osmanlı - Zafer Yayınları

advertisement
OSMANLI
Yayınevi Sertifika No: 14452
Yayın No: 16
OSMANLI HİKÂYELERİ-1
Zehra Aydüz
HİKÂYELERİ
1
Genel Yayın Yönetmeni: Ergün Ür
Yayınevi Editörü: Ömer Faruk Paksu
İç Düzen: Nurullah Bilekli
Kapak Tasarımı: Cemile Kocaer
ISBN: 978-975-261-166-5
2. Baskı: Ekim 2016
Copyright © Zafer Yayınları, 2010
İlkgençlik Yayınları, Zafer Yayın Grubu’nun bir kuruluşudur.
Talatpaşa Mah. İmrahor Cad. Terasevler Sitesi No: 1-A Kâğıthane/İstanbul
Tel: (0212) 446 21 00 / Faks: (0212) 446 01 39
www.zafer.com / [email protected]
twitter.com/zaferyayinlari / facebook.com/zaferyayinlari
Baskı-Cilt: Çınar Matbaacılık Yayıncılık San. Tic. Ltd. Şti.
Yüzyıl Mah. Matbacılar Cad. Ata Han No: 34 Kat: 5 Bağcılar/İstanbul
Tel: (0212) 628 96 00 / Matbaa Sertifika No: 12683
Bu eserin tüm yayın hakları, 14452 sertifika numaralı, Zafer Basın Yayın Turizm ve Bilg. Ürün. San. Tic.
Ltd. Şti.’ye aittir. Eserde yer alan metin ve resimlerin Zafer Basın Yayın Turizm ve Bilg. Ürün. San. Tic.
Ltd. Şti.’nin önceden yazılı izni olmaksızın, elektronik, mekanik, fotokopi ya da herhangi bir kayıt sistemi ile çoğaltılması, yayınlanması ve depolanması yasaktır. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun (FSEK),
21, 22 ve 23. maddelerine göre bu eserin işleme, çoğaltma ve yayma hakkı 14452 sertifika numaralı
Zafer Basın Yayın Turizm ve Bilg. Ürün. San. Tic. Ltd. Şti. tarafından, yazılı bir izinle 12683 sertifika
numaralı Çınar Matbaacılık Yayıncılık San. Tic. Ltd. Şti.’ye verilmiştir.
ZEHRA AYDÜZ
Resimleyen: Uğur Köse
ZEHRA AYDÜZ
1971 Balıkesir’de doğdu. 1992 yılında İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nü bitirdi. Özel kurumlarda tarih öğretmenliği yaptı. Evli ve üç çocuk
annesi olan yazarın çeşitli dergilerde yazıları yayınlandı.
Tarihî olayları hikâye şeklinde aktarmaya önem veren yazarın Muştu
Yayınları’ndan Güne Bakan Çiçekleri, Zafer Yayınları’ndan Saltanatın
Yürek Sızısı, Adile Sultan, İlkgençlik Yayınları’ndan Osmanlı Hikâyeleri
Dizisi (2 kitap) ile Uğurböceği Yayınları’ndan Taşı Toprağı Tarih İstanbul, Çanakkale Savaşı, Osmanlı Tarihi Dizisi (8 Kitap), Bilimin
İlk Kaşifleri Dizisi (3 Kitap), Kayıp Medeniyet-I (İlk Müslüman Türk
Devletleri), Kayıp Medeniyet-II (Selçuklular), Bir Osmanlı Polisiyesi-1
Hafiye Yusuf (Patates Suratlı Korsanın Peşinde) adlı kitapları yayınlandı.
4
İçindekiler
Yüzyıllar Öncesine Bir Pencere........................... 7
Bâciyân-ı Rum (Anadolu Kadınları)................. 11
Akıncılar............................................................ 23
Diş Kirası.......................................................... 37
Eski İstanbul’da Bayramlar................................ 49
Âmin Alayı........................................................ 61
Sadaka Taşı........................................................ 73
Mihrimah (Güneş ve Ay).................................. 83
Şehzade Sünnetleri............................................ 95
Surre Alayı....................................................... 107
Osmanlı Dürüstlüğü........................................ 121
Evlilik Merasimi.............................................. 131
Mezar Taşları................................................... 147
Kuş Evleri........................................................ 155
Nağmeleri Dinlendiren Adam......................... 163
Peygamber Sevgisi........................................... 175
5
Yüzyıllar Öncesine Bir Pencere
TARİHİN TANIMINI YAPANLAR, “geçmişte
yaşanan olayların yer ve zaman belirtilerek sebep-sonuç ilişkisi içerisinde objektif bir şekilde aktarılması” şeklinde ifadeler kullanırlar. Bana göre bu
ifadeler tarih öğreniminin önemini anlatmada
pek cılız kalmaktadır. Bir insanın hafızası ne kadar hayatî bir önem taşıyorsa, tarih öğrenimi de
milletlerin hafızasının oluşmasında o kadar büyük bir yer tutar.
Tarih geçmişte yaşanıp bitmiş olaylar değil;
geçmişte yaşanmış, ancak etkileriyle günümüzü
kucaklayan olaylardan oluşur. Nesillerin ideal sahibi olmasında, kimlik ve aidiyet kazanmalarında,
geleceklerine yön vermelerinde, istikametlerini
belirlemelerinde, özgüven duygularının gelişme-
6
7
OSM A NLI H İ KÂYELERİ-1
O SM ANLI H İ KÂY ELERİ - 1
sinde, tarihin aydınlatıcı ışığından yararlanılır.
Tarihimizin en önemli temel taşını şüphesiz
ki altı asır varlığını sürdüren, üç kıtaya hükmeden
Osmanlı Devleti oluşturur. Ancak bu görkemli
devleti ve yüksek karakterli insanlarını tanımanın
yolu sadece siyasî tarihinin bilinmesiyle mümkün
değildir. Savaşların, barışların, bir yığın kronolojik
bilginin ötesine uzanabilmek gerekir.
Bir ruh gibi incelip yüzyıllar öncesine dönerek, sokaklarında dolaşmalı, sofralarına konuk olmalı, kervansaraylarında dinlenmeli, çarşılarında
alışveriş yapmalı, onlarla halleşip söyleşmelidir.
Belki o zaman bir parçacık da olsa, şimdilerde
anlamamıza, anlayıp da hayatımıza geçirmemize imkân kalmamış, çoktan unutulmuş o güzel
geleneklerinin özünü kavrayabilir, hissedebiliriz.
İncelen ruhlarımızla yüzyıllar öncesine uzandığımızda, usul usul dolaşmalıyız tarihin sokaklarında... Sadaka taşlarıyla neredeyse sokağın
ortasına bırakılan paraların çalınmadığını, dükkanların kapıları eğreti bir mandalla tutturulduğu halde dönüp de kimsenin yan gözle bakmadığını görmeliyiz.
Cumbalı ahşap evlerin, kocaman kapılarının
sundurması altında nefeslenip, ahşapların silin-
mesiyle ortaya çıkan arap sabunlarının temizlik
kokularını duymalıyız.
Sıcak yaz günlerinde boğazımız kuruduğunda
bedestende dağıtılan karanfil kokulu şerbetlerden içmeliyiz bir yudum ferahlık için...
Camilerin bir köşesine konduruluvermiş kuş
evlerinde eğleşen kumruların ‘hu hu’ları ile başka
âlemlere kanatlanmalı, kendimizden geçmeliyiz.
Ramazan akşamlarında büyük konakların iftarlarına katılıvermeli, mükellef bir sofrayla karnımızı doyurduktan sonra elimize tutuşturulan
kadife keseyle bahşiş almanın mutluluğunu yudumlamalıyız asûde bir çehreyle...
Uzun kış gecelerinde soğuktan titrediğimizde
kapımız çalınmalı bizim de... Yoksullara kömür
dağıtan şefkatli vakıf eliyle ocağımız tütmeli,
alevlerin sıcaklığı küçük odamızı kaplarken bedenimizle birlikte kalbimizde ısınmalı.
Aşkı, Dede Efendi’nin, Itrî’nin nağmeleriyle
his­sederken, Bakî’nin, Fuzulî’nin, Nedim’in dize­
le­
riyle dillendirmeli, Sinan’ın eserleriyle ateşinde yanmalıyız. Oradan yollara düşmeli, kocaman
yü­
reklerimizle, aşkla yoğrulmuş benliklerimizle
Kâ­
be’ye yönelmeli, surre alaylarına katılmalıyız.
De­velerin ritimleriyle aylar boyu yol almalı, billur­
8
9
OSM A NLI H İ KÂYELERİ-1
la­şan ruhlarımızla kutsal topraklara yüz sürmeliyiz.
Belki o zaman, katılaşan cisimlerimizi zamanımızda bırakıp dünyalarına ulaştığımızda, onlar
gibi oturup, onlar gibi olmayı öğrendiğimizde bir
parçacık da olsa anlayabiliriz.
Çalışmamda hikâyelerin tatlı diliyle o güzide insanları anlamayı, yüksek bir medeniyetin
içindeki cevheri sergilemeyi amaçladım. Hatıralarıyla aramızda yaşadıklarını farzederek bu hatıralara vefa borcumu yerine getirmeye çalıştım
Bir pencere açmaya çalıştım yüzyıllar öncesine
uzanan... Bir yol tutturmaya çalıştım ecdadımızı
kucaklayan... Elim kısa, idrakim kısa, yolum kısa
kaldı; ancak avuçlarıma topladığım bir kaç parça
parlak taşla sizlere hâl anlatmaya çalıştım.
Gönlüne, idrakine, ferasetine güvenenler o
küçük pencereyi sonuna kadar açıp, benliğin dar
patikalarından yürüyüp uzaklarda bir yerlerde
kurulan sofralara konuk olup, zerafetle asaletin
kaynaştığı yüreklere tanış olabilirler.
Zehra Aydüz
Manchester, 2010
10
Bâciyân-ı Rum
(Anadolu Kadınları)
GÖKÇEK ANA,
kayın ağacından yapılma, ucunda hafif eğrilik bulunan baston yerine kullandığı
sopasına dayanarak kalkmaya yeltenince, iki genç
kız atik hareketlerle yanında bitiverdiler. Yaşlı kadına yardımcı olmak amacıyla kollarına sarılmaya
çalışırken Gökçek Ana onlara yerlerine dönmelerini işaret etti. Sopasından güç alarak ağır ve
dikkatli hareketlerle kapıya yöneldi. “Kendi işimi
halledebilirim, elden ayaktan düşmedim ya!” diye
düşünmesine rağmen bir taraftan da kızların saygı
ve ihtimam yüklü tavırlarından hoşlanmadan edemiyordu. Avluya çıkıp bir-iki nefes aldı.
Gün devrilmek üzereydi. Ortalığa hafif bir serinlik çökmüştü. Bahçedeki akasya ağaçları yarı
11
OSM A NLI H İ KÂYELERİ-1
O SM ANLI H İ KÂY ELERİ - 1
karanlığa bürünmüş, uçuk renklerde açan yaban
gülleri yapraklarını kapatmıştı. Baharın yaza
çevrildiği dönümlerde, gün batımının olanca güzelliğiyle yaşandığı günlerdeydiler.
Yaşlı kadın akşam namazı için abdestini tazeledikten sonra ağır adımlarla ilerlerken zaviyenin
sohbet odasında yanan mumların titrek ışıklarını
gördü. Buğulu bir is tabakası gri renkli, yer yer
çatlaklar bulunan duvarları kaplıyor, gizemli ışık
namaza duran kadınları çok farklı âlemlere aitler
gibi gösteriyordu.
Duvarlardaki gölgeler devleşiyor, devleşiyor,
zaviyenin kubbe şeklindeki çatısında esrarengiz
şekillere bürünüyorlardı. Mırıltı halinde çıkan zikirler bu kubbeye yükseliyor, kelimeler gölgeden
bedenler giyerek etrafa dağılıyor, içten duygular,
cümlelere dökülmeden kalpten kalbe akıyordu.
Gökçek Ana gönüldaşlarına gülümseyerek
baktı. Burası uç vilayetlerinde Bâciyân-ı Rumlar
tarafından kurulan bir zaviye idi.
Ertuğrul Gazi’nin Söğüt civarında çaldığı
mayanın tutması, kurulan uç vilayetlerinin sağlam temellere oturması gerekliydi.
Orta Asya’dan buraları yurt tutmak için gelen
Türkmenler şimdilerde Ertuğrul Gazi’nin oğlu
12
13
OSM A NLI H İ KÂYELERİ-1
O SM ANLI H İ KÂY ELERİ - 1
Osman Bey’in etrafında toplanıyorlardı. Söğüt’te
kurulan beylik bir işaret parmağı gibi küfür diyarlarını gösteriyordu. Bu diyarlara ulaşılmalı,
İslam’ın bayrağı ötelere, çok ötelere taşınmalıydı.
Yiğit alperenlerin atları kişnemeden önce kadife yürekli bacılar-dervişler tarafından sınırlarda hareketlenme başlar, İslam’ın güzellikleri güzel insanlar tarafından halka gösterilir, Bizans’ın
ağır baskısından bunalan insanlara kurtuluşun
bu yeni filizlenen devlette olduğu hal diliyle anlatılırdı.
Gökçek Ana’nın derin çatlaklar bulunan yaşlı
yüzünde, kapının girişinde karanfil kokulu gül
şerbeti dağıtan uzun boylu ince yapılı kızı görünce gevrek bir gülümseme oluştu. Karanfil kokulu
gül şerbetinin kokusu kendisini yıllar öncesine
taşımış, bu şerbeti çok seven anası yerine sayıp
bağlandığı Fatma Bacı’sını bir kez daha minnetle
hatırlamıştı.
Fatma Bacı’yla tanıştığı günlerde Moğollar
Anadolu’da bir kasırga gibi esiyor, umutlar teker
teker tükeniyordu. Gökçek, anne ve babası da
dâhil olmak üzere bütün yakınlarını kaybetmiş,
ne yapacağını bilemeyen çaresiz bir genç kızdı.
Fatma Bacı’nın düşkünlere kol kanat gerdiği-
ni duyunca son bir umutla çareyi bu bilge kadına
danışmada bulmuştu.
Kayseri’de bulunan esnaflar çarşısında kadınlar için de yer ayrılmıştı. Çadırcılık, keçecilik,
kilim ve halı dokumacılığı, nakışçılık, örgücülük,
ipek ve pamuk ipliği üretimini gerçekleştiren kadınlar Bâciyân-ı Rum adıyla çalışmalarını sürdürüyor, burada yetişen kadınların hem meslek
öğrenmeleri, hem de ahlakî ve dinî bakımdan
olgunlaşmaları sağlanıyordu.
Anadolu kadınları gerçekten kardeş gibiydiler. Yetim kızları korur kollar, çeyiz hazırlamasına, ev bark kurmasına yardımcı olurlar, düşkünlere ve kimsesiz yaşlı kadınlara yardım ellerini
uzatırlardı.
Gökçek, Fatma Bacı’yı ilk defa esnaflar çarşısında görmüştü. Renk renk halı ve kilim dokuyan, nakış nakış, ilmek ilmek ipliğe hayat veren
becerikli hanımlara yol gösteriyor, sıkıntılarını
paylaşıyor, aksaklıkları gidermeye çalışıyordu.
Bakanlara ferahlık ve güven veren bir aydınlık
yüzünden taşıyor, vakarlı duruşu olgun karakterini sergiliyordu. Ancak latif bakışlarında buruk
bir hüzün seziliyordu, uzun kirpiklerinde ıztırap
damlaları vardı.
14
15
OSM A NLI H İ KÂYELERİ-1
O SM ANLI H İ KÂY ELERİ - 1
Gökçek, çok sonraları bu hüzün dolu bakışların gizemini çözebilmiş, kadıncağızın can yoldaşı Ahi Evran’ın haksız yere tutuklanarak hapse
atıldığını öğrenmişti. Esnafları dürüstlük, misafirperverlik, cömertlik, yardımseverlik, üstün ahlak gibi erdemlerle donatmak için uğraşan Ahi
Evran hapislere düşmüştü. Kendisi gibi bir gönül
ehli olan hanımı ise boş durmuyor, kardeşlerinin
yardımına koşuyor, onların ayağa kalkması için
gecesini gündüzüne katıyordu.
Fatma Bacı çekingen ve mahcup gözlerle kendisini izleyen Gökçek kızı, bir el işaretiyle yanına
çağırdı:
– Gel bakalım Gökçek kız. Buradaki hanımları gördün, hepsi bir işin ucundan tutmuşlar,
yolunu yordamını öğrenmişler. Ya sen ne işler
yaparsın, hünerin marifetin nerededir?
Gökçek, önce bir afalladı, bu sorunun cevabını kafasında kotarmamış, kendince harmanlamamıştı. Anasının işlediği nakışları beğendiği
aklına geldi.
– Güzel nakış işlerim, desenlerimde kuşlar,
karanfiller, güller göz alıcı bir şekilde arz-ı endam ederler.
– Âlâ. O zaman sen de nakışçılar atölyesinde
çalışırsın. İhtiyacın olan iplikleri, kumaş, kasnak
ve modelleri oradan alırsın. Önceleri usta bacı
ile çalışırsın, sana renklerin nasıl uyumla devşirileceğini, desenlerin nasıl seçileceğini, ibrişimin
nasıl sağlamlaştırılacağını, kasnağın nasıl gerginleştirileceğini gösterir.
Fatma Bacı konuşmalarını keserek karşısındaki perişan görünümlü kızı kısa bir müddet
süzdü. Kızın kimsesiz olduğu her halinden o
kadar belliydi ki kalacak yerinin olup olmadığını sorma lüzumu bile görmedi. Kafasında bir-iki
ölçüp tarttıktan sonra bulduğu çareyi anlatmaya
koyuldu:
– Halıcılar atölyesindeki kızlarla beraber kalırsın. Evleri buraya oldukça yakın. Evin sakinleri
tırnaklarıyla hayata tutunmaya çalışan dürüst insanlar, kısa sürede alışır kaynaşırsın.
•••
Fatma Bacı’yla konuşmasından sonra Gökçek için yeni bir hayat başlamıştı. Umutsuzluğu
umuda çevrilmiş, çaresizliği sona ermişti. Kaldığı eve ve kendisi gibi kimsesiz kızlardan oluşan
ev sakinlerine çabucak alışmış, kız kardeş gibi
hayatlarını, sırlarını ve geleceğe dair umutlarını
paylaşır hale gelmişlerdi.
16
17
OSM A NLI H İ KÂYELERİ-1
O SM ANLI H İ KÂY ELERİ - 1
Gökçek, atölyedeki işini de çok sevmişti. Nakış nakış duygularını kumaşlara işliyor, ibrişim
iplikler onun dilini konuşuyordu. İpek örtülere,
uçuk pembesinden gülkurusuna kadar çeşit çeşit
karanfilleri çiçek çiçek beziyordu. Mendil kenarlarına, cıvıl cıvıl cıvıldaşırcasına ağızları birbirine
dönük minik muhabbet kuşları konduruyordu.
Yaprakları yeşilin en koyu tonundan yapıyordu.
Onun nakış bahçesine hiçbir zaman kış uğrayamaz yapraklar solup pörsümezdi.
Bu bahçede Moğollar kılıç sallayamaz, masum canlara kıyılmaz, çocuklar ağlamaz, gözyaşı
akmazdı. Çiçekler her zaman en güzel kokularını saçar, sarmaşık dallar arasından gülümserlerdi. Bu bahçe, Fatma Bacı’nın tohumlarını attığı
bacıların yüreklerini ortaya koyarak avuç avuç su
taşıyarak yeşerttikleri bahçeydi.
Ancak Gökçek bir sabah atölyesine geldiğinde can evinden vurulmuşa döndü. Yüzlerce
umudun katmer katmer dürüldüğü atölyenin her
yerinden dumanlar yükseliyordu. Belli ki nasipsiz eller buraya da uzanmış, Moğol yağmacıları
atölyeyi yakıp yıkmıştı. Kayseri kan ağlıyor, Moğollarla çarpışan ahiler öldürülüyor, kadın ve çocuklar esir ediliyordu.
Gökçek, binbir gaileyi atlatarak Yaradanına
sığınıp gizlice şehri terk etti. Sevgili Fatma Bacı’sı da Moğollar tarafından esir edilmişti. Gökçek kendisini öncekinden daha yalnız ve zavallı
hissediyordu. Günlerce aç biilaç yol aldı. Sığınacak bir yer, tutunacak bir dal aramaktaydı. Karşısına çıkan erenlerden, bilge kişilerden akıl sordu.
Feyiz sahibi gönül ehli kişiler, batı vilayetlerinde, Söğüt dolaylarında kurulan bir aşiretten
bahsettiler, Oba oba, akın akın gelen Türkmenler, Ertuğrul Gazi’nin kurduğu bu aşiret etrafında toplanıyorlardı. Gökçek de doğudan gelen
Türkmen kafilelerinden birine katıldı. Günler
18
19
OSM A NLI H İ KÂYELERİ-1
O SM ANLI H İ KÂY ELERİ - 1
sonra Ertuğrul Gazi’nin huzuruna ulaşıp diğer
karındaşlarıyla buluştu.
Uç vilayetleri Moğollardan uzakta, yemyeşil
bereketli topraklar üzerindeydi. Uç vilayetlerinde gaza ve cihat düşüncesi ile hareket ediliyor,
Müslüman kardeş beyliklere dokunmadan kâfir
üzerine kılıç çekiliyordu.
Gökçek, Kayı boyundan gelen Ertuğrul Bey’in
evlatlarında yiğitlik, asalet, mertlik gördü. Burası
saffet ve duruluk kaynağıydı. Gökçek, Fatma Bacı’dan öğrendiklerini Batı diyarlarında sürdürme
kararı aldı. Etrafındaki bacılarla yeniden toparlanıp kenetlendiler.
Anadolu bacıları zaman oldu desen desen,
renk renk kilim ve halılar dokuyarak, zaman oldu
dillerinde gönül dolusu dualarla, zaman oldu at
binip kılıç kuşanarak atılan tohumun çürümemesi için dal budak salıp cihana yayılması için
gayret sarf edip terler döktüler.
Ertuğrul Gazi’nin oğlu Osman Bey bu kutlu
tohuma sahip çıktı. Askerlerin kılıçlarıyla, âlimlerin mürekkebiyle, dervişlerin dualarıyla, alperenlerin, akıncıların, Bâciyân-ı Rumların himmetleriyle yeni bir devlet kuruldu.
Bu devlet altı asır sürecek, üç kıtaya yayılacak,
her milletten, her ırktan insanlar sınırları içerisinde emniyetle yaşayacak, adaleti tesis edecek,
ilmin gelişmesine öncülük yapacak, insanları hak
ve hakikatle buluşturacak, zalimin zulmüne son
verecek, İslam’ın bayraktarlığını yürütecek, dünyanın gidişine yön verecek bir devlet olacaktı.
20
21
Not: Osmanlı Devleti’nin kurulmasında katkıları olan bütün
ecdadımızı rahmetle anıyor, Ahiliğin Anadolu’da kurucusu
olan Ahi Evran’ı, 13. yüzyılda bir kadın sivil toplum örgütü
olan Bâciyân-ı Rum teşkilatının kurulmasını sağlayan Fatma
Bacı’yı Fatihalarımızla hatırlıyoruz.
OSM A NLI H İ KÂYELERİ-1
Akıncılar
TOPRAK, üzerinden
tozu dumana katarak geçen
akıncıların atlarının çiğnemesiyle adeta çatlıyor,
yarılıyor, halden hale giriyordu. Kelle koltukta
yaşayan kızıl börklü, börklerinin üzerine kurt
başı takan, düşmanın yüreğine korku salmak için
kartal kanadı kuşanan yiğitler küheylanlarını
çatlatırcasına koşturuyor, rüzgâr bu yıldırım edalı serdengeçtilere yetişemiyor, onların estirdikleri kasırgalara nazire yapmak istercesine deli deli
esiyordu.
Ölüm kovalayan, hayatlarını gaza yollarında,
cihat meydanlarında geçiren şahin bakışlı, yıldırım edalı yiğitler, savaş meydanlarında adeta
devleşir, düğündeymişçesine coşar, kendilerinden geçer, şahlanırlardı.
22
23
OSM A NLI H İ KÂYELERİ-1
O SM ANLI H İ KÂY ELERİ - 1
Onlar cihada sevdalı, geri dönmemeye yemin
et­miş, uçan süvarilerdi. Aydınlık soyları ilk Os­
man­
lı kumandanlarına dayanan, nesiller boyu
Al­lah adını yayma davasına kendilerini adayan
akın­cılar, serhat boylarında yaşar, savaş öncesinde
asıl ordunun dört-beş gün önünde giderek keşif
hiz­meti görür, düşmanın pusu kurmasına engel
olur, güç kaynaklarını yıpratır, mukavemetini kırar, esirler yakalayarak önemli bilgileri elde eder,
ne­hirlerin geçiş yerlerini tespit ederek köprüler
kurarlardı. Avrupa ve Balkan dillerini çok iyi bil­
dikleri için gizli haber alma teşkilatında görev
alır­lardı.
Bu bahadırlar için yorulmak, acıkmak, uyumak sefer yollarında geçiştiriliverecek önemsiz
ayrıntılardı. Tozlu yol kenarlarında büyükçe bir
taş yastık yerine geçiverir, yıldızlı gökyüzü atlas
bir battaniye oluverirdi. Yemek ise kuşhane adını verdikleri, atlarının eğerlerine asılı küçük bir
tencere ile halledilir, çoğu zaman pirinç, kavurma, koyun pastırması yerlerdi. Gece, gündüz,
uykuda, yemekte, namaz esnasında, her daim
silahları yanlarında, her zaman savaşa hazır
beklerlerdi.
Mihaloğlu Alaeddin Ali Bey, Fatih’in akıncı
beyiydi. Dünyayı dize getirmeye aht etmiş, çelik
yürekli yüce hakanın namlı cengâverlerindendi.
Kendi gibi sevdalı yiğitleriyle Tuna’yı tam 330
defa geçmişlerdi. Onlar yirmi beş devletle birden mücadele veren Osmanlı Devleti’nin vurucu
timi, dünyalarını atlarının heybelerine sığdıran
bahadırlardı. Yıllardır Mihaloğlu Ali Bey’in yaptığı akınlarla Venedik zayıflatılmıştı. Şimdi sıra
Osmanlı’ya karşı düşmanca davranışlar içine giren Macarlardaydı.
Macarlar üzerine çıktığı seferde Varadin’i ele
geçiren Ali Paşa, otuz iki bin esirle geri dönmekteydi. Macar kralı Matthias Korvinus’un kızı da
esirler arasındaydı. Ancak nazlı prensese asla bir
esir muamelesi yapılmıyor, narin yolcunun rahatını temin etmek için bütün imkânlar seferber
ediliyordu.
Zaman zaman mağrur bakışlarla etrafını süzen prenses, akıncıların esirlere iyi muamele et­
tik­­
lerini, onlara kendi yediklerinden yedirip
yo­­­rulduklarında istirahatlerini sağladıklarını gör­­
dük­­çe hayrete düşüyordu.
Bunlar nasıl insanlardı? Savaş zamanı bir kasırga gibi esmelerine rağmen savaş sonrası meltem
oluyor, daralmış yüreklere ferahlık veriyorlardı.
24
25
Download