rumeliyi nasıl kaybettik baki sarısakal

advertisement
RUMELİYİ NASIL KAYBETTİK
BAKİ SARISAKAL
RUMELİYİ NASIL KAYBETTİK
Mazinin derinliklerine doğru bakarak hatıratımı hatırlamağa çalıştığım zamanlar
gözümün önüme Rumeli, bilhassa çocukluğum, bilhassa içinde yaşadığım Selanik gelir.
O zamanlar bütün Makedonya, hatta Selanik derin bir cehalet ve sükûnet içinde
yaşıyor. Memleketin latif ikliminden, toprağın feyzinden, mayişetinin kolaylığından istifade
ederek tatlı tatlı uyuyordu.
Rus teşvikatıyla ibtida Mora’da, sonra Romanya ve Sırbistan’da, Karadağ’da istiklal
havalarından kopan fırtınalar Makedonya’dan pek uzaktı. Fakat bu memleketler istiklale
mazhar olunca Rus parmağı, Bulgaristan’a, Bosna Hersek’e girmiş, oralarda fitneler, ihtilaller
uyandırmıştı. Balkanlarda büyük inkılâplar husule getiren fırtınalar hudutlarına kadar gelmiş
olmasına rağmen Makedonya sükunet içinde yaşıyor. Derin uykulardan uyanamıyorlardı.
Hatta 93 Rus Muharebesi başladığı zaman bile Rumeli mazlum bir cehalet içinde eski
asırların hayatını yaşamaya devam ediyordu. İşte o zamanki Selanik gözümün önündedir.
Selanik
Hiçbir yenilik, hürriyet faaliyeti yoktu. Eski kıyafetli ve eski kafalı adamlar şehrin dar
sokaklarında, Köhne çarşılarında yürüyorlardı. Şehrin her tarafı hisarlarla sarılmıştı. Halk
sahilinde bulunduğu güzel denizin dalgalarıyla sahildeki öptüğünü bile pek nadiren görürdü.
İslam mahallelerinde hiç deniz kenarına gitmemiş ihtiyar kadınlar bulunurdu. Selanik
birden bire uyandı. Akıllara hayret verecek terakkiyata mazhar oldu. Meşrutiyeti müteakip
pek çok seyyah hayretlerle temaşa ettiği bu güzel faal, münevver şehir meydana çıktı.
Terakki isteyen, pek mahdut, zeki ihtiyarlar, tanzimattan sonra Selanik’in beş asır
süren Osmanlı İdaresinde, son zamanlarda iki faal ve münevver vali gördüğünü, yalnız
memlekette bunların güzel eserler bıraktığını söylüyorlardı.
Selanik Sabri Paşa Caddesi
Biri Sabri Paşa idi. Şehrin ortasından muntazam bir
cadde açtırmaya sahil boyundaki hisarları yıktırarak, şehrin
önünü, gözünü açmaya sur haricinde, garp sahilinde güzel
bir memleket bahçesi yaptırmaya muvaffak olmuştu. Sabri
Paşa’yı tenkit edenler bu muvakkafiyetlerin yalnız kendi
menfaatine olduğunu söylüyorlardı.
Tuna Vilayeti ile Hersek’in ihtilaller içinde yandığı
esnada bu ateşin Makedonya’ya sirayet etmemesini temin
için Sabri Paşa ahaliye, muntazam, yeni iğneli tüfenkler
getirtmeyi düşünmüş, ahaliden birçok para toplamıştı. Bu
teşebbüsü haber alan Rusya Sefaretinin (Makadonya’da
Türkleri
silahlandırıyorlar.
Hıristiyanlara
katliam
yapılacak) zemininde yapılan feryatları üzerine Avrupa
devletlerinin müdahalesiyle Bâb-ı âli Sabri Paşa’yı silah
getirtmekten men etmiş idi. (Paşa işte bu paralarla Sabri
Paşa Caddesini, Millet Bahçesini yaptırdı. Paranın bir
kısmını da cebine attı.) diyorlardı.
Ne sebeple olursa olsun Sabri Paşa’nın Selanik’te
birinci ümran ve terakki adımlarını attırmış, güzel eserler
bırakmış olduğu muhakkaktır.
Selanik Surları
Mümtaz valilerden ikincisi ve en büyüğü Mithat
Paşa idi. Rus muharebesinden dört sene evvel Selanik
Valiliğine tayin olunan ve orada yalnız üç ay valilik eden
Mithat Paşa, Selanik’te sayılamayacak kadar çok büyük
işler görmüştü. Hiç şüphesizdir, Mithat Paşa Selanik’in
fethinden, kendisinin geldiği zamana kadar beş asır
zarfında valilikte bulunmuş olan yüzlerce paşaların
yapabildikleri iyi işlerin toplamından fazlasını yalnız üç
ay
içinde
yapmaya
muvaffak
olmuştu.
Bu
memleketimizde azim ve iktidarın ne parlak semereler
verdiğine muazzam bir numunedir.
Fransa’daki Alyans İsrailiyet Cemiyeti Selanik
Yahudilerine güzel bir mektep açmıştı. Fransa’dan gelen
muallimler yeni usullerle birkaç ay içinde okuyup
yazmak öğreniyordu.
Mithat Paşa
Bu mektepte Türkçe Öğretmeni olan Şemsi Efendi
namında münevver fikirli bir genç bu yeni usulün Türkçeye de tatbik olunabileceğini
düşünmüş ve kendi hesabına küçük bir mektep açmıştı. Bu mektep eski usulünden ayrılmaya
muktedir olamayan hocaların şiddetli itirazlarına uğradı. Kara tahta üzerine tebeşir ile harfler,
heceler yazdırmayı kafir sayanlar oldu. Mithat Paşa gelir gelmez bu durumu haber oldu.
Şemsi Efendi’yi himaye etti. Ona bir nişan getirtti ve bütün mahalle mekteplerinde bu yeni
usullerle tedrisat icrasını mecburiyet altına aldı.
Selanik’te o tarihten itibaren maarif terakkiye başladı. Bu yenilik birbirini müteakip
Terakki, Osmaniye, Fevziye, Hamidiye, Selimiye gibi pek muntazam hususi mektepler
doğurdu.
Mithat Paşa birçok taassup ve cehalet adetlerini ezdi, yıktı. Sanayi Mektebini açtı.
Islahane Hamamını, harap bedesteni yeni bir tarzda tamir ve ihya ederek, gelirlerini Sanayi
Mektebine bıraktı. Mithat Paşa Caddesini açtı. Vilayet dahilinde bir çok şoselere başlandı. Ne
kadar pürüzlü işler varsa hepsini halletti, kesti attı.
Selanik Sanayi Mektebi Öğrencileri
İşte Mithat Paşa’nın uyandırmaya çalıştığını bu yeni hayat, onun yalnız üç ay devam
eden valiliğinin sona ermesiyle yine uyudu ve ancak o zamandan sonra başlayan Sırbistan ve
Karadağ ve Rusya Muharebelerinin felaketleri Selanik üzerine müthiş bir kâbus gibi çökerek
onu uyandırdı ve gözünü açtı.
Selanik
91 ve 93 Muharebelerinde Selanik’ten geçen ordular ve müteakiben Tuna
Vilayetimden, Sırbistan’dan Makedonya’ya kaçan yüz binlerce Türk Muhacirleri, oradaki
uyuşmuş hayatı sarstı. Şehirler, kasabalar, köyler kalabalıklaştı. Hayat güçleşti. Zaruri bir
faaliyet başladı.
Türk Muhacirler
Mamafiye Makedonya’da henüz hiçbir ihtilal hareketi yoktu. Hayat sakin ve asude idi.
Bütün Hıristiyanlar, memurların ve beylerin nüfuzu ve zulmü altında asırlardan beri alıştıkları
bu hayattan şikâyet etmiyorlardı.
O zamana kadar Rusya Sefareti, Sırbistan, Karadağ, Hersek, Bulgaristan ihtilallerini
körüklemekle uğraşıyor. Islavlık hududu haricinde Yunanilik nüfuzu altında görülen
Makedonya’ya ehemmiyet vermiyordu. Makedonya Hıristiyanları umumiyetle Rum
sayılıyordu.
Az zaman içinde teşekkül etmiş Yunanistan fikri üzerinde kendi dertleriyle ve daha
ziyade Girit ve Adalar’la uğraştığı için Makedonya’da barış sarf ederek propaganda yapmaya,
nüfuz tesisine muvaffak olamıyordu.
Fakat Bulgaristan mukadderatına sahip olduktan, Şarki Rumeli Vilayeti meselesini de
istediği gibi hallettirdikten sonra iştihası kabarmış bir genç hırs ile gözlerini Makedonya
üzerine çevirdi.
Şarki Rumeli Vilayeti Haritası
Burada binlerce Bulgar vardı. Burasını Yunanistan’a kaptırmamak için çok çalışmak
lazım olduğunu anladı. 1300 senesi Hicriyesini müteakip Bulgaristan gürültüsüz, nümayişsiz
bir faaliyetle işe başlamıştı. Saray dertleriyle uğraşan Abdülhamid Hükümetinin acizliğinden
istifade ediyordu.
Az zaman içinde Makedonya Bulgarlarını uyandırmaya, açtığı gözlerini Bulgaristan’a
çevirmeye muvaffak oldu.
Birbirini müteakip birçok imtiyaz istihsal etti. En evvel Ohri ve Üsküp’te Bulgar
Ekserhhanesine münasip birer Bulgar Metropolithanesi tesisine ferman verildi
Üsküp
Müteakiben
Debre,
Manastır,
Nevrekop, Usturumca Metropolitlikleri tesis
edildi. Ve Nihayet 1308 tarihinde, o zamana
kadar Rum papasları tarafından idare olunan
Bulgar cemaatlerine ve mekteplerine ait
bilcümle mesele Bulgar Reisi ruhanileri
vasıtasıyla rüviyyet edilmesine müsaade
olundu.
O zaman Makedonya’yı Bulgarların
kapacağından korkmaya başlayan Rumlar’da,
Sırplar’da burada faaliyet göstermek lüzumunu
hissettiler. Milli cereyanlar husule getirmek
için gizli komiteler teşkil ettirdiler. Külliyetli
paralar sarf ediyor, uğraşıyorlardı.
Bu müthiş rekabet faaliyetleriyle ortaya
bir Makedonya Meselesi çıktığı, bütün
Makedonya
memleketleri
kaynaştıkları,
uğraştıkları sırada yalnız Türk anasırı
uyuyordu. Uyanmak isteyen gençlik, cebren
susturuluyor, uyutuluyordu.
Milletin
intibahından,
milli
cereyanlardan korkan Abdülhamid Hükümeti
istibdadını yalnız Türkler üzerinde icraya
muvaffak oluyordu. Diğer milletler, onları
himaye eden komşu hükümetlerden aldıkları
kuvvetli
silahlarla
gizli
komitelerini
canlandırıyor, mekteplerini tezyid ediyorlardı.
Sultan II. Abdülhamid
Bu zamanda bir ecnebi mektepte okumak, bir ecnebi lisan öğrenmek suretiyle uyanan
beş-on gençten oluşan küçük bir zümre vatanımızı elimizden almaya hazırlanan bu faaliyet
karşısında acz ile kıvranıyor, memleketi kurtarmak için yeni tarzda hususi mektepler tesisine
çalışmaktan başka bir şey yapamıyordu.
Makedonya’nın Osmanlı İmparatorluğu idaresinde buhranlar içinde başladığı son
asırdaki hayatını hakkıyla anlayabilmek için mazisine mevkii tabiyesine sarih bir nazar
atfetmek faydalıdır.
Pek eski zamanlarda maket denilen bir kum ile meskun kıtaya “ Makaneya “ daha
sonraları Makedonya denildi.
Heradot’a göre Makedonya Hükümeti en evvel Miladi İsa’dan 729 sene önce Perdikas
namında bir prenses tarafından tesis olunmuştur. 547’de İranlıların istilasına uğramış, 463’te
kurtulmuş ve müstakil bir hükümet vücuda gelmiştir. Miladın birinci asrında meşhur
coğrafyasını yazan Strabon Makedonya’nın, Yunanistan’dan büsbütün ayrı bir memleket,
ahalinin ahlakarı, lisanları tamamıyla başka olduğunu söylüyor. Fakat Roma istilası üzerine
tedricen Rumca tevcih edilir. Şemsettin Sami Bey Kamus-ül Alem’inde eski
Makedonyalıların sırf ve halis Arnavut olduklarını iddia ediyor. Bu söz epeyce su götürür.
Müstakil Makedonya Hükümeti bir zamanlar buhranlar içinde elden ele geçtikten sonra Filip
namında bir prens Makedonya tahtına oturdu. İhtilalleri bertaraf etti. Islahat yaptı. Memleketi
kuvvetlendirdi. Filibin oğlu Büyük İskender Makedonya tahtına geçtiği vakit Avrupa’nın en
muntazam ve şefkatli mamur bir memlekete hükümdar oldu. Bu sayede cihangirhane futühata
mazhar olarak azametli bir saltanat sürdü. Makedonya’ya büyük bir servet ve ikbal getirdi.
İskender kebirin vaktinden sonra mulki inkısama duçar olduğu vakit Makedonyalılar az
zaman müstakil ve kuvvetli bir hükümet olarak idare edildiyse de nihayet dahil ihtilaller
neticesinde Milattan 280 sene evvel ……… taarruzuna uğradı. 168’de Roma’nın bir vilayeti
oldu. Bir aralık Romalılara karşı kıyam eden ahali bir Cumhuriyet tesis ettilerse de payidar
olamadı. Asırlarca Romalıların elinde, sonra Şarki Roma İmparatorluğunda bir vilayet halinde
kaldı. Bir daha istiklal görmedi.
Makedonya’da Osmanlı istilası Şehzade Süleyman Paşa’nın Rumeli’ye geçmesiyle
774 tarihinde başladı.
Türklerin Rumeli’ye İlk Geçişleri
1354 Gelibolu, 1331’de Dimitoka, 1390’da Selanik, 1431’de Yanya, 1456’da Atina,
1458-1460’da Mora, 1462’de Midilli, 1470’de Eğriboz, 1522’de Rodos, 1566’da Sakız ve
diğer Eğe Adaları, Türkler tarafından fethedildi.
Türk Akıncıları Balkanlarda
1390’da Türkler Tarafından Fethedilen Selanik
1645’de Girit (Hanya), 1646’da Kissamo, Aprikorno, Milopotramo, Retimo 1699’da
Kandiye, 1715’de Tinos Türkler tarafından fethedildi.
I. Murat
Çelebi Mehmet
Hicretin sekizinci asrı sonunda, I. Sultan Murat’ın saltanatı zamanında kıta tamamıyla
Osmanlı memleketine ilhak olunmuştu. Yıldırım Beyazıt’ın Ankara Savaşında Timurlenk’e
mağlup ve esir olması üzerine Makedonya’da kısmen Venediklilerin ve etrafından hücum
eden hükümetin istilasına uğradı.
Fakat çok geçmeden Çelebi Mehmet ve Murad-ı sâni (I.Murat) zamanlarında
kurtarıldı. Balkan Harbine 1328 tarihine kadar beş buçuk asır Osmanlı İdaresi altında yaşadı.
Makedonya dünyanın en güzel yerlerinden biridir. Mutedil mıntıkada dört mevsimi
bütün kuvvet ve letafetleriyle idrak eder. Güneyinde muazzam Olimpos Dağları, batısında
Pendos silsileleri, kuzey ve doğusunda Rodop ve Despot Balkanları araziyi dalgalandırır.
Taraf taraf gayet feyizli ovalar, latif vadiler, husule getirir.
Bu küçük kıtaya başlıca İnce Kara, Vardar, Usturumca Karasu, Mesta Karasu, namıyla
dört nehir kat eder.
Bu nehirlere karışan dereler, ırmaklar varsa da araziyi sulamak için bunların
hiçbirinden istifade edilememiştir. Sonra bu nehirler, ırmaklar arasında taraf taraf Yeşil,
Ayvasıl, Doyran, Ohri gibi küçük büyük birçok göller var.
Sahili gayet girinti, çıkıntılıdır. Bundan birçok hazireler, körfezler, limanlar, husule
gelmiştir. İklimi mutedildir. Cenup taraflarında yazda sıcaklık nadiren 37. dereceye kadar
çıkar ve çok ender olarak 5 dereye iner. Yalnız dağlık olan kuzey taraflarında, yaylalarda hava
sıfırın altında 25 dereceye kadar düşer.
Avrupa’da Makedonya kadar muhtelif akvam ile meskûn, karışık başka bir memleket
yoktur.
Makedonya’da başlıca Rum, Bulgar anasırından başka bir ok da Ulah, Sırp, Arnavut,
Yahudi, Kıpti mevcuttur. Hepsi kendi lisanlarını söyler. Kendi adetleriyle yaşar. Yekdiğeriyle
karışmaz ve uyum sağlamazlar. Bunun içindir ki Avrupalılar birbirine karışıp uyum
sağlamayan birçok sebzeleri et suyuna atarak yaptıkları çorbaya Makedonya Çorbası derler.
Eski Makedonyalılar Yunanilerin ilim ve maarifine mağlup olarak Roma
İmparatorluğu zamanında Rumca söylemeye başlamış ve büsbütün Rumlaşmışlardı.
Miladın birinci asrında Makedonya, Bulgarların istilasına duçar oldu. Yerli Rumlar
güzel ovalardan kaçıp, dağlara sığındılar. Makedonya’da Rumların dağlık arazide daha
kalabalık ve cemiyetli bulunmaları bundan ileri geliyor.
Miladın on beşinde asrında buralara Türklerin istilaları başlayınca en verimli ovaları,
güzel vadileri, nehirler ve göller civarlarını zapt ederek yerleştiler. Çoğunluk Rum ve Bulgar
ahali çiftçi ve yarıcı namlarıyla Tımar ve Zeamet sahibi Türklerin arazisinde hizmetkâr gibi
çalıştılar.
Sonraları Rumlar daha ziyade şehirlere,
kasabalara, sahillere sokularak memleketin
sanat ve ticaretini elde etmeye muvaffak
oldular.
Sonra istiklalini müteakip uyanmaya,
milliyetlerini idrake, mefkûreler beslemeye
başladılar. Bulgaristan’ın teşkili üzerine
Bulgarlar daha fazla bir faaliyetle meydana
atıldılar. Makedonya’yı benimsemekte daha
ileri gittiler.
Türkler, Rumlar, Bulgarlardan her ırk
kendisinin
Makedonya’da
çoğunluğunun
kendilere ait olduğunu iddia ediyor ve
Avrupa’yı ikna için türlü türlü hayali
istatistikler, uydurma rakamlar neşrediyorlardı.
Çünkü meydanda itimada şayan resmi bir
istatistik yoktu.
Nihayet Avrupalıların müdahalesiyle
Hüseyin Hilmi Paşa, Makedonya Umumi
Müfettişliğine tayin olunduğu zaman 1321’de
(1905) ciddice bir nüfus sayımı icra olundu.
Hüseyin Hilmi Paşa
Selanik
Ortaya çıkan netice şudur:
Selanik Vilayeti:
İslam:
475.000,
Rum patrikhanesine mensup: 323.227
Bulgar:
217.117
Toplam:
1.026.999
Görülüyor ki Makedonya’nın kalbi olan Selanik vilayetinde yüzde 47 derecesinde
büyük bir çoğunluk Türklerde idi.
Türklerden sonra yüzde 31 derecesinde bir
çoğunlukla Rumlar geliyordu. Fakat bu
doğru değildi. Bulgaristan ve Bulgar
Ekserhhanesi vucuda gelmeden evvel
Makedonya’daki bütün Hıristiyanlar Rum
Patrikhanesine mensup addediliyordu.
Kiliselerin papazlarını, mektep
muallimlerini Patrikhane tayin ederdi.
Bunlar hep Rumluk menfaatine hizmet
ettiler. Buralardaki birçok Bulgarlar,
Ulahlar
kendilerini
Rum
diye
kaydettirmişlerdi.
Hakikatte
Selanik
vilayetinde de Türkler, sonra Bulgarlar
çoğunluğa haizdirlerdi.
Kosova Vilayeti:
İslam:
752.534
Rum patrikhanesine mensup: 13.452
Bulgar:
170.700
Ulah ve Sırp:
169.300
Toplam:
1.105.986
Bu vilayette İslamlar pek büyük bir
çoğunluğu sahip oldukları görülüyor.
Fakat İslamların içinde büyük çoğunluk
Arnavutlardı.
Kosova Vilayet Haritası
Manastır
Manastır Vilayeti:
İslam:
460.418
Rum patrikhanesine mensup: 291.283
Bulgar:
188.412
Ulah ve Sırp:
30.116
Toplam:
970.229
Bu Vilayette Bulgar ve Ulah oldukları
halde Rum kaydolunmuş birçok nüfus vardı.
Üç vilayetin toplamında ise şu sonuç
ortaya çıkıyordu:
İslam:
1.700.507
Rum patrikhanesine mensup: 627.283
Bulgar:
575.734
Muhtelif:
199.700
Toplam:
3.103.903
Makedonya’da meskûn İslam ahali birçok akvam’a ayrılırdı: Türkler, Arnavutlar,
Pomaklar, Bulgar Müslümanları.
900 bin kadar olan Türkler iki kısımdı. Bir kısmı fethe müteakip Anadolu’dan takım
takım getirilerek en güzel araziye yerleştirilmiş bulunan asil Türklerdir ki bunlara Yörük ismi
verilirdi. Ekseriyetle köylerde sakin idiler. Kendilerine Evlad-ı Fatihan diyorlardı. Diğer
yerlerle pek uyum sağlamazlar, eski idare tarz tesisinin muhafazasında taassup
gösteriyorlardı.
İkinci Türkler Makedonya’nın Rum, Bulgar, Yahudi gibi ahalisinden münferiden
yahut takım takım ihtida etmiş, Türkçe öğrenerek Türkleşmiş olan dönmelerdi. Bunlar
memleketin ahvaline vakıf, daha müteşebbis, daha zengindiler. Yörükler bunlara Çıtak ismi
verirlerdi.
Üçüncü kısım Pomaklar ve Bulgarlardı. Taraf taraf İslam olmuş bulundukları için
kendi adetlerini ve lisanlarını muhafaza etmişlerdi. Hükümetin ihmali ve gafleti sebebiyle bu
köylerde mektepler açmak, bunları Türkleştirmek mümkün olamamıştır.
Makedonya’nın Bulgar istilasına uğrayan taraflarındaki müteaddit Pomak köylerinin
cehaletlerinden istifade ederek (Siz Bulgar’sınız) diye Hıristiyan olundukları da duyuldu.
Balkan Harbi’nden evvel Makedonya’da bulunan 900.000 Türk’ten yalnız yarısı
anavatana, Anadolu’ya gelebilmiş. Diğer kısım ise orada son muharebe esnasında ve
mübadele sıralarında Bulgarların ve Rumların zulümleri altında mahvolmuşlardır.
Bulgarların ve Rumların Zulmüne Uğrayan Türkler
Makedonya Meselesi uyanmaya başladığı sırada Selanik Valiliği’nde Galip Paşa
bulunuyordu.
Galip Paşa, Sabri ve Mithat Paşalardan sonra gelen valiler içinde memleketlerin
dertlerini, ihtiyaçlarını anlamış ve münevver bir fikir ile çalışmış kıymettar eserleri bırakmış
teceddüt (yenilik) taraftarı birinci validir.
Galip Paşa
İhtiyarlığına rağmen genç fikirli, hamiyetli büyük bir adamdı. İri yarı bir vücudu,
vakur, hele bir arslan kafesini andıran başı muhabbetli idi. Bembeyaz sakalı, bir bahar seması
koyu mavi büyük gözleri hürmetler cezp ediyordu. Kendisini görenler şefik, nazil bir
hanımefendi gibi yumuşak sanırdı. Fakat sesini işittiği hele hiddetine maruz kaldığı zaman
karşısında titrememek mümkün değildi. Sesi gök gürler gibi kalın ve dehşetli, müthişti.
Tuhaf bir fıkra naklederlerdi. Telgraf Baş Müdürü devre çıkmış, yerine Merkez
Müdüriyetini Vekil bırakmıştı. Müdür bu fırsattan istifade ile kendini Vali Paşa’ya göstermek
için vesileler icat ederek sık sık valinin yanına gidiyordu.
Yine bir sabah vilayet makamına gitti. Vilayet Konağı itsalinde birde harem dairesi
vardı. Vali orada otururdu. Henüz haremden çıkmamıştı. Müdür yavere: “ Haber veriniz “
dedi.
İhtiyar Vezir kendisini sabahleyin Telgraf Müdürünün aramasından mühim bir hadise
olduğuna hükmetti. Makamına çıktı.
Telgraf Müdürü tebessümlerle Paşa’nın yanına sokularak kendisini tanıtmasından
sonra bir iş için fikrini sorunca Paşanın dehşetli sesi birden bire köpürdü. Kalın sesi
gürleyerek: “ Bu kadar ehemmiyetsiz bir işi halledemeyecek kadar aczin varsa, efendi ne diye
Baş Müdüriyet Vekaletini deruhte eyliyor da beni böyle sabahın hayrında haremden
çıkartmak derecesinde rahatsız ediyordun? Çık “ diye bağırmış. Zavallı müdür kendisini zor
dışarı atmıştı. Her vakit bu fıkrayı nakleder: “ o nazik ve sevimli çehre altında böyle bir hiddet
gizlenebileceğini tasavvur edemezdim. “ dermiş.
Reşit, Ali, Fuat Paşalar Mektebinin yetiştirdiği kıymetdar ricalden olan Galip Paşa,
müteaddit nezaretlerde bulunmuş, efendileri kadar parlak bir namusla temayüz etmişti.
Selanik’te büyük bir hürmet ve takdire mazhardı. Onu eleştirmek isteyenler, aleyhinde
işret ettiğini, güzel kadınları olan ecnebi kibar konaklarına devam eylediğini söyleyerek
taarruz hesaplarını tatmin ediyorlardı
Galip Paşa daha ziyade konsoloslar, banka direktörleri gibi ecnebilerle temasta
bulunurdu. Fakat münevver fikirli, ciddi bir vatanperverdi. Terakki taraftarı ve çalışkan
gençliği himaye ederdi.
O zamanlar memleket ecnebi tahakkümü altında eziliyordu. Ecnebiler
memleketimizde bize karşı müstemleke muamelesi ederlerdi.
Selanik’te bir Fransız Operet Kumpanyası gelmişti. Primadonna Madam Şandıra, şuh
ve güzel bir kadındı. Genç mirasyedilerimizden Salih Bey Pirimadonna’ua tutuldu. Her gece
kadının şerefine parlak ziyafetler veriyordu.
Madam Şandıra’dan yüz bulamayan tatlı su frengi gençler diğer bir grup teşkil ve
tiyatronun ikinci matinesini himaye ederek mukabil nümayişler tertibine başladılar. Birbirine
şiddetle muhalif iki tiyatro perver fırka teşkil etti. Bütün Selanik bu rekabetlere alakadar
oluyordu.
Türk gençleri bir nümayiş tertip ettiler. Madam Şandra Osmanlı bayrağına sarılarak
sahneye çıkacak, Hamidiye marşını teganni edecek, alkışlanacak ve kendisine buketler takdim
edilecekti.
Diğer taraf bunu haber alınca himaye ettikleri ikinci şarkıcıya Fransız bayrağına
sarılmış olduğu halde daha evvel sahneye çıkartıp Fransız marşını okutmaya karar verdiler.
Tiyatro ve Kumpanyası, muzika heyeti Fransız olduğu için onlara eşlik etti.
Genç Türkler sahneye Madam Şandra’nın çıkacağını beklerlerken Fransız bayrağına
sarılmış diğer kızın çıktığını ve Fransız marşını okumaya başladığını görünce kıyametler
koptu. Türk gençleri: “ Memleketimizde Osmanlı marşı okunmadan, Fransız marşı
okutamayız “ diye şiddetli gürültülerle tiyatroyu ve direktörü sıkıştırdılar. Fransız marşının
okunması men edildi. Fransız Konsolosu tiyatroda hazırdı. Bunu bir mesele haline koydu.
“Fransız bandırası tahkir edildi” diye ertesi gün valiye müracaat etti. Galip Paşa mesleyi latife
şeklinde telakki etmiş, Türk gençliğinin ezilmesine meydan bırakmadan bize. “ Fransa bunu
bir mesele yapsa felakete uğrarsınız. Bir daha böyle nümayişler yapmayınız. “ nasihatlerini
vermişti.
Mithat Paşa’nın ektiği yenilik tohumları Galip Paşa zamanında semeresini vermeye
başlıyordu. Türkler uyanmaya çalışırken, Bulgarlar uyandırılmış, Makedonya Komitelerinin
çeteleri taraf taraf faaliyete geçmişlerdi. Bunlar Bulgar anasırını Patrikhane papazlarının
nüfuzundan kurtarmak için uğraşıyor. Taassup uğruna milletini feda ve inkar etmek isteyen
Bulgarlar’ı idam ediyorlardı.
Hükümet bu komitelere karşı hareket mecburiyetinde idi. Fakat bu, kolay bir iş
değildi.
Selanik’te tesis olunan Büyük Mektep, Makedonya Bulgarlarına mefküre aşılayan bir
Darülmuallimin, mükemmel bir komite merkezi idi.
Tahsisatını Ekserhhane vasıtasıyla Bulgaristan Hükümeti veriyordu. Bu mektebin
yetiştirdiği genç komiteci misyonerlerin gösterdiği muvaffakiyet Bulgaristan’ın gayretini
arttırdığını Manastır’da, Siroz’da hatta bazı mühim kaza merkezlerinde böyle Darülmuallimin
şubeleri açtılar.
Rumlarla, Bulgarlar arasında günden güne şiddetini arttıran rekabet, yorgan
kavgasından başka bir şey değildi. Galip Paşa bunu ve buna karşı ittihaz olunabilecek çareleri
İstanbul’a anlatabilmeye çalıştı.
Hükümetin Bulgarları, Rumları köylerde mektepler açmaktan, köylüleri milliyet
hisleriyle, mefkûrelerle, aydınlatmaya çalışmaktan men edebilecek efendileri yoktu.
Galip Paşa Makedonya’da başlayan bu milliyet cereyanlarına karşın ittihaz
olunabilecek en etkili çare rakiplere aynı silah ile mukabele etmek olacağını düşündü. Madem
ki onlar evradı milleti tenvir ile maksada hasıl olmaya çalışıyorlardı. Bizde o yol ile
müdafaaya tevessül etmeliydik. İşte bu fikir ile Galip Paşa en büyük himmetini Türk anasırını
da aydınlatmaya sarf etti. Uğraşarak İstanbul’dan alabildiği tahsisat ile Selanik’te bir İdadi,
Bir de Ziraat Mektebi açtırmaya muvaffak oldu. Fakat bu mekteplere parasız olarak birçok
Rum ve Bulgar çocukları kaydettirdi. Fakat bu son fikri hatalı idi. Rumları, Bulgarları bizim
mekteplerde terbiye ile mefkurelerinden feragat ettiremeyecektik.
Galip Paşa Tarafından Açılan Selanik Tarım Okulu
Türk çocuklarına Milli bir mefkure veremeyerek sathı derslerle anasırı muhtelife
arasında muhabbet tesisine (boş yere) çalışırlarken ötede Rum ve Bulgar Mektepleri hususiyet
alemlerinde, meydanı hali buluyor. Çocuklara Milli mefkure için fedailik dersleri veriyorlardı.
Ö zaman Selanik Maarif Müdüriyeti’nde bulunan Emrullah Efendi’nin faal gayretine
rağmen İdadi Mektebi maarif ve siyaset sahillerinde Bulgar Darülmuallimiğiyle rekabet
edebilmekten pek uzaktı. Abdülhamit Hükümeti’nin fena cereyanları başlamıştı. Mekteplerde
ders haricinde vatanperverane ve hatta alelade siyasi çalışmalar men edildi.
Galip Paşa kendi himmetiyle Selanik’te yeni tarzda hususi bir Hamidiye Mektepi tesis
etti Terakki ve Feyziye Mekteplerine ciddi teşvikatta bulundu. Hükümetin yapamadığı
himmetleri ahaliye yaptırmaya çalıştı. Fakat köylerdeki Türk anasırını Bulgarlar gibi
uyandırmak ve aydınlatmak için milyonlar sarf etmek lazımdı.
Bulgar köylerine münevver mefkure ile terbiye olunmuş, genç, Darulmuallimin
mezunu muallimler ve muallimeler gönderildiği sırada, ötede Türk köyünde cahil bir imam
Camide eski usul ile bir çok çocuk okutmaya çalışıyorlardı.
Selanik Türk Askeri
Galip Paşa, Maarif için İstanbul’dan istediği tahsisatı alamayınca vilayet dahilinde bir
kaynak aradı. Her tarafta nüfuzlu beylerin pençesine düşmüş evkaf varidatından istifadeyi
düşündü. Fakat evkaf varidatını maarife sarf ettirerek İstanbul içinde bilahare bir örnek
olabilecekti. İstanbul’da da birçok evkaf saray mensuplarının elinde idi. Derhal din meselesi
salah ittihaz olundu. İşe meşihat müdahale etti: “ Camilere, Medreselere, Çeşmelere
vakfedilmiş olan varidat mevkuf ilahiden gayriye sarf olunamaz. “ dediler.
Halbuki yıkılmış, bir taşı bile kalmamış eski mescidlere, medreselere, çeşmelere,
köprülere vakfedilmiş durumda idi. Galip paşa hiç olmazsa bunları kurtarmak ve mekteplere
tahsis etmek için uğraştı. Bütün mesayisinin semeresi livalarda, bazı kaza merkezlerinde yeni
usulde birkaç ibtidai mektebi açılmasından ibaret kaldı. Lakin bu mekteplere bile muallim
bulunamıyordu. Rabıtalı bir Darülmuallimin yoktu. Bulgar mektebi gibi 4-5 yüz köylü çocuğu
toplayıp ücretsiz okutacak mefkure sahibi, muktedir muallim yetiştirecek yatılı bir muallimin,
senelik on bin altın masrafa muhtaç idi. Maarif Nezareti ise Selanik Darülmuallimliğine
yalnız altı yüz kuruş maaşlı bir muallim tayin etmişti. Hepsi o kadar.
Galip Paşa’nın Selanik’te pek münevver bir fikir ile saçtığı maarif tohumları parlak
semereler vermekten hali kalmadı. Selanik o zaman içinde Osmanlı memleketinin maarifi en
gelişmiş vilayeti olmak şerefini kazandı. Selanik Türklüğü gelişimini Galip Paşa’ya
borçludur.
Bulgar Komitelerinin faaliyeti ve büyük bir intizam ile meydana çıkan teşkilatı
herkese hayret verdi.
Darülmuallimlerinin açılmasının henüz on beş sene olmayan Bulgar
Darülmuallimlerinin henüz on beş sene evvel yetiştirdiği Milli mefkure ile terbiye ettiği genç
muallimlerin köylere dağılması seri ve muazzam bir sonuç husule getirmişti.
Bulgar Komitacıları
Demek ciddi bir program dahilinde bir program azimle çalışıldığı takdirde on beş
senelik bir zaman Milleti uyandırmaya yeterli olabiliyordu.
İşte on beş sene evvel Makedonya’da siyah bir cehalet içinde milliyetlerinden haberdar
olmayarak uyuyan, kendilerinin Rum olmadıklarını zanneden, esaretten kurtarılmaları için
parlayacak selamet nurunun Yunanistan’dan gelmesini bekleyen Bulgarlar bu kadar az bir
zaman içinde uyanmış, fikirlerini, itikatlarını mezheplerini değiştirmiş, milliyetlerini
muhafaza uğrunda meydana atılarak kanlarını dökmeye başlamışlardı.
Bu kadar büyük bir muvaffakiyet on beş senede gerçekleştirilebilecek şey değildi.
Böyle bir inkılap için hiç olmazsa otuz senelik bir zaman geçmesi lazım gelirdi. Çünkü bu
büyük işe başladıkları zaman Bulgarların ellerinde hiçbir şeyler yoktu. Ne Bulgar papazları
vardı, ne muallimleri, ne de mektepleri. Bulgaristan henüz meydana çıkmış, dahili teşkilatıyla
uğraşıyordu. Kendisine kâfi muallimi yokken Makedonya’nın binden fazla Bulgar köyüne
muallim ve muallime gönderemezdi.
Bulgar Okulu
Bu halde Bulgarlar az bir zaman içinde bir mucize gibi nasıl uyandırılmış,
ayaklandırılmıştı. İlk önce bu durum bir muamma gibi göründü. Fakat çok geçmeden bu
durum aydınlandı. Komitacıların icrası için yapılan takibat, yapılan araştırma Komite
teşkilatının birçok sırrını meydana çıkardı. Bulgar köylüsüne bu kadar az bir zaman içinde
uyanabilmesi sırrı da anlaşıldı. Gece dersleri ve Pazar Mektepleri.
Köyde Bulgar Mektebi açıldığı zaman tahsil çağında olan bütün çocuklar mektebe
devam ediyorlardı. Evladını okutmak istemeyen cahil babalar, komiteler tarafından tehdir
ediliyordu. Komitenin hükmüne, bir tebliğ katiyesine itaat etmemenin cezası ölümdü.
Komitece bir örfi idare ile tahsil mecburi tutuldu. Herkes okuyacaktı.
Mektebe devam çağını geçirmiş olan gençler çalışmaya, çifte, çapaya gitmeye mecbur
edilir. Bunlarda muayyen gecelerde mektep muallimi, papaz veyahut münevver bir komitacı
tarafından birer, ikişer saat ders veriliyor, fikirleri aydınlanıyordu.
Evlenmiş, barklanmış geceleri de derslere devam edebilecek çağını geçirmiş köylüleri
uyandırmak içinde Pazar Mektepleri açıldı.
Pazar günleri bütün kadınları ve erkekleri Kiliseye getirdikleri gibi bir-iki saatte köy
mekteplerine gitmeye mecbur idiler. Kilisede dinine hizmet edecek, mektebinde de milleti
için çalışacaktı.
Merkez Komitesi tarafından tertip olunmuş, bastırılmış hitabe ve konferans tarzında
makale Kilisede papaz tarafından din namına, mektepte muallim ve muallime tarafından
millet hesabına okunur, tefsir olunur, köylünün anlayabileceği surette eski Bulgaristan tarihi
şaşalarıyla, kahramanlarıyla anlattılar. Fikirler aşılanır ve mefkureler uyandırılırdı.
İstanbul Bulgar Kilisesi 8 Eylül 1898
Bu telkinler üzerine Bulgar köylülerinin gözleri önünde, uzaktan parlak bir serap, latif
bir hayal duruyordu. Büyük bir Bulgaristan olacak, Türk beylerinin ellerindeki bütün
çiftlikler, feyizli yerler, Bulgar çiftçilerine tevzi edilecek. Hepsi servet ve saadet içinde. Az
çalışıp, çok kazanarak parlak eğlenceler, rakslar, sevdalarla mesut olacaklardı. Bu mesut
hayali muallimler mübalağalarla tasvir vaat ederken buna vasıl için fedakârlık, kahramanlık
ihtiyaçlarını, menkıbelerini de tekrar etmeyi unutmazlardı.
Türk Beylerinden Paşmaklı Salih Ağa’nın Çiftliği
Bu kadar az bir zaman içinde köylülerini uyandıran, o müthiş ve mükemmel komita
teşkilatını vücuda getiren işte bu mesai idi.
Ben bu esrarı anladıktan sonra ne vakit bir seyahat için kasabalara, köylere gitmiş
olsam Bulgar Mekteplerini ziyaret ederdim.
Bulgar Mektebi
Onlar bir iftihar hissi ile muntazam mekteplerini gösterdikleri, gezdirdikleri zaman ben
hayalen burada nasıl milli ictimalar olduğunu görür ve edilen teşvikatı işitir gibi olurdum.
Rumlar gibi hayalperver ve mağrur değil, mütevazi, korkak görünen şu riyakar Bulgar
köylülerinin maskeler altında ne müthiş bir azim ve gayret gizlediklerini anlardım ve milleti
için çalışan bu uyanık fedakarlara, bu komitacılara karşı acı bir takdir ve kendi milleti içinde
böyle seri bir uyanış temennisi ile derin bir kıskançlık hissederdim.
Fakat bunun gerçekleşmesinin ne güç, ne uzak olduğunu görür için için ağlardım.
Düşünürdüm.
Bulgar köylüsü için bu kadar müsait bir zemin ihzar olunmuş, ötede Türk köylüsü
mütemadiyen tazyik görüyor, eziliyor, eriyordu. Ve sonra, Bulgarlar medeni Avrupa’ya karşı
yalancı vaveylalarla ağlıyor. (Türkler zalim, vahşi. Bulgarlar mazlum) diye bağırıyor, feryat
edebiliyorlardı. Fakat hükümet yüzünden Avrupa buna inanıyor, zavallı mazlum Türk
milletini barbar tanıyordu. İşte bunu düşündüğüm zamanda yalancı, iftiracı Bulgar’lara karşı
kalbimden bir nefret hissi kabardığını duyardım.
O zamanlar Makedonya Bulgarları için artık şikâyete sebep olabilecek bir zulüm
kalmamıştı. Komiteleri vardı. Mahkemelere bile gitmiyorlardı. Bulgarlar arasındaki bütün
davaları komiteler hallederdi. Uyanmışlardı. Hükümet memurları bir Bulgar’a küçük bir
haksızlık yapacak olsa, Bulgarlar şayanı hayret bir ittifak ile birden kalkıyor, mübalağalarla
bağırıyorlardı. Şimdi onlar hükümetin zulmünden değil, hükümet bunların yalancı
feryadından korkar olmuştu.
Hükümetin büyük bir hatası durmadan devam ediyordu. Hıristiyanlar askerlikten
müstesna idi. Bu sayede komiteler kadrolarını, evlerinde rahat ve huzur ile yaşayan kuvvetli
gençlerle doldurmaya muvaffak oluyordu.
Rumeli Türk Köylüleri
Hükümetin Türklük aleyhinde Bulgaristan’dan gelen maddi ve manevi mükemmel
silahlarla donatılan bu gençler çalışır, pek az vergi verir, bol bol para kazanır, servetini
arttırırdı. Ötede Türk gençleri kanunen üç sene muvazzaf hizmet için silah altına alındıkları
halde altı, bazen yedi sene askerde tutuluyor, Yemen çöllerinde Trablusgarp cehennemlerinde
fena bir gıda ile çıplak çalışır, mütemadi ihtilallere karşı döğüşürdü. Bu zavallılardan
muvazzaf hizmetlerini ikmal ile ölmeden evine dönebilenler iki sene köyünde rahat oturmaya,
evlenmeye, çocuk yetiştirmeye, çiftini düzmeye, para kazanmaya vakit bulamazdı. Çünkü çok
geçmeden redif diye silahaltına çağırılırdı.
Türk Redifleri
Bazı memleketlerde ahalinin artık alıştığı, teslimiyet gösterdiği salgın ve marazi
hastalıklar vardır. Hindistan’ın Kolerası, Afrika’nın Sarı Sıtmaları gibi Makedonya’da zavallı
İslam ahali içinde müthiş bir Redif hastalığı vardı. iki sene geçmeden baş gösterir, henüz aile
teşkil etmiş, çocuk babası olmuş bedbahtları fena eder, sefil, zayıf yetimler bırakırdı. Yemen
İhtilallleri, Dürzi kıyamları, Makedonya Komitaları, hala bitmek tükenmek bilmeyen
Arnavutluk karışıklıkları için hep redifler toplanır duru. İstanbul’da mükemmel bir ordu
Abdülhamid’in o vehmini teskin için boş otururdu.
İşte Makedonya bu fena idare ile zavallı Türk anasırı ezilip giderken ötede Rumlar
rahat yaşıyor, Bulgarlar mesaileriyle kazanıyor, kabarıyor, komitaları gece dersleri, Pazar
mektepleri ile şımardıkça şımarıyorlardı.
Bulgar Okulu
Bazen Emrullah Efendi ile hasbıhaller ederdik. Türk’leri de böyle uyandırabilmek için
Cuma dersleri teşkili hülyalarına dalardık. Milleti uyandırmaya, aydınlatmaya en büyük engel
Yıldız Sarayı idi. Köylüye mefkure ve fedakarlık hisleri vermek için çalışmak Abdülhamid’in
Sarayında cinayet addolunurdu.
Hükümet müsaade etse bile büyük maksada hangi vasıta ve kuvvetle vasıl olacaktı? En
evvel köy mekteplerine münevver, muktedir genç muallimler yetiştirmek lazımdı.
Makedonya’da Bulgar Darülmualliminleri için her ay binlerce lira sarf olunurken Abdülhamid
memleketin bütün varidatını İstanbul’a çekiyor, sarayların israfatına bendeganının,
casuslarının, gözünü doyurmaya sarf ediyordu.
Gece Dersleri, Pazar Mektepleri sayesinde az zaman içinde uyanan Makedonya
Bulgarları milliyetlerini, mevcudiyetlerini göstermeye, ihtilal tarzında numayişlere
başlamışlardı. Taraf taraf büyük çeteler dağlara çıktılar. Avrupalılara Makedonya’da feryat
eden muzdarip bir Bulgar anasırı bulunduğu fikrini vermeye çalışıyorlardı. Güya
Makedonya’da ki bedbaht kardeşlerini kurtarmak için Bulgaristan’da da vakit vakit
heyecanlar husule getiriliyordu. Bundan bila istifade Bulgaristan’da silahlanmaya hazır
görünüyor, Yıldız’ı tazyik ve tehdit ediyordu. Abdülhamid bir gün daha sukün ve rahatla
geçirmek geçirmek için istikbali zehirleyen semahatlardan çekinmiyor. Bulgarları taltifler,
imtiyazlarla Bulgarları şımartıyordu.
Yarayı izole edebilecek ciddi ıslahat ve siyasi tedbirler düşünülmüyordu. Sık sık bahş
olunan imtiyazat ile muhtelif şehirlere yeniden Bulgar metropolitleri tayin olunuyor. Her
Bulgar Metropolithanesi imtiyazata mazhar teftişat ve tahriyatından masun bir fesad ocağı
oluyordu.
Makedonya ahvalini ıslah için Yıldız’ın ittihaz ettiği tedbirler basit, sathi şeylerdi.
Taraf taraf, sık sık redifler silâhaltına alınır, Türk anasırı ezilir, bir kat daha zaafa duçar
olurdu. Üçüncü Ordu Merkezi Manastır’dı. Ordu Müşiri’nin Selanik’te bulunması
kararlaştırıldı. Bulgar hareketine karşı ve noktalara fırka, liva, alay kumandanlıkları tesis
edildi.
İsyan ateşleri içinde yanan bedbaht memlekette büyük gelen kumandanlar Mülkiye
memurlarıyla ele ele vererek felaketin önünün almaya çalışacak değiller mi idi? Hayır.
Manastır
Her tarafta asker ve sivil arasında ihtilaflar, karşılıklı huzursuzluklar başladı. Birinci
kavga en evvel Selanik’te Vali Zihni ile Müşir Fevzi Paşa arasında koptu. Her ikisi de
namuslu ve hamiyetli adamlardı. Fakat İstanbul’da Yıldız, Makyavel’in yeni ve garip bir
siyaset takibine başlamıştı. Ellerinde kuvvet olan ricalin ittifak ederek Padişah’a karşı isyan
tertibine, Mithat, Rüştü ve Hüseyin Avni Paşaların yaptıkları gibi bir hal teşebbüsüne
muktedir olamamaları için aralarında daima bir husumet ve karşılıklı huzursuzluklar
bulunmasını istiyor ve buna vesileler ihdas eyliyordu.
Abdülhamit’in bu siyasetini rical kolayca anladılar. Mevkiini muhafaza etmek isteyen
Nazırlar diğer refikleriyle münakaşa ve münazaa edip duruyor. Yekdiğerin aleyhinde
yazmadık, söylemedik, söz bırakmıyorlardı.
II. Abdülhamid
Beni bir dostum Sulukule’de Çingene kavgası temaşasına götürmüştü. Beş on kuruş
verilen karılar yalandan bir kavgaya başladılar. Birbirlerine yakası açılmamış küfürler,
iftiralar ediyor. Bizi güldürüyor, eğlendiriyorlardı. Şakadan gülerek başlayan kavga, düzgün
söz söyleyerek beylere beğendirmek, galip gelmek gayretiyle ilerledi. Galiba hakiki acı
sözlerle yekdiğerini o kadar yaraladılar ki kavga ciddi bir şekil aldı. Saç saça, baş başa
döğüşmekle neticelendi. Ben o zaman bu haleti ruhuyeye dikkat ve hayret etmiştim. En sefil
tabakada hüküm ferma olan bu garip hissin rical arasında en yüksek tabakada ceryanı gördüm.
Abdülhamid emeline göre hareket etmek, ona hoş görünmek için nazırları, vezirleri, müşirleri
arasında yalandan başlayan, yavaş yavaş müthiş husumetlere sebep oluyor ve işlere tesir
ediyordu.
Zihni ve Fevzi Paşalar gibi namuslu vakarlı rical bile meşum ceryandan kendilerini
kurtaramadılar.
Zihni Paşa’nın Konağı’ndan bir Çerkez halayık kaçmıştı. Paşanın nüfuzundan
kurtulmak için, dargın olduklarını bildiği, Müşir Paşa’nın Konağına iltica etti. Müşir Paşa
Mahkeme-i Şeriye’nin ve polisin müracaatlarına red ile cevap verdi. Hiçbir hakkı ve
salahiyeti yok iken halayığı genç bir zabitle
öldürttü.
Bu hadise üzerine iki paşanın
arasındaki kavga alevlendi. Etrafa da sirayet
etti. Valiye mensup olanlar Müşirin semtine
uğramazlar, Müşirin maiyeti ve mensupları
da Valinin aleyhinde ağızlarına geleni
söyleyerek, Müşire yaranırlardı. Bu
taraftarlık çarşı ve pazara sirayet etti. Bir
takım halk Valiyi haklı buluyor. Bir kısmı
Müşire hak veriyorlardı.
Bir gece Zihni Paşa’nın Konağında
oturuyorduk. Paşanın meşhur hoca efendisi
de orada idi. Konu yine cariye meselsine
intikal etti. Paşa müteessir bir tarz ile bana:
“ Senin dostun…….. Bey, Hacı
Yahya Efendinin Mağazasında Müşir
Paşanın haklı ve hareketi alicenabına
olduğunu söylemiş “ dedi.
Müşir Hüseyin Fevzi Paşa
Çarşı ve pazarda söylenecek sözlerin ehemmiyeti olmadığını, kendisi bir vezir, bir vali
fazıl ve muhterem bir şahsiyet olduğunu haksız tarizler şerefine konuşamayacağını, bu gibi
sözlere ehemmiyet vermemesini söyledim ve nihayet: “Ben şunun bunun, ötede beride
manasız sözler söylediklerine müteessir olmam. Fakat teveccühünüz şerefine mazhar
olanların bu gibi adi sözleri çarşıdan, pazardan toplayıp huzurunuza taşıyarak zatı devletinizi
müteessir ettiklerini teessüfler ederim. “ dedim. Paşa sustu. Konu değiştirdi. Meğer baltayı
dehşetli surette taşa çarpmamış mıyım? Bu sözleri paşaya taşıyan hoca efendi değil mi imiş?
Hoca efendi bozuldu. Kalktı ve odadan çıktı. Sözlerimi kendisini üzmek maksadıyla
söylememiş olduğum halde o günden itibaren hoca efendinin bana hasım olduğunu gördüm.
İşte bir tarafta Rumlar, öte de Bulgarlar, bütün kuvvetleriyle ittihat etmiş, bizim
yorganımız için kavga edip duruyorlarken biz evimizde kendi aramızda manasız işlerle
birbirimizi boğmaya çalışıyor, hakiki hasımlarımızla uğraşmaya vakit bulamıyorduk.
İstanbul’dan sari bir maraz gibi Makedonya’ya da geçen bu rical kavgaları sancak
merkezlerinde, kazalarda bulunan memurin ve asker rüesasına da sirayet etti. Bütün memurlar
içinde bulundukları tehlikeyi, ihtilalin vahim neticelerini anlayamamış veya unutmuş gibi en
büyük vakitlerini yekdiğerinden şikayetle, birbirini çekiştirmekle öldürüyorlardı.
Mesela bir kaymakam oradaki askeri kumandanından vazifeye müteallik pek haklı bir
şikayette bulunsa Müşir onu tahkike bile lüzum görmez, zabiti himaye ve müdafaa ederdi.
Asker tarafından mülkiye memurları hakkında vuku bulan şikayetlerde vilayet bir garaz eseri
diye telakkiye alışmıştı. Bu suretle rüşvet, mezalim himaye edilmiş oluyordu.
Bu feci ve elim itiyad mütemediyen ilerledi. Karşılıklı huzursuzluklar ve şikayet
yalnız asker ve siviller arasında genişlemekle kalmadı. Asker ve sivil memurlar kendi
aralarında çekişmeyi memuriyetlerinin devanı için bir lazıme gibi telakkiye başladılar.
Üçüncü Ordu Müşiri Hayri Paşa ile Bulgaristan hududu Kumandanı İbrahim Paşa,
Selanik Valisi Rauf Paşa ile Rumeli Vilayeti Umumi Müfettişi Hüseyin Hilmi Paşa arasında
da aynı elim ve feci vaziyeti görüyoruz.
Selanik
Hüseyin Hilmi Paşa ile Rauf Paşa birbirlerini evvelden pekiyi tanımış ve sevmiş
bulundukları, her biri diğerinin iffet ve namusunu, iktidar ve liyakatini tasdik ve itiraf ettikleri
halde Selanik’te birbirlerinin yüzünü görmek istemeyecek kadar husumet gösterdiler. İhtimal
ki itidalleri öyle dargın gibi davranmaya lüzum görmüş olalar.
Fakat sonraları söz taşıyıp arabozanların gayretiyle bu tedricen hakikat şekline girdiği
muhakkaktır. Her ikisine de yakından temas ettiğim bu iki muktedir ve hamiyetli vezirin kin
ve infial hissiyatına kapılarak birbirinin sevdiği, himaye ettiği mutasarrıf, kaymakam gibi bir
memuru diğerinin tahkir ettiğini, ezmeye çalışmak derecesinde küçüklükler göstermekten
kendilerini alamadıklarını maalesef söylemeye mecburum. Onlarda muhitin tesiri altında
kalmaktan kurtulamamışlardı.
Yıldız Sarayı’nın meşum siyaseti ile ihdat olunan bu mahallak maraz memleketin her
tarafına salgın bir halde sirayet etti. En fena tesiratını buhranlar geçiren Makedonya’da
gösterdi. Memurların, askerlerin aralarında çekişmeleri ayıp değilmiş, adet değilmiş gibi bir
haleti ruhiye doğmuştu.
En namusluların kapılmaktan kurtulamadığı bu hal, namussuz ve vicdansız
memurların vatana ihanet şeklinde edepsizliklerine kadar varıyordu. Yıldız ihtilafatı idame ile
kanaat etmiyor. En büyük memurları sebepsiz yere dama taşı gibi yandan yana tayin
ediyorlardı.
İşte Manastır gibi Makedonya’nın en mühim bir komita merkezinde hiçbir vali muhiti
tanıyıp anlamaya vakit bulamıyordu.
Manastır Vilayeti Haritası
Mesela 1317’de Manastır Valiliğine Edip Paşa geliyor. Bir sene sonra Rıza Paşa, ona
müteakip Hazım Paşa, biraz sonra Reşit Paşa tayin olunuyor.
Bulgarları takliden Rumlarda komita teşkilatı yapmışlardı. Yekdiğerine hasım olan bu
iki anasır mütemadiyen birbirleriyle mücadele ediyorlardı. Bütün köylerde adamları olduğu
için yekdiğerin ihtilal, şekavet teşebbüsünü hükümetten daha evvel ve daha çabuk haber
alıyor ve hakikaten hükümete ihbar ediyorlardı.
Bir nahiye müdürü, bir kaymakam böyle bir haber alıp kumandanına ihbar ettiği
zaman teşebbüsata kalkışmadan kolayca öne alınması mümkün iken Kumandan, kaymakamın
verdiği habere itimat etmez, onunla görüşmez, asker sevk etmek için haberin kimden
alındığını öğrenmek ister. Muhbirin ismi resmen yazılamaz. Uzun muhaberat ile vakit geçer.
Fırsat kaçardı.
Rumeli Türkleri
Böyle birbirlerine itimatları olmayan memur ve kumanda heyetlerinin didişmek,
çekişmek ile vakit geçirmeleri Rumların, Bulgarların ekmeklerine yağ sürdü. Teşkilatlarını
güçlendirdiler. Yangının çabuk ve daha çok parlamasına sebep oldu.
Bütün bu hadisat, felaketlerimize milletin cehaletinden ziyade saltanatın ve
ricalimizin, memurlarımızın siyaseti sebep olduğunu ispat edecek vesikalardır.
Selanik İdadisi tesis ve küşad edildiği zaman Maarif Müdürü Emrullah Efendi bana
Coğrafya muallimliğini tevdi etmişti. Lavasor’un üç cilt büyük Coğrafyasını tercümeye
başladım. Bu dersten zevk alıyor ve bir coğrafya mütahassısı olmak için çalışıyordum.
Avrupa Coğrafyası büyük bir cilt olmuş basılmıştı. Birkaç adetini Maarif Nezaretine
takdim ettim. O zamanlar bizde o kadar mufassal bir coğrafya kitabı yoktu. Bu kitap en yeni,
istatistikleri bile gösteriyordu. Gayretimin takdir edileceğini beklerken günün birinde
coğrafya dersine başak bir muallimin gönderildiğini gördüm.
Maarif Nezareti’nin bu garip muamelesini benim kadar Maarif Müdürü ve Vali’de
müteessir oldular. Galip Paşa’nın izni işe İstanbul’a gittim. Maarif nezaretine bu haksızlığı
izah edecek, tamir ettirmeye çalışacaktım. Nezarette tanıdıklarımdan bir zat:
“Radovişli Mustafa Bey’le görüşmedin mi? O da Selaniklidir. İbtidai Mektepleri
Mudürü Umumisidir. Nazır paşa kendisini çok sever. Sana yardım edebilir. “ Demişti.
Mustafa bey’i gıyaben tanıyordum.
Onun vatanperverlik şöhretine kalbi bir inancım
vardı. Çocukluk hatıratım içinde büyük bir adam
olmak üzere yaşıyordu.
Abdülaziz tahttan indirilerek birinci
İnkılap yapıldığı, kanuni Esasi ilan, matbuata
serbesti bahş olunduğu heyecanlı zamanlar
Selanik’te de münevver gençler arasında bir
intibah, bir hareket meydana getirmişti. Ve o
hareketin en başında Radovişli Mustafa Bey
bulunmuştu.
Radoviş gibi köy denilebilecek küçük bir
kasabada doğup, büyüdükten sonra Selanik’e
gelen Mustafa Bey iyi bir tahsil görmemişken
fıtratındaki cevherle Mithat Paşa’nın Selanik
valiliği
esnasında
dikkatini
celbetmiş,
teveccühüne mazhar olmuş, az zaman içinde
temayüz etmiş ve yükselmişti. İnkılâp üzerine
Selanik’te “ Rumeli “ sonra “ Zaman “ ve biraz
sonra da çocuklara “ Ayine “ isimleriyle
müteaddit gazeteler neşrediyor, memleketi
uyandırmaya çalışıyordu.
Ben bu zamanlar çok küçüktüm. Henüz
küçük bir mektep çocuğu iken “ Ayine “
gazetesini görüyor, okuyor ve seviyordum.
Radovişli Mustafa Bey
Selanik’te Mustafa Bey’i herkes büyük bir adam olmak üzere tanırdı. “ İstanbul’da
Kemal Bey, Selanik’te Mustafa Bey “ derlerdi.
Ayine gazetesi haftada bir çıkar, küçük ehemmiyetsiz bir şeydi. Fakat o zamana göre
bir gazete idi Büyük önemi vardı. Çünkü gazete yazanlar değil, okuyanlar bile mümtaz
insanlardı. Bende Ayine’nin küçük bir okuyucusu olmakla iftahar ederdim. Gazetenin intişar
ettiği günler mektepten çıkar çıkmaz, - evimiz civarında olan – vilayet matbaası önünden
geçer gazeteyi alırdım. Vilayet Matbaası eski Hükümet Konağının havalisinde bir katlı bir
bina idi. Havluya pencereleri vardı.
Selanik Hükümet Konağı
Gazete almaya geldiğim günler bu pencerenin önüne durur, mürettiplerin gazeteleri
nasıl tertip, sahifeleri nasıl teşkil ve tashih ettiklerini küçük makinenin nasıl bastığını büyük
bir merak ve hayretle seyrederdim. Bir gün yine böyle Ayine gazetesini almış, Matbaayı
seyrediyordum. Mürettipler telaşla: “ Mustafa Bey geliyor “ dediler.
Başımı çevirdim, Hükümet Konağı’ndan matbaaya doğru uzun boylu, zayıf, kır saçlı,
gözlüklü bir efendinin gelmekte olduğunu gördüm. Dim dik yürüyor. Bastonunu elinde
sallıyordu. Gözlerinde ateşin bir tesir, etrafında muhabbet vardı. Bu tesir altında - o zamanın
adabınca – kavuştum. Selama durdum. Elimde gazeteyi gördü. Tebessüm ederek selam verdi.
Telgrafhane kapısından çıktı.
Selanik Yadiğar-ı Terakki Ticaret Mektebi
Ben Mustafa Bey’i görüp tanımak, onun selamına mazhar olmaktan pek sevindim.
Fakat kendisini bir daha görememiştim. Çünkü az zaman sonra Meclis açıldı. Mustafa Bey
Selanik Mebusu oldu. Abdülhamid’in meclisi dağıttığı vakit söz söyleyebilen münevver
fikirli, hamiyetli mebuslar arasında Mustafa Bey’de sürgün edilmişti. Mithat paşa’nın
etrafında çalışan gençlerden olduğu için senelerce zindanlarda tutuldu.
Kalbimde Mustafa Bey’e galiba ve pek samimi bir hürmet beslerim. Gazetelere, bütün
mecmualara yazmaya başlamıştım. Mustafa Bey’i iyi tanıyan bir zat bana bir gün:
“Mustafa Bey’le senden bahsettik. Yazılarını okuduğunu ve pek beğendiğini söyledi. “
demişti. Bundan sevindim ve kendisine olan muhabbetim arttı. İşte ziyaretine bütün bu
hissiyat ile gidiyordum. Aldanmamışım, büyük bir hüsnü kabul gördüm ve onun delaletiyle
Munif Paşa’dan da birçok iltifatlara mazhar oldum.
Fakat o zaman İdadi Mektepleri Müdürü Umumiyesi olan Aziz Bey her nedense bana
coğrafya muallimliğini iadeye razı olmadı. Coğrafyanın maaşı üç yüz kuruştu. Bana altı yüz
kuruş maaşlı Fransızca muallimliğini teklif ettiler. Selanik İdadisinde mükemmel Fransızca
bilenler vardı. Fransızcaya hakimliğim İdadide ders verecek kadar olmadığını söyledim.
Kabul etmedim. Aziz Bey: “ Kendisinin üç yüz kuruş maaşlı Türkçesini alıyor, altı yüz kuruş
maaşlı Fransızca veriyoruz, veriyoruz. Herif budalamı ki buna razı olmasın “ diyerek benim
kabul etmeyişimi budalalık saydığını imadan çekinmedi.
Bu hadise o zamanlat Maarif
Nezaretinde iş için adam değil, adam
için iş arandığını ispat ediyordu. Bana
teessürler
verdi
Makedonya’da
Bulgarların nasıl çalıştıklarını biliyor,
birde bu hali düşünüyorum.
Birkaç sene sonra Mustafa Bey
Selanik’e
gelmişti.
İhtiyarlamış,
saçarlı, sakalları bembeyaz olmuştu.
Uzun boyu biraz eğrilmiş, vücudu
epeyce çökmüştü. Fakat gözlerinin
saçtığı zekâ nuru, sözlerindeki
metanet, kalbinde yaşayan hamiyet
baki idi ve daha muhabbetli
görünüyordu. Makedonya meselesi
taraf taraf yanan ihtilal ateşleriyle
ehemmiyetini arttırmıştı. Bu elim ve
müthiş hadise üzerine acı acı
hasbıhaller
ederdik.Mithat
Paşa
siyasiyat mektebinde terbiye, güzel
ve pek derin düşünen bu muhterem
ihtiyarın şu hadiseden müteessir
olduğunu, sinirlendiğini görüyordum.
Sırp Çetecileri
Bedbin ve meyus idi:
“ Bu gidişle Makedonya’yı ve bütün Rumeli’yi kaybedeceğiz “ derdi.
Ben gençliğin verdiği ümitlerle mechuzdum. Yeise kapılmıyordum. Görüyordum ki
Türk anasırında da bir uyanış ve terakki başlamıştı. Rumlarla, Bulgarlar arasında şiddetli bir
rekabet ve husumet vardı. Bu ayrışama Makedonya’da çoğunluğu Türklere temin ediyordu.
Zannediyordum ki Rumlarla Bulgarlar hiçbir zaman uyuşamayacaklardı. Son zamanlarda
ortaya Sırbistan ve Romanya’da çıkmıştı. Bunlarda Makedonya’daki Sırpları Ulahları
aydınlatmaya çalışıyordu.
Bu tefrikalar sayesinde bizim Makedonya üzerindeki hakimiyetimizi idameye
muvaffak olacağımız inancında idim. Bu fikirlerimiz izah ve müdafaa ettiğim zaman Mustafa
Bey o tecrübeli ve İstanbul muhabbetine vakıf ihtiyar meyus ve müteessir başını sallar:
“ Sen henüz genç ve tecrübesizsin yavrum. Memleketin geğirdiği Bulgaristan ve
Hersek İhtilalleri görmedik. Onlarda böyle başlamıştı. O zaman İstanbul’da daha iyi bir
siyaset, Tuna Vilayetinde bir Mithat Paşa vardı. Böyle iken hastalığa çare olamadılar. Şimdide
Makedonya Meselesi aynı şekilde büyüyor, felaketin en büyüğü şu ki İstanbul’da bunu
düşünen, ateş saçağı sarmadan ittihaz olunabilen çareleri arayan yok. Bütün anasır muhtelif
manialardan gelen tesirlerle zehirlendikten sonra bize intibah ve faaliyet gelse bile zaman
geçmiş olacak. Yıldız Türklüğü uyandırmayı düşünmüyor ve istemiyor. Makyavel siyaseti
arkasından koşuyor. “ dedi
“ Fakat ekseriyet Türklerde “
“ Siyasette çokluk ve haklı olmak, hak kazanmaya kifayet etmez. Oğlum, kuvvetli
olmak ve o kuvveti gafilâne bir siyasetle, iyi idare etmek lazım. Bizde bunlar yok.
Şark Meselsinden daima rahatsız olan Avrupa yine müdahale eder. Vatanın bizim için
en aziz parçasını da koparır. “
“ Koparırda ne yapar, kime verir? Rumlar ve Bulgarlar birbirlerini boğuyorlar Rumlar
ve Yunanistan Makedonya’nın Bulgaristan’a geçmesini görmekten ise Türk idaresinde
kalmasını tercih ediyorlar. Bulgarlar’a, Rumlar’a karşı aynı histe.”
“ Bizim ilgimiz devam ederse onları uyuşturur, barıştırır. Makedonya’nın taksimi
imkânsız bir nokta değil a.Bir parçasını Surbistan’a verir, küsuratını Bulgaristan ve
Yunanistan alır. Buna imkan bırakılmaması için aramızdaki husumetlere ilişmeyerek her
anasırı ayrı, ayrı adilane idare ile hükümete ısındırmaya çalışmak, zamana muvaffak kuvvetli
ve muntazam bir hükümet tesis etmek lazım. “
“ Ya Arnavutluk? “
“ Arnavutluk mu? Kendilerini bekleyen esaretten haberdar bile olmayan bu zavallı
cahiller bizimle el ele vereceklerine, hükümete karşı bin türlü belalar icat ederek
Avusturya’nın ve İtalya’nın ekmeklerine yağ sürüyorlar. Arnavutluk’ta o iki büyük kurda av
olur.”
Benim itikadım, ümidim, muhakemem öyle kolayca duçar olacak derecede değildi.
İtiraz ederdim. Bu muhterem ihtiyarın bedbin fikirlerine iştirak etmek istemezdim. Fakat onun
hamiyetli bir kalp tesiri ile ağlar gibi söylediği sözlerin, ettiği şikayetlerin ne kadar haklı
olduğunu zaman ispat etti. Mustafa beyin o zaman söylediği yeni sözleri düşünüyordum da
Abülhamid Hükümetinin, onun gibi birçok derdin, münevver, hamiyetli kafalı ezmiş, yahut
dillerini kesmiş bulunmasına lanetler ediyorum.
Rumeli Türk Halkı
Teselya Muharebesinin Makedonya Meselesine büyük münasebetleri vardı.
Bulgaristan Şarki Rumeli vilayetini zapt edebilmesine Makedonya Bulgar komitacılarının
çıkardıkları ihtilallar büyük tesirat icra etmişlerdi. Sonra Teselya’da ihraz olunan muzafferiyet
Makedonya Meselesi’nin 5-6 sene uyumasına, sükûnet ve rahatla geçmesine sebep oldu.
Şarki Rumeli Vilayeti Meselesi hallolunduğu, bu vilayet valiliği meşrutiyet payesiyle
Bulgaristan Prensi Ferdinand’a verildiği zaman Balkanlarda denge bozulmuştu.
Bulgaristan koskoca Filibe vilayetini de yutarak büyüyordu. Yunanistan, Sırbistan
hatta Romanya Hükümetleri, Karadağ Hükümetleri bundan müteessir oldular. Siyaset
iklimlerinde fırtına bulutları görülüyordu. Balkanlar Meselesi Düveli Muazzama arasında
rekabetler çıkıyor, büyük bir ehemmiyetle telakki olunuyordu.
O esnada Sırbistan dahili sıkıntılar ile meşgul idi. Abdülhamid, Sırbistan’ın bu halinde
istifade ederek Kosova’da bazı yerlere Sırp Metropolitleri tayin, Aynaroz’da tesis olunan Sırp
Manastırına da Rus, Rum, Bulgar Manastırlarının sahip oldukları imtiyazat bahş olunması
gibi müsadahat ve taltifat ibraz ederek Sırpların gönlünü almaya muvaffak oldu. Genç
Sırbistan kralı I. Aleksandr, Selanik’i, Aynaroz’u ve nihayet İstanbul’u ziyaret etti.
Abdülhamid ile Sırbistan bir mukavele imzalanmış, bu hal Bulgaristan ile Yunanistan’ı
kuşkulandırıyor, hiddetleniyorlardı.
Filibe
Abdülhamid, küçük Karadağ Prensi Birinci Nikola’yı da ihsanları, iltifatları ile
kendisine bağlamıştı. Ona tahsisatlar veriyor, yalılar, vapurlar ihsan ediyordu. En ziyade
müteessir ve rahatsız olan Yunanistan idi.
Girit Vilayet Haritası
Yunanlılar, Bulgarların Şarki Rumeli’ye sahip olarak büyümesini hazmedemiyorlardı.
Balkanlarda muvazenet husulü vesilesiyle büyümek ve Girit’i almak istiyorlardı. Girit’te
ihtilalller çıkardılar.
İhtilalleri teskin için Müşir Abdullah Paşa bir askeri kuvvetle Girit’e gönderildi.
Yunanistan Girit Hıristiyanlarını himayeye kalkıştı. Miralay Vasos Komutasında Girit’e
birkaç bin asker çıkardı.
Girit’te Türk Askeri
1313 senesi Sonbaharında idi. Yunanistan’la bir muharebe tehlikesi belirmeye
başlamıştı. Yıldız hükümeti hududa Osmanlı Orduları sevkine başlamıştı. Makedonya’da bir
heyecan vardı. Yıldız’ın hiç tüfek patlamadan Şarki Rumeli Vilayetini, Bulgaristan’a vermiş
olması, hamiyetli, münevver genç Türkleri son derece üzmüştü.
Şimdi Girit’inde Yunanistan’a verilmesi ihtimali büyük infialler meydana getiriyordu.
Çünkü Girit’te giderse sıranın Makedonya’ya geleceği pek tabi idi.
Herkes bir muhabere olması, şımarık Yunanilere şiddetli bir sille vurulması emelinde
idi. Selanik’te ufak ufak nümayişler bile yapılıyordu. Bu sıralarda Bulgarlar bize son derece
dost görünüyorlardı. Ostoblok Kabinesi Bulgar çetelerinin katiyen menni için Bulgaristan
hudut kumandanlarına emirler verdi. Makedonya’da Bulgar çeteleri tamamıyla uyudu.
Bu sene Bulgarların, Türklere dost göründükleri için yortularını, Makedonya’nın her
tarafında, bilhassa Selanik’te pek parlak nümayişlerle yaptılar. Selanik’in Büyük Memleket
Bahçesi’nde 300 kişilik bir ziyafet verdiler. Bulgar Mektebi Muzikasıyla, Milli oyunlar ve
şarkılarla Rumlara karşı nümayişler izhar ettiler. Fakat Bulgarların gösterdiği bu asar intibah
ve kuvvet Rumlardan ziyade biz genç Türklere hayret ve dehşet vermişti. Makedonya’da bu
heyecanlar gittikçe arttırdı. Büyük devletler yunanistan’ı abluka ederek muhabereden men
için ciddi baskılar yaptılar. Şımarık Yunan askerlerinin vakit vakit hudutları tecavüze cesaret
eylemelerine karşı, Yıldız sabır ve tahammülün son derecesini gösterdi. Bütün bunlara
rağmen muharebenin önünü almak mümkün olamadı. Yunaniler çılgınca bir hareketle hududa
tecavüz ettiler. Yıldız’da 1313 senesi Nisan’ının dördüncü Cumartesi günü Yunanistan’a ilanı
harp ederek tecavüz için başkumandanı Ethem Paşa’ya emir verdi. Bu haber Selanik Türk ve
Bulgar mahfilinde fevkalade normal karşılandı. Yunanistan layık olduğu şiddetli silleyi
yiyeceği şüphesiz görülüyordu.
O zaman Yunan hududuna 150 bin kişilik bir ordu sevk etmiş idi. Ordu merkezleri
Alasonya, Dışkot, Leftukarya, Çayhisar, Serfice, Yanya olmak üzere 6 fırkaya ayrılmış
Umumun Kumandanlığı Ethem Paşa’ya verilmişti. Fakat hakikatte kumanda, 93 Harbinde
olduğu gibi yine Yıldız’da idi.
Gazi Osman Paşa Plevne Muharebesinde
Muhabera başlayınca Osmanlı askerinin
derhal Teselya Ovası’na geçeceği tahmin olunuyordu.
Fakat Yunaniler Makedonya Hudutlarında bir hafta
kadar mukavemete muvaffak oldular ve Yanya
cihetlerinde taarruza geçerek epeyce ilerlediler.
Selanik ve İstanbul bir hafta elim bir endişe hayatı
yaşadı. Abdülhamid bu telaş ile meşhur Plevne
Kahramanı Gazi Osman Paşa’yı gönderdi. Osman
Paşa Selanik’e vasıl olduğu gün Ethem Paşa, Yunan
Ordusunu yarmaya muvaffak olmuş, Osmanlılar
Yenişehir’i zapt etmişlerdi. Bu muvaffakiyet üzerine
Abdülhamit Plevne kahramanını hududa ordular
arasına göndermek mecburiyetinden kurtuldu. Gazi
Osman paşa derhal İstanbul’a dönmek emrini aldı.
Abdülhamit Plevne Kahramanını içtiam etmiş büyük
bir ordunun başına göndermeye cesaret ve emniyet
edemiyordu.
Gazi Osman Paşa
Teselya Harbi esnasında Yıldız muharebeden ziyade orduda Abdülhamit aleyhine bir
hareket bir isyan ile ya muzaffer, ya da mağlup olmak heyecanlarıyla İstanbul’a dönerek
padişahı tahtan indirmeleri endişeleriyle uğraşıyordu. Her kumandanın etrafını hafiyeler
sarmıştı. Her kumandanın her hareketi hafiyeler tarafından bin türlü manalar verilerek
şifrelerle derhal Yıldız’a arz olunuyordu.
Yıldızdan birbirine uymaz, harp meydanındaki hakiki vaziyeti tahkik etmez emirler
veriliyordu. Yıldızın müdahalesi harbi güçleştiriyordu. Fakat bütün bunlara rağmen
Yunanilerin edepsizliğine karşı millette uyanan infaal ve heyecan sayesinde Teselya
Muharebesi uzun sürmedi. 4 Nisan’da ilan edilen Harp Osmanlı Ordusunun Forka Geçidini
zapt ederek Atina yolunu açması üzerine Yunan Hükümetinin Düveli Muazzama’ya
müracaatıyla 8 Mayıs’ta 34 gün içinde neticelendi. Zafer 34 günde kazanıldı. Fakat sulh
müzakereleri aylarca sürdü. Avrupa devletleri Hıristiyan Yunanileri himaye ediyorlardı.
(Hilalden Salibe geçen bir toprak bir daha Hilale iade olunamaz) esasını ileri sürüyor,
hudutların tashihine bile razı olmak istemiyorlardı. Dağlık bazı müstahkem noktanın bize
verilmesiyle pek cüzi bir hudut değişikliği yapmak, dört milyon lira harp tazminatı verilmek
suretiyle sulh akdolundu. Sulhun bu şekilde olması Türk mahfelini gücendirdi. “Bu kadar kan
dökmekten ne kazandık? “ diyorlardı. Bilmiyorlardı ki kazancımız büyüktü. Rumeli’de
yaşamak hakkını kazanmıştık. Teselya Harbinden sonra Makedonya senelerce asude bir hayat
yaşadı ve mütemadiyen gelişti. Kötü idare olmasaydı Türklük orada daima yaşayacak, o kanlı
ve siyah felaketler görülmeyecekti.
Selanik valiliğine atanan Zihni Paşa Selanik’e alışmış ve ısınmıştı. Orada muhiti anlıyor,
Zayıf ve asabi kuvvetin tamamını sarf ile geceli gündüzlü uğraşarak vilayeti buhranlar,
ihtilaller içinde mümkün olduğu kadar hüsnü suretle idareye çalışıyordu. Selanik’te umumi
bir hürmet ve muhabbete mazhar olmuştu.
Muvafakati sorulmadan bir gün Halep Valiliğine tayin olunduğunu haber aldı.
İzmir’den kaldırılan Hasan Fehmi Paşa’ya yer açmak lazım gelmişti. 1311 senesi teşrini
saninin ikinci günü Selanik’e gelen Hasan Fehmi Paşa 35 gün sonra görevinden alındı. Bu
defa da İstanbul’dan çıkarılması lazım gelen Adliye Nazırı Rıza Paşa’ya bir yer bulmak icap
ediyordu.
Selanik
Zihni Paşa ne kadar halim, nazik, mütevazı, kadın gibi hassas ve şefik idiyse yerine
gelen Rıza Paşa o derece öfkeli, haşin ve mağrur idi.
Zihni Paşa konağı, sofrası açık, herkesle görüşmeyi sever, milliyetperverdi. Rıza paşa
kimseye yüz vermez, kimseyi okşamazdı. Bunun için Selanik Zihni Paşa’yı çok aradı ve
unutamadı. Rıza paşa ahali arasında iyi bir şöhret kazanamadı
Rıza Paşa kısa boylu, tıknaz, az sakallı, altmışlık bir adamdı. İstanbul’da adliyeden
yetişmiş, namusu, istikameti ve bilhassa büyük iktidarı ile temayüz ederek Adliye Nezaretine
kadar yükselmişti. İsmet Paşa zade idi. Babasına kabına sığmayan zekâsıyla yaptığı
fevkaladelikler için Deli İsmet Paşa derlerdi. Rıza Paşa’ya da birçok aşinaları deli babanın
deli oğlu diyorlardı.
Rıza paşa’nın delice hareketleri nadir değildi. Kendisini iyi tanıyanlar bu
muamelelerin ekseriyetle sahte olduğunu delilik şöhretinden istifade ederek istediği zamanlar
öyle hiddetler gösterdiğini, fakat bir an sonra nedimesiyle yalnız kalınca gülmeye başladığını
söylerlerdi.
Rıza paşa, diğer valiler gibi geceleri konağında resmi işlerle iştigal etmedi. Büyük
zekası, seri intikali, düşünme gücü vardı. Mufassal bir kağıdı bir okuyuşta anlar ve derhal
reyini verirdi. O reyi mektupçuya veya bir mesuda anlatmaya tenezzül etmeyerek salis ve izah
bir ifade ile kağıdın arkasına yazardı. Mühim işler için mektupçunun yorulmasına ihtiyaç
kalmıyordu. Mesudeye paşanın derkenarını aynen geçirmek kafi idi. Ekseriyetle reyleri
münakaşa edilemeyecek kadar vasıh idi. Bu haveledar kenarlarında bazen pek zarif deliklere
tesadüf olunurdu. Bu rütbe inhalarına çok tutuluyordu. Yenice kaymakamlığı vilayetinde
bulunan bir genç mülkiye memurunun inhasına da (Kendisi himmet bir dede) diyerek
(Vekaletin böyle inhallere (Resmi bir göreve atama yazısı) himmetlere tahammülü yoktur. )
cevabını vermiştir. Geceleri konağında bir kenara çekilir, ulema ile meşgul olur ve bir tarafta
oğulları ve misafirleri oyunlarıyla eğlenirler ve gülüşürlermiş.
Selanik’te hükümet işlerinden ziyade meşhur kütüphanesini bir kat daha
zenginleştirecek asar nadire tarhiyat ve tahkikatıyla uğraşmıştır.
Rıza paşanın hiçbir iltifatını görmediğim, bir haşin muamelesine hedef olmadığım
halde itirafa mecburum ki yirmi sene zarfında Selanik’te temas ettiğim valiler içinde onun
kadar zeki, intikali seri, müstakim, reyi sağlam olanını göremedim.
Bu büyük zeka sahibi asabi ve dik kafalı adamda zamanın ilhatanından
kurtulamamıştı. Abdülhamit’in siyasetine uyum sağlıyordu.
Rıza Paşanın valiliği esnasındaydı. Yıldız, Makedonya’da güya ciddi ıslahat icraatını
düşündü. Bâb-ı âli Hukuk Müşaviri Hakkı Bey’in (Meşhur Hakkı Paşa) başkanlığı altında bir
teftiş heyeti gönderdi.
Bu teşebbüs Ermeni Meselesi üzerine İngiltere’de uyanan heyecanlardan doğmuştu.
Ermeni Meselesi ortaya çıkınca Makedonya Islahatı fikride uyudu. Bütün ıslahat vilayetlere
ve bazı sancaklara ve kazalara Hıristiyanların milliyetine göre Rum veya Bulgar vali,
mutasarrıf, kaymakam muavinleri tayin olunmasından ibaret kaldı. Buda samimi değildi. Bu
muavinler ciddi ve mühim hükümet işlerine karıştırılmıyor arzuhal havalesiyle iştigal
olunuyorlardı. Faka hakikatte bunların her biri Komitaların hükümette birer casusu
olmuşlardı.
Rıza Paşa’nın vali olduğu zamanlarda birçok mühim hadisat birbirini takip etti. Şarki
Rumeli Meselesi hal olundu.Koskoca vilayet Bulgaristan’a ilhak edilmiş demekti.
Balkanlarda denge bozuluyordu. Yunanlılarda şarki Rumeli’ye mukabil Girit’i istiyorlardı.
Girit hadisesi başladı.
Rıza Paşa bu büyük mesele karşısında lakayt gibi dururdu. Bu kabil Makedonya’ya
müteallik dahili siyasetlerle iştigal etmezdi. Eğer büyük zekasıyla Makedonya Meselesinin
ruhuna nüfuz etmeye çalışmış, bu yaranın tedavisine, Türkleri uyandırmaya çalışmış olsaydı
büyük muvaffakiyetler ibraz edebilirdi.
O daha ziyade Avrupa siyasetine garp diplomatlarıyla temasa önem verir, İstanbul’a
gidebilmenin çarelerini düşünürdü.
17 Mayıs 1312’de Selanik-Dersaadet şimendifer hattının resmi küşadı icra olundu.
Selanik’te parlak merasim yapıldı. Fransız Sefiri Mösyö Kampon’da Selanil’e gelmişti. Rıza
Paşa, Sefiri büyük bir törenle karşıladı. Çünkü onun İstanbul’da Abdülhamid’le temas
edeceğini, kendisinden bahsedeceğini bilirdi.
Girit’te ve Yunanistan hududunda ahval ve himmet kesbeyliyordu. Sonbahara doğru
Yunan hududunda büyük eşkıya çeteleri görünmeye başladı. Bunlara mukabil edebilmek için
Selanik, Kosova, Manastır vilayetlerinde jandarma taburları ihdas olundu.
İstanbul Selanik Hattı
Dedeağaç İstasyonu
İstanbul Sirkeci Garı
Nizamiyeden muktedir zabitler intihap ve tayin edildi. Hükümet Makedonya
Meselesi’ni ehemmiyetle telakkiye başlıyor gibi idi.
Selanik ve Kosova Havalisi Umum Kumandanı Müşir Hüseyin Fevzi Paşa ihtiyar ve
gevşek bir adamdı. Bu aralık azlolundu. Selanik’ Müşir Kazım Paşa tayin edildi. Rıza paşa
kendi seviyesinde bulmadığı bu müşire ehemmiyet vermez, bir mecburiyet olmadıkça onlarla
görüşmezdi.
Rıza Paşanın Valiliği zamanında idi. 1312 Teselya Harbi başladı. Yunanlılarla
muharebe başlayınca Yıldız Bulgaristan’ı okşamak siyasetini takip etti.
Bulgar Komitelerinin faaliyeti durdu. Geçen sene derdest edilmiş aleni mahkemelerle
ağır cezalar verilerek Cezayir Bahri Sefide gönderilmiş Bulgar komitacıları Abdülhamid’in
affına mazhar oldu. Umumu Selanik’e iade edildi.
Bulgar Komitacıları
Bulgaristan ve Makedonya Bulgarları bu muharebeye uzaktan büyük ümitlerle temaşa
ediyorlardı. Abdülhamid idaresi ne kadar fena olursa olsun 25 milyon nüfusa hakim Osmanlı
İmparatorluğunun, iki milyonluk çılgın ve mağrur Yunanistan’ı ezeceği aşikar idi. Bulgarlar,
Osmanlılara da, Yunanlılara da hasım idiler. Bu iki hasmın birden zaafa düçar olacağını hesap
ediyorlardı. Osmanlılar muharebeden yorgun çıkacak genç ve kuvvetli Bulgaristan’a boyun
eğmeye mecbur kalacaktı. Muhabere ihtimali devam ettiği müddetçe Bulgarlar, Türklere dost
göründüler. Bulgaristan bize güven verebilmek için ciddiyet ve samimiyetle çalışıyordu.
Yıldız’ın Bulgaristan’dan endişe ederek Yunanistan’la muharebeye girmek istememesi,
Yunanlıların isteklerini kabul etmesi ihtimali vardı. Bulgarlar buna meydan bırakmamak
istediler ve muvaffak oldular. Nihayet Yunanlıların mağlubiyetini Türklerle beraber
memnuniyetle karşıladılar.
Zaferle husule gelen sathi ve arizi bir sükun ve asayiş içinde Valilik eden Rıza Paşa
Makedonya Meselesini tetkik etmedi. Etse bile meselede fikri ne olduğunu bilemem. Her
halde Makedonya Meselesini selamet yoluna sevk edebilecek bir muvaffakiyeti görülemediği
muhakkaktır.
Rıza Paşa, Abdülhamid idaresinin
aleyhinde namuslu ve hamiyetli bir vezir idi.
Selanik’e atıldığı için Abdülhamid’e küsmüştü.
Bütün faziletini, meziyetini gölgede
bırakacak, büyük kabahati bu küskünlüğünün
garip şekli idi. Abdülhamid’e dargın olduğu için –
vatan, millette onun malı imiş gibi – zavallı
memlekete ve ahaliye küskün duruyordu.
Selanik’te bulunduğu müddetçe görüştüğü,
seviştiği kişiler ecnebiler idi. Memleektin
ümranına
ehemmiyet
vermedi.
Maarifle,
mekteplerle meşgul olmadı. Selanik’te güzel
mektepler vardı. Terakki yolunda epeyce
ilerlemişti. Rıza Paşa, Selanik’te üç seneden fazla
kaldığı halde bu müddet zarfında bir mektebi
ziyaret ettiği, küçük bir teşvik göstermediği
görülmedi.
II. Abdülhamid
Memlekette yalnız kırtasiye ile uğraştı. Koltuğu üzerinde otururken aldığı kağıtlara
güzel cevaplar verdi. İdareyi İstanbul’un istediği gibi ceryan tabiyesine bıraktı. Bir fenalık
etmedi. Fakat bir iyiliği de olmadı. Hâsılı o büyük zekasından namus ve istikametinden
kuvvet alabilecek nüfuzunu Makedonya’ya nafi bir surette istimale ehemmiyet vermedi.
Zamanında Makedonya Meselesi’nin gizli hastalığı tedricen artarak devam etti.
1314 senesi Kanunisani esnasında idi. Rıza Paşa görevden ayrılmış yerine Hasan Refik
Paşa gelmişti. Hacı Hasan Paşa’nın en büyük meziyeti gayet parlak bir talimi olmaması idi.
Haniye bazı tabirler vardır. “ Taşı tutsa, altın olur. “derler. Hasan Refik Paşa’da bunlardandı.
Mektupçu Necip Bey zarif bir adamdı. Onunla beraber Bağdat’ta bulunmuş, sonra
Şam’da ve Selanik’te bulunmuşlardı. Hasan Refik Paşa ile ilgili şu fıkrayı anlatırlardı.
Paşa’nın memuriyeti Bağdat’tan, Şam’a tahvil olunmuştu. Kervan ile çölden
geçilecek, Şam’a gidilecekti. Eşya birçok develere yükletildi. Akşam güneş battıktan sonra bir
konak yerine muvasalat edilmişti. Bir mutad yükleme yapıldı, develer sayıldı. Bir deve eksik,
hem tesadüfe bakınız ki hangi deve? Paşa’nın resmi elbiseleri, nişanları, hanımların en ağır
esvapları, en kıymetli şallar, seccadeler, doldurulmuş iki sandık, tabi telaş edildi. Tahkikat
yapıldı. Arandı, tarandı, yok, yok.
Vali Paşa, Şam’a geldi. Yol
üzerindeki bütün kazalara araştırma icrası
için telgraflar yazıldı. Bir şey çıkmadı.
Aradan epeyce zaman geçmiş, bu zaiyat
acısı bile unutulmuştu. Bir gün paşa’nın iki
sandık eşyası, içinden bir mendil eksik
olmak şartıyla getğirilip teslim olunmaz mı?
Meğer akşam karanlık olunca deve
yolunu şaşırmış çöl içine dalmış, Çöl
ortasında açlıktan, susuzluktan düşmüş,
ölmüş.
Aylar geçtikten sonra bedevilerden
bir takımı oralardan geçerken çöl ortasında
sandıkları görmüş, açıp da içinde bütün bu
sırmalı, elmaslı eşyayı bulunca hayretlere
düşmüşler. Götürüp şeyhe teslim etmişler.
Hasan Refik Paşa
O da valinin olduğunu anladığı eşyayı Şam’a göndermiş.
Hayatlarını tehlikeye koyup, kervanları soyan bedevilerin ellerine geçen bu kıymettar
eşyayı paşa’ya iade ve takdim etmeleri ne kadar büyük bir şanstı.
Hasan Refik Paşa Makedonya Meselesi’nin buhranlı zamanlarında Selanik Valiliği
gibi mühim ve büyük bir memuriyete tayin olununca bu meseleye kolayca vasıl olmuştu.
Abdülhamid’in Mabeyinciliğinde bulunarak babayane hareketi ile Padişahın teveccühünü
kazanmış, Vali oluvermiş.
Talihi onu Padişaha şirin gösterdiği gibi valiliklerinde hiçbir hadise ve müşkülat
çıkmasına meydan bırakmamı, idare değirmeni kendi kendisine dönmüş. Hasan Refik paşa
birçok valiliklerde bulunmuş, valilerin, vezirlerin kademesi sırasına geçmiş, işte nihayet Rıza
Paşa gibi en muktedir bir vezirin yerine Selanik gibi bir idaresi en müşkül bir vilayet valisi
olup gelmişti.
Selanik’e Rıza Paşa’ya müteakip gelişi de onun parlak talihinin bir eseriydi. Nahoş bir
tesir yapmadı. Herkes kendisinden kurtulduğuna seviniyor, yerine gelen kim olursa olsun,
memnuniyetle alkışlıyorlardı.
Hasan Refik Paşa bu sayede hiçbir tenkide maruz kalmayarak umumi bir hüsnü kabule
mazhar oldu. Kendisi iri yarı, yetmişlik olmasına rağmen kuvvetli bir insan idi. Hovardalıktan
vazgeçemezdi. Konak etrafındaki evlerin pencerelerinde gördüğü kadınlara, hatta hizmetçi
kızlara göz süzmekten, bıyık bükmekten kendisini alamazdı.
Hasan Refik Paşa sade, mütevazi, haluk bir adamdı. İşleri idareden mesul olan devair
müdüranın reylerine bırakmıştı. Cahilane müdahalelerden masun, tabi mecrasına bırakılan
işler daha sağlam ve daha seri bir surette ilerliyordu.
Selanik galip Paşa’nın valiliğinden beri hep gayet namuslu, muktedir vezirlere mazhar
olmuş münevver bir muhitti. Orada artık öyle aşarı kapatma suretiyle satmak. Gümrüklerden
dalavereler çevirmek, yol yaptırmak vesilesiyle yolsuzluklar yapmak istidatları kaybolmuştu.
İrtikap ve irtişa yalnız askere verilecek olan erzak mubayaa ve ihale muamelatında
görülüyordu ki onu da levazım idareleriyle defterdarlar yoluna koymuş, sükunetle
beceriyorlardı. Vali irtikap etmek istese bile bir şey bulamaz. Ehemmiyetli bir şeye muvaffak
olamazdı. Bir şose ihalesinden, bir belediye işinden, bir imtiyaz muamelesinden birkaç yüz
lira almaya ise – o zaman 400 altın maaşı olan bir vali – tenezzül etmezdi.
İşleri tabi ceryanına bırakan Hasan Refik Paşa en evvel kendisine bir mesken tedariki
gayesiyle uğraştı. Valilere mahsus olmak üzere güzel bir yalı mübayası için belediyeye karar
verdirdi. Karşılık buldurdu. Kendisi gezdi ve aradı. Nihayet Selanik’in en güzel caddesinde
Ahmet Rasim Paşa’nın bir çift yalısı biri selamlık, biri haremlik olmak üzere mübaya edildi.
Bunu Belediye hesabına tefriş ettirdi. Bu hizmetiyle Hasan Refik Paşa kendisinden
sonra gelen valilere hizmet etmiş oldu.
Hasan Refik Paşa çarşılarda gezer, eşyasını bizzat kendisi pazarlık ederek mübaya
ederdi. Ecnebi Müdürü Hikmet Bey, valiye hulul etmek için hoş ve basit bir çare bulmuştu.
Mesela valinin müşkülat ile 25 kuruşa alabildiği bir konyağın bir şişesini o başka yerden
yirmi kuruşa, paşanın yirmi kuruşa aldığı Atkenson Kolonyasının şişesini sekiz kuruşa bulur,
almaya muvaffak olur, Paşa Hazretlerinin takdirlerini celbeder.
“Hikmet Bey mi? Gayet becerikli çocuktur. “ diye ona gıyabından da teveccühler ibraz
eylerdi. Hikmet bey bilahare ihvan arasında bu muvaffakiyetinin esrarını anlatırdı: “ Paşanın
25 kuruşa aldığı Konyak’ın 11, aldığı kolonyanın şişesini 5 para aşağı alabilecek olan alnını
karışlarım. Paşa ayda 10 şişe konyak, iki şişe kolonya sarf ediyor. Ben cebimden ayda 60
kuruş tamamlamak fedakârlığı ile Paşa’ya bu büyük muvaffakiyetini ibraz edebiliyordum. “
derdi.
Konağa gelince alınan sadeyağı, pirinç, şeker gibi erzak mübayasını da Paşa onun
başına sarmak istemişse de Hikmet Bey buna muvaffakiyet göstermek için her ay üç-beş lira
fedakârlık ibrazına yanaşmamıştı.
Bulgar Çeteleri
Paşanı büyük talihi sayesinde vilayette şekavet vukuatı görülmüyor gibi idi. Teselya
Harbiyle Rumların burnu kırılmıştı. Meydan Bulgarlara kalmış bulunuyordu. Yunan
Muharebesini kazanan Hükümet, Bulgar eşkıyasına karşıda şiddetli tedbirler ittihazına
başladı. Bulgaristan hududundaki asker takviye edildi. Bulgar Hükümeti bir itilaf temini için
İstanbul’a heyet gönderdi. Yıldız ile Sofya arasında bir mukavele imzalandı. Adi şekavet
çeteleri çıkıyordu. 1315 senesi Temmuz’unda böyle bir çete eşkıya Ağustos başından Nikola
Paloçev’i dağa kaldırmış, dört bin lira fidye almıştı. Bu mukavele diğer adi şekavet çeteleri
teşkil etmesine sebep oldu.
Biraz sonra Kasandıra’da diğer bir eşkıya çetesi İzvur Madenleri Müdürü Şavale’yi
dağa kaldırdı. 15 bin altın fidye istiyordu. Şavale, Fransız’dı Fransa Sefareti Bâb-ı âli’ye
tazyik etti. Hükümet Fransız mühendisi kurtarmak için eşkiyaya 15 bin lira verdi.
Paraları aralarında taksim eden eşkıya her biri bir tarafa dağılmıştı. Fakat Hasan Refik
Paşa’nın talihi burada da parlak bir muvaffakiyet gösterdi. O zaman Kasandıra Kaymakamı
olan Sırrı Bey Zeki ve faal bir genç mülkiyeli idi.
Yapılan takibat ve araştırma neticesinde ekserisi civar köylerden olan eşkıya
yakalandı. Altınları nasıl taksim ettiklerini, nerelere gömdüklerini itiraf ettiler.
Paranın büyük bir kısmı kurtarıldı. Bu muvaffakiyette Yıldız’da Hasan Refik Paşa’nın
bir güzide hizmetleri kendisi üzerine kaydolundu.
Biraz sonra Doyran ayanından Turhan Ağa’yı da bir eşkıya çetesi dağa kaldırdı.
Takibata başlanıldı ve fidye verilmeden kurtarıldı.
Bulgar Komitacısı Vasil Levkski Türk Askerleri Tarafından Yakalanıyor
1315 senesi Kanunuevvelinde Komice’de Doktor Saki namında biri esrarengiz bir
şekilde öldürüldü. Bu herif Etniki Eterya Cemiyeti Komice Komitesi reisi idi. Selanik Rum
gazeteleri matbuatı hadiseyi neşrederek bunu bir siyasi mesele şekline koyarak Bulgar
Komitacılarına atfediyorlardı. Hükümetin tahkikatı bunda da muvaffakiyet gösterdi. Öldürme
olayının şahsi bir meseleden meydan geldiği sabit buldu. Benaki gavle ismindeki birinin
nişanlısı bey, güzel bir kızı doktor iğfal etmiş. Benaki’de intikam hırsıyla doktoru öldürmüş.
Hep bu muvaffakiyetin aslı tesadüf ve talihdi.
Hasan Refik paşa’nın valiliği zamanında Selanik İstinaf Mahkemesi Müddei
Umumiliği’ne Necmettin Molla Bey tayin olunmuştu.
Dahiyane bir iktidara malik olan bu genç Makedonya Komitaları Meselesi ile uğraştı.
Mühim bir ipucu bulundu. Birçok komite mensupları meydana çıkarıldı. Derdest edildi.
Nümayişli, parlak mahkemeler yapıldı. Komitacılara adilane hükümler verildi. Bütün bu
hadisatta Hasan Refik Paşa’nın talihi parlıyordu.
1316 senesi Mayıs’ına kadar bir buçuk seneye yakın zaman Selanik Valiliğinde kalan
Hasan Refik Paşa kendi aleminde asude bir hayat yaşadı. İşler tabii mecrasında yürüyordu.
Fakat bir asude zaman içinde idare makinesinin bozuk çarklarını tamir etmek, istikbali daima
tehdit eden tehlikeli vaziyeti düşünmek ricalin hatırına gelmiyor, düşünenlerde ses
çıkaramıyorlardı.
Necmeddin Molla Makedonya Meselesine doğrudan doğruya temas etmiş ricaldendir.
Müddeiumumiliğe Selanik’e geldiği zaman Hukuk mektebinden yeni yetişmiş yirmi dört
yaşında bir gençti. Selanik Müddeiumumiliği gibi gayet mühim bir memuriyetin böyle çocuk
denilebilecek bir gence tevdi edilmiş olmasını, Abdülhamid’in bu şeyhülselam zadeye bir latif
ve ihsan suretinde telakki edenler bulundu.
Fakat bu genç Müddeiumumi kendisine tevdi olunan hizmet, bahşedilmiş bir lütuf
değil fakat iktidarına, irfanına, faaliyetine layık bir memuriyet olduğunu ispat etti.
Onu görenler güzel kesilmiş ilmiye elbisesini, zarif bağlanmış sarığını uzun boyunu,
simsiyah taze sakalı, koç burnu, kara gözlerini bilhassa beliğ, güzel sözlerini beğenmemesi
mümkün değildi. Buna rağmen itikad saikasıyla, ekseriyet Selanik İstinaf Müddeiumumiliği
gibi mühim bir memuriyeti bu gence çok görüyordu.
O zaman Selanik Müddeiumumiliği hakikaten mühim bir memuriyetti. Makedonya’da
Bulgar ve Rum Komitaları yorulmaz bir faaliyet, cehennemi bir şekavetle çalışıyordu. Bunlar
icraat vasıtaları olan çeteler, silahlarıyla vahşetler, dehşetler saçıyorlardı.
Bulgar Komitacıları Vahşetlerine Devam Ediyor
Sonra onları takip ve derdest için giden müfrezeler müşkülane duçar oluyor. Bütün
köylüler çetelere yardım ediyorlardı. Müfreze zabitleri tabi bir infial ile köylüleri biraz tazyik
edince bunlar feryatlarla kıyametler koparıyor, Türk askerlerinin mezaliminden şikayetlerini
Avrupa’ya kadar aksettiriyorlardı. Avrupa matbuatında – Bulgar parasıyla – aleyhimize fena
bir ceryan husule gelmişti.
Yıldız bu şekil vaziyete pek çocukça tedbirlerle çaresaz olmaya çalışıyordu. Avrupa’ya karşı
memleketimizde hakkıyla adalet icra olunmadığını göstermek için bu komitacılar Divanı
harplere, Örfi mahkemelere verilmiyor, alelade nizamiye mahkemelerinde muhakeme ediliyor
ve mahkûm ediliyordu.
Nizamiye Mahkemelerinde Yargılanma
Fakat en garibi bu gürültülü, patırtılı mahkumiyetlerden sonra bütün o siyasi cürümler
erbayı – Yıldızda fırsat kollayan Bulgaristan’ın müdahalesiyle – gizlice affolunarak yine
memleketlerine gönderiliyor, onlarda tuzaktan kaçmış fareler gibi daha büyük bir cesaretle
şiddetle meydana atılıyorlardı. Bu hal Avrupalılar nazarında gülünç bir şekil almıştı.
Selanik’te birçok zamanlar bulunmuş İngiliz Konsolosu Mister Bulunet vardı. Türkçe
öğrenmiş, Türklerle çok temas etmiş, Türkleri seven bir ihtiyar, doğru söyler bir İngiliz’di.
Kabahatlerimizi yüzümüze söylemekten çekinmezdi. Kendisi terfian San Francisko Ceneral
Konsolosluğuna gitmişti. Bir aralık mezuniyet almış, eski dostlarını görmek emeliyle
Selanik’e gelmişti. Bu esnalarda idi. Bana Yıldız’ın oynadığı bu adalet komedisinden gülerek
bahsetti: “ Bilmem Yıldız, Avrupa’yı sizi hala tanıyamamış, kolayca aldatılır zannediyor.
Avrupa sizi ve Yıldız’ı olduğunuzdan daha fena bellemiştir. Hep kabahat hükümetindir. Ciddi
iş görmek istemez, hile ile aldatmakla, göz boyamak için uğraşır. İşte bu defa komitacıları
aleni mahkemeye kalkışması da komediden başka bir şey olmadığını bütün Avrupa biliyor.
Gençliğimden beri Türkiye’de yaşıyorum. Memlekette büyük terakkiler husule gelmediğini
gördüm. Fakat hiç ıslah olunmayan ve terekkiyatı üzerine kurulmuş sahte bir Yıldız’dan ibaret
kalan mahkemeleriniz, polisiniz, jandarmanızdır. Adalet tevzii ve icrasına memur olan bu
heyetler daha adalet ne demek olduğunu anlayamamışlardır. İçlerinde hakikaten namuslu ve
afif adamlar gördüm. Fakat onlarda adil değillerdi. Hükümetin nüfuzundan kurtulamıyor.
Çalmadığı halde el temasıyla hatır için iş görüyor. Yahut elinden iş çıkarılmıyor hatta
süründürülüyordu. Sizde henüz kendi hissiyatını bir tarafa atıp, her şeyinin fevkine çıkarak
adil olmak, yalnız hak için çalışmak hasıl olmuştur. Şimdiye kadar Türkiye’de hiçbir hakim
görmedim. “ diyordu.
Ben biraz müdafaa etmek istedim. Mekteplerden yeni yetişenler arasında bir çok
muktedir ve müstakim hâkimler bulunduğunu söyledim. Ve genç İstinaf Mahkemesi
Müddeiumumisi Necmettin Beyin komitacılar mahkemesinde gösterdiği iktidarından,
talakatından bahsettim güldü: “ Sarıklı değil mi? Ben en ziyade sizin sarıklı hakimlerinizden
korkarım. Onlar namuslu, afif, muktedir bile olsalar muhitlerindeki cahilane taassup
tesirinden kurtulamaz, adil olamaz, müsavat icra edemezler” dedi.
İhtiyar İngiliz’in bu sözlerine güldüm.
Çünkü Necmettin Molla’yı ilk gördüğüm zaman
benim üzerimde de ne yalan söyleyeyim böyle bir
tesir husule gelmişti. Sarıklı olunca taassup
merkezi eski medreselerden yahut ilmiye ricali
muhitinden yetişmiş olduğuna ve o muhit
tesirinden kurtulamadığına hükmetmiştim. Fakat
sonra görüştük. Sohbet ettik. Kisvesine rağmen
kendisinde katiyen taassup yoktu. Pek münevver
fikirleri vardı. Zekası, talakatı, muhabbeti tesir
edecek derecede idi. Medrese tabiriyle felfecir
okuyan gözlerinde, tatlı nazarlarıyla insanı
korkutan bir fevkaladelik, nasıl diyeyim bir
şeytanet vardı.
Necmettin Molla
1315 senesi sonlarında idi. Rusya
Hükümeti, Bulgaristan’a karşı şiddetli bir
infial gösteriyordu. Çar İkinci Nikola
Petersburk’daki Osmanlı Sefiri huzuruna
kabul etmiş, Makedonya’daki Bulgar
çetelerine karşı hükümetin şiddetle
muamele göstermesini tavsiye eylemişti.
Müteakiben
Rusya’nın
Sofya’daki
Maslahatgüzarı da Bulgar Hükümeti
nezdinde
teşebbüsatta
bulunarak
Bulgaristan’ın Makedonya Komitelerini
himaye ve teşvik etmemsini ihtar
ediyordu.
Rus Çarı II. Nikola
Yıldız bu vaziyetten cesaret aldı. Komitelere karşı şiddetle hareket olunması için
Selanik’e emirler verildi. Bu sırada Necmettin Molla Selanik İstinaf Mahkemesi
Müddeiumumisi bulunuyordu.
Selanik’te Doktor Tatarciyef namında genç bir Bulgar doktor vardı. Yunan
Konsolosunun kızı ile bir aşk macerası geçirmiş, fevkalade bir hal olarak bu Rum kızı ile
evlenmişti. Bunu Rumlar ikiyüzlü hasım tanırlardı. Zeki ve faal bir herifti. Selanik’teki Bulgar
Komitesi’nin reisi olduğuna delalet eden birçok kişi vardı. Fakat bunu ispat etmek güçtü.
Hükümet bir mesele çıkarmak istemezdi.
Bunun için Tatarciyef’i ve bu suretleamznun olan birçok Bulgarları uzaktan göz
altında tutmakla yetiniliyordu. Fakat Rusya İmparatoru’nun verdiği bu cesaret üzerine
Hükümet faaliyete girişti.
Doktor Yatarciyef’le, komitenin Sofya’da çıkardığı Reform gazetesi muharrirlerinden
Perlepeli Milan Mihail, Bulgar İdadisi muallimlerinden Hristo Matof ve Hıristo Minkof,
Selanik’te komisyoncu Mitaliyalaşof, Bulgar mahallesi ruhani katibi ve mektep Müfettişi
Petro Naum, Papas İstimad Tanaş gibi Selanik Bulgar Cemaatinin en mümtaz şahsiyetlerini
tevkif etti. Bunlara alet ve vasıta olan ikinci derecede birçok gençlerde tevkif edildi. Hepsi
mahkemeye tevdi edildi. Bunlardan bazıları itirafta bulunmuşlardı.
1315 senesi Şubat’ında mahkemeler başladı. İstinaf Mahkemesinin büyük Salonu yerli
ve ecnebi birçok rical ile dolmuştu. Müddeiumumî Necmettin Molla Bey fevkalade bir talakat
ve şayanı hayret ve kuvvei hafıza ile saatlerce süren bir dava yaptı. Mevkufların cürümlerini
tayin ve delil eyliyordu. Bu komiteciler gençleri ölümlerle tehdit ederek Komiteye ithal
ediyor. Yine bu tehdit ile servet sahiplerinden para topluyor, çeteler teşkil ediyor. Komiteye
muhalefet edenleri öldürüyor. Bulgar iken Rumluk davasında bulunanlara işkencelerle
dehşetler veriyorlardı.
İtirafat ve araştırmalar neticesinde birçok esrar inkişaf etti Bu esrarın keşfinde
Jandarma Yüzbaşısı Vali Yaveri Hüseyin Efendi’nin birçok hizmetleri görüldü.
Hüseyin Efendi Bulgaristan’da Harbiye Mektebinde okumuş zabit çıkmıştı. Bulgar
Ordusunda hizmetinin muktedir olamayacağını anlayarak kaçmış ve Selanik’e gelmişti. İradei
Saniye ile Osmanlı hizmetine alındı: Fakat orduya ithali uygun görülmeyerek jandarmaya
verildi. Kendisi münevver Bulgarlar kadar güzel Bulgarca bildiği için sivil kıyafetle Bulgarlar
arasına sokulduğu zaman ondan hiç kimse şüphe edemiyordu.
Selanik Bulgar Mektebi
Selanik Bulgar Kız Mektebi Mührü
Selanik Bulgar Katolik Mektebi
Bulgaristan’da tanıdığı Selanik
Bulgar ‘Mektebi muallimlerinden İlya’ya
Selanik Rıhtımında dolaşırken tesadüf
etmiş. İlya, Onu Bulgar zabiti olarak tanıdığı ve ismini bilmediği için kolayca açılmış.
Selanik’teki Bulgar Komitesi Merkezine ve azasına dair birçok malumat vermiş, beraber
lokantaya gitmişler, Orada da bir takım Bulgar gençleriyle buluşmuş. Uzun uzun muhabbetler
etmişler.
Hüseyin Efendi bütün bu esrarı ifşa etti. Komitenin Makedonya’da birçok merkezleri
reisleri, hatta kumandanları anlaşıldı. Komitenin faaliyeti Selanik, Gevgili, Kilkis, Tikveş,
Malaş, Radomir mıntıkalarına ilerliyordu.
Komitenin Sofya’daki meşhur reisi Sarakof ile münasebeti inkişaf etti. Mahkeme
esnasında Komite mensuplarından birçokları tevkif edildi. Bunlardan Selanik’te Frenk
Mahallesi’nde kitapçı Yuvan Atanaş fedailerden olduğunu ispat için gece tevfikhanede yatağı
içinde damarlarını keserek intihar etmişti.
Mahkeme neticesinde bunlardan 13’ü cinayetle itham edildi. 3’ü idamla, 7’si
müebbeden kalebendliğe, 3’ü beş sene kürek, 1’i iki sene kürek cezasına mahkum oldular.
6’sı da beraat etti.
Avrethisar’ı ve Gevgeli’de derdest olunan ikinci, üçüncü derecede emniyete hazi
komitacıların mahkemeleri de ayrı ayrı olundu. Rusya’nın verdiği cesaret üzerine taraf taraf
yapılan şiddetli takibat Komitecileri epeyce sindirdi. Çetelerden epeyce usanmış olan bir
kısım ahalide onları ihbar ediyordu. Müteaddit çeteler derdest edildi. Köprülü, Gevgili
Bogdancı Komiteleri de muhakeme ve mahkûm edildi. Makedonya’da epeyce rahat ve
sükunet husule geldi. Bu muvaffakiyette Necmettin Molla’nın büyük rolü oldu.
Mamafih Makedonya Meselesi’nde aylarca sarf ettiği dahiyane mesaiye rağmen hiçbir
müspet netice istihsaline muvaffak olamamıştı. Makedonya Komiteleri, Çeteleri, böyle
muhakemelerle, mahkumiyetlerle temizlenebilecek mahiyette değildi. Mesele siyasi idi.
Necmettin Molla’nın iktidar adilesiyle hal olunamazdı. Büyük siyasi ve idari tedbirler isterdi.
Ona ise Yıldız yanaşmıyor, muhafazalıktan ayrılamıyordu. Bu hadisede gürültülü
mahkemelerle mahkûm edilen bütün bu Komitecilerin çok zaman geçmeden affı şahaneye
mazhar olduklarını görürüz.
İktidarı Necmettin Molla’yı genç iken İstanbul İstinaf Müddeiumumîliğine çıkardı.
Selanik’ten gitti. Onu İstanbul’da da mühim bir mevki ibraz etmiş görüyoruz. Abdülhamid
Cuma Namazından çıkarken bir araba içinden patlatılan, birçok mazlumların ölümüne sebep
olan o müthiş bombalamanın tahkikatına memur ediliyor. Doğrudan doğruya Abdülhamid ile
temas edebilecek kadar bir mevki ve ehemmiyet kazanıyor. İktidarı kabiliyeti ile temayüz
ediliyor.
10 Temmuz İnkılâbına müteakip Meşrutiyet hükümetinde de Necmettin Molla pek
parlaktı. Adliye Nezaretine kadar yükseldi. Bir aralık Sadrazamın seyahate çıktığı bir sırada
Sadaret kaymakamlığında bulundu. Fakat büyük zekasına, münasebet istimdadına, cesaretine,
kabiliyetine rağmen Adliye Nezareti’nde ciddi teşkilat ve ıslahat yapamadı.
Necmettin Molla Bey memlekette büyük bir şöhret, büyük bir mevkii ibraz etmiş
mevkiinin son derecelerine vasıl olmuştu. Siyasetten çekildi. Şöhretinden ve mevkiinden
istifade için bir avukat yazıhanesi açtı. Memleketin en büyük ve en mühim işleri ona
gidiyordu. En kuvvetli müessesatın müşaviri oldu. Milyonlar kazanıyor, İstanbul’da en parlak
bir muhitte prens gibi yaşıyordu.
1918 sonlarında Muharebenin felaketiyle neticelendiği günlerde Ona Berlin’de tesadüf
ettim. Birkaç dakika görüştük. Güzel gözleri hala parlıyordu.
Necmettin Molla Makedonya Meselesinde en mühim rolü genç İttihat ve Terakki
kabinesinde Enver ve Talat beylerle çalışırken uyanmıştır zannederim. Hilmi Paşa’nın
sedareti sırasında ona en şiddetle hasım ve muhalif Necmettin Molla idi. Molla Bey, Hilmi
Paşa’nın Makedonya’da ıslahat fikirlerinin terviç ettirmemek, onun teşebbüsünü akim
bırakmak, muvaffakiyetine mani olmak için, bütün kuvvetini harcıyordu. O zaman
memleketin kaderini ellerinde tutan Enver ve Talat Paşaların üzerinde büyük bir nüfuz
icrasına Muvaffak oluyordu.
Talat ve Enver Beylerin Makedonya ve Arnavutluk siyasetleri o kanlı felaketlerin
olmasında Necmettin Bey’inde bir mesuliyeti bulunduğunu iddia edenler vardır.
Selanik fethedildiğinden beri beş asırdan beri hep ihtiyar kumandan paşalarla idare
edilmişti. İşte ilk defa paşa olmadan genç bir vali görüyorduk. Makedonya Meselesi’nin
günden güne kesbetmekte olduğu ehemmiyet ve vahameti Yıldız’ın artık takdire başladığını
ümit ediyor, böyle genç valiler göndermesini köhne tarz idareyi değiştirmeye, ıslahat
yapmaya temayül ettiğine hayır sayıyorduk.
O zamanlar payitahtlarda saltanat tebdiline
kadar muazzam bir hadise idiyse vilayetlerde de vali
değişmesi o derece ehemmiyetli bir mesele idi. Yeni
vali tayin olunan zatın menşeini, mazisini, halini,
şikayetini, ahlakını anlayabilmek için bütün
memurlar ve hükümetle temasını olan ahali
haftalarca bundan bahset ederlerdi. Gazetelerin
verdiği basmakalıp sathi muamelatından ziyade
muamelatından
ziyade
İstanbul’da
bulunan
vilayetlerin mektuplarında yazdıkları hususi
malumat ağızlarda döner, dolaşır, dolaştıkça
bermutat kabarır dururdu.
İşte Tevfik Bey’in bu genç valinin tayin
edilmesi, görülmemiş yeni bir şey olduğu için, o
gelmeden evvel böyle birçok malumat geldi.
Selanik’te onun mektep arkadaşı, kendisini tanıyan
memurlarda vardı. Öğrendik ki Tevfik Bey Mektebi
Mülkiye’den birincilikle çıkmış, gayet zeki,
çalışkan, namuslu, ciddi bir gençtir.
Tevfik Bey
Ciddiyeti Yıldız Sarayı’na alınmasına sebep olmuş. Mabeyin kâtipleri sırasına girmiş.
Orada zekâsı, iktidarı, faaliyeti ile temayüz ederek müstakil Kudüs Mutasarrıflığına
gönderilmiş. İşte oradan da Selanik gibi birinci derecede mühim bir vilayete tayin olunmuştu.
Nihayet geldi. Gördük, tanıdık.
Ancak otuz beş yaşlarında, genç denilebilecek bir çağda idi. Orta boylu, zayıf, mazi
gözlü, biraz kösece, koyu kumral sakallı, az söz söyler, ziyadece vakarlı bir adamdı.
Selanik’te Maarif Müdürü, Ziraat Müdürü gibi birkaç kişiden başka kimseyle görüşmez,
yalnız vazifesiyle uğraşırdı.
Büyük bir kabahati vardı. Çok çalıştığı, çok uğraştığı halde pek az iş çıkarabiliyordu.
Son derece mütereddit idi. Korkaktı. Korkusu en ziyade Abdülhamit’ti Yıldız’a yazılacak
kâğıtlar bin müşkülat ile elinden çıkabiliyordu. Mühim işler çok yavaş yürüyordu.
Tevfik Bey Avrupa’da cari kanunları olan bir memlekette vali olsaydı, muvaffak olur
ve temayüz edebilirdi. İktidarı, ilmi, namusu, kabiliyeti vardı. Bunlar muvaffakiyetine kifayet
eden büyük meziyetlerdir. Her muameleyi, kanuna tevkif edecek, tereddüt ettiklerini meclisi
idareye gönderecek yahut nezaret’ten sorulacaktı.
Fakat o zaman biz de işler öyle kolaylıkla hal olunamazdı. Evvela, kanuna o kadar
ehemmiyet verilmezdi. Kanun üçüncü, dördüncü dereceye kalırdı. Birinci derecede Yıldız’ın
keyfini, emelini düşünmek lazımdı. Sonra Bâb-ı âli ile de bir ihtilaf çıkarmamaya, mesela
hududuna şikayete meydan bırakmamaya çalışılacaktı. Bizim memlekete mahsus şahsa,
meşrebe, zamana, mevkie göre değişir, bir (İdarei maslahat) kanunu vardı. Bizde bütün işler
bu kanuna göre tedvir olunurdu. Her müşkül karşısında amirleriniz size (İdarei maslahat
ediveriniz.) der işin içinden çıkarlardı.
Esasen mesuliyet yoktu. Gürültü ve şikayet hududuna meydan bırakmayarak nasıl
olursa olsun işleri yürütmek idarei maslahat etmek lazımdı. İşte Tevfik Bey bu idarei maslahat
kanununu bilmiyordu.
O nazariyat ile temayüz etmiş, ameliyat etmemişti. Tecrübesi, şahsi teşebbüsü, cesareti
yoktu. Her işini kanuna kitaba uydurmak için uğraşıyor, çalışıyor fakat bir türlü enini boyuna
uyduramıyor, düşünüyordu. İşler yürümüyordu.
Selanik Bulgar Komitacıları
Hâlbuki memleket buhranlı bir zaman geçiriyordu. Bulgar Komiteleri her tarafta yine
faaliyete başlamışlardı. Bulgar ahalisi cesaret bulmuş ve şımarmışlardı. Şimdi bazen bir köy
ahalisi hep birden, çoluk çocuklarıyla kaza merkezlerine, hükümet konağına giderek
feryatlarla jandarmalardan yahut eşkıyalardan şikâyet eder, canlarının, mallarının
muhafazasını isterlerdi. Fakat o eşkıya dedikleri yine kendileri idi.
Her köyün gizli eşhası hatta efradı vardı. Bunlar çıkar, numayişler yapar. Sonra takip
müfrezeleri geldiği vakit silahını gizleyen sabanının sapına yapışan köylü ağlar, bağırır,
eşkıyadan şikayet eder ve biraz tazyik görünce işte böyle diğer şekilde nümayişlerle güya
iltica ederek takip müfrezelerinin zulmünden, mazlum evlatlarının, kocalarının, babalarının
hapis edildiğinden, işkenceye duçar olduklarından bahis ile ağlarlardı.
Emelleri karışıklıklar çıkartmak, hükümeti bizar etmek, şaşırtmak, konsolosların
nazarı dikkatini celb ile nihayet ecnebi müdahalesini davet eylemekti. Siroz Sancağının
Bulgar hududuna yakın birçok köylerinde büyük oranda nümayişler yapılıyor, asayiş yok
gösterilmeye çalışılıyordu. Makedonya ahvalini tetkik için gelmiş meşhur bir Amerikan
gazetesinin muhabirini Bulgar eşkıyası yakalayıp, Bulgaristan’a kaçırdılar. 15 bin lira fidye
istediler. Bunu yapanların Türk eşkıyası olduğunu iddia ettiler.
Hep hükümeti, Türkleri tehdit ve itham ediyorlardı. İşte bir Bulgar köyü ahalisi de
Selanik’e kadar gelmeye cesaret bulmuş ve Hükümet Konağı Meydanını doldurmuşlardı.
Jandarma zabitlerinin, polislerin sözlerine kulak asmıyor, bağırıyor, mutlak Valiyi
görmek dertlerini ona söylemek istiyorlardı.
Türk Askeri Köylerde Arama Yapıyor
Eğer Hasan Fehmi Paşa gibi bir vali olsaydı. Derhal aşağı inecek, onlar arasına
girecek, birçok söz söyleyecek, çocuklarını okşayacak, tesirler gösterecek, kati vaatler
verecek, o gün gürültüsüz dağıtmaya muvaffak olacak, idarei maslahat edecekti.
Fakat bu idarei maslahat kanununu bilmeyen, köylünün maksadı numayiş, kepazelik,
müşkülat çıkarmak olduğunu takdir ettiği için onlara karşı muamelede tereddütler içinde
kalan, korkan Tevfik Bey aşağı inmiyor. Köylü oradan çıkıyor.
“ Gördüğümüz zulümlerden şikayet için hükümete gittik. Valide bizi kabul etmedi.
Derdimizi dinlemedi. Burada Hükümet yok. “ diye ecnebi konsoloslarına gidiyor, şikayetler
ediyor.
İş sefaretlere, oradan Bâb-ı âli’ye aksedince Sadrazam Sait Paşa yazdığı zehir gibi bir
telgrafla valiyi tekdir ediyor. (Köylülerden haremi saklıyorsunuz?) diyor. Ve müteakiben
zavallı Tevfik Bey azlediliyor.
Makedonya Meselesi’nin aldığı şekle, Bulgarların fitnelerine karşı bir vali ne
yapabilirdi? Vali değiştirmekle vaziyet değişecek miydi? Bu ahvale karşı Hükümetçe esaslı
tedbirler ittihaz etmek, idarenin tarzını değiştirmek lazım geliyordu. Nitekim az zaman sonra
Avrupa Devletlerinin müdahalesiyle idare tarzının değiştirilmesine mecburiyet görülmüş ve
Makedonya’ya istiklalimize dokunan bir ecnebi parmağı girmişti.
Yakalanan Bulgar Komitacıları
Gerçi Tevfik pey ziyadesiyle mütereddit idi. Fakat Bulgarların meydana getirdikleri
fesatlara karşı, Yıldız’ın takipte ısrar eylediği muhafazakâr idare ile şaşırmamak, tereddüt
etmemek mümkün olur mu idi? Tevfik Bey bir daha İstanbul’da Şuray-ı Devlet ve
müteakiben Divan-ı Muhasabat Riyasetlerinde ve nihayet Maliye Nezaretlerinde görüldü.
Tevfik Bey Makedonya Meselesine temiz girmiş ve temiz çıkmıştır. Meseleye katiyen
bulaşmamış ne iyiliği, ne de fenalığı bir tesir etmiştir. Mesele tabii ceryanıyla vahamete ve
felakete doğru ilerliyor, girdabın kenarından yürüyordu. Bazen facialar ve ciddi meseleler
arasında
gülünecek
tuhaf
vakalar
karışır.
İşte
bu
hadise
onlardandı.
Amerika’nın büyük gazetelerinden bir ikisine muhaberat etmek, o zaman bütün dünyayı
işgal eden Makedonya Hadisesini yakından görüp tetkik eylemek emeliyle Mis Ayiston
namında Amerikalı genç bir rahibe Selanik’e gelmişti. Bu kadın Amerikalılara mahsusu bir
serbesti ve lakaydi ile Hükümete haber vermeye, muhafız aramaya lüzum görmedi. Bir
refikasıyla Bulgaristan hududuna doğru dağlık köylere ve kazalara çıktı. Köylerde geziyor,
ahval ve hadisenin mahiyetini yakından tetkike çalışıyordu.
Amerikalı gazetecinin böyle gezmesi Bulgar Komitacılarının dikkatini çekti. Daha ikiüç ay evvel Rum Komitacılarının Kasandıra Madenleri Mühendisi bir Fransız’ı dağlara
kaldırmış, bunu kurtarmak için Hükümet eşkıyaya 15 bin altın vermişti. Bu sırada Makedonya
Komitelerinin merkez riyasetinde Sarakof bulunuyordu. Bu genç komitacı cesur ve zeki
olduğu kadar akıllıydı. Bu kadından iki yüzlü belki de üç cepheli istifadeyi temin edecekti.
Hem komite sandığına külliyetli para çekecek, hem bütün dünyanın nazarını Makedonya
Meselesi üzerine celb ederek burada asayiş ve hükümet bulunmadığını gösterecek, hem de
genç kadına esrarengiz bir sergüzeşt, bir zevk temin edecekti.
Sofya’daki Komite merkezinin tertibatı ile Bulgar eşkıyası, Bulgar köylerinde gezen
Mis Ayiston ile refikasını kolayca yakalayıp, Bulgaristan’a kaçırdılar. Orada bir köyde
sakladılar.
Selanik
Amerika Hükümeti Mis Ayiston’un serbest bırakılmasını hem bizim hükümetten hem
de Bulgaristan’dan talep etti. Her iki taraftan memurlar, müfrezeler sevk olundu. Kadının izini
bulabilmek mümkün olmuyordu. Bulgaristan, Amerikalı kadınların Türkiye’de eşkıya
tarafından dağa kaldırıldığını Bulgaristan’da böyle şeyler olamayacağını, kadının Türkiye’de
aranması lazım geldiğini iddia ediyordu. Hatta Bulgar gazeteler, daha ileri gidiyor, kadınları
kaldıran çetenin Türk ve Arnavut olduğunu Siroz’da bir İslam evinde esir gibi gizli
tutulduğunu ve sokağa da çarşafla zenci hadım ağalarının nezareti altında çıkarıldığını
söyleyecek kadar ileri gidiyorlardı.
Fakat bu maskaralıklar Amerikan gazetelerine bir hakikat diye mübalağalarla intikal
ediyor, harikulade hadisat meraklısı Amerikalıları sinirlendiriyor. Türkler aleyhinde
uydurulan efsaneler yayılıyordu.
Resmi muhaberat ve taharriyat ile uğraşıldığı sırada eşkıya bilvasıta Protestan
Misyonerlerine müracaatla Mis Ayiston’dan bir mektup getirdiler. Kendilerine 15 bin lira
gönderilecek olurlarsa Mis Ayiston’u serbest bırakacaklarını anlattılar.
Hadisenin bu şeklide Amerika’da duyuldu. Amerikalılar memleketlerinde görülmemiş
ve işitilmemiş bu hal pek tuhaf buldular. Muhabirin mensup olduğu gazete bir iade defteri
açtı. İstenen 15 bin lira kolayca toplandı ve telgraf poliçesiyle Selanik’e gönderildi.
Meseleyi tetkik ve takip için Amerika’nın İstanbul Sefareti Baş tercümanı Selanik’e
gönderilmişti. Selanik’te bulunan Amerikan Protestan rahibi Mister Havis Cumalıbala
kazasına kadar gitti. Bulgaristan’da olduğunu anladığı Mis Ayiston’u kuırtarmak için eşkıya
ile bir temas tesisine, 15 bin lirayı verecek emniyetli bir yol bulmaya çalışıyordu.
Hadise bütün Amerika ve Avrupa’da büyük bir ehemmiyetle takip olunuyordu. Royter
Telgraf Ajansı meseleyi, tetkik ve takip için Selanik’e bir muhabir gönderdi. Müteakiben
Deyli Neyuz, Deyli Telgraf, Matin gazeteleri birer muhabir gönderdiler. Gazeteler bu garip
hadiseye dair her gün Selanik’ten birçok telgraflar alıyor. Hepsi sütunlar dolduruyorlardı.
Kadın gazete muhabirinin yanındaki refikası yedi aylık hamile idi. İşte aylardan beri eşkıya
elinde idiler. Kadın doğurmuş muydu?
Gazete muhabirleri Mis Ayiston’dan malumat almak için içerilerine, Bulgar köylerine
gitmek istiyorlardı. Hükümet müsaade etmiyordu. Kadın muhabiri arayan bu erkek
muhabirleri de Bulgar çeteleri yakalayıp dağa kaçıracak olursa başka bir olay ortaya çıkacaktı.
Bu gazeteciler şehirleri, kasabaları, yakın ve emin köyleri gezmekle iktifaya mecbur kaldılar.
Hakikati görmekte ve yazmakta çekinmediler. Türk’ün hamiyetini, Türk’ün faziletlerini,
namuskârlığını gördüler. Yalnız Hükümeti Makedonya’da pek köhne görüyor ve
beğenmiyorlardı.
O zamanki hükümet Makedonya’nın mahiyetine parlak bir numunedir. Bütün Avrupa
ve Amerika gazeteleri bu hadiseden bahsedip durdukları halde İstanbul matbuatı bir harf bile
yazamamıştı.
Nihayet eşkıya ile emin bir temas tesis edildi. Paralar verildi. Kadınlar kurtarıldı.
Eskiya Mis Ayiston ile arkadaşı Madam Silya iki kişi esir oldukları halde üç kişi avdet ettiler.
Madam Silya bu grup esaret esnasında, bir köylü kadını gibi ebesiz doğurmuştu.
Kadınlar ve çocuk Usturumca’ya, oradan da Selanik’e gelmişlerdi. Mis Ayiston
fevkalade memnun ve neşeli idi. Bu hadise kendisine büyük bir şöhret kazandırmış, servet
temin etmişti. Şimdi hatıratını yazacak ve milyonlar kazanacaktı. Kendisi kurnaz bir gazeteci
idi. Diğer gazetecilere hiçbir şey anlatmadı.
Hiçbir gazeteciye bedava bir söz söylemedi. Yalnız Deyli Telgaraf gazetesi
muhabirine – Beher fotoğrafa on İngiliz lirası ücret verilmek şartıyla – muhtelif vaziyetlerde
fotoğraflarını almak için müsaade etti.
Daha Selanik’te iken Avrupa ve Amerika’nın meşhur gazetelerinden hatıralarını
yazmak için telgraflarla büyük ücretler teklif ediyorlardı. Havadis vermek üzere iki Amerika
gazetesiyle birinci pazarlığı beş bin liraya daha Selanik’te iken anlaştı.
Bulgar Kadınları
Kadınlar dağlarda gezmekten esvapları ve kunduraları parçalanmıştı. Selanik’te Bulgar
köylü karıları kıyafetiyle geldiler. Daha Selanik’te iken bir takım garip meraklılar, zenginler
Mis Ayiston dağlarda gezdiği şu Bulgar karılarının giydiği esvapları beher parçasına yüzlerce
liralar teklif ettiler. Faakt kadın bunları Amerika’da daha büyük ve daha çılgın zenginlere
binlerce liraya satabileceğini bildiği için red ile cevap verdi.
Mis Ayiston Selanik’ten hareket etmeden önce değeri büyük bir mukavele imzaladı.
Amerika’nın üç büyük şehrinde birer konferans vermek üzere sekiz bin liraya pazarlığı kesti.
Diğer bir İngiliz gazetesiyle de iki bin liraya mukavele imzaladı.
Selanik’in zavallı züğürt gazeteleri bu müthiş ücretleri ödemeye muktedir olamadıkları
için Mis Ayiston hatırasına ve hissiyatına dair bir harf öğrenmeye ve yazmaya imkân
bulamadılar. Yalnız Avrupa’da ve Amerika gazetelerinde gördüklerinden neşri mümkün
olanları nakledebilirlerdi. Bu da bir muvaffakiyetti. Çünkü sansür İstanbul gazetelerine bu
derecesini çok görüyor ve bir harf yazdırmıyordu.
Selanik
Müşir Hayri paşa 10 sene kadar uzun bir zaman yüksek bir mevkiden Makedonya’nın
mukadderatına tesir icra eylemiştir.
Hayri Paşa 1312 Tesalya Muharebesinde, Ethem Paşa Ordusunda Fırka Kumandanlığı
ile temayüz ediyor, Abdülhamit’in takdirine, itimadına mazhar oluyor, Birinci Ferik rütbesi ve
Fırka Kumandanlığı ile Selanik’e geliyor. Az zaman sonra Üçüncü ordu Müşirliğine tayin
olunarak mühim bir nüfuz ve ehemmiyet kazanıyor.
Ellibeş yaşlarında, kısaya yakın orta
boylu, sarı sakallı, mavi gözlü, sevimli bir
adamdı. Çok söyler ve söylediği vakit, çok
hareketler ederdi. Epeyce asabi görünürdü.
Ciddiyetten ayrılmaz, daima vakarlı idi. Beş
vakit namazını kılardı. Temiz kalbi vardı.
Fakat diyanette, milliyette ve hatta askerlikte
taassubu çok fazla idi. Bu taassubu
Makedonya İhtilalları Meselesinde cihanın
takdirini kazanacak adil, vazifeşinas, bir
memur gibi hareket etmesine, iyi tesirler
göstermesine mani olmuştu.
Mamafih birçok meziyetleri vardı.
İşret etmez, safahata meyil göstermez, bu
günkü işi yarına bırakmaz, afif, müştekim,
gayur bir Müşir idi. Galiba bir aralık
Almanya’da bulunmuştu. Orada birçok
şeyler görmüş, öğrenmiş, bir hezarvanlık
istimdadı peyda etmişti. Mimarlıkla uğraşır,
boyacılıkla iştigal eder, mesela evine aldığı
bir çamaşır makinesinin nasıl hareket ettiğini
anlamak için, bozulduğu vakit tamirini
yaptırmak için saatlerce ve belki de günlerce
düşünür uğraşırdı.
Hayri Paşa
Bazen pek sade, çocukça, masumane halleri görülüyordu. Bir defa yanında idim,
gazeteden bahsediyorduk. Hayri Paşa her şeyi öğrenmek merakıyla sordu: “ Ha bak sana
soracaktım. Gazetenin son sayfasında mütemadiyen Sunlayet Sabunlarını methediyorsun. Bu
hakikaten iyi bir sabun mu?
Bu sabunu hiç alıp kullanmadığımı, mahiyetini bilmediğimi söyledim. Hayretle
yüzüme baktı. Darıldı: “ Mahiyetini bilmiyorsun da niye her gün methedip duruyorsunuz? “
dedi.
Bunun alelade bir ilan olduğunu, ücretle basıldığını, gazetelerin ilan içeriğinden mesul
olduğunu anlatmaya çalıştım. Başını sallayarak: “ Doğru değil, doğru değil. Emin olmadığı
bir şeyi yazmak, ciddi bir gazeteye yakışmaz. Bak sana itimat ettiğim için az kaldı bu
sabunlardan aldıracaktım. “ dedi. Böyle safhane halleri olmakla beraber, pek ciddi bir
meselede aklı ererdi. Zevki selimi vardı.
Yalnız Makedonya Meselesindeki fikir ve siyaseti askerlikteki taassubu makul değildi.
Makedonya’ya ecnebi müdahale girmeden, Müfettişi Umumi Hilmi Paşa gelmeden, jandarma
teşkilatı yapılmadan, çetelerin takibi, tenkili askeri müfrezeler tarafından yapıldı. Bazı
müfreze zabitleri bu çetelere, köylerdeki komitelere karşı pek şiddetli mücadele ediyorlardı.
Türk Askerleri Bulgar Köyünde Çetecileri Arıyor
Bu olay konsoloslara, Avrupa gazetelerine aksediyor. Pek fena tesir bırakıyorlardı.
Hayri paşa Makedonya’da Milli mefkûreleri için çetelerle meydana atılan, canlarını feda eden
genç komitacılara adi haydutlar gibi şiddetler, hakaretler gösterilmesi muvafık olamayacağını
anlamak istemiyor. Onlara meydanı harpte dövüşülen hasımlar gibi merdane muamele
olunmasına razı olamıyordu.
Bir gün yalnız kalmıştık. Bu bahsi açtım. Makedonya Meselesinin siyasi mahiyetini
anlayamayan bazı takip müfrezesi zabıtalarının köylerde şüphelendikleri komitacıları ahırlara
hapsettirip, hakaretlerle dövdürmek gibi muameleleri, burayı temizlemek değil fakat kangren
haline koymak tesiratı yaptığını, bu hallerden milliyetleri için çalışan bu müfreze sahiplerinin
köyünü intikam arzusunun günden güne arttığını ihtilalin daima genişlediğini, bilhassa
Avrupa’da aleyhimize ceryanlar husule getirmeye çalıştım. Kendisine has bir tarz ile ufak
ufak başını sallayarak dinliyordu. Ve nihayet: “Peki evlat müfreze zabitlerine (Bu hudutlara
itibar ediniz) mi diyelim? “ dedi.
Ben sustum. Bunların dağlarda yol kesen, halkı soyan canilerden olmadıkları, milli bir
müfreze, bir vazife uğrunda canlarını feda ettikleri için mert bir hasım gibi hakarete duçar
edilmeyerek muamele görmeye müstahak olduklarını, böyle yapılırsa yarın bu siyasi mesele
bertaraf edildiği zaman iki anasır arasındaki husumet, kolayca izalesi mümkün olabileceğini
izah ettim.
Fikrinde ısrar etti. Bu komitacıları adi bir haydut olmaktan başka bir nazarla görmeğe
razı olamıyor. Milliyet, mefkurede meseleye yanaşmıyordu.
Hayri Paşa mutassıp bir hükümet adamı olduğu kadar askerlikte de taassubu vardı.
Asker arkadaşlarını, mülkiye memurlarına ezdirmeye bir türlü razı olamazdı. Bir vali, bir
mutasarrıfın, askerlerin filan meselede haksız muamele ettiklerini iddia etti mi Hayri Paşa’yı
karşısında dehşetli bir müdafaa bulurdu. Zabitin haksız ve fena muamele ettiğine kani
olduğunu ve onu hususi surette takip ettiği, cezalandırmayı kararlaştırdığı halde bile mülkiye
memurlarına ve ecnebilere karşı onu son dereceye müdafaa ve himaye etmeyi mesleğe
muhabbet muktezası, maiyet perverlik şiarı bir şeref sayıyordu. Bunun bir haksızlık,
adaletsizlik, memlekete hattı asker ocağına bir zarar olduğunu düşünmek istemezdi.
Hayri Paşa’nın diğer küçük bir kabahati de Abdülhamit’in tefrika siyasetine muvafık
hareket etmek, ona hoş görünmek için valiler ve arkadaşları kumandanlarla geçinememeye,
yahut iyi geçinmiyor gibi çalışması idi.
Umumi Müfettiş ile valilerle muamelesi daima terbiye dairesinde olmakla beraber
soğuktu. Sevmediği, hakiki rakip saydığı yalnız Siroz Fırkasıve Bulgaristan hududu
Kumandanı Müşir İbrahim Paşa idi.
Selanik Yalılar Mahallesi
Hayri Paşa’nın bu kabahatlerine mukabil büyük meziyetleri de vardı. Gayet faal ve
namuskâr idi. Askeri erzak ve mubayaa muamelesinde Harbiye Nezareti’nin irtikabatına itiraz
etmezdi. Fakat kendi ellerini katiyen kirletmemişti. Hamiyetli ve faal idi. Diyanetperverdi.
Eski inanatı sever, merasime itina ederdi. Her Cuma sabahı konağında ziyaretleri kabul eder,
sevdiklerine taltifatta bulunur, sevmediklerine yüz vermezdi. Riyakârlığı yoktu.
Selanik’in
Güneydoğusunda
sahil
boyunda gayet mükemmel Yalılar Mahallesini
teşkil etmişti. Burada Yahudiler, Rumlar
cemaatleri namına müteaddit, mükemmel
ibadethaneler, mektepler ve hatta hastaneler
yaptırmakta yekdiğeriyle rekabet ediyorlardı.
Biz memleketin sahibi, hâkim millet
olduğumuz halde güya burada misafir imişiz
gibi lakayt davranıyorduk. Beş-on bin İslam
ahalisi olan Yalılar Mahallesinde bir tek
Mescidimiz bile yoktu.
Asır gazetesinde şiddetli bir makale
yazmıştım. Bunun diyanet, milliyet, cemiyet
noktai nazarından bütün Selanik Müslümanları
için bir şeyin olduğunu söylüyordum.
O Cuma sabahı ziyaretine gitmiştim.
Hayri Paşa bu makalemden dolayı bana
takdirlerini sundu: “ Bu işi ben deruhte
edeceğim. Ve en evvelisinden on lira iane
alacağım. “ dedi.
Büyük bir cemaat ve faaliyetle
başladığı işi parlak bir muvaffakiyetle
neticelendirdi. 12 bin altın kadar iane topladı.
Ayrıca yanında mektebi, evkafı ile pek güzel
bir Cami inşa ettirdi.
Selanik Yeni Cami
Hayri
Paşa
yaptırdığı
Caminin
haziresinde kendisine ebedi rahat bir mevki ayırmış, bir kabir yaptırmış, hazırlamıştı. 10
Temmuz inkılâbından az zaman evvel Selanik’te 1323 senesinde vefat etti.
Hayri Paşa namuslu, afif, iyi adam olmakla beraber milliyet meselesinde, siyasette pek
sathi beyan olmaması sebebi ile Makedonya Meselesinde Selamet bahşe tesirat icrasına
muvafık olamadı. Meselenin günden güne vahamet kesp etmesine sebep olan Yıldız siyasetini
bütün kuvvetiyle müdafaa ve takip etti.
Hasan Fehmi Paşa Selanik’e büyük bir neşe ve memnuniyetle gelmişti. Muhiti
beğeniyordu. Fermanının okunduğu gün gösterdiği avam perverane etvar, irad ettiği gün uzun
nutuklar, ibraz eylediği hitabet umumun muhabbetini celbetti.
Uzu boyu, büyük kafası üzerinde nafiz nazarlı gözleri hakikaten muhabbetli idi. Güzel
söz söylemesini, sathi fikirleri tashir eylemeyi pekiyi bilirdi.
İlk mülakatımızda ben yanından nahoş tesirat ile ayrılmıştım. Düşünüyordum bu
beyaz sakallı sevimli ihtiyarın büyük bir şöhreti vardı. İstanbul’da avukatlıkla yükselmiş,
93’de mebus seçilmiş, Mebusan Meclisi Riyasetine kadar yükselmiş, vükela arasına girmişti.
Telaffuzundan Laz olduğu anlaşılan bu muhabbetli kafa acaba boş mu idi?
Hasan Fehmi paşa’nın birinci valiliği pek az devam etti. Rıza Paşa’nın Selanik’e
gönderilmesi icap etmişti. Selanik’ten acı bir tesir ve infial ile gitti.
Altı sene sonra tekrar Selanik Valiliğine geldi. Makedonya Hadise’sinin en buhranlı
zamanlarında idi.
Tevfik Bey’in tereddütlerine, kimse ile görüşmemek itiyadının aksine olarak Hasan
Fehmi Paşa kendisine güvenerek kolaylıkla her işi kesip atıyor, avam nas ile görüşüyor,
nutuklar irad ediyor, hocalara, şeyhlere, papazlara, sokakta rast geldiği fukaraya samimane
iltifatlarda bulunuyor, bütün halkın hürmetini, itimadını kazanmaya muvaffak oluyordu.
Arnavutluk’tan terhis olunmuş ve memleketlerine gönderilecek bir tabur Selanik’e
gelmişti. Asker efradı çarşıda bazı mağazaların ve dükkanların camlarını kırmış epeyce eşya
yağma etmişlerdi. Hasan Fehmi Paşa bunu haber alır almaz, derhal faillerin yakalanması için
şiddetli emirler verdi. Kendiside arabaya atladığı gibi çarşıya indi. Efkârı teskin etti.
Dükkanları açtırdı. Bizzat tahkikat yaptı. Yağma edilen eşyanın bedellerini İstanbul’dan izin
emrini beklemeksizin Hükümet Sandığından tazmin ettirdi.
Bu hadise Hasan Fehmi Paşa’nın süratli icraat, adalet, cesaret gibi meziyetini ispat etti.
Ona büyük bir şöhret kazandırdı.
Selanik Osmanlı Bankası
Hele gelişinden bir sene sonra 1319 senesi Selanik Hadisesinde gaz ana borusu tahrip
edilerek birden bire bütün gazlar söndüğü büyük bir dinamit lokumuyla Osmanlı Bankası
hallaç pamuğu gibi atıldığı birçok taraflara dehşetli bombalar saçıldığı sırada Hasan Fehmi
Paşa’nın sokakların derin zulmetleri, dehşetleri içine saldırarak Frenk Mahallesine kadar
gitmiş, yangını kontrol altına aldırmak için orada bizzat saatlerce kalmış, emirler vermiş,
uğraşmış bulunması herkese takdir ve itimat hisleri verdi.
Ertesi günü Hasan Fehmi Paşa ertesi günü erkenden çarşılara çıktı. Hükümetin
vazifesini ifa edeceğini, ahaliden hiç kimsenin işe müdahaleye, Bulgarlara müdahaleye
kalkışmamasını, arabası üzerinde ayağa kalkarak uzun nutuklar, nasihatlerle tavsiye etti.
Namuslu ahaliye itimat verdi. Çarşılar açıldı. Bir karışıklığa meydan bırakmadı.
Bulgar Komitacıları Tarafından Bombalanan Osmanlı Bankası
Hasan Fehmi Paşa’nın bu
dehşetli ihtilal devresinde Selanik valiliğinde
bulunmuş olması pek hayırlı bir şey olduğu
şüphesizdi. Zaten Bulgarlar asayişi ihlal
etmek, bir karışıklık çıkarmak, Avrupa’nın
müdahalesini davet etmek istiyorlardı. Eğer
Selanik’te Hasan Fehmi Paşa gibi bir cesur,
icraatı sarih, çenesi kuvvetli, bir vali
bulunmayıp ahalinin haklı infialleri teskin
edilmeseydi, zaten Selanik’te nüfusu iki bini
bulmayan Bulgarlar bir katliama duçar olur ve
bu hal ecnebi müdahalesini davet eder,
Makedonya Meselesi fena bir hal alırdı.
Hasan
Fehmi
Paşa’nın
bu
hizmetindeki büyüklüğü onun kabahatlerini
affettirecek derecede büyüktü.
Hasan Fehmi Paşa, Abdülhamid’den
korkmayacak derecede cesur idi. Verilen
haksız emirlere karşı cevap vermekten infial
izhar
etmekten
çekinmezdi.
Maarifi,
mektepleri
severdi.
Taassubu
yoktu.
Münevver fikirli idi, terakkiperverdi.
Patlama Sonrası Selanik Sokakları
Fakat bütün bu meziyetine mukabil
büyük kusurları da vardı. Kolay ikna olurdu, yalan söylerdi, bilhassa numayişt perest idi.
Kindar ve vefasızdı.
Kendisine bir hürmetsizlikte bulunan
kızını hayatı boyunca yanına kabul etmemek
derecesinde kindardı. Sonra kırk seneden
beri beraber yaşadığı refikası Selanik’te
hastalanmış, vefat etmişti. Vefatı üzerine
muhteşem bir cenaze alayı ile nümayişler
yaptı. Herkesin yanında ağladı ve ağlattı.
Hanımına gösterdiği bu derece sevgi ve
muhabbet Selanik’te kadınlık aleminde
büyük bir tesir yaptı.
Kadınlar onu takdir ediyor, göklere
çıkarıyorlardı.Bir ay geçmemişti, Hasan
Fehmi Paşa’nın teselli bulunmuş, hanımı
unutmuş, cariyeyi nikâhı altına alarak
hanımefendi yapmış olduğu duyuldu.
Hasan Fehmi Paşa’nın vakarına
münasip hafiflikleri, nümayişli büyük
semahatları
yanında
şayanı
hayret
Mürüvvetsizlikleri, yüksek konuşmaları,
hitabetleri
arasında
yalancılıkları,
büyüklükler
içinde
küçüklükleri
görülüyordu.
Hasan Fehmi Paşa
Bulgar Komitacıları
Herhalde Hasan Fehmi Paşa’nın Makedonya Meselesi’nde oynadığı büyük rol ile
temayüz eder, Abdülhamid’in, Bulgaristan’ı şımarttığı sırada Hasan Fehmi Paşa Makedonya
Bulgar Komitelerine karşı değil, hatta Bulgaristan Hükümetine dahi şiddetli muameleden
çekinmedi. Hükümetin haklı hissiyatını muhafaza etti.
1318 senesi Temmuz’unda idi. Bulgaristan Siroz’a bir tüccar vekili tayin etmek
iltimasında bulundu. Bulgaristan’ın diğer şehirlerindeki tüccar vekilleri bir nevi konsolos
imtiyazı tanıyor, Makedonya Komiteleri için bir merkez, bir fesat ocağı oluyordu.
Halbuki Siroz, Bulgaristan hududu üzerinde Bulgarların en kalabalık bulunduğu bir
sancaktı. Burada tüccar vekili namı altında Bulgar Konsoloshanesi açılması ihtilal için kundak
deliği tesisi demekti. Hasan Fehmi Paşa, Yıldız’a bütün hakikati yazarak şiddetli bir tepki
gösterdi.
Bulgar Hükümeti bizi bir emrivaki karşısında bulundurmak için Siroz’da kuvvetli bir
istihbarat örgütü kurarak müsaade olmaksızın buraya bir Tüccar Vekili gönderdi. Bu memur
konağa Bulgar bandırası çekti. Kapı üzerine konsoloshaneler gibi, bir Bulgar arması koydu.
Buna Osmanlı Hükümetinin taarruza, bir mesele çıkarmaya cesaret etmeyeceğini, tahmin etti.
Eğer Hasan Fehmi Paşa, Selanik’te olmasaydı, iş şüphesiz Bulgarların arzu ve tahmin
ettikleri gibi anlayacaktı. Çünkü yıldız mesele çıkarmaktan korkuyor, tereddüt ediyordu.
Hasan Fehmi Paşa bizzat emir verdi. Polislerle bina üzerindeki sancağı ve direği kaldırdı.
Kapı üzerindeki armayı çıkarttı. Tüccar Vekilinin sıfatını tanımadı.
Hasan Fehmi Paşa’nın bu hizmetleri zahiri bir nümayişten ibaretti. Derde çaresaz
olacak esaslı tedbiri düşünen yoktu. Makedonya Meselesi günden güne vahamet göstermeye
başladı. Bulgar Mektepleri artık bütün Makedonya Bulgarlarını uyandırmaya muvaffak
olmuştu. Komita teşkilatını ikmal etmiş, silah depoları tesis edilmişti. Şimdi küçük çeteler
halinde değil, büyük kitlelerle büyük katliamlar yapıyorlardı. Korsıta havalisindeki Bulgar
ahali köylerini terk ederek dağlara çıkmışlardı. Güya zulümden kaçmışlar diye Bulgaristan
vasıtasıyla düveli muazzama kabinelerine müracaatlar ediyorlardı. Diğer tarafta da Bulgar
katliamları devam ediyordu.
Avrupa kabineleri üzerinde tesirat icrasından hali kalmıyordu. İcra ettikleri baskı
neticesi Yıldız, Makedonya’da esaslı ıslahat için düveli muazzamaya vaatler verdi. Fakat
faaliyet sahasına gelince ıslahat yine göz boyamaya çalışmaktan ibaret kaldı. Makedonya’da
icrası lazım gelen ıslahatın mahiyetini tektik etmek, projeler hazırlamak için bir heyeti
mahsusa teşkil edildi. Heyetin meydana getirilmesi hiçbir tesir yapmadı. Zaten Makedonya
buhranını teskin edecek bir kuvvet ve salahiyetleri yoktu. Bu sırada Bulgaristan’ın hududa
asker sevkine başladığı haber alındı. Ticari muamelat durmuş gibi idi.
Balkanlar çıkacak bir harp ateşi kıvılcımlarının, bir umumi harbin çıkmasından
korkuluyordu. Devletlerarasında rekabet şiddetli rekabet vardı. Tehlikenin önünü almak için
düveli muazzama şımarık Bulgaristan’a yüz vermedi. Osmanlı askerleri Makedonya’da
katliamlara devam eden tazyik etti. Dağlara çıkmış olan köylüler hükümete iltica ettiler.
Padişahın iradesi ile bütün kabahatler, cinayetler af olundu. Yalnız eşkıyanın elindeki silah
güya toplandı. Kırık dökük silahlarını teslim ettiler.
Makedonya Komitesinin reisi Sarakof ve Mihail Silaveski Avrupa’da propaganda için
dolaşıyor ve propaganda yapıyorlardı. Bunlar Makedonya Bulgar Mekteplerinde yetişmiş,
fedai yazılarak dağlara çıkmış, zekâları ve cesaretleriyle ortaya çıkarak riyaset mevkiine kadar
yükselen gençlerdi.
Düveli muazzamanın baskısı üzerine Yıldız nihayet ciddi ıslahat icrasına razı oldu.
1318 senesi Teşrini Sanisinde Hüseyin Hilmi Paşa Umumi Müfettişliğe tayin olundu ve
Makedonya’da Hasan Fehmi Paşa’nın vazifesi ve ehemmiyeti ikinci dereceye tenzil etti. 13
Eylül 1320 tarihine kadar artık Makedonya Meselesini siyasi yönü ile iştigal etmeyerek yalnız
vilayet idaresi ile uğraşacaktı.
S
ofya’da bulunan Makedonya Merkez Komitesi 1319 senesi baharında Makedonya
umumi bir kıyam ve ihtilal hazırlıyordu. Emeli Makedonya’da Hüseyin Hilmi Paşa tarafından
ciddi surette başlanılan ıslahat teşebbüsünün muvaffakiyetiyle neticelenmesine meydan
bırakmamaktı.
Mefkûre uğrunda fedakarane çalışan pek çok Bulgar gençleri yetişmişti. Bütün tertibat
hazırdı.
Osmanlı Hükümetinin aczini, memleketi idareye, asayişi muhafazaya muktedir
olmadığını Avrupa’ya göstermek için Makedonya’da büyük şehirlerdeki ecnebi müessesatına,
bankalara, şimendiferlere, vapurlara karşı suikastlar, taarruzlar yapılacaktı.
Selanik’te Olimpos Meydanı’nda denize nazır âli bir bina konsolosların, rical ve
kibarın toplandığı en mümtaz bir koluydu. Bütün Rum kibarı da buraya devam ederdi. Kulübe
Bulgar azanın kaydolmasına meydan verilmiyordu. Burada toplanan Avrupalılara Makedonya
Bulgarlarını irfan seviyesi pek geri, kaba ve adi insanlar gibi tanıtmaya çalışırlardı.
Nisan’ın 15. günü akşamı Kulübün büyük salonu, denize nazır geniş balkonu mutadın
fevkinde kalabalıktı. Heyecanlı bir sohbet devam ediyordu. Selanik Rum kibarının
mümtazlarından Amerika Fahri Konsolosu Mösyö Perikli asabi ve telaşlı avazıyla söylüyor:
“Buda Bulgar Komitesinin tertip ettiği bir cinayettir. Yakında Bulgarların daha vahşiyane
cinayetlerini de göreceksiniz. “ diyordu.
Bahisin esbabını sordum. Anlattılar: Akşam vakti limandan hareket eden Fransız
Mesajere Maritim Kumpanyasının vadi elkibir vapuru daha Karaburun önlerine vasıl olmadan
içinde bir infilak vuku bulmuş ve yangın çıkmıştı. İşte yanmakta olan vapur karşıda
görünüyordu. Rıhtımlarda toplanmış olan halk mütemadiyen artıyordu. Herkes heyecanlar
içinde idi. Limandan vapurlar, kayıklar hareket etti.
28 Nisan 1903’te Bulgar Komitacıları Tarafından Bombalanan Fransız Vapuru
Ertesi gün mesele anlaşıldı. Bulgar Komitesine mensup Gorki Mina namında bir genç
yolcu sıfatıyla vapura girmişti ve vapurun hareketine müteakip Komitacı genç vapurun
makine dairesine sokuldu. Elinde bir paket bulunduğu halde dar demir merdivenlerden aşağı
inerken kendisini görenler vardı fakat ehemmiyet vermemişlerdi. Beş dakika sonra vapurun
makine dairesinde müthiş bir dinamit bombası patlamış, makineler parçalanmış, vapur
durmuş. Müteakiben yangın başlamıştı.
Vapurda heyecanlı telaş arasında suikast mahiyeti anlaşılamadı. İmdada yetişen
vapurlar, sandallar yolcuları kurtardıkları sırada Bulgar fedaisi bir komitacı Mina’da bir
kayığa atlamış ve kurtulmuştu. Hareket eden şimendiferle Sırbistan’a kaçmaya teşebbüs etmiş
ise de Selanik’ten telgrafla verilen malumat üzerine yakalandı.
Selanik Karaburun Mevkiinde
Bulgar Komitacıları Tarafından Bombalanan Fransız Vapuru
Vadi elkebir 2700 tonilatoluk güzel bir vapurdu. Bütünüyle yandı. Hadisenin mahiyeti
anlaşılınca Selanik’te derin heyecanlar, endişeler uyandı. İki gün sonra 17. Perşembe akşamı
henüz gece olmuştu. Kulüpte idim. Birden bire aşağıda Olimpos Meydanı’nda dehşetli
bombalar patladı.
Selanik’te Olimpos Meydanı, rıhtımlar üzerinde en güzel gezinti mahalli idi. Burada
birçok büyük kahvehaneler, gazinolar, oteller, kulüpler vardı. Akşamları kadın-erkek binlerce
kibar halkı toplanırdı.
Bulgar Komitacıları buralara ve Beyaz Kule civarındaki büyük birahanelere küçük
bombalar atarak halkı huzursuz ettiler. Meydanlarda, rıhtımlarda bir vevela ve kıyamet koptu.
Bizde yerimizden fırladık. Kulübün bütün lambaları bir anda söndü ve sokağa atıldık.
Olimpos Meydanı, her taraf müthiş bir zulmet içinde idi. Halk yandan yana
kaçışıyordu. Bu zulmetler ve dehşetler içinden yalı’ya kadar süratle gitmek, ailenin ne halde
olduğunu anlamak istiyordum. Araba meydanda kalmıştı. İlk tesadüf ettiğim tramvaya
atladım.
Beyaz Kule civarında Elhamra Bahçesi önünden geçerken komitacılar oraya attıkları
bombalardan yaralanan bir zavallının henüz yerlerde inleyip feryat ettiğini gördük. Bizim
semti emniyet ve selamet içinde bulunca geniş bir nefes aldım. Aile halkını teskin ettikten
sonra ihtilafın mahiyetini ve zayiatı anlamak merakıyla karşımızda bulunan Vali Konağına
koştum. Hasan Fehmi Paşa’yı salonun ortasında ayakta gördüm. Heyecanlı idi. Fakat
metanetini muhafaza ediyordu.
Henüz hiçbir malumat alamamıştı. Olimpos Meydanı hadisesi, Elhamra Bahçesinde
gördüğüm feci manzarayı anlattım. Müteakiben etrafından jandarmalar, polisler gelmeye
başladı Tafsilat getiriyorlardı.
Akşam gruba müteakip henüz bütün kahveler, gazinolar, halk ile dolu iken Bulgar
Komitacıları Milan Arsov ve Georgi Bogdanov hep kibar halk ve ecnebilerle dolu olan
Olimpos Meydanına, Beyaz Kule civarına, Frenk Mahallesinde Kolombo Bahçesinde
neşelenmeye çalışan halkı arasına bombalar atmış ve ortalığa dehşetler saçmışlardı.
Milan Arsov
Georgi Bogdanov
Atılan bu bombalar pek küçük ve hafif şeyler olduğu için halk arasında ehemmiyetli
telefat ve zayiat yapmamıştı. Fakat Osmanlı Bankası altında toplayan müthiş bir lağım
bombası o muazzam mermer sarayı yerle bir etmiş ve orada bir yangın çıkmış idi.
Memleket Bahçesine, Hava Gazı ve Su Kumpanyaları merkezlerine giden caddede,
dere üstündeki köprü altına da büyük bir bomba koymuş, oradan şehre hava gazı ve su isal
eden borular tahrip edilerek Selanik sudan ve ışıktan mahrum bırakılmıştı. Vardar Kapısı’nda
bir evde toplanan Komitacılar, halkın üzerine bomba atmış, balkon önünden geçen telgraf
tellerini kopartmış ve parçalamışlardı. Selanik’in başka illerle telgraf muhaberatı kesilmişti.
Selanik Osmanlı Bankası Bombalanması
Bu müthiş haberleri alan Hasan Fehmi Paşa bizzat yangın mahalline gitmek için
arabaya bindi.
Eve döndüğüm sırada caddelerde hiçbir fert yoktu. Etraf yalılarda, Köşklerde bir ışık
görünmüyordu. İhtilal korkusuyla bütün ve kibar pencerelerini, panjurlarını sımsıkı
kapamışlardı.
Ertesi sabah Selanik şehri uyandığı vakit herkes sokakları yokluyor, komşulardan
malumat almaya çalışıyordu. Hükümet ciddi bir faaliyet gösterdiği, komitenin hareketi bir
nümayişten ibaret kaldığı, şehirde asayişin sağlandığı anlaşıldı. Tramvaylar, arabalar
işliyordu.
Hasan Fehmi Paşa sabahleyin de herkesten evvel sokağa çıkmıştı. Halkın
toplanabileceği kalabalık caddelerde dolaşıyor, ahaliye hitabeler irad ediyor, hükümetin
vazifesini ifa edeceğini, komiteci hainleri yakalayıp cezalarının verileceğini temin ediyor.
Emniyet ve sükûnet tavsiye ediyordu.
Valinin bu teminatı üzerine dükkanlar, mağazalar açıldı. Şehirde bir sükûnet meydana
gelmiş gibi idi. Polisler, hükümetçe tertip olunmuş müfrezeler geziyordu. Selanik’teki Bulgar
nüfusu sayısı üç bini geçmezdi. Bulgar evlerinde ve dükkanlarında aramalar yapılıyor, şüpheli
kişiler tevkif ediliyordu. Hükümet memurlarına teslim olmak istemeyen ve silahla karşılık
veren komitacılara karşı aynı şekilde mukabele olunuyordu.
Müsademelerin en şiddetlisi Frenk Mahallesinde bir pansiyonda yerleşmiş olan
Komite fedailerinden beş’inin kendilerini tevkife gelen Jandarma Kumandanı Binbaşı Hüsnü
Efendi evi sardı. Müfrezeye karşı bombalarla mukabeleye başlaması üzerine Çatışma
meydana geldi.
Bulgar Komitecileri Yakalanmaya Çalışılıyor
Dehşetle başlayan bomba sesleri bütün şehirden işitiliyordu. Yeniden bir ihtilal
teşebbüsü zannedildi. Dükkanlar, mağazalar kapandı. Herkes evine kaçtı. Ancak geç vakit
akşama doğru, hakikat anlaşıldı. Bombaları biten komitacıların üçü intihar etmiş, ikisi ölü
olarak ele geçirilmişlerdi. Heyecan biraz sükûnet buldu.
O gün su borularının tamirine ve şehre su isal edilmesine başlanıldı. Ertesi günü de
havagazı boruları tamir edildi. Şehir doğal haline dönüyordu.
27 Haziran 1903 tarihli L'Illustration dergisinde Selanik Valisi Hasan Fehmi Paşa ile
ilgili şu yazı yayınlanır:
“Vali Hasan Fehmi Paşa tüm onur ve takdire değerdir. O patlamalar sonucu kitleyi
sakinleştirmek için birçok yerde ortaya çıktı. Sabah olaylar, askeri ve idari otorite şehirde
düzeni ve huzuru sağlamak için kendinden emin ve kesinlikle güç düzenlemelere müdahale
için sokaklarda kalabalıkları yasaklamaktadır.”
Bu olay üzerine Selanik’te idare-i örfiye ilan edildi. Ferik Edip Paşa’nın başkanlığı
altında bir divanı örfi teşkil olundu. Yakalanan komitacılar hakkında tahkikata başlanıldı.
Tertibin teferruatı anlaşıldı.
Bulgar Komitacıları Banka karşısındaki mağazaların birini kiralayarak oraya Sando
adındaki bir fedai’yi yerleştirmişti. Sando güya bakkallık ediyordu. Dükkanın arka tarafından
bir lağım inşasına başlanmıştı. Aylarca aylarca çalışarak cadde altından, Osmanlı Bankası
binası altına doğru 8 metre derinden 14 metre uzunluğunda bir lağım açmışlardı. Her gece
lağımdan çıkarılan topraklar, kağıt keselere doldurulur, ertesi günü güya erzaka almak için
gelen kamyon mensubu Bulgarlara sanki satılmış mal gibi kamyonlara yüklenerek dükkandan
uzaklaştırılırdı. Dükkana balık fıçıları altında 283 okka dinamit sokulmuş ve bunlar bankanın
altına yerleştirilmişti. Banka mensuplarından üç kişi öldü, iki kişide yaralandı.
Olay Yeri Haritası
Bombalanan Osmanlı Bankası Direktörü 3 Mayıs 1903 tarihiyle İstanbul’a gizli
ibaresiyle şu raporu gönderiyordu:
“Biz geçen Perşembe gecesi sırasında Selanik’te Osmanlı Bankasına karşı yürütülen
ve yaralanma ve kurtarma faaliyetleri, alınan önlemler ile ilgili aşağıdaki kronolojiyi ortaya
koyuyoruz.
Birkaç ay önce, bankanın önünde karşı sağ tarafta bulunan ve bir bakkal var. Bu
bakkal dükkânını bir Bulgar kiraladı. Bu mağazada, merdivenlerden aşağı inince mahzen
vardır. Mağazanın iç düzeni mallar ve cam dolapları ile yeraltı odasına çıkan merdivenler
gizlenecek şekilde yapıldı. Bankaya doğru tünel kazılmaya başlandı. Bu çalışma, kazı yapmak
için gerekli olan uzun bir süre olmasına rağmen, hiç gürültü duymadık çünkü sistematik ve
hassas bir şekilde yürütülen ve kimse kazılan toprak ve kayaların taşınması dikkati çekmedi.
Gece boyunca kazılan toprak, ürün ve malzeme satın almak için geldiklerini söyleyen
Bulgarlar tarafından kamyonlarla taşındı.
Yine de tünelin kesin uzunluğunu bilemiyorum. Gerekli olduğunu daha ileri gitmek
için ise oraya varmak sadece caddenin genişliği kazmak için gereklidir, çünkü bankanın
temelleri anlamına gelir yaklaşık 5 metre uzunluğunda kazılmış olduğunu varsayalım çok
daha zor ve kesinlikle sessizce yapılamaz banka operasyonu duvarı geçmek. Ancak, patlama
nedeniyle oluşan zararın büyüklüğü bu tezimizi doğruladı.
Tünelin açılmasından sonra, bankanın altına dinamit belirli bir miktar konur ve bakkal
kendisinden gelen elektrik teli ile bir patlamayı gerçekleştirmiştir.
Bankaya karşı saldırı münferit bir vaka değildir. Plan yaygın bir şekilde panik
yaratmaktır. Şehirde birçok noktalarda bomba ve dinamit çubukları eş zamanlı patlamalar ile
bu amaçlarına eriştiler.
Çarşamba akşamı 8 civarında, birkaç Bulgar komitacısı, ana iletim sistemi küçük bir
köprünün altından geçer ve bu nedenle kolayca erişilebilir demiryolu hattını dinamitle havaya
uçurdu. Bu borunun patlaması şehirde havagazı ve su kesilmesine yol açtı.
Bu süre boyunca bombalar şehrin farklı yerlerinde patladı ve sayısız çatışma ordu ve
Bulgar komitecileri arasında, sabaha kadar devam etti.
Bankaya saldırıdan sonra, yetkililer derhal yangın pompaları gönderdi ancak tüm
çabalarına rağmen, bina ek bina çerçevesi bulunduğu yerler dışında tamamen yandı.
Selanik Valisi hasan Fehmi Paşa şehirde güvenliği sağlamak için çok sarf etti ama yetersizdi.
Neyse ki, gece yarısına doğru Anadolu’da 2.000 asker geldi. Bu önlemlerle sükunet sağlandı.
Olaylar sonucunda 150 yaralı
ve 400 ila 500 ölü olduğu
söyleniyor.
Dinamit, bomba ve
mermi saklanılan yerler
büyük miktarda basıldı ve bu
yerler basılmaya devam
ediliyor. Biz patlayıcı madde
stoklarının hala var olduğuna
inanıyoruz. Ancak, alınan
önlemler
göz
önüne
alındığında,
yeni
olası
saldırıların etkisi olmadan
kalacağını inanıyorum.”
Bombacılar
Yargılanıyor
Ertesi günü araştırma esnasında meydana gelen çatışmalarda da ahaliden ve Bulgar
Komitacılarından 40 kadar ölü vardı. 40 kadarda asker şehit oldu.
Teşebbüs bundan ibaret kaldı. Avrupa’daki tesiri ise Bulgarların ümit ettiğinden
tamamıyla aksini gösterdi. Bütün medeniyet alemi matbuatı bu canavarlığı çılgınca bir
hareket diye takdim ettiler.
Selanik Hadisesi, Makedonya Komitesi reislerinden Dilçof tarafından tertip ve ihzar
olunmuştu. Fakat Dilçof tertibatının tatbikini göremedi.
Çünkü hadiseden üç gün evvel birçok Komite mensubu ile birlikte Siroz’un Banice
köyünde sarılmış dehşetli bir çatışma başlamıştı. Çeteye civar köylerden yüze yakın silahlı
komiteci yardıma geldi. Müfrezeye de Sirozdan imdat kuvvetleri sevk olundu. Çatışma
sonucunda çete ortada kaldırıldı.
Dilçof’un refakatinde Bulgar Ordusundan çetelere katılmış bir kaymakam, bir binbaşı,
iki yüzbaşı ve çok sayıda mülazımlar vardı. Bunlar Makedonya’ya dağılmak,
silahlandıracakları ahaliyi askeri tertibat ve teşkilat ile kullanmak, adeta muntazam
muharebeler yapmak hazırlığında idiler. Bütün bu ileri gelen komitacıların Makedonya’ya
dağılmadan evvel büyük bir çete ile tamamen mahvedilmesi müteakiben Mesajeri vapuru
suikastçının ve Selanik Hadisesinin ümit ettikleri neticeyi, vermemesi Bulgaristan’daki
Makedonya Komitesini çok üzdü.
Bulgar Kralı Ferdinand kendisini de tehdit eden Makedonya Komitesinin bu
başarışsızlığından istifade ve mevkiini kuvvetlendirmek için Yıldız Sarayı ile dostane
münasebeti daha ileri götürmeye çalıştı.
Bulgar Komitacıları
Bulgar gazeteleri Dilçof ile en büyük reislerin Banice Müsademesinde öldürülmeleri
gizleniyor, Makedonyalılara ümit ve cesaret vermeye çalışıyorlardı. Çeteler faaliyetine devam
etti. Şimendiferlere, köprülere taarruzlarına başladılar.
Usturumca’ya giden posta katarı hattan çıktı. 6 vagon parçalandı. 2 taburla hareket
eden diğer bir katardan bomba ile bir vagon parçalandı.
Makedonya müfettişi Hüseyin Hilmi Paşa bu vaziyetten istifade fırsatını değerlendirdi.
Hakimane bir şiddet gösterdi. Her tarafta Komitacılar aleyhinde takibat icra olunuyordu.
Komite üyelerinden 100 kadar Bulgar ileri gelenini tevkif edilerek Divanı Harbe tevdi
olundular. Kesriye’de Asmaroş köyünde meşhur reislerden Çakalarof’un 150 kişilik çetesi,
Leskoy’un Redif Taburu tarafından sarılıp imha edildi.
Bulgaristan hududuna yakın dolaşan 300 kişilik bir çetede sıkıştırılarak 50’den fazlası
itlaf olundu.
Manastır
Selanik, Kosova ve Manastır Vilayetlerinde çetelerle müsademeler oldu. Komiteler her
tarafta eziliyordu. Bu cinayetlerden usanmış olan Bulgarlardan birçokları komite sandıklarına
yardımdan vazgeçtiler. Birçok Bulgar köyleri komitecileri köylerine kabul etmemeye
başladılar ve komitenin kendilerine verdiği silahları Hükümete teslim ettiler.
1319 baharında Makedonya’da Bulgar teşebbüslerine karşı parlak bir muzafferiyet
kazanmış demekti. Bunun semeresinden yararlanmak, Makedonya’yı Osmanlı
İmparatorluğuna hakimane ve metin bir suretle bağlayabilmek için akıllı bir siyaset izlemek
lazımdı. Bu yapılamadı, yanlış yollardan gidilerek Rumlarla, Bulgarların barışmasına,
uyuşmasına meydan verildi.
Makedonya’da Bulgarların alevlendirdikleri ihtilal ateşini söndürmek mümkün
olamıyordu. İşe Rusya ve Avusturya nüfuzu da karışmıştı.
Balkanlarda Avusturya ile Rusya nüfuzu büyük bir rekabet icra ediyordu. Sırbistan’ı
ve Bulgaristan’ı nüfuzu altına alabilmek için her iki taraf bu küçük hükümetlere vaatler
hususunda yekdiğeriyle rakabet ediyorlardı.
Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan bundan yüz bulmuş, onlarda Makedonya sahasında
menfaat temini müsabakasına itilmişlerdi. Makedonya Meselesi büyük bir ehemmiyet
kazanmıştı. Buradan çıkacak bir kıvılcım, muhakkak Avusturya-Rusya hududuna sıçrayacak,
umumi bir harbin çıkmasına vesile olacaktı.
Bundan endişe eden büyük devletler,
Makedonya müzakerelerinden sonra Balkanlarda
Rusya ile Avusturya’nın eşit derecede menfaati
ve hakkı nüfuzu bulunduğunu kabul ettiler. Bir
anlaşma imzalandı. Makedonya’da idareye
müdahale etme kararı verdiler.
Yıldız’ı
sıkıştırmaya başladılar.
Biz Makedonyalılar bütün bu ahvali asabi
bir heyecan ile takip ediyorduk. İstanbul
gazeteleri bu meseleden bahsedemiyorlardı.
Fakat
teşebbüsat
tafsilatıyla
ecnebi
gazetelerinden haber alınıyor. Makedonya’nın
her tarafında duyuluyordu.
İşte bu sırada bir gün Rumeli Vilayetine
Umumi Müfettişliğine Hüseyin Hilmi Paşa’nın
tayin olunduğunu haber aldık. “ Bu Hüseyin
Hilmi Paşa kim diye biri birimize soruyorduk. “
Kendisi
meşhur ricalden değildi.
Rumeli’de hiç bulunmamıştı.
Rumeli’yi bir prens gibi tam istiklal ile
idare edecek olan bu müfettişin hususiyet ahvalini
Hüseyin Hilmi Paşa
anlamak için günlerce hep bundan bahsedildi. Nihayet şu malumatı toplayabildik.
Hilmi Paşa, Midilli ahalisindendi. Meşhur vatanperver Edip Kemal Bey, Midilli
mutasarrıflığında bu çocuğu görmüş, onu himaye etmişti. Taharriyat Kâtipliğinden Liva
Taharriyat Müdüriyetine, sonra mektupçuluğa, Suriye Mektupçuluğundan, Havran
Mutasarrıflığına oradan Adana Valiliğine geçmişti. 1314 senesinde Adana’da iken Avusturya
Konsolosu’nun haksız bir tecavüzüne karşı hükümetin hukuk ve haysiyetini muhafaza için
ittihaz eylediği şiddetli muameleden çıkan ihtilaf üzerine Avusturya Hükümeti’nin Mersin’e
bir filosunu sevk etmek suretiyle icra eylediği tehdit ve tazyik neticesinde oradan azlolunmuş
1314’de Yemen Valiliğine tayin edilmişti. Yıldız vakit vakit gösterdiği mecnunane tuhaf
siyasetleri vardı. Yemen’de adalet ve kuvvet ibrazıyla ısındırmaya muvaffak olamadığı
ahaliyi riyakârlıkla göz boyayarak teshir etmeyi düşünmüştü. Oraya güya ulemadan mürekkep
bir heyet idare edecek, memleket şeriatla idare edilecekti. Hüseyin Hilmi Paşa Yemen’de
Aramice öğrendiği gibi irfanıyla kendi kendine Fransızca öğrendiğini, gece gündüz çalışarak
işret etmez, eğlenceye rağbet göstermez bir adam olduğunu söylüyorlardı.
1318 senesi Kanunisanisinde idi. Hüseyin Hilmi Paşa Selanik’e geldi. Rıhtımda
törenle karşılanmıştı. Bende ziyaretine gittim. Onu hayalde sarığını henüz atmış, alelade bir
terbiyede yetişmiş, sufi kıyafetli sukuti meşrep bulacağımı tahmin ediyordum.
Hâlbuki şık ve iyi giyinmiş ve
zarif buldum. Ziyaretçilerine eski
vüzera tarzında değil, Avrupalılaşmış
hafif bir vakar ile kabul ve taltif
ediyordu.
Uzun boyu, pek az kırlaşmış
uzun siyah sakalı, nafiz nazarı
kendisine muhabbet bahşederdi.
Midillili Türk evladı olduğunu
bilmesem, söz söyleyişinden onu
Arap zannedecektim. Uzun müddet
Suriye’de, Yemen’de bulunduğu,
Aramice kelimelerin telaffuzuna bir
de kişilik vermişti.
Hilmi Paşa Selanik’e gelirken
hareket ve muamelatını tersad için
refakatine Hünkar yaverlerinden bir
değil, iki kişi, Birinci Ferik Nasır
Paşa ve Kaymakam Nazım Bey
memur edilmiştir. Bundan kendisinin
Abdülhamid’in itimadına mazhar
bendeganından olmadığını analdık.
Müteakiben düveli muazzama
taraflarından seçilen meclis azaları,
jandarma zabitleri de değildi. Hilmi
Paşa’nın riyasetinde sivil memurlar
işe başladı.
Hüseyin Hilmi Paşa
Üsküp
Hilmi Paşa Makedonya’da muvaffakiyet için Yıldız’ın itimadına mazhariyetin elzem
olduğunu takdir etmiş, Avrupa Devletlerinin kontrol memurlarını memnun edecek icraata
girişirken Yıldız’ı kuşkulandırmamaya da ehemmiyet vererek az zamanda Abdülhamid’in
emniyetini kazanmaya muvaffak olmuştu.
Yıldız Sarayı
Hilmi Paşa, Makedonya’da en birinci muvaffakiyetini siviller meclisinde memuriyet
hududunu tayin hususunda gösterdiği diplomasi olmuştu. Rusya ve Avusturya maruf olan
Makedonya hududu dahilinde teftişat ve teşkilat istiyorlardı. Esas Makedonya ise Selanik
Vilayeti ile Kosova Vilayetinde yalnız Üsküp sancağının birkaç kazasından ve Manastır
Vilayetinde, Selanik’e hudut bazı kazalardan mürekkebti. Kosova ve manastır vilayetlerinin
büyük kısmı bu hudut haricinde kalıyordu. İyi düşünemeyen nüfuz nazır sahibi olmayan bir
siyasi bu teftiş hududunu darlaştırmaya, birçok sancaklarımızı ecnebi nüfuzundan,
müdahaleden kurtarmayı nimet ve muvaffakiyet sayacaktı.
Fakat Makedonya kıtası nüfusunda ekseriyet gayri Müslim anasırda idi. (Yüzde 40
kadarı Müslim, yüzde 60 kadarı gayri Müslim) bu kıtayı bizden ayırmak isteyenler bu
ekseriyet meselesine büyük bir ehemmiyet veriyorlardı.
Hilmi Paşa Kosova ve Manastır Vilayetlerinden yalnız birer kısmının alınmasını
idareten caiz ve mümkün olamayacağını ve esasen ve esasen bu Vilayetler tamamen
Makedonya sayıldığını, ahalisi mahlut bulunduğunu ileri sürerek bu üç vilayetin tamamen
Makedonya’ya ait ettirmiş, memlekete iki başlı bir hizmet göstermişti.
Birincisi, Makedonya’dan hariç tutulmak istenen yerler ahalisi İslam idi. Bu suretle
Makedonya nüfusunda İslam anasırı büyük bir ekseriyet kazanmış oluyordu.
İkincisi, İdaresi ıslaha muhtaç olan Kosova ve Manastır Vilayetlerinin Arnavutluk
aksamı ‘da bu sayede iyi idareye mazhar olarak uyanabilecekti.
Hilmi Paşa Makedonya icraatına en evvel değersiz memurları ayıklamakla başladı. Az
zaman içinde Türkiye’nin değerli ve namuslu memurları Makedonya’da toplandı. Hilmi Paşa:
“ Memleketin istikbalinden ümidi kalmayan, çalışmaya hevesi olmayan memurlara itimat
etmem. muvaffakiyet ümidi ve azmi olmayan adam muvaffak olamaz. “ derdi ve bu şart
dahilinde namuslu, gayur, azim sahibi memurları seçer ve ileri sürerdi. Namuslu ve muktedir
memurlar bu vilayete gelmeye can atıyorlardı.
Burada maaşlar muntazaman ödeniyor, yetenekli olanlar kolayca terfi ediyorlardı.
Jandarma teşkilatı için en değerli genç zabitlerimiz seçildi. İşlerde intizam, sürat, selamet
görülüyordu.
Hilmi Paşa’nın Yıldız’ı kuşkulandırmayarak o taraftan müşkülat ifa edilmesine
sebebiyet veremeyen ecnebi devletlerin hiçbir şikâyetlerine meydan bırakmayan seri ve şedit
icraatı sayesinde Makedonya’da yedi sene içinde sulh ile beraber birde seçim husule geldi ve
İttihat ve Terakki bu muhit ve istimdad içinde beslendi, büyüdü ve muvaffak oldu.
Bizde yüksek mevkilerde temayüz edenleri çekememek, kıymetini tenzile çalışmak
eski bir adettir. Hilmi Paşa büyük iktidarı ve muvaffakiyeti ile yükseldikçe aleyhinde
bulunanlar arttı. İstanbul’da ve hatta Makedonya’da onu tenkit edenler vardı. Bunların başlıca
itirazları şunlardı. Hilmi Paşa teferruat ile uğraşır, büyük ve ehemmiyetli işlerle iştigale vakit
bulamaz. Gezmez, görmez, teftiş etmez, iş görmeye çalışmayarak Yıldız’a hoş görünmek için
Valiler, Müşirlerle suni dargınlıklar çıkarmaya tenezzül eder.
Rum ve Bulgarların bir şikayeti üzerine memurları ve İslam ahaliyi lüzumundan fazla
bir şiddetle rahatsız ederdi.
Atfedilen bu suçları birer birer tetkik edelim.
Hilmi Paşa, teferruatla uğraşırdı. Çünkü uğraşmak, çalışmak hayatının yegâne zevki
idi. Kaç defa ağzından işittim. “ Bana dünyada işkence etmek isterlerse, meşgulesiz
bıraksınlar. Çıldırırım “ derdi.
O muazzam işlerle uğraşmaya vakit bulamaz değildi. Onlarla bihak iştigal eder, fakat
ondan çıkmadığını, eğlenceye gitmediği için bir türlü dolduramadığı vakitlerini boş
geçirmeyerek teferruat ile de uğraşırdı.
Hilmi Paşa’nın çıkıp gezmediği, görüp teftiş etmediği şikayeti haklıdır. Fakat
kendisinin katiplikten, mektupçuluktan yetişmiş olması onda kökleşmiş bir itiyad bırakmıştı.
Masa başında kalem elinde uğraşarak, yazı ile her işin tedvir olunabileceğini zannederdi.
Çıkmaz, gezmez, görmezdi. Bu en büyük hatası idi. Kendisini hakikaten sevenlerde bu haline
üzülürlerdi.
Hilmi Paşa’nın Yıldız’a hoş görünmek Abdülhamid’in evhamına meydan bırakmamak
için valiler ve Müşirlerle samimi münasebet idame etmediği doğru olabilir. Fakat bu
münasebet soğuk olmaktan ileri gitmemiş muamelata tesir etmemiştir.
Müfettiş Paşanın mahiyeti demek olan valilere, kumandanlara karşı nezaket ve
terbiyeye muhalif olabilecek hiçbir muamelesi, hiçbir yazısı görülmemiştir. Hatta Raif Paşa
Suriye Valisi iken Hilmi Paşa’yı mahiyetinde mektupçulukta kullanmış, Havran
Mutasarrıflığına terfiine delalet etmiş, Onu küçük tanımış olmasına binaen Selanik’te Hilmi
Paşa’ya epeyce şiddetli tezkereler yazdığı halde O, cevaplarında itidalden ayrılmamış,
ihtiramkar bir lisan kullanmamıştır.
Hilmi Paşa’ya edilen tearuzların en mühimi Rum ve Bulgarların şikâyeti üzerine
memurlara ve İslam ahaliye şiddetle muamele etmiş olmasıdır.
İnkâr olunmayacak hakikatlerdendir ki bizde bilhassa köylerde ve kasabalarda ekseri
ağalarımız Hıristiyanların eşit muameleye mazhar olmasına razı olamıyorlardı.
Bu fena itiyadı kırmak, ezmek, diğer anasır efradının da insanlık, hukuk itibarıyla
bizden hiçbir farkları olmadığını hatta eşirliğe riayet lüzumunu dimağımıza yerleştirmek
iktiza edemiyordu.
Hilmi Paşa bu haksız muamelatı kökünden koparmak, memlekette adilane bir eşitlik
tesis ederek Hükümetimizin bakiyesini temin eylemek için adilane bir şiddetle muameleye
lüzum görmüştü.
Sivil memurlar, ecnebiler Hilmi Paşa’nın tarafgirlik etmeyerek kati bir adalet hissiyle
iş gördüğüne kanaat ediyor, kendisine emniyet gösteriyorlardı. O da bu sayede Makedonya’da
hükümetimizi, Türklerin hakkını kuvvetlendirmeye muvaffak oluyordu. Eğer Hilmi paşa’nın
bu siyaseti, bu idaresi devam etmiş olsaydı, hiç şüphesiz Makedonya ecnebi müdahalesinden
kurtulacak, Osmanlı idaresine avdet edecekti.
Nitekim Meşrutiyet’e müteakip Hilmi Paşa’nın teşebbüsatı ile düveli muazzama
Makedonya idaresine müdahaleden vazgeçtiler. Oradan ecnebi parmağı çekildi. Bu
muvaffakiyet ancak Avrupalıların Makedonya’da ciddi bir salah husule geldiğine kanaat
etmiş bulunduklarının sonucu idi.
Manastır Hamidiye Caddesi
Eğer memleketimizde o felaketli fırka ihtilafı, Arnavutluk İhtilallleri uyandırılmamış,
birbirlerine şiddetle hasım olan Yunanlılar, Bulgarlar, bizim mütevelli hatıralarımızı görerek
bu fırsattan istifade için ittifak etmemiş bulunsalardı. Balkan Muharebesi çıkmayacak bütün
Rumeli ile beraber Makedonya elimizde kalacaktı.
Hilmi Paşa’nın eşitlik siyasetine itiraz eden merkeziyet taraftarı bu çocukça mağrur,
tecrübesiz siyasetleriyle Bulgarlardan ve Rumlardan maada Arnavutları ve hatta Arapları
gücendirdiler. Balkan Muharebesi felaketine meydan açtılar.
Hilmi Paşa’nın eski adalet e bağlı kalmış, teceddüt perver Meşrutiyet Nazırı olamamış
olduğunu söyleyenlerde oldu. Hilmi Paşa bizim eski milli teşrifatımızı, ağır vakarlı
hürmetimizi birden bire yıkmanın aleyhinde idi. Çünkü o zaman bizde henüz hazmedebilecek
bir istimdat hasıl olmamıştı. Bana: “ Muhit yine o muhit olduktan sonra
birden bire eski inanatı, teşrifatı, rütbeleri, resmiyeyi kaldırmakla teceddüt ve Meşrutiyet
olmaz. “ dediğini hatırlıyorum.
Hilmi Paşa’nın bu inanat perverliğine itiraz eden
gençlerimiz nezaret sandalyelerine, yüksek makamlara
oturdukları vakit kendilerine (Nazır Bey) diye teklifsizce
mektuplar yazan eski arkadaşları, küçük memurların bu
hareketlerini hazmedememiş, eski teşrifatı, iade ve tesisi
göstermiş değiller mi idi?
Abdülaziz’in mi, Abdülhamid’in mi bilmem
hangisinin doğru bir sözü varmış: “ Ben şehzadeliğimde
yüksek mevkilere çıkmış, muhterem gördüğüm eski vezirlere
karşı padişah olduktan sonra, aynı hürmeti göstermekten
kendimi alamaz ve gayri ihtiyari onlardan çekinirdim. Benim
yetiştirdiğim, belki o eskilerden daha değerli vezirler, hatta Sadrazamlar gözümü
dolduramıyor. Belki o his ve hürmeti gösteremiyorlardı. “ dermiş.
Bu bir hakikattir ki herkes az çok kendi nefsinde de eski vezirler gibi inanatperver
gördüğüm, bütün icraatını ciddi bulduğum, hasılı fazilet ve meziyetlerini, noksanlarından,
hatalarından kat kat fazla tanıdığım için ona karşı büyük bir his ve hürmet besliyorum. Hilmi
Paşa nazarımda memleketimiz için tasavvur edilebilecek o zamanın e büyük devlet adamı idi.
1328 Temmuz’unda İttihat ve Terakki sükut ettiği, Muhtar Paşa Kabinesinde Hilmi
Paşa’da Adliye Nezareti’ni kabul ettiği ve Meclisi Mebusan’ın dağılmasını ve Kanuni Esasiyi
tevfike uğraştığı zaman İttihat ve Terakki ricali kendisine pek ziyade memnun olmuşlardı.
“Eğer Hilmi Paşa bütün iktidarıyla buna çalışmış olsaydı, o kabine erkanında maksadı
temin edebilecek başka kimse bulunamadığı Meclisi Mebusanı dağıttıramayacaklardı. “
diyorlardı. Bunu Hilmi Paşa’ya söylemiştim cevap verdi. “ benim o kadar çalıştığım,
uğraştığım Muhtar Paşa kabinesine hizmet için değil, Meşrutiyeti muhafaza etmek, Hükümeti
kanun dairesinde iş görmeye alıştırmak, vatana ve Meşrutiyete hizmet etmek maksadına
mustenid idi. Çünkü Muhtar Paşa Kabinesi Meclisi Mebusanı dağıtmaya karar vermişti. Ve işi
Kanunu Esasiye Tevfik etmek istemeyerek meclisi keyfi bir suretle kapayacaklardı.
Osmanlı Mebuslar Meclisinin Fındıklı’da Açılışı
Bu hal Meşrutiyeti, Kanunu Esasiyi ihlal edecekti. Fena bir kanunsuzluk çığırı
açılacaktı. Ben hiç olmazsa işi kanuna tevfik ettirmeye uğraştım. Kanun ile iş yaptırdım ve
müteakiben kabineden ayrıldım “ dedi.
Osmanlı Mebuslar Meclisi
Bu esnada bir gün Cavit Bey’in Cağaloğlu’ndaki
evinde idik. Talat Bey’de orada idi. Hilmi paşa’dan
bahsediyorlardı. Müdahale ettim: “ Siyasette ve idarede
tecrübeleri, esaslı malumatları bulunmadığı halde
ihtiyarlığa, tecrübeye ehemmiyet vermiyorlardı. Bu sahada
senelerce
uğraşmış,
okumuş,
tecrübeler
kurmuş,
Abdülhamid’in en şiddetli istibdat zamanında namus ve
iffetleriyle temayüz etmiş, Kendilerini Avrupa’da iyi
tanıtmış Sait Paşaları, Kemal Paşaları, Hilmi Paşaları
beğenmiyor, Ferit Paşaları, Rauf Paşaları tahkir ediyorlardı.
Bu muvaffakiyete gidecek bir yol değildi. “ Abdülhamid
zamanında bu harap hükümet çarhını ihtiyarlar itidal ve
ihtiyatla yavaş yavaş çeviriyorlardı. Değirmen işliyordu.
Meşrutiyet gelince hırslı, ateşli gençler gelince çarhın başına
geçtiler. Onu hevesli katanalar gibi öyle sürat ve şiddetle
çevirmeye kalkıştılar ki az zaman içinde parçalandı. “
Talat Paşa
Hilmi Paşa sadaretinde İttihat ve Terakki Komitesi’nin nüfuzu altına girmeye gayri
mesul muvaffakiyetlerden gizlice verilen emirlere itikat göstermeye tenezzül etmedi.
Haysiyetini ve istiklal fikrini muhafaza etti.
İttihat ve Terakki genç ricalinin çekemedikleri, affedemedikleri kabahati bu vakarı ve
onlara hatalarını, noksanlarını söylemekten çekinmemesi idi.
Hilmi paşa’nın vatana ettiği hizmetler arasında mükemmel bir Hilali Ahmer Cemiyeti
tesisi için sarf eylediği himmetler, gösterdiği muvaffakiyetler, ehemmiyetle zikrolunmaya
şayandır.
Hilali Ahmer Cemiyeti Hüseyin Hilmi Paşa Başkanlığında Toplantı Halinde
Hilali Ahmer Cemiyeti Trablusgarp’ta, sonra Balkan Muharebesinde ve nihayet o
uzun ve felaketli Birinci Cihan Harbi’nde pek parlak ve ciddi muvaffakiyetleriyle
memleketimizde istisnasız herkesin hürmet ve takdirini kazanarak, muntazam bir müessesenin
yüzümüzü ağartan muvaffakiyetinin başında Hilmi paşa’nın simasını görürüz.
Hilmi Paşa saderetten ayrıldığı ve işsiz bulunduğu bir sırada Hilali Ahmer Cemiyeti
başkanlığına seçilir. Bütün iktidar ve faaliyetini onu kuvvetlendirmeye sarf etti. Balkan Harbi
ateşleri ufuklarda belirmeye başladığı esnalarda aylarca sabahtan akşama kadar Hilali Ahmer
Cemiyeti Merkezinde bulundu ve faaliyetle çalıştı.
Hilmi Paşa kadınların (Evciment) dedikleri, ailesine, evine gayet muhabbetli
insanlardandı. Hiçbir ahlaksızlığı işitilmemişti. Sadaretten çekildiği zaman vaktini ilmiyeye
hasretti. Küçük Sait Paşa’nın iktidar ilmiyesini kendisinin fevkinde görür, onu kıskanırdı.
Avrupa’dan birçok kitaplar getirtti. Siyasi ilimlerde Sait Paşa’yı da geçmek azmiyle bir talebe
gibi çalıştı. Mütemadiyen okudu.
İnsanın muktedir bir siyasi olabilmesini çok görmeye, dünyanın en büyük ricaliyle
temas etmeye muvaffak olduğunu takdir ederek uzun bir seyahate çıktı. Avrupa başkentlerini
gezdi. Petersburg’da, Berlin’de, Londra’da, Paris’te, Roma’da, Viyana’da hükümdarlarla,
rical ile görüştü, tanıştı. Her memlekette bizim için cari olan efkâra, istimdatlara akif peyda
etti.
Balkan Harbinden az evvel İstanbul’a döndüğü zaman ilmi tecrübesi kat kat artmıştı.
Siyaset ilmindeki iktidarını Muhtar Paşa Kabinesinde Meclisi Mebusanın dağılması meselesi
çıktığı ve bunu kitaba uydurmak için çalıştığı zaman parlak bir surette ispat etti.
İttihat ve Terakki hükümeti tekrar iktidar mevkiine geldiği zaman – infiallerine
rağmen – onu Viyana Sefaretinden kaldırmadı. Çünkü Hilmi Paşa’nın Viyana’da İmparator
Sarayı’nda, siyasi rical nezdinde ne büyük bir hürmet ve itimat kazanmış olduğunu
görüyorlardı.
Hilmi Paşa Avusturya Hükümeti’nin dağılmasına kadar Viyana’da kaldı. Talat Paşa
Kabinesinin sükûn ettiği dakikalarda teklif olunan hizmetleri kabul etmedi. Çünkü vatanın
felaketlerinden maada kendisinin uğradığı iki büyük matem darbesiyle sarsılmış, meyus
olmuştu.
Hilmi Paşa ailesine pek muhabbetli ve şefik idi. Büyük oğlu Kemal Bey’in pek zayıf
olmasından müteessir idi. Diğer iki oğlu Ömer ve Osman Beyler, yetişmiş kuvvetli gençlerdi.
İsviçre’de tahsilde bulunuyorlardı. Muharebenin son senesinde, Temmuz ayı içinde
İspanya’dan çıkarak, Avrupa’yı dolaşan İspanya hastalığı ile birbirine müteakip irtihal
etmişlerdi. Yetişmiş bir ciğer parçasının vefatı haberini alarak henüz gözyaşları
kurumamışken, bir hafta sonra ikincisinin de ebediyen gözlerini kapattığını duyunca sarsılmış,
yıkılmış, bitap kalmış, meyus olmuştu.
Bu felaketten iki- üç hafta sonra idi, Viyana’ya kendisini ziyarete gittim. Ruhen
ağlanacak bir ıstırap içinde buldum:
“ Derdim, dünyada çare bulunamayacak kadar büyüktür. “ diyor ve ağlıyordu.
Teselliyi vahdet ve ibadette arıyordu. Bir defa hazin bir tavır ile:
“ Refikamda yukarıda mütemadiyen ağlıyor. Zavallı kadını nasıl teselli edeyim. Nasıl
men edeyim? Bende karşısına geçiyorum, beraber ağlıyoruz, ağlıyoruz “ demişti.
Bu büyük kalpli, hassas ve şefik ihtiyarı müthiş darbeler manen yıkmış, bitirmişti.
Bundan sonra çok yaşamdı.
Rauf Paşa Abdülhamid zamanı vezirlerinin mağrur ve muhteşem hayatını görmüş,
sonra da Abdülaziz devirlerini iş başında geçirmiş tedricen yumuşayarak bir Meşrutiyet Nazırı
olabilecek derecede tekâmüle mazhar olmuş yüksek bir simadır.
Abdülhamid zamanında babası Belgrad Valisi iken serhatlarda bulunmuş, yirmi yaşını
geçer geçmez Bosna Vilayetinde bir Mutasarrıflığa tayin edilerek müstakilen hükümet
idaresine başlamıştı. abasının icraat mektebinde yetişerek, namus, iffet, mertlik, kahramanlık
dersleri alarak yetişen bu gencin, pek mümtaz iki hissiyatı vardı. Nüfuz nazar, fikri selim
Belgrad
Rauf Paşa, babasından gördüğü fazail misalleri ile meçhuz olarak girdiği meslekte hep
müstakim ve metin adımlarla yürüyordu. Birçok valiliklerde bulunduktan sonra 6 Teşrinievvel
1320 tarihinde Hasan Fehmi Paşa’nın yerine Selanik Valiliğine atandığı zaman göz
dolduramamıştı.
Hasan Fehmi Paşa’nın iri yarı vücuduna arslan
kafası gibi muhib başına tumturaklı sözlerine, mağrur ve
ağır yürüyüşüne mukabil, Rauf Paşa kısa boylu, ufak
tefek yapılı idi. Uzun beyaz sakallarına rağmen
mütebessim çehresinde bir çocuk masumiyeti parlardı.
Hafif peltek bir söyleyişi, seri ve küçük adımlarla iki
tarafa sallanarak sevimli bir bebek gibi yürüyüşü vardı.
Selanik’te az zaman içinde efkârındaki selamet,
metanet, tabiindeki istikamet sözlerindeki nezaket ve
ciddiyetle herkesin hürmet ve itimadını kazanmaya
muvaffak oldu.
Rauf Paşa ailesini İstanbul’da bırakmış Selanik’e
yalnız gelmişti. Valilere mahsusu yalıda bir sükûnet
içinde yaşardı. İhtişama ehemmiyet vermezdi. Fakat
nezahat ve nezakete itina eder, iyi yemeği pek severdi,
Selanik’te takdir ettiği sekiz – on kişiden oluşan bir
muhit yapmıştı. Bunların ekserisi münevver gençlerdi.
Hasan Fehmi Paşa
Selanik
Her gece sevdiklerinden üç-beş kişi sofrasında bulunurdu. Yemekten sonra eski
zamanlardan tarihten bahsolunur, güzel fıkralar nakledilirdi. Pek vakarlı ve ciddi idi. Fakat
hususiyet alemlerinde zarifane sözlerle kalbini bütün neşeleri taşar, kahkahalarla gülerdi.
Büyük bir tahsili, derin tatbikatı yoktu. İrfanı korkulur tecrübelerle dolmuştu. En
büyük kuvveti fikri seliminde idi. Abdülhamit onu gayet namuslu ve ciddi olduğunu birçok
tecrübelerle anlamış, ona itimat etmişti. Rauf Paşa hiçbir vakit Yıldız’a şunun bunun
aleyhinde hafi maruzatta bulunmaya tenezzül etmedi.
Büyük bir zekâsı ve kuvvetli hafızası vardı. Az zaman içinde Selanik’in bütün
malumatına vakıf oldu. Büyük memurların kıymetleri derecesini tarttı.
Ruhunda bir çocuk masumiyeti vardı. Çocukları pek severdi. Hiçbir işi
süründürmemek, günü gününe çıkarmak isterdi. Geceleri de mühürdarı konakta bulunurdu.
Gelen şifreleri, telgrafları derhal görür ve cevaplarını verirdi. Mühim işler aralarında
misafirleri ile latif söyleşilerde bulunurdu.
Selameti diniyesi vardı. Fakat nasibi yoktu.
Milliyetperverdi.
Makedonya’da
Türk
anasırının
ezilmesinden pek müteessir olur, bütün kuvvetiyle onları
himayeye çalışır ve uğraşırdı. Fakat hak ve adaletten
ayrılmazdı. Gayrı Müslim anasırı ajan siviller, ecnebi
jandarma zabıtanı, kendi komitelerini himaye ederlerdi. Türk
anasırı öksüz gibi idi. Bu sebeple en ziyade onları düşünürdü.
Hüseyin Hilmi Paşa ile araları açıldığı zaman
resmiyet adabından ayrılmamak şartıyla, epeyce dokunaklı
sözlerle muhaberat cereyan ediyordu. Yabancılar şöyle
dursun mahrem hissiyatını söylemekten çekinmediği,
çocuklarına bile Hilmi Paşa aleyhinde hilaf terbiye,
hakaretamiz bir söz söylemezdi.
Hilmi Paşa’yı sivil memurları, Rum ve Bulgar
Metropolithaneleri, jandarma zabitleri Hıristiyanların hukuk
ve menfaatini muhafaza için tazyik ettikleri sırada diğer
tarafta Rauf Paşa ajan siviller ve konsoloslar nüfuzuyla haksız
Rauf Paşa
ezilmek istenilen memurları, beyleri, ağaları himaye ile Hilmi Paşa’ya karşı müdafaa
ediyordu. Kuvvetler arasında bir nevi denge meydana geliyordu. sayede Hilmi Paşa’da
ecnebilere karşı hakkı müdafaa için elinde önemli bir vesika bulabiliyordu. auf paşa’nın Türk
anasırı, memurları, beyleri, ağaları, himaye ve yardım ederken onları şımartmıyordu. Haklı
olanlara bile itidal ve sükunet tavsiye eder, hal ve mevkiinin ehemmiyetini anlatarak
hakimane nasihatler verirdi. Bu nazik zamanlarda haksız mecaseretler, zulümler icrasına
kalkışan Türkleri de şiddetle cezalandırmaktan çekinmez ve onlara acımazdı.
Selanik’te İttihat ve Terakki faaliyete başlamıştı. Mason Locaları gözetim altına alındı.
Yıldız Selanik’e birçok casuslar gönderdi. Rauf Paşa Mason tanınmış veya Komitacı diye
şüphe ve gözaltına alınmış, münevver memurlarından sevdiklerini yine konağına kabul
ediyordu. İttihat ve Terakki Komite teşkilatı aleyhindeki tahkikat ve takibatın Umumi
Müfettişliğe tevdi edilmiş olmasına, kendisinin takım takım gönderdiği casuslarla temasa
mecbur kalmadığına pek sevinmişti. Bu meseleye dair Yıldız’dan kendisine yazılan şifreler
üzerine tahkikata girişmeye lüzum görmeyerek yalnız kendi hissiyat ve kanaatini yazmakla
yetiniyordu. Namuslu ve hamiyetli tanıdığı adamlar için Yıldız’a karşı hüsnü şahadet
etmekten, teminat vermekten, korkmaz ve çekinmezdi.
10 Temmuz İnkılâbından az zaman evvel Rauf Paşa, Sisam isyanını bastırmak için
Hamidiye Kravüzorüyle Avrupa’ya gitmiş ve bir daha Selanik’e dönmemişti.
KAYNAKÇA
Türk Hayatı,Sayı:3,5,7,10,11,12,13,14,16,17,18,19,20,21,22,23,24
Baki Sarısakal ‘Belge ve Tanıklarla Samsun’da Mübadele’
Fotoğraflar:Baki Sarısakal Arşivi
Download