektiğinde, işverenler ve işveren kuruluşlarıyla işçi kuruluşları
arasında gönüllülük temelindeki görüşmeleri sağlayan mekanizmaların
oluşmasını ve gelişmesini sağlayacak ülke koşullarına uygun
mekanizmalar teşvik edilmelidir 27.
51. Gerek çokuluslu şirketler gerekse ulusal şirketler, etkili toplu
pazarlık yapabilmelerini sağlayacak kolaylıkları ve imkanları işçi
temsilcilerine tanımalıdırlar 28.
52. Çokuluslu şirketler, faaliyette bulundukları ülkelerin her birinde
çalıştırdıkları işçilerin yasal ve yetkili temsilcilerinin yetkili şirket
yöneticileriyle görüşme yapabilme imkanlarını sağlamalıdırlar.
53. Çokuluslu şirketler, çalışma koşulları konusunda işçi
temsilcileriyle iyi niyet esasına göre yürüttükleri görüşmelerde ya da
işçiler örgütlenme haklarını kullanırlarken halen faaliyette bulunan bir
birimin tamamını ya da bir bölümünü ülke dışına taşıma tehdidini
kullanarak görüşmeleri kendi lehlerine etkileme ve örgütlenmeyi
engelleme yoluna gitmemeli, gene aynı amaca yönelik olarak başka
ülkelerdeki birimlerden bu ülkeye işçi getirmemelidirler.
54. Toplu pazarlıklarda yorum farklılığından kaynaklanan
uyuşmazlıkların çözümüne, uygulamaya ve karşılıklı saygı
gösterilmesi gereken haklar ve sorumluluklara ilişkin hükümler yer
almalıdır.
55. Çokuluslu şirketler işçi temsilcilerine ilgili birimle anlamlı bir
pazarlık yapabilmeleri için gerekli bilgileri sağlamalı, ayrıca bunun
ulusal yasa ve yönetmeliklere uygun olduğu durumlarda işçi
kuruluşlarının ilgili birim ya da şirketin bütünün performansına ilişkin
doğru ve gerçekçi bir görüş edinmelerini sağlayacak bilgileri
vermelidir 29.
98 sayılı Sözleşme, Madde 4.
İşletmelerdeki İşçi Temsilcilerine Sağlanacak Koruma ve Kolaylıklarla ilgili 135
sayılı Sözleşme
29
İşletmedeki Yöneticilerle İşçiler Arasındaki İletişime ilişkin 129 sayılı Tavsiye Kararı
27
28
118
Ekler
56. Yasa ve uygulamaların buna izin verdiği durumlarda hükümetler,
işçi kuruluşlarından gelen talep üzerine, şirketin faaliyette bulunduğu
sanayi dalları ile ilgili olup toplu pazarlık sürecindeki nesnel ölçütleri
ortaya koyacak bilgileri sağlamalıdır. Bu bağlamda gerek çokuluslu
şirketler gerekse ulusal şirketler, hükümetlerin faaliyetleriyle ilgili
bilgi taleplerine yapıcı biçimde yanıt vermelidirler.
İstişare
57. Gerek çokuluslu şirketler, gerekse ulusal şirketlerde işverenlerle
işçiler ve temsilcileri arasında karşılıklı anlaşmayla geliştirilen
sistemler, ulusal yasa ve uygulamalar çerçevesinde, ortak ilgi
alanlarında düzenli danışmalara imkan tanımalıdır. Ancak, bu tür
danışmalar toplu pazarlığın yerine geçemez 30.
Anlaşmazlıkların incelenmesi
58. Gerek çokuluslu şirketler, gerekse ulusal şirketler çalıştırdıkları
kişilerin şikayetlerini belirtilen şu hüküm çerçevesinde dile getirme
hakkına saygı göstermelidir: bireysel olarak ya da başka işçilerle
birlikte herhangi bir konuda ihtilafı olan kişi, sonuçta herhangi bir ön
yargıya ve mağduriyete maruz kalmadan bu konuyu dile getirme ve
ilgili usuller çerçevesinde incelettirme hakkına sahiptir 31. Bu husus,
sendikalaşma ve toplu pazarlık hakkı konularıyla zorla çalıştırmaya
ilişkin ILO Sözleşmelerine uymayan ülkelerdeki çokuluslu şirket
faaliyetleri söz konusu olduğunda daha da önem kazanmaktadır 32.
İşçi ve işveren arasındaki uyuşmazlıkların çözüme bağlanması
59. Çokuluslu şirketler ve ulusal şirketler, çalıştırdıkları işçilerin
temsilcileri ve kuruluşlarıyla birlikte gönüllülük temelinde ve ulusal
koşullara uygun bir uzlaşma mekanizması oluşturmalıdırlar. Bu
mekanizma, gönüllü hakemliğe yer vererek işçi ve işveren kesimi
30
İşverenlerle İşçilerin İşletme Düzeyindeki İstişare ve İşbirliğine ilişkin 94 sayılı
Tavsiye Kararı ve İşletme içindeki İletişime ilişkin 129 sayılı Tavsiye Kararı
31
İşletme içindeki Anlaşmazlıkların Uyuşma Yoluyla Çözülmesine Yönelik
İncelemelerle ilgili 130 sayılı Tavsiye Kararı
32
Zorla Çalıştırmaya ilişkin 29 sayılı Sözleşme; Zorla Çalışmanın Yasaklanmasına
ilişkin 105 sayılı Sözleşme; Dolaylı Yollardan Zorla Çalıştırmaya ilişkin 35 sayılı
Tavsiye Kararı
119
arasındaki uyuşmazlıkları önleyip çözüme bağlayabilir. Bu tür gönüllü
mekanizmalarda işçi ve işveren kesimi eşit katılımla yer almalıdır 33.
17 Kasım 2000, Cenevre
EK-Uluslararası Çalışma Ofisi Yönetim Kurulu’nun 204. Oturumunda
(Kasım 1977, Cenevre) kabul edilen ve aynı organın 279. Oturumunda
(Kasım 2000, Cenevre) * değiştirilen haliyle Çokuluslu şirketler ve
Sosyal Politika ile İlgili Üçlü Bildirgesi’nde atıfta bulunulan çalışma
yaşamına ilişkin Sözleşmeler ve Tavsiyeler
Sözleşmeler
• Zorla Çalıştırma ya da Zorunlu Emeğe ilişkin 29 sayılı Sözleşme,
1930
• Sendikalaşma Özgürlüğü ve Örgütlenme Hakkının Korunmasına
ilişkin 87 sayılı Sözleşme, 1948
• Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı İlkelerinin uygulanmasına
ilişkin 98 sayılı Sözleşme, 1949
• Eşit Değerde Emek Karşılığı Erkekler ve Kadınlara Eşit Ücret
Ödenmesine ilişkin 100 sayılı Sözleşme, 1951
• Zorla Çalıştırmanın Kaldırılmasına ilişkin 105 sayılı Sözleşme,
1957
• Plantasyonlarda Çalışanların Koşullarına ilişkin 110 sayılı
Sözleşme, 1958
• İstihdam ve Mesleklerde Ayrımcılığa ilişkin 111 sayılı Sözleşme,
1958
• Çalışanların İyonlaştırıcı Radyasyondan Korunmalarına ilişkin
115 sayılı Sözleşme, 1960
Gönüllülük Temelinde Uzlaşma ve Hakemlikle ilgili 92 sayılı Tavsiye Kararı
Bildirgede atıfta bulunulan Sözleşme ve Tavsiye Kararları şu adresten temin edilebilir:
ILO Publications, International Labour Office, 4, route des Morillons, CH-1211 Geneva
22, Switzerland ya da htttp://www.ilo.org
33
*
120
Ekler
• Makinelerin Korunma Tertibatı ile Techizine ilişkin 119 sayılı
Sözleşme, 1963
• İstihdam Politikalarına ilişkin 122 sayılı Sözleşme, 1964
• Tıbbi Bakım ve Hastalık Yardımlarına ilişkin 130 sayılı Sözleşme,
1969
• İşletmelerdeki İşçi Temsilcilerine Sağlanacak Koruma ve
Kolaylıklara ilişkin 135 sayılı Sözleşme, 1971
• Benzen Zehirlenmesine Karşı Korunmaya ilişkin 136 sayılı
Sözleşme, 1971
• İşe Kabulde Asgari Yaşa ilişkin 138 sayılı Sözleşme, 1973
• Kansere Yol Açan Madde ve Elemanların Kontrolü ve Bunlara
Karşı Korunmaya ilişkin 139 sayılı Sözleşme, 1974
• İnsan Kaynaklarının Geliştirilmesinde Mesleki Eğitim ve
Rehberliğe ilişkin 142 sayılı Sözleşme, 1975
• Çocuk İşçiliğinin En Kötü Biçimlerinin Önlenmesine ve Bu
Yönde İvedi Girişimlere ilişkin 182 sayılı Sözleşme, 1999.
Tavsiye Kararları
•
Dolaylı Yoldan Zorla Çalıştırmaya ilişkin 35 sayılı Tavsiye
Kararı, 1930
•
Tıbbi Bakıma ilişkin 69 sayılı Tavsiye Kararı, 1944
•
Eşit Değerde Emek Karşılığı Erkekler ve Kadınlara Eşit Ücret
Ödenmesine ilişkin 90 sayılı Tavsiye Kararı, 1951
•
Gönüllülük Temelinde Uzlaştırma ve Hakemliğe ilişkin 92 sayılı
Tavsiye Kararı, 1951
•
İşverenlerin ve İşçilerin İşletme Düzeyinde İstişaresi ve
İşbirliğine ilişkin 94 sayılı Tavsiye Kararı, 1952
121
•
Plantasyonlarda Çalışanların Koşullarına ilişkin 110 sayılı
Tavsiye Kararı, 1958
•
İstihdam ve Mesleklerde Ayrımcılığa ilişkin 111 sayılı Tavsiye
Kararı, 1958
•
Çalışanların İyonlaştırıcı Radyasyondan Korunmalarına ilişkin
114 sayılı Tavsiye Kararı, 1960
•
Çalışanların Konutlarına ilişkin 115 sayılı Tavsiye Kararı, 1961
•
Çalışma Saatlerinin Azaltılmasına ilişkin 116 sayılı Tavsiye
Kararı, 1962
•
Makinelerin Muhafazasına ilişkin 118 sayılı Tavsiye Kararı,
1963
•
İşverenin Girişime Üzerine İşe Son Verilmesine ilişkin 119
sayılı Tavsiye Kararı, 1963
•
İstihdam Politikalarına ilişkin 122 sayılı Tavsiye Kararı, 1964
•
İşletmelerde İşçilerle Yönetim Arasındaki İletişime ilişkin 129
sayılı Tavsiye Kararı, 1967
•
İşletme İçindeki İhtilafların Uzlaşma Yoluyla Çözülmesine
ilişkin 130 sayılı Tavsiye Kararı, 1967
•
Tıbbi Bakım ve Hastalık Yardımlarına ilişkin 134 sayılı Tavsiye
Kararı, 1969
•
Benzen Zehirlenmelerine Karşı Korunmaya ilişkin 144 sayılı
Tavsiye Kararı, 1971
•
İşe Kabulde Asgari Yaşa ilişkin 146 sayılı Tavsiye Kararı, 1973
•
Kansere Yol Açan Madde ve Elemanların Kontrolü ve Bunlara
Karşı Korunmaya ilişkin 147 sayılı Tavsiye Kararı, 1974
•
İnsan Kaynaklarının Geliştirilmesinde Mesleki Eğitim ve
Rehberliğe ilişkin 150 sayılı Tavsiye Kararı, 1975
122
Ekler
•
Çocuk İşçiliğinin En Kötü Biçimlerinin Önlenmesine ve Bu
Yönde İvedi Girişimlere ilişkin 190 sayılı Tavsiye Kararı, 1999.
123
EK-2:
OECD ÇOKULUSLU İŞLETMELER GENEL İLKELERİ
(OECD GUIDELINES FOR MULTINATIONAL
ENTERPRISES)
ULUSLARARASI YATIRIMLAR VE ÇOKULUSLU
İŞLETMELER BİLDİRGESİ
27 Haziran 2000
İmzacı Devletler:
-Uluslararası yatırımların dünya ekonomisi için büyük önem
taşıdığını, ve ülkelerinin kalkınmasına oldukça katkıda bulunmuş
olduğunu;
-Çokuluslu işletmelerin bu yatırım sürecinde önemli bir rol
oynadıklarını;
-Uluslararası işbirliginin yabancı yatırımlar için daha iyi bir iklim
oluşturabileceğini, ekonomik, toplumsal ve çevresel konularda
gelişme sağlanmasına çokuluslu işletmelerin yapabileceği olumlu
katkıyı teşvik edebileceğini, ve bunların faaliyetlerinden doğabilecek
sorunları en aza indirip giderebileceğini;
-Uluslararası yatırımlar ve çokuluslu işletmeler ile ilgili konuların
birbiriyle ilişkili çeşitli enstrümanları içeren dengeli bir çerçeve
içerisinde ele alınarak uluslararası işbirliginin yararlarının arttırıldığını
dikkate alarak,
Çokuluslu İşletmeler Genel İlkeleri
I. Topraklarında ya da topraklarından faaliyette bulunan çokuluslu
işletmelere, Önsözde yer alan ve bunun ayrılmaz bir parçasını
oluşturan düşünce ve anlayışlar da dikkate alınarak, buradaki Ek 1’de
yer alan Genel İlkelere uyulmasını hep birlikte tavsiye ettiklerini;
Ekler
Ulusal Uygulama
II.1. İmzacı devletlerin, kamu düzenini koruma, zorunlu güvenlik
çıkarlarını savunma ve uluslararası barış ve güvenlikle ilgili
taahhütlerini yerine getirme gereklerine uygun olarak, topraklarında
faaliyet gösteren ve başka bir imzacı devletin yurttaşları tarafından
dolaylı ya da dolaysız olarak sahip olunan ya da kontrol edilen
işletmeleri (bundan böyle “Yabancı Kontrolündeki İşletmeler” diye
adlandırılacaktır) yasa, yönetmelik ve idari uygulamaları altında
uluslararası hukuka uygun ve benzer durumlarda yerli işletmelere
uygulanandan daha az elverişli olmayan bir uygulamaya (bundan
böyle “Ulusal Uygulama” olarak adlandırılacaktır) tabi tutmaları
gerektiğini;
2. İmzacı devletlerin “Ulusal Uygulama”yığ imzacı devletlerin
dışındaki ülkelere ilişkin olarak da dikkate alacaklarını;
3. İmzacı devletlerin “Ulusal Uygulama”nen ülkelerindeki alt
birimlerce de uygulanmasına çalışacaklarını;
4. Bu Bildirgenin imzacı devletlerin yabancı yatırımların girişini ya da
yabancı işletmelerin kuruluş koşullarını düzenleme hakları ile ilgili
olmadığını;
Birbiriyle Çelişen Koşullar
III. Çokuluslu işletmelere birbiriyle çelişen koşullar konulmasını
önlemek ya da en aza indirmek amacıyla işbirliği yapacaklarını ve
buradaki Ek 2’de belirtilen genel düşünceleri ve pratik yaklaşımları
hesaba katacaklarını;
Uluslararası Yatırımlara Konan Teşvikler ve Engeller
IV.1. Doğrudan uluslararası yatırımlar alanında aralarındaki işbirliğini
güçlendirmeye gerek gördüklerini;
2. Dolayısıyla imzacı devletlerin bu alanda Doğrudan uluslararası
yatırımlara resmi teşvikler ve engeller koyan belirli yasa, yönetmelik
ve idari uygulamalardan (bundan böyle “önlemler” olarak
adlandırılacaktır) etkilenen çıkarlarına gereken ağırlığı vermeye gerek
gördüklerini;
125
3. İmzacı devletlerin bu tür önlemlerin mümkün olduğunca saydam
hale getirilmesine ve böylelikle bunların önem ve amacının
anlaşılabilmesine ve bunlar hakkında kolayca bilgi edinilebilmesine
çalışacağını;
Danışma Usulleri
V. İlgili Konsey Kararlarına uygun olarak yukarıdaki konularda
birbirlerine danışmaya hazır olduklarını;
Gözden Geçirme
VI. Uluslararası yatırımlar ve çokuluslu işletmeler ile ilgili konularda
imzacı devletler arasındaki uluslararası işbirliginin daha etkin hale
getirilmesi amacıyla yukarıdaki konuları düzenli aralıklarla gözden
geçireceklerini beyan ederler.
OECD ÇOKULUSLU İŞLETMELER GENEL İLKELERİ:
METİN VE UYGULAMA USULLERİ
Metin
Önsöz
1. OECD Çokuluslu İşletmeler Genel İlkeleri (Genel İlkeler), devletler
tarafından çokuluslu işletmelere yapılan tavsiyelerdir. Bunlar, ilgili
yasalara uygun ve sorumlu bir ticari faaliyette bulunulması
doğrultusunda, gönüllülük temeline dayalı ilkeler ve standartlar
getirmektedir.
Genel İlkeler, bu işletmelerin faaliyetlerinin devlet politikalarıyla
uyumlu olmasını sağlamayı, işletmeler ile faaliyette bulundukları
toplumlar arasındaki karşılıklı güvenin temellerini güçlendirmeyi,
yabancı yatırımlar için daha iyi bir iklim oluşturulmasına yardımcı
olmayı, ve sürdürülebilir bir kalkınmaya çokuluslu işletmelerin
katkısını arttırmayı amaçlamaktadır. Genel İlkeler, ulusal uygulama,
işletmelere birbiriyle çelişen koşullar konması ve uluslararası
yatırımlara konan teşvikler ve engeller ile ilgili diğer unsurları da
kapsayan OECD Uluslararası Yatırımlar ve Çokuluslu İşletmeler
Bildirgesi’nin bir parçasını oluşturmaktadır.
126
Ekler
2. Uluslararası iş dünyası çok büyük çapta bir yapısal değişim
geçirmiş olup Genel İlkeler de bu değişiklikleri yansıtan bir evrimden
geçmiştir. Hizmet sektörünün ve bilgi-yoğun sektörlerin büyümesiyle
birlikte, hizmet ve teknoloji işletmeleri uluslararası pazara girmiş
bulunuyor. Büyük işletmeler uluslararası yatırımlarda hala büyük bir
paya sahip bulunmakta, ve büyük çaplı uluslar arası birleşmeler
doğrultusunda bir eğilim görülmektedir. Aynı zamanda, küçük ve orta
işletmeler tarafından yapılan yabancı yatırımlar da artmış olup bu
işletmeler artık uluslararası sahnede önemli bir rol oynamaktadır.
Çokuluslu işletmeler, yerli benzerleri gibi, daha çeşitli ticari
düzenlemeleri ve yapısal biçimleri kapsamaya doğru bir evrim
geçirmiştir. Tedarikçiler ve yükleniciler ile daha yakın ilişkiler ve
stratejik ittifaklar, işletme sınırlarının silikleşmesine doğru bir eğilim
göstermektedir.
3. Çokuluslu işletmelerin yapısında görülen hızlı evrim, bunların
Doğrudan yabancı yatırımların hızla arttığı gelişmekte olan dünyadaki
faaliyetlerinde de yansımasını buluyor. Gelişmekte olan ülkelerde
çokuluslu işletmeler, temel üretim ve maden çıkarma endüstrileriyle
sınırlı olmaktan çıkıp imalat, montaj, iç pazarı geliştirme ve hizmet
sektörlerini de kapsayan bir çeşitlilik kazandılar.
4. Çokuluslu işletmelerin faaliyetleri, uluslararası ticaret ve yatırımlar
aracılığıyla, OECD ekonomilerini birbirine ve dünyanın öbür kısmına
bağlayan bağları güçlendirip derinleştirdi. Bu faaliyetler, gerek ana
ülkelere, gerekse ev sahibi ülkelere önemli yararlar sağlıyor.
Çokuluslu işletmeler, tüketicilere almak istedikleri ürün ve hizmetleri
rekabetçi fiyatlarla sunup yatırımcılara adil getiriler sagladıgında, bu
yararlar daha da artıyor. Bunların ticaret ve yatırım faaliyetleri,
sermaye, teknoloji, insan kaynakları ve dogal kaynakların verimli bir
şekilde kullanılmasına katkıda bulunuyor. Dünyanın farklı bölgeleri
arasında teknoloji transferini ve yerel koşulları yansıtan teknolojilerin
geliştirilmesini kolaylaştırıyorlar. Gerek formel, gerekse iş üzerinde
egitim aracılıgıyla, bu işletmeler, ev sahibi ülkelerdeki insan
sermayesinin gelişmesine de yardımcı oluyorlar.
5. Ekonomik degişimlerin niteligi, çapı ve hızı, işletmelerin ve
paydaşlarının önüne yeni stratejik problemler koydu. Çokuluslu
işletmeler, toplumsal, ekonomik ve çevresel amaçlar arasında
uyumluluk saglanmasını hedefleyen, sürdürülebilir bir kalkınma için
en iyi uygulama politikalarını yaşama geçirme fırsatına sahipler.
Ticaret ve yatırımlar, açık, rekabetçi ve dogru bir şekilde düzenlenmiş
127
bir piyasa çerçevesinde gerçekleştirildigi takdirde, çokuluslu
işletmelerin sürdürülebilir bir kalkınmaya destek olabilmesi büyük
ölçüde artmaktadır.
6. Birçok çokuluslu işletme, ticari faaliyetlerde yüksek standartlara
saygı gösterilmesinin büyümeyi arttırabildigini göstermiştir.
Günümüzün rekabetçi güçleri yogun olup çokuluslu işletmeler çeşitli
yasal, toplumsal ve düzenleyici ortamlarla karşı karşıya kalmaktadır.
Bu baglamda, bazı işletmeler, rekabette haksız avantaj elde etmeye
kalkışarak dogru ticari faaliyet standartlarını ve ilkelerini ihmal
etmeye heves edebiliyor. Küçük bir kesimin bu tür uygulamaları,
büyük bir kesimin itibarını şaibe altında bırakıp kamuoyunda
kaygılara yol açabiliyor.
7. Kamuoyunun bu kaygıları karşısında birçok işletme, iyi bir
kurumsal yurttaş olma, iyi uygulamalarda bulunma, gerek ticaret
yaşamında gerekse çalışanlarına iyi davranma taahhütlerini
destekleyen kurum içi programlar, genel ilkeler ve yönetim sistemleri
geliştirmiştir. Bazıları danışmanlık, denetleme ve belgeleme
hizmetleri alarak bu alanlarda uzmanlık birikimi saglanmasına katkıda
bulunmuştur. Bu çabalar, iyi bir ticari faaliyetin tanımlanması
konusunda bir toplumsal diyalog gerçekleştirilmesine de destek
olmuştur. Genel İlkeler, imzacı devletlerin ticari faaliyetten ortak
beklentilerini netleştirerek işletmeler için bir başvuru noktası
sunmaktadır. Dolayısıyla, Genel İlkeler, sorumlu bir ticari faaliyetin
tanımlanmasına ve uygulanmasına yönelik özel çabaları hem
tamamlayıcı, hem de pekiştirici bir özellik taşımaktadır.
8. Devletler birbirleriyle ve diger aktörlerle ticari faaliyetlerin
uluslararası hukuksal ve politik çerçevesini güçlendirmek için işbirligi
yapmaktadır. 1948 yılında Insan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin
kabulünden başlayarak, savaş sonrası dönemde bu çerçevenin
gelişmesine tanık olundu. Son uluslararası hukuk belgeleri arasında
ise, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün Iş Yaşamındaki Temel Ilkeler ve
Haklar Bildirgesi, Rio Çevre ve Kalkınma Bildirgesi, Gündem 21 ve
Kopenhag Toplumsal Gelişme Bildirgesi yer almaktadır.
9. OECD de uluslararası politik çerçeveye katkıda bulunmaktadır. Son
gelişmelerden bazıları, Uluslararası Ticari Işlemlerde Yabancı Kamu
Görevlilerine Rüşvet Verilmesine Karşı Mücadele Sözleşmesinin ve
OECD Kurumsal Yönetişim Ilkeleri ile OECD Elektronik Ticarette
Tüketicinin Korunması Genel Ilkelerinin kabul edilmesi, ve OECD
128
Ekler
Çokuluslu Işletmeler ve Vergi Idareleri Aktarım Fiyatlandırma Genel
Ilkeleri üzerinde devam etmekte olan çalışmalardır.
10. Genel İlkeleri imzalayan devletlerin ortak amacı, çokuluslu
işletmelerin ekonomik, çevresel ve toplumsal ilerlemeye
yapabilecekleri olumlu katkıları teşvik etmek, bunların çeşitli
faaliyetlerinin yol açabileceği sorunları en aza indirmektir. Bu amaç
doğrultusunda çalışan devletler, kendi yöntemleriyle aynı hedef
doğrultusunda çalışan birçok işletme, sendika ve diğer sivil toplum
kuruluşları ile kendilerini bir ortaklık içerisinde bulmaktadır.
Devletlerin, istikrarlı bir makro-ekonomik politika, firmalara karşı
ayrım gözetmeyen bir tutum, uygun bir düzenleme ve uzgörürü bir
denetleme, tarafsız bir mahkeme ve yargı infaz sistemi, verimli ve
dürüst bir kamu yönetiminden oluşan etkin iç politik çerçeveler
oluşturmaları yararlı olabilir. Devletlerin sürdürülebilir bir kalkınmayı
destekleyen uygun standartları ve politikaları koruyup geliştirmeleri
ve kamu sektörü faaliyetlerinin verimli ve etkin olmasını sağlayacak
reformları sürekli olarak uygulamaları da yararlı olabilir. Genel
İlkeleri imzalayan devletler, bütün insanların refahının ve yaşam
standartlarının geliştirilmesine yönelik gerek iç, gerekse uluslararası
politikaların sürekli geliştirilmesini taahhüt eder.
I. Kavramlar ve İlkeler
1. Genel İlkeler, devletlerin çokuluslu işletmelere yaptığı ortak
tavsiyelerdir. Yürürlükteki yasalarla uyumlu olarak, iyi uygulama ilke
ve standartlarını oluşturmaktadır. İşletmelerin Genel
İlkelere uyması gönüllülük temelinde olup hukuksal yaptırımı yoktur.
2. Çokuluslu işletmelerin faaliyetleri tüm dünya çapında olduğundan,
bu alandaki uluslar arası işbirliginin bütün ülkeleri kapsaması gerekir.
Genel İlkeleri imzalayan devletler, topraklarında faaliyet gösteren
işletmelerin Genel İlkelere, ev sahibi ülkelerin tek tek özel koşullarını
hesaba katmakla birlikte, faaliyette bulundukları her yerde uymasını
teşvik eder.
3. Genel İlkelerin amaçları açısından çokuluslu işletmelerin kesin bir
tanımının yapılması zorunlu değildir. Bunlar, genellikle birden fazla
ülkede kurulu olup faaliyetlerini koordine edebilecekleri çeşitli
şekillerde birbirlerine bağlı şirketlerden ve diğer kuruluşlardan oluşur.
Bu kuruluşlardan biri veya daha fazlası diğerlerinin faaliyetleri
129
üzerinde önemli bir etki sahibi olabilirse de, bunların işletme içindeki
özerklik derecesi çokuluslu işletmelerin birinden diğerine büyük
ölçüde değişebilir. Mülkiyetleri, özel, devlet ya da karma olabilir.
Genel İlkeler çokuluslu bir işletme içerisindeki bütün kuruluşlara (ana
şirketler ve/ya da yerli kuruluşlar) dönüktür. Bunlar arasındaki fiili
sorumluluk dağılımına göre, farklı kuruluşların Genel İlkelere
uyulmasına yardımcı olmak üzere birbiriyle işbirliği yapıp destek
olması beklenmektedir.
4. Genel İlkeler çokuluslu ve yerli işletmeler arasında uygulama
farklılıkları getirmeyi amaçlamamaktadır; bunlar herkes için geçerli
bir iyi uygulamayı temsil etmektedir. Buna göre, çokuluslu ve yerli
işletmeler, Genel İlkelerin her ikisini de ilgilendirdiği durumlardaki
faaliyetleri açısından aynı beklentilere tabidir.
5. Devletler, Genel İlkelere mümkün olan en geniş çapta uyulmasını
teşvik etmek istemektedir. Küçük ve orta işletmelerin kapasitelerinin
büyük işletmelerle aynı olmayabileceği kabul edilmekle birlikte,
Genel İlkeleri imzalayan devletler, yine de bunların Genel İlkelerin
tavsiyelerine mümkün olan en eksiksiz bir şekilde uymalarını teşvik
eder.
6. Genel İlkeleri imzalayan devletler, bunları korumacı amaçlarla ya
da çokuluslu işletmelerin yatırım yaptığı bir ülkenin görece
avantajının sorgulanmasına yol açacak bir şekilde kullanmamalıdır.
7. Devletler, uluslararası hukuka tabi olarak, çokuluslu işletmelerin
yetki alanları içinde faaliyette bulunma koşullarını belirleme hakkına
sahiptir. Çokuluslu bir işletmenin çeşitli ülkelerde bulunan kuruluşları
bu ülkelerde yürürlükte bulunan yasalara tabidir. Çokuluslu işletmeler
imzacı ülkeler tarafından birbiriyle çelişen koşullara tabi
tutulduğunda, ilgili devletler ortaya çıkabilecek sorunları gidermek
amacıyla iyi niyetle işbirliği yapacaktır.
8. Genel İlkeleri imzalayan devletler, bunları kendilerinin işletmelere
eşit bir şekilde ve uluslararası hukuka ve sözleşme yükümlülüklerine
uygun olarak davranma sorumluluklarını yerine getirecekleri
anlayışıyla belirlemektedir.
130
Ekler
9. İşletmeler ile ev sahibi ülke devletleri arasında ortaya çıkan
hukuksal sorunların giderilmesinin bir yolu olarak, tahkim dahil,
uyuşmazlıkların çözüme kavuşturulması konusunda uygun uluslar
arası mekanizmaların kullanılması teşvik edilir.
10. Genel İlkeleri imzalayan devletler, bunları tanıtıp kullanımını
teşvik edecektir. Genel İlkelerin tanıtımını yapan ve Genel İlkeler ile
ilgili bütün konuların tartışılması için bir forum işlevi gören Ulusal
Başvuru Noktaları oluşturacaklardır. İmzacı devletler, ayrıca değişen
dünya koşullarında Genel İlkelerin yorumlanması ile ilgili konuların
ele alınması için uygun gözden geçirme ve danışma usulleri içinde de
yer alacaklardır.
II. Genel Politikalar
Işletmeler, faaliyette bulundukları ülkelerde yerleşik politikaları tam
olarak hesaba katmalı, ve diger paydaşların görüşlerini dikkate
almalıdır. Bu bakımdan, işletmeler:
1. Sürdürülebilir bir kalkınma saglanması amacıyla ekonomik,
toplumsal ve çevresel ilerlemeye katkıda bulunmalıdır.
2. Ev sahibi devletin uluslararası yükümlülük ve taahhütleriyle
uyumlu olarak, faaliyetlerinden etkilenenlerin insan haklarına saygı
göstermelidir.
3. Saglıklı bir ticari uygulama geregiyle uyumlu olarak, işletmenin iç
ve dış pazarlardaki faaliyetlerinin geliştirilmesinin yanı sıra, yerel
toplumla yakın işbirligi yoluyla, ticari çıkarlar dahil, yerel kapasite
gelişimini teşvik etmelidir.
4. Özellikle iş olanakları yaratarak ve çalışanlar için egitim
olanaklarına yardımcı olarak insan
sermayesi oluşumunu teşvik
etmelidir.
5. Çevre, saglık, güvenlik, iş, vergi, mali teşvikler ve diger konularla
ilgili yasa ya da düzenlemeler çerçevesinde öngörülmeyen istisnalar
saglamaktan ya da kabul etmekten kaçınmalıdır.
6. Iyi kurumsal yönetişim ilkelerini destekleyip savunmalı, ve iyi
kurumsal yönetişim uygulamaları geliştirip uygulamalıdır.
131
7. Işletmeler ile bunların faaliyette bulundukları toplumlar arasında
karşılıklı güven ilişkisi geliştiren etkin öz-düzenleme uygulamaları ve
yönetim sistemleri geliştirip uygulamalıdır.
8. Şirket politikalarının, egitim programları dahil, çeşitli yollarla
yaygınlaştırılarak çalışanlarca bilinmesini ve bunlara uyulmasını
teşvik etmelidir.
9. Yasalara, Genel İlkelere ya da işletme politikalarına aykırı
uygulamalar hakkında yönetime ya da, duruma göre, yetkili kamu
mercilerine gerçek ihbarlarda bulunan çalışanlara karşı ayrımcı ya da
disiplin işlemlerine başvurmaktan kaçınmalıdır.
10. Duruma göre, tedarikçiler ve taşeronlar dahil, iş ortaklarının Genel
İlkeler ile uyumlu kurumsal faaliyet ilkeleri uygulamasını teşvik
etmelidir.
11. Yerel politik faaliyetlere her türlü usulsüz müdahalelerden
kaçınmalıdır.
III. Açıklama
1. İşletmeler, faaliyetleri, yapısı, mali durumu ve performansı
hakkında, zamanında, düzenli, güvenilir ve konu ile ilgili bilgilerin
açıklanmasını sağlamalıdır. Bu bilgiler, bir bütün olarak işletme
hakkında ve, duruma göre, ayrıca faaliyet alanlarına ya da coğrafi
bölgelere göre açıklanmalıdır. İşletmelerin açıklık politikaları,
işletmenin niteliğine, boyutuna ve bulunduğu yere göre şekillendirilip
maliyet, ticari sır ve diğer rekabet konuları dikkate alınmalıdır.
2. İşletmeler, açıklık, muhasebe ve denetleme alanında yüksek kalite
standartları uygulamalıdır. İşletmelerin, çevresel ve toplumsal konular
söz konusu olduğunda bu konularda raporlar sunulması dahil, mali
konular dışındaki bilgilendirmeler için de yüksek kalite standartları
uygulaması teşvik edilmektedir. Gerek mali gerekse diğer konulardaki
bilgilerin hangi standartlara ya da politikalara göre derlenip
yayınlandığı bildirilmelidir.
3. İşletmeler, ismini, yerini ve yapısını, ana işletmenin isim, adres ve
telefon numarasını ve başlıca yan kuruluşlarını, aralarındaki karşılıklı
hisse sahiplikleri dahil, bu yan kuruluşlarda Doğrudan ya da dolaylı
132
Ekler
olarak sahip olduğu hisselerin yüzdesini gösteren temel bilgileri
açıklamalıdır.
4. İşletmeler, ayrıca aşağıdaki konularda da maddi bilgiler
açıklamalıdır:
1. Şirketin mali ve faaliyet sonuçları;
2. Şirket amaçları;
3. Başlıca hisse sahipleri ve oy hakları;
4. Yönetim kurulu üyeleri ve başlıca üst düzey yöneticiler, ve bunların
kazançları;
5. Öngörülebilir maddi risk faktörleri;
6. Çalışanlar ve diğer paydaşlar ile ilgili maddi konular;
7. Yönetişim yapıları ve politikaları.
5. İşletmelerin vermesi teşvik edilen ek bilgilerden bazıları ise
şunlardır:
a) İşletmenin toplumsal, ettik ve çevre politikaları hakkında bilgiler ve
şirketin izlediği başka çalışma kuralları dahil, kamuoyuna açıklanması
düşünülen, kurumsal değerler ya da ticari çalışma açıklamaları.
Ayrıca, kabul tarihi, bu açıklamaların geçerli olduğu ülkeler ve
kuruluşlar, ve bu açıklamalara ilişkin performansı belirtilebilir;
b) Risk yönetimi ve yasalara uyulması konusundaki sistemler, ve ticari
çalışma açıklamaları ya da kuralları ile ilgili bilgiler;
c) Çalışanlar ve diger paydaşlar ile ilişkiler hakkındaki bilgiler.
IV. İstihdam ve İşçi-İşveren İlişkileri
Yürürlükteki yasa, yönetmelik ve cari işçi-işveren ilişkileri ve
istihdam politikaları çerçevesinde, işletmeler:
133
1. a) Çalışanlarının sendikalar ve diger gerçek işçi temsilcileri
tarafından temsil edilme hakkına saygı göstermeli, ve çalışma
koşulları üzerinde anlaşmaya varılması amacıyla bu temsilcilerle
bireysel olarak ya da işveren sendikaları aracılıgıyla yapıcı
görüşmelergerçekleştirmelidir;
b) Çocuk emeginin kullanılmasına kesinlikle son verilmesine katkıda
bulunmalıdır;
c) Zoraki ya da zorunlu çalışmanın bütün biçimleriyle ortadan
kaldırılmasına katkıda bulunmalıdır;
d) Çalışanların özelliklerine göre farklı uygulamaların özel olarak
istihdamda daha fazla fırsat eşitligini teşvik edici yerleşik devlet
politikalarını desteklemesi ya da bir işin dogal koşulları ile ilgili
olması dışında, istihdam ya da meslek bakımından çalışanlarına karşı
ırk, renk, cinsiyet, din, politik görüş, ulusal ya da sosyal köken gibi
gerekçelerle ayrımcılık yapmamalıdır.
2. a) Işçi temsilcilerine toplu sözleşmelerin etkin bir biçimde
hazırlanmasına yardımcı olmak için gerekli olabilecek olanakları
saglamalıdır;
b) Işçi temsilcilerine çalışma koşulları üzerinde anlamlı görüşmeler
yapılması için gerekli bilgileri vermelidir;
c) Karşılıklı ilgi duyulan konularda işverenler ile işçiler ve temsilcileri
arasında danışma ve işbirligini teşvik etmelidir.
3. Çalışanlara ve temsilcilerine kuruluşun ya da, duruma göre, bir
bütün olarak işletmenin performansı hakkında tam ve dogru bir fikir
edinmelerini saglayacak şekilde bilgi vermelidir.
4. a) Istihdam ve işçi-işveren ilişkileri konusunda ev sahibi ülkedeki
benzer işverenler tarafından uygulananlardan daha az elverişli
olmayan standartlar uygulamalıdır;
b) Faaliyetlerinde işçi sağlığı ve işyeri güvenliğini sağlamak amacıyla
yeterli önlemler almalıdır.
5. Faaliyetlerinde, uygulanması mümkün olan en geniş ölçekte, yerli
personel istihdam edip, beceri düzeylerinin geliştirilmesi amacıyla işçi
134
Ekler
temsilcileriyle ve, duruma göre, ilgili resmi makamlarla işbirliği
içinde eğitim sağlamalıdır.
6. Faaliyetlerinde, özellikle toplu tenkis at ya da işten çıkarmaların
uygulandığı bir kuruluşun kapanması halinde olduğu gibi,
çalışanlarının geçim durumu üzerinde büyük etkileri olacak
değişiklikler yapılması düşünüldüğünde, işçi temsilcilerine ve, duruma
göre, ilgili resmi makamlara makul bir süre önceden bildirimde
bulunmalı, ve olumsuz sonuçların elden geldiğince hafifletilmesi
amacıyla işçi temsilcileri ve ilgili devlet makamlarıyla işbirliği
yapmalıdır. Her bir durumun özel koşulları ışığında, böylesi bir
bildirimi yönetimin kesin bir karar verilmeden önce yapması uygun
olacaktır. Böylesi kararların sonuçlarının hafifletilmesine yönelik
anlamlı bir işbirliği gerçekleştirilebilmesi için başka yollara da
başvurulabilir.
7. Çalışma koşulları hakkında işçi temsilcileriyle yapılan iyi niyetli
görüşmeler çerçevesinde, ya da çalışanlar örgütlenme haklarını
kullandıklarında, faaliyet biriminin tümünü ya da bir bölümünü ilgili
ülkeden taşıma tehdidinde bulunmamalı ya da bu görüşmeleri adil
olmayan bir biçimde etkilemek ya da örgütlenme hakkının
kullanılmasına engel olmak için işletme bünyesindeki diğer ülkelerde
bulunan kuruluşlardan personel transferi yapmamalıdır.
8. Çalışanlarının yetkili temsilcilerinin toplu sözleşme görüşmelerinde
bulunmalarına ya da personel-yönetim ilişkileri konularında
görüşmeler yapmalarına olanaklar sağlamalı, ve tarafların karşılıklı
ilgi alanlarında bu konularda kararlar almaya yetkili yönetim
temsilcileriyle danışmalarda bulunmalarına izin vermelidir.
V. Çevre
İşletmeler, faaliyette bulundukları ülkelerdeki yasa, yönetmelik ve
idari uygulamalar çerçevesinde, ve ilgili uluslararası anlaşma, ilke,
amaç ve standartları dikkate alarak, çevreyi, kamu sağlığı ve
güvenliğini koruma, ve genel olarak faaliyetlerini daha genel
sürdürülebilir kalkınma amacına katkıda bulunacak şekilde
gerçekleştirme gereğini hesaba katmalıdır. Özel olarak, işletmeler:
1. Aşağıdaki unsurları kapsayan ve işletmeye uygun bir çevre yönetim
sistemi oluşturup sürdürmelidir:
135
a) Faaliyetlerinin çevre, sağlık ve güvenlik bakımından etkileri
hakkında yeterli ve zamanında bilgi toplanıp değerlendirilmesi;
b) Çevre konusunda daha iyi bir performans için ölçülebilir amaçların
ve, duruma göre, hedeflerin konması ve bu amaçların geçerliliğinin
devamının düzenli aralıklarla olarak gözden geçirilmesi; ve
c) Çevre, sağlık ve güvenlik amaçları ya da hedefleri doğrultusunda
sağlanan ilerlemenin düzenli izlenmesi ve kontrol edilmesi.
2. Maliyet, ticari sır ve fikir eserleri mülkiyet haklarının korunması ile
ilgili kaygıları hesaba katarak:
a) Çevre konusundaki performansın iyileştirilmesinde sağlanan
ilerlemenin bildirilmesini de kapsayabilecek şekilde, işletmenin çevre,
sağlık ve güvenlik bakımından potansiyel etkileri hakkında
kamuoyuna ve çalışanlara, yeterli ve zamanında bilgi vermelidir; ve
b) İşletmenin çevre, sağlık ve güvenlik politikalarından ve bunların
uygulanmasından Doğrudan etkilenen topluluklarla yeterli ve
zamanında iletişim ve danışma gerçekleştirmelidir.
3. İşletmenin işlem, mal ve hizmetlerinin bütün ömürleri boyunca
çevre, sağlık ve güvenlik bakımlarından öngörülebilir etkilerini
değerlendirmeli, ve karar alma sürecinde dikkate almalıdır. Düşünülen
bu faaliyetlerin çevre, sağlık ve güvenlik bakımından önemli etkileri
olabilecekse, ve bunlar yetkili merci kararına tabi ise, çevre etkileri
üzerine uygun bir değerlendirme hazırlamalıdır.
4. Risklerin bilimsel ve teknik olarak kavranmasına uygun olarak, ve
çevreye ciddi zarar verme tehlikeleri bulunduğunda, ayrıca insan
sağlığı ve güvenliğini de hesaba katarak, tam bir bilimsel kesinlik
bulunmamasını bu zararın önlenmesi ya da en aza indirilmesine dönük
ve maliyet yönünden etkin önlemlerin ertelenmesi için gerekçe olarak
kullanmamalıdır.
5. Çevre ve sağlık konusunda, kazalar ve acil durumlar dahil,
faaliyetlerinden kaynaklanan ciddi zararların önlenmesi, hafifletilmesi
ve kontrol altına alınması için ihtiyat planlarını; ve yetkili mercilere
hemen bildirim için mekanizmaları hazır bulundurmalıdır.
136
Ekler
6. Kurumsal çevre performansını sürekli iyileştirmeye çalışmalı ve
bunun için, duruma göre, Aşağıdaki gibi çalışmaları teşvik etmelidir:
a) İşletmenin en iyi performans sahibi kısmındaki çevre
performansıyla ilgili standartları yansıtan teknoloji ve çalışma
usullerinin işletmenin bütün kısımlarında benimsenmesi;
b) Çevre üzerinde istenmeyen etkileri olmayan; düşünülen
kullanımları güvenli olan; enerji ve doğal kaynakların tüketiminde
verimli olan; yeniden kullanılabilen, geri dönüşümü mümkün olan ya
da güvenli bir şekilde ortadan kaldırılabilen ürün ya da hizmetlerin
geliştirilip sunulması;
c) İşletmenin ürün ve hizmetlerinin kullanılmasının çevre üzerindeki
etkileri konusunda müşterilerin bilinç düzeyinin arttırılmasının
desteklenmesi; ve
d) Uzun vadede işletmenin çevre performansını iyileştirme yollarının
araştırılması.
7. Çalışanlara, çevresel etkileri değerlendirme usulleri, halkla ilişkiler
ve çevre teknolojileri gibi
daha genel çevre yönetim alanlarının yanı sıra, tehlikeli maddelerin
kullanımı ve çevre kazalarının önlenmesi dahil, çevre sağlığı ve
güvenlik konularında yeterli eğitim ve kurslar vermelidir.
8. Çevre açısından anlamlı ve ekonomik açıdan verimli bir kamu
politikasının geliştirilmesine, örneğin çevre bilincini ve çevrenin
korunmasını arttıracak ortaklıklar ya da girişimler aracılığıyla, katkıda
bulunmalıdır.
VI. Rüşvetle Mücadele
İşletmeler, iş ya da başka bir usulsüz avantaj elde etmek ya da devam
ettirmek amacıyla, Doğrudan ya da dolaylı olarak, rüşvet ya da başka
bir haksız avantaj teklif, vaat ya da talep etmemelidir. Özel olarak,
işletmeler:
1. Kamu görevlilerine ya da iş ortaklarının çalışanlarına sözleşme
bedelinin herhangi bir kısmını ödemeyi teklif etmemeli, ve de böylesi
taleplere boyun eğmemelidir. Kamu görevlilerine, iş ortaklarının
çalışanlarına ya da bunların akrabalarına veya iş ortaklarına ödeme
137
katalize etmenin bir yolu olarak taşeronluk sözleşmeleri, siparişler ya
da danışmanlık sözleşmeleri yapmamalıdır.
2. Aracılık ücretlerinin uygun ve yalnızca meşru hizmetler karşılığında
olmasını sağlamalıdır. Duruma göre, kamu kuruluşları ve devlet
işletmeleriyle olan işlerle ilgili olarak çalıştırılan aracıların bir listesi
tutulmalı ve yetkili mercilerin bilgisine açık olmalıdır.
3. Rüşvet ve haraca karşı mücadelede faaliyetlerinin saydamlığını
arttırmalıdır. Önlemlerden bazıları, rüşvet ve haraca karşı kamuoyu
önünde taahhütlerde bulunulması, ve bu taahhütlerin yerine getirilmesi
için şirketin benimsediği yönetim sistemlerinin açıklanması olabilir.
İşletme, ayrıca rüşvet ve haraca karşı mücadelede kamuoyunun
bilinçli olmasının ve işbirliği yapmasının teşvik edilmesi açısından,
kamuoyu ile diyalogu ve açıklığı da arttırmalıdır.
4. Çalışanların rüşvet ve haraca karşı bilinçli olmalarını ve şirket
politikalarına uymalarını, bu politikaların uygun bir şekilde
yaygınlaştırılması, eğitim programları ve disiplin işlemleri aracılığıyla
teşvik etmelidir.
5. Rüşvet ve yolsuzluk uygulamalarını caydırıcı yönetim kontrol
sistemleri benimsemeli, ve “kayıt dışı” ya da gizli hesapların açılması
ya da ilgili işlemleri doğru ve dürüst bir şekilde yansıtmayan belgeler
hazırlanmasını önleyici maliye, vergi muhasebe ve denetleme
uygulamaları benimsemelidir.
6. Kamu görevlerine aday olanlara ya da siyasi partilere ya da başka
politik kuruluşlara yasadışı bağışlar yapmamalıdır. bağışlar,
kamuoyuna açıklama koşullarına uygun olmalı ve üst yönetime
bildirilmelidir.
VII. Tüketici Çıkarları
İşletmeler, tüketicilerle ilişkilerinde adil ticaret, pazarlama ve reklam
uygulamalarına uygun hareket etmeli ve sundukları mal ya da
hizmetlerin güvenli ve kaliteli olmasını sağlamak için makul bütün
önlemleri almalıdır. Özel olarak:
1. Sundukları mal ya da hizmetlerin tüketici sağlık ve güvenliği
konusunda, sağlık uyarıları ve ürün güvenlik ve bilgi etiketleri dahil,
138
Ekler
kabul edilen ya da yasal olarak istenen bütün standartlara uygun
olmasını sağlamalıdır.
2. Mal ya da hizmetlere uygun olarak, bunların içindekiler, güvenli
kullanımı, bakımı, saklanması ve atılmasına ilişkin, tüketicilerin
bilinçli kararlar alabilmelerini sağlamaya yeterli, doğru ve açık bilgiler
vermelidir.
3. Tüketici şikayetlerinin ele alınmasına ilişkin saydam ve etkin
usuller koymalı ve tüketici uyuşmazlıklarının gereksiz masraf ya da
külfete girmeksizin adil ve zamanında çözüme kavuşturulmasına
katkıda bulunmalıdır.
4. Aldatıcı, yanıltıcı, hileli ya da haksız açıklamalarda ya da
atlamalarda ya da bu nitelikte başka uygulamalarda bulunmamalıdır.
5. Tüketicilerin mahremiyetine saygı göstermeli ve kişisel bilgilerinin
korunmasını sağlamalıdır.
6. Ürünlerinin tüketilmesi ya da kullanılmasından kaynaklanan, kamu
sağlığı ve güvenliğine yönelik ciddi tehlikelerin önlenmesi ya da
ortadan kaldırılmasında resmi makamlarla tam ve saydam bir şekilde
işbirliği yapmalıdır.
VIII. Bilim ve Teknoloji
İşletmeler:
1. Faaliyetlerinin faaliyette bulundukları ülkelerin bilim ve teknoloji
politikalarına ve planlarına uygun olmasını ve duruma göre yerli ve
ulusal yaratıcılık kapasitesinin gelişmesine katkıdabulunmasını
saglamalıdır.
2. Ticari faaliyetleri sırasında uygulanabildigi takdirde, fikir eserleri
mülkiyet haklarının korunmasına gereken dikkati göstererek, knowhow ve teknolojilerin aktarılmasına ve hızla yaygınlaşmasına olanak
veren uygulamalar benimsemelidir.
3. Uygun oldugu takdirde ve ticari gereksinimleri de hesaba katarak,
Bilim ve Teknoloji görevlerinde ev sahibi ülke personeli çalıştırıp
bunların egitiminin teşvik edilmesinin yanı sıra, iç pazar
gereksinimlerini karşılamak üzere ev sahibi ülkelerde bilim ve
teknoloji geliştirme çalışmaları yapmalıdır.
139
4. Fikir eserleri mülkiyet haklarının kullanımı için lisanslar verirken
ya da başka şekilde teknoloji transferi gerçekleştirirken, bunu makul
koşullarda ve ev sahibi ülkenin uzun vadeli kalkınma perspektiflerine
katkıda bulunacak bir şekilde yapmalıdır.
5. Ticari amaçlara uygun olduğu takdirde, yerel üniversiteler ve kamu
araştırma kurumları ile ilişkiler geliştirmeli, ve yerli sanayi ya da
sanayi kuruluşları ile işbirliği içinde araştırma projelerinde yer
almalıdır.
IX. Rekabet
İşletmeler, yürürlükteki yasa ve yönetmelikler çerçevesinde,
faaliyetlerini rekabetçi bir tarzda yürütmelidir. Özel olarak, işletmeler:
1. Aşağıdakiler gibi amaçlarla rakipler arasında rekabeti ortadan
kaldırıcı anlaşmalara girmekten ya da uygulamaktan kaçınmalıdır:
a)
Fiyatları sabitlemek;
b) Şike teklifler (danışıklı ihaleler) yapmak;
c)
Üretim kısıtlamaları ya da kotalar koymak; ya da
d) Müşterileri, tedarikçileri, bölgeleri ya da ticaret dallarını tahsis
ederek pazarları paylaşmak ya da bölüşmek.
2. Kendi payına ekonomilerinin rekabeti ortadan kaldırıcı faaliyetten
dolayı zarar görmesi muhtemel olan idari birimlerin rekabet
yasalarının uygulanabilirligini hesaba katarak, bütün faaliyetlerini
yürürlükteki bütün rekabet yasalarına uygun şekilde yürütmelidir.
3. Bu idari birimlerin rekabet kurullarıyla, diger şeylerin yanı sıra ve
yürürlükteki yasalara ve uygun güvencelere tabi olarak, bilgi
taleplerini mümkün olan en hızlı ve eksiksiz bir şekilde yerine
getirerek işbirligi yapmalıdır.
4. Çalışanların yürürlükteki bütün rekabet yasa ve politikalarına
uyulmasının öneminin bilincinde olmalarını teşvik etmelidir.
140
Ekler
X. Vergilendirme
Işletmelerin vergi yükümlülüklerini zamanında ödeyerek ev sahibi
ülkelerin kamu maliyesine katkıda bulunması önemlidir. Özel olarak,
işletmeler, faaliyette bulundukları bütün ülkelerdeki vergi yasa ve
yönetmeliklerine uymalı, ve bu yasa ve yönetmeliklerin özüne ve
sözüne uygun hareket etmek için her türlü çabayı göstermelidir.
Faaliyetleriyle ilgili olarak tahakkuk eden vergilerin dogru olarak
tespit edilmesi için gerekli bilgilerin ilgili makamlara verilmesi ve
transfer fiyatlandırma uygulamalarında dirsek mesafesi ilkesine
uyulması, buna dahil edilebilir.
UYGULAMA USULLERİ
OECD KONSEYİ’NİN OECD ÇOKULUSLU İŞLETMELER
GENEL İLKELERİ HAKKINDAKİ KARARI
Haziran 2000
KONSEY,
14 Aralık 1960 tarihli Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü
Sözleşmesini dikkate alarak;
İmzacı ülkelerin devletlerinin (“imzacı ülkeler”) topraklarında ya da
topraklarından faaliyet gösteren çokuluslu işletmelere Çokuluslu
İşletmeler Genel İlkeleri (“Genel İlkeler”) uyulmasını ortak olarak
tavsiye ettikleri OECD Uluslararası Yatarımlar ve Çokuluslu
İşletmeler Bildirgesini (“Bildirge”) dikkate alarak;
Çokuluslu işletmelerin faaliyetleri dünya çapında olduğundan,
Bildirge ile ilgili konularda uluslararası işbirliginin bütün ülkeleri
kapsaması gerektiğini kabul ederek;
Başta Bildirge [C(84)171(Nihai), C/M(95)21 ile yenilenmiş] ile ilgili
sorumluluklarına ilişkin olmak üzere, Uluslararası Yatırımlar ve
Çokuluslu İşletmeler Komitesinin Görev Talimatnamesini dikkate
alarak;
141
1976 Bildirgesi Birinci Gözden Geçirme Raporunu [C(79)102(Nihai)],
Bildirge İkinci Gözden Geçirme Raporunu [C/MIN(84)5(Nihai)],
Bildirge 1991 Gözden Geçirme Raporunu [DAFFE/IME(91)23], ve
Genel İlkeler 2000 Gözden Geçirme Raporunu [C(2000)96] göz
önünde bulundurarak;
Konseyin 1984 Haziran İkinci Gözden Geçirilmiş Kararını [C(84)90],
Haziran 1991 değişiklikleri [C/MIN(91)7/ANN1] ile birlikte dikkate
alarak;
Bu
Genel
İlkelerin
kapsadığı
konularda
danışmaların
gerçekleşebileceği usullerin geliştirilmesinin ve Genel İlkelerin
etkinliğinin arttırılmasının iyi olacağını düşünerek;
Uluslararası Yatırımlar ve Çokuluslu İşletmeler Komitesinin önerisi
üzerine:
Konseyin 1984 Haziran İkinci Gözden Geçirilmiş Kararını [C(84)90],
Haziran 1991 değişiklikleri [C/MIN(91)7/ANN1] ile birlikte kaldırıp
bunun yerine aşağıdaki metni kabul etmeye karar verir.
I. Ulusal Başvuru Noktaları
1. Imzacı ülkeler, tanıtım çalışmalarını üstlenmek, bilgi başvurularını
yanıtlamak, ve ekteki usule ilişkin açıklama hesaba katılarak Genel
Ilkelerin kapsadıgı bütün konularda ilgili taraflarla bu baglamda
ortaya
çıkabilecek
sorunların
çözümlenmesine
katkıda
bulunabilmelerine dönük tartışmalar için Ulusal Başvuru Noktaları
kuracaktır. Iş dünyası, işçi kuruluşları, ve diger ilgili taraflar bu
olanakların mevcudiyetinden haberdar edilecektir.
2. Farklı ülkelerdeki Ulusal Başvuru Noktaları gerektiginde
çalışmalarına ilişkin Genel Ilkelerle ilgili konularda işbirligi
yapacaktır. Genel usul olarak, ulusal düzeydeki tartışmalara diger
Ulusal Başvuru Noktalarıyla ilişkilere geçmeden önce başlanmalıdır.
3. Ulusal Başvuru Noktaları yılda bir kez toplanarak deneyim
alışverişinde bulunacak ve Uluslararası Yatırımlar ve Çokuluslu
Işletmeler Komitesine rapor sunacaktır.
142
Ekler
II. Uluslararası Yatırımlar ve Çokuluslu İşletmeler Komitesi
1. Uluslararası Yatırımlar ve Çokuluslu Işletmeler Komitesi (“CIME”
ya da “Komite”) düzenli aralıklarla ya da imzacı ülkelerden birinin
talebi üzerine Genel Ilkelerin kapsadıgı konularda görüş alışverişinde
ve bunların uygulanmasında elde edilen deneyim alışverişinde
bulunacaktır.
2. Komite, düzenli aralıklarla, diger sivil toplum kuruluşlarının yanı
sıra, OECD Iş ve Sanayi Danışma Komitesi (BIAC) ile OECD
Sendika Danışma Komitesini (TUAC) (“danışma organları”) Genel
Ilkelerin kapsadıgı konularda görüş bildirmeye davet edecektir.
Ayrıca, bu konularda danışma organlarıyla görüş alışverişleri onların
talebi üzerine de gerçekleştirilebilir.
3. Komite, Genel Ilkelerin kapsadıgı konularda imzacı olmayan
ülkelerin temsilcileri ile görüş alışverişlerinde bulunmaya karar
verebilir.
4. Komite, Genel Ilkelerin açıklıga kavuşturulmasından sorumlu
olacaktır. Açıklıga kavuşturma, talep üzerine yapılacaktır. Dilerse, bir
işletmeye çıkarlarını ilgilendiren ve Genel Ilkeler ile ilgili konularda
görüşlerini sözlü ya da yazılı olarak belirtme fırsatı tanınacaktır.
Komite, tek tek işletmelerin faaliyetleri hakkında sonuçlara
varmayacaktır.
5. Komite, Genel Ilkelerin etkinliginin arttırılması açısından Ulusal
Başvuru Noktalarının çalışmaları hakkında görüş alışverişleri
gerçekleştirecektir.
6. Komite tarafından Genel Ilkelerin etkin bir şekilde
uygulanmasındaki sorumlulukları yerine getirilirken, ekteki usule
ilişkin açıklama da gereken şekilde hesaba katılacaktır.
7. Komite, düzenli aralıklarla Genel Ilkelerin kapsadıgı konularda
Konseye rapor sunacaktır. Komite, raporlarında Ulusal Başvuru
Noktalarının raporlarını, danışma organlarının dile getirdigi görüşleri,
ve duruma göre diger sivil toplum kuruluşlarının ve imzacı olmayan
ülkelerin görüşlerini hesaba katacaktır.
143
III. Kararın Gözden Geçirilmesi
Bu karar düzenli aralıklarla gözden geçirilecektir. Komite, bu amaçla
önerilerde bulunacaktır.
Usule Ilişkin Açıklama
I. Ulusal Başvuru Noktaları
Ulusal Başvuru Noktalarının (NCP) görevi, Genel Ilkelerin etkinligini
arttırmaktır. NCP’ler, işlevsel eşdegerlilik amacı güdülerek,
görülebilirlik, ulaşılabilirlik, saydamlık ve hesap verebilirlik
şeklindeki temel ölçütlere uygun olarak faaliyet gösterecektir.
A. Kurumsal Düzenlemeler
Işlevsel eşdegerlilik amacına uygun olarak, imzacı ülkeler, iş
dünyasından, işçi kuruluşlarından ve sivil toplum kuruluşlarının yer
aldıgı diger ilgili taraflardan oluşan sosyal ortakların aktif destegini
kazanmaya çalışarak, kendi NCP’lerinin organizasyonunun
gerçekleştirilmesinde esneklige sahiptir.
Buna göre, Ulusal Başvuru Noktası:
1. Üst düzey bir devlet görevlisi ya da üst düzey bir görevlinin
başkanlık ettigi bir devletkuruluşu olabilir. Alternatif olarak, Ulusal
Başvuru Noktasının organizasyonu, diger devlet kuruluşlarının
temsilcilerinin
yer aldıgı bir işbirligi organı
şeklinde
gerçekleştirilebilir. Iş dünyasının, işçi kuruluşlarının ve diger ilgili
tarafların temsilcileri de dahil edilebilir.
2. İş dünyasının, işçi kuruluşlarının ve diğer ilgili tarafların
temsilcileriyle Genel İlkelerin etkin bir işlev görmesine katkıda
bulunabilecek ilişkiler geliştirip sürdürecektir.
B. Bilgi ve Tanıtım
Ulusal Başvuru Noktaları:
1. Genel İlkeleri, internet yoluyla bilgilendirme dahil, uygun
yöntemlerle tanıtacak ve ulusal dillerde dağıtıma sunacaktır. Genel
İlkeler (gerek içe dönük, gerekse dışa yönelik olarak) yatırımcı
adaylarına uygun şekillerde tanıtılmalıdır.
144
Ekler
2. Duruma göre, iş dünyası, işçi kuruluşları, diğer sivil toplum
kuruluşları, ve ilgili kamuoyu ile işbirliği yoluyla dahil olmak üzere,
Genel İlkeler hakkında daha fazla bilgi sahibi olunmasını
sağlayacaktır.
3. Genel İlkeler hakkında aşağıdaki yerlerden gelen bilgi başvurularını
yanıtlayacaktır:
(a) Diğer Ulusal Başvuru Noktaları;
(b) İş dünyası, işçi kuruluşları, diğer sivil toplum kuruluşları ve
kamuoyu; ve
(c) İmzacı olmayan ülkelerin devletleri.
C. Somut Durumlarda Uygulama
NCP, Genel İlkelerin somut durumlarda uygulanmasına ilişkin olarak
ortaya çıkan sorunların çözümüne katkıda bulunacaktır. NCP,
gündeme getirilen sorunların etkin bir şekilde, zamanında ve
yürürlükteki yasalara uygun olarak çözüme kavuşturulması için iş
dünyası, işçi kuruluşları ve diğer ilgili taraflara yardımcı olup bir
tartışma forumu sağlayacaktır. Bu yardımı sunarken, NCP:
1. Gündeme getirilen konuların soruşturulmasının gerekip
gerekmediğine dair bir ilk değerlendirme yaparak bunları gündeme
getiren tarafa ya da taraflara yanıt verecektir.
2. Gündeme getirilen konuların soruşturulması gerektiğinde, tarafların
sorunları çözüme kavuşturmalarına yardımcı olmak üzere aracılık
yapacaktır. Bu amaçla, NCP bu taraflara danışacak ve duruma göre:
(a) İlgili yetkililerden ve/ya da iş dünyasının, işçi kuruluşlarının, diğer
sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinden ve ilgili uzmanlardan bilgi
alacaktır;
(b) İlgili diğer ülke ya da ülkelerdeki Ulusal Başvuru Noktasına
danışacaktır;
(c) Genel İlkelerin söz konusu koşullardaki yorumu hakkında kuşkuya
düştüğü takdirde CIME’den açıklama isteyecektir;
145
(d) Sorunların aşılmasına yardımcı olmak için, uzlaştırma ya da
arabuluculuk gibi, mutabakata yönelik dostane yöntemler önerecek ve
ilgili tarafların rızası ile, bu yöntemlerin kullanılmasına yardımcı
olacaktır.
3. İlgili taraflar gündeme getirilen konularda anlaşma
sağlayamadıkları takdirde, Genel İlkelerin uygulanmasına dair bir
açıklama yayınlayıp duruma göre tavsiyelerde bulunacaktır.
4.
(a) Gündeme getirilen konuların çözüme kavuşturulmasına
yardımcı olmak için, hassas ticari ve diğer bilgileri korumak amacıyla
uygun önlemler alacaktır. 2. paragraf kapsamındaki usuller
uygulanırken soruşturmanın gizliliği korunacaktır. Usule ilişkin
işlemler bittikten sonra, gündeme getirilen konuların çözüme
kavuşturulmasında taraflar aralarında anlaşma sağlayamadıkları
takdirde, bu konuları açıklamakta ve tartışmakta özgürdürler. Ancak,
soruşturma sırasında ilgili diğer bir tarafın açıkladığı bilgi ve görüşler,
diğer taraf bunların açıklanmasını kabul etmedikçe, gizli kalacaktır.
(b) Genel İlkelerin etkin bir şekilde uygulanması açısından en iyisinin
gizliliğin korunması olduğu durumlar dışında, ilgili taraflara
danıştıktan sonra, bu usullerin sonuçlarını kamuoyunun bilgisine
sunacaktır.
5. İmzacı olmayan ülkelerde sorunlar ortaya çıktığı takdirde, söz
konusu sorunların daha iyi anlaşılması için adımlar atacak, duruma
göre ve uygulanabildiği ölçüde bu usulleri uygulayacaktır.
D. Rapor
1. Bütün Ulusal Başvuru Noktaları yılda bir Komiteye rapor
sunacaktır.
2. Raporlar, somut durumlardaki uygulama çalışmaları dahil olmak
üzere, Ulusal Başvuru Noktasının çalışmalarının niteliği ve sonuçları
hakkında bilgiler içermelidir.
II. Uluslararası Yatırımlar ve Çokuluslu İşletmeler Komitesi
1. Komite, sorumluluklarını zamanında ve verimli bir şekilde yerine
getirecektir.
146
Ekler
2. Komite, Genel İlkelerin somut koşullarda yorumlanmasında
kuşkuya düşülmesi dahil, NCP’lerin çalışmalarının yürütülmesinde
yardım taleplerini değerlendirecektir.
3. Komite:
(a) NCP’lerin raporlarını değerlendirecektir.
(b) İmzacı bir ülke ya da danışma organı tarafından, bir NCP’nin
somut olayların gereğinin yapılmasına ilişkin sorumluluklarını yerine
getirip getirmediğine dair yapılan ve kanıtlarla desteklenen bir
başvuruyu değerlendirecektir.
(c) İmzacı bir ülke ya da danışma organı tarafından, bir NCP’nin
somut olaylarda Genel İlkeleri doğru yorumlayıp yorumlamadığına
dair yapılan ve kanıtlarla desteklenen bir başvuru olduğunda, açıklığa
kavuşturma açıklamasında bulunmayı değerlendirecektir.
(d) Gerektiğinde, Genel İlkelerin etkin bir şekilde uygulanmasının ve
NCP’lerin çalışmasının iyileştirilmesine yönelik tavsiyelerde
bulunacaktır.
4. Komite, Genel İlkelerin kapsadığı her türlü konuda bilirkişilerden
görüş almak isteyip bu görüşleri değerlendirebilir. Komite, bu amaca
yönelik olarak, uygun usulleri kararlaştıracaktır.
OECD ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER REHBERİ
Rehber ilk kez 1976 yılında çok uluslu şirketlerin güçlenmesi
nedeniyle toplumda oluşan endişeler neticesinde benimsenmiştir.
Endişeleri gidermek için BM’de Uluslararası Şirket Davranışları
konusunda bağlayıcı bir yasa oluşturmak için görüşmelere
başlanılmıştır.
Aynı dönemde Uluslararası İşçi Örgütü (ILO) söz konusu yasanın
işçilere yönelik bölümünü müzakere etmeye başlamıştır. ILO’nun
1977 yılında kararlaştırdığı istihdam, eğitim, çalışma koşulları ve
endüstriyel ilişkileri kapsayan Çok Uluslu Şirketler ve Sosyal
Politikalar Hakkındaki Prensiplerle ilgili Üçlü Deklarasyonu bağlayıcı
olmayan bir araç olarak süregelmektedir. OECD, Çok Uluslu Şirketler
Rehberi’ni 1976’da müzakere ederek kabul etmiştir.
147
OECD Çok Uluslu Şirketler Rehberi, kurumsal faaliyetlerin sosyal
sorumluluk çerçevesinde yürütülmesini sağlamak için çok uluslu
kuruluşlara yapılan tavsiyelerdir. Rehbere uymayı 30 OECD üyesi
ülke ile Arjantin, Brezilya, Şili, Estonya, Litvanya, Slovenya, İsrail ve
Letonya kabul etmiştir. Rehberdeki tavsiyeler, asıl olarak Rehber’e
uyan ülkelerde bulunan kuruluşlara yönelik olmakla beraber,
işletmelerin dünya çapındaki faaliyetlerine de uygulanmaktadır.
Mevcut kanunlar çerçevesinde, faaliyetlerini sosyal sorumlulukla
yürüten iş çevrelerine yönelik gönüllü prensip ve standartları içeren
Rehber, bu kuruluşların faaliyetlerinin hükümet politikalarıyla
uyumunun sağlanması, içerisinde faaliyette bulundukları toplum ile
kuruluşlar arasındaki karşılıklı güvenin güçlendirilmesi, yabancı
yatırımlar için uygun ortamın geliştirilerek çok uluslu kuruluşların
sürdürülebilir kalkınmaya katkısının artırılması amacını güder, rehber
yabancı menşeli şirketlere yönelik milli muamele; bu kuruluşlardan
istenen ve birbiriyle çelişen konuları önlemek veya azaltmak ve
uluslararası yatırımların teşviki ve engellenmesi gibi konuları da
içeren OECD Uluslararası Yatırımlar ve Çok Uluslu Şirketler
Deklarasyonunun bir parçasıdır.
Rehber şirket faaliyetlerinden kaynaklanan problemleri çözmeyi
hedefleyen devletlerce müzakere edilerek, çok taraflı olarak
onaylanmış açıklayıcı kurallardan oluşmaktadır. Rehber, bu
devletlerin sorumlu kurumsal davranış hususundaki ortak görüşlerini
ifade etmektedir ve kuruluşların küresel faaliyetlerinde Rehber’in
içeriğine bağlı kalmaları umulmaktadır. Rehberin kanuni anlamda
bağlayıcılığı olmamasına karşın, şirketler Rehber’den istedikleri
hükümleri kabul edip diğerlerini etmeme veya kendilerine göre
yorumlama hakkına sahip değillerdir.
1.OECD Çok Uluslu Şirketler Rehberi, hükümetler tarafından çok
uluslu şirketlere yapılan tavsiyelerdir. Mevcut kanunlar çerçevesinde
faaliyetlerini sorumlu bir şekilde yürüten iş çevreleri için; gönüllü
prensip ve standartları içerir. Rehber, ulusal muamele, şirketlere
uygulanan çelişen şartlar ve uluslararası yatırımların teşviki ve
engellenmesi unsurlarını içeren OECD Uluslararası Yatırımlar ve Çok
Uluslu Şirketler Deklarasyonu’nun bir parçasıdır.
2.Uluslararası iş ilişkileri kapsamlı bir yapısal değişikliğe uğramıştır
ve Rehber bu değişiklikleri yansıtacak şekilde geliştirilmiştir.
148
Ekler
3.Çok uluslu şirketlerin yapısındaki hızlı evrim, doğrudan yabancı
yatırımların hızla büyüdüğü gelişen dünyadaki faaliyetlerine de
yansımaktadır.
4.Uluslararası ticaret ve yatırım yoluyla çok uluslu şirketlerin
faaliyetleri, OECD ekonomilerinin birbiriyle ve diğer ülkelerle
aralarındaki ilişkileri güçlendirmiş ve derinleştirmiştir. Dünyada
bölgeler arası teknoloji transferini ve yöresel koşulları yansıtan
teknolojilerin gelişmesini kolaylaştırmaktadır. Çok uluslu şirketler
formal eğitim ve meslek içi eğitim ile ev sahibi ülkelerde insan
kaynaklarının gelişmesini de teşvik ederler.
5.Ekonomik değişikliklerin niteliği, kapsamı ve hızı şirketler ve
hissedarları için yeni stratejik fırsatlar sunmaktadır. Çok uluslu
şirketlerin sürdürülebilir kalkınmayı destekleme kabiliyetleri, ticaret
ve yatırımların serbest, rekabetçi ve düzgün yönetilen piyasa şartları
altında yürütülmesi halinde hayli artmaktadır.
6.Günümüz rekabetçi baskıları yoğundur ve çok uluslu şirketler çeşitli
yasal, sosyal ve düzenleyici sınırlamalar ile karşılaşmaktadırlar. Bu
çerçevede bazı şirketler aksak rekabet standart ve esaslarını ihmal
etme eğilimi gösterebilirler. Bu tür davranışlar az da olsa çoğunluğun
itibarına halel getirebilir ve halkın endişelerini arttırabilir.
7.Rehber, şirket yönetimi konusunda hükümetlerin paylaştıkları
beklentilerini açıklamakta ve şirketlere bir referans noktası
sağlamaktadır. Böylece Rehber,
sorumlu işletme davranışını
tanımlamak ve uygulamak için girişilen şahsi gayretleri tamamlayacak
ve pekiştirecektir.
8.Ticari hayatı düzenleyecek politik çerçevenin ve uluslararası
hukukun desteklenmesi amacıyla hükümetler birbirleriyle ve diğer
ilgili çevrelerle iş birliği içerisinde olmalıdırlar.
9.OECD de uluslararası
bulunmaktadır.
politika
çerçevesinde
girişimlerde
10.Rehbere katılımcı ülkelerin ortak amacı çok uluslu şirketlerin
ekonomik, çevresel ve sosyal gelişmeye yapacakları olumlu katkıları
artırmak ve faaliyetlerinden doğabilecek sorunların asgariye
indirgenmesini teşvik etmektedir. Bu amaca yönelik çalışırken,
hükümetler kendilerinin aynı amaç için çalışan işveren ve işçi
149
sendikaları ile diğer sivil toplum örgütleriyle ortaklaşa hareket
ettiklerinin farkına varacaklardır.
Rehber’in Revize Edilmiş Son Şekli
Rehber ilk kez 1976 yılında çok uluslu şirketlerin güçlenmesi
nedeniyle toplumda oluşan endişeler neticesinde benimsenmiştir.
Endişeler, OECD ülkelerinde merkezleri bulunan çok uluslu
şirketlerin gelişmekte olan ülkelerdeki davranışlarına ilişkin olmuştur.
Endişeleri gidermek için BM’de Uluslararası Şirket Davranışları
konusunda bağlayıcı bir yasa oluşturmak için görüşmelere
başlanılmıştır.
Aynı dönemde, Uluslararası İşçi Örgütü (ILO) sözkonusu yasanın
işçilere yönelik bölümünü müzakere etmeye başlamıştır. ILO’nun
1977 yılında kararlaştırdığı istihdam, eğitim, çalışma koşulları ve
endüstriyel ilişkileri kapsayan Çok Uluslu Şirketler ve Sosyal
Politikalar Hakkındaki Prensiplerle ilgili Üçlü Deklarasyonu bağlayıcı
olmayan bir araç olarak süregelmektedir.
OECD, Çok Uluslu Şirketler Rehberi’ni 1976’da müzakere ederek
kabul etmiştir. ILO ve OECD’nin çalışmaları paralel, birbiriyle
uyumlu ve tamamlayıcıdır. Üçlü Deklarasyon işçilere ilişkin
konularda daha kapsamlı tavsiyeler içermekteyken, Rehber şirket
faaliyetlerini daha geniş şekilde kapsamaktadır.
Rehber’in sendikalar için faydası ve ilgisi açısından üç farklı dönem
vardır. “Aktif” dönem olarak adlandırılan ilk dönem başlangıçtan
1980 ortalarına kadardır. Bu dönemde sendikalar sıklıkla
hükümetlerin de desteğini alarak Rehber’e ilişkin tasvip edilemez
şirket davranışlarını içeren vakaları ortaya atmıştır. Bu vakaların
birçoğu sendikalar için faydalı sonuçlar doğurmuştur. Öne çıkarılan
birçok vaka, çok uluslu kuruluşların ve bunların yan kuruluşlarının
sendikalarla işbirliğinde pozitif bir tutum benimsemesi gerektiğini
göstermiştir.
1980 ortalarından başlayarak 1990’ların büyük kısmı boyunca süren
ikinci dönem “durgun” dönem olarak adlandırılabilir. Bu dönemde
gerçekleştirilen gözden geçirme neticesinde çevreye yönelik bir bölüm
ilave edilmesi dışında Rehber’de değişiklik yapılmamıştır. Rehberi
cüzi sayıdaki sendika ve hükümet ayakta tutmuştur. Bu dönemde,
devletler uluslararası şirketlerin yönetim biçimlerini geliştirmeye
150
Ekler
ilişkin problemlerden ziyade yatırım çekmek ve yatırım için rekabet
etmek üzerine odaklanmıştır. Şirketler Rehber’in farkına yeterince
varmamıştır.
1990’larda tedarik zincirinin gelişimi, üretim vardiyasındaki geniş
kaymalara bağlı susitimaller ve çocuk işçiler hususunda daha fazla
toplumsal bilinç oluşmuştur. Belirli firmalar olumsuz işçi ve insan
hakları ve çevreye yönelik uygulamalar nedeniyle kötü ün
kazanmıştır.
Üçüncü dönem olan “canlanma” dönemi, OECD’ye yapılan saldırılara
ve başarısızlıkla sonuçlanan Çok Taraflı Yatırım Anlaşması’nı (MAI)
müzakere etmiş olan hükümetlerin kredibilite kaybına bir tepkidir.
Kaybedilen kredibilitenin tekrar kazanılabilmesi için OECD 1998
yılında Rehber’in gözden geçirilmiş halini çıkarmıştır. Haziran
2000’de 30 OECD üyesi ülke ile Arjantin, Brezilya ve Şili yeni
Rehber’i ve geliştirilmiş uygulama prosedürlerini benimsemiştir. Bu
ülkelere daha sonra sırasıyla; Estonya (16 Eylül 2001), Litvanya (16
Eylül 2001), Slovenya (21 Ocak 2002), İsrail (18 Eylül 2002) ve son
olarak da Letonya (9 Ocak 2004) katılmıştır.
Bu üç dönemin ortak özelliği Rehber’in ne derecede uygulandığının
hükümetlerin istekliliği ile belirlenmiş olmasıdır. Hükümetler
Rehber’i ciddiye almadıkça çok az sayıda şirket bunu ciddiye
alacaktır.
Rehber’in gözden geçirilmesi önemli sonuçlar doğurmuş ve Rehber’in
potansiyel faydasını ve ilgili konulardaki kapsamını geliştirmiştir.
Rehber’deki yeni üslup, şirketlerin Rehber’e bağlı olmayan ülkeler de
dahil olmak üzere, nerede iş yaptıklarından bağımsız olarak
uygulanmasının hedeflendiğini açık hale getirmiştir. Bilgilerin
kamuoyuna açıklanması, rüşvet ve çevre ile ilgili gözden geçirilmiş
bölümler Rehber’i iyice geliştirmiştir. Uygulama sisteminin
güçlendirilmesi en önemli gelişmedir. Ulusal Temas Noktaları için
oluşturulan yeni Yöntem Kılavuzu, şirketlerin Rehber’i dikkate alıp
almadığından emin olma görevini devletlere vermektedir.
OECD’nin UTN’lerin performansını izleme rolü de genişletilmiştir.
Birçok hükümetin, gözden geçirilmiş Rehber’i uygulama
sorumluluğunu ciddi şekilde ele aldığı görülmektedir. Yeni UTN’ler
kurulurken, “durgun” durumda olanlar tekrar faal hale gelmiştir.
151
Şirketlerin Rehber’i dikkate almasını sağlamak için şirketlere telkinde
bulunmak hükümetlerin göreviyken, diğer yollar da faydalı olabilir.
Burada medyanın rolü önem kazanmaktadır. Çok uluslu şirketler
ünlerini lekeleyecek çocuk işçi çalıştırılması ile ilgili iddialar,
yolsuzluk suçlamaları veya çevre kirliliği gibi olumsuz yayınlara karşı
hassastır.
KAVRAMLAR VE ESASLAR
1. Rehber devletler tarafından ortak olarak çok uluslu şirketlere
yönelik olarak yapılan tavsiyelerdir. İlgili yasalarla tutarlı olmak üzere
örnek uygulama esaslarını ve ilkelerini içermektedir. Şirketlerin
Rehbere riayet etmeleri yasal bir zorunluluk olmayıp gönüllülük
esastır.
2.Çok uluslu şirketler dünya çapında faaliyet gösterdiği için, bu
alandaki uluslararası işbirliğinin tüm ulusları kapsayacak şekilde
genişletilmesi gerekmektedir.
3.Rehberin amaçları kapsamında çok uluslu kuruluşların hassas bir
tanımının yapılmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu tanım genelde
şirketleri yada birden daha fazla ülkede kurulmuş ve böylece
faaliyetlerini çeşitli yollarla koordine edebilen kuruluşları
kapsamaktadır. Ortaklar özel, kamu veya karma olabilir. Rehber, çok
uluslu kuruluşlar içerisindeki bütün birimlere (ana şirketler ve/veya
yerli kuruluşlar) tavsiye edilmiştir.
4.Rehber yerli ve uluslararası kuruluşlar arasında bir ayrıcalık getirme
amacına yönelik olmayıp, herkes için iyi işletme uygulamalarını
yansıtmaktadır. Buna göre, yerli ve uluslar arası kuruluşlar arasında
bir ayrıcalık getirme amacına yönelik olmayıp, herkes için iyi işletme
uygulamalarını yansıtmaktadır. Buna göre, yerli ve uluslar arası
şirketlerin Rehber ile ilişkili davranışları açısından farklılık
olmayacağı beklenmektedir.
5.Devletler, Rehbere mümkün olan en yaygın biçimde riayet
edilmesini teşvik etmeyi arzulamaktadır. Küçük ve orta ölçekli
şirketlerin uygulamada büyük şirketlerle aynı kapasiteye sahip
olamayacakları bilinmesine rağmen, katılımcı ülkeler yine de
Rehberdeki önerilerin en geniş biçimde uygulanmasını teşvik ederler.
152
Ekler
6.Katılımcı devletler Rehberi, ne korumacı ne de çok uluslu şirketlerin
kendi ülkelerinde yatırım yapması için karşılaştırmalı üstünlük
yaratmak amacıyla kullanmayacaklardır.
7.Çok uluslu teşebbüslerin çeşitli ülkelerde yerleşik kuruluşları bu
ülkelerde uygulanan yasalara tabidirler.
8.Katılımcı devletler, şirketlere eşit ve uluslararası yasalara ve
sözleşmeden doğan zorunluluklarına uyumlu şekilde muamele ederek
sorumluluklarını yerine getireceklerini beyan ederler.
GENEL POLİTİKALAR
Şirketler, faaliyette bulundukları ülkelerdeki mevcut politikaları göz
önünde bulundurmalı ve diğer çıkar gruplarının da görüşlerini dikkate
almalıdırlar.
Bu itibarla, kuruluşlar;
1.Sürdürülebilir kalkınmayı başarabilmek amacıyla ekonomik, sosyal
ve çevresel gelişmeye katkıda bulunacaklarıdır.
2.Bulundukları ülkenin uluslararası yükümlülükleri ve taahhütleriyle
uyumlu olarak yürüttükleri faaliyetlerden etkilenen insanların
haklarına saygı gösterecekledir.
3. Toplumdaki ticari eğilimde dahil olmak üzere yerel toplum ile
yakın ilişkide bulunarak, duyarlı ticari tecrübe gereksinimiyle tutarlı
olmak kaydıyla ve yabancı piyasalardaki faaliyetlerini de geliştirerek
yerli kapasitenin oluşturulmasını teşvik edeceklerdir.
4.Özellikle, istihdam olanakları yaratarak ve istihdam edilenler için
eğitim fırsatlarını artırarak insan kaynaklarının oluşumunu teşvik
edeceklerdir.
5.Çevre, sağlık, işçi, vergi, finansal teşvikler veya diğer konulardaki
yasa veya mevzuat çerçevesiyle bağdaşmayan muafiyetleri istemek
veya kabul etmekten kaçınacaklardır.
6.İyi şirket yönetimi prensiplerini destekleyecek, taraf olacaklar ve iyi
şirket yönetimi sergileyeceklerdir.
153
7.Kuruluşlar ile içerisinde faaliyette bulundukları toplumlar arasındaki
karşılıklı güven ilişkisini de ortak güveni besleyecek etkili kendi
kendini denetleme mekanizmaları ve idari sistemleri geliştirecek ve
uygulayacaklarıdır.
8.Eğitici programlarla da olmak üzere, şirket politikalarını uygun
şekillerde yaymak yoluyla, işçilerin şirket politikalarından haberdar
olmalarını ve uymalarını teşvik edeceklerdir.
9.Yasaya, Rehbere ya da şirket politikalarına aykırı davranışlarda
bulunduğu takdirde, şirket idaresine veya, uygun ise, ilgili kamu
idaresine tarafsız raporlar gönderen çalışanlar aleyhine ayrım veya
cezalandırma eyleminden kaçınacaklardır.
10.Uygulanabilir olması halinde, tedarikçi ve taşeronlar da dahil
olmak üzere iş ortakları Rehber’in şirket davranışlarıyla ilgili
prensiplerini uygulamayı teşvik edeceklerdir.
11.Yerel politik faaliyetler içerisinde uygunsuz bir şekilde yer
almaktan kaçınacaklardır.
Bilgilendirme
1.Şirketler, kendi faaliyetleri, yapıları, mali durumları ve
performansları hakkındaki bilgilerin zamanında, düzenli, güvenilir bir
şekilde ve yerinde açıklanmasını sağlayacaklardır. Şirketin
bilgilendirme politikası tabiatına, ölçeğine, yerleşim yerine, getireceği
maliyete, işletme sırları ve diğer rekabet kaygılarına göre
şekillendirilmelidir.
2.Şirketler bilgilerin açıklanması, muhasebe ve denetleme
konularında yüksek kalite standartları uygulayacaklardır. Şirketlerin,
bulundukları yerlerde çevre ve sosyal açıklamalar gibi mali olmayan
bilgiler içinde yüksek kalite standartlarını uygulamaları teşvik
edilmelidir.
3.Şirketler kendi isimlerini, ana firmanın ve bağlı kuruluşların yer,
yapı, isim, adres ve telefon no’larını, iştiraklerdeki yüzdelerini, kendi
aralarındaki iştirakler dahil bağlı kuruluşlardaki dolaylı ve dolaysız
yatırım durumunu gösteren temel bilgileri açıklayacaklardır.
154
Ekler
4.Şirketler aynı
açıklayacaklardır.
zamanda
aşağıdaki
maddi
bilgileri
de
a) Şirketlerin mali ve işletme sonuçları,
b) Şirketin hedefleri,
c) Esas pay sahipleri ve oy hakkı,
d) Kurul üyeleri, esas yöneticiler ve onların ücretleri,
e) Önceden görülebilen somut risk faktörleri,
f) İşçiler ve diğer çıkar gruplar hakkında somut bilgiler,
g) İdari yapı ve politikalar,
5.Teşebbüslerin aşağıdakileri kapsayacak ilave bilgileri vermeleri
teşvik edilmelidir:
a)Şirketin sosyal, etik ve çevre politikaları hakkında bilgiler ve
şirketin uyacağı diğer yönetim yasalarını da kapsayan kamuya
açıklanacak şirketin ilkelerini ve yönetim davranışları ile diğer
kararlarının alınma tarihi, bu kararları uygulayacak ülkeler ve alt
şirketler ve kararlarla ilişkili olarak performansları anlatılabilir.
b)Risk yönetimi hakkında bilgi ve yasalar, kararlar veya iş yönetimi
yasaları,
c)İşçiler ve diğer çıkar grupları arasındaki ilişki hakkında bilgiler.
İstihdam ve Sanayi İlişkileri
Yürürlükteki yasa, mevzuat ve işgücü ilişkileri ile istihdam
uygulamaları çerçevesinde şirketler:
1.a) Sendikalar tarafından temsil edilecek işçilerinin haklarına,
işçilerin diğer gerçek temsilciler tarafından temsil edilme haklarına
saygılı olacak ve bireysel ya da işveren birlikleri aracılığıyla istihdam
şartlarında iyileşme sağlama amacıyla yapıcı pazarlık içinde
bulunacaklardır.
155
b) Çocuk işçi kullanılmasının etkin olarak kaldırılmasına katkıda
bulunacaklardır.
c) Her türlü zorla ya da zorunlu istihdamın kaldırılmasına katkıda
bulunacaklardır.
d) Çalışanlarını istihdam ederken ya da iş verirken, işin gerekleri ile
ilgili olması hali ya da istihdam olanaklarında eşitliği özel olarak
geliştirmeyi hedefleyen oluşturulmuş devlet politikalarını destekleyici
türden seçici uygulamalar dışında; ırk, renk, cinsiyet, din, politik
görüş, etnik aidiyet- toplumsal kökene göre ayrıma tabi
tutmayacaklardır.
2. a) Gerekli olduğu takdirde, toplu sözleşmelerin etkili bir şekilde
tamamlanması için işçi temsilcilerine kolaylıklar tanıyacaklardır.
b) İstihdam şartları üzerinde yapılan müzakerelerin amacına
erişebilmesi için gerektiğinde işçi temsilcilerine bilgi sağlayacaktır.
c) Ortak anlayışı gerektiren sorunlar üzerinde işveren, işçi ve bunların
temsilcileri arasındaki istişare ve işbirliğini destekleyeceklerdir.
3.İşçi ve bunların temsilcilerine firmanın, mümkün olduğu takdirde,
tüm kuruluşun çalışması hakkında doğru ve adil görüş sağlayacak
açıklamalar temin edeceklerdir.
4.a) İstihdam ve endüstriyel ilişkiler konusunda, bulundukları ülkede
uygulanan kıyasla daha düşük bir standart uygulamayacaklardır.
b)Faaliyetlerinde, mesleki sağlık ve güvenliği temin etmek üzere
gerekli adımları atacaklardır.
5. Faaliyetlerinde, mümkünse en yüksek oranda, yerli personel
istihdam edecek ve işçi temsilcileri ile, uygun olduğu takdirde, ilgili
hükümet yetkilileriyle işbirliği içinde insan kapasitesinin geliştirilmesi
anlayışı ile eğitim sağlayacaklardır.
6.Bilhassa işyerinin kapanması halinde, toplu işten çıkarma veya işten
atma gibi durumlarda, faaliyetlerindeki değişiklikleri dikkate alarak,
çok uluslu şirketler işçi temsilcilerini ve uygun olduğu takdirde
hükümet yetkililerini makul bir süre önce değişiklik hakkında
bilgilendirecek ve fiili olumsuz etkilerin en iyi şekilde hafifletilmesi
156
Ekler
için, işçi temsilcileri ve ilgili hükümet yetkilileri ile işbirliği
yapacaklardır.
7.İstihdam şartları üzerinde işçi temsilcileri ile dürüst pazarlık
yapılırken veya işçiler organize olmak için haklarını kullanırlarken,
çalışanlar, ne işletmenin tamamının veya bir kısmının ilgili ülkeden
transfer edilmesiyle tehdit edilecek, ne de bu pazarlıkları adil olmayan
bir şekilde etkilemek veya organize olma haklarını engellemek için
şirketin diğer ülkelerdeki kuruluşlarından işçi transfer edilecektir.
8.Toplu sözleşme veya işçi-yönetim ilişkileri konularını müzakere
etmeye işçi temsilcilerini yetkili kılacaklar ve sorunlar hakkında karar
vermeye yetkili yönetim temsilcileri ile iki tarafı ilgilendiren sorunlar
üzerinde tarafların istişare etmelerine müsaade edeceklerdir.
Çevre
Şirketler, faaliyette bulundukları ülkenin yasaları, mevzuatı ve idari
uygulamaları çerçevesinde ve uluslararası anlaşmalar, esaslar, amaçlar
ve standartları dikkate alarak, çevre, kamu sağlığı ve güvenliğinin
korunması gereğini göz önüne alacak ve genel olarak daha geniş bir
anlayışla kalkınmaya katkı sağlayacak şekilde faaliyetlerini
yürüteceklerdir.
1. Şirketlerin, aşağıdaki hususların da dahil olduğu çevre yönetimi
sistemini kuracak ve koruyacaktır.
a) Faaliyetlerinin çevre, sağlık ve güvenlik üzerine etkileri hususunda
uygun ve zamanında bilgilerin toplanması ve değerlendirilmesi,
b)Ölçülebilir amaçların ve mümkün olduğu takdirde sürekli olarak bu
amaçların devamının gözden geçirilmesi dahil geliştirilmiş çevre
performans hedeflerinin oluşturulması,
c)Çevre, sağlık ile güvenlik amaçları hedeflerine yönelik gelişmelerin
düzenli izlenmesi ve kontrolü,
2.Maliyet, iş güvenliği ve fikri mülkiyet haklarının korunması
hususlarını dikkate alarak;
a)Çevre,
sağlık
ve
güvenlik
politikaları
ile
bunların
uygulanmalarından doğrudan etkilenen topluluklarla uygun ve
zamanında haberleşme ve istişare içinde olacaklardır.
157
b)Kamuya ve çalışanlarına, çevresel performansın geliştirilmesindeki
ilerlemeyi kapsayacak şekilde, işletme faaliyetlerinin çevre sağlık ve
güvenlik üzerine olası etkilerini doğru ve zamanında bildireceklerdir.
3. Şirket ürettiği mal ve hizmetlerin ve uyguladığı işlemlerin, ürün
ömrü boyunca, çevre, sağlık ve güvenlik üzerinde yapacağı etkileri
araştıracak ve kararlarında buna yer verecektir. Sürdürülen
faaliyetlerin önemli çevre, sağlık veya güvenlik etkilerinin olabileceği
yerler ve sorumlu yetkilerin kararını gerektiren yerlerde, uygun bir
çevre etki değerlendirmesi hazırlayacaklardır.
4.Risklerin bilimsel ve teknik olarak kavranmasıyla tutarlı olmak
kaydıyla, çevreye ciddi zarar tehdidinin var olduğu yerlerde, insan
sağlığı ve güvenliğini de göz önüne alarak, bu tür zararların
azaltılması veya önlenmesinde yüksek maliyetli tedbirlerin askıya
alınması için, bilimsel kesin bilgi eksikliği bir neden olarak
kullanmayacaklardır.
5.Kazalar ve acil durumlar da dahil olmak üzere, kendi
faaliyetlerinden doğan ciddi çevre ve sağlık zararlarının önlenmesi,
hafifletilmesi ve kontrol edilmesi için acil durum planlarını ve
sorumlu yetkililere ivedi raporlama mekanizmalarını hazır
bulunduracaklardır.
6.Aşağıdaki tür faaliyetler mümkün olduğunca teşvik edilerek daima
şirket çevre performansının geliştirilmesi arzu edilecektir:
a)Şirketin en iyi performans gösteren kısmındaki çevre performansı ile
ilgili
standardı yansıtacak teknoloji ve işletme yöntemlerinin,
işletmenin tüm kısımlarına uygulanması,
b)Olumsuz çevresel etkileri olmayan, kullanımı güvenli olan, enerji ve
doğal kaynakların gereksiz tüketimine yol açmayan, yeniden
kullanılabilen, geri dönüşümü olabilen veya atıklarının zararlı
olmadığı ürün veya hizmetlerin hazırlanması ve geliştirilmesi,
c)Şirketin mal ve hizmetlerinin kullanımından kaynaklanan çevresel
etkiler hakkında tüketicilerin en yüksek düzeyde bilgilendirilmelerinin
teşvik edilmesi,
158
Ekler
d)Uzun dönemde şirketin
yollarının araştırılması.
çevre
performansının
geliştirilmesi
7.Çevresel etki değerlendirme yöntemleri ile kamu ilişkileri ve çevre
teknolojileri gibi daha genel çevre kazalarının önlenmesini kapsayan
uygun eğitimi ve öğretimi çevre sağlık ve güvenlik konularında
çalışanlara sağlayacaklardır.
8.Ortaklıklar ya da girişimler yoluyla çevre sorunlarından haberdar
olunması, çevre korumasının geliştirilmesi gibi çevresel olarak
anlamlı ve ekonomik olarak etkin kamu politikalarının
oluşturulmasına yardım edecekledir.
Rüşvetle Mücadele
Şirketler bir işi sürdürmek veya elde etmek için ya da başka bir
uygunsuz menfaat amacıyla; doğrudan veya dolaylı olarak rüşvet veya
yasaya aykırı bir menfaat sağlamayı teklif edemez. Aynı şekilde;
şirketlerden rüşvet veya uygunsuz bir menfaat sağlaması da
beklenemez. Ayrıca, şirket böyle bir menfaati ve/veya rüşveti
veremez, talep edemez ve ilerde sağlayacağına dair söz veremez.
Şirketler, özellikle:
1.Kamu görevlilerine veya iş ortaklarının işçilerine anlaşma bedelinin
bir kısmını ödemeyi ne teklif edecekler ne de talep edilmesi halinde
vereceklerdir. Kamu görevlilerine, iş ortaklarının çalışanlarına veya
onların akrabalarına veya bağlı kuruluşa ödeme yapılmasının vasıtası
olarak tali anlaşmaları, satın alma siparişlerini veya danışmanlık
anlaşmalarını kullanmayacaklardır.
2.Aracılara yapılan ödemelerin yalnız yasal işler için olmasını
sağlayacaklardır. Uygun olması durumunda, kamu birimiyle ve
devletin sahip olduğu şirketler ile olan bağlantılarında istihdam edilen
aracıların bir listesi oluşturulacak ve ilgili yetkiler için hazır
tutulacaktır.
3.Rüşvet ve şantaja karşı mücadele faaliyetlerinin şeffaflığını
arttıracaklardır. Tedbirler, rüşvete ve şantaja karşı kamu taahhütlerinin
yapılması ve bu taahhütleri yerine getirebilmesi için şirketin
uyguladığı idari sistemlerin açık olmasını kapsayabilir. Şirketler
159
rüşvet ve şantaja karşı mücadelede, kamu ile işbirliğini ve duyarlılığı
teşvik eden açıklık politikasını ve istişareyi destekleyeceklerdir.
4. Rüşvet ve şantaja karşı, çalışanlarının şirket politikalarına uyumunu
ve duyarlılığını, bu politikaların uygun bir şekilde neşredilmesi, eğitim
programları ve disiplin yöntemleri yoluyla arttıracaklardır.
5.Rüşvet ve yolsuzluğu engelleyecek idari kontrol sistemlerini
uygulayacak ve “ kayıt dışı “ defter tutmanın veya gizli hesapların
oluşturulması
veya işlemlerin düzenli ve adil bir şekilde
kaydedilmediği dokümantasyonun uygulamalarını önleyecek mali ve
vergi muhasebesi ve denetleme uygulamalarını kabul edeceklerdir.
Tüketici Çıkarları
Şirketler, müşteri ilişkilerinde adil ticaret, pazarlama ve reklam
faaliyetlerine uygun olarak hareket edecekler ve sağladıkları mal ve
hizmetlerin kalite ve güvenliğini temin edeceklerdir.
1.Ürettikleri mal ve hizmetlerin, genel kabul görmüş veya yasal olarak
istenen tüketici sağlık ve güvenlik standartlarına uygun olmasını temin
edeceklerdir. Bu yöndeki çabalar, mal ve hizmetin, insan sağlığı
üzerindeki etkilerini, ürün güvenliğine ilişkin bilgileri ve ürüne ilişkin
diğer bilgileri içeren etiketleri de kapsayacaktır.
2.Mal ve hizmetler niteliği uygun olduğu ölçüde, içerikleri, bakımı ve
saklanması hususunda doğru ve açık bilgileri sağlayacaklar ve
tüketicilerin bilinçli kararlar almasını sağlayacak ortamı
yaratacaklardır.
3.Tüketici şikayetlerinin uygun bir şekilde çözümlenmesine yönelik
hitap edebilecek şeffaf ve etkin yöntemleri sağlayarak maliyet veya
yük getirmeksizin tüketici anlaşmazlıklarının adil ve zamanında
çözümüne yardım edeceklerdir.
4.Aldatıcı, yanlış yönlendirici, hileli ya da adil olmayan davranışlarda,
tanımlarda bulunamayacak, bilgi saklamayacak ve doğru olmayan
diğer uygulamalara tevessül etmeyeceklerdir.
5.Tüketici gizliliğine saygı gösterecek ve kişisel verilerin korunmasını
sağlayacaklardır.
160
Ekler
6.Kendi ürünlerinin tüketiminden veya kullanımı dolayısıyla ortaya
çıkan kamu sağlığı ve güvenliğine yönelik ciddi tehditlerin önlenmesi
veya kaldırılmasında kamu yetkilileri ile tam olarak ve şeffaf bir tavır
içinde işbirliği yapacaklardır.
Bilim ve Teknoloji
Şirketler:
1.Faaliyetlerinin bulundukları ülkenin planlarına ve bilim ve teknoloji
politikalarına uygun olmasını sağlamaya, yerel ve ulusal yatırım
kapasitelerinin gelişmesine uygun bir şekilde katkıda bulunmaya
gayret edeceklerdir.
2.Uygulanabildiği yerde kendi iş faaliyetlerinin uygulanması yönünde,
kişisel fikri hakların korunmasına yeterli itibarın gösterilerek,
teknoloji ve teknik bilgilerin transferine ve hızlı yayılmasına izin
veren uygulamaları kabul edeceklerdir.
3.Mümkün olduğu takdirde, ev sahibi ülkede iç piyasa ihtiyacına hitap
edecek bilim ve teknolojinin geliştirilmesini sağlayacaklar, ticari
gerekleri de göz önünde bulundurarak bilim ve teknoloji
çalışmalarında ev sahibi ülke personelini kullanacak, onların eğitimini
teşvik edeceklerdir.
4.Fikri mülkiyet hakları konusunda lisans verirken veya teknoloji
transferi yaparken, ev sahibi ülkenin uzun vadeli kalkınma planlarına
katkıda bulunacak bir şekilde ve makul ölçülerde anlaşma şartlarını
yapacaklardır.
5.Ticari amaçlara uygun olduğu yerde, yerel üniversiteler, kamu
araştırma kurumları ile ilişkiler geliştirecek ve yerli sanayi birlikleri
ile işbirliği içinde araştırma projelerine katılacaklardır.
Rekabet
Şirketler mevcut yasalar ve mevzuat çerçevesi içinde faaliyetlerini
rekabetçi bir anlayış ile yürüteceklerdir. Şirketler özellikle:
1.Rakipleri ile rekabetçi olmayan aşağıdaki anlaşmaların yapılması
veya yürütülmesinden uzak duracaklardır.
161
a)Fiyatları sabitleştirmek,
b)Piyasayı bozucu ihaleler yapmak,
c)Üretim kısıtlamaları ve kotaları koymak,
d)Müşterilerin, tedarikçilerin, bölgelerin veya
paylaşılması ile piyasaları bölmek veya paylaşmak.
ticari
hatların
Rekabetçi nitelik arz etmeyen faaliyetler nedeniyle zarar görebilecek
ülke ekonomilerindeki rekabet kanununun uygulanabilirliği de göz
önüne alınarak, şirketler faaliyetlerini mevcut rekabet kanunu
çerçevesinde yürüteceklerdir.
2.Bilgi taleplerine mümkün olduğunca çabuk ve tam cevap vererek,
mevcut yasa ve güvenlik önlemleri çerçevesinde ülkenin rekabet
konusundaki yetkilileri ile işbirliği yapacaklardır.
3.Rekabet yasa ve politikalarına uyumun önemiyle ilgili olarak şirket
çalışanlarının duyarlılığını artıracaklardır.
Vergilendirme
Şirketlerin, vergi ödeme yükümlülüklerini zamanında yerine getirerek
ev sahibi ülkenin kamu finansmanına yardımda bulunmaları
önemlidir. Şirketler özellikle faaliyette bulundukları tüm ülkelerde
vergi yasaları ve mevzuatına uyacak, yasalar ve mevzuatın hem metni
hem de ruhuna göre hareket etmek için her çabayı sarfedeceklerdir. Bu
çabalar, faaliyetlerine bağlı olarak takdir edilecek vergilerin doğru
olarak belirlenmesi için gerekli bilgilerin ilgili yetkililere sağlanması
ve transfer fiyatlandırmasında faaliyet gösterilen ülke piyasalarında
geçerli olan piyasa fiyatının
esas alınması gibi tedbirleri
kapsamaktadır.
REHBERİN UYGULAMA PROSEDÜRLERİ
OECD, Rehber’i benimseyen ülkelerin yükümlülüklerini şarta
bağlayan özel bir Yöntem Kılavuzu’nu müzakere etmiştir. Kılavuz,
Rehber’i ihlal eden bir durum oluştuğunda izlenecek hareket tarzını
belirlemektedir.
162
Ekler
Örneğin çalışanların hakları ihlal edildiğinde veya Rehber başka bir
biçimde ihlal edildiğinde sendikalar veya işveren temsilcileri bunu
Ulusal Temas Noktaları sistemi içinde bir vaka olarak gündeme
getirebilirler. Ulusal Temas Noktaları’nın (UTN) görevi, taraflar
arasındaki belli bir problemi çözmeye yardım etmektir.
Problem Çözümü
Bir şirketin Rehber’i ihlal etmekte olduğuna inanıldığında, durum bir
sendika, işveren temsilcisi ve bir Sivil Toplum Kuruluşu tarafından
UTN’ye getirilebilir.
Daha sonra konuyu çözüme ulaştırma sorumluluğu UTN’dedir.
Konunun tartışılması için etkilenen tarafların bir foruma davet
edilmesi ve uzlaştırma gibi çeşitli seçenekler mevcuttur. İzlenecek
yolun belirlenmesi için UTN’nin yapması gerekenler:
•Vakanın daha ileri derecede inceleme gerektirip gerektirmediğine
karar vermek için bir ön değerlendirme yaptıktan sonra vakayı getiren
tarafa cevap vermek.
•Buna göre UTN’ye getirilen konunun samimi ve Rehber’in
uygulaması ile ilişkili olduğu saptanmalıdır.Konuların diğer yerli ve
uluslar arası forumlarda nasıl ele alınmış veya alınmakta olduğunu
dikkate alır.
•Bir vaka ile ilgilenmeye başladığında UTN, tarafların problemi
çözmesine yardım eder. Bunu yaparken:
•ilgili otoritelerden, sendikalardan,
uzmanlardan tavsiye isteyebilir,
şirketlerden,
STK’lar
ve
•diğer ülke veya ülkelerdeki UTN’lere danışabilir,
• Rehber’in yorumlanmasında kuşkuya düşüldüğü yerlerde CIME(
OECD Uluslararası Yatırım ve Çok Uluslu Kuruluşlar Komitesi)’den
yol göstermesini isteyebilir,
•konuyu çözmek için uzlaşma önerebilir.
163
Bu yolların bir veya tamamını izledikten sonra, eğer taraflar
problemin nasıl çözüleceğine karar verememişse, UTN vakayla ilgili
açıklama yayınlar. Eğer uygunsa Rehber’in vakaya nasıl uygulanacağı
konusunda taraflara öneriler yapar.
Rehber yasal olarak bağlayıcı olmasa da UTN’nin kanaati kamuda etki
yaratarak şirket davranışı üstünde etkili olabilir.
Son aşama olarak UTN vakanın sonucun da halka açıklar. Halka
açıklamanın daha iyi olduğunun fark edildiği zamanlarda UTN sonucu
gizli tutabilir.
Rehber’e uyan diğer tüm ülkeler gibi Türkiye’nin de bir UTN (Ulusal
Temas Noktası) kurması gerekmektedir. Türkiye’de UTN olarak
Hazine Müsteşarlığı Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü
görevlendirilmiştir.
164
Download