DiYANET iŞLERi BAŞKANLIGI YAYlNLARI A e KUR~N MEALLERI SEMPOZYUMU -eleştiriler ve öneriler- (1) 24-26 Nisan 2003 İZMİR DÜZENLEYEN Diyanet İşleri Başkanlığı & Dokuz Eylül Üniversitesi ilahiyat Fakültesi ANKARA- 2007 Diyanet İ şleri Başkanlığı Yayınları 1 672 İlmi Eserler 1 112 Tertip Heyeti: Prof Dr. Ömer DUMLU Doç. Dr. Hüseyin YAŞAR Yard. Doç. Dr. Mustafa ÖZEL Araş. Gör. Dr. Muammer ERBAŞ Araş. Gör. Ziya ŞEN Redaksiyon Dr. Ömer MENEKŞE Tashih Dr. Kıyasettin KOÇOGLU Dr. Faruk GÖRGÜLÜ A. Osman PARLAK H. Duran NAMLI Dizgi & Grafik Recep KAYA Hüseyin DİL İlker ÇALlŞKAN Baskı GURUP Matbuacılık Tlf.: (0312) 384 73 44 2007-06-Y-0003-672 ISBN: 978-975-19-4115-2 © lliyanet İşleri Başkanlığı Dini Yayınlar Dairesi Başkanlığı Derleme ve Yayın Şubesi Müdürlüğü Tel: (0312) 295 72 93- 295 72 94- Fax: (0312) 284 72 88 e-posta: [email protected]. tr 198 1 KUR'AN MEALLERİ SEMPOlYUMU - 1 MEAL YAZANLARlN GEREKLI DONANlMLARlNDAN OLMAK BAKIMINDAN FELSEFE BILGISI Öğr. Gör. Hasan ÖZDEMIR* Kur'an'ın Türkçe anlam ve açıklamasının anlaşılması ve yorumlanmasında, felsefi bilgi önemli bir yer tutmaktadır. Felsefi verileri bir bilgi yığını olarak değil, bir düşün­ me yöntemi olarak ele almak ve tercüme işini Kur'an mütercimlerinin uzmanlık alanı, ilmi birikim ve sistematiğiyle sınırlamak yerine, bilimsel araştırma ve düşünme yöntemleriyle bütünlemek gerekir. Dini ilimlerde olgusal bilgiden çok, temel kavram ve ilkelere; işlenmiş hazır bilgiyi aktarma yerine; doğrulama, çözümleme ve değerlendir­ me gibi düşünme süreçlerine ağırlık verilmelidir. Bilimin gelişiminde teori ile pratik, felsefe ve din iç içe yürütülmelidir. Her teori, önce pratikle şınanır. Başarı kazanırsa teori ile pratik arasında bir bağ kurulmuş olur. Böylece teori salt betimleyici niteliğinden sıyrılarak, bilimsel bilgi niteliğini kazanır. Insanoğlu felsefedeki devamlılık ilkesi gereği, bilimsel düşünme ve tekniğin de yardımıy­ la doğanın zincirlerinden kurtulmuştur. Bilimin gelişmesinde yapıcı rol üstlenen bu felsefi kurgulamanın Kur'an mealierine de faydası göz önünde bulundurulmalıdır. Insan, tabiatı gereği gerek kendi içinde, gerekse kendi dışındaki varlığın nedenini aramıştır ve aramaktadır. Bu sebep bulma ve bilme işinde iki önemli faktör rol oynar: eşya ve akıl. Eşya bize, bilgimizin maddesini, akıl da sOretini verir. Tam bir bilgi için bilginin maddesi yanında, onun bir sOretinin de bulunması zorunludur. Çünkü insan bilgisinin dayandığı ilke ve temeller akıldadır. Ancak bu ilkelere dayanan insan bilgisinin de şartları ve dereceleri vardır. Olayların kanunlara, sonuçların ilkelere ve eşya­ nında nedenlere dayandınldığı bilgiye bilimsel bilgi denir ki bunda her bilim ayrıdır. Bütün ilimleri ve bütün kainatı içine alan evrensel kanunlara dayanan düşüncelerin hepsini bir noktada birleştiren bilgiye de felsefi bilgi denir. (Sunar, 1973:9) ğu Felsefi bilgi; insanın geçmişi ile alakah olduğu kadar onun, geleceğini, var oldualemdeki yerini ve niçin var olduğunu sorgulamasından ve erdemli olma, mutlu ya- * Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi, Ilahiyat Fakültesi, Felsefe Anabilim Görevlisi. Dalı Öğretim ÜÇÜNCÜ OTURUM 1 199 şama özleminden doğmuştur. Dolayısıyla olguları dogmatik bir yorumlama ve açıklama bilgeliğe ulaşma noktasında bir engel olarak karşımıza çıkmaktadır. Felsefi bilgide sonuçlardan çok, bu sonuçlara varma biçimi önemlidir. Ayrıca kesinlik yerine, sorunlara sürekli cevap arayan bir yöntemi de vardır. Bu nedenle eleştirilmeyen bilgi, sistemleştirilemez. Çünkü, felsefi sorunlar değişmez. Sadece ce~pları, konuları ve hükümleri zamanla değişmektedir. Felsefi bakış, konuları­ nı tartışarak ortaya koyar ve alanını bilim ve düşünce olarak belirler. Işte bu süreç felsefi bakış boyutunu meydana getirmektedir. ve bilgeliğe ulaşma bakış açısıyla Felsefe; insanın durmadan ileriye atılma, verileri eleştirme, yeni çözüm yolları arama çabasının bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Ne kadar bilgi türü varsa o kadar felsefe vardır. Öyle ise, bu açıdan felsefeyi bilgi üzerinde bilgi diye tanımlayabiliriz (Öner, 1999:13). Felsefi yaklaşım, aklın egemenliğini telkin eden bakış açısıdır. Akıl, kesinlik ve doğ­ ruluk ister. Bu yolda başarılı olmak ise, özü yakalamak, böylece varolmayan hakkında hüküm vererek yanlışa düşmemekle olur. Öz, olanı var kıland ır. Insanın bu yoldaki çabasının ışığı, şüphedir. Bu şüphe yanlışın ağına düşmemeyi, gerçeği yakalamayı sağ­ lamak içindir. Insan faaliyetlerinde, gerek kendinden ve gerek meşgul olduğu şeylerden kaynaklanan etkenlerle her zaman yanlışa düşme ihtimali vardır: Bu engelleri geçerek öze yanaşmada şüphe önemli rol oynar. Metodik şüphe, Gazall ve Descartes'in dediği gibi zihin, açık ve seçik olana varıncaya kadar devam eder. Bir konuda açık ve seçikliğin tadına varan zihin, belirsizlikler karşısında hüküm vermekten kaçınır. Böyle bir alışkanlık kazandığında her alanda aynı şeyi arar. Bu da varlığı tanımada her gün daha ileri gitme imkanını sağlar. Bilimsel gelişmenin kamçısı böyle bir tutumdur. Aklın istediği bir husus da tutarlı olmadır. Bir konu üzerinde verilen hükümlerin tutarsıziiğı çelişmeyi ifade eder. Çelişme; aklın tabiatı gereği, kabul ederneyeceği bir haldir. Davranışlar birerfikrin ifadeleri olduklarına göre, onlarda da tutarlılık aran ır. Tutarsızlıklar ya kararsızlık doğurur, hüküm vermeyi önler veya verilecek hükümlerin yanlış olmalarına sebep olur. Insan varolanı kendi gayreti ile tanımada farklı yollar takibeder. Böylece farklı bilgi türleri meydana gelir. Bunlar az çok akli ilimler sonucu elde edilir. Aklın tam hakim olduğu bilgi türleri, bilim ve felsefedir. Felsefenin aklilik bakımından diğerlerinden farkı, bir tür akıl müfettişliği rolünü işlemiş olmasıdır. Diğer bilgi türlerinin hepsi ile ilgilidir. Bir bakıma onların üstüne çıkarak varlığın bütünlüğü içinde, yerlerini belirler, onların kendi içlerindeki akliliğin kontrolünü yapar; ve değerlendirir. Felsefi bilgi bu tavrını yalnız beşeri bilgilerde sürdürmez aynı tutumu kaynağı yetkin varlığa dayalı bulunan din karşısında da gösterir. Böyle bir tutum insan faaliyetlerinde düzeni sağlar. Her şeyi kendi yerine koymak ve her şeyi kendi öz değeri içinde görmek belirtmeye çalış­ tığım felsefi tutumun önemli bir ilkesidir. Bu arada şunu da belirtmeliyim ki, insanı diğer canlılardan ayıran ve onlardan üstün kılan aklı, insanın her faaliyetine hakim mut- 200 1 KUR'AN MEALLERi SEMPOlYUMU - I lak hükümdar olarak görmemek lazımdır. Onun da insan varlığı içinde bir yeri vardır. Aklın üstünlüğü, kendi yerini belirlemesi, yetkisini ve sınırını bilmesidir (Öner, 1993:3). Felsefe; düşünme sanatı olduğu için sanatların en ineesi ve yön vericidir. Ilimierin ve evrenin sırlarını öğrenme hüneri olup insanın en önemli sorgulama aracıdır. Bunu başarabilmek için iki şeye ihtiyaç vardır: Düşünmek ve düşündüğünü yazmak. Aynı zamanda felsefe, akıl yoluyla inanca varmak, inancı da akıl yoluyla temellendirmektir. Bu iki yolda başarılı olmak dine hizmettir. Bu bağlamda gerekli olan felsefeyi her türlü sapmadan kurtarmak, dine yaklaştırmak gerekir. Insanoğlunun gerek birey, gerek tür açısından en önemli özelliği doğuştan donanım ile sonradan edinilmiş donanım yeti ve yeteneklerine sahip olmasıdır. Bu yeti ve yetenekler kişiden kişiye farklılık gösterebilir, ancak sonuçta bireyi başkalarından farklı yapan onun felsefi görüşleridir. Islam filozoflarına göre, felsefe tek bir sistemdi. Yalnız binlerce görüntüsü ve safhası vardı. Bu safhalar en pozitif deneycilikten, tasawufun en aşırı biçimlerine kadar geniş bir yelpaze oluşturuyordu. Gerçek filozof, muhtelif safhalar arasındaki ahenk ve birliği en iyi anlayabilen kimseydi. Böyle bir anlayış ise ancak Aristotales'te vardı. Bu nedenle Islam filozofları da Aristotales'e uymuşlardı. Aristotales'i önder kabul eden, lslam filozoflarının prensibi, ilim ve bilgi teorilerinde nazar ve burhan yöntemini kullanmaktı. Filozoflar için felsefe araç değil amaçtır. Bu amaç ise nedenlerin gerçeğine dair bilgiye ulaşmaktır (Günaltay, 2001 :71-72). Bir filozof için objektif olmak kolay bir şey değildir. Çünkü her filozofun kendine göre bir görüşü vardır. Bu görüşü de filozofu tek yanlı yapabilir, felsefi anlayışı çarpık ve yanlış gösterebilir. Filozof bu tehlikeden, ancak "objektif" kalarak kurtulabilir. Bu objektiflik tutkulu bir anlama isteğidir. Bu nedenle, filozofların yöntemi ve amacı gibi, Kur'an meali yazarları da çalışmalarında objektif olmak ve bazen somuttan soyuta, bazende soyuttan somuta doğru bir açıklama ve yorumlama yapmak durumundadır. Ayrıca, felsefe tarihinde filozof adını alanların görüşleri de incelenmelidir. Buna "felsefi yöneliş" diyebiliriz. Bu yöneliş; eleştirici bir uyanıklığa yönelmek ve özel bir etkin eylemlilik gerektirir. Kur'an'ın tercümesi ve yorumlanmasında felsefenin 25 asırlık tarihsel birikiminden istifade edilmelidir. Kur'an'ı sadeGe Araplara hitap eden ve indirilişi sırasında onlarca bilinen ilimleri ihtiva eden bölgesel bir kitap olarak görmek son derece yanlıştır. Çünkü Kur'an bütün insanlığa hitap etmektedir. Arapların aniamaclığını başkasının anlaması mümkündür. Kur'an'ı sadece devrinin ilmini ve anlayışını aksettiren bir kitap olarak görmek, onun varmak istediği hedeften uzaklaşmak demektir. Kur'an'da öyle ayetler vardır ki, o devir de Araplarca bilinen ilimlerle anlaşılmasr, ibret alınması asla mümkün değildir. Bu da onun bölgesel bir eser olmadığını göstermektedir. Her devrin kesin gerçeklermiş gibi kabul ettiği, fakat yanlış olduğu daha sonraları ortaya çıkan kendine has yorumları olmuştur. Oysa ilim sahasındaki seyrinde Kur'an asla yanlış bir adım atmamıştır. Onun bildirmiş olduğu gerçekler bugün çürütülememiştir ve asla çü rütü lemeyecekti r. ÜÇÜNCÜ OTURUM 1 201 Kur'an temelde felsefi değil, dini bir metindiL Fakat din ve felsefenin müştereken sahip olduğu tüm sorunlarla da ilgilidir. Hem din hem de felsefe; Allah, alem, insan ruhu ve bunların karşılıklı ilişkileriyle ve iyilik ve kötülük, üzgür irade ve ölümden sonraki hayatla alakah sorunlar ITclkkında bir şeyler söylerlEr.. Bu sorunlarla ilgilenirken, aynı zamanda görünüş, gerçeklik, varlık ve nitelikleri, 'hasan.ın kökeni ve mukadderatı, doğru vf! yanlış, uzay ve zaman, süreklilik ve değişme, ebediyet ve ölümsüzlük gibi kavramları da aydınlatırlar. Kur'an bu sorunlara dair evrensel hakikatleri beyan ettiği­ ni söyler: bu beyan, hem insanların vahyin gelişi sırasında sahip oldukları fikri birikimi hesaba katan, onlara doğrudan hitap eden, kolayca anlaşılabilen ve hem de diğer bölgeler ve başka zamanlarda yaşayan, başka diller konuşan insanların, sahip oldukları birikim yardımıyla kolaylıkla yorumlayabilecekleri bir uslupta ;ifade ·edilmiştir (M.Şerif, 1990: c. ı, 163). Islam düşüncesinin ilahi mesajları, Hz. Peygamberin hayatı boyunca ortaya çıkan sorunlara vahiy yoluyla çözümler getiriyordu. Hz. Peygamberin vefatından sonra bu kaynak kesildi. Bu durumda, sürekli akış halinde bulunan hayatın ihtiyaçlarına cevap verecek bu dine, bu hayat sistemine süreklilik ve dinamizm nasıl kazandırılacaktı? Bunun yanında Kur'an'ın indirildiği dil olan Arapçadan başka bir dil konuşan ve Kur'an'ın mesajını ana kaynağından işitme olanağı bulamamış olan yabancıların Kur'an'ı öğren­ mesi ve anlaşılması güç konuların kavranması sorunu nasıl çözülecekti. Hz. Peygamberden sonra ortaya çıkan siyasi, iktisadi ve kültLir.el gelişmeler sonunda, hicretin ikinci yüzyılına Müslüman lar, çok canlı ve karmaşık sorunlarla girdiler. Ortaya çıkan sorunları Kur'an ve onun canlı tercümanı olan Hz. Peygamberin yorumlarıyla çözmeye çalıştılar, fakat yeni birçok sorun ile karşılaşıldı. Kur'an ve Sünnet'te her konunun açıkla­ ması var mıdır? Sünneti esas alanlar her konunun Kur'an ve Sünnet'te var olduğunu belirtirlerken, rey taraftarları Kitap ve Sünnet'te her açıklamanın bulunmayacağını, bazı hususların akıl yolu ile örfe dayanılarak açıklanabileceğini bildiriyorlardı. Böylece tartışmalarda akıl-nakil, din ve felsefe çatışması gündeme geldi. Öncelikle Kur'an mealleri; fıkıhtaki bir mezhebe, kelamdaki bir ekole, felsefedeki bir akıma ve de tasawuftaki bir tarikate takıntılı olması, ne caiz, ne uygun ve ne de doğrudur. Ayrıca felsefeciler, "Birinci öğretmen olarak Hz. Muhammed'i (s.a.s.) değil de Aristotales'i; ilke olarak ta Kur'an'ın hikmetini değil Yunan felsefesini kabul ederler" bağlarnındaki ön kabul de doğru değildir (Kardavl, 2002:87). Islam felsefesi; özel ve dar anlamıyla Müslüman filozofların ortaya koydukları felsefi düşüncenin genel adıdır. Islam felsefesinin, felsefı düşünce olma bakımından, diğer felsefelerden hiçbir farkı yoktur. Anca'k, .her felsefe, içinde yapıldığı özel coğrafi bölgenin, ortaya çıktığı özel zamanın siyasi, sosyal ve dini düşüncelerin izlerini taşıdı­ ğı için, bazı yapısal ayrılığı arz eder. Bu bakımdan Islam felsefesi, felsefe olma bakımın­ dan aynıysa da yapıları yönünden onlardan ayrıldığı noktalar vardır. Genelde çağlar boyu felsefi düşüncenin gelişimini göz önüne alarak, kelam, tefsir, usul-i fıkıh, tasavvuf gibi ilimlerde yetişen kimselerin çeşitli meseleleri felsefı bir yaklaşımla ele almış olduklarına bakarak, Islam felsefesinin konu ve sınırını geniş tutma taraftarları görülmek- 202 1 KUR'AN MEALLERi SEMPOlYUMU - I tedir. (Bayraktar, 1999:1-4) Ancak hangi ilimierin ne ölçüde ve niçin felsefe sayılabile­ ceğinin aydınlatılması gerekecektir. Kelam ilminin konuları arasında Allah'ın varlığı ve ispatı, nübüwet sorunu, yaratılış ve buna bağlı konuların çoğu genel felsefenin de konularıdır. lbn üi-Arabi ve Mevlana ile zirveye ulaşan tasawufun esas konusu varlık ve bilgi teorisinden başka bir şey değildir. Tefsir usulü, Kur'an'ı doğru anlamanın yolu ve yöntemi ile ilgili düzenli bilgidir. Bu bilim dalının önemli bir bölümü insanlara söz şek­ linde intikal eden vahyin nasıl anlaşılacağı konusuna tahsis edilmiştir. Gramer ve dil bilimi, sarf ve nah iv benzeri konular dışta bırakılacak olursa, bilhassa dilin ne olduğu, dilin düşünce ve varlıkla ilgisi, retorik ve semantik gibi konular felsefe ve mantıktan baş­ ka bir şey değildir. Bugünkü kavram felsefesi bu konuları incelemektedir. Felsefe ve din ilişkisini Islam filozofları ele almışlardır. lik Islam filozoflarından Kindi'ye göre felsefe; "Insanın gücü ölçüsünde edebi ve külll olan varlıkların hakikatini, mahiyetini ve sebeplerini bilmesidir'' (Kindi, 1994:174). Nesnelerin gerçekliğinin bilinmesini ise, faydalı olan her şeyi almak ve zararlı olan her şeyden uzaklaşmak demektir. Bu nedenle felsefe gerçeğin bilgisi olduğu gibi din de gerçeğin bilgisidir. Öyleyse gerçeği iyi görmekten ve nereden gelirse gelsin gerçeği benimsemekten kaçınmamak gerekir. Gerçeği arayanlar için gerçekten daha güzel bir şey yoktur. Gerçeği bilmekten ibaret olan felsefeyi reddedenler, gerçeği reddetmiş olurlar. Türk Filozofu Farabi felsefeyi; "Var olmaları bakımından varlıkların bilinmesidir" şeklinde tanımlamıştır. Bu da idrak ettiğimiz bütün nesnelerin bilinmesidir. Yani bunları akıl ve deney yollarıyla tanımak, gerçek yüzlerini tanımaya çalışmaktır. (Keklik, 1987:18) Ayrıca Farabi, okunan şeyi anlama ve onun fikrinin ve kavrananın nefse yerleştirilmiş olanın kabul ve tasdik edilmesi için iki yol vardır. Gerçeğin mahiyetinin akıl­ ca kavranması ve ona uyan bir misal yoluyla hayal edilebilmesidir. Kabul ettirme de iki yöntemin biriyle meydana gelir; ya kesin delil yöntemi, veya inandırma yöntemidir. Felsefe, tasdiki kesin delil vasıtasıyla olan varlıklar hakkında öğrenim görme, bilgi elde etme ve onların manalarını kavrama ilmidir (Farabi, 2001 :57). Eğer Kur'an bir hamlede inmiş olsa idi, çarçabuk hareketsiz bir söz, canlılıktan yoksun bir düşünce ve basit bir dini belge olur ve asla yepyeni bir gelişmeye hayat verici kaynak olamazdı. Vahyin, yirmi üç-senelik bir devrede inmiş olması Kur'an'ın tarihsel, toplumsal, kültürel ve ruhsal dinamizminin sırrıdır. Insan anlayışı Kur'an'ın genişliği ve derinliği karşısında şaşkınlık içindedir. Felsefi yöneliş; antolajik konuları en yoğun en kesin olan ayet ve süreleri birinci planda tutmuştur. Tek, Diri ve Iyi gibi birçok sıfatı olan Tanrının bu ayetlerle konuşmasını, var olmasını zorunlu kılan felsefi düşünüş sorun olmaya devam etmektedir. Örneğin; "De ki: O, Allah Birdir.(tektir) Allah Samed'dir (mutlak anlamda ihtiyaçsızdır, her .şey O'na muhtaçtır.) Doğmamıştır, doğurulmamıştır. Hiçbir şey O'na denk ve benzer değildir."(olamazda) (Kur'an, 112/1-4) Metafizik yönden bu sOre Islamın metafizik görüşünü ve temel çizgisini bütün açıklığıyla sergilemiştir (Malik bin-Nebi, 1991: 136-140). lbn Rüşd, felsefe ile din ilişksini incelemeye başlarken öncelikle, felsefenin din açı- ÜÇÜNCÜ OTURUM 1 203 sından durumunu tespit etmeye çalışmıştır. Ona göre felsefe yapmak ve Kur'an ayetlerine akıl ile bakıp değerlendirmek kesin olarak gereklidir. (Karlığa, 1999:34) Kur'an'da; "Ey basiret sahipleri ibret alın" (Kur'an, 59/2) "i'tibar" (ders alma) kelimesi, bilinenden bilinmeyenin elde edilmesi, veya bilinenden bilinmeyenin değerlendiril­ mesi anlamına gelmektedir. Bu da felsefe yapmak demektir. "Göklerin ve yerlerin melekOtuna •ve Allah'ın yarattığı şeylere bakmazlar mı ?" (Ku' ran, 7/185) "n azar' (bakma) ve: "Onlar, göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler" (Ku' ran, 3/191) ayetindeki "tefekkür' (düşünme) kelimelerinin Arapçadaki anlamlarından hareketle bunu bir çeşit felsefi bilgiye ve akla önem vermeye yöneliş olduğu sonucuna varmaktadır. (lbn Rüşd,1999:65) lbn Rüşd burada felsefi bilgiye, dini temel hazırlamaktadır. Örneğin; "Bunda görebilen kimseler için ibretler vardır" (Kur'an, 15/75) Arapça "mütevessim" kelimesi; bir şeyin alarnetine ve eserine bakan ve tefekkür edip o şeyin delalet ettiği manaya istidlal eden kimsedir ki (ferasetle) eserden müessire istidlaldir. Ayrıca feraset; ileri görüşlülük, fikir yürütme kuweti ve dikkatlice inceleyip olaylar arası bağ kurma sonucu gerçeğin kesin bilgisi şeklinde açıklanabilir. Mehmet Vehbi "feraset iki kısımdır. Birincisi, Allah'sevdiği kullarının kalplerine ihsan ettiği bir nevi idraktir ki o idrakle ahvali nastan birçok şeyleri anlar ikincisi; tecrübe ile hasıl olan ilimdir." (Vehbi, 1968:2765) Bilim ve felsefe alanında bir tek kişinin her şeyi bulup ortaya çıkardığı düşünüle­ mez. Bilim tarihinde, sonra gelenlerin önce gelenlerin bıraktığı yerden görevi devam ettirme zorunluluğu vardır. Önemli olan öncekilerin verilerine körü körüne teslim olmadan, Islama ve akla uygun olup olmadığına bakmalıdırlar. Bazı kimselerin felsefi konularda hata yapmış olmaları, bu alanda çalışacakların engellenmesi hiç doğru değildir. Ayrıca insanların kapasiteleri farklı olduğu için, felsefi yorum yapabileceklere fırsat verilmesi gerekir. Dini veya felsefi her hangi bir konuda icma yoksa icmaya aykırı açıklama ve yorumlardan dolayı kimse küfürle itharn edilmemelidir. Çünkü felsefi bilgi sahipleri (etkin görüş, fonksiyonel akıl, fıtratül selimdoğruyu yanlıştan ayırma gücü-görüş ve kavrayış sahipleri) bilimin sonuçlarını bir araya getirir ve bunlar vasıtasıyla tenkitçi, birleştirici ve bütünleştirici bir yol takip ederek hayat ve bütün varlık hakkında bir bilgi elde etmeye çalışırlar. Bu bilgiye felsefi bilgi veya genel olarak felsefe diyebiliriz. Gazzali'nin felsefeyi eleştirirken ayetlerle değil felsefi delillerle cevap vermesi felsefi bilginin gerekliliğinin kanıtıdır. Bu gerçeğin bir yönünü din, diğer yönünü felsefe temsil etmektedir. Denilebilir ki; gerçek birdir. Ne var ki; zaman zaman Kur'an ayetleriyle felsefenin verileri arasında zahiren bir çelişki bulunduğu görülebilir. Bu durumda Arap dilinin inceliklerine başvurmak ve buna göre ayetleri yorumlamak gerekir. Nitekim Kindi bunun metodunun nasıl kullanılacağını göstermiş ve Kur'an'da yer alan "yıl­ dızlar (bitkiler) ve ağaçlar secde ederler." (Kur'an, 55/6) Burada ki "secde" kelimesinin çeşitli anlamları üzerinde durarak, ayette geçen secdenin itaat anlamına geldiğini, itaat kavramının ancak canlı, akıl ve irade sahibi varlıklar için söz konusu olduğunun 204 1 KUR'AN MEALLERİ SEMPOlYUMU - 1 farkındadır. Bunun için. 01 ilk ve ortaçağ bilim ve· felsefesinde geçerli olan gök küreleri n canlı, akıllı ve irade sahibi ideal varlıklar olduğu fikrinden hareketle, her kürenin ve hatta her şeyin bulunmuş olduğu varlık kategorisinin gereğini yerine getirmesinin itaat bağlamında secde anlamına g,eldiğini savunur. (Kaya, 1994:xxxvıı) Kindi'nin, "demek oluyor ki gezegenler şanı yüce yaratıcının iradesi doğrultusunda ona itaaat etmektedir." Şeklindeki yaklaşımı, Kur'an'ın kainata bakışıyla tam uygunluk arzetmektedir. Bu irade onların muazzam varlıklarının devamı ve hareketlerinin sonucunda oluşan varlıkların bekası için itaati gerekli kılmıştır. Çünkü gezegenler namaz seedesini yapacak organiara sahip değillerdir (Kindi, 1994:·1 1-5). kimse, bizim dışımızda bizden bağımsız bir kavrar. Bu varlık alanını "Var eden" kendini fenomenlerle ele verir ve ilahi haberler sözkonusu "Var eden" in bir çeşit kendini tanıtmasıdır. Bu "Var eden" i tanımaya ve anlamaya yönelik çalışmalar insanın araştırma alanıdır. Filozoflar varlık alanlarının tümündeki, farkları, benzerlikleri, ilişkileri ortaya çıkarırlar. Var olan (fizik alem) çeşitli alanlara ayrılmaktadır. Bunlar ideal-real varlık alanı ile doğal-tarihsel varlık alanıdır. Burada önce real varlık alar:ıı;. zaman içinde bulunan oluş ve bozuluş (değişim) halindeki fenomenler alemidir. Ideal varlık alanı; real alemin tam zıddıdır. Zaman ve mekanda yer kaplamaz. Bundan dolayı ne değişim ne oluş ne de bozuluş söz konusudur. Düşünceler , değerler, matematik bu alandadır. Bu nedenle düşünce­ ler söz ve yazı ile ifade edilir. Zihinde bunların simgeleri hayal edilirek çeşitli kavramlar oluşur. Bu kavramlarla düşünürÜL Zihinde varlıkla ilgili bir imge oluşmaz ise. onu tanımlayamayız. Bu alanda zaman ve mekan, karşılıklı etki, nedensellik gibi kategoriler insanla ilişkisi açısından ele alınmaktadır. Ayrıca bu alana özgü her türlü bilgi, felsefe ve tarihsel varlık alanındadır. Felsefi ön bilgileri iyi öğrenen meali yazarları gerçekleri kavramada bilgisizliğin karanlığından ve şüphenin verdiği sıkıntıdan kurtulmada. felsefi yöneliş bir ışık olacaktır. Bu yolla (duyu ve aklın algılarıyla) gerç;eğ.e ulaşmak bi'r bakıma kolay, bir bakıma zordur. Çünkü akla göre açık ve seçik olan bir; bilginin somut kavramını arayan kimse onu göremez. Metafizik alanda araştırma yapaı;ıların bir çoğu yöntem hatasından dolayı zor durumlarda kalmışlardır. Örneğin Gazali duyularla elde edilen bilgiye kuşkuyla yaklaşmış ve akıl ile desteklemiştir. Fakat akıl hatadan uzak değildir. Gerçeğin kesin bilgisine ulaşmak için bir çeşit felsefı yakl~ım otan "felsefi sezgiye" de ihtiyaç duymuştur. O, şüpheci, eleştirici ve kesin bilgiye ul~ma yöntemiyle her çeşit açıklamanın "doğruluğunu", "geçerliğini", "güvenirliğini" sorgulamaya yer vererek, bilgi alanını genişletmiştir. O, gerçeğin bilgisine ul~manın nazari ve arneli felsefenin uzlaşmasıyla mümkün olacağını kabul etmektedir. (Gazali, 1972:41) Bu anlayışına Kur'an'dan "Kudret isteyen kimse bilsin ki kudret Allah'ındır, güzel sözler ona yükselir. O sözleri de yararlı iş yükseltir. Kötülük yapmakta düzen kuranlara, onlara, çetin azap vardır. Işte bunların kurdukları düzenler boşa çıkar." (Kur' an, 35/1 O) ayetini delil getiren Gazali "güzel söz" ün nazari bilgiyi, "yararlt iş" inse pratik bilgiyi ifade ettiğini belirterek ayetin teori ile pratiğin bütünlüğüne delil getirmektedir. Aklıda yapıcı ve bilici güç olarak ikiye ayırır. Düşünme gücünün en önemMetafizik varlıklar alanını araştıran varlık alanı olduğunu ÜÇÜNCÜ OTURUM 1 205 li yönünü bilen ve yapan güç şeklinde, her ikisine birden akıl adını vermektedir.(Gazali, 1972:56) Gazarı gerçeği bilme ve kavramanın dışında hiçbir şeyle tatmin olmamış­ tır. Aklını, kalbini ve ruhunu zararlı bilgiden temizleyerek ömrünü şüphe ve zandan uzak gerçeğin arayışıyla geçirmiştir. (Üiken, 1967:338) Gazali, şüpheci yöntemiyle her çeşit bilginin kesinliğini sorgulamasıyla Islam felsefesinde olduğu kadar genel felsefe alanında"da kendini kabul ettirmiş, hiçbir zaman felsefi bilgiyi küçümsememiştir.Çün­ kü Kur'an'ın birçok ayetinin soru ile başlaması, felsefenin cevaptan çok soru sorması ile yakından ilişkilidir. Kur'an terminolojisi ve yaklaşımı açısından dinde "özgür düşünce" ve "özgür eylem" esastır. Bu yaklaşımı Kur'an "Dinde baskı, zorlama yoktur." (Kur'an,2/256) biçiminde ifade eder. Burada felsefi yaklaşımların olumlu ve olumsuzluğu değil, yaşanan hayat sürecinde "doğruyu seçme" ve "doğruyu yapma" bilincine ermektir. Bu bilincin dayandığı ortak nokta da "felsefi bilgtdir. Felsefi bilginin buldurucu imkanları sı­ nırlı olmayıp devamlı bir biçimde alternatif fikir üretmesiyle önemi artmaktadır. Onda bir kesinsizlik, bir bitmemişlik ve birçok yönlü bakış ve araştırma vardır. Ayrıca felsefi bilginin faydalarından biri de başkalarının sözlerini, ön yargılardan uzak tutarak anlamaya çalışmaktır. Kur'an insana ulaşan her hangi bir bilginin hemen kabul edilmesinin doğru olma- yacağını belirttiği gibi, red edilmesini de eleştirir. Örneğin, büyük müfessir er-Rati"O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de bir tavan yaptt. Gökten su indirerek onunla size besin olsun diye (yerden) çeşitli ürünler pkardt. Arttk bunu bile bile Allah'a şirk koşmaym." (Kur' an, 2/22) ayetini açıklarken, zamanında geçerli olan nazariyelerin tesi rinde kalarak bu ayetin dünyanın dönmediğini işaret ettiğini savunmuştur. Uzun zaman bu açıklamaya kesin gözüyle bakıldı. Bugün yerkürenin güneş etrafında döndüğü şüphe götürmez bir gerçektir. Bu durumda er-Razi yerkürenin dönmeyişini Allah'a dayandırabilm iştir. Demek ki bilimsel gerçekler değişmemekte fakat insanların ilim sahasında yetersiz oldukları giderek daha iyi anlaşılmaktadır. Bu bakımdan kesinleşme­ miş ilmi verilerle Kur' an' ı açıklamak doğru olmadığı gibi, felsefi sorgulamadan da uzak tutulmaması gereklidir. Çağların değişmesiyle değişebilen ilim anlayışına uygun olarak yapılan açıklama ve yorumlar Kur'an'ın gerçekliğine bir zarar getirmediği gibi asla kesin sonuç da değildir. Özellikle hiç bir zaman ne tercüme ne yorum aslının yerine geçebilir ne de zamanla gelişen yorum Kur'an ayetlerini değiştirebilir. Ancak anlamını şu veya bu yönde genişletip değiştirebilir. Burada kesin bilgiye ulaşmak için insanın doğuştan getirdiği ve sonradan kazandığı yeti ve yetenekleri kullansa bile sonsuz gerçekler karşısında her zaman yetersiz kalınacağının zorunluluğu vurgulanmaktadır. Islam, dini bir gerçeği zorla kabul ettirmeyetkisini Hz. Muhammed (s.a.v.)'e bile tanımamış­ tır ki felsefi bilgi ve yöntem de zorlayıcı değildir. Işte burada her iki ilkenin uyuştuğu söylenebilir. Bir dilden başka bir dile çeviri tartışması günümüzde güncelliğini yitirmeksizin sürüp gitmektedir. Böyle olması da doğaldır. Çevirilerdeki gelişim çelişkilerden kaynak- 206 1 KUR'AN MEALLERİ SEMPOlYUMU I lanır. Çeşitli toplumlarda gelişen kültür, dile yansıyacaktır. Insanlık tarihi boyunca somut kavramlar alt yapı kurumlarından, soyut kavramlar da üst yapı kurumlarından kaynaklanarak dilde yer almıştır. Dilde ki kavramların anlaşılabilirliği, bir tür sorun çözmedir. Bir nesne hakkında onun "ne demek olduğunun" bilinmesidir. Meal yazarları; kendi yaşadığı toplumun ulus dilinin köklerine inmeli hatta kendi dilinin gelişiminin rolünü de üstlenmek durumundadır. Ayrıca vahyin aslına bütünüyle bağlı kalarak, kavram çeşitliliğini olabildiğince vermeye özen gösterilmesi faydalı olabilir. Kur'an'ın açıklamasıyla ilgili süregelen sorunların üstesinden gelebilmek için bazen fenomonolojik bir yaklaşımın kabul edilmesi gerektiği savunulmaktadır. Fakat, Kur'an ayetlerinin tek nedensel açıklamaları artık bilimsel saygı uyandırmamaktadır. Çünkü ayetleri n dinsel geleneğin sunduğu terimlerle ve normatif yorumlarla anlaşıla­ bilirliği sağlanamayabilir. Bu nedenle toplum yapısında oluşan bilgi birikimi sonucu, kavramlarda ayrılmalar, incelmeler, sapmalar olmuş ve dil giderek zenginleşmiştir. Sözcükler bireylerin doğal ve yapay yollardan geliştirdikleri söz simgelerinin birleşimiy­ le biçimlenir, gelişir ve sosyal değişim sürecinde yerlerini alır. Bu bağlamda sözcüklerin çoğu, hem halk dilinde hem de bilim dilinde, asıl anlamından sıyrılarak çok anlamlı olabilmektedir. Eğer bir sözcük aynı konu çerçevesinde çeşitli anlamlarda kullanılı­ yorsa ortaya güçlükler çıkabilir. Edinilmiş bilgiler: her insanda farklı farklıdır. Herkes kendi bilgi alanı kapsamında hareket etmesi ve başkalarının daha fazla bilebileceği gerçeğini varsaydığımızda mealler hiçbir zaman öznellikten uzak değildir. Felsefi bakış ve bilişsel algılama süreçleri herkes için ne'kadar farklıysa, Kur'an açıklama ve yorumlarıda o kadar farklı olabilir. Kur'an mealierine felsefi yönden bakıldığında görülmektedir ki, insanlar bir davranışı, bir olayı, bir metni doğru veya yanlış algılayabilirler. Çünkü herkesin kendi tecrübesi, birikimi ve felsefesi çerçevesinde ayetleri yorumlamaktan kendini kurtaramaz. Bundan dolayı mealierde nesnelliğin yeri olduğu gibi öznelliğe de yer vardır. Mealierin çeşitli­ liği sebebiyle öznel algılamalar hep var olacaktır. Kur'an mealierinin felsefi bağlamda eleştirilebilirliği her zaman söz konusudur. Kur'an mealleri, genellikle önceden varolagelen temel dini bilimiere ait eserler ışı­ Sonuçta tefsir tarihinin geçmişinde özgün bilgi birikimlerinin varlığı; günümüz ve yarınların sorunlarına yeterli olduğu; bu bilgilerin verimlendirmeye hazır durumda olduğu düşüncesi; dogma haline getirilmiş olabileceği; ilahi otariteyi yüceltme ve takdir kazanma düşüncesi; (pietizm) akla dayalı bilgiden ve maddi acılardan arınmaya yönelik münzevilik tavırları; (asketizm) dikkate alındığında, onların söz konusu bu düşünceleri ve tutumları mealiere de yansımış olabilir. Dolayısıyla var olması muhtemel bu yanlışlıkları tespit için aşağıdaki soruları sormak yerinde olur: ğında yazılmıştır. Ilahi bilgi ve haberlerin özellikle Arapçadan başka bir dile tercümeleri konusunda; süre ve ayetlerin kelime ve cümlelerin birtakımı için ana konusu hedefi ve felsefesi nedir? Ana fikri sorgulanabilir mi? ÜÇÜNCÜ OTURUM 1 207 Doğruluk derecesi nedir? Geçerliliği var mıdır? Yanlış anlaşılması Olumsuz algılandığında Taril'lsellik Evrensel mümkün müdür? açısından akıl değerler anlam ilkeleriyle ve ortak mi yoksa oluyor mu? çelişiyar mu? doğrular bağlamında açıklama Her hangi bir felsefi görüşü Kişiler sapması çağrıştırıyor kişiler arası iletişim sorunu var mı? mu? mi önemlidir? Özel isimler mi yoksa o isimlerin vasıfları mı dikkate alınmalıdır? Kur'an'ın bütünlüğüne uygunluk derecesi ne Kur'an terminolojisi ile Türkçe anlam durumdadır? bağlamında dil bilimi açısından sorun var mıdır? Somut algıdan soyut algıya doğru mu yoksa soyuttan somuta doğru mu bir an- latım vardır? Mütercimler ön kabullerden kendilerini kurtarabilmişler midir? Geri dönüşümcülüğün, dogmatizmin, asketizmin, pietizmin.mistisizmin .. etkileri görülüyor mu? Bu ve benzeri birçok soru yöneltilebilir. Kur'an her okuyucuyu farklı bir cepheden Bu da Kur'an'ın evrenselliğinin göstergesi ve farklı algılanmasının bir neticesidir. Mealler konusunda yeterli özen gösterilirse, son derece karmaşık olan ilişkiler ek sözcükler yada yan cümlelerle en iyi bir biçimde sunulabilir. Açık seçik olmayan söz ve önermelerin açıklaması anlaşılabilir ve ayırtedilebilir olması daha doğrudur. kuşatabilir. Felsefi bilginin dini ilimler alanına etkisi her zaman vardır. Bu etki sürekli tepki alÇünkü felsefenin kendi kendine yönelttiği soruların bir çoğunun verilmiş cevapları olmakla birilikte, bireysel ve toplumsal sorunları her zaman gündemde tutar. Felsefi bilgi yerinde kullanıldığı zaman Kur'an ve hadisden destek bulması güç değildir. Felsefi bakışınız ne kadar geniş ise kelimelerin anlaşılabilirliği o derece kolay olacaktır. Burada söylenmek istenen şey/ her hangi bir konunun nasıl ele alınacağını anlamak için karar verirken felsefi bilginin yararlı olduğu hususudur. mıştır. Kur'an tercümesinde, izlenecek yöntemlerin tespit edilmesine öncelik verilmelidir. Kur'an'ı ayet ayet değil bir bütün olarak (ayet bütünlüğü, konu bütünlüğü, kitabın bütünlüğü, genel kabul görür bütünlüğü) ele alınmalıdır. Bu yapılmadığı takdirde Kur'an'ı anlamada hataya düşmekten kurtulamayız. Kur'an'ı açıklama görevi hiç bir zaman bir kişinin veya gurubun tekelinde olmamalıdır. Bu şekilde yaklaşımlar her zaman olabilmektedir ve olacaktır. Kur'an mütercimleri, felsefi bilginin tüm bilimiere bütüncül yaklaşımından faydalanmalıdırlar. Bu konuda ön yargılardan da sıyrılmalıdırlar. Kur'an'ın bütün ayetleri üzerinde düşünüp, her bir ayet ve ayet guruplarının birbirle- 208 1 KUR'AN MEALLERİ SEMPOlYUMU - I riyle olabilecek bağlantılarını felsefi bakışla, sistemli bir şekilde tetkik etmelerinin yararı açıkça görülecektir. · BIBLIYOGRAFYA Bayraktar, Mehmet, Islam Felsefesine Giriş, T.D.V.Yay., Ankara 1999. Farabi, Tahsllü's-Sa'ade, Çev. Hüseyin Atay, T. C. Kül., Bakanlığı, Yay., Ankara 2001. Günaltay, M.Şemseddin, Antik Felsefenin Islam Dünyasma Girişi, Sad.lrfan Bayın, Kaknüs Yay., Istanbul, 2001. Gazali, Mizanü'l Amel, çev. Yaman Arıkan, Uyanış Yay., Istanbul 1972. lbn Rüşd, Fas/u'/ Makal, çev. Bekir Karlığa, Işaret Yay., lstanbul1999. Karlığa, Bekir, Fas/u'I-Makal Felsefe- Din Ilişkileri, Işaret Yay., lstanbul1999. el- Kardav1, Yusuf, "Kur'an tefsirinde Ideal Yöntem", Çev. Muhittin Akgül, Diyanet Dergisi, C. 38, S. 3, Ankara, 2002. Keklik, Nihat, Felsefenin Ilkeleri, lst. Üni. Ed. Fak. Yay., lstanbul1987. Kincli, Felsefi Risaleler, Çev.ve Inci., Mahmut Kaya, Iz Yay., lstanbul1994. Mahmut, Kaya, Kind/Felsefi Risa/e/er, Iz Yay., lstanbul1994. M. M. Şerif, Islam Düşüncesi Tarihi, Çev. Mustafa Armağan, 4 Cilt, Insan Yay., lstanbul1990~, Malik Bin-Nebl, Kur'an-I Kerim Mucizesi, Ter. Ergun Göze, T.D.V. Yay. Ankara 1991. Öner, Necati, Felsefe Yolunda Düşünceler, Akçağ, Yay., Ankara 1999. Öner, Necati, Felsefe Kongresi AÇJş Konuşmasi, Felsefe Dünyası, Türk Felsefe Derneği Yayını, Ankara 1993, S. 8, s. 2-5. Özek, Ali ve Komisyon, Kur'an-1 Kerim ve Apklama!J Meali, T.D.V. Yay., Ankara 1998. Sunar, Cavit, Islam Felsefesinin Yunan Kaynaklan ve Kozalite, Ankara Üni. Yay., Ankara 1973. Ülken, Hilmi Ziya Islam felsefesi Tarih(lstanbul1967. Vehbi, Mehmet, Hulasat'ül Beyan fi Tefsiri/ Kur'an, C. 7-8, Üçdal Neşriyat, Istanbul 1968.