ekokardiyografi yöntemi ile sol ventrikül diyastolik disfonksiyon

advertisement
T.C
Sağlık Bakanlığı
Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi
IV. Dahiliye Kliniği
Şef: Dr. Yavuz ERYILMAZ
EKOKARDİYOGRAFİ YÖNTEMİ İLE SOL VENTRİKÜL
DİYASTOLİK DİSFONKSİYON(GRADE I) SAPTANAN
ESANSİYEL HİPERTANSİYONLU HASTALARIN KANINDAKİ:
N- Terminal-PRO-BNP (Brain natriüretik Peptid) DÜZEYİ
(UZMANLIK TEZİ)
DR. UFUK BAŞAL
İstanbul –2006
1
SUNUŞ
Uzmanlık eğitimim boyunca, bilgi ve deneyimleri ile yetişmemde büyük emeği geçen,
değerli hocam ve şefim, Uzm. Dr. Yavuz ERYILMAZ’a,
Asistanlık eğitimimde bilgi ve deneyim kazanmamda emeği olan klinik şef yardımcım
Uzm. Dr. Z.Engin Saçar’a,
Hastane başhekimimiz Doç. Dr. Rafet Yiğitbaşa,
Eğitimim süresince aralarında olmaktan, birlikte çalışmaktan büyük zevk ve onur
duyduğum tüm uzman, asistan, servis hemşire ve hastane çalışanlarına,
NT-Pro-BNP kitinin temininde ve testin çalışılmasında yardımlarınıı esirgemeyen
İNTERTIP LABORATUAR’ının sahibi Biyoloji-Mirobiyoloji Uzmanı Dr. Metin Şentürk’e,
Hastanemiz Koroner Yoğun Bakım Ünitesi’nde çalışan tüm hemşirelere,
Her zaman sevgi ve desteklerini hep yanıbaşımda hissettiğim aileme,
Asistanlığımın 3. yılında kaybettiğim, yetişmemde büyük emeği geçen rahmetle ve
şükranla andığımı BABAM’a,
Sonsuz teşekkür ederim.......
Dr.UFUK BAŞAL
2
KISALTMALAR
ACE
:Anjiyotensin dönüştürücü enzim
ACE-İ
:Anjiyotensin dönüştürücü enzim inhibitörü
ADP
:Adenozin Difosfat
ATP
:Adenozin Trifosfat
AKBM :Ambulatuar Kan Basıncı Monitörizasyonu
Ang-II
:Angiyotensin-II
Ang-III :Angiyotensin-III
ANP
:Atriyal Natriüretik Peptid
BNP
:Brain natriuretik peptid
BKİ
:Beden kütle indeksi
CNP
:C-tipi Natriüretik Peptid
CT
:Computerize Tomografi
EKO
:Ekokardiyografi
ESM
:Ekstrasellüler matrix
JNC 7
:Joint National Committee VII (Birleşik Ulusal Komite 7. Raporu)
KY
:Kalp yetersizliği
LV
:Sol ventrikül
LVDD
:LV diyastolik disfonksiyonu
LVH
:Sol ventrikül hipertrofisi
NO
:Nitrik Oksid
RAAS
:Renin Anjiyotensin-Aldosteron Sistemi
SR
:Sarkoplazmik Retikulum
3
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ ve AMAÇ............................................................................................................5
GENEL BİLGİLER.......................................................................................................6
 ESANSİYEL HİPERTANSİYON....................................................................6
o Etyoloji....................................................................................................6
o Fizyopatoloji………........…….........................………………............11
o Klinik tanı.............................................................................................15
o Kardiyak komplikasyonlar.................................................................17
o Diyastolik disfonksiyon.......................................................................19
 NATRİÜRETİK PEPTİDLER………………….........…….………………26
MATERYAL ve METOD.........................................................................................33
BULGULAR...........................................................................................................
.....35
TARTIŞMA...............................................................................................................
..39
SONUÇ.........................................................................................................................42
ÖZET............................................................................................................................43
KAYNAKLAR..............................................................................................................45
4
GİRİŞ VE AMAÇ
Hipertansiyon, multiple genetik faktörlerin, patofizyolojik süreçlerin ve çevresel
etkilerin geniş bir dizi hedef organ hasarı oluşturmak üzere etkileşime girdiği karmaşık bir
hastalıktır. (1)
Hipertansiyon major global bir toplum sağlığı problemidir. Yaşın ilerlemesi ile birlikte
kan basıncında artış “esansiyel” olarak kabul edilmelidir. Bu durum toplum sağlığı
stratejilerinin birleştirilmesi ve risk altındaki kişilerin tanımlanması ve tedavisine dayalı
“yüksek risk” yaklaşımı yoluyla büyük ölçüde önlenebilir. (1)
Son zamanlarda natriüreütk peptidler olarak adlandırılan ve kalp atriyum, ventrikül ve
endotelden salınan, ANP, BNP ve CNP önem kazanmaya başlamıştır. kalp yetmezliğinin
tanısı, tedavisi ve prognozunda BNP ve NT-Pro-BNP seviyelerinin önemi giderek
artmaktadır.
Hipertansiyonun
kardiyak
komplikasyonlarından
biriside
kalp
yetersizliğidir.
Hipertansif hastalarda sol ventrikül disfonksiyonu bazı fonksiyonel ve morfolojik safhalardan
geçerek yavaş yavaş ilerler. Bu safhalar sırasıyla: (1)
Konsantrik remodelling ile birlikte sol ventrikül diyastolik disfonksiyon
Konsantrik sol ventrikül hipertrofisi ile birlikte asemptomatik sistolik disfonksiyon
Eksantrik solventrikül hipertrofisi ile birlikte asemptomatik LV dilatasyonu ve
Eksantrik LVH ile birlikte daha fazla dilatasyonla birlikte semptomatik LV sistolik
disfonksiyonu
Sonuç olarak hipertansiyonda seyir sinsi ama dereceli olarak ilerleyen bir süreçten
semptomatik konjestif kalp yetmezliği, aritmiler veya ani ölüme dönüşür.(1)
Bu çalışmada ekokardiyografi ile sol ventrikül sistolik fonksiyonu normal olan ve
Grade I sol ventrikül diyastolik disfonksiyon saptanan hastaların kanında NT-Pro-BNP
seviyelerine bakıldı. Hipertansiyonun sol ventriküldeki ilk morfolojik ve fonksiyonel
değişikliklerinden olan sol ventrikül diyastolik disfonksiyonunun biyokimyasal olarak
belirlenmesi amacıyla, kanda NT-Pro-BNP(Brain Natriüretik Peptid) seviyesine bakılarak
saptanmaya çalışıldı.
5
GENEL BİLGİLER
Kan basıncı, çok değişken olabilen kantitatif bir özelliktir. Populasyon çalışmalarında,
kan basıncı hafifçe sağa eğilen normal bir dağılım gösterir. Kan basıncı ile kardiyovasküler
hastalık(felç, miyokard infarktüsü, kalp yetmezliği) böbrek hastalığı ve mortalite arasında
normotensif hastalarda bile güçlü pozitif ve sürekli bir korelasyon vardır. Normal kan
basıncının kardiyovasküler komplikasyonların oluşacağı spesifik bir üst sınıfı yoktur. Bu
nedenle, yüksek kan basıncı veya hipertansiyonun tanımı keyfidir, ama hastanın
değerlendirilmesi ve tedavisinde klinik kullanım için gereklidir. Esansiyel, primer, idiyopatik
hipertansiyon, renovasküler hastalık, böbrek yetmezliği, feokromasitoma ve aldosteronizm
gibi sekonder nedenlerin bulunmadığı yüksek kan basıncı olarak tanımlanır. Esansiyel
hipertansiyon, tüm hipertansiyon nedenlerinin % 95’inden sorumludur. Değişik hastalarda
yüksek kan basıncına yol açan değişik predispozan faktörlerin rol oynadığı heterojen bir
hastalıktır. İnsanda kan basıncı varyasyonunun %25-40’ı genetik olarak belirlenir; bu süreçte
kan basıncını hem yükselten, hem de düşüren genler rol oynar. Bir insanda kan basıncı
fenotipi, yüksek düzeyde alkol tüketimi tuz içeriği yüksek ve potasyum ve kalsiyum içeriği
düşük diyetler, yaşlanma,sedanter yaşam tarzı, sosyoekonomik durum ve stres gibi çevresel
ve demografik faktörlerle etkileşen ve kan basıncını yükselten ve düşüren gen gruplarının
ekspresyonuna bağlıdır.(1)
ESANSİYEL HİPERTANSİYON
ETYOLOJİ
Hipertansiyon farklı hasta guruplarında yüksek kan basıncına yol açan değişik
predispozan faktörlerin rol oynadığı heterojen bir hastalıktır. İnsanda kan basıncı
varyasyonunun %25-40’ ı genetik olarak belirlenir; bu süreçte kan basıncını hem yükselten,
hemde düşüren genler rol oynar.(2,3) Bir insanda kan basıncı fenotipi, yüksek düzeyde alkol
tüketimi, tuz içeriği yüksek ve potayum ve kalsiyum içeriği düşük diyetler, yaşlanma,
sedanteryaşam tarzı, sosyoekonomik durum ve stres gibi çevresel ve demografik faktörlerle
etkileşenve kan basıncını yükselten ve düşüren gen guruplarının ekspresyonuna bağlıdır.(3)
Psikolojik stresle ilişkili olarak sempatik sinir sistemi aktivitesinde artış, endotelin ve
6
tromboksan gibi vazokonstriktörlerin ve sodyum tutucu hormonların aşırı üretimi, potasyum
ve kalsiyum alımının yetersiz olması, artmış ve uygunsuz renin sekresyonu, prostoglandinler
ve nitrik oksit gibi vazodilatatörlerin eksiklikleri, direnç damarlarında konjenital anomaliler,
diabetes mellitus, insülin direnci, obezite, damar büyüme faktörlerinde aktivite artışı ve
hücresel iyon transportunda değişme gibi birçok patoFizyolojik faktör, esansiyel
hipertansiyonun oluşmasında rol oynar.(1)
Genetik
Kan basıncı varyasyonunun kalıtsal özelliği, kan basıncının ailesel agregasyonu,
monozigot ve dizigot ikizlerde kan basıncı karşılaştırması ve biyolojik ve evlat edinilmiş
kardeşlerin kan basıncını karşılaştıran epidemiyolojik çalışmalarda gösterilmiştir. Bu
çalışmalar, akrabalar arasında kan basıncı korelasyonunun, kan basıncı sınırları boyunca
görüldüğünü (yüksek kan basıncı olan anne-babaların, düşük kan basıncına sahip annebabaların düşük kan basıncına sahip çocukları olma eğilimleri vardır) ortaya koymuştur. Bu
bulgular, bir insada kan basıncının, her birisi kan basıncını yükseltme etkisine sahip bir dizi
gen ile belirlendiği kavramını destekler. Kan basıncı varyasyonundan sorumlu olan spesifik
genlerin araştırılması halen devam etmektedir. Kan basıncı varyasyonundan sorumlu olan
spesifik genleri tanımlamak için çeşitli yaklaşımlar kullanılmıştır. Bunlar, linkaj çalışmaları,
asosyasyon çalışmaları ve aday genlerin direkt olarak analizidir.(1)
En ileri teknolojilere rağmen, hipertansiyonun veya kan basıncı varyasyonunun
genetik temelinin belirlenmesi karmaşık ve zor bir süreçtir. Hipertansiyonla ilgili genetik
çalışmalarda major bir problem,kan basıncının biyolojik varyabilitesidir. Fenotip belirlenmesi,
kan basıncı ölçüm tekniğinin, ölçüm yapacak kişilerin eğitiminin, tekrarlanan ölçümlerin veya
24 saatlik kayıtların dikkatli bir şekilde standardizasyonu ile daha doğru olarak
gerçekleştirilebilir. Ancak, kan basıncında diürnal,mevsimsel ve postüral varyasyonlar ve
diyet ve uyanıklık durumu ile ilişkili varyabilite, optimal ölçüm tekniklerine rağmen fenotipin
belirlenmesinde zorluklar oluşturmaktadır. Ayrıca büyük popülasyonlarda, doğru standardize
kan basıncı ölçümleri elde etmek açısından uygulanabilirliği sorgulanmıştır. Hipertansiyonun
moleküler ve genetik heterojenitesine ek olarak fenotip belirlenmesindeki bu zorluklar
nedeniyle
hipertansiyondan
sorumlu
genler
(“major
hipertansif
genler”)
henüz
tanımlanmamıştır. Ancak, genetik temeli olan nadir yüksek ve düşük kan basınçları
tanımlanmıştır. Hipertansiyonun bu monogenetik formlarının patofizyolojisi burada
tartışılmıştır.(1)
7
Tablo 1. Esansiyel hipertansiyon etiyolojisinde suçlanan genetik bozukluklar:
Genetik mutasyon
Mekanizma
Kaynak
Glukokortikoid Resöpterleri
Artan Glukokortikoidler
Watt ve ark., 1992
Anjiotensinojen Gen Polimorfizmi Artan Anjiotensinojen
Jeunomaitre ve ark., 1992
SA
Geni Bilinmiyor
Iwai ve ark.,1994
Lipoprotein Lipaz
İnsülin Rezistansı
Wu ve Ark.,1996
Kalıtsal Hiperaldosteronizm
Artan Mineralokortikoid Etki Lifton ve ark 1992
Doğumsal Adrenal Sendrom
Artan Mineralokortikoid Etki Mune ve ark.,1995
Liddle Sendromu
Hipopotasemi
Shimkets ve ark,1994
Gitelman Sendromu
Hipopotasemi
Simon ve ark.,1996
Polikistik Böbrek Hastalığı
Böbrek Kistleri
Reeders ve ark.,1986
ÇEVRESEL RİSK FAKTÖRLER
Hipertansiyon için yaşam tarzı ile ilişkili risk faktörlerinin ve çevresel risk
faktörlerinin aydınlatılması, prevansiyon açısından umut vaad eder. Son dekadlarda yapılan
çalışmalar, birbiri ile ilişkili bazı yaşam tarzı ve çevresel risk faktörlerinin hipertansiyon
gelişmesinde önemli bir rol oynadığını tanımlamıştır.
Obezite:
Erişkinlerde, çocuklarda ve adölesanlarda diğer potansiyel karıştırıcı faktörlerden
bağımsız olarak obezite ve hipertansiyon arasında bir ilişki ortaya konmuştur. Vücut
ağırlığında çocukluktan genç erişkinlik dönemine kadar bir artış, erişkin dönemi
hipertansiyonunun majör bir göstergesidir.(4) Prospektif çalışmalarda, vücut kitle
indeksi(BMI),nisbi ağırlık, deri kıvrımı kalınlığı veya bel kalça oranı(BKO) olarak ifade
edilen obezite,hipertansiyonun önemli bir göstergesi olarak ortaya çıkmıştır. Örneğin isveçli
orta yaşlı erkeklerde yapılan 10 yıllık longitüdinal bir çalışmada BMI’de artış aile öyküsü ve
başlangıç kan basıncınıdan ayrı bir şekilde en güçlü hipertansiyon göstergesi olarak ortaya
çıkmıştır(5) Ağırlığın sürekli olarak düşürülmesinin, kan basıncı üzerindeki etkilerin gözden
geçirildiğinde, en az 6 ay takip süresi olan sadece sekiz adet randomize kontrollü çalışma
tanımlandı.(6) Hipertansif ve normotansif katılımcılarda, sistolik ve diyastolik kan basıncında
anlamlı derecede toplu net değişiklikler, sırası ile -5.2/-5.2 mmHg ve -2.8/-2.3 mmHg olarak
8
saptandı. Ancak bu çalışmalarda, tuz ve alkol tüketimindeki ve fiziksel aktivitedeki
değişikliklerin katkısı üzerinde durulmamıştır.
Fiziksel Aktivite:
Egzersizin kan basıncı üzerindeki etkilerini değerlendiren iyi planlanmış çalışmaların
sayısı azdır. Gözlemsel epidemiyolojik çalışmalarda, fiziksel aktivitenin kalp krizi ve felç
riskini azalttığını gösteren bariz bulgular vardır.(7) Gözlemsel epidemiyolojik çalışmalarda,
fiziksel aktivitenin, kalp krizi ve felç riskini azalttığını gösteren bariz bulgular vardır.(8)
Egzersizin kan basıncı üzerindeki etkileri, tamamen vücut ağırlığındaki değişiklikler yoluyla
kontrol ediliyor olabilir. Klinik ve toplum sağlığı bakış açılarına göre, egzersizin kan basıncı
üzerindeki bağımsız etkileri konusunun pratik önemi sınırlıdır.
Alkol:
Yatay kesit çalışmalarda alkol tüketimi ve kan basıncı arasında, yaş, obezite, sigara
tüketimi, sosyal sınıf ve sodyum atılımdan bağımsız olan sabit pozitif bir ilişki
gözlenmiştir.(9) Günde 35 gramdan daha fazla(yaklaşık olarak üç bardak içkiden fazla) alkol
tüketen kadınlarda alkol kullanmayanlara kıyasla risk iki kat daha fazladır.(10) Günlük 20
gram alkol tüketimi hipertansiyon riskini yükseltmezken, bu düzeyin üzerindeki alkol
tüketimi, riski progresif olarak yükselttiği klinik çalışmayla ortaya konmuştur. Alkolün kan
basıncı üzerinde potansiyel etkileri belirsiz olmakla beraber muhtemel etkileri şunlardır:
-Alkolün direkt presör etkisi
-Direnç damarlarının presör maddelere karşı duyarlaşması
-Sempatik sinir sisteminin uyarılması
-Adrenokortikoid hormonlarının üretiminde artış.
Sodyum:
Tuz gibi diyeter faktörlerin yaşın ilerlemesi ile birlikte kan basıncında yükselmeye ve
esansiyel hipertansiyonun gelişimine katkısının aydınlatılması zor olmuştur, çünkü özgür
yaşayan deneklerde diyetle alınan maddelerin ölçümü doğru yapılamaz. Ancak bu zorluklara
rağmen, günümüzde tuz alımının kan basıncı regülasyonunda çok önemli bir rol oynadığına
dair bulgular şaşırtıcıdır. 32 ülkeden 52 farklı popülasyondan 10.000’den fazla deneği içeren
(20-59 yaşları arasındaki erkek ve kadınlar) INTERSALT çalışmasında, idrarda sodyum
atılımı
(tuz
alımının
bir
göstergesi)
ve
9
kan
basıncı
arasında
pozitif
ilişkiler
gözlendi.(popülasyon içinde ve popülasyonlar arasında)(11) Popülasyon içinde daha yüksek
sodyum atılımı olanlarda, daha yüksek kan basıncı olma eğilimi vardı; daha yüksek ortalama
sodyum atılımı olan popülasyonlarda, daha yüksek ortalama kan basınçları saptandı. Tüm
yaşlardaki erkek ve kadınlarda sodyum alımında 100 mmol/gün(yaklaşık 6 gram) artış,
sistolik kan basıncında 6 mmHg’ lık ortalama bir artışla ilişkili bulundu. İlişki oranları daha
yaşlı kişilerde (40-59 yaş), daha genç kişilere göre daha yüksekti. Bu çalışmanın ana bulgusu,
popülasyonlarda sodyum atılımı ve yaşın ilerlemesi ile kan basıncında yükselme arasında
sabit ve yüksek düzeyde bir ilişki olmasıdır. 50-59 yaşları arasındaki kişilerde, günlük tuz
alımında 3 gram azalmanın (diyette orta derecede tuz kısıtlaması ile elde edilebilecek olan),
sistolik kan basıncını ortalama olarak 5 mmHg azaltacağı hesaplanmıştır. Batı ülkelerinin
çoğunda, kan basıncında toplum genelinde bu miktarda ortalama bir azalma, felç insidansını
%25 ve iskemik kalp hastalığı insidansını %15 oranında azaltır. Bu nedenle, nispeten az
miktarda tuz kısıtlamasının potansiyel klinik etkisi ve toplum sağlığı açısından etkisi önemli
düzeydedir. Özetle, tanı konmuş hipertansiyonu olan ve yüksek-normal kan basıncı olan
hastalara tuz alımını kısıtlamaları önerilebilir. Diyetimizdeki tuzun çoğu, ekmek, bisküvi ve
mısır gevreği gibi işlenmiş besinlerde gizlidir.
Tuz alımının azaltılması, yaşlılarda özellikle yararlı olabilir. İngilterede yeni yapılan
bir çalışmada, 60-78 yaşları arasındaki erkek ve kadınlardan oluşan bir grupta, günlük tuz
alımının 1 ay içinde 10 gramdan 5 grama indirilmesinin, sistolik kan basıncında ortalama 7
mmhg’lik bir düşüşle ilişkili olduğu saptanmıştır.(12)
Potasyum:
Sodyum alımı, potasyum alımı ve kan basıncı arasındaki ilişki karmaşıktır ve tam
olarak çözümlenememiştir. Sodyum ve potasyumun birbiri ile ilişkili olma olasılığı,
INTERSALT gibi çalışmalarda, sodyum/potasyum oranı ve kan basıncı arasında sabit bir
ilişkinin ortaya konması ile vurgulanmıştır.
Kalsiyum ve magnezyum:
Kalsiyum alımını kan basıncı üzerindeki etkisi ile ilgili klinik çalışmaların verileri
çelişkilidir ve genel etki minimal düzeydedir. Yine de klinik çalışma verileri, hamileliğin
indüklediği hipertansiyon ve pre-eklamsi riski üzerinde yararlı bir etkiyi desteklemektedir.
Gözlemsel çalışmalarda, magnezyum alımı ile kan basıncı arasında zayıf bir ilişki vardır.
10
Psikososyal Faktörler:
Psikososyal faktörlerin, hipertansiyonun gelişmesine katkıda bulunduğunu gösteren
bulgular olmasına rağmen, bu faktörlerin diğer diyet ve çevre faktörlerine göre önemi belli
değildir. Araştırmalar, psikososyal stresin kan basıncı üzerindeki muhtemel direkt etkileri
üzerinde odaklanmış olmasına rağmen, fakirlik, işsizlik, ve eğitimsizlik gibi ‘’stresör’’lerin,
hipertansiyonla bağlantılı olan aşırı yemek, yüksek düzeyde tuz içerikli diyet ve fiziksel
inaktivite gibi yaşam tarzı özellikleri üzerindeki etkileri de göz önünde tutulmalıdır. Milli
Sağlık ve Beslenme İnceleme 1 epidemiyolojik Takip Çalışması’nda, anksiyete ve
depresyonun hipertansiyon açısından risk faktörü olarak rolleri incelenmiştir.(13) Başlangıçta
hipertansiyon bulgusu olmayan 2992 erkek ve kadından oluşam bir kohort 7-16 yıl boyunca
takip edilmiş. Hipertansiyonu etkileyen diğer tüm risk faktörlerinin ayarlandığı analizlerde
hem beyaz ırkta hem de siyah ırkta, anksiyete ve depresyonun hipertansiyon için bağımsız
belirleyiciler olduğu ortaya konmuştur.
FİZYOPATOLOJİ:
Normal Kan Basıncı : Kan basıncı,kalp debisi ile periferik arter direncinin ürünüdür.
Sistemik Kan Basıncı=Kalp Debisi x Periferik Arteryel Direnç
Bu denklemin bileşenlerini düzenleyen nöral,hümoral ve metabolik etkenler belirli
birdengede kaldıkça,kan basıncı ‘normal’ sayılan düzeylerde bulunmaktadır. Kalp debisinin
veya arteriyel direncin artması halinde bunların ürünü olan kan basıncı da artmakta, diğer
ifadeyle hipertansiyon ortaya çıkmaktadır(14).
Esansiyel hipertansiyonun sebebi kesin olarak ortaya konulamamıştır. Ancak kan
basıncı yükselmesine yol açan pekçok mekanizmanın ayrı ayrı veya etkileşim halinde işlediği
anlaşılmaktadır.Bunlar arasında, genetik faktörler, sodyum, vücud sıvı volümü ve böbreklerin
rolü, merkezi ve sempatik sinir sisteminin rolü, nörohümoral faktörler (renin,anjiyotensin,
aldosteron),lokal vasküler faktörler,atriyel natriüretikhormon ve vazopressinin rolü sayılabilir.
11
Sempatik Aktivasyon:
Sempatik sinir sistemi aktivasyonunun artması, hem normotansif hem de hipertansif
kişilerde, kalp, böbrek ve periferik damar yatağının uyarılması yoluyla sırası ile kalp
debisinde, sıvı tutulumunda ve damar direncinde artışa yol açarak kan basıncını yükseltir.
Artan sempatik aktivasyon muhtemel hipertansiyonun gelişmesine katkıda bulunur. Ancak
zaman içinde, sempatik aktivasyon azalır ve oluşmuş hipertansiyonun idamesinde daha az rol
oynar. Norepinefrin, postgangliyonik sempatik sinir uçlarından salınan en önde gelen
transmitterdir. Dolaşımdaki norepinefrin düzeyleri, hipertansif bir gurupta normotansif
kişilere göre daha yüksektir( yaklaşık %30 oranında). Bu durum, hipertansif gurupta sempatik
aktivasyonun daha yüksek olduğunu gösterir. Bu ilişki özellikle genç hastalarda(<40 yaş)
geçerlidir ve yaşın artması ile birlikte azalma eğilimindedir. Bu durum, artmış sempatik
aktivitenin, hipertansiyonun gelişmesine katkıda bulunduğunu ama idamesine katkısının
bulunmadığını gösterir. Norepinefrin dağılması, norepinefrin salınımını ölçen bir tekniktir. Bu
tekniğin, plazmada dolaşan norepinefrin düzeylerinin ölçümüne göre sempatik aktivitenin
daha duyarlı bir göstergesi olduğu düşünülmektedir. Tüm vücut norepinefrin dağılımı, genç
hipertansif kişilerde, normotansif kontrollere göre daha yüksektir.(15) Hipertansif hastaların
normotansif çocuklarında norepinefrin dağılımının ölçümleri, hipertansiyon gelişmesine
zemin hazırlayan sempatik aktivite artışlarının büyük ölçüde genetik kaynaklı olduğunu
göstermektedir.
Damar Reaktivitesi:
Strese maruz kalmak, sempatik akımı artırır ve tekrarlayan strese bağlı
vazokonstriksiyonun damar hipertrofisine neden olduğu ve periferik direnç ve kan basıncında
ilerleyici artıçlara yol açtığı hipotezi öne sürülmüştür. Labaratuarda yapılan stres testi ile,
ailede hipertansiyon öyküsü olan kişilerde, soğuk presör testi veya mental stres gibi labaratuar
stresörlerine karşı vazokonstriktif yanıtların daha fazla olduğu saptanmıştır. Bu durumun
hipertansiyon gelişmesine zemin hazırlayabileceği düşünülmektedir. Ayrıca Amerika’ da
zencilerin maruz kaldığı büyük sosyoekonomik stresin, Afrikalı-Amerikalılarda hipertansiyon
insidansının, Amerikalı beyazlara göre anlamlı şekilde daha yüksek olmasına katkıda
bulunabileceğini göstermektedir.
12
Hipertansiyon patogenezinde Renin-Anjiyotensin- Sistemi(RAS):
Renin angiotensin sistemi(RAS), yeryüzünde canlıların var oluşundan beri
yaşayanların metabolizmalarında anahtar rol oynar. Memelilerde bu sistem bir hormonal
zincir ile böbrek işlevlerini, sıvı elektrolit dengesini ve kan basıncını kontrol eder. Reninanjiyotensin-aldosteron sistemi, hem normotansif hem de hipertansif kişilerde kan basıncının
önemli bir modülatörüdür.(16)
Esansiyel hipertansiyonun oluşumundaki gerçek rolünün tam olarak bilinmemesine
rağmen, RAS kan basıncı yüksekliğinin gelişmesinde, devam etmesinde ve hedef organ
hasarının oluşumunda anahtar rol oynar. Bilindiği gibi G-coupled reseptör ailesine ait olan
RAS reseptörleri metabolik sendrom, çevresel angiopatiler, ateroskleroz ve koroner kalp
hastalıklarında ortak payda rolu oynar. Son zamanlarda, bu reseptörlerin akut pankreatitteki
ve adacık antikorlarının oluşumundaki rolüde incelenmektedir. (16)
Yaklaşık 100 yıl kadar önce renin’in keşfinden günümüze kadar RAS’ın özellikle
hipertansiyon, kalp yetersizliği ve böbrek hastalıklarında bir endokrin sistem gibi kan
basıncının ve sıvı elektrolit balansının düzenlenmesinde oynadığı rolün önemi giderek
artmaktadır. RAS, organizmadaki kısa ve uzun süreli etkileri yönünden dolaşan ve doku RAS
diye ikiye ayrılır. Burada tetikleyici veya mediatör rol oynayan angiotensin II, endotel hücresi
ile beraber damar düz kas hücresinin patobiyolojisinde esas sorumlulardan birisidir. Burada
sistemde, patobiyolojik gelişmeler başlangıçta lokal bir pozitif-feedback mekanizması ile
otokontrol altındadır. Bu otokontrol, damar duvarında oksidatif stress, inflamasyon ve
endotelial disfonksiyon kapsamında daha da belirgindir. Oluşan ang-II, etkisini bilinen AT1
ve AT2 reseptörleri aracılığıyla gösterir. Ang-II’den sonra oluşan Ang-III(2-8), AT3 reseptörü
ile, Ang-IV(3-8) ise AT4 reseptörü ile etki eder. Burada ilginç olan nokta AT2 reseptörünün
alt grupları ile beraber AT3 reseptörünün patolojik vazokonstriktör etkisini antagonize eden
vazodilatör bir etki göstermesidir. Ayrıca Ang-II tarafından uyarılan AT1 reseptörlerinin
etkisi ile sürrenallerden aldosteron salınımında aşırı bir artış olur. Bu artış, sıvı elektrolit
dengesini patolojik yönde etkiler. Diğer taraftan, Ang-I’in yıkılmasında rol oynayan ACE,
kallikrein-kinin sisteminide etkiler. Bilindiği üzere bradikininler kendi özel B2 reseptörleri
aracılığı ile potent bir vazodilatördürler ve NO salınımı ile tromboziste önemli rol oynarlar.
Bunların dışında AT1 benzeri reseptörü olarak tanımlanan ve apelin isimli peptidler
tarafından uyarılan apelin orphan reseptörler de uyarıldıklarında hipertansif yanıt verirler.(16)
Sistemin çalışması özetlendiğinde Ang-II AT1 reseptörleri ve aldosteron aracılığıyla
vazokonstriktör, buna karşılık angiotensin (1-7), AT2 reseptörleri ve bradikinin aracılığı ile
13
koruyucu vazodilatatör etkide bulunur ve fizyolojik olarak bunlar bir denge içindedirler. Bu
otokontrol damar duvarında, oksidatif stress, inflamasyon, trombozis ve endotelial
disfonksiyon kapsamında çok belirgindir. Özellikle angiotensin II etkisi ile aldosteron,
katekolaminler, endotelinler, adezyon molekülleri, lokal metalloproteinazlar, büyüme
faktörleri, interleukin 6, monosit kemoatraktant protein-1(MCP-1), ROS ve PAI-1 gibi
aterosklerozda anahtar rol oynayan sitokin ve hormon düzeylerinde patolojik artışlar görülür.
Sonuçta damar duvarında migrasyon,hipertrofi ve proliferasyon, patolojik vazokonstriksiyon,
inflamasyon, hücre dışı fibronektin ve kollajen artışı, trombozis ve yeniden yapılanma birlikte
oluşur.(16)
Nitrik Oksit:
Nitrik oksit (NO) güçlü bir vazodilatatör olan, trombosit adezyonunu ve
agregasyonunu baskılayan, damar düz kas hücrelerinin göçünü ve proliferasyonunu
baskılayan kısa ömürlü fakat yüksek düzeyde geçirgen bir gazdır.(17) Endotelyal hücrelerden
kan basıncında değişiklikler, sheer stresi ve pulsatif gerilme gibi çeşitli uyarılara yanıt olarak
salınır. NO’ in kan basıncının düzenlenmesi, tromboz ve ateroskleroz oluşumunda önemli bir
rol oynadığı ileri sürülmüştür. Fonksiyonel çalışmalar, NO ile ilişkili damar gevşemesinin
hipertansif
hastalarda
göstermektedir.
normotansif
Endotelyal
kişilerle
fonksiyon
karşılaştırıldığında
bozukluğu
sonucu
azalmış
yetersiz
NO
olduğunu
salınımın,
hipertansiyonun bir sonucu olarak mı ortaya çıktığı yada hipertansiyon gelişimine katkıda
bulunan bir faktör mü olduğu konusunda tartışmalar sürmektedir.
Endotelin:
Endotelinler, ön plandaki izoformu olan endotelin(ET)-1’in endotelyal hücrelerde
sentez edildiği ve altta yatan damar düz kashücrelerindeki ET-A reseptörlerini aktive ederek
bir vazokonstriktör olarak etki ettiği bir peptid ailesidir.(18) ET-1 endotelyal hücrelerde ET-B
reseptörlerini aktive ederek bir vazodilatatör olarak da etki eder ve prostasiklin ve NO
salınımına neden olur. ET-1’in insan hipertansiyonun patofizyolojisindeki ve normotansif
kişilerde damar tonusunun kontrolündeki rolü aktif olarak araştırılmaktadır ve ön göstergeler
böyle bir yolun varlığını desteklemektedir. Hipertansif anne-babaların normotansif
çocuklarında, mental strese karşı plazma ET-1 yanıtlarında artış bildirilmiştir. Bu durum,
yaşamın erken döneminde hipertansiyon gelişmeden önce genetik olarak belirlenen endotelyal
disfonksiyonunun varlığını göstermektedir. Ayrıca, nadir ET-1 salgılayan tümörler, insanlarda
14
tümörün eksizyonu ile iyileşen bir hipertansiyon formuna neden olur. ET-1 üretiminde artış,
kan basıncında artışa katkıda bulunmaya ek olarak orta-ciddi hipertansiyonu olan hastaların
küçük arterlerinin hipertrofik ‘’remodeling’’inde rol oynayabilir. Kombine ET-A/ET-B
reseptör antagonisti olan ‘’bosentan’’ın oral olarak 4 hafta süre ile uygulandığı zaman
hipertansiyonu olan hastalarda kan basıncını düşürdüğü gösterilmiştir. (19) Bu çift-kör,
plasebo kontrollü çalışmada, kan basıncı yanıtı bir ACE inhibitörü kullanıldığı zaman
görülene benzerdi ve beraberinde kalp hızında artış veya sempatik sinir sistemi aktivasyonu
veya renin-anjiyotensin sistemi aktivasyonu yoktu. Bu çalışma, sadece ET-1’in esansiyel
hipertansiyondaki rolünü desteklememiş, aynı zamanda ET reseptör antagonizminin insan
hipertansiyonu için terapötik bir strateji olarak düşünülmesinin temelini oluşturmuştur.
KLİNİK TANI:
Hipertansiyonun genellikle uzun yıllar asemptomatik seyretmesi ve baş ağrısı,
başdönmesi, kulaklarda uğultu gibi nonspesifik semptomlar sergilemesinden dolayı
hipertansiyonun klinik tanısı, sfingomanometre kullanılarak yapılan doğru kan basıncı
ölçümüne dayanır. Ancak, bu ölçüm, şu dört soruyu yanıtlamak için planlanan dikkatli
anamnez, fizik muayene ve labaratuar değerlendirme içine dahil edilmelidir.
1-Kan basıncı yüksekliği kronik mi?
2-Hedef organ hasarı var mı, varsa hangi derecede?
3-Prognoz ve tedavi seçimini etkileyen diğer komorbideteler ve/veya kardiyovasküler
risk faktörleri var mı?
4-Hipertansiyonun tanımlanabilen sekonder nedenleri var mı?
Erişkin kan basıncı klasifikasyonu, bir anlamda isteğe bağlıdır, çünkü sistolik ve
diyastolik kan basıncı ile kardiyovasküler risk arasında güçlü, sürekli, dereceli bir ilişki
vardır. Ancak normal ve yüksek kan basıncı düzeylerinin sayısal ayrımı yararlıdır, çünkü
klinisyene yüksek riskli kişileri ve tedavi hedeflerini belirlemek açısından yardım
eder.Aşağıda tablo-2’ de kan basıncı değerlerinin JNC-7 klasifikasyonu gösterilmiştir.
15
Tablo 2:JNC-VII:18 yaş ve üzeri erişkinlerde kan basıncının sınıflandırılmasI
JNC-VII kan basıncı
Sistolik kan
Diyastolik kan
basıncı(mmHg)
basıncı(mmHg)
<120
<80
120-139
80-89
EVRE 1
140-159
90-99
EVRE 2
≥160
≥ 100
kategorisi
NORMAL
PREHİPERTANSİYON
HİPERTANSİYON
Bu klasifikasyon, antihipertansif ilaç kullanmayan ve akut olarak hasta olmayan 18
yaş ve üzerindeki kişiler için geçerlidir. Kan basıncında değişkenlik bilindiği için,
hipertansiyonun tanısı ve klasifikasyonu, doğru ölçüm teknikleri kullanılarak iki ayrı zamanda
ve iki dakika ara ile yapılan kan basıncı ölçümlerinin ortalamasına dayanmalıdır. Bir hastanın
sistolik ve diyastolik kan basınçları farklı safhalara uyuyorsa, yüksek olan safha geçerli olarak
kabul edilir. Bu klasifikasyon sistemine dayanarak hipertansiyon, sistolik kan basıncının 140
mmHg veya daha yüksek ve diyastolik kan basıncının 90 mmHg veya daha yüksek olması
veya antihipertansif ilaç kullanımı olarak tanımlanır. Tablo-2’de gösterilmemesine rağmen,
izole sistolik hipertansiyon, sistolik kan basıncının 160 mmHg veya daha yüksek olması ve
diyastolik kan basıncının 90 mmHg’nin altında olması şeklinde tanımlanır.
Doğru bir şekilde kan basıncı ölçümü yapabilmek için, ölçüm en son tüketilen kahve
ve sigaradan 30 dakika sonra ve sessiz bir şekilde en az 5 dakika oturduktan sonra
yapılmalıdır. Manşonun uygun büyüklükte olduğundan emin olmak için, manşonun kolun en
az %80’ini kavradığını görmek gerekir. Manşon küçük olduğunda kan basıncı ölçümü yalancı
bir şekilde yüksek olacaktır. Manşonun basıncı, palpabl radiyal nabızın kaybolması ile belli
olan sistolik düzeyden 20 mmHg daha yüksek düzeye çıkarılmalıdır. Manşon indirilirken
sesin ilk ortaya çıkışı sistolik kan basıncını belirler ve kaybolması diyastolik kan basıncını
belirler. Aort koartaksiyonu ve diğer vasküler malformasyonları atlamamak için ilk
muayenede kan basıncı her iki koldan ölçülmelidir. Yine ilk muayenede ortostatik
hipotansiyonu atlamamak için, kan basıncı sırt üstü yatar ve ayakta durur vaziyette
ölçülmelidir.
16
Ambulatuar Kan Basıncı Monitörizasyonu:
Ambulatuar ölçümle elde edilen kan basıncı değerlerinin klinikte konvansiyonel
yöntemle
elde
edilen
kan
basıncı
değerleriyle
karşılaştırıldığında
hipertansiyon
komplikasyonlarını ve kardiyovasküler morbiditeyi ön görmede çok daha değerli olduğu
bilinmektedir. AKBM ’nun en sık kullanıldığı ve faydalı olduğunun düşünüldüğü hastalar,
beyaz önlük hipertansiyonu şüphesi bulunanlar, noktürnal kan basıncı değişikliklerinin önemli
olduğu düşünülen hastalar, yaşlı hipertansifler, dirençli hipertansiyonlular, antihipertansif
kullanan ve hipotansiyona bağlı olduğu düşünülen semptomları olan hastalar ve gebe
hipertansifler olarak sayılabilir. Normal popülasyon çalışmaları erişkinlerde kan basıncının
nokturnal düşüş gösterdiğini ortaya çıkarmıştır. Gece kan basıncında meydana gelen düşme
oranı kişiden kişiye değişkenlik gösterebilmekle birlikte popülasyonun büyük çoğunluğunda
%10-20 arasında değişmektedir. Gece düşüşünün bu değerler arasında izlendiği kişilere
''dippers'', düşüşün <%10 olduğu kişilere ise ''nondippers'' denilmektedir. Diğer yandan gece
kan basıncı gündüzden yüksek olan bir gurup da mevcuttur ve bunlara ''reverse dippers''
denilmektedir. Eğer gece düşüşü ≥%20 ise bu gurup ''extreme dippers'' olarak
sınıflandırılmaktadır. Kan basıncı gece düşenler ve düşmeyenler diye bir sınıflandırma
yapmanın gereği iki grup arasında kardiyovasküler morbiditenin farklı bulunmasından
kaynaklanmıştır.
KARDİYAK KOMPLİKASYONLAR
Hipertansiyonun major klinik sonuçları, sadece kan basıncı yükselmesinden değil aynı
zamanda hiprtansiyona karşı patofizyolojik, fonksiyonel ve yapısal yanıtlardan kaynaklanır.
Kardiyak hemodinamikte en erken değişiklikler büyük ölçüde kompansatuar olmasına
rağmen, tedavi edilmemiş veya kontrol edilmemiş hipertansif hastalarda, bunlar her zaman
kardiyak yapı ve fonksiyonda bozukluğa yol açarlar. Sistolik ve diyastolik kan basıncı
yükseldikçe, özellikle koroner hastalık olmak üzere, kardiyovasküler hastalığın nisbi riski
sürekli olarak artarken, riskin azalmaya devam etmediği bir alt sınır görünmemektedir.(20)
17
Tablo 3:Sistemik hipertansiyonun kardiyak komplikasyonları
Sol ventrikül hipertrofisi ± Odacık
dilatasyonu
Sol atriyal bozukluklar
Diyastolik disfonksiyon(Grade I,II,II)
Kalp yetmezliği
Koroner kalp hastalığı
Aritmiler ve ani ölüm
Asemptomatik sol ventrikül disfonksiyonu
Asemptomatik sol ventrikül dilatasyonu
Semptomatik kalp yetmezliği
Anjina pektoris
Akut koroner sendromlar
Atriyal aritmiler
Ventriküler aritmiler
Ani kardiyak ölüm
SOL VENTRİKÜL HİPERTROFİSİ
LVH’nın felç, akut koroner sendromlar, kalp yetmezliği ve ani ölüm riskinde artışla
ilişkisi, birçok çalışma ile ortaya konmuştur. Yaş haricinde hipertansiyonu olan hastalarda, sol
ventrikül kütlesinde artış kardiyak komplikasyonların, diğer risk faktörlerine göre daha iyi bir
prediktörüdür.(21)
Sol ventrijük hipertrofisi, kardiyovasküler hastalık insidansında artış, erkeklerde ve
kadınlarda kardiyak ve tüm nedenlere bağlı mortalite ve koroner hastalık, kalp yetmezliği ve
felç riskinde artış açısından güçlü bağımsız bir risk faktörüdür. LV kütlesinin nisbi duvar
kalınlığı ile olan ilişkisine göre üç LVH modeli tanımlanmıştır: “konsantrik remodeling”,
“konsantrik LVH”, ve “eksantrik LVH”(22) Konsantrik LVH, basınç yükü için tipik olan,
duvar kalınlığı artmış, LV kütlesi artmış ve LV diyastolik hacmi normal olan ventrikülü tarif
eder. (ör:sistemik hipertansiyon veya aort stenozu). Eksantrik LVH, normal veya azalmış duvar
kalınlığı, artmış LV kütlesi ve diyastolik hacimde artışla birlikte olan ventrikülü tarif eder ve en
sık hacim yükü(ör:aort yetmezliği) veya ilerlemiş kalp yetmezliği ile ilişkilidir. Konsantrik
remodeling’de , ventriküler hacimde anlamlı artış olmaksızın duvar kalınlığı artabilir. Böylece,
duvar stresi minimal olur ve sistolik fonksiyon korunur, ama diyastolik fonksyon bozulur.
Hipertansif birtoplumda, konsantrik LVH’sı olan hastalarda , ölüm riski ve morbidite, eksantrik
hipertrofisi veya konsantrik remodeling’i olan hastalara göre daha yüksekti.(23)
18
DİYASTOLİK DİSFONKSİYON
Yakın zamana kadar diyastolik disfonksiyon kalp yetmezliğinin iyi anlaşılamamış ve
genelde göz ardı edilen sebeplerinden biriydi. Öte yandan son 10 yıl içerisinde geliştirilen
invazif ve noninvazif metodlar diyastolik fonksiyonda meydana gelen patofizyolojik
değişikliklerin anlaşılmasını kolaylaştırdı. Konjestif kalp yetmezliğinin sebeplerinden biri
olan sistolik disfonksiyon ayrıntılı olarak araştırılmış olup sistemik hipoperfüzyonla
sonuçlanan uygunsuz sistol sonu basıncı şeklinde tanımlanmıştır. Diğer taraftan diyastolik
disfonksiyon ise normal sistol sonu basıncının olduğu ancak dolum basıncının uygun şekilde
artmadığı, yetersiz sol ventrikül dolumuyla karakterize bir tablodur. Normal dolum basıncının
olduğu diyastolik disfonksiyonda, sol ventrikül dolum kapasitesi sınırlıdır. Sol ventrikül dilate
olmayıp diyastolik basıncı artmıştır ve normal ejeksiyon fraksiyonu vardır. Diğer taraftan
çoğu hastada kalp yetersizliğinin belirti ve bulguları görülmektedir. Konsantrik sol ventrikül
hipertrofisi diyastolik disfonksiyonun sık sebeplerinden biridir. Çoğunlukla amiloidoz gibi
infiltratif hastalıkların seyrinde ve infarktüs sonrası gelişen remodelling döneminde gözkür.
Diyastolik kalp yetmezliği tanısı için konjestif kalp yetmezliğine ait belirti ve bulguların
yanında, normal ya da normale yakın sol ventrikül sistolik onksiyonu, anormal sol ventrikül
relaksasyonu, dolumu ve diyastolik sertliği stiffness ) gereklidir. Tanı genellikle Eko-doppler
ile sol ventrikül ejeksiyon raksiyonu, duvar kalınlıkları, duvar hareketleri, ve dolum paterni
gibi parametrelerin ncelenmesi ile konur. Konjestif kalp yetmezliği ile ilgili yapılan
çalışmalardan elde dilen bilgilere göre prevelans yaşla artış göstermekte olup ortalama 50 yaş
civarında 15 dolaylarındadır. Prognoz altta yatan hastalığa ve hastanın yaşına göre değişmekle
birlikte yıllık mortalitenin %8 civarında olduğu tahmin edilmektedir.
Diyastolik disfonksiyonun patofizyolojisi
Diyastolik disfonksiyonun patofizyolojisi 3 faza ayrılabilir. Bunlar erken disfonksiyon,
ara disfonksiyon ve geç disfonksiyondur. Erken diyastolik disfonksiyon büyük oranda sol
ventrikül relaksasyonunda ve elastik yapısındaki anormalliklere bağlıdır. Ara diyastolik
disfonksiyon sol ventrikülün pasif sertliği ve kompliyansının bir sonucudur. Geç diyastolik
disfonksiyon ise sol atrial kontraksiyon ile ilişkilidir. Izovolümetrik relaksasyon ventrikül
sertliği ve vizkositesindeki azalma ile bağlantılıdır. Diğer bir deyişle ventrikülün sistolik
mekaniklerden diyastolik mekaniklere geçiş hızı ile ilişkilidir. Relaksasyon aynı zamanda
atrio-ventriküler basınç gradiyenti, pik ventrikül dolum hızı ve “erken-geç” dolum hızı
şekilleri gibi faktörlerden etkilenir. Elastik gerilim ya da ventriküler restorasyon düşük basınç
19
volümündeki fraksiyonel kısalmaya bağlıdır. Bu durumda negatif diyastolik basınçlar henüz
dolum halinde olmayan kalpte geçici bir emici güç yaratırlar. Diyastolik basınç volüm
ilişkisini etkileyen internal ve eksternal güçler vardır. İnternal güçler arasında yapısal sertlik
( sarkomerler, miyositler vs ) aktif sertlik ve vizkosite vardır. Eksternal güçler ise septal
düzleşme, sağ ventrikül hareketleri ve hatta çıkış yolu gradiyentleridir. Atrial kontraksiyon da
diyastolik fonksiyonun önemli parametrelerinden biridir. Atrio-ventriküler interval diyastol
dolum süresini önemli derecede etkilemekte olup verapamil gibi kalsiyum kanal blokerleri, 
blokerler ve iki odacıklı pace makerların kullanımıyla olumlu yönde değiştirilebilir. Deneysel
çalışmalar götermiştir ki optimal ventrikül dolumu PR intervali 100-120 ms aralığında
olduğunda gerçekleşmektedir. Atrial büyüklük, basınç ve sertlik de şaşırtıcı olarak sol
ventrikül
dinamiklerini
etkilemektedir.
Bu
özellikler
sol
ventrikül
diyastolik
disfonksiyonunda
çoğunlukla bozulmuştur.
Diyastolik fonksiyonun moleküler ve biyokimyasal regülasyonu
Diyastolik fonksiyonu bozarak diyastolik kalp yetmezliğinin gelişimine neden olan
mekanizmalar; miyokardın içindeki ve dışındaki faktörler olarak ayrılabilir. Miyokarda ait
faktörler kalp kası hücresi ( kardiyomiyosit ), kalp kasını saran extrasellüler matrix ve
nörohormanların otokrin ve parakrin üretimini aktive eden yapılar olmak üzere yapısal ve
işlevsel bileşenlere ayrılabilir. Her bir mekanizma diyastolik disfonksiyon ve kalp yetmezliği
gelişiminden sorumlu major patolojik işlevleri etkileyebilir. Basınç yükü hipertrofisine,
iskemiye ve kardiomiyopatiye bağlı gelişen diyastolik kalp yetmezliğinde miyokarda ait,
miyokard dışı, hücresel ve nörohumoral faktörlerden herbiri rol oynar.
Kardiyomiyosit:
Diyastolik disfonksiyon kalp kası hücresinin kendine ait intrensek mekanizmalara
bağlı oluşabilir. Bunlar kalsiyum homeostazisindeki değişikliklere bağlıdır. Olası sebepler;
1-) Sodyum kalsiyum ve kalsiyum pompası gibi kısa ve uzun dönemde sitozelden kalsiyum
çıkışını sağlayan sarkolemmal kanalların işlevini yerine getirememesi
2-) SR Ca +2 ( SERCA )ATP ase ın azalmasına bağlı olarak sarkoplazmik retikulumun
yetersiz Ca ( SR Ca ) geri alımı
3-) Fosfolamban, kalmodulin ve kalsequestrin gibi SR Ca ATP ase’ı modifiye eden
proteinlerin fosforilasyonundaki değişiklikler
20
Yukarıda tarif edilen durumlardan herhangibiri artmış diyastolik kalsiyum
konsantrasyonuna, kalsiyum akışının azalmasına ve diyastolik kalsiyum konsantrasyonun
yavaşlamış azalmasına neden olabilir. Mevcut değişikliklerin kardiak hastalıklarda oluştuğu
gösterilmiş olup hem aktif relaksasyonda hem de pasif sertlikte etkileri vardır(24).
Kontraktil proteinler kalın miyozin filamenti ve ince aktin filamenti proteinlerinden
oluşur. Aktine bağlı kompleks düzenleyici proteinler arasında Tropomiyozin, Troponin T, C
ve I bulunur. Relaksasyon sırasında miyozinin aktinden ayrılması için gerekli ATP hidrolizi,
Troponin C’den kalsiyum salınımını ve SR tarafından aktif olarak kalsiyum geri alımını
gerektirir. Bu adımlardan herhangibirinin, miyofilament proteinlerinin veya ATP ase ın
modifikasyonu diyastolik fonksiyonu etkileyebilir(24,25). Normal diyastolik fonksiyonun
yerine getirilebilmesi, düşük seviyede hidrolize olmuş ATP ürün konsantrasyonu( ADP ve
iP ) ve yeterli ADP/ATP oranı gibi uygun enerji faktörlerinin varlığını gerektirmektedir(126).
Diyastolik disfonksiyon, mutlak ADP ve Pi konsantrasyonunun ya da rölatif ADP/ATP
oranının arttığı durumlarda ortaya çıkabilir. Enerji faktörlerinde gözlenen bu anormallikler
düşük fosfokreatinin seviyelerinden dolayı ADP’nin ATP’ye yeterince dönüşememesi sonucu
oluşabilir. Kardiyomiyositin hücre iskeleti mikrotubuller, ara filamanlar (desmin),
mikrofilamanlar (aktin) ve endosarkomerik proteinlerden oluşur ( titin, nebulin, α aktin,
miyomesin ve M protein )(26). Hücre iskeletinin temelini oluşturan bu proteinlerin yapısında
meydana gelebilecek değişikliklerin diyastolik fonksiyonu etkilediği görülmüştür. Titin
izotiplerindeki değişimin relaksasyonu ve vizkoelastik sertliği etkilediği gösterilmiştir.
Kasılma esnasında, titin komprese olduğunda, potansiyel enerji birikimi olur ve diyastol
esnasında bir vizkoelastik yay gibi hareket ederek taşıdığı potansiyel enerjiyi açığa çıkarır. Bu
sayede elastik bir güç gibi hareket ederek miyokardı istirahat uzunluğuna getirmeye çalışır.
Dahası titinin diyastol esnasındaki açılımı kısıtlıdır ve bu özellik miyokardın istirahat
uzunluğundan daha fazla gerilmesine engel olmak içindir(27). Dilate kardiyomiyopatilerde
yapılan deneysel çalışmalarda titin izoformlarının ve bunların dağılımının diyastolik sertlikte
artışa sebebiyet verecek şekilde yeniden düzenlendiği gösterilmiştir. Benzer şekilde
mikrutubul dansitesi ve dağılımındaki artışın da bazı basınç artışı çeşitlerinde yapışkan bir
yük gibi hareket ederek miyokardın ve kardiyomiyositlerin vizkoelastik sertliğini arttırdığı
gösterilmiştir. Eğer mikrotubuller akut olarak kimyasal ve fiziksel ajanlarla depolimerize
edilirse diyastolik fonksiyonda meydan gelen bu değişimler reversibldir(28).
21
Şekil 1: Kardiyomiyositin ultrastrüktürel yapısı ( Braunwald )
Ekstrasellüler M atriks:
Ekstrasellüler matrixte (ESM) meydana gelebilecek değişiklikler de diyastolik
fonksiyonu etkileyebilir. Miyokarda ait ESM 3 önemli bileşenden oluşmuştur.
1-) Tip 1,3 kollajen ve elastin gibi fibriler proteinler
2-) Proteoglikanlar
3-) Tip 4 kollajen, laminin ve fibronektin gibi bazal membran proteinleri Fibriler kollajenin
diyastolik kalp yetmezliğinin gelişiminde ESM yapıları içinde en etkili yapı olduğu ileri
sürülmüştür(29). Fibriler kollajendeki değişimin diyastolik disfonksiyon ve diyastolik kalp
yetmezliği gelişiminde önemli rol oynadığını gösteren kanıtlar şu 3 patoloji üzerinde
yoğunlaşmıştır.
22
1-) Diyastolik fonksiyonu etkileyen proçesler aynı zamanda fibriller kollajeni özellikle miktar,
geometri, dağılım, çapraz bağlanma ve Tip 1/Tip 3 kollajen oranı bakımından da
etkilemektedir.
2-) Fibriler kollajenin normalizasyonu ile diyastolik fonksiyonların arasında ilişki
saptanmıştır.
3-) Kollajen metabolizmasının kronik olarak değiştirildiği deneylerde, diyastolik fonksiyonun
da değiştiği gösterilmiştir(30). Diğer fibriler proteinlerin, bazal membran proteinlerinin
proteoglikanların rolü henüz tam anlamıyla anlaşılamamıştır.
Kollajen biyosentez ve yıkımında en az 3 major etken vardır. Bunlar; fiziksel,
nörohumoral ve büyüme faktörlerince düzenlenen transkripsiyonel regülasyon, kollajen
çapraz bağları ile ilişkili posttranslasyonel regülasyon ve enzimatik yıkımdır. Bu süreç, kalbin
iş yükünden ( preload ve afterload), renin angiotensin sistemini içeren nörohumoral
aktivasyondan, sempatik sinir sisteminden ve büyüme faktörlerinden etkilenir. Kollajen
yıkımı,
kofaktör
olarak
çinko
kullanan
proteolitik
enzimlerin
ve
matrix
metalloproteinazlarının kontrolü altındadır(31). Sentez ve yıkım arasındaki denge spesifik bir
zamanda belli bir patolojiye göre total kollajen miktarını belirler. Sentez, yıkım veya
regülasyon işlemlerinde meydana gelebilecek değişimlerin diyastolik fonksiyonu bozup kalp
yetmezliği gelişimine sebep olabileceği gösterilmiştir.
Endotel aktivasyonunda kardiak ve nörohumoral faktörler:
Gerek akut gerekse kronik zeminde kardiak ve nörohumoral kökenli endotel
aktivasyonunun
ve/veya
inhibisyonunun
diyastolik
disfonksiyonu
etkileyebileceği
gösterilmiştir. RAAS’nin kronik aktivasyonu neticesinde ESM fibriler kollajen miktarının
arttığı ve bunun da artmış sertlik ( stiffness ) ile ilişkili olabileceği çeşitli çalışmalarda
gösterilmiştir. Bu sebeple RAAS’nin inhibisyonu fibriler kollajendeki artışı önleyip
beraberinde sertliği azaltabilir. Dahası endotel sistemlerinin nörohumoral ve kardiak
aktivasyonu/inhibisyonunun relaksasyonu ve sertliği etkilediği gösterilmiştir(32). Akut
farmakolojik girişimlerin etki süreleri kısa olduğuğundan, ESM’yi etkilemek için yeterli
süreleri yoktur; bu nedenle ilaçların diyastolik fonksiyona etkileri direk kardiyomiyosit
üzerine olup bu sayede bir ya da daha fazla hücresel bileşeni değiştirmek şeklindedir. Örnek
olarak basınç yükü altındaki hastaların bir NO donörü olan ACE-İ ile tedavisi, sol ventrikül
basıncında düşüş, dolum miktarı ve hızında artış ile sonuçlanmaktadır. Mevcut bulgular
23
miyokard sertliğindeki azalma ile uyumludur. Dahası kalbin en belirgin olarak endokard
tabasında gözlenen bir siklik NO salınımı vardır. Bu salınım relaksasyon ve dolum
dönemlerinde pik yapmaktadır. Bu kısa pikler relaksasyonun ve sertliğin vurudan vuruya
ayarlanmasını sağlar(33).
Diyastolik disfonksiyonun noninvaziv değerlendirilmesi
Diyastolik disfonksiyon, fizik muayene, kalp kateterizasyonu, nükleer görüntüleme
yöntemleri, ekokardiyografi ve CT/MRI gibi birtakım invazif ve noninvazif yöntemlerle
değerlendirilebilir. Bununla birlikte 2 boyutlu ekokardiyografi diyastolik disfonksiyon
değerlendirilmesinde en yaygın kullanılan tanı metodudur. Ekokardiyografi kullanılarak
transmitral akım, pulmoner venöz akım, renkli M mode akım paterni değerlendirilirken doku
doppleri ile miyokard hareketleri değerlendirilebilir.
Ekokardiyografide en sık kullanılan ölçümler E ve A dalgalarının hızlarıdır. Normal
bir sol ventriküle sahip genç hastada diyastolik dolumun büyük bir kısmı belirgin E dalgasıyla
ifade edilen erken fazda olur. Diyastolik dolumda atrial kontraksiyon daha az rol oynadığı için
A dalgası E dalgasına kıyasla daha küçüktür. Bununla birlikte sol ventrikülün pasif
dolumunda daha yüksek basınçlara ihtiyaç duyulursa, diyastolik dolum atrial kontraksiyona
daha fazla bağımlı olur. Bu nedenle A dalgası E dalgasından daha büyük olur. Dolum
hızlarının değerlendirilmesi E ve A dalga hızlarının ölçümü, E/A oranının hesaplanması,
deselerasyon zamanın ve pulmoner ya da hepatik venlerdeki akım hızlarının ölçümü ile olur.
Bu noktada diyastolik akım hızlarının yükek oranda yaşa bağlı olduğunu hatırlamak çok
önemlidir. Birey yaşlandıkça, sol ventrikül sertleşir ve daha az kompliyansa sahip olur ve bu
nedenle ventrikül pasif olarak doldurmak için gerekli basınç artar. Diyastolik dolum atrial
kontraksiyonun katkısına daha bağımlı hale gelir. Dolum hızı şekilleri hastalığın derecesine
bağlı olarak değişiklik gösterir. 1. derecede diyastolik disfonksiyonda daha küçük E dalgası,
daha büyük A dalgası, artmış deselerasyon zamanı ile karakterize relaksasyon değişiklikleri
olur. 2. derece diyastolik disfonksiyonda görünüşte normal gibi olan E ve A dalgasıyla
karakterize pseudonormalizasyon paterni vardır. Öte yandan atrial sistol süresince pulmoner
vende geri akım izlenmektedir. Bu görüntü artmış ön yüke bağlı oluşmaktadır. İnceleme
esnasında önyükü azaltacak manevralar ( valsalva gibi ) ve ilaçlar gizlenmiş olan diyastolik
disfonksiyonu ortaya çıkarabilir. Son olarak 3. derecede ya da restriktif dolum paterninde kısa
ve keskin bir deselerasyon zamanının olduğu oldukça belirgin bir E dalgası ve küçük bir A
dalgası vardır. Bu hastaların prognozları diğerlerine göre belirgin derecede daha kötüdür.
24
Şekil-2: Transmitral doppler akım paternleri( Braunwald)
Doku doppleri son dönemlerde kullanılmaya başlanan ve ekokardiyografinin
diagnostik ve prognostik değerini artırabilecek bir yöntemdir. Renkli M Mode taramaları da
dolum şeklinin oluşturduğu eğiminin diyastolik dolum ile uyumlu olması bakımından
yararlıdır. Klasik doppler yüksek hızlı kan akımını ölçerken doku doppleri ise sol ventrikül
kasına ait hız paternlerini ölçmesi bakımından daha duyarlıdır. Standart doplerin ölçtüğü kan
akımı yüksek oranda dolum esnasındaki hemodinamik şartlara bağlıdır. Mevcut hemodinamik
şartlara bağlı olarak teşhis kolaylıkla atlanabilir. Bununla birlikte doku doppleri ve renkli M
mode görüntüleme yöntemeleri, büyük oranda hemodinamik parametrelerden ( ön yük, kan
basıncı, kalp hızı vs ) bağımsızdır. Bu nedenle, diyastolik disfonksiyonun tanısında ve
prognozun belirlenmesinde ekokardiyografi önemli bir yer tutmaktadır. Bununla birlikte
hemodinamik değişiklikler tarafından oluşturulan hatalar en önemli kısıtlayıcı yanıdır. Bu
sebeple yeni teknik üzerinde de çalışılmaktadır.
Diyastolik disfonksiyonun tedavisi:
Genel olarak tedavi altta yatan hastalığı düzeltmeye yönelik olmalıdır. Bu noktada
özellikle hipertansiyon ve iskeminin düzeltilmesi önem taşımaktadır. Miyokard iskemisini
düzeltmek için yapılan angioplasti ve bypass operasyonlarından sonra diyastolik
25
fonksiyonların düzeldiği gösterilmiştir. Benzer şekilde aort darlığı nedeniyle aort kapak
replasmanı yapılan hastalarda da belirgin diyastolik düzelme olmaktadır. Diyastolik kalp
yetmezliği olan hastaların farmakolojik tedavisinde; diüretikler, ACE-i, kalsiyum kanal
blokerleri ve β blokerler kullanılabilir. Bu noktada kalp hızının yavaslatılarak ventrikül
dolumu için yeterli zaman sağlanması ( β bloker, kalsiyum kanal blokeri gibi), diüretik
kulanımı ile pulmoner konjesyonun ve semptomatik rahatlamanın sağlanması, ACE-i
kullanımıyla hipertrofinin geriletilmeye çalışılması tedavi esaslarını oluşturmaktadır(34).
Bütün bunlara rağman diyastolik yetmezliğin tedavisi sorun olmaya devam etmekte ve bu
konuda büyük randomize çok merkezli çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Diyastolik
disfonksiyonun patofizyolojisinin daha iyi anlaşılmasıyla birlikte ileride daha etkin tedavi
biçimleri ortaya çıkacaktır(35).
NATRİÜRETİK PEPTİDLER
Giriş
Domuz beyninden 1980’li yıllarda izole edilen “brain” natriüretik peptid (BNP),
natriüretik peptid ailesinin bir üyesidir. Diğer üyeler atriyal natriüretik peptid (ANP), C-tipi
natriüretik peptid (CNP) ve Dendroaspis natriüretik peptid (DNP)’dir. Her biri prohormon
olarak sentezlenir. Birtakım işlemlerden geçerek sistin köprüsü ile birbirine bağlanan farklı
sayı ve dizilimde aminoasit içeren olgun hormon haline dönüşürler. Bunlardan ANP ve BNP
sirkülasyona salınan kardiyak hormonlardır, CNP daha çok lokal hormon olarak görev yapar
ve en çok santral sinir sistemi ile vasküler endotelde bulunur. Dendroaspis natriüretik peptid
ise insan plazmasından ve atriyal miyokard’tan son yıllarda izole edilmiş olup insanlardaki
fonksiyonu tam olarak bilinmemektedir. Brain natriüretik peptid 108 aminoasitlik bir
prohormon olarak sentezlenir ve daha sonra 32 aminoasitlik BNP ve N-terminal BNP (NBNP)’ye parçalanır (36-37)
26
Prepro BNP (134aa)
Kardiyomiyosit
Sinyal peptidi(26 aa)
Pro-BNP (108 aa)
Serin proteaz?
Serin proteaz?
sekresyon
Kan
NT-proBNP (1-76)
BNP (77-108 aa)
Şekil 3:Myositlerden, NT-Pro BNP ve BNP sentezi
Hem atriyum hem de ventriküllerden sentezlenen ANP’nin tersine, plazma BNP’nin
temel kaynağı ventriküllerdir. Bu nedenle BNP’nin ventrikül hastalıklarında duyarlığı ve
özgüllüğü daha fazladır (38-39). Atriyal natriüretik peptid depo granülleri içinde bulunur ve
egzersiz gibi minör bir uyaranla bile kan dolaşımına salınır. “Brain“ natriüretik peptid’in ise
çok azı depo granüllerinde bulunur. Salınım kontrolü ANP’de olduğu gibi depo granüllerden
kana verilme aşamasında değildir. “Brain“ natriüretik peptid’in sentezi genomik kontrol ile
olur. Sentez için en önemli uyaran basınç ve volüm yükünün oluşturduğu miyosit gerilimidir
(40). Uyarı geldiğinde hızlı dönüşümlü TATTTAT (T: timin, A: adenin nükleotidi) nükleik
asit dizilimine sahip olan gen sayesinde BNP, basınç ve volüm yükü ile orantılı olarak
patlamalar şeklinde sentezlenir (41). Bu nedenle BNP’nin plazma düzeyinin artması için belli
bir süre gerekmektedir. Ayrıca kalp hızı artışı, glukokortikoidler, tiroid hormonları, endotelinI ve anjiyotensin-II de BNP sentezini uyarabilmektedir. Brain natriüretik peptid parçalanmaya
ANP’den daha dayanıklı olup, plazma yarılanma ömrü de daha uzundur (yaklaşık 18-22 dk).
“Brain” natriüretik peptid, reseptör aracılığı ile hücre zarından granüller halinde alınıp
27
sitoplazmada parçalanarak (endostoz) veya böbrek ve damar endotelinde bulunan çinko içeren
endopeptidazlarla yıkılarak plazmadan temizlenir (42). “Brain“ natriüretik peptid etkilerini
natriüretik peptid reseptör-A ’ya bağlanıp siklik GMP’yi artırarak gösterir.
Natriüretik Peptid reseptörleri:
Guanilat siklaz ailesinden olup intrasellüler c-GMP yapımını arttırırlar
A – reseptörleri : ANP / BNP’ yi bağlar.
B – reseptörleri : CNP’ yi bağlar.
C – reseptörleri : Peptidlerin klirensinde rol oynar.
BNP’nin afinitesi düşük, yarı ömrü uzun ( 20 dk. )
ANP’nin afinitesi yüksek, yarı ömrü kısa ( 3 dk.)
NT-proANP yarı ömrü 1 saat
NT-proBNP yarı ömrü 2 saat.
BNP’nin Etkileri
“Brain“ natriüretik peptid santral ve periferik sinir sistemini etkileyerek sıvı-elektrolit
dengesini düzenler. “Brain“ natriüretik peptid’in diüretik, natriüretik ve vazodilatör etkileri
vardır. Diürez ve natriürez renal hemodinamiyi etkileyerek ya da direkt tübüler etki ile olur
(43). Aferent arteriyolar dilatasyon ve eferent arteriyolar vazokonstrüksiyon ile glomerül
filtrasyon hızını artırır. Proksimal tübüldeki anjiyotensin -II aracılığı ile olan su ve sodyum
reabsorbsiyonunu, toplayıcı kanalda da vazopressin’in etkisini bloke ederek natriürez ve
diürezi artırır. Vasküler düz kasta relaksasyon yaparak arteryel ve venöz dilatasyona neden
olur. Bunun sonucunda ard ve ön yük azalır (44). Miyositlerde relaksasyona neden olur.
Ayrıca miyokard’ta fibrotik ve proliferatif süreci önler (44-46). Vazodilatör etkisi ile periferik
vasküler direnci azaltarak kardiyak debiyi artırır, doluş basınçlarını ve pulmoner kapiller uç
basıncını (PCW) azaltır. Antimitojenik etkilerinden dolayı ateroskleroz, hipertansiyon,
restenoz gibi damar duvarını etkileyen patolojilerde proliferasyonu modüle edici etkisi
olduğuna inanılmaktadır. Ayrıca BNP santral ve periferik sempatik sinir sistemini inhibe eder
(47), vagal tonusu artırır, renin-aldosteron salınımını önler, endotelin-I ve anjiyotensin-II’nin
etkilerini bloke eder (48). “Brain“ natriüretik peptid ve N-BNP uygun maliyetle, doğru ve
hızlı bir şekilde ölçülebildiği takdirde önemli tanısal ve prognostik bilgiler sağlar. Acil servis,
yoğun bakım ünitesi ve poliklinik koşullarında 15 dakika içinde BNP ölçümü
yapılabilmektedir. Plazma BNP düzeyi, sol ventrikül kompliyansının azalmasına bağlı olarak
yaşla birlikte artmaktadır. Ortalama BNP düzeyleri 55-64 yaş arasında 26.2±1.8 pg/ml, 65-74
28
yaş arasında 31.0±2.4 pg/ml, 75 yaş üzerinde ise 63.7± 6.0 pg/ml olarak bulunmuştur. Kalp
yetersizliği (KY) bulunan kadınlarda BNP düzeyleri aynı yaş grubundaki erkeklere göre daha
yüksektir (49).
Natriüretik peptidlerin laboratuar analizleri
Pratikte ANP,NT-proANP, BNP, NT-proBNP seviyelerine kanda bakılabilmektedir.
•ANP ; EDTA-Aprotinin’li tam kanda oda sıcaklığında 2-3 saat stabl kalır.( - 80oC de aylarca
stabl kalır.)
•NT-proANP ; EDTA’ lı tam kanda 3 gün stabl
•BNP ; EDTA’lı plazmada -20oC’de bir ay stabl kalır.
•NT-proBNP ; Oda sıcaklığında EDTA’lı tam kanda 3 gün , plazmada 24 saat stabl kalır.
Analiz için kan alırken :
•Oturur / Yatar pozisyonlar tercih edilmeli,
•10 dk. bir dinlenme sonrası,
•Hormon salınımı sirkadiyen ritm gösterir,
•İlaçlardan kan düzeyi etkilenir,
•Tuz alımı kan düzeyini etkiler,
•Hamileliğin 3.trimestrında NP’ler artar.
•Normalde ANP/BNP kan düzeyleri: 3-6 pmol / lt’ dir.
•NT-proANP / NT-proBNP düzeyleri: 20-50 kat fazladır.
•Kan düzeyleri Kadın > Erkek
•Yaş ile ( 60 y < ) kan düzeyi artar.
•Renal yetmezlik / Aşırı sıvı-tuz yüklenmesi / Asit olgularında kan düzeyi artar.
Natriüretiklerin klirensleri
Natriüretik peptitler dolaşımdan iki yol ile temizlenir.
1.) NPR-C reseptörleri aracılığı ile,
29
2.) Nötral endopeptidaz tarafından enzimatik yıkılım (Bu enzim yüksek konsantrasyonlarda
böbrek, akciğer, beyin ve nötrofillerde bulunur).
Affinite: CNP>ANP>BNP
Yarılanma süreleri: - ANP: 3 dakika
- BNP: 20 dakika
- NT-proANP: 1 saat
- NT-proBNP: 1 - 2 saat
ANP’nin tam kandaki invitro stabilitesi çok düşük iken, NT-pro ANP, NT-proBNP
ve BNP’nin stabilitesi yüksektir.
Yanlış Pozitif ve Yanlış Negatif Sonuçlara Yol Açan Durumlar
“Brain“ natriüretik peptid düzeyleri, böbrek yetersizliğinde prediyaliz aflamas›na
gelindiği geç dönemlerde ve diyaliz yapılan hastaların hemen hepsinde artar. Bu artıştan
BNP’nin klirens reseptörlerinin “down“-regülasyonuna bağlı renal atılımda azalma ve artmış
intravasküler volüme sekonder olarak sentezdeki artış sorumludur. Akut miyokard
infarktüsünde (AMI) hem BNP hem de N-BNP düzeyleri artar. Akut miyokard
infarktüsünden 2-4 gün sonra artan BNP düzeyleri kalbin yeniden biçimlenme (remodeling)
süreciyle ilişlkilidir ve LV disfonksiyonu gelişimi ve mortalite için güçlü bir prediktördür
(50). Kardiyak kökenli dispne etyolojileri aras›nda BNP’nin normal olduğu birkaç durum
vardır. Bunların başında akut akciğer ödeminin erken dönemi gelir. Çünkü BNP’nin plazmada
artış gösterebilmesi için en az bir saatlik süre gerekmektedir. Mitral darlığı ve atriyal
miksoma gibi sol ventrikül miyokardının etkilenmediği durumlarda dispne nedeni kardiyak
kökenli olduğu halde BNP normaldir. Akut mitral yetersizlği gibi LV fonksiyonlarının henüz
normal olduğu durumlarda da akut KY tablosuna rağmen BNP normal bulunabilir (Tablo 4).
Tablo 4. Yanlış pozitif ve yanlış negatif sonuçlara yol açan durumlar
30
Asemptomatik LV Sistolik Disfonksiyonunu Taramada BNP’nin Önemi
Asemptomatik LV disfonksiyonunun erken evrede saptanması son derece önemlidir.
Çünkü beta-bloker ve anjiyotensin dönüştürücü enzim inhibitörleri (ACE-I) gibi erken
dönemde
uygulanan
tedavi
stratejileri
sayesinde
semptomatik
KY’ne
progresyon
önlenebilmektedir. Diyabetes mellitüs, geçirilmiş miyokard infarktüsü, son dönem böbrek
yetersizliği ve antrasiklin kemoterapisi LV disfonksiyonu için predispozisyon yaratan
durumların başında gelir (51-53) Bin altı yüz otuz beş olgunun alındığı bir toplum
taramasında sistolik disfonksiyon için 18 pg/ml’nin altındaki BNP düzeyinin negatif prediktif
değeri %97 bulunmuştur (54). Ekokardiyografi’nin bu amaçla kullanımı daha önce de
belirtildiği gibi pahalı oluşu ve her yerde bulunmaması nedeniyle pratik değildir. Maisel ve
ark.’nın (55) BNP düzeyi ile ekokardiyografik verileri karşılaştıran çalışmalarında KY öyküsü
olmayan ve önceden LV disfonksiyonu saptanmamış hastaların %51’inde anormal
ekokardiyografik bulgulara rastlanmıştır. Bu grubun BNP düzeyleri (328±29pg/ml), %49’luk
grubu oluşturan KY öyküsü bulunmayan ve ekokardiyografik özellikleri normal bulunan
hastalara göre (30±3pg/ml) anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Kalp yetersizliği öyküsü olan
ve önceden LV disfonksiyonu olduğu bilinen hastaların tümünde anormal ekokardiyografik
bulgulara ve yüksek BNP düzeylerine (545±45pg/ml) rastlanmıştır. Ancak BNP, LV
disfonksiyonunun
hafif
olduğu
durumlarda
normal
olabilir
(56).
Bu,
BNP
konsantrasyonlarının NYHA sınıfı ve hemodinamik parametrelerden PCW ile LV enddiyastolik basıncı düşük olan KY hastalarında daha az yükselmesi ile ilişkili olabilir (56). Bu
31
nedenle BNP düzeyleri normal bulunduğunda, yüksek riskli kişilerde semptom olmasa bile
ekokardiyografi yapılmalıdır. Diğer taraftan BNP düzeylerinin yüksek bulunduğu hastalarda
ileri kardiyak incelemelerin yapılması uygun olur. Sonuç olarak BNP’nin LV disfonksiyonu
gelişimini izlemede tarama testi olarak ya da tanısı kesinleşmiş hastalığın aşamalı ilerlemesini
izlemek için kullanılabileceğini söyleyebiliriz.
Tablo 5:Sol ventrikül disfonksiyonun taranmasında
BNP’nin potansiyel kullanım alanları
-Son dönme böbrek yetmezliği
-Diyabetik hastalar
-Transplant rejeksiyonu
-Kardiyotoksik ilaç kullanımı
-Kapak hastalığı bulunan hastalarda cerrahi zamanlama
-Hipertrofik kardiyomyopati taraması
-Erişkin solunum sıkıntısı sendromu(ARDS)
LV Diyastolik Disfonksiyonu ve BNP
Aort darlığı, hipertrofik kardiyomiyopati, hipertansiyon, restriktif kardiyomiyopati
gibi LV diyastolik disfonksiyonu (LVDD) oluşturan hastalıklarda BNP artabilmektedir (5758). Ancak bu artış sistolik disfonksiyona göre daha azdır. “Brain“ natriüretik peptid
düzeyleri diyastolik disfonksiyonun şiddeti ile ilişkili olarak artmaktadır. Lubien ve ark. (59)
restriktif doluş paterni gösteren hastalarda BNP düzeylerini (428 pg/ml), gevşeme bozukluğu
olanlara göre (230 pg/ml) daha yüksek bulmuştur. İzole diyastolik disfonksiyonda BNP’nin
tanı koymadaki değeri sistolik disfonksiyondaki gibidir. Klinik olarak anlamlı LVDD’nin
dışlanmasında 57 pg/ml’den düşük BNP düzeyleri %100’lük negatif prediktif değere sahiptir.
Klinik olarak KY bulunan ve normal LV fonksiyonu bulunan hastalarda LVDD’nin en güçlü
prediktörünün BNP olduğu saptanmıştır. “Brain“ natriüretik peptid tek başına sistolik ve
diyastolik disfonksiyonu ayırt edememekle birlikte, ekokardiyografi ile sistolik fonksiyonların
normal bulunduğu durumlarda düşük BNP düzeyleri klinik olarak LVDD olasılığını dışlar.
32
MATERYAL VE METOD
Çalışma; Ekim 2005- Şubat 2006 tarihleri arasında Göztepe Eğitim ve Araştırma
Hastanesi'nde, 100 kişide (80 hipertansiyonlu hasta, 20 sağlıklı kontrol grubu) yapıldı.
Hastalar iç hastalıkları polikliniklerine başvuran kişiler arasından seçildi. Çalışma grubu
seçiminde aşağıdaki kriterler uygulandı:
A-Çalışmaya alınma kriterleri:
 Hipertansiyonu olan veya antihipertansif ilaç alan hastalar
 30 -70 yaş arası erkek veya kadın hastalar
 Elektrokardiyogramları normal olan hastalar
B- Çalışmaya alınmama kriterleri:
 Tip II diyabetes mellitüsü olan hastalar
 Koroner arter hastalığı olan hastalar
 Başka kardiyak hastalığı olanlar(kalp kapak hastalığı,kardiyomyopati,kalp
yetmezliği vd.)
 Üre,kreatinin yüksekliği yada böbrek yetmezliği olan hastalar
 Yakın zamanda geçirilmiş serebrovasküler hastalığı olanlar
Çalışma tarihleri arasında iç hastalıkları polikliniklerine başvuran ve alınma
kriterlerine uygun tüm kişiler değerlendirmeye alındı. Bu kişiler arasında yukarıda
belirtilen 5 çalışmaya alınmama kriterinin hiçbirisini taşımayan toplam 80 kişi (21 E, 59 K)
vardı. Kontrol grubu olarak Ekokardiyografileri normal olan 20 kişi (9 E, 11 K) alındı. Açlık
kan şekeri, üre, kreatinin, AST, ALT, total kolesterol, HDL kolesterol, LDL kolesterol,
trigliserid düzeyi), hemogram ve NT-Pro-BNP için antekübital venden kan alınarak, kuru düz
ve EDTA’lı tüplere boşaltıldı.
Kullanılan kitinin adı:N-terminal Pro-Brain Natriuretic Peptide
Yöntem:Poliklonal Sandviç yöntemi(Radyoimmunassay), Dade Behring firması
Elektrokardiyogramlar çekildi. 100 hastanında EKG’leri normaldi.
Hastalar en az 10 dakika istirahat ettikten sonra, kan basınçları supin pozisyonda, her
iki koldan uygun manşonlu, civalı tansiyon aletiyle aynı kişi tarafından Korotkoff faz I ve faz
V sesleri baz alınarak ölçüldü. Kan basıncı yüksek saptanan kişilerin 10 dakika sonra tekrar
33
kan basınçları ölçüldü. Çalışmaya alınan kişilerde hipertansiyon tanısı için JNC -7 kriterleri
(tablo 2) ve yine normotansif veya hipertansif ama daha önce hipertansiyon tanısı almış ve
antihipertansif ilaç alan hastalarda çalışmaya dahil edildi.
Ekokardiyografi: Tüm ekolar vivid 3 pro marka (cingmed teknoloji) EKO cihazı ile
transtorasik olarak yapıldı. Hastalar sol lateral dekübit pozisyonunda olacak şekilde incelenip,
parasternal uzun, kısa aks, apikal dört boşluk, beş boşluk görüntüleri eşliğinde iki boyutlu, M
Mode, C- Doppler ve akım doppleri kulanılarak ölçümler yapıldı. Amerikan Ekokardiyografi
Birliği’nin önerileri doğrultusunda; tüm ekolar aynı kişi tarafından ve sirkadyen
değişikliklerin diyastolik disfonksiyona olan etkisini ortadan kaldırmak için gün ortasında
yapıldı.
Transmitral akım doppleri incelemelerinde aşağıdaki parametrelere bakıldı;
1-) E dalgası pik hızı ( cm/sn): Erken diyastolde pik transmitral dolum hızı.
2-) A dalgası pik hızı ( cm/sn): Geç diyastolde pik transmitral atrial dolum hızı.
3-) Deselerasyon zamanı ( ms ): E dalgası pik hızının sıfıra yaklaşırken gösterdiği eğimin
süresi.
4-) Izovolumetrik relaksasyon zamanı( ms ): Aort kapağı kapandıktan sonra mitral kapak
açılana kadar geçen süre.
Gereğinde pulmoner ven akım örneklemesi yapılması için apikal dört boşlukta sağ superior
pulmoner ven akımı kullanıldı ve akım örneği 1-2 cm içeriden alındı. Burada sistolik,
diyastolik ve atrial geri akımlar kaydedildi.
Diyastolik fonksiyonların sınıflandırılmasında klasik bilgiler kullanıldı. ( Stage I:
Bozulmuş relaksasyon, Stage II: Pseudonormal pattern, Stage III:Restriktif patern )
Diğer standart incelemeler içerisinde sol ventrikül diyastol ve sistol sonu çapları, duvar
kalınlıkları, aort kökü, sol atrium ve sağ ventrikül çıkış yolu genişliği bulunmaktadır. Kapak
yapıları ve duvar hareketleri ayrıntılı olarak incelenerek patolojisi olanlar çalışmaya alınmadı.
İstatistiksel Analiz:
Bu çalışmada istatistiksel analizler GraphPad Prisma V.3 paket programı ile
yapılmıştır.Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel metotların (ortalama,
standart sapma) yanı sıra ikili grupların karşılaştırmasında bağımsız t testi, nitel verilerin
karşılaştırmalarında ki-kare testi, değişkenlerin birbirleri ile ilişkilerini belirlemede Pearson
korelasyon testi kullanılmıştır. Sonuçlar, anlamlılık p<0,05 düzeyinde değerlendirilmiştir.
34
BULGULAR
Çalışma, Ekokardiyografi yöntemi ile grade I sol ventrikül diyastolik disfonksiyon saptanan
80 hasta ve yine Ekokardiyografi ile sol ventrikül fonksiyonları normal olan 20 hasta ile
yapıldı.
Her iki grup arasında cinsiyet dağılımı açısından istatiksel olarak anlamlı fark yoktu (p =
0.069).
Grade I Sol Ventrikül
Yaş
Cinsiyet
Diyastolik Disfonksiyon Normal
56,24±8,59
52,1±10,56
Erkek
21 (%26,3)
9 (%45)
t:1,83
Kadın
χ²:2,67 p=0,102
59 (%73,8)
11 (%55)
p=0,069
Grade I Sol Ventrikül Diyastolik Disfonksiyonlu ve normal grubun yaş ortalamaları arasında
istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (t:1,83 p=0,069).
Grade I Sol Ventrikül Diyastolik Disfonksiyonlu ve normal grubun cinsiyet dağılımları
arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (χ²:2,67 p=0,102).
Grade I Sol Ventrikül
Diyastolik Disfonksiyon
NT-Pro-BNP 248,13±186,527
Normal
63,92±54,4
t
7,63
p
0,0001
Grade I Sol Ventrikül Diyastolik Disfonksiyonlu grubun NT-Pro-BNP ortalamaları normal
gruptan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (t:7,63 p=0,0001).
35
NT-Pro-BNP
Erkek
Kadın
206,92±254,70 213,16±145,74
t
-0,15
p
0,877
Kadın ve erkeklerin NT-Pro-BNP ortalamaları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir
(t:-0,15 p=0,877).
NT-Pro-BNP
Grade I Sol Ventrikül
Diyastolik Disfonksiyon
Normal
Erkek
Kadın
273,92±276,94 238,94±143,58
50,57±64,34
74,83±44,93
t
p
0,73
-0,99
0,464
0,334
Grade I Sol Ventrikül Diyastolik Disfonksiyonlu grupta kadın ve erkeklerin NT-Pro-BNP
ortalamaları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (t:0,73 p=0,464).
Normal grupta kadın ve erkeklerin NT-Pro-BNP ortalamaları arasında istatistiksel farklılık
gözlenmemiştir (t:-0,99 p=0,334).
r
NT-Pro-BNP p
Yaş
0,080
0,426
NT-Pro-BNP değerleri ile yaş arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki gözlenmemiştir
(r= 0,080 p=0,426).
36
Yaş
57
56
55
54
53
52
51
50
LVDD(Grade I)
Normal
NT-Pro-BNP
250
200
150
100
50
248,13
63,92
0
Normal
LVDD(Grade I)
37
Erkek
Kadın
Cinsiyet
80%
60%
40%
20%
0%
LVDD(grade I)
Normal
NT-Pro-BNP
214
212
210
208
206
204
202
Kadın
Erkek
38
TARTIŞMA
Bu çalışmada, NT-Pro-BNP düzeyi, Grade I sol ventrikül diyastolik disfonksiyonu
olan esansiyel hipertansiyonlu hastalarda kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek
bulundu. Normotansif veya antihipertansif ilaç almayan ve Ekokardiyografisi normal olan
olgularda NT-Pro-BNP düzeyi 63,92±54,4 geldi. Yine yapılan bir çalışmada(60), sistolik
fonksiyonları normal, diyastolik disfonksiyonu olan 294 olgu EKO bulguları ve NT-Pro-BNP
seviyeleri ile karşılaştırılmış, Diyastolik fonksiyon bozukluğu tanısında 62 pg/ml BNP
değerlerinin Sensitivitesi % 85 ; Spesifitesi % 83 olduğu saptanmış.En yüksek BNP değerleri
restriktif patern varlığında saptanmış. Biz ise çalışmada sadece garde I sol ventrikül diyastolik
disfonksiyonlu hastalarda kanda NT-Pro-BNp düzeyine baktık.
Esansiyel hipertansiyonda diyastolik disfonksiyon bazı fonksiyonel ve morfolojik
safhalardan geçerek yavaş yavaş ilerler.
İlk safha konsantrik remodeling’le birlikte Sol
ventrikül diyastolik disfonksiyondur. Bu daha sonra konsantrik LVH ile birlikte
asemptomatik sol ventrikül sistolik disfonksiyona ilerler. Diğer safhalar sırası ile; ekzantrik
LVH ile birlikte asemptomatik LV dilatasyonu; ve Eksantrik LVH ve daha fazla dilatasyonla
birlikte semptomatik sol ventrikül sistolik disfonksiyonu. LIFE çalışmasında, hipertansiyonu
ve sol ventrikül hipertrofisi olan hastalarda NT-Pro-BNP kardiyovasküler olaylar için
prediktif olarak bulunmuştur(61)
Hidebrandt P ve ark. ‘nın yaptığı bir çalışmada, arteriyel hipertansiyonu,
ekokardiyografik olarak LVH bulunan ve sol ventrikül fonksiyonunu koruyan 36 hastada NTPro-BNP sağlıklı bireylerden sekiz kat daha yüksek bulunmuştur. LV kütle indeksiyle korele
olan log NT-Pro-BNP(R= 0,47 p=0,0002) manyetik rezonans görüntülenmesiyle ölçülmüştür.
Arteriyel hipertansiyonu olan diğer bireylerde diyastolik özelliklerle zayıf ama anlamlı bir
korelasyon gösterilmiştir. Hipertansiyon, EKO ile sol ventrikül hipertrofisi bulunan ve
Lvfonksiyonu korunmuş olan hastalarda yakın zamanda yapılan bir çalışmada NT-ProBNP’nin özellikle kardiyovasküler hastalık öyküsüyle kombine olduğunda çok güçlü bir
prognostik belirteç olduğu gösterilmiştir. (62)
Uusiama P ve ark.’nın yaptığı Anglo-İskandinav Kardiyak sonlamın Çalışmasında,
hipertansiyon vazoaktif peptidlerin ve prokollajen peptidlerin konsantrasyonlarında
değişimlerle bağlantılıdır. Ama bunların sol ventrikül hipertrofisi ve kardiyak fonksiyonla
39
olan ilişkileri açık değildir. Yazarlar Anglo-İskandinav Kardiyak Sonlanım çalışmasında 97
hipertansiyon hastasında atriyal natriüretik peptidin(ANP), onun aminoterminal petidinin(NTPro-ANP), B-tipi natriüretik peptidin(BNP), andotelin-I(ET-I), plazma düzeylerini ve tip I
prokollajenin(PINP) aminoterminal propeptidinin serum düzeylerini ve ekokardiyografik
parametreleri ölçmüşlerdir. Sol ventrikül hipertrofili hastalarda ve diyastolik disfonksiyonun
ekokardiyografik belirtileri olan hastalarda plazma BNP düzeyleri, hipertrofi ve normal
diyastolik parametreleri olan hastalardan daha büyüktür.(63)
Aort darlığı, hipertrofik kardiyomiyopati, hipertansiyon, restriktif kardiyomiyopati
gibi LV diyastolik disfonksiyonu (LVDD) oluşturan hastalıklarda BNP artabilmektedir (6465). Ancak bu artış sistolik disfonksiyona göre daha azdır. “Brain“ natriüretik peptid
düzeyleri diyastolik disfonksiyonun şiddeti ile ilişkili olarak artmaktadır. Lubien ve ark. (66)
restriktif doluş paterni gösteren hastalarda BNP düzeylerini (428 pg/ml), gevşeme bozukluğu
olanlara göre (230 pg/ml) daha yüksek bulmuştur. İzole diyastolik disfonksiyonda BNP’nin
tanı koymadaki değeri sistolik disfonksiyondaki gibidir. Klinik olarak anlamlı LVDD’nin
dışlanmasında 57 pg/ml’den düşük BNP düzeyleri %100’lük negatif prediktif değere sahiptir.
Klinik olarak KY bulunan ve normal LV fonksiyonu bulunan hastalarda LVDD’nin en güçlü
prediktörünün BNP olduğu saptanmıştır. “Brain” natriüretik peptid tek başına sistolik ve
diyastolik disfonksiyonu ayırt edememekle birlikte, ekokardiyografi ile sistolik fonksiyonların
normal bulunduğu durumlarda düşük BNP düzeyleri klinik olarak LVDD olasılığını dışlar.
Asemptomatik LV disfonksiyonunun erken evrede saptanması son derece önemlidir.
Çünkü beta-bloker ve anjiyotensin dönüştürücü enzim inhibitörleri (ACE-I) gibi erken
dönemde
uygulanan
tedavi
stratejileri
sayesinde
semptomatik
KY’ne
progresyon
önlenebilmektedir. Diyabetes mellitüs, geçirilmiş miyokard infarktüsü, son dönem böbrek
yetersizliği ve antrasiklin kemoterapisi LV disfonksiyonu için predispozisyon yaratan
durumların başında gelir (67-69) (Tablo 5). Bin altı yüz otuz beş olgunun alındığı bir toplum
taramasında sistolik disfonksiyon için 18 pg/ml’nin altındaki BNP düzeyinin negatif prediktif
değeri %97 bulunmuştur (70). Ekokardiyografi’nin bu amaçla kullanımı daha önce de
belirtildiği gibi pahalı oluşu ve her yerde bulunmaması nedeniyle pratik değildir. Maisel ve
ark.’nın(71), BNP düzeyi ile ekokardiyografik verileri karşılaştıran çalışmalarında KY öyküsü
olmayan ve önceden LV disfonksiyonu saptanmamış hastaların %51’inde anormal
ekokardiyografik bulgulara rastlanmıştır. Bu grubun BNP düzeyleri (328±29pg/ml), %49’luk
grubu oluşturan KY öyküsü bulunmayan ve ekokardiyografik özellikleri normal bulunan
hastalara göre (30±3pg/ml) anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Kalp yetersizliği öyküsü olan
ve önceden LV disfonksiyonu olduğu bilinen hastaların tümünde anormal ekokardiyografik
40
bulgulara ve yüksek BNP düzeylerine (545±45pg/ml) rastlanmıştır. Ancak BNP, LV
disfonksiyonunun
hafif
olduğu
durumlarda
normal
olabilir
(72).
Bu,
BNP
konsantrasyonlarının NYHA sınıfı ve hemodinamik parametrelerden PCW ile LV enddiyastolik basıncı düşük olan KY hastalarında daha az yükselmesi ile ilişkili olabilir (72). Bu
nedenle BNP düzeyleri normal bulunduğunda, yüksek riskli kişilerde semptom olmasa bile
ekokardiyografi yapılmalıdır. Diğer taraftan BNP düzeylerinin yüksek bulunduğu hastalarda
ileri kardiyak incelemelerin yapılması uygun olur. Sonuç olarak BNP’nin LV disfonksiyonu
gelişimini izlemede tarama testi olarak ya da tanısı kesinleşmiş hastalığın aşamalı ilerlemesini
izlemek için kullanılabileceğini söyleyebiliriz.
41
SONUÇ
Ekokardiyografi yöntemi ile Grade I sol ventrikül diyastolik disfonksiyon saptanan
esansiyel hipertansiyonlu hastalarda kanda NT-Pro-BNP düzeyine bakılması ile ilgili
çalışmanın sonuçları;
1. NT-Pro-BNP,
Grade
I
sol
ventrikül
diyastolik
disfonksiyonu
olan
esansiyel
hipertansiyonlu hastalarda kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulundu.
2. Diyastolik
disfonksiyon
sol
ventrikül
hipertrofisi
gelişmesinden,
aterosklerotik
hastalıktan ve hipertansiyonla ilişkili sistolik kalp yetmezliğinden önce olabilir. Bu
yüzden NT-Pro-BNP yüksekliği esansiyel hipertansiyonlu hastaların, kalp yetmezliğine
gidişatını belirlemede byokimyasal bir belirteç olabilir.
3. NT-Pro-BNP yüksekliği, esansiyel hipertansiyonun ilk ekokardiyografik bulgusu olan sol
ventrikül diyastolik disfonksiyonun biyokimyasal olarak saptanmasında bir marker
olabilir.
42
ÖZET
Kitlesel araştırmalar, her yaş grubu dahil edilirse, tüm nüfusun % 10’unun
hipertansiyonlu olduğu sonucunu vermiştir. Erişkinlerde bu oran %25’e, altmış yaşın üzerinde
%50-60’a ulaşmaktadır. Ülkemizde yapılan TEKHARF çalışması sonuçlarına göre ülkemiz
erişkinlerinde hipertansiyon insidansı %33 olarak saptanmıştır. Gene aynı araştırmalara göre
hipertansiyonluların %50’si hipertansiyonlu olduklarının bilincinde değillerdir. Esansiyel
hipertansiyon, kardiyovasküler komplikasyonları ile yüksek morbidite ve mortaliteye sahip
bir tablodur. Hipertansiyonla ilişkili kalp yetmezliği, ventriküler remodeling ile karakterizedir
ve kan basıncı kontrolünün ve myokard iskemisinin derecesine göre, asemptomatik diyastolik
sol ventrikül disfonksiyonunda semptomatik diyastolik disfonksiyona ilerleyebilir. Diyastolik
disfonksiyon sol ventrikül hipertrofisi gelişmesinden, aterosklerotik
hastalıktan ve
hipertansiyonla
Bu
ilişkili
sistolik
kalp
yetmezliğinden
önce
olabilir.
çalışmada
ekokardiyografi ile sol ventrikül sistolik fonksiyonu normal olan ve Grade I sol ventrikül
diyastolik disfonksiyon saptanan hastaların kanında NT-Pro-BNP seviyelerine bakıldı.
Hipertansiyonun sol ventriküldeki ilk morfolojik ve fonksiyonel değişikliklerinden olan sol
ventrikül diyastolik disfonksiyonunun biyokimyasal olarak belirlenmesi amacıyla, kanda NTPro-BNP(Brain Natriüretik Peptid) seviyesine bakılarak saptanmaya çalışıldı.
Bu amaçla; Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Polikliniklerine
başvuran, belirlenmiş kriterlere uyan toplam 100 kişi çalışmaya alındı. Bu kişiler arasında
yukarıda belirtilen 5 çalışmaya alınmama kriterinin hiçbirisini taşımayan toplam 80 kişi (21 E,
59 K) vardı. Kontrol grubu olarak sol ventrikül diyastolik fonksiyonları normal olan 20 kişi (9
E, 11 K) alındı. Çalışmanın sonuçları; Her iki grup arasında cinsiyet dağılımı açısından
istatiksel olarak anlamlı fark yoktu (p = 0.069). Grade I Sol Ventrikül Diyastolik
Disfonksiyonlu ve normal grubun yaş ortalamaları arasında istatistiksel farklılık
gözlenmemiştir (t:1,83 p=0,069). Grade I Sol Ventrikül Diyastolik Disfonksiyonlu ve normal
grubun cinsiyet dağılımları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (χ²:2,67 p=0,102).
Grade I Sol Ventrikül Diyastolik Disfonksiyonlu grubun NT-Pro-BNP ortalamaları normal
gruptan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (t:7,63 p=0,0001). Kadın ve
erkeklerin NT-Pro-BNP ortalamaları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (t:-0,15
43
p=0,877). Grade I Sol Ventrikül Diyastolik Disfonksiyonlu grupta kadın ve erkeklerin NTPro-BNP ortalamaları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (t:0,73 p=0,464). Normal
grupta kadın ve erkeklerin
NT-Pro-BNP ortalamaları arasında istatistiksel farklılık
gözlenmemiştir (t:-0,99 p=0,334). NT-Pro-BNP değerleri ile yaş arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir ilişki gözlenmemiştir (r= 0,080 p=0,426).
Sonuç olarak Asemptomatik LV disfonksiyonunun erken evrede saptanması son
derece önemlidir. Çünkü beta-bloker ve anjiyotensin dönüştürücü enzim inhibitörleri (ACE-I)
gibi erken dönemde uygulanan tedavi stratejileri sayesinde semptomatik KY’ne progresyon
önlenebilmektedir.
44
KAYNAKLAR
1.Crawford Kardiyoloji 1.Baskı 2.Cilt, Michael H Crawford, John P DiMarco, Bölüm 3:
Hipertansif Kalp Hastalığı, Sayfa:1.1-11.16.
2.Lifton RP. Moleculer genetics of human blood pressure variation.Science 1996;272:676-80.
3. Harrap SB. Genetics. Ln: Oparil S, Weber MA, eds. Hypertension: companion to Brenner
and Rector’s The kidney. Philadelphia, PA : WB Saunders, 1999: ch. 4.
4.Gillman MW, Ellison RC. Chilodhood prevention of essential hypertension. Pediatr Clin
North Am. 1993;40:179-94.
5. Skarfors ET, Lithell HO, Selinus I. Risk factors for the development of hypertension: a 10year longitudinal study in middle-aged men. J hypertens 1991; 9 :217-23
6. Ebrahim S, Smith GD. Lowering blood pressure: a systematic review of sustained effects
of nonpharmacological interventions. J Public Health Med 1998;20:441-8
7. Shaper AG, Wannamethee G,Weatherall R. Physical activity and ischaemic heart disease
in middle-aged British men. Br Heart J 1991;66:384-94.
8. Shaper AG, Wannamethee G, Weatherall R. Physical activity and ischaemic heart disease
in middle-aged British men. Br Heart J 1991; 66: 384-94.
9. Marmot MG, Elliot P, Shipley MJ, et al. Alcohol and blood pressure: the İNTERSALT
study. BMJ 1994; 308:1263-7.
10. Witteman JC, Willett WC, Stampfer MJ, et al. Relation of moderate alcohol consumption
and risk of hypertension in women. Am J Cardiol 1990;65:633-7.
45
11. Elliot P, Stamler J, Nichols R, et al. İntersalt revisited: further analyses of 24 hour sodium
excretion and blood pressure within and across populations. İntersalt Cooperative Research
Group. BMJ 1996; 312: 1249-53
12. Cappuccio FP, Markandu ND, Carney C, Sagnella GA, Mc Gregor GA. Doble-blind
randomised trial of modest salt restriction in older people. Lancet 1997; 350: 850-4
13. Jonas BS, Franks P, Ingram DD. Are symptoms of anxiety and depression risk factors for
hypertension? Longitudinal evidence from the National Health and Nutrition Examination
Survey 1 Epidemiologic Follow-up Study. Arch Fam Med 1997;6:43-9.
14. Abaoğlu-Aliksanyan:Semptomdan Teşhise 10. Baskı, Cilt1, İstanbul 2003, sayfa
574-594
15. Esler M, Lambert G, Jennings G. Regional norepinephrine turnover in human
hypertension. Clin Exp Hypertens 1989; 11(suppl 1) : 75-89.
16.Y.Eryılmaz, Angiyotensin II ve Angiyotensin II antagonistleri, 2.baskı, 2005, syf.17,38,39
17. Nave E, Luscher TF. Endothelium-derived vasoactive factors in hypertension; nitric oxide
and endothelin. J hHypertens 1995; 13(suppl 2): S39-48
18. Levin, ER. Endhotelins. N Engl J Med 1995; 333:356-63.
19. Krum H, Viskoper RJ, Lacourciere Y,et al. The effect of an endothelin-receptor
antagonist,bosentan, on blood pressure in patients with essential hypertension. Bosentan
HypertensionInvestigators.
20. Van den Hoogen PCW, Feskens EJM, Nagelkerke NJD, et al. The relation between blood
pressure and mortality due to coronary heart disease among men in different parts of the
world. N Engl J Med 2000 ; 342 : 1-8.
46
21. Liao Y Cooper RS, McGee DL, Mensah G, Ghali JK. The relative effects of left
ventricülar hypertrophy,coronary artery disease, and ventricular dysfunction
on survival
among black adults JAMA 1995; 273 :1529-7
22. Ganau A, Devereux RB, Roman MJ, et al. Patterns of left ventricular hypertrophy and
geometric remodelling in essantial hypertension. J Am Cll Cardiol 1992; 19:1550.
23.Koren MJ, Devereux RB, Casale PN, Savage DD, Laragh JH. Relation of left ventricular
mass and geometry to morbidity and mortality in uncuomplicated essential hpertension . Ann
İntern med 1991; 114:345-52
24. Apstein CS, Morgan JP. Cellular mechanisms underlying left ventricular diastolic
dysfunction.In: Gaasch WH, LeWinter MM, eds. Left Ventricular Diastolic Dysfunction and
Heart Failure. Philadelphia, Pa: Lea & Febiger; 1994: 3–24
25. Ingwall JS. Energetics of the normal and failing human heart: focus on the creatine kinase
reaction. Adv Org Biol. 1998; 4: 117–141.
26. Kostin S, Hein S, Arnon E, et al. The cytoskeleton and related proteins in the human
failure heart. Heart Failure Rev. 2000; 5: 271–280.
27. Cazolla O, Freiburg A, Helmes M, et al. Differential expression of cardiac titin isoforms
and modulation of cellular stiffness. Circ Res. 2000; 86: 59–67.
28. Tagawa H, Wang N, Narishige T, et al. Cytoskeletal mechanics in pressure overload
cardiac hypertrophy. Circ Res. 1997; 80: 281–289.
29. Weber KT, Brilla CG. Pathological hypertrophy and cardiac interstitium: fibrosis and
reninangiotensin-aldosterone system. Circulation. 1991; 83: 1849–1865.
30. Alil JE, Doering CW, Janicki JS, et al. Fibrillar collagen and myocardial stiffness in the
intact hypertrophied rat left ventricle. Circ Res. 1989; 64: 1041–1050.
47
31. Spinale FS, Coker ML, Bond BR, et al. Myocardial matrix degradation and
metalloproteinase activation in the failing heart: a potential therapeutic target. Cardiovasc
Res. 2000; 46: 225–238.
32. Brutsaert DL, Fransen P, Andries LJ, et al. Cardiac endothelium and myocardial function.
Cardiovasc Res. 1998; 38: 281–290.
33. Paulus WJ. Beneficial effects of nitric oxide on cardiac diastolic function: "the flip side of
the coin." Heart Failure Rev. 2000; 5: 337–344.
34. Masuyama T, Kodama K, Nakatani S, et al. Effects of changes in coronary stenosis on left
ventricular diastolic filling assessed with pulsed wave doppler echocardiography. J Am Coll
Cardiol 1988; 11:744-751
35.Howard Leong MD, Stuart Hutchison MD. Diastolic dysfunction. Cardiology
Rounds.2000; 5: 1,7
36. Stein BC, Levin RI. Natriuretic peptides: physiology therapeutic potential and risk
stratification in ischemic heart disease. Am Heart J 1998; 135: 914-23.
37. Cheung BM, Kumana CR. Natriuretic peptides-relevance in cardiac disease. JAMA 1998;
280: 1983-4.
38. Nagagawa O, Ogawa Y,Itoh H, et al. Rapid transcriptional activation and early mRNA
turnover of BNP in cardiocyte hypertrophy. Evidence for BNP as an ‘emergency’cardiac
hormone against ventricular over load. J Clin Invest 1995; 96: 1280-7.
39. Dickstein K. Natriuretic peptides in detection of heart failure. Lancet 1997; 351: 3-4.
40. Maisel AS, Krishnaswamy P, Nowak RM, et al. Rapid measurement of B-type natriuretic
peptide in the emergency diagnosis of heart failure. N Engl J Med 2002; 347: 161-6.
48
41. Yoshimura M, Yasue H, Okamura K et al. Different secretion pattern of atrial natriuretic
peptide and brain natriuretic peptide in patients with conjestive heart failure. Circulation
1993; 87: 464-9.
42. Davidson NC, Naas AA, Hanson JK, et al. Comparison of atrial natriuretic peptide, BNP
and N-terminal proatrial natriuretic peptide as indicators of left ventricular systolic
dysfunction. Am J Cardiol 1996; 77: 828-31.
43. Levin ER, Gardner DG et al. Natriuretic peptides. N Engl J Med 1998; 339: 321-8. .
44. Richards AM, McDonald D, Fitzpatrick MA, et al. Atrial natriuretic hormone has
biological effects in man at physiological plasma concentrations. J Clin Endocrinol Metab
1988; 67: 1134-9.
45. Cao L, Gardner DG. Natriuretic peptides inhibit DNA synthesis in cardiac fibroblasts.
Hypertension 1995; 25: 227-34.
46. Itıh H, Pratt RE, Dzau VJ. Atrial natriuretic polypeptide inhibits hypertrophy of vascular
smooth muscle cells. J Clin Invest 1990; 86: 1690-7.
47. Dloras JS. Sympathoinhibitory effects of atrial natriuretic factor in normal humans.
Circulation1990; 81: 1860-73.
48. Burnett JC Jr, Granger JP, Opgenorth TJ. Effects of synthetic atrial natriuretic factor on
renal function and renin release . Am J Physiol 1984; 247: 863-6.
49. Maisel AS . B-type natriuretic peptide (BNP) levels: diagnostic and therapeutic potential.
Rev Cardiovasc Med 2001; 2: 13-8.
50. Omland T, Bonarjee WS , Lie RT, et al. Neurohumoral measurements as indicators of
long term prognosis after acute myocardial infarction . Am J Cardiol 1995; 76: 230-5.
51. Struthers AD, Morris AD. Screening for and treating left ventricular abnormalities in
diabetes mellitus: a new way of reducing cardiac deaths. Lancet 2002; 359: 1430-2.
49
52. Motwani JG, McAlpine H, Kennedy N, Struthers AD. Plasma brain natriuretic peptide as
an indicator for angiotensin-converting –enzyme inhibition after myocardial infarction.
Lancet 1993; 341: 1109-13.
53. Mammalaci F, Zoccali C, Tripepi G, et al. Diagnostic potential of cardiac natriuretic
peptides in dialysis patients. Kidney Int 2001; 59: 1559-66.
54. McDonagh TA, Morrison CE, Lawrence A, et al. Symptomatic and asymptomatic left
ventricular systolic dysfunction in an urban population. Lancet 1997; 350: 829-33.
55. Maisel AS, Krishnaswamy P, Koon F, et al. Utility of B-type natriuretic peptide (BNP) as
a rapid, point-of-care test for screening patients undergoing echocardiography for left
ventricular dysfunction. Am Heart J 2001; 141: 367-74.
56. Omland T, Aakvaag A, Vik-Mo H. Plasma cardiac natriuretic peptide determination as a
screening test for the detection of patients with mild left ventricular impairment. Heart 1996;
76: 232-7.
57. Mizuno Y, Yoshimura M, Harada E, et al. Plasma levels of A- and B-type natriuretic
peptides in patients with hypertrophic cardiomyopathy or idiopathic dilated cardiomyopathy.
Am J Cardiol 2000; 86: 1036-40.
58. Qi W, Mathisen P, Kjekshus J, et al. Natriuretic peptides in patients with aortic
stenosis.Am Heart J 2001; 142: 725-32.
59. Lubien E, DeMaria A, Krishnaswamy P, et al. Utility of B-natriuretic peptide in detecting
diastolic dysfunction: comparison with Doppler velocity recordings. Circulation 2002; 105:
595-601.
60. Emily Lubiem et al. Circulation 2002 ; 105:595-601
61. LIFE çalışması; J Hypertens. 2004 Aug;22(8):1597-1604
50
62. Hildebrandt P,Boesen M,Olsen M, Wachtell K,Groenning B:Eur J Heart 2004,6(3):313-7
63. Uusimaa P,Tokola H, Ylitalo A, İnt. J Cardiol. 2004 Nov;97(2):251-6
64. Mizuno Y, Yoshimura M, Harada E, et al. Plasma levels of A- and B-type natriuretic
peptides in patients with hypertrophic cardiomyopathy or idiopathic dilated cardiomyopathy.
Am J Cardiol 2000; 86: 1036-40.
65. Qi W, Mathisen P, Kjekshus J, et al. Natriuretic peptides in patients with aortic
stenosis.Am Heart J 2001; 142: 725-32.
66. Lubien E, DeMaria A, Krishnaswamy P, et al. Utility of B-natriuretic peptide in detecting
diastolic dysfunction: comparison with Doppler velocity recordings. Circulation 2002; 105:
595-601.
67. Struthers AD, Morris AD. Screening for and treating left ventricular abnormalities in
diabetes mellitus: a new way of reducing cardiac deaths. Lancet 2002; 359: 1430-2.
68. Motwani JG, McAlpine H, Kennedy N, Struthers AD. Plasma brain natriuretic peptide as
an indicator for angiotensin-converting –enzyme inhibition after myocardial infarction.
Lancet 1993; 341: 1109-13.
69. Mammalaci F, Zoccali C, Tripepi G, et al. Diagnostic potential of cardiac natriuretic
peptides in dialysis patients. Kidney Int 2001; 59: 1559-66.
70. McDonagh TA, Morrison CE, Lawrence A, et al. Symptomatic and asymptomatic left
ventricular systolic dysfunction in an urban population. Lancet 1997; 350: 829-33.
71. Maisel AS, Krishnaswamy P, Koon F, et al. Utility of B-type natriuretic peptide (BNP) as
a rapid, point-of-care test for screening patients undergoing echocardiography for left
ventricular dysfunction. Am Heart J 2001; 141: 367-74.
51
72. Omland T, Aakvaag A, Vik-Mo H. Plasma cardiac natriuretic peptide determination as a
screening test for the detection of patients with mild left ventricular impairment. Heart 1996;
76: 232-7.
52
Download