çalışma hayatı ulusal sempozyumu

advertisement
İZMİR İLAHİYAT FAKÜLTESi VAKFI YAYINLARI
.
NO.
.
DİYANET İŞLERi BAŞKANLIGI
D.E.Ü. İLAHİYAT FAKÜLTESi
TÜRKİYE DİYANET VAKFI·
İşbirliğiyle Düzenlenen
e
.A
ISLAM
VE
ÇALIŞMA HAYATI
ULUSAL SEMPOZYUMU
[25-27
Kasım
- 2005]
İZMİR 2008
I.Oturum!Üçüncü Bildiri
KUR'AN'DAKİ DİNAMiK ÇALIŞMA KAVRAMINI
PASİF DÜNYA GÖRÜŞLERiNE DÖNÜŞTÜREN BAZI
TEOLOJİK YORUMLAR
Doç. Dr. İbrahim COŞKUN*
"Ve yine Allah [size başka} iki insan örneği veriyor: Onlardan biri
hiçbir iş elinden gelmeyen bir dilsiz ki, efendisinin sırtında gerçek bir yük;
öyle ki, beriki onu hangi işe koşsa olumlu bir sonuç alamıyor. Peki, işte
böyle biri, doğru ve hakça olanın yapılmasını emreden ve kendisi de
dosdoğru bir yolda yürüyen [bilge bir} kimseyle hiç bir tutulabilir mi?"
(Nahl, 75)
"Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur
(Necm,39)
Kuranda çalışmaya karşı olumsuz tavır alındığını değil; ona kayıtsız
kalındığını bile göremiyoruz. Onda çalışmaya öylesine belirgin bir şekilde
önem verilmektedir ki insanda Allah'a inanma ve çalışmasından başka
aranacak bir değerin olmadığı anlaşılmaktadır. 1 İnsanın kendisi ve amacı
çalışmasından ibarettir. O çalışmasının karşılığını kesinlikle görecektir.
İnsan için ancak çalışması vardır. çalışması şüphesiz görülecektir. Sonra
ona karşılığı eksiksiz verilecektir. Zaten sonuçtaRabbe varılacaktır. 2
Kur'an'ın teocentric bildirisi3 , baştanbaşa insanları, kendilerini
yaratan ve yeniden kendine geri götürülecekleri Allah bilincinde
uyandırmaya uğraşmaktadır. Kişinin bütün çalışması aslında kulluk etme
içinde yer almaktadır. Yeryüzünde ne varsa hepsi insanlar için
yaratılmıştır. Çünkü o yeryÜzünde Allah'ın temsilci(halife)sidir. 4 Demek ki
hilafet ile kulluk, insanın Allah' a kulluğu ile yere ve göklere hakimiyeti
aynı şeydir. Allah'a ortak koşmama ve çalışmak. İnsanlar kendi
nefislerinde Allah bilincini yaşadıkları sürüce alemierin sahibi ve
mutasarrıfı olmakta haklıdırlar. İnsan tabiatı belli ölçüler içerisinde
değiştirdiği ve kullandığı oranda başarılı sayılacak ve kutlanacak,
*
1
2
3
4
D.Ü.İlahiyat Fakültesi Diyarbakır. [email protected].
Bkz., Mehmet Rami Ayas, "Kur'an'da Çalışma Kavramı", İslam ilimleri Enstitüsü
Dergisi, V/89 vd;
İlgili ayetler için bkz., Necm, 53/39; Zilzal, 99/6-8; Müddessir, 74/38.
Toshihiko İzutsu, Kur'an'da Allah ve İnsan, çev. S.Ateş, Pınar Yayınları, s.60.
Bkz., Bakara, 2/30
İSLAM ve ÇALIŞMA HAYATI
çalışbkça
da yeni nimetlerle mükafatlandınlacakbr. Ahirette de kendisine
işte bu senin çalışmanın karşılığıdır. Çalışman şükre değer denecektir5 ••.
Yaşanan ve uygulanan gelenekler ve görenekler ile intikal eden ve
tarihi bir nitelik kazanan geleneksel İslam ile Kur'an'daki İslam arasında
bazı farklılıkların ve kırılmaların olduğu aşikardır. Bu farklılaşmalar ve
kınlmalar zamana mekana ve toplumların özgürlüklerine bağlı ve bağımlı
olarak önemli boyutlara varabilmektedir. Böyle olunca, İslam düşüncesi
ve tarihini tekil ve homojen bir İslam yerine, farklı Müslüman topluluklar
olarak değerlendirmek zorundayız. Sözünü etmiş olduğumuz geleneksel
topluluklarının büyük bir kısmının Kur'an'daki İslam'dan uzaklaşarak,
dünyadan kaçış olarak isimlendirilebilecek bir nitelikte olmamakla
beraber, ona hayli yaklaşabilen ve "dünyaya küskünlük" yada "dünyaya
karşı aşırı mesafeli olmak" olarak isimlendirilebilecek bir tutum
sergilediklerini söyleyebiliriz.
Halbuki Kur'an'daki İslam'da, dünya, salt mücerret bir varlık alanı
ve insansız olarak ele alındığında, yani dıştan, eşyasıyla meşru ve kutlu,
"temiz" bir varlık alanı olup, sadece, insanın onunla ilgisi açısından
"kirli" olabilme istidadı taşımakta olduğunu belirtmesine karşılık,
geleneksel İslam, dünyanın kirli yanını ön plana çıkarma konusunda o
kadar ileri gitmiştir ki, onun temiz ve meşru yanı adeta gözden
kaybolmuş, dünya hem içten ve hem de dıştan kirli ve müstekreh bir
konuma düşürülmüştür. Bunun sonucu olarak, dünya ve ona müteallik,
yani dünyevi olan hemen her şey, nerdeyse, bütünüyle cazibesini
kaybetmiş ve itici bir konuma itilmiştir. Nitekim olması gereken
modemite'nin niçin şarkta değil de garpta çıkbğı tahkik edilirken bu
husus ciddi bir problem alanı olarak kendisini ortaya koymaktadır.
Halbuki dünya hayatının bu şekilde yorumlanması Kur' anı Mesaj ile
çelişınektedir. 6
Allah' a
inanmayanların
her günkü
yaşama dünyasının ağır
bir
şekilde eleştirilmesini ayrı değerlendirmesek Kur'an'ın
dinamik çalışma
gölgelenebilir. Şunu belirtmek gerekir ki inanmayanların
doğarız, yaşarız, ölürüz hepsi bu kadar diye atalarından gelen bir görenek
üzere bir takım putlara tap maları,· cahiliyye ashabiyetiyle övünmeleri,
kendilerine göre bir şeref duygusuyla kız çocuklarını küçük yaşta diri diri
kavramı
5
6
so
İlgili ayetler için bkz., Zümer, 39/70, 73, 74; Zilzal, 99!7 -8.
Fazlurrahman, Ana Konu/anyla İslam, çev. Alparslan Açıkgenç, Ankara Okulu
Yayınları, Ankara, 1998, s. 78-79,105; Şaban Ali Düzgün, Sosyal Teoloji, Akçağ
Yayınları, Ankara, 1999, s. 96; Düzgün, Din Birey ue Toplum, Akçağ Yayınları,
Ankara,1997, s. 40; Durmu§ Hocaoğlu, Laisizm'den Mil/i Sekülerizm'e Selçuk
Yayınları, Ankara, 1995, s. 440, 467,473
KUR'AN ve ÇALIŞMA HAYATI
gömerek öldürmeleri, başkalarını görüp gözetmemeleri zorbalıkla veya
yüksek faizle insanlara haksızlık etmeleri gibi olumsuz durumları yansıtan
dünya hayatı tasvir edilmekte ve eleştirilmektedir. Bu türlü bir dünya
yaşayışı ağır bir şekilde yeriimiş ondan kaynaklanan yaşam biçimi ve
dünya görüşü ile mücadele edilmiştir. Sonuçta bu şekildeki dünya hayatı
algılamasında çalışmanın anlamı saptınldığı için, onların bütün
çalışmaları da boşa gitmiştir. Söz konusu edilen ve eleştirilen dünya
hayatı hariç tutulursa, Allah ile uyanık bir alışveriş yapan kullarının
yaşayışı, yapıp etme ve çalışmalarının kıymeti daha iyi anlaşılabilir.
Tarihsel perspektiften konuya baktığımızda tarihin Dünya-ahiret
dengesinin korunması konusunda büyük bir trajediye tanıklık ettiğini
görmekteyiz. Vahiy bilgisine kulak vermeyenler veya onu iyi
yorumlayamayanlar,
insanı
iki
boyutlu
bir
varlık
olarak
tanıyamamışlardır. Ya insanın metafizik yönüne ağırlık verip dünya ihmal
etmişler yada onun maddi yönü ön plana alarak, ahiret hayatını yok
saymışlardır. Bu durum tarihin her döneminde hem Doğu' da hem
Batı' da arka arkaya tekrarlanan gerçeklerdir. İslam tarihinde de benzeri
durum yaşanmıştır: Ahmet Emin'in ifade ettiği gibi, tevhid inancına göre,
yani dünyayı da ahireti de ihmal etmeden oluşturulan dünya görüşü
oldukça güçtür. Ona kültür seviyesi yüksek mücahitlerden başkası
tahammül edemez. 7
Ortaçağ İslam dünyasında ve ardından Osmanlı dünyasında
dinamik bir çalışma ortamı hazırlama konusunda tasawuf ve kelam
disiplinleriyle meşgul olan alimlerden çok şey beklenirdi. Çünkü onlar
akli ilimleri ve doğa bilimlerini sorgulayan ve kendi öğretileri açısından
epistemolojik değerlerini belirlemeye çalışan iki büyük alanın
sorumlularıydı. Son ilahi dinin evrensel mesajları doğrultusunda hem
metafiziksel hem fiziksel görüşleri bir araya getiren bir dünya görüşü
oluşturabilirlerdi. Ancak bu durum, İslam'ın ilk asırlarında kısmen
gerçekleşmiş, daha sonraki yıllarda ilk çağlardan gelen ve Avrupa' da
XVI. yüzyıla kadar devam eden Aristoteles' in mantığı ile sınırlı gözlem ve
deneye dayalı bir bilgi sistemi ile oluşturulan dünya görüşüne mahkum
olmuştur. 8 Neticede pek çok yönden Avrupa'daki skolastik düşüneeye
benzer bir düşünce sistemi İslam dünyasına hakim olmuştur. 9
7
8
9
Ahmet Emin, Yeumu'l-İslam, Müessetü Hancı, Kahire, ts., s.15-16
Remzi Demir, Osmanlılarda Bilimsel Düşüncenin Yapısı, Epos Yayınları, Ankara
2001, s. 15 -16.
Bkz. Salih Zeki, Yusuf Akçura, Muallim A. Cevdet, Skolastik Eğitim ue Türkiye'de
Skolastik Tarz, (Derleyen ve çeviren: Hasan Ünder), Epos Yayınları, Ankara 2002
51
İSLAM ve ÇALIŞMA HAYATI
İlk sapmanın tasawuf alanında ortaya çıktığını söyleyebiliriz. İslam
tarihinde Emevl yönetiminden itibaren toplumun bir bölümünü kendini
servet, lüks ve ihtişam hırsına kaptınp ahireti ihmal ederken bir kısmı da
bütünüyle ahirete yönelip dünyayı dışlamışlardı. İç savaşlar sefahat ve
dinden uzaklaşma hareketlerinin yanı sıra özellikle Hıristiyanlıktan,
israilliyyattan, Hint dinlerinden ve diğer kültürlerden etkilenme
sonucunda, dünyadan el-etek çekip kendini tamamıyla ahirete veren ve
dünyaya küsen sufilerin sayısı gittikçe artmaya başlamıştır. Dünya
hayatını terk edip köşesine çekilenler evliya ve örnek insanlar olarak
kabul edilmiştir. Sonralan bu zihniyetin daha da güçlenerek tasawufta
devam etmesine ve dünyaya karşı ilgisiz kalan bir grubun ortaya
çıkmasına yol açmıştır. 10 İnandırıcı olmak için hadisler uydurulmuştur.
Asn- saadette gerçekleştirilen dünya ahiret dengesi, İslam tarihinin başka
bir döneminde aynı derecede gerçekleştirilememiştir.
Halbuki İslam, inanlara dünya hayatını yaşarken ahiret hayatını
unutmayacak şekilde dengeli yaşam modeli sunar. Müslümanlar bu
dengeyi korumayı başardıklan ölçüde üstün uygarlıklar kurabilmişler,
hem dini hem de günlük hayatlan canlı ve güçlü olmuştur. İşte bu canlı
ve realist yol, bazı sufiler tarafından dengeli bir şekilde ele alınıp dünya
hayatı, alışveriş, ticaret, çalışma, eğitim-öeretim gibi meşguliyetleri iyi bir
şekilde icra etmişler, gerektiğinde halkı irşad etmişler, cihada çıkma
zarureti hasıl olunca da bundan asla kaçınmamışlardır.
Bütün Müslümanların bu konuyu ideal şekliyle tatbik ettiklerini
söylemek mümkün olmadığı gibi sufilerin tümünün de isabetli hareket
ettiklerini ·söylemek mümkün değildir. Söz konusu dengeyi yitirerek,
dünya için çalışmayı ihmal eden bazı sufiler, adeta bir ruhbarı hayatı
sergilerneye başlamışlardır. Bu tavır başlangıçta kimi sufiler tarafından
yadırganırken bilahere hakim bir zihniyet haline dönüşmüş ve dünya
meselelerinden dünyevi gailelerden uzak duran kişiler, ideal sufi olarak
telakki edilmeye başlanmıştır.
Neticede söz konusu kesimler tarafından itidal muhafaza
edilememiş ve dünya aleyhine ahirete, beden aleyhine ruha, zahir
aleyhine batına ağırlık verilmiştir.Dünya önemsiz sayılınca çalışma ve
çalışma ile elde edilecek nimetler ihmal edimleş, zahir terk edilince
alemin işleyişinde etkili olan objektif kurallar ihmal edilerek subjektif
gayeler güdülmeye başlanmış, bu da sufileri dünyanın ve her türlü ilmi
10
52
İlyas Çelebi, Tasavvuf Geleneğinde İtikadi Problemlere Bakış, ilahiyat Fakülteleri
Kelam Anabilim Dalı III. Eğitim-Öğretim Meseleleri Koordinasyon Toplantısı Kelam
Tasawuf ili§kisi Sempozyumu Tebliğ Metni, s. 1-3; Süleyman Uludağ, "Dünya"
mad., T.D.V.Yayınlan, İstanbul, 1994, X/22-23
KUR'AN ve ÇALIŞMA HAYATI
faaliyetin dışına itmiştir. Dünya ve onda geçerli olan ilmi kriterler ihmal
edilince bu defa kurtuluş ilirnde ve çalışmada değil; olağanüstü
yöntemlerde (mucizevi keramet vb) aranmaya başlanmıştır. İnsanlar bu·
yöntemin örneklerini gerçek hayatta bulamayınca menkıbelerden oluşan
sanal bir dünya kurarak oradan vermeye başlamışlardır. Bütün bunlar
sufiyi hayatın dışına itmiştir. 11 Bu anlayış İslam dünyasında Haçlı seferleri
ve Moğol istilaları sonrasında oluşmuş olan korku ve endişenin hakim
olduğu dönemlerde yaygınlık kazanmıştır. 12
İslam tasawufunda vahdet-i vücud anlayışının yaygınlaşması
sonrasında, dinamik çalışma hayatının en önemli sahasını oluşturacak
olan dış alem ve onunla ilgili olan doğa bilimleri, dış alem olması ve akli
ilimiere dayanması nedeniyle dışlanmıştır. Çünkü onlara göre dış alemi
oluşturan yaratıklar, "sudur" yani tanrısal açılım neticesinde oluşan ve
bağımsız olarak varlığı söz konusu olmayan görüntülerden ibarettir. Bu
nedenle bilme uğraşısı görüntülerle değil, bu görüntüleri oluşturan biricik
varlığa tanrı'ya yönelmelidir. Bu ise akılla değil ancak sezgiyle
yapılabilir. 13
Kur' an' daki İslam' dan uzaklaş m ış tarikatların etkisiyle yayılan
toplumsal hayatın akışını olumsuz yönde etkilediği bir
vakıadır. Mesela atasözü haline gelmiş olan "şu Jan i dünya için bir lokma
bir hırka yeter.", "Dünya hayatını yaşarken terk-i dünya etmek gerek.",
"ölmeden önce ölmek gerek" gibi deyişler, insanlara dışa açılmayı değil;
kendi içlerine kapanmaya yöneltmiştir. .Onları toplumsal hayattan ve
fiziksel çevreden koparmıştır. Dünyevi bir amaç için çalışmayı ve
üretmeyi anlamsız kılmıştır .14
Uzunca zamandan beri İslam dünyasında dünya-ahiret ilişkisindeki
dengenin bozulmuş olmasını sadece tasawuftaki bazı sapmalara
indirgemek doğru değildir. İslami disiplinler açısından konuyu
değerlendirdiğimizde, mutasawıflar kadar mütekellimlerin de bir takım
yanlış yaklaşım ve yorumlarından bahsetmemiz mümkündür. Biz bu
tebliğimizin kalan bölümünde tasawufla ilgili olarak yukarıdaki
söylediklerimizle yetinip, bazı kelami yorumlarda Kur'an'daki Allah
tasawurundan uzaklaşılarak otokrat bir tanrı tasawuruna ulaşılması ve
mütekellimlerin ortaya koyduğu dünya görüşünün İslam dünyasında dinöğretilerin,
11
12
13
14
Çelebi, agrn., s. 40-41.
İsmail Raci Faruki, Bilginin İslamile!jtirilmei, çev. Fehmi Koru, Risale Yayınları,
İstanbul, 1995, s. 57-58.
Demir, age., s. 57
Demir, age., s. 73
53
İSLAM ve ÇALIŞMA HAYATI
dünya ili§kisini dolayısıyla da çalı§ma
etkilediğini irdelemeye çalı§cağız.
hayatının nasıl
olumsuz yönde
Otokrat Tanrı Tasavvurunun Çalışma Hayatına Etkileri:
Her dinin ulCıhiyyet anlayı§I, kendi tarihiyle bütünle§erek o
toplumun geçmi§ dini hayatı ile ilgili tarihi birikimin ayrılmaz bir parçası
yani gerek soyut gerekse somut bütün kural ve kurumlarıyla birlikte
toplumun dini hayatının tarihi birikintisinden olu§an ve devamlı
geni§leyip geli§meye müsait bir miras durumundaki birikimsel geleneğin
temel bir unsuru haline gelip, nesilden nesile aktartılarak, onların itikadi
ve arneli bütün hayatına yön verebilmektedir. Dolayısıyla milletierin
u!Cıhiyyet inancı, gerek teorik gerekse pratik bütün bakı§ açılarına
belirleyici bir unsur olarak yansımaktadır. 15
Selefiyyenin dini nassları literal okuma biçimiyle değerlendirmeyi
biricik metot kabul etmesi sonucu haberi sıfatlar konusunda gerekli tevile
yana§maması, devlet yapısını hilafetten saltanata dönü§türen Emevi
yöneticilerin siyasi beklentilerini gerçekle§tirmede önemli. kolaylıklar
sağladı. Onlar saltanatlarını daha sağlam ve kalıcı kılabiirnek maksadıyla
dafıa önce toplumsal §Uuraltılarında mevcut olan ve cebir ideolojisine
dayanan antropo-patik (insan ihtiraslı) tanrı tasawurunu halka empoze
etmeye çalı§tılar. Bu dü§ünce Ebu'I-Hasen el-E§'ari (ö.324/936)'nin
dü§ünceleriyle daha geni§ çevrelere ula§tı. E§'ari, hacası Ali el-Cubbai
(ö.303/915)ile fikir ayrılığına dü§tükten sonra selefi topluluğunun
yanında yer alması ve onların görü§lerini kelami yöntemlerle teyid
etmesiyle Sıfatiyye ismi seleften E§'ariliğe intikal etti. E§'ariliğin zat ve
sıfatlar konusundaki tutumu, iki zıt taraf olan Mu'tezile ile Mü§ebbihe
arasında orta bir tutum gibi gözükse de o, -Selefiyyenin anropomorfik
dü§ünceleri çağrı§tıran, haberi sıfatları tevil etmeme ilkelerine kar§ı
çıkınakla birlikte- tann-insan ili§kisi bağlamında insana irade, kudret ve
eylem yapma yetisi tanımayan otokrat/cebbar(cahiliyye döneminde
kullanıldığı anlamda) bir tanrı tasawuru olu§turdu. Özellikle E§ariler,
kesb kavramı ile insanın hür ve sorumlu olduklarını izah etmeye
çalı§salar da sonuçta Allah-insan ili§kisine dair dü§ünceleri atakrat bir
tanrı tasawurunun geli§ip yayılmasına sebep olmu§tur. 16 Bu anlayın
özünde ise yeryüzündeki yöneticilerle i§birliği yapan, kullarına kar§ı
15
16
54
W.C Smith, The Meaning And End of Religion: A new Approach To the Religious
Traditions of manking, New York 1963, ss. 156-160; Hanefi Özcan, Matundide Dini
Çoğulculuk, İFAV Yayınları, İstanbul, 1999, s.16
Bkz. Muhammed b. Abclutkerim e§-Şehristanl, el-Mi/el ue'n-Nihal, Müessesetu
Kütibi's-Sakafiyye, !.Baskı, Beyrut, 1994, 1/67-72.
KUR'AN ve ÇALIŞMA HAYATI
ihtirasla davranan bir tanrı tasawuru ön plana çıkmaktadır.
Şimdi bu tanrı tasawurunun din-dünya ili§kisindeki dengenin
bozulmasında, Müslümanların üretken ve çalı§kan bir toplum olmaktan
uzakla§maya nasıl sebep olduğunu inceleyebiliriz.
1- İslam Düşüncesine Tanrısal Öznelciliğin ve Karlereiliğin
Hakim olması:
İslam Dü§üncesinde belli bir dönemden sonra oldukça etkili olan
E§'ari dü§üncesiyle geli§en antropopatik tanrı tasawuru, beraberinde
tanrısal öznelciliği ve cebri du§ünceyi yaygın hale getirmi§tir.
Öyle ki bu süreçte yöneticiler devlet yönetimini ele geçirmelerini
Allah'ın kaza ve kaderine bağlayarak insanların her türlü kötülüğü
Allah'tan bilmelerini sağlamaya yönelik bir siyasi hareketin öncüsü
oldular. Bu çaba, iktidarın bilgiyi belirleme ve toplumu sürüle§tirmeye
niyetli olduğunu gösteren en önemli argümandır. Çünkü anılan resmi
ideolojinin teorisyenleri, kulu fiil i§lemeye yetenekli görmüyorlardı. Kulu
fiil i§lemede yeterli görmemenin siyasal-teolajik anlamı, yöneterıle
yönetilenin kesin bir çizgiyle birbirinden ayrılması ve yönetimin halk
tarafından denetlenme imkanının ortadan kaldırılmasıdır. İnsanın fiil
i§leme yönünde doğrudan ilahi iradeye tabi olduğunu dile getiren cebir
ideolojisi, olayların akı§ı içerisinde insanın kendisini iktidarın iradesine
teslim etmesini ve rahat olmasını istemektedir. 17 Emevi yöneticileri,
yaptıklarının Allah'ın kaderi ve ön tasarımı ile gerçekle§tiğini söyleyerek
yaptığı i§lerin sorumluluğunu üzerinden atmak istiyorlardı. Onları imam
ve yönetici kılan bu görevde bir takım i§ler yaptıran Allah idi. Onlar vuku
bulan olaylan yapmaya mecburlardı. Kendi iradeleri söz konusu değildi.
Bu dü§ünce Emevi yöneticileri arasında yaygın bir kabul gördü. 18
Sonuç olarak §Unu söyleyebiliriz, kader inancı, İslam tarihinde bazı
yöneticiler tarafından istismar edilmi§tir. Allah'ın iradesi, kudreti ve
yaratması yanında insana gerekli irade kudret ve eylem yapma yetkisi
tanımayan bu dü§ünce, kanaatimizce İslam toplumlarında insanların
çalı§ma §evk ve azınini engelleyen bir kültürün olu§masında önemli bir
amil olmu§tur.
2- İnsanın Hilafet Misyonunun Gölgelenmesi
"Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluketsinler diye yarattım." 19
ayeti, insanın yaratılmasındaki hikmetin, iradesiz varlıkların tamamında
17
18
19
Nadim Macit, Din-Siyaset ilişkisinin Teo/ojik Yorumu, Seba Yayınları, Ankara, 2000,
s. 59-61
Ahmet Akbulut, a.g.e., 60
Zariyat, 51/56.
55
İSLAM ve
ÇALIŞMA HAYATI
zorunlu olarak gerçekleşmesinin yanı sıra, hür iradeleriyle,Yaratan'a
boyun eğmiş ve ona teslim olmuş insan manzaralannın gerçekleşmesi
anlamında,
insanın varoluş amacının Allah'a kulluk olduğunu
göstermektedir.
Bunun yanı sıra insanın varoluş nedeni, onun yeryüzünü imar etme
etkinliği sonucu, hazır olmayan nimetleri hazır hale getirme eyleminin bir
neticesi olarak, hem dünya hem de ahiret hayatında kendisine nimet ve
saadetlerin sunulması şeklinde olmaktadır. 20 Bu konum, insanın
iledemesini, olgunlaşmasİnı ve kainattan devşirdiği nimetiere ulaşmasını,
aynı şekilde ahirette de sevaba nail olmasını sağlayan ve mükellef
olmanın dayanak noktasını oluşturan idrak, irade, kudret ve istitaat ile
donatılmış olmasındandır. Onun halife kılınmasının anlamı da budur.
Niyabet, ya asim yokluğundan ya ona yardımcı olmaktan ya onun
· aczinden veya bunların hiç biri olmadığı halde, sırf asilin naibine bir şeref
bahşederek onu yüceltmek istemesinden kaynaklanır. Allah'ın salih
21
kullarını halife seçmesi, zikredilen son seçenekte saklıdır. Uluhiyette asıl
olan, varlığı yaratan, yaşatan tekamül ettiren "Rab" sıfatıdır; ilim, irade
ve kudret gibi diğer sıfatlar tamamlayıcı manalardır. Esas olarak insanın
hilafeti, Allah'ın rububiyyet sıfatının haricindeki sıfatiara yöneliktir.
İnsana, "Rabb"ın iradesine sadakatle uyarak kendine ve tüm evrendeki
yaratıklara tasarruf etme sorumluluğu verilmiştir. Dinamik bir ibadet olan
bu sorumluluğun yerine getirilebilmesi için insanın güç, irade, bilgi ve
benzeri sıfatları haiz olması gerekir. Kur' an-ı Kerim, insanı bu
özellikleriyle tanımlamakta ve bu özellikleriyle halife kılındığını ilan
etmektedir. 22
Cevdet said'in dediği gibi23 , Allah'ın iradesi yanında insana hiç
irade tanımayanlar, insanlığın ateş ve tekerlekle tanışmadan önce nasıl
yaşadıklannı, hatta daha uzağa gitmeden, elektrik enerjisine kavuşmadan
önceki hayat şartlannın nasıl olduğunu iyi değerlendirebilselerdi, insan
kudret ve iradesinin kıymetini daha iyi anlayabilirlerdi. Diğer bir ifade ile,
onlar ellerini, sönd-ürmek üzere elektrik düğmesine uzattıklannda, irade
ve kudretini iyi değerlendiren insanların lambadan elektrikle
aydınlanmaya kavuşuncaya kadar geçen süreçte ne kadar gayret sarf
°
2
21
22
23
56
Fazlurrahman, a.g.e., s. 51.
Muhammed Harndi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Eser Ne<iriyat, ts., 1/299-300; Rağıb
el-İsfehani, el-Müfredôt fi Garibi'l-Kur'an, İstanbul, 1986, s. 222-223; Ziyaeddin
Serdar, İslam Medeniyetinin Geleceği, (çev. Deniz Aydın) İstanbu1986, s. 42.
Erol Güngör, İslamın Bugünkü Meseleleri, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1990, s. 270280; Serdar, a.g.e., s. 42-45.
Cevdet said, Güç İrade ve Eylem, çev. H.İbrahim Kaçar, Pınar yayınları, İst. 1995,
s.60
KUR'AN ve ÇALIŞMA HAYATI
ettiklerini sağlıklı bir şekilde düşünebilselerdi, o zaman Allah'ın hilafet
görevinin araçlan olarak kendilerine verdiği irade ve kudretin kıymetini
daha iyi aniayabilir ve değerlendirebilirlerdi. Bu durum insanlığın sosyal
alandaki kazanımlan için de aynen geçerlidir.
Allah Teala pek çok ayette, yeryüzünü ve arzı insanın emrine
musahhar kıldığını bildirmektedir. Fakat bu kevn! teshirin tamamının,
hayvaniara sunulduğu şekliyle hazır olarak verilmediği bilinen bir
gerçektir. Bu anlamda insana sunulan pek çok lütuf, teknoloji veya icat
olarak kainatın yapısında mevcut olan ve onun unsurlanna hükmeden
kemiyet ve keyfiyetin aniaşılmasıyla ortaya çıkmaktadır. Yani insanın bir
takım nimetiere ulaşması aklını, iradesini ve gücünü olumlu anlamda
kullanmasıyla mümkün olabilmektedir. Zaten onun halife seçilmesinin
anlamı da burada gizlidir.
Din, insanın halifelik misyonunu gerçekleştirecek yeteneklerine
dikkat çekip bu donanım ile nasıl hayırlı arneller yapılabileceğinin
ilkelerini belirtmesine rağmen, insanda irade, kudret vb. yetenekierin
olmadığını savunan kelami anlayışlar, insanın halifelik misyonu
gölgelemişlerdir.
·Halifelik misyonu için insanda bulunan yaratıcılık vasfı da son
derece önemlidir. İkbal' e göre yaratma kavramı yalnızca tannya ait bir
özellik değildir. Çünkü insan· kendi iç zenginliğini keşfettiği anda tann ile
birlikte yaratıcı olur.24 Ancak bu yaratıcılıktaki birliktelik ontolojik
anlamda bir birliktelik değildir. İnsanın yaratıcılığı varolan bir şeyden yeni
bir şeyin ortaya konması anlamına gelir. Mesela müzik kompoze etmek,
resim yapmak, şiir yazmak ta yaratma kavramıyla ifade edilebilir.
Tannnın bir şeyden başka bir şey yaratması şüphesiz kendine özgü bir
faaliyettir. İnsanın yaratıcılığı bu anlamda evrendeki yeniliğin ilkesi
olmaktadır.
İkbal, insanın yaratılmışlann en şerefli olarak yaratılıp sonra da
aşağılann
en
aşağısına
indirilmesini onun gizli güçlerinin ölçülmesi ve
geliştirilmesini mümkün kılan tek yol olarak görmektedir. İnsan böyle bir
tehlikeyi göze almış varlıktır. Bir taraftan Tannnın yaratması hiç
durmadan devam ederken insan da onu imar eder. Yukanda ifade
ettiğimiz gibi Tann ile insanın yaratma konusundaki birlikteliği ontolojik
eşitlik anlamında bir birliktelik değildir. Bu, tannnın yarattığı evreni
insanın yaşanır hale getirmesi anlamında bir birlikteliktir. 25
24
25
M. İkbal The Reconstruction of Religious Thought İn Islam, ed. And annotated by M.
Saeed Sheikh, Lahare 1986, s. 10.
Bkz. Mevlüt Albayrak, "İkba/'de Tann'nın Kudreti" Tasawuf Derg., Ankara, 2001,
Sy.7, s. 191.
57
İSLAM ve ÇALIŞMA HAYATI
İnsanın yaratı özelliğini yok sayarak, yaratılmış varlıklar içinde
diğerleriyle aynı
düzlemde ele almak, ona bireysel bir otonomi alanı
bütün düşünce duygu ve faaliyetlerinde bir üst otoriteye
bağımlı kılan ve onu kendi başına hareket ederneyecek kadar zihinsel
felce uğratan otoriter düşüncenin filizlenmesine yol açacaktır. Böyle bir
anlayıştan hareket eden her tür otoriter düşüncedeki ortak bir özellik,
h?-yatın kişinin benliği çıkarları ve istekleri dışındaki güçler tarafından
belidendiği inancıdır. Tek olasılık bu güçlere boyun eğmektir. Bu üst
otorite yada otoriteler, her zaman metafiziksel bir otorite de olmayabilir.
İnsan öldürülen benliğinin getirdiği eziklikten, ancak üst oteritelere
bağlanarak kurtulabileceği yolunda sahte bir bilinçlenmenin kurbanı
olur. 26 Böyle kişiliğe sahip insanlardan oluşan toplumların çalışkan ve
üretken olması düşünülemez.
3- Sebeplilik İlkesinin Reddedilmesi:
Sebeplilik prensibi, ister doğrudan isterse dalaylı olsun, mahlukatın
ancak sebepler vasıtasıyla meydana gelebileceğini gerekli kılar. Bu
sebepler varlıkların meydana gelmesini sağlar ve ortaya çıkan varlıklar
onunla şekillenir. Sebep-sonuç ilişkisi, aklın öncelikle sebepleri
keş1etmesine yönelmesini, oradan da varlıkların mahiyetleri itibariyle
olduğu hal üzere açıklanmasını teşvik eder. İkinci planda ise eşyanın
kuwetlerini ve yapısını tespit etmeyi sağlar.
Bu varsayımdan hareketle, akl-i nazarisini kullanan insanlar, çeşitli
türlerde nedensellik anlayışlarını kavramışlar ve onlarla varlıkları izah
etme yoluna gitmişlerdir. Onlardan en yaygını tabii yani hissi
nedenselliktir. Bu nedensellik, bir şeyi diğerine bağlayan bir ilişkidir ki,
bunlardan birincisi sebep ikincisi ise onun neticesinde ortaya çıkan
sonuçtur. Mesela ateş, pamuğun yanmasının yakın sebebi olarak kabul
edilmektedir. Konunun uzak sebebini araştırdığımızda, bütün alemin
gerçek sebebinin h-Ilah olduğunu görürüz. Yani Allah ''fail sebep" veya
"ğaf sebep" tir. Alem ise yaratılmış varlık olarak onun yaratmasıyla ortaya
çıkan sonuçtur. Bu durum, sonuç itibariyle bilfiil Allah'a dönen, fakat
maddi alemde saklı olan vasıtalarla gerçekleşmektedir. Bu ise genel
anlamıyla" metafiziksel nedensellik" veya "i/ôhf nedensellik"tir. 27
Ehl-i sünnetin en önemli temsilcisi olan Eşarilerin büyük çoğunluğu,
kainatta olayların akışını yönlendiren tabii nedensellik prensibini kesin bir
bakış açısıyla reddetmektedirler. Mesela Gazali bu konuda o şöyle diyor:
"Bize göre tabiatta sebep olarak düşünülen şey ile eser olarak düşünülen
sağlamamak,
26
27
58
A.e., s. 66.
Fazlurrahman, Kuran'da Ana konular, s. 115; Cirar Cihaml, a.g.e., s. 25-26.
KUR'AN ve ÇALIŞMA HAYATI
şey arasındaki ilişki, zorunlu bir ilişki değildir. "28 Ona göre itikat ve adet,
eşya
arasında
yürürlükte olan ilişkinin yapısını ortaya çıkaran iki
gereklilik zaruretin, ihtimal de kesinliğin yerini
almaktadır: "Aslında bu her iki şeyden(sebep ve müsebbep) biri, öteki
olmadığı gibi onlardan birinin kabulü, ötekinin kabulünü; birinin reddi
diğerinin reddini gerektirmez. Ayrıca onlardan birinin varlığı ötekinin
varlığını, birinin yok/uğu da diğerinin yokluğunu zorunlu kılmaz. "29 İster
maddi varlıklar arasındaki olaylarda, isterse insani fii/ler arasında olsun,
öznenin fiili ile mefulün/tümlecin etkilenmesi arasında geçerli bir ilişkinin
olduğuna dair hiçbir delil yoktur. Müşahede ancak mefulün(mefulde
ortaya çıkan olayın) failin yanında gerçekleştiğine delalet eder; yoksa
mefulün fa il tarafından meydana getiri/diğine değil ... "30 Bu durum, tekrar
ve adet üzere his ve müşahede sahasında bizatihi yürürlükte olan
deneysel ilimler sahasıdır. 31
Bu düşüncenin arkasında ortaçağın ortak anlayışını temsil eden,
İslam dünyasında da özellikle Eşari düşüncesinde kendisini hissettiren,
Tanrı'nın kudret sıfatını öneeleme anlayışı vardır. Bu anlayışa göre her
şey doğrudan Tanrı'nın istemine uygun bir biçimde gerçekleştiği için
bugün burada böyle olan yarın başka yerde farklı olabilir. Bu anlayışta
yasadan uzak durulur. Çünkü matematiksel bir gösterirole sunulabilen
yasa, tanrının iradesini ve gücünü sınırlar. Bu yüzden doğal oluşumların,
tanrı tarafından her an yeniden düzenlediğine inanılır. Dolayısıyla eski
matematiksel modeller işlevsiz kalabilir. Bir modelin sürekli olarak
kalacağının bir garantisi yoktur. Bu belirsizlik alimler üzerinde
epistemolojik bir tedirginlik getirmiş ve bu tedirginlik modeller
oluşturmaya yönelik girişimlerde isteksizliğe sebebiyet vermiştir. 32 Elbette
belirsiz bir doğayı anlamak ve kavramak için çalışmanın, araştırmanın
veya bilimsel teoriler oluşturmanın bir anlamı olmayacaktır.
İbn Rüşt, kökleri cahilyye dönemine uzanan fakat Eş' ari
düşüncesiyle tekrar canlanan nedensellik karşıtı anlayışı reddederken
Eş' arileri şöyle eleştirmektedir: Bize göre etkin sebepler konusunda kafası
kanşık olup da işi kanştıranların ve ilietin ma'lul ile alakasını idrak
edemeyenlerin bu konuda bilmediklerini araştırmaları veya fen ilimleri
öğrenmeleri gerekir. Çünkü bu, doğru olan bilimsel metodu belirleyen
kavramdır. Aynı şekilde
28
29
30
31
32
İbn Rü~t, Tehôfütü Tehôfüt, Tahk. Süleyman Dünya, Daru'I-Mearif, 1. Baskı, Kahire,
1963, s.777
A.y
İbn Rü~d, s. 779.
Gazali, Tehafütü'/-Felasefe, tahk. Süleyman Dünya, 2. baskı, Daru'I-Mearif, s. 103
Demir, age., s. 29
59
İSLAM ve ÇALIŞMA HAYATI
izah tarzıdır. Akıl, aklın bedihi olarak veya hislerle zaruri olarak
bilinenlerle, sebepleri hissedilemeyen, fakat bilinmesi arzu edilen şeyler
arasını tefrik eder. Bu konuda zihin bilinmeyenierin derinliklerine dalmak
ister ve ondaki gizlilikleri keşfetmeyi arzu eder. Varlıklardaki olguları
yalnızca adet olarak değerlendirmek ve bununla yetindirmek, dolayısıyla
aklı araştırmaktan ve düşünmekten alıkoymaya çalışmak, kabul edilir bir
durum değildir. Akıl illetleri araştırma tabiatıyla donatılmıştır, varlıklar
arasında ilişkileri ve bağları açıklama amacıyla sebepliliği yok
saydığımızda, aklın görevi ne olacaktır? Akıl, bizatihi varlıkları
nedenleriyle kavramasından başka bir şey değildir. işte bununla o öteki
kavrama yetilerinden ayrılır. O halde nedenleri reddeden kimse, aslında
aklı da reddetmiş olmaktadır. 33Aristo'nun metafizik ilmiyle ilgili izahlar
sadedinde söylediği gibi, eşyaya yönelik hakiki bilgi, akılla elde edilen
bilgi değil midir? Hakiki ilim, yani yakin! bilgi, sebepleri yoluyla
sonuçlann bilgisine dayanan bilgidir. Bu, mantık ilminin hakikatine
dönmek demektir. Biz onu inkar edersek, zan sahasına girerek eşyanın
varlığına delalet eden bütün bu durumlan ve tanımlan yok saymış oluruz.
Kaldı ki, Eş' ari'lerin tutumlarında olduğu gibi, "Zorunlu hiçbir bilginin
bulunmadığını kabul eden kimse, kendi sözünün de zorunlu olmadığını
kabul etmek zorundadır. " 34 Bu durum, akıl, onun tabiatı ve etkinlik
sahası açısındandır. Fakat eşya cihetinden olaya bakınca, kim algılanan
varlıklardaki nedenselliği inkar ederse o tabii sebepleri yok sayar, eşyanın
sıfatıarını ve özünü kabul etmemiş olur. "Çünkü nesnelerin tek tek her
varlığa özgü fiilieri gerektiren ve nesnelerin özlerinin adlarının ve
tanımlarının farklı olmalarını sağlayan özleri ve niteliklerinin bulunduğu
kendiliğinden bilinmektedir. Bundan dolayı eşyanın zatları isimleri ve
tanımları farklılık arz etmektedir. "35
Fazlurrahman'a göre de tabiat, Allah'ın köklü bir şekilde
yerleştirdiği kendi kanunları sayesinde işler. ·Yani tabiatta tabii
nedensellik söz konusudur. Bu yüzden ona göreceli olarak bağımsız
diyebiliriz. Fakat bu mutlak bir bağımsızlık değildir. Çünkü varlığı için
tabiatın hiçbir garantisi yoktur ve kendi kendisinin nasıl işlediğini
göstermekte yetersizdir. 36
Fazlurrahman, nedenselliği reddedenleri ise şöyle eleştiriyor:
Kainatta nedenselliğin olmadığını iddia etmek bir bakıma her an her
şeyin değişebileceğini kabul etmek demektir. Bu ise Allah'ın evreni boş
33
34
35
36
60
İbn Rüşt, a.g.e., s. 777.
İbn Rüşd, a.g.e., s, 292.
İbn Rüşd, a.g.e., s. 782
Fazlurrahman Ana Konularıyla Kur'an s. 30-32.
KUR'AN
ve
ÇALIŞMA HAYATI
yere yaratması onu eğlence vasıtası kılması demektir. Halbuki Allah
bundan münezzeh olduğunu bildirmektedir. 37
Eş' ari düşüncesinde cevaz ilkesine ve atom nazariyesine bağlı
olarak oluşturulan ontoloji anlayışı, Kur'an'a dayanan İslami algılayıştaki
düzen, insicam ve buna bağlı olarak Allah'ın yaratmasındaki süreklilik ve
devamlılık ilkelerinin, en azından üstü örtülü bir şekilde feda edilmesine
yol açmıştır. Eş'ariler bu yöntemi benimsemekle, Kur'an'ın defalarca
vurguladığı, yerde ve göklerde uyurnun ve düzenin hakim olduğu ilkesini
feda etmişlerdir. Bu şekilde bu düzenin sağlamlığı ve şaşmaz sürekliliği ile
"Ailah'ın öteden beri sürege/en kanunu budur. Allah'ın kanununda asla
bir değişiklik bu/amazsın "38 ayetinin belirttiği hayatın daha başka pek çok
yönündeki süreklilik ve düzeni hesaba katmamışlardır. 39
Sonuç
Sebepliliği red konusu, mücerred bir tartışma konu olmamış bu
düşüncenin pratiğe yansıması, her şeyin doğrudan Allah'ın kudretine
bağlanmasıyla tabiartan ve tabiatta işleyen Allah'ın kanunlarını
araştırmaktan uzak kalmaya sebep olmuştur. Bu da din-dünya
ilişkisindeki
dengenin bozulmasında ve Müslümanların tabiata
yönelmelerini engelleyen önemli bir etken olmuştur. Elbette tabiatta her
şeyin sürekli değişiğine, sabit hiçbir şeyin bulunmadığına, sebeplerin
sonuçlar üzerinde hiç etkili olmadığına inanan kimselerden tabiata dört
elle sarılıp çalışmaları, onun üzerinde derin düşünme gözlem ve
araştırma yapmaları beklenemez.
Bu ifade etmeye çalıştığımız düşünceler zamanla Müslüman
halkların kültürleriyle bütünleşince, kader ve tevekkül gibi bazı İslam
inançları da tembelliğe adeta kılıf olmuş, tembellik, vurdumduymazlık,
hazırla yetinme, ortaya çıkan problemlere köklü çözümler getirme yerine
kısa vadede günü kurtaracak çözümler üretme son asırlarda Müslüman
toplumların genel karakteristiği haline gelmiştir.
Mütekellimlerin otokrat bir tanrı tasawuruna ulaşmalan, bunun
neticesinde insanın yeryüzündeki hilafet misyonunu, kainatta ise
nedenselliği ve tabiat yasalann yok sayan dünya görüşünün gerisinde de
Kur'an'ın temel ilkelerini belirttiği metafiziksel ve fiziksel unsurları dengeli
bir şekilde kurgulayan bir kainat görüşüne ulaşama yerine, Aristoteles' in
mantığına ve sınırlı gözlem ve deneye dayalı bir bilgi sistemiyle
oluşturulan kainat modeline mahkum olma söz konusudur.
37
38
39
A.e., s. 37.
Fetih, 48/23
Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur'an, s.118-119
61
İSLAM ve
'·
•'.
ÇALIŞMA HAYATI
Haibuki Aristoteles'in mantığı biçimseldir ve yapısı gereği doğaya
ilişkin yeni bir bilgi üretiminde kullanılmaz; sadece aklın doğru bir
biçimde işletilebilmesi için gerekli olan ilkeleri öğretir. Öbür taraftan doğa
bilgilerine ulaşabilmek için yeterli gözlem ve deney zorunludur. Çünkü
akıl dışarıda bulunan ampirik verileri toplamadan dışarının yapısına
ilişkin genel değerlendirmede bulunamaz. 40
Çözüm: Çalışma hayatıyla ilgili geleneğimizde ortaya çıkmış ancak
Müslümanları tembelliğe ve pasif bir dünya hayatına sevk eden
yorumlardan uzaklaşarak Kur'an'ın emrettiği şekilde dinamik bir kulluk
ve çalışma anlayışına yeniden dönmektir.Bilelim ki Avrupa'nın modern
çağdaki (maddi anlamda) kalkınmasının gerisinde, reform hareketleriyle
ortaya atılan ve insanın yeniden keşfedilmesini sağlamış olan, çalışmaya
ve dünyaya gereken değeri veren görüşler vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Bu
görüşlerden en etkili olanlardan biri ise Allah'ın rıZasına ulaşmanın ancak
düzenli çalışmaktan ve başarılı olmaktan geçtiğini savunan Protestan
ahlakıdır. 41 Bu gerçeği tebliğimizin başında anekdot olarak verdiğimiz
Kur'an ayetleri on dört asırdan beri Müslümanlara bildirmiyar mu?!
Bu sempozyumun ve sunmuş olduğumuz bu tebliğin
Müşlümanlann yeniden Kur'an'ın bildirdiği dinamik çalışma anlayışına
ulaşmasına
vesile olmasını dilerken, ifade etmeye çalıştığım
olumsuzlukları şiirle dile getiren Merhum Mehmet Akif'in dizeleriyle
bitiriyorum:
Meşiyyetin sana zulmetmek ihtimali mi var?
"Çalış! Dedikçe şeriat, çalışmadın, durdun,
Onun hesabına bir çok hurafe uydurdun!
Sonra bir de tevekkül sokuşturup araya,
Zavallı dini çevirdin maskaraya!
Bırak çalışmayı, emret, oturduğun yerden,
Yorulma, öyle-ya Mevla ecir-i hasın iken!
Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini,
Birer birer oku tekmil edince defterini;
· Bütün o işleri Rabbim görür: Vazifesidir.
40
41
62
Demir, age., 15-16
Mesela Protestanlığın önemli şahsiyetlerinden Kalvin'e göre ebedi mutluluğu elde
etmek, kişinin aynı zamanda dünya işlerinde başarılı olmasıyla ölçülür. Bir kişi
bağışlanınayı her günkü yaşayışta tanrıya harndetmek için düzenli çalışınakla en iyiyi
elde edebilir. (Max Weber, The Protestant Etle and the Spiritit of Cabitalism, Georga
Alien and Unwin Ltd., London, 1975, s. 166.
K U R ' A N v e Ç A L I Ş M A H A Y AT I
Yükün hafifledi. .. Sen şimdi doğru kahveye gir!
Çoluk çocuk sürünürmüş aç kalacak ...
Huda veki-i umurun değil mi? Keyfine bak!
Onun hazine-i in' am ı kendi veznendir!
Havale et ne kadar masrafın olursa ... Verir!
Silahı kullanan Allah, hududu bekleyen O;
Levazımın bitivermiş, değil mi? Ekleyen O!
Çekip kumandası altında ordu ordu melek;
Senin hesabını küffan Hak-sar edecek!
Başın sıkıldı mı kafi seni o nazlı sesin:
"Yetiş" de, kendisi gelsin, ya Hızır'ı göndersin.
Evinde hastatanan varsa,borcudur: bakacak;
Şifa hazinesi derhal oluk oluk akacak.
Demek ki: her şeyin Allah ... yanaşınan ırgadın O;
Çoluk çocuk O'na ait: lalan, bacın, dadın O;
Vekil-i harcın O; kahyan, müdir-i veznen O;
Alış seninse de mesul olan verişten O;
Denizde cenk olacakmış ... Gemin O, kaptanın O;
Tabib-i aile, eczacı. .. hepsi hasılı O;
Ya Sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu
Biraz da saygı gerekir ne saygısızlık bu!
Hüda'yı kendine kul yaptı kendi oldu Hüda;
Utanmadan da tevekkül diyor bu cürete ...Ha!
42
42
Mehmet Akif Ersoy, Safahat (haz. E. Düzdağ), Kültür Bakanlığı Yay., (ikinci baskı)
Ankara 1989, s.232-234
63
Download