246 Kitap, Sempozyum Değerlendirmeleri nin sınır ve kapsamı gibi bilgi felsefesi problemlerinin betimlemesini yapmakta. Beşinci bölümde, serimlemesini yaptığı felsefe problemlerinin farklı felsefe görüşleri açısından karşılaştırmalı tartışmasını yapmakta. Son bölümde de, temel kavram, problem ve görüşleri çerçevesinde ortaya koyduğu bilgi felsefesi sorunsalının, deyim yerindeyse felsefe tarihi içindeki seyrini ortaya koyarak çalışmasını tamamlamakta. Bu yapısıyla Çüçen’in çalışması, ele aldığı bilgi felsefesi alt disiplinini hem sistematik tarzda hem de tarihsel bağlamda irdelemekte. Bunun yaparken, yalnız kendi değerlendirmeleri ile yetinmeyip, ele aldığı kavram, problem ve/veya görüşlere ilişkin filozofların kendi eserlerinden seçtiği metinlerle de, kendi değerlendirmelerini zenginleştirmekte, eğer söylenebilirse kendi değerlendirmelerini somutlaştırmakta. Muhsin Yılmaz Poetics of Imagining: Modern to Postmodern(Tahayyülün Poetiği: Modernden Postmoderne), Richard Kearney, Edinburgh University Press 1998, 260 s. ISBN 0-7486-1053-7 Modernlik bugüne kadar çok çeşitli açılardan tarif edilegelmişse de bu farklı modernlik tanımlarının özünde ‘parçalanma’ olgusu yatmaktadır. Hem hakikatte, hem de bu hakikate ulaşmayı sağlayacak beşeri melekelerde parçalanma. Kalbin bütünlüğü olarak bilinen fıtrî durumdan uzaklaşma sonucu zihin ile beden, akıl ile duygu arasında ortaya çıkan bölünme, hakikate ulaşmanın imkanı konusunda Batılı insanı derin bir endişeye sevketmiştir. Türkçe’ye ‘tahayyül’ olarak çevirebileceğimiz ‘imagination’ basitçe, alemi ‘imaj’lar halinde kavramaktır. Modern felsefenin babası Kant’a göre o, “insanın derinliklerinde gizli bir sanat... onsuz hiçbir bilgiye ulaşamayacağımız insan ruhunun kör fakat ayrılmaz bir fakültesidir.” Modernizm-sonrasına geçiş sancıları yaşayan çağımızda bu konuda giderek artan ilginin temel sebebi, “bilgi” ile “değer” arasındaki kopukluktan naşi krizdir. Tahayyül, İslam düşüncesinde özellikle tasavvuftaki “marifet”, yani sezgiye dayalı bilginin temel kanalı olarak “iyi” ile “güzel”, yani ahlak ile estetik arasındaki bir köprü olarak düşünülebilir. Tanınmış felsefeci Kearney, aynı konudaki daha önceki çalışmalarından farklı olarak bu çalışmasında, kavramı, modern felsefenin tek bir akımı, fenomenoloji açısından kapsamlı bir incelemeye tabi tutuyor. Bu tek akım, bu yüzyılın başlarında Husserl ve Heidegger’in eserlerinden başlayarak Sartre ve Merleau-Ponty’nin varoluşçuluğundan Bachelard’ın poetiğine, Derrida ve Lyotard’ın yapıbozumundan Kitap, Sempozyum Değerlendirmeleri 247 Ricoeur ve Vattimo’nun hermenötiğine uzanan geniş bir fenomenolojik alanı kapsıyor. Tahayyül etmenin ne anlama geldiği, aslında varolmanın ne anlama geldiğine sıkıca bağlı. Modern çağda insanın evsizliğini ilk farkeden akım olan fenomenoloji, radikal bir bakış-açısı değişimi getirerek varoluşun sorgulanması gibi, tahayyülî bilincin kendi üzerinde düşünmesinin de yolunu açmıştır. Descartes’ın tersine çevirdiği varlık ile bilgi arasındaki ilişkide olduğu gibi, fenomenologların nazarında, tahayyülün ontolojik fonksiyonu, ritmik bir yenilenme arayışındaki kozmik hayata benzeyen ahlakî hayata rehberlik etmesidir. Çalışma tahayyül gibi belli bir tema ekseninde Batı düşünce tarihinin serüvenini net bir şekilde izlememize imkan veriyor. Bedri Gencer British Idealism and Political Theory(İngiliz İdealizmi ve Siyasî Teori), David Boucher and Andrew Vincent, Edinburgh University Press 2000, 248 s. ISBN 0-7486-1428-1 Her ne kadar yekpare olarak algılansa da Batı felsefesi de aslında modernliğin bölücü etkisiyle kendi içinde “kıtasal ve analitik felsefe” olarak kutuplaşmış durumda. Kıtasal felsefeden anlaşılan daha ziyade idealist Alman felsefesi. 18 .yüzyılın sonlarında Kant, Fichte ve Hegel tarafından geliştirilen Alman felsefesinin idealist karakterinden etkilenen İngiliz idealizmi, 19. yüzyılın yarısında kök salmaya başlayarak kısa sürede baskın akım haline geldi. Ancak, özellikle mantık ve matematikteki teknik gelişmelerin yardımıyla Aydınlanmanın metodik şüpheci ruhunu dirilten Bertrand Russell gibi analitik filozoflar, 20. yüzyılın başlarında kıtasal felsefenin geleneksel metafizik, özellikle Hegel’in idealizmine, geleneksel din ve dogmatik ahlakına karşı çıkmışlardı. Bunun sonucunda Birinci Dünya Savaşının sonunda İngiltere’de idealist felsefe geri çekilmişti. Ancak bu çalışmanın da siyasî felsefe bağlamında gösterdiği gibi, idealist akım İngiltere’de gücünü korumaya devam etmektedir. İngiliz idealizmi, temelde Hobbes, Hume ve Mill gibi faydacıların sağlam ampirik felsefe geleneğinden bir sapmayı temsil ediyordu. İdealizm, geleneğin kalesi olarak bilinen ve bu yüzden tecrübeye vurgu yapan ampirik felsefi geleneğe dayanan İngiltere’nin 19 .yüzyılda değişen toplum ve dünya-görüşünden kaynaklanan krize karşı sağlam bir reçete sunmak üzere gelişti. Viktorya ve Edward dönemi İngiltere’sinde bir yandan sanayi devriminin ve kapitalizmin, diğer taraftan sömürgeciliğin gelişimiyle ortaya çıkan değerler alanındaki çözülme idealist bir arayış başlattı. İdealizm, varlık alanları ile bunlara tekabül eden, insan hayatına yön veren ilkeler ve bunlara ulaşma vasıtalarına ilişkin bölünmeye karşı bir birlik-bütünlük arayışını temsil ediyordu. Özellikle Hegel’den ilham alan zamanındaki idealist akım, bir yandan dini inanca rasyonel bir temel sağlayarak sekülerizm ile gerilimleri asgariye 248 Kitap, Sempozyum Değerlendirmeleri indirirken, sosyal felsefe alanında da sağ ve sol akımlar arasında orta bir yol bulmayı becermişti. Çalışma, idealizme ait bu ortak temaları, T. H. Green, B. Bosanquet, F. H. Bradley, H. Jones, D. Ritchie, R. G. Collingwood, ve M. Oakeshott olmak üzere 7 filozof bağlamında inceliyor. Bedri Gencer The History of Islamic Political Thought: From the Prophet to the Present(İslam Siyasî Düşüncesi Tarihi: Peygamberden Şimdiye Kadar), Antony Black, Edinburgh University Press 2001, 376 s. ISBN 0-7486-1472-9 Siyasal İslam ‘tehlike’sinin zirveye çıktığı günümüz dünyasında İslam adına siyasî eylemin fikri temelleri konusunda pek güvenilir kaynaklara sahip olduğumuz söylenemez. Bu konuda Batılılar tarafından yazılmış belli başlı eserler arasında E. I. J. Rosenthal’ın Türkçe’ye de çevrilen kitabı anılabilir. Black’ın yeni çalışması ise, günümüz bilim alanındaki son yöntemler ışığında konuyu daha tarafsız, sistematik ve kapsamlı işleyişiyle Rosenthal’ın oryantalizmle malul eserini aşmaya aday olarak öne çıkıyor. Batı siyasî düşünce tarihinde geçerli aynı yöntemi benimseyen yazar, fikirlerin oluştuğu zihinsel, kültürel ve siyasî çevreyi de yeterince aydınlatmaya çalışıyor. Anakronizmden kaçınmaya azami özen gösteren yazar, İslam dünyasını ve kültürünü Batılı kategorilerden çok mümkün mertebe kendi özgül kavramlarıyla tanıtmaya çalışıyor. Batıda Machiavelli’yle birlikte kazandığı özerkliğe karşın siyaset, İslam dünyasında büyük ölçüde ahlak ve hukukla içiçe geçmiş bir kavram. Bu sebeple yazar, geniş anlamda siyasî düşünce deyiminin kapsadığı din, hukuk, ahlak, felsefe ve hükümet sanatı gibi bir dizi alanda, sistematik risaleler, yeri geldikçe çıkan yazılar, resmi belâgat, popüler sloganlar ve insanların otorite ve düzen hakkında nasıl düşündüklerini gösteren diğer belgeleri içeren geniş bir malzemeyi işliyor. Böylece ‘entegre’ diyebileceğimiz bir yöntemle yazar, bir yandan siyasî düşünce tarihini, genel İslam düşünce tarihi, diğer yandan fikirler tarihini de vücut bulduğu siyasal, sosyal ve kültürel tarih içine yerleştirerek bu tür bir çalışmadan beklenenden çok daha fazlasını yapıyor. Bununla birlikte, özellikle Osmanlı ile ilgili kısımda zorunlu olarak belli ikinci-el kaynaklara dayanan yazar, Osmanlı siyasî düşüncesinin İslam düşünce geleneğiyle hayati bağlantı noktalarını göstermekte biraz zayıf kalıyor. Kitap şu beş bölümden oluşuyor: 1. Başlangıcından 1000 civarına kadarki oluşum dönemi, 2. Selçuklulardan Moğol istilasına kadarki en verimli dönem, 3. 1220’den 1500’e kadarki mücerret devler ve klasik İslam düşüncesinin çöküş dönemi, 4. Erken modern imparatorluklar, 5. 1830’dan günümüze kadarki Batılı nüfuz dönemi. Bölümler, Din ve Devlet gücü, Yunan-Arap felsefesi, Şiilik ve Kitap, Sempozyum Değerlendirmeleri 249 tasavvuf politikası ve modernizm çağı gibi geniş bir dizi konuyu kapsıyor. Yazar, Gazali, İbni Haldun ve Seyyid Kutub gibi belli başlı düşünürler kadar Selçuklular, Osmanlılar ve Moğollar gibi hanedanların siyasî kültürlerini inceliyor. Bir dizi tür ve siyasî stiller arasında, patrimonyal hilafet ve haşmet ve çöküş günlerinden günümüzdeki olağanüstü çöküşe kadar devlete yönelik özgül bir tavır tanımlanıyor. Bedri Gencer A Short History of the Ismailis: Traditions of a Muslim Community(İsmaililerin Tarihçesi: Bir Müslüman Topluluğun Gelenekleri), Farhad Daftary, Edinburgh University Press 1998, 248 s., ISBN 0-7486-0687-4 Uzun ve dolu bir tarihe sahip olan, Caferilerden sonraki en büyük Şiî topluluğu İsmailîlik, bugün Asya, Afrika, Avrupa ve Kuzey Amerika’nın 25’ten fazla ülkesinde dini azınlıklar olarak dağılmış durumda. İsmaililer, İslam medeniyetine ünlü İhvan-ı Safa risaleleri gibi zengin entelektüel katkılar yapmışlar. Ancak özellikle siyasî kaygı ve rekabetlerin öne çıktığı klasik hilafetten sonraki dönemde İsmaililere İslam dünyası genelinde olumsuz bir yaklaşım hakim olmuştur. Yakın zamanlara kadar, Sünni polemikçiler ve Haçlı seferleri tarihçileri gibi büyük ölçüde karşıtlarının açıklamaları temelinde incelenegelen İsmaililer, en az anlaşılan Müslüman topluluklardan biri olmuştur. Bunun sonucunda, zengin yazılı mirası dışarıdan olanlara meçhul kalırken İsmailî öğretileri ve pratikleri konusunda bir sürü klişe ve menkıbe revaç bulmuştur. 1930’lu yıllar, çok sayıda İsmaili kaynağının keşfi ve etüdüyle İsmaili incelemelerinde bir dönüm noktası oluşturmuştur. Bu konuda başı çeken isim de ünlü Rus oryantalisti Vladimir Ivanov olmuştur. Türk okuyucularının da tanıdığı Henry Corbin de İsmailî aydınlanmaya katkıda bulunan önemli isimler arasında sayılabilir. İngiltere’de ilgili enstitünün başında bulunan Farhad Daftary ise günümüzde İsmaili araştırmalarının en önde gelen ismi. Onun bu konuda 1990 yılında Cambridge Üniversitesi tarafından yayınlanan İsmaililer: Tarih ve Doktrinleri isimli anıtsal eseri, eksik bir şekilde Türkçe’ye de çevrildi. Daha geniş bir okuyucu kesimine hitap etmek üzere farklı bir tertiple hazırlanan bu eser ise, önceki büyük çalışmanın yoğunlaştırılmış bir versiyonundan ibaret değil. Tarihsel bir çerçeve içinde konusal bir yaklaşımı benimseyen bu çalışma, seçilmiş belli başlı konu ve gelişmeler üzerinde yoğunlaşarak ilaveten tarihsel ve öğretisel genel-bakışları veriyor. Özellikle, eser, İsmaililer tarafından geliştirilen farklı entelektüel gelenekler ve kurumlar, aynı zamanda tarihi seyirlerinde sıkça karşılaştıkları meydan okuma ve ters durumlara karşı geliştirdikleri cevaplar üzerinde yoğunlaşıyor. Kitapta ele alınan İsmaili 250 Kitap, Sempozyum Değerlendirmeleri tarihinin ana merhaleleri, ilk oluşum dönemi, altın Fatımî çağı, ve Alamut ve Alamut-sonrası dönemlerden oluşuyor. Bedri Gencer A History of Islamic Law(İslam Hukuku Tarihi), Noel J. Coulson, Edinburgh University Press 2003, 264 s. ISBN 0-7486-0514-2 Noel J. Coulson’ın ilk kez yayınlandığı 1964 yılından beri defalarca basılan ve bildiğim kadarıyla Türkçe’ye çevrilmemiş olan bu eseri, İslam hukuku alanında çağdaş bir klasik olarak kabul ediliyor. Coulson’unki, tarihi bir yaklaşımla klasik İslam hukuk doktrininin oluşum ve gelişimini ele alan Ignaz Goldziher ve Joseph Schacht gibi isimlerin açtığı çığırın devamcısı. Aslında Arapça ve diğer dillerdeki İslam hukuku tarihi çalışmalarının da bu tür Batılı çalışmalardan sonra başladığını söylemek mümkün. Ancak bu ikisi hakkında İslam dünyasında yazılan reddiyelerden de anlaşılacağı gibi, Goldziher ve Schacht’ın tarihî-eğilimli çalışmalarının İslam hukukunun ilahi-kaynaklı orijinal niteliğini gölgelemek gibi artniyetler taşıdığı söylenebilirse de Coulson’unki daha objektif ve empatik bir eser olarak görülebilir. Aslında zaman-ötesi evrensel ve sabit bir niteliğe sahip olan İslam hukukunun, Batıdaki hukuk sistemlerinde olduğu gibi, bir tarihinden söz edilemez. Özellikle İmam-ı Şafii’nin Risale’sine bakıldığı zaman bu tarih-ötesi bakış açısı hemen göze çarpar. Ancak modern dünyaya yaklaştıkça ortaya çıkan yeni ihtiyaç ve anlayışlar, örneğin Şatıbî’nin veya Şah Veliyyullah Dehlevi’nin eserlerinde yaptıkları üzere, İslam hukukunun felsefinin keşfini doğurduğu gibi, tarihî etüdünü de zorunlu kılmıştır. Bunun birinci sebebi, yukarıda anılan öncü oryantalist çalışmalar, ikincisi ise kısaca, modern dönem İslam dünyasında hukuk alanındaki kısmî veya küllî modernleşme olgusudur. Bu modernleşme veya sekülerleşme olgusu, İslam hukukundan tamamıyla uzaklaşma anlamına mı geliyor? Bunu tam olarak anlayabilmek için yazara göre, kısaca, İslam hukukunun tarihî gelişimi içinde ideal-tabiî ile pozitif-fiilî boyutları arasındaki açı derecesini bilmek gerekmektedir. Bu bilindikten sonra İslam hukukunun zamanın şartlarına göre belli bir değişim potansiyeline sahip dinamik karakteri daha iyi anlaşılacak ve Müslüman aydın ve reformcular, hukukî düzenlemede ya tam ütopya, ya tam modernizm gibi uç seçenekler arasında kıvranmak durumunda kalmayacaklardır. Bu bakış açısından klasik birikim ışığında modern dünyada İslam hukuku alanındaki gelişmeleri vukufla tartışan çalışma, Osmanlı ve Türkiye’deki ilgili gelişmelere de yer veriyor. Bedri Gencer Kitap, Sempozyum Değerlendirmeleri 251 Persian Historiography: To the End of the Twelfth-Century(İran Tarihyazıcılığı: Onikinci Asrın Sonuna Kadar), Julie Scott Meisami, Edinburgh University Press 1999, 319 s., ISBN 0-7486-1276-9 İslam tarih-yazıcılığına dair eserler, son yıllarda giderek artıyor. Franz Rosenthal ve daha yakınlarda Tarif Khalidi’nin çalışmalarında olduğu gibi. Ancak neredeyse Arap tarih-yazıcılığına inhisar eden bu çalışmalarda, özellikle erken(Moğol-öncesi) İran tarih-yazıcılığı pek ele alınmamış. İslamî tarih-yazıcılığının 10. asırdan 12. asra kadarki gelişiminin daha geniş bağlamında İran tarih-yazıcılığı örneği, özel bir dikkat gerektiriyor. Çalışmada işlenen konular arasında, İran tarihyazıcılığının İslam-öncesi ve Arapça eserlerdeki kaynakları, doğuşuna zemin hazırlayan sebepler, İran ve Arap modelleriyle bağlantıları, siyasî ve kültürel işlevleri ve kabulü yer alıyor. İran İslam-öncesi köklü medeniyetiyle, özellikle yüksek Abbasî hilafetiyle birlikte İslam medeniyet ve kültürünün önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Dolayısıyla onun tarih-yazıcılığı, genelde Arap ve İslam tarih yazıcılığı, bu da tarih felsefesi ve bu da İslam düşünce tarihine açılan çok önemli bir kapı mesabesindedir. Aslında modern dünyaya özgü bir tarih felsefesi ve bilimini geleneksel İslam kültüründe bulmak mümkün değildir; bu sebeple onu anakronizme düşmeden kendi terimleriyle anlamak elzemdir; Meisami’nin yapmaya çalıştığı gibi. Aslında geleneksel dünyanın Doğu ve Batıyı birbirine bağlayan az-çok ortak eğilimi doğrultusunda, ortaçağ Müslüman tarihçisinin de amacı, basitçe olguların kaydından çok, anlamlı bir anlatı oluşturmaktır. Batılı bilginler, modern-öncesi, yani antik, ortaçağ ve Rönesans tarihçiliğini “ahlâkî-edebî” dedikleri bu tarih-yazıcılığı türüne göre incelerken, bu kategori, ortaçağ İslam tarihçiliğini inceleyen bilginler tarafından henüz tam benimsemiş değil. Bunun oryantalist çalışmalardaki kaçınılmaz sonucu ise anakronizm oluyor. Bu tarih-yazıcılığında, öz ifadesiyle, “ne” anlatıldığından çok, “nasıl” ve “ne amaçla” anlatıldığı, yani ahlakî kaygılar ile edebî üslûplar arasındaki irtibat önem kazanmaktadır. Çok güçlü bir edebî geleneğe sahip olan İran’ın tarih-yazıcılığı bu açıdan Osmanlıda olduğu gibi zengin kültürel işlevler görmüş. Özellikle Selçuklular ve Osmanlılardaki tarih-yazıcılığını da içeren İran edebiyatı, saray ve siyaset kültürünün temel boyutunu oluşturmaktaydı. Örneğin hanedan eksenli tarihlerdeki anlatı siyasî iktidarın meşruiyetinin yatay, monarşik boyutu için bir semboller çerçevesi sunmaktadır. Dolayısıyla Meisami’nin çalışması, teknik kapsamının ötesinde, Norbert Elias’ınki gibi, Doğu-Osmanlı dünyasında “medenileşme süreci”ni izleyecekler için emperyal kültür kodlarınının çözülmesini kolaylaştıracak bir kültürel-sosyolojik rehberlik işlevi de görüyor. Bedri Gencer 252 Kitap, Sempozyum Değerlendirmeleri Islamic Names(İslamî isimler), Annemarie Schimmel, Edinburgh University Press 1997, 137 s. ISBN 0-7486-0688-2 Annemarie Schimmel, Türk okuyucularının da yakından tanıdığı bir isim. Yakınlarda vefat eden Schimmel’in İslam ve Doğu kültürüne derin vukufunun ürünü eserler, dünyanın belli başlı dillerine çevrilmiş. Bu kitabı da İslam kültürünün son derece önemli ve bakir bir yönünü ele alıyor. İsimler sözlüğü veya ansiklopedisi türünden birçok çalışma dilimizde de yer alsa da bunların kültürel kökenleri ve işlevleri üzerinde böyle bir monografi bilebildiğimiz kadarıyla mevcut değil. Çocuklarımıza verdiğimiz isimlerin evrimi, aslında sosyo-kültürel değişmenin de bir göstergesi. Örneğin bugün sözde İslam fundamentalizmini, asr-ı saadete dönüş özlemini, özellikle erkek çocuklarımıza koyduğumuz, “Bilal, Selman, Enes, Talha, Mus’ab, Huzeyfe, Berâ” gibi sahabe isimlerinde görmek mümkün. Oysa 19. asra kadar bakıldığında, Müslümanların erkek çocuklarına koydukları isimlerin, ‘abd’ kelimesiyle esmâyı hüsnâya nispetle koyulanların dışında, genelde Hulefâyı Râşidin’inkilerden mülhem oldukları görülmektedir. Onun dışında yukarıda sayılan sahabe isimlerini geleneksel dünyada bulmak pek mümkün değil. Çocuklarımıza güzel isimler koyulmasını tavsiye eden bir hadisten de anlaşılacağı gibi isimler, insan karakterinin ve kimliğinin ifadesi bir anlamda; hatta şairlerin zaman zaman sevgililerine “adını anmayacağım” dedikleri gibi, bir manada insanın ta kendisi. Çalışmada ele alınan konular arasında şunlar yer alıyor: Öncelikle bugünkü ad-soyadı sisteminin olmadığı geleneksel dönemde lakap, künye, nisbet vs. ile onun yerini tutacak şekilde isimlerin nasıl belirlendiği; isim koyma işlemi ve farklı kültürel ve sosyal saikleri; özellikle erkeklere koyulan isimlerin dini kaynakları, esprileri, Kitab ve Sünnete dayalı aynı isimlerin farklı Müslüman ülkelerdeki kabul tarzı, kızlara koyulan isimlerin çiçekler veya örnek saliha kadınlar veya –Yeter’de olduğu gibi- “istenmeme” gibi anlamsal kategorileri, isimlerin kısaltılması, çeşitli etkenlerle değiştirilmesi. Çalışmada başlıca Arapça, Farsça, Urduca ve ağırlıklı bir şekilde Türkçe isimlerin işlendiği görülmekte. Sonunda kişisel isimlerin bir indeksi yanında, Türk aile-sülale- adlarına dair bir ek de yer alıyor. Yazarın Türk kültürü ve diline vukufu böylece bir kez daha görülüyor. Çalışmada İslam dünyasında İslam kültürünün evrensel ve yerel özelliklerinin tezahürünü net bir şekilde görme fırsatı buluyoruz. Bedri Gencer Orientalism: A Reader(Oryantalizm: Bir Okuma Kitabı), A. L. Macfie, Edinburgh University Press 2000, 382 s. ISBN 0-7486-1441-9 Çağımızda Birinci ve İkinci Dünya savaşları Avrupa insanının bilincinin uyarılmasında, medeniyetinin sorgulanmasında bir dönüm noktası oldu. Özellikle İkinci Kitap, Sempozyum Değerlendirmeleri 253 Dünya Savaşından sonra sömürgelerin gittikçe bağımsızlıklarına kavuşmaları, Batı medeniyetinin epistemolojik temellerinin sorgulanmasını hızlandırarak, oryantalizmsonrası ve sömürgecilik-sorası paradigmaları terviç etti. Batılı insanın kendi “ben”inin inşasında “öteki”ne karşı bir iktidar aracı olarak bilgiyi kötüye kullanması, Michel Foucault’nun radikal eleştirisine uğrarken, Edward Said gibi Arap düşünürler, bu radikal eleştiriyi, Batılı bilgi istismarının kendilerine yönelik daha özel bir alanına taşıdılar: oryantalizm. Antropoloji gibi “öteki”nin bilgisi anlamında “Batı düşüncesinde Doğu’yu temsilin teorisi ve pratiği” olarak adlandırabileceğimiz oryantalizm, yakınlarda vefat eden Said’in eleştirilerinden sonra ciddi bir itibar kaybına uğrayarak üniversitelerde ismini daha objektif bölüm isimlerine dönüştürdü. Bu süreçte Partha Chatterjee gibi daha ziyade Hintli düşünürler sömürgecilik-sonrası paradigmaları geliştirirken Ortadoğulu-Müslüman aydınlar ise oryantalizm eleştirisi üzerinde yoğunlaştılar. Ancak bu tartışma zamanla Ortadoğulu-Müslümanlar ile Batılılar arasındaki bir kutuplaşmadan çıkarak postmodernizm sürecinde kendi medeniyetlerine yönelik öz-eleştirel bir tavır geliştiren Batılı aydın ve akademisyenler dahil, sömürgeden ile özgürlükten yana olanlar arasındaki kapsamlı bir tartışmaya dönüştü. Aslında felsefi öncülleri itibariyle Edward Said’in büyük ölçüde Foucault’ya dayanan oryantalizm eleştirisinin orijinalliğine dair itirazlar ileri sürülebilirse de, tezine böylesine bir güç kazandıran dünyada giderek daha fazla destek bulan sömürge-karşıtı siyasî mesajıydı. Kitap, İslam, sömürgecilik, edebiyat, efsane, ideoloji, kültürel ilişkiler, sosyoloji ve feminizm gibi bir dizi alanı kapsayan bu süreçteki tartışmaların doğuş ve gelişimini izlemek için iyi bir kaynak sunuyor bize. Çalışma, Hegel, Marx ve Nietzsche gibi 19 .asır düşünürlerinden alıntılarla başlayarak Antonio Gramsci, Michel Foucault, Anouar Abdel-Malek ve A. L. Tibawi’ye, ve oradan oryantalizmin Edward Said, Aijaz Ahmad, Sheldon Pollock, John Mackenzie ve Bryan S. Truner gibi çağdaş araştırmacılarının görüşlerine uzanıyor. Genel bir giriş kadar, her kısım bir girişle başlıyor ve iktibaslar okuyucuya bu kompleks tartışmada yönünü bulmasına imkan verecek şekilde bağlama yerleştiriliyor. Bedri Gencer The Crusades: Islamic Perspectives(Haçlı Seferleri: İslamî Perspektifler), Carole Hillenbrand, Edinburgh University Press 1999, 648 s. ISBN 0-74860630-0 Sene 1999, Kudüs’ün Haçlılar tarafından fethinin 900.yıldönümünde, Haçlı Seferleri olgusunun karşı kutupta yer alan Müslüman dünyasını askerî, kültürel ve psikolojik olarak nasıl etkilediği üzerinde düşünmenin tam zamanı. 11 Eylül’den sonra ABD Başkanı George W. Bush’un ağzından kaçırdığı gibi, Haçlı Seferleri bir imaj olarak Batı ve İslam dünyasının bilinçaltında yaşamaya devam ediyor. Haçlı 254 Kitap, Sempozyum Değerlendirmeleri Seferleri hakkında giderek büyüyen bir literatür mevcut olmakla birlikte bunlar genelde Batılı görüş açısını yansıtmaktadır. Öte yandan bu seferlerin Müslümanların zihnî ve kültürel dünyasında nasıl yankı bulduğu çok az incelemeye konu olmuştur. Hillenbrand’ın çalışması bu konudaki esaslı bir boşluğu dolduruyor. Orijinal Arapça kaynaklara dayanarak hazırlanan çalışma, geleneksel Müslüman coğrafyasının kalbindeki Haçlıların yabancı varlığına karşı Müslümanların nasıl tepki gösterdiklerini aydınlatmak için tasarlanmış bir dizi temayı tartışıyor. İdeolojik kaygılar gözden geçirilerek cihad kavramının önemi, Kutsal Toprağın tedrici geri alınışı ve Haçlıların tahliyesi bağlamında değerlendirilmiştir. İki kısım, orijinal yazılı kaynaklar ve hayatta olan sanat eserleri temelinde savaşın analizine -silahlar, muharebeler, muhasara ve istihkamlar- ayrılmış ve deniz gücünün ihmal edilen önemi öne çıkarılmıştır. Bir bölüm, sosyal, ekonomik ve kültürel bir çevrede Müslümanlar ile Haçlılar arasındaki karmaşık etkileşim meselesini ele alıyor. Giriş bölümü ise, Haçlı seferlerinin günümüze kadarki Müslüman bilinci üzerindeki derin etkisinin ana hatlarıyla izini sürüyor. Çalışma, şimdiye kadar zaten çeşitli defalar yapıldığı gibi, 1099 ile 1291 arasındaki dönemin olaylarının kronolojik bir incelemesinin çok ötesinde bir girişimi simgeliyor. Belirttiğimiz gibi, madalyonun öbür yüzünü göstermeyi amaçlayan çalışma, Haçlı seferleri tarihinin daha geniş bazı yönlerini Müslüman tarafından takdim etmeye yönelik. Yani bu, bir tür Haçlı savaşlarının içeriden, “mikro tarih”ini veriyor. Çalışma, örneğin kavrama dair teorik bahsin yanısıra, “cihadın sosyo-kültürel tarihi” diye de okunabilir. Bu bağlamda örneğin ünlü Osmanlı şeyhülislamı Ebu’s-Suûd’un cihadla ilgili görüşlerinin yanısıra, İbni Teymiye’nin bu savaşlardaki menkıbevi rolünün ayrıntılarını da ilk el kaynaklardan okuma fırsatını buluyoruz. Ortaçağ İslam sanatından 500’ün üzerinde illüstrasyonla bezenen eser, görsel açıdan da bir ziyafet sunuyor okuyanlarına. Bedri Gencer Ebu’s-Su’ud: the Islamic Legal Tradition(Ebu’s-Suud: İslam Hukuk Geleneği), Colin Imber, Edinburgh University Press, 1997, 288 s., ISBN 0-7486-07676 Artık “ne mutlu” mu, yoksa “ne yazık ki” diyelim, bilmiyorum ama, EbusSuud gibi tarihimizin en büyük şahsiyetlerinden biri hakkında kapsamlı bir inceleme dilimizden önce bir yabancı tarafından İngilizce’de yapıldı. Colin Imber, özellikle Osmanlı hukuku tarihinde tanınmış bir uzman. Bu kitabı da, Edinburgh Üniversitesinin “Hukuk teorisinde simalar” başlıklı dizisinde yayınlandı. Kanuni döneminin altın çağında yetişen, Osmanlı tarihinin en büyük şeyhülislamı sayılan Ebus-Suud, verdiği fetvalar ile siyasî-hukukî düzeni İslamî-şer’î bir temele oturtmada en büyük rolü oynamıştı. Imber, bu çalışmasıyla, İslam dünyası genelinde daha çok İrşâdu’l- Kitap, Sempozyum Değerlendirmeleri 255 ‘Aqli’s-Selîm adındaki abidevî Arapça tefsiriyle tanınan Ebus-Suud’un İslam hukuk tarihinde hakkettiği konuma oturtulması işine ciddi bir katkıda bulunuyor. Osmanlı hukuku kısmen oryantalizm kaynaklı bir yaklaşımla, örfî-Sultanî ile şer’î hukuk gibi düalist-dikotomik bir şekilde ele alına gelmiş. Ebus-Suud’un misyonu, gerçekte bu düalizmin tabir caizse, dikotomiye dönüşmesini önleyerek, bu ikisini, serpilen bir imparatorluğun ihtiyaçları doğrultusunda bağdaştırmaktı. Hem İslam hukuk geleneği ve ideallerine, hem de hikmet-i hükümet bilincine sahip bir alim olarak Ebus-Suud, bu konuda çok önemli bir misyon üstlendi. O, verdiği fetvalar veya İslam hukuk usulündeki ıstılahla bir derece içtihatlarla, Kanunnamelerle bilinen yasama faaliyetine İslamî bir istikamet vererek tek kelimeyle İmparatorluğun meşruiyet temellerini attı. Örneğin İmparatorluk düzeninin belkemiğini oluşturan tımar sistemi, geleneksel miras hukukuyla toprakların parçalanmasını önlemek için Ebus-Suud’un verdiği fetvayla soyut mirî mülkiyet, yani rakabe kavramıyla sağlanmıştı. Orijinal Arapça ve Osmanlıca kaynaklara dayanarak hazırlanan çalışmada, Ebus-Suud’un biyografi ve ilmî kariyeri bir imparatorluğun inkişafı bağlamında ele alınıyor. Örneğin, Birgivi ile ünlü “nakit vakfı” tartışmalarında dönemin ilmî ve fikri trendlerini de izleme imkanı bulunuyor. Yazarın geniş bilgi birikimi, hem teorik İslam hukuku ve kültürüne, hem de Osmanlı tarihine vukufu başarısını arttıran temel faktör. Bedri Gencer Early Islam: Collected Articles(Erken İslam: Toplu Makaleler), William Montgomery Watt, Edinburgh University Press, 1990, 207 s., ISBN 0-7486-0170-8 William Montgomery Watt, Batıda yaşayan en ünlü oryantalistlerden biri. Aslen bir Hıristiyan din adamı olan Watt, özellikle İslam düşüncesi üzerine yaptığı ve bazıları Türkçe’ye de çevrilen önemli ve objektif çalışmalarla kendini kanıtlamış biri. 1990 yılında çıkan bu derleme, onun ilk dönem İslamî ilimler tarihi hakkındaki makalelerinden oluşuyor. İki ana kısma ayrılan kitabın birincisinde, dinin ana kaynaklarını oluşturan “Hz. Muhammed ve Kur’ân-ı Kerîm’ odaklı şu başlıkta makaleler yer alıyor: 1.Benî Kurayza Yahudilerinin kınanması, 2.Ibni İshâk’ın kaynaklarının güvenilirliği, 3. Kur’ân’ın tarihlendirilmesi, 4.Peygamber zamanında İslamda Hidayet, 5.Onun ismi Ahmed, 6. Deve ve iğne gözü,7. Ashâb-ı uhdûd, 8. Allahın halifesi: Kur’anî yorumlar ve Emevilerin iddiaları, 9.Duhâ Sûresi’nin bazı ayetleri üzerine düşünceler,10. Kur’ân’da eleştirilen Hıristiyanlık, 11. İki ilginç Hıristiyan-Arapça kullanılış. Bu ana kaynaklara dayalı olarak İslam düşüncesinin inkişafına odaklanan ikinci kısımda ise şu makaleler yer alıyor: 1.Müslümanların İncil’e yönelik ilk tavırlarının gelişimi, 2. Müslümanların antropomorfizm hakkında bazı tartışmaları, 3. Kendi 256 Kitap, Sempozyum Değerlendirmeleri suretinde yaratılan: İslam kelamı hakkında bir inceleme, 4.İlk kelamın mantıkî temeli, 5. İslam kesb doktrininin kökeni, 6. Vâsıl b Atâ Hârici miydi? 7.Abbasiler altında Hâriciliğin önemi, 8. Abbâsî Şiiliğinin bir yeniden-değerlendirmesi, 9.Erken İmamî doktrini hakkında aydınlatıcı açıklamalar, 10. İmâmî Şiiliğin erken aşamalarının önemi, 11.Ehl-i Sünnet ve Fırkalar, 12. İslam kelam mezheplerinin başlangıcı. EPİSTEMİK CEMAAT -BİR BİLİM SOSYOLOJİSİ DENEMESİHüsamettin Arslan Paradigma Yayınevi, İstanbul, 1992. 160 s. (ISBN 975-7819-00) Bu kitap, Hüsamettin Arslan’ın Ümit Meriç Yazan yönetiminde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji bölümünde yaptığı ve sonradan kitap haline getirmiş olduğu doktora tezidir. Ülkemizde bilim sosyolojisi disiplininde yapılan ilk çalışma özelliğinde olan kitap üç bölümden oluşmaktadır. Her bölümün başında yazar bazı sorular sorarak okuyucuya bir çerçeve çizmekte ve kendi varsayımları doğrultusunda sormuş olduğu sorulara cevaplar vermektedir. Kitabını “genelde bilgi sosyolojisi, özelde bilgi sosyolojisinin bir alt dalı olarak doğan bilim sosyolojisi veya bilimsel bilginin sosyolojisi disiplini çerçevesi içerisinde bir deneme” olarak nitelendiren yazar, bilimin ve bilimsel bilginin sosyolojik açıdan nasıl ele alınabileceği, bilime ülkemizden nasıl bakılması gerektiği konularında okuyucuya bazı ipuçları vermektedir. Antipozitivist bakış açısının hakim olduğu kitabın ana varsayımı şudur: “Bilimsel bilgi dahil, bütün bilgi türlerinin varoluş temeli epistemik cemaattir. Eğer epistemik cemaat varlık kazanmamışsa, bilgi de varolamaz.” (s.56) Yazara göre Türkiye’de 19. y.y’ın başından günümüze kadar devam eden epistemik bunalımın başlıca nedeni, modern bilimlerin Türkiye’ye girişi ile Osmanlı toplumundaki klasik epistemik cemaatin yanı başında yeni ve farklı bir epistemik cemaatin doğmasıdır. Giriş bölümünde yazar, varsayımlarının daha anlaşılabilir olması için epistemoloji ve epistemolojik cemaat kavramlarına açıklık getirerek, kitabının daha sonraki bölümlerinde ele aldığı konular hakkında önceden bazı açıklamalar yapmaktadır. “Bilim sosyolojisine giden yol” başlıklı birinci, bölüm aslında çalışmanın çekirdeği durumundaki “Epistemik cemaat” başlıklı bölüm için bir hazırlık olarak değerlendirilebilir. Bu bölümde “bilgi, bilimsel bilgi nedir?, bilgi-bilimsel bilgi ile toplum arasında ve yine dil ile bilgi arasında nasıl bir ilişki vardır?” soruları sorularak, bu sorulara sosyolojinin önde gelen E. Durkheim, K. Marks, K. Manheim ve M. Weber gibi bilim adamlarının görüşleri çerçevesinde cevaplar verilmektedir. Zira yazara