ll " ISLAM'DA • AILE ve ÇOCUK • • TERBIYESI (II) o İstanbul2005 {Qj ~ ENSAR NEŞRİYAT Ticaret Anonim Şirketi © Tebliğierin muhteva ve dil bakımından sorumluluklan tebliğ sahibine, telif haklan İSAV'a eserin her türlü basım hakkı anlaşmalı olarak Ensar Neşriyat'a aittir ISBN : 975-6794-39-9 İslami İlimler Araşhrrna Vakfı Tarhşmalı İlmi Toplanhlar Dizisi: 18 Kitabın Adı İslam' da Aile ve Çocuk Terbiyesi (Il) Yayma Hazrrlayanlar Dr. İsmail Kurt Seyit Ali Tüz Editör Prof. Dr. İbrahim Canan Dizgi- Mizanpaj Ensar Neşriyat Kapak Tasanm Kenan Ağırman Baskı Karmat 2. Basım Nisan 2005 İsterne Adresi Ensar Neşriyat Tic. A.Ş. Süleymaniye Cad. No: 13 Süleymaniye 1İstanbul Tel : (0212) 513 43 41 - 513 03 09 Faks : (0212) 522 46 02 www .ensarnesriya t.com GAYRİ MÜSLİM CEMiYETLERDE YAŞAYAN MÜSLÜMAN AİLELERİN PROBLEMLERİ ve ÇÖZÜM YOLLARI1 Hülya KÜÇÜK DİB Kur'an Kıırsıı Öğreticisi Yeryüzündeki elli iki İslam Devleti'nde (yani nüfusunun büyük bir bölümünü müslümanların oluşturduğu devletlerde) yaşayan müslümanların haricinde, dünyanın dört bir yanında milyonlarca müslüman yaşamaktadır ve yerli azınlık statüsünde olanların yanında göçmen azınlık statüsünde olarılar da vardır. Her türlü baskı ve yasağa rağmen ayakta kalmayı başarabilen Rusya Federasyonu'ndaki müslümarılar, Hindistan, Çin, ve eski Osmanlı topraklarında (Yunanistan, Bulgaristan ve Arnavutluk gibi), Filipinler' de yaşayan azınlık statüsündeki müslümanlar okumak, ticaret veya çalışmak için koşuş­ tururken kendisini Amerika veya Avrupa devletlerindeki gayrı müslim bir cemiyetin ortasında bulan müslümanlar .... hangisini saysak ki... Önceleri "Doğu dinleri" grubuRda telakki edilen İslam dini, dünyanın dört bir yanına yayılmış bu müslümanlar ve genişleyen yazılı ve görüntülü İslam} neşriyat sayesinde, artık "Doğuların ve Batıların" dini olmuştur. Kur'an-i Kerim'deki "De ki Doğu da Batı da Allah'a aittir; dilediğini doğru yola iletir" ( el-Bakara, 142) ayetinden kasıt bu olsa gerektir. Bu cemiyetlerde yaşayan çocukların problemlerini geçen yıl tertiplenen "İslam' da Aile ve Çocuk Terbiyesi-I" sempozyumuncia sunduğum tebliğimde ele aldığımdan burada o komılarda fazla teferruata girmeyeceğim. 262 İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il) Sayıları milyarları aşmaya başlayan müslümanların, gayrı İslam! cemi- yetlerde yaşayanları, din ve kültürleri hakkında şuurlanmaları ve bunun gitgide artması ile doğru orantılı olarak artan problemleri kendilerine yetmiyormuş gibi, komünizmin yıkılışından sonra, kendisine yeni bir düş­ man arayan Batı'nın hedef tahtası haline de gelmişlerdir. Diğer taraftan "dini birliği" herşeyden üstün tutan tavrıyla Batı, İslam'a giren (ihtida eden) kendi öz vat~ndaşlarını bile çıkınaza sokmuştur. Öyleki artık Batı' da, mühtedilerin yapacağı tek şey vardı: Diskriminasyona uğrayan yabancılara layık görülen her türlü eza ve cefaya hazır olmak. Hatta sadece bu sebeple müslüman olduğu zaman, adını ve kıyafetini değiştirmeyenler olduğu gibi, hem İslam hem de Batı kültürlerinde kullanılan isimleri arayanlar ve bu şekilde müslümanlığım saklayanlar vardır. Bizim konumuz olan Kuzeybatı Avrupa' daki müslümanların şimdiki durumlarını daha iyi anlayabilmek için İslamiyetİn kıtadaki tarihine kısaca göz atmakta fayda vardır zannediyorum. Avrupa İslamiyet! e, doğuşundan kısa bir süre sonra güneyde İspan­ ya'yı fetheden Endülüs Erneviieri (710-1492); doğuda, kuzeyden gelen kabiJelerin İslamiaşmaları ve Osmanlı Devleti'nin Viyana kapılarına kadar dayanmasıyla tanışmıştı. İspanya' daki müslümanlar, yi.izyıllar boyu Endülüs'ü iktisadi, siyası, sosyal ve kültürel sahalarda ilerletirken, halkın teveccühüne mazhar oluyor ve böylece İslamlaşmalarına hizmet ediyorlardı. Halktan müslüman olanlara "müsalime", Arap baba ve İspanyol annelerden doğan müslüman nesle ispanyolca "muladies", Arapça "müvelledun" denilirdi. Bir nesil sonra fetihlerle gelen müslümanlarla bu yeni neslin arasını ayırt etmek zorlaştı. Bu arada İslam hoşgörüsü karşısında yumuşayan Hırıstiyan halk, İslam'a ait birtakım kültür değerlerini benimsediler; bunlara da "müsta'rib" dendi. Ne var ki 1960'lı yıllardan sonra, bir taraftan "Tavaif-i Müluk" denilen emirlikler arasındaki çekişmeler, diğer taraftan kuzeyden- gelen Hırıstiyan orduların baskısı, devleti gitgide zayıflattı ve nihayet 1492' de bölgedeki son İslam merkezi olan Gırnata şehrinin düşmesiyle müslümanların Endülüs'teki hakimiyetleri son buldu ve ülkeden çekilmek zorunda kaldılar. (Şu anda ülkede yaşayan 100 binin üstündeki müslümanlar bunların devamı değildir. Bunlar Kuzey Afrika ülkeleri, Pakistan, Mısır, Suriye, Lübnan, Irak ve. diğer İslam ülkelerinden okumak veya çalışmak için gelen müslümanlardır (Eski MÜSLÜMAN AİLELERİN PROBLEMLERİ ve ÇOZÜM YOLLARI 263 müslümanların bir kısmının baskılar sonucu dinlerini değiştirmiş, bir kısmı­ nın da göç etmiş olduklarını hatırlatalım). M. Hartmaım, İslamiyetİn en çok yayılmış olduğu zamanlarda İspanya' da bulunan müslüman nüfus hakkında bir şey söylemenin mümkün olmadığını, yalnız 1492'de müslüman ve yahudi cemaatin bir arada iki milyonu aşmakta olduğunu ve nihayet III. Philippe ''Moriscolar"ın son bakiyesini 1609-1615 yıllarında· İspanya'dan kovduğu zaman, memleketi terkedenlerin belki 500 bine vardığını kaydeder. Hıristiyan Avrupa ile İslam dünyasını karşı karşıya getiren en önemli olay, şüphesiz XI. asırda başlayan Haçlı seferleridir. Bu seferlerin iki tarafın kalplerinde oluşturduğu nefret, şu .anda bile müslümanlada Avrupa ülkeleri arasında normal kültürel ilişkilerin kurulmasını engellemektedir. Bir Rüşdi olayının tesirinin yıllarca sürmesi başka hangi sebeple olabilir (Şu anda Avrupa yayın organlarında hala konuyla ilgili yayınlara rastlamanız mümkündür). Batı Avrupa-İslam dünyası ilişkileri, Osmanlı Devlet-i Alisinin Orta Avrupa ülkelerine kadar uzanan fetih çizgisiyle siyasi düzeyde devam ederken, XVII. asırda başlayan sömürgecilik hareketiyle Batı Avrupa ülkeleri diğer İslam ülkeleriyle de ilişkiye geçtiler ve zamanla bazılarını hakimiyetleri altına aldılar. Batılı kaynaklar, sömürgeciliği Naployon'un Mısır seferiyle (1798-1801) başlatırlar. XX. asrın başı, az önce de belirttiğimiz gibi Batı Avrupa'nın bir taraftan, yer yer İslam ·dünyasındaki sömürgeciliğine, diğer taraftan işçi ve göçmen müslümanların Avrupa ülkelerine göçüne şahit oldu. Bu göç, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra (bilhassa 1960'lı yıllarda), insan gücü açısından fakideşen Avrupa devletlerinin ülkelerine işçi davet etmeleriyle hızlandı. Bu XX. asrın son çeyreğinde Avrupa'da toplam 16-17 milyon müslümanın var olduğu sanılmaktadır (Yugoslavya, Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk, Macaristan, Romanya ve Polanya' daki müslümanlar dahil, bunlar bizim konumuz dışı olduğundan, bunlar hakkında teferruata girmiyoruz. "Balkan ülkeleri" veya ·· Ooğu Avrupa" diye niteleyebileceğimiz bu ülkelerde yaşayan müslümanlardan bilhassa Yunanistan ve Bulgaristan' da yaşayanların çektikleri eza ve cefalar, maruz kaldıkları asimilasyon ayrı bir tebliğ başlığı altında işlenmelidir). Fransa, ekseriyeti Kuzey Afrikalılar ve 75 bini Fransız mühtediler olmak üzere 3 milyon müslüman barındırmakla başı çekerken, bunu 2 milyon ile -ki 1.5 milyonu Türk'tür-, 50 binin üstünde de Alman müslüman olduğu sanılıyor- Almanya; 1.5 milyon ile İngiltere; 400 bin ile (TDV İslam Ansiklopedisi'ne göre 5000, Hollanda kaynaklarına göre 1500'ü Hollandalı 264 İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il) müslüman olmak üzere) Hollanda; 350 bin ile Belçika; lOO'er bin ile Avusturya, İspanya ve İsviçre; 50 bin ile Danimarka; 40 bin ile İsveç; 25 bin ile Norveç; 20 bin ile Portekiz; 5000 ile İrlanda takip etmektedir. · Yukarıda gibi, yakın bir tarihe kadar, müslüman ül~ kelerin çoğu, Hır~stiyan ülkelerin hakimiyeti altında idi. Batılı, müslümanı kukla olarak elinde oynatmıştı, hatta şimdi bile dalaylı yollardan aynı oyunlarına devam etmektedirler. Bu sebeple, son yıllarda iyice belirginleşen yabancı düşmanlığının altında, yıllarca müslümanların kaynaklarını sömüren, kültürünü yok eden ve hala da etmeye çalışan Batı'nın, bu insanların bir gün kendilerinden öç alacağı korkusu yatmaktadır. Fas'a, İslam hukukuyla ilgili araştırmalar yapmak için giden bir Bollandalı öğretim üyesi, "Müslümanlara yaklaşmak için 'selamün aleyküm' desem bile bana 'aleykümselam' demiyorlar. Ne yapsak, ne etsek bizim onlardan farklı olduğumuzu ve daha da önemlisi bir zamanlar onları söı:nürdüğümüzü unutmuyorlar" derken veya gazeteler "Buraya gelmek için her türlü illegal yolu kullanarılar ve mülteci olarak gelenler, bir gün ülkemizi ele geçirip bizim kültürümüze galip gelecekler; o zaman azınlık biz olacağız" derken hep bu korkuyu dile getirmektedirler. da işaret ettiğimiz "İslam garip başladı, garip bitecektir; ne mutlu o gariplerden olanlara" diyen Rasulullah'ı doğrularcasına başlayan eza ve cefalar, tabii ki başka problemleri de beraberinde getirmiştir. Gittikleri ilk yıllara nispeten çok iyi durumda olan Kuzeybatı Avrupa' daki göçmen müslümanların 1990'lı yıllar­ daki ailevi problemleri şunlardır (Birçok problemin, diğer gayrı müslim memleketlerdeki müslümanlarda da aynı olduğunu söyleyebiliriz): 1- AİLENİN KURULUŞU SIRASINDA GÖRÜLEN PROBLEMLER Burada rastlanabilen problemler müslümanların bizzat kendilerinin hatalı tutumlarından kaynaklanmaktadır. Şöyle ki "daru'l-harp" diye niteledikleri -ki daru'l-eman demek aslında dah~ doğrudur- ve/ bilhassa ekonomik bazı imkanlarin çok çekici olduğu Kuzey Avrupa ülkelerinde, müslümanların, ikamet izni almakiçin çeşitli hilelere başvurmaları ve burada evliliği de bir alet olarak kullanmaları, öyle yaygın bir hale gelmiştir ki artık mahalli idareler müslümanların evlilik ve boşanmaianna hep şüpheyle bakar olmuş ve bu tüı: sahtekarlıkları önlemenin çarelerini üretmek gereğine çoktan inannıı~tır. Zira müslümanların bir.kısmı, anavatandaki akrabalarını da oturdukları ül~enin imldinlarından(!) faydalandırabilmek için, kendi ev- MÜSLÜMAN AİLELERİN PROBLEMLERİ ve ÇOZÜM YOLLARI 265 latlarını istemedikleri evliliklere sürükleyip intiharlara kadar varan feci ha- diselerin müsebbibi olurken, diğer bir kısmı 3-5 yıl sonra ayrılmak şartıyla, para karşılığı bu işi (sahte evliliği) yapacak kimseler bulmanın peşindedir. Mesela Hollanda' da böyle bir eş, 5 yıldan sonra resmi oturum hakkına sahip olur ve eşinden ayrılsa da mezkı1r ülkede kalmaya devam edebilir. İşte bu sahte evlilikler de umumiyetle bu süre için yapılır; tıpkı mut'a nikahı gibi. Bu evlilikleri önlemek için harekete geçen Hollanda, Belçika, Almanya ve Danimarka gibi memleketlerde idareler, "sınırlayıo" tedbirlerle işe baş­ lamışlardır. Danimarka Sosyal DemokrafParti Genel Başkan Yardımcısı Birte Weis "Yaptığımız araştırmalarda, ikişer sene aralıklarla tekrar tekrar evlenen· Türklere rastladık. Mesela bir Türk'ün ikişer fasılalada dokuz defa evlendiğini tespit ettik. Bu da gösteriyor ki 'ya yakınlarını Danimarka'ya getirmek, ya da ticaret gayesiyle evlilikler yapılıyor. Özellikle Türkler, Pakistanlılar, İran ve Iraklılar bu uygulamayı kötüye kullanıyorlardı" derken hiç mi hiç mübalağa etmiyordu. Resmi nikahını kardeşine verenler mi dersiniz, yaşı sebepiyle yanına alamadığı kızını-oğlunu yanına alabilmek için oturumu olan diğer çocuğuyla resmi nikahlı gösterenler mi dersiniz ... vs. hepsi var. Tabii bir taraftan mezkur gayeye matuf evlilikler yapılırken çoğu kere diğer tarafta hiçbir hakka sahip olmayan dini nikahlı eşin bulunması, onu yanlarına almak için yine aynı hilelere başvurmaları veya din özgürlüğün­ den fayada!anmaya çalışarak "Benim dinime göre bu evliliğim geçerlidir. Hatta dört evlilik geçerlidir. Benim, dinimi yaşamama kim engel olabilir ki" diye bağırıp hapishane köşelerinde sürünenler dahi vardır. Bu suistimali, oralarda "turist" veya "mülteci" sıfatıyla bulunanlar daha çok yapmakta, üstelik kendilerine alet olabilecek gayrı müslimler bulmakta da güçlük çekmemekte, hatta bazen karşı cinsin temiz duygularını istisniarda da tereddüt edilmemektedir ve çoğu durumda "geçici" diye yapılan bu nikah, taraflardan birinin ayrılmak istememesiyle "daimi'liğe dönüşmekte, eşin dini, ahlaki ve kültürel durumu üzerinde bir lahza bile düşünülmeden başlanan bu evlilik, devam ettirilmek mecburiyetinde kalınmaktadır. Oturum izni .almak için:buşvurulan yollardan biri?i de Kilise'nin yardımına başvurmaktır Hrıstiyan olanlara, Kilise belli şartlada oturum izni sağlamaktadır. Bu yardımdan faydalanmak isteyenlerin samirniyetle din değiştirdikleri söynenıez ama herşey "Hırıstiyan oldum" demekle bitrne- İSLAM'DA AİLE 266 ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il) mekte, Kilise beş yıl onu takip etmekte, ondan bazı şeyler beklemektedir. Oralarda "mülteci" veya "kaçak" sıfatıyla bulunanları gafil avlıyan ise 'genelde "Yahova Şahitleri" dir. Bu durumdaki kişilere yardım edip karşılığında onlardan müslümanlara kendi öğretilerini anlatmalarını, yani misyonerlik yapmalarını isterler. Korkunç birşey! Ama gerçek! Yurtdışında isteyenlerin, bu hakkı elde etmek için, teb'ası oldukları devlete olmadık iftiralarda bulundukları gerçeği de ayrı bir husustur. Dünya kamuoyunu müslüman devletler hakkında yanlış bilgilendirmekten başka amacı olmayan Batı, buna alet olacak kimselere neden oturum izni vermesin ki! iltica hakkı 2- AİLE FERTLERİ ARASINDAKİ MÜŞAHHAS BÖLÜNMELER Eşierini anavatanlarından seçen müslümanların -ki bu, %80 nispetine her yabancı gibi, evliliklerinin ilk yıllarında eşini yanına alamaması, aile bölünmelerinin ilk halkasını oluşturmaktadır. Yeni çıkan yasalar bunu daha da zorlaştırır niteliktedir. Şöyle ki: Bundan böyle, sadece, mahalli idarelerce belirlenen miktarda gelir düzeyine sahip olanlar eşierini yanlarına alabileceklerdir. yakındır- Din!, kültürel veya iktisadi sebeplerle anavatanda eğitim görmekte olan çocuklar, bunların yanında kalan aile fertlei.-i, şu veya bu sebeple yanlarına alaroadıldan diğer aile fertleri, .-bilhassa aile büyükleri, diğer birçok akraba, muhite alışamadığı için anavatana geri dönen anne, diğer halkaları oluştu­ rurlar. Bu sebeple bir ayakları devamlı anavatanlarında olmak zorundadır ama yine de umumiyetle akraba desteğinden mahrum, yardıma ihtiyaçları olmadığı zannedilen insanlardır; oysa her insan gibi onlar da akraba ve dostların maddi ve manevi yardımıarına muhtaçtırlar. Etraflarındaki insanların kendilerini para makinası gibi görmesinden veya artık kendi kültüründen uzaklaştığından dolayı bazen 10 -15 yıl gibi uzun süre anavatanıarına uğra­ mayanlara da rastlamak mümkün. Tatilini İs~içre, İspanya gibi yerlerde geçirıneye başlayanlar, ikinci ve üçüncü nesiller ·arasında daha çoktur ve ileride daha da çok olacaktır. Çocukların anavatanda okutulması sebeplerinin başında, çocuğun gayrı İsHim'i eğitimin menfi tesirlerinden korunması veya anavatandaki özel okul- lardan faydalanrİ1a arzusu gelmekle beraber ebeveynin ikisinin birden çalış­ ması, bu çocuk için alınan iki katlı eğitim ödeneği, çocuği.ın okula uyum MÜSLÜMAN AİLELERİN PROBLEMLERİ ve ÇOZÜM YOLLARI sağlayamaması, 267 dil probh,;mi sebepiyle sınıfta biraz geride olan çocuğun "Yavaş Öğrenen Çocuklar Okulu"na gönderilmek istenmesi gibi sebepler de rol oynamaktadır. Anavatanında evlenip çocuk sahibi olduktan sonra ayrılıp tekrar baba evinEi, dönenler, birçok başka hilekihlığın yanında bu çocuğu babasının nüfus kütüğüne yazdırıp "çocuğuyla kardeş olanlar" da az değildir. Zaten bütün aile birleşmelerinde az veya çok hilekarlıklara rastlanır. Mesela "Bakacak kimsesi yok; bizim bakmamız lazım" beyanıyla getirilen bir yaşlı aile ferdi için daha sonra "Durumumuz bozuldu, ona bakmamız için yardıma ihtiyacımız var" diye sosyal yardım bürosuna başvuranların gün geçtikçe arttığın­ dan, bu gibi ·başvurular ihtiyatla karşılanır olmuştur. Bundan zararı, aile büyüğünü, gerçekten bakmak gayesiyle yanına alanlar görmektedir; zira bu gibi başvuruların kabulü zorlaşmaktadır. Aslında büti.in Avrupa memleketlerinde aile büyükleriyle oturma teşvik edilmektedir. Görev yaptığım camilerden birinde, "müslüman yaşlıların durumu" ile ilgili araştırma yapan bir araştırınacıya -ki bu, devlet destekli büyük bir organizasyonun sadece bir bölümüydü- bunun gayesini sorduğum zaman "60'lı yıllarda buralara gelen Türkler artık yaşlandılar; ama bizim yaşlıhır için yaptırdığımız kuruluşlar­ dan faydalanmıyorlar. Acaba neden? Bunu araştırıyoruz. Aynı zamanda biliyoruz ki müslüman aileler büyükleriyle birarada kalabiliyorlar. Bizimkiler ise bunu istemelerine rağmen yapamıyorlar. Bunun sırrını öğrenmek istiyoruz" demişti. evden kaçan çocuklar, bölünmelerin diğer acı bir şeklini oluşturmaktadır. Evdeki baskı ve kurallardan kurtulmak, bağımsızlık kazanmak, bazen de evin problemli hayatından kurtulmak gibi sebeplerle evden kaçan kızların, evdeki kurallar, din (%14 nispetinde), evlilik gibi hususlarda ebeveyniyle ayrılığa düşüp problemli çocuk haline geldikten sonra evden kaçıp sığınma evlerine giden\ ~ya suç işleyip, ıslahhanelere veya koruyucu aile yanına yerleştirilen ve belki bir daha evine dönmek istemeyen müslüman erkek çocukların sayısında son yıllarda bir tırmanışın olduğunda bütün araştırıcılar müttefiktirler. Son yıllarda, Bazen de ailesi anavatana dönmek cukların evdenkaçtığı görülür. Almany.:ı nıncaya istediği halde buna razı olmayan ço- gibi bazı ülkelerde, bazı boşanma hallerinde, dava sonuçlakadar, bazende, aile çocuğun koruyuculuğuna layık görülmediği İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il) 268 için, çocuk, başka aile yanına verilmekte, bu da çocuğun ailesinden uzaklaş­ masına ve sağumasına sebep olmaktadır. 3- AİLE FERTLERİ ARASINDAKİ MÜCERRET KOPUKLUKLAR Bu kopukluğun iki şekli vardır: kültür, din veya anlayış farklılığı herkesin hissedeceği kadar barizdir. Gayri İslam} memlekette oturup oranın kültüründen az çok birşeyler almış, hele hele madd1 kültürünü büyük bir hazla benimsemiş bir kimsenin, çok daha değişik şartlara sahip anavatandan birisiyle evlenmesi, dinleri aynı dahi olsa kültür çatışmasına sebep olurken, Müslümanlığı kabul etmediği zaman daha çok olmak üzere, evlendikten sonra ihtida etsin etmesin, bir gayri müslimle, dillerinin bile ayrı olduğu birisiyle evli olmak, bu kültür çatışmasıyla birlikte, kominikasyon kopukluğunu da getirir. Birbirlerini aniayacak duruma gelmeleri ancak aradan uzun yıllar geçtikten sonra mümkün olmaktadır -tabii evlilik o kadar sürerse-. Mesela, bir Batılı müslümanı, doğuştan müslüman olanın İslam hakkındaki vurdumduymazlığı ve anavatanına ait bazı kültür değerleri rahatsız edebilir. a) Karı-Koca Arasında: Çoğu eşler arasındaki Bazı durumlarda yabancılar arasında yıllarca yaşamış, benliğinin özlemini çekmiş veya yeni ihtida etmiş olan tarafın "aşırı" muhafazakar olması da uyumsuzluğa sebepiyet verebilmektedir. Çalışan eşle çalışmayan arasında da belli bir kültür farklılığı meydana gelmekte, bazen de· birbirleriilin söz ve davranışlarını anlamaz hale dahi gelmektedirler. Zira ev sahibi kültürle temas ne kadar artarsa, ondan alınan unsurlar da o kadar artmaktadır. b) Evlat-Ebeveyn Arasında: Genç muhacirlerin uyumunu gP'"çekleştirmek amacl.yla, ev sahibi cemiyet, di'renme unsuru olarak görülen ve ı.egatif ışık gibi kabul edilen eski sosyo-kültürel sistemin bütün karakterlerini yok etmeye çalışır. Bu, genç nesillerle ebevyni arasında normalde var olan kültür farkını iyice büyüterek ölümlere dahi sebep olabilecek çatışnialara yol açar. Bu çatışma yüzünden babasını uykudayken vuran 12 yaşındaki bir çocuktan söz eden bir gazete, aileyi tutuculukla suçlamıştı. Mevcut eğitim sistemi çocukla , ebeveyni arasına zaten yeterince mesafe koymaya yeterken, bilhassa müslüman çocukların hedeflediği "integrasyon" çalışmaları meseleyi daha " MÜSLÜMAN AiLELERiN PROBLEMLERİ ve ÇOZÜM YOLLARI 269 da altından kalkılmaz hale getirmektedir. Bilhassa "müslüman çocuklar" diyorum, çünkü ev sahibi 'kültüre en yabancı kültür olarak "İslam kültürü" görülmekte, çalışmalar bu yönde kesafet kazanmaktadır. Mesela, Hollandalı· parlamenter Bolkestein "Her kültürün parladığı, üstün olduğu bir devir vardır, İslam'ın da vardı ama arhk bitti. Şimdi devir akılcılık, insanlara ve fikirlerine saygı, kadın-erkek eşitliği ye Hırıstiyanlık temellerine dayanan Bah kültürlerinin devridir ve bu kıymetleri haiz olmayan her kültürden üstündür deyip İslam' ı çağdışılıkla suçlayarak "hangi millet ve dinden olurlarsa olsunlar, insanlara ve fikirlerine ne kadar saygılı"(!) olduklarım gösteriyordu. Çünkü bu çalışmalar, müslümanların din ve kültürlerini silmeyi, yok etmeyi amaçlamaktadır. Bu şekilde, oradaki genç müslüman nesilde kendi kültürüne karşı şüphe uyandırılmaya, aşağılık duygusuna itilmeğe çalışılmaktadır. Okullarda Eğitim ve Din Dersi Bazı Avrupa memleketlerinde (mesela Belçika'da), 2 yaşından itibaren 4 yaşından itiba"'-ı:.ı ,, 'ıaşlayan okul eğitiminde çocuklar, integrasyonu hıziandırma çalışmala t doltrultusunda, her türlü gayri müslim bayramına ve diğer sosyal faaliyetlere iştirake teşvik edilmekte veya zorlanmaktadır. Yapılan istatistiklere göre, mesela Belçika ve Hallonda'da müslüman çocukların %50'si Protestan veya Katolik okullara.devam etmekteydiler. Hollanda' da ilkini 1988-89 eğitim yılında gördüğümüz İslam okulları bu oram biraz düşürmüş olsa gerekir. Ancak bazı İslam okullarında da, güya çoCU:klar cemiyetten bütünüyle tecrit edilmiş olmasın diye, tamamen din! bir aktivite olan "SintNicolas" kutlarnalarına bile iştirak ettirilmektedir. Bu İslam okulları güzel bir gelişme olarak karşımıza çıkmasına rağmen, malzeme ve öğretmen açısından ideal olmadığı gibi, ayrımcılığa hatta ırkçılığa götürecekleri, integrasyona engel olacakları iddialarıyla yıprahlmaya çalışılmaktadır. Evlerinde yaşadıkları Islam'ı okulda; da. gören çocukların, bir süre sonra bunu içinde yaşadıkları cemiyette de görrnek isteyeceklerinden korkulmaktadır(!) (Ek-2'de Hollanda'daki bÖyle okullardan, 1992-93 eğitim yılı itibariyle %100'ü Türk çocuklarından oluşan birine ait, "Okulda Mev1id Kandili Kutlaması"yla ilgili bir davetiye örneği sunulmuştur). Bir taraftan İslam okullarının (integrasyon ve emansipayon) diğer din ve milletlerle kaynaşmaya engel olacağı ve dolayısıyla müslümanların kendi içlerine kapanmalarına sebep olacağı tartışmaları sürerken, diğer taraftan bazı okullar (mesela, Hollanda Ede' deki Hırıstiyan-İslam okulu, çocuğu, çok dinli bir toplum (diğer bazılarında .---- 270 İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il) içinde yaşamaya hazırlamak gayesiyle iki din! birden vermeye ve iki dinin özel günlerini okulda kutlamaya çalışır. Ama ne olursa olsun, eğitim programları -bilhassa tarih, biyoloji gibi dersler- televizyon, kitap. dergi gibi yayınlar ,birçok gayri İslam! unsurlada doludur (aslında bu açıdan birçok İslam ülkesi onlardan geri kalmamaktadır). Bütün bunların yanında, verilen din! eğitim devede kulak kalmaktadır. Zaten İslam okullarının kurulduğu yılların öncelerinde, müslüman çocuklar İslam dersini gayri müslimlerden öğreniyordu. Şimdilerde, dil bilen nesillerin imdada yetişmesiyle bu problem büyük nispette çözülmüşe benzemektedir. Bazı Avrupa Ülkelerindeki Şu Andaki Duruma Bakarsak 1917' den beri, Hollanda' da eğitim yasaları, çeşitli hayat görüşlerine damümkün kılar ve bu durumda· devlet; yer, zaman ve öğretmenierin maaşları gibi hususlarda bu okullarda %100 yardımda bulunur (-hangi din veya görüşten olursa olsun-. Devlet okullarında ise önceleri bu imkan yoktu. "Çocuğunu özelliği olan bir eğitimden geçirmek isteyenlPr nasılsa biraraya gelip kendi okullarını kurabildiğine göre devlet okullarında artık herkesin arzuna göre bazı derslerin konması gereksizdir" tezi savunuluyordu. Ancak son yıllarda ebeveynlerden gelen şiddetli baskı üzerine "Herhangi bir devlet okulunda, belli bir dine veya görüşe mensub öğ­ rencilerin 8 veya ll'iniri ebeveyni, okulda bu din veya görüşün bir ders olarak okutulmasını istiyorlarsa, bunu yazılı olarak idareye bildirirlerse, okul idaresi bu dersi koymak zorundadır. Ayrıca ders verecek öğretmeni de kendileri seçerler hükmü verilmiştir". Tuhaftır ki müslüman ebeveynler, ilk zamanlar öğretmen olarak kendi camilerinin din görevlisini istedikleri her zaman "Din görevlileriniz camilerde ders verirken çocuklara hep dayak atı­ yorlar. Burada da aynı şeyi yaparlar. Oysa 15izde dayak yasaktır. Üstelik dil de bilmiyorlar" engeliyle karşılaşmışlar. Bayan öğretmene ise, "dayak atmazlar" kabullenmesiyle karşı olmadıklannı söylemiŞlerdi; ama bayan din görevlisi de zaten o zamanlar yoktu ve bu sebepJe müslüman çocuklar, hakları olan bir şeye yıllarca ya kavuşamamış ya da ehliyetsiz kişilerin elinde, hatta Protestan veya Katalik okullarında papazların elinde kalmışlardı. Bilhassa İslam okullarının kuruluşundan sonra ise, öğrencilerinin büyük bir bölümünü kaybetm!ekten korkan okullar, hem din dersi, hem de dil eğitimi hususunda tavırlarını yumuşatmak zorunda kalmışlardır. yalı okulların kurulmasını MÜSLÜMAN AİLELERİN PROBLEMLERİ ve ÇOZÜM YOLLARI BelÇika' da devlet tarafından resmen tanınmış dinlere, devlet 271 okullarının programında yer verilmesi mecburidir. Kısa adı ICC olan İsHim Kültür Mer- okullardaki müslüman çocuklarının din! mesul tutulmuştu ama son yıllarda bazı karışıklıklardan, rahatsıziıkiardan söz edilmektedir. Şu anda, 1987'den beri ülkede bulunan din der~i öğretmenlerine (ki bu arada, Türkiye' den oraya gönderilen din görevlilerinin "din dersi öğretmeni" sıfatıyla gönderildiklerini hatırlatalım) süresiz oturum verilmiş, diğerlerine sadece bir yıllık oturum verilip 3 yıl içinde de dil ve gerekli formasyon diplamaları almaları, aksi takdirde yurt dışı edilecekleri karara bağlanmıştır. Hükümet, bazen ICC, bazen de 1Türk veya Fas büyükelçilikleriyle öğretmen tayinleri hususunda anlaşamamaktadır. kezi, Eğitim Bakanlığı tarafından, eğitiminden Almanya' da devlet ve din kesin olarak ayrılmış olmalarına (yani devletin Hollanda ve Belçika gibi laik olmasına karşılık) devlet Kilise'nin elindedir. Öğretmenleri Kilise belirler. Devlet de yer, zaman, para ve pedagojik formasyonları almalarına yardım eder. Alman Anayasası'nın 7. maddesi, kamu okullarında din dersi imkanını garanti eder. Ancak Almanya' da mevcut olan "eyalet sistemi" gereği -ki Almanya'da onbir eyalet vardır- her eyalet federal anayasaya ters düşmernek kaydıyla, kendi şartlarına göre kanun yapma yetkisine sahiptir. Bu, tabii ki din dersleri verme hususunda da geçerlidir. Bir çok eyalette bu, normal branş dersidir ve Kültür Bakanlığı'nın yetkisindedir. Kilise, öğretmen ve dersin muht~vasıyla ilgilenir. Durum böyle olunca bu haktan müslümanlar faydalanamaz; zira onların, Hıristiyanların kilisesi gibi, hepsi adına karar verecek bir makam veya otoriteleri yoktur. Bu problemi Kuzey Reen Westfalya eyaleti şöyle çözmüş: Kültür Bakanlığı, Kilise dışında, yerli ve yabancılara "kültür eğitimi" alanlarında mesuliyetler yüklenerek birtakım faaliyetler yapma hakkına sahiptir. Yani "Anadil ve Kültür" dersleri onun mesuliyeti altındadır. Öyleyse, neden, "Din Eğitimi de (bakın "Din Dersi'' denmiyor, zira Bakanlık buna yetkili değil) bu "kültür" muhtevası içinde ele alınıp o çerçevede okul programına sokulmasın?! Nitekim bu ayarlama Alman-yadaki ilkok_ul seviyesi çocuklar için yapılabilmiştir. Alman yetkililer, T.C. Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara, Marmara ve Mısır­ Ezher ilahiyat Fakülteleri ile öğretim programının içindekiler ve amaçları hakkında görüşmeler yapmış, 1984-1985 yıllarında bu program 26 öğretmen tarafından denendikten sonra, bazı teolojik ve pedegojik düzeltmeler de yapılarak tatbik e başlanmıştır. Ek-2' de "Religiose Unterweisung Für Schüleer ijlamischen Glaubens" adı altında, "Landesinstitut FGt Schule und 272 İSLAM!DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (II) Weiterbildung" tarafından, Almanca ve Türkçe olarak hazırlarian bu program taslak kitabından bir sahife (Almanca- Türkçe) örnek göreceksiniz. Bu kurulun daha ileri sınıflar için çalışmalar yaptığını, mesela 7-8. sınıflar için hazırladığı kitaplarınin çıktığını da eklemeliyim. İngiltere' ç:Ie durumtamamen farklı: Devlet Kilise'ye bağlı ve bütüri okullarda din e~'itimi (tabÜ ki Hıristiyanlık) mecburidir. Ancak ebeveyn isterse çocuğunu bu derslere sokmayabilir. Geçtiğimiz yıl bazı okullarda, isteyenler için, İslam'ın da programa alınması çok sevindirici bir gelişmedir şüphe­ siz. Avusturya'da müslüm'an çocukların haftada iki saat din dersi alma hakkı vardır. Danimarka' da da müslüman çocuklar kamuya ait okullarda din dersi alma şansına sahiptirler. Tabii bu okulların yanında, artık son zamanlarda sayıları iyice artan camilerde verilen din eğitimi de göz önünde tutulmalıdır. Camiler, bilhassa yurtdışında, sadece ibadet yeri değil, daha çok eğitim mek.aru ve daha da mühimi şahsiyet sembolüdür. Bilhassa son yıllarda, camiierin minareli olarak yapılabilmeleri ve hatta çoğlınluğunu müslümanların oluşturduğu yerlerde, bazı vakitler açıktan ezan okuma izni verilmesi, bu sembolizmi güçlendirmiştir. Anadolu İmam-Hatip Okulu Hollanda Diyanet Vakfı'nın Türk-İsHim federasyonlarıyla ortaklaşa olarak Antalya Bozyazı'da 1993-94 eğitim yılında, eğitim ve öğretime açtığı "Anadolu İmam-Hatip Okulu" da başka bir ümit olacak mı? Bunu zaman gösterecek. Şöyle ki. bu okul Hollanda'da (veya genel anlamda yurt dışında) ikamet eden Türk çu, .. !.Jan arasından imam hatip yetiştirme gayesiyle kurulmuş, İngil~zce eğitim yapmakta olup, ileride ağırlığı Hollandaca ve Hollanda teolojisine vermeyi, yaz dönemini de gerekli ek kurslada desteklerneyi hedefleyen yatılı bir okuldur. ilahiyat Yüksek Okulu veya Fakültesi kısmının Hollanda'da açılması düşünülmektedir. "Neden Türkiye'de değil de Hollanda' da?" sorusuna kurucular şöyle cevap veriyorlar: "Hollanda toplum yapısı ve yaşam biçiminin, cami cemaatinden bazı bekle{ıtileri, talepleri vardır. Bu taİeplerin büyük bir bölümünün cemaat tarafından karşılanması ise oldukça zordur. İnanç sahibi bu insanlarımız MÜSLÜMAN AİLELERİN PROBLEMLERİ ve ÇOZÜM YOLLARI 273 aktüel gelişmelerle ve Hollanda sosyal hayatına katılırola ilgiı: •rneselele.rin çözümü, din adarnlarırnızdan beklenmektedir. Oysa buraya gelen din görevlileri, Ankara' dan Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 4 veya 6 yıllığına gönderiliyor lar. Bu kısa süre içinde, din görevlisinin bu toplum hayatını tanıya­ bilmesi ve bu alanda kendisinden beklenen özel görevi yapması hemen hemen imkansızdır. Zaten bu iş için en lüzurnlu araç olan "dil" problemini de halletmesi zordur. Ve benim zanrurnca bu problemi aşmaya, namaz kıldırrnaktan tutun da Kur'an ve din, çlersi vermek, rnevlitlere gitmek, cenaze yıkamak, cernaatin her türlü problemiyle ilgilenmek gibi birçok görevi bir arada yapan din görevlilerinin ne vakti elverir, ne de bazıları açısından, l<abiliyeti ... Zira dil öğ­ renmek bir kabiliyettir ama genç neslin artık gitgide Türkçeyi unuttuklarıru ve imarnların hutbelerini dahi anlarnakta güçlük çektiklerini de ekleyin siz bu dil problernine. Üstelik Hallandalı veya genel anlarnda Avrupalı meslektaşlarından çok çok farklı bir görev alanı vardır. A vr'upalı din görevlileri, Kilise üyelerinin sosyal, ailev1 ve eğitimle ilgili meselelerinde yardırncı olmak, Kilise içi ve dışı olmak üzere iki ayrı sahada görev yapmak için yetiştirilir, görev yapacakları alana göre ihtisas yaparlar. İmamların ise bu iki görevi birden hem de görev öncesi bu işe hazırlanma dıkları halde yapması beklenmektedir. Ayrıca zaman zaman diğer dinleri temsil eden meslektaşlarıyla toplantılar yapmakta, genelde dil bilmedikl~rinden tercüman kullanmak zorunda kalmaktadır­ lar. Bu diğer gruplarla ilişki içine girmenin daha başka yetenekleri gerektirdiği de rnuhakkaktır. Üstelik Avrupa toplumunda cereyan eden olayları gereği gibi takip edememektedirler. Diğer yandan, etraflarım sarmış yabancı bir cemiyete, İslam' ı tanıtmak, İslam'la ilgili ön yargılarından temizlemek ve müslümanları da onların tesirinden koruyabilecek bilgi ve tecrübeye muhtaçtırlar. Gelin görün ki bu görevlilerin içinde, karşılaştıkları ilk din adamı veya A vrupalıya, ilk söz olarak "umarım müslüman olursun" diyecek kadar adap dışı ve cahilane hareket edenleri, Türkiye şartlarına göre hazırlanmış vaazlardan, yazılardan vaaz edenleri vardır. İşte bütün bu problemler yüzünden, hiçbir teolojik eğitimi olmayan bir Hallandalı rnüslurnan, Mısır' da üç-beş ay kalıp biraz Arapça öğrenme kle, Hollanda' da cami açıp kendisini oranın görevlesi ilan eder, İslam'la ilgili bütün radyo ve televizyon programIarına katılır ama bizim üniversiteli imamımız sus pu~, namaz kıldıı·ıp cenaze yıkar sadece. Dil problemini aşmış, görev yaptığı yerin sosyal ve kültürel hayatına karışmış din görevlilerinin sayısı, parınakla gösterecek kadar azdır. 274 İSLAM'DA AİLE ve ÇPCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il) Bu problem Faslılarda yok sayılır. Zira onlar, din görevlilerini, oturduklan memlekette yetiştirmeşe çalışırlar. Bu sefer de tabii teolojik bilgi, seviye d,üşük olmaktadır. Velhasıl yurt dışına, normal vatandaşını bile "misyoner olarak gönderen Batı'ya karşılık biz din görevlimizi dahi bir-iki günlük seminer vererek gönderiyoruz (şimdilerde sadece bir yıllık bir dil kursu verilmekte ama bu da gönderilclikleri ülkenin dili değil, kendilerinin önceden öğrendik­ leri yabancı dili ilerietmeleri için olsa gerektir). Mesela Hollandalıların, din görevlisi olarak gidenlerin haricinde, herhangi bir meslek dalında görev yapmak üzere Yurtdışına gönderdikleri görevlilerden bazılarını (Kilise'nin kendisiyle anlaştığı kişileri), Hollandaca "zendingsdingshuis" denen bir nevi misyonerlik okulları vardır. Burada, Leiden yakınlarındaki "Hendrık Kraemer Institut" adlı bir okuldan söz etmek istiyorum: Bu okulun etrafında, üçüncü dünya ülkelerinin kültürlerine göre düzenlenmiş irili ufaklı kulübeler vardır ve buralarda, o memleketlere gidecek kişiler aileleriyle birlikte ağırlanarak gidecekleri ülkenin dili ve kültürü hususunda eğitim alırlar. Bu okulda, ayrıca görev yapacakarı ülkeden insanlarla bir arada olma şansları da mevcuttur. Öğrettikleri en önemli şey ise "Hz. İsa'nın hikayesini (yani Hırıstiyanlığı) en inandırıcı ve en etkili şe­ kilde çevrelerine nasıl anlatacaklaradır. Bu okulda, yılda iki kez kurs açıl­ maktavebu süre zarfında ortalama 852 kişi eğitim görmektedir. Yukarıda müslüman çocukların eğitimiyle ilgili olarak anlattıklarımız, 1 milyona yaklaşan (718.501) Türk öğrencisini de yakından ilgilendiriyor: Bunların 51.256'si okul öncesi, 460.590'ı ilkokul, 51.243'ü orta eğitim, 34.282'si özel eğitim okulu, 117.630'u meslek eğitimi veren liselerde eğitim görüyor. Türk öğrencilerin en kalabalık oldukları ülke, 460.672 ile Almanya' dır. Milli Eğitim Bakanlığı yurt dışında yaşayan 2.539.677 Türk vatandaşına 19 eğitim müşaviri ve 19 eğitim ataşesi görevlendirmiştir. Yurt dışındaki vatandaşlarımızın her türlü probleminden çok eği­ tim problemleriyle ilgilenmek lazım geldiğini herkes teslim eder. Onların anavatana gönderecekleri dövizlerden başka bir şey düşünmeyenler bilsinler ki bu insanlar, kültürlerinden iyice koptukları gün, o dövizler de kesilecektir; zira tatillerinde bile artık Türkiye'ye değil başka yerlere gideceklerdir. Nitekim genç nesil artık böyle yapmaya başlamıştır. yurt dışındaki sayıları Bu arada şunu da belirtelim ki müslümanların, askeriyeye erbaş veya subay olarak girmeye, çifte vatandaşlığı kabule teşviklerin ardında, başka kültürden olanların, ekseriyet içinde eritilmeleri düşüncesi yatmaktadır. MÜSLÜMAN AiLELERiN PROBLEMLERİ ve ÇOZÜM YOLLARI 275 Şöyle ki ev sahibi ülkenin vatandaşlığına girmekle, mill! hususiyetler daha az önem taşıyacak, ikinci nesil, doğduğu ülkenin karakterleriyle daha çok tanınacak, üçüncü nesil çocuklarda bu şans tamamen kaybolacaktır. Yine mesela Almanya'da 60'lı yılların başında Protestan Kilisesi'nin Hannaver merkezli ve Katalik Kilisesi'nin Köln merkezli doğrudan doğruya müslümanlara müteveccih sosyal-kültürel çalışmaları olmuştur. Bugün bunlardan başka daha birçok kilise kuruluşu da bu babda çalışmalar yapmaktadır. Bunlara Hırıstiyan-İsUlm diyaloğu yönünde ağırlık veren ve misyoner kuruluşlarından destek alan Franfurt'taki CİJBEDO örnek gösterilebilir. Çoğu mahallelerde bulunan semt evleri de aynı adla Hırıstiyanlık ve Batı kültürü propogandası yapmaktadır. Bu çalışmalarda umumiyetle yaşlı­ lar gözden çıkarılmış, çocuklar ve gençler hedeflenmiştir. Mesela okulda geri olan çocuklara yardımcı olmak, çevredeki yabancılara yardımcı olmak (!) gayesiyle çeşitli kurslara devamlarını ve böylece cemiyet içine çıkmalarını sağlamak gibi bahanelerle onlarla ilişki içinde olmaya azam! önem verirler; hiç olmazsa yabancıları kendi grupları içinde bir araya getirip kendileri de onlara gözcülük ederler. Pastaral görev yapan, yani Kilise dışında oldukları grubun dilini öğrenmeye, hatta onları yaz tatillerinde anavatanlarında izlemeye de önem verirler ki bu, onların hangi gayeye hizmet ettiklerini gösterir. Nesillerin nasıl bir değişim içinde olduklarını tespit için de çeşitli araştırma­ lara başiarimıştır bile. Diğer taraftan integrasyon için, İsHim'ın kendisinden ve Kur'an'ın yeni yorumlarından faydalanmayı öne süren politikacı ve gazeticiler de vardır. 4- BOŞANMALARDA GÖRÜLEN ARTlŞ Son yıllarda dünyanın birçok yerinde boşanmalarda bir artış olduğu, her araştırıcının müttefik olduğu bir husustur. Her ülke için ortak sebepler varsa da durum, Kuzeybatı Avrupa gibi gayrı müslim memleketlerinde yaşayan müslümanlar için bazı hususiyetler arzeder: a) Evliliklerin Kuruluşunda Yapılan Hataların Sebep Olduğu Boşanma­ lar: Birinci maddede sözünü ettğimiz ikamet belgesi veya ticari maksatla yapılan evliliklerle, taraflardan birinin arzusu dışında yapılan evlilikler ömrü en kısa olan evliliklerin başında gelmektedir. Bu durum bazen kadının evden kaçmasıyla veya kadın sığınma evlerine gitmesiyle bitmektedir. Gerçi müslüman kadınlar normal sığınma evlerine fazla iltifat etmemektedirler ama son yıllarda müslüman kadınlar için özel sığınma evleri yapılmaktadır. 276 . İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPO:lYUMU (II) Yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi, eşler arasındaki dil, eğitim, mail durum farklılıkları gayrı mÜslim memlekett~ yaşayan ve sonra·dan oraya, giden . eşler arasında daha barizdir. Bu durumun getirdiği problemierin sonucu olarak gayri meşru ilişkilerin sayısında bir artış gözden kaçmayacak kadar açıktır. Aile kavgaları ve dayak gibi olaylar da sık sık şahit olunan şeyler­ dendir. Eskiden bu durumda çaresizlik içinde kıvranan kadın, şimdilerde aynı çaresizliği göstermemektedir. Ancak çareyi hala eşini öldürmekte bulan eşler de yok değildir. Bu durumun bir benzeri de zoraki evliliklerin ya da başka özel sebeplerin sonucu olarak kocanın, karısı ile hiçbir ilişkisi yokmuşçasına onu terkedip ayda yılda bir yanına uğraması, ya da hiç yanına uğramaması, baş­ ka kadınlarla, özellikle Avrupalı kadınlarla birlikte olmasıdır. Bu o kadar yaygın bir problemdir ki "keşke köyümde kalsaydım, açlıktan ölseydim de bunlar başıma gelmeseydi" dedirtir oradaki müslüman kadınlara. Bu gayrı meşru ilişkilere girenierin daha çok erkekler olması, onların toplumun baskı­ sından uzak olmalarıyla ilgilidir. Sayısız gayrı meşru ilişkilere girmiş bir erkek rahatça camiye girip çıkarken, üstünde böyle bir şaibe taşıyan kadın toplum içine bile çıkamaz. Bunu hepimiz biliyoruz. Hatta göreve gittiğim bir Hollanda şehrinde kocasının, çantasında bulduğu bir adres yüzünden öldürdüğü kadının cenazesine, ne kendi ailesi ne de yakınları sahip çıkıyor, cemaat de yardımdan ictinab ediyordu. Neredeyse cenaze ortada kalacaktı ama cemaati cenazenin kalkmasına yardımları için ikna ettik sonunda. Peki aynı duyarlılığı erkekler için gösterebiliyor muyuz? Gösterseydik hal yukarıda anlattığım gibi mi olurdu? Oysa erkeklerin namuslu olmadığı bir toplumda kadınlar iffetli olmaya nasıl devam ederler. b) Ekonomik Sebebpli Boşanmalar: Sosyal yardım teminatının bulunduğu birçok gayrı muslim memlekette yaşayan müslümanlar, bundan faydalanmak gayesiyle resmen boşanıp din! nikahlarını tazeleyip yine bir arada oturmaya devam etmek şeklinde bir "sahte boşanma" şekli çıkarmışlardır. Zira bu durumda, işsiz ve kendine bakan· kimsesi olmayan(!) kadın, sosyal yardım talebinde bulunabilmektedir. Meselenin fıkhl yönünü fıkıhçı hocalarıma bırakıyorum ama sosyolojik açıdan bu bir felakettir. Boşanmalarının ciddi mi sahte mi olduğunu araştıran ekiplere yakalanmamak için, çoğu kere birlikte çarşıya dahi çıkamamak ta, birlikte görüldükleri zaman "dayımın kızı", "dayımın oğlu" gibi yalanlar söylemek zorunda kalmaktadırlar. Gerçi imam nikahı, "birlikte yaşamak" denen nikahsız evliliğin bulunduğu bir MÜSLÜMAN AİLELERİN PROBLEMLERİ ve ÇOZÜM YOLLARI 277 cemiyetteneden suç olsun? sorusunu soranlar az değildir ama şunu hatırla­ talım ki "birlikte yaşamak" da bu ülkelerde bir nevi evlilik sayılır ve taratlara bazı yükümlülükler yükler. Zaten imam nikalu suç değil, "imam nikahıyla evli olduklarını saklamak" suçtur. YİJle bu sosyal yardıma güvenerek, "nasılsa ayrıldığımda işsiz dahi olsam aç kalmam" diye düşünerek ayrılığı hafife alanlar vardır. Ancak ileride, iş aramayana bu yardımın verilmeyeceği yolunda kanunlar çıkarılarak, bilhassa azınlık ve göçmen kadınların çalışmaya zorlanması planlanmakta ve ·aynı zamanda mezkur suistimaller önlenmeye çalışılmaktadır. c) Problemli ve stres dolu hayat, lıkların sebep olduğu boşanmalar. işsizlik, içki kumar gibi kötü d) "Ferdi bağımsızlık" ve "emansipasyon" gibi leri meftun etmesi. mefhumların alışkan­ genç çift~ e) Aile Büyükleriyle Birlikte Oturmanın Getirdiği Problemierin Sebep Avrupa'ya giden birinci nesil arhk 50 yaşın üstündedir ve çocuklarını oralarda bırakıp vataniarına dönecek de değillerdir. Bu da, ihtiyarlıklarını oralarda geçirecekleri anlamına gelir. Bunlar ya hiç yabancı dil bilmez veya çok az bilir. Genelde çevrelerine karşı çekingendirler, din ağır­ lıklı bir hayat ve büyüttükleri evlatlarının yarıında oturmak isterler. Avrupalılar gibi yaşlılar evinde veya yaşlılara mahsus olarak yapılmış evlerde oturmak istemezler. Bu bizim kültürümüzün bir parçasıdır. İşte bu, gayrı muslim memleketlerde yaşayan aileler, daha doğrusu yaşlı nesil, yalnız kalmak veya evlatlarının kontrollerini kaybetme korkusuyla, her yerdekinden daha çok çekirdek aile şekline karşı çıkmakta, genç nesil ise bağımsızlığını aramakta olduğundan, bu durum bazı problemlere umumiyetle, evinde serbest hareket edemeyen çiftl~r dışarıda gayrı meşru hayat sürmektedirler (Aslında birçok Avrupa ülkelesinde evlenen her çiftin yeni ev tutması şarttır ama bu evi el altından kiraya verip çocuklarını yanında tutmayı becerenler çoktur). Olduğu Ayrılıklar: Tabii son zamanlarda "müslüman yaşlıların" problemleriyle ilgilenen birçok dernek kurulmuş, birçok araştırma başlatılmıştır. Çünkü müslüman yaşlılar, diğer yaşlılara sunulan hizmetlerden faydalanmamakta, faydalanamamaktadırlar. Neden bu böyledir? Neler istiyorlar? Bunların cevap bulması lazımdır. Ayrıca bizden öğrenecekleri şey leri araştırdıkianna da eminim. Görev yaptığım camilerden birine gelen bir araştırınacıya -ki Türk ve yabancıların birlikte çalıştığı bir araştırmaya yardımcı oluyordu- (Bkz. Ek-3) araş- İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il) 278 hrmanın sebepini sorduğum zaman, yukarıda serdettiğim sebeplere ek olarak şunu söyledi: "Müslümanlar genelde çocuklarının yanında kalıyorlar.· Acaba bunu nasıl başarıyorlar? Mesela bizde de çocuklarıyla kalmak isteyenler var, ebeveyı'ıine bakmak isteyenler var ama bunu umumiyetle başaramıyorlar. Siz nasıl yapıyorsunuz? Yapanlar acaba isteyerek mi yapı­ yorlar? Bunları da öğrenmek istiyoruz". Bu boşanma sebeplerine ek olarak şunu da belirtmeliyiz ki, boşanmanın hangi ülkede vuku bulduğu da çok mühimdir. Bazı müslüman memleketler gayri müslim memleketlerle hukuk! anlaşmalar yapmış olduğu halde Tunus ve İran gibi memleketler için aynı şeyi söylemek mümkün değildir ve tabii bu, sıkıntılara sebep olmaktadır. Orada boşanmış olduğu halde kendi ülkesinde hala evli sayılması, bu boşanmayı orada tasdik ettirememesi mağdurenin -mağdure diyoruz z'ira mağdur olan umumiyetle kadındır. Erkek, aldığı boşanma kararını rahatça tasdik ettirebilir. Tunus, İran gibi bazı ülkelerdeki güya İslam'a uygun olduğu iddia edilen kanunlar, bunu kadın için her zaman mümkün kılmaz- bazen ülkesine gitmekten içtinabına sebep olmaktadır. 5- SOSYO-KÜLTÜR EL ve HUKÜKİ PROBLEMLER yeme-içme, ev edinme gibi ihtiyaçları vardır ve bunları karşılamak için faydalı faaliyetlerde bulunur. Azınlıkların da tabii bu nevi problemleri vardır ve bunları muhit hakkındaki sınırlı bilgisi ve kifayetsiz lisanı ile çözmeye çalışır. Hatta çoğu bu hususta, biraz dil bilen çocuğundan yararlanma yoluna gider. Çocuklar bazen ev reisi edasına girerler bu yüzden. Çünkü bazen evde tek dil bilen o olur. Bu durum ikinci ve üçüncü nesilde daha nadir olacaktır veya hiç olmayacaktır. Her insanın Gayrı müslim memleketlerde yaşayan müslümanların cami, ezan, İs­ lam'a uygun yiyecek, içecek, okul, İslam! yapılanma, mezarlık gibi her türlü ihtiyaçları için hep kendilerinin teşebbüsü g~reklidir (Mesela Avusturya' daki müslümanlara, kendilerine ait mezarlık tahsis edilmiştir. Aslında, müslümanlar ekseriyetle, ölüsünü yabancı bir memlekette bırakmak istemernekte ve bu sebeple ölüsünü memleketine getirmeyi tercih etmektedir). Hastane, hapishane, askeriye, yatılı okul ve işyerlerinde karşılaştıkları her türlü problemle de kendileri ilgilenmek zorundadırlar. İslam'ın resmen din olarak tanındığı Belçika, Fransa gibi yerlerde bu olay nispeten kalaysa MÜSLÜMAN AİLELERİN PROBLEMLERİ ve ÇOZÜM YOLLARI 279 da, diğer yerlerde İslam henüz bir "kült" durumundan öte kabul edilmediğinden durum biraz daha zordur. Mesela bir müslüman askere, İslam'a göre haram sayılan yiyecekler yerine başka yiyecekler çıkması için "hasta olduğu için bu yiyecekleri yiyemez" şeklinde bir rapordan başka türlü . yardım edilemez. Hümanizmin bile bir din olarak kabul edildiği bir yerde İslam'ın kabul edilmemesi ne kadar üzücü birşey ise müslümanların aralarındaki ihtilaflar yüzünden fazla biryol katedememiş olmaları da o kadar üzücüdür. Şöyle ki gayri müslim memleketterin hepsinde hüküm süren laiklik gereği, din işleri halka bırakılmıştır ve dernekler aracılığıyla yürütür. Müslümanlami ise, birçok franksiyonlara ayrılmış olmak yüzünden büyük bir dernek çatısı altında toplanıp işlerini yürütmeleri imkansızdır. Hatta Hollanda' da hükümet, müslüman derneklerin kendi aralarından seçecekleri kişilerle, tek bir demek çatısı altında "İslam Raad= Yüksek İslam Konseyi" adıyla toplanmaları -ki müslümanları ilgilendiren hususlarda karar alırken bu kuruluş­ la müşavere edilecekti- resmen istemiş, böyle bir kuruluş yıllarca kurulamamış, en son 1992 yılında, ülkenin en büyük İslam teşkilatı olan Hollanda Diyanet Vakfı'na bu görev verilmiş, o zamanki vakıf başkanı (ve tabi! aynı zamanda· din hizmetleri müşaviri) Dr. Fahri Demir'in özverili çalışmaları sonucu nihayet "İslam Raad" adı altında toplanmışlar ama ne yazık ki bu kuruluşa karşı birçok alternatif "İslam Raad"lar kurulmuştur. Ayrıca asıl Raad'ın çatısı altında, hiçbir kadın derneğine yer verilmemesi, üstelik "neden yer verilmedi?" sorusuna karşılık, Marokan (Faslı) temsilcinin "onlara biz hizmet ederiz" şeklinde cevap vermesi, hem Hollanda basını hem de bazı müslüman kadın demekleri tarafından tepkiyle karşılanmıştı. Zaten müslümanların, kadınları birçok işte geri planda tutması, Hollanda basının­ da zaman zaman tartışmalara ve "eğer bizim memleketimizde yaşıyorla:rsa bu hususta da bizim gibi davranmalı, kadınlara erkeklerle eşit statü tanımalı­ lar" gibi görüşlerin sık sık gündeme gelmesine sebep olmaktadır. Asıl konumuz olan Raad' a dönersek, şu anda herşeye rağmen asıl Raad, çalışmalarına devam etmektedir. Ancak nasıl çahşmaksa, Hollanda'nın Sesi Radyosu'nun Hollandaca yayın yapan bölümünün Ocak 1995 içerisindeki programlarından birindı; dinlediğime göre, Hollanda hükümetinin, tatile vesile olan bayramlardan ikisinin, İslam! bayramiara ayrılması hususunda çalışmalar yapmasına rağmen müslümanlar konuyla pek ilgilenmemişler. Oysa Raad, konuyla ilgilenip böyle bir fırsatı kaçırmamalı idi. Bu arada şunu da belirtmeliyim ki Avrupa'da herhangi bir dini demek ya da kuruluşun 280 İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOzy{]MU (Il) başkanlığını yapanlar, umumiyetle herhangi belli bir din! eğitim almış kişiler ki zaten bu her zaman mümkün değildir. Çoğu cami derneklerinin başkanları, okuma yazması bile olmayan ama dini için birşeyler yapmaya çalışan genelde samimi insanlardır. İçlerinde, camilerinin din görevlisini yönlendirmeye çalışanlar, bunu beceremeyince göreviiyi şikayetle başka yerlere göndermeye çalışanlar da vardır tabii. değillerdir veya bu vesileyle bulunan ve bu hususta ehliyetli kişiler de, ihtilaf ve çekişmelerin arasında kaybolmakta, çoğu kereler de pes edip aralarından ayrılmaktadırlar. Oralarda şu yukarıda söylediğimiz İhtiHHların geciktirdiği diğer bir hizmet de şu idi: Almanya' da, Kuzey Ren Wesfalya Eyaleti, kendi eyalet sınırları içindeki ilkokullardaki Türk çocuklar için din eğitimi dersi kitabı hazırlamak üzere, İslam! amaçlı derneklerden birkaç din görevlisi istemişti; ama yıllarca bir cevap alamamıştı; zira bu "birkaç" din görevlisinin "kimlerden" olması gerektiğine bu dernekler karar verememişlerdir. Sonunda Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan resmi yardım isternek zorunda kalmıştı ki, bu aslında onların, din! işlerde devletin değil halkın sözü geçmesi gerektiğini savunan laiklik anlayışı gereği mümkün değildi. Bu arada, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yurt dışındaki rolünü çok güzel açıklayan bir örnek de vermiş olduğumuzu sanıyorum. Bütün bunlar din görevlilerinin, bulundukları yerlerde, ülke çapında birleşmesi gereğini gündeme getirmiştir ve bu yolda çalışmalar başlamıştır ama iş kolay görünmüyor. En başta "resmı din görevlileri" ile "gayrı resını din görevlileri" arasında bazen hoş olmayan olaylar cereyan etmektedir. Resını din görevlileri, herkesi kucaklamaya çalışmalarına rağmen, bazı gayrı resım din görevlilerinin tesiriyle bazıları tarafından "devletin uşağı" olarak görülmektedirler. Vatandaşların bir kısmı, resını din görevlisi isterken, aslında -genelde~ sadece bu görevlilerin maaşını devletten alması kolaylığın­ dan faydalanmak istenmektedir. Samimi devlet taraftariarına değil sözümüz. Aynı zamanda Hollanda'da din görevlilerinin Hollanda'da eğitim görmesi, maaşlarına ve camilere devletin yardım etmesi (ki aslında şu anda belediyeler, muhitlerinde yapılan camileri, gençleri kötü alışkanlıklardan koruyan yerler olarak gördüklerinden, bilhassa çatısı altında "gençler için lokal"i bulunan camiierin yapımında zaman zaman para yardımında bulunmaktadır. Hatta bir caminin inşa masraflarının hepsini üstlenen belediyeler vardır) gibi konularda gündemdedir. Belçika'da bu söylenenler "din dersi MÜSLÜMAN AiLELERiN PROBLEMLERİ ve ÇOZÜM YOLLARI öğretmenleri" için gerçekleşmiştir ki bu öğretmenler elver.diğince cami görevi de yapmaktadırlar. aynı 281 zamanda vakitleri Batı'daki bir devletin teb'ası olup birçok gayrı İslami kanuna başeğmek zorunda olmak gibi aşılması zor problemierin varlığı ise muhakkaktır. Mesela "iki taı;afın rızasıyla meydana gelen zina", suç sayılmaz. Eşierden hiçbiri bu durumda diğerini şikayet edemez ve tabii ne yapacağını şaşırır. Yine eşle­ rin, malları ve borçlarının ortaklığı kanunu gereği, evli bir kadın kocasının kumar borçlarına dahi ortak olur. Bu gibi hususları bilmeyen kimseler için, herhangi bir hukuki anlaşmazlıkla karşılaşmarun ne demek olduğunu varın siz hesaplayın. 6- MUHİTLERİYLE İLİŞKİU):Rİ Müslümanların büyük çoğunluğu, içinde yaşadıkları cemiyetten neredeyse izole bir halde yaşarlar. Bu yüzden muhitlerini tanıyamadıkları gibi kendilerini de tanıtamazlar. Son senelerde dil bilen ve atik bir neslin gelişi, ihtida halkasının gelişmesi, bu durumu değiştirrneğe başlamıştır. İsHim'ı muhitlerine tanıtıcı toplantı ve paneller sayısında artış olduğu gibi din görevlilerini kilise ve diğer mahallerine davet edip İsHim hakkında cemaatini aydınlatmayı gaye edinenierin sayısında da yükselme vardır. Çünkü İsHim'ı merak edenlerin sayısı artmıştır. Hatta sadece ve sadece bu merak, Hollanda'da Leiden ilahiyat Fakültesi'nde, eskiden beri "hayat görüşleri" dalı içinde seçmeli bir bölüm olan İslam Bölümü'nü "İslamoloji" adı altında bağım­ sız bir dala dönüşmüştür. Mastırımı burada yaptığım için beyanatıarını ilgiyle takip ettiğim bu bölümün yetkilileri, kuruluş amaçlarını böyle izah ediyorlardı. Aynı bölüp:ıün diğer şehir ve ülkelerde de kurulması beklenmektedir. Zaten oryantalizmin tohumlarının da, Avrupalı'nın gizem'li Doğu'ya duydukları merakla atılmamışmıydı? Sadece ve sadece Doğu kıyafetlerine aşık olduğu, bunları rüyalarında gördüğü için Doğu'nun gizemine kapılarak müslüman olan Avrupalılar tanıdım. Çevrelerinde kapılarını en çok aşındıranlarsa, onları tanımaya ve kazanmaya çalışan, mahallenin (Hırıstiyan) din görevlisi ve Yahova Şahitle­ ri' dir. Hatta Yahova Şahitleri'yle birlikte çalışan Türk ve Marokan (Faslı) gibi önceden müslüman olanlara da rastlanır ki bunlar çeşitli ekonomik ve siyasi sebeplerle irtidad etmişlerdir. 282 İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il) Müslümanların, ayrıca çeşitli sportif ve kültürel amaçlı dernek ve kuru- luşları, İslami mimari sistemine uygun evler yapmak için çeşitli faaliyetleri de vardır. Bunların çoğu, cami dernekleri çatısı altındadır. Buralarda, cami sadece bir ibadet yeri değil, eğitim iÇin kullanılan bir okul, düğün, mevlid gibi sosyal aktivitelerin merkezi olan ve İslam' ı sembolize .eden mahyalardır. Mesela Hollanda' da ilk cami, 1950'li yıllarda yapılmış, ilk minareli cami 1975 yılında Almelo şehrinde yapılmıştır (Daha önceleri bayram, cuma gibi özel günlerde kiralanan yerlerde ibadetler yerine getiriliyor, "cami" veya "mescid" adıyla bir yerleri bulunmuyordu). 1990'lı yıllarda Fransa' da ibadete açık 400'ün üstünde, İngiltere' de 320 civarında, Hollanda' da 350'nin üstünde cami ve mescid bulunmaktadır. Bu camiler, birbirlerini başka yerlerde görmeye imkanı olmayan müslümanların, birbirlerini görmelerine fırsat taruyan yerler olarak halkın teveccühüne mazhar olan yerlerdir. Türkiye' de, kadın cemaatin camileri pek sık kullanmaması sebepiyle, Diyanet İşleri Baş­ kanlığı'nın, çok sırurlı sayıdavaize görevlendiğini düşünürsek, yurt dışında cam iler, kadınlar tarafından kullanılınada Türkiye' dekilerden çok çok ileridirler. Bu arada, buralarda yaşayan birinci nesil veya tutucu ailelerdeki ikinci nesil kadınların durumuna da kısaca dikkat çekmek istiyorum: Avrupa gibi · her türlü imkanın var olduğu bir yerde yaşarnalarına rağmen, çoğu okuma bilmez, dil bilmez, cami ve birkaç müslüman komşu haricinde, muhitiyle ilişkisi nerdeyse tamamen kopuktur. Yaşadığı ülkeyi tanımaz bile. Çocuklarının dilini anlamaz, hele hele tesettürlüyse yanından geçerken kendisine hemurdanan Avrupalı'ya cevap veremez. Şu hususu vurgulamak isterim, ki Avrupa' da yabancı düşmanlığırun asıl hedefi, kendilerinden çok ayrı gördükleri ve yaptığı sık doğumlarla müslümanların sayısını artıran bu müslüman kadınlardır. Cami ve· derneklere gönderilen imzasız tehdit mektuplarında en çok kadınlara ateş püskürülür, tesettürlü olanlar domuzlara benzetilecek kadar ağır hakaret! ere uğratılır. Avrupalı gibi giyineniere davranışları farklı mı sanki? Avrupalı giyim ve güzel Hollandacası ile pazarda alışveriş yapan bir Türk kadın, aldığı çikolatayı, üzerindeki tarihe bakıp son tüketim tarihinin geçmesi dolayısıyla geri vern:ıek için konuşmaya başlayın­ ca, tezgahın üzerine yatırılıp "Sen Türk'sün, bunu söylemeye hakkın yok" denilerek milletin önünde dövülüyor, kimse de müd.ahele etıniyordu. Evet, Avrupalı olmadıktan sonra "Avrupalıya benzemek" bir şeyi halletmiyor anlaşılan. Hatta bu taklitçiliğin, müslümanlarm şu an içinde bulundukları "aşağılık kompleksinden" l<aynaklandığmı da biliyor Batılılar. Ah bunu müslümanlar bir aniasal ar! MÜSLÜMAN AİLELERİN PROBLEMLERİ ve ÇOZÜM YOLLARI 283 İçinde yaşadığı cemiyetin dilini bilmeyen kimse orada nasıl yaşayacak­ tır? Bir hanım durumu şöyle özetliyordu: "Vallahi, çocuklar annerne küfretseler haberim olmaz. Ben onlara ne yapabilirim ki?! Kızım benim yanımda erkek arkadaşına telefon açtı. Ne dediğini anlamadım ya, meğer kaçma planı yapıyorlarmış. Kaçtı gitti. Ben sahip olamadım" derken, bir diğeri "Yazın beni pa'i:-desüler içinde gören Hollandalılar b~na gülüyor. Ah bir dil bilsem de karşılık versem!", bir başkası "Çocuklar evde yokken bir Bollandalı görevli kapıya gelse, kapıyı açmam. Birşey sorarsa ne derim sonra!" şeklinde yakınıyor. İnsana lazım olan şeyi öğrenmenin farz olduğunu hatırlatırsak, bu insanlar için de dil öğrenmenin farz olduğunu rahatça söyleyebiliriz ama doğru düzgün bir eğitim görmemiş, hatta okuma bile bilmeyen kimseler için -ki bu kadın, kocası izin verirse tabii, ilkönce okuma-yazma kursuna, sonra kendi seviyesine uygun dil kursuna gidecek de dil öğrenecek. .. Bu hiç de kolay değildir. Hele bazıları "gavur dili" öğrenmenin günah olduğuna inanıyorlarsa ... Peki, kadınların camiden başka yere gitmeyen bu kesimi, camilerde kimin elinde? Zira Ramazan ayı dışında, caminin normal din görevlisinin konuşmalarından, derslerinden hemen hemen faydalanmazlar. Kadınlar için özel ve periyodik vaaz ve kurs düzenleyen bay görevliler de çeşitli dedikodulara maruz kalmışlar, bu yüzden pes etmişlerdir. Diyanet tarafından 1985'lerden sonra gönderilmeye başlanan bayan din görevlisi sayısı da, her ülkeye birer tane olacak şekilde olduğundan hiç mi hiç yeterli değildir. Bu durumda geriye tek çare (!) kalıyor ki o da din hakkında doğru yanlış azbuçuk bir bilgisi olan, bir-iki yıl Kur'an kurslarında okumuş kızların vaaz ve derslerinden faydalanınakl Hollanda' daki görevim sırasında, uzun bir süre "kimlerin fetva vermeye, din hakkında konuşmaya yetkisi vardır" konusunu anlatmaya çalıştım. Kafalarına din diye yerleştirilen bir sürü yanlış inanç ve düşünceyi silmek nerdeyse irnkansızdı. Zaten seviye o kadar düşük ki altı yıl boyunca cevaplarnam için bana verilen soruların hepsi aynı ve birkaç ibadet konusuyla alakah idi. Değişik konulardan bahsettiğiniz zaman "ne dediğinizi" anlamazlar bile. Anlayabilen küçük bir kesim var elbette. Bosna-Hersek'teki mü~lümanların durumunu anlatıp din kardeşliği ve dayanışrnadan bahsettiğiniz zaman bile, cernaatin büyük bölümü "Biz Bosna'yı, falanı filanı değil; vaaz dinlemeye gelrniştik" derse siz ne yaparsınız? B.unları ve daha başka konuları anlayan ve merak eden kesim, genç ve okuyan kesimdir. Öyleyse çalışmalarda onlara ayrı programlar düzenlenıneli ve özel 284 İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il) ilgi gösterilmelidir, diye düşünüyorum. Nitekim ulaşabildiğim gençlere bu ilgiyi gösterrneğe çalışhm. Ayrıca normal programımda bütün Hollanda'yı dolaşmak zorunda olduğumdan, belli bir muhtevaya göre bir taslak yapıp cemaatimi yetiştirme şansım da olmadı. Ayda bir gidebildiğim yerlerin bile, sonunda diğerlerinden farklı bir cemaate sahip olduğu gerçeğinden hareketle, Türklerin kalabalık olduğu her yere bir bayan görevli göndermenin ne kadar faydalı olacağını söyleyebilirim. Bu, diğer müslüman gruplar için de geçerlidir. Mesela yeni muhtediler, İslam fıkhını, Kur'an tefsirini kendi dillerinde anlatan kitap bulamayınca -ki çeşitli dillerde Kur'an tercümeleri olmasına rağmen, Kur'an tefsirleri için söyleyemeyiz- yine kırık kırpık bir din bilgisi olan kimselerin eline kalıyorlar. Yoksa oryantalistlerin kitaplarını mı okusunlar dersiniz?! Yine Hollanda' da, İslam' ı Hollandaca olarak anlatan, hemen her gün radyo ve televizyonlarda söy~eşilere katılan Hallandalı bir müslüman bayanın, İslam! bilgisi asgari derecedeydi ama bilgisini geliştirmenin yolunu da bulamıyordu. Hollanda'nın çok yakın bir tarihte, artık yük olmaya başladığını düşü­ nerek özgürlüklerini geri verdiğini Surinaamlı müslümanların problemleri de onlarla aynı; doğru düzgün yetişmiş elemanları ve kendi dillerinde -ki bunlar da Hollandaca konuşuyorlar- yeterli kaynak kitaplara sahip olmamak. Faslılar ve Tunuslu kadınlar için de durum, Türklerinkinden farksızdır, belki daha da kötüdür. Endonezyalı kadınlarsa, camiyi kuiianmada diğer gruplardan çok daha fazla rahatlar. En arka safa diziJip erkeklerle namaz dahi kılarlar. Bildiğimiz gibi, Endonezya yakın tarihe kadar Hoiianda'nın sömürgesiydi. Bu dönemde kendisini İslam alimi diye tanıtan Snoucck Hurgronje gibi oryantalistler ve hükümet kontrolünde anlatılan İslam, kadınların daha rahat olmalarına sebep olmuş olabilir. Ama en arka safta durup namaz kılmalarına denecek bir söz yok zarınedersem; zira Rası1Iullah devrinde de böyleydi. Sahabiyelerin kıyafetlerinin nasıl olduğu ise ayrı bir tarhşma konusudur. Camiierin faaliyetlerine tekrar dönersek ev sahibi memleketin resmi kuruluşlarının beklentisi müslümanların, yerli halktan ayrı faaliyetler yapması değil, integrasyonun kolaylığı açısından, kendi içlerine kanşmalarıdır (tabii halk arasında buna karşı olanlar çoktur ve bunlar, yabancılara düşman olan MÜSLÜMAN AİLELERİN PROBLEMLERİ ve ÇOZÜM YOLLARI 285 bilhassa genç olan kesimdir). Ancak son yıllarda artan yabancı düşmanlığı müslümanların iyice .kabuklarına çekilmelerine sebep olmuş, bilhassa yaşlı ve orta yaşlı kesim ile kadınlar, dışarı çıkmaktan, en rahat giÜikleri yer olan camiye girerken bile korkar olmuşlardır Zira bir bomba atılmayacığından kimse emin değildir. Bu sebeple bilhassa Ramazan aylarında, büyük camilerde sıkı güvenlik tedbirleri alınır. Mahalll idareler de camiierin kültürel faaliyetlerini elinden alıp oraları sadece "ibadet'in yapıldığı yer haline getirme çabasındadırlar. Bu arada şu­ nu da belirtelim ki_Avrupa'da diru kuruluşların "üye" usulü çalışmalarına istinaden (yani üyesi çok olanın çok yardım alması), ileride müslümanların, kendilerine verilmiş ve verilecek haklar konusunda problemlerle karşılaşacabilecekleri söylentilerini, oturduğumuz mahallenin Hıristiyan din görevlisinden bizzat işitmiştim (camilerimizin, cemaatine göre üyeleri azdır; zira üye olanlar belli bir aiçiat ödemek zorundadırlar). Bu görevli, cami derneklerine daha fazla üye kaydetmemiz ve sözlerini "dostça bir tasviye" olarak ele almamız gerektiğini de ekledi. Bunu burada belirtmeyi bir görev addediyorum. Değişik milletlerden olan müslümanların da aralarında, en başta dil probleminden kaynaklanan kopukluklar vardır. Hollanda' da 90'lı yıllar itibariyle 186.700 Türk, 155.700 Faslı, 9.500 Pakistanlı, 6.800 Endonezyalı, 2.000 Tunus, Mısır, Somali, Yugoslav ve Cezayirli, 1.500 Hallandalı (TDV İsl. Ansk. göre 5000 müslüman yaşamaktadır. Bütün bu gruplar, birlikte dernek· ler, platformlar oluşturmalara yeni yeni başlamışlardır. Değişik ülkelerden olmaktan ve dinleri aynı da olsa örf ve adet farklılıklarından mütevellit baş­ kalıklar pek çoktur ve hatta öyle ki ihtida eden kişi Türk islamı'nı mı, Marokan islamı'nı mı seçeceği hususunda tereddüde düşmekte, umumiyetle evleneceği kimsenin milliyetine göre karar vermek zorunda kalmakta, ama yine de ileride "ayrı bir İslam tarzı" oluşturmak (mesela Alman islamı, Hollanda islamı gibi) zorunda kalacaklq.rını ifade etmektedirler. Nitekim Hallandalı müslüman kadınların kurduğu ve herkes tarafından çok iyi bilinen "en-Nisa" derneği bu amaca müteveccih olsa gerektir. 7- EKONOMİK PROBLEMLER Yukarıda sözünü ettiğimiz yabancı düşmanlığı ve diskriminasyon, tabii ki etkisini en çok ekonomik sahada gösterir. Önceleri vasıfsız işçi olduğu için, dil bilmediği için yüksek işlerde çalışamayan müslümanlar, artık bu 286 İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il) 1 işlere layık görülmedikleri için ya işsiz kalıp kahve ve kumarhaneleri dolduracak, ya da ancak onların beğenmedikleri işlerde çalışacaklardır. Hatta şim­ dilerde, bu düşük seviyeli işlerden dahi "dil, bilmedikleri" için grup grup çı kartılmaktadırlar. Bir kısım müslümanlar da sosyal yardım teminatma güvenerek çalış­ mak istememekte, vaktini kahve veya kumarhanelerde geçirmekte, yani kendini ve ailesini mahvetmektedir. Zira bu yüzden ekonomik kriz içinde olan birçok aile vardır. Hatta ben görev yaptığım camilerde "kocam bütün paramızı harcıyor; zekat ve sadakaların hepsi Türkiye'ye gönderilmesin. Burada benim gibi niceleri var" diyerek adeta dilenme zorunda kalan kadın­ lara rastladım. Ekonomik doyumsuzluk, daha fazla para kazanma duygusu gibi bozukluklar ise, çocuksuz Hıri~!J.yan ailere, müslümanların (!) kendi ülkelerinden binbir hileyle getird~kleri sahipsiz çocukları satmalanna, özürlü bir çocuğu "benim çocuğum" diye götürüp özürlü çocuklara verilen devlet ödeneklerinden faydalanmaya çalışmalarına kadar varan facialara, ahlaksızlıkla­ ra sebepiyet vermektedir. Kadınlar için ise durum daha başka manzara arz etmektedir: Çalışıp maddi bağımsızlıklarını kazanmaya teşvik, hatta ileride zorlama ile karşı karşıya kalacaklardır. Mesela kadın, anavatandaki eşini yanına alabilmek için çalışmak zorundadır. I<Çadının çalışması ise çocuklarını, ailesini ihmal edip onları yabancı· kültürün kucağına atması demektir. Şu anda yurt dışında, dil bilen bir kadının iş bulma şansı, dil bilen bir erkekten daha çoktur. · ... ;J Ebeveyni bu durumda olan çocuklar, gerekli eğitimi almış olsalar dahi sosyo-kültürel beraberlikleri ve düşük seviyeleri sebepiyle, ebeveynleriyle . aynı seviyede kabul edilirler ve aşağı seviyedeki işlerde istihdam edilirler. Mesela bir banka müdürlüğüne kad~r yükselmiş bir müslümanı bir Alman veya Hallandalı meslekdaşı burada görmeye dayanamamakta, genel müdürüne "ya o ya ben" diye tutturarak onun ayağını kaydırmaya çalışmaktadır. İş yerinde, tesettürlü bir bayanı gören bir Avrupalı, onu hemen temizlikçi zaımetmekte ve temizlenmesi · gereken bir yer göstermeye kalkmaktadır. Tabii bu imaj son zamanlarda değişmeye başlamıştır ama şunu da belirtelim ki doktor Yaşar Bey gibi mesleğinde zirveye çıkmak için, sarfedilecek normal eforun 20-25 mislini harcamak gereklidir. MÜSLÜMAN AİLELERİN PROBLEMLERİ ve ÇOZÜM YOLLARI 287 8- SAGLIK PROBLEMLERİ Bir yerde azınlık durumunda olmak, insanın psikolojik gerilim içinde için kafidir ve bu gerilim, azınlıkların, kendi prestijleri ve kültürleri hususunda şuurlanmalannın artmasıyla doğru orantılı olarak artar. Bu sebeplı; gayrı müslim memleketlerde yaşayan müslümanlarda psikolojik rahatsızlıklar normalin üstündedir. Üstelik doktor ve hemşirelerin, arasıra İslam hakkında seminerlere katılıp müslümanlan daha iyi anlamaya gayret etmelerine, devletin zaman zaman din görevlilerinin görüşlerine başvurmalanna (bkz. Ek-4) ve her hastahanede, hatta Katolik hastahanelerde bile imamlara, müslüman hastalan ziyaret hakkı tanınmasına rağmen Hollanda' da her hastane, hastalarını dinlerine göre sınıflandmr, ona göre çıkarır. Hasta eğer müslümansa (ki Hollanda' da müslümanlar, yanlış olarak "Mohammedan" diye adlandınlırlar. Son zamanlarda bu tabire karşı çıkılınası sonucu, mezkÇır tabir daha az kullanılır olmuştur) o mahalleden sorumlu, imama devamlı bilgi fişleri yollar (bu işi aslında "Kiliseler Birliği" yapar. Bu fişte hastanın adı-soyadı, hastahaneye giriş tarihi, çıktığı zaman da çıkış tarihi, dini vs. yazılır. Ek-5'te böyle bir fişten örnek bulacaksınız, bilhassa psikolojik hususlarda müslümanlara yardım etmeleri çoğu durumda imkansızdır. Mesela 18 yaşındaki bir müslümcın kız, evdeki problemlerden bunalıp psikoloğa gittiği zaman "Senin yaşındaki bir kişi, nasılsa devletten bir ödeneği ve ayrı evi hak etmiştir; çek git kendi evinde yaşa" şeklindeki çözüm(!) teklifiyle karşılaşırsa ne yapacaktır?! olması Tabii ruhi durumuna bağlı olarak diğer hastalıklar da fazla olmakta, bu sebeple hem sık doktora gitmekte, hem de tedavileri için en ıizun zamana ihtiyaç duyulan grubu teşkil etmektedirler. Baş ağrısı, uykusuzluk, konsantre olarnama gibi şikayetler en çok görülen semptomlardır. Üstelik bazen dil problemi bazen de diskriminasyon sebepiyle yanlış tedaviye maruz kalmaktadırlar. Mesela müslüman kadınlar üzerinde yeni çıkan doğum kontı~ol haplannın denenmesi, hastahanelerde, organlarının çalınmasına kadar varan faci;~.lar bu korkuyu artıran olaylardandır. Bu sebeple "doktora gitmek" için anavatanlarını tercih ettikleri, hatta geleneksel metodları kullandıklan veya kendilerini "şifa dağıtıcısı" veya "hoca" diye tanıtıp hastalıklan tedavi ettiklerini iddia edenlere başvurduklan artık bilinen olaylardandır. Bunun için yaz dönemini doktora gitmek için kullananlar, hatta sadece bunun için memleketine izine gelenler vardır. İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (II) 288 BU PROBLEMLERİN ÇÖZÜM YOLLARI 1) Darü'l-harb, evlilik, gayrı müslim memleketlerde onları bekleyen tehlikeler gibi mevzular hakkında müslümanları daha da şuurlandırmak, bunun için oralara gidecek olanlara özel kurslar düzenlemek. Nasıl ki· artık oralarda yeni gelenlere ev sahibi memleket, örf ve adetlerini tanıtıcı, integrasyonu kolaylaştırıcı(!) bu çeşit kurslar düzenlenmeye başlamıştır. 2) Resmi mercilerce, aile birleşimleri hususunda sahtekarlıklann ortadan kaldırılmasıyla birlikte kolaylaştırılması için gerekli girişimlerin yapıl­ ması. 3) Gayri müslim memleketlerde yaşayanların, hukuki meselelerin çözümü için birlik ve beraberliğe her zaman ve mekandakinden çok önem vermeleri ve "bilirkişi"lerle devamlı ilişki içinde olmaları, ayrıca .dini örgütler içine yuvalanmış sol görüşlü kişilere hırşı uyaruk olmaları. 4) Bulundukları memleketin sosyal ve siyası hayatina daha faal olarak katılmaya çalışmaları, artık "para biriktirme" derdinden kurtulup "en uygun şekilde" yaşamaya çalışmaları. 5) yoğun Çeşitli alanlarda, özellikle kültür ve sağlık alanında, müslümanlarm olarak bulundukları ülkeler ve anavatanlarırun karşılıklı değişim programları yapmaları. 6.) Buralara gönderilen din görevlilerin seçiminde azami dikkat gösterilmesi, dil bilmelerine, oradaki sosyal çevrelerinde yapılacak olan her türlü sosyo-kültürel faaliyetlerde ülkelerini temsil yeteneğine sahip olmalarına önem verilmekle beraber, bu ülkelerin hayat koşullarını bilen, buralarda yaşayan kişilerden de din görevlisi yetiştirıneye çalışılması (ki geçtiğimiz yıl 1993-94 Hollanda Diyanet Vakfı'nın Antalya-Bozyazı'da açtığı özel okul bunlara bir başlangıç örnek teşkil edebilecek mi, bunu zaman gösterecektir). 7) Yurt dışındaki müslümanların, kendi memleketlerinden ve dolayısıy­ la kültürlerinden kopmamaları için, ınemleketlerinin_seçimlerinde oy kullanınaları ve çifte vatandaşlığın kolaylaştırılması gerekir. Ve bilhassa, oralarda doğan çocukların nüfus kayıtlarına dikkat edilmesi gerekir. Fransa' da 1963'ten, diğer bazı ülkelerde son yıllardan beri yürürlükte olan bir yasaya göre, bu çocuklar aynı zamanda o memleketin vatandaşı sayılırlar. Belçika' da, bu çocuklara, kendi kültürlerinde geçerli olan isimler verildiği ortaya çıkarılmıştır. Zaten integrasyonla ilgili tartışmaları verdiğimiz bölümde söy- MÜSLÜMAN AİLELERİN PROBLEMLERİ ve ÇOZÜM YOLLARI 289 !ediğimiz gibi, yabancılara vatandaşlık hakkı verilmesi, onların zarnai1la kendi kültürleri içinde eritilrneleri gayesine rnatuftur. Üstelik bu dururnda "azınlık" dururnundan çıkıp "yerli" olacaklarından, eskiden kendisine "müslüman azınlık" olduğu için verilen bazı haklardan da faydalanarnayacaktır. Nitekim şu anda yerli müslümanlar yani ihtida etmiş müslürnanlar, diğer müslümanlara verilmiş haklardan faydalanarnarnaktadırlar. Ayrıca son yıllarda sayıları artan mühtedilerin faydalanabilrneleri için yabancı dilde eser vermeye gayret edilmelidir. Yabancı üniversitele~de doktora veya öğretim üyeligi yapan birçok teoloğurnuz ve bunların birçok eseri mevcuttur ama çoğununki "otyantalistçe" dir. Ben zaten asıl kaynakların yabancı dile çevrilmelerinden söz ediyorum. KAYNAKÇA Brouwier, Lenie, Andere Tijden Andere Mijden, Den Haag, 1992. Dale, F. Eickelman, The Middle East, An Anthropological Approach EngelwoodCliffs, Newjersey, Prentice Hall, 1981. Emancipatiewerk met Zwarte en Migranten Vruowen en Hun Organizaties, "Humanistische Verbond, Tı.ırkse en Marokaanse Stichtingen=Hümariistlik Dayanışma, Türk ve Faslı Vakıflar" tarafından hazırlanmış ortak bir çalışma, Den Haag, 1990. Güngör, Veyis, Batı Avnqıa Türkleri, Türk Akademisyenleri Amsterdam, 1992. Birliği Yayınları, Hampsink, Rene, Nederland en de İslam, Katolieke Üniversiteit Nijrnegen Facultei Roosblad, Jı.ıdith der Rechtsgeleerdheid, Nijrnegen, 1992. Hı.ırnanisme en Islan' Cı.ılhıı.ır in Nederland, "Hı.ımanishtische Oryanizaties, Tı.ırker en Marokanen= Hürnanistik Kuruluşlar, Türkler ve Faslılar" tarafından yapıl­ mış ortak bir çalışma, Hı.ırnanistische St-tdie Centrurn, Hollanda, 1987. İsliim Ansiklopedisi, TDV, 4. cilt, İstanbul, 1991. İsliim Ansiklopedisi, MEB, 5-II. cilt, İstanbul, 1993. Küçük, Hülya, Yurt Dzşmdah Türk Çocuklannın Terbiyevi Problemleri ve Çöziim Yolları, (I. İslamcia Aile ve Çocuk Terbiyesi Sempozyornı.ı, s. 18202), ISA V, İstanbul, 1994. Van der Laan, Peter, Residentielee Hulpverlening aan Marakaanse Jongeren, Den Haag, 1985. Sı.ırinaamse, Turkse en Living in Two Cultures, UNESCO, Paris, Frani:e and Gower Publishing Limited, Gowerhouse, England, Paris. İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (II) 290 Religiöse Untrweisung Fur Schuler Islamisehen Glaubens (Cirriculumentwicklung), landesinstihıt Für Schule und Weiterbildung, Soest, 1986. Salıihıı Müslim, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1981. Silnen-i İbn Mace, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1981. Sünen-i Tirmizi, Çağrı Yayınları, İstanbul,l981. Söz Hakkı, Mart, Ekim 1991 (Hollanda' da çıkan "Türkler İçin Danışma Kımılu" yayın organı). Uluç, Sıtkı, Avnıpa'da İsliim, "Dönen/er", Brüksel, 1989. Verslag vaİı Hendrik Kramer Instihıt, Over de ]aren 1990-1991 (Hendrik Kraenıer Enstitüsü'nün 1990-1991 Ayrıca "de Volkskrmıt, Yılianna ait Raporn) .. Hürriyet gazetelerinden alınhlar da kaynak olarak kullanılmış­ hr. EK-1 Islamitische basisschool "İBN-İ SİNA" UITNODIGING" WELKOM, WELKOM İN DE ZEGENSTRAAT 120 Aan aile ouders en iedeen, WOENSDAC 11 OKTOBEER wordthet MEVLİD feest op de school İbn­ i Sina gevierd "De geboorte van Mohammed". de hele ochteend worden er allerlei activiteiten gedaan zoals; video, muziek, cadaautjis geven, knutselen, enzovoorts. Wi willen U een Uw familie en vrienden uitnodigen om te komen kijken en helpen. De school is open voor ondereen van 9.00 UUR TOT 12.00 UUR. U BENT ALLEMAAL VAN HARTE WELKOM lll. KOM KI}KEN OF ll OKTOBER İbn-i Sina basisschool Zegenstraat 120 Charlois DAVET l l Ekim Çarşamba günü, peygamberimiz Hz. MUHAMMED'in doğu­ mu münasebetiyle, İslam okulu İBN-İ SİNA' da MEVLİD programı düzen- . lenmiştir. Bu programa bü_tün öğrenci velileri ile isteyen herkes katılabilir. MÜSLÜMAN AİLELERİN PROBLEMLERİ ve ÇOZÜM YOLLARI 291 Programımızda, öğrencilerin bazı etkinliklerinin yanında din konuları anlatan video kasetleri seyredilecektir. Öğrencilere hediyeler verilecek. İlahi­ ler okunacak, Peygamberimiz'in doğumu ile ilgili bilgiler verilecek. Biz sizleri ailenizle, arkadaşlarınızla birlikte bekliyoruz. İslam okulu İBN-i SİNA herkese açıkhr. 11 Ekim'de sizleri aramızda görmek bizleri mutlu edecektir. Prografn sabah saat 9' da başlayıp 12' de bitecektir. . İBN-İ SİNA İslam Okulu Zeegen Straat 120 CHARLOİS EK-2 Ders Nelerle İlgili Olmalı (İçindekiler) "Hepimiz arkadaş edinmek istiyoruz". * Oynama ve öğrenme - Oyun kuralları bulmak, bilmek, bunlara uymak. -Anlaşmazlık; anlaşmazlığın nedenleri, uzlaşma, geçinme. - Yardım etmek. * Müslüman ve Hıristiyan çocuklar, arkadaşlar - Oyun arkadaşları - Okul arkadaşları * Reddedilme, yalnız bırakılına ve ayrım ile ilgili deneyimler - Ali'yi birlikte oynatmıyorlar. Neler Öğrenilmeli (Öğrenim amaçları) Anlaşmazlığın, davranış kuralları hazır nedenlerini araşhrmak, uzlaşma olanakları bulmak ve yaratmak suretiyle ortadan kaldırmaya yetenek kazanıp olmak. Zor koşullar altında da olsa aynı okuldaki Hıristiyan öğrencilerle arkadaşlık kurma yeteneğini kazanıp buna hazır olmak. Arkadaşlık kurma yeteneğini kazanıp buna hazır olmak. Arkadaş sahibi olmanın ne kadar önemli olduğunu fark etmek. Yardım etme ve yardım kabul etme yeteneğini kazanıp buna hazır-ol­ mak. Dersi Destekleyebilecek Yardımcı Araçlar (Yardımcı ders araçları) *Ortak Müslüman ve Hıristiyan adlarını bulup çıkarıyoruz: Örneğin: Ya'qup- Yakup- Jakop . Maryam- Meryem- Maria Adam- Adem- Adam Hawwa- Havva- Eva Yahya- Yahya- Johannes * Arkadaşlıkla ilgili İsH1m kaynakları: İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (II) 292 Örneğin: Hz. Muhammed'in arkadaşı Ebu Bekir, İbn Hişam, Sira II, 123 ve devamına göre 3 *Bir konuyu oyunlaştırıyoruz: "İki arkadaş, bir anlaşmazlık" * Öğretni.ene bilgi için filmler: FWU Nr. 32 2504 ve FWU Nr. 32 261 4 *Aramızda konuşuyoruz: kazanma yolundaki başarılı veya başarısız denemelerle ilgili dile getiriyoruz. - Diğer çocuklarla olan olumlu ve olumsuz yaşantılarımızı anlatıyoruz. - Birçok Alman çocuğunun Türk çocuklarına karşı reddedici davranışına açıklayıcı nedenler arıyoruz. - Birbirimizin resmini yapıyoruz. Worauf sich der Unterricht beziehen soll (Inhalte) "Wir all e möchten einen Freund gewinneri.". -O Spielen und Lernen - Spielregeln erfinden, kennen, beachten - Streiten: Gründe des Streits, Kamprami B, vertragen - helfen O Muslimische Kinder und christliche Kinder - Freunde - Spiel kameraden - Schul kameraden O Erfahrungen mit Ablehnung, Isolation u. Diskriminierunq - Ali darf nicht mitspielen. Was gelemt werden soll (Lernziele) Fahig und bereit sein, Streit durch Untersuchung der Gründe, durch Finden von Kapramissen und Schaffen von Verhal tensregeln beizulegen Fahig und bereit sein, auch unter erchwerten Bedingungen, Freundschatt mit chistlichen Mitschülern zu suchen Fahig und bereit sein, Freundschaft zu bedründen Erkennen, wie wichtig es ist, Freunde zu haben Fahig und bereit sein, Hilfe zu leisten und Hilfe enzunehmen den Unterricht unterstützen Welche Hiffsmittel können (Unterrichtshilfen). O Wir sammeln gemeinsame Islamich-christliche Namen z. B. Ya' qup -Yakup- Jakop Maryanı - Meryem Maria · Hawwa- Havva- Eva Yahya- Yahya- Johannes - Arkadaş yaşantılarımızı MÜSLÜMAN AİLELERİN PROBLEMLERİ ve ÇOZÜM YOLLARI 293 o Islamische Quellen über Freundschaft: z. B. Hz. Muhammads Freund Hz. Abu Bakr, nach Ibn Hisam: Sira II, 123 ff 3 o Wir machenein Rollenspiel: "Zwei Freunde, ein Streit" o Filme zur Lehrerinform<;ıtion: "Rollenverhalten und Rollenspiel". FWU Nr. 32 2504 und "Gelenktes Rollenspiel". FWU Nr, 33 2616 o Wir . sprechen miteinandern: -Wir enzahlen von Erlebnissen gelungener ader misslungener Veruche, Freunde zu gewinnen. - Wir erzahlen von positiven und negativen Erlebnissen mit anderenKindern. - Wir suchen Erklarungen für die ablehnende Kindern. o Wir zeichnen uns gegenseitig. EK-3 Sayın bay/bayan, Afrikaanderwijk ile Tarwewijk mahallerinde Türk yaşlıları arasında bir bilimsel araştırma yapılacak. Bu araştırmanın amacı, yaşlı ve genç Türklerle konuşarak, yaşlılar tarafından arzu edilen ve buna nazaran verilebilen yardımı ölçmek. Birinci nesil göçmenlerde yaşlılığın gerektirdiği sorunlarla yakında ortaya çıkacak. 50 yaşını geçen Türklerin büyük bir kısmı herhalde anavatana dönüş yapmayacak ve ihtiyarlık günlerini Hollanda' da geçirecek. Az Hollandaca bilen bu grubun yakın zamanda ihtiyarlara hazırlanan olanaklardan faydalanmak isteyecekleri bekleniyor. Türk yaşlıları arasında bir araştırma hazırlama görevi ile 1991' de bir çalışma grubu ilk defa toplandı. Görevi verenler Deelgemeente Chalois ve KVV idi. Araştırmanın amacı Türk yaşlılarının durumunu eleştirrnek ve gelecekteki bakım vs. arzularını öğrenmek. Aynı anda bakım örgütlerinin ne derecede bu arzuları yerine getirebilecek güçte oldukları gözden geçirilecek. Araştırmanın sonuçları Charlois ve Afrikaanderwijkteki yaşlılara yöneltilen idareyi belirleyecek Yaşlıların ikamet/ev durumu öncelikle araştırı lacak. Araştırmacılarıımz sizinle 1 1/2 (birbuçuk) saat konuşacak. Yakında 294 İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il) Onu aniattığınız her şey gizlidir. Anonim kalacağınızı bu mektupla garantiliyoruz. Bu araştırmaya katılan örgütler: - Kocatepe cami (bay Kılıç ve bay Akdemir) - Migrantenopbouwwerk Tarwewijk (bay Taş) - Huize Maaveld- KVV (bay Scchellekens), -Charlois azınlıklar koordinatörü (bay van Genderen) - SGGC (Sociaal Gerontologisch en Geriatrisch Centrum) - Deelgemeente Charlois (bay Dekker) EK-4 Eğer herhangi bir sorunuz varsa telefon ile bizimle görüşebilirsiniz: Bay J.S.M. Schellekens, Huize Maaveld, tel.; 4 8":!: 55 55 veya Bay M. J. Dekker, Deelgemeente Charlois., 410 74 28. Ara!,tırmacımıza ayırdığınız vakit için şimdiden teşekkür ediyoruz. Bütün katılan örgütler namıma selamlar, Drs. J.S.M. Schellekens Drs. M.J. Dekker Deelgemeenh;; Charlois Huize Maasveld Onderzoek Turke ouderen in de Tarwewijk en de Afrikaan-denvıjk Geachte mevrouw/mener, in' de Afrikaanderwijk en de Tarwewijk wordt binnenkort een onderzoek geraan naar Turkse ouderen. Het doel van dit onderzoek is om via vraaggesprekken met Turkse ouderen en Turkse jorgen:!n een invertarisatle te maken van v~anag in de twee wijken. De vergrijzing gaat opk een rol spelen bij de eerste generatie migraten. Een groeiend aantal Tuurken van 50 jaar en oudeer zal haar aile waarschijlijkheid niet terugkeren naar Turkije en zij zullen hun oude dagin Nederland doorbreengen. De kans dat dezee groep, die in het algemeen slecht Nederlands spreekt, in de m:bije toeko-mst een beeroep doet öp de voorzieningen voor oldereen neemt sterk toe. In 1991 is een werkgroep samengesteld meet de opdracht een onderzoek voor.te bereeeiden naar en öndet Turkse ouderen. De opdrachtgevers van dit ondeerzoek zijn de Deelgemeeente Charlois en het KVV (St. Katholiekeee Veerplegings- een Verzorgingsinnstellingen Rotterdam). Heet onderzoeek dat drie maandeen gaat dureeen heefb tot doel om inzicht te krijgen in de positie van Turkse ouderen en hun vraag naar verzorging MÜSLÜMAN AİLELERİN PROBLEMLERİ ve ÇOZÜM YOLLARI 295 Gelijktijdig zal worden nagigaan in hoeverre de hulpverlenende instanties in staat zijn voor Turkse ouderen te zorgen. De gegevens zullen dienen ter ondersteuning van het te voeren omenen migranteenbeleid in de deelgemeente Charlois en de afri-kaanderwijk. Nadrukkelijk zal de huisvestingssituatie van Turkse ouderen aan de orde komen. ISBI (Islamitishe Stichting Bevordering Integratie) . EK-5 Hollanda İslam Konseyi (IRN), Hollanda Müslümanlar Konseyi (MNR), Müslümanların üst kuruluşları, Müslüman akademisyen ve öğrenci kuruluş­ ları, Rijmond İslam Cemiyetleri Platformu (SPIOR), İslam Okulları Üst Kuruluşu (ISBO), Hollanda İslami Eğitim ve Öğretim Vakfı (ISNO), imamlar danışma kuruluşu yöneticileri ve imam konferansına bütün katkıda bulunanlara, ·Den Haag, Temmuz 1992 Selamün Aleyküm, Kardeşler, 8 Haziran 1992 tarihinde Vooburg'da yapılan İmamlar Konferansı'nda Hollanda Kültür Bakanlığı'ndan Bayan Drs. C.M.M Meiners'in konuşmasın­ da diğer hususlada birlikte müslümanların ruh sağlıkları ile ilgili yapısal eksikliklere de işaret edildi ·(Bayan Meinersin açış konuşmasının özetine bakınız, ek 1). İmamların ülke çapında bir kuruluşlarının olmadığı, müslümanların ruh sağlığı ile ilgili ülke çapında hizmet sunacak bir servis bürosunun bulunmadığı ve günden güne daha da ağırlaşan imamlık ve benzeri hizmetlerle ilgili eğitim verecek bir enstitünün eksikliği belirlendi. · Müslümanlar, eksikliği belirlenen konularda sorumluluk yüklenecek çok sayıda müslüman organizasyon bulunduğunu bilmektedir. Bu konuda her kuruluş katkıda bulunabilir. Bu yapıların oluşturulabilmesi için çok açık bir uzlaşma vee işbirliğine ihtiyaç duyulmaktadır. Kuruluşunuzun da bu konuda üzerine düşeni yapmaya hazır olduğuna kalpten inanıyoruz. Söylemek istediğimiz, bu konuİarda muhtelif kuruluşla­ rın projeler tarzında çalışmaya hazır olmalarıdır. Şu projeleri geliştirmeyi düşünmekteyiz: - Ülke çapında bir imamlar kuruluşu; - Müslümanlar için rum sağlık kuruluşu; - İmamlık ve benzeri hizmetler için bir eğitim enstitüsü. 296 İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il) Sizin temsilcileriniz diğeleri ile birlikte önce hazırlık çalışmalarında yer alarak bir sonrar:i safhada bağımsız tüzel kişilikler oluşturabileceklerdir. Toplu olarak projeler üzerinde çalışılacak, böylece proje çerçevesinde yer alan müşahhas konulara daha iyi konsantre olunması sağlanacaktır (projelerle çalışma konusunda bakınız, ek 2). Nihai amacımız, projelerle ilgili kimse- . !erin kendi projelerini, müslüman kuruluşların destekleri ile koordine etmeleridir. · 15 Ekim 1992 tarihinden önce kuruluşunuzdan hangi temsilcilerin, çalışmaya hazır olduklarını, hangi projelerde yer alabileceklerini bildirmenizi rica ediyoruz. Bu konuda ilişikteki bildirim formlarını kullanabilirsiniz. inşallah Kasım ayında hangi kuruluştan, kimlerin, hangi projelerde çalışmaya hazır olduklarını sizlere bildireceğiz. Son olarak, bu yazımızı, bu kuruluşla­ rın oluşturulmasında katkıda bulunacak kimselerin de dikkatine sunmanızı rica ederiz. Vesselam, Abdulkadir Jarmohamed 1Sekreter EK-6 Bijiage 1 Sameıivatting van de openingsinleiding van mevrouw drs. C.M.M. Meiners, Hoof van de Hoofdafdeling Minderbeden bij het ministede van WWC over de noodzaak van structuren binnen de moslimgemeenschap op de imamconferentie van 8 juni 1992 te Voorburg. in het maatchappelijk debat over de integratie van moslims blijkt steeds weer hoezer· imams een belangrijke rol kunnen spelen in het integratieproces, Imams zijn immers niet alleen voorgangers, maar zij kunneeer ook een functie vervullen in de geestelijke verzorging ·of in instellingen van maatschappelijke zorg. Naast een goede vertrouwensrelatie met bijvoorbeeld jorgeren wordt van imams ook bijzonderee deskundigheid en kennis van zijn uitbreidend werkterrein geeist. in de praktijk blijk dat imams dee vraag tot interventiee Jang niet altijd opp adequate wijze te kunnen beantwoorden. Het knelpunt ligt vooral in de feitelijike inschakeling en toerusting van imams. Het gaat vaak om mensen die "gelooftechnisch" wel voldoen, maar het probleem is dat zij veelal niet in staat blijken te zijn hun boodschap helder in de actuele Nedeerlandsmaatshappelijke context te plaatsen. De wortel van dit probleem nq ligt in de organisatievorm, beter gezegd in hmet ontreken van een structuur, hetgeen nadelige gevolgen heeft voor onder meer de rechtposie en de deskundigheid van de imams. MÜSLÜMAN AİLELERİN PROBLEMLERİ ve ÇOZÜM YOLLARI 297 Rechtspositie In de Nederlandse rechtpraak is komen vast te staan dat een imam, evenals een prediikant, een geestelijk ambtdrager is in de zin van het Nederlandse arbeidsrecht en zich derhal ve tegen een eventueel ontslag niet kan beıroepen op de rechter. Een verschil is echter dat een met ontslag bedreigde predikant zich op daatae bevoege hogere instanties van zijn kerkelijke orgariisatie kan beropen, terwijl de imam die vorm van interne beroepmogelijkheid ten enen male outbeert. Het resultaat kan dan zijn dat heet ontslag van een imam, wiens eniğe titel tat (tijdelijk) verblijf in Nedeeriand besiaten ligt in zijn aanstelling tat imam, gelijk staat aan zijn onrniddellijke uitzetting uit Nedeerland. Deskundigheid Daaher ontbreaken van de sociale infrastuctuur van het land van herkomst bij de allochtonen heeft de functie van de imam als geestelijk leider van een gemeenschap in Nederland een groter gewicht gekregen dan deze tat nog tae over het algemeen had. Een veel grotere nadruk is komen te liggen op werkzaamheden als geestelijk begeleideeer en soeial werker tegelijkertijd. Diverse omstandigheden blijken echter een goede toerusting van de imam op al dezee terreinen in de weg te staan. Opgeleid in hun land' van herkomst zijn imams veelal onvoldoende ingespeeld op de Nedeerlandse samenleving. Did geldt in versterkteee mate ten aanzien van de situatie van allochtone vrouwen en jvrgeren die in ons land zo fundamenteel anders is dan in de landen van herkomst. Behalve dit afwijkende referentiekader doen zich ook nog taalproblemen voor. In het kader van de deskundigheids'1evodering kan worden gedacht aan theologische opleidingen, waarbij ook aan de w1iversiitaire onderwijsinstellingen een rol wordt toegedacht. de mi!:Üster van OndEı wjis en Wetenschappen heeft de bereidheid uitgesproken or een umiversitaire imamopleding in te ricten. Het gaaat hier om een pricc. Je- uitspraak. Het initiatief voor een dergelijke opleiding moet uite-ra,_ d uit Islamitische kringen zelf komen. De commissie Hirsch-Ballin koppelt aan een imam-opleiding de instelling van een onafhankelijR servicebureau geestetijke verzorg-ing minderheden. Uit het feit dat WWC voor een dergelijk servicebureau al drie jaar middelan heeft gereserveerd, moge het belang blijken dat dit departement eraan hecht, maar ook dat eniğe haast geboden is om tat de noodzakelijke overeensteınming te koınen. Daarnaast hecht WWC aan de 298 İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (II) active rol van de moslimgemenschap in de processen van opvang en inburgerig. Indien nu vasgeteld word dat deze geenschap daarbij een beoep doet op de inbreng van imam, dan is het van belang dat zij daartoe optimal worden toegerist. EK-7 OPNAME BERICHT DO 04-01-199115 OPGENOMEN KARIMI 5 SEDIGHEHV OP AFDELING: CARD P/A DISSELSTRAAT 3075 CB ROTTERDAM MOHAMMEDAAN GEB. DATUM: 14-04-1934 CONVENT DER KERKEN VAN R'DAM .HANG S 3011 GG ROTTERDAM.