65 EKONOMIK Y AKLAŞIM N. KALOORlUN TEKNiK iLERLEME FONKSiYONU VE iÇERiLMiŞ TEKNiK iLERLEMENiN BÜYÜME TEORiSiNE GiRiŞi CenkPota Giriş tıpkı Neoklasik teoride emek ve sermaye gibi bir üretim faktörü olarak kabul edilen teknoloji analize üretim fonksiyonu aracıl­ ğıyla dahil edilmiştir. Bu yolla modelde, üretim fonksiyonu üzerindeki hareketin nedenini girdi artışlarına bağlamak öte yandan üretim fonksiyonundaki yukarıya doğru kayışın girdi artışlarıyla açıklanamayan kısmini (residual) ise "teknik ilerleme" olarak yorumlamak mümkün olmuştur (Soyak 1995:94). Neoklasik teoride teknoloji, her biri, hiç bir maliyete katianılmaksızın orada öylece elde edilmeyi bekleyen KiL bileşimleri ya da seçilmeye aday üretim teknikleri dizini olarak algılanmaktadır. Böyle olunca teknoloji, aynı zamanda girdileri çıktılara dönüştüren "fiziksel" bir süreç olarak da algılanıyor demektir (Akyüz 1980:433; Soyak 1995:94). Neoklasik teori, teknik ilerlemeyi iki şekilde ele almaktadır. içerilmiş ve içerilmemiş teknik ilerleme. içerilmiş teknikilerleme, Kaldor modelini incelerken de göreceğimiz üzere, özünde yatırım yapılmasına bağlıdır; dolayısıyla sermaye birikimi ile çok yakından ilişkilidir. içerilmemiş teknik ilerleme ise "yatırım ve birikim olgularından bağımsız olarak, mevcut sermaye stoku ve işgücünün etkinliğinin, yani belli bir girdi bileşiminden elde edilen çıktı miktarının zaman içinde sürekli olarak artması şeklinde tanımlanabilir" (Akyüz 1980:433) Özellikle Solow'un öncülüğünde çağcıl neoklasik kuram, tercihini sermayenin kolayca yoğrulabildiği ve dolayısıyla tanımlanabildiği daha uysal "içerilmemiş teknik ilerleme" yönünde kullanmıştır. Neoklasik yaklaşımda teknik ilerleme, teknik bilginin tanrı armağanı ya da gökten inme kutsal bir şey (manna from heaven) olarak kabul edildiği bir niteliğe bürünmüştür. Eğer "kutsal şeyin gökten inme oranı" sanıldığı gibi sosyo-kültürel güçlerin bir fonksiyonu *Araştırma Görevlisi,Gazi Üniversitesi, lfBF, iktisat Bölümü Ekonomik Yaklaşım Cilt 6, sayı 17, Yaz 1995 66 CENK PALA ise teknik ilerlemenin iktisadi sisteme dışsal alınması anlamlıdır. Fakat yatırım, ldir oranı vb. bir takım iktisadi değişkenierin bir fonksiyonu ise artık dışsal olma özelliğini yitirmiş demektir. Esasen sermaye birikimi ve teknik ilerlemenin birbirlerini etkiledikleri ileri sürülüyorsa; bu iki değişkeni neoklasik yaklaşımdakine benzer bir yöntemle birbirinden ayır­ maya kalkışmak; hem imkansız hem de anlamsızdır (Hahn ve Matthews 1964:836). Bu çalışma, neoklasik iktisadi büyüme kurarnma eleştirel bir bakışla "yeni" bir iktisadi büyüme modeli geliştiren N. Kaldar'un (1908-1986), üretim fonksiyonu yerine kurguladığı "teknik ilerleme fonksiyonu" nu, bu fonksiyonun analizdeki kritik rolünü ve içerilmiş teknik ilerlemenin büyüme ve/veya kalkınma analizlerine ilk adım atışını (o dönemde kalkınmanın büyümeyle özdeş sayıldığı akılda tutularak) çözümiemek amacındadır. Bunlardan sonuncusu büyük ölçüde ilk bölümde ele alınacaktır. Post Keynezyen bir iktisatçı olan Kaldar'un temel sorunsalı, Keynezyen analiz aletlerini kullanarak Keynes tarafından ihmal edildiğini düşündüğü bir "gelir bölüşümü ve sermaye birikimi" modeli kurgulayabilmektir (Kaldor 1968: 177 -9) Teknik ilerleme fonksiyonu, modelde tasarlanan "sürecin" deyim yerindeyse "tam göbeyer almaktadır; ve çözümlenmesini haklı kılan da bu ayrıcalıklı konumdur. Kaldar'un ilk modelinde (kaynakçada 1968, orjinali 1958) üstü kapalı, Mirrless ile yaptığı ortak çalışmasında ise (kaynakçada 1969, orjinali 1962) açık olarak göze çarpan nokta; teknik ilerlemenin içerilmiş bir niteliğe bürünmüş olmasıdır. Dolayısıyla içerilmiş teknik ilerlemeyle birlikte, her iki analizde sermaye birikimi (ve gayrisafi yatırım) ile teknik ilerleme (ve emek verimliliği) arasında bir bağ kurulmaya çalışılmaştır. ğinde" Kaldor, "Cambridge Büyüme ve Bölüşme Modeli" (ya da Post-Keynezyen Büyüme Modeli)ni geliştiren Robinson, Kalın, Kalecki, Pasinetti, Champernowne ve Mirrless gibi "ağır toplar"dan oluşan iktisatçıların neoklasik cephe (Solow, Swan, Uzawa, Meade vd.) karşısındaki "kalem arkadaşı"dır. Fakat bu iktisatçıların, özellikle sermaye tanımı ve tenik ilerleme konularında zaman zaman kalemi birbirlerine doğrulmuş oldukları da akıldan çıkarılmamalıdır. Kaldar açısından iktisadi büyümenin esas motoru, "teknik ilerleme" ya da "yeni üretilsermaye teçhizatı"dır ve tüm sistem bunun etrafında çözümlenmektir. Aslında Kaldar modeli, sermaye birikimi ile teknik ilerleme (ve neoklasik iktisatçılarca ekonomi-dışı sayı­ lan diğer münasebetsiz ve gereksiz değişkenler) arasındaki karşılıklı ilişki ve etkileşimi ortaya çıkarmak amacındadır. Ancak bu modelde de-tıpkı diğerlerinde olduğu gibi çok belirgin bir şekilde, iktisat teorisinin "en belalı" alanı olan sermayenin tanımlanması, ölçülmesi ve homojenize edilmesi (daha doğrusu tanımlanamaması, ölçülmemesi ve homojenize edilememesi) sorunlarının izlerine rastlamak mümkündür. miş izleyen bölüm değinilen bu meseleyi tartışma konusu yapmaktadır. Çünkü Kaldor modelinin anlaşılabilir hale gelmesi, bir yandan sermayenin ve sermaye stokunun tanımlan­ masın karşılaşılan sorunların diğer yandan yapılış yılı ya da hasat (vintage) modellerinin 67 EKONOMIK Y AKLAŞIM ve içerilmiş teknik ilerleme kavramının yakındany incelenmesiyle mümkün olacaktır. İkin­ ci bölüm, Kaldor'un ilk modelinde de yer alan "teknik ilerleme fonksiyonu"nun çözülmesine ayrılmıştır. Bunu, ikinci modelin kısaca çözümleneceği değerlendirme bölümü izleyecek ve çalışma Kaldor'un iktisadi kalkınınayla ilgili stratejik görüşlerine yer veren, bir ekniteliğindeki dördüncü bölümle noktalanacaktır. 1. SERMAYE TEORiSiNDEKi TARTlŞMALARA KISA BiR BAKlŞ: HASAT {V/NTAGE) MODELLERi VE TEKNiK iLERLEME Gerçekten de sermaye, teknik ilerleme olgusu içine nasıl girecektir (ya da tersi)? Sermaye bir teknik kategori mi yoksa bölüşüm kategorisi midir? Acaba sermaye sadece bir amortisman mıdır? Aslında hakim iktisatta emeğin dışında kalan her şeyin sermaye kavramı içine girdiği ve 1 veya atıldığı anlaşılıyor. Halbuki artık doğrudan doğruya üretime katılan bir sermaye sözkonusudur. Böyle olunca sermaye malları da üretim süreci içine girmiş oluyor. O halde sermaye stoku nedir? Homojen ve içinde teknik ilerlemeyi barındırmayan bir olgu olsa, sermayeyi tanımlamak daha da kolaylaşacaktır. Kuşkusuz, iktisactın en tartış­ malı alanını temsil eden "sermaye teorisi"ni her yönüyle değerlendirmek bu çalışmanın sı­ nırlarını aşmaktadır. Bu yüzden sermaye ve teknik ilerlemenin analize dahil edilmesi meselesinin sadece konumuzia ilgili ana hatlan kısaca incelenecektir. 1 Özellikle neoklasik iktisatta sermaye biçimlendirlilebilir/yoğrulabilir (malleable) bir şeydir ve homojen bir yapı arz etmektedir. Dolayısıyla içinde farklı yaşlarda (yani yapım yılları farklı olan) makinaların bulunmadığı varsayılan bir sermayeyi tanımlamak da çok kolaydır. Bu analizde, makinaların gerek nitelik gerekse maliyet ve verimlilik açılarından birbirinin tıpatıp aynısı oldukları kabul edilmektedir. Oysa gerçekte tüm makinalar farklı oranlarda yıpranmakta ve üstelik "yeni gelenler" hiç bir açıdan ötekilere benzememektedirler. Kaldı ki, teknik ilerlemenin faktör verimliliklerini ve/veya katkılarını artırdığı da gözlenmektedir. Eğer böyleyse, yani, neoklasik iktisatçılara düşünülenin aksine sermayenin üretim sürecindeki katkısı ile bu katkı karşılığında aldığı pay arasında bir "fark" varsa ne olacaktır? İşte temelde Kaldor, Robinson ve Solow arasında geçen "hareketli" tartışmala­ rın özü budur 2 . Neoklasik teoride, marjinal verimlilik ilkesi gereği, toplam ürünü otomatik olarak "tüketen (böl üşen)", üretime katılan tüm faktörlerin marjinal ürünleridir. Bu noktadan hareketle, Kaldor (1968:203-5), ölçülebilen niceliksel bir faktör olmadığı için bilginin (knowledge) kendi marjinal ürününü alamayacağını ileri sürüyor. Teknik iledernede bu "bilginin" (icadın ya da yeni fikirlerin) bir şekilde sermaye .ile birleşeırek somut bir biçim alması anlamı­ na geldiğine göre; marjinal ürünlerin toplam ürünü aşmasına yol açan şey aslında makinalarda cisimleşen bu bilgi olmaktadır. Kaldor modelinıde teknik ilerlemeye içerilmiş bir nitelik katan bu durumdur. Çünkü bu yaklaşım, teknik ilerlemenin ancak sermaye birikimi ile birlikte düşünülebileceği anlamına gelmektedir (Küçük 1968:5). Sorun bu kadarla da kalmıyor: Sermaye stoku yenilendiği zaman nasıl bir yapı ortaya 68 CENK PALA çıkacaktır? Çünkü pratikte bu stoku oluşturan her makina üretildiği/yapıldığı "yılın" teknik bilgisini içermektedir (ki bunun değiştirilmesi imkansızdır). O zaman, akla şöyle bir soru daha geliyor: Sermaye stoku "fiziksel" olarak nasıl tanımlanacaktır? Böylece asıl sorunun "sermaye stokunun nasıl homojenize edileceği" meselesi etrafında döndüğü de anlaşılmış oluyor. Biliyoruz ki, neoklasik teoride, bölüşüm kategorisi içinde, emeğin dışında kalan her "sermaye" dir. Bu açmaz üzerine sermayenin teknik bir kategori olabileceği de düşü­ nülmüş ve meşhur yapılış yılı ya da hasat (vintage capital) modelleri geliştirilmiştir. Bunlar, özünde, sermaye malının içindeki teknik ilerlemeyi ortaya çıkarmaya çalışan mode11erdir. Bu mode11erin be11i başlı özelliklerini kısaca belirtelim 3 . şey Bu yaklaşımda teknik ilerlemenin aracı, yeni sermaye birikimidir. Teknik ilerleme, herhangi bir t döneminde imal edilen makinaların üretkenliğini, sözgelimi t-1 döneminde imal edilmiş olan makinaların üretkenliğine nazaran arttırır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, teknik ilerlemenin (kullanımdaki) mevcut makinaların üretkenilğini artırmama­ sıdır. Böyle olunca, teknik ilerleme yeni makinalarda içerilmiş (embodied) halde bulunuyor demektir. Makinalar, değiştirilmesi imkansız (sabit) olan imal tarihlerindeki "teknolojiyi" içerirler. Bu nedenle farklı tarihlerde yapılmış olan ya da farklı yaşlardaki "makinalar" nitelik açısından da farklılaşacaklardır. Dolayısıyla makinalar, bu farklılaş­ malar gözönüne alınmaksızın, bir genelllerne yapılarak tek bir sermaye ölçümü içinde toplulaştırılamazlar. Demek ki, her bir vintage (yaş) için ayrı bir üretim fonksiyonuna gereksinim vardır. Buna karşılık toplam hasıla, kullanımdaki her yaştan makinalarca sağlanan hasılanın toplamından oluşmaktadır (Hahn ve Mattehews 1964:837). içerilmiş teknik ilerleme, sermaye stokunun tamamen homojen olduğu (sermayenin yoğrulabilir/ biçimlendirilebilir olduğu) varsayımından bir kopuşu temsil etmektedir. Eğer teknik ilerleme yeni makina tipleri ortaya çıkarmaksızın gerçekleştirilemiyorsa sermayeden homojen bir yapı olarak bahsetmek, artık mümkün değildir. Bu "vintage capital" tartışmasının da başlangıcıdır. Diğer bir ayrım noktasını ise şöyle özetlemek mümküdür: Ortodoks yaklaşıma göre, Cobb-Douglas tipi üretim fonksiyonu üzerinde sermaye birimi başına emek miktarında değişiklik yapmak her dönemde mümkündür. Ancak içerilmiş teknik ilerleme devreye girdiğinde, emek ile sermaye arasında sadece ex-ante (putty) ikame edilebilirlik sözkonusu olmakta; bunun dışında hiç bir ex-post (clay) ikame imkanı bulunmamaktadır. Biraz daha açarsak, her bir makina veri bir ernekle çalışacak şekilde tasarlanmıştır. Bu nedenle yeni bir makina satın alındıktan sonra (girişimciler açısından) hareket özgürlüğü yitirilmekte, yani emek miktarı neoklasik teorideki gibi "sonradan" kolayca değiştirilememektedir. Aslında teoride ex-post ikame sahasının bu kadar da dar olmadığı belirtilmektedir (yani putty-putty, clay-clay, putty-clay modellerden oluşan geniş bir alanın varlığından sözediliyor) (Hahn ve Matthews 1964:837-8; Bulutay 1972:50-64). Önemli bir konu ise sermayenin kendisini amorti etmesi meselesidir. Gerçekten de sermaye zamanın mı yoksa kullanırnın mı bir fonksiyonudur? Burada bir makinanın mühen- EKONOMIK Y AKLA~IM 69 dislerce biçilen fiziki ömrü tamamlamadan teknik (ve ekonomik) bir nedenle sıfıra inmesi durumu sözkonusudur. Dolayısıyla bu yaklaşımda teknolojik ve/ veya iktisadi bir ömür de devreye girmekte; makinalar fiziki ömürlerini tamamlamasalar dahi "kadük" olmakta, yani hurdaya çıkabilmektedirler. Buraya kadar özetlenenlerden, kullanımdaki sermaye stokunun farklı yaşlardaki makilardan oluştuğu açıklık kazanmıştır. "Yaş farkı"na yapılan vurguyla birlikte makinalar arasında Ricardian anlamında bir "rant" mekanizması bulunabileceği de düşünülmüştür. Hasat modellerinde "en son/en genç" makinalar, daha az emek gerektirirler; dolayısıyla birim hasıla başına en düşük emek maliyetine de sahip olurlar. Çünkü bunlar teknik ilerlemeyi "içerirler". Bu nedenle, bu makinalar veri bir zamanda en yüksek rant benzerini de elde ederler (Hahn ve Matthews 1964:839). Makinaları "topraklara" benzetirsek, makinanın hasılası ile bu makinanın başında çalı­ maliyeti arasında pozitif bir fark olmalıdır ki; makinayı kullanmak iktisadi açıdan hala "feasible" sayılabilsin. Reel ücretler zamanla artacak, böylece herhangi bir veri eski makinanın elde ettiği rant-benzeri de zamanla düşecektir. Dolayısıyla makinalar her biri için rant-benzerinin "sıfıra" düştüğü tarihte hurdaya çıkarılacaklardır. İşte bu yüzden makinalar, fiziksel yıpranma gibi bir nedenle değil tümüyle iktisadi bir sebeple sınırlı bir yaşam süresine sahiplerdir (Kaldor ve Mirrlees 1969:398; Hahn ve Matthews 1964:83941). Gerçekten yeni makinalar geldiğinde ötekiler hemen atılmazlar. Bu aynı zamanda tüm makinaların "set halinde" birdenbire değiştirilemediğini de göstermektedir. Dolayısıyla bir makina, ancak kendisini kurtaramayınca; yani hasılası, başında çalışan işçinin maliyetini karşılayamaz hale gelince atılmaktadır. şan işçinin ' ı Tüm "hasat" modellerinde tam rekabet varsayılmıştır. Çünkü bu varsayım olmaksızın "makinaların, rant-benzeri sıfır olana dek hurdaya çıkarılmadıkları" varsıyımı geçerliliğini yitirecektir. Bu modellerde, kişi/işçi başına verimlilik; bir yandan kullanılan makinaların sermaye yoğunluğuna diğer yandan bu makiların ortalama yaşına bağlı olmaktadır. Bu yaklaşımdan çıkarılacak önemli bir sonuç şudur: Bu yaklaşımla beraber artık "vurgu" net tasarruf ve yatırımdan gayri safi tasarruf ve yatırıma kaydırılmıştır. Bu nedenle "neoklasik anlamda", bir makinanın diğeriyle yer değiştirmesinin status quo yu etkilemeyeceğini ileri sürmek, artık mümkün değildir. Bu, Kaldar ve Mirrlees modelinde de göze çarpan ve iktisadi kalkınma açısından da önemli olan bir sonuçtur. Ancak, bizatihi vintage yaklaşımının teknik ilerlemeyi "dışsal"lıktan kurtardığı kanı­ da kapılmamak lazımdır. Bu yaklaşımın ortodoks yaklaşımdan farklılığı sadece şu­ dur: Artık "gökten inen kutsal şey" (yani "teknik ilerleme"); bu analizde yalnızca "en son" makinalar üzerine düşmektedir. Bu açıdan vintage modellerinin ortodoks bir modelle çok benzer sonuçlara varmasını süpriz olarak karşılamamak gerekmektedir. Fakat yine de bu yaklaşımın teknik ilerlemeyle ilgili varsayımlarda kritik değişikliklere yol açmış olduğu da akılda tutulmalıdır. sına Kaldar modeli, sermaye ve teknik ilerlemenin bu oldukça karmaşık dünyası içinden 70 CENK PALA doğmuştur. Özellikle Kaldar'un Mirrlees ile kurguladığı ikinci model, bir "vintage" mode- lidir. Bu açıdan yukarıda verdiğimiz geniş özeti "akılda tutarak" Kaldor modelini anlamak daha da kolaylaşacaktır. Belki bu sayede Kaldor'un, "yatırım, sermaye birikimi ve teknik ilerleme"yi neden büyüme sürecinin en önemli dişlileri şeklinde algıladığını kavramak mümkün olacaktır. Buraya kadar ele alınan meselelerin ışığında, artık, Kaldar'un "teknik i1erleme fonksiyonu"nu incelemeye geçebiliriz. ll. TEKNiK iLERLEME FONKSiYONU VE MODELDEKi iŞLEVi 1. Genel Hatlanyla Kaldar Modeli Kaldor, modelinde, teknik ilerleme fonksiyonunun kritik sonuçlarını incelemeye geçmeden önce; kapitalist toplumlardaki iktisadi değişim ve gelişmeyle ilgilenecek bir "büyüme teorisinin"; ampirik bulgularla da desteklenen aşağıdaki gerçekleri gözardı etmemesi gerektiğini belirtiyor (Kaldor 1968: 177-9): i) Üretimde ve emek verimliliğinde sürekli bir artış; ii) İşçi başına düşen sermaye miktarında sürekli bir artış; iii) Sermaye üzerinden sabit bir kar haddinin varlığı; iv) Sabit bir sermaye - hasıla (SIR) oranının varlığı (yani ekonomide gelir ve sermaye uzun dönemde aynı hızda büyüme eğilimindedirler); v) Gelirdeki kar payı ile yatırımın üretimdeki payı arasında yüksek bir korelasyonun varlığı; vi) Farklı toplumlarda emek verimliliği ile toplam hasıla artışları açısından önemli farklılıklar bulunması. Kaldor, bu olgulardan hiç birisinin neoklasik teori tarafından açıklanamayacağını da ekleyerek; amacının "bu stilize olguların en azından bir kısmını açıklayabilecek bir gelir bölüşü­ mü ve sermaye birikimi modeli sunmak" (Kaldor 1968: 179) olduğunu yazıyor. Kaldor, daha önce de belirttiğimiz üzere, sermaye birikimi ve teknik ilerlemenin birbirinden ayrılamayacağını; dolayısıyla karşılıklı bir etkileşim içinde olduklarını ileri sürmektedir. İlk etkiyi, yani sermaye birikiminin teknik bilgi üzerindeki etkisini şöyle dile getiriyor: "İşçi başına daha fazla sermaye kullanımı ... kaçınılmaz olarak, bir tür icatçılık/yaratıcılık (inventiveness) gerektiren daha üstün tekniklerin uygulanmasını zorunlu kılar" (Kaldor 1963b: 264). Kaldor, sermaye birikiminin teknik ilerlemeyi etkilediğini düşünmekle beraber, teknik ilerlemenin de sermaye birikimini etkilediğini gözden kaçırmamıştır: "Emek verimliliğini artırma yetisi olan teknik yenilikterin tümü değilse de çoğu, kişi başına daha fazla sermaye kullanımını - daha gelişmiş techizat ve/veya daha fazla mekanik güç kullanımını - gerekli kılar" (Kaldor 1963b: 264-5). Ama yine de tek yönlü bir ilişki varsaymakla, yani teknik ilerlemenin sermaye birikim hızını etkilemediğini görmezden gelmekle suçlanmıştır (Küçük 1968:6). Kanımızca Kaldor bu etkileşimin farkındadır; ancak bunun önemi ve içeriğini (modelin işleyiş diqamikleri gereği) gözden kaçırdığı anlaşılmaktadır. Kaldor' a göre bir iktisadi 71 EKONOMIK Y AKLASIM büyüme teorisinin amacı; " ... bir ekonomik genel üretim düzeyinin hangi hızla büyüyeceğini belirleyen ekonomi - dışı değiş kenlerin doğasını ortaya koymak ve bu sayede bazı toplumların neden diğerlerinden daha hızlı büyümüş oldukları meselesini anlamak açısından bir katkıda bulunmaktır" (Kaldor 1963b:259). Kaldor, büyüme hızını (ve trendini) belirleyen kritik faktörlerin; sermaye birikimi hızı­ belirleyen toplumsal tasarruf eğiliminde, verimlilik artış hızını belirleyen icat ve yenilik akışında ve nüfus artışında aranması gerektiğine inanıyor (Kaldor 1963b:260-l). Bu açı­ dan daha önceki teorilerin tersine, bu faktörlerin bağımsız değişkenler olmadıklarını düşünmektedir. İçsel güçlerin önemine dikkat çeken Kaldor modelinde, teknik ilerleme, iktisadi büyüme sürecinin "merkezi"nde yer almaktadır. Şimdi dikkatimizi teknik ilerleme fonksiyonuna çevirebil iriz. nı 2. TEKNiK iLERLEME FONKSiYONU 4 Kaldar'un ilk modelinde (1958), (non-vintage bir model olmasına rağmen) teknolojik değişmenin, analize, egzojen bir faktör olarak değil; sermaye birikimine dayalı ve dolayı­ sıyla endojen olarak belirlenen bir unsur şeklinde dahil edildiği öne sürülmektedir. Sermaye birikimi ve teknik ilerlemenin birbirinden yalıtılamayacağını vurgulayan bu ilk Kaldor modeli; teknik ilerlemenin diğer faktörlerle i1işkisini teknik ilerleme fonksiyonu adı verilen bir fonksiyon çerçevesinde çözümlerneye çalışır. Kaldor (1968:207-8), bu fonksiyonun; "sermaye artış hızıyla hasıla artış hızı arasında bir ilişki olduğunu ve gerek kişi başına düşen sermaye miktarındaki artışın, gerekse sürekli gelişen/iyileşen bilgi ve knowhow'un etkilerini içerdiğini (embodied)" varsaymaktadır. Kaldor, bu fonksiyonu aşağıdaki şekil yardımı) vrv T T o Şekil 1 p KlK 72 CENK PALA Kaynak: Kaldar 1968:209 Şekil I 'de dikey eksen e kişi başına üretim artış hızı (kişi başına verimlilik artış hızı) (Y/Y); yatay eksene ise kişi başına sermaye artış hızı (kişi başına sermaye birikim hızı) (K/K) yerleştirilmiştir. TT eğrisi, "teknik ilerleme fonksiyonu" eğrisidir. Dikkat edilirse eğri, dikey ekseni pozitif olarak kesmektedir. Bu, belirli bir dönem boyunca kişi başına düşen sermaye miktarı değişmeden kalsa bile üretkenlikte bir artış olabileceği - yani belirli bir düzeyde teknik ilerlemenin varolacağı varsayımından hareket etmektedir (Kaldor 1968 :208). Bir başka deyişle, üretim faktörleri kullanım miktarları değişmese dahi bir verimlilik artışı yaşanabilir. Bu daha çok "öğrenme (learning) süreciyle yakından ilişkilidir (Horndall effect iyi bilinen bir örnektir. Horndall demir-çelik fabrikasında sermaye ve emek miktarı artırılmaksızın 10 yıl içinde verimlilik %20 dolayında yükselmiştir). Gerçekten de net bir yatırım artışı olmadığı halde amortismanı tamamlanmış bir sermaye malın değiştirilmesi, ekonomide teknik ilerlemenin (emek verimliliği veya kişi başına üretimin) artmasına olanak sağlayabilir. Üstelik ek bir yatırım yapılmaksızın üretimin artırılınasına imkan tamyan bir dizi yenilik (fabrika içi planlama ve organizasyonda çeşitli iyileştirmeler gibi), her zaman mevcut olacaktır (Kaldor 1963b: 265-6; Kaldor 1968:208-9). Bu aşamada Kaldor'un, içerilmemiş teknik ilerlemeyi öne çıkarttığı anlaşılıyor. Şekil 1'de teknik ilerleme fonksiyonu belirli bir noktaya kadar artmakta (D noktası), daha sonra artış hızı azalmaktadır. Bu durum verimlilik artışının sermaye stokundaki büyüme oranına bağlı olacağını ifade etmektedir. Böyle olunca sermaye birikimini artırarak ulaşılabilecek "maksimun bir teknik ilerleme hızı" var demektir. Şekilde, kişi başına sermaye birikim hızı OP' den azsa üretim artış hızı sermaye birikiminden daha yüksek; buna karşılık kişi başına sermaye birikim hızı OP' den fazlaysa üretim artış hızı sermaye artış hızından daha düşük olmaktadır. Üretim artış hızı ile sermaye artış hızı sadece D noktasında birbirine eşit hale gelmektedir. Bu nokta, aynı zamanda sistemin uzun dönem denge eğilimini de göstermektedir. Bu konuya ileride değinilecektir. Kaldor' a göre TT tipi hi potetik bir eğrinin varlığı, (söz konusu toplumda) zaman içinde sabit bir yeni fikir akış oranı olduğu varsayımını yansıtmaktadır. Dolayısıyla şekilde, yeni fikir akış oranı ve bunların benimsenme koşullarındaki değişiklikler- eğrinin genel özelliğini değiştirmeksizin- yüksekliğindeki kayma ile temsil edilmektedir. Kesikli TT'den normal TT'ye bir kayış! Burada kesikli TT eğrisi teknik ilerlemn ı absorbe etme kapasitesi düşük bir ekonomiyi temsil ediyor (Kaldor 1963b: 266) "ayması, bir süre için Yeni icatlardaki bir "patlama" sonucunda TT eğrisinin yukarı S/H oranında bir düşüşe yol açacaktır; böyle olunca teknik ilerkıııc baskın olarak "sermaye tasarruf eden" bir özellik gösterecektir. Diğer taraftan TT eğrisinin .ı'?ağı doğru kaymasıyla temsil edilen "yenilik akışındaki azalma", verimlilik artışının da geride kalmasına yol açar; bu nedenle S/H oranı artacak ve yenilikler daha çok "emek tasarruf eden" bir niteliğe bürünecektir (Kaldor 1963b:268). Fikir (yenilik) akışındaki dalgalanma, bunların tekrarlanma oranındaki düzensizliği yansıtmaktadır. EKONOMIK Y AKLA~IM 73 Teknik ilerleme fonksiyonunun "yüksekliği", toplumun yenilikleri yaratma ve ekonomiye uygulama ve/veya uyarlama açısından sahip olduğu dinarnizınİ (Kaldor buna toplumun teknik dinarnizınİ adını veriyor) göstermektedir. Esasen şekildeki D noktası, toplumun teknik dinarnizınİ arttığı ölçüde yukarıya kayacaktır. Kaldor'un deyimiyle, bu yüzden "sabit bir büyüme hızını sürdürebilecek tek bir teknik ilerleme hızı olmayıp; sermaye birikim hı­ zının az ya da çok olmasına göre değişen bu türden bir dizi teknik ilerleme hızı vardır" (Kaldor 1968:209). Üretim artış hızının veya aynı anlama gelmek üzere büyüme hızının sermaye birikim hızına eşit olduğu D noktası; aynı zamanda sistemin uzun dönem denge noktasını da belirlemektedir. Çünkü Y/Y=KIK eşitliği sağlandığında, S/H katsayısı büyüme hızına, bu ise kar oranına eşit olacak ve bu seviyede "sabit" kalacaktır. Böyle olunca faktörelerin gelirden aldıkları paylar da sabit bir değere erişecektir. Çok açıktır ki, bu noktada "nötr teknik ilerleme"nin bütün koşulları yerine getirilmiş olmaktadır (Kaldor 1963b:267-8). Bu analizde, kapitalist bir ekonomi açısından gerek sermaye birikim hızını gerekse üretim artış hızını "nispeten küçük" ya da "nispeten büyük" hale getiren faktör; (teknik ilerleme eğrisinin .yüksekliğiyle de temsil edilen) ekonominin teknik dinamizmidir. Teknik dinarnizınİ düşük olan ekonomilerde hem birikim hızı hem de üretim artış hızı düşük olacaktır. Aynı zamanda gerek "yavaş" gerekse "hızlı" büyüyen ekonomilerde teknik dinamizm, kar haddinin uzun dönemde azalan bir eğilim göstermesi önüne de bir set çekecektir; dolayısıyla uzun dönemde büyüme "kararlı" bir hızda sürdürülebilecektir (Kaldor 1968: 209-10). Kaldor modelinde kritik öneme sahip olan bir diğer nokta; ekonominin (yukarıda kısac özelliklerini sıraladığımız) denge noktasına nasıl ulaşacağı, yani, uzun dönem denge büyüme oranının nasıl belirleneceğinin ve bu dengenin "kararlı" bir denge olup olmayacağı-. nın tespit edilmesidir. Modelde bu amaca "girişimci kararları" ve "beklentilerin" ön plana çıktığı bir yatırım fonksiyonu aracılığıyla ulaşılmaktadır 5. Kaldor modelinde (tıpkı diğer Post-Keynezyen büyüme modellerinde olduğu gibi) "yatırım fonksiyonu", tasarruf kararlarından bağımsızdır. Kaldor, kabaca şöyle yazıyor: "Sermaye birikiminin toplumun tasarruf eğilimine dayandığı ileri sürülemez. Çünkü tasarruf eğilimi kar haddine, kar haddi ise sermaye birikimine bağlıdır. Benzer şekilde sermaye birikimini doğal büyüme oranının gereklerine bağlamak da doğru değildir. Çünkü bu haddi belirleyen unsurlardan birisi olan verimlilik artış hızı da sermaye birikim hızına bağlıdır. Dolayısıyla sermaye birikimini (net yatırımları) girişimci davranışına dayandırmak gerekir." Kaldor 1968: 21 0). 74 C'ENK PALA Modelde girişimciler yatırım kararlarını karlılık gelecekteki tahminlerine dayandır­ maktadırlar. Kaldor burada sözü Kaleeki'ye bırakıyor: "Yatırım kararlan beklenilen kar oranı ile faiz b ranı arasındaki farkın artan bir fonksiyonudur". Kaldor' a göre bu varsayım, (veri bir piyasa faiz oranında) sermaye birikimini kar haddinin; kar haddini de büyüme hı­ zının bir fonksiyonu yaparak, aslında, sermaye birikim hızını doğrudan doğruya büyüme hızının bir fonksiyonu haline getirmektedir (Kaldor 1968:211). Şekil 2'de yer alan II eğrisi, bu tarzda bir yatırım uyarma fonksiyonunu (inducement to invest function) temsil etmektedir. Bu eğrinin dikey ekseni kestiği nokta piyasa faiz haddini vermektedir. Şekilde Z noktası bir denge noktasıdır. Çünkü bu noktada, belirli bir sermaye birikimi hızından kaynaklanan iktisadi büyüme hızı; girişimcileri bu hızda sermaye birikimine/biriktirmeye teşvik eden/ yöneiten büyüme hızı ile eşit olmaktadır. (Kaldor 1968:211-2). 1 I' 1 YN 1 1 / 1 T / / / / / T / / / / / / / Şekil II Kaynak: Kaldor 1968:211 I'--- o KlK Bu önermeye göre denge büyüme hızı, TT eğrisi üzerindeki her noktada meydana gelebilir. D noktasının sağındaki denge noktalarında S/H oranı ve dolayısıyla kar payı sürekli düşecek; D noktasının solundaki noktalarda ise her ikisi de sürekli yükselecektir. Bu nedenle S/H oranının sabit kalacağı tek nokta D noktası olmaktadır. II ve TT eğrilerinin D noktasında kesişmeleri halinde S/H oranı sabit kalacak, ekonomi ise erişebileceği maksimum sermaye birikimi ve teknik ilerleme düzeyine kavuşacaktır (Kaldor 1968:212-4). Böylece yatırım fonksiyonu yardımıyla Kaldor, modeli "kapatmış" olmaktadır. Çok açık­ tır ki "teknik ilerleme fonksiyonu"; modelin başlangıç amaçlarına ulaşabilmesini garanti etmektedir. Bu aşamada ikinci modelinde ineeleneceği değerlendirme bölümü geçmeden önce, bu ilk modell ilgiili "erken bir sonuca" varmak yerinde olacaktır. EKONOMIK Y AKLAŞIM 75 Daha öncede belirttiğimiz üzere, bu modelde teknik ilerleme, sadece sermaye birimimiyle birlikte düşünülebilen bir kavramdır. İlk bakışta teknik ilerleme fonksiyonunun, teknik ilerlemenin dışsallığı düşüncesinden temelli bir kopuşu ifade ettiği sanılabilir. Çünkü bu düşüneeye göre" ... bir toplum yeni tekniklerden yararlanma ve onları (absorbe) edebilme hızı (ya da teknik dinamizmi), o toplumun sermaye birikimi/ biriktirme yeteneği ile sınırlıdır" (Kaldor 1963b: 265) Eğer icatları makina biçimine sokacak bir sanayi ve dolayı­ sıyla sermaye birikmiyorsa, teknik ilerlemenin gerçekleşmesi olanağı da yoktur! Ancak yine de Kaldar'un sunuşunda teknik ilerleme henüz dışsallık özelliğini yitirmemiştir. Dolayısıyla teknik ilerleme ile sermaye birikimi arasında ilişki tek yönlüdür. Gerçi teknik ilerlemenin gerekli sermaye birikimini sağlaması söz konusu değildir; fakat aynı şekil­ de sermaye birim hızının toplumun icatçılık düzeyin etkileınesi de söz konusu değildir. Daha açık bir deyişle, teknik ilerleme sermaye birikimi olmaksızın gerçekleşemez; ancak sermaye birikimi hızının teknik ilerleme hızı üzerinde hiç bir etkisi yoktur. İşte J. Robinson'un "çok garip" olarak nitelediği görüş budur (Küçük 1968:5-6). Ama bugün biliyoruz ki, sermaye birikimi hızlandıran hatta bunu mümkün kılan en önemli faktör teknik ilerlemedir (6). Kaldor modelinin göze çarpan bir özelliği de, özel ve sosyal marjinal net ürün arasında yaptığı ayrımdır (Kaldor 1969:206-7). Yatırım dışsal bir yarar sağlar. Fakat yatırımcı sağla­ dığı ekstra bilginin karşılığını tam olarak alamaz. Dolayısıyla yatırımcının eline, sosyal marjinal net ürün değerinden çok daha azı geçer. Eğer durum buysa, faktör payiarına dayalı büyümeye sermayenin katkısı, yanlış tahmin edilmiş demektir. Buradan çıkarılacak bir sonuç da şudur. Rekabetçi bir ekonomide, yatırım, sosyal açıdan optimum olan düzeyinin altın­ dan seyretme eğilimindedir. izleyen bölümde, gerek bu fonksiyonun ikinci modelle beraber değişen çehresi özetlenecek gerekse konuyla ilgili kısa bir değerlendirme yapılınaya çalışılacaktır. Kaldar'un ikinci modeline ayrı bir yer açılmamasının nedeni teknik ilerleme fonksiyonunun biçim ve özelliklerini olduğu gibi korumasıdır. lll. DEGERLENDiRME Bir bakıma teknik ilerleme bir "öğrenme" sürecidir. Diğer bir deyişle, teknik ilerleme, özel bir bilgi ya da beceri türündeki bir artışı ifade etmektedir. Öğrenme, kuşkusuz zaman içinde gerçekleşen üretim artışının bir kısmından sorumludur. Ancak yine de bu süreçte asıl rolü, yeni fikirlerio dışsal nitelikteki akışı ve yeni endüstriterin gelişmesi oynamaktadır. Bu tür bir değerlendirme - aynı zamanda "vintage" yaklaşırnma dayalı olan - Kaldor ve Mirrlees (1969)'in kurdukları "yeni bir iktisadi büyüme modeli" içinde teknik ilerlemeyi ele alış tarzlarının da temelini oluşturmaktadır (Hahn ve Matthews 1964: 844-6). Daha önce Kaldar'un ikinci modeli olarak ifade ettiğimiz çalışmada, Kaldor ve Mirrlees (1969:384-402);- en azından uzun dönemde- temel fonksiyonel ilişkiyi "kişi başına düşen 76 CENK PALA hasılayı kişi başına düşen sermayenin artan bir fonksiyonu" olarak açıklayan bir üretim fonksiyonu yerine; "en son/en yeni makinada çalışan kişi başına hasıla artış hızını kişi başına yatırım artış hızının artan bir fonsiyon u" şekilde ele alan bir teknik ilerleme fonksiyonu tasarlamışlardır. Görüldüğü üzere bu modelde üretim fonksiyonu açıkça yer almamaktadır. Böyle olunce öğrenme ile ilgili hipotez, en son/en yeni makinaların verimliliğindeki aıiışla ilişkilendirilmiş olmaktadır. Yatırım, verimlilik üzerinde geniş çapta olumlu bir etki yapacaktır; çünkü bizatihi yatırım yeni yöntemler öğrenme fırsatı sağlayacaktır. Hahn ve Matthews (1964:847)'a göre burada önemli olan teknik ilerlemenin iki yönünün bulunmasıdır. i) Yenilikler veya buluşlarda dtşsal bir arttş; ii) Bunlann //öğrenme// yoluyla yayt!mast ve kullantfmast. "Öğrenrne"nin ilkine göre daha net bir şekilde belirdiği bu ikinci modelde açık bir şekilde "vintage" yaklaşımını benimseyen Kaldor ve Mirrlees (1969:384-6); neoklasiklerin tersine makina ve techizatın farklı yıllarda yapılmış olmasının sermayeyi heterojen hale getirdiğini de dikkate almışlardır. Gerçekten de eğer teknik ilerleme "yeni makina tipleri" yaratmaksızın tamamlanamıyorsa (bu makinaların öncekilerden daha düşük ya da yüksek maliyetli olup olmarnası önemli değildir), artık sermayeden "homojen" bir yapı olarak sözetmek mümkün değildir. Biliyoruz ki bu, çok yoğun çekişmelere sahne olan "vintage capital" tartışmasının da başlangıcını oluşturmuştur (Hahn ve Matthews 1964:836-7). Kaldor ve Mirrlees, bunun ardından "sermaye birikimi" gibi kavramları terkederek özellikle "gayri safi yatırım" kavramının kullanımına yönelmişlerdir. Böyle olunca yukarıda incelediğimiz "teknik ilerleme fonksiyonu"nda bir revizyona gidilmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Yeni teknik ilerleme fonksiyonunda (eğrinin şekli ve özellikleri aynı kalınakla beraber) dikey eksene "en son/en yeni makinada çalışan işçi başına verimlilik artış hızı"; yatay eksene ise "gayri safiyatırım artış hızı" yerleştiril­ miştir. Bu sayede yeni makina başında çalışan işçilerin verimlilik artış hızı, doğrudan doğruya gayri safi yatırımın bir fonksiyonu olarak ele alınmıştır (Kaldor ve Mirrlees ı 969:386-7). Burada yeni makinalar üzerinde durulması nedeniyle bir dönem (vintage) yaklaşımı sözkonusu olmakla beraber; asıl vurgulanması gereken nokta yeni yöntemler öğrenilmesi ne olanak tanıyarak bizzat "yatırımın" verimlilik artışı, teknik ilerleme sağlıyor olmasıdır (B ulutay 1972:69-70). Kaldor ve Mirrlees (1969:398-9)'e göre teknik ilerleme fonksiyonundan bir üretim fonksiyonu çıkarmak olası değildir; çünkü herhangi bir zamandaki verimlilik sadece sermaye stokuna değil; bu stoğun oluşturulma hızına ve tarihsel olarak nasıl biriktirilmiş olduğuna da bağ­ lıdır. Böylece herhangi bir ülke açısından sermaye stoku biriktirmenin tarihsel bir maliyeti bulunduğu da vurguianmış olmaktadır. Kanımızca, ister büyüme isterse kalkınma söz konusu edilsin. hu çok önemli bir katkıdır. Dolayısıyla teknik ilerleme fonksiyonu bir üretim fonk- EKONOMIK YAKLASIM 77 siyonu içinde kolayca "toplanabilir" bir fonksiyon şeklinde ele alınamaz. Model bu kadarla kalmamakta, iktisat politikası açısından da bir sonuç çıkartmaktadır. "Eski sermaye techizatının hızla tasfiye edilmesini teşvik edecek tedbirler (sözgelimi eski teçhizat ve tesis kullanımının vergilendirilmesi); geçici bir süre için kişi başına gelir ve yatırımları artıracaktır. Oysa daha kalıcı bir tedavi, ancak ve ancak ekonominin teknik dinamizmini artırırınakla mümkün olacaktır." (Kaldor ve Mirrlees 1969:400). Teknik ilerleme tanımının en son makinadaki işçinin verimliliğine bağlandığı; verimliliğin ise gayri safiyatırım yoluyla sağlandığı bu modelde, Kaldar ve Mirrlees (1969:398), (ilk modeldeki gibi) teknik ilerlemeyi iktisadi büyümenin esas motoru şeklinde algıladıklarını belirtmektedirler. Genel olarak "vintage capital" modellerinin kalkınma iktisadına yaptıkları en önemli katkı şudur. Bir ekonomide ne kadar gayrisafi yatırımla yapılırsa o ekonomideki verimlilik de o ölçüde artacaktır. Böyle olunca gayri safi yatırım mevcut sermaye stokunu hızla "yenileyen" bir ülke, verimliliğini de hızla artırabilecektir. Eğer "mevcut olan" herhangi bir sermaye stoku yoksa, açıktır ki yapılan bu yatırım "en iyi yatırım" olacaktır (geç gelen kuramı). Ancak burada şöyle bir sorunla karşılaşmak da mümkündür: Mevcut sermaye stoku içinden eskiyen techizatı söküp atmak mı yoksa atmamak mı daha yüksek bir maliyet getirecektir? Bu yaklaşıma göre bir ülkenin ya savaş vb. gibi "zorunlu" ya da "iradi" bir nedenle aşırı derecede hızlandırılmış bir gayri safi yatırım düzeyine sahip olması; yani bir bakıma makina-techizatının amortismanını bizzat hızlandırması, o ülkeyi "geç gelen" grubuna dahil edebilecektir. Kaldar ve benzeri modellerde yer alan öğrenme meselesinin bir başka açılımından daha söz etmek mümkündür. Bu, öğrenmenin zıt yönünde yer alan," erken (ilk) başlamanın dezavantajı" hipotezidir (Frankel, Gordon, Kiridleberger). Hipotez eski yöntemleri içeren eski sermayenin, yeni tekniklerin benimsenmesini engellediğini; bunun hiç sermaye bulunmaması durumunda bile kötü olduğunu ileri sürmektedir. Eğer yenisine yer açmak için eski sermayenin tasfiye edilmesi gerekliyse ve bu tasfiyenin de bir maliyeti varsa, en azından perensip olarak hipoteze karşı çıkmak olasılığı yoktur. Fakat konuya "know-how" açısından bakılırsa ilginç bir analojiyle karşılaşmak mümkündür. Eski üretim yöntemlerinde daha tecrübeli olan yöneticiler ve işçiler, gelişmiş yöntemleri öğrenmeyi, hiçbir tecrübelerinin olmadığı bir duruma göre çok daha zor bulabilirler. Dolayısıyla burada, bunların "modası geçmiş entellektüel donanımları"nı tasfiye etmenin bir maliyeti söz konusu olacaktır (Hahn ve Matthews 1964:850). Kaldar özünde bir büyüme iktisatçısıdır. Ancak aşağıda ele alacağımız iktisadi büyüme süreciyle ilgili düşüncelerinden anlayabildiğimiz kadarıyla, Kaldor, kalkınma sürecinin mekanik büyüme süreçleriyle kolayca açıklanamayan çok daha büyük ve karmaşık bir "küre" olduğunun farkındadır. üstelik ülkelerarası gelişmişlik düzeyindeki farklılıkların, psikolojik ve sosyolojik faktörlerden yalıtılmış "pür" iktisat teorisiyle tek başına açıklanamayca­ ğııu da itiraf etmektedir. Çalışmanın son bölümünü oluşturan aşağıdaki başlık. altında, 78 CENKPALA Kaldar'un bu ilginç yönüyle ilgili ipuçlarına rastlayacaksınız. IV. N. KALDOR4UN iKTiSADi KALKlNMA SÜRECiNiN TEMEL . ÖZELLiKLERiYLE iLGiLi DÜŞÜNCELERi 1 Kaldor, iktisadi kalkınma sürecinin üç temel özelliği olarak şunları sıralıyor. i) Nüfus art1ş1, ii) Kişi baş ma düşen verimlilikte bir art1şa yol açan teknolojik ilerleme, iii) Sermaye birikimi. Kaldor' a göre ampirik bulgular, bu üç faktörün birlikte hareket ettiklerini destdeklemektedir. "Ekonomi daha hızlı bir büyüme aşamasına girdiğinde; kişi başına düşen gelir artışı, nüfus artışı, nüfus artışı ve cari gelirden sermaye birikimine ayrılan miktar hep birlikte ivme kazanır" (Kaldor 1963a:233). Kaldar daha önceki iktisadi kurarnların bu faktörlerin davranışlarını açıklayıcı bir hipotez öne süremediklerini ve dolayısıyla bunların hareketlerini genellikle ekonomi-dışı değişkenler kampı içinde değerlendirdiklerini yazıyor. Kaldor'a göre bu farklı faktörlerin haretekleri arasındaki karşılıklı ilişkileri saptamaya çalışan "dinamik" bir iktisadi büyüme teorisine ulaşma çabalarıyla belirli bir noktaya gelinmişse de; S/H katsayısı, sermaye birikim oranı, teknik ilerleme, nüfus artışı, gelirden tasarrufa ayrılan pay ibi büyüklükleri "uygun" bir ilişkiye sokan doğal bir güç varolmadığı için "iktisadi büyümenin rastgele iş­ leyen içsel bir kararsızlığa sahip olması gerekir" (Kaldar 1963a:233-4). Ancak bazı açılardan aydınlatıcı olabilecek bu tür değerlendirmeler, Kaldar için "neden" bazı toplumların tarihin belli dönemlerinde diğer dönemlerden ya da aynı dönemlerde diğer toplumlardan daha hızlı bir iktisadi büyüme sergiiemiş oldukları gibi "temel soruları" cevaplandırmamızı hiç de kolaylaştırmamaktadır (Kaldor 1963a:234 ). Aslında soru doğru sorulmuştur; ancak içerik hala büyüme ibresinden yana gibidir. Yaklaşık 1750'den beri Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinin milli hasılalarında, daha önceki çağlarda kaydedilen büyüme oranlarının 30-40e katı gibi yüksek bir büyüme oranı yaşanmıştır. Bu süreçte ele alınan ülkelerin nüfusları da 10,..20 kat düzeyinde artmıştır. Ancak üretim artışı nüfus artışını öylesine geçmiştir ki; kişi başına reel gelir (ki Kaldar da dönemin genel kanısını izleyerek buna "yaşam standardı" demektedir. Oysa daha sonraları iktisatçılar salt bu kavramı kullanarak yaşam standardını nitelemenin sakın­ caları ve yetersizliğinin farkına varacaklardır); her asırda ikiye, üçe katlanmıştır. Kaldor' a göre bu hızlı büyüme süreçleri sadece belirli ülkelerle sınırlı kalıp, bütün dünyaya yayıl­ madığı için dünyanın değişik bölgeleri arasında kişi başına reel gelir farklılıkları ortaya çıkmıştır (Kaldor 1963 a:234-5) Kaldar, bu farkın bir kısmının çok daha gerilere dayandığını yani son iki yüzyılın" ikti- EKONOMIK Y AKLAŞIM 79 sadi devrimi" öncesinde de varolduğunu belirtiyor. Ancak "devrim etkisiyle bu farklarm daha da artmış olduğunu gözardı etmemek gerekir" diye de ekliyor. Bunların ışığında Kaldor' a göre "doğru" bir iktisadi büyüme kuramı şu sorunların üstesinden gelmelidir. "Bazı toplumların neden böylesine hızlı bir genişleme yaşadıklarını ve eğer yaşadıiarsa bu hareketin neden diğerlerine yayılmadığını açıklamak!". Kaldar'un esas vurgusu da işte bu noktada geliyor, "Nüfus artışı, sermaye birikimi ve teknik, icat ve yenilik akışı gelişme/kalkınma sürecinin sadece tezahürleridir; bu nedenle gelişmenin niçin, nerede ve ne zaman olduğunu açıklayamazlar" (Kaldor 1963a:235). Genel olarak nüfus artışının iktisadi büyümeden bağımslz olmadığı kabul edilir. Aynı kabul teknik icat ve yenilikler için de geçerlidir. Her ne kadar "yeni fikirler" insan beyninin "kendiliğinden" ürünleriyseler de; ortaya çıkan fikirlerin türü/niteliği ve ortaya çıkma sıklığı geniş ölçüde bir sosyo - kültürel çevre meselesidir. Teknik yenilikler, geleneksel olana bağlı­ lığın her cephede deney yapma isteğine yenildiği; insanların kapasite ya da emeğin fiziksel sınırlamalarını hertaraf etmeye uğarştıkları; başka bir deyişle insanların gelişme/ilerleme isteğiyle harekete geçtiği "toplumlarda" ortaya çıkar. Üstelik gelişme/büyüme ve deney yapma isteğinin varolması halinde "sermaye arzı" da ernek arzı ve yenilik akışına benzer bir şe­ kilde bu genişleme (expansion) koşullarına uyum gösterecektir (Kaldor 1963a:235-6). Kaldor' a göre endüstriyel sermaye birikiminin ana finansman kaynağı her zaman ticari iş­ letme karlarının yeniden yatırılması (re-investment) olmuştur. Bu sayede reel yatırım oranı, finansmana ayrılacak kar miktarının (payının) da başlıca belirliyicisi olmaktadır. İşte bu yüzden tasarruf ve sermaye birikimi de (tıpkı teknik ilerleme ve nüfus artışı gibi) iktisadi ilerlemenin/ gelişmenin nihai sebebi olmaktan çok- gelişme sürecindeki toplumları karakterize eden faktörlerden birisi olma nitelikleriyle - esasen genişlemeye yönelik belli başlı toplumsal dürtülerin göstergeleri ya da sonuçlarıdır (Kaldor 1963a: 236). Kaldor, son iki yüzyılda büylik ölçüde hızlanmış olan iktisadi gelişmenin (buna modern kapitalizmin yükselişi diyor) yalnızca insanların "risk alma" ve "kar yapma"ya yönelik tavarlarının değişmesiyle açıklanabileceğini ifade ediyor. Bu "tavır değişikliği" ise geleneksel üretim birimlerinin (köylü ve zenaatçı); risk alma ve para kazanmayı yaşamlarının ana uğraşı­ sı olarak gören, sadece geçimlerini sağlamanın ötesinde servet yapmayı hedefleyen bireylerce yönetilen ticari işletmeler1e ikame edilmesinin bir sonucudur. "İşte bu yüzden" diyor Kaldor, "modern kapitalizmi karakterize eden ticari işletmelerin oıiaya çıkış , üretim tarzlarındaki değişikliğin sonucu değil sebebidir; ve (bunlar) ekonomik ya da teknik faktörlerle izah edilemeyen toplumsal güçlerin bir ürünüdürler" (Kaldor 1963a:236-7). Bu değerlendirmeyi yaparken Kaldor'un, açık bir şekilde büyüme kavramının gelişme sürecini bütün yönleriyle kapsayamaması sıkıntılannın farkında olduğu anlaşılıyor. Dahası girişimeiye yüklediği rol nedeniyle Schumpeter'den büyük ölçüde etkilemiş olduğu - üstü kapalı olsa da rahatlıkla sezilebiliyor. Aslında iktisadi kalkınma sürecinde artık yaratılması tek başına bir anlam ifade etmemekte; artığın nasıl değerlendirilmiş olduğu veya diğer bir ifadeyle üretken kullaıumlara tahsis edilip edilemediği belirleyici bir etken olmaktadır. 80 CENK PALA Böyle olunca, bir kere üretim planlaması genişleme isteğiyle hareket eden kişilerin denitimine girdiğinde ilerleme/gelişme, artık kendi kendini üreten bir süreç haline gelecektir. Genişleme dürtüsü (başka bir ifadeyle girişimcilerin yüklenmeye hazır oldukları risk ya da gelecek hakkındaki iyimserlikleri) ne kadar büyükse, ekonominin maruz kalacağı basınç ve zorlamalar da o oranda büyüyecektir. Bu sayede yeni teknikler uygulayarak üretimdeki fiziksel sınırlamaların üstesinden gelme motivasyonu da o ölçüde artacaktır. İşte bu yüzden üretken kapasitede arzu edilen genişleme oranının, işgücündeki genişlemeyi aşama eğilimi gösterdiği toplumlarda teknik ilerlemenin daha fazla ortaya çıkması beklenmelidir (Kaldor 1963a:237) Kaldor, buraya kadar ele alınan meselelerden şöyle bir ara sonuca ulaşıyor : "Fiili gelişme düzeyi bir yandan girişimcilerin baskı güçlerinin, diğer yandan nüfus artışı, teknik ilerleme ve sermaye biriminin göstereceği tepki esnekliklerinin bir sonucudur. Özellikle bu üç etken, olayların akışına otonom olarak etki eden - hazırlayıcı - faktörlerdir. Ancak genişleme dürtüsü ne kadar güçlü olursa olsun fiili iktisadi gelişme hızı; ya ulaşılabilir bir maksimum tasarruf oranı veya ulaşılabilir bir maksimum nüfus artış hızı ya da ulaşılabilir bir maksimum yeni fikir akışı (veya bunların bir kombinasyonu) ile belirlenen belirli bir maksimumu. aşamaz." (Kaldor 1963a:237). Kaldar çizmiş olduğu bu çerçeveden hem büyüme hem de kalkınma açısından önemli bir ders çıkarıyor. İktisadi gelişme sürecinde psikolojik faktörlerin krtik rollerine oldukça dikkat edilmelidir. Üstelik "doğru" bir iktisadi büyüme kuramı. belki de çok geniş ölçüde bu sürecin sadece sosyolojik boyutlarını ele almalıdır. Aksi tak,\ ı rde bir toplumda farklı zihinsel eğilim­ lt?rin nasıl geliştiği, toplumsal gelişmenin belirli nrelerinde geneteksel olana bağlılığın rasyonalizme neden ve niçin yenildiği gibi sorunlara net bir açıklama getirmek asla mümkün olamayacaktır (Kaldor 1963a:237-8). Kaldor, aslında tam da bu noktada kalkınma sürecinin karmaşık dokusunun farkına varmış görünüyor. Bu nedenle bir tür iktisat - sosyoloji entegrasyonu önermeden geçemiyor. Buna rağmen kapitalist girişimci tipinin ortaya çıkışının başka bir tarza değil de modern kapitalizme yol açtığı şeklindeki önermenin; temel sorunsala, yani ülkelerarası iktisadi gelişme farklılıklarının nedenlerine fazlaca bir açıklık getiremediğini düşünüyor. Bu nedenle bütünüyle psikolojik bir açıklamanın tek başına yetersiz kalacağını (çünkü kapitalist işlet­ me, dünyanın azgelişmiş bölgelerince de bilinmektedir); dolayısıyla bu farklılığın başka bir yerde aranması gerektiğini vurguluyor: "Azgelişmiş bölgelerde ekonominin kapitalist kesiminin (diğerlerine nazaran) küçük kalmış olması ve gelişmiş dünyadaki dinamik genişleme­ ye benzer bir yönelim gösteremernesi temel bir farklılıktır." (Kaldor 1963a:238-9) Buradan hareketle Kaldar (19653a:239-42), son olarak, bir ekonomide sektörlerin dengeli EKONOMIK YAKLAŞIM 81 büyümesinin önemine dikkat çekiyor. Kaldor' a göre bazı sektörler fiziki ve doğal sınırlama­ ların ötesinde, genişlemeye yol açan toplumsal güçlerin ekonominin tüm sektörleri yerine sadece bazılarına "uzanmış" olması nedeniyle geri kalabilirler. Esasen Kaldor, sanayi kesiminde sağlıklı bir gelişmenin ancak gelişmiş bir tarım sektörü aracılığıyla sağlanabileceğini belirtmektedir. Gerçekten de geçimlik üretimden kapitalist tarıma geçmiş, sürekli bir tarımsal artık yaratabilen ve dolayısıyla sanayi sektörüne işgücü, gıda ve talep sağlayabilen bir tarım sektörü; sınai üretimdeki artışın da bir nevi garantisi olmaktadır. Bu aşamada kritik iki söktör arasındaki "karşılıklı etkileşime" işaret eden Kaldor, kabaca şöyle bir değerlendirme yapmayı ihmal etmiyor: "İngiltere ve ABD ile birlikte İsveç, İsviçre, Belçika, Almanya gibi büyük ölçekli bir imalat sanayi kurabilmiş bütün (gelişmiş) ülkelerin; aynı zamanda dönüm başına yüksek ürün veren, kişi başına yüksek ürün veren, kişi başına yüksek bir verimlilik gösteren, oldukça etkin ve geniş ölçüde ticareleşmiş bir tarım sektörüne s~hip olmaları hiç de şaşırtıcı değildir. Bir kez bunun farkına varıldığında, azgelişmiş ülkeler açısından endüstriyel gelişmenin bir ön şartı olarak "tarımsal verimliliği artırma" meselesi önem kazanmaktadır. Bu aşamada Kaldor eğitimin krtik rolüne işaret ediyor. Çünkü O'na göre, kentsel ve kırsal bölgelerde yaşayanların bakış açılarında farklılık yaratan unsur, doğal ortamdan çok eğitimdir. Öze1likle tarım ve sanayi arasında bu "feedback" mekanizmasını sağlanması, kalkınma açısından, bugün dahi pek çok azgelişmiş ülkenin önünde duran en önemli sorundur. Kaldor, ölümünden beş yıl önce kaleme aldığı bir makalesinde kalkınma süreciyle ilgili çeşitli orijinal fikirler ileri sürmüştür (Kaldor 1989:201-23;orjinal 1981). Kaldar'un görüşlerinden en ilginç olanlarını kısaca aktararak çalışmayı noktalayalım. Sanayi Devrimi ve ardından yaşanan demiryollan çağının (ki Kaldor bunu 19. yüzyılın taşıma devrimi olarak adlandırıyor) sonucunda, önceleri dünyadan kopuk yaşayan bölgeler birer birer dünya ekonomisine dahil olmuşlardır. Fakat hiç kimse, tüm katılımcıların bu teknolojik devrimler yoluyla pazarların büyük ölçüde genişlemesinden aynı şekilde yararlandığını ileri süremez. Dünya ekonomisine yeni katılan alanlar (önce Avrupa, Kuzey ve Güney Amerika'da; daha sonraları ise Hindistan ve Çin'de ve diğer bölgelerde); endüstirileşmiş ülkelerin sanayi maliarına yüksek miktarda bir talep yaratmıştır. Ancak özellikle ucuz fabrika mamullerinin girişi, dünyanın azgelişmiş bölgelerindeki yerel üreticileri (el zenaatları, geleneksel dokumacılık vb.) rekabet edemez hale getirerek elimine etmiştir. Üstelik bu nedenle, bu ülkeler sadece sınırlı bir istihdam olanağı sunan hammadde ve madenler üretiminde uzmaniaşmak zorunda kalmışlardır; dolayısıyla uluslararası işbölünde sanayileşmiş ülkelerce biçilen rolleri oynamışlardır. İşte bu nedenle birincil mal ihracatı­ na bağımlı olan ülkeler diğerlerine göre nispeten "yoksul" kalmışlardır. Esasen yoksulluk, uluslararası iktisat teorisinde belirtilenin aksine, bu ülkelerin ihracat sektörlerindeki düşük emek verimliliğinin değil karlı endüstrilerinin oldukça "sınırlı istihdam kapasitesinin" bir sonucudur (Kal dor 1989:20 1-5). Kaldor, İngiltere dışında endüstrileşme sürecini başlatan ülkelerin geniş ölçüde koru- 82 CENKPALA macı politikalarla desteklenen ithalat ikamesi yoluyla bu işi becerdiklerini belirtiyor. Arekliyor: "Gerçek şu ki; bu türden araçlar (koruyucu gümrükler, vergiler ve devlet sübvansiyonları) olmaksızın endüstrileşme asla başlatılamazdı" (Kaldor 1989:206). Aslında bu düşüneeye göre sömürü de dahil olmaz üzere "sanayileşme için her yol mübahtır" gibi bir sonuca da ulaşmak mümkün oluyor. Burada aklaşöylebir soru da geliyor: Acaba şu ya da bu şekilde bir sömürü olmaksızın sanayileşme mümkün olabilirmiydi? Kaldor' a göre endüstrileşmede daha başarılı olanları diğerlerinden ayıran en önemli unsur; yerli sanayileri karlı hale getirecek düzeyden daha yüksek olmayan ılımlı tarifelerio kullanımı ve ithal ikamesinin yanında bir ihracat potansiyeli geliştirme yetisine de sahip olan bu endüstriler leyhine düzenlenmiş bir vergi sistemi olmuştur (Kaldor 1989:206). dından şunu Kaldor, farklı ülkelerdeki sınai kalkınma aşamasının (yani "kalkiş" aşaması) saptanması konusunda en iyi tarihsel rehberlik hizmetinin, özellikle İngiltere makina ihracatının yapıldığı bölgelerin zaman içinde uğradığı değişikliğin belirlenmesi yoluyla verileceğini yazmaktadır. Gerçekten de 1880'lerde İngiliz yapımı makinalar için en önemli pazar Almanya'dır. Bu statüyü 1890'larda ABD ve 1900'lerde Japonya kazanmıştır. Bu aynı zamanda teknolojik imitasyon sürecinin saptanması içinde çok iyi bir yoldur (Kaldor, 1989:207-8). Kaldor, muhtemelen petrol krizlerinin etkisinde kalarak kaleme aldığı çalışmasının hemen her yerinde doğal kaynakların ve özellikle temel enerji kaynaklarının kalkınma sürecinde kritik rolüne işaret ediyor. Hatta buradan hareketle, emek tasarruf eden teknik ilerlemenin yanı sıra bir de doğal kaynak tasarruf eden teknik ilerlemeden sözediyor. Bu sonucuyla, aslında veri bir doğal çevreden daha çok "kaynağı" kurtarmaya olanak tanıyan herhangi bir icat ya da yenilik kastediliyor. Bu konuda tekerleğin icadı, yerleşik tarıma geçiş ve ekonomiyi oduna bağımlılıktan kurtaran kok kömürünün bulunmasından; uzak bölgelirin doğal kaynaklarını sömürüye imkan veren ucuz ve hızlı karaldeniz ulaşım araçları­ nın icadı ve sentetik maddelerin kullanılmasına kadar uzanan geniş bir örnek portföyü sunmayı da ihmal etmiyor (Kaldor 1989: 212-20). Teknik ilerlemeyi yukarıdaki gibi tasnif eden Kaldor; ilginç bir sonuca daha ulaşıyor: "Yapısal işsizliğin tek ve doğru nedeni, emek ve doğal kaynak tasarruf eden teknik ilerlemeler arasındaki (özellikle ilkinin niteliğinden kaynaklanan) dengesizliktir". (Kaldor, 1989:223). Esasen Kaldor'a göre azgelişmiş ülkelerin sanayileşmesilkalkınması, ya temel maddeler (enerji, hammadde ve emek arzında bir artışı ya da bunların farklı ülkeler arasın­ da yeniden dağıtımı gerekli kılmaktadır (Kaldor 1989:222). Gerçekten de günümüzde, dünya nüfusunun en zengin %20'si bir yandan dünya enerji ve hammadde üretiminin %80'inden fazlasını tüketmekte; öte yandan en azından değer olarak ölçöldüğünde dünya gıda üretiminin de "gereğinden fazlasını" tüketmektedir. Kaldor (1989:223)'a göre bu iki·lem, sadece geleceğin teknik ilerleme rotasının şu anki emek tasarruf eden cepheden yeniden doğal kaynak tasarruf eden cepheye yönlendirilmesi ile önlenebilecektir. .1 ! EKONOMIK Y AKLAŞIM 83 NOTLAR ı. İktisadın belki de en sorunlu alanı olan sermaye teorisiyle iligili kavramsal sorunlar, ampirik çözümlemeler, mikro - makro modeller ve sermayenin bölüşümdeki kritik rolünü kapsamlı bir şekilde ele alan bir çalışma için bkz. Lutz ve Hague ı 968. Ayrıca teknik ilerleme~in iktisadi analize girişiyle ilgili geniş bilgi Hahn ve Matthewes ı 964:825-53; Stiglitz ve Uzawa 1969: ı I 7-292'de bulunabilir. 2. Ayrıntılı bilgi Hah n ve Matthews 1964:836-50 ile Kal dor 1968:177-83, 203-Tde yeralmaktadır. 3. Yintage modellerinin geniş bir özeti için özellikle Hahn ve Matthewes l964:836-44'e ve ayrıca Savaş 1986:403-1 S' e bakılabilir. 4. iık modeldeki teknik ilerleme fonksiyonunun işleviyle ilgili geniş bilgi için Kaldor l963b:264-8 ve Kaldor 1968:203- IO'a başvurulabilir. Bu fonksiyonun ikinci modelde uğradığı cevizyon hakkındaki temel kaynak Kaldor ve \1 irrlees l 969:384-S'dir Yatırım fonksiyonu hakkında daha geniş bilgi için bkz. Kaldor l963b:269-78 ve Kaldor 1968:210-4. 6. Bu modele bir çok eleştiri yöneltilmiştir. Bu eleştirierin başını çeken Kennedy, teknik ilerleme fonksiyonunun sadece Cobb-Douglas tipi bir fonksiyonun genişletilmiş özel bir şekli olduğunu göstermiş ve şöyle bir sonuca varmıştır. Kaldor'un teknik ilerleme fonksiyonu, nötr teknik ilerlemeye doğru sistematik bir eğilimin nasıl gösterilebileceği sonucuna ulaşmaktadır. Kennedy, bu ilk modelde öğrenmenin de bir rolü bulunmadığını belirtiyor. Bazı yazarlar ise Kaldor' un, aslında bir üretim fonksiyonu içinde toplanabi lecek, dağrusala çok yakın bir teknik ilerleme fonksiyonu kullandığım ileri sürmüşlerdir. Bu nedenle tek başına bu fonksiyonun özel yapısı modelin nihai çalışmasında hiç bir rol oynamamaktadır. Sistemi neoklasik sonuçlara ulaştıran da bu durumdur (Hahn ve Matthews ı 964:846-9). 7. Burada Kaldar'un kalkınma süreciyle ilgili düşüncelerini en derli toplu aktardığı Kaldor l963a:233-42 ile Kaıdor 1989:201-23'den geniş ölçüde yararlandık Ayrıca İngiltere örneğini incelediği bir çalışma için Kaldor ı 978b: I 54-72'ye; kalkınma stratejisinde gelişmiş teknolojninin önemini ele aldığı başka bir çalışma içinse Kaldor 197:ı38-53'e bakılabilir. Kaldor'un kütüphanelerde adından başka hiç bir izine rastlayamadığımız "Strategic factors in economic development" ( 1967) başlıklı 83 sayfalık bir kitabı daha vardır. 84 CENK PALA KAYNAKÇA Ayyüz, Y., (1980), Sermaye, Bölüşüm, Büyüme, A.Ü. SBF Yay.~~Ankara. Bulutay, T., (1972), İktisadi Büyüme Modelleri Üzerine Açıkhimalar ve Eleştirmeler, A.Ü. SBF Yay., Ankara. Hahn, F.H. ve R.C.O. Matthews, (1964), "The Theory of Growt: A Survey", The Economic Journal, Vol. LXXIV, No. 296, Decenber, (içinde):233-42. Kaldor,N., (1963), "Characteristics of Economic Development", N. Kaldor, Essays on Economic Stability and Growth, Duckworth, London, (içinde):233-42 Kaldor,N., (1968), "A Model ofEconomic Growth", N. Kaldor, Essays on Economic Stability and Growth, Duckworth, London, (içinde ):259-300. Kaldor, N., ve J.A. Mirrlees, (1969), "A New Model of Economic Growth", J.E. Stiglitz ve H. Uzawa (eds.), Readings in the Modern Theory of Economic Growth, M.I.T. Press, Massachusetts, (içinde) : 384-402. Kaldor, N., (1978a), "Advanced Technoloğy in a Strategy of Development", N. Kaldor, Further Essays on Applied Economics, Duckworth, London, (içinde): 138-53. Kaldor, N., (1978b), "Capitalism and Industrial Development: Some Lessons From Britani's Experience", N. Kaldor, Further Essays on Applied Economics, Duckworth, London, (içinde): 154-72. Kaldor,N., (1989), "The Role of Increasing Returns, Technical Progress and Cumulative Causation in the Theory of International Trade and Economic Growth", F. Targetti ve P. Thirlwall (eds.), Further Essays on Economic Theory and Policy, Duckworth, London, (içinde):201-23. Küçük, Y., (1968), Kalkınma, Teknoloji ve Eğitim, Türkiye Öğretmenler Sendikası, Döküman No:11, Yenigün Matbaası, Ankara. Savaş, V., (1986), Kalkınma Ekonomisi, Beta Bas. Yay., İstanbul. Soyak, A., (1995), "Teknolojik Gelişme: Neoklasik ve Evrimci Kurarnlar Açısından Bir Değerlendirme", Ekonomik Yaklaşım, Cilt 6, Sayı 15, Kış, (içinde):93-107.