DiVAN ET iSLERi BASKANLIGI DERGISi i 1 DİNİ, İLMİ, EDEBI, MESLEKi AYLlK DERGi Cilt: XII Sayı :3 MAYIS- HAZİRAN 1973 <<MUHAMMED ALLAH'IN RESÜLÜDÜR. ONUN MAiYYETiNDE BULUNANLAR DA (VE METIN). KAFiRLERE KARŞI ÇETiN KENDi ARALARINDA LER. ONLARI RUKÜ MERHAMETLiDiREDİCiLER, EDiCiLER OLARAK GÖRÜRSÜN. SECDE ONLAR ALLAH'DAN (DAiMA) FAZL (U KEREM) VE RlZA iSTERLER. SECDE (MEYDANA GELEN) NiŞAI\ILARI iZiNDEN YÜZLE- RiNDEDiR.n (EL-FETH SÜRESi : 29. AYET) İmtiyaz Sahibi ve Yazı İşierini Fiilen İdare Eden Sorumlu Müdür M. SAİM YEPREM Diyanet İşleri Başkanlığı Derleme ve Yayın Müdürü Emel Mathaacılık Sanayi Ltd. Şti. - Ankara İLERLEME ve YÜKSELME İsmail Lütfi ÇAKAN B azı yazarların yayınlan neticesinde yanlış olarak İslam'ın ilerlemeye ya da eski tabiriyle «terakki»ye mani olduğu kanaatı malesef memleketimizde yaygın bir hal almış bulunmaktadır. Biz bu makalemizde, kendi kaynaklarından yararlanarak İslam Dininin nasıl bir terakki dini olduğunu gösterıneye çalışacağız. Hemen belirtelim ki, ilerlemeyi ya da terakki'yi soyut manada almayacak, insan ve toplum mutluluğunu temin eden, arttıran, hatta dünyanın ötesine uzanıp ahiret mutluluğunu da sağlayan bir ınana içinde ele alacak ve bahse mevzu edeceğiz. Ve bu ınanada «İslam ilerlemeyi emreden bir dindir>> diyeceğiz. Yoksa, kötülükte, kişi ve toplutn zararına derinleşmekte; hatta insan ve toplumu yok edecek konularda ileri atılımlar yapmakta İslam, emredici değil, yasaklayıcıdır. Zararda ve zararlılıkta ilerlemeyi İslam Dini destekleyici değil, köstekleyicidir. Bu demek oluyor ki, İslam; olumlu ve yararlı yolda ilerlemeyi emreden bir dindir. Hiç bir zaman unutulmamalıdır ki, İslam Öğretilerinin öz amacı; fertterin ve toplumların dünya huzurunu ve ahiret mutluluğunu sağlamaktır. Bu yüzden kötülüklerin ortadan kaldırılması dini bir görev olmasına rağ­ men bu konuda da İslam Dini çok ince ve hassas davranılmasını emreder ve bir kötülüğün kaldırılması toplum içinde daha büyük bir fitne ve fesadın dağınasına sebep alacaksa; mevcut kötülüğe <<ehven-i şerri tercih» adıyla bir müddet daha hayat hakkı tanınmasını toplum yararına daha uygun bulur. Bu ince ve yanlış anlaşılınaya elverişli noktayı göz önüne alırsak İslam'ı; müsbette, doğruda, faydalıda, hakta, yararlı ve haklı olarak, insan haklarını ve toplum düzenini ineitmeden ilerlemeyi emreden bir din diye tanımlamak gereğini duyanz. Amaç, insan ruhunun mutluluğu olunca; bu gayeyi gerçekleştirir her çeşit gelişme övülmeye, her çeşit atılım teşvik ve takdir görmeye layıktır. Dünyayı imar, teknik gelişme, sosyal refah da bu noktadan önem taşır. Yoksa asıl gaye olarak değil... Aynı ölçüler içerisinde, sınırlı ve sonlu olan dünya hayatı ve mutluluğu da aslında sınırsız ve sonsuz olan ahiret hayatı ve mutluluğunu kazanmak için istenir. Yani asıl gaye olarak değil, vasıta olarak benimsenir. Ve bu İslami gerçek İslam Peygamberinin ağzından «Dünya, Ahiretin ekeneğidir, tarlasıdır.» hadisi ile açık­ lanır. Bu demektir ki, İslam; insanlar için çok uzaklarda, adı «sonsuz mutluluk» olan pek önemli bir hedef tesbit ve ilan etmiştir. Yapılacak her türlü atılımın bu kutsal hedefe yaklaştıncı olmasını istemekte ve gelişmeyi, ilerlemeyi bu manada desteklemektedir. İleri toplumlar incelendiği zaman; bilgiye dayalı bir teknik, hak, vazife ve sorumluluk duygusunun gerçekten gelişmiş ve çoğunlukla o toplum fert- 149 İSMAİL LÜTFi ÇAKAN -------- lerine hakim durumda olduğu görülür. Gelişmiş olan bilim, hak, vazife ve sorumluluk duygusunun, gelişmişliğin sebebi mi sonucu mu olduğu tartışıla­ bilir. Bize öyle gelir ki, bunlar ilerlemenin temel ilkeleri görünümünde olan sebeplerdir. İlerleme binası, bu temeller üzerinde vücuda gelmiştir. Öte .yandan maddi gelişme ve ilerlemenin insan mutluluğu için yeterli olup olmadığı da daima tartışına konusu olarak kalacak niteliktedir. Ne var ki, yeterli olmasa bile gerekli olduğu her halde ınünakaşa edilmiyecek kadar açık bir gerçektir. Gerekli olan iktisadi ve sosyal kalkınmanın, insan mutluluğu için yeterli sayılabilmesi; İslam'a göre, «manevi» kalkınmanın>> kendisine eslik hatta önderlik etmesine bağlıdır. Bu yüzden İslam, iki yönlü bir ilerlemeyi emredir. Birinin tercih, ötekinin terk edilmesini asla tasvib etmez. İlerleme, ilke olarak bizzat İslihn'ın kendi bünyesinde yer alan bir hu- sustur: Her asır başında bir müceddit'in geleceğini haber veren Hz. Muhammed (s.a.s.), bu hadisiyle esaslar aynı kalmak şartıyla-şer'i hükümlerde bile yenilik ve ilerleme olabileceğine işaret etmiştir. İctihad, dinin dört kaynağın­ dan birisidir. Öte yandan sürekli bir hareket ve ilerlemeyi öngören İslam Dini; bugiinün diinden; yannın bugiinden farklı olmamasını zarar saymaktadır. Hz. Muhammed (s.a.s.), <<İki günü eşit olan aldanmıştır.» buyurarak her yeni güniin .bir ilerlemeye sahne olmasının gerektiğini pek veciz bir şekilde ifade etmiştir. Bir başka hadis de şu mealdedir: «İki nimet vardır ki, insaniann pek çoğu bu iki nimet konusunda aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit.» <<Meş· guliyetten önce boş zamanının kıymetini bil!» İnşirah Suresinin 6-8. ayetleri şu mealdedir : «Muhakkak güçlükle beraber bir kolaylık var. O halde Boşal­ dın mı yine kalk yorul. Ve ancak rabbına rağbet et, hep o'na doğrul'!>> Bu meali açıklarken Müfessir Hamdi Yazır şu cümleleri kullanır; «Kolaylık tenbclliğe sebep olmamalı. Aksine çalışmayı teşvik edici bir rol aynamalı ki, onun üzerine bir başka kolaylık terettüb etsin ve ilerleme meydana gelsin.» İslfun'da 24 saatın taksimi de şöyledir: 8 saat; çalışma. 8 saat; uyku ve istirahat. 8 saat da ibadet sohbet ve öteki ihtiyaçlan temin. Öte yandan birçok Müslüman memleketlerinde hafta tatili olan Cum'a giinii dahi cum'a namazı kılındıktan sonra çalışmaya izin verilmiştir: Bu konudaki ayetin meali şöyledir : «Artık o namaz kılınınca yeryüzline dağıhn. Allah'ın fazlından ( nasib) arayın. Allah'ı çok anın ki, kurtuluşa erebilesiniz.» Bir başka ayet-i kerimede ise mealen şöyle buyundur : «Allah'ın sana verdiği ( maldan harcayıp) ahiret yurdunu ara. Dünyadan nasibini de unutma. Allahın sana i:Psan ettiği gibi sen de )sadaka vererek) ihsanda bulun. Yer yüzlinde fesat arama. Çünkü Allah fesatçıları sevmez ... » Bir hadis-i şerif meali ise şöyledir: «Kuvvetli mü'min, zayıf mü'minden hayırlı ve (Allah katında) daha sevgilidir. Dünya ve Ahirette kendine faydalı olan şeye hırsla çalış. Allah'dan yardım dile, acz gösterme, yılına.» İbadetlerin belirli zamanlarda yerii:ıe getirilme zorunluluğu, zamanı iyi ayarlama ve değerlendirme disiplini sağlama ve bu yararlı alışkanlığı yerleştirme bakımından pek önemli bir noktadır. Bu demek oluyor ki İslam ıso İLERLEME VE YÜKSELME Dini, kendi koyduğu ibadetlerde bile ilerleme ve gelişme arnilieri taşımakta­ dır. Bu ise hiç bir doktrin ve dinde görülmesine imkan olmayan bir husustur. Bu yüzden bir garblının da dediği gibi «müslümanlar İslamiyetten uzaklaştıkça, Hıristiyanlar da Hıristiyanlığa yaklaştıkca geriler. Müslümanlar İslam'a sarıldıkça, Hıristiyanlar Hıristiyanlıktan uzaklaştıkca ilerleı.>> Müslümanlar, başkalarına yararlı olmayı en kutsal bir görev ve sınırsız bir imani zevk olarak bilir ve uygularlar. Zira Hz. Muhammed bir hadis-i şeriflerinde «İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır.>> buyurmuştur. Bir . ayet-i kerimede de Medineli müslümanların özellikleri anlatılırken mealen şöyle buyurulur : <<Kendilerinde fakr-u ihtiyaç olsa bile (muhaeirleri) öz canlarından daha üstün tutar, kendilerine tercilı ederler.>> (I-Iaşr: 9) Bu ön tesbitlerden sonra şimdi sırasıyla ilerlemeyi gerçekleştiren arnillerin İsHim Dinin'deki yerini ve değerini araştıralım ki, İslam'ın ne derece terakkfperver bir din olduğu ortaya çıksın. 1- SOSYAL GÜVENLİK VE HUZUR Her şeyden önce kalkınma, ilerleme ya da terakki; sosyal huzur ve emniyet ister. Sosyal huzur ve emniyet, ilerlemenin asgari şartıdır. Bu temin edilemedikçe olumlu bir gelişme ortamına girilemez. Kabiliyetler atıl kalır, teşebbüs, tembelleşir, sermaye kasalara kapanır. Bu gerçeği gereği gibi değerlendiren İslamiyet; «yeryüzünde fesat arama» <<Fitne, katilden daha şiddetli bir cürümdür.» «Mü'minler kardeştirler. O halde kardeşlerinizin arasım ıslah ediniz ve Allahtan sakının ki, merhamet olunasımz.>> <<Sizden öyle bir topluluk bulunmalıdır ki, bunlar herkesi) hayr'a çağırsınlar, iyiliği emretsinler, kötülükten vazgeçirmeye çalışsınlar>>, «Allah'a ve rasulüne (mü'miıılere) harb açanların, yeryüzünde (yol kesrnek suretiyle) . fesatçılığa koşanların cezası, ancak öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut (sağ) elleriyle (sol) ayaldarımn çaprazvari kesilmesi, yahut da (bulundukları) yerden. sürülmeleridir. Bu, onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Ahirette ise, onlara (başkaca) pek büyük bir azab da vardır.>> (El-Maide: 33) Suçlunun saklanmaması, ya da korunmaması şiddetle emredilir. Bir hadis-i Şeriflerinde Hz. Muhammed: «Kötü bir bid'at icad eden ve böylesi kişiyi koruyana da Allah la'net etsin.>> buyurur ve «mazluma yardım edilmesİ>>ni tüm müslümanlara duyurur. İslam'da yasaklar ve cezalar; ya kişinin kendisine ya da topluma zararlı olduğu için konmuş ve zararlı olduğu oranda cezası arttırılmıştır. Suçlu'ya karşı gösterilecek merhamet; mazluma ikinci bir zulüm olarak nitelendirilmiştiL Suç ve ceza konularında mutlak adalet istenmekte ve suret-i kat'iyyede acz ve tecavüz yollarına sapılmaması ısrarla istenmekte, böylesi bir yola sapanların da ayrıca cezalandırılması öngörülmekte, kat'iyyetle emredilmektedir. İslam'da hak; kuvvetlinin değil, haklımndır. Kuvvetli; haklı olandır. Ve bir hadis-i şerife göre de toplumun huzur ve emniyeti: «İdare­ cilerin adaletine, alimierin ilmine, zenginlerin cömertliğine, fakirierin de sabır ve sebatına bağlıdır.>> Bu demektir ki, herkesin hak ve haddini bilmesine ve görevini hiç bir yan etkinin tesiri altında kalmadan yapmasına bağlıdır. Bir İslam büyüğü : «Hak da halk da bizim sevgiliınizdir. Bu ikisi karşı karşıya geldiği zaman, hal{ bizce daha sevgilidir.>> der. 151 İSMAİL LÜTFI ÇAKAN -------··--''----~--- Halkı haklı olduğu müddetce desteklerneyi ilke olarak getirmiş bulunan İslam Dinin sosyal güvenlik konulannda koyduğu esasları -mümkün olsa daburada bir bir dile getirebilseydik; ilerlemenin asgari ve fakat temel şartı olan toplum huzuru'na vermiş olduğu önem çok daha açık-seçik olarak gözler önüne serilmiş olurdu. Ancak makalemiz buna elvermemektedir. 2-İLİM: İlme dayanmayan hiç bir gelişme ve ilerlemenin devamlı olamıyacağı Bu yüzden temelli ve gerçek bir ilerlemenin mümkün olabilmesi için ilerleme ve kalkınmanın ilm! ölçüleri içerisinde ve ilm! verilere göre gerçekleştirilmesi zorunludur. Bu konuda da İslamiyet'in durumunu-özetleşöylece tesbit edebiliriz : şüphesizdir. << Yeryüzlinde insanlığı ilme sevkeden ve onu ibadetten bile üstün tutan yegane din, İslam Dinidir. Bu bakımdan İslamiyet'e <<İlim Dini>> denilmelidir. Miisliimanlık ırklar, milletler ve fertler arasında mutlak bir müsavaat (eşitlik) ilan etmiş olduğu halde, Kur'an-ı Kerim yalnız alimle cahili müsavi tutmamış ve bu kat'i hükmiinü; insanlığa mealen şöyle ilan etmiştir: (Zumer: 9). - <<Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu hiç?>> Bilindiği gibi İslam'da ilk vahiy «OKU!>> emriyle başlar. Toplum huzu- ru ve dürüst bir çalışma ve gelişme düzeni için gerekli olan Allah Korkusu'nun hile ilme dayandığını İslamiyet şöyle ifadelendirir : «Allahtan, kullan içinde ancak, ilim sahibi olanlar korkar.>> Kıyamet giinü; alim'in kaleminden dökiilen mürekkebin, şehitlerin kanından daha ağır geleceğini bildiren bir hadis-i şerif ne kadar derin ve man1dardır. İslam Dini ilim için milliyet ve vatan tammaz. «Hikmet mü'minJn kaybolmuş malıdır. Nerede bulursa alır.>> İslam tahsil için yaş haddi de tanımaz. «Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz.>> «İhtiyar, gencip önijne oturup ilim tahsil etmekten utanmamalıdır.>> «İlim öğrenmek, lıer müslüman erkek ve kadın üzerine farzdır.>> <<Alimler, peygamberlerin varisleridir.» Dualarda bile ilim istenmesi emredilmiştir: Ta-ha Suresinin 114. ayetinin meali şöyledir: «De ki; Ya rab! İlınimi arttır.>> Peygamber Efendimiz de bir hadislerinde : «İlınimi artırmayan güne lanet olsun.>> diyerek her gün yeni ve faydalı bir şeyler öğrenmeye çalışılmasının gerekliliğini ifade etmiş­ lerdir. İlınin saklanması; talibinden gizlenmesi kat'iyyen yasaktır. Bilen, bildibilmeyenlere öğretmekle yü}l:ümlüdür. Kişinin, bilgisi olmadığı konular üzerinde durması da yasaktır : «Hakkında bilgin olmayan şey üzerinde durmal>> Yabancı Dil öğrenimini; bizzat Peygamber Efendimiz genç katibi Zeyd'e İbraniceyi öğrenmesini emretmek suretiyle teşvik etmiştir. «Bir kavmin dilini bilen o kavmin hilesinden emin olur.>> buyurularak, yabancı dil öğrenimi salık verilmiştir. Peygamber Efendimiz bir gün mescide girdiklerinde; ibadet ve dua ile meşgul olan bir grupla, ilimle meşgul olan başka bir grubu gördü. O şöyle dedi: «Her ikisi de iyi yapıyorlar; şu kadarı var ki, Allah'tan (ibadetleriyle) bir şey dua ve niyaz eden kimselerin bu talep ve arzulannı yerine getirmek tamamen Allah'a ait bir iştir. Halbuki diğerleri, ilim sahibi ğini 152 İLERLEME VE YÜKSELME olurlar ve cehaleti kovarlar; bana gelince ben, Allah tarafından bir Muallim olarak gönderildim.» Ve gitti ilirole meşgul olanların yanına oturdu. Peygamberimiz ilim araştırıcısının yoluna meleklerin kanatlarını gerdiği»ni söyler ve sürekli olarak ilim ve ilmi araştırmalar peşinde koşulmasını öğütlerdi. Tarihte müslüman hükümdarların alimiere gösterdikleri yakınlık ve himaye bu telkinlerin olduğu kadar, toplum hayatında ve ilerlemesinde ilmin önemini anlamanın da bir sonucu olduğu şüphesizdir. Bugün müslüman alirolerin çeşitli ilim daUanna yaptıklan hizmetleri ve zamanlarına göre ileri buluşlarını ve yazdıklan eserleri dile getiren müstakil kitaplar piyasada çokca görülmektedir. insaf ve tarafsız ilim zihniyetine sahib garblı alimierin itiraflarını ve müslüman alimleri takdirlerini ihtiva eden eserler de kitapçı vitrinierini doldurmaktadır. Ben burada onlardan sadece birinin bir sözünü alacağım. Libri şöyle der: «Tarihten müslümanlan silerseniz, ilmi rönesansı. mız asırlarca geri kalmış olur.>> Orta Çağ karanlığı sözü, garblılar içindir. Şark Orta Çağ'da İslam'ın ilahi ve ilmi aydınlığı içinde, İslam Medeniyetinin doruğunda mes'ud yaşamaktadır. Nitekim Orta Çağı kapatıp Yeni Çağı açan da -müslüman osmanlı hükümdan Fatih'tir. 3 - HAK ve VAZiFE: İslam'da haksızlık etmek, hele başka bir kişinin hakkına tecavüz etmek, ancak hak sahibinin rızası alındıktan sonra afvı ümidedilebilen bir büyük günahtır. Yani «kul hakkı»nı, hak sahibi razı olmadıkça Allah bile afvetmemektedir. Hakkına razı olmak esastır. Yersiz ve gereksiz hak taleb etmek yasaktır. Hele kuvvet zoruyla, tehditle hak elde etmek hiç düşünülecek şey değildir. Haksızlığı, önlemekle görevli merciiere müracaat etmek ve -varsahakkını o yoldan almak zorundadır müslüman. Hatta, toplum yararının gerektirdiği zamanlarda kişi kendi hakkından toplum adına fedakarlık yapmakla da yükümlü ve görevlidir. Vazife mukaddestir. Allah'a ve topluma karşı taahhüd manasını taşıyan görevi, gerektiği gibi yapmamak, emanete ihanet etmek ve toplumun hakkına tecavüz demektir. Yetki ve selahiyetlerin kötüye kullanılması suret-i kat'iyyede yasaktır. Herkesin ne yaptığını gören Allah, herkese yaptığının karşılığını verecektir. <<Kim zerre mikdarı hayr işlerse, mükafaatını görür. Kim de zerre kadar bir kötülük yaparsa, cezasını görür>> ve «Hiç bir kimse, başka birinin günahım yüklenmez.» Görev verildiği zaman, İslam'a aykırı bir durum olmadığı müddetçe görevden kaçmak da yoktur. Tabii bu arada, devlet ve toplum hizmetlerinin elıil kişilere verilmesi de yetkililere düşen en büyük görev ve sorumluluktur. Liyakat esastır. Vazife'de torpil ve rüşvet gibi şeyler kullanmak suret-i kat'iyyede yasak- ve sorumluluğu gerektiren hususlardır. Hz. Öm€r, halktan haksız yere para alıp onu da şer yollarda harcıyan valisini vazifeden azietmiş ve eski mesleği çobanlığa iade etmiştir. Yine Hz. Ömer, devlet işiyle meşgul olurken devlet parasıyla aldığı mumu yakar, sohbet ve kişisel konuların görüşüldüğü anlarda da kendi parasıyla aldığı mumu kullanırdı. Hiç şüphesiz, «DEVLET MALI DENİZ» anlayış ve uygulamasına İslam'­ da asla müsaade yoktur. 153 i~MAIL LÜTFi (,:AKAN 4 - SORUMLULUK DUYGUSU İslam'da bu mukaddes duygu «Nerede olursanız olunuz, Allah sizinle beraberdir.>> «Allah size şah damarınızdan daha yakındır.>> Allah, her şeyi bilir, görür, işitir ve muWika gereken · karşılığı verir. Bu ve benzeri İslami esaslarm bize telkin ettiği bir şey vardır; o da müslüman'ın rabbından uzak kaldığı hiç bir anının bulunmadığıdır. Yani İslam'da husus! hayat yoktur. Müslüman her zaman murakabe altındadır. Ve hareketleri tesbit edilmektedir. Amel defteri her geçen saniye doldurulmaktadır. Bir gün kendisine «al kitabını okul», hayat filmini seyret, denecektir. O gün kimsede de hiçbir kişinin hakkı kalmayacak, tüm hak sahipleri tamamen haklarını almadan hiç bir kişi yerinden kımıldayamıyacaktır. Bütün bu ince tesbit ve hesaplarıli sonucu olarak da kişi, ya sonsuz mutluluk yeri olan Cennet'e girecek, ytt da ebedf azab mahalli olan Cehennem'e sokulacaktır. Böylesine (kanuni sorumluğun ötesinde) uhrevi bir sorumluluk duygusunu da zihinlere pcrçinleyen İslam Dininin, ne derece dürüst çalışma ve görev yapma amili olduğu meydandadır. Bütün bu söylediklerimizi «derin bir Allah korkusu» nun kişi benliğine yerleştirilmesi, diye de özetliycbiliriz. Allah'tan korkmayan kişide kartım korkusunun olmıyacağı aşikardır. Zaman zaman gazete sütunlarına kadar akseden «skandaHar» en yü.ksek kademeden bu gerçeğin isbatıdır. Ahlak da bütün şubeleriyle birlikte, Allah korkusu'na dayanır. Sorumluluk duygusu diye öne sürdüğümüz köklü ilerleme amilini en güzel ve sağlam şekliyle İslam Dninde bulabiliriz. Hiç bir doktrin bu derece ferde sorumluluk bilinci vermeye muvaffak olamamıştır. Halife görmez diye süt'e su katmak isteyen annesine «iyi ama Alialı da mı gönnez?» sualiyle çıkış an kızı·· böyle konuşturan herhalde bütün benliğine işlemiş bir Allah korkusu'ndan başka bir şey değildir. Bugün ticari: ahiakın bozulduğun­ dan hemen herkes yakmmaktadır. Ticaret mahkemeleri ancak su yüzüne çıkan haksızlıkları başka bir deyimle ahlaks1Zlıklan cezalandırmaya çalış­ maktadır. Herşeye rağmen toplum arasında karşılıklı güven duygusunu da ortadan kaldıran bu tip ahlaksızlıklar bir türlü önlenememektedir. Bütün bu tesbitler gösteriyor ki, İslam Dini «Allah korkusu>> ilkesiyle gerçek terakki ve ilerlemenin en esaslı amiii olan sorumluluk duygusunu · tam bir garanti altına almıştJr. 5 - SOSYAL DAYANIŞMA İlerleme, toplum fertlerinin biribirierine karşı gösterecekleri kolaylık yardım ve teşviklerle daha kısa zamanda gerçekleşme imkanına kavuşur. Bu konuda da İslam Dini; «iyilik ve takva konularında yardımlaşimz. Günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayımz.>> emrini verir. Faydalı her teşebbüs destek ve teşvik görecektir. Sosyal dayanışma konusunda gerekli her çeşit teşkilat kurulacaktır. Mali durum ve imkanları müsait olanlar, mali durumu düşük olanlara yardım vazifesiyle yükümlüdürler. Zekat, sadaka-ı fıtır ve öteki sadakalar bu gayenin tahakkuku için vaz edilmiştir. Yardımlar karşılık beklenıneden yapılacaktır. Karşılık olarak «Allah rızası>> kafidir. Sosyal sınıflar arasındaki farkı daha da derinleştirici bir rol oynayan faiz suret-i kat'iyyede yasaktır. Sermaye sahibi olanlar, sermayelerini atıl bıra:kmıyacaklatı gibi ya;n atıl dururoda da bırakmıyacaklar, daha fazlakişiye iş imkanı sağlıyacak sahalara yatırmay gyret göstereceklerdir. Mesela; partman yaptırmakla bir 154 İLERLEME VE YÜKSELME iş dalında fabrika açmayı hiç bir zaman bir tutmayacak ve daha ç.ok fabrika kurmalda kendisini görevli bileceklerdir. Öteki toplum fertleri de meşru kazançları hoş görecek ve daha artması için sermaye sahibine görevlerini noksansız yapmak suretiyle yardımcı olacaklardır. 6- ÇALIŞMA Tenbellik, atalet, meskenet, tezellül, dilenme gibi hususlar müslümanın yoktur. O daima şerefli yolu. seçmek ve takip etmek. durumuadadır.«Hiç Idmse elinin emeğinden daha helal bir lokma yememiştin> gerçeğini pek iyi bilen müslüman, «İnsan için çalıştığından başkası yoktur.», «her nefis kazandığına bağlıdır.» «çoluk çocuğunun nafakasını temin için çalışmak ibadet hükmündedir» gibi İslam! esaslara göre hareket etmekten ayrılamı­ yacaktır. Çalışanın, kazananın Allah'ın sevgilisi olduğu da İslam'm bildirdiği bir rutbedir. «Bir lokma, bir hırka» şeklinde formüle edilmek istenen ve daima yanlış anlaşılan kanaat, hiç bir zaman, ele geçenle yetinmek değildir. Ele geçenle geçinmektir. Tevekkül, çalışmayı terkedip bir köşeye çekilerek nzık beklemek değildir. Her çeşit çareye ve vasıtaya baş vurduktan sonra neticeyi Allah'a ahavale etmektir. «Bir kere de azınettin mi Allah'a güven, tevekkül et.» mealincieki ayet, tevekkülün gerçek manasını dile getirmektedir. Tedbirini. almadan, yolunda bulunmadan ben mütevekkilim demek, tevekkülü tanımamaktır. Herkes çalışınakla yükümlüdür. lügatında Müslüman, kendi izzeti nefsini düşünmekle görevli olduğu gibi İslam'ın izzetini de gözetmek ve ona en küçük bir leke gelmemesi için yine gayret göstermek mecburiyetindedir. İslam Medeniyeti, çalışan, çalışmasını bilen, müslümanların eseridir. Zev- ki, safayı topluma yararlı olmakta bulan müslümanların eseridir. Müslüman memleketlerde, medreselere, hanlara, hamamlara, köprülere, aş evlerine, camilere, iş yerlerine kısacası toplumun yararına, halkın menfaatına olan her şeye rastlamak mümkündür. Ama saraylar, kaşancler, şatolar görmek için çok dolaşmak gerekecektir. Osmanlıların son devirlerini istisna edersek, tüm müslüman devlet ricalinin tam halka dönük him1etlerde bulunmuş olduklarını görürüz. Bu ise, hiç şüphesiz ki İslam Dini'nin emirlerine sadık kalmanın parlak neticesinden başka bir şey değildir. Özetliyecek olursak, yukandan beri çok kısa ve kısır bir şekilde anlatmıya çalıştığımız gerçekler muvacehesinde İslam Dini'nin gerçekten ilerlemeyi emreden, hatta zorunlu kılan, toplum yararını ve mutluluğunu hedef tutan, bir din olduğu ortadadır. Şayet günümüz müslümanları, aksi bir sosyal durum içinde iseler bu, İsli'nu'ın kusuru değil, O'nu gereği gibi uygulamıyan müslümanların hususudur. Çeşitli tclkinlere kapılarak, çıkmaz sokaklarda çıkar yol aramak müslümanları bugünkü acı durumu getirmisse, müslümanları bırakıp İslam'ı suçlamaya kalkmak en hafifinden mes'~leyi bilmemektir. Bütün bu gerçekler göz önünde iken, her şey inkar edilerek yine de İslam ilerlemeye manidir, denilirse; Ziya Paşa gibi «evvel yoğidi iş bu rivayet yeni çıktı» demekten gayri elden bir şey gelmez. 155