RUMELİYİ NASIL KAYBETTİK BAKİ SARISAKAL RUMELİYİ NASIL KAYBETTİK Mazinin derinliklerine doğru bakarak hatıratımı hatırlamağa çalıştığım zamanlar gözümün önüme Rumeli, bilhassa çocukluğum, bilhassa içinde yaşadığım Selanik gelir. O zamanlar bütün Makedonya, hatta Selanik derin bir cehalet ve sükûnet içinde yaşıyor. Memleketin latif ikliminden, toprağın feyzinden, mayişetinin kolaylığından istifade ederek tatlı tatlı uyuyordu. Rus teşvikatıyla ibtida Mora’da, sonra Romanya ve Sırbistan’da, Karadağ’da istiklal havalarından kopan fırtınalar Makedonya’dan pek uzaktı. Fakat bu memleketler istiklale mazhar olunca Rus parmağı, Bulgaristan’a, Bosna Hersek’e girmiş, oralarda fitneler, ihtilaller uyandırmıştı. Balkanlarda büyük inkılâplar husule getiren fırtınalar hudutlarına kadar gelmiş olmasına rağmen Makedonya sükunet içinde yaşıyor. Derin uykulardan uyanamıyorlardı. Hatta 93 Rus Muharebesi başladığı zaman bile Rumeli mazlum bir cehalet içinde eski asırların hayatını yaşamaya devam ediyordu. İşte o zamanki Selanik gözümün önündedir. Selanik Hiçbir yenilik, hürriyet faaliyeti yoktu. Eski kıyafetli ve eski kafalı adamlar şehrin dar sokaklarında, Köhne çarşılarında yürüyorlardı. Şehrin her tarafı hisarlarla sarılmıştı. Halk sahilinde bulunduğu güzel denizin dalgalarıyla sahildeki öptüğünü bile pek nadiren görürdü. İslam mahallelerinde hiç deniz kenarına gitmemiş ihtiyar kadınlar bulunurdu. Selanik birden bire uyandı. Akıllara hayret verecek terakkiyata mazhar oldu. Meşrutiyeti müteakip pek çok seyyah hayretlerle temaşa ettiği bu güzel faal, münevver şehir meydana çıktı. Terakki isteyen, pek mahdut, zeki ihtiyarlar, tanzimattan sonra Selanik’in beş asır süren Osmanlı İdaresinde, son zamanlarda iki faal ve münevver vali gördüğünü, yalnız memlekette bunların güzel eserler bıraktığını söylüyorlardı. Selanik Sabri Paşa Caddesi Biri Sabri Paşa idi. Şehrin ortasından muntazam bir cadde açtırmaya sahil boyundaki hisarları yıktırarak, şehrin önünü, gözünü açmaya sur haricinde, garp sahilinde güzel bir memleket bahçesi yaptırmaya muvaffak olmuştu. Sabri Paşa’yı tenkit edenler bu muvakkafiyetlerin yalnız kendi menfaatine olduğunu söylüyorlardı. Tuna Vilayeti ile Hersek’in ihtilaller içinde yandığı esnada bu ateşin Makedonya’ya sirayet etmemesini temin için Sabri Paşa ahaliye, muntazam, yeni iğneli tüfenkler getirtmeyi düşünmüş, ahaliden birçok para toplamıştı. Bu teşebbüsü haber alan Rusya Sefaretinin (Makadonya’da Türkleri silahlandırıyorlar. Hıristiyanlara katliam yapılacak) zemininde yapılan feryatları üzerine Avrupa devletlerinin müdahalesiyle Bâb-ı âli Sabri Paşa’yı silah getirtmekten men etmiş idi. (Paşa işte bu paralarla Sabri Paşa Caddesini, Millet Bahçesini yaptırdı. Paranın bir kısmını da cebine attı.) diyorlardı. Ne sebeple olursa olsun Sabri Paşa’nın Selanik’te birinci ümran ve terakki adımlarını attırmış, güzel eserler bırakmış olduğu muhakkaktır. Selanik Surları Mümtaz valilerden ikincisi ve en büyüğü Mithat Paşa idi. Rus muharebesinden dört sene evvel Selanik Valiliğine tayin olunan ve orada yalnız üç ay valilik eden Mithat Paşa, Selanik’te sayılamayacak kadar çok büyük işler görmüştü. Hiç şüphesizdir, Mithat Paşa Selanik’in fethinden, kendisinin geldiği zamana kadar beş asır zarfında valilikte bulunmuş olan yüzlerce paşaların yapabildikleri iyi işlerin toplamından fazlasını yalnız üç ay içinde yapmaya muvaffak olmuştu. Bu memleketimizde azim ve iktidarın ne parlak semereler verdiğine muazzam bir numunedir. Fransa’daki Alyans İsrailiyet Cemiyeti Selanik Yahudilerine güzel bir mektep açmıştı. Fransa’dan gelen muallimler yeni usullerle birkaç ay içinde okuyup yazmak öğreniyordu. Mithat Paşa Bu mektepte Türkçe Öğretmeni olan Şemsi Efendi namında münevver fikirli bir genç bu yeni usulün Türkçeye de tatbik olunabileceğini düşünmüş ve kendi hesabına küçük bir mektep açmıştı. Bu mektep eski usulünden ayrılmaya muktedir olamayan hocaların şiddetli itirazlarına uğradı. Kara tahta üzerine tebeşir ile harfler, heceler yazdırmayı kafir sayanlar oldu. Mithat Paşa gelir gelmez bu durumu haber oldu. Şemsi Efendi’yi himaye etti. Ona bir nişan getirtti ve bütün mahalle mekteplerinde bu yeni usullerle tedrisat icrasını mecburiyet altına aldı. Selanik’te o tarihten itibaren maarif terakkiye başladı. Bu yenilik birbirini müteakip Terakki, Osmaniye, Fevziye, Hamidiye, Selimiye gibi pek muntazam hususi mektepler doğurdu. Mithat Paşa birçok taassup ve cehalet adetlerini ezdi, yıktı. Sanayi Mektebini açtı. Islahane Hamamını, harap bedesteni yeni bir tarzda tamir ve ihya ederek, gelirlerini Sanayi Mektebine bıraktı. Mithat Paşa Caddesini açtı. Vilayet dahilinde bir çok şoselere başlandı. Ne kadar pürüzlü işler varsa hepsini halletti, kesti attı. Selanik Sanayi Mektebi Öğrencileri İşte Mithat Paşa’nın uyandırmaya çalıştığını bu yeni hayat, onun yalnız üç ay devam eden valiliğinin sona ermesiyle yine uyudu ve ancak o zamandan sonra başlayan Sırbistan ve Karadağ ve Rusya Muharebelerinin felaketleri Selanik üzerine müthiş bir kâbus gibi çökerek onu uyandırdı ve gözünü açtı. Selanik 91 ve 93 Muharebelerinde Selanik’ten geçen ordular ve müteakiben Tuna Vilayetimden, Sırbistan’dan Makedonya’ya kaçan yüz binlerce Türk Muhacirleri, oradaki uyuşmuş hayatı sarstı. Şehirler, kasabalar, köyler kalabalıklaştı. Hayat güçleşti. Zaruri bir faaliyet başladı. Türk Muhacirler Mamafiye Makedonya’da henüz hiçbir ihtilal hareketi yoktu. Hayat sakin ve asude idi. Bütün Hıristiyanlar, memurların ve beylerin nüfuzu ve zulmü altında asırlardan beri alıştıkları bu hayattan şikâyet etmiyorlardı. O zamana kadar Rusya Sefareti, Sırbistan, Karadağ, Hersek, Bulgaristan ihtilallerini körüklemekle uğraşıyor. Islavlık hududu haricinde Yunanilik nüfuzu altında görülen Makedonya’ya ehemmiyet vermiyordu. Makedonya Hıristiyanları umumiyetle Rum sayılıyordu. Az zaman içinde teşekkül etmiş Yunanistan fikri üzerinde kendi dertleriyle ve daha ziyade Girit ve Adalar’la uğraştığı için Makedonya’da barış sarf ederek propaganda yapmaya, nüfuz tesisine muvaffak olamıyordu. Fakat Bulgaristan mukadderatına sahip olduktan, Şarki Rumeli Vilayeti meselesini de istediği gibi hallettirdikten sonra iştihası kabarmış bir genç hırs ile gözlerini Makedonya üzerine çevirdi. Şarki Rumeli Vilayeti Haritası Burada binlerce Bulgar vardı. Burasını Yunanistan’a kaptırmamak için çok çalışmak lazım olduğunu anladı. 1300 senesi Hicriyesini müteakip Bulgaristan gürültüsüz, nümayişsiz bir faaliyetle işe başlamıştı. Saray dertleriyle uğraşan Abdülhamid Hükümetinin acizliğinden istifade ediyordu. Az zaman içinde Makedonya Bulgarlarını uyandırmaya, açtığı gözlerini Bulgaristan’a çevirmeye muvaffak oldu. Birbirini müteakip birçok imtiyaz istihsal etti. En evvel Ohri ve Üsküp’te Bulgar Ekserhhanesine münasip birer Bulgar Metropolithanesi tesisine ferman verildi Üsküp Müteakiben Debre, Manastır, Nevrekop, Usturumca Metropolitlikleri tesis edildi. Ve Nihayet 1308 tarihinde, o zamana kadar Rum papasları tarafından idare olunan Bulgar cemaatlerine ve mekteplerine ait bilcümle mesele Bulgar Reisi ruhanileri vasıtasıyla rüviyyet edilmesine müsaade olundu. O zaman Makedonya’yı Bulgarların kapacağından korkmaya başlayan Rumlar’da, Sırplar’da burada faaliyet göstermek lüzumunu hissettiler. Milli cereyanlar husule getirmek için gizli komiteler teşkil ettirdiler. Külliyetli paralar sarf ediyor, uğraşıyorlardı. Bu müthiş rekabet faaliyetleriyle ortaya bir Makedonya Meselesi çıktığı, bütün Makedonya memleketleri kaynaştıkları, uğraştıkları sırada yalnız Türk anasırı uyuyordu. Uyanmak isteyen gençlik, cebren susturuluyor, uyutuluyordu. Milletin intibahından, milli cereyanlardan korkan Abdülhamid Hükümeti istibdadını yalnız Türkler üzerinde icraya muvaffak oluyordu. Diğer milletler, onları himaye eden komşu hükümetlerden aldıkları kuvvetli silahlarla gizli komitelerini canlandırıyor, mekteplerini tezyid ediyorlardı. Sultan II. Abdülhamid Bu zamanda bir ecnebi mektepte okumak, bir ecnebi lisan öğrenmek suretiyle uyanan beş-on gençten oluşan küçük bir zümre vatanımızı elimizden almaya hazırlanan bu faaliyet karşısında acz ile kıvranıyor, memleketi kurtarmak için yeni tarzda hususi mektepler tesisine çalışmaktan başka bir şey yapamıyordu. Makedonya’nın Osmanlı İmparatorluğu idaresinde buhranlar içinde başladığı son asırdaki hayatını hakkıyla anlayabilmek için mazisine mevkii tabiyesine sarih bir nazar atfetmek faydalıdır. Pek eski zamanlarda maket denilen bir kum ile meskun kıtaya “ Makaneya “ daha sonraları Makedonya denildi. Heradot’a göre Makedonya Hükümeti en evvel Miladi İsa’dan 729 sene önce Perdikas namında bir prenses tarafından tesis olunmuştur. 547’de İranlıların istilasına uğramış, 463’te kurtulmuş ve müstakil bir hükümet vücuda gelmiştir. Miladın birinci asrında meşhur coğrafyasını yazan Strabon Makedonya’nın, Yunanistan’dan büsbütün ayrı bir memleket, ahalinin ahlakarı, lisanları tamamıyla başka olduğunu söylüyor. Fakat Roma istilası üzerine tedricen Rumca tevcih edilir. Şemsettin Sami Bey Kamus-ül Alem’inde eski Makedonyalıların sırf ve halis Arnavut olduklarını iddia ediyor. Bu söz epeyce su götürür. Müstakil Makedonya Hükümeti bir zamanlar buhranlar içinde elden ele geçtikten sonra Filip namında bir prens Makedonya tahtına oturdu. İhtilalleri bertaraf etti. Islahat yaptı. Memleketi kuvvetlendirdi. Filibin oğlu Büyük İskender Makedonya tahtına geçtiği vakit Avrupa’nın en muntazam ve şefkatli mamur bir memlekete hükümdar oldu. Bu sayede cihangirhane futühata mazhar olarak azametli bir saltanat sürdü. Makedonya’ya büyük bir servet ve ikbal getirdi. İskender kebirin vaktinden sonra mulki inkısama duçar olduğu vakit Makedonyalılar az zaman müstakil ve kuvvetli bir hükümet olarak idare edildiyse de nihayet dahil ihtilaller neticesinde Milattan 280 sene evvel ……… taarruzuna uğradı. 168’de Roma’nın bir vilayeti oldu. Bir aralık Romalılara karşı kıyam eden ahali bir Cumhuriyet tesis ettilerse de payidar olamadı. Asırlarca Romalıların elinde, sonra Şarki Roma İmparatorluğunda bir vilayet halinde kaldı. Bir daha istiklal görmedi. Makedonya’da Osmanlı istilası Şehzade Süleyman Paşa’nın Rumeli’ye geçmesiyle 774 tarihinde başladı. Türklerin Rumeli’ye İlk Geçişleri 1354 Gelibolu, 1331’de Dimitoka, 1390’da Selanik, 1431’de Yanya, 1456’da Atina, 1458-1460’da Mora, 1462’de Midilli, 1470’de Eğriboz, 1522’de Rodos, 1566’da Sakız ve diğer Eğe Adaları, Türkler tarafından fethedildi. Türk Akıncıları Balkanlarda 1390’da Türkler Tarafından Fethedilen Selanik 1645’de Girit (Hanya), 1646’da Kissamo, Aprikorno, Milopotramo, Retimo 1699’da Kandiye, 1715’de Tinos Türkler tarafından fethedildi. I. Murat Çelebi Mehmet Hicretin sekizinci asrı sonunda, I. Sultan Murat’ın saltanatı zamanında kıta tamamıyla Osmanlı memleketine ilhak olunmuştu. Yıldırım Beyazıt’ın Ankara Savaşında Timurlenk’e mağlup ve esir olması üzerine Makedonya’da kısmen Venediklilerin ve etrafından hücum eden hükümetin istilasına uğradı. Fakat çok geçmeden Çelebi Mehmet ve Murad-ı sâni (I.Murat) zamanlarında kurtarıldı. Balkan Harbine 1328 tarihine kadar beş buçuk asır Osmanlı İdaresi altında yaşadı. Makedonya dünyanın en güzel yerlerinden biridir. Mutedil mıntıkada dört mevsimi bütün kuvvet ve letafetleriyle idrak eder. Güneyinde muazzam Olimpos Dağları, batısında Pendos silsileleri, kuzey ve doğusunda Rodop ve Despot Balkanları araziyi dalgalandırır. Taraf taraf gayet feyizli ovalar, latif vadiler, husule getirir. Bu küçük kıtaya başlıca İnce Kara, Vardar, Usturumca Karasu, Mesta Karasu, namıyla dört nehir kat eder. Bu nehirlere karışan dereler, ırmaklar varsa da araziyi sulamak için bunların hiçbirinden istifade edilememiştir. Sonra bu nehirler, ırmaklar arasında taraf taraf Yeşil, Ayvasıl, Doyran, Ohri gibi küçük büyük birçok göller var. Sahili gayet girinti, çıkıntılıdır. Bundan birçok hazireler, körfezler, limanlar, husule gelmiştir. İklimi mutedildir. Cenup taraflarında yazda sıcaklık nadiren 37. dereceye kadar çıkar ve çok ender olarak 5 dereye iner. Yalnız dağlık olan kuzey taraflarında, yaylalarda hava sıfırın altında 25 dereceye kadar düşer. Avrupa’da Makedonya kadar muhtelif akvam ile meskûn, karışık başka bir memleket yoktur. Makedonya’da başlıca Rum, Bulgar anasırından başka bir ok da Ulah, Sırp, Arnavut, Yahudi, Kıpti mevcuttur. Hepsi kendi lisanlarını söyler. Kendi adetleriyle yaşar. Yekdiğeriyle karışmaz ve uyum sağlamazlar. Bunun içindir ki Avrupalılar birbirine karışıp uyum sağlamayan birçok sebzeleri et suyuna atarak yaptıkları çorbaya Makedonya Çorbası derler. Eski Makedonyalılar Yunanilerin ilim ve maarifine mağlup olarak Roma İmparatorluğu zamanında Rumca söylemeye başlamış ve büsbütün Rumlaşmışlardı. Miladın birinci asrında Makedonya, Bulgarların istilasına duçar oldu. Yerli Rumlar güzel ovalardan kaçıp, dağlara sığındılar. Makedonya’da Rumların dağlık arazide daha kalabalık ve cemiyetli bulunmaları bundan ileri geliyor. Miladın on beşinde asrında buralara Türklerin istilaları başlayınca en verimli ovaları, güzel vadileri, nehirler ve göller civarlarını zapt ederek yerleştiler. Çoğunluk Rum ve Bulgar ahali çiftçi ve yarıcı namlarıyla Tımar ve Zeamet sahibi Türklerin arazisinde hizmetkâr gibi çalıştılar. Sonraları Rumlar daha ziyade şehirlere, kasabalara, sahillere sokularak memleketin sanat ve ticaretini elde etmeye muvaffak oldular. Sonra istiklalini müteakip uyanmaya, milliyetlerini idrake, mefkûreler beslemeye başladılar. Bulgaristan’ın teşkili üzerine Bulgarlar daha fazla bir faaliyetle meydana atıldılar. Makedonya’yı benimsemekte daha ileri gittiler. Türkler, Rumlar, Bulgarlardan her ırk kendisinin Makedonya’da çoğunluğunun kendilere ait olduğunu iddia ediyor ve Avrupa’yı ikna için türlü türlü hayali istatistikler, uydurma rakamlar neşrediyorlardı. Çünkü meydanda itimada şayan resmi bir istatistik yoktu. Nihayet Avrupalıların müdahalesiyle Hüseyin Hilmi Paşa, Makedonya Umumi Müfettişliğine tayin olunduğu zaman 1321’de (1905) ciddice bir nüfus sayımı icra olundu. Hüseyin Hilmi Paşa Selanik Ortaya çıkan netice şudur: Selanik Vilayeti: İslam: 475.000, Rum patrikhanesine mensup: 323.227 Bulgar: 217.117 Toplam: 1.026.999 Görülüyor ki Makedonya’nın kalbi olan Selanik vilayetinde yüzde 47 derecesinde büyük bir çoğunluk Türklerde idi. Türklerden sonra yüzde 31 derecesinde bir çoğunlukla Rumlar geliyordu. Fakat bu doğru değildi. Bulgaristan ve Bulgar Ekserhhanesi vucuda gelmeden evvel Makedonya’daki bütün Hıristiyanlar Rum Patrikhanesine mensup addediliyordu. Kiliselerin papazlarını, mektep muallimlerini Patrikhane tayin ederdi. Bunlar hep Rumluk menfaatine hizmet ettiler. Buralardaki birçok Bulgarlar, Ulahlar kendilerini Rum diye kaydettirmişlerdi. Hakikatte Selanik vilayetinde de Türkler, sonra Bulgarlar çoğunluğa haizdirlerdi. Kosova Vilayeti: İslam: 752.534 Rum patrikhanesine mensup: 13.452 Bulgar: 170.700 Ulah ve Sırp: 169.300 Toplam: 1.105.986 Bu vilayette İslamlar pek büyük bir çoğunluğu sahip oldukları görülüyor. Fakat İslamların içinde büyük çoğunluk Arnavutlardı. Kosova Vilayet Haritası Manastır Manastır Vilayeti: İslam: 460.418 Rum patrikhanesine mensup: 291.283 Bulgar: 188.412 Ulah ve Sırp: 30.116 Toplam: 970.229 Bu Vilayette Bulgar ve Ulah oldukları halde Rum kaydolunmuş birçok nüfus vardı. Üç vilayetin toplamında ise şu sonuç ortaya çıkıyordu: İslam: 1.700.507 Rum patrikhanesine mensup: 627.283 Bulgar: 575.734 Muhtelif: 199.700 Toplam: 3.103.903 Makedonya’da meskûn İslam ahali birçok akvam’a ayrılırdı: Türkler, Arnavutlar, Pomaklar, Bulgar Müslümanları. 900 bin kadar olan Türkler iki kısımdı. Bir kısmı fethe müteakip Anadolu’dan takım takım getirilerek en güzel araziye yerleştirilmiş bulunan asil Türklerdir ki bunlara Yörük ismi verilirdi. Ekseriyetle köylerde sakin idiler. Kendilerine Evlad-ı Fatihan diyorlardı. Diğer yerlerle pek uyum sağlamazlar, eski idare tarz tesisinin muhafazasında taassup gösteriyorlardı. İkinci Türkler Makedonya’nın Rum, Bulgar, Yahudi gibi ahalisinden münferiden yahut takım takım ihtida etmiş, Türkçe öğrenerek Türkleşmiş olan dönmelerdi. Bunlar memleketin ahvaline vakıf, daha müteşebbis, daha zengindiler. Yörükler bunlara Çıtak ismi verirlerdi. Üçüncü kısım Pomaklar ve Bulgarlardı. Taraf taraf İslam olmuş bulundukları için kendi adetlerini ve lisanlarını muhafaza etmişlerdi. Hükümetin ihmali ve gafleti sebebiyle bu köylerde mektepler açmak, bunları Türkleştirmek mümkün olamamıştır. Makedonya’nın Bulgar istilasına uğrayan taraflarındaki müteaddit Pomak köylerinin cehaletlerinden istifade ederek (Siz Bulgar’sınız) diye Hıristiyan olundukları da duyuldu. Balkan Harbi’nden evvel Makedonya’da bulunan 900.000 Türk’ten yalnız yarısı anavatana, Anadolu’ya gelebilmiş. Diğer kısım ise orada son muharebe esnasında ve mübadele sıralarında Bulgarların ve Rumların zulümleri altında mahvolmuşlardır. Bulgarların ve Rumların Zulmüne Uğrayan Türkler Makedonya Meselesi uyanmaya başladığı sırada Selanik Valiliği’nde Galip Paşa bulunuyordu. Galip Paşa, Sabri ve Mithat Paşalardan sonra gelen valiler içinde memleketlerin dertlerini, ihtiyaçlarını anlamış ve münevver bir fikir ile çalışmış kıymettar eserleri bırakmış teceddüt (yenilik) taraftarı birinci validir. Galip Paşa İhtiyarlığına rağmen genç fikirli, hamiyetli büyük bir adamdı. İri yarı bir vücudu, vakur, hele bir arslan kafesini andıran başı muhabbetli idi. Bembeyaz sakalı, bir bahar seması koyu mavi büyük gözleri hürmetler cezp ediyordu. Kendisini görenler şefik, nazil bir hanımefendi gibi yumuşak sanırdı. Fakat sesini işittiği hele hiddetine maruz kaldığı zaman karşısında titrememek mümkün değildi. Sesi gök gürler gibi kalın ve dehşetli, müthişti. Tuhaf bir fıkra naklederlerdi. Telgraf Baş Müdürü devre çıkmış, yerine Merkez Müdüriyetini Vekil bırakmıştı. Müdür bu fırsattan istifade ile kendini Vali Paşa’ya göstermek için vesileler icat ederek sık sık valinin yanına gidiyordu. Yine bir sabah vilayet makamına gitti. Vilayet Konağı itsalinde birde harem dairesi vardı. Vali orada otururdu. Henüz haremden çıkmamıştı. Müdür yavere: “ Haber veriniz “ dedi. İhtiyar Vezir kendisini sabahleyin Telgraf Müdürünün aramasından mühim bir hadise olduğuna hükmetti. Makamına çıktı. Telgraf Müdürü tebessümlerle Paşa’nın yanına sokularak kendisini tanıtmasından sonra bir iş için fikrini sorunca Paşanın dehşetli sesi birden bire köpürdü. Kalın sesi gürleyerek: “ Bu kadar ehemmiyetsiz bir işi halledemeyecek kadar aczin varsa, efendi ne diye Baş Müdüriyet Vekaletini deruhte eyliyor da beni böyle sabahın hayrında haremden çıkartmak derecesinde rahatsız ediyordun? Çık “ diye bağırmış. Zavallı müdür kendisini zor dışarı atmıştı. Her vakit bu fıkrayı nakleder: “ o nazik ve sevimli çehre altında böyle bir hiddet gizlenebileceğini tasavvur edemezdim. “ dermiş. Reşit, Ali, Fuat Paşalar Mektebinin yetiştirdiği kıymetdar ricalden olan Galip Paşa, müteaddit nezaretlerde bulunmuş, efendileri kadar parlak bir namusla temayüz etmişti. Selanik’te büyük bir hürmet ve takdire mazhardı. Onu eleştirmek isteyenler, aleyhinde işret ettiğini, güzel kadınları olan ecnebi kibar konaklarına devam eylediğini söyleyerek taarruz hesaplarını tatmin ediyorlardı Galip Paşa daha ziyade konsoloslar, banka direktörleri gibi ecnebilerle temasta bulunurdu. Fakat münevver fikirli, ciddi bir vatanperverdi. Terakki taraftarı ve çalışkan gençliği himaye ederdi. O zamanlar memleket ecnebi tahakkümü altında eziliyordu. Ecnebiler memleketimizde bize karşı müstemleke muamelesi ederlerdi. Selanik’te bir Fransız Operet Kumpanyası gelmişti. Primadonna Madam Şandıra, şuh ve güzel bir kadındı. Genç mirasyedilerimizden Salih Bey Pirimadonna’ua tutuldu. Her gece kadının şerefine parlak ziyafetler veriyordu. Madam Şandıra’dan yüz bulamayan tatlı su frengi gençler diğer bir grup teşkil ve tiyatronun ikinci matinesini himaye ederek mukabil nümayişler tertibine başladılar. Birbirine şiddetle muhalif iki tiyatro perver fırka teşkil etti. Bütün Selanik bu rekabetlere alakadar oluyordu. Türk gençleri bir nümayiş tertip ettiler. Madam Şandra Osmanlı bayrağına sarılarak sahneye çıkacak, Hamidiye marşını teganni edecek, alkışlanacak ve kendisine buketler takdim edilecekti. Diğer taraf bunu haber alınca himaye ettikleri ikinci şarkıcıya Fransız bayrağına sarılmış olduğu halde daha evvel sahneye çıkartıp Fransız marşını okutmaya karar verdiler. Tiyatro ve Kumpanyası, muzika heyeti Fransız olduğu için onlara eşlik etti. Genç Türkler sahneye Madam Şandra’nın çıkacağını beklerlerken Fransız bayrağına sarılmış diğer kızın çıktığını ve Fransız marşını okumaya başladığını görünce kıyametler koptu. Türk gençleri: “ Memleketimizde Osmanlı marşı okunmadan, Fransız marşı okutamayız “ diye şiddetli gürültülerle tiyatroyu ve direktörü sıkıştırdılar. Fransız marşının okunması men edildi. Fransız Konsolosu tiyatroda hazırdı. Bunu bir mesele haline koydu. “Fransız bandırası tahkir edildi” diye ertesi gün valiye müracaat etti. Galip Paşa mesleyi latife şeklinde telakki etmiş, Türk gençliğinin ezilmesine meydan bırakmadan bize. “ Fransa bunu bir mesele yapsa felakete uğrarsınız. Bir daha böyle nümayişler yapmayınız. “ nasihatlerini vermişti. Mithat Paşa’nın ektiği yenilik tohumları Galip Paşa zamanında semeresini vermeye başlıyordu. Türkler uyanmaya çalışırken, Bulgarlar uyandırılmış, Makedonya Komitelerinin çeteleri taraf taraf faaliyete geçmişlerdi. Bunlar Bulgar anasırını Patrikhane papazlarının nüfuzundan kurtarmak için uğraşıyor. Taassup uğruna milletini feda ve inkar etmek isteyen Bulgarlar’ı idam ediyorlardı. Hükümet bu komitelere karşı hareket mecburiyetinde idi. Fakat bu, kolay bir iş değildi. Selanik’te tesis olunan Büyük Mektep, Makedonya Bulgarlarına mefküre aşılayan bir Darülmuallimin, mükemmel bir komite merkezi idi. Tahsisatını Ekserhhane vasıtasıyla Bulgaristan Hükümeti veriyordu. Bu mektebin yetiştirdiği genç komiteci misyonerlerin gösterdiği muvaffakiyet Bulgaristan’ın gayretini arttırdığını Manastır’da, Siroz’da hatta bazı mühim kaza merkezlerinde böyle Darülmuallimin şubeleri açtılar. Rumlarla, Bulgarlar arasında günden güne şiddetini arttıran rekabet, yorgan kavgasından başka bir şey değildi. Galip Paşa bunu ve buna karşı ittihaz olunabilecek çareleri İstanbul’a anlatabilmeye çalıştı. Hükümetin Bulgarları, Rumları köylerde mektepler açmaktan, köylüleri milliyet hisleriyle, mefkûrelerle, aydınlatmaya çalışmaktan men edebilecek efendileri yoktu. Galip Paşa Makedonya’da başlayan bu milliyet cereyanlarına karşın ittihaz olunabilecek en etkili çare rakiplere aynı silah ile mukabele etmek olacağını düşündü. Madem ki onlar evradı milleti tenvir ile maksada hasıl olmaya çalışıyorlardı. Bizde o yol ile müdafaaya tevessül etmeliydik. İşte bu fikir ile Galip Paşa en büyük himmetini Türk anasırını da aydınlatmaya sarf etti. Uğraşarak İstanbul’dan alabildiği tahsisat ile Selanik’te bir İdadi, Bir de Ziraat Mektebi açtırmaya muvaffak oldu. Fakat bu mekteplere parasız olarak birçok Rum ve Bulgar çocukları kaydettirdi. Fakat bu son fikri hatalı idi. Rumları, Bulgarları bizim mekteplerde terbiye ile mefkurelerinden feragat ettiremeyecektik. Galip Paşa Tarafından Açılan Selanik Tarım Okulu Türk çocuklarına Milli bir mefkure veremeyerek sathı derslerle anasırı muhtelife arasında muhabbet tesisine (boş yere) çalışırlarken ötede Rum ve Bulgar Mektepleri hususiyet alemlerinde, meydanı hali buluyor. Çocuklara Milli mefkure için fedailik dersleri veriyorlardı. Ö zaman Selanik Maarif Müdüriyeti’nde bulunan Emrullah Efendi’nin faal gayretine rağmen İdadi Mektebi maarif ve siyaset sahillerinde Bulgar Darülmuallimiğiyle rekabet edebilmekten pek uzaktı. Abdülhamit Hükümeti’nin fena cereyanları başlamıştı. Mekteplerde ders haricinde vatanperverane ve hatta alelade siyasi çalışmalar men edildi. Galip Paşa kendi himmetiyle Selanik’te yeni tarzda hususi bir Hamidiye Mektepi tesis etti Terakki ve Feyziye Mekteplerine ciddi teşvikatta bulundu. Hükümetin yapamadığı himmetleri ahaliye yaptırmaya çalıştı. Fakat köylerdeki Türk anasırını Bulgarlar gibi uyandırmak ve aydınlatmak için milyonlar sarf etmek lazımdı. Bulgar köylerine münevver mefkure ile terbiye olunmuş, genç, Darulmuallimin mezunu muallimler ve muallimeler gönderildiği sırada, ötede Türk köyünde cahil bir imam Camide eski usul ile bir çok çocuk okutmaya çalışıyorlardı. Selanik Türk Askeri Galip Paşa, Maarif için İstanbul’dan istediği tahsisatı alamayınca vilayet dahilinde bir kaynak aradı. Her tarafta nüfuzlu beylerin pençesine düşmüş evkaf varidatından istifadeyi düşündü. Fakat evkaf varidatını maarife sarf ettirerek İstanbul içinde bilahare bir örnek olabilecekti. İstanbul’da da birçok evkaf saray mensuplarının elinde idi. Derhal din meselesi salah ittihaz olundu. İşe meşihat müdahale etti: “ Camilere, Medreselere, Çeşmelere vakfedilmiş olan varidat mevkuf ilahiden gayriye sarf olunamaz. “ dediler. Halbuki yıkılmış, bir taşı bile kalmamış eski mescidlere, medreselere, çeşmelere, köprülere vakfedilmiş durumda idi. Galip paşa hiç olmazsa bunları kurtarmak ve mekteplere tahsis etmek için uğraştı. Bütün mesayisinin semeresi livalarda, bazı kaza merkezlerinde yeni usulde birkaç ibtidai mektebi açılmasından ibaret kaldı. Lakin bu mekteplere bile muallim bulunamıyordu. Rabıtalı bir Darülmuallimin yoktu. Bulgar mektebi gibi 4-5 yüz köylü çocuğu toplayıp ücretsiz okutacak mefkure sahibi, muktedir muallim yetiştirecek yatılı bir muallimin, senelik on bin altın masrafa muhtaç idi. Maarif Nezareti ise Selanik Darülmuallimliğine yalnız altı yüz kuruş maaşlı bir muallim tayin etmişti. Hepsi o kadar. Galip Paşa’nın Selanik’te pek münevver bir fikir ile saçtığı maarif tohumları parlak semereler vermekten hali kalmadı. Selanik o zaman içinde Osmanlı memleketinin maarifi en gelişmiş vilayeti olmak şerefini kazandı. Selanik Türklüğü gelişimini Galip Paşa’ya borçludur. Bulgar Komitelerinin faaliyeti ve büyük bir intizam ile meydana çıkan teşkilatı herkese hayret verdi. Darülmuallimlerinin açılmasının henüz on beş sene olmayan Bulgar Darülmuallimlerinin henüz on beş sene evvel yetiştirdiği Milli mefkure ile terbiye ettiği genç muallimlerin köylere dağılması seri ve muazzam bir sonuç husule getirmişti. Bulgar Komitacıları Demek ciddi bir program dahilinde bir program azimle çalışıldığı takdirde on beş senelik bir zaman Milleti uyandırmaya yeterli olabiliyordu. İşte on beş sene evvel Makedonya’da siyah bir cehalet içinde milliyetlerinden haberdar olmayarak uyuyan, kendilerinin Rum olmadıklarını zanneden, esaretten kurtarılmaları için parlayacak selamet nurunun Yunanistan’dan gelmesini bekleyen Bulgarlar bu kadar az bir zaman içinde uyanmış, fikirlerini, itikatlarını mezheplerini değiştirmiş, milliyetlerini muhafaza uğrunda meydana atılarak kanlarını dökmeye başlamışlardı. Bu kadar büyük bir muvaffakiyet on beş senede gerçekleştirilebilecek şey değildi. Böyle bir inkılap için hiç olmazsa otuz senelik bir zaman geçmesi lazım gelirdi. Çünkü bu büyük işe başladıkları zaman Bulgarların ellerinde hiçbir şeyler yoktu. Ne Bulgar papazları vardı, ne muallimleri, ne de mektepleri. Bulgaristan henüz meydana çıkmış, dahili teşkilatıyla uğraşıyordu. Kendisine kâfi muallimi yokken Makedonya’nın binden fazla Bulgar köyüne muallim ve muallime gönderemezdi. Bulgar Okulu Bu halde Bulgarlar az bir zaman içinde bir mucize gibi nasıl uyandırılmış, ayaklandırılmıştı. İlk önce bu durum bir muamma gibi göründü. Fakat çok geçmeden bu durum aydınlandı. Komitacıların icrası için yapılan takibat, yapılan araştırma Komite teşkilatının birçok sırrını meydana çıkardı. Bulgar köylüsüne bu kadar az bir zaman içinde uyanabilmesi sırrı da anlaşıldı. Gece dersleri ve Pazar Mektepleri. Köyde Bulgar Mektebi açıldığı zaman tahsil çağında olan bütün çocuklar mektebe devam ediyorlardı. Evladını okutmak istemeyen cahil babalar, komiteler tarafından tehdir ediliyordu. Komitenin hükmüne, bir tebliğ katiyesine itaat etmemenin cezası ölümdü. Komitece bir örfi idare ile tahsil mecburi tutuldu. Herkes okuyacaktı. Mektebe devam çağını geçirmiş olan gençler çalışmaya, çifte, çapaya gitmeye mecbur edilir. Bunlarda muayyen gecelerde mektep muallimi, papaz veyahut münevver bir komitacı tarafından birer, ikişer saat ders veriliyor, fikirleri aydınlanıyordu. Evlenmiş, barklanmış geceleri de derslere devam edebilecek çağını geçirmiş köylüleri uyandırmak içinde Pazar Mektepleri açıldı. Pazar günleri bütün kadınları ve erkekleri Kiliseye getirdikleri gibi bir-iki saatte köy mekteplerine gitmeye mecbur idiler. Kilisede dinine hizmet edecek, mektebinde de milleti için çalışacaktı. Merkez Komitesi tarafından tertip olunmuş, bastırılmış hitabe ve konferans tarzında makale Kilisede papaz tarafından din namına, mektepte muallim ve muallime tarafından millet hesabına okunur, tefsir olunur, köylünün anlayabileceği surette eski Bulgaristan tarihi şaşalarıyla, kahramanlarıyla anlattılar. Fikirler aşılanır ve mefkureler uyandırılırdı. İstanbul Bulgar Kilisesi 8 Eylül 1898 Bu telkinler üzerine Bulgar köylülerinin gözleri önünde, uzaktan parlak bir serap, latif bir hayal duruyordu. Büyük bir Bulgaristan olacak, Türk beylerinin ellerindeki bütün çiftlikler, feyizli yerler, Bulgar çiftçilerine tevzi edilecek. Hepsi servet ve saadet içinde. Az çalışıp, çok kazanarak parlak eğlenceler, rakslar, sevdalarla mesut olacaklardı. Bu mesut hayali muallimler mübalağalarla tasvir vaat ederken buna vasıl için fedakârlık, kahramanlık ihtiyaçlarını, menkıbelerini de tekrar etmeyi unutmazlardı. Türk Beylerinden Paşmaklı Salih Ağa’nın Çiftliği Bu kadar az bir zaman içinde köylülerini uyandıran, o müthiş ve mükemmel komita teşkilatını vücuda getiren işte bu mesai idi. Ben bu esrarı anladıktan sonra ne vakit bir seyahat için kasabalara, köylere gitmiş olsam Bulgar Mekteplerini ziyaret ederdim. Bulgar Mektebi Onlar bir iftihar hissi ile muntazam mekteplerini gösterdikleri, gezdirdikleri zaman ben hayalen burada nasıl milli ictimalar olduğunu görür ve edilen teşvikatı işitir gibi olurdum. Rumlar gibi hayalperver ve mağrur değil, mütevazi, korkak görünen şu riyakar Bulgar köylülerinin maskeler altında ne müthiş bir azim ve gayret gizlediklerini anlardım ve milleti için çalışan bu uyanık fedakarlara, bu komitacılara karşı acı bir takdir ve kendi milleti içinde böyle seri bir uyanış temennisi ile derin bir kıskançlık hissederdim. Fakat bunun gerçekleşmesinin ne güç, ne uzak olduğunu görür için için ağlardım. Düşünürdüm. Bulgar köylüsü için bu kadar müsait bir zemin ihzar olunmuş, ötede Türk köylüsü mütemadiyen tazyik görüyor, eziliyor, eriyordu. Ve sonra, Bulgarlar medeni Avrupa’ya karşı yalancı vaveylalarla ağlıyor. (Türkler zalim, vahşi. Bulgarlar mazlum) diye bağırıyor, feryat edebiliyorlardı. Fakat hükümet yüzünden Avrupa buna inanıyor, zavallı mazlum Türk milletini barbar tanıyordu. İşte bunu düşündüğüm zamanda yalancı, iftiracı Bulgar’lara karşı kalbimden bir nefret hissi kabardığını duyardım. O zamanlar Makedonya Bulgarları için artık şikâyete sebep olabilecek bir zulüm kalmamıştı. Komiteleri vardı. Mahkemelere bile gitmiyorlardı. Bulgarlar arasındaki bütün davaları komiteler hallederdi. Uyanmışlardı. Hükümet memurları bir Bulgar’a küçük bir haksızlık yapacak olsa, Bulgarlar şayanı hayret bir ittifak ile birden kalkıyor, mübalağalarla bağırıyorlardı. Şimdi onlar hükümetin zulmünden değil, hükümet bunların yalancı feryadından korkar olmuştu. Hükümetin büyük bir hatası durmadan devam ediyordu. Hıristiyanlar askerlikten müstesna idi. Bu sayede komiteler kadrolarını, evlerinde rahat ve huzur ile yaşayan kuvvetli gençlerle doldurmaya muvaffak oluyordu. Rumeli Türk Köylüleri Hükümetin Türklük aleyhinde Bulgaristan’dan gelen maddi ve manevi mükemmel silahlarla donatılan bu gençler çalışır, pek az vergi verir, bol bol para kazanır, servetini arttırırdı. Ötede Türk gençleri kanunen üç sene muvazzaf hizmet için silah altına alındıkları halde altı, bazen yedi sene askerde tutuluyor, Yemen çöllerinde Trablusgarp cehennemlerinde fena bir gıda ile çıplak çalışır, mütemadi ihtilallere karşı döğüşürdü. Bu zavallılardan muvazzaf hizmetlerini ikmal ile ölmeden evine dönebilenler iki sene köyünde rahat oturmaya, evlenmeye, çocuk yetiştirmeye, çiftini düzmeye, para kazanmaya vakit bulamazdı. Çünkü çok geçmeden redif diye silahaltına çağırılırdı. Türk Redifleri Bazı memleketlerde ahalinin artık alıştığı, teslimiyet gösterdiği salgın ve marazi hastalıklar vardır. Hindistan’ın Kolerası, Afrika’nın Sarı Sıtmaları gibi Makedonya’da zavallı İslam ahali içinde müthiş bir Redif hastalığı vardı. iki sene geçmeden baş gösterir, henüz aile teşkil etmiş, çocuk babası olmuş bedbahtları fena eder, sefil, zayıf yetimler bırakırdı. Yemen İhtilallleri, Dürzi kıyamları, Makedonya Komitaları, hala bitmek tükenmek bilmeyen Arnavutluk karışıklıkları için hep redifler toplanır duru. İstanbul’da mükemmel bir ordu Abdülhamid’in o vehmini teskin için boş otururdu. İşte Makedonya bu fena idare ile zavallı Türk anasırı ezilip giderken ötede Rumlar rahat yaşıyor, Bulgarlar mesaileriyle kazanıyor, kabarıyor, komitaları gece dersleri, Pazar mektepleri ile şımardıkça şımarıyorlardı. Bulgar Okulu Bazen Emrullah Efendi ile hasbıhaller ederdik. Türk’leri de böyle uyandırabilmek için Cuma dersleri teşkili hülyalarına dalardık. Milleti uyandırmaya, aydınlatmaya en büyük engel Yıldız Sarayı idi. Köylüye mefkure ve fedakarlık hisleri vermek için çalışmak Abdülhamid’in Sarayında cinayet addolunurdu. Hükümet müsaade etse bile büyük maksada hangi vasıta ve kuvvetle vasıl olacaktı? En evvel köy mekteplerine münevver, muktedir genç muallimler yetiştirmek lazımdı. Makedonya’da Bulgar Darülmualliminleri için her ay binlerce lira sarf olunurken Abdülhamid memleketin bütün varidatını İstanbul’a çekiyor, sarayların israfatına bendeganının, casuslarının, gözünü doyurmaya sarf ediyordu. Gece Dersleri, Pazar Mektepleri sayesinde az zaman içinde uyanan Makedonya Bulgarları milliyetlerini, mevcudiyetlerini göstermeye, ihtilal tarzında numayişlere başlamışlardı. Taraf taraf büyük çeteler dağlara çıktılar. Avrupalılara Makedonya’da feryat eden muzdarip bir Bulgar anasırı bulunduğu fikrini vermeye çalışıyorlardı. Güya Makedonya’da ki bedbaht kardeşlerini kurtarmak için Bulgaristan’da da vakit vakit heyecanlar husule getiriliyordu. Bundan bila istifade Bulgaristan’da silahlanmaya hazır görünüyor, Yıldız’ı tazyik ve tehdit ediyordu. Abdülhamid bir gün daha sukün ve rahatla geçirmek geçirmek için istikbali zehirleyen semahatlardan çekinmiyor. Bulgarları taltifler, imtiyazlarla Bulgarları şımartıyordu. Yarayı izole edebilecek ciddi ıslahat ve siyasi tedbirler düşünülmüyordu. Sık sık bahş olunan imtiyazat ile muhtelif şehirlere yeniden Bulgar metropolitleri tayin olunuyor. Her Bulgar Metropolithanesi imtiyazata mazhar teftişat ve tahriyatından masun bir fesad ocağı oluyordu. Makedonya ahvalini ıslah için Yıldız’ın ittihaz ettiği tedbirler basit, sathi şeylerdi. Taraf taraf, sık sık redifler silâhaltına alınır, Türk anasırı ezilir, bir kat daha zaafa duçar olurdu. Üçüncü Ordu Merkezi Manastır’dı. Ordu Müşiri’nin Selanik’te bulunması kararlaştırıldı. Bulgar hareketine karşı ve noktalara fırka, liva, alay kumandanlıkları tesis edildi. İsyan ateşleri içinde yanan bedbaht memlekette büyük gelen kumandanlar Mülkiye memurlarıyla ele ele vererek felaketin önünün almaya çalışacak değiller mi idi? Hayır. Manastır Her tarafta asker ve sivil arasında ihtilaflar, karşılıklı huzursuzluklar başladı. Birinci kavga en evvel Selanik’te Vali Zihni ile Müşir Fevzi Paşa arasında koptu. Her ikisi de namuslu ve hamiyetli adamlardı. Fakat İstanbul’da Yıldız, Makyavel’in yeni ve garip bir siyaset takibine başlamıştı. Ellerinde kuvvet olan ricalin ittifak ederek Padişah’a karşı isyan tertibine, Mithat, Rüştü ve Hüseyin Avni Paşaların yaptıkları gibi bir hal teşebbüsüne muktedir olamamaları için aralarında daima bir husumet ve karşılıklı huzursuzluklar bulunmasını istiyor ve buna vesileler ihdas eyliyordu. Abdülhamit’in bu siyasetini rical kolayca anladılar. Mevkiini muhafaza etmek isteyen Nazırlar diğer refikleriyle münakaşa ve münazaa edip duruyor. Yekdiğerin aleyhinde yazmadık, söylemedik, söz bırakmıyorlardı. II. Abdülhamid Beni bir dostum Sulukule’de Çingene kavgası temaşasına götürmüştü. Beş on kuruş verilen karılar yalandan bir kavgaya başladılar. Birbirlerine yakası açılmamış küfürler, iftiralar ediyor. Bizi güldürüyor, eğlendiriyorlardı. Şakadan gülerek başlayan kavga, düzgün söz söyleyerek beylere beğendirmek, galip gelmek gayretiyle ilerledi. Galiba hakiki acı sözlerle yekdiğerini o kadar yaraladılar ki kavga ciddi bir şekil aldı. Saç saça, baş başa döğüşmekle neticelendi. Ben o zaman bu haleti ruhuyeye dikkat ve hayret etmiştim. En sefil tabakada hüküm ferma olan bu garip hissin rical arasında en yüksek tabakada ceryanı gördüm. Abdülhamid emeline göre hareket etmek, ona hoş görünmek için nazırları, vezirleri, müşirleri arasında yalandan başlayan, yavaş yavaş müthiş husumetlere sebep oluyor ve işlere tesir ediyordu. Zihni ve Fevzi Paşalar gibi namuslu vakarlı rical bile meşum ceryandan kendilerini kurtaramadılar. Zihni Paşa’nın Konağı’ndan bir Çerkez halayık kaçmıştı. Paşanın nüfuzundan kurtulmak için, dargın olduklarını bildiği, Müşir Paşa’nın Konağına iltica etti. Müşir Paşa Mahkeme-i Şeriye’nin ve polisin müracaatlarına red ile cevap verdi. Hiçbir hakkı ve salahiyeti yok iken halayığı genç bir zabitle öldürttü. Bu hadise üzerine iki paşanın arasındaki kavga alevlendi. Etrafa da sirayet etti. Valiye mensup olanlar Müşirin semtine uğramazlar, Müşirin maiyeti ve mensupları da Valinin aleyhinde ağızlarına geleni söyleyerek, Müşire yaranırlardı. Bu taraftarlık çarşı ve pazara sirayet etti. Bir takım halk Valiyi haklı buluyor. Bir kısmı Müşire hak veriyorlardı. Bir gece Zihni Paşa’nın Konağında oturuyorduk. Paşanın meşhur hoca efendisi de orada idi. Konu yine cariye meselsine intikal etti. Paşa müteessir bir tarz ile bana: “ Senin dostun…….. Bey, Hacı Yahya Efendinin Mağazasında Müşir Paşanın haklı ve hareketi alicenabına olduğunu söylemiş “ dedi. Müşir Hüseyin Fevzi Paşa Çarşı ve pazarda söylenecek sözlerin ehemmiyeti olmadığını, kendisi bir vezir, bir vali fazıl ve muhterem bir şahsiyet olduğunu haksız tarizler şerefine konuşamayacağını, bu gibi sözlere ehemmiyet vermemesini söyledim ve nihayet: “Ben şunun bunun, ötede beride manasız sözler söylediklerine müteessir olmam. Fakat teveccühünüz şerefine mazhar olanların bu gibi adi sözleri çarşıdan, pazardan toplayıp huzurunuza taşıyarak zatı devletinizi müteessir ettiklerini teessüfler ederim. “ dedim. Paşa sustu. Konu değiştirdi. Meğer baltayı dehşetli surette taşa çarpmamış mıyım? Bu sözleri paşaya taşıyan hoca efendi değil mi imiş? Hoca efendi bozuldu. Kalktı ve odadan çıktı. Sözlerimi kendisini üzmek maksadıyla söylememiş olduğum halde o günden itibaren hoca efendinin bana hasım olduğunu gördüm. İşte bir tarafta Rumlar, öte de Bulgarlar, bütün kuvvetleriyle ittihat etmiş, bizim yorganımız için kavga edip duruyorlarken biz evimizde kendi aramızda manasız işlerle birbirimizi boğmaya çalışıyor, hakiki hasımlarımızla uğraşmaya vakit bulamıyorduk. İstanbul’dan sari bir maraz gibi Makedonya’ya da geçen bu rical kavgaları sancak merkezlerinde, kazalarda bulunan memurin ve asker rüesasına da sirayet etti. Bütün memurlar içinde bulundukları tehlikeyi, ihtilalin vahim neticelerini anlayamamış veya unutmuş gibi en büyük vakitlerini yekdiğerinden şikayetle, birbirini çekiştirmekle öldürüyorlardı. Mesela bir kaymakam oradaki askeri kumandanından vazifeye müteallik pek haklı bir şikayette bulunsa Müşir onu tahkike bile lüzum görmez, zabiti himaye ve müdafaa ederdi. Asker tarafından mülkiye memurları hakkında vuku bulan şikayetlerde vilayet bir garaz eseri diye telakkiye alışmıştı. Bu suretle rüşvet, mezalim himaye edilmiş oluyordu. Bu feci ve elim itiyad mütemediyen ilerledi. Karşılıklı huzursuzluklar ve şikayet yalnız asker ve siviller arasında genişlemekle kalmadı. Asker ve sivil memurlar kendi aralarında çekişmeyi memuriyetlerinin devanı için bir lazıme gibi telakkiye başladılar. Üçüncü Ordu Müşiri Hayri Paşa ile Bulgaristan hududu Kumandanı İbrahim Paşa, Selanik Valisi Rauf Paşa ile Rumeli Vilayeti Umumi Müfettişi Hüseyin Hilmi Paşa arasında da aynı elim ve feci vaziyeti görüyoruz. Selanik Hüseyin Hilmi Paşa ile Rauf Paşa birbirlerini evvelden pekiyi tanımış ve sevmiş bulundukları, her biri diğerinin iffet ve namusunu, iktidar ve liyakatini tasdik ve itiraf ettikleri halde Selanik’te birbirlerinin yüzünü görmek istemeyecek kadar husumet gösterdiler. İhtimal ki itidalleri öyle dargın gibi davranmaya lüzum görmüş olalar. Fakat sonraları söz taşıyıp arabozanların gayretiyle bu tedricen hakikat şekline girdiği muhakkaktır. Her ikisine de yakından temas ettiğim bu iki muktedir ve hamiyetli vezirin kin ve infial hissiyatına kapılarak birbirinin sevdiği, himaye ettiği mutasarrıf, kaymakam gibi bir memuru diğerinin tahkir ettiğini, ezmeye çalışmak derecesinde küçüklükler göstermekten kendilerini alamadıklarını maalesef söylemeye mecburum. Onlarda muhitin tesiri altında kalmaktan kurtulamamışlardı. Yıldız Sarayı’nın meşum siyaseti ile ihdat olunan bu mahallak maraz memleketin her tarafına salgın bir halde sirayet etti. En fena tesiratını buhranlar geçiren Makedonya’da gösterdi. Memurların, askerlerin aralarında çekişmeleri ayıp değilmiş, adet değilmiş gibi bir haleti ruhiye doğmuştu. En namusluların kapılmaktan kurtulamadığı bu hal, namussuz ve vicdansız memurların vatana ihanet şeklinde edepsizliklerine kadar varıyordu. Yıldız ihtilafatı idame ile kanaat etmiyor. En büyük memurları sebepsiz yere dama taşı gibi yandan yana tayin ediyorlardı. İşte Manastır gibi Makedonya’nın en mühim bir komita merkezinde hiçbir vali muhiti tanıyıp anlamaya vakit bulamıyordu. Manastır Vilayeti Haritası Mesela 1317’de Manastır Valiliğine Edip Paşa geliyor. Bir sene sonra Rıza Paşa, ona müteakip Hazım Paşa, biraz sonra Reşit Paşa tayin olunuyor. Bulgarları takliden Rumlarda komita teşkilatı yapmışlardı. Yekdiğerine hasım olan bu iki anasır mütemadiyen birbirleriyle mücadele ediyorlardı. Bütün köylerde adamları olduğu için yekdiğerin ihtilal, şekavet teşebbüsünü hükümetten daha evvel ve daha çabuk haber alıyor ve hakikaten hükümete ihbar ediyorlardı. Bir nahiye müdürü, bir kaymakam böyle bir haber alıp kumandanına ihbar ettiği zaman teşebbüsata kalkışmadan kolayca öne alınması mümkün iken Kumandan, kaymakamın verdiği habere itimat etmez, onunla görüşmez, asker sevk etmek için haberin kimden alındığını öğrenmek ister. Muhbirin ismi resmen yazılamaz. Uzun muhaberat ile vakit geçer. Fırsat kaçardı. Rumeli Türkleri Böyle birbirlerine itimatları olmayan memur ve kumanda heyetlerinin didişmek, çekişmek ile vakit geçirmeleri Rumların, Bulgarların ekmeklerine yağ sürdü. Teşkilatlarını güçlendirdiler. Yangının çabuk ve daha çok parlamasına sebep oldu. Bütün bu hadisat, felaketlerimize milletin cehaletinden ziyade saltanatın ve ricalimizin, memurlarımızın siyaseti sebep olduğunu ispat edecek vesikalardır. Selanik İdadisi tesis ve küşad edildiği zaman Maarif Müdürü Emrullah Efendi bana Coğrafya muallimliğini tevdi etmişti. Lavasor’un üç cilt büyük Coğrafyasını tercümeye başladım. Bu dersten zevk alıyor ve bir coğrafya mütahassısı olmak için çalışıyordum. Avrupa Coğrafyası büyük bir cilt olmuş basılmıştı. Birkaç adetini Maarif Nezaretine takdim ettim. O zamanlar bizde o kadar mufassal bir coğrafya kitabı yoktu. Bu kitap en yeni, istatistikleri bile gösteriyordu. Gayretimin takdir edileceğini beklerken günün birinde coğrafya dersine başak bir muallimin gönderildiğini gördüm. Maarif Nezareti’nin bu garip muamelesini benim kadar Maarif Müdürü ve Vali’de müteessir oldular. Galip Paşa’nın izni işe İstanbul’a gittim. Maarif nezaretine bu haksızlığı izah edecek, tamir ettirmeye çalışacaktım. Nezarette tanıdıklarımdan bir zat: “Radovişli Mustafa Bey’le görüşmedin mi? O da Selaniklidir. İbtidai Mektepleri Mudürü Umumisidir. Nazır paşa kendisini çok sever. Sana yardım edebilir. “ Demişti. Mustafa bey’i gıyaben tanıyordum. Onun vatanperverlik şöhretine kalbi bir inancım vardı. Çocukluk hatıratım içinde büyük bir adam olmak üzere yaşıyordu. Abdülaziz tahttan indirilerek birinci İnkılap yapıldığı, kanuni Esasi ilan, matbuata serbesti bahş olunduğu heyecanlı zamanlar Selanik’te de münevver gençler arasında bir intibah, bir hareket meydana getirmişti. Ve o hareketin en başında Radovişli Mustafa Bey bulunmuştu. Radoviş gibi köy denilebilecek küçük bir kasabada doğup, büyüdükten sonra Selanik’e gelen Mustafa Bey iyi bir tahsil görmemişken fıtratındaki cevherle Mithat Paşa’nın Selanik valiliği esnasında dikkatini celbetmiş, teveccühüne mazhar olmuş, az zaman içinde temayüz etmiş ve yükselmişti. İnkılâp üzerine Selanik’te “ Rumeli “ sonra “ Zaman “ ve biraz sonra da çocuklara “ Ayine “ isimleriyle müteaddit gazeteler neşrediyor, memleketi uyandırmaya çalışıyordu. Ben bu zamanlar çok küçüktüm. Henüz küçük bir mektep çocuğu iken “ Ayine “ gazetesini görüyor, okuyor ve seviyordum. Radovişli Mustafa Bey Selanik’te Mustafa Bey’i herkes büyük bir adam olmak üzere tanırdı. “ İstanbul’da Kemal Bey, Selanik’te Mustafa Bey “ derlerdi. Ayine gazetesi haftada bir çıkar, küçük ehemmiyetsiz bir şeydi. Fakat o zamana göre bir gazete idi Büyük önemi vardı. Çünkü gazete yazanlar değil, okuyanlar bile mümtaz insanlardı. Bende Ayine’nin küçük bir okuyucusu olmakla iftahar ederdim. Gazetenin intişar ettiği günler mektepten çıkar çıkmaz, - evimiz civarında olan – vilayet matbaası önünden geçer gazeteyi alırdım. Vilayet Matbaası eski Hükümet Konağının havalisinde bir katlı bir bina idi. Havluya pencereleri vardı. Selanik Hükümet Konağı Gazete almaya geldiğim günler bu pencerenin önüne durur, mürettiplerin gazeteleri nasıl tertip, sahifeleri nasıl teşkil ve tashih ettiklerini küçük makinenin nasıl bastığını büyük bir merak ve hayretle seyrederdim. Bir gün yine böyle Ayine gazetesini almış, Matbaayı seyrediyordum. Mürettipler telaşla: “ Mustafa Bey geliyor “ dediler. Başımı çevirdim, Hükümet Konağı’ndan matbaaya doğru uzun boylu, zayıf, kır saçlı, gözlüklü bir efendinin gelmekte olduğunu gördüm. Dim dik yürüyor. Bastonunu elinde sallıyordu. Gözlerinde ateşin bir tesir, etrafında muhabbet vardı. Bu tesir altında - o zamanın adabınca – kavuştum. Selama durdum. Elimde gazeteyi gördü. Tebessüm ederek selam verdi. Telgrafhane kapısından çıktı. Selanik Yadiğar-ı Terakki Ticaret Mektebi Ben Mustafa Bey’i görüp tanımak, onun selamına mazhar olmaktan pek sevindim. Fakat kendisini bir daha görememiştim. Çünkü az zaman sonra Meclis açıldı. Mustafa Bey Selanik Mebusu oldu. Abdülhamid’in meclisi dağıttığı vakit söz söyleyebilen münevver fikirli, hamiyetli mebuslar arasında Mustafa Bey’de sürgün edilmişti. Mithat paşa’nın etrafında çalışan gençlerden olduğu için senelerce zindanlarda tutuldu. Kalbimde Mustafa Bey’e galiba ve pek samimi bir hürmet beslerim. Gazetelere, bütün mecmualara yazmaya başlamıştım. Mustafa Bey’i iyi tanıyan bir zat bana bir gün: “Mustafa Bey’le senden bahsettik. Yazılarını okuduğunu ve pek beğendiğini söyledi. “ demişti. Bundan sevindim ve kendisine olan muhabbetim arttı. İşte ziyaretine bütün bu hissiyat ile gidiyordum. Aldanmamışım, büyük bir hüsnü kabul gördüm ve onun delaletiyle Munif Paşa’dan da birçok iltifatlara mazhar oldum. Fakat o zaman İdadi Mektepleri Müdürü Umumiyesi olan Aziz Bey her nedense bana coğrafya muallimliğini iadeye razı olmadı. Coğrafyanın maaşı üç yüz kuruştu. Bana altı yüz kuruş maaşlı Fransızca muallimliğini teklif ettiler. Selanik İdadisinde mükemmel Fransızca bilenler vardı. Fransızcaya hakimliğim İdadide ders verecek kadar olmadığını söyledim. Kabul etmedim. Aziz Bey: “ Kendisinin üç yüz kuruş maaşlı Türkçesini alıyor, altı yüz kuruş maaşlı Fransızca veriyoruz, veriyoruz. Herif budalamı ki buna razı olmasın “ diyerek benim kabul etmeyişimi budalalık saydığını imadan çekinmedi. Bu hadise o zamanlat Maarif Nezaretinde iş için adam değil, adam için iş arandığını ispat ediyordu. Bana teessürler verdi Makedonya’da Bulgarların nasıl çalıştıklarını biliyor, birde bu hali düşünüyorum. Birkaç sene sonra Mustafa Bey Selanik’e gelmişti. İhtiyarlamış, saçarlı, sakalları bembeyaz olmuştu. Uzun boyu biraz eğrilmiş, vücudu epeyce çökmüştü. Fakat gözlerinin saçtığı zekâ nuru, sözlerindeki metanet, kalbinde yaşayan hamiyet baki idi ve daha muhabbetli görünüyordu. Makedonya meselesi taraf taraf yanan ihtilal ateşleriyle ehemmiyetini arttırmıştı. Bu elim ve müthiş hadise üzerine acı acı hasbıhaller ederdik.Mithat Paşa siyasiyat mektebinde terbiye, güzel ve pek derin düşünen bu muhterem ihtiyarın şu hadiseden müteessir olduğunu, sinirlendiğini görüyordum. Sırp Çetecileri Bedbin ve meyus idi: “ Bu gidişle Makedonya’yı ve bütün Rumeli’yi kaybedeceğiz “ derdi. Ben gençliğin verdiği ümitlerle mechuzdum. Yeise kapılmıyordum. Görüyordum ki Türk anasırında da bir uyanış ve terakki başlamıştı. Rumlarla, Bulgarlar arasında şiddetli bir rekabet ve husumet vardı. Bu ayrışama Makedonya’da çoğunluğu Türklere temin ediyordu. Zannediyordum ki Rumlarla Bulgarlar hiçbir zaman uyuşamayacaklardı. Son zamanlarda ortaya Sırbistan ve Romanya’da çıkmıştı. Bunlarda Makedonya’daki Sırpları Ulahları aydınlatmaya çalışıyordu. Bu tefrikalar sayesinde bizim Makedonya üzerindeki hakimiyetimizi idameye muvaffak olacağımız inancında idim. Bu fikirlerimiz izah ve müdafaa ettiğim zaman Mustafa Bey o tecrübeli ve İstanbul muhabbetine vakıf ihtiyar meyus ve müteessir başını sallar: “ Sen henüz genç ve tecrübesizsin yavrum. Memleketin geğirdiği Bulgaristan ve Hersek İhtilalleri görmedik. Onlarda böyle başlamıştı. O zaman İstanbul’da daha iyi bir siyaset, Tuna Vilayetinde bir Mithat Paşa vardı. Böyle iken hastalığa çare olamadılar. Şimdide Makedonya Meselesi aynı şekilde büyüyor, felaketin en büyüğü şu ki İstanbul’da bunu düşünen, ateş saçağı sarmadan ittihaz olunabilen çareleri arayan yok. Bütün anasır muhtelif manialardan gelen tesirlerle zehirlendikten sonra bize intibah ve faaliyet gelse bile zaman geçmiş olacak. Yıldız Türklüğü uyandırmayı düşünmüyor ve istemiyor. Makyavel siyaseti arkasından koşuyor. “ dedi “ Fakat ekseriyet Türklerde “ “ Siyasette çokluk ve haklı olmak, hak kazanmaya kifayet etmez. Oğlum, kuvvetli olmak ve o kuvveti gafilâne bir siyasetle, iyi idare etmek lazım. Bizde bunlar yok. Şark Meselsinden daima rahatsız olan Avrupa yine müdahale eder. Vatanın bizim için en aziz parçasını da koparır. “ “ Koparırda ne yapar, kime verir? Rumlar ve Bulgarlar birbirlerini boğuyorlar Rumlar ve Yunanistan Makedonya’nın Bulgaristan’a geçmesini görmekten ise Türk idaresinde kalmasını tercih ediyorlar. Bulgarlar’a, Rumlar’a karşı aynı histe.” “ Bizim ilgimiz devam ederse onları uyuşturur, barıştırır. Makedonya’nın taksimi imkânsız bir nokta değil a.Bir parçasını Surbistan’a verir, küsuratını Bulgaristan ve Yunanistan alır. Buna imkan bırakılmaması için aramızdaki husumetlere ilişmeyerek her anasırı ayrı, ayrı adilane idare ile hükümete ısındırmaya çalışmak, zamana muvaffak kuvvetli ve muntazam bir hükümet tesis etmek lazım. “ “ Ya Arnavutluk? “ “ Arnavutluk mu? Kendilerini bekleyen esaretten haberdar bile olmayan bu zavallı cahiller bizimle el ele vereceklerine, hükümete karşı bin türlü belalar icat ederek Avusturya’nın ve İtalya’nın ekmeklerine yağ sürüyorlar. Arnavutluk’ta o iki büyük kurda av olur.” Benim itikadım, ümidim, muhakemem öyle kolayca duçar olacak derecede değildi. İtiraz ederdim. Bu muhterem ihtiyarın bedbin fikirlerine iştirak etmek istemezdim. Fakat onun hamiyetli bir kalp tesiri ile ağlar gibi söylediği sözlerin, ettiği şikayetlerin ne kadar haklı olduğunu zaman ispat etti. Mustafa beyin o zaman söylediği yeni sözleri düşünüyordum da Abülhamid Hükümetinin, onun gibi birçok derdin, münevver, hamiyetli kafalı ezmiş, yahut dillerini kesmiş bulunmasına lanetler ediyorum. Rumeli Türk Halkı Teselya Muharebesinin Makedonya Meselesine büyük münasebetleri vardı. Bulgaristan Şarki Rumeli vilayetini zapt edebilmesine Makedonya Bulgar komitacılarının çıkardıkları ihtilallar büyük tesirat icra etmişlerdi. Sonra Teselya’da ihraz olunan muzafferiyet Makedonya Meselesi’nin 5-6 sene uyumasına, sükûnet ve rahatla geçmesine sebep oldu. Şarki Rumeli Vilayeti Meselesi hallolunduğu, bu vilayet valiliği meşrutiyet payesiyle Bulgaristan Prensi Ferdinand’a verildiği zaman Balkanlarda denge bozulmuştu. Bulgaristan koskoca Filibe vilayetini de yutarak büyüyordu. Yunanistan, Sırbistan hatta Romanya Hükümetleri, Karadağ Hükümetleri bundan müteessir oldular. Siyaset iklimlerinde fırtına bulutları görülüyordu. Balkanlar Meselesi Düveli Muazzama arasında rekabetler çıkıyor, büyük bir ehemmiyetle telakki olunuyordu. O esnada Sırbistan dahili sıkıntılar ile meşgul idi. Abdülhamid, Sırbistan’ın bu halinde istifade ederek Kosova’da bazı yerlere Sırp Metropolitleri tayin, Aynaroz’da tesis olunan Sırp Manastırına da Rus, Rum, Bulgar Manastırlarının sahip oldukları imtiyazat bahş olunması gibi müsadahat ve taltifat ibraz ederek Sırpların gönlünü almaya muvaffak oldu. Genç Sırbistan kralı I. Aleksandr, Selanik’i, Aynaroz’u ve nihayet İstanbul’u ziyaret etti. Abdülhamid ile Sırbistan bir mukavele imzalanmış, bu hal Bulgaristan ile Yunanistan’ı kuşkulandırıyor, hiddetleniyorlardı. Filibe Abdülhamid, küçük Karadağ Prensi Birinci Nikola’yı da ihsanları, iltifatları ile kendisine bağlamıştı. Ona tahsisatlar veriyor, yalılar, vapurlar ihsan ediyordu. En ziyade müteessir ve rahatsız olan Yunanistan idi. Girit Vilayet Haritası Yunanlılar, Bulgarların Şarki Rumeli’ye sahip olarak büyümesini hazmedemiyorlardı. Balkanlarda muvazenet husulü vesilesiyle büyümek ve Girit’i almak istiyorlardı. Girit’te ihtilalller çıkardılar. İhtilalleri teskin için Müşir Abdullah Paşa bir askeri kuvvetle Girit’e gönderildi. Yunanistan Girit Hıristiyanlarını himayeye kalkıştı. Miralay Vasos Komutasında Girit’e birkaç bin asker çıkardı. Girit’te Türk Askeri 1313 senesi Sonbaharında idi. Yunanistan’la bir muharebe tehlikesi belirmeye başlamıştı. Yıldız hükümeti hududa Osmanlı Orduları sevkine başlamıştı. Makedonya’da bir heyecan vardı. Yıldız’ın hiç tüfek patlamadan Şarki Rumeli Vilayetini, Bulgaristan’a vermiş olması, hamiyetli, münevver genç Türkleri son derece üzmüştü. Şimdi Girit’inde Yunanistan’a verilmesi ihtimali büyük infialler meydana getiriyordu. Çünkü Girit’te giderse sıranın Makedonya’ya geleceği pek tabi idi. Herkes bir muhabere olması, şımarık Yunanilere şiddetli bir sille vurulması emelinde idi. Selanik’te ufak ufak nümayişler bile yapılıyordu. Bu sıralarda Bulgarlar bize son derece dost görünüyorlardı. Ostoblok Kabinesi Bulgar çetelerinin katiyen menni için Bulgaristan hudut kumandanlarına emirler verdi. Makedonya’da Bulgar çeteleri tamamıyla uyudu. Bu sene Bulgarların, Türklere dost göründükleri için yortularını, Makedonya’nın her tarafında, bilhassa Selanik’te pek parlak nümayişlerle yaptılar. Selanik’in Büyük Memleket Bahçesi’nde 300 kişilik bir ziyafet verdiler. Bulgar Mektebi Muzikasıyla, Milli oyunlar ve şarkılarla Rumlara karşı nümayişler izhar ettiler. Fakat Bulgarların gösterdiği bu asar intibah ve kuvvet Rumlardan ziyade biz genç Türklere hayret ve dehşet vermişti. Makedonya’da bu heyecanlar gittikçe arttırdı. Büyük devletler yunanistan’ı abluka ederek muhabereden men için ciddi baskılar yaptılar. Şımarık Yunan askerlerinin vakit vakit hudutları tecavüze cesaret eylemelerine karşı, Yıldız sabır ve tahammülün son derecesini gösterdi. Bütün bunlara rağmen muharebenin önünü almak mümkün olamadı. Yunaniler çılgınca bir hareketle hududa tecavüz ettiler. Yıldız’da 1313 senesi Nisan’ının dördüncü Cumartesi günü Yunanistan’a ilanı harp ederek tecavüz için başkumandanı Ethem Paşa’ya emir verdi. Bu haber Selanik Türk ve Bulgar mahfilinde fevkalade normal karşılandı. Yunanistan layık olduğu şiddetli silleyi yiyeceği şüphesiz görülüyordu. O zaman Yunan hududuna 150 bin kişilik bir ordu sevk etmiş idi. Ordu merkezleri Alasonya, Dışkot, Leftukarya, Çayhisar, Serfice, Yanya olmak üzere 6 fırkaya ayrılmış Umumun Kumandanlığı Ethem Paşa’ya verilmişti. Fakat hakikatte kumanda, 93 Harbinde olduğu gibi yine Yıldız’da idi. Gazi Osman Paşa Plevne Muharebesinde Muhabera başlayınca Osmanlı askerinin derhal Teselya Ovası’na geçeceği tahmin olunuyordu. Fakat Yunaniler Makedonya Hudutlarında bir hafta kadar mukavemete muvaffak oldular ve Yanya cihetlerinde taarruza geçerek epeyce ilerlediler. Selanik ve İstanbul bir hafta elim bir endişe hayatı yaşadı. Abdülhamid bu telaş ile meşhur Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa’yı gönderdi. Osman Paşa Selanik’e vasıl olduğu gün Ethem Paşa, Yunan Ordusunu yarmaya muvaffak olmuş, Osmanlılar Yenişehir’i zapt etmişlerdi. Bu muvaffakiyet üzerine Abdülhamit Plevne kahramanını hududa ordular arasına göndermek mecburiyetinden kurtuldu. Gazi Osman paşa derhal İstanbul’a dönmek emrini aldı. Abdülhamit Plevne Kahramanını içtiam etmiş büyük bir ordunun başına göndermeye cesaret ve emniyet edemiyordu. Gazi Osman Paşa Teselya Harbi esnasında Yıldız muharebeden ziyade orduda Abdülhamit aleyhine bir hareket bir isyan ile ya muzaffer, ya da mağlup olmak heyecanlarıyla İstanbul’a dönerek padişahı tahtan indirmeleri endişeleriyle uğraşıyordu. Her kumandanın etrafını hafiyeler sarmıştı. Her kumandanın her hareketi hafiyeler tarafından bin türlü manalar verilerek şifrelerle derhal Yıldız’a arz olunuyordu. Yıldızdan birbirine uymaz, harp meydanındaki hakiki vaziyeti tahkik etmez emirler veriliyordu. Yıldızın müdahalesi harbi güçleştiriyordu. Fakat bütün bunlara rağmen Yunanilerin edepsizliğine karşı millette uyanan infaal ve heyecan sayesinde Teselya Muharebesi uzun sürmedi. 4 Nisan’da ilan edilen Harp Osmanlı Ordusunun Forka Geçidini zapt ederek Atina yolunu açması üzerine Yunan Hükümetinin Düveli Muazzama’ya müracaatıyla 8 Mayıs’ta 34 gün içinde neticelendi. Zafer 34 günde kazanıldı. Fakat sulh müzakereleri aylarca sürdü. Avrupa devletleri Hıristiyan Yunanileri himaye ediyorlardı. (Hilalden Salibe geçen bir toprak bir daha Hilale iade olunamaz) esasını ileri sürüyor, hudutların tashihine bile razı olmak istemiyorlardı. Dağlık bazı müstahkem noktanın bize verilmesiyle pek cüzi bir hudut değişikliği yapmak, dört milyon lira harp tazminatı verilmek suretiyle sulh akdolundu. Sulhun bu şekilde olması Türk mahfelini gücendirdi. “Bu kadar kan dökmekten ne kazandık? “ diyorlardı. Bilmiyorlardı ki kazancımız büyüktü. Rumeli’de yaşamak hakkını kazanmıştık. Teselya Harbinden sonra Makedonya senelerce asude bir hayat yaşadı ve mütemadiyen gelişti. Kötü idare olmasaydı Türklük orada daima yaşayacak, o kanlı ve siyah felaketler görülmeyecekti. Selanik valiliğine atanan Zihni Paşa Selanik’e alışmış ve ısınmıştı. Orada muhiti anlıyor, Zayıf ve asabi kuvvetin tamamını sarf ile geceli gündüzlü uğraşarak vilayeti buhranlar, ihtilaller içinde mümkün olduğu kadar hüsnü suretle idareye çalışıyordu. Selanik’te umumi bir hürmet ve muhabbete mazhar olmuştu. Muvafakati sorulmadan bir gün Halep Valiliğine tayin olunduğunu haber aldı. İzmir’den kaldırılan Hasan Fehmi Paşa’ya yer açmak lazım gelmişti. 1311 senesi teşrini saninin ikinci günü Selanik’e gelen Hasan Fehmi Paşa 35 gün sonra görevinden alındı. Bu defa da İstanbul’dan çıkarılması lazım gelen Adliye Nazırı Rıza Paşa’ya bir yer bulmak icap ediyordu. Selanik Zihni Paşa ne kadar halim, nazik, mütevazı, kadın gibi hassas ve şefik idiyse yerine gelen Rıza Paşa o derece öfkeli, haşin ve mağrur idi. Zihni Paşa konağı, sofrası açık, herkesle görüşmeyi sever, milliyetperverdi. Rıza paşa kimseye yüz vermez, kimseyi okşamazdı. Bunun için Selanik Zihni Paşa’yı çok aradı ve unutamadı. Rıza paşa ahali arasında iyi bir şöhret kazanamadı Rıza Paşa kısa boylu, tıknaz, az sakallı, altmışlık bir adamdı. İstanbul’da adliyeden yetişmiş, namusu, istikameti ve bilhassa büyük iktidarı ile temayüz ederek Adliye Nezaretine kadar yükselmişti. İsmet Paşa zade idi. Babasına kabına sığmayan zekâsıyla yaptığı fevkaladelikler için Deli İsmet Paşa derlerdi. Rıza Paşa’ya da birçok aşinaları deli babanın deli oğlu diyorlardı. Rıza paşa’nın delice hareketleri nadir değildi. Kendisini iyi tanıyanlar bu muamelelerin ekseriyetle sahte olduğunu delilik şöhretinden istifade ederek istediği zamanlar öyle hiddetler gösterdiğini, fakat bir an sonra nedimesiyle yalnız kalınca gülmeye başladığını söylerlerdi. Rıza paşa, diğer valiler gibi geceleri konağında resmi işlerle iştigal etmedi. Büyük zekası, seri intikali, düşünme gücü vardı. Mufassal bir kağıdı bir okuyuşta anlar ve derhal reyini verirdi. O reyi mektupçuya veya bir mesuda anlatmaya tenezzül etmeyerek salis ve izah bir ifade ile kağıdın arkasına yazardı. Mühim işler için mektupçunun yorulmasına ihtiyaç kalmıyordu. Mesudeye paşanın derkenarını aynen geçirmek kafi idi. Ekseriyetle reyleri münakaşa edilemeyecek kadar vasıh idi. Bu haveledar kenarlarında bazen pek zarif deliklere tesadüf olunurdu. Bu rütbe inhalarına çok tutuluyordu. Yenice kaymakamlığı vilayetinde bulunan bir genç mülkiye memurunun inhasına da (Kendisi himmet bir dede) diyerek (Vekaletin böyle inhallere (Resmi bir göreve atama yazısı) himmetlere tahammülü yoktur. ) cevabını vermiştir. Geceleri konağında bir kenara çekilir, ulema ile meşgul olur ve bir tarafta oğulları ve misafirleri oyunlarıyla eğlenirler ve gülüşürlermiş. Selanik’te hükümet işlerinden ziyade meşhur kütüphanesini bir kat daha zenginleştirecek asar nadire tarhiyat ve tahkikatıyla uğraşmıştır. Rıza paşanın hiçbir iltifatını görmediğim, bir haşin muamelesine hedef olmadığım halde itirafa mecburum ki yirmi sene zarfında Selanik’te temas ettiğim valiler içinde onun kadar zeki, intikali seri, müstakim, reyi sağlam olanını göremedim. Bu büyük zeka sahibi asabi ve dik kafalı adamda zamanın ilhatanından kurtulamamıştı. Abdülhamit’in siyasetine uyum sağlıyordu. Rıza Paşanın valiliği esnasındaydı. Yıldız, Makedonya’da güya ciddi ıslahat icraatını düşündü. Bâb-ı âli Hukuk Müşaviri Hakkı Bey’in (Meşhur Hakkı Paşa) başkanlığı altında bir teftiş heyeti gönderdi. Bu teşebbüs Ermeni Meselesi üzerine İngiltere’de uyanan heyecanlardan doğmuştu. Ermeni Meselesi ortaya çıkınca Makedonya Islahatı fikride uyudu. Bütün ıslahat vilayetlere ve bazı sancaklara ve kazalara Hıristiyanların milliyetine göre Rum veya Bulgar vali, mutasarrıf, kaymakam muavinleri tayin olunmasından ibaret kaldı. Buda samimi değildi. Bu muavinler ciddi ve mühim hükümet işlerine karıştırılmıyor arzuhal havalesiyle iştigal olunuyorlardı. Faka hakikatte bunların her biri Komitaların hükümette birer casusu olmuşlardı. Rıza Paşa’nın vali olduğu zamanlarda birçok mühim hadisat birbirini takip etti. Şarki Rumeli Meselesi hal olundu.Koskoca vilayet Bulgaristan’a ilhak edilmiş demekti. Balkanlarda denge bozuluyordu. Yunanlılarda şarki Rumeli’ye mukabil Girit’i istiyorlardı. Girit hadisesi başladı. Rıza Paşa bu büyük mesele karşısında lakayt gibi dururdu. Bu kabil Makedonya’ya müteallik dahili siyasetlerle iştigal etmezdi. Eğer büyük zekasıyla Makedonya Meselesinin ruhuna nüfuz etmeye çalışmış, bu yaranın tedavisine, Türkleri uyandırmaya çalışmış olsaydı büyük muvaffakiyetler ibraz edebilirdi. O daha ziyade Avrupa siyasetine garp diplomatlarıyla temasa önem verir, İstanbul’a gidebilmenin çarelerini düşünürdü. 17 Mayıs 1312’de Selanik-Dersaadet şimendifer hattının resmi küşadı icra olundu. Selanik’te parlak merasim yapıldı. Fransız Sefiri Mösyö Kampon’da Selanil’e gelmişti. Rıza Paşa, Sefiri büyük bir törenle karşıladı. Çünkü onun İstanbul’da Abdülhamid’le temas edeceğini, kendisinden bahsedeceğini bilirdi. Girit’te ve Yunanistan hududunda ahval ve himmet kesbeyliyordu. Sonbahara doğru Yunan hududunda büyük eşkıya çeteleri görünmeye başladı. Bunlara mukabil edebilmek için Selanik, Kosova, Manastır vilayetlerinde jandarma taburları ihdas olundu. İstanbul Selanik Hattı Dedeağaç İstasyonu İstanbul Sirkeci Garı Nizamiyeden muktedir zabitler intihap ve tayin edildi. Hükümet Makedonya Meselesi’ni ehemmiyetle telakkiye başlıyor gibi idi. Selanik ve Kosova Havalisi Umum Kumandanı Müşir Hüseyin Fevzi Paşa ihtiyar ve gevşek bir adamdı. Bu aralık azlolundu. Selanik’ Müşir Kazım Paşa tayin edildi. Rıza paşa kendi seviyesinde bulmadığı bu müşire ehemmiyet vermez, bir mecburiyet olmadıkça onlarla görüşmezdi. Rıza Paşanın Valiliği zamanında idi. 1312 Teselya Harbi başladı. Yunanlılarla muharebe başlayınca Yıldız Bulgaristan’ı okşamak siyasetini takip etti. Bulgar Komitelerinin faaliyeti durdu. Geçen sene derdest edilmiş aleni mahkemelerle ağır cezalar verilerek Cezayir Bahri Sefide gönderilmiş Bulgar komitacıları Abdülhamid’in affına mazhar oldu. Umumu Selanik’e iade edildi. Bulgar Komitacıları Bulgaristan ve Makedonya Bulgarları bu muharebeye uzaktan büyük ümitlerle temaşa ediyorlardı. Abdülhamid idaresi ne kadar fena olursa olsun 25 milyon nüfusa hakim Osmanlı İmparatorluğunun, iki milyonluk çılgın ve mağrur Yunanistan’ı ezeceği aşikar idi. Bulgarlar, Osmanlılara da, Yunanlılara da hasım idiler. Bu iki hasmın birden zaafa düçar olacağını hesap ediyorlardı. Osmanlılar muharebeden yorgun çıkacak genç ve kuvvetli Bulgaristan’a boyun eğmeye mecbur kalacaktı. Muhabere ihtimali devam ettiği müddetçe Bulgarlar, Türklere dost göründüler. Bulgaristan bize güven verebilmek için ciddiyet ve samimiyetle çalışıyordu. Yıldız’ın Bulgaristan’dan endişe ederek Yunanistan’la muharebeye girmek istememesi, Yunanlıların isteklerini kabul etmesi ihtimali vardı. Bulgarlar buna meydan bırakmamak istediler ve muvaffak oldular. Nihayet Yunanlıların mağlubiyetini Türklerle beraber memnuniyetle karşıladılar. Zaferle husule gelen sathi ve arizi bir sükun ve asayiş içinde Valilik eden Rıza Paşa Makedonya Meselesini tetkik etmedi. Etse bile meselede fikri ne olduğunu bilemem. Her halde Makedonya Meselesini selamet yoluna sevk edebilecek bir muvaffakiyeti görülemediği muhakkaktır. Rıza Paşa, Abdülhamid idaresinin aleyhinde namuslu ve hamiyetli bir vezir idi. Selanik’e atıldığı için Abdülhamid’e küsmüştü. Bütün faziletini, meziyetini gölgede bırakacak, büyük kabahati bu küskünlüğünün garip şekli idi. Abdülhamid’e dargın olduğu için – vatan, millette onun malı imiş gibi – zavallı memlekete ve ahaliye küskün duruyordu. Selanik’te bulunduğu müddetçe görüştüğü, seviştiği kişiler ecnebiler idi. Memleektin ümranına ehemmiyet vermedi. Maarifle, mekteplerle meşgul olmadı. Selanik’te güzel mektepler vardı. Terakki yolunda epeyce ilerlemişti. Rıza Paşa, Selanik’te üç seneden fazla kaldığı halde bu müddet zarfında bir mektebi ziyaret ettiği, küçük bir teşvik göstermediği görülmedi. II. Abdülhamid Memlekette yalnız kırtasiye ile uğraştı. Koltuğu üzerinde otururken aldığı kağıtlara güzel cevaplar verdi. İdareyi İstanbul’un istediği gibi ceryan tabiyesine bıraktı. Bir fenalık etmedi. Fakat bir iyiliği de olmadı. Hâsılı o büyük zekasından namus ve istikametinden kuvvet alabilecek nüfuzunu Makedonya’ya nafi bir surette istimale ehemmiyet vermedi. Zamanında Makedonya Meselesi’nin gizli hastalığı tedricen artarak devam etti. 1314 senesi Kanunisani esnasında idi. Rıza Paşa görevden ayrılmış yerine Hasan Refik Paşa gelmişti. Hacı Hasan Paşa’nın en büyük meziyeti gayet parlak bir talimi olmaması idi. Haniye bazı tabirler vardır. “ Taşı tutsa, altın olur. “derler. Hasan Refik Paşa’da bunlardandı. Mektupçu Necip Bey zarif bir adamdı. Onunla beraber Bağdat’ta bulunmuş, sonra Şam’da ve Selanik’te bulunmuşlardı. Hasan Refik Paşa ile ilgili şu fıkrayı anlatırlardı. Paşa’nın memuriyeti Bağdat’tan, Şam’a tahvil olunmuştu. Kervan ile çölden geçilecek, Şam’a gidilecekti. Eşya birçok develere yükletildi. Akşam güneş battıktan sonra bir konak yerine muvasalat edilmişti. Bir mutad yükleme yapıldı, develer sayıldı. Bir deve eksik, hem tesadüfe bakınız ki hangi deve? Paşa’nın resmi elbiseleri, nişanları, hanımların en ağır esvapları, en kıymetli şallar, seccadeler, doldurulmuş iki sandık, tabi telaş edildi. Tahkikat yapıldı. Arandı, tarandı, yok, yok. Vali Paşa, Şam’a geldi. Yol üzerindeki bütün kazalara araştırma icrası için telgraflar yazıldı. Bir şey çıkmadı. Aradan epeyce zaman geçmiş, bu zaiyat acısı bile unutulmuştu. Bir gün paşa’nın iki sandık eşyası, içinden bir mendil eksik olmak şartıyla getğirilip teslim olunmaz mı? Meğer akşam karanlık olunca deve yolunu şaşırmış çöl içine dalmış, Çöl ortasında açlıktan, susuzluktan düşmüş, ölmüş. Aylar geçtikten sonra bedevilerden bir takımı oralardan geçerken çöl ortasında sandıkları görmüş, açıp da içinde bütün bu sırmalı, elmaslı eşyayı bulunca hayretlere düşmüşler. Götürüp şeyhe teslim etmişler. Hasan Refik Paşa O da valinin olduğunu anladığı eşyayı Şam’a göndermiş. Hayatlarını tehlikeye koyup, kervanları soyan bedevilerin ellerine geçen bu kıymettar eşyayı paşa’ya iade ve takdim etmeleri ne kadar büyük bir şanstı. Hasan Refik Paşa Makedonya Meselesi’nin buhranlı zamanlarında Selanik Valiliği gibi mühim ve büyük bir memuriyete tayin olununca bu meseleye kolayca vasıl olmuştu. Abdülhamid’in Mabeyinciliğinde bulunarak babayane hareketi ile Padişahın teveccühünü kazanmış, Vali oluvermiş. Talihi onu Padişaha şirin gösterdiği gibi valiliklerinde hiçbir hadise ve müşkülat çıkmasına meydan bırakmamı, idare değirmeni kendi kendisine dönmüş. Hasan Refik paşa birçok valiliklerde bulunmuş, valilerin, vezirlerin kademesi sırasına geçmiş, işte nihayet Rıza Paşa gibi en muktedir bir vezirin yerine Selanik gibi bir idaresi en müşkül bir vilayet valisi olup gelmişti. Selanik’e Rıza Paşa’ya müteakip gelişi de onun parlak talihinin bir eseriydi. Nahoş bir tesir yapmadı. Herkes kendisinden kurtulduğuna seviniyor, yerine gelen kim olursa olsun, memnuniyetle alkışlıyorlardı. Hasan Refik Paşa bu sayede hiçbir tenkide maruz kalmayarak umumi bir hüsnü kabule mazhar oldu. Kendisi iri yarı, yetmişlik olmasına rağmen kuvvetli bir insan idi. Hovardalıktan vazgeçemezdi. Konak etrafındaki evlerin pencerelerinde gördüğü kadınlara, hatta hizmetçi kızlara göz süzmekten, bıyık bükmekten kendisini alamazdı. Hasan Refik Paşa sade, mütevazi, haluk bir adamdı. İşleri idareden mesul olan devair müdüranın reylerine bırakmıştı. Cahilane müdahalelerden masun, tabi mecrasına bırakılan işler daha sağlam ve daha seri bir surette ilerliyordu. Selanik galip Paşa’nın valiliğinden beri hep gayet namuslu, muktedir vezirlere mazhar olmuş münevver bir muhitti. Orada artık öyle aşarı kapatma suretiyle satmak. Gümrüklerden dalavereler çevirmek, yol yaptırmak vesilesiyle yolsuzluklar yapmak istidatları kaybolmuştu. İrtikap ve irtişa yalnız askere verilecek olan erzak mubayaa ve ihale muamelatında görülüyordu ki onu da levazım idareleriyle defterdarlar yoluna koymuş, sükunetle beceriyorlardı. Vali irtikap etmek istese bile bir şey bulamaz. Ehemmiyetli bir şeye muvaffak olamazdı. Bir şose ihalesinden, bir belediye işinden, bir imtiyaz muamelesinden birkaç yüz lira almaya ise – o zaman 400 altın maaşı olan bir vali – tenezzül etmezdi. İşleri tabi ceryanına bırakan Hasan Refik Paşa en evvel kendisine bir mesken tedariki gayesiyle uğraştı. Valilere mahsus olmak üzere güzel bir yalı mübayası için belediyeye karar verdirdi. Karşılık buldurdu. Kendisi gezdi ve aradı. Nihayet Selanik’in en güzel caddesinde Ahmet Rasim Paşa’nın bir çift yalısı biri selamlık, biri haremlik olmak üzere mübaya edildi. Bunu Belediye hesabına tefriş ettirdi. Bu hizmetiyle Hasan Refik Paşa kendisinden sonra gelen valilere hizmet etmiş oldu. Hasan Refik Paşa çarşılarda gezer, eşyasını bizzat kendisi pazarlık ederek mübaya ederdi. Ecnebi Müdürü Hikmet Bey, valiye hulul etmek için hoş ve basit bir çare bulmuştu. Mesela valinin müşkülat ile 25 kuruşa alabildiği bir konyağın bir şişesini o başka yerden yirmi kuruşa, paşanın yirmi kuruşa aldığı Atkenson Kolonyasının şişesini sekiz kuruşa bulur, almaya muvaffak olur, Paşa Hazretlerinin takdirlerini celbeder. “Hikmet Bey mi? Gayet becerikli çocuktur. “ diye ona gıyabından da teveccühler ibraz eylerdi. Hikmet bey bilahare ihvan arasında bu muvaffakiyetinin esrarını anlatırdı: “ Paşanın 25 kuruşa aldığı Konyak’ın 11, aldığı kolonyanın şişesini 5 para aşağı alabilecek olan alnını karışlarım. Paşa ayda 10 şişe konyak, iki şişe kolonya sarf ediyor. Ben cebimden ayda 60 kuruş tamamlamak fedakârlığı ile Paşa’ya bu büyük muvaffakiyetini ibraz edebiliyordum. “ derdi. Konağa gelince alınan sadeyağı, pirinç, şeker gibi erzak mübayasını da Paşa onun başına sarmak istemişse de Hikmet Bey buna muvaffakiyet göstermek için her ay üç-beş lira fedakârlık ibrazına yanaşmamıştı. Bulgar Çeteleri Paşanı büyük talihi sayesinde vilayette şekavet vukuatı görülmüyor gibi idi. Teselya Harbiyle Rumların burnu kırılmıştı. Meydan Bulgarlara kalmış bulunuyordu. Yunan Muharebesini kazanan Hükümet, Bulgar eşkıyasına karşıda şiddetli tedbirler ittihazına başladı. Bulgaristan hududundaki asker takviye edildi. Bulgar Hükümeti bir itilaf temini için İstanbul’a heyet gönderdi. Yıldız ile Sofya arasında bir mukavele imzalandı. Adi şekavet çeteleri çıkıyordu. 1315 senesi Temmuz’unda böyle bir çete eşkıya Ağustos başından Nikola Paloçev’i dağa kaldırmış, dört bin lira fidye almıştı. Bu mukavele diğer adi şekavet çeteleri teşkil etmesine sebep oldu. Biraz sonra Kasandıra’da diğer bir eşkıya çetesi İzvur Madenleri Müdürü Şavale’yi dağa kaldırdı. 15 bin altın fidye istiyordu. Şavale, Fransız’dı Fransa Sefareti Bâb-ı âli’ye tazyik etti. Hükümet Fransız mühendisi kurtarmak için eşkiyaya 15 bin lira verdi. Paraları aralarında taksim eden eşkıya her biri bir tarafa dağılmıştı. Fakat Hasan Refik Paşa’nın talihi burada da parlak bir muvaffakiyet gösterdi. O zaman Kasandıra Kaymakamı olan Sırrı Bey Zeki ve faal bir genç mülkiyeli idi. Yapılan takibat ve araştırma neticesinde ekserisi civar köylerden olan eşkıya yakalandı. Altınları nasıl taksim ettiklerini, nerelere gömdüklerini itiraf ettiler. Paranın büyük bir kısmı kurtarıldı. Bu muvaffakiyette Yıldız’da Hasan Refik Paşa’nın bir güzide hizmetleri kendisi üzerine kaydolundu. Biraz sonra Doyran ayanından Turhan Ağa’yı da bir eşkıya çetesi dağa kaldırdı. Takibata başlanıldı ve fidye verilmeden kurtarıldı. Bulgar Komitacısı Vasil Levkski Türk Askerleri Tarafından Yakalanıyor 1315 senesi Kanunuevvelinde Komice’de Doktor Saki namında biri esrarengiz bir şekilde öldürüldü. Bu herif Etniki Eterya Cemiyeti Komice Komitesi reisi idi. Selanik Rum gazeteleri matbuatı hadiseyi neşrederek bunu bir siyasi mesele şekline koyarak Bulgar Komitacılarına atfediyorlardı. Hükümetin tahkikatı bunda da muvaffakiyet gösterdi. Öldürme olayının şahsi bir meseleden meydan geldiği sabit buldu. Benaki gavle ismindeki birinin nişanlısı bey, güzel bir kızı doktor iğfal etmiş. Benaki’de intikam hırsıyla doktoru öldürmüş. Hep bu muvaffakiyetin aslı tesadüf ve talihdi. Hasan Refik paşa’nın valiliği zamanında Selanik İstinaf Mahkemesi Müddei Umumiliği’ne Necmettin Molla Bey tayin olunmuştu. Dahiyane bir iktidara malik olan bu genç Makedonya Komitaları Meselesi ile uğraştı. Mühim bir ipucu bulundu. Birçok komite mensupları meydana çıkarıldı. Derdest edildi. Nümayişli, parlak mahkemeler yapıldı. Komitacılara adilane hükümler verildi. Bütün bu hadisatta Hasan Refik Paşa’nın talihi parlıyordu. 1316 senesi Mayıs’ına kadar bir buçuk seneye yakın zaman Selanik Valiliğinde kalan Hasan Refik Paşa kendi aleminde asude bir hayat yaşadı. İşler tabii mecrasında yürüyordu. Fakat bir asude zaman içinde idare makinesinin bozuk çarklarını tamir etmek, istikbali daima tehdit eden tehlikeli vaziyeti düşünmek ricalin hatırına gelmiyor, düşünenlerde ses çıkaramıyorlardı. Necmeddin Molla Makedonya Meselesine doğrudan doğruya temas etmiş ricaldendir. Müddeiumumiliğe Selanik’e geldiği zaman Hukuk mektebinden yeni yetişmiş yirmi dört yaşında bir gençti. Selanik Müddeiumumiliği gibi gayet mühim bir memuriyetin böyle çocuk denilebilecek bir gence tevdi edilmiş olmasını, Abdülhamid’in bu şeyhülselam zadeye bir latif ve ihsan suretinde telakki edenler bulundu. Fakat bu genç Müddeiumumi kendisine tevdi olunan hizmet, bahşedilmiş bir lütuf değil fakat iktidarına, irfanına, faaliyetine layık bir memuriyet olduğunu ispat etti. Onu görenler güzel kesilmiş ilmiye elbisesini, zarif bağlanmış sarığını uzun boyunu, simsiyah taze sakalı, koç burnu, kara gözlerini bilhassa beliğ, güzel sözlerini beğenmemesi mümkün değildi. Buna rağmen itikad saikasıyla, ekseriyet Selanik İstinaf Müddeiumumiliği gibi mühim bir memuriyeti bu gence çok görüyordu. O zaman Selanik Müddeiumumiliği hakikaten mühim bir memuriyetti. Makedonya’da Bulgar ve Rum Komitaları yorulmaz bir faaliyet, cehennemi bir şekavetle çalışıyordu. Bunlar icraat vasıtaları olan çeteler, silahlarıyla vahşetler, dehşetler saçıyorlardı. Bulgar Komitacıları Vahşetlerine Devam Ediyor Sonra onları takip ve derdest için giden müfrezeler müşkülane duçar oluyor. Bütün köylüler çetelere yardım ediyorlardı. Müfreze zabitleri tabi bir infial ile köylüleri biraz tazyik edince bunlar feryatlarla kıyametler koparıyor, Türk askerlerinin mezaliminden şikayetlerini Avrupa’ya kadar aksettiriyorlardı. Avrupa matbuatında – Bulgar parasıyla – aleyhimize fena bir ceryan husule gelmişti. Yıldız bu şekil vaziyete pek çocukça tedbirlerle çaresaz olmaya çalışıyordu. Avrupa’ya karşı memleketimizde hakkıyla adalet icra olunmadığını göstermek için bu komitacılar Divanı harplere, Örfi mahkemelere verilmiyor, alelade nizamiye mahkemelerinde muhakeme ediliyor ve mahkûm ediliyordu. Nizamiye Mahkemelerinde Yargılanma Fakat en garibi bu gürültülü, patırtılı mahkumiyetlerden sonra bütün o siyasi cürümler erbayı – Yıldızda fırsat kollayan Bulgaristan’ın müdahalesiyle – gizlice affolunarak yine memleketlerine gönderiliyor, onlarda tuzaktan kaçmış fareler gibi daha büyük bir cesaretle şiddetle meydana atılıyorlardı. Bu hal Avrupalılar nazarında gülünç bir şekil almıştı. Selanik’te birçok zamanlar bulunmuş İngiliz Konsolosu Mister Bulunet vardı. Türkçe öğrenmiş, Türklerle çok temas etmiş, Türkleri seven bir ihtiyar, doğru söyler bir İngiliz’di. Kabahatlerimizi yüzümüze söylemekten çekinmezdi. Kendisi terfian San Francisko Ceneral Konsolosluğuna gitmişti. Bir aralık mezuniyet almış, eski dostlarını görmek emeliyle Selanik’e gelmişti. Bu esnalarda idi. Bana Yıldız’ın oynadığı bu adalet komedisinden gülerek bahsetti: “ Bilmem Yıldız, Avrupa’yı sizi hala tanıyamamış, kolayca aldatılır zannediyor. Avrupa sizi ve Yıldız’ı olduğunuzdan daha fena bellemiştir. Hep kabahat hükümetindir. Ciddi iş görmek istemez, hile ile aldatmakla, göz boyamak için uğraşır. İşte bu defa komitacıları aleni mahkemeye kalkışması da komediden başka bir şey olmadığını bütün Avrupa biliyor. Gençliğimden beri Türkiye’de yaşıyorum. Memlekette büyük terakkiler husule gelmediğini gördüm. Fakat hiç ıslah olunmayan ve terekkiyatı üzerine kurulmuş sahte bir Yıldız’dan ibaret kalan mahkemeleriniz, polisiniz, jandarmanızdır. Adalet tevzii ve icrasına memur olan bu heyetler daha adalet ne demek olduğunu anlayamamışlardır. İçlerinde hakikaten namuslu ve afif adamlar gördüm. Fakat onlarda adil değillerdi. Hükümetin nüfuzundan kurtulamıyor. Çalmadığı halde el temasıyla hatır için iş görüyor. Yahut elinden iş çıkarılmıyor hatta süründürülüyordu. Sizde henüz kendi hissiyatını bir tarafa atıp, her şeyinin fevkine çıkarak adil olmak, yalnız hak için çalışmak hasıl olmuştur. Şimdiye kadar Türkiye’de hiçbir hakim görmedim. “ diyordu. Ben biraz müdafaa etmek istedim. Mekteplerden yeni yetişenler arasında bir çok muktedir ve müstakim hâkimler bulunduğunu söyledim. Ve genç İstinaf Mahkemesi Müddeiumumisi Necmettin Beyin komitacılar mahkemesinde gösterdiği iktidarından, talakatından bahsettim güldü: “ Sarıklı değil mi? Ben en ziyade sizin sarıklı hakimlerinizden korkarım. Onlar namuslu, afif, muktedir bile olsalar muhitlerindeki cahilane taassup tesirinden kurtulamaz, adil olamaz, müsavat icra edemezler” dedi. İhtiyar İngiliz’in bu sözlerine güldüm. Çünkü Necmettin Molla’yı ilk gördüğüm zaman benim üzerimde de ne yalan söyleyeyim böyle bir tesir husule gelmişti. Sarıklı olunca taassup merkezi eski medreselerden yahut ilmiye ricali muhitinden yetişmiş olduğuna ve o muhit tesirinden kurtulamadığına hükmetmiştim. Fakat sonra görüştük. Sohbet ettik. Kisvesine rağmen kendisinde katiyen taassup yoktu. Pek münevver fikirleri vardı. Zekası, talakatı, muhabbeti tesir edecek derecede idi. Medrese tabiriyle felfecir okuyan gözlerinde, tatlı nazarlarıyla insanı korkutan bir fevkaladelik, nasıl diyeyim bir şeytanet vardı. Necmettin Molla 1315 senesi sonlarında idi. Rusya Hükümeti, Bulgaristan’a karşı şiddetli bir infial gösteriyordu. Çar İkinci Nikola Petersburk’daki Osmanlı Sefiri huzuruna kabul etmiş, Makedonya’daki Bulgar çetelerine karşı hükümetin şiddetle muamele göstermesini tavsiye eylemişti. Müteakiben Rusya’nın Sofya’daki Maslahatgüzarı da Bulgar Hükümeti nezdinde teşebbüsatta bulunarak Bulgaristan’ın Makedonya Komitelerini himaye ve teşvik etmemsini ihtar ediyordu. Rus Çarı II. Nikola Yıldız bu vaziyetten cesaret aldı. Komitelere karşı şiddetle hareket olunması için Selanik’e emirler verildi. Bu sırada Necmettin Molla Selanik İstinaf Mahkemesi Müddeiumumisi bulunuyordu. Selanik’te Doktor Tatarciyef namında genç bir Bulgar doktor vardı. Yunan Konsolosunun kızı ile bir aşk macerası geçirmiş, fevkalade bir hal olarak bu Rum kızı ile evlenmişti. Bunu Rumlar ikiyüzlü hasım tanırlardı. Zeki ve faal bir herifti. Selanik’teki Bulgar Komitesi’nin reisi olduğuna delalet eden birçok kişi vardı. Fakat bunu ispat etmek güçtü. Hükümet bir mesele çıkarmak istemezdi. Bunun için Tatarciyef’i ve bu suretleamznun olan birçok Bulgarları uzaktan göz altında tutmakla yetiniliyordu. Fakat Rusya İmparatoru’nun verdiği bu cesaret üzerine Hükümet faaliyete girişti. Doktor Yatarciyef’le, komitenin Sofya’da çıkardığı Reform gazetesi muharrirlerinden Perlepeli Milan Mihail, Bulgar İdadisi muallimlerinden Hristo Matof ve Hıristo Minkof, Selanik’te komisyoncu Mitaliyalaşof, Bulgar mahallesi ruhani katibi ve mektep Müfettişi Petro Naum, Papas İstimad Tanaş gibi Selanik Bulgar Cemaatinin en mümtaz şahsiyetlerini tevkif etti. Bunlara alet ve vasıta olan ikinci derecede birçok gençlerde tevkif edildi. Hepsi mahkemeye tevdi edildi. Bunlardan bazıları itirafta bulunmuşlardı. 1315 senesi Şubat’ında mahkemeler başladı. İstinaf Mahkemesinin büyük Salonu yerli ve ecnebi birçok rical ile dolmuştu. Müddeiumumî Necmettin Molla Bey fevkalade bir talakat ve şayanı hayret ve kuvvei hafıza ile saatlerce süren bir dava yaptı. Mevkufların cürümlerini tayin ve delil eyliyordu. Bu komiteciler gençleri ölümlerle tehdit ederek Komiteye ithal ediyor. Yine bu tehdit ile servet sahiplerinden para topluyor, çeteler teşkil ediyor. Komiteye muhalefet edenleri öldürüyor. Bulgar iken Rumluk davasında bulunanlara işkencelerle dehşetler veriyorlardı. İtirafat ve araştırmalar neticesinde birçok esrar inkişaf etti Bu esrarın keşfinde Jandarma Yüzbaşısı Vali Yaveri Hüseyin Efendi’nin birçok hizmetleri görüldü. Hüseyin Efendi Bulgaristan’da Harbiye Mektebinde okumuş zabit çıkmıştı. Bulgar Ordusunda hizmetinin muktedir olamayacağını anlayarak kaçmış ve Selanik’e gelmişti. İradei Saniye ile Osmanlı hizmetine alındı: Fakat orduya ithali uygun görülmeyerek jandarmaya verildi. Kendisi münevver Bulgarlar kadar güzel Bulgarca bildiği için sivil kıyafetle Bulgarlar arasına sokulduğu zaman ondan hiç kimse şüphe edemiyordu. Selanik Bulgar Mektebi Selanik Bulgar Kız Mektebi Mührü Selanik Bulgar Katolik Mektebi Bulgaristan’da tanıdığı Selanik Bulgar ‘Mektebi muallimlerinden İlya’ya Selanik Rıhtımında dolaşırken tesadüf etmiş. İlya, Onu Bulgar zabiti olarak tanıdığı ve ismini bilmediği için kolayca açılmış. Selanik’teki Bulgar Komitesi Merkezine ve azasına dair birçok malumat vermiş, beraber lokantaya gitmişler, Orada da bir takım Bulgar gençleriyle buluşmuş. Uzun uzun muhabbetler etmişler. Hüseyin Efendi bütün bu esrarı ifşa etti. Komitenin Makedonya’da birçok merkezleri reisleri, hatta kumandanları anlaşıldı. Komitenin faaliyeti Selanik, Gevgili, Kilkis, Tikveş, Malaş, Radomir mıntıkalarına ilerliyordu. Komitenin Sofya’daki meşhur reisi Sarakof ile münasebeti inkişaf etti. Mahkeme esnasında Komite mensuplarından birçokları tevkif edildi. Bunlardan Selanik’te Frenk Mahallesi’nde kitapçı Yuvan Atanaş fedailerden olduğunu ispat için gece tevfikhanede yatağı içinde damarlarını keserek intihar etmişti. Mahkeme neticesinde bunlardan 13’ü cinayetle itham edildi. 3’ü idamla, 7’si müebbeden kalebendliğe, 3’ü beş sene kürek, 1’i iki sene kürek cezasına mahkum oldular. 6’sı da beraat etti. Avrethisar’ı ve Gevgeli’de derdest olunan ikinci, üçüncü derecede emniyete hazi komitacıların mahkemeleri de ayrı ayrı olundu. Rusya’nın verdiği cesaret üzerine taraf taraf yapılan şiddetli takibat Komitecileri epeyce sindirdi. Çetelerden epeyce usanmış olan bir kısım ahalide onları ihbar ediyordu. Müteaddit çeteler derdest edildi. Köprülü, Gevgili Bogdancı Komiteleri de muhakeme ve mahkûm edildi. Makedonya’da epeyce rahat ve sükunet husule geldi. Bu muvaffakiyette Necmettin Molla’nın büyük rolü oldu. Mamafih Makedonya Meselesi’nde aylarca sarf ettiği dahiyane mesaiye rağmen hiçbir müspet netice istihsaline muvaffak olamamıştı. Makedonya Komiteleri, Çeteleri, böyle muhakemelerle, mahkumiyetlerle temizlenebilecek mahiyette değildi. Mesele siyasi idi. Necmettin Molla’nın iktidar adilesiyle hal olunamazdı. Büyük siyasi ve idari tedbirler isterdi. Ona ise Yıldız yanaşmıyor, muhafazalıktan ayrılamıyordu. Bu hadisede gürültülü mahkemelerle mahkûm edilen bütün bu Komitecilerin çok zaman geçmeden affı şahaneye mazhar olduklarını görürüz. İktidarı Necmettin Molla’yı genç iken İstanbul İstinaf Müddeiumumîliğine çıkardı. Selanik’ten gitti. Onu İstanbul’da da mühim bir mevki ibraz etmiş görüyoruz. Abdülhamid Cuma Namazından çıkarken bir araba içinden patlatılan, birçok mazlumların ölümüne sebep olan o müthiş bombalamanın tahkikatına memur ediliyor. Doğrudan doğruya Abdülhamid ile temas edebilecek kadar bir mevki ve ehemmiyet kazanıyor. İktidarı kabiliyeti ile temayüz ediliyor. 10 Temmuz İnkılâbına müteakip Meşrutiyet hükümetinde de Necmettin Molla pek parlaktı. Adliye Nezaretine kadar yükseldi. Bir aralık Sadrazamın seyahate çıktığı bir sırada Sadaret kaymakamlığında bulundu. Fakat büyük zekasına, münasebet istimdadına, cesaretine, kabiliyetine rağmen Adliye Nezareti’nde ciddi teşkilat ve ıslahat yapamadı. Necmettin Molla Bey memlekette büyük bir şöhret, büyük bir mevkii ibraz etmiş mevkiinin son derecelerine vasıl olmuştu. Siyasetten çekildi. Şöhretinden ve mevkiinden istifade için bir avukat yazıhanesi açtı. Memleketin en büyük ve en mühim işleri ona gidiyordu. En kuvvetli müessesatın müşaviri oldu. Milyonlar kazanıyor, İstanbul’da en parlak bir muhitte prens gibi yaşıyordu. 1918 sonlarında Muharebenin felaketiyle neticelendiği günlerde Ona Berlin’de tesadüf ettim. Birkaç dakika görüştük. Güzel gözleri hala parlıyordu. Necmettin Molla Makedonya Meselesinde en mühim rolü genç İttihat ve Terakki kabinesinde Enver ve Talat beylerle çalışırken uyanmıştır zannederim. Hilmi Paşa’nın sedareti sırasında ona en şiddetle hasım ve muhalif Necmettin Molla idi. Molla Bey, Hilmi Paşa’nın Makedonya’da ıslahat fikirlerinin terviç ettirmemek, onun teşebbüsünü akim bırakmak, muvaffakiyetine mani olmak için, bütün kuvvetini harcıyordu. O zaman memleketin kaderini ellerinde tutan Enver ve Talat Paşaların üzerinde büyük bir nüfuz icrasına Muvaffak oluyordu. Talat ve Enver Beylerin Makedonya ve Arnavutluk siyasetleri o kanlı felaketlerin olmasında Necmettin Bey’inde bir mesuliyeti bulunduğunu iddia edenler vardır. Selanik fethedildiğinden beri beş asırdan beri hep ihtiyar kumandan paşalarla idare edilmişti. İşte ilk defa paşa olmadan genç bir vali görüyorduk. Makedonya Meselesi’nin günden güne kesbetmekte olduğu ehemmiyet ve vahameti Yıldız’ın artık takdire başladığını ümit ediyor, böyle genç valiler göndermesini köhne tarz idareyi değiştirmeye, ıslahat yapmaya temayül ettiğine hayır sayıyorduk. O zamanlar payitahtlarda saltanat tebdiline kadar muazzam bir hadise idiyse vilayetlerde de vali değişmesi o derece ehemmiyetli bir mesele idi. Yeni vali tayin olunan zatın menşeini, mazisini, halini, şikayetini, ahlakını anlayabilmek için bütün memurlar ve hükümetle temasını olan ahali haftalarca bundan bahset ederlerdi. Gazetelerin verdiği basmakalıp sathi muamelatından ziyade muamelatından ziyade İstanbul’da bulunan vilayetlerin mektuplarında yazdıkları hususi malumat ağızlarda döner, dolaşır, dolaştıkça bermutat kabarır dururdu. İşte Tevfik Bey’in bu genç valinin tayin edilmesi, görülmemiş yeni bir şey olduğu için, o gelmeden evvel böyle birçok malumat geldi. Selanik’te onun mektep arkadaşı, kendisini tanıyan memurlarda vardı. Öğrendik ki Tevfik Bey Mektebi Mülkiye’den birincilikle çıkmış, gayet zeki, çalışkan, namuslu, ciddi bir gençtir. Tevfik Bey Ciddiyeti Yıldız Sarayı’na alınmasına sebep olmuş. Mabeyin kâtipleri sırasına girmiş. Orada zekâsı, iktidarı, faaliyeti ile temayüz ederek müstakil Kudüs Mutasarrıflığına gönderilmiş. İşte oradan da Selanik gibi birinci derecede mühim bir vilayete tayin olunmuştu. Nihayet geldi. Gördük, tanıdık. Ancak otuz beş yaşlarında, genç denilebilecek bir çağda idi. Orta boylu, zayıf, mazi gözlü, biraz kösece, koyu kumral sakallı, az söz söyler, ziyadece vakarlı bir adamdı. Selanik’te Maarif Müdürü, Ziraat Müdürü gibi birkaç kişiden başka kimseyle görüşmez, yalnız vazifesiyle uğraşırdı. Büyük bir kabahati vardı. Çok çalıştığı, çok uğraştığı halde pek az iş çıkarabiliyordu. Son derece mütereddit idi. Korkaktı. Korkusu en ziyade Abdülhamit’ti Yıldız’a yazılacak kâğıtlar bin müşkülat ile elinden çıkabiliyordu. Mühim işler çok yavaş yürüyordu. Tevfik Bey Avrupa’da cari kanunları olan bir memlekette vali olsaydı, muvaffak olur ve temayüz edebilirdi. İktidarı, ilmi, namusu, kabiliyeti vardı. Bunlar muvaffakiyetine kifayet eden büyük meziyetlerdir. Her muameleyi, kanuna tevkif edecek, tereddüt ettiklerini meclisi idareye gönderecek yahut nezaret’ten sorulacaktı. Fakat o zaman biz de işler öyle kolaylıkla hal olunamazdı. Evvela, kanuna o kadar ehemmiyet verilmezdi. Kanun üçüncü, dördüncü dereceye kalırdı. Birinci derecede Yıldız’ın keyfini, emelini düşünmek lazımdı. Sonra Bâb-ı âli ile de bir ihtilaf çıkarmamaya, mesela hududuna şikayete meydan bırakmamaya çalışılacaktı. Bizim memlekete mahsus şahsa, meşrebe, zamana, mevkie göre değişir, bir (İdarei maslahat) kanunu vardı. Bizde bütün işler bu kanuna göre tedvir olunurdu. Her müşkül karşısında amirleriniz size (İdarei maslahat ediveriniz.) der işin içinden çıkarlardı. Esasen mesuliyet yoktu. Gürültü ve şikayet hududuna meydan bırakmayarak nasıl olursa olsun işleri yürütmek idarei maslahat etmek lazımdı. İşte Tevfik Bey bu idarei maslahat kanununu bilmiyordu. O nazariyat ile temayüz etmiş, ameliyat etmemişti. Tecrübesi, şahsi teşebbüsü, cesareti yoktu. Her işini kanuna kitaba uydurmak için uğraşıyor, çalışıyor fakat bir türlü enini boyuna uyduramıyor, düşünüyordu. İşler yürümüyordu. Selanik Bulgar Komitacıları Hâlbuki memleket buhranlı bir zaman geçiriyordu. Bulgar Komiteleri her tarafta yine faaliyete başlamışlardı. Bulgar ahalisi cesaret bulmuş ve şımarmışlardı. Şimdi bazen bir köy ahalisi hep birden, çoluk çocuklarıyla kaza merkezlerine, hükümet konağına giderek feryatlarla jandarmalardan yahut eşkıyalardan şikâyet eder, canlarının, mallarının muhafazasını isterlerdi. Fakat o eşkıya dedikleri yine kendileri idi. Her köyün gizli eşhası hatta efradı vardı. Bunlar çıkar, numayişler yapar. Sonra takip müfrezeleri geldiği vakit silahını gizleyen sabanının sapına yapışan köylü ağlar, bağırır, eşkıyadan şikayet eder ve biraz tazyik görünce işte böyle diğer şekilde nümayişlerle güya iltica ederek takip müfrezelerinin zulmünden, mazlum evlatlarının, kocalarının, babalarının hapis edildiğinden, işkenceye duçar olduklarından bahis ile ağlarlardı. Emelleri karışıklıklar çıkartmak, hükümeti bizar etmek, şaşırtmak, konsolosların nazarı dikkatini celb ile nihayet ecnebi müdahalesini davet eylemekti. Siroz Sancağının Bulgar hududuna yakın birçok köylerinde büyük oranda nümayişler yapılıyor, asayiş yok gösterilmeye çalışılıyordu. Makedonya ahvalini tetkik için gelmiş meşhur bir Amerikan gazetesinin muhabirini Bulgar eşkıyası yakalayıp, Bulgaristan’a kaçırdılar. 15 bin lira fidye istediler. Bunu yapanların Türk eşkıyası olduğunu iddia ettiler. Hep hükümeti, Türkleri tehdit ve itham ediyorlardı. İşte bir Bulgar köyü ahalisi de Selanik’e kadar gelmeye cesaret bulmuş ve Hükümet Konağı Meydanını doldurmuşlardı. Jandarma zabitlerinin, polislerin sözlerine kulak asmıyor, bağırıyor, mutlak Valiyi görmek dertlerini ona söylemek istiyorlardı. Türk Askeri Köylerde Arama Yapıyor Eğer Hasan Fehmi Paşa gibi bir vali olsaydı. Derhal aşağı inecek, onlar arasına girecek, birçok söz söyleyecek, çocuklarını okşayacak, tesirler gösterecek, kati vaatler verecek, o gün gürültüsüz dağıtmaya muvaffak olacak, idarei maslahat edecekti. Fakat bu idarei maslahat kanununu bilmeyen, köylünün maksadı numayiş, kepazelik, müşkülat çıkarmak olduğunu takdir ettiği için onlara karşı muamelede tereddütler içinde kalan, korkan Tevfik Bey aşağı inmiyor. Köylü oradan çıkıyor. “ Gördüğümüz zulümlerden şikayet için hükümete gittik. Valide bizi kabul etmedi. Derdimizi dinlemedi. Burada Hükümet yok. “ diye ecnebi konsoloslarına gidiyor, şikayetler ediyor. İş sefaretlere, oradan Bâb-ı âli’ye aksedince Sadrazam Sait Paşa yazdığı zehir gibi bir telgrafla valiyi tekdir ediyor. (Köylülerden haremi saklıyorsunuz?) diyor. Ve müteakiben zavallı Tevfik Bey azlediliyor. Makedonya Meselesi’nin aldığı şekle, Bulgarların fitnelerine karşı bir vali ne yapabilirdi? Vali değiştirmekle vaziyet değişecek miydi? Bu ahvale karşı Hükümetçe esaslı tedbirler ittihaz etmek, idarenin tarzını değiştirmek lazım geliyordu. Nitekim az zaman sonra Avrupa Devletlerinin müdahalesiyle idare tarzının değiştirilmesine mecburiyet görülmüş ve Makedonya’ya istiklalimize dokunan bir ecnebi parmağı girmişti. Yakalanan Bulgar Komitacıları Gerçi Tevfik pey ziyadesiyle mütereddit idi. Fakat Bulgarların meydana getirdikleri fesatlara karşı, Yıldız’ın takipte ısrar eylediği muhafazakâr idare ile şaşırmamak, tereddüt etmemek mümkün olur mu idi? Tevfik Bey bir daha İstanbul’da Şuray-ı Devlet ve müteakiben Divan-ı Muhasabat Riyasetlerinde ve nihayet Maliye Nezaretlerinde görüldü. Tevfik Bey Makedonya Meselesine temiz girmiş ve temiz çıkmıştır. Meseleye katiyen bulaşmamış ne iyiliği, ne de fenalığı bir tesir etmiştir. Mesele tabii ceryanıyla vahamete ve felakete doğru ilerliyor, girdabın kenarından yürüyordu. Bazen facialar ve ciddi meseleler arasında gülünecek tuhaf vakalar karışır. İşte bu hadise onlardandı. Amerika’nın büyük gazetelerinden bir ikisine muhaberat etmek, o zaman bütün dünyayı işgal eden Makedonya Hadisesini yakından görüp tetkik eylemek emeliyle Mis Ayiston namında Amerikalı genç bir rahibe Selanik’e gelmişti. Bu kadın Amerikalılara mahsusu bir serbesti ve lakaydi ile Hükümete haber vermeye, muhafız aramaya lüzum görmedi. Bir refikasıyla Bulgaristan hududuna doğru dağlık köylere ve kazalara çıktı. Köylerde geziyor, ahval ve hadisenin mahiyetini yakından tetkike çalışıyordu. Amerikalı gazetecinin böyle gezmesi Bulgar Komitacılarının dikkatini çekti. Daha ikiüç ay evvel Rum Komitacılarının Kasandıra Madenleri Mühendisi bir Fransız’ı dağlara kaldırmış, bunu kurtarmak için Hükümet eşkıyaya 15 bin altın vermişti. Bu sırada Makedonya Komitelerinin merkez riyasetinde Sarakof bulunuyordu. Bu genç komitacı cesur ve zeki olduğu kadar akıllıydı. Bu kadından iki yüzlü belki de üç cepheli istifadeyi temin edecekti. Hem komite sandığına külliyetli para çekecek, hem bütün dünyanın nazarını Makedonya Meselesi üzerine celb ederek burada asayiş ve hükümet bulunmadığını gösterecek, hem de genç kadına esrarengiz bir sergüzeşt, bir zevk temin edecekti. Sofya’daki Komite merkezinin tertibatı ile Bulgar eşkıyası, Bulgar köylerinde gezen Mis Ayiston ile refikasını kolayca yakalayıp, Bulgaristan’a kaçırdılar. Orada bir köyde sakladılar. Selanik Amerika Hükümeti Mis Ayiston’un serbest bırakılmasını hem bizim hükümetten hem de Bulgaristan’dan talep etti. Her iki taraftan memurlar, müfrezeler sevk olundu. Kadının izini bulabilmek mümkün olmuyordu. Bulgaristan, Amerikalı kadınların Türkiye’de eşkıya tarafından dağa kaldırıldığını Bulgaristan’da böyle şeyler olamayacağını, kadının Türkiye’de aranması lazım geldiğini iddia ediyordu. Hatta Bulgar gazeteler, daha ileri gidiyor, kadınları kaldıran çetenin Türk ve Arnavut olduğunu Siroz’da bir İslam evinde esir gibi gizli tutulduğunu ve sokağa da çarşafla zenci hadım ağalarının nezareti altında çıkarıldığını söyleyecek kadar ileri gidiyorlardı. Fakat bu maskaralıklar Amerikan gazetelerine bir hakikat diye mübalağalarla intikal ediyor, harikulade hadisat meraklısı Amerikalıları sinirlendiriyor. Türkler aleyhinde uydurulan efsaneler yayılıyordu. Resmi muhaberat ve taharriyat ile uğraşıldığı sırada eşkıya bilvasıta Protestan Misyonerlerine müracaatla Mis Ayiston’dan bir mektup getirdiler. Kendilerine 15 bin lira gönderilecek olurlarsa Mis Ayiston’u serbest bırakacaklarını anlattılar. Hadisenin bu şeklide Amerika’da duyuldu. Amerikalılar memleketlerinde görülmemiş ve işitilmemiş bu hal pek tuhaf buldular. Muhabirin mensup olduğu gazete bir iade defteri açtı. İstenen 15 bin lira kolayca toplandı ve telgraf poliçesiyle Selanik’e gönderildi. Meseleyi tetkik ve takip için Amerika’nın İstanbul Sefareti Baş tercümanı Selanik’e gönderilmişti. Selanik’te bulunan Amerikan Protestan rahibi Mister Havis Cumalıbala kazasına kadar gitti. Bulgaristan’da olduğunu anladığı Mis Ayiston’u kuırtarmak için eşkıya ile bir temas tesisine, 15 bin lirayı verecek emniyetli bir yol bulmaya çalışıyordu. Hadise bütün Amerika ve Avrupa’da büyük bir ehemmiyetle takip olunuyordu. Royter Telgraf Ajansı meseleyi, tetkik ve takip için Selanik’e bir muhabir gönderdi. Müteakiben Deyli Neyuz, Deyli Telgraf, Matin gazeteleri birer muhabir gönderdiler. Gazeteler bu garip hadiseye dair her gün Selanik’ten birçok telgraflar alıyor. Hepsi sütunlar dolduruyorlardı. Kadın gazete muhabirinin yanındaki refikası yedi aylık hamile idi. İşte aylardan beri eşkıya elinde idiler. Kadın doğurmuş muydu? Gazete muhabirleri Mis Ayiston’dan malumat almak için içerilerine, Bulgar köylerine gitmek istiyorlardı. Hükümet müsaade etmiyordu. Kadın muhabiri arayan bu erkek muhabirleri de Bulgar çeteleri yakalayıp dağa kaçıracak olursa başka bir olay ortaya çıkacaktı. Bu gazeteciler şehirleri, kasabaları, yakın ve emin köyleri gezmekle iktifaya mecbur kaldılar. Hakikati görmekte ve yazmakta çekinmediler. Türk’ün hamiyetini, Türk’ün faziletlerini, namuskârlığını gördüler. Yalnız Hükümeti Makedonya’da pek köhne görüyor ve beğenmiyorlardı. O zamanki hükümet Makedonya’nın mahiyetine parlak bir numunedir. Bütün Avrupa ve Amerika gazeteleri bu hadiseden bahsedip durdukları halde İstanbul matbuatı bir harf bile yazamamıştı. Nihayet eşkıya ile emin bir temas tesis edildi. Paralar verildi. Kadınlar kurtarıldı. Eskiya Mis Ayiston ile arkadaşı Madam Silya iki kişi esir oldukları halde üç kişi avdet ettiler. Madam Silya bu grup esaret esnasında, bir köylü kadını gibi ebesiz doğurmuştu. Kadınlar ve çocuk Usturumca’ya, oradan da Selanik’e gelmişlerdi. Mis Ayiston fevkalade memnun ve neşeli idi. Bu hadise kendisine büyük bir şöhret kazandırmış, servet temin etmişti. Şimdi hatıratını yazacak ve milyonlar kazanacaktı. Kendisi kurnaz bir gazeteci idi. Diğer gazetecilere hiçbir şey anlatmadı. Hiçbir gazeteciye bedava bir söz söylemedi. Yalnız Deyli Telgaraf gazetesi muhabirine – Beher fotoğrafa on İngiliz lirası ücret verilmek şartıyla – muhtelif vaziyetlerde fotoğraflarını almak için müsaade etti. Daha Selanik’te iken Avrupa ve Amerika’nın meşhur gazetelerinden hatıralarını yazmak için telgraflarla büyük ücretler teklif ediyorlardı. Havadis vermek üzere iki Amerika gazetesiyle birinci pazarlığı beş bin liraya daha Selanik’te iken anlaştı. Bulgar Kadınları Kadınlar dağlarda gezmekten esvapları ve kunduraları parçalanmıştı. Selanik’te Bulgar köylü karıları kıyafetiyle geldiler. Daha Selanik’te iken bir takım garip meraklılar, zenginler Mis Ayiston dağlarda gezdiği şu Bulgar karılarının giydiği esvapları beher parçasına yüzlerce liralar teklif ettiler. Faakt kadın bunları Amerika’da daha büyük ve daha çılgın zenginlere binlerce liraya satabileceğini bildiği için red ile cevap verdi. Mis Ayiston Selanik’ten hareket etmeden önce değeri büyük bir mukavele imzaladı. Amerika’nın üç büyük şehrinde birer konferans vermek üzere sekiz bin liraya pazarlığı kesti. Diğer bir İngiliz gazetesiyle de iki bin liraya mukavele imzaladı. Selanik’in zavallı züğürt gazeteleri bu müthiş ücretleri ödemeye muktedir olamadıkları için Mis Ayiston hatırasına ve hissiyatına dair bir harf öğrenmeye ve yazmaya imkân bulamadılar. Yalnız Avrupa’da ve Amerika gazetelerinde gördüklerinden neşri mümkün olanları nakledebilirlerdi. Bu da bir muvaffakiyetti. Çünkü sansür İstanbul gazetelerine bu derecesini çok görüyor ve bir harf yazdırmıyordu. Selanik Müşir Hayri paşa 10 sene kadar uzun bir zaman yüksek bir mevkiden Makedonya’nın mukadderatına tesir icra eylemiştir. Hayri Paşa 1312 Tesalya Muharebesinde, Ethem Paşa Ordusunda Fırka Kumandanlığı ile temayüz ediyor, Abdülhamit’in takdirine, itimadına mazhar oluyor, Birinci Ferik rütbesi ve Fırka Kumandanlığı ile Selanik’e geliyor. Az zaman sonra Üçüncü ordu Müşirliğine tayin olunarak mühim bir nüfuz ve ehemmiyet kazanıyor. Ellibeş yaşlarında, kısaya yakın orta boylu, sarı sakallı, mavi gözlü, sevimli bir adamdı. Çok söyler ve söylediği vakit, çok hareketler ederdi. Epeyce asabi görünürdü. Ciddiyetten ayrılmaz, daima vakarlı idi. Beş vakit namazını kılardı. Temiz kalbi vardı. Fakat diyanette, milliyette ve hatta askerlikte taassubu çok fazla idi. Bu taassubu Makedonya İhtilalları Meselesinde cihanın takdirini kazanacak adil, vazifeşinas, bir memur gibi hareket etmesine, iyi tesirler göstermesine mani olmuştu. Mamafih birçok meziyetleri vardı. İşret etmez, safahata meyil göstermez, bu günkü işi yarına bırakmaz, afif, müştekim, gayur bir Müşir idi. Galiba bir aralık Almanya’da bulunmuştu. Orada birçok şeyler görmüş, öğrenmiş, bir hezarvanlık istimdadı peyda etmişti. Mimarlıkla uğraşır, boyacılıkla iştigal eder, mesela evine aldığı bir çamaşır makinesinin nasıl hareket ettiğini anlamak için, bozulduğu vakit tamirini yaptırmak için saatlerce ve belki de günlerce düşünür uğraşırdı. Hayri Paşa Bazen pek sade, çocukça, masumane halleri görülüyordu. Bir defa yanında idim, gazeteden bahsediyorduk. Hayri Paşa her şeyi öğrenmek merakıyla sordu: “ Ha bak sana soracaktım. Gazetenin son sayfasında mütemadiyen Sunlayet Sabunlarını methediyorsun. Bu hakikaten iyi bir sabun mu? Bu sabunu hiç alıp kullanmadığımı, mahiyetini bilmediğimi söyledim. Hayretle yüzüme baktı. Darıldı: “ Mahiyetini bilmiyorsun da niye her gün methedip duruyorsunuz? “ dedi. Bunun alelade bir ilan olduğunu, ücretle basıldığını, gazetelerin ilan içeriğinden mesul olduğunu anlatmaya çalıştım. Başını sallayarak: “ Doğru değil, doğru değil. Emin olmadığı bir şeyi yazmak, ciddi bir gazeteye yakışmaz. Bak sana itimat ettiğim için az kaldı bu sabunlardan aldıracaktım. “ dedi. Böyle safhane halleri olmakla beraber, pek ciddi bir meselede aklı ererdi. Zevki selimi vardı. Yalnız Makedonya Meselesindeki fikir ve siyaseti askerlikteki taassubu makul değildi. Makedonya’ya ecnebi müdahale girmeden, Müfettişi Umumi Hilmi Paşa gelmeden, jandarma teşkilatı yapılmadan, çetelerin takibi, tenkili askeri müfrezeler tarafından yapıldı. Bazı müfreze zabitleri bu çetelere, köylerdeki komitelere karşı pek şiddetli mücadele ediyorlardı. Türk Askerleri Bulgar Köyünde Çetecileri Arıyor Bu olay konsoloslara, Avrupa gazetelerine aksediyor. Pek fena tesir bırakıyorlardı. Hayri paşa Makedonya’da Milli mefkûreleri için çetelerle meydana atılan, canlarını feda eden genç komitacılara adi haydutlar gibi şiddetler, hakaretler gösterilmesi muvafık olamayacağını anlamak istemiyor. Onlara meydanı harpte dövüşülen hasımlar gibi merdane muamele olunmasına razı olamıyordu. Bir gün yalnız kalmıştık. Bu bahsi açtım. Makedonya Meselesinin siyasi mahiyetini anlayamayan bazı takip müfrezesi zabıtalarının köylerde şüphelendikleri komitacıları ahırlara hapsettirip, hakaretlerle dövdürmek gibi muameleleri, burayı temizlemek değil fakat kangren haline koymak tesiratı yaptığını, bu hallerden milliyetleri için çalışan bu müfreze sahiplerinin köyünü intikam arzusunun günden güne arttığını ihtilalin daima genişlediğini, bilhassa Avrupa’da aleyhimize ceryanlar husule getirmeye çalıştım. Kendisine has bir tarz ile ufak ufak başını sallayarak dinliyordu. Ve nihayet: “Peki evlat müfreze zabitlerine (Bu hudutlara itibar ediniz) mi diyelim? “ dedi. Ben sustum. Bunların dağlarda yol kesen, halkı soyan canilerden olmadıkları, milli bir müfreze, bir vazife uğrunda canlarını feda ettikleri için mert bir hasım gibi hakarete duçar edilmeyerek muamele görmeye müstahak olduklarını, böyle yapılırsa yarın bu siyasi mesele bertaraf edildiği zaman iki anasır arasındaki husumet, kolayca izalesi mümkün olabileceğini izah ettim. Fikrinde ısrar etti. Bu komitacıları adi bir haydut olmaktan başka bir nazarla görmeğe razı olamıyor. Milliyet, mefkurede meseleye yanaşmıyordu. Hayri Paşa mutassıp bir hükümet adamı olduğu kadar askerlikte de taassubu vardı. Asker arkadaşlarını, mülkiye memurlarına ezdirmeye bir türlü razı olamazdı. Bir vali, bir mutasarrıfın, askerlerin filan meselede haksız muamele ettiklerini iddia etti mi Hayri Paşa’yı karşısında dehşetli bir müdafaa bulurdu. Zabitin haksız ve fena muamele ettiğine kani olduğunu ve onu hususi surette takip ettiği, cezalandırmayı kararlaştırdığı halde bile mülkiye memurlarına ve ecnebilere karşı onu son dereceye müdafaa ve himaye etmeyi mesleğe muhabbet muktezası, maiyet perverlik şiarı bir şeref sayıyordu. Bunun bir haksızlık, adaletsizlik, memlekete hattı asker ocağına bir zarar olduğunu düşünmek istemezdi. Hayri Paşa’nın diğer küçük bir kabahati de Abdülhamit’in tefrika siyasetine muvafık hareket etmek, ona hoş görünmek için valiler ve arkadaşları kumandanlarla geçinememeye, yahut iyi geçinmiyor gibi çalışması idi. Umumi Müfettiş ile valilerle muamelesi daima terbiye dairesinde olmakla beraber soğuktu. Sevmediği, hakiki rakip saydığı yalnız Siroz Fırkasıve Bulgaristan hududu Kumandanı Müşir İbrahim Paşa idi. Selanik Yalılar Mahallesi Hayri Paşa’nın bu kabahatlerine mukabil büyük meziyetleri de vardı. Gayet faal ve namuskâr idi. Askeri erzak ve mubayaa muamelesinde Harbiye Nezareti’nin irtikabatına itiraz etmezdi. Fakat kendi ellerini katiyen kirletmemişti. Hamiyetli ve faal idi. Diyanetperverdi. Eski inanatı sever, merasime itina ederdi. Her Cuma sabahı konağında ziyaretleri kabul eder, sevdiklerine taltifatta bulunur, sevmediklerine yüz vermezdi. Riyakârlığı yoktu. Selanik’in Güneydoğusunda sahil boyunda gayet mükemmel Yalılar Mahallesini teşkil etmişti. Burada Yahudiler, Rumlar cemaatleri namına müteaddit, mükemmel ibadethaneler, mektepler ve hatta hastaneler yaptırmakta yekdiğeriyle rekabet ediyorlardı. Biz memleketin sahibi, hâkim millet olduğumuz halde güya burada misafir imişiz gibi lakayt davranıyorduk. Beş-on bin İslam ahalisi olan Yalılar Mahallesinde bir tek Mescidimiz bile yoktu. Asır gazetesinde şiddetli bir makale yazmıştım. Bunun diyanet, milliyet, cemiyet noktai nazarından bütün Selanik Müslümanları için bir şeyin olduğunu söylüyordum. O Cuma sabahı ziyaretine gitmiştim. Hayri Paşa bu makalemden dolayı bana takdirlerini sundu: “ Bu işi ben deruhte edeceğim. Ve en evvelisinden on lira iane alacağım. “ dedi. Büyük bir cemaat ve faaliyetle başladığı işi parlak bir muvaffakiyetle neticelendirdi. 12 bin altın kadar iane topladı. Ayrıca yanında mektebi, evkafı ile pek güzel bir Cami inşa ettirdi. Selanik Yeni Cami Hayri Paşa yaptırdığı Caminin haziresinde kendisine ebedi rahat bir mevki ayırmış, bir kabir yaptırmış, hazırlamıştı. 10 Temmuz inkılâbından az zaman evvel Selanik’te 1323 senesinde vefat etti. Hayri Paşa namuslu, afif, iyi adam olmakla beraber milliyet meselesinde, siyasette pek sathi beyan olmaması sebebi ile Makedonya Meselesinde Selamet bahşe tesirat icrasına muvafık olamadı. Meselenin günden güne vahamet kesp etmesine sebep olan Yıldız siyasetini bütün kuvvetiyle müdafaa ve takip etti. Hasan Fehmi Paşa Selanik’e büyük bir neşe ve memnuniyetle gelmişti. Muhiti beğeniyordu. Fermanının okunduğu gün gösterdiği avam perverane etvar, irad ettiği gün uzun nutuklar, ibraz eylediği hitabet umumun muhabbetini celbetti. Uzu boyu, büyük kafası üzerinde nafiz nazarlı gözleri hakikaten muhabbetli idi. Güzel söz söylemesini, sathi fikirleri tashir eylemeyi pekiyi bilirdi. İlk mülakatımızda ben yanından nahoş tesirat ile ayrılmıştım. Düşünüyordum bu beyaz sakallı sevimli ihtiyarın büyük bir şöhreti vardı. İstanbul’da avukatlıkla yükselmiş, 93’de mebus seçilmiş, Mebusan Meclisi Riyasetine kadar yükselmiş, vükela arasına girmişti. Telaffuzundan Laz olduğu anlaşılan bu muhabbetli kafa acaba boş mu idi? Hasan Fehmi paşa’nın birinci valiliği pek az devam etti. Rıza Paşa’nın Selanik’e gönderilmesi icap etmişti. Selanik’ten acı bir tesir ve infial ile gitti. Altı sene sonra tekrar Selanik Valiliğine geldi. Makedonya Hadise’sinin en buhranlı zamanlarında idi. Tevfik Bey’in tereddütlerine, kimse ile görüşmemek itiyadının aksine olarak Hasan Fehmi Paşa kendisine güvenerek kolaylıkla her işi kesip atıyor, avam nas ile görüşüyor, nutuklar irad ediyor, hocalara, şeyhlere, papazlara, sokakta rast geldiği fukaraya samimane iltifatlarda bulunuyor, bütün halkın hürmetini, itimadını kazanmaya muvaffak oluyordu. Arnavutluk’tan terhis olunmuş ve memleketlerine gönderilecek bir tabur Selanik’e gelmişti. Asker efradı çarşıda bazı mağazaların ve dükkanların camlarını kırmış epeyce eşya yağma etmişlerdi. Hasan Fehmi Paşa bunu haber alır almaz, derhal faillerin yakalanması için şiddetli emirler verdi. Kendiside arabaya atladığı gibi çarşıya indi. Efkârı teskin etti. Dükkanları açtırdı. Bizzat tahkikat yaptı. Yağma edilen eşyanın bedellerini İstanbul’dan izin emrini beklemeksizin Hükümet Sandığından tazmin ettirdi. Bu hadise Hasan Fehmi Paşa’nın süratli icraat, adalet, cesaret gibi meziyetini ispat etti. Ona büyük bir şöhret kazandırdı. Selanik Osmanlı Bankası Hele gelişinden bir sene sonra 1319 senesi Selanik Hadisesinde gaz ana borusu tahrip edilerek birden bire bütün gazlar söndüğü büyük bir dinamit lokumuyla Osmanlı Bankası hallaç pamuğu gibi atıldığı birçok taraflara dehşetli bombalar saçıldığı sırada Hasan Fehmi Paşa’nın sokakların derin zulmetleri, dehşetleri içine saldırarak Frenk Mahallesine kadar gitmiş, yangını kontrol altına aldırmak için orada bizzat saatlerce kalmış, emirler vermiş, uğraşmış bulunması herkese takdir ve itimat hisleri verdi. Ertesi günü Hasan Fehmi Paşa ertesi günü erkenden çarşılara çıktı. Hükümetin vazifesini ifa edeceğini, ahaliden hiç kimsenin işe müdahaleye, Bulgarlara müdahaleye kalkışmamasını, arabası üzerinde ayağa kalkarak uzun nutuklar, nasihatlerle tavsiye etti. Namuslu ahaliye itimat verdi. Çarşılar açıldı. Bir karışıklığa meydan bırakmadı. Bulgar Komitacıları Tarafından Bombalanan Osmanlı Bankası Hasan Fehmi Paşa’nın bu dehşetli ihtilal devresinde Selanik valiliğinde bulunmuş olması pek hayırlı bir şey olduğu şüphesizdi. Zaten Bulgarlar asayişi ihlal etmek, bir karışıklık çıkarmak, Avrupa’nın müdahalesini davet etmek istiyorlardı. Eğer Selanik’te Hasan Fehmi Paşa gibi bir cesur, icraatı sarih, çenesi kuvvetli, bir vali bulunmayıp ahalinin haklı infialleri teskin edilmeseydi, zaten Selanik’te nüfusu iki bini bulmayan Bulgarlar bir katliama duçar olur ve bu hal ecnebi müdahalesini davet eder, Makedonya Meselesi fena bir hal alırdı. Hasan Fehmi Paşa’nın bu hizmetindeki büyüklüğü onun kabahatlerini affettirecek derecede büyüktü. Hasan Fehmi Paşa, Abdülhamid’den korkmayacak derecede cesur idi. Verilen haksız emirlere karşı cevap vermekten infial izhar etmekten çekinmezdi. Maarifi, mektepleri severdi. Taassubu yoktu. Münevver fikirli idi, terakkiperverdi. Patlama Sonrası Selanik Sokakları Fakat bütün bu meziyetine mukabil büyük kusurları da vardı. Kolay ikna olurdu, yalan söylerdi, bilhassa numayişt perest idi. Kindar ve vefasızdı. Kendisine bir hürmetsizlikte bulunan kızını hayatı boyunca yanına kabul etmemek derecesinde kindardı. Sonra kırk seneden beri beraber yaşadığı refikası Selanik’te hastalanmış, vefat etmişti. Vefatı üzerine muhteşem bir cenaze alayı ile nümayişler yaptı. Herkesin yanında ağladı ve ağlattı. Hanımına gösterdiği bu derece sevgi ve muhabbet Selanik’te kadınlık aleminde büyük bir tesir yaptı. Kadınlar onu takdir ediyor, göklere çıkarıyorlardı.Bir ay geçmemişti, Hasan Fehmi Paşa’nın teselli bulunmuş, hanımı unutmuş, cariyeyi nikâhı altına alarak hanımefendi yapmış olduğu duyuldu. Hasan Fehmi Paşa’nın vakarına münasip hafiflikleri, nümayişli büyük semahatları yanında şayanı hayret Mürüvvetsizlikleri, yüksek konuşmaları, hitabetleri arasında yalancılıkları, büyüklükler içinde küçüklükleri görülüyordu. Hasan Fehmi Paşa Bulgar Komitacıları Herhalde Hasan Fehmi Paşa’nın Makedonya Meselesi’nde oynadığı büyük rol ile temayüz eder, Abdülhamid’in, Bulgaristan’ı şımarttığı sırada Hasan Fehmi Paşa Makedonya Bulgar Komitelerine karşı değil, hatta Bulgaristan Hükümetine dahi şiddetli muameleden çekinmedi. Hükümetin haklı hissiyatını muhafaza etti. 1318 senesi Temmuz’unda idi. Bulgaristan Siroz’a bir tüccar vekili tayin etmek iltimasında bulundu. Bulgaristan’ın diğer şehirlerindeki tüccar vekilleri bir nevi konsolos imtiyazı tanıyor, Makedonya Komiteleri için bir merkez, bir fesat ocağı oluyordu. Halbuki Siroz, Bulgaristan hududu üzerinde Bulgarların en kalabalık bulunduğu bir sancaktı. Burada tüccar vekili namı altında Bulgar Konsoloshanesi açılması ihtilal için kundak deliği tesisi demekti. Hasan Fehmi Paşa, Yıldız’a bütün hakikati yazarak şiddetli bir tepki gösterdi. Bulgar Hükümeti bizi bir emrivaki karşısında bulundurmak için Siroz’da kuvvetli bir istihbarat örgütü kurarak müsaade olmaksızın buraya bir Tüccar Vekili gönderdi. Bu memur konağa Bulgar bandırası çekti. Kapı üzerine konsoloshaneler gibi, bir Bulgar arması koydu. Buna Osmanlı Hükümetinin taarruza, bir mesele çıkarmaya cesaret etmeyeceğini, tahmin etti. Eğer Hasan Fehmi Paşa, Selanik’te olmasaydı, iş şüphesiz Bulgarların arzu ve tahmin ettikleri gibi anlayacaktı. Çünkü yıldız mesele çıkarmaktan korkuyor, tereddüt ediyordu. Hasan Fehmi Paşa bizzat emir verdi. Polislerle bina üzerindeki sancağı ve direği kaldırdı. Kapı üzerindeki armayı çıkarttı. Tüccar Vekilinin sıfatını tanımadı. Hasan Fehmi Paşa’nın bu hizmetleri zahiri bir nümayişten ibaretti. Derde çaresaz olacak esaslı tedbiri düşünen yoktu. Makedonya Meselesi günden güne vahamet göstermeye başladı. Bulgar Mektepleri artık bütün Makedonya Bulgarlarını uyandırmaya muvaffak olmuştu. Komita teşkilatını ikmal etmiş, silah depoları tesis edilmişti. Şimdi küçük çeteler halinde değil, büyük kitlelerle büyük katliamlar yapıyorlardı. Korsıta havalisindeki Bulgar ahali köylerini terk ederek dağlara çıkmışlardı. Güya zulümden kaçmışlar diye Bulgaristan vasıtasıyla düveli muazzama kabinelerine müracaatlar ediyorlardı. Diğer tarafta da Bulgar katliamları devam ediyordu. Avrupa kabineleri üzerinde tesirat icrasından hali kalmıyordu. İcra ettikleri baskı neticesi Yıldız, Makedonya’da esaslı ıslahat için düveli muazzamaya vaatler verdi. Fakat faaliyet sahasına gelince ıslahat yine göz boyamaya çalışmaktan ibaret kaldı. Makedonya’da icrası lazım gelen ıslahatın mahiyetini tektik etmek, projeler hazırlamak için bir heyeti mahsusa teşkil edildi. Heyetin meydana getirilmesi hiçbir tesir yapmadı. Zaten Makedonya buhranını teskin edecek bir kuvvet ve salahiyetleri yoktu. Bu sırada Bulgaristan’ın hududa asker sevkine başladığı haber alındı. Ticari muamelat durmuş gibi idi. Balkanlar çıkacak bir harp ateşi kıvılcımlarının, bir umumi harbin çıkmasından korkuluyordu. Devletlerarasında rekabet şiddetli rekabet vardı. Tehlikenin önünü almak için düveli muazzama şımarık Bulgaristan’a yüz vermedi. Osmanlı askerleri Makedonya’da katliamlara devam eden tazyik etti. Dağlara çıkmış olan köylüler hükümete iltica ettiler. Padişahın iradesi ile bütün kabahatler, cinayetler af olundu. Yalnız eşkıyanın elindeki silah güya toplandı. Kırık dökük silahlarını teslim ettiler. Makedonya Komitesinin reisi Sarakof ve Mihail Silaveski Avrupa’da propaganda için dolaşıyor ve propaganda yapıyorlardı. Bunlar Makedonya Bulgar Mekteplerinde yetişmiş, fedai yazılarak dağlara çıkmış, zekâları ve cesaretleriyle ortaya çıkarak riyaset mevkiine kadar yükselen gençlerdi. Düveli muazzamanın baskısı üzerine Yıldız nihayet ciddi ıslahat icrasına razı oldu. 1318 senesi Teşrini Sanisinde Hüseyin Hilmi Paşa Umumi Müfettişliğe tayin olundu ve Makedonya’da Hasan Fehmi Paşa’nın vazifesi ve ehemmiyeti ikinci dereceye tenzil etti. 13 Eylül 1320 tarihine kadar artık Makedonya Meselesini siyasi yönü ile iştigal etmeyerek yalnız vilayet idaresi ile uğraşacaktı. S ofya’da bulunan Makedonya Merkez Komitesi 1319 senesi baharında Makedonya umumi bir kıyam ve ihtilal hazırlıyordu. Emeli Makedonya’da Hüseyin Hilmi Paşa tarafından ciddi surette başlanılan ıslahat teşebbüsünün muvaffakiyetiyle neticelenmesine meydan bırakmamaktı. Mefkûre uğrunda fedakarane çalışan pek çok Bulgar gençleri yetişmişti. Bütün tertibat hazırdı. Osmanlı Hükümetinin aczini, memleketi idareye, asayişi muhafazaya muktedir olmadığını Avrupa’ya göstermek için Makedonya’da büyük şehirlerdeki ecnebi müessesatına, bankalara, şimendiferlere, vapurlara karşı suikastlar, taarruzlar yapılacaktı. Selanik’te Olimpos Meydanı’nda denize nazır âli bir bina konsolosların, rical ve kibarın toplandığı en mümtaz bir koluydu. Bütün Rum kibarı da buraya devam ederdi. Kulübe Bulgar azanın kaydolmasına meydan verilmiyordu. Burada toplanan Avrupalılara Makedonya Bulgarlarını irfan seviyesi pek geri, kaba ve adi insanlar gibi tanıtmaya çalışırlardı. Nisan’ın 15. günü akşamı Kulübün büyük salonu, denize nazır geniş balkonu mutadın fevkinde kalabalıktı. Heyecanlı bir sohbet devam ediyordu. Selanik Rum kibarının mümtazlarından Amerika Fahri Konsolosu Mösyö Perikli asabi ve telaşlı avazıyla söylüyor: “Buda Bulgar Komitesinin tertip ettiği bir cinayettir. Yakında Bulgarların daha vahşiyane cinayetlerini de göreceksiniz. “ diyordu. Bahisin esbabını sordum. Anlattılar: Akşam vakti limandan hareket eden Fransız Mesajere Maritim Kumpanyasının vadi elkibir vapuru daha Karaburun önlerine vasıl olmadan içinde bir infilak vuku bulmuş ve yangın çıkmıştı. İşte yanmakta olan vapur karşıda görünüyordu. Rıhtımlarda toplanmış olan halk mütemadiyen artıyordu. Herkes heyecanlar içinde idi. Limandan vapurlar, kayıklar hareket etti. 28 Nisan 1903’te Bulgar Komitacıları Tarafından Bombalanan Fransız Vapuru Ertesi gün mesele anlaşıldı. Bulgar Komitesine mensup Gorki Mina namında bir genç yolcu sıfatıyla vapura girmişti ve vapurun hareketine müteakip Komitacı genç vapurun makine dairesine sokuldu. Elinde bir paket bulunduğu halde dar demir merdivenlerden aşağı inerken kendisini görenler vardı fakat ehemmiyet vermemişlerdi. Beş dakika sonra vapurun makine dairesinde müthiş bir dinamit bombası patlamış, makineler parçalanmış, vapur durmuş. Müteakiben yangın başlamıştı. Vapurda heyecanlı telaş arasında suikast mahiyeti anlaşılamadı. İmdada yetişen vapurlar, sandallar yolcuları kurtardıkları sırada Bulgar fedaisi bir komitacı Mina’da bir kayığa atlamış ve kurtulmuştu. Hareket eden şimendiferle Sırbistan’a kaçmaya teşebbüs etmiş ise de Selanik’ten telgrafla verilen malumat üzerine yakalandı. Selanik Karaburun Mevkiinde Bulgar Komitacıları Tarafından Bombalanan Fransız Vapuru Vadi elkebir 2700 tonilatoluk güzel bir vapurdu. Bütünüyle yandı. Hadisenin mahiyeti anlaşılınca Selanik’te derin heyecanlar, endişeler uyandı. İki gün sonra 17. Perşembe akşamı henüz gece olmuştu. Kulüpte idim. Birden bire aşağıda Olimpos Meydanı’nda dehşetli bombalar patladı. Selanik’te Olimpos Meydanı, rıhtımlar üzerinde en güzel gezinti mahalli idi. Burada birçok büyük kahvehaneler, gazinolar, oteller, kulüpler vardı. Akşamları kadın-erkek binlerce kibar halkı toplanırdı. Bulgar Komitacıları buralara ve Beyaz Kule civarındaki büyük birahanelere küçük bombalar atarak halkı huzursuz ettiler. Meydanlarda, rıhtımlarda bir vevela ve kıyamet koptu. Bizde yerimizden fırladık. Kulübün bütün lambaları bir anda söndü ve sokağa atıldık. Olimpos Meydanı, her taraf müthiş bir zulmet içinde idi. Halk yandan yana kaçışıyordu. Bu zulmetler ve dehşetler içinden yalı’ya kadar süratle gitmek, ailenin ne halde olduğunu anlamak istiyordum. Araba meydanda kalmıştı. İlk tesadüf ettiğim tramvaya atladım. Beyaz Kule civarında Elhamra Bahçesi önünden geçerken komitacılar oraya attıkları bombalardan yaralanan bir zavallının henüz yerlerde inleyip feryat ettiğini gördük. Bizim semti emniyet ve selamet içinde bulunca geniş bir nefes aldım. Aile halkını teskin ettikten sonra ihtilafın mahiyetini ve zayiatı anlamak merakıyla karşımızda bulunan Vali Konağına koştum. Hasan Fehmi Paşa’yı salonun ortasında ayakta gördüm. Heyecanlı idi. Fakat metanetini muhafaza ediyordu. Henüz hiçbir malumat alamamıştı. Olimpos Meydanı hadisesi, Elhamra Bahçesinde gördüğüm feci manzarayı anlattım. Müteakiben etrafından jandarmalar, polisler gelmeye başladı Tafsilat getiriyorlardı. Akşam gruba müteakip henüz bütün kahveler, gazinolar, halk ile dolu iken Bulgar Komitacıları Milan Arsov ve Georgi Bogdanov hep kibar halk ve ecnebilerle dolu olan Olimpos Meydanına, Beyaz Kule civarına, Frenk Mahallesinde Kolombo Bahçesinde neşelenmeye çalışan halkı arasına bombalar atmış ve ortalığa dehşetler saçmışlardı. Milan Arsov Georgi Bogdanov Atılan bu bombalar pek küçük ve hafif şeyler olduğu için halk arasında ehemmiyetli telefat ve zayiat yapmamıştı. Fakat Osmanlı Bankası altında toplayan müthiş bir lağım bombası o muazzam mermer sarayı yerle bir etmiş ve orada bir yangın çıkmış idi. Memleket Bahçesine, Hava Gazı ve Su Kumpanyaları merkezlerine giden caddede, dere üstündeki köprü altına da büyük bir bomba koymuş, oradan şehre hava gazı ve su isal eden borular tahrip edilerek Selanik sudan ve ışıktan mahrum bırakılmıştı. Vardar Kapısı’nda bir evde toplanan Komitacılar, halkın üzerine bomba atmış, balkon önünden geçen telgraf tellerini kopartmış ve parçalamışlardı. Selanik’in başka illerle telgraf muhaberatı kesilmişti. Selanik Osmanlı Bankası Bombalanması Bu müthiş haberleri alan Hasan Fehmi Paşa bizzat yangın mahalline gitmek için arabaya bindi. Eve döndüğüm sırada caddelerde hiçbir fert yoktu. Etraf yalılarda, Köşklerde bir ışık görünmüyordu. İhtilal korkusuyla bütün ve kibar pencerelerini, panjurlarını sımsıkı kapamışlardı. Ertesi sabah Selanik şehri uyandığı vakit herkes sokakları yokluyor, komşulardan malumat almaya çalışıyordu. Hükümet ciddi bir faaliyet gösterdiği, komitenin hareketi bir nümayişten ibaret kaldığı, şehirde asayişin sağlandığı anlaşıldı. Tramvaylar, arabalar işliyordu. Hasan Fehmi Paşa sabahleyin de herkesten evvel sokağa çıkmıştı. Halkın toplanabileceği kalabalık caddelerde dolaşıyor, ahaliye hitabeler irad ediyor, hükümetin vazifesini ifa edeceğini, komiteci hainleri yakalayıp cezalarının verileceğini temin ediyor. Emniyet ve sükûnet tavsiye ediyordu. Valinin bu teminatı üzerine dükkanlar, mağazalar açıldı. Şehirde bir sükûnet meydana gelmiş gibi idi. Polisler, hükümetçe tertip olunmuş müfrezeler geziyordu. Selanik’teki Bulgar nüfusu sayısı üç bini geçmezdi. Bulgar evlerinde ve dükkanlarında aramalar yapılıyor, şüpheli kişiler tevkif ediliyordu. Hükümet memurlarına teslim olmak istemeyen ve silahla karşılık veren komitacılara karşı aynı şekilde mukabele olunuyordu. Müsademelerin en şiddetlisi Frenk Mahallesinde bir pansiyonda yerleşmiş olan Komite fedailerinden beş’inin kendilerini tevkife gelen Jandarma Kumandanı Binbaşı Hüsnü Efendi evi sardı. Müfrezeye karşı bombalarla mukabeleye başlaması üzerine Çatışma meydana geldi. Bulgar Komitecileri Yakalanmaya Çalışılıyor Dehşetle başlayan bomba sesleri bütün şehirden işitiliyordu. Yeniden bir ihtilal teşebbüsü zannedildi. Dükkanlar, mağazalar kapandı. Herkes evine kaçtı. Ancak geç vakit akşama doğru, hakikat anlaşıldı. Bombaları biten komitacıların üçü intihar etmiş, ikisi ölü olarak ele geçirilmişlerdi. Heyecan biraz sükûnet buldu. O gün su borularının tamirine ve şehre su isal edilmesine başlanıldı. Ertesi günü de havagazı boruları tamir edildi. Şehir doğal haline dönüyordu. 27 Haziran 1903 tarihli L'Illustration dergisinde Selanik Valisi Hasan Fehmi Paşa ile ilgili şu yazı yayınlanır: “Vali Hasan Fehmi Paşa tüm onur ve takdire değerdir. O patlamalar sonucu kitleyi sakinleştirmek için birçok yerde ortaya çıktı. Sabah olaylar, askeri ve idari otorite şehirde düzeni ve huzuru sağlamak için kendinden emin ve kesinlikle güç düzenlemelere müdahale için sokaklarda kalabalıkları yasaklamaktadır.” Bu olay üzerine Selanik’te idare-i örfiye ilan edildi. Ferik Edip Paşa’nın başkanlığı altında bir divanı örfi teşkil olundu. Yakalanan komitacılar hakkında tahkikata başlanıldı. Tertibin teferruatı anlaşıldı. Bulgar Komitacıları Banka karşısındaki mağazaların birini kiralayarak oraya Sando adındaki bir fedai’yi yerleştirmişti. Sando güya bakkallık ediyordu. Dükkanın arka tarafından bir lağım inşasına başlanmıştı. Aylarca aylarca çalışarak cadde altından, Osmanlı Bankası binası altına doğru 8 metre derinden 14 metre uzunluğunda bir lağım açmışlardı. Her gece lağımdan çıkarılan topraklar, kağıt keselere doldurulur, ertesi günü güya erzaka almak için gelen kamyon mensubu Bulgarlara sanki satılmış mal gibi kamyonlara yüklenerek dükkandan uzaklaştırılırdı. Dükkana balık fıçıları altında 283 okka dinamit sokulmuş ve bunlar bankanın altına yerleştirilmişti. Banka mensuplarından üç kişi öldü, iki kişide yaralandı. Olay Yeri Haritası Bombalanan Osmanlı Bankası Direktörü 3 Mayıs 1903 tarihiyle İstanbul’a gizli ibaresiyle şu raporu gönderiyordu: “Biz geçen Perşembe gecesi sırasında Selanik’te Osmanlı Bankasına karşı yürütülen ve yaralanma ve kurtarma faaliyetleri, alınan önlemler ile ilgili aşağıdaki kronolojiyi ortaya koyuyoruz. Birkaç ay önce, bankanın önünde karşı sağ tarafta bulunan ve bir bakkal var. Bu bakkal dükkânını bir Bulgar kiraladı. Bu mağazada, merdivenlerden aşağı inince mahzen vardır. Mağazanın iç düzeni mallar ve cam dolapları ile yeraltı odasına çıkan merdivenler gizlenecek şekilde yapıldı. Bankaya doğru tünel kazılmaya başlandı. Bu çalışma, kazı yapmak için gerekli olan uzun bir süre olmasına rağmen, hiç gürültü duymadık çünkü sistematik ve hassas bir şekilde yürütülen ve kimse kazılan toprak ve kayaların taşınması dikkati çekmedi. Gece boyunca kazılan toprak, ürün ve malzeme satın almak için geldiklerini söyleyen Bulgarlar tarafından kamyonlarla taşındı. Yine de tünelin kesin uzunluğunu bilemiyorum. Gerekli olduğunu daha ileri gitmek için ise oraya varmak sadece caddenin genişliği kazmak için gereklidir, çünkü bankanın temelleri anlamına gelir yaklaşık 5 metre uzunluğunda kazılmış olduğunu varsayalım çok daha zor ve kesinlikle sessizce yapılamaz banka operasyonu duvarı geçmek. Ancak, patlama nedeniyle oluşan zararın büyüklüğü bu tezimizi doğruladı. Tünelin açılmasından sonra, bankanın altına dinamit belirli bir miktar konur ve bakkal kendisinden gelen elektrik teli ile bir patlamayı gerçekleştirmiştir. Bankaya karşı saldırı münferit bir vaka değildir. Plan yaygın bir şekilde panik yaratmaktır. Şehirde birçok noktalarda bomba ve dinamit çubukları eş zamanlı patlamalar ile bu amaçlarına eriştiler. Çarşamba akşamı 8 civarında, birkaç Bulgar komitacısı, ana iletim sistemi küçük bir köprünün altından geçer ve bu nedenle kolayca erişilebilir demiryolu hattını dinamitle havaya uçurdu. Bu borunun patlaması şehirde havagazı ve su kesilmesine yol açtı. Bu süre boyunca bombalar şehrin farklı yerlerinde patladı ve sayısız çatışma ordu ve Bulgar komitecileri arasında, sabaha kadar devam etti. Bankaya saldırıdan sonra, yetkililer derhal yangın pompaları gönderdi ancak tüm çabalarına rağmen, bina ek bina çerçevesi bulunduğu yerler dışında tamamen yandı. Selanik Valisi hasan Fehmi Paşa şehirde güvenliği sağlamak için çok sarf etti ama yetersizdi. Neyse ki, gece yarısına doğru Anadolu’da 2.000 asker geldi. Bu önlemlerle sükunet sağlandı. Olaylar sonucunda 150 yaralı ve 400 ila 500 ölü olduğu söyleniyor. Dinamit, bomba ve mermi saklanılan yerler büyük miktarda basıldı ve bu yerler basılmaya devam ediliyor. Biz patlayıcı madde stoklarının hala var olduğuna inanıyoruz. Ancak, alınan önlemler göz önüne alındığında, yeni olası saldırıların etkisi olmadan kalacağını inanıyorum.” Bombacılar Yargılanıyor Ertesi günü araştırma esnasında meydana gelen çatışmalarda da ahaliden ve Bulgar Komitacılarından 40 kadar ölü vardı. 40 kadarda asker şehit oldu. Teşebbüs bundan ibaret kaldı. Avrupa’daki tesiri ise Bulgarların ümit ettiğinden tamamıyla aksini gösterdi. Bütün medeniyet alemi matbuatı bu canavarlığı çılgınca bir hareket diye takdim ettiler. Selanik Hadisesi, Makedonya Komitesi reislerinden Dilçof tarafından tertip ve ihzar olunmuştu. Fakat Dilçof tertibatının tatbikini göremedi. Çünkü hadiseden üç gün evvel birçok Komite mensubu ile birlikte Siroz’un Banice köyünde sarılmış dehşetli bir çatışma başlamıştı. Çeteye civar köylerden yüze yakın silahlı komiteci yardıma geldi. Müfrezeye de Sirozdan imdat kuvvetleri sevk olundu. Çatışma sonucunda çete ortada kaldırıldı. Dilçof’un refakatinde Bulgar Ordusundan çetelere katılmış bir kaymakam, bir binbaşı, iki yüzbaşı ve çok sayıda mülazımlar vardı. Bunlar Makedonya’ya dağılmak, silahlandıracakları ahaliyi askeri tertibat ve teşkilat ile kullanmak, adeta muntazam muharebeler yapmak hazırlığında idiler. Bütün bu ileri gelen komitacıların Makedonya’ya dağılmadan evvel büyük bir çete ile tamamen mahvedilmesi müteakiben Mesajeri vapuru suikastçının ve Selanik Hadisesinin ümit ettikleri neticeyi, vermemesi Bulgaristan’daki Makedonya Komitesini çok üzdü. Bulgar Kralı Ferdinand kendisini de tehdit eden Makedonya Komitesinin bu başarışsızlığından istifade ve mevkiini kuvvetlendirmek için Yıldız Sarayı ile dostane münasebeti daha ileri götürmeye çalıştı. Bulgar Komitacıları Bulgar gazeteleri Dilçof ile en büyük reislerin Banice Müsademesinde öldürülmeleri gizleniyor, Makedonyalılara ümit ve cesaret vermeye çalışıyorlardı. Çeteler faaliyetine devam etti. Şimendiferlere, köprülere taarruzlarına başladılar. Usturumca’ya giden posta katarı hattan çıktı. 6 vagon parçalandı. 2 taburla hareket eden diğer bir katardan bomba ile bir vagon parçalandı. Makedonya müfettişi Hüseyin Hilmi Paşa bu vaziyetten istifade fırsatını değerlendirdi. Hakimane bir şiddet gösterdi. Her tarafta Komitacılar aleyhinde takibat icra olunuyordu. Komite üyelerinden 100 kadar Bulgar ileri gelenini tevkif edilerek Divanı Harbe tevdi olundular. Kesriye’de Asmaroş köyünde meşhur reislerden Çakalarof’un 150 kişilik çetesi, Leskoy’un Redif Taburu tarafından sarılıp imha edildi. Bulgaristan hududuna yakın dolaşan 300 kişilik bir çetede sıkıştırılarak 50’den fazlası itlaf olundu. Manastır Selanik, Kosova ve Manastır Vilayetlerinde çetelerle müsademeler oldu. Komiteler her tarafta eziliyordu. Bu cinayetlerden usanmış olan Bulgarlardan birçokları komite sandıklarına yardımdan vazgeçtiler. Birçok Bulgar köyleri komitecileri köylerine kabul etmemeye başladılar ve komitenin kendilerine verdiği silahları Hükümete teslim ettiler. 1319 baharında Makedonya’da Bulgar teşebbüslerine karşı parlak bir muzafferiyet kazanmış demekti. Bunun semeresinden yararlanmak, Makedonya’yı Osmanlı İmparatorluğuna hakimane ve metin bir suretle bağlayabilmek için akıllı bir siyaset izlemek lazımdı. Bu yapılamadı, yanlış yollardan gidilerek Rumlarla, Bulgarların barışmasına, uyuşmasına meydan verildi. Makedonya’da Bulgarların alevlendirdikleri ihtilal ateşini söndürmek mümkün olamıyordu. İşe Rusya ve Avusturya nüfuzu da karışmıştı. Balkanlarda Avusturya ile Rusya nüfuzu büyük bir rekabet icra ediyordu. Sırbistan’ı ve Bulgaristan’ı nüfuzu altına alabilmek için her iki taraf bu küçük hükümetlere vaatler hususunda yekdiğeriyle rakabet ediyorlardı. Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan bundan yüz bulmuş, onlarda Makedonya sahasında menfaat temini müsabakasına itilmişlerdi. Makedonya Meselesi büyük bir ehemmiyet kazanmıştı. Buradan çıkacak bir kıvılcım, muhakkak Avusturya-Rusya hududuna sıçrayacak, umumi bir harbin çıkmasına vesile olacaktı. Bundan endişe eden büyük devletler, Makedonya müzakerelerinden sonra Balkanlarda Rusya ile Avusturya’nın eşit derecede menfaati ve hakkı nüfuzu bulunduğunu kabul ettiler. Bir anlaşma imzalandı. Makedonya’da idareye müdahale etme kararı verdiler. Yıldız’ı sıkıştırmaya başladılar. Biz Makedonyalılar bütün bu ahvali asabi bir heyecan ile takip ediyorduk. İstanbul gazeteleri bu meseleden bahsedemiyorlardı. Fakat teşebbüsat tafsilatıyla ecnebi gazetelerinden haber alınıyor. Makedonya’nın her tarafında duyuluyordu. İşte bu sırada bir gün Rumeli Vilayetine Umumi Müfettişliğine Hüseyin Hilmi Paşa’nın tayin olunduğunu haber aldık. “ Bu Hüseyin Hilmi Paşa kim diye biri birimize soruyorduk. “ Kendisi meşhur ricalden değildi. Rumeli’de hiç bulunmamıştı. Rumeli’yi bir prens gibi tam istiklal ile idare edecek olan bu müfettişin hususiyet ahvalini Hüseyin Hilmi Paşa anlamak için günlerce hep bundan bahsedildi. Nihayet şu malumatı toplayabildik. Hilmi Paşa, Midilli ahalisindendi. Meşhur vatanperver Edip Kemal Bey, Midilli mutasarrıflığında bu çocuğu görmüş, onu himaye etmişti. Taharriyat Kâtipliğinden Liva Taharriyat Müdüriyetine, sonra mektupçuluğa, Suriye Mektupçuluğundan, Havran Mutasarrıflığına oradan Adana Valiliğine geçmişti. 1314 senesinde Adana’da iken Avusturya Konsolosu’nun haksız bir tecavüzüne karşı hükümetin hukuk ve haysiyetini muhafaza için ittihaz eylediği şiddetli muameleden çıkan ihtilaf üzerine Avusturya Hükümeti’nin Mersin’e bir filosunu sevk etmek suretiyle icra eylediği tehdit ve tazyik neticesinde oradan azlolunmuş 1314’de Yemen Valiliğine tayin edilmişti. Yıldız vakit vakit gösterdiği mecnunane tuhaf siyasetleri vardı. Yemen’de adalet ve kuvvet ibrazıyla ısındırmaya muvaffak olamadığı ahaliyi riyakârlıkla göz boyayarak teshir etmeyi düşünmüştü. Oraya güya ulemadan mürekkep bir heyet idare edecek, memleket şeriatla idare edilecekti. Hüseyin Hilmi Paşa Yemen’de Aramice öğrendiği gibi irfanıyla kendi kendine Fransızca öğrendiğini, gece gündüz çalışarak işret etmez, eğlenceye rağbet göstermez bir adam olduğunu söylüyorlardı. 1318 senesi Kanunisanisinde idi. Hüseyin Hilmi Paşa Selanik’e geldi. Rıhtımda törenle karşılanmıştı. Bende ziyaretine gittim. Onu hayalde sarığını henüz atmış, alelade bir terbiyede yetişmiş, sufi kıyafetli sukuti meşrep bulacağımı tahmin ediyordum. Hâlbuki şık ve iyi giyinmiş ve zarif buldum. Ziyaretçilerine eski vüzera tarzında değil, Avrupalılaşmış hafif bir vakar ile kabul ve taltif ediyordu. Uzun boyu, pek az kırlaşmış uzun siyah sakalı, nafiz nazarı kendisine muhabbet bahşederdi. Midillili Türk evladı olduğunu bilmesem, söz söyleyişinden onu Arap zannedecektim. Uzun müddet Suriye’de, Yemen’de bulunduğu, Aramice kelimelerin telaffuzuna bir de kişilik vermişti. Hilmi Paşa Selanik’e gelirken hareket ve muamelatını tersad için refakatine Hünkar yaverlerinden bir değil, iki kişi, Birinci Ferik Nasır Paşa ve Kaymakam Nazım Bey memur edilmiştir. Bundan kendisinin Abdülhamid’in itimadına mazhar bendeganından olmadığını analdık. Müteakiben düveli muazzama taraflarından seçilen meclis azaları, jandarma zabitleri de değildi. Hilmi Paşa’nın riyasetinde sivil memurlar işe başladı. Hüseyin Hilmi Paşa Üsküp Hilmi Paşa Makedonya’da muvaffakiyet için Yıldız’ın itimadına mazhariyetin elzem olduğunu takdir etmiş, Avrupa Devletlerinin kontrol memurlarını memnun edecek icraata girişirken Yıldız’ı kuşkulandırmamaya da ehemmiyet vererek az zamanda Abdülhamid’in emniyetini kazanmaya muvaffak olmuştu. Yıldız Sarayı Hilmi Paşa, Makedonya’da en birinci muvaffakiyetini siviller meclisinde memuriyet hududunu tayin hususunda gösterdiği diplomasi olmuştu. Rusya ve Avusturya maruf olan Makedonya hududu dahilinde teftişat ve teşkilat istiyorlardı. Esas Makedonya ise Selanik Vilayeti ile Kosova Vilayetinde yalnız Üsküp sancağının birkaç kazasından ve Manastır Vilayetinde, Selanik’e hudut bazı kazalardan mürekkebti. Kosova ve manastır vilayetlerinin büyük kısmı bu hudut haricinde kalıyordu. İyi düşünemeyen nüfuz nazır sahibi olmayan bir siyasi bu teftiş hududunu darlaştırmaya, birçok sancaklarımızı ecnebi nüfuzundan, müdahaleden kurtarmayı nimet ve muvaffakiyet sayacaktı. Fakat Makedonya kıtası nüfusunda ekseriyet gayri Müslim anasırda idi. (Yüzde 40 kadarı Müslim, yüzde 60 kadarı gayri Müslim) bu kıtayı bizden ayırmak isteyenler bu ekseriyet meselesine büyük bir ehemmiyet veriyorlardı. Hilmi Paşa Kosova ve Manastır Vilayetlerinden yalnız birer kısmının alınmasını idareten caiz ve mümkün olamayacağını ve esasen ve esasen bu Vilayetler tamamen Makedonya sayıldığını, ahalisi mahlut bulunduğunu ileri sürerek bu üç vilayetin tamamen Makedonya’ya ait ettirmiş, memlekete iki başlı bir hizmet göstermişti. Birincisi, Makedonya’dan hariç tutulmak istenen yerler ahalisi İslam idi. Bu suretle Makedonya nüfusunda İslam anasırı büyük bir ekseriyet kazanmış oluyordu. İkincisi, İdaresi ıslaha muhtaç olan Kosova ve Manastır Vilayetlerinin Arnavutluk aksamı ‘da bu sayede iyi idareye mazhar olarak uyanabilecekti. Hilmi Paşa Makedonya icraatına en evvel değersiz memurları ayıklamakla başladı. Az zaman içinde Türkiye’nin değerli ve namuslu memurları Makedonya’da toplandı. Hilmi Paşa: “ Memleketin istikbalinden ümidi kalmayan, çalışmaya hevesi olmayan memurlara itimat etmem. muvaffakiyet ümidi ve azmi olmayan adam muvaffak olamaz. “ derdi ve bu şart dahilinde namuslu, gayur, azim sahibi memurları seçer ve ileri sürerdi. Namuslu ve muktedir memurlar bu vilayete gelmeye can atıyorlardı. Burada maaşlar muntazaman ödeniyor, yetenekli olanlar kolayca terfi ediyorlardı. Jandarma teşkilatı için en değerli genç zabitlerimiz seçildi. İşlerde intizam, sürat, selamet görülüyordu. Hilmi Paşa’nın Yıldız’ı kuşkulandırmayarak o taraftan müşkülat ifa edilmesine sebebiyet veremeyen ecnebi devletlerin hiçbir şikâyetlerine meydan bırakmayan seri ve şedit icraatı sayesinde Makedonya’da yedi sene içinde sulh ile beraber birde seçim husule geldi ve İttihat ve Terakki bu muhit ve istimdad içinde beslendi, büyüdü ve muvaffak oldu. Bizde yüksek mevkilerde temayüz edenleri çekememek, kıymetini tenzile çalışmak eski bir adettir. Hilmi Paşa büyük iktidarı ve muvaffakiyeti ile yükseldikçe aleyhinde bulunanlar arttı. İstanbul’da ve hatta Makedonya’da onu tenkit edenler vardı. Bunların başlıca itirazları şunlardı. Hilmi Paşa teferruat ile uğraşır, büyük ve ehemmiyetli işlerle iştigale vakit bulamaz. Gezmez, görmez, teftiş etmez, iş görmeye çalışmayarak Yıldız’a hoş görünmek için Valiler, Müşirlerle suni dargınlıklar çıkarmaya tenezzül eder. Rum ve Bulgarların bir şikayeti üzerine memurları ve İslam ahaliyi lüzumundan fazla bir şiddetle rahatsız ederdi. Atfedilen bu suçları birer birer tetkik edelim. Hilmi Paşa, teferruatla uğraşırdı. Çünkü uğraşmak, çalışmak hayatının yegâne zevki idi. Kaç defa ağzından işittim. “ Bana dünyada işkence etmek isterlerse, meşgulesiz bıraksınlar. Çıldırırım “ derdi. O muazzam işlerle uğraşmaya vakit bulamaz değildi. Onlarla bihak iştigal eder, fakat ondan çıkmadığını, eğlenceye gitmediği için bir türlü dolduramadığı vakitlerini boş geçirmeyerek teferruat ile de uğraşırdı. Hilmi Paşa’nın çıkıp gezmediği, görüp teftiş etmediği şikayeti haklıdır. Fakat kendisinin katiplikten, mektupçuluktan yetişmiş olması onda kökleşmiş bir itiyad bırakmıştı. Masa başında kalem elinde uğraşarak, yazı ile her işin tedvir olunabileceğini zannederdi. Çıkmaz, gezmez, görmezdi. Bu en büyük hatası idi. Kendisini hakikaten sevenlerde bu haline üzülürlerdi. Hilmi Paşa’nın Yıldız’a hoş görünmek Abdülhamid’in evhamına meydan bırakmamak için valiler ve Müşirlerle samimi münasebet idame etmediği doğru olabilir. Fakat bu münasebet soğuk olmaktan ileri gitmemiş muamelata tesir etmemiştir. Müfettiş Paşanın mahiyeti demek olan valilere, kumandanlara karşı nezaket ve terbiyeye muhalif olabilecek hiçbir muamelesi, hiçbir yazısı görülmemiştir. Hatta Raif Paşa Suriye Valisi iken Hilmi Paşa’yı mahiyetinde mektupçulukta kullanmış, Havran Mutasarrıflığına terfiine delalet etmiş, Onu küçük tanımış olmasına binaen Selanik’te Hilmi Paşa’ya epeyce şiddetli tezkereler yazdığı halde O, cevaplarında itidalden ayrılmamış, ihtiramkar bir lisan kullanmamıştır. Hilmi Paşa’ya edilen tearuzların en mühimi Rum ve Bulgarların şikâyeti üzerine memurlara ve İslam ahaliye şiddetle muamele etmiş olmasıdır. İnkâr olunmayacak hakikatlerdendir ki bizde bilhassa köylerde ve kasabalarda ekseri ağalarımız Hıristiyanların eşit muameleye mazhar olmasına razı olamıyorlardı. Bu fena itiyadı kırmak, ezmek, diğer anasır efradının da insanlık, hukuk itibarıyla bizden hiçbir farkları olmadığını hatta eşirliğe riayet lüzumunu dimağımıza yerleştirmek iktiza edemiyordu. Hilmi Paşa bu haksız muamelatı kökünden koparmak, memlekette adilane bir eşitlik tesis ederek Hükümetimizin bakiyesini temin eylemek için adilane bir şiddetle muameleye lüzum görmüştü. Sivil memurlar, ecnebiler Hilmi Paşa’nın tarafgirlik etmeyerek kati bir adalet hissiyle iş gördüğüne kanaat ediyor, kendisine emniyet gösteriyorlardı. O da bu sayede Makedonya’da hükümetimizi, Türklerin hakkını kuvvetlendirmeye muvaffak oluyordu. Eğer Hilmi paşa’nın bu siyaseti, bu idaresi devam etmiş olsaydı, hiç şüphesiz Makedonya ecnebi müdahalesinden kurtulacak, Osmanlı idaresine avdet edecekti. Nitekim Meşrutiyet’e müteakip Hilmi Paşa’nın teşebbüsatı ile düveli muazzama Makedonya idaresine müdahaleden vazgeçtiler. Oradan ecnebi parmağı çekildi. Bu muvaffakiyet ancak Avrupalıların Makedonya’da ciddi bir salah husule geldiğine kanaat etmiş bulunduklarının sonucu idi. Manastır Hamidiye Caddesi Eğer memleketimizde o felaketli fırka ihtilafı, Arnavutluk İhtilallleri uyandırılmamış, birbirlerine şiddetle hasım olan Yunanlılar, Bulgarlar, bizim mütevelli hatıralarımızı görerek bu fırsattan istifade için ittifak etmemiş bulunsalardı. Balkan Muharebesi çıkmayacak bütün Rumeli ile beraber Makedonya elimizde kalacaktı. Hilmi Paşa’nın eşitlik siyasetine itiraz eden merkeziyet taraftarı bu çocukça mağrur, tecrübesiz siyasetleriyle Bulgarlardan ve Rumlardan maada Arnavutları ve hatta Arapları gücendirdiler. Balkan Muharebesi felaketine meydan açtılar. Hilmi Paşa’nın eski adalet e bağlı kalmış, teceddüt perver Meşrutiyet Nazırı olamamış olduğunu söyleyenlerde oldu. Hilmi Paşa bizim eski milli teşrifatımızı, ağır vakarlı hürmetimizi birden bire yıkmanın aleyhinde idi. Çünkü o zaman bizde henüz hazmedebilecek bir istimdat hasıl olmamıştı. Bana: “ Muhit yine o muhit olduktan sonra birden bire eski inanatı, teşrifatı, rütbeleri, resmiyeyi kaldırmakla teceddüt ve Meşrutiyet olmaz. “ dediğini hatırlıyorum. Hilmi Paşa’nın bu inanat perverliğine itiraz eden gençlerimiz nezaret sandalyelerine, yüksek makamlara oturdukları vakit kendilerine (Nazır Bey) diye teklifsizce mektuplar yazan eski arkadaşları, küçük memurların bu hareketlerini hazmedememiş, eski teşrifatı, iade ve tesisi göstermiş değiller mi idi? Abdülaziz’in mi, Abdülhamid’in mi bilmem hangisinin doğru bir sözü varmış: “ Ben şehzadeliğimde yüksek mevkilere çıkmış, muhterem gördüğüm eski vezirlere karşı padişah olduktan sonra, aynı hürmeti göstermekten kendimi alamaz ve gayri ihtiyari onlardan çekinirdim. Benim yetiştirdiğim, belki o eskilerden daha değerli vezirler, hatta Sadrazamlar gözümü dolduramıyor. Belki o his ve hürmeti gösteremiyorlardı. “ dermiş. Bu bir hakikattir ki herkes az çok kendi nefsinde de eski vezirler gibi inanatperver gördüğüm, bütün icraatını ciddi bulduğum, hasılı fazilet ve meziyetlerini, noksanlarından, hatalarından kat kat fazla tanıdığım için ona karşı büyük bir his ve hürmet besliyorum. Hilmi Paşa nazarımda memleketimiz için tasavvur edilebilecek o zamanın e büyük devlet adamı idi. 1328 Temmuz’unda İttihat ve Terakki sükut ettiği, Muhtar Paşa Kabinesinde Hilmi Paşa’da Adliye Nezareti’ni kabul ettiği ve Meclisi Mebusan’ın dağılmasını ve Kanuni Esasiyi tevfike uğraştığı zaman İttihat ve Terakki ricali kendisine pek ziyade memnun olmuşlardı. “Eğer Hilmi Paşa bütün iktidarıyla buna çalışmış olsaydı, o kabine erkanında maksadı temin edebilecek başka kimse bulunamadığı Meclisi Mebusanı dağıttıramayacaklardı. “ diyorlardı. Bunu Hilmi Paşa’ya söylemiştim cevap verdi. “ benim o kadar çalıştığım, uğraştığım Muhtar Paşa kabinesine hizmet için değil, Meşrutiyeti muhafaza etmek, Hükümeti kanun dairesinde iş görmeye alıştırmak, vatana ve Meşrutiyete hizmet etmek maksadına mustenid idi. Çünkü Muhtar Paşa Kabinesi Meclisi Mebusanı dağıtmaya karar vermişti. Ve işi Kanunu Esasiye Tevfik etmek istemeyerek meclisi keyfi bir suretle kapayacaklardı. Osmanlı Mebuslar Meclisinin Fındıklı’da Açılışı Bu hal Meşrutiyeti, Kanunu Esasiyi ihlal edecekti. Fena bir kanunsuzluk çığırı açılacaktı. Ben hiç olmazsa işi kanuna tevfik ettirmeye uğraştım. Kanun ile iş yaptırdım ve müteakiben kabineden ayrıldım “ dedi. Osmanlı Mebuslar Meclisi Bu esnada bir gün Cavit Bey’in Cağaloğlu’ndaki evinde idik. Talat Bey’de orada idi. Hilmi paşa’dan bahsediyorlardı. Müdahale ettim: “ Siyasette ve idarede tecrübeleri, esaslı malumatları bulunmadığı halde ihtiyarlığa, tecrübeye ehemmiyet vermiyorlardı. Bu sahada senelerce uğraşmış, okumuş, tecrübeler kurmuş, Abdülhamid’in en şiddetli istibdat zamanında namus ve iffetleriyle temayüz etmiş, Kendilerini Avrupa’da iyi tanıtmış Sait Paşaları, Kemal Paşaları, Hilmi Paşaları beğenmiyor, Ferit Paşaları, Rauf Paşaları tahkir ediyorlardı. Bu muvaffakiyete gidecek bir yol değildi. “ Abdülhamid zamanında bu harap hükümet çarhını ihtiyarlar itidal ve ihtiyatla yavaş yavaş çeviriyorlardı. Değirmen işliyordu. Meşrutiyet gelince hırslı, ateşli gençler gelince çarhın başına geçtiler. Onu hevesli katanalar gibi öyle sürat ve şiddetle çevirmeye kalkıştılar ki az zaman içinde parçalandı. “ Talat Paşa Hilmi Paşa sadaretinde İttihat ve Terakki Komitesi’nin nüfuzu altına girmeye gayri mesul muvaffakiyetlerden gizlice verilen emirlere itikat göstermeye tenezzül etmedi. Haysiyetini ve istiklal fikrini muhafaza etti. İttihat ve Terakki genç ricalinin çekemedikleri, affedemedikleri kabahati bu vakarı ve onlara hatalarını, noksanlarını söylemekten çekinmemesi idi. Hilmi paşa’nın vatana ettiği hizmetler arasında mükemmel bir Hilali Ahmer Cemiyeti tesisi için sarf eylediği himmetler, gösterdiği muvaffakiyetler, ehemmiyetle zikrolunmaya şayandır. Hilali Ahmer Cemiyeti Hüseyin Hilmi Paşa Başkanlığında Toplantı Halinde Hilali Ahmer Cemiyeti Trablusgarp’ta, sonra Balkan Muharebesinde ve nihayet o uzun ve felaketli Birinci Cihan Harbi’nde pek parlak ve ciddi muvaffakiyetleriyle memleketimizde istisnasız herkesin hürmet ve takdirini kazanarak, muntazam bir müessesenin yüzümüzü ağartan muvaffakiyetinin başında Hilmi paşa’nın simasını görürüz. Hilmi Paşa saderetten ayrıldığı ve işsiz bulunduğu bir sırada Hilali Ahmer Cemiyeti başkanlığına seçilir. Bütün iktidar ve faaliyetini onu kuvvetlendirmeye sarf etti. Balkan Harbi ateşleri ufuklarda belirmeye başladığı esnalarda aylarca sabahtan akşama kadar Hilali Ahmer Cemiyeti Merkezinde bulundu ve faaliyetle çalıştı. Hilmi Paşa kadınların (Evciment) dedikleri, ailesine, evine gayet muhabbetli insanlardandı. Hiçbir ahlaksızlığı işitilmemişti. Sadaretten çekildiği zaman vaktini ilmiyeye hasretti. Küçük Sait Paşa’nın iktidar ilmiyesini kendisinin fevkinde görür, onu kıskanırdı. Avrupa’dan birçok kitaplar getirtti. Siyasi ilimlerde Sait Paşa’yı da geçmek azmiyle bir talebe gibi çalıştı. Mütemadiyen okudu. İnsanın muktedir bir siyasi olabilmesini çok görmeye, dünyanın en büyük ricaliyle temas etmeye muvaffak olduğunu takdir ederek uzun bir seyahate çıktı. Avrupa başkentlerini gezdi. Petersburg’da, Berlin’de, Londra’da, Paris’te, Roma’da, Viyana’da hükümdarlarla, rical ile görüştü, tanıştı. Her memlekette bizim için cari olan efkâra, istimdatlara akif peyda etti. Balkan Harbinden az evvel İstanbul’a döndüğü zaman ilmi tecrübesi kat kat artmıştı. Siyaset ilmindeki iktidarını Muhtar Paşa Kabinesinde Meclisi Mebusanın dağılması meselesi çıktığı ve bunu kitaba uydurmak için çalıştığı zaman parlak bir surette ispat etti. İttihat ve Terakki hükümeti tekrar iktidar mevkiine geldiği zaman – infiallerine rağmen – onu Viyana Sefaretinden kaldırmadı. Çünkü Hilmi Paşa’nın Viyana’da İmparator Sarayı’nda, siyasi rical nezdinde ne büyük bir hürmet ve itimat kazanmış olduğunu görüyorlardı. Hilmi Paşa Avusturya Hükümeti’nin dağılmasına kadar Viyana’da kaldı. Talat Paşa Kabinesinin sükûn ettiği dakikalarda teklif olunan hizmetleri kabul etmedi. Çünkü vatanın felaketlerinden maada kendisinin uğradığı iki büyük matem darbesiyle sarsılmış, meyus olmuştu. Hilmi Paşa ailesine pek muhabbetli ve şefik idi. Büyük oğlu Kemal Bey’in pek zayıf olmasından müteessir idi. Diğer iki oğlu Ömer ve Osman Beyler, yetişmiş kuvvetli gençlerdi. İsviçre’de tahsilde bulunuyorlardı. Muharebenin son senesinde, Temmuz ayı içinde İspanya’dan çıkarak, Avrupa’yı dolaşan İspanya hastalığı ile birbirine müteakip irtihal etmişlerdi. Yetişmiş bir ciğer parçasının vefatı haberini alarak henüz gözyaşları kurumamışken, bir hafta sonra ikincisinin de ebediyen gözlerini kapattığını duyunca sarsılmış, yıkılmış, bitap kalmış, meyus olmuştu. Bu felaketten iki- üç hafta sonra idi, Viyana’ya kendisini ziyarete gittim. Ruhen ağlanacak bir ıstırap içinde buldum: “ Derdim, dünyada çare bulunamayacak kadar büyüktür. “ diyor ve ağlıyordu. Teselliyi vahdet ve ibadette arıyordu. Bir defa hazin bir tavır ile: “ Refikamda yukarıda mütemadiyen ağlıyor. Zavallı kadını nasıl teselli edeyim. Nasıl men edeyim? Bende karşısına geçiyorum, beraber ağlıyoruz, ağlıyoruz “ demişti. Bu büyük kalpli, hassas ve şefik ihtiyarı müthiş darbeler manen yıkmış, bitirmişti. Bundan sonra çok yaşamdı. Rauf Paşa Abdülhamid zamanı vezirlerinin mağrur ve muhteşem hayatını görmüş, sonra da Abdülaziz devirlerini iş başında geçirmiş tedricen yumuşayarak bir Meşrutiyet Nazırı olabilecek derecede tekâmüle mazhar olmuş yüksek bir simadır. Abdülhamid zamanında babası Belgrad Valisi iken serhatlarda bulunmuş, yirmi yaşını geçer geçmez Bosna Vilayetinde bir Mutasarrıflığa tayin edilerek müstakilen hükümet idaresine başlamıştı. abasının icraat mektebinde yetişerek, namus, iffet, mertlik, kahramanlık dersleri alarak yetişen bu gencin, pek mümtaz iki hissiyatı vardı. Nüfuz nazar, fikri selim Belgrad Rauf Paşa, babasından gördüğü fazail misalleri ile meçhuz olarak girdiği meslekte hep müstakim ve metin adımlarla yürüyordu. Birçok valiliklerde bulunduktan sonra 6 Teşrinievvel 1320 tarihinde Hasan Fehmi Paşa’nın yerine Selanik Valiliğine atandığı zaman göz dolduramamıştı. Hasan Fehmi Paşa’nın iri yarı vücuduna arslan kafası gibi muhib başına tumturaklı sözlerine, mağrur ve ağır yürüyüşüne mukabil, Rauf Paşa kısa boylu, ufak tefek yapılı idi. Uzun beyaz sakallarına rağmen mütebessim çehresinde bir çocuk masumiyeti parlardı. Hafif peltek bir söyleyişi, seri ve küçük adımlarla iki tarafa sallanarak sevimli bir bebek gibi yürüyüşü vardı. Selanik’te az zaman içinde efkârındaki selamet, metanet, tabiindeki istikamet sözlerindeki nezaket ve ciddiyetle herkesin hürmet ve itimadını kazanmaya muvaffak oldu. Rauf Paşa ailesini İstanbul’da bırakmış Selanik’e yalnız gelmişti. Valilere mahsusu yalıda bir sükûnet içinde yaşardı. İhtişama ehemmiyet vermezdi. Fakat nezahat ve nezakete itina eder, iyi yemeği pek severdi, Selanik’te takdir ettiği sekiz – on kişiden oluşan bir muhit yapmıştı. Bunların ekserisi münevver gençlerdi. Hasan Fehmi Paşa Selanik Her gece sevdiklerinden üç-beş kişi sofrasında bulunurdu. Yemekten sonra eski zamanlardan tarihten bahsolunur, güzel fıkralar nakledilirdi. Pek vakarlı ve ciddi idi. Fakat hususiyet alemlerinde zarifane sözlerle kalbini bütün neşeleri taşar, kahkahalarla gülerdi. Büyük bir tahsili, derin tatbikatı yoktu. İrfanı korkulur tecrübelerle dolmuştu. En büyük kuvveti fikri seliminde idi. Abdülhamit onu gayet namuslu ve ciddi olduğunu birçok tecrübelerle anlamış, ona itimat etmişti. Rauf Paşa hiçbir vakit Yıldız’a şunun bunun aleyhinde hafi maruzatta bulunmaya tenezzül etmedi. Büyük bir zekâsı ve kuvvetli hafızası vardı. Az zaman içinde Selanik’in bütün malumatına vakıf oldu. Büyük memurların kıymetleri derecesini tarttı. Ruhunda bir çocuk masumiyeti vardı. Çocukları pek severdi. Hiçbir işi süründürmemek, günü gününe çıkarmak isterdi. Geceleri de mühürdarı konakta bulunurdu. Gelen şifreleri, telgrafları derhal görür ve cevaplarını verirdi. Mühim işler aralarında misafirleri ile latif söyleşilerde bulunurdu. Selameti diniyesi vardı. Fakat nasibi yoktu. Milliyetperverdi. Makedonya’da Türk anasırının ezilmesinden pek müteessir olur, bütün kuvvetiyle onları himayeye çalışır ve uğraşırdı. Fakat hak ve adaletten ayrılmazdı. Gayrı Müslim anasırı ajan siviller, ecnebi jandarma zabıtanı, kendi komitelerini himaye ederlerdi. Türk anasırı öksüz gibi idi. Bu sebeple en ziyade onları düşünürdü. Hüseyin Hilmi Paşa ile araları açıldığı zaman resmiyet adabından ayrılmamak şartıyla, epeyce dokunaklı sözlerle muhaberat cereyan ediyordu. Yabancılar şöyle dursun mahrem hissiyatını söylemekten çekinmediği, çocuklarına bile Hilmi Paşa aleyhinde hilaf terbiye, hakaretamiz bir söz söylemezdi. Hilmi Paşa’yı sivil memurları, Rum ve Bulgar Metropolithaneleri, jandarma zabitleri Hıristiyanların hukuk ve menfaatini muhafaza için tazyik ettikleri sırada diğer tarafta Rauf Paşa ajan siviller ve konsoloslar nüfuzuyla haksız Rauf Paşa ezilmek istenilen memurları, beyleri, ağaları himaye ile Hilmi Paşa’ya karşı müdafaa ediyordu. Kuvvetler arasında bir nevi denge meydana geliyordu. sayede Hilmi Paşa’da ecnebilere karşı hakkı müdafaa için elinde önemli bir vesika bulabiliyordu. auf paşa’nın Türk anasırı, memurları, beyleri, ağaları, himaye ve yardım ederken onları şımartmıyordu. Haklı olanlara bile itidal ve sükunet tavsiye eder, hal ve mevkiinin ehemmiyetini anlatarak hakimane nasihatler verirdi. Bu nazik zamanlarda haksız mecaseretler, zulümler icrasına kalkışan Türkleri de şiddetle cezalandırmaktan çekinmez ve onlara acımazdı. Selanik’te İttihat ve Terakki faaliyete başlamıştı. Mason Locaları gözetim altına alındı. Yıldız Selanik’e birçok casuslar gönderdi. Rauf Paşa Mason tanınmış veya Komitacı diye şüphe ve gözaltına alınmış, münevver memurlarından sevdiklerini yine konağına kabul ediyordu. İttihat ve Terakki Komite teşkilatı aleyhindeki tahkikat ve takibatın Umumi Müfettişliğe tevdi edilmiş olmasına, kendisinin takım takım gönderdiği casuslarla temasa mecbur kalmadığına pek sevinmişti. Bu meseleye dair Yıldız’dan kendisine yazılan şifreler üzerine tahkikata girişmeye lüzum görmeyerek yalnız kendi hissiyat ve kanaatini yazmakla yetiniyordu. Namuslu ve hamiyetli tanıdığı adamlar için Yıldız’a karşı hüsnü şahadet etmekten, teminat vermekten, korkmaz ve çekinmezdi. 10 Temmuz İnkılâbından az zaman evvel Rauf Paşa, Sisam isyanını bastırmak için Hamidiye Kravüzorüyle Avrupa’ya gitmiş ve bir daha Selanik’e dönmemişti. KAYNAKÇA Türk Hayatı,Sayı:3,5,7,10,11,12,13,14,16,17,18,19,20,21,22,23,24 Baki Sarısakal ‘Belge ve Tanıklarla Samsun’da Mübadele’ Fotoğraflar:Baki Sarısakal Arşivi