e-kitap - Cengiz Çetintaş

advertisement
1
TBMM' DE SEVR ANTLAŞMASI GÖRÜŞMELERİ
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından hiç bir zaman kabul edilmeyen Sevr
Barış Antlaşması, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri ile Osmanlı
Hükümeti arasında 10 Ağustos 1920 tarihinde Fransa'nın başkenti Paris'in 3 km
batısındaki Sevr banliyösünde bulunan Seramik Müzesi'nde imzalanmış
antlaşmadır. Ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun Hükümeti tarafından hiç
bir zaman uygulamaya konulmamıştır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtilaf
Devletleri ile Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan arasında barış
antlaşmaları imzalanmasına rağmen, Osmanlı Devleti ile hâlâ bir barış antlaşması
imzalanamamış ve görüşmeler belirsiz bir geleceğe ertelenmişti. Bunun nedenleri
İtilaf Devletleri'nin Osmanlı Devleti'ni paylaşmadaki anlaşmazlığıdır. İtilaf Devletleri
Yüksek Konseyi'nin 7 Mayıs 1919 tarihinde aldığı karar uyarınca 15 Mayıs 1919
günü İzmir Yunanlar tarafından işgal edildi. Bu olay tüm Türkiye'de güçlü bir milli
tepkiye yol açtı. 4 Eylül 1919 günü toplanan Sivas Kongresi'nden sonra
İstanbul'daki Osmanlı Hükümeti, ülke üzerindeki idari ve askeri denetimini
kaybetti. 23 Nisan 1920 günü Meclis açıldıktan sonra Ankara Hükümeti olumsuz
şartlarda bir barış antlaşmasını kabul etmeyeceğini bildirdi ve direniş hazırlıklarına
girişti.
İtilâf Devletleri San Remo Konferansı'nda Osmanlı İmparatorluğu'na
uygulanacak barış antlaşmasının şartlarını hazırladılar ve Osmanlı Hükümetini
Paris'te toplanacak barış konferansına davet ettiler. Padişah, eski Sadrazam
Ahmet Tevfik Paşa'nın başkanlığında bir heyeti Paris'e gönderdi. Ertesi günü
Ankara'da toplanan Büyük Millet Meclisi, 30 Nisan 1920 günü taraf devletlerin
dışişleri bakanlıklarına gönderdiği bir yazıyla İstanbul'dan ayrı bir hükümetin
Ankara'da kurulduğunu bildirdi. Paris'te barış şartlarını öğrenen Ahmet Tevfik
Paşa, İstanbul'a gönderdiği telgrafta barış şartlarının devlet kavramı ile
bağdaşmadığını bildirerek görüşmelerden çekildi. Bunun üzerine 21 Haziran günü
İtilaf Devletleri Türk milletinin direnişini kırmak için, İzmir'de bulunan Yunan
kuvvetlerini Anadolu içlerine sürmeye karar verdi. Balıkesir, Bursa, Uşak ve
Trakya kısa sürede Yunan ordusu tarafından işgal edildi. Ege'deki işgaller üzerine
22 Haziran 1920 günü İstanbul'da toplanan Saltanat Şurası, Paris'e Sadrazam
Damat Ferit Paşa başkanlığında ikinci bir heyet göndermeye karar verdi. Bu
delege heyeti Fransa'ya giderek 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Antlaşmasını
imzaladı. Bu Antlaşma 20. Yüzyılın uluslararası siyasi kavgalarına yön verdi ve
bazı maddelerine dayanılarak Ortadoğu coğrafyası yeniden şekillendirildi.
2
22 MAYIS 1920: İTİLAF DEVLETLERİ TARAFINDAN OSMANLI HÜKÜMETİNE
SUNULAN SEVR BARIŞ ANTLAŞMASI TASLAĞININ GÖRÜŞÜLMESİ
(1. Dönem, 1.Yasama Yılı, 19.Birleşim, Gündem: 5/2)
İtalya’nın Saint Remo Kentinde toplanan İtilaf devletleri, Osmanlı
topraklarının paylaşılması ve Osmanlı ile yapılacak olan Sevr
Antlaşması'nın şartlarını hazırladılar ve Osmanlı Hükümetine sundular.
Toplantıda hazır bulunan Osmanlı Delege Heyeti itiraz etti. Sadece
Damat Ferit Paşa teslimiyetçi bir tavır takınarak barış tasarısına sıcak
baktı. Halk ise bu maddelere tepki gösterdi. İstanbul, Sultanahmet'te
mitingler düzenlendi. Ankara’nın tepkisi ise çok daha sert oldu.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Efendim, gazetelerde yazılan bazı
kötü haberlere dair 56. Tümen Kumandanı Bekir Sami Bey’den gelen bir telgraf
var. Arzu buyurursanız okunsun. (hayhay sesleri)
TBMM Başkanlığına
Sadrazam Ferit Paşa ve Padişah Yaveri Kiraz Hamdi Paşa’nın İzmit’e
gelmiş oldukları, Karamürsel'den bildirilmektedir. Türkiye sulhuna dair projeyi
protesto için yarınki Cuma günü Sultanahmet Meydanında bir miting yapılacağı
bugünkü gazetelerde görülmüştür.
İleri Gazetesinde yer alan sulh projesi, aynen aşağıdaki gibidir.
20 Mayıs 1920
56. Tümen Kumandanı
Bekir Sami
İTİLAF DEVLETLERİ TARAFINDAN OSMANLI HÜKÜMETİNE SUNULAN
SULH PROJESİ
1. Türkiye’nin hudutları, Gelibolu Yarımadası dâhil olduğu halde, Çatalca'ya
kadar uzanan hattın Avrupa tarafındaki kısım Yunanistan’a verilecektir.
Akdeniz’de İskenderun Körfezinde Karataş Burnundan İran hududuna kadar
Ceyhan, Antep, Urfa, Mardin ve Cizre Suriye'ye bırakılacaktır. Kuzeydoğu’da
Ermenistan’a verilecek mıntıka aşağıdaki bir maddede tarif edilmek üzere, İran
ve Rusya sınırı aynı kalacaktır.
2. Osmanlı Hükümetinin İstanbul üzerindeki haklarına ve sıfatlarına
dokunulmayacak ve İstanbul, Osmanlı Devleti'nin başşehri olarak kalacaktır.
Irk, din ve dil azınlıklarının haklarına dürüst bir biçimde saygı göstermekte
kusur edilirse Müttefik devletler, yukarıda belirtilen hükmü değiştirmek hakkına
sahiptirler ve Türkiye bu bakımdan alınacak bütün kararları kabul etmeyi
taahhüt edecektir.
3
3. Boğazlarda gemilerin gidiş-gelişi gerek sulh ve gerek harp zamanında,
bayrak ayırımı yapmaksızın, bütün ticaret ve harp gemileriyle askeri ve ticari
gemilere açık olacaktır. Boğazlar Komisyonu adını alacak olan bir komisyon
kurulacak ve boğazlardaki her türlü gidiş ve gelişi tanzim edecektir.
4. İzmir Şehri ile Tire, Ödemiş, Akhisar, 'Bergama kasabaları ve civarı Osmanlı
Devletine bağlı kalmakla birlikte, idaresi Yunanistan’a terk edilecektir.
5. Osmanlı Hükümeti Ermenistan'ı müstakil bir hükümet olmak üzere
tanıyacaktır. Türküye ile Ermenistan arasında Erzurum, Trabzon, Van, Bitlis
vilayetleri içinde bir mıntıka tayin edilecek, Amerika Reisicumhuru hakem
olacak ve mıntıkaya Ermenistan’a verilecektir.
6. Suriye, Irak, Filistin’de, henüz tayin edilmemiş bir himayeci devlet tarafından
idare edilmek şartıyla, müstakil Suriye ve Irak hükümetleri kurulacaktır.
7. Hicaz’da bir müstakil hükümet kurulacaktır. Osmanlı Hükümeti Hicaz
üzerindeki bütün haklarından vazgeçecektir.
8. Türkiye'nin ağır topçu kuvvetleri olmaksızın en fazla otuz bin jandarma ile
altmış cebel topu olan on beş bin askeri olacak ve bu kıtalar boğazlar mıntıkası
haricinde bulunacaklardır. İtilaf devletleri tarafından verilecek olan subaylar
Osmanlı Hükümeti nezaretinde jandarma teşkilatının kuruluşuna yardım
edeceklerdir. Osmanlı subaylarının miktarı askerlerin yüzde yirmisi oranında
olacak ve yabancı subayların miktarı da Osmanlı subaylarının yüzde on beşini
geçmeyecektir.
9. Mısır, Sudan ve Kıbrıs ile alakalı bütün haklarından Türkiye vazgeçecektir.
10. Türkiye, Fas ve Tunus’un üzerinde Fransız himayesini tasdik edecektir.
11. Türkiye, Libya ve Cezair’e ait haklarından vazgeçecek ve İtalya’ya terk
edecektir.
12. Türkiye her hangi bir devletin himayesindeki Müslümanların her türlü
haklarından feragat edecektir.
13. Milletler Cemiyeti tarafından seçilmiş olan komisyonlar, Dünya Harbi
sırasında Türkiye'de zarar ve ziyana uğramış azınlıkların şikâyetlerini
inceleyecek ve bu komisyonlarda verilen kararlara Türkiye uyacaktır.
14. Mebusan Meclisi tarafından hazırlanıp kabul edilecek devlet bütçesini,
Fransız, İngiliz, İtalyan ve Osmanlı delegelerinden meydana gelecek olan
maliye komisyonu tasdik etmedikçe, bütçe yürürlüğe giremeyecektir.
15. 1914 senesi başından itibaren kapitülasyonlardan istifade edememiş olan
diğer hükümetler de bunlardan faydalanabilecektir.
16. Bütün limanlar ve havaalanları milletlerarası her türlü ticarete ve nakliyata
4
açık olacaktır.
NEBİL EFENDİ (Karahisar): Boşuna yorulmuşlar, Türkiye yok deselerdi daha iyi
olurdu.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Necati Bey söz sizin
NECATİ BEY (Erzurum): Yirmi, otuz sene boyunca Avrupa hakkında beslediğim
fikirler, bu sulh projesini okuduktan sonra tamamıyla silindi. Avrupa’nın hakiki yüzü
bu kadar çirkinliği ile karşımıza çıktı. Bu proje, namuslu bir adamı tuzağa
düşürmek, pusuya düşürmekten başka bir şey değildir. (bravo sesleri, alkışlar)
İskoçya’nın Galya ormanlarında, Normandiya sahillerinde insanlar daha çıplak ve
vahşi gezerken, bizim atalarımız muazzam bir medeniyet kurmuş, Hindistan
sahillerinden Akdeniz’e kadar yayılmışlar, muazzam bir medeniyet meydana
getirmişler, her nereye uğramışlarsa oraya hâkim olmuşlardır. Düşmanlarımız işte
bu altı bin senelik muazzam hür bir Milleti öldürmek istemişler ve esaret kelimesini
ifade edemeyeceği bir şekle koymuşlardır. Fakat hayır Efendim, bu Millet hiçbir
vakit esir yaşamamıştır ve hiç bir zaman esir yaşamayacaktır. O kuvvetini
Allahından, Tarihi muazzam kuvvetinden atmıştır ve o kuvvet Dünyada bir Türk
adı kalıncaya kadar kendini gösterecek ve hiç bir zaman istiklalini elinden
bırakmayacaktır. (alkışlar) Bize haktan, hukuktan bahsettiler. Bize Wilson
prensiplerinden, hürriyet ve istiklalden bahsettiler. Görüyoruz ki bunlar bizim gibi
saf ve samimi insanları aldatmak için bir maskeden başka bir şey değilmiş.
(kahrolsunlar sesleri) Bunların arkasında bir haydut çehresi, bir zalim, bir katil
çetesi saklıymış. (kahrolsunlar sesleri) Fakat efendiler azim ve imanımıza
güveniniz ve emin olunuz ki, biz bu mücadeleden azim ve imanımızın, Allahımızın
yardımı ile muzaffer olarak çıkacağız. 'Ne diyorlardı efendiler? Bütün milletlerin
hürriyet ve istiklalini kabul ediyoruz. Her millet kendi mukadderatını tayin edecek
diyorlardı. Rica ederim, tayin ettikleri hudutların sakinleri kimlerdir? Biz değil
miyiz? Biz Müslümanlar, biz Türkler değil miyiz? Burada bizden başka kimler
vardır? Tarihi açınız sayfalarını karıştırınız, buralarda asırlardan, binlerce seneden
beri hâkim olanlar kimlerdir? Bizler değil miyiz? Bizim Atalarımız değil mi?
Üzerlerindeki bu tarihi abideler hangi millete aittir? Buraya gelmezden on altı asır
evvel bizim atalarımız Altaylarda muazzam bir medeniyet meydana getirmemişler
miydi? İngiliz profesörlerinden Siyec’in bir sözünü misal getirerek bu sözümü teyit
edeceğim. Profesör diyor ki “Eğer Romanların, İranlıların tecavüzleriyle bu
medeniyet imha edilmemiş olsaydı, bugün bizim bu medeniyetimiz daha o zaman
Ural-Altay Medeniyetinden doğacaktı. Dört bin sene sonra meydana gelen bir
medeniyet, o zaman inkişaf edecekti. Bu medeniyet, bizim Vatanımızda, bizim
atalarımız tarafından meydana getirilmişti. Şimdi böyle bir Vatanda, dört bin
seneden beri atalarımızın hüküm sürdüğü bir Memlekette, başka bir hükümet
kurmak istiyorlar. Bu, halka, adalete, hürriyet ve istiklal sözleri ile nasıl açıklanır?
İzmir Yunanlılara veriliyor, hangi halkla? İzmir gittikten sonra, İstanbul bu vaziyete
girdikten sonra, Çukurova şu şekle sokulduktan sonra, hangi Türkiye’den
5
bahsolunuyor? Efendim, bizim haysiyetimizle, mevcudiyetimizle alay ediliyor. Bu
bir sulh antlaşması değildir. Ortada, ne hükümet kalıyor ne başka bir şey. Böyle
yapacaklarına o efendilere söylemeliyiz biz böyle yaşamaktansa öleceğiz. Eğer
bizim idamımıza karar veriyorsanız bu şekilde bu kararı tatbik edemezsiniz.
Öldürmek için Avustralya adalarından birkaç milyon vahşi getiriniz, kadınlarımızı
harem saraylarında, çocuklarımızı beşiklerinde, bizi de namus ve
mukaddesatımızı muhafaza uğrunda mahvediniz. (sürekli alkışlar) Ondan sonra
baştanbaşa mezarlık haline getirilecek olan Anadolu' da istediğiniz milletlerle
oturunuz. (şiddetli alkışlar) Bundan başka hiçbir Şeyi kabul etmiyoruz. (alkış
tufanı)
RASİH EFENDİ (Antalya): Azınlık haklarından bahseden Lloyd George, acaba
İrlanda'da atılan topları, acaba bugün kesilen İrlandalıları; İrlanda’da akıtılan
mazlum kanlarını bütün milletler duymuyor mu zannediyor? Demek yalnız
azınlıkların hakları Türkiye'de mi aranıyor? Azınlıkların hakları aranırken
Türkiye’nin yerli asil bir Milleti vardır. Onun acaba Hiçbir hakkı yok? İstanbul baş
şehir olarak kalabilir. Osmanlı Hükümeti ve Padişah orada ikamet edebidir. Acaba
boğazlar Avrupa tarafından Çatalca’ya kadar kapatılmışken, her iki boğaz
Müttefiklerin elindeyken, Anadolu da İzmit’ten Şile’ye kadar onların elinde
bulunuyorken, İstanbul’da Hilafet ve Saltanat Makamı durabilir mi, Padişah
oturabilir mi? Lütfen düşünün, yani bu, Türkler lütfen bir müddet İstanbul’da bir
müddet misafirimiz olsunlar, daha sonra isterlerse gitsinler demektir. Karadeniz’de
Trabzon’a kadar, Akdeniz’de de tamamen denecek kadar deniz kıyısından
mahrum edilerek, Güney Orta Anadolu’da ufacık bir saha, burada da Türkler
oturabilir deniliyor. Türk, asırlardan beri esir yaşamamış, hakkı, adaleti, hürriyeti
daima müdafaa etmiş, ticaret sahibi olamamış, sanatı yok, ilim de kazanamamış,
fakat daima şerefi, adaleti müdafaa etmiş bir Millettir. Bu kürsünün sahibi olan,
böyle rezilce esir edilmek istenilen bu millet, hiç bir vakit boynunu uzatıp, bu
projeyi kabul edip böyle dar bir sahada katiyen kalamaz. İşte bunu bildikleri için,
Osmanlı Hükümeti kuvvetlerini Çanakkale Boğazı’na yaklaştıramayacak diyorlar.
Galiba son tecrübe İngiliz dostlarımıza Çanakkale’de pahalıya mal olmuş,
herhalde. (alkışlar) Evet, arkadaşlar bu Milletin hiçbir şeyi olmasa, yaşamak için
Çanakkale müdafaası bu Millet için bir tarihi kahramanlık timsalidir. (Yaşasın
sesleri, alkışlar) Çanakkale müdafaası bu Milleti yeniden diriltmiştir. Orada
verdiğimiz milyonlarca şehit, bu Milletin hayat hakkının tarihe yazmış ve ilelebet
bu millet yaşayacaktır. Bunu düşmanlarımız bilsinler. Yaşamak isteyen bu Milleti
kaldırmak ellerinde ise gelsinler kaldırsınlar. (alkışlar)
REFİK BEY (Konya): Acaba bu vesika ile İngilizler, medeniyetleri, adaletleri adına
ne zamana kadar iftihar edebilecekler? Efendiler bugün huzurunuzda okunan bu
vesika, Milletimizin ruhundan koparak, kendi mevcudiyetini, kendi varlığını
muhafaza için göstermiş olduğu kahramanlığın manasını pek güzel bir şekilde
ispat ediyor. Bizi zaman zaman Avrupa adaletinden, Avrupa şefkatinden, Avrupa
merhametinden istifade edeceksiniz diye avutmaya çalışanlar, bir kere bu vesikayı
6
okumakla ne kadar yanlış kanaat sahibi olduklarını bir defa daha acı bir surette
görmüş olsunlar. İşte efendiler, İngilizler dört harp senesi boyunca hakkın kuvvete
galip gelmesi için kaybettiklerini söyleyerek bütün Dünyayı aldatmak istiyorlardı.
İşte biz o yalan olan iddianın kıymetli bir vesikasını elde etmiş oluyoruz. İngilizler,
dört sene boyunca, biz küçük milletleri kurtaracağız, küçük milletlerin hakkını,
hukukunu muhafaza edeceğiz, insanlığa refah ve adalet getireceğiz, dediler.
Bunun için muharebeye atıldıklarını söylediler. Netice itibariyle görüyoruz ki
İngiltere, hem kendi milletini, hem de Dünyayı aldatmış, nem de bugün adalet
adına utanç duyulacak bir vesikayı insanlığa takdim etmiştir. Fakat onlar emin
olsunlar ki Türk tarihini yazan, Türk saltanatını yaşatan, asırlardan beri İslamiyetin
muhafazası için milyonlarca evladını bu uğurda feda eden Türkler, hiç bir vakit bu
zillete tahammül etmeyecekler ve sonuna kadar kendi saltanatlarını müdafaa için
hiç bir kuvvete boyun eğmeyecek kadar kabiliyet göstereceklerdir. (şüphesiz
sesleri) Bir tarafımızda bulunan Ermeni ve diğer tarafımızda bulunan Yunan
barbarlarıyla bizi ezmek istiyorlar. Buraya toplanan biz mebuslar, Milletin ruhuna,
İslam Âleminin en hakiki hislerine tercüman olarak diyoruz ki biz, hâkimiyetimize,
istiklalimize, şerefimize uymayan böyle bir sulhu kabul edecek değiliz. Bu uğurda
her türlü fedakârlığı kabul ettik ve hiç bir şeyden çekinmeyeceğiz. (alkışlar)
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendim, mahkeme iddiası şeklinde olan bu vesikayı
hiç de dikkate almamak lazımdır kanaatindeyim. Bu doğrudan doğruya bize
verilmiş olsa idi, bunu tereddüt etmeden, düşünmeden, okumadan yırtıp
yazanların suratına atardık. (bravo sesleri, alkışlar) Yalnız bendeniz bu vesikanın
okunmasına da memnun oklum. Çünkü ne yazık ki Memleketimizde eskiden beri
kökleşmiş bir takım yanlış kanaatler vardır. Zannediyorum ki, bu kanaatler epey
zamandan beri görülen pek çok fenalıklar dolaylıyla sarsılmak üzeredir. Bu son
vesika da her halde sarsılmış bulunan bazı kanaatleri tamamıyla yıkacaktır. Yani
yanlış, kötü bir propaganda neticesi olarak öteden beri diyordu ki İngiltere
Türklerin ve bilhassa İslamların dostudur. Bu kanaat kökleşmiş idi. Bugünlere
gelinceye kadar ve belki bugün de İstanbul'da devlet adamı sayılan bazı insanlar
vardır ki şayet biz elimizi İngiltere'ye uzatır isek belki kurtuluruz kanaati vardır.
Fakat efendiler bu yanlıştır. Bugün Dünyada İslam adı altında en çok esire sahip
olan bir devlet İngiltere’dir. Binaenaleyh bütün İslam Âlemi, İngiltere'nin idaresi
altında baskı ve zulüm artında, ne ilim ve irfan, ne servet, hiç bir şeye sahip
olamamışlardır. Kendi hürriyetlerine sahip değildirler. İngiltere muntazam bir
programla bu memleketlerde mevcut olan okumuş insanları imha eder ve tekrar
yetişmemesi için elden gelen her türlü fenalığı yapar. Maksat, bu Müslüman
ordusu bir sürü halinde çalışsın ve daima İngiliz lortlarının cebini doldursun.
İngiltere'nin gayesi budur. Efendim bir misal arz edeceğim. Times Gazetesi, Avam
Kamarasının bir oturumunda Mısır bütçesi müzakeresi yapılırken konuşulanları
şöyle yazmış…
7
Bir mebus soruyor,
-Mısır'daki ihtilala sebebiyet verenler kimlerdir?
Dışişleri Müsteşarı cevap veriyor,
-Kim olacak, Jön Türklerdir, İttihat ve Terakkidir.
-Hindistan'daki hadiseleri kim alevlendiriyor?
-İttihat ve Terakki Komitesi
-Afganistan'ı kim ayaklandırıyor?
-İttihat ve Terakki Komitesi
-Hepsini anladık, fakat Türklerin Afganistan’la,
münasebetleri yok. Nasıl oluyor da bu işi yapıyorlar?
Hindistan’la
hiç
bir
-Avrupa’nın bilmediği bir takım telsiz telgraf hatları var ki onlarla idare ediyorlar.
Tabii bu yalan, bu edepsizliktir. İngiltere'nin kendisince öteden beri tatbik ettiği bir
planı vardır. Onun için bunları uyduruyor. Bu memlekette İttihat ve Terakkiyi
birtakım yapılan fenalıklara sebep olarak gösterdiler. Bilmem belki öyle, şimdi
bunu tetkik edecek değilim. Avrupa kamuoyunda İttihat ve Terakki’nin ileri
gelenleri suçlu ve cani olarak gösterildiler. Çünkü 1908 İnkılâbından sonra
İngiltere'nin bütün baskılarına rağmen İslam Dünyasında yer yer uyanış işaretleri
görüldü. Onun için İngiltere, bağımsız bir Türkiye bulunmasın diyor ve öteden beri
bizi imha etmek istiyor. Şimdi elimizde bulunan bu sulh projesi gösteriyor ki kabul
olamayacak bir hıyanet vesikasıdır. Bunun tatbik imkânı yoktur. Bunu tertip eden
İngilizlerdir ve emin olunuz ki Fransızlar da, İtalyanlar da acizdirler. Bugün
parasına, kömürüne, iktisadına, bütün Dünyaya hâkim olmak istiyorlar.
İngiltere'nin gayesi en kavşak olan İstanbul'u ele geçirmektir. Şimdi Efendim, bizim
burada göreceğimiz mesele, sulh müzakereleri şu imiş, bu imiş, bizce mühim
değildir. Bizim düşüneceğimiz, biz yaşamak ve namusumuzla yaşamak istiyoruz.
Lloiyd George denilen bu adam Mareşal Allenbi’yi Mısır Fevkalade Komiserliğine
tayin ettiği sırada bir yerde ziyafet verildiği esnada şöyle demişti. “Efendiler,
asırlardan beri devam eden Ehli Salib muharebelerini muvaffakiyetle neticeye
ulaştıran muhterem Kumandanını size takdim ediyorum. Bu Kumandan mukaddes
şehirleri kâfirlerin elinden almış ve Hıristiyanlara bağışlamıştır.” Lloyd George
İngiltere Başvekili sıfatıyla utanmıyor ve böyle söylüyor. Binaenaleyh bugünkü
kasıt yalnız Türkiye’ye değil, İslamiyetedir, başka bir şey değildir ve bunu
Müslümanlarda anlamışlardır.
MUSTAFA NECATİ BEY (Saruhan): Türk’ün tarihi hakkını, şeref ve haysiyetini
yıkan bir sulh projesi bugün okunurken kalbimden kopan bir feryatla isyan
ediyorum ve diyorum ki ey Avrupa, ey İngiltere, senin sunduğun bu sulhu kabul
8
etmeyecek bir Türk ve bir İslamiyet vardır. O Türkiye ve İslamiyet topu ile tüfeğiyle
Yunan zulmüne karşı isyan etmiştir. Bu isyan susmuyor, bu isyan susmadan sulh
imzalanmaz. İzmir’de Türk ve İslam diyarında üç yüz bin Müslümanın merkezi
olan bir şehirde, elli bin Müslümanı boğazlayan Yunanlılar, yüz elli bin
Müslümanın haysiyetine, ırzına tecavüz eden Yunan barbarları İzmir’e sahip
olacakmış. Onlar böyle yapıyorlar da bir seneden beri Yunanlılara karşı mücadele
eden Türkler, bir tek Rum’un burnunu bile kanatmadı. İnsaniyetin katili Yunanlılar
bugün bu barbarlar, takdir ediliyor da İslamiyeti bütün ruhu ile samimiyetiyle
çalışan Türkler yıkılmak, mahvedilmek ve parçalatılmak isteniyor. Biz ne yaptık
efendiler? Altı yüz seneden beri işlenmemiş toprakları işlettik. Dünyada en güzel
binalar kurduk, bütün medeniyetlerin, bütün saltanatların yapacağı harikalardan
daha fazla, daha yüksek harikalar yaptık. Bütün bu kadar yaptıklarımıza karşı bize
barbar diyen Avrupa’ya diyoruz ki asıl siz barbar ve vahşisiniz. Eğer İngilizler
altınlarıyla, kuvvetleriyle, barbarlıklarıyla, vahşet ve şeytanlıklarıyla, bir kaç sefilin,
üç dört vicdansızın imzalayacağı sulh projesini Türk Milleti adına imza ettirmek
istiyorlarsa, aldanıyorlar. Çünkü Ferit Paşa ve onun gibileri bu Milletin adamı
değildirler. Bu milletin ruhundan kopmuş bir adam değildirler. Hain, vahşi ve
canavardırlar. Çünkü İslamiyetin hakkını çiğneyen edepsizdirler. (alkışlar) Bugün
cephelerde bulunan kardeşlerimiz, İzmir bizim olmadan ve bütün elimizden alınan,
işgal edilen yerler bize iade edilmeden, silahlarını terk etmeyeceklerdir.
Binaenaleyh Avrupa’nın sulhu yalancıdır, aldatıcıdır ve imza edilmeye layık
değildir. Biz bütün kuvvetimizle isyan ediyoruz ve bu Antlaşmayı tasdik
etmeyeceğiz. Efendiler, dört harp senesinde Kafkasların yalçın kayalarında,
Çanakkale’nin buzlu sahillerinde, Mısır’ın kızgın çöllerinde üç milyon evladını feda
eden bir Milleti boğazlamak demek, Dünyaya karşı biz medeniyeti yıkıyor, biz
insanlığı yıkıyoruz demektir. Zavallı İzmir gençlerinden yüz bin genç, yalnız bu
harpte Memleketini kurtarmak için şehit olmuştur. Bunların yurdunu Yunanlılara
peşkeş çekmek doğru olmaz. Hiçbir Türk hiç bir Müslüman İzmir’in Yunan
olmasını, Konya’nın İtalyan olmasını tasdik edemeyecektir (alkışlar) Hilafeti
kurtaran, Halifeyi yaşatan İslamiyet arkamızdadır. Efendiler, Hindistan’da sesler
yükselirken, Mısır’dan feryatlar koparan İslam Âlemi, ey Türkler uyanın, bizi
kurtarın diye bağırırken, biz hor, hakir olmayacağız. Kudretimizle, kuvvetimizle
Dünyaya hakkımızı tasdik ettireceğiz, isterlerse İngilizler vahşetleriyle, ordularıyla
üzerimize yürüsünler. Fakat Türk’ün imanı vardır. O imanını Allahından almıştır ve
Allah diyor ki “İslamiyet daimidir ve kalıcıdır.” Biz o dinin hizmetkârlarıyız efendiler,
binaenaleyh bizim karşımızda zulmün sesi yükselemeyecektir. Hakkın sesi
yükselecektir ve hak kalıcıdır, efendiler. (alkışlar)
HAMDULLAH SUPHİ BEY (Antalya): Arkadaşlar, çok derin olan üzüntülerimize
yeni üzüntüler ilave etmek için karşınıza gelmedim. Esasen haber o kadar acı
verici, önümüze çıkan tehlike o kadar korkunç ve büyüktür ki ben mümkün
mertebe hislerinizi yatıştırmak fikriyle buraya geldim. Çatalca’ya kadar bütün
Trakya’yı Yunanistan’a terk edeceksiniz diyorlar. Şimdiye kadar kaç defa Çatalca
9
arkasında uzanan Trakya’nın Türk çoğunluğuyla dolu olduğunu söyledik.
Söylediğimiz sözler hiç bir tesir bırakmadı. İzmir Vilayeti de öyle. Adana
Vilayetine yabancıların ayak basmaya hiç bir hakları olmadığına dair yazdığımız
yazılar, söylediğimiz sözler hiç bir tesir bırakmadı. Bize gazetelerden alınmış
haberleri tebliğ ediyorlar. Bu son kati şekil değildir. Gazetelerden öğrendiğimiz bu
tehlikeleri öğrenmeden önce biliyorduk ki bize dayatacakları sulh antlaşması, bir
idam kararından başka bir şey olmayacaktır. Bütün bunlar, ayrı ayrı ve adım adım,
bize karşı hazırlanan suikastın safhalarıdır. Trakya hakkındaki bazı düşüncelerimi
arz edeyim. Bilirsiniz büyük imparatorluklar deniz kenarında bulunur. Bu
devletlerin başşehirleri de sahildedir. Atina, Kopenhag sahildedir, İstanbul da
öyledir. Atina’yı donanmasıyla tahrip edecek, top ateşi altına alabilecek hiç bir
Avrupa devleti yoktur. Çünkü Atina’yı koruyan muazzam bir kuvvet vardır. O da
Hıristiyanlığın kuvvetidir. Hâlbuki İstanbul öyle değildir. Çünkü orası Türklerin
Müslümanlarındır. Bir taraftan İstanbul’a Yunanlılarla beraber gemilerini
sokuyorlar, toplarını Saraya çeviriyorlar ve sulh projesinde diyorlar ki Başşehrinizi
size bıraktık. Padişah ve Halife İstanbul'da oturacaktır, ama hakikatte yaptıkları,
İstanbul'u Yunanistan'a terk etmekten ibarettir. Onuruna sahip, vazifesini bilen,
Milletiyle beraber yaşamak isteyen, hür yaşamak isteyen Padişah bu şartlar
altında İstanbul'da oturamaz. Llyoid George, İstanbul'un işgalinden dokuz gün
evvel diyordu ki “Anadolu içerisine girecek bir Türk Padişahı, İstanbul’da oturacak
olandan çok daha tehlikelidir. Çünkü emirlerimizi geçirmekte, İstanbul’da bulunan
Padişah çok daha uygun olur.” (aldandı sesleri) Anadolu’da mücadelemize devam
edeceğiz. Hepimiz Anadolu'da haykırınız, Memleketin her köşesinden hepiniz
kendi seslerinizle haykırınız. Yunanlılar İzmir’e, İtalyanlar Antalya’ya, Fransızlar
Adana’ya yerleşebilmeleri için Anadolu gövdesini tahrip etmeye mecburdurlar. Bu
mücahit kuvvetin çıkacağı topraklar İç Anadolu topraklarıdır. Diğerleri için de
böyle. O halde buna mâni olmak İçin onların vazifesi Anadolu'nun içini yıkmaktır.
Bizim vazifemiz, Memleketin en ücra köşelerine kadar bağırmak, esaret, yangın,
tahrip, katliam sizi her tarafta tehdit ediyor, hazırlanınız demektir. Son sözüm
budur arkadaşlar. İstanbul'da Sultanahmet Camisinin etrafında on defa yapılmış
mitinglerden birini daha yapacaklarmış. Bundan ne çakacak? Bir tarafta mesut
İstanbul var, koynumuzda beslediğimiz hain Rumlarla Ermenilerle dolu bir İstanbul
parçası var. O şimdi bayram yapıyor. Hâlbuki bizim zavallı kardeşlerimiz, bizim
babalarımız, annelerimiz, şimdi ağlıyorlar. Onların başlarına yıldırım inmiştir.
İstanbul tehlike içindedir. Bizde tabii müttefiklerimizle birleşeceğiz, Bulgaristan’la
anlaşmak mümkün ise, Trakya'ya Rumları sokmamak için Bulgar silahlarıyla kendi
silâhlarımızı beraber çatacak ve beraber muharebe edeceğiz, birleşeceğiz.
Rusya'da bizimle beraber olanlarla birleşeceğiz. Onlar bize kuvvetlerini
gönderiyorlar. (alkışlar) Üzerlerinde besmele yazılı bayraklarıyla kardeşlerimiz
geliyor, Kırgızlar geliyor, Başkurtlar geliyor, Kafkasya'nın Müslümanları geliyor.
Onlarla birleşeceğiz, onlarla Anadolu'nun topraklarından, sahillerinden
düşmanlarımızı kovuncaya kadar harp edeceğiz. Bu sulh paçavrasını bize
10
uzattıkları vakit kanlı kılıçlarımızı göstereceğiz. İşte size son cevabımız. (sürekli
alkışlar)
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Efendiler Milletimizin hissiyatını
tamamen tercüme eden bu heyecan ve üzüntülerimizi kaybetmeden, idamımıza
hükmeden düşmanlarımıza karşı daha hırslı ve daha kuvvetli müdafaa çarelerini
1
düşünmek için celseyi tatil ediyorum. Pazartesi günü öğleden sonra toplanacağız.
(İtilaf devletlerinin Osmanlı Hükümetine sundukları ve milletvekillerinin gazete
haberlerinden öğrendikleri barış şartlarının görüşülmesine iki gün sonra, 24 Mayıs 1920
günü de devam edildi.)
HAYDAR BEY (Kâtip Üye): Yirmi imzalı bir önerge var, okuyorum.
TBMM Başkanlığına
22 Mayıs 1920 tarihindeki celsede, hukuk ve hâkimiyetimizi tamamen yok
etmeye sebep olacak sulh şartlarının okunması münasebetiyle, artık daha fazla
vakit geçirilmesine meydan verilmeyerek, aşağıdaki hususların acilen dikkatte
alınmasını teklif ederiz.
1, Başta İngilizler olmak üzere düşmanlarımızın hazırladıkları sulh şartlarının,
daha doğrusu idam hükmünün tatbik ve infaz edilmesi için içeriden ve
dışarıdan üzerimize musallat edilmiş ve edilecek kuvvetlere karşı koymak
üzere, milli kuvvetlerimizin en kısa zamanda tanzim edilmesi ve her türlü
tecavüze mani olacak bir halde bulundurulması hususunda Hükümetin ve
bilhassa Milli Savunma Vekâletinin faaliyette bulunması ve Meclisin haberdar
edilmesi.
2. Dört taraftan çevrildiğimiz düşman kuvvetlerine karşı, bilhassa İzmir ve
Adana vilayetlerimizde namus ve milli istiklalimizi aylardan beri müdafaa eden
milli kahraman ve fedakâr kuvvetlerimizin acilen takviyesiyle beraber, Yunan
gibi ezici, yıkıcı ve yakıcı bir düşmanın tecavüzlerine karşı koyarak sevgili ve
bahtsız İzmirimizden ve Fransızları işgal ettikleri yerlerden atılmalarının temin
edilmesi.
3. Bu esaslar dairesinde Hükümet tarafından şimdiye kadar alınan tedbirlerden
Yüce Meclisin haberdar edilmesi için bir gizli celse yapılarak Millet ve
Memleketin istikbalinin izah edilmesini teklif ederiz. 24 Mayıs 1920
Konya Mebusu
Refik ve 19 arkadaşı
1
TBMM Zabıt Ceridesi (22 Mayıs 1920), 1.Dönem, c.2, s.13-22, http://www.tbmm.gov.tr/
11
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Bu önergede ifade edilen hususlara
dair izahat verilmek üzere bir gizli celse teklif ediliyor, uygun görürseniz bu kadar
izahat kâfi olabilir. Bunu Hükümete havale ediyorsunuz değil mi? Bu önergeyi
1
Hükümete havale ediyoruz.
29 MAYIS 1920: GİZLİ OTURUMDA GENEL KURMAY BAŞKANI ALBAY İSMET
BEY’İN SEVR ANTLAŞMASI TASLAĞI HAKKINDAKİ BEYANATI
(1.Dönem, 1.Yasama Yılı, 21.Birleşim, Gündem: 2/1)
Meclis açıldıktan sonra, bir ay içinde çok önemli siyasal gelişmeler
meydana gelmişti. İtilaf devletleri Saint Remo’da toplanarak, ileride
Osmanlı Hükümetine dayatacakları Sevr Antlaşmasının esaslarını tespit
ettiler. Fransızlar Güneydoğu Anadolu’da askeri yönden Kuva-yı Milliye
karşısında zorlanmaya başladılar ve Ankara Hükümeti ile barış
şartlarını görüşmeye başladılar. Meclis’te Bolşevik Rusya ile ittifak mı
yapalım, yoksa Bolşevik akımının içine mi girelim tartışmaları başladı.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Söz, Genel Kurmay Başkanı İsmet
Beyefendinin. Buyurun Efendim.
İSMET BEY (Genel Kurmay Başkanı): Efendiler; siyasi ve askeri vaziyetimizi
bugün size izah etmek istiyoruz. Siyasi vaziyet itibarı ile evvela söyleyeceğimiz,
İstanbul’dan öğrendiğimize göre sulh projesidir. Bu proje uzun müddet ince ince
düşünülmüş ve yirminci asırda bir milletin siyaseten ve iktisaden bütün
mevcudiyeti ile nasıl imha edilebileceğini gösterir bir vesikadır. İngiliz projesi
diyebileceğimiz bu vesikada düşmanlarımız evvelâ memleketin hudutlarını her
taraftan, bütün İslam memleketlerinden tecrit etmişlerdir. Doğudan ilerleyen
Ermenistan, Batıdan Yunanistan, Güneyden İngiltere ve Fransa, gerek Araplarla
ve gerek Kafkas ve Rumeli’de kalan milletlerle bütün münasebetlerimizi siyaseten
kesmek istemişlerdir. Diğer taraftan, şimdiye kadar bütün milletlerin tanıdığı ve
kendi devlet adamlarının bütün devletlere söyledikleri esaslara tamamen aykırı
olarak birçok memleketlerimizi açıkça işgal etmişlerdir. İzmir, Urfa, Antep,
İstanbul, Adana, Maraş işgali gibi. Bunların adı projedir ve geçicidir diye ifade
olunmuştur. Fakat bunlar Mısır ve Tunus işgali gibi mi geçicidir? Geçici adı altında
daha diğer bir takım işgaller hazırlamışlardır. Nüfus mıntıkaları adı altında ve
jandarma kısıtlaması şeklinde Memleketin diğer bir kısmını yeniden taksim
etmişlerdir. İtalyanlara Antalya sahilinden Konya’yı da ihtiva eden bir mıntıka,
Fransızlara beş vilâyetimizi ihtiva eden diğer bir mıntıka, İngilizlere de bir başka
mıntıka. Bunun için diyorlar ki, jandarma tanzim olunacak ve bunun içinde yabancı
1
TBMM Zabıt Ceridesi (24 Mayıs 1920), 1.Dönem, c.2, s.25-30, http://www.tbmm.gov.tr/
12
subaylar şu nispette olacaktır. Yani yüzde on beş nispetinde yabancı subayları
bulunacak. Adana’ya jandarma teşkilâtı ve azınlıkların hukukunu muhafaza şekli
altında girmişlerdi. Maraş, Antep bütün köylerimizi yakmış olan bu canavarlar bu
defa da Sivas’a, Diyarbakır’a ve diğer yerlere geleceklerdir. Proje, Memleketin
doğrudan doğruya geçici adı altında siyaseten paylaşılmasıdır. Böylece işgal
edilecek olan arazideki Müslüman ahalinin servetçe, dince, milliyetçe mahvolması
için de ayrıca hazırlıklar yapılmıştır. Kapitülasyonlar harpten evvel
faydalanmayanlara da ihtiva edilmiştir. Yani Ermenilere, Rumlara da verilecektir.
Maliye ve adliyelerimiz denetim altında bulunacaktır. Azınlıklar şikâyet etmek için
doğrudan doğruya yabancı temsilcilere müracaat edebileceklerdir. Müslüman
olanlar içeride ve dışarıda doğrudan doğruya esir tanınacaklardır. Bir müddet
geçecek mekteplerimizde ne okunacağını, mahkemelerimizde İslam hukukunun
nasıl temin edileceğini Ermeni ve Rum tercümanları İngiliz, Fransız, İtalyan
subayları tayin edeceklerdir. Bundan başka bugün gerek ordu adı altında ve
gerekse ahalimizin elinde silâh olarak ne varsa tamamının alınması ve katiyen bu
Memlekete silah ve cephane olarak hiç bir şey girmemesi için de esaslı tedbirler
almayı düşünmüşlerdir. Binaenaleyh siyasi vaziyetimize dair Batılıların şimdiye
kadar yaldızla, ima ile söyledikleri bütün sözlerin açıkça maskesi atılmış ve bütün
açıkları ile muhtelif safhalara ayrılarak ortaya dökülmüştür. Şu halde Memleketin
büyükleri, münevverleri muhtelif şekiller altında ifade olunan bu projelerin ayrı ayrı
imha olduğunu iyice tasavvur etmek ve anlamak mecburiyetinde bulunuyoruz.
İngiliz projesi denilen bu proje her birimiz tarafından bütün teferruatıyla tetkik
olunmalı ve bütün vatandaşlarımıza ayrı ayrı anlatılmalıdır. Tehlikeyi ve
aleyhimizde kastedilen gaddarlığı ve en ufak bir insaf ve hayatı bize çok
gördüklerini en aciz köylümüze anlatmalı ve mekteplerde okumaya yeni başlayan
çocuklarımıza ayrı ayrı öğretmeliyiz. Bilmelidirler ki bizi Rumlara, Ermenilere esir
etmek istiyorlar ve yalnız Müslümanlarla sakin olan, yabancılardan hiç kimsenin
hissesi olmayan köylerimizde bile giyecek hırkamızı ve yiyecek gıdamızı talep
ediyorlar. Eğer tehlike bizim anladığımız gibi bu kadar açık bir surette Memleketin
her tarafında anlaşılırsa, hiç şüphe etmem ki, bizi her türlü hukuktan mahrum
etmek için bu kadar caniyane bir harekete karşı mutlaka mukavemet ve isyan
edilecektir. Bu mukavemet ve isyan kuvveti Memleketini kurtarmak için ve
kuvvetle ümit ettiğimiz selâmete en kestirme yoldan emniyetle yarmak için
dayandığımız en sağlam bir kuvvettir. Böyle müthiş bir plan karşısında
bulunduğumuzu her birimiz yüreklerimizde ayrı ayrı duymalıyız ve her birimiz
bütün muhitimizde yetişmiş ve yetişecek çocuklarımıza telkin etmeliyiz. Kuvvetle,
isyanla bu plânı bertaraf etmek mecburiyetinde bulunduğumuzu anlamalı ve
anlatmalıyız efendiler. Bu projeyi tatbik etmek için düşmanlarımızın elinde bir
takım kuvvetler ve doğrudan doğruya silâh kuvvetleri vardır. Bu kuvvetlerden
birincisi Doğuda Ermeni kuvveti, Batıda Yunan Ordusu, İstanbul, Adana, Maraş,
Urfa mıntıkalarında yığılmış olan İngiliz ve Fransız kuvvetleridir. Bu projeyi vücuda
getirmeye memur edilen Ermeni kuvveti üç zayıf tümenden ibarettir. Bu kuvvet
gerek Kafkasya’da gerek başka yerlerde İslam topluluklarıyla çevrili ve Rusya’dan
13
gelen sosyal sele karşı, Bolşeviklerin devamlı Dünya inkılâbını vücuda getirmek
için yaptıkları akına karşı şaşırmış ve aciz bir haldedir. Bu kuvvet yani itilâf
projesini bize tatbik ettirmek isteyen Ermeni ordusu böyle bir kuvveti haiz olmak
şöyle dursun her gün etrafını ihata etmiş İslâm kuvvetlerinin taarruzlarının tehdidi
karşısındadır. Orada, iman sahibi, azim sahibi olan o muhitte bizzat silahıyla,
kuvvetiyle mukavemet edecek kuvvetimiz vardır. Binaenaleyh imha politikasını
Doğuda tatbik ettirecek bir kuvvet yoktur. Batıdaki Yunan Ordusuna gelince, bu
Ordu bugün işgal etmek istediği yerlerde bütün kuvvetlerini ortaya dökmüş bir
vaziyettedir. Bir milletin bir kısım arazisini işgal etmek kâfi değildir. O milletin
iradesini de yenmek ve o milleti teslime zorlamak lâzımdır. Yunan Ordusu bütün
ortaya döküldükten sonra bizim irademizi yenmek şöyle dursun, o henüz bizim
irademizin başladığı noktada bulunuyor. Binaenaleyh Yunan Ordusu bizi teslim
alacak bir vaziyette değildir. İzah etmek istediğim netice şudur ki bütün kuvvetini
sarf etmiş olan Yunan Ordusu bize aman dedirtmek için yeni bir vasıtaya sahip
değildir. Bundan sonra işleyecek zamanlar hep bizim lehimizde cereyan edecektir.
İtilaf devletlerinin topladığı kuvvetler ki bu gün Adana ve Urfa havalisinde
bulunuyor. Bu kuvvetler biraz sonra izah edeceğim gibi bugün bize aman
demişlerdir. Bu kuvvetler Urfa’yı, Maraş’ı işgal etmişler ve daha büyük bir
mıntıkaya ayak basmışlardı ve bulundukları yerlerde emin bir surette yerleşmek
şöyle dursun daha büyük istilâ mıntıkaları tayin ediyorlardı. Fakat bu kuvvet de
biraz sonra izah edeceğim gibi bu projeyi kabul ettirecek mahiyette değildir.
İstanbul’daki İngiliz kuvveti ise hedefleri olan Boğazlar ve İstanbul hududu içinde
müttefiklerine karşı olsun, bize karşı olsun asgari fedakârlıkla tutunabilmek için
durumunu sağlamlaştırmakla meşguldür. Rumeli’de bulunan kuvvetlerimiz ise
Yunan Ordusuna ve müttefiklerine karşı daha zor bir vaziyettedirler. Bunların
Anavatan’la bağlantısı denizlerle kesilmiştir ve her taraftan düşman taarruzlarına
karşı yalnız bir vaziyette bulunuyorlar. Bununla beraber Rumeli’deki
vatandaşlarımız ve ordularımız daha büyük, daha kuvvetli bir azim göstermişler ve
seferberlik ilân etmişlerdir. Hemen bütün millet silâha sarılmıştır. (Allah muvaffak
etsin, sesleri) Ne kadar silâhları ve cephaneleri varsa hepsini hazır vaziyete
koymuşlardır. Binaenaleyh onlar açık bir vaziyette olarak gelecek Yunan
Ordusunu silâhla karşılayacaklarını bütün Dünyaya ilân etmişlerdir. Muvaffak
olmaları için Cenabı Hakkın yardımına ümit varız. Ancak hiç şüphe etmediğimiz
nokta Rumeli’de ve her yerde namusuyla sayılmış olan silâhımız bu kere de
namus icabı kullanılacaktır. Biz Anavatan olan Anadolu’da, selâmet ve emniyetle
neticeye varacağını ümit ettiğimiz harekâtın nihayetinde Rumeli de Anadolu ile
beraber bahis mevzuu olacak ve Rumeli topraklarımız kurtulacaktır. (inşallah,
sesleri) Efendiler, Ermeni ve Yunan kuvvetlerinden ve bugün mevcut olan Fransız
ve İngiliz kuvvetlerinden başka İtilaf devletlerinin elinde başka kuvvetler yoktur
diye bir ifadede bulunmuyorum. İtilaf devletlerinin memleketlerinde daha büyük
orduları ve teşkilâtları vardır. Fakat bugün buraya ayırdıkları kuvvetlerin azlığı ve
bizim aleyhimizdeki projeyi yalnız Ermeni ve Yunan ordularından bekledikleri,
kuvvetli istihbarat ile biliniyor. Birincisi, Fransız ve İngiliz milletlerine Türk Milletinin
14
imhası için maddeten gösterilecek bir menfaat yoktur. Bu proje istilâ hırsı ile
zorbalık hırsı ile zevk alan liderlerinin projeleridir. Uzun bir harpten sonra yeniden
zevk için, bir milleti diğer millete boğazlatmak suretiyle Fransız ve İngiliz
milletinden kan istemek kolay bir şey değildir. Bununla beraber milletler büyük
ordular göndermeyeceklerini her hal ve hareketleriyle ispat etmekle beraber,
gönderebileceklerini farz etsek bile, Anadolu’muz ve dağlarımız kolay istilâ
olunacak, yüz bin, iki yüz bin, beş yüz bin kişi ile bir ayda, beş ayda bir ucundan
girilecek öbür ucundan çıkılacak yerler değildir. Allah bizim dağlarımızı tepelerine
çıkalım Dünyaya karşı serbest, hür teneffüs edelim diye yaratmıştır. Bir Millete
esareti kabul ettirmek için milyonlarca kuvvet, senelerce vakit, milyarlarca servet
sarf etmek lâzımdır. Bunu biz kendimiz uzak vilâyetlerimizde ve meselâ Yemen
gibi yerlerde uzun müddet tecrübe ettik. Vasıtaları bol olan milletler, mesela
İngilizler, Fransızlar bütün sömürgelerinde tecrübe ettiler. Bütün bu tecrübeler
ezelden beri esir olan milletlere de yapılmıştır. Şimdi tecrübe edecekleri milletler
eskiden hür olan milletlerdir. Eğer biz, bizi imha etmek isteyenlere bir kaç milyon
askere ve uzun zamana ve birçok mala, birçok servete lüzum olduğunu ispat
ettiğimiz gün hayatımızı, halen ve istikbalen temin etmiş olacağımız gibi bize
bakan bütün İslam milletler de hayatlarını temin etmiş olacaklardır. Esas mesele,
ispat etmek mecburiyetindeyiz ki İstanbul’da oturup ve yahut her hangi bir telgraf
merkezinde oturup bütün memlekete telgraf çekmek ve bütün memlekette İngiliz,
Fransız ve İtalyanlara karşı aman teslim olduk cevabını almak ihtimali olmasın.
Bütün memleketi istilâ ettikten sonra bir tek dağ başı kalacak olursa o tek dağ
başına da ayrıca kuvvet göndermek lâzım olduğuna düşmanlarımızı ikna
etmeliyiz. Fransızlara karşı muharebe ediyoruz. Halk köylerinde toplanmıştır. İlk
başladığı zaman zaman birçok yerlerde bizlere Fransızlar tanklar, makineli
tüfekler, toplarla yürüdüler. Cephe zannettikleri yerlerden birçok ateşler açarlar ve
giderler. Bin kişi on bin kişilik bir kuvvet iki günlük yol gider, gittikçe toplanır, ne
ardı vardır ne arkası vardır. Şimdiye kadar hep böyle tecrübe edilmiştir üç gün
evvel hepsi gitmişlerdir. Cephe zannettiler. Bir yere ateş ettiler. Bizimkiler hepsini
tepelediler. Şimdi Adana ile Pozantı, bunlar alelade iki günlük yollarımızdır.
Efendiler, İstanbul’dan veya bir sahilden başlayarak memleketin bütün dağları
üzerine çıkmak kolay değildir. Bütün dağlarının üzerine çıkmak için milyonlar
lâzımdır. Yalnız korku ve dehşete düşerek herhangi bir mahal ve cephenin el
dokunulmamış yerlerini el dokunulmadan kendilerine teslim edemeyeceğimizi
düşmanlarımıza bildirmeliyiz. Binaenaleyh şayet Avrupa milletlerinin menfaati
olmayan ve bizce ümit edilmeyen harekâta kalkışmayı isterlerse onu da
serinkanlılıkla karşılamaya hazırız. Her tarafı Kerbelâ’ya çevireceğiz. Memleketin
her karış toprağını ayrı ayrı müdafaa ve her yerini ayrı ayrı zapt olunmak lâzım
geldiğini ispat edeceğiz. Sonra efendiler, düşmanlarımızın elinde bize korku ve
dehşet vermek için tayyare gibi birçok vasıtaları vardır. Fakat şimdiye kadar hiçbir
memleket tayyare ile zapt olunmadı ve hem de olunmayacaktır. Yalnız alışmayan
bir memleket, havada tayyareyi ilk defa gören bir halk, ürkerler. İhtimal ki
düşmanlarımız bunu da yapacaklardır. Şimdiye kadar tayyare hücumu
15
yapmamalarının sebebi, onlar bizi Afrikalılar gibi cahil ve ürkek bir millet
zannediyorlar ve o kuvveti şimdiden sarf etmek istemiyorlar. Nitekim Adana
havalisinde, Urfa havalisinde sarf etmektedirler. Fakat ora halkı bunları eğlenecek
bir vasıta olarak görmektedirler. Binaenaleyh söyledikleri gibi birçok tayyare ile
Memleketimizin üzerinde, havada yapmak isteyecekleri akınların ilk tesirini
gördükten sonra, memleketimizi maddeten abluka etmek isteyeceklerdir. Lâkin
bunun da hiç bir tesiri, hiç bir ehemmiyeti olmayacaktır. Çünkü abluka o millet için
tesirli bir vasıta olur ki Allah o milletin gıdasını hariçten göndermek üzere vermiştir.
Bütün Türkiye muhasara edilse daha az ve daha eksik şeylerle iktifa etmek
mecburiyetinde kalırız ve fakat yine midemizin ihtiyacını temin ederiz, harp için
bileklerimizde kuvvet bulunur. Allah bize bu imkânı bahsetmiştir. Binaenaleyh
abluka ile esareti kabul etmek için açlık ve gıda tehlikesi de yoktur. Bizi teslim
olmaya mecbur etmek için en kuvvetli bir vasıta daha vardır ki bu da içimize nifak
sokmaktır. Düşmanlarımız halkımızın hususiyetlerinden ve Dünya Harbinin
Millette meydana getirdiği yılgınlıktan mahirane istifade etmeyi istiyorlar. Mesela
halk askerlikten yorulduğu için Millete askerliğin kaldırıldığını ilân ederler.
Milletimizin öteden beri gerek dinine ve gerek Saltanat Makamına bağlılığını bilen
düşmanlarımız, Saltanat ve Hilâfetin elinde bulunan bütün kuvvetleri Millet
aleyhine zorla sarf ettiriyorlar ve bir propaganda yapıyorlar. Hâlbuki bu dâhili nifak
ecnebi harekâtıdır. Meselâ düşmanlarımız, işgalden evvel hazırladıkları Anzavur
harekâtını işgal ile beraber ve bütün kuvvetiyle meydana çıkardılar. Anzavur
harekâtı, Çanakkale Boğazını elde bulundurmak için İngilizler tarafından
planlanmıştır. Çanakkale’de, Kumkale’de bulunan İngiliz birlikleri doğrudan
doğruya milletle temas etmeyeceği ve bunun için emin bir mıntıka lâzım geldiği
için İngilizler bunu temin etmek vazifesini Anzavur'a vermişlerdir. O, İngilizlerden
her şeyi alarak onlarla bizim mıntıkamız arasında bir yer tutmak ve İzmir kuzey
cephesini kendisine verilen nüfuz ve memuriyetle doğrudan doğruya arkasından
vurmak istemiştir. Bu suretle Yunan emeli kendiliğinden husule gelecek ve imha
projesinde Şile’den, Marmara’dan, Edremit Körfezinden itibaren beynelmilel
gösterilen mıntıkayı Anzavur temin etmiş olacaktı. İkinci hareket Düzce civarında
olmuştur. Bu hareket daha mahirane gelişti. Düzce’de silâh patlamasını müteakip
Anzavur İstanbul ve İngilizlerle doğrudan doğruya birleşmek için hemen batıya ve
aynı zamanda Anadolu içine yayılmak için süratle doğuya doğru ilerledi. Geçen yıl
bilirsiniz ki İngilizler Eskişehir’de tutunmak istediler muvaffak olamadılar. Sonra
Geyve’de tutunmak istediler yine muvaffak olamadılar. Öteden beri İngilizlerin
isteği Bilecik, Bursa havalisiyle Marmara sahiline hâkim olmak ve bizi oralardan
uzaklaştırmaktır. Bu harekât bizi Marmara sahilinden uzaklaştırmak için hususi
surette hazırlanmıştır ve sulh antlaşması dedikleri projede açıkça ifade etmişlerdir.
Şile, İzmit, İznik, Edremit havalisini elde etmek için Düzce’de, Adapazarı’nda,
Geyve’de böyle Osmanlılarla İngilizler arasında bir mıntıka lâzımdır ki doğrudan
doğruya Anzavur’un temin etmek istediği mıntıka işte bu mıntıkadır. Biz yalnız
düşmanlarımız aleyhine kullanılacak silâhlarımızı, cephanelerimizi birbirimize
karşı kullanmak, beyhude telef olmamak için samimiyetle uğraşıyoruz. İngilizlerin
16
istediği emniyet mıntıkasını onlar İngiliz hesabına daha ziyade genişletmek için
çalışıyorlar. Onun için bütün memleket dâhilinde elimizde bulunan kuvvetlerle
birçok harekât yapmaya mecbur olduk. Adapazarı’ndan doğrudan doğruya
İstanbul’a İngilizlerle temas ederek ta Kastamonu, Ankara hudutlarına kadar
yayılmış olan tehlike bir aralık ciddi bir safhaya ulaştığı halde bugün Milletin
sadakat ve imanı ve sevk ettiğimiz kuvvetlerin hırsı karşısında kâmilen
mahvolmuştur. İngilizlerin istediği Bolayır, Çanakkale, Gelibolu ile doğrudan
doğruya bizim Milletimizin malı olan mahalde Aznavur’u temizledik. (alkışlar)
İngilizlerle doğrudan doğruya temas hâsıl ettik. Karşımıza çıkacak yeni
düşmanlarımızın hepsini tepelemek için hazır bulunuyoruz. Arz ettiğim harekât
dâhili fitne ve harekâtın en mühimleridir. Yine şuradan buradan bulunmuş bir iki
serseri herhangi bir menfaati temin etmek için yine Hazreti Padişahı öne sürerek
Hazreti Padişah askerliği affetti, vergileri afetti sulh oldu. Binaenaleyh Memlekette
din ve imam olan bizim arkamıza düşsün, diye etrafına birçok halk toplayarak
muhtelif telgraf merkezlerini basmak ve etraftaki zavallı köylüleri ellerine almak
için teşebbüs yapmaktadırlar. Bu hadise yirmi gün evvel Yenihan civarında
görüldü ve köylere heyetler çıkarılarak kendilerine nasihat edildi. Dağıldılar ve
nasihate inanmış gibi güründüler. Fakat hakikati gören, Milletimizin iradesine ve
sizin itimadınıza inanan bizler aldandığımızı bilmekle beraber iki hayatı kurtarmak
kârdır diyerek daha hafif harekât ve tedbirler ile meseleyi halletmek istedik.
Yakında kati neticeyi ve yakalanıp esir edildiklerini Yüce Meclisinize yakında
bildireceğimizi ümit ediyoruz. Bu hulâsa ile düşmanlarımızın bizi teslim olmamızı
zorlamak için ellerindeki dâhilî nifak silâhına kâfi derecede önem vermiş
olduğumuzu zannediyoruz. Nifakın en büyük tehlike olduğunu hepimiz bilmekle
beraber bu hususta her gün her rast geldiğimize ne kadar çok tekrar eder, ne
kadar çok açıklarsak bizzat düşmanlara karşı kendi mukavemetimizi bir kat daha
ispat etmiş oluruz. Bütün bahsettiğim, şey mukavemettir. Bizi teslime mecbur
bırakmak için kullanacakları vasıtaların her birisine karşı birçok mukavemetimiz
vardır. Fakat ne olacak, mukavemet ede ede kendimiz için gördüğümüz hazine
nedir ki? Sizler Yunanlıları ve Fransızları Memleketimizden uzaklaştırmak için
onlara taarruza geçmemiz arzusundasınız. Oraya gelmek istiyorum. Biz
mukavemetimizi temin ederek yalnız mukavemet suretiyle de neticeye
varacağımıza inanıyoruz. Doğu’da başlayan sosyal inkılâp durmadan ilerliyor. Bu
gün Kafkasya’da bundan bir ay evvelkine, iki ay evvelkine nispetle daha ziyade
ferahlık vardır. Ermenistan son ay zarfında iki üç defa hükümet değiştirdi.
Hükümet bir partiden diğer partiye geçti. Birbirine taban tabana zıt hükümetler
iktidara geldi ve şimdi Bolşeviklerle doğrudan doğruya temastadırlar. Gürcistan
Hükümeti bir İngiliz Hükümeti idi. Bundan bir buçuk ay evvel tarafsız bir hükümet
oldu. Şimdi de Bolşevik bir hükümet oldu ve şu dakika İngilizlere ilânı harp eden
bir hükümet olduğu söyleniyor. Azerbaycan’ın durumu Yüce Heyetinize arz
olunmuştur. Burada sosyal İnkılâba doğrudan doğruya cüretle girilmiş bir vaziyet
vardır. Orada kendi memleketlerini Ermenilere karşı muhafaza etmek için
hücumlar, hazırlıklar vardır. Rus İnkılâbı şeklinde başlayıp bütün cihanı istilâ
17
etmek yolunda durmadan ilerleyen sel, Batı milletlerine tesirini her suretle
gösteriyor. Biz bu vaziyeti günü gününe takip ediyoruz. Şekil ve vaziyet o haldedir
ki bugün bizden itibaren Doğuya doğru başlayan bütün milletler, Batı milletleriyle
anlaşamamışlardır. Muhakkaktır ki Dünyanın yarısı diğer yarısı ile mütemadiyen
harp edecek ve anlaşamayacak, kendi hayatını, kendi kuvvetini, kendi
mevcudiyetini muhafaza etmiş bir millet olarak biz de iştirak edeceğiz. (inşallah
sesleri) Umumi olarak bize selâmet yolu gösteren bu vaziyetten başka, doğrudan
doğruya Yunanlıları ve Fransızları Memleketimizden çıkaracağımıza kuvvetli
ümitlerimiz vardır. İhtimal ki bizi sulh şartlarına mecbur etmek için bugünlerde
Yunan Ordusunu yeniden bir takım harekâta sevk edeceklerdir. Hâlbuki biz
Yunanlılara karşı kuvvetlerimizi kâmilen kullanmış değiliz. Binaenaleyh
Yunanlılara bir taarruz ederek onları Memleketimizden atabileceğimizi ümit
ediyoruz. (alkışlar) Yunanlılara karşı Memleketimizi muhafaza etmek için yalnız
müdafaadan, yalnız mukavemetten başka çaremiz yoktur demiyoruz. Mukavemet
ediyoruz ve edeceğiz. Yalnız ne vakit yapacağız ve fırsatı ne vakit bulacağız?
Bunun için Yüce Heyetiniz bizden daha fazla tafsilât istemeyecektir. Fransızlara
gelince, Fransızlar Maraş’ın kuzeyinde idiler. Urfa’yı işgal etmişler, Pozantı’ya
kuzeyden gitmişlerdi. Sivas’a ve Diyarbakır’a kadar almayı arzu ediyorlardı.
Fransız albayı arabasına binerdi, Mardin’e ve Diyarbakır’a geliyorum, konsolosluk
açacağım diye telgraf çekerdi. Herkes bilirdi ki bir müddet sonra nasıl Adana’ya
girmiş ise oralara da girecektir. Hâlbuki bu kadar Müslüman’ı hiç yerine koyarak
küçümser bir vaziyet alan Fransızlar bugün Maraş’tan bütün Dünyanın tehditlerine
rağmen sopa ile kovulmuşlardır ve bugün Antep’in güneyindedirler. Urfa’dan
atılmışlardır. Fırat ve Cerablus civarında, Arappınarı’nda güç bir halde tutunmağa
çalışıyorlar. Bütün yerleri ayrı ayrı muhasara ettik ve düşürdük. Biz İhtilal
Heyetiyiz. Kendilerinin teçhizatı mükemmel olmakla beraber bizimle temas
etmekten başka çare olmadığını anlayarak adam gönderdiler. Vaziyeti beraber iki
eş heyet gibi tetkik etmişizdir ve bizim tekliflerimizi muvakkaten kabule mecbur
olmuşlardır. Binaenaleyh Fransız Heyetiyle yaptığımız muvakkat bir askerî
anlaşmayı izah etmek isterim. Mayısın otuzundan itibaren yirmi gün müddetle
Fransızlarla aramızda ateşkes olacaktır. Bu müddet zarfında Memleketimiz
dâhilinde bulundukları yerleri tahliye edeceklerdir. Bunlar Pozantı ile Kozan’dır.
Burada bulunan kıtalarını kendilerine iade edeceğiz. Memleketimizden
çıkacaklardır. Şimdi aldığımız malûmata göre ateşkes başlamıştır. (alkışlar) Antep
bu günlerde müşkül vaziyet geçiriyor. Antep civarında muharebe oluyor. Yakında
kuvvet gönderdiler. İçeride Fransız kuvveti vardır. Ahali kendisini müdafaa ediyor.
Antep güneyinde yeni bir muharebe oldu. Bizim kıtaatımız kuzeye çekilmeye
mecbur oldular. Fransızlar takip ettiler. Muvaffak olduk zannı ile tepelendiler.
Antep’in güneyine çekilmeye mecbur oldular. Yalnız Antep şehri içinde çatışma
devam ediyor. Onun için Fransızlarla yaptığımız müzakerede Antep Şehrinin
tahliyesinde ısrar ettik. Mecburiyetlerinin derecesini tasavvur buyurunuz ki
kendileri için müsait telâkki olunan yerlerde de bizim şartlarımızı kabul ve şehri
tahliye ederek bizim memurlarımıza serbest bir surette bırakmaya muvafakat
18
ettiler. Bunu yapıp yapmayacaklarını bekliyoruz. Yapacaklarını söylediler,
muvafakat ettik. Antep’in tahliyesiyle beraber diğer yerleri de tahliye etmek üzere
anlaşacağız. Kendi imanımıza, kendi kuvvetimize dayanmayan hiç bir taahhüde
inanmadığımız için bu müddet zarfında Adananın ve diğer mıntıkaların
tahliyesinden başka çare olmadığını hazırlıklarımızla da göstereceğiz. Bugün
zaten Pozantı ve Kozan’dan emniyetle Adana Ovası’na bakıyoruz. Orada
hazırladığımız, topladığımız kuvvetlerle Adana’yı tahliyeden başka çare
olmadığını da ayrıca kendilerine göstermek istiyoruz. (alkışlar) Bu baskı
neticesinde ümit ediyoruz ki yeniden Fransızlar bizimle temas edeceklerdir.
Husule gelecek neticeyi ve vaziyeti ayrıca Yüce Heyetinize arz edeceğiz.
Memleketimizi müdafaa etmek için aleyhimize kullanılabilecek kuvvetler ve olan
bitenler bütün safhalarıyla arz olunmuştur. Arz ettiklerimden başka bir şey yoktur.
Dünyada bizim canımızı elimizden almak için çok aziz olan birçok hayatlarını feda
etmek mecburiyetinde olduklarını anlattığımız gün hayatımız, istiklâlimiz ve her
türlü mukaddesatımız emindir. Bütün cihana karşı hayatımızı elimizden almak için
1
pek çok hayat feda etmek lâzımdır iddiasındayız. Bu iddiamızı ispat edeceğiz.
7 HAZİRAN 1920: İSTANBUL’UN İŞGALİNDEN SONRA, İSTANBUL HÜKÜMETİ
TARAFINDAN İMZALANAN BÜTÜN ANLAŞMALARIN GEÇERSİZ OLDUĞUNA
DAİR KANUN TASARISININ GÖRÜŞÜLMESİ
(1.Dönem, 1.Yasama Yılı, 25.Birleşim, Gündem: 4/2)
İstanbul Hükümeti de, İtilaf Devletleri de Türkiye Büyük Millet Meclisi
’ni ve Hükümetini yok hükmünde sayıyorlardı. İtilâf Devletleri San Remo
Konferansı'nda Osmanlı İmparatorluğu'na uygulanacak barış antlaşmasının şartlarını hazırladılar ve Osmanlı hükümetini Paris'te toplanacak
barış konferansına davet ettiler. TBMM, ülkenin paylaştırılması ve halkın
köleleştirilmesi anlamına gelen barış tekliflerini ve görüşmelerini büyük bir
dikkatle izledi ve hukuki önlemlerini hızla almaya başladı.
(Kanun teklifi ilk olarak bir ay önce, 6 Mayıs 1920 tarihinde gündeme alınmış ve
görüşülmeye başlanmıştı.)
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Şimdi Efendim, kanunun müzakeresine
başlıyoruz. Kanunun başlığını okuyoruz.
1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (29 Mayıs 1920), 1.Dönem, c.1, s.38-48, http://www.tbmm.gov.tr/
19
Mondros Ateşkesinin imza tarihinden itibaren Milli Meclisin onaylamadığı bütün
antlaşmalar, mukaveleler, kanunlar ve kararların geçerli olmayacağına dair
Kanun
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Efendim kanunun başlığı hakkında söz
isteyen var mı? (uygundur sesleri)
(Kanunun başlığı hakkında milletvekilleri söz aldılar ama daha önce bu Kanunla ilgili
görüşmede eksik kalan sözlerini ve görüşlerini aktardılar. Hatta Kanunun maddeleri
görüşülmeden, yeniden incelenmesi için Komisyona geri gönderilmesini teklif ettiler.
Konuşma sırası Besim Atalay Bey’e geldi.)
BESİM ATALAY B. (Kütahya): Her şeyden önce ilme, bilgiye hürmet edelim.
Bilirim ki, bizim gibi talihsiz milletlerin başına gelen her felâket ilimsizlik, bilgisizlik
yüzünden gelmiştir. Ah, ne diyeyim, ne diyeyim? İlim her yerde hürmet görseydi...
Ah... Herkes ilmi bizim gibi mevkii saygı ve itibar etseydi... Arapça bir söz vardır.
“İlim mızrakların ucunda parlıyor. Yoksa yıldızlarda değil.” Hukuk İlmi, ince,
hakikaten anlaşılır, milletlerin münasebetinden, milletlerin geleneklerinden
doğmuş güzel, yüksek bir ilimdir. Fakat onlardan evvel bir ilim vardır ki, süngü,
top, tüfektir, efendiler. Bunlar geldiği vakitlerde senin ne hukukun kalıyor, ne
kanunun kalıyor, ne şu kalıyor, ne bu kalıyor. Yalnız bir şey hâkim oluyor. Ne
hâkim oluyor? Top, tüfek, kuvvet hâkim oluyor. Biz ne yaptık? Biz ateşkes
imzaladık ve silahımızı teslim ettik. Onların bugün bizi ezmek isteyen
başbakanları, Türklerin çoğunlukta olduğu vilâyetler Türklerindir, demişlerdi. Biz
Türklerle harp ediyoruz, fakat kendilerini Saltanat Merkezleri olan İstanbul’dan
onları mahrum bırakmak istemiyoruz, demişlerdi. Bunu parlamentolarından
bağırarak söylüyorlardı. ABD Başkanı Wilson kalkıyor, birtakım prensipler ilan
ediyor ve milletlere hürriyet ve istiklâl vaat ediyordu. Neticede hepsi de hiç... Biz
silâhlarımızı terk ettik, onların adaletine güvendik, ne oldu? Zavallı İzmir ateşler
içinde yakıldı. Adana'da çocukların göbekleri deşildi. Aslanlar diyarı olan Lazistan
bilmem hangi bir millete vaat ediliyor. Hani ilim, hani hukuk… (mevzua gel, sesleri)
Peki mevzua geliyorum. Yusuf Kemal Bey hocamız buyurdular ki, yeni kaideler ile
yeni hukuk koymak istiyorsunuz. Hukuk ilmini bilmem, itiraf ediyorum. İnsan her
şeyi bilmez ve bilemez ya, yalnız bildiğim bir şey var, kanunlar ihtiyaçtan doğar.
Yazık olsun o kanunlara ki ihtiyaçtan doğmamışlardır. Hani, bizim merhum Serseri
1
Kanunu gibi. Diğer bir arkadaşımız da yüzlerce İslam orduları bilmem nereden
geliyormuş, nereden yıkıyormuş, nereden deviriyormuş, diyor. Allah aşkına biz
1
1908 Yılında Osmanlı Mebusan Meclisinde çıkartılan, Serseri ve Kendisinden Her Zaman
Kötülük Beklenen Şahıslar Kanunu
20
bunları çok işittik. Dünya Harbinde Mısır ayaklanıyordu. Bilmem nere ne
yapıyordu, ne oldu? Neticede vurun yine abalıya? Şunu arkadaşlarımdan rica
ediyorum, biz kendi kuvvetimizi iyice denemeliyiz. Ne yapmak istediğimizi
bilmeliyiz. Başkasının kuvvetinden, başkasından yardım ümit edersek yarı yolda
kalırız. (alkışlar) Biz evvela Allah’ın yardımına, sonra kendi azmimize dayanarak
yolumuzda yürümeliyiz. (alkışlar)
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Müzakereyi kâfi görenler ellerini
kaldırsın. Kâfi görüldü. Şimdi Efendim, Bolu Mebusu Nuri Bey’in bir önergesi var.
TBMM Başkanlığına
Başlığı müzakere olunmakta bulunan Kanun Tasarısının Hükümete
havalesini ve gelecek şekle göre tekrar müzakere edilmesini teklif ederim.
6 Mayıs 1920
Bolu Mebusu
Nuri
(hayır, hayır, sesleri)
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Kabul edenler ellerini kaldırsın. Kabul
1
olundu.
(Kanun Teklifi, alınan karar gereğince Hükümette görüşüldü ve iki maddelik bir Kanun
Tasarısı olarak Meclise gönderildi. Genel Kurulun 7 Haziran 1920 günkü oturumunda
görüşülmeye başlandı.)
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Şimdi Efendim, İstanbul Hükümeti
imzalanan anlaşmalara dair bir kanun teklifi var. Okunacaktır.
Madde 1. İstanbul'un işgal tarihi olan 16 Mart 1920' den itibaren Büyük Millet
Meclisinin tasvibi olmadan İstanbul tarafından kabul edilmiş aleni veya gizli her
türlü anlaşma, sözleşme, antlaşma ve benzerleri resmi olarak hükümsüzdür.
(gayet iyi, uygundur sesleri)
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Bu mevzuda Dışişleri ve Adalet
komisyonlarının raporları Hükümete havale edilmişti. Hükümet de bu Kanun
Tasarısını Yüce Heyetinize takdim etmiştir. Bunu oya koyuyorum. (uygundur
sesleri) Kabul olundu.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Efendim, kanunun ismi yok.
1
TBMM Zabıt Ceridesi (6 Mayıs 1920), 1.Dönem, c.1, s.223-233, http://www.tbmm.gov.tr/
21
BİR MEBUS BEY: Zaten Birinci Madde esasen isimdir. Yeniden isim koymaya
hacet yoktur.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Buna bir isim koyma hususunu
isteyenler ellerini kaldırsın. Ayrıca bir İsim koyma hususu kabul edilmedi. O halde
müsaade buyurursanız müzakereye geçelim. Birinci Maddeyi ota koyuyorum.
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Bir önergem var.
TBMM Başkanlığına
“Yabancılara verilmiş olan maden ruhsatları ile imtiyaz sözleşmeleri ve
bunların devir ve intikalleri” ifadesinin de Maddeye ilavesini teklif ederim.
Amasya Mebusu
Ömer Lütfi
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Müsaade buyurursanız izahat vereyim Efendim.
Sadrazam Ferit Paşa’nın zamanında gayet kıymetli bir madeni, küçük bir kâğıda
yazarak hiç bir dairenin haberi olmadan yabancı hükümetlerinden birine verdiğini
haber almıştım. Ben onun için, bu ifadenin ilave edilmesini teklif ediyorum. (çok
doğru sesleri) Her halde buna bir çare bulunmasını rica ederim. Bu haberi bana
veren kişinin ve madenin ismini açıklamak istemiyorum. Belki başına bir iş
gelebilir.
(Milletvekilleri Maddedeki ifadelerin değiştirilmesi, bazı kelimeler eklenmesi veya
çıkarılması ile ilgili olarak önergeler verdiler ve uzun süre tartıştılar. Önergelerin
bazıları kabul edildi ve çoğu da reddedildi. Aslında iki maddelik bir kanun tasarısı ilgili
komisyonda düzenlenmemiş olduğu için, bu düzenlemenin Genel Kurula yapılıyor olması
işi zorlaştırdı ve sonunda…)
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Müzakereyi kâfi görenler ellerini
kaldırsın. (kâfi sesleri) Şimdi Birinci Maddeyi oylarınıza sunuyorum.
SIRRI BEY (Çorum): Madde değiştirilmiş haliyle bir kere okunsun.
Madde 1. İstanbul'un işgal tarihi olan 16 Mart 1920' den itibaren Büyük Millet
Meclisinin tasvibi olmadan İstanbul tarafından kabul edilmiş aleni veya gizli her
türlü anlaşma, sözleşme, antlaşma, yabancılara verilmiş olan maden ruhsatları
ile imtiyaz sözleşmeleri, bunların devir ve intikalleri ve benzerleri tamamen
hükümsüzdür.
Madde 2. Bu Kanun, yayınlandığı tarihten itibaren Büyük Millet Meclisi
tarafından tatbik edilir.
22
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Bu Kanun Tasarısının Birinci
Maddesini kabul edenler ellerini kaldırsın. Kabul edildi. İkinci Maddeyi kabul
edenler ellerini kaldırsın. Kabul edildi. Müsaade buyurursanız tamamını oya
1
koyacağım. Kabul edenler lütfen ellerini kaldırsınlar. Kabul edildi, Efendim.
3 AĞUSTOS 1920: TRABZON MİLLETVEKİLİ HÜSREV SAMİ BEY’İN SPA
KONFERANSINDA FRANSA BAŞBAKANININ SÖZLERİ HAKKINDA VERDİĞİ
SORU ÖNERGESİNİN GÖRÜŞÜLMESİ
(1.Dönem, 1.Yasama Yılı, 43.Birleşim, Gündem: 7/2)
San Remo Konferansında İtilaf devletleri tarafından hazırlanan
Barış Antlaşması Tasarısı, Mayıs Ayında Osmanlı Delege Heyetine
sunulmuş ve Tevfik Paşa bunu reddederek İstanbul’a dönmüştü.
Osmanlı Hükümeti bir nota hazırlayarak Paris Konferansına sundu.
Müttefikler Belçika’nın Spa kentinde bu notayı incelediler ve diplomasi
tarihinde örneği görülmemiş ağır ifadelerle dolu bir cevap notası
gönderdiler. Bu nota Ankara’da Milletvekillerini fazlasıyla öfkelendirdi.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Fransa Başbakanı ve Spa Konferansı
Reisi Millerand tarafından verilen notadaki ifadelerinden dolayı Hükümetin ne gibi
bir teşebbüste bulunduğuna dair Trabzon Mebusu Hüsrev Bey’in önergesi var.
Bunu Dışişleri Vekâletine gönderelim.
HÜSREV BEY (Trabzon): Müsaade ederseniz maksadımı anlatayım. Antalya
Mutasarrıflığından buraya gelen bir yazıyı okudum. Efendim bu önergem, İstanbul
Hükümeti tarafından Avrupa'ya gönderilen Delege Heyetine Millerand’ın verdiği
nota ile alakalıdır. Ben bu notada yazılanları, şimdiye kadar gördüğüm siyasi
ifadelerin hiç birine benzer görmedim. Gayet alçakça, son derece namussuzca
yazılmıştır. Aslında bu hitap, Anadolu Hükümeti ile alakalı değildir şüphesiz, fakat
mesele Osmanlı Milletiyle, Türk halkıyla alakalıdır. Onun için bendeniz bunu gayet
mühim olarak düşümdüm. Elbette benim gibi Hükümet de bunu görmüş, önemini
takdir etmiştir ve bir şeyler yapmıştır. Bu nota metnini herkes okumalıdır. Ne kadar
namussuz hükümetler karşısında bulunduğumuz anlaşılsın ve bu bir ikaz
mahiyetinde olsun, kamuoyunu ikaz edelim. Maksadım bundan ibarettir.
AHMET MUHTAR BEY (Dışişleri Vekâleti Vekili): Bu notayı ben de gördüm.
Hüsrev Bey’in izah ettiği gibi gayet tecavüz edici ifadelerle yazılmış bir metindir.
Ancak Büyük Milet Meclisi Hükümeti, henüz İtilaf devletleri tarafından resmen
tanınmadığı için tabii ki bu nota bize hitap edilmemiştir. Binaenaleyh Hükümetimiz
1
TBMM Zabıt Ceridesi (7 Haziran 1920), 1.Dönem, c.1, s.139-145, http://www.tbmm.gov.tr/
23
resmen böyle bir nota aldığını tasdik ve itiraf edemez. Çünkü etmekle kendisinin
bu münakaşayı kabul etmiş olduğunu itiraf eder. Biz resmen böyle bir şeye
muhatap olmadığımız için verilecek cevap yoktur. Ancak olsa olsa, Hüsrev Beyin
dediği gibi, propaganda yoluyla buna gayri resmi bir cevap verilebilir. Bu vazife de
zannediyorum ki yeni kurulmuş olan Basın ve İstihbarat Umum Müdürlüğüne ait
bir vazifedir ve onlar da bu mevzuda bir şey hazırlıyorlar. Bu, Dışişleri Vekâletine
verilecek bir soru önergesi değildir.
HÜSREV BEY (Trabzon): Muhtar Beyefendi bu notanın Basın ve İstihbarat Umum
Müdürlüğü tarafından dikkate alındığını ifade ettiler. Hamdullah Suphi Beyefendi
bu hususta izahat verseler.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Notanın bir sureti varmış sizde. Yüce
Meclis anlamak istiyor, lütfen izahat verirseniz...
HAMDULLAH SUPHİ BEY (Basın ve İstihbarat Umum Müdürü): Efendim bu
notanın bir sureti bir hafta kadar evvel bize geldi. İstanbul Hükümetinin almış
olduğu bu nota bize ait bir şey değildir. İstanbul'dan bir heyet gitmiş ve cevap
oraya verilmiştir. Fakat inkâr edilemez ki notanın asıl okları doğrudan doğruya
Milletimize doğrudur. Nota, asırlardan beri siyasette görülmemiş şekilde alçak
düşürücü, garez ve kin ile doludur. Zannediyorum ki ilk yapılması icap eden şey,
Milli Hükümetimiz adına buna bir cevap hazırlamak ve yayınlamaktır. Bendeniz
bunu bulunduğum dairenin vazifelerinden biri olarak görüyorum. Bendeniz yedi
sekiz günden beri Basın ve İstihbarat Umum Müdürü olarak çalışıyorum.
Memleketimize hedef alınan ve Dünyanın bütün ufuklarından kopup gelen
koskoca bir küfür kasırgası arasında bu nota, bir küfürden, bir tek kelimeden
ibarettir. Senelerden beridir ki bütün Hıristiyanlık Âlemi her tarafından, her
köşesinden, her gün Milletimize karşı, tarihimize karşı, mukadderatımıza karşı en
büyük küfürleri, kasırgalar halinde yollamaktan geri kalmıyor. İtiraf etmeye
mecburuz ki değil şimdi, daha evvel ve daha evvel buna karşılık olmak üzere,
Memleketimiz hiç bir şey yapmamıştır. Avrupa'da Memleketin müdafaası için
kurulmuş olan müesseseler, bir kaç istisnayı bir tarafa bırakınız, vazifeleri
İstanbul’dan aldıkları yarım yamalak emirleri papağan gibi tekrar etmekten ibaret
kalmıştır. Arkadaşlar, Almanya'nın kuzeyinde bir bahçe'de Afrika'nın zencileri
geçerken Türkler diye gösterirler. Münih'te benim Türk olduğumu öğrenen biri,
bunun imkânı yok, Türkler Moğol'dur, renginizin sarı olması lâzımdır, senin gibi
Türk olur mu, demişti. İsviçre'de oturan adamlarımızın birinin Türk olduğu anlaşılır
anlaşılmaz, ailenin çocukları feryat ve figan ile sofradan kaçarlar. Çocuklar
Türkleri yamyam biliyor. (gülüşmeler) Amerika'da bir mektep hocası kırk, elli çocuk
arasında bir Türk çocuğuna diyor ki oğlum Memleketinizde ev yaparlar mı,
mağaralarda, ağaç kovuklarında mı oturuyorsunuz? Dünya çapında geniş bir
istihbarat teşkilâtına lüzum vardır. Kendi aramızda itiraf edelim, Hükümetimiz hu
günkü vaziyette kördür ve sağırdır. En yakında geçen şeylerden tamamıyla
habersiziz. Düşmanlarımız, bizim kendilerine karşı yaptığımızı bütün tafsilatıyla,
24
hemen dakikası dakikasına haber alırken, biz kendi etrafımızda tertip edilen her
cins suikasta karşı tamamıyla gafil bir vaziyette bulunuyoruz. Bize gelen haberler
bazen bir ay gecikerek geliyor. Onun için Yüce Meclis Memleketin manevi
müdafaasını istiyorsa, orduları idare edenlerin, Hükümeti idare edenlerin
hakikaten ışık altında çalışmasını temin için istihbarat ve basın için geniş bir
teşkilât kurmalıyız. O zaman bu hakaretlere karşı müdafaanın esaslarını
hazırlamış oluruz. (çok uygundur sesleri) Müsaadenizle nota metnini okuyacağım.
Osmanlı Hükümeti Sadrazamlık Makamına
Hükümetinizin, Konferansımıza gönderdiği Sulh Projesi hakkındaki nota,
bugün saat beşte tarafımıza ulaşmıştır. Sevr’de imzalanması için takdim
ettiğimiz Sulh Projesi hakkında Osmanlı Hükümeti tarafından ifade olunan
hususları İtilaf devletleri delegeleri dikkatli bir şekilde tetkik etmişlerdir. Dünya
Harbindeki mesuliyetinizin, biz İtilaf devletlerinin mesuliyetinden daha az
olduğunu ve bu sebeple daha hafif bir muameleye hak ettiğinizi ifade
etmektesiniz. Müttefik devletler bu iddiayı kabul edemezler.
Türkiye, milletlerin hürriyetine karışı tertip edilen suikasta iştirak ederek,
yarım asırdan fazla bir müddet dostları olan İtilaf devletlerine pek açık bir
şekilde ihanet etme suçunu işlemiştir. Türkiye Dünya Harbine hiç bir mazeret
veya tahrik olmaksızın katılmıştır. İtilaf devletleri Türkiye’ye hiçbir şekilde
düşmanca bir tavır içinde olmamışlardı. 1914 Ağustos ayında Babıâli’ye
gönderdiğimiz bir yazıda, Türkiye’nin harbin sonuna kadar tarafsızlığını
muhafaza etmesi şartıyla, Müttefikler tarafından toprak bütünlüğünün
korunmasına muvafakat ettikleri bildirilmekte idi. Türkiye bu teminata
ehemmiyet vermeden harbe iştirak etmekle, bir emniyet endişesi değil, belki
ihtiras eseri olduğunu ispat etmiştir. Osmanlı Delege Heyeti, Türkiye'nin harbe
müdahalesinin insanlık için zararlı olduğunu hâlâ bilmiyor görünmektedir.
Türkiye'nin mesuliyeti yalnız Müttefik ordularının Osmanlı ordusunu
mağlûp etmeleriyle alâkadar değildir. Türkiye Müttefik donanmalarına karşı
sebepsiz yere boğazları kapamakla, bir taraftan Rusya ve Romanya ile
Müttefiklerin münasebetine mani olmuş, diğer taraftan Harbin iki sene daha
uzamasına ve İtilaf devletlerine milyonlarca insan hayatı ve yüz milyarlarca
para kaybına sebep olmuştur. Türkiye'nin Hür Dünyaya uğrattığı çok büyük
zararlar karşılığında ödemek mecburiyetinde olduğu tazminat, kendisinin hiç bir
zaman karşılayamayacağı miktarın çok üzerindedir. Müttefik devletler açıkça
inanıyorlar ki diğer milletler üzerindeki Türk hâkimiyetine nihayet vermek
zamanı gelmiştir.
Dünya Harbinden evvelki uzun seneler zarfında Babıâli ile Müttefiklerin
siyasi münasebetleri, tarihi, vicdani, insani hareketlere isyan ettiren zulümlere
bir nihayet verebilmek için tekrar edile gelmiş teşebbüslerin tarihinden başka
25
bir şey değildir. Son yirmi sene içinde Ermeniler, şimdiye kadar işitilmemiş
derecede barbarca katledildiler. Osmanlı Hükümetinin katliamlar, tehcirler ve
esirlere kötü muameleler hususundaki sabıkası çok fazladır. 1914 senesinden
beri Osmanlı Hükümeti sözde bir ihtilala mani olma gayesi ile kadın, erkek ve
çocuk sekiz yüz bin Ermeni’yi katlettiği ve iki yüz bin Ermeni ve Rum’u tehcir
ettiği tahmin edilmektedir. Türk ırklarına mensup olanları, yağma, tecavüz her
türlü suç işlemelerine karşı muhafaza etmek vazifesinde kusur etmemiştir.
İtilaf devletleri, çoğunluğu Türk olmayanların arazilerini, Türk boyunduruğundan kurtarmaya karar vermişlerdir. Türk olmayan ahaliyi, Osmanlı
Kanunlarının nüfuzu altında kalmaya mecbur tutarak Yakındoğu’da adaletli bir
sulh meydana getirilemez. Müttefikler, Trakya ve İzmir'i Türk tahakkümünden
kurtaracak olan sulh projesi şartlarının değiştirilmesine izin veremezler. Zira
İzmir’de ve Trakya’da Türkler azınlıktadır. Ayni düşünce Türkiye ile Suriye
arasında tayin olunan hudutta da tatbik edilecektir. Milletler Cemiyeti Reisinin
hak ve adalete uygun olarak tayin edeceği hudutlar dâhilinde hür bir
Ermenistan kurulması hususunda da değişiklik teklif edilemez.
İzmir hakkındaki kararlar, limanın Anadolu ile ticaret ve nakliyesine mani
olacak bir netice vermeyecektir. Limanın serbestliği anlaşma ile sağlanmış
bulunduğundan İzmir ahalisi namuslu bir Hükümetin idaresinde olacağından
Anadolu için faydalı olacaktır. Boğazların idaresine gelince, Müttefikler bir Türk
Hükümeti tarafından medeniyete karşı yeni bir ihanete mani olmak için icap
eden tedbirleri almak mecburiyetindedirler. Binaenaleyh boğazların
serbestliğini temin için meşru olarak aldıkları kararlardan vazgeçemezler ve
değiştiremezler. Ancak Boğazlar komisyonunda Türkiye'nin de temsilci
bulundurması hakkında Osmanlı delegeleri tarafından yapılan teklifi tamamen
reddetmeyi de uygun görmemektedirler. Karadeniz’e kıyısı olan devletlerinden
biri olmak sıfatıyla Türkiye'ye, Bulgaristan'a olduğu gibi ve aynı şartlar dâhilinde
Boğazlar Komisyonuna bir üye gönderme hakkı verilmiştir. Bu karar, Türkiye
lehinde bir değişikliktir.
Türkiye'de mali kontrol kurulmasından maksat, Osmanlı Devletini
vesayet altında bulundurmak değildir. Geçmişte Türkiye’yi harabetmiş olan
israfa karşı korumak ve emperyalist düşüncelerden nihayet kurtulmuş olan
Türk Milletine iyi idare edilir bir millet olma fırsatını vermektir.
Notaya son verirken şunu ifade edebiliriz. Müttefikler, sulh projesinin
Osmanlı Delege Heyeti tarafından ona yüklenen mahiyeti haiz bulunmadığını
kayıt ve işaret etmeyi lüzumlu görürler. Sulh projesinde istenilenler,
Memleketlerini zalimce ve fena bir şekilde idare etmiş olan Osmanlı
Hükümetlerine dair olanlardır. Bu proje Türkiye’yi, geniş ve verimli araziye
sahip bir milli devleti kurma gayesindedir. Sulh projesi şartları tatbik edildiği
takdirde, Türk Milletini kalkınmış bir millet olmaktan alıkoyacak mahiyette
değildir. Türklerin çoğunlukta oldukları şüpheli olmasına rağmen, İstanbul Şehri
26
Türkiye’nin Saltanat Merkezi olarak devam edecektir. Müttefikler bu kararı
alırken, Türklerin bunu suiistimal etmelerinden büyük tereddütlere düşmekten
kendilerini alıkoyamamışlardır. Osmanlı Hükümeti sulhu imzalamadığı veya
Anadolu üzerindeki hâkimiyetini geri alamadığı takdirde, İstanbul’un Osmanlı
Merkezi olarak devamı kararı geri alınacaktır. Bu takdirde Müttefikler Türkleri
kati olarak Avrupa’dan ihraç etmek vazifesi karşısında bulunabileceklerdir.
Türkiye’nin sulh şartlarını kabul ettiğini ve imza etmek niyetinde
bulunduğunu bildirmesi için on günlük bir süre verilmiştir ve bu süre 27
Temmuz 1920 tarihinde gece yarısında sona erecektir. Şayet Sulh Antlaşması
bu şartlar dâhilinde imza edilmeyecek olursa, Müttefik devletler uygun
bulacakları her türlü tedbiri alacaklardır. Saygılarımın kabulünü rica ederim.
Fransa Başbakanı ve
Spa Konferansı Reisi
Millerand
(sürekli gülüşmeler)
RİFAT BEY (Tokat): Bu Karagözün işine döndü.
BİR MEBUS BEY: Doğu Anadolu’da Ermeniler bizi arkamızdan vurmuşlardır.
Türkiye de hakkı olanı yapmıştır.
MUSTAFA BEY (Tokat): Demek mevcudiyeti varmış, yaşasın Türkiye.
SOYSALLI İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Erzurum'da ölenler karıncamı idi?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Van ihtilalı de yalan mı idi?
HAMDULLAH SUPHİ BEY: Reis Bey müsaade buyrulursa burada şey
söyleyeceğim. Arkadaşlar bunun madde madde cevabını Hükümet verir. Yalnız
burada bir şey hatırlatmak istiyorum. Sözde bir ihtilal diyecek kadar yalanda cesur
olan bu adamlar, Bogos Nobar Paşa’nın bir resmi vesika halinde Paris'e,
Londra'ya, Roma'ya verdiği beyannameyi bütün gazeteler yayınladılar. Bogos
Nobar Paşa’nın, yani Ermeni Delege Heyeti Baş Delegesi olan bu kişinin ifadesine
göre, bizim ile Ruslar arasında harp başladığı gün yüz elli bin Ermeni bize karşı
Rusya’ya yardım etmiştir. Sözde ihtilal dediklerinin resmi bir vesikası
meydandadır. Düşünün yalan söylemekte ne kadar küstah bir cesarete sahiptirler.
AHMET MUHTAR BEY (Dışişleri Vekâleti Vekili): Şimdi okunan nota, İstanbul
Hükümeti tarafından Fransa’ya gönderilmiş olan ve Ferit Paşa’nın da içinde
bulunduğu heyetin orada Paris Konferansına sundukları Osmanlı Hükümetinin
notasına verilmiş bir cevaptır. Biraz önce de söyledim, Milli Hükümetimiz henüz
İtilaf devletleri tarafından resmen tanınmadığı için tabii ki bu nota bize hitap
edilmemiştir. Eğer bu notaya cevap gönderecek olursak, İtilaf devletleri ile bu
münakaşayı kabul etmiş olduğumuzu itiraf etmiş oluruz. Biz resmen böyle bir şeye
27
muhatap olmadığımız için verilecek cevap yoktur. Binaenaleyh Yüce
Heyetinizden, Hükümet tarafından bir cevap verilmesinin karara alınmamasını rica
ederim. Yalnız şimdi bu notada ifade edilen hususların her birisinin, ayrı ayrı
gazete makalesi şeklinde lazım gelen cevapların verilmesinin, milli
1
menfaatlerimize daha uygun olacağı kanaatindeyim. (Doğru, doğru sesleri)
14 AĞUSTOS 1920: SEVR ANTLAŞMASINA DAİR BİR BEYANNAME
YAYINLANMASI HAKKINDAKİ ÖNERGELERİNİN GÖRÜŞÜLMESİ
(1.Dönem, 1.Yasama Yılı, 48.Birleşim, Gündem: 4/1)
İtilaf devletleri Barış Antlaşması hazırdı ve Osmanlı delegelerini
imza için Fransa’ya çağırdılar. Antlaşmanın biran evvel imzalanması
için de İngiliz destekli Yunan kuvvetleri Balıkesir, Bursa, Uşak ve
Nazilli’yi işgal ettiler. Yunanlılar, Trakya’dan saldırıya geçerek
Tekirdağ’a kadar olan toprakları işgal ettiler. Bunun üzerine İstanbul
Hükümeti antlaşmanın kabul edilmesine kara verdi. Fransa’ya giderek
Paris yakınlarındaki Sevr kasabasında Sevr Antlaşması’nı imzaladılar.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Tunalı Hilmi Bey’in bir önergesi var.
Şimdi okunacak.
TBMM Başkanlığına
Sulhun imza edilmiş olması dolayısıyla Propaganda Komisyonu
tarafından Millete anlatılması için bir beyannamenin kaleme alınmasını teklif
ederim. 13 Ağustos 1920
Bolu Mebusu
Tunalı Hilmi
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Yine aynı mesele hakkında başka bir
önerge daha var. Biga Mebusu Hamdi Bey’in
TBMM Başkanlığına
Bazı köylülerimiz Büyük Millet Meclisinin mukaddes gayesini henüz
anlayamamış, Haktan görünen birtakım iblislerin kandırmalarına kapılmış,
Vatan ve Milleti kurtarmaya çalışan mücahitlerimizin Hilafet Makamına karşı
isyan ederek İslam Milleti aleyhine harp etmekte olduklarını düşünmektedirler.
Bu zihniyette olan gafilleri Hükümetimiz tekrar ikaz etmelidir. Yağmacı Avrupa
1
TBMM Zabıt Ceridesi (3 Ağustos 1920), c.3, s.74-86, http://www.tbmm.gov.tr/
28
eşkıyalarının Vatanımızı nasıl parçaladıklarını, Milletimizi ne şekilde
mahvetmeye çalıştıklarını anlatmalıdır. Düşmanların İslamiyeti Dünyadan
kaldırmak için yazıp imza ettikleri o sulh paçavrasını düşmanlardan isteyerek
kabul eden, Hilafet Makamını bir oyuncağa çeviren ve Milletimiz adına hiç bir
sıfat ve salahiyeti bulunmayan Damat Ferit ile alçak yakınlarının artık
tahammülün üstüne çıkan hıyanet, cinayet ve melanetleri cephelere, vilayete,
İslam Âlemine beyannamelerle ilân olunsun. İnsanlık ve medeniyet
prensiplerini kabul eden her Hükümete, sulh maskesi altında imza edilip zorla
tatbike çalışılan o eşkıyalık vesikasını kabul etmediğimizi ve etmeyeceğimizi
şiddetli protestolarımızla bildirelim. Bu isteğimin Yüce Heyetiniz tarafından
layık olduğu ehemmiyetle dikkate alınmasını arz ve teklif eylerim. 14 Ağustos
1920
Biga Mebusu
Hamdi
ALİ SURURİ EFENDİ (Giresun): Efendim, şüphesiz Vatana ve Millete olan
bağlılığımızın bir ifadesi olmak üzere böyle bir beyanname kaleme alınarak
yayınlanması lazımdır. Bendeniz önerge veren arkadaşlarıma bilhassa teşekkür
ederim. Daha önce de bir iki defa böyle beyannameler yayınlanmıştı. İstanbul
Hükümeti o beyannameler zamanında, Sulh Antlaşmasını imza etmezden evvel
ne ise bu günde odur. Onların imza etmiş olması fazla bir tesir uyandıramaz.
Binaenaleyh, bendemiz diyorum ki artık o propaganda zamanı geçmiştir, iş
kuvvete kalmıştır. Eğer elimizden geliyorsa gidelim, asker toplayalım. Seçim
bölgelerimizden asker toplayalım, silah toplayalım, para toplayalım. Şimdiye kadar
hak ile batıl belli olmuştur. Buna lüzum yoktur.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Açık öz, açık söz... Hiç zannetmiyorum ki bilhassa
Propaganda Komisyonu kalksın da benim bu önergemi reddetsin.
ALİ SÜRURİ EFENDİ (Devamla): Düşünce serbesttir.
TUNALI HİLMİ BEY (Devamla): Ondan bahsetmeyeceğim. Kabiliyetten
bahsedeceğim. Efendim, geçenlerde uzun süren seyahatimden önce yine
karşınıza çıkmış ve bu propaganda meselesini ortaya koymuştum. O vakit
demiştim ki Propaganda Komisyonuna her kim kabiliyetine güveniyorsa o çıksın,
yoksa seçim ile olmaz, dedim. İşte Hoca Efendi katiyen propagandacılıkta
kabiliyeti olmadığını gösterdi.
ALİ SÜRURİ BEY (Devamla): Bunda hakaret telakki edilecek hiç bir şey yok.
1
Ettekrarü hassen velev kâne yüz seksen. (gülüşmeler)
1
“Tekrar etmek iyidir, yüz seksen kere olsa da.” Eskiden, aynı konuları tekrar
tekrar anlatan hocalar, böyle söylerdi.
29
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Devam Efendim, karşılıklı konuşma
olmasın.
TUNALI HİLMİ BEY (Devamla): Bu da vardır, rica ederim sözümü kesmeyiniz.
Mesele gayet mühimdir. Öyle hakikatler vardır ki, ne kadar tekrar edilirse o kadar
iyi netice verir. O halde Propaganda Komisyonu, sorarım acaba şimdiye kadar kaç
kere toplantı yapmıştır? Eğer bu Komisyon bu Hoca Efendi gibi üyelerden
kurulmuş ise kıyamete kadar hiç bir şey yapamaz (mevzuya gel sesleri) Müsaade
buyurun mevzu budur. Propaganda Komisyonu bu haliyle devam ederse, hiç bir
şey yapamayacağını söylüyorum. Hoca Efendi imkânsızlıklardan bahsediyorlar.
Telgrafhane bizim için her saat hazırdır. Her emre hazır ve amadedir. Beş on
satırlık bir beyanname Memleketin her tarafına yirmi dört saat içinde gönderilebilir.
ALİ SURURİ EFENDİ (Devamla): Şahsiyetten bahsediyorsunuz.
TUNALI HİLMİ BEY (Devamla): Şahsiyet değil, katiyen şahsiyet değil efendiler.
Bakınız bundan dört ay evvel söylediğim sözü burada tekrar ediyorum. Herkesin
bir kabiliyeti vardır. Herkes o kabiliyet sayesinde iş görebilir.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Propagandaya dair olan müzakerenin
yeterliliğine dair bir önerge var. Müzakereyi kâfi görenler lütfen ellerini kaldırsın.
Kâfi görüldü, Efendim. O halde önergenin Propaganda Komisyonuna gönderilmesi
kabul buyrulur mu? Kabul edenler lütfen ellerini kaldırsınlar. Kabul edildi Efendim.
İstanbul Hükümetinin Sevr Sulh Antlaşmasını imzalamasını protesto için bir
beyanname yazılmak üzere bu önergeleri Propaganda Komisyonuna
1
göndereceğiz.
(İstanbul'daki Saltana Şurası, Spa Konferansından gelen sert nota üzerine Paris'e
Sadrazam Damat Ferit Paşa başkanlığında ikinci bir heyet göndermeye karar verdi.
Eski Milli Eğitim Nazırı Hadi Paşa, eski Danıştay reisi Rıza Tevfik Bey ve Bern
Büyükelçisi Reşat Halis Bey'den oluşan bu heyet, 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr
Antlaşması'nı imzaladı. Antlaşmanın Osmanlı Devletinde yürürlüğe girmesi için önce
Mebusan Meclisinin Antlaşmayı görüşüp kabul etmesi, sonra da imzalamak üzere
Padişah Vahdettin'e göndermesi gerekiyordu. Fakat Mebusan Meclisi kapalı olduğundan
Antlaşma mecliste görüşülemedi. Ancak Padişah Vahdettin'in başkanlığında toplanan
Saltanat Şurasında kabul veya ret yönünde bir karar alınıp alınmadığı da anlaşılamadı.
Taraflardan Yunanistan antlaşmayı tasdik edip yürürlüğe koymak istedi. Ankara
Hükümeti Antlaşmayı yok saydığı için Türkiye ile ilgili hükümleri hiç bir zaman
yürürlüğe giremedi. Büyük Millet Meclisi antlaşmayı sert bir bildiri ile kınadı.
Antlaşmayı imzalayanları Vatan haini ilan etti.)
1
TBMM Zabıt Ceridesi (14 Ağustos 1920), 1.Dönem, c.3, s.213-217, http://www.tbmm.gov.tr/
30
İÇİNDEKİLER
22 MAYIS 1920: İTİLAF DEVLETLERİ TARAFINDAN OSMANLI HÜKÜMETİNE
SUNULAN SEVR BARIŞ ANTLAŞMASI TASLAĞININ GÖRÜŞÜLMESİ ................2
29 MAYIS 1920: GİZLİ OTURUMDA GENEL KURMAY BAŞKANI ALBAY İSMET
BEY’İN SEVR ANTLAŞMASI TASLAĞI HAKKINDAKİ BEYANATI........................12
7 HAZİRAN 1920: İSTANBUL’UN İŞGALİNDEN SONRA, İSTANBUL HÜKÜMETİ
TARAFINDAN İMZALANAN BÜTÜN ANLAŞMALARIN GEÇERSİZ OLDUĞUNA
DAİR KANUN TASARISININ GÖRÜŞÜLMESİ .....................................................19
3 AĞUSTOS 1920: TRABZON MİLLETVEKİLİ HÜSREV SAMİ BEY’İN SPA
KONFERANSINDA FRANSA BAŞBAKANININ SÖZLERİ HAKKINDA VERDİĞİ
SORU ÖNERGESİNİN GÖRÜŞÜLMESİ ...............................................................23
14 AĞUSTOS 1920: SEVR ANTLAŞMASINA DAİR BİR BEYANNAME
YAYINLANMASI HAKKINDAKİ ÖNERGELERİNİN GÖRÜŞÜLMESİ ...................28
http://www.cengizcetintas.com/index.html
[email protected]
Bu kitabın her hakkı Cengiz Çetintaş' a aittir. Bilgiler kaynak gösterilmek
koşuluyla eposta, fotokopi vb yoluyla gönderilebilinir veya çoğaltılabilinir.
Ancak bilgilerin tümü dergi, kitap veya benzer şekillerde yayımlanamaz.
31
Download