1 Ethem Ruhi FIĞLALI YAZARIN HAYATI

advertisement
Ethem Ruhi FIĞLALI
Selçuk Yayınları / İstanbul - 1991
YAZARIN HAYATI
Ethem Ruhi Fığlalı (d. 8 Aralık 1937, Burdur), Türk ilâhiyatçı, akademisyen ve eğitimci. Ethem Ruhi, 8
Aralık 1937'de Mehmet ve Emine Fığlalı'nın ilk çocukları olarak Burdur'da doğdu. 1982
yılında profesör oldu. 1982 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dekanlığına atandı. Bu
görevini 1992 yılına kadar sürdürdü. Bu dönem içerisinde rektör yardımcılığı görevini de üstlendi. 1992
yılında kurucu rektör olarak Muğla Üniversitesinde görevlendirildi. 1990 yılında Üniversitelerarası Kurul
kontenjanından YÖK üyeliğine seçilmiştir.
Fığlalı,
öğretmenlik
ve
akademik
hayatı
sürecinde
birçok
kitap
yazdığı
gibi İngilizce, Arapça ve Fransızcadan çeviriler ve makaleler de yapmıştır. Aynı zamanda birçok
ansiklopedinin de İslam diniyle ilgili maddelerini de yazmıştır.
Muğla Üniversitesi'nin kuruluşuyla birlikte Fen-Edebiyat fakültesinde ilk faaliyete geçirdiği bölüm
Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları bölümüdür. Bu bölüm, Türkiye’de açılan alanının ilk bölümüdür.
Fığlalı'nın ailesi hakkında çeşitli görüşler ileri sürülse de bunların gerçekle ilgisi yoktur. Anne
tarafından büyükbabası Burdur'da müftülük ve hafızlık yapmıştır. Aleviler ile olan ilgi ve ilişkisi
babasının mesleğinden dolayıdır. Babası hızarcılık yapmaktadır ve hızarda ise karı - koca tahtacı bir
çift çalışmaktadır. Fığlalı'nın emekli olması nedeniyle kendisine adanan Milli Folklor dergisinin 60.
sayısı sayfa 17'de bu konuda yeterince bilgi verilmiştir.
Fığlalı, on yıl süre ile yürüttüğü (10.11.1992-11.12.2002) Muğla Üniversitesi rektörlüğünden 16 Ocak
2003 tarihinde erken emekli olmuş ve 2010 yılına kadar Muğla'da Muğla Üniversitesi için kurulmuş
bulunan Sıtkı Koçman Vakfı başkanlığını yürütmüştür. Şimdi ise kışın (Kasım-Nisan) Aydın'da, yazın
da (Mayıs-Ekim) İzmir/Seferihisar'da yaşamaktadır.
Eserleri
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri (1980)(12. Baskı: 2004)
Kadıyanilik (Ahmediye Mezhebi) (1986)
Kadıyanilik (1994)
Babilik ve Bahailik (1994)
İslam'a Karşı Cereyanlar: Babilik ve Bahailik (1981)
Din ve Devlet İlişkileri (1997)
İmam Ali (1997)
İmamiye Şia’sı (1984)(2.Baskı: 2008)
Türkiye'de Alevilik Bektaşilik (1990)(5. Baskı: 2006)
Geçmişten Günümüze Halk İnançları İtibariyle Alevilik - Bektaşilik (1994)
Milli Bütünlüğümüz ve Hacı Bektaş Veli (Mahmut Aydın ile birlikte)
Türkistan'ın Piri Hoca Ahmed Yesevi ve Külliyesi ( Kemal Eraslan, Selçuk Mülayim, Yaşar
Çoruhlu ile birlikte)
Atatürk ve Din (1988)
Atatürk Düşüncesinde Din ve Laiklik (1999, T. Müftüoğlu, İ. Karakuş ile birlikte)
Din ve Laiklik Üstüne Düşünceler (2001)
İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri (1983) (Doktora Tezi)
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi (ortaokul 3. sınıf)
Günümüz İslâm Mezhepleri (2008)(2.Baskı:2011)
İtikadî İslâm Mezheplerine Giriş (2007)
İslam, Laiklik ve Türk Laikliğindeki Uygulamalar (2010)
İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, Prof. W. M. Watt'tan çeviri (Ankara 2010, 3.Baskı)
Mezhepler Arasındaki Farklar, A. el-Bağdadi’den çeviri (Ankara, TDV., 4. Baskı)
www.altinicizdiklerim.com
1 •
•
•
•
•
İslam'da Ayrılıkçı Görüşler, H. Laoust'tan çeviri S. Hizmetli ile birlikte, 1999)
Atatürk'ün Din ve Laiklik Anlayışı (2012)
İslam'da Sosyal Dayanışma, Muhammed Ebu Zehra'dan çeviri O. Eskicioğlu ile birlikte(1969)
İslâm'da Siyasi ve İtikadi İslam Mezhepler Tarihi, O. Eskicioğlu ile birlikte (1970).
Risaletu'l-İ'tikadati'l-İmamiyye (Şii-İmamiyye'nin İnanç Esasları) İbn Babeveyh ek-Kummi (Şeyh
Saduk)'tan çeviri (1978)
ALEVİ İSMİ BAHSİ “Alevi” ismi konusu en karmaşık konulardan biridir. Arapçada, Ali’ye mensup, Ali’ye ait
anlamına gelen Alevi, İslam tarihi tasavvuf edebiyatında ise, Hz. Ali’yi sevmek, saymak ve
her hususta ona bağlı olmak anlamında kullanılmıştır. Ayrıca Hz. Muhammed’den sonra
onun, Allah’ın ve Hz. Peygamber’in tayini ile halife olması gerektiğini kabul edenler içinde
“Şia” ile eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Bektaşilik, Hacı Bektaş Veli tarafından kurulduğuna inanılan bir tarikattır. Bektaşiliğe, Hz. Ali
ve Ehl-i Beyt sevgisi, tevella ( Ehli Beyt’i sevenleri sevme), teberra ( Ehl-i Beyt’i sevmeyenleri
sevmeme) gibi Aleviliğin esaslarına bağlılığından dolayı Alevilik denebilir. Köy Bektaşi’si ve
şehir Bektaşi’si diye ikiye ayırabileceğimiz Bektaşiliğin Köylü kısmına Alevi ,şehirli olana
Bektaşi diyebiliriz. Bektaşilik bir tarikat olduğundan yola giren herkes Bektaşi olabilir, ama
Alevilik soya bağlıdır ve ancak anası ve bilhassa babası Alevi olan Alevi olabilir.
Bizim tarihimizde kırmızı börk giyen başlık giyen Sünni-Alevi bütün Türkmen boylarına
verilen bir isimdir. Nitekim Türkmen boyları arasında Karakalpak, kızıl börk, Kızılbaş, kara
börk, Yeşilbaş, Akbaş ve benzeri birçok isme rastlanmaktadır.
Görüşleri ve inanışları itibariyle Kızılbaşlığın, İmamiyye mezhebi ile 12 imam hakkındaki
inanış dışında hiçbir ilgisinin bulunmadığı neredeyse kesinlik derecesinde açıktır.
Kızılbaşlıkla ilgili Türkler, Ebu Ducane, Şeyh Haydar Kızılbaşlık giyerler ve Sıffin’de,
Hayber’de Hz. Ali kırmızı boyunluk takmıştı. Anadolu Alevilerine Tahtacı, Rafizi, rafıza (Zeyd,
Hz. Ömer ve Hz. Ebubekir’i kötülemeyince kendini terk edenlere Rafızi denir) isimleri de
kullanılmıştır.
1- İSLAM’DA İLK SİYASİ OLAYLAR
İlki Kırtaş olayıdır (vasiyetname olayı). İbn Abbas, Hz. Peygamberin ölümünden önce üç
vasiyette bulunduğunu ve bunları; Arap yarımadasında hiçbir gayri Müslim’in oturmaması,
elçilerin hürmetle karşılanması ve unuttuğu üçüncü bir vasiyet olarak açıklar. İşte üçüncünün
Peygamberimizin Hz. Ali’yi halife olarak işaret ettiği savıdır. Peygamberimiz hasta iken kâğıt
istemiş ve sözde kendisinden sonraki Halifeyi işaret etmek istemiş fakat kendisine kâğıt
verilmemiş diye bir söylenti vardır. Hastalığın şiddetinden söylenmiş sözler olarak
söylendiğine karar verilen bu isteğe münakaşa ve kavgalardan sonra olumsuz yanıt
verilmiştir. Bu mesele uzun zaman İslam âlemini meşgul etmiş ve ayrılıklara sebep olmuştur.
İkincisi Hilafet meselesidir. Hilafet meselesi peygamberimiz vefat ettikten sonraki en önemli,
en karışık ve en ihtilaflı meseledir. Beni Saide de başlayan bu süreç günümüze kadar
gelmiştir. Peygamberimizin vefatı ile beraber cahiliye döneminden gelen eski ve bastırılmış
duygular ortaya çıktı ve yaşamaya çalışan İslamiyet’in ayrışmasına sebep oldu. Sahabe
döneminde dengeleri gözeten ve kendi asaplarını göz ardı edemeyen halifeler ve Hz. Ali’nin
mücadelesi bütün İslam âlemini kuşatmıştır. Daha sonra taraf olanlar kendilerini meşru
www.altinicizdiklerim.com
2 kılmaya çalışanlar bu isteklerine uygun zemini hazırlamak için birçok dayanaklar üretmişler
ve bunları peygamberimize kadar götürmüşlerdir. Hz. Ali’nin ve ailesinin yaşadıkları
sonradan İslam’a katılanlara hep acı veren bir rehber olmuştur. Haşim oğulları ile Ümeyye
oğulları arasındaki mücadele İslam’ı çeşitlendirmiştir.
Üçüncüsü Cemle olayıdır. Hz. Ali ve Hz. Aişe’nin rakip olduğu ve Basra yakınlarında
meydana gelen savaştır.
Dördüncüsü Sıffin savaşıdır. Muaviye ile Hz. Ali’nin yönettiği taraflar bey’at meselesinden
dolayı savaşmışlardır. Birçok Müslümanın hayatını yitirdiği bu savaş ve hakem olayı İslam’ın
kanayan bir yarası olarak günümüze kadar gelmiştir. Bu savaş sonrasındaki hakem olayını
kabul etmeyen bir kesim Hariciler hareketini başlatmıştır. Bu hareketle İslam’ın temel
değerleri sarsıntıya uğramıştır. Birçok masum kanı boş yere yüzyıllarca akmış ve İslam’ın
hoşgörüsü darbe yemiştir.
İşte Türkler, bu olayların akisleri ile şekillenmiş bir İslam’la karşılaşmışlar; daha sonraki
hayatlarında, bu ilk olayların doğurduğu izler, her zaman müşahede edilmiştir.
Beşincisi Kerbela’dır. Hz. Ali’nin evladına karşı Ümeyye oğullarının başlattığı sürek avı, en
kanlı olarak Kerbela denen yerde Hz. Hüseyin ve efradı için olmuştur. Katliam yapılarak
öldürülen Ehli Beyt’in yankıları İslam âleminde sönmeyen bir alev olmuştur.
2- İSLAMİYET VE TÜRKLER
Türklerin Araplarla, dolaylı olarak İslamiyet’le ilk temasları Horasan’ın fethi ile başlamış ve
Maveraünnehir’in fethi esnasında çok çetin savaşlar şeklinde devam etmiştir. Hz. Ömer
zamanın da başlayan fetihler Türk halkını yıldırmış ve İslam’ın Türkler tarafından çok geç
kabul edilmesine ve yavaş yayılmasına neden olmuştur. Türk Yurdunda cihat etmeye çalışan
komutanların acımasızlığı ve müsamahakâr davranmamaları İslam’ın yayılmasında hız kesici
olmuştur. Arapların kendi anlayışını ve hükümranlığını dinin önünde tutmaları, mevali
dedikleri Araplar dışındaki Müslümanları cahil bırakma arzuları, din yanlış algılanır korkusu
ile alınan sert önlemler ve merkezden uzaklaştıkça hareketlerinin disiplinsizleşmesi gibi
konular, Müslüman olacak yeni kitleleri korkutmuştur.
Müslümanlığa yeni katılan Türklere, sunulan Müslümanlık, mezhepler arasındaki başkalıkları
anlamalarına ya da hangi inancın hangi mezhebe ait olduğunu bilebilmelerine imkân
vermeyen, dinsiz komşularına karşı savaş açmış, evrensel ve ilkel bir Müslümanlıktır.
Abbasiler, Emevilere karşı yandaş bulmak için Türkler arasında nakip ve dai’ler aracılığı ile
kararlı ve sürekli bir propaganda yürütüyorlardı. Böylece mevalileri safına alan Abbasiler
Halifeliği devraldılar. İş başına Abbasilerin geçmesi ile mevalinin talihi de değişti. Talas
savaşı ile Çinlilere büyük darbe vuran Müslümanlar, bu savaşta kazanmalarını sağlayan
Türklerin askerliğinden yararlanmaya başladı. Abbasiler, iktidarlarını Türklerin askeri
güçlerine dayandırarak korumayı seçtiler. Arap yarımadası dışında Müslümanlığı yayma
faaliyetini mevali askerlerine yaptırarak Araplara karşı olumsuz havayı yumuşatmayı
düşünen Halifeler, bunda da başarılı olmuşlar ve kendi içlerindeki kabile mücadelelerine
karşı büyük bir güç sahibi de olmuşlardı.
Saltuk Buğra Han ile başlayan kitleler halinde Müslüman olma faaliyeti bütün Orta Asya’ya
yayıldı. Müslüman olan Türkler, kendilerine Türkmen diyor ve diğerlerinden uzaklaşıyordu.
www.altinicizdiklerim.com
3 Tek Tanrı anlayışı içinde yetişen Türk boyları yeni dinlerine çok çabuk intibak ettiler. Savaşçı
karakterlerini cihat yapmakla özdeşleştiren Türk boyları mağdur durumda olan ve zulmün
önünden kaçan Ehli Beyt’e sahip çıkmıştır.
Kendi yaşantısından alıntılar yaparak İslami hayatını oluşturan Türkler Araplarda dinin özü ve
Kur-anı Kerim hariç farklılaşmışlardır. Yıllardır yaşadıkları hayat tarzlarını İslam’ın içine ithal
eden Türkler, merkezde yaşayan Müslümanlarla belli konularda itilafa düşmüşlerdir.
Hoca Ahmet Yesevi gibi bir fakih binlerce Türkü İslam’la yoğururken bölgesine gelen birçok
Din adamından etkilenmiştir. Kendi müritlerini de Orta Asya’ya has bir İslamiyet içinde
yetiştirmiştir.
3- ANADOLU’DA İSLAMİYET
Abbasiler döneminde Anadolu’ya birçok akınlar yapılmış ve özellikle kolonizatör dervişler
diyebileceğimiz gaziler İslam inancını mükemmel yaşayarak ve anlatarak Anadolu’nun
Müslümanlaşma sürecini hızlandırmışlardır.
Selçuklu devletinin sahneye çıkışı ile Anadolu’nun Müslümanlaşması için cihat etmeye gelen
Türkler, hem dinlerini yaymışlar hem de sayıları artan Müslüman soydaşlarına yurt
bulmuşlardır. Selçukluların tarih sahnesine çıktığı zaman Türkler Şii ve Sünni olmak üzere
ikiye ayrılmış durumda idiler. İtikadı açıdan Maturidi ve Eş’ari, fıkhi açıdan da Hanefi, Şafii,
Hanbelî ve Maliki okullarından oluşan Sünniliğin resmi mümessili Bağdat Abbasi Halifeliği idi.
Anadolu’ya gelen ve Horasanda Melamilik tedrisatından geçen Horasan Erenleri ve onların
müritleri her türlü kibirden, riyadan, gösterişten, övünmekten ve dünyevi ihtirastan uzak
kalmak, kendini bütünü ile Allah’a teslim etmek gibi özelliklerle insanlara tasavvufu anlatarak
Anadolu’da İslam’ı yaşadılar.
Yeseviye ile beraber Anadolu’ya gelen Kalenderilik, Haydarilik gibi zümreler geldikleri yerlerin
yaşantılarından ve yöresel dinlerinden getirdikleri gelenekler eklenmiş inanış biçimleri birçok
Müslüman tarafından tasvip edilmiyordu. Lakin savaşçı olan bu dervişler gazalara katıldıkları
için kabul görüyorlardı. Fakat Selçuklu himayesinde olan Sünni –Hanefi anlayışın Tekke ve
zaviyeleri her şehir ve kasabada boy göstererek Sünni anlayışı koruyor ve geliştiriyordu.
Şehirden uzak olan Müslümanlar, idarecilerin zulmünden ve yapılan haksızlıklardan dolayı
meşru düzene isyan ediyorlar.
YESEVİLİK
Büyük sufi şair Hoca Ahmed Yesevi (1166) Türkistan’da Yesevilik tarikatını kurdu.
Türkistan’ın Sayram (Akşehir) kasabasında doğdu. Arslan Baba’dan ders alarak tasavvuf
geleneğinde yetişti ve Buhara’ya gitti. Buhara’da şeyh Yusuf Hemedani’ye intisap ederek,
onun üçüncü halifesi oldu. 1160’ da Yesi’ye geçmiş ve 1166’da ölene kadar Yesi’de sade
Türkçe ile Türklerin yaşayışlarına uygun bir tasavvuf propagandası yapmıştır. Eski KamŞaman tipinin devamı durumundaki Yesevi Dede, baba ve ataları ile kendilerine bağlı
dervişleri Anadolu’da Ahmed Yesevi’nin ve halifelerinin tasavvufi görüş ve düşüncelerini yine
aynı sadelik içinde, ama şifahi (sözlü) gelenek olarak getirdiler. Yeseviye’de Şamanlığın
birçok izine rastlanmaktadır. Kuş donuna girmek, kayaları oynatmak, sığır kurbanı,
ejderhaları yok etmek gibi….
www.altinicizdiklerim.com
4 Türkler samimi Müslüman olmakla beraber, kılı kırk yaran fıkıh çerçevesinde değil; çok sathi
ve hareketli topluluk yaşayışına uygun tasavvufi telkinin gösterdiği ve öğrettiği çerçevede
idiler.
Yesevi’ye göre, Kadın ve erkek hak meclisinde beraber zikir ederlerse Hak Teâlâ onların
kalplerindeki her türlü kin ve düşmanlığı yok etmeye muktedirdir.
Sünnilik dışındaki fırkalar için heterodoks terimini kullanmak ciddi yanlışlıklara sebep olur.
Ruhban sınıfının olmadığı İslam dininde Müslüman, tevhid – Nübüvvet - meâd ( Allah’a,
Peygamber’e ve Ahirete iman) esaslarına inanan herkes İslam dairesi içindedir. Tevhîd’i
lekelemeyecek ve zedelemeyecek biçimde kendi kültürlerinden gelen unsurlarla yaşadıkları
İslam’ı bezeyenlere, kesinlikle heterodoks damgası vurulamaz.
Orta Asya’da çok az Şii vardır. Hoca Ahmed Yesevi de Şii değildir. Yesevi şeyhleri
Anadolu’da yüzlerce zaviye kurmuşlardır.
AHİLİK
Anadolu’da Türk – İslam medeniyetinin temelleri “ebed-müddet” için atılmıştır. İşte tamamına
yakınının meslek erbabı olduğu Ahiler kadınlar kolu dâhil tasavvuf menşee dayalı bir zümre
olarak on üçüncü yüzyılda Anadolu’da ortaya çıkmışlardır. Asıl adı Nasiru’d-Din Mahmut bin
Ahmed olan Ahi Evren tarafından fütüvvet geleneğine dayalı kuruldu. Fahreddin Razi’den
ders alan Ahi Evren (1176’da Azerbaycan’da doğdu), Hocası ve kayınpederi Evhadüddin
Kirmani ile birlikte Anadolu’ya geldi. Karışık bir dönem olduğu için Ahilik Teşkilatı iktisadi ve
içtimai olarak toplumu değiştirmeyi ve bir arada tutarak gelebilecek kötülüklerden korumayı
kendine tasavvuf çerçevesinde bir görev addetmiştir.
Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi’nin kayınpederi Şeyh Edebali, Hacı Bektaş,
Geyikli Baba ve Abdal Musa gibi ileri gelen isimler, Kırşehir ahi katliamından kurtulup Batı’ya,
uçlara gelenlerden sadece birkaçıdır.
Kırşehir’de Ahi Evren’e kadar uzanan Ahi tekke ve zaviyesi, bir külliye halinde Bektaşi
tekkesi olarak halen de vardır.
Ahi Evren ve Ahilik bütünüyle Sünniliğin muhafızı olmuştur. Hatta onun Menahic-i Seyfi adlı
eseri bir Şafii ilmihalidir.
Ayrıca Ahi teşkilatının önemli faaliyetlerinden bir de göçebe Türkmenleri iş sahibi yapmak ve
yerleşik hayata geçişlerini kolaylaştırmaktır. Daha önemlisi yerinden yurdundan kopup
Anadolu’ya gelen göçebeleri geçici de olsa ağırlamak, barındırmak ve yeni geldikleri bu
topraklara alıştırmak idi. Bunun içindir ki, Bektaşilik daha ilk kurulduğu zamanlardan itibaren
Ahiliğin tesiri altında kalmış; Velâyetname’de Ahi Evren ile Hacı Bektaş arasında
münasebetlerden övgüyle söz edilmiştir. Diğer taraftan Bektaşilikte okunan birçok terceman,
Ahilerin Fütüvvet Name’lerinin aynıdır.
Anadolu’nun içtimai, iktisadi ve kültürel hayatını şekillendirdikleri gibi temelde Sünni -Hanefi,
ama tezahürleri itibariyle Melami meşrepli tasavvuf ve tarikatların, Ahi ocak ve zaviyelerinin
hâkim olduğu bir dini hayatın oluşmasını da sağlamışlardır.
www.altinicizdiklerim.com
5 BABAİLER İSYANI
Gerçekten, sık sık işaret ettiğimiz üzere, yerleşik hayata geçmiş şehirli Türkmenler ile
göçebeler arasındaki dini anlayış ve hayat arasında, kayda değer farklılıklar vardı ve var
olmuştur.
Babailer isyanında isimleri geçen Baba İlyas ile Baba İshak aslında birer Yesevi babasıdır.
Baba İshak da ona intisap etmiş ve baş halifeliğe kadar yükselmiş; daha sonra Kefersud’a
gönderilmiştir.
Başlattığı mücadeleyi sürdüren Ahi Evren ve müritleri 1261’de Kırşehir’de Moğollara karşı
isyan etmişler; ama katliama uğramışlardır.
Bu durum, Ahilerle Babailerin aynı dini duyguyu paylaştıkları, aynı tasavvufi meslek ve
meşrep de olduklarını ve ortak bir dini-siyasi maksat için mücadele ettiklerini gösterir. O
dönemdeki Anadolu Müslümanlığının, Şamanlık ve Sünnilik ile Melamiliğin ağır bastığı
tasavvufi meslek ve meşrebin oluşturduğu ve bizim “Türkmen Sünniliği” diyerek genel bir
ifade ile belirtmek istediğimiz bir nevi Müslümanlık olduğunu açıkça gösterir.
On üçüncü yüzyılın sonunda, İlhanlıların sarayında, Gazan ve daha sonra Olcaytu üzerinde
nüfuz sahibi olan Hacı Bektaş Veli’nin müritlerinden Sarı Saltuk’un müridi Barak Baba, Moğol
şamanlığının tesirinde kalmış meşhur bir Türk Sufisidir.
Âşık Paşazade Anadolu’da Gaziyan-ı Rum, Ahiyan-i Rum, Baciyan-ı Rum ve Abdalan-ı Rum
adları altında misafirler ve seyyahlar arasında rastlanan dört zümrenin varlığından söz eder.
1. Baba İlyas Horasani’nin halife ve müritleri,
2. Muhlis Paşa’nın halife ve müritleri,
3. Hacı Bektaş-ı Veli’nin halife ve müritleri,
4. Sarı Saltuk, Barak Baba ve benzerlerinin halife ve müritleri.
Bunlar arasında Geyikli Baba, Abdal Musa, Kumral Abdal, Abdal Murad, Abdal Mehmed,
Doğlu baba, Baba Postünpüş, Baba Muhlis gibi Bektaşi çerçevelerde hatıraları hala tazeliğini
koruyan isimlerdir.
Öte yandan Abdalan-ı Rum’un en meşhurlarından Geyikli Baba, Orhan Gazi’nin adamlarına
“Baba İlyas müridiyim. Seyid Ebul Vefa tarikatındanım” diyordu.
“… Var, seni Rum’a saldık, Sulucakarahöyük’ü sana yurt verdik, Rum Abdallarına seni baş
yaptık. Rum’da gerçekler, budalalar, sarhoşlar çoktur, artık hiçbir yerde eğlenme, hemen
yürü.”
Büyük merkezlerde ve şehirlerde, medresenin tesiriyle kitabi Sünnilik; Hanefilik şeklinde
resmi mezhep ve inanış olarak yerleşmiş ve hatta bu merkezlerdeki ulema ile tasavvuf erbabı
arasında karşılıklı bir uzlaşma ve ahenk bile kurulmuştur.
Bektaşilik siyasi otoritenin tercihi ile Yeniçerilikle irtibatlandırılıyor ve ilk Osmanlı
dönemlerinde tasvip, hatta babaları “izaz ve tebcil” edilirken, Kızılbaş adı verilen asıl
www.altinicizdiklerim.com
6 Türkmen kütle Rafizi damgasını yiyor ve Devletin sıkı takibi, hatta sürgünlere maruz
kalıyordu.
HACI BEKTAŞ VELİ VE BEKTAŞİLİK
İslam kültüründe on iki esas tarikattan biri olarak görülen Bektaşilik, mürşit olarak Hz.
Muhammed (S.A.S.)’i, rehber olarak Hz. Ali (K.V.)’yi, pir olarak Hacı Bektaş Veli (K.S.)’yi
tanır. Zamanla gelişen Bektaşilik birçok zümrenin sığınak yeri olmuş, bu zümrelerin hepsi de
tasavvufi derinliğe sahip değillerdi. Bazıları devletin takibatından kurtulmak için, bazıları
kendilerini saklamak için ve bazıları da Bâtıni faaliyetleri Bektaşi şemsiyesi altında yürütmek
için bu tarikata mensup bir derviş olarak kendilerini ifade etmişlerdir. Bu da Bektaşiliğin
bozulmasına ve dejenere olmasına sebep olmuştur. Bu zümreler; Kalenderiler, Haydariler,
Saltuklar, Baraklar ve Abdallar’dır.
a) Hacı Bektaş Veli’nin Hayatı
Hayatı hakkında teferruatlı bilgiye ulaşılamamış olmasına rağmen, ölümünden iki asır sonra
müritleri tarafından kaleme alınan Vilayet-Name’ler de bazı bilgiler mevcuttur. Hacı Bektaş’ı
Veli gerçekten hacıdır. Horasan dönüşü hac farizasını yerine getirmiştir. Bektaş, kelime
olarak eş, benzer, denk anlamlarında kullanılırdı ve eski bir isimdir.
Hacı Bektaş’ın dedesi Musa es-Sani’nin, İmam Ali er-Rıza ile görüştüğü rivayet edilir. Soyu
on iki imama ve oradan Peygamberimize kadar götürülür. John Kingsley, 1248’de doğmuş,
1281’de Anadolu’ya gelmiş 1337 de vefat etmiştir diye belirtirken, vilayet- Name’ye göre ise
1210’da doğdu ve 1270 veya 71’ de vefat etmiştir.
Ahmed Yesevi’nin talebesi Lokman Perende’den ders aldığı, silsilesinin Ahmet Yesevi
üzerinden gittiği görülmektedir. Yeseviye Ocağından Nakşilik ve Bektaşilik gibi iki büyük
tarikat doğmuştur. Nakşilik, silsilesi itibariyle Hz. Ebubekir’e, Bektaşilik ise Hz. Ali’ye gider.
İlki koyu kuralcı ve tutucu, diğeri hoşgörülü ve açık fikirlidir.
Suluca Karahöyük’te erbain çıkardığı ve 40 gün çile çıkardığı, yaptığı bir çok olayın 40 sayısı
ile kutsallaştırıldığı, böylece Peygamberimizle ilintilendirildiği görülüyor.
Anadolu’ya gelen Hacı Bektaş Veli’nin kardeşi Menteş ile ilk olarak Amasya’nın Çat Köyü’nde
Amasya’nın Çat Köyü’nde Baba İlyas ile görüştüğü Aşık Paşazade tarafından söylenir.
Yesevi ve aynı zamanda Vefai olan dede Garkın’ın halifesi Baba İlyas ile görüştüğü Aşık
Paşazade tarafından söylenir.
Babailer İsyanı ve Ahi Evren’in Kırşehir İsyanına katılmamış ve Suluca Karahöyük’te
oturmuştur. İleriyi gören bir mürşit olarak nasıl davranacağını iyi bilen bir kurucu ve
yöneticidir. Ahi Evren ile arasında samimi bir dostluk vardı. Kendisi Karahöyük’te İdris ile
karısı Kadıncık Ana tarafından misafir edilmiştir. Hiç evlenmemiş ama bazı rivayetlerle
soyunun menkıbevi olaylarla devam ettiği (Kadıncık Ana yolu ile hiçbir cinsel temas olmadan)
söylenir. Kendisi mücerreddir.
Kendisinden Babagan kolu; mücerred kolu ile Çelebiler kolu; İdris Hoca’nın kızı Kadıncık Ana
ile evliliği ve bu evlilikten olan İbrahim seydi (seyyid Ali Sultan veya Timurtaş) adlı oğlundan
gelen Çelebi kolu gelmektedir diye rivayet edilir. Kayıtlara göre İdris Hoca ile Kutlu Melek’in
kızları Fatma Nuriye ile evlenen Hacı Bektaş Veli’nin İbrahim Seydi diye bir oğlu olduğu
kuvvetle muhtemeldir. Bunun dışında anlatılan birçok rivayetlerde vardır.
www.altinicizdiklerim.com
7 Kendisinin Yeniçeri adını bizzat o günkü çeriye verdiği ve onlara Ak Börk giydirdiği rivayet
edilir.
Yunus Emre birçok şiirinde Hacı Bektaş Veli’den söz eder. Kendisinin ilk nasibi olacakken
nasıl teptiğini sonraki pişmanlığını ve Taptuk Emre’ye havale edilmesini anlatır.
Kitabu’l Fevaid, Malakat, Şerh-i Besmele ve Şathıyye ile kendisine Atıf edilen birçok eseri
vardır.
Züht ve takva ile uğraşan ölçülü bir Müslümandı. Devrinin öncesinde olan ve devrindeki
birçok din büyüğünden etkilenen hoşgörü sahibi ve açık fikirli bir dervişti. Nice zümreler onun
açık fikirliliğini ve hoşgörüsünü suiistimal etmişler ve onun adını kötüye kullanmışlardır.
Haksızlıklar karşısında dik durmayı ve tabi olduğu Türk geleneğinin bütün özelliklerini taşıyan
büyük sufinin talebeleri ve fikirdaşları yönetimle bir türlü barışamamışlar ve hep muhalif
görünmüşlerdir. Karşısındaki tutucu tarikatlar, kendisinin kopamadığı Türk geleneklerini
devam ettiren halifelerine hiç müsamahakâr davranmamışlardır. Tabi Bu tutumda tarikata
sızan Bâtıni fikirlilerin rolü de büyüktür.
Hünkâr’ın Dört kapı diyerek anlattığı şeriat, tarikat, hakikat ve marifet mertebeleri Bektaşilikte
cem ayininde yapıla gelmiştir. Dört bölük insandan bahseder ki; birincisi abidlerdir (Şeriat
kavmi ve aslı yeldendir), ikincisi zahidlerdir (Aslı ateştendir ve tarikat taifesindendir),
üçüncüsü ariflerdir (aslı sudandır ve marifet taifesidir) ve dördüncüsü taife muhiblerdir (aslı
topraktandır ve hakikat taifesidir). Hacı Bektaş Veli son derece açık ve kesin bir HanefiMaturîdî anlayışla “amel imandan ayrıdır” demektedir. Şeriatın ilk makamı iman getirmektir.
Tarikat kapısının ilk makamı “pirden el alıp tövbe etmektir”. Dört kapı kırk makam olan
merhalelerden biri eksik olursa hakikat tamamlanamaz.
b) Hacı Bektaş Sonrası Bektaşilik
Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması sırasında Bektaşi tekke ve zaviyelerinin tahrip edilmeleri
neticesinde Bektaşilikle ilgili birçok kaynak yok olmuştur. Bu yüzden Bektaşilik tarihi
bilinmezlerle dolmuştur.
On altı ve on yedinci yüzyıllarda Batıni fikirlerin istilasına uğramış olan Bektaşilik birçok
ocakta özünden uzaklaşmıştır. Uzaklaşmayan ocaklar diğer ocakların vebalini taşımak
zorunda kalmışlar ve halk nezdinde kendilerini ifade edememişlerdir.
c) Halifeler;
1-Seyyid Cemal Sultan (Altıntaş’ı yurt edinir)
2-Saru İsmail Sultan (Menteşe ili Tavaz havalisini yurt tutmuştur.)
3-Kolu Açık Hacım Sultan (Germiyan ilini yurt tutmuştur.)
4-Resul Baba Sultan (Altıntaş’a bağlı Beşkarış Mevkii’ni yurt tutmuştur.)
5- Pir Ebi (Pirab) Sultan (Konya’yı yurt tutmuştur.)
6-Taptuk Emre
7- İbrahim Hacı (Bozok ilini Yurt tutmuştur)
8- Karadonlu Can Baba ( Tataristan’ı yurt tutmuştur)
www.altinicizdiklerim.com
8 9- Huy Ata ( Tataristan’ı yurt tutmuştur)
10-Saru Saltuk Baba ( Rumeli’yi yurt tutmuştur)
11- Bostancı Baba (Denizli’yi yurt tutmuştur)
12- Molla Sa’adeddin
13- Barak Baba ( Balıkesir’i yurt tutmuştur)
Hacı Bektaş vefat edince yerine kimin geçeceği meselesinden Çelebilik ve dedebabalık
ayırımı doğmuştur. Bu konu günümüze kadar muamma olarak gelmiştir. Dedebaba,
Hünkâr’ın vekili demektir. Bu güne kadar yukarıda ismi olan sekiz kişi ve sersem Ali
Baba’dan itibaren 27 dedebaba gelmiştir. Yirmi sekizinci dedebaba halen hayatta olan Salih
Bedreddin Noyan Dedebaba’dır. Çelebilik Kolu kendi içindeki mücadeleler ile günümüze
kadar gelmiş ve günümüzde son Çelebi Cemalettin Ulusoy’dur. Çelebilik kolu, Seyid Ali
Sultan’ın oğulları Rasul Bali ve Mürsel Bali’nin çocukları arasında gidip gelmiştir. Böylece
Mürselli Kolu ve Hüdadadlı (Rasul Bali) Kolu olarak iki kol oluşmuştur. Posta hep Mürselli
kolu geçmiş ve Mütevellilik, vakıf yönetimi dahil görevler Hüdadadlı koluna verilmemiştir.
Bu ayırımın başlangıcı Balım Sultan’ın 1501’de Hacı Bektaş’a gelmesi ile başlar. Cemaleddin
Ulusoy’un tabiri ile Balım Sultan Hacı Bektaş yolunu bozmak için getirilen bir gayri Müslim’dir.
Bu ayırımlar Alevi – Bektaşiler tarafından kale alınmazlar ve Balım Sultan yaşarken bu
ayırımların hiçbiri yoktu. Muhtemelen Hünkâr’ın kurduğu tarikatın vakfiyelerinin zamanla ulufe
gibi görülmesi sonucu dağıtımda çıkan tartışmalar sonucunda bu ayırımlar çıkmış olabilir.
1551’den beri Hacı Bektaş Veli vakfiyelerinin mütevelliliği çelebilerde, post ise
dedebabalardadır.
Bektaşiliğin tarihi seyri esnasında birçok isyanların içerisinde Bektaşilerin olduğu
görülmektedir. Bu öyle bir hal almıştır ki olan bütün isyanları ve kötü şeyleri Bektaşilere mal
etmek alışkanlık halini almıştı. Kalender Çelebi İsyanı ile başlayan ve Şah Kulu Halifesi Baba
Zünnun 1526’da Bozok’ta isyanı ile devam eden isyanlar ara ara devam etmiştir. Bu
isyanların sonucunda Yeniçerilerin arasına dönmelerin alınması artırılmış ve Türkmenler
azınlık durumuna düşürülmüştür.
İkinci Meşrutiyetle beraber, 1826’da kapatılan Bektaşi tekkeleri tekrar canlanmaya başlamış
ve eskisi kadar olmasa da tarikatın gerekleri müritlerce yapılmaya aleni olarak başlanmıştır.
Birinci dünya savaşında Mücahidin Alayı kurarak ülke için savaşan Bektaşiler, Kurtuluş
Savaşına tam destek vererek vatana bağlılıklarını göstermişlerdir. Devlete olan küskünlük
zor zamanda Osmanlı Hanedanı ile sınırlı kalmış ve ülkenin bağımsızlığı için ellerinden
geleni yapmışlardır.
Atatürk dönemi sonrasında Alevi-Bektaşiler için herhangi bir şey yapılmamış ve yoklarmış
gibi davranılmıştır. Ötekiler olarak toplum içinde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Eğitim seviyesi
olarak ileri gitmişler makam ve mevkiler almışlar lakin inanç yönünden kapalı bir toplum
olarak devam edegelmişlerdir. Dini kurumsallaşma olarak birçok gruba ayrıldıklarından
herhangi bir ilerleme gösterememişlerdir.
www.altinicizdiklerim.com
9 ALEVİLİK- BEKTAŞİLİĞİN ESASLARI
Alevi- Bektaşi adap ve erkânı, diğer tarikatlarda olduğu gibi belli bir temele dayalı ve
sistematik değildir. Tarikatın içine sızan akımları ayırmak kapalı bir toplum olmaları hasedi ile
bir hayli zordur. Ayrıca Melamilikten doğduğu için diğer tarikatlarda ki (esmâ tarikatları gibi)
sey-i sülük, ezkar ve evrad gibi temel unsurlar yoktur. Yazarın yaptığı tasnif zorlama bir tasnif
olacak ve doğruluğu tartışılır olacaktır.
1- YARATILIŞ,
Tek gerçek Vücud-ı Mutlak olan Tanrı’dır. Esasen bir şey zıddı ile bilinebilir. İnsanın aziz,
kutsal olması gönlü, kalbi sebebi iledir. Kalp Allah’ın Kâbe’sidir, Evi’dir.
2- NÛR-İ MUHAMMEDİ VE ALİ,
Allah kendi nurundan bir nur yaratmış ve bu nura Nûr-i Muhammedi denmiştir. O nurun Hz.
Ali’ye de geçtiği kabul edilir. Peygamberimizin; ben ilim şehriyim; Ali’de onun kapısıdır.
Dediği söylenir. Peygamberimizin nübüvvet ve velayet sıfatları vardı ve nübüvvet sıfatı son
bulurken velayet sıfatının devam etmekte olduğu kabul edilir. Velayetin Hz. Ali ve oğulları ile
devam ettiği kabul edilir. Ali sevgisinde bazen aşırılığa gidilerek O’nun kul olduğu unutulur ve
ilahlaştırılır. Şathiyyat ile sevgi gösterisi yapıldığı ima edilir.
3- EHL-İ BEYT VE ONİKİ İMAM,
Ehl-i Beyt ev halkı anlamına gelir ve Peygamberimizin hanesi, evi ve ocağı kast edilir. Bazı
hadislerde Peygamberimizin ümmetim 73 fırkaya ayrılacak dediği rivayet edilir. Onlardan
72’si cennete biri ise cehenneme gidecektir. On iki imam sırası ile şunlardır;
1- İmamı Ali ( k.v.)
2- İmamı Hasan
3- İmamı Hüseyin
4- İmamı Zeyne’l- Abidin
5- İmamı Muhammed el- Bâkır
6- İmamı Cafer es- Sadık
7- İmamı Musa el- Kazım
8- İmamı Ali er- Rızâ
9- imamı Muhammed et- takî ( el- Cevâd)
10- İmamı Ali en-Naki (el- Hadi)
11-İmamı el- Hasan el- Askeri
12- İmamı Muhammed el- Mehdi
4- ONDÖRT MASUM- ONYEDİ KEMERBEST,
On dört masum-i Pak, on iki imama ek olarak on iki imamın soyundan buluğ çağına ermeden
ölenlerin dâhil edilmesidir. Bunlar; Muhammed Ekber, Abdullah Kemerbest, fütüvvet yolunda
olan meslek sahiplerinin meslek pirlerdir. On iki imamla beraber teker teker anılır ve onlarsız
meslek icra edilmez.
İMAN VE İSLAM’IN ESASLARI
Rahmetli M. ERÖZ’ün ifadesi ile; İnsan düşüncesi ve din duygusu bu insanların vicdanlarında
çok temiz ve derin bir şekilde yer etmiş olmasına rağmen, onların çoğunluğunun camiden,
namaz ve oruçtan, bir takım yerleşmiş yasaklardan uzak oluşlarına takılabilecek katı, dar,
müsamahasız ve uzaklaştırıcı bir zihniyet onları Müslümanlık dairesinin dışında tutabilir.
www.altinicizdiklerim.com
10 1- Allah
Alevi- Bektaşi-Kızılbaş, hangi isimle anılırsa anılsın, bu zümrelerin hepsi de Allah’ın varlığı,
birliği, kısaca tevhit konusunda sağlam bir inancın yanında, tasavvufi anlayıştan kaynaklanan
bir anlayışın izleri görülür.
2- İman Esasları
Sözlü geleneğe bağlı süregelen dini konuları, zamanla belli din büyüklerinin düşünceleri ve
Alevi-Bektaşi yolunu yazdıkları Hüsniye ve Buyruk adıyla bilinen el kitaplarında
anlatılmaktadır. Melekler, kitaplar, peygamberler ve hesap günü gibi konular Sünni-Hanefi
kesimle aynı iken kaza-kader konusunda Mu’tezile’nin tesirinde kalmış Şii-İmamiyye’nin
adalet görüşü görülmektedir.
3- İslam’ın Şartları
Türkiye’deki Alevi zümrelerin üzerinde anlaşamadıkları konular; namaz, oruç, hac gibi
ibadetlerdir. Hacı Bektaş veli yolu namaz konusunda çelişkilerle doludur. Zamanla Tarikata
sızan fikirlerin etkisi ile namazdan belli bir kesim uzaklaşmıştır. Tasavvufu yaşadığını sanıp
derinliğini bilmeyen belli zümreler, belli tasavvuf büyüklerinin söylediği derin fakat görüntüde
aykırı sözleri yüzeysel kabul etmelerinden dolayı namaza, oruca ve hacca karşı çıkmışlardır.
Normal oruca ilave olarak Muharrem ayında Kerbela olayını anmak için oruç tutulur.
Zekât konusu da muğlâktır. Bektaşilerde Ehl-i Beyt hakkı dergâha, dedelere veya ocaklara
verilir. İmamiyye’de bunun adı “humus”, Bektaşilikte ise “Hakullah” veya “lokma”dır. Üç
kısımdır;
Kara kazan hakkı; dergâhın giderleri için verilir.
Mürşid hakkı; Mürşid ve pirler için verilir.
Çerağ Hakkı; Darda kalan muhiblere dağıtılmak üzere verilir.
Bunlara para olabileceği gibi, hububat, eşya da verilebilir.
Yorumlar dışında İman ve İslam esaslarında en azından nazari olarak genel kabuller
paylaşılır.
4- Diğer Esaslar
Dört kapı, Kırk makam tarikat yolunun talimnamesidir. Lakin son zamanlarda Şeriat
kapısından geçip tarikat kapısına gelenin şeriatın hiçbir kuralına ihtiyacı yoktur anlayışı gibi
İslam âleminin kabul edemeyeceği bir teamül oluşmuştur. Bu da Bektaşiliğe zarar vermekte
ve dinle bağdaşmayan yaklaşımların doğmasına sebep olmaktadır.
Bektaşilere göre insan şeriat kapısında el oğludur, tarikat kapısında yol oğludur, hakikat
kapısında il oğludur ve marifet kapısında “atam gök, anam yerdir” der ve benliğinden
büsbütün sıyrılır. Mecazi olarak ruhi olgunluğu anlatan dört kapı kırk makam, her biri
diğerinin tamamlayıcısı olarak aşama aşama yapılır ve yaşanır. Ayrıca Alevilikte İmam Cafer
es-Sadık tarafından konulduğuna inanılan mutlaka uyulması gereken kurallar olarak
algılanan Üç Sünnet-Yedi Farz vardır. Bir de On iki Farz vardır. Bunlar şunu ifade ediyor,
sözlü gelenekle gelen kurallar insan merkezli ilerlerken özünü kaybetmeden mürşitlerin bakış
açısı ve daha çok değerlendirdikleri pirleri sebebi ile farlı ağırlıkta ve sayıda kurallar demeti
oluşmuştur.
www.altinicizdiklerim.com
11 ALEVİ İNANIŞINA TESİR EDEN CEREYANLAR
Alevilik merkezden ve meşru düzenden uzak olduğu için Bâtıni ve Hurufi zihniyetli zümrelerin
akınına uğramıştır. Ayrıca ilk oluşumunda Şamanlık ve Orta Asya’da yaşayan birçok
akımında etkisinde kalmıştır. Alevi adap ve erkânında şamanlığın izlerini sıkça görürüz.
Bâtınilik; Kur’an-ı Kerim’in bir zahir (dış), bir de batın (iç) yüzü vardır. Kur’an-ı Kerim’in bilen
bir kişinin zahirine uymasına gerek yok anlayışı Bâtıniliği doğurmuştur. İmam ve mehdi
inancı suiistimal edilmiş ve İmamlar tanrı seviyesine yükseltilmiştir. Bu makul
karşılanabilecek bir yorum değildi. İmamlar sağlıklarında Bâtınilere lanet etmişler ve onların
sapkın olduklarını söylemişlerdir.
Hurufilik on dördüncü yüzyılda Fazlallah tarafından kurulmuş uydurma bir tarikattır.
Temelinde Fazlallah’ı Allah olarak görmek vardır. Onlara göre dünyada üç devir vardır:
Nübüvvet, İmamet ve Ulûhiyet. Nübüvvet Peygamberimiz ile tamamlanmıştır, imamet, Hz. Ali
ile başlamış ve on iki imamdan on birincisi olan Hasan el- Askeri ile bitmiştir, On ikinci İmam
Mehdi kaybolunca Fazl’ın zuhuru ile ulûhiyet devri başlamıştır. Sesin ve sözün aslı harftir.
Fazl Arapça yerine Farsçayı kullanmıştır. Böylece Acem (İran ) milliyetçiliğini başlatmıştır.
Gayeleri insanı Allah’laştırmaktır. Nesimi tarafından Türkçe kullanılarak devam ettirilmiş ve
bazen saraya kadar girmiştir. On altıncı yüzyıldan beri Bektaşi çatısı altına gizlenerek
takibattan kurtulmaya çalışmaktadır.
ALEVİ ADAP VE ERKÂNI
Alevilerin gelenek ve görenekleri her gruba göre farklıdır. Bu gruplar: Hacı Bektaş Veli
soyundan gelen mürşide bağlı Alevi-Bektaşiler, On iki İmamın soyundan geldiklerine inanan
ocaklara bağlı Alevi-Bektaşiler ve Babagan koludur. Her grubun etkilendiği ve yönlendiği
geçmişlerine göre tavırları da farklı.
1- Teşkilat
Hacı Bektaş’taki eve Pir Evi denir. Pir Evi dışında dört önemli dergah daha var ki bunlar;
Dimetoka’da Kızıl Deli, Kerbela, Abdal Musa ve Kahire dergahlarıdır. Bu dergâhlarda teşkilat;
Muhiplik, Dervişlik, Babalık, Mücerredlik ve Halifelik’tir. Ayrıca Alevi-Kızılbaşlarda teşkilat;
Talib, Rehber ve Dede’dir. Dedeler Ocaklara bağlıdır. Muhasiplik, ahiret kardeşliği ile olur.
Arakiye, Hırka, tennure, haydariyye, Teslim taşı, Palheng taşı, Kanberiyye, Kuşak, Bektaşi
Kuşağı, cildbend, külah, kızıl börg ve Hüseyni Taç denilen birçok değişik anlam yüklenmiş
emtia vardır ve bunlar törenlerde kullanılır.
2- Ayinler ve Merasimler
Cem töreni adı verilen bir toplanma yaparlar, bu ayin gruplara göre ve ihtiyaca göre belirli
zaman aralıklarında toplanır. Nasip Cemi, Görgü Cemi, Abdal Musa Cemi (Kurban), Kerbela
(Muharrem) Cemi, Koldan Kopan Erkânı (cemi), Dardan İndirme Erkânı ve Baş Okutma
Erkânı vardır. Bu cemlerde on iki hizmet vardır. Bunlar:
Dede, Rehber (baba, Mürebbi ),Gözcü, Çerağcı, Sazandar (Zakir), Ferraş ( Carcı, Süpürgeci,
Selman), Sakka ( İbrikdar), Sofracı ( Kurbancı), Pervane ( Samahcı, tellal, iç Pervane, Dış
Pervane, Pazvad, Pazvand), Peyik ( Ayakçı, Davetçi, Okucu), İznikçi ve Bekçi’dir. Bunlar
aynı zamanda posttur.
www.altinicizdiklerim.com
12 Cemlerde Hz. Muhammed ve Hz. Ali ile başlayan ve imamlarla devam eden gülbanglar
okunur. Ali’nin nurunu temsilen Çerağ (mumda olur) yakılır ve Nur suresi okunur. Salâvat
okunur, miraclama okunur, Ehl-i Beyt övülür, düvaz söylenir ve niyaz edilir.
3- Ahlaki Hayat
“Eline-Diline-Beline sahip ol” felsefesini takip ederler. Ömür boyu tabi oldukları kurallara
uymak zorundadırlar. Uymazlarsa düşkünlük cezası alabilir ve toplum dışına itilebilirler.
Ayrıca paylama, ihtar, ayinlere alınmama ve bir geziye gönderilme cezaları verilmektedir.
Sosyal yapıyı bozmamak ve hakkı sağlamak adına bir dizi yasaklar var ve bu yasaklara
uymamak kesinlikle affedilmemektedir. Kapalı bir toplum olduklarından sert kuralları vardır.
SONSÖZ
Yetersiz kaynaklarla ve iç içe girmiş birçok akımla Alevi- Bektaşiliği doğru ve kesin hatlarla
açıklamak bir hayli zor görünmektedir. Kapalı bir toplum olarak yaşadıkları için yalan yanlış
birçok bilgi içinden hangilerinin seçileceğine onların kendi grupları dahi karar
verememektedirler. Bu kitapta Hz. Ali’den itibaren Alevi-Bektaşi-Kızılbaş ve diğer adlarla
anılan fakat aynı kökten beslenen gruplar incelenmiştir. Türklerin Müslüman oluşları,
Anadolu’ya gelişleri, Meşru yönetim tarafından kendini koruma güdüsü ile ötekileştirilmeleri,
birçok farklı fraksiyonların bu çatı altına saklanarak yaşamlarını sürdürmeye çalışmaları,
tasavvuf geleneği içinde yaşamaya ve aynı zamanda eski geleneklerini korumak ve
yaşatmak için mücadele eden ve resmi inançla ters düşen şehirli olmayan toplumlar bu
kitapta anlatılmıştır. Benim bu kitaptan çıkardığım bir kanaat ise Alevilerin Sünniliğin içinde
bir hareket olduğudur.
www.altinicizdiklerim.com
13 
Download