1 İçindekiler Allah için her şeyi görme ve her şeyi işitme sıfatları, ayrıca neden vardır? ..............................3 Peygamber Efendimiz Resulullah (asm) döneminden kıyamete kadar gerçekleşecek olan devirler nelerdir? ..........................................................................................................................4 İmam Gazali kadınlara hakaret etmiş midir? .............................................................................5 Peygamberimizin arkada gözü mü vardı? Arkasını nasıl görürdü? ..........................................6 İslamiyet ve hristiyanlıktan çok öncelerde var olan İsis ile Hz. Meryem nasıl bu kadar benzeşmektedir?............................................................................................................................7 Deccale uyacakların çoğunluğu kadınlardır, şeklindeki hadisin tercüme ve izahını yapar mısınız? .........................................................................................................................................8 İslam kadın hakları konusunda yeterli midir?..........................................................................11 İhramlıyken ihramı düşüp avret yerleri gözüken kişiye ceza gerekir mi? Avret yerleri açılan kişiye bakana ceza gerekir mi? ..................................................................................................14 Müslüman bir ailede doğan bir çocuk mükellefiyeti başlayacağı anda ben müslüman değilim dese mürtedlik cezası alır mı yoksa mükellefliğin ilk başladığı zaman da kişinin hali mi baza alınır? ..........................................................................................................................................15 Çocuğun cinsiyetinin belirlenmesiyle ilgili hadisin Hipokrat'tan kopyaladığı iddialarını nasıl çürütebiliriz?...............................................................................................................................16 Nuh Suresi 23. ayette isimleri geçen, Nuh kavminin taptığı putları araplar nereden öğrenmişlerdir? ..........................................................................................................................17 ''Ümmetimden deniz seferi yapan ilk ordu (cenneti) hak etmiştir.'' müjdesine Yezid de dahil midir? ..........................................................................................................................................19 Hattabi'nin İ'lâmu's-Sünen'i ve İbn Battal'ın Şerhi günümüze ulaştı mı? ............................20 2 Allah için her şeyi görme ve her şeyi işitme sıfatları, ayrıca neden vardır? Allah‟ın sıfatları birer faraziye değil, realitedir. Faraziyelerde oynama yapılabilir, fakat realitelerde değişiklik yapılmaz, yapılamaz. Allah‟ın hangi sıfatlara sahip olduğunu ancak Kur‟an ve Sünnetten öğrenebiliriz. Allah Kur‟an‟da kendini Sami-Basir (işiten-gören) olarak takdim ettiğine göre, bunun aksini düşünmek elbette mümkün değildir. Mesela, bizim iki gözümüz, iki kulağımız var; şimdi kendimizi tek gözlü veya tek kulaklı yahut da gözsüz, kulaksız olarak tanıtabilir miyiz? Tanıtamayız, çünkü o takdirde gerçek dışı beyanda bulunmuş oluruz. Sorudaki benzer bir düşünce, Allah‟ın sıfatlarını inkâr eden mutezilelerde vardır. Onlar da Allah, sadece Zat-ı Akdesi ile bilir, görür, işitir, yaratır ve hakeza.. Her şeyi zatı ile yapar. Ayrıca zatından ayrı olarak sıfatları yoktur. O zatıyla Halıktır, Alimdir, Basirdir, Semidir, diyorlar. Ancak ehl-i sünnet alimlerinin ittifakıyla Allah‟ın sıfatları da vardır, Kur‟an‟da ve Sünnette belirtildiği şekildedir. Allah‟ın sıfatları birinin zorunlu sonucu değildir. Çünkü onların hepsi de ezelde vardır. Ancak, sıfatlar arasında bir tenakuz, çelişki yoktur. Ve bu sıfatlar ayrıca birbirini sınırlandırırlar. Yani sınırsız olmalarına rağmen sınırlı sahalarda tecelli etmelerini ön görürler. Mesela: Allah‟ın kudreti sonsuzdur; her şey yapabilir. Fakat hikmet sıfatı, kudretin alanının hikmetli şeyleri yapmakla sınırlandırır. Adalet sıfatı yine kudret sıfatını âdil olan sahada işlemesini ön görür. Rahmet sıfatı, merhamete aykırı işlerin yapılmasına izin vermez.. Böylece ilahî sıfatlar iç içe giren daireler gibi birbirine bakarlar, birbiriyle dayanışma içinde olurlar, birbirini tamamlarlar. Bir yerde yaratma işi varsa, orada Halık ismi yanında ilim, basar, kudret, hikmet gibi daha pek çok sıfatların tezahürü de vardır. 3 Peygamber Efendimiz Resulullah (asm) döneminden kıyamete kadar gerçekleşecek olan devirler nelerdir? İlgili hadisin tam tercümesi şöyledir: Hz. Huzeyfe anlatıyor: Resulüllah(a.s.m) şöyle buyurdu: “Nübüvvet, içinizde Allah‟ın dilediği kadar devam eder; sonra dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra, nübüvvet sisteminde bir hilafet olacaktır. Bu da Allah‟ın dilediği kadar devam eder; ardından Allah onu da dilediği zaman ortadan kaldırır. Sonra ısırıcı bir saltanat olur. O da Allah‟ın dilediği kadar devam eder, sonra Allah dilediğinde onu ortadan kaldırır. Daha sonra ceberut bir saltanat olur; o da Allah‟ın dilediği kadar devam eder, ardından Allah dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra, nübüvvet sisteminde bir hilafet olur.” (bk. Ahmed b. Hanbel, 4/273) Hafız el-Heysemi; “hadisi, Ahmed b. Hanbel, Bezzar -daha tam-, Taberanî-bir kısmını- rivayet etmiştir; Ravileri sikadır” diyerek hadisin sıhhatine hükmetmiştir. (bk. Mecmau‟z-Zevaid, 5/226).) Beyhakî de aynı hadise yer vermiş ve herhangi olumsuz bir beyanda bulunmamıştır. (bk. Beyhakî, Delailu‟n-nübüvve, 7/413) Bu hadisin ravilerinden Habib b. Salim hadisin devamında diyor ki; ben Ömer b. Abdulkaziz‟e bir mektup yazarak bu hadis çerçevesinde kendisine “Ceberi mülkün(ceberut saltanatının) ardından gelenin siz olduğunuzu ümit ediyorum” dedim. Kendisi bundan oldukça sevinç duymuştu.” (bk.İbn Hanbel, a.g.y) Habib‟in bu yorumu, aynı devrede farklı konumları değerlendirmesi bakımından, sorudaki yorumlara paralel bir değerlendirmedir. Ancak bizim kanaatimize göre, bu ve benzeri hadis rivayetlerinde İslam ümmetinin kıyamete kadar geçireceği beş merhalesine/dönemine işaret edilmiş ve her bir merhalenin idari yönden ortaya koyduğu özelliklerine işaret edilmiştir. Bu merhaleler şöyle sıralanmıştır: 1) İslam ümmetinin ilk merhalesi Nübüvvet devridir. 2) İkinci merhale, nübüvvet sistemindeki hilafettir. Bu da Dört raşit halife devirdir. 3) Üçüncü merhale, ısırıcı bir saltanat devri. Bunun özelliği ısırıcı olmasıdır. Bu dönem EmeviAbbasi-Osmanlı dönemlerini ihtiva etmektedir. Az-çok, dini, vicdanları, hakkı-hukuku ısırma özelliği saltanatın genel karakteridir. 4) Dördüncü devre, son İslam kalesi olan Osmanlı devletinin tarih sahnesinden çıkması ve özellikle de hilafetin ortadan kalkmasının ardından, İslam aleminde teşekkül eden ve eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdat özellikleriyle bilinen ve cebirle yönetimleri ele geçiren militarist, totaliter ve despot sistemlerin damgasını vurduğu dönemdir. 5) Beşinci devre, bundan sonra bu militarist ve despotların tasfiye edilmeleri sonucu ortaya çıkacak olan ve bir derece raşit hilafet devrinde olduğu gibi, insanların hak-hukukunu, insan onurunu ön planda tutan, meşru dairenin dışına çıkmamayı prensip edinen ve adaletle hükmeden bir devredir. Ümit ediyoruz ki, bu günkü Arap baharı başta olmak üzere, İslam ülkelerinin hepsindeki kışlar bitecek, yerini, Kur‟an‟ın ön gördüğü baharlara terk-i mevki edecektir. Öyle zannediyoruz ki, Bedüzzaman hazretlerinin şu müjdesi önümüzdeki baharlara bir işarettir. “Evet ümidvar olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sada, İslâmın sadası olacaktır!..” (Sünuhat-Tuluat-İşarat, 50) 4 İmam Gazali kadınlara hakaret etmiş midir? - Kimya-yı Saadet kitabının Arapça aslında böyle bir ifadeye rastlayamadık. - İhya‟daki ifadeler ise şöyledir: Hz. Peygamber bayramlarda kadınların dışarı çıkmalarına izin vermiştir. Ancak, kadınların kocalarından izin almadan dışarı çıkmamaları gerekir. Bu gün iffetli kadınların kocalarının rızasını alarak çıkmalarında bir sakınca yok ise de, evlerinde oturmaları daha uygundur. Kadınların çok önemli işleri olmadığı sürece dışarı çıkmamaları gerekir. Çünkü, önemli işleri olmadığı halde sırf bazı manzaraları seyretmek veya önemsiz bazı işler için dışarı çıkmaları onurlarını zedeleyebilir. Hatta fitnelere de sebep olabilir. Dışarı çıkması durumunda ise, erkeklere bakmamaya gayret göstermelidir. (İhya, 2/47) - “KADININ EN MAKBULÜ KOYUN cinsidir” başlıklı soruya gelince; İmam Gazali‟nin Arapça İhya‟sında böyle bir bilgiye rastlayamadık. Yalnız şöyle bir ifadesi vardır: “Bazı Araplar şöyle diyorlarmış: Ennane(sürekli inleyen-şikâyette bulunan), Mennane(kocasının başına kakan), Hannane(önceki kocasına veya ondan olan çocuğuna karşı aşırı düşkünlük gösteren), Haddake(her şeye göz diken/ güzel gördüğü her şeyi almaya kalkan), Berrake(sabahtan akşama kadar kendini süslemekle meşgul olan/veya küsüp çolukçocuğuyla yemek yemeyip tek başına yiyen), Şeddake(yani çok konuşan, geveze) kadınla evlenmeniz doğru olmaz.” (İhya, 2/38). - İslam‟da kadınların hiç dışarıya çıkamayacaklarına dair bir kural yoktur. Ancak lüzumsuz yere gece-gündüz çarşı-pazar dolaşmaları da uygun değildir. Kocasının rızası dairesinde hareket etmesi önemlidir. Ailenin huzuru ve güveni için önemlidir. Yoksa kadın ticaret de yapar, -İslamî şartlara uygun ortamlarda- okul da okur, muallime de olur, doktor da olur ve hakeza... “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mümin kadınlara söyle: Ev dışına çıktıkları zaman dış elbiselerini üzerlerine salıversinler. Böyle yapmaları onların iffetli tanınmaları ve kendilerine sarkıntılık edilerek incitilmemeleri yönünden en uygun bir davranıştır. Allah gafurdur, rahîmdir/çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.”(Ahzab, 33/59) mealindeki ayette kadınların -tesettüre riayet ederek- ev dışına çıkabilecekleri hususu açıkça ifade edilmiştir. 5 Peygamberimizin arkada gözü mü vardı? Arkasını nasıl görürdü? Soruda ifade etmeye çalıştığınız açıklamalar şöyledir: “PEYGAMBERİN ARKADA GÖZÜ VAR İDDİASI Hadis, Resulullahın namaz kıldırırken safları düzgün ve aralıksız tutma ihtarını bazı varyantlarda “Kuşku yok ki ben arkada olup bitenleri görüyorum” sözüyle pekiştirmesiydi. Kadı Iyaz‟ın Mücahid‟e atfen naklettiği bir yorumda şöyle deniliyordu: “ Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem, namaz kıldırmak için kalktığı zaman tıpkı önünü gördüğü gibi arkasını da görüyordu.” Bu yoruma hiç alakası olmayan şu ayeti delil getiriyordu. “Ve tekallebeke fi‟s-sacidin” (secde edenler içerisindeki yönelişlerini de) (eş-Şifa) Yanlış anlamaya kurban edilmiş bir ayet eşliğinde yanlış anlaşılmış bir tabiin müfessiri referans gösterilerek yapılan yanlış yorum burada durmamış. Eş-Şifa‟ya Müzilu‟l-Hafa adlı bir haşiye yazan Şumunni‟nin verdiği bilgiye göre, Kuduri şarihi ve el-Kunye‟nin müellifi Muhtar b. Mahmud el-Hanefi, Risaletu‟n-Nasıriyye adlı eserinde şu görüşü savunur: “Peygamberimiz aleyhisselam‟ın iki kürek kemiği arasında iğne deliği büyüklüğünde iki gözü bulunmaktaydı. İki gözle aradan arkayı görmekte ve elbise o gözlerin görmesini engellememekteydi Kadı Iyaz, Ahmed b.Hanbel ve ulemanın çoğunluğu, bu görüşün gözün görüşüyle aynı olduğunu söylemişlerdir." Görüldüğü gibi; a. Bu konuda bir hadis söz konusu değildir. Bazı insanların yorumu vardır. b. Kadı Iyaz gibi büyük hadis aliminin isminin kullanılması meseleyi abartmaya yöneliktir. Zira Kadı Iyaz da böyle bir şey söylememiştir. c. Nakilciden nakilciye giden bir sistemde en son söylediği iddia edilen Muhtar el-Hanefi‟nin Risaletu‟n-Nasıriyye adlı kitabının neresinde söylediğine dair bir referans da verilememiştir. Bir muhaddis değil, bir fıkıh alimi olan bu zatın böyle bir şey söylediğini kabul etsek bile bunun ne değeri vardır ki... Bunun İslam ümmetine çamur atmanın ne manası var... d. Aslında sahih bir şekilde gelen habere karşı doğrudan çıkma cesareti gösterilmediği için, bu tür zorlamacı yorumlardan hareketle konu eleştirilmek istendiği ortadadır. e. Hz. Peygamberin safları düzeltmelerini isterken “Saflarınızı düzgü tutun; şüphesiz ben arkamda sizi görüyorum” dediği sahih hadisle sabittir. (bk. Buhari, Ezan, 71-72; Müslim, Salat, 125(434); Nesaî, İmamet, 27) f. Hz. Peygamberin arkasını nasıl gördüğüne dair yapılan yorumlardan bazılarında “omuzları arasında ayrıca gözleri vardı” şeklindeki ifadeler hep tamriz sigası (değersiz ifadeler için söz konusu) olan KÎYLE=denildi sözcüğü kullanılmıştır. (bk. Suyutî, şerhu Süneni‟n-Nesai; Haşiyetu‟s-Sindi, ilgili hadisin şerhi) h. Ehl-i Sünnet alimlerinin cumhuruna göre, Hz. Peygamberin arkasını görmesi için ayrı bir maddi göze veya görülen nesnelerin gözün karşısında olmasına ihtiyacı yoktur. Allah‟ın bir lütfu olarak manevi kalp gözüyle veya normal gözleriyle de arkasını görebilir ve görmüştür. (bk. İbn Hacer, Buhari‟nin ilgili hadisinin şerhi; Suyutî, a.g.y; Sindi, a.g.y) Son olarak şunu söylemeliyiz ki; Ehl-i sünnet alimlerinin cumhuruna ait görüşler ortada iken, söyleyeni mechul bazı marjinal sözleri bahane ederek geçmiş alimleri töhmet altında bırakacak şekilde bir ifade tarzını benimsemek, “maksat üzümü yemek değil, bağcıyı dövmek” olduğunu akla getirir ki, bundan hepimizin Allah‟a sığınması gerekir. 6 İslamiyet ve hristiyanlıktan çok öncelerde var olan İsis ile Hz. Meryem nasıl bu kadar benzeşmektedir? Bu soruya şöyle cevap verilebilir: a. Hz. Meryem‟in olayı, çok yakın bir tarihte gerçekleştiği, babasız olarak İsa‟yı dünyaya getirdiği hususu dünya-âlemin malumudur. b. İSİS adı Mısır tanrıçası olarak geçmektedir. Kimi zaman başı üzerinde yer alan bir yıldız ve beyaz tacıyla, kimi zaman da kucağında çocuğunu emzirir, süt verir halde tasvir edilen ve Mısır metinlerinde Sirius gibi “vericilik” özelliğiyle nitelenen İsis, aynı zamanda Osiris‟in beden parçalarını bir araya getirmeye çalışan bir ilahedir. c. İslam literatüründeki Hz. Meryem‟in profili ile, İsis arasında hiç bir ilişki yoktur. Hiyeroglif yazıdaki ismi Aset ve Esi‟dir. Hiyeroglif yazıdaki Aset ideogramı aynı zamanda, taht sözcüğünde kullanılan ilk ideogramdır. Mısır‟daki Hiyeroglif yazıda Aset olarak bilinen İsis‟in etrafında uydurulan hikâyelerle Hz. Meryem‟in Kur‟an‟da çizilen profili arasında yakından uzaktan hiç bir alakası yoktur. Çünkü İslam‟ın temel kaynağı olan Kur‟an‟a göre, Hz. Meryem ne bir tanrıçadır, ne bir ilahedir, ne taht sahibi bir kraliçedir. O sadece Hz. İsa‟yı babasız dünyaya getiren Allah‟ın müstesna bir kuludur. Bazı Hristiyanların ona atfettikleri vasıfların gerçekle bir ilgisi yoktur. Belki de onlar da bu İsis efsanesinden esinlenerek bazı şeyleri, örneğin teslis akidesini uydurmuş olabilirler. Fakat gerçek anlamda böyle bir şey yoktur. Bunu Yahudi asıllı Pavlos‟ın uydurması olduğu bilinen bir gerçektir. Bir düşünceye sahip olmak için, o düşüncenin temel taşlarını sağlam koymak gerekir. On beş asırdan beri Allah‟ın sözü olduğunu dava ederek ortaya çıkan ve bütün insanlara -bir benzerini getirmelerinin mümkün olmadığı haykırarak- meydan okuyan ve milyonlarca ilim adamının hayranlıkla tasdik ettiği Kur‟an gibi semavi bir kitabın vurguladığı Hz. Meryem olayı gibi bir hakikati, hakkındaki malumatın büyük bir kısmı -bazı figürlerden yola çıkarak yapılan bir spekülasyonlardan öteye geçmeyen İsis olayı ile kıyaslamak gerçekten ne ilim, ne akıl ve ne de insaf ölçüleriyle bağdaşmaz. Şunu da unutmayalım ki, mitolojik efsaneler hakiki semavi dinlerden kaynaklanmıyor. Aksine, mitolojik efsaneler, hakiki dini kaybeden insanların hayal dünyasında yer eden yapay dinin bir ürünüdür. 7 Deccale uyacakların çoğunluğu kadınlardır, şeklindeki hadisin tercüme ve izahını yapar mısınız? د زى أٌ ان شجم ن ٍشج ع ئن ى، ف ٍ كٌٕ أك ثش يٍ ٌ خشج ئن ٍّ ان ُ ضبء،ٌ ُزل ان ذجبل ث ٓزِ ان ض جخخ ث ًشق ُبح ث ى ٌ ض هط هللا ان ً ض هً ٍٍ دً ًٍّ ٔئن ى أيّ ٔاث ُ زّ ٔأخ زّ ٔعً زّ ف ٍٕث قٓب سث بطب يخبف خ أ،ٍّ ٌ ر خشج ئن د زى أٌ ان ٍٕٓدي ن ٍخ ز جًء ر ذذ ان شجشح أٔ ان ذجش ف ٍ قٕل،ّع ه ٍّ ف ٍ ق ز هَٕ ّ ٌٔ ق ز هٌٕ ش ٍ ع ز (13883,lammU luzneK) ّ ٌ ب ي ض هى! ْزا ٌ ٕٓدي ر ذ زً ف بق ز ه:ان ذجش أٔ ان شجشح - “Deccal şu tuzlaya, kanalın geçtiği yere iner/oturur/karargâh kurar. En çok kadınlar yanına gider. Öyle ki, kişi -deccalin yanına gider endişesiyle- kendi yakını olan bir kadının, annesinin, kızının, bacısının, halasının yanına döner de onu sağlam bir bağ ile sıkıca bağlar. Daha sonra Allah Müslümanları ona musallat eder de onu ve taraftarlarını öldürürler. Hatta (Müslümanlardan kaçmak için) bir ağacın veya bir taşın arkasında saklanmış olan Yahudiyi ele vermek için, ağaç veya taş: „Ey Müslüman! Altımda/arkamda Yahudi var, gel de öldür‟ diyecektir.” (Kenzul Ummal, 38831) Bu hadis rivayetinin manası açık değildir. Şu Sebha/tuzla denilen yer neresidir? Kanal neresidir? Bunların yerini tayin etmek zordur. Bunları ancak -eğer sahih ise- olay olduğunda ehl-i basiret anlar. Sebha/Sebeha kelimesi tuzla anlamındadır. Bu ise, çorak ve verimli olmayan yer manasına da gelir. Bu ise, fakir, yoksul kimselerin yurtlarına işaret sayılabilir. Bu özelliğe sahip pek çok çapulcunun bol olduğu bu ülkeye Lenin, Stalin, Troçki gibi deccalerin gücünü gösteren konimizmin yerleşmesi, hadisin bir kısmını açıklar mahiyetindedir. ٔك م َ جً ق ذ دزس ق ٕيّ ْٕٔ ف ٍ كى أٌ زٓب األيخ! ٔ صأد كً ن كى عٍ َ ع زّ يب ن ى.ًِٕ أدزسك ى ان ً ض ٍخ ٔأَ زسك : ق ٍم، ٌ كٌٕ ق جم خشٔجّ ص ٌُٕ خًش جذة د زى ٌ ٓ هك ك م ري دبف ش،ٌ ذك األَ ج ٍبء ق ج هً ن قٕيٓى ث ى ٌ خش، ث ًب ٌ ع ٍش ث ّ ان ً الئ كخ: ث ٍٍ ف ٍى ٌ ع ٍش ان ًإي ٌُٕ؟ ق بل، ْٕٔ أعٕس ٔن ٍش هللا ث أعٕس،ج ٌٔ ٌ ش، أك ثش يٍ ٌ ز ج عّ ان ٍٕٓد ٔان ُ ضبء ٔاألع شاة،ع ٍ ُ ٍّ )ك بف ش( ٌ قشؤِ ك م يإيٍ ك بر ت ٔغ ٍش ك بر ت يب ر ج غٌٕ ي ًُ؟ أن ى أس صم: ٌٔ قٕل ن ألعشاة،ان ضًبء ر ًطش ًْٔ ال ر ًطش ٔاألسض ر ُ جذ ًْٔ ال ر ُ جذ خبسجخ خٕا صشْب داسح أن جبَ ٓب؟ ٌٔ ج عث يعّ ان ضًبء ع ه ٍ كى يذاسا ٔأد ًٍ ن كى أَ عبي كى شبخ صخ رساْب ٍّ ف ٍأر ً أدذْى ئن ى أث ٍّ أٔ أخ،ان ش ٍبط ٍٍ ع هى صٕسح يٍ ق ذ يبد يٍ اَث بء ٔاإلخ ٕاٌ ٔان ً عبسف ان ض ُخ ك بن شٓش، ٌ عًش أسث ع ٍٍ ص ُخ،ّ أن ضذ ف الَ ب؟ أن ضذ ر عشف ًُ؟ ْٕ سث ك ف بر ج ع:ف ٍ قٕل ٌ شد ك م ي ُٓم ٔان شٓش ك بن جً عخ ٔان جً عخ ك بن ٍٕو ٔان ٍٕو ك بن ضبعخ ٔان ضبعخ ك ب،د زشاق ان ض ع فخ ف ً ان ُبس ٔئٌ ٌ خشج ث عذي ف بهلل،ّ ف اٌ ٌ خشج ٔأَ ب ث ٍٍ أظٓشك ى ف بهلل ك بف ٍ كى ٔس صٕن، أث ششٔا،ٍ ٌئال ان ً ضجذ :on .kb esi niçi teyavir ikadığaşa miğittedyak 97783 ,lammU luzneK) .خ ه ٍ ف زً ع هى ك م ي ض هى 39687) - Sizi mesih/deccalden sakındırıyor ve ona karşı sizi uyarıyorum. Her peygamber kavmini (bu konuda) uyarmıştır. Ancak Ey Ümmetim! O sizde çıkacaktır. (onun için), Ben size benden önceki peygamberlerin kavimlerine anlatmadıkları bazı özelliklerini anlatacağım. Onun çıkmasından önce bütün canlıların helak olduğu beş kıtlık yılı olacaktır. “Peki o gün müminler ne ile yaşarlar?” diye sorulduğunda, “meleklerin yaşadığı şeyle (tesbihtekbir-tehlil gibi zikirlerle) yaşarlar” diye cevap verdi. Sonra o güzü şaşı olarak çıkar. Allah ise şaşı değildir. İki gözü arasında “kafir” yazılı olur. Okuma-yazması olan da olmayan da her mümin onu okur. Ona en fazla tabi olanlar Yahudiler, kadınlar ve bedevilerdir. 8 (İnsanlar) gökten yağmur yağmadığı halde yağdı sanırlar. Yer bitki bitirmediği halde bitirdiğini sanırlar. Cahil bedevilere şunları söyler: “Benden daha ne istersiniz? Size yağmuru yağdırmadım mı, sığırlarınızı-davarlarınızı sizin için canlandırmadım mı, göğüsleri sütün fazlalığından ters döndüğünü görmüyor musunuz?” Onunla birlikte bazı kimselerin ölmüş babaları, kardeşleri, tanıdıklarının kılığına giren şeytanlar vardır. Kişinin ölmüş babası veya kardeşinin kılığına girerek gelir ve “Beni tanımıyor musun? İşte bu(deccali kastederek) senin rabbindir, o halde ona tabi ol!” diyerek telkinde bulunur. Deccal (çıktıktan sonra) kırk yıl yaşar. Bir yılı bir ay, bir ayı bir hafta, bir haftası bir gün, bir günü bir saat, bir saat ise bir hurma yaprağının ateşte yandığı miktar(bir-iki dakika) kadardır. İki Mescit(Mescid-i haram ve Mescid-i nebevi) hariç her yere girer. Size şunu müjdeliyorum ki: eğer aranızda olduğum bir zamanda gelirse, Allah ve resulü sizin için kâfidir. Yok eğer banden sonra gelirse, benim yerime her müslümana Allah bakar.” (Kenzul Ummal, 38779) Bu rivayette, deccalin bazı vasıfları zikredilmiştir. Evvela onun bu ümmetten çıkacağı bildirilmiştir. Onun gözü -maddeten- şaşı olduğu gibi, gittiği yolun da manevi körlük ve sapıklık olduğu ifade edilmiştir. Deccalin en büyük kuvveti yahudilerdir. Fıtraten cemal-perest olan kadınlar ve yoksulluktan şikayetçi olan cahil bedeviler de ona isteyerek tabi olurlar. Alnında/başında/cebhesinde yazı olmadığı halde onun küfrünü gösteren bir alamet bulunur. Zaman oldukça bereketsizdir. Sabah-akşam olur da kişi istediği işini yapmamıştır. İşlerin fazla olduğundan kinaye de olabilir. İletişim, ulaşımın kısa zamanda yapılacağından haber vermiş olabilir. ،ٌ خشج ان ذجبل عذٔ هللا ٔيعّ ج ُٕد يٍ ان ٍٕٓد ٔأ ص ُبف ان ُبس :ق بل س صٕل هللا ملسو هيلع هللا ىلص ٔ يعّ ج جم يٍ ث شٌ ذ َٔ ٓشيٍ يبءيعّ ج ُخ،ٔئٌ صأَ عذ ن كى َ ع زّ! ئَ ّ َ بس ٔسجبل ٌ ق ز هٓى ث ى ٌ ذ ٍ ٍٓى ،ٍ ف ً ج جٓ زّ ي ك زٕة )ك بف ش( ٌ قشؤِ ك م يٍ ك بٌ ٌ ذ ضٍ ان ك زبة ٔيٍ ال ٌ ذ ض،ٍٍ ٌ خشج يً ضٕح ان ع ف شدى، ٌٔ ز ج عّ يٍ َ ضبء ان ٍٕٓد ث الث خ ع شش أن ف ايشأح، ْٕٔ ان ً ض ٍخ ان كزاة،ف ج ُ زّ َ بس َٔ بسِ ج ُخ ٌ ج عث هللا هللا س، ف اٌ شأَ ّ ث الء شذٌ ذ،ٌج ال ي ُع ص ف ٍٓ زّ أٌ ر ز ج عّ ٔان قٕح ع ه ٍّ ٌ ٕي ئز ث بن قشآ اَ ط ه قٕا: ف ٍ قٕل ن ٓى، ا ص ز عٍ ث ُب ع هى يب ش ئذ:ّ ان ش ٍبط ٍٍ يٍ ي شبسق األسض ٔيغبسث ٓب ف ٍ قٕن ٌٕ ن ، ، ( ف أخ جشٔا ان ُبس أَ ً سث ٓى ٔئَ ً ق ذ ج ئ زٓىKenzul Ummal,39687) - (Rivayete göre), Resulullah şöyle buyurdu: “Allah‟ın düşmanı Deccal çıktığında Yahudilerden askerler ve bir kısım insanlar onun yanında yer alır/onunla birlikte olur. Onun yanında cennet ve cehennem bulunur. Bazı adamları öldürür, sonra diriltir. Beraberinde dağdan bir tirit(dağ kadar büyük bir tirit-seride- yemeği) ve bir su ırmağı bulunur. Şimdi de size onun bazı vasıflarını bildireceğim: O, gözü tümsek gibi düz(kör) olduğu bir şekilde çıkar. Alnında “Kafir” yazılıdır. Okumayazması olan da olmayan da onu okur. Onun cenneti ateştir/cehennemdir. Ateşi ise cennettir. O çok yalancı mesihitr. Yahudi kadınlarından 13 bin kadın ona tabi olur. Maiyetindekileri(aile efradını) ona tabi olmaktan alıkoyan kimseye Allah rahmet etsin. 9 Ogün onu mağlup edecek kuvvet yalnızca Kur‟an‟dır. Onun durumu (insanlar için) büyük bir fitnedir, bir imtihandır. Öyle ki, Allah yeryüzünün doğusundan ve batısından şeytanlar gönderir de onlar deccale “Bizden dilediğin yardımı iste” derler. O da: “Gidin, insanlar benim onların rabbi olduğumu, onlara cennet ve cehennemle birlikte geldiğimi, söyleyin” der. Ve şeytanlar her tarafa dağılırlar, öyle ki bazen bir tek kişiye yüzden fazla şeytan musallat olur.” (Kenzu‟lUmmal, 39687) Bu rivayetten anlaşılan şudur ki: Deccal gözü kördür veya kör gibidir. Yazı olmayan bir alamet onun kâfir olduğunu (basiret ehline)gösterir. O günkü insanların açlığından istifade ederek, ekonomik gücüyle onları kendine tabi eder. I. dünya savaşı sonrasında olduğu gibi, bir kıtlık olacak ki ekonomik olarak deccalin sofrası önem arzeder. Bazıları dünya malı için dinini dünyaya satar. Özellikle onun en büyük kuvveti Yahudilerdir. Yahudi kadınları sosyal hayatın değişik sahnelerinde yer alıp diğer kadınları da ve erkekleri de baştan çıkarırlar. Bu gün dünyanın değişik bölgelerinde sefahate davet eden kadın derneklerinin belki de çoğu Yahudi patentlidir. İnsanlardan ve cinlerden şeytanlar iş başında olur. Cin şeytanlar vesveselerle, insan şeytanlar açık telkinleriyle, materyalist felsefeleriyle, sefahati güzel göstermekle deccalin yolunun doğru olduğu yönünde sıkı mesai yaparlar. Detaylı bilgi için tıklayınız: Deccal'ın özellikleri nelerdir? Deccal ne gibi icraatlar yapacaktır ? En büyük destekçisi kimlerdir? Deccal ne zaman çıkacak? 10 İslam kadın hakları konusunda yeterli midir? Önce şunu belirtelim ki, bu konuyu burada detaylandırmamız mümkün değildir. Bu sebeple, biz burada ancak konunun anlaşılmasına yardımcı olacak bazı hususları maddeler halinde arz etmeye çalışacağız: Bunu da sorudan anlaşılan iki farklı soruya cevap olarak belirleyeceğiz: Birinci soru: İslam‟da kadın haklarına gereken yer verilmiş midir? 1) Kadın haklarının, hem de erkek haklarıyla karşılaştırmalı bir ifadeyle aynı ölçüde ifade edilmesi genişliği ile birlikte her asırda uygulanabilirliğine imkân sağlamıştır. Aşağıda meali verilen ayetin ifadesinde bu gerçeği görmekteyiz: “Erkeklerin hanımları üzerinde bulunan hakları gibi, hanımların da kocaları üzerinde meşru çerçevede hakları vardır. Şu kadar ki erkeklerin onların üzerindeki hakları bir derece daha fazladır. Unutmayın ki Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.” (Bakara, 2/228) Bu karşılıklı haklar, bir ailenin huzur ve mutluluğunu sağlayan her türlü davranışla, her türlü ödev ve görevlerle ilgilidir. Ahlaki açıdan, karşılıklı saygı ve sevgiden tutun, birbirinin hasbelbeşer olacak kusurlarını görmezlikten gelmeye kadar; her türlü maddi-manevi zarar vermekten kaçınmaya, konuşmalarında incitici sözlerden uzak durmaya kadar, bir aile için gereken bütün fedakarlık ve samimiyetin tezahürlerini ihtiva eden geniş bir ifadedir. “Erkeklerin onların üzerindeki hakları bir derece daha fazladır” mealindeki ifadeden maksat, mirastaki farklılık ve cihatla mükellefiyettir. İslam alimleri farklı ve ilginç şeyler anlamışlardır: Mesela, Zeyd b. Eslem, bundan “erkeğin emrine itaati” anlamışken, Şabi bunu “erkeğin kadına mehir vermekle yükümlülüğünü” anlamıştır. Mucahid‟e göre, bu ifadeden maksat, mirastaki farklılık ve cihatla mükellefiyettir. İbn Abbas ise, bundan “erkeğin kadına karşı daha toleranslı davranmasını; örneğin kendisinin kadına karşı sorumlu olduğu hakkını tastamam yerine getirmekle beraber, onun kadının üzerindeki hakkı kadın tarafından noksan bırakıldığı takdirde bunu müsamaha ile karşılamasını” emreden bir kriter olarak anlamıştır. (bk. Maverdi, ilgili ayetin tefsiri) Razi, erkeğin değişik yönleri itibariyle kadından daha güçlü olduğunu, kadının Allah‟ın ona bir emaneti olduğunu belirttikten sonra, bu ifadenin erkekler için ciddi bir tehdit ve kadınlara haksızlık etmemeleri yönünden onlara ciddi bir uyarı niteliğinde olduğunu ifade etmiştir. (bk. Razi, ilgili ayetin tefsiri) Görüldüğü gibi, ilk etapta erkeğe farklı bir üstünlük derecesi, ayrıcalıklı bir hak gibi görünen bu ifadenin tamamen kadının lehinde, erkeğin aleyhinde bir kriter olarak kabul edildiği görülmektedir. 11 2) Hz. Peygamber Veda hutbesinde kadınlarla ilgili şunları söylemiştir: “Kadınlar hakkında Allah‟tan korkun! Onları Allah‟ın birer emaneti olarak aldınız. Allah‟ın hükmüyle onları kendinize helal yaptınız. Sizin onlar üzerindeki hakkınız, hoşlanmadığınız(mahrem olmayan) hiç kimseyi yatak odanıza almamasıdır. Şayet böyle bir şey yaparsa (bir terbiye ve caydırıcılık maksadıyla) incitmeyen/kırıp dökmeyen bir tarzda dövünüz (hadisin bu ifadesi, ayetteki dövmenin gerekçesini de açıklamaktadır). Onların sizin üzerindeki hakları ise, uygun bir şekilde yedirip, giydirmek, onların geçimini sağlamaktır.” (İbn Kesir, ilgili ayetin tefsiri) 3) İslam öncesi devirde kadınlar dünyanın her tarafında olduğu gibi Arap kültüründe de bir eşyadan, erkeği eğlendiren bir hizmetçiden pek fazla bir farkı yoktu. İslam gelince kadını hanım efendi, erkekle bir elmanın iki parçası gibi gördü ve gördürdü. İbn Aşur‟un da ifade ettiği gibi, örneğin, “Eğer karı kocanın birbirinden ayrılacaklarından endişe ederseniz, o vakit, kendilerine erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. İki taraf işi düzeltmek isterlerse, Allah onları uyuşmaya muvaffak buyurur. Şüphesiz Allah alîm ve habîrdir/her şeyi bilir, bütün maksatlardan haberdardır”(Nisa, 4/35) mealindeki ayette erkekle aynı konuma sahip bir kadın var ve ona verilen değer, o güne kadar hiç bir sistemde görülmemiştir. (ibn Aşur, Bakara:228. ayetin tefsiri) 4) İslam‟ın kadına sağladığı haklar konusunda İslam aleminin değişik bölgelerinde pek çok müstakil eser yazılmıştır. Bunlardan Suleyman Ateş hocanın yazdığı “İslam‟da kadın hakları” adlı eserinin kapağında da yer alan bu satırların önemli olduğunu düşünüyoruz: “İslam kadını toplumdan ayırıp dört duvar arasına kapatmamıştır. Peygamber devrinde müslüman kadın, hemen bütün toplumsal faaliyetlere etkin biçimde katılmıştır. Sonradan koyulaştırılan uygulamayı İslam‟a mal edip kabahati İslam‟a yüklemek büyük bir hatadır. Batı toplumlarında yakın zamana kadar evlenen kadının mülkiyeti kocasına geçerdi. En ileri ülke sayılan İsviçre'de bile kadınlara oy hakkı ancak birkaç yıl önce verilmiştir. Oysa İslam, on beş asır önce kadına, bütün işlemleri yapma hakkı verdiği gibi, nikah esnasında konulacak bir şart ile kocasını boşama hakkı dahi vermiştir ki bunlar, o günkü dünya koşullarıyla karşılaştırılırsa kadın yararına büyük devrimlerdir” Sitemizde de bu konuyla ilgili epey malumat vardır. Oraya bakılabilir. İkinci soru: Kur‟an neden herkesin bir çırpıda anlayacağı şekilde değildir? 1) Kur‟an bir prensipler kitabıdır. Bu sebeple konularının ana teması işlenmiş, detaylara girilmemiştir. Bu temel hususlara bakanlar her zaman anlayabilecekleri detayları görebilirler. Hukuk, sosyal hayat, ekonomi, psikoloji, ahlak, ibadet, tasavvuf, kelam-felsefe konusunda Kur‟an‟ı referans alarak yazılan milyonlarca eserin varlığı bu gerçeğin açık delilidir. 2) Kur‟an kıyamete kadar gelen bütün insanlara hitap ettiği için, her asırda her kesimden insanların ders alacağını sağlayacak şekilde tercih edilen bir ifadeyle pek çok hakikatlere parmak basmıştır. Bu sebeple herkes her şeyi çok açık olarak görmeyebilir. 12 3) İslam‟da insanların gayreti dünya ve ahiretteki kazanımların yegâne kriteridir. “İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez” (Necm, 53/39) mealindeki ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir. Buna göre, kim fazla cehd-u gayret gösterir, aklını fazla kullanır, bilgisini fazla arttırırsa onun sevabı o nispette fazla olur. Aynı zamanda din imtihanın ana kaynağı olan Kur‟an‟da her şeyin basit bir şekilde olmaması bu imtihanın bir gereğidir. Bununla alimler ile cahiller, çalışkanlar ile tembeller ayırt edilir. 4) Bu gün uzmanlar, hafıza ve aklı aktif hale getirmenin önemli bir yolunun da bilmecebulmaca gibi zor bazı konuları çözmekle mümkün olduğunu söylüyorlar. Kur‟an‟da müteşabih denilen bazı kapalı hususların bulunması insan zekası, aklı ve hafızasının aktivitesi açısından da büyük önem arz etmektedir. 5) Genel olarak bir çok ayette vurgulandığı üzere, Kur‟an‟ın açık bir kitap olduğu ifade edilmesine rağmen, pek de öyle açık olmadığı meselesini incelerken, özellikle, Kur'an'ın açıkseçik olmasının boyutunu irdelemekte fayda vardır. Evvela Kur'an'da yer alan söz konusu "Tafsil/açıklık/ açık-seçik/açıklama"dan maksat, herkesin her konuyu kendi başına anlayabilecek açıklıkta olduğunu düşünmek mümkün değildir. Böyle bir anlayış, pratikteki realitelerle açıkça çelişmektedir. Çünkü yüz binlerce tefsirin varlığına rağmen, yine de Kur'an'ın bütün sırlarının tamamen anlaşılamadığı, inkâr edilemez bir gerçektir. Kur'an-ı Hakîm'in gün geçtikçe yeni yeni gerçeklere kaynaklık etmesi, âdeta zamanın ihtiyarlanması nispetinde kendisinin kapsam olarak gençleşmesi ve değişik hakikatleri muhataplarına bildirmesi; bu kadar gelişen ilmî birikimlere rağmen, hâlâ araştırmacılar tarafından her gün Kur'an-ı kerim'de açıklamaya ve incelemeye muhtaç yeni bakir sahaların keşfedilmesi, söz konusu "açıklık" kavramının sanıldığı kadar açık olmadığını, aksine başka anlamlarının olduğunu göstermektedir. Bunları teker teker söz konusu etmek, böyle küçük bir soru-cevap hacmine sığdırmak mümkün görünmemektedir. Bu sebeple genel bir bakış açısını sağlayacak bir kaç noktaya dikkat çekmekte fayda vardır: a. Kur'an'ın, "âyetleri açıklanmış kitap" olarak vasıflandırılması, onun herkes tarafından bilinebileceğini değil, konuların Allah tarafından gerçeğe uygun olarak açıklandığını ifade etmektedir. b. Meşhur tâbirle ve daha doğru varyantıyla: "hem Arapça hem de Râbça" olan Kur'an ayetlerinin açıklığı da Rabçadır. Eğer öyle olmasaydı, Arapçayı bilen herkesin birer allame; birer Zemahşerî, Sekkâkî, Fahruddin Râzî, Kadı Beydâvî vs. olması gerekirdi. c. "Şüphesiz, biz onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim üzere açıkladığımız bir kitap getirdik." (Arâf, 7/52) ayetinde geçtiği üzere, Kur'an'daki bu "açıklama" işi, ilmî kurallara bağlı olarak yapılmıştır. Onların bilinmesi ise ilmî birikimlere muhtaçtır. Her çağdaki bir takım yeni yorumların getirilmesi, farklı bilgi birikiminin bir yansımasıdır. d. Şimdi şu ayete bakınız: "Biz, geceyi ve gündüzü birer ayet (delil) olarak yarattık. Nitekim, Rabbinizin nimetlerini araştırmanız, ayrıca yılların sayı ve hesabını bilmeniz için gecenin karanlığını silip (yerine eşyayı) aydınlatan gündüzün aydınlığını getirdik. İşte biz her şeyi açık açık anlattık." (İsrâ, 17/12) 13 Evet biz iman ediyoruz ki, Allah Kur‟an‟da bu konu dahil her şeyi açık açık anlatmıştır. Ancak biz bir şeye daha iman ediyoruz; o da şudur: Bu ayette söz konusu edilen ve açıklanmış olduğu ifade edilen hususları, -itiraf etmeliyiz ki, bir parça Astronomi ve coğrafya bilgimize rağmen tamamen anlayamıyoruz. Demek oluyor ki, "açıklık" kavramı, farklı kesimlere farklı bir boyutu ile boy göstermektedir. Normal bir vatandaş, yılın aylarını ve günlerini sayarak, bir takvim dahilinde disiplinli bir hayat sürebilir. Ancak uzman bir bilim adamı bu konuda çok farklı şeyler bilebilir ve Allah'ın o hayret verici sanatı ve azameti karşısında secde edebilir. e. Kur'an'ın pek çok ayetinde ilme ve ilim erbabına özel bir önem atfedilmiştir. Halbuki, Eğer bilenlerle bilmeyenler Kur'an'ı anlamada aynı seviyede olsalardı, ilmin hiçbir değeri olmayacaktı. Bu ise bir safsatadır. Demek Kur'an'ın bilen kimseler tarafından açıklanmaya ihtiyacı vardır. Bütün bu açıklamalardan anlaşıldığı üzere, Kur‟an‟ın açık bir beyana sahip olması, rastgele herkesin anlayacağı tarzda olduğu anlamına gelmez. Kur‟an‟ın açık ifadesiyle, Hz. Muhammed‟in tebliğden başka bir görevinin de Tabyin/ Kur‟an‟ı açıklama olması, bu gerçeğin açık göstergesidir. Tarih boyunca İslam alimleri, Hz. Peygamberin tebliğ vazifesini yürüttükleri gibi, tebyin/açıklama vazifesini de sürdürmüşlerdir. İhramlıyken ihramı düşüp avret yerleri gözüken kişiye ceza gerekir mi? Avret yerleri açılan kişiye bakana ceza gerekir mi? Tavaf dışında kişinin ihramı düşmüşse bundan dolayı bir ceza gerekmez. Tavaf esnasında düşmüşse ve düştükten sonra olduğu yerde hemen örtünürse de bir şey gerekmez ancak örtünmeden tavafa devam ederse geri dönüp düştüğü yerden itibaeren yeniden tavafa devam etmeli veya o şavtı yeniden yapmalıdır. O şavtı tamamlamaması halinde kişiye kurban gerekir.(bkz. İhtiyar, 163) Hac veya umre esnasında avret yeri açılan kişiye bilerek bakan kişi günah kazanır ancak ceza gerekmez. 14 Müslüman bir ailede doğan bir çocuk mükellefiyeti başlayacağı anda ben müslüman değilim dese mürtedlik cezası alır mı yoksa mükellefliğin ilk başladığı zaman da kişinin hali mi baza alınır? Buluğ çağına girmiş olmak İmam Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Muhammed ile Hanbelilere göre şart değildir. Temyiz çağındaki çocuğun irtidat etmesi geçerlidir. Fakat İmam Ebu Hanife ve İmam Muhammed'e göre böyle olan çocuk öldürülmez ve dövülmez ancak İslam'a girmesi için zorlanır. Çocuk ana babasına tabi olarak müslüman sayılır, sonra kafir olarak buluğ'a ererse ve buluğdan sonra kendisinden irtidat ettiği yolunda bir ikrar duyulmamışsa çocuk misali gibidir. Bu kimse İslam'a zorlanır ancak öldürülmez. Ancak buluğdan sonra İslam'ı ikrar eder, ardından irtidat ederse öldürülür.(bkz. ed-Dürrü'l Muhtar, III, 335) İmam Ebu Yusuf ve İmam Şafii'ye göre ise buluğ'a erme şarttır. Temyiz çağındaki çocuğun irtidat'ı sahih olmaz çünkü mükellef değillerdir. Şafiîler dışındaki cumhura göre temyiz çağındaki çocuğun İslama girmesi sahihtir. Hadis-i şerîfte: "Her doğan İslâm fıtratı (yaratılışı) üzere doğar" buyurulmaktadır. (Buhârî, cenâiz 92; Ebû Dâvut, sünne 17; Tirmizî, kader 5) Başka bir hadisinde Resul-i Ekrem (a.s.): "Lâilâhe illallah diyen cennete girer" buyurmuştur.(el-Câmiu'sSağîr, II, 177; Mecmau'z-Zevâid, X, 81 ) Netice olarak cumhura göre temyiz çağındaki çocuğun İslama girmesi de irtidat etmesi de sahihtir, Şafiîlere göre sahih değildir. Temyiz çağındaki çocuğun İslama girmesinin kabul edileceği hususunda cumhurun görüşü daha tercihe şayandır. Çünkü Hz. Ali (r.a.) küçükken müslüman olmuştu. (İslam Fıkhı, Vehbe Zuhayli 7/464) 15 Çocuğun cinsiyetinin belirlenmesiyle ilgili hadisin Hipokrat'tan kopyaladığı iddialarını nasıl çürütebiliriz? Hz. Peygamberin bütün hayatında okuma-yazma bilmeyen ümmi bir insan olduğu Kur‟an‟la tescil edilmiştir. Kur‟an bu hususu açıkça ilan etmesine rağmen o günün düşmanları buna itiraz etmemiş, edememiştir. Biz 15 asır sonra binlerce kitap okuyan kişiler olarak itiraf etmeliyiz ki, Hipokrates„in bu konudaki görüşlerinin ne olduğunu bilmezken, Hz. Peygamberin o cehalet devrinde Hipokrates„in kitaplarını okuması ve ondan esinlenmesini düşünmek orta çağın akıl dışı bazı antika düşüncelerinden daha fazla ham bir hayaldir. Müslim‟in Hz. Sevban‟dan yaptığı rivayete göre Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Erkeğin suyu beyazdır. Kadının suyu ise sarıdır. İkisi birleştiği zaman, eğer erkeğin menisi kadının menisine baskın gelirse, çocuk Allah‟ın izniyle erkek olur. Şayet kadının menisi erkeğin menisine baskın gelirse, bu takdirde Allah‟ın izniyle kız olur.” (Müslim, Hayız, 33, 34) Şuurlu bir müminin bu hadisten anladığı şudur: Döllenme sırasında X taşıyan sperm yumurtayı döllerse bebek kız olur. Çünkü bu durumda kadının taşıdığı X ile erkeğin taşıdığı X birleştiğinden kadının suyu erkekte geriye kalmış olan Y kromozomuna baskın gelmiştir. Şayet Y taşıyan sperm yumurtayı döllerse, bebek erkek olur. Çünkü erkekteki Y kromozomu kadının taşıdığı X kromozomuna baskın gelmiştir. Çünkü kadının X gibi erkekte de bir X vardır. Ancak, fazladan Y kromozomunun aktif olması baskın geldiği anlamına gelir. Erkek ile kadının ortak bir paydada buluşmaları sunucunda çocuğun teşekkül ettiği hususu bilimsel bir gerçektir. Cenin, erkeğin spermi ile kadın yumurtasının bileşkesidir. Ancak ceninin asıl tohumunun erkeğin sperminde olduğu hususu ayetlerde çok açık ifade edilmiştir. Örneğin Tarık suresinin 5-7. ayetlerinin ifadeleri bu konuda çok nettir: “ ...Öyleyse insan neden yaratıldığını bir düşünsün. O, bel ile göğüs nahiyesinden çıkan ve atılan (kuvvetle fışkırtılan)bir sudan yaratıldı.” Bu ayetin ifadesi, insanın yaratılış malzemesi erkeğin spermi olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Buna göre, erkeğin suyunda var olan ve bu günkü bilimsel simgelerin adıyla X ve Y kromozomları bebeğin erkek veya kız olmasında rol alır. Ancak, erkeğin sperminde var olan X ve Y kromozomlarından birinin kadında sabit olarak var olan X kromozomuyla birleşmesi gerekir. “Biz insanı katışık bir meniden yarattık. Onu denemek istiyoruz; bu sebeple de kendisini işiten ve gören bir varlık yaptık”(İnsan, 76/2) mealindeki ayette, bir ceninin teşekkül etmesi için erkeğin spermi ile kadının yumurtasının birleşmesinin zorunluluğuna işaret edilmiştir. Kur‟an‟ın bu ve benzeri açık ifadelerine rağmen Hz. Peygamberin buna aykırı bir zaviyeden konuyu değerlendirmesi mümkün değildir. Bu günkü bilimsel araştırmaların ortaya koyduğu bilgiler şu merkezdedir: Bebeğin cinsiyeti, daha erkeğin spermi ile kadının yumurtası tüplerde birleştiğinde belirlenir. İnsanın tüm vücut bilgilerini taşıyan kromozomlar, toplam 46 tanedir. Bu 46 kromozomun 23 tanesi anneden yumurta yolu ile 23 tanesi de babadan sperm yolu ile gelir. 46 kromozomdan 2 tanesi cinsiyeti belirleyen kromozomlardır, diğer 44 tanesi ise vücudun diğer özelliklerinin bilgilerini taşırlar. Bu kromozomlar, insanın bütün hücrelerinde aynı sayıda iken sadece eşey hücreleri 23 kromozom yani diğer hücrelerin yarısı kadar kromozom içerirler. Bu 23 kromozomdan 1 tanesi cinsiyet kromozomudur. Cinsiyet kromozomları X ve Y harfleri ile gösterilir. Kadının yumurta hücreleri her zaman X kromozomu taşırken, erkeğin spermlerinin bazıları X, bazıları ise Y kro¬mozomu taşır. Döllenme sırasında X taşıyan sperm yumurtayı döllerse bebek kız, Y taşıyan sperm yumurtayı döllerse, bebek erkek olur. 16 Nuh Suresi 23. ayette isimleri geçen, Nuh kavminin taptığı putları araplar nereden öğrenmişlerdir? Nuh Suresi, 21 - 23. Ayetler: - Nûh, "Rabbim, dedi, doğrusu bunlar beni dinlemediler, malı ve çocuğu kendi ziyanını arttırmaktan başka bir şeye yaramayan kimseye uydular. - Onlar çok büyük tuzaklar kurdular. - "Dediler ki: 'Sakın ilâhlarınızı bırakmayın; hele Vedd'en, Suvâ'dan, Yeğus'tan, Yeuk'tan ve Nesr'den asla vazgeçmeyin!' Tefsir kaynaklarında burada geçen isimlerin, Adem'in çocuklarına veya sâlih kişilere ait isimler olduğu bildirilmektedir. Salih kişilerin ölümünden sonra, önceleri onların anılarını canlı tutmak ve hatıralarına saygı gösterip şefaatlerini dilemek amacıyla heykelleri yapılarak her birine temsil ettiği salih kişinin ismi verilmiş; fakat zamanla kutsallık yüklenen bu heykellere tanrı gözüyle bakılıp tapılmıştır. Kaynaklar bu heykellerin Câhiliye dönemi Araplan'nın da tanrıları arasında yer aldığını kaydetmektedir. Nitekim Araplar çocuklarına "Vedd'in kulu, Yeğûs'un kulu" anlamında Abdu Vedd, Abdu Yeğûs adlarını veriyorlardı. (bk. Zemahşerî, IV, 164; Râzî, XXX, 143; Şevkânî, V, 346) Nûh tufanında her şey sular altında kalıp harap olduğu halde bunların sonraki nesillere nasıl intikal ettiği bilinmiyor. Muhtemelen bu isimler Nuh'un gemisinde bulunan müminler tarafından sonraki nesillere anlatılmış, onlar da tanrılarına bu isimleri vermişlerdir. (Bk. Diyanet Tefsiri, Kur‟an Yolu:V/391-392.) Müfessir Merâğî, adı geçen putların hangi kavim ve kabilelere ait olduğunu ve Mekke ile civarındaki büyükçe putların kimler tarafından korunduğunu şöyle tesbit edip yazmıştır: 1-Vedd, Kelb Kabilesinin, 2-Suva' Hüzeyl'in, 3-Yağus, Sebe'lilerin, 4-Yaûk, Hemdanh'ların, 5-Nesr, Himyerli'lerin idi. Bu tesbitten çıkarılan sonuç şudur: Nûh Peygamber (as) Mezopotamya'dan Yemen'e kadar birçok kavim ve kabilelere gönderilen bir resuldür ve tufan da bu bölgeleri tahrip etmiştir. Burada şu soru ortaya çıkmaktadır: Nûh Tufan'ında başta insan olmak üzere mevcut canlılarla birlikte putlar da silinip belirsiz hale gelmiştir. Nûh (as)ın yaşadtğı asırlarda halkın daha çok ilgi duyduğu o beş büyük put nasıl ortaya çıktı veya ismi geçen kabileler tarafından nasıl tesbit edilerek yeniden ihya edildiler? Bu soruya Buhari, İbn Cüreyc tarikiyle İbn Abbas (ra)dan yaptığı şu rivayetle cevap vermeye çalışmıştır: «Nûh Kavmi'nde tapılan putlar, tufandan sonra Araplara geçmiştir.» 17 Bu konuda senedi olmayan birçok rivayetler daha vardır. Ancak şunu söyleyebiliriz ki: Sözü edilen beş putun ismen bilinmesinde iki ihtimal vardır: a) Ya tufandan sonra belli kesimlerde o putlara rastlayanlar olmuş ve üzerlerindeki yazı veya alâmetlerden tanımışlardır. b) Ya da sadece çok yaygın olan bu isimler tufandan sonra da unutulmamış; gemiye binip kurtulan mü'minlerden duyulmak suretiyle dilden dile aktarılarak yeniden ihya edilmişlerdir. Koyu putperest olan Araplar da o isimlerin tesiri altında kalıp yaptıkları büyük putlarına aynı isimleri vermişlerdir. Bu ikinci ihtimal akla daha yakındır. O halde olay, cahiliyet devri Araplarının ibret almaz, öğüt kabul etmez, uslanmaz bir çizgide olduğunu göstermiyor mu? Adı geçen putlara tapanlar, inkâr ve tuğyanlarında ısrar ettikleri, peygamberlerinin uyarısına kulaklarını tıkadıkları için ilâhî gazaba uğratılarak tufanda yok edilmişler ve inanıp bağlandıkları putlar ne onları, ne de kendilerini kurtarabilmiştir. Arap yarımadası'nda hem Nûh Peygamber'in kıssası, hem de putperest âsilerin akıbeti az-çok bilindiği halde, başta Mekkeli'ler olmak üzere Arapların çoğu yine de koyu bir putperestlik güdüyor, bir türlü Hakk'ın sesine gönül kulaklarını açmıyorlardı. Böylece Cenâb-ı Hak, özellikle Mekkeli müşriklerin ne kadar câhil, mantıksız, idraksiz ve öğüt, ibret almaz olduklarına işarette bulunuyor. Putperestlik nasıl doğmuştur veya nasıl doğmaya namzettir? Tek ilâh inancı zayıflamaya başlayınca, ortaya birtakım hurafeler çıkar ve yavaş yavaş bu hurafeler kalp ve kafalarda yer edince, câhil halk tabakası bazı şeyleri kutsal sayıp dert ve dileklerini onlara anlatmaya çalışırlar. Derken bir süre sonra o şeyler ve cisimler ilâhlaştırılır ve böylece tek ilâh inancı yerini çok ilâhlı bir inanca bırakır. Bu konuda sahih kabul ettiğimiz şu rivayet de konuyu yeterince aydınlatmaktadır: -Hz. Aişe (ra)dan yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: «Ümmü Habibe ile Ümmü Seleme (ra, bir gün Resûlüllah (asm) Efendimiz'e, Habeşistan'da bulundukları zaman Mâriye adı verilen bir kiliseyi ve içinde bazı insan ve melek suretlerinin nakşedilmiş bulunduğunu gördüklerini anlattılar. Bunun üzerine Resûlüllah (asm) şöyle buyurdu: «Şüphesiz onlar öyle bir topluluktur ki, içlerinde iyi bir kişi ölünce üzerine mâbed inşâ eder ve o mabede, gördüğünüz suretlere benzer suretler nakşederler. Onlar kıyamet gününde Allah'ın yanında insanların en kötüsüdürler.» (Sahih-i Müslim - Tefsîr-i Kurtubî: 18/308; bk. Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kuran Tefsiri) İlave bilgi için tıklayınız: Mekke'de putperestlik ilk defa nasıl başlamıştır ve ne şekilde devam etmiştir? 18 ''Ümmetimden deniz seferi yapan ilk ordu (cenneti) hak etmiştir.'' müjdesine Yezid de dahil midir? Buhari'de geçen rivayet şöyledir: Ümmü Haram bintu Mühân, kendisinin Peygamber'den (asm): "Ümmetimden denizde gaza eden ilk muhâribler (mağfiret olunmayı) vâcib kılmışlardır (yânı hak etmişlerdir)" buyururken işittiğini söylemiştir. Ümmü Haram dedi ki: Ben de: Yâ Rasûlallah! Ben bunların içinde miyim? diye sordum; "Sen onların arasındasın" diye cevâb verdi. Bundan sonra Peygamber(asm): "Ümmetimden Kaysar'ın şehrine gaza eden ilk muhâribler de mağfiret olunmuşlardır" buyurdu. Ben bunların içinde miyim yâ Rasûlallah? diye sordum. O: "Hayır!" diye cevâb verdi. (Buhari, Cihad, 92) İbn Hacer‟in bildirdiğine göre, İslam‟da ilk deniz seferi 27-28 hicri yılında yapılmıştır. Bu dönemde Hz. Osman halifedir. Hz. Muaviye, Hz. Osman‟dan izin alarak bu deniz seferine komuta etmiştir. (bk. İbn Hacer, Fethu‟l-Bari, 11/75) Yezid hicri 26 yılında doğmuştur. (bk. Fevatu‟l-Vefiyat, 4/328; Tarihu Ebu Zura, 1/191) Demek oluyor ki, Hadiste söz konusu olan İslam‟da ilk deniz seferi esnasında Yezid en fazla 23 yaşındadır. Bu sebeple onun söz konusu nebevi müjdeye dahil olması söz konusu değildir. Kıbrıs Seferine katılan Ümmü Haram, bir taraftan Peygamber Efendimiz‟in (asm) yıllar öncesinden haber verdiği müjde ve mucizesine masadak olurken, diğer taraftan burada vefat ederek şehitlik mertebesine yükseldi. Böylece, Peygamber Efendimiz‟in (asm) verdiği gaybî haber olduğu gibi gerçekleşti. (İbn Hayyât, et-Tabakât, Dimaşk 1968, II, 859, 884; M. Tayyib Okiç, İslâmiyet'te Kadın Öğretimi, Ankara 1979, s. 22, 23) 1571 yılında Kıbrıs Osmanlılar tarafından fethedilince, Ümmü Haram‟ın kabri yeniden imar edildi ve türbe yapıldı. “Hala Sultan Tekkesi” adı verilen türbe hâlâ ziyaret edilmeye devam edilmektedir. 19 Hattabi'nin İ'lâmu's-Sünen'i ve İbn Battal'ın Şerhi günümüze ulaştı mı? Buhârî'nin Sahihi üzerine yapılan ilk şerhin “A‟lâmu‟l-Hadis" veya "İ'lâmu's-Sünen” adıyla Hattabi‟ye (388/998) ait olduğu bilinmektedir. Bu eserin tahkikli baskısı dört cilt halinde yapılmıştır: Hattâbî, Ebû Süleyman Hamd b. Muhammed, A‟lâmü‟l Hadîs fî Şerhi Sahîhi‟l Buhâri, thk., Muhammed b. Sa‟d b. Abdirrahman es-Suûdî, Merkezü İhyâi‟t-Türâsi‟l-İslâmî, Mekke, 1988. Hicrî V. asırda yaşamış olan İbn Battal ise, Buhârî‟nin Sahîhi ile ilgili çok önemli bir şerh kaleme almıştır. Şerhlerin yazılmaya başlandığı ilk döneme ait olması açısından orijinal olan bu şerh, âlimler tarafından kabul görmüş ve sürekli referans olarak kullanılmıştır. Bu şerh de tahkiki yapılarak on cilt halinde basılmıştır: Şerhu İbn Battal ala Sahîhi‟l-Buhârî, thk., Abdülkadir Atâ, Dâru‟l-Kütübi‟l-İlmiyye, Beyrut, 2003. İbn Battal‟ın şerhi yazıldığı döneme göre hacimli ve mufassal bir şerhtir. Kendisinden 61 yıl önce vefat etmiş olan Hattâbî‟nin şerhleriyle kıyaslayacak olursak, Hattâbî‟nin Buhârî ve Ebû Dâvûd şerhleri muhtasar olup her biri 4‟er cilt olarak basılmıştır. Hattâbî ile ilgili yapılmış bir çalışmada Buhârî‟nin Sahih‟inde yer alan 3924 kadar bâbdan, yaklaşık 999‟unu şerh edip kalan 2925 bâbı eserine almadığı, böylece Sahîh‟i % 25 oranında şerh ettiği tesbit edilmiştir. Sünen‟de yer alan yaklaşık 1881 bâbdan 1143‟ünü şerh etmiş, geriye kalan 738 bâbda yer alan hadisleri şerh etme ihtiyacı duymamıştır. Aynı şekilde İbn Bat tal‟dan 67 yıl sonra vefat eden Begavî de (ö.516/1122), derleme mahiyetinde te‟lif ettiği Şerhü‟s-Sünne isimli eserinde yer alan 1447 bâbdan 1100‟ünü şerh etmiş, 347‟sini ise şerh etmemiştir. İbn Battal da, Buhârî‟nin her bâbını şerh etme ihtiyacı duymamış, bazı bâbları eserine başlık olarak almadığı gibi, bazılarını şerh içerisinde zikretmekle yetinmiştir. Dolayısıyla İbn Battal Buhârî‟nin Sahih‟inde yer alan yaklaşık 3924 bâbın 2882‟ini şerh etmiş, geri kalan 1042 bâbı şerh etme ihtiyacı duymamıştır. Bu durum, şârihlerin içinde yaşadığı dönemin anlayışını bizlere yansıtmaktadır. Bu konuda değişik ve farklı bazı yorumlar yapılabilir. Örneğin bir önceki bâbda yapmış olduğu yorumları yeterli kabul ederek benzer bâblardaki hadisleri de kapsadığını veya ihtiyaç olmadığını düşünerek bu yolu tercih etmiş olabilir. Nitekim İbn Battal‟ın, daha önce şerhedip de tekrar ihtiyaç duymadığı ve önceki yere atıfta bulunduğu ifadelerine rastlamaktayız. Dikkat edilirse tarihi kronoloji içerisinde daha sonra yazılan şerhlerin hacmi doğal bir süreç olarak artmakta ve şerh edilen bâb sayısının daha fazlalaştığı ortaya çıkmaktadır. 20 İbn Battal şerhinin, ilk bakışta dilinin sade, üslubunun anlaşılır olduğu göze çarpmaktadır. İbn Battal‟ın, meşhur şârihlerden İbn Hacer ve Aynî gibi şerhinde sistematik olarak takip ettiği bir usüle riâyet etmediği müşahede edilmektedir. Bazen hadisin açıklamasına “kavlühü” diyerek hadisin ilgili kısmını şerhederek başlamakta, bazen bir müellifin sözü veya görüşüyle şerhe girmekte, bazen de hadisin muhtevasıyla ilgili konuda âlimlerin görüşlerine öncelik vererek âlimlerin o konuda icması veya ihtilafı bulunduğunu bildirerek şerhe başlamaktadır. Göze çarpan en önemli hususlardan birisi de şerhte iktibas ettiği nakillerin çok olmasıdır. Bu nakillerin oranı kanaatimizce şerhin yaklaşık 3/4‟ünü oluşturmaktadır. Bazen sayfanın tamamının nakillerden oluştuğu görülmektedir. (bk. Saffet Sancaklı, “İbn Battal ve Buhari Şerhi”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII, sayı: 1, sh. 61-93) 21