ı,ıiııi uücAoıtE

advertisement
ı,ıiııi uücAoıtE
noçl"Dr. Tuncer BAYKARA
MİLLİ MÜCÂDELE
( 1 9 1 8 - 1923 )
Doç. Dr. Tuncer BAYKARA
KÜLTÜR ve TURİZM BAKANLIĞI YAYINLARI : 623
GENÇLİK ve HALK KİTAPLARI DİZİSİ ; 6
Onay : 1.7.1985 gün ve 831.0 - 2428 sayı.
Birinci baskı, Ağustos 1985
Baskı sayısı : 10.000
Ongun Kardeşler Matbaası - ANKARA
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ : .....................................................................................
5
I. BÖLÜM : 1900'lerden 1918’e
1.
XX. Yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti : .............
a) Ülke ve n ü f u s ........................................... ...............
b) Genel siyâsî durum ............... ................................
7
7
8
2.
Ilü rriy e t’in ilâm, savaş ve iç çekişm eler : .............
a) H ürriyet’in ilâm ve ilk yıllar. (II. M eşrutiyet)
b) İç ç e k işm e le r..................................... ....................
c) Balkan s a v a ş ı............................................................
10
10
16
16
3.
İttih at ve Terakki dönemi ve Cihan H arbi : ........
a) İttihatçı d a r b e s i.......................................................
b) Cihan H arbi, Çanakkale : M ustafa K e m a l........
c) Cihan H arbi içindeki siyâsî g e lişm e le r..............
18
18
20
27
4.
M ondros M ütarekesi : ... ................... ....................
a) M ütareke ......... .........................................................
b) İlk n e tic e le r ................................. ..............................
29
29
32
II. BÖLÜM : M illî Mücâdeleye hazırlık
1.
Toparlanm a ve direnm e teşebbüsleri : ..............
a) Askerî direnm eler ... ... ........................ .v...............
b) H alkın direnm esi : Cemiyetler ve kongreler ...
36
36
39
2.
İzm ir’in işgâli : .............. ......... ..................... .........
46
3.
M. Kemal P aşa’m n Anadolu’ya g eçm esi: .............
a) M. Kemal Paşa’m n tâyini ve ilk faaliyetleri ...
b) M ustafa Kemal, H alk Ö n d e r i...............................
48
,4 8
53
4.
Erzurum ve Sivas kongreleri ve s o n u ç la rı: ........
a) Kongreler ... ..............................................................
b) H üküm ette d e ğ iş ik lik ............................................
c) Meclis-i M ebusan’m a ç ılış ı: M isak-ı M illî........
56
56
58
60
5.
İstanbul'un işgâli; D. Ferit h ü k ü m e ti: ..................
63
a) İstan b u l’un işgâli ... ................................................
63
b) D am at F erit H üküm eti’nin A nkara ile
m ücâdelesi.............................. ....................................
65
ili. BÖLÜM : Millî Mücâdele I : «Yeni idâri kadro ve siyâsî
olaylar».
1.
TBMM .Açılması : 23 Nisan 1920 : ...........................
a) Meclis’in a ç ılm a s ı................................................... .
b) A nkara’da yeni h ü k ü m e t.......................................
2. Siyâsî gelişmeler : ........................ ..
...............
a) İstanbul H üküm eti : Sevr ... <v ... ...................
b) A nkara’n ın dış siyâseti ... ............................. . ...
c) Y unanistan’daki d e ğ işm e le r.................................
3. A nkara’nın 1921 sonrası siyâseti : ...........................
IV. BÖLÜM : Millî M ücâdele II: «Askerî harekât».
68
68
69
70
70
74
76
77
1.
81
81
82
83
86
86
88
91
92
93
94
94
97
100
103
104
107
Kuvayı Milliye Dönemi : ........... .. .............................
a) Kuvayı Milliye’nin d o ğ u ş u .............. . ...................
b) Y unanlılara karşı Kuvayı Milliye .....................
c) Fransızlara karşı Kuvayı Milliyeve sonrası ...
2. 23 N isan sonrası yeni döneni : ................................
a) Geçiş dönem i : Cepheler. ... ... ... ......................
b) Çetelerin sonu. ....................................... ............. ...
3. Doğu Cephesi harekâtı : ... ... ................................
4. B atı Cephesi harekâtı
....... ................
a) İnönü s a v a ş la r ı......................... ...........................
b) K ütahya - E skişehir m u h a re b e s i...................... ...
c) Sakarya S a v a ş ı................................................... ...
ç) Büyük Taarruz ve m ü ta r e k e ..................;.............
5. Barış : Lozan : .................... ......................................
6. C um huriyet’in ilânı :29 Ekim 1923 : ................. ...
Son söz y e r in e .................... ...................... ..............................
Konu ile ilgili e s e r le r ........ ....................... ..........................
ÖNSÖZ
Aklınıza gelebilir? Niçin Millî Mücâdele? Yeterince işlen­
m edi mi? B ilinm edik bir yönü m ü kaldı? H em ilkokuldan
beri tekrar tekrar okuduğum uz bu konuları yeniden ele al­
m anın gereği m i var.
Evet, bunların söylendiğini ve söyleneceğini biliyoruz.
Ancak buna rağmen Millî Mücâdele konu olarak seçilmiş, iş­
lenm iş ve size de sunulm uştur.
1. Öncelikle, konu, hiçbir peşin fikre kapüm aksıztn, ge­
reği ne ise ona göre bir plân içinde ele alınmıştır. B ir tarihî
olay, öncesinden koparılmadan, sonrası için bağlantıya hazır
bir halde bırakılarak işlenm iştir. B u yönü ile Millî Mücâde­
le, Osmanlı D evleti'nin tarihinden ayrılmadığı gibi sonraki
Türkiye C um huriyeti’nin tarihine de âdeta bir giriş yapılm ış­
tır.
2. B u eseri yazarken insanlığın sonsuz gelişm esi içinde,
T ü rk D evletinin varlığını ve bağımsızlığını esas almaktan,
T ü rk ’e ve gerektiğinde İslâm iyet e öncelik verm ekten gayri
hiçbir düşünce bizi etkilem edi. Sadece Tiirklerin değil, düş­
manların da yazdıkları, tarih m etodunun gerekleri içinde gözönünde tutulm uştur. Dolayısıyla burada varılan bazı h ü kü m ­
ler, eski fikirlerle çatışsa bile, yadırganm am ası gerekir. Çün­
kü gelişme, bu türden fikirlerin ve hüküm lerin de, m edoduna uygun olm ak kaydıyla, değişebilmesi ile gerçekleşir,
3. K onu incelenirken, zamana bağlı şartlar en aza in­
dirgenm iştir. Zam anın şartları derken şunu kasdediyoruz :
Meselâ 1923’ün hem en sonrasında, C um huriyet’in yerleşip
5
kökleşm esi için, Osmanlı dönem ine bakışta, olum suz hususi­
yetler öne alınm ıştır. B u bakışı, sadece o dönem, yani 1923
sonrası için hoşgörebiliriz■ Ancak aradan bunca zaman geçip
Cum huriyet kökleştikten sonra da, doğru olmayan, ancak ge­
çici olduğu için hoş görülebilen bu bakışın devam ettirilm esi
gereksizdir. B unun gibi, bazı kişilerin etkili yerlerde bulun­
maları sebebiyle de, olaylara tam bir serbestlikle bakıp hükiim
verm ek güç olabilir. İşte 1985’te hu türden zaman şartlan,
en aza inm iş bulunuyor. B u sebeplerle de konu ele alınıp,
açık bir serbestlikle incelenebilir.
4.
Size hâlâ «Millî M ücâdele’nin nice gizli-kapaklı yönü
var, ama söylenmiyor» diyenler çıkabilir. Am a artık Millî M ü­
câdele’nin gizli hiçbir yönü veya, hakkı yenen hiçbir kişisi kal­
m am ıştır; en azından kalm am ası icap eden bir devre gelin­
m iştir.
B u arada şunu da belirtelim ki, «Millî M ücâdele» yei’ine,
aynı dönem i ifâde eden başka deyim ler de vardır. «İstiklâl
Harbi» veya «K urtuluş Savaşı» bunların önde gelenlerindendir. Ancak İstiklâl Harbi denince, kaybolan değil, kaybolm ak
üzere olan istiklâl için yapılan mücadele olduğu ayrıca tasrih
edilm elidir. Aynı şekilde K urtuluş Savaşı’nm, son zamanların
apayrı özellikler gösteren «Millî K urtuluş Hareketleri» ile,
kanaatimizce, hiçbir benzerliği yoktur. Bunlar ve öteki adlar
içinde, konuyu ve devri en iyi ifâde edenin, Millî Mücâdele
olduğunu sanıyoruz.
B ütün iyiniyetim ize, ülkem izin geçirdiği o elemli günleri
gün ışığına çıkarm ak çabamıza rağmen, hatalarımız olabilir.
Bunlar için de öncelikle bu topraklar için Sakarya’da kanla­
rını döken aziz şehitlerin ve Başkom utanları Gazi M ustafa
Kem al AT ATİ) RIC ün aziz ruhundan af dileriz,.
Tuncer B A Y KARA
14.11.1985
6
I. B Ö L Ü M
1900’LERDEN 1918'E
1. X X . Y üzyıl Başlarında Osmanlı Devleti :
a) Ülke ve Nüfus :
XX. yüzyıl başlarında Türk ülkesi, genişlik bakımından
dünyanın sayılı ülkelerinden idi. Gotha Almanağı’na göre,
4.148.000 kilometrekarelik toprağın bir kısmı tâbi (Bulgaris­
tan, Mısır gibi: 1.091.506 km2), bir kısmı da yabancı işgâlinde
idi. (Bosna, Kıbrıs gibi : 69.329). Kilometrekareye de 9 kişi
düşerdi.
O
devirdeki öteki kaynaklar, bu rakamı daha da yüksel­
tirler. Grande Encyclopédie’ye göre 6.275.125, km2 olup, bazı
Türk coğrafya kaynakları bu rakamı daha da artırırlar. Mehmed E şrefe göre, (M ükem m el ve M ufassal Coğrafya-ı Umumî
Atlası, İstanbul 1325), 7.338.035; Mehmed Celâl'e göre ise de
(iCoğrafya-ı Unıumî Ceb Atlası, İstanbul 1324), 9.287.173 km2
dir.
Nüfusa gelince, Gotha Almanağı toplam nüfusu 40.246.300
olarak verir (bunun 13.922.224’e tâbi, 2.295.170’i yabancı işga­
lindeki yerlerde). Grande Encyclopédie’deki rakam 38.555.000
olup, orada sadece tâbi yörelerde 15.955.000 nüfustan söz
edilir. Türk kaynakları bu rakamları, 51.429.000 ile (Mehmed
Celâl) 54.100.000’e (M. Eşref) kadar çıkartırlar. Ancak, bu­
günkü Türkiye sınırları içinde, 16-17.000.000 yaşadığı tahmin
edilebilir.
7
Ülke, kuzeyden Karadeniz ve batıda Bosna-Hersek’ten,
doğuda Kars yöresi hariç, hemen şirtıdiki aynı sınıra (Irak İran sınırına kadar) ve güneyde Yemen’e, Afrika'da ise, ta
Sahra'nm güneyine kadar uzanmakladır. Sudan, Mısır'a, do­
layısıyla Osmanlılara tâbi sayılıyordu. Ancak Afrika içlerin­
deki Osmanlı nüfuzu, tam bu sıralarda oraya gelen İngiliz
ve Fransızlarla etkili bir çekişme içinde idi.
b)
Genel Siyâsî Durum :
•XX. yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti'nin başında Padi­
şah, II. Abdülhamid idi. 1876’da tahta, geçen, 93 Harbi deni­
len 1877-78 Osmanlı-Rus harbinin acı sonuçlarından etkilenen
bu padişah, ülkeyi mümkün olduğunca silâhlı çatışmalardan
uzalc tutmaya çabalıyordu. Almanya'nın büyük bir güç ola­
rak ortaya çıkmasıyla yeni boyutlar kazanan Avrupa denge­
sinde, usta bir dış siyâset takip ederek, Türk Devleti’nin var­
lığını, Türklerin menfaatini korumaya ve kollamaya çabalı­
yordu. Almanya’ya sempati besleniyordu; çünkü karada Rus­
ya’yı dengeleyebilecek yegâne güçtü; İngiltere ile ilişkileri de
dikkatli sürdürüyor, İngilizlere zaman zaman, aynı zamanda
'halife’ olduğunu hatırlatıyordu.
Geçmiş yüzyıldan miras kalan Ermeni meselesi, şimdilik
küllenmiş gibiydi. Devrin yönetimi, meseleyi ‘komisyon’a ha­
vale ederek etkisiz kılmayı başarmıştı. Ermeniler, gâyelerine
ulaşmak için padişahı en büyük engellerden birisi görüyor­
lardı. Nitekim Türk padişahını bertaraf etmek için, 21 Tem­
muz 1905 cuma günü, başarısız bir suikast tertipîediler(1).
Ancak II. Abdülhamid hiçbir zaman Ermenilerin isteklerine
boyun eğmedi.
1)
Bir insan hayatına, üstelik Türk devlet başkanı, padişahın
hayatına yönelik bu suikastı, o zaman bir kısım Türklerin
alkışlamaları herhalde affedilemez.
Balkanlarda, Bulgaristan’ın muhtar bir idâreye kavuş­
ması, sükûnet sağlamamıştı. Bu defa, Tiirkleri, Rumeli'den,
yâni Avrupa’dan kovmaya yönelik, çabalar 'artmıştı. Bu ara­
da, Selanik merkez olarak Makedonya’da birçok güç karga­
şalık çıkartmak için mücâdeleye girişmişti. Sırp, Yunan, Bul­
gar ve Karadağ'ın bu yöredeki emelleri yanında, nüfus bakı­
mından en kalabalık olan Türk ve Müslümanlar, bu mücâde­
leyi etkisiz kılmaya çabalıyorlardı. Bunlar yanında Makedon­
ya'yı ayrı bir devlet hâline sokmak isteyenler de vardı. Bul­
garların kışkırttığı Makedonya da ilk ihtilâl 21 Ekim 1’902’de
patlak verdi; çok geçmeden bastırıldıysa da, sonraki aylarda
ve yıllarda hareketler devam etti. Bu yörede yukarda sözü
edilen devletler, sadece Türklere karşı değil, kendilerine karşı
da kıyasıya bir mücâdele içinde idiler. Makedonya’ya hâkim
olmak hepsinin emeli idi. Devrin yönetimi, bu güçleri gere­
ğinde birbirleri ile çatıştırıp, usta bir siyâsetle anlaşmalarına
engel oluyor ve Türk menfaatini koruyordu.
XX. yüzyıl başında ülke içinde, Türkler arasında padi­
şaha karşi: muhalefet bir hayli artmıştı. Padişahın, artırdığı
mekteplerden çıkanlar, «medeniyet»e, Avrupa’ya, giderek aşa­
ğılık duygusuna kadar varan aşırı bir hayranlık içinde idiler.
Avrupa'nın durumu, Türk ülkesine bakışı, bazılarınca deği­
şik anlaşılıyor, sanki olumsuz bakış, Padişah II. Abdülhamid'
in, meşruti olmayan yönetimine karşı imiş gibi görülüyordu.
1839, 1876 haraketlerinden kaynaklanan bu bakışa göre, Av­
rupa'nın Türk ülkesine yönelik tehdidi, ülkede Meclis, yâni
demokratik hayat olmamasından dolayı idi.
Türkler arasındaki muhalefet, Abdülhamid'e karşı olan
bütün güçlerle işbirliğinden kaçınmadı. Bu arada II. Abdül­
hamid'e karşı olan yabancı unsurlar, meselâ Ermeniler ve
Yahudiler de, bu muhalif Türklerle yakın işbirliği içindeydi­
ler. Kurulan çeşitli muhalefet komitelerinden birisi, İttihat
ve Terakki, Rumeli’de, 1907-8 yıllarında bir hayli güçlenmişti.
9
2.
H ürriyet'in İlânı, Savaş ve İç Çekişmeler:
a) Hürriyet'in ilânı ve İlk Yıllar (II. Meşrutiyet) :
1908 haziranında İngiliz ve Rus hükümdarlarının Reval’de buluşmalarıyla ilgili olarak, Alman kaynaklarınca ya­
yılan haberler, Osmanlı ülkesinde bir hayli derin yankılara
yol açtı. Güya bu iki hükümdar, Osmarıh Devleti’ni paylaş­
maya karar vermişlerdi; bu sebepledir ki bu kararın geçersiz
kılınması icap ediyordu. Burada da geçersiz kılmanın yolu,
Abdülhamid'i, meşrûtî idâreye zorlamak biçiminde alındı.
Balkanlardaki İttihat - Terakki kom itesinin. unsurları, doğru­
dan silâhlı isyân durumuna geçtiler. Resneli Niyazi Bey, bir
kısım askerlerle dağa çıktı; üzerine görevlendirilen Türk ko­
mutanı Şemsi Paşa, bir İttihatçı fedaînin suikastiyle şehit
edildi {7 temmuz). Yerine gönderilen Müşir Tatar Osman Pa­
şa, etkisiz hâle getirilip, dağa kaldırıldı (22-23 temmuz). 23
temmuzda Manastır’a hâkim olan bu güçler, meşrutiyeti ilân
ettiler. Ülkenin öteki yerlerinde de birçok hareketler oluyor­
du.
II.
Abdülhamid, olaylara daha sert müdahale edilmesin­
den yana olan Sadrazam Avlonyalı Ferit Paşa'yı azledip, Said
Paşa’yı başvekilliğe getirdi. Said Paşa hükümeti, 23 temmuz
günü, Meclis’in açılması için seçimlerin yapılmasına dair ka­
rar alarak, bunu 24 Temmuz 1908 tarihli gazetelere ilân etti;
İşte bu haber, 25 temmuzdan itibâren İstanbul'da büyük
gösterilere yol açtı. Artık 'Hürriyet’ ilân edilmişti. Buna aynı
zamanda, 1876’daki I. Meşrutiyet’e kıyasla, II. Meşrutiyet de
denilir.
Y. Hikmet Bayur’un dediği gibi, «dünyada pek az hareket
Osmanlı meşrutiyeti kadar büyük ümitler doğurmuştur ve
keza pek az hareket doğurduğu ümitleri bu kadar çabuk ve
kat’i olarak boşa çıkarmıştır». Bugünlerde ümit gerçekten
10
büyüktü; hele aydınlar hâyâl dünyasında gibiydiler: «İtalya’ya
sanat, Fransa’ya hukuk, İngiltere’ye denizcilik, Almanya’ya as­
kerlik öğrenimine talebeler gönderilecekti; gidenler oraların
bilgileriyle ülkeye dönecek, kısa zamanda yeni bir Türk me­
deniyeti oluşacaktı».
1908
yılının ağustos ayı da gösterilerle ve 'hürriyet sar­
hoşluğu’ içinde geçti. Yıllardır II. Abdülhamid’in sıkı idâresinden etkilenen halk, şimdi sahip olduğu serbestliğin tadım
aşırı bir biçimde çıkarıyordu. Ülkedeki bu boşluk ve serbest­
liğin bir yerde durması gerekiyordu^.
1 Ağustos 1908’de hükümetini yenileyen Said Paşa, 5
ağustosta istifa etti. Yerine sabrazam olan Kâmil Paşa hü­
kümeti, ümitleri karartan bazı olaylarla karşılaştı. Geçmiş
dönemden kalan bazı meseleler, Türk Devleti’nin aleyhine ko­
layca çözüliiverdiler: Şimdiye kadar 'muhtar’ olan Bulgaris­
tan, 5 ekimde ‘bağımsız’ olduğunu ilân etti. Avusturya’da,
'işgâl' etmekte olduğu Bosna-Hersek’i, topraklarına ‘ilhak’ et­
tiğini, 6 ağustosta Osmanlı D evletine bildirdi. Aynı günler­
de Girit Adası, enosis’ yâni Yunanistan’a katıldığını ilân etti.
Bunlara karşı devlet ne yapabilirdi? Ancak halk yine so­
kaklara döküldü. Avusturya’dan gelen 'fes’e boykot ilân edi­
lip, Avusturya’ya İktisâdi darbe vurulacaktı. Sokakları dol­
duran kalabalıklar, Bulgaristan ve Yunanistan’la savaş istiyor,
«Girit bizim kanımız - feda olsun canımız» diye bağırıyorlar­
dı. Ancak bunlar, yaratılan olup-bittileri değiştirmedi; Girit
adası, birkaç sene daha, sadece ismen ve bir bayrakla Tür­
kiye’ye bağlı kalm ış, sonra elden çıkmıştır. Bulgaristan ve
1)
Meşrutiyet günlerini Ömer Seyfeddin, Efruz Bey etrafındaki
hikâyelerde en çarpıcı biçimde yansıtır.
U
Avusturya ile olan mesele de, alman bazı tavizler karşılığında
çözülmüş sayıldı.
Ülkede, Meclis açılıp, demokratik hayat başlayacaktı. İlk
olarak, İttihat ve Terakki Cemiyeti, gizli bir teşkilât olmak­
tan çıkıp, 1908 eylülünde siyâsî programını yayınlayarak,
parti oldu. Çok geçmeden, ona muhalif Ahrar fırkası (parti)
da kuruldu: 14 Eylül 1908. 1908 yılının kasım ve aralık baş­
ları, seçimlerle geçti. Seçimler hayli çekişmeli geçiyordu; m e­
selâ Musul’daki seçimler sırasında 50 kişinin öldüğü söylenir:
Meclis-i Mebusan, 17 Aralık 1908’ de çalışmalarına başladı.
Kâmil Paşa, böylece Meclis-i Mebusan’a bağlı ve onun şartla­
rına tâbi bir hükümet oluyordu. Meclis, 13 Şubat 1909’da gü­
vensizlik oyu verince, Kâmil Paşa istifa etti ve yerine Hüse­
yin Hilmi Paşa sadrazam oldu. İttihat ve Terakki, M eclisi ve
hükümeti, böylece denetimine almış oldu. Ancak İttihatçıla­
rın 'komiteci' özellikleri de devam ediyor, kendilerine karşı
fikir istemiyorlardı. Nitekim, İttihat ve Terakki aleyhinde ya­
zılar yazan Serbesti gazetesi başyazarı Haşan Fehmi köprü
üzerinde öldürüldü; katili de bulunamadı (7 Nisan 1909).
31 Mart olayı: «Hürriyet’in ilânına rağmen, gazetecilerin öl­
dürülmesi, katilin bulunmaması heyecanı içindeyken, 13 nisan/31 mart günü, İstanbul’da yeni bir hareket başladı. «Meş­
rutiyet»! korumak üzere Rumeli’nden getirilen avcı taburla­
rı, ‘şeriat’ isteğiyle ayaklandılar. Bu harekete, şehirde bulu­
nan ordu birlikleri müdahale etmeyince, İstanbul birkaç gün
kargaşa içinde kaldı. Padişah II. Abdülhamid’in, daha fazla
kan dökülmemesi için olaylara müdahale etmemesi üzerine,
Rumeli’nden «hareket ordusu» diye anılan birlikler düzenlen­
di. Hareket ordusu, 23 nisanda İstanbul önlerine geldi; bir­
çok sokak çatışması sonucunda 26 nisan günü, şehre hâkim
oldu.
Ortaya yeni bir durum çıkmıştı ve bunun sonucunda, 27
nisanda II. Abdülhamid tahttan indirilip, kardeşi V. Meh12
med Reşad padişah oldu. Eski padişahın, olaylarla ilgili ola­
rak hakkında tahkikat açılması isteği, «ya beraat ederse»
korkusuyla geri çevrildi ve olayların günümüze kadar şüphe­
li kalması sağlandı. Oysa, ge^ek daha önce ve sonraki dönem­
lerde eski hükümdar II. Abdülhamid, her türlü hesabı ver­
meye hazır olduğunu defalarca belirtmiş, üzerinde aşırı söz­
ler söylenen şahsî servetini Türk ordusuna bağışlamıştı.
Yeni hükümdar V. Mehmed Reşad, ağabeyinin durumu­
nu gördükten sonra, hiçbir şekilde siyâsî olaylarla ilgilenme­
di. Hiçbir meselede kendi şahsî fikrini belirtmedi; çünkü he­
men her konuda kendisince en uygununu yapmaya çabalayan
ağabeyi, bazı çevrelerce kötü kişi olmuştu. Bu sebepledir ki V.
Mehmed Reşad, önüne ne getirilirse imzaladı; şahsî hiçbir gi­
rişimde bulunmadı ve dolayısıyla, bir kısım tarihçilerin II.
Abdülhamid’e verdikleri olumsuz hükümden kurtulmuş oldu.
Oysa Türk padişahının, kendi bildiğince, olaylara katılması,
karışması ve ülke yararına müdahalelerde bulunması, hiç bu­
lunmamaktan, daha iyi karşılanmalıdır.
1909
yılının baharında, 31 Mart olayının da etkisiyle hü­
kümetteki değişmeler kısa süren Tevfik Faşa'nm yerine yeni­
den Hüseyin Hilmi Paşa’nın hükümeti kurması ile, ülkede
yeni bir dönem başladı. Meclis vardı; Meclis’de siyâsî partiler
ve bunlara dayalı bir hükümet işbaşında bulunuyordu. Hükü­
met, şimdi ülkenin ihtiyacı olan bütün ıslahatı yapıp, ülkeyi
eski dönemdeki duruma düşürmeyecekti. Hüseyin Hilmi Paşa'ıım istifası ile yerine bir hukuk bilgini olan eski Roma se­
firi Hakkı Paşa Başbakan oldu (12 Ocak 1910). Ülke bu gü­
zel şartlarda yeni ve daha mutlu günlere gitmeye namzet gibi
görünüyordu.
Bu yıllar, Osmanlı Devleti'niıı son m es’ud seneleri sayıla­
bilir. Gerçi ülkenin içinde bulunduğu meselelerden pek azı
çözümlenmiş veya çözüm yolunda idi. Meselelerin önemli kıs­
13
mı Rumeli'nde hâlâ duruyordu; bunların başında Makedonya
çevresinde kümelenen, Balkanlı devletlerinin ihtirasları geli­
yordu. Bu devletler, şimdilik meseleyi, alttan alta ele alıp,
aralarındaki çekişmeleri düzeltmek yolunda idiler. Maalesef,
aralarındaki çekişmelerin hallinde, Osmanlı Devleti de olum­
lu bir davranış içine girdi. 3 Temmuz 1910’daki Kiliseler ka­
nunu ile, aralarındaki en önemli çekişine ve çatışma konusu
olan kiliselerin kime ait olduğu halledildi. Artık bu devletler,
aralarında, Osmanlı Devleti’ne karşı anlaşabilirlerdi. Arnavut­
ların durumu, daha değişikti; Müslüman olmaları dolayısıy­
la doğrudan, âsi gibi görülmeyen bu unsur da zaman zaman
ayaklanıyordu. Padişahın 1911 yazında karışık mıntıkalara
seyahati, ortalığı kısmen yatıştırmıştı.
Asya’daki topraklarda birisi açık, öteki nispeten kapalı iki
mesele söz konusu idi. Yemen'de açıkça isyan durumundaki
Araplar, Suriye ve daha başka bazı yörelerde, yer yer bağım­
sızlık hazırlıklarında idiler. Ancak Yemen'e, 1911’e yeni bir
askerî kuvvet yolandı. Yemen, Anadolu’da, günümüze kadar
devam eden hatıralar bırakmıştır. Devleti geçen dönemden
beri meşgûl eden asıl mesele, Ermenilerin çıkardığı hadiseler
idi. İttihatçılarla bir süre işbirliği yapılmış, ancak Ermeniler
dalıa sonra kendi programlarım tatbike başlamışlardı. Onlar
için önemli olan, artık bir yabancı devletin, Osmanlı ülkesin­
deki kesin başarısı idi. Bunu sağlayacak tek güç Rusya olarak
görülüyordu.
İttihatçıların yumuşak ve hoşgörülü tutumları, Filistin
yöresindeki Yahudi göçünü hızlandırmıştı. Ancak henüz etki­
li bir mesele çıkaracak güce erişmemişlerdi.
Türk ülkesi, bu meselelerin yanında, şimdilik içden içe
güçlenmeye çalışan Batı Anadolu Rumlarının tehdidine son­
raki yıllarda etkilenecektir. Bu dönemde, devlet, demokratik
hayat içinde kendisini güçlendirmeye çabalıyordu. Ancak, bu
14
çabalar İttihat ve Terakki’nin aşırı baskısı ile karşılaşıyordu.
İttihatçıların muhaliflerini sindirmek içiıı adam öldürmeleri
de devam ediyordu. Devrin ünlü gazetecisi Ahmed Samim
Bey de 9 Haziran 1910’da öldürüldü.
Türkler, ülkede AvrupalIların istediği türden bir meclis,
siyâsî partiler bulunduğu dolayısıyla Avrupa devletlerinin
Türkiye’ye yönelik tehdidin yok olduğunu sanarlarken, başka
gelişmeler gözleniyordu. Avrupa, kendisince ‘barbar’ saydığı
Türk ülkesinin, tek bir ‘medenî’ ülke tarafından yutulmasına
karşı idi. Ülkeyi, ‘birçok’ medenî ülke alabilirdi. Dünyanın bu
türden paylaşılmasında, geç kalan İtalya en elverişli yer ola­
rak, hemen karşı kıyıdaki Trablusgarb’ı görmüştü. Bu kıyı­
lardaki Türk varlığı hayli zayıf ve üstelik, Türk ülkesi, bir
sonsuz iyiniyet ve hoşgörü fırtınası içinde idi. Roma’dan gel­
miş olmasına rağmen Başbakan Hakkı Paşa’da, İtalyanların
bu yöredeki emellerine dair hiçbir kanaat yoktu. Öylesine ki,
burada olan bazı Türk birlikleri, İtalyan saldırısından hemen
önce terhis edilmişti.
İtalya, kuzey Afrika’daki Fransız nüfuzunun iyice artma­
sı üzerine, bugünkü Libya’nın kendi sahasında olduğunu ilân
edip, hazırlıklar yaptı. Bunu ustaca gizleyip, 28 Eylül 1911’de,
Türk hükümetine bir ültimatom vererek, haklarının teslimi­
ni istedi. Türk hükümeti bunu kabul etmeyince de 30 eylül­
den itibaren savaş ilân edildi. İtalyanlar kıyıya asker çıkardı
ve sahil boyunu işgâle başladılar. Siyâsî bakımdan tam bir
gaflet içinde olan hükümet istifa etti ve yeni hükümeti Said
Paşa kurdu (30 Eylül 1911). Kuzey Afrika’ya koşup giden Türk
subayları, oradaki askerî birlikler ve yerli mücâhitlerin yar­
dımı ile İtalyanları durdurdu; ancak kesinlikle denize de dö-.
kemediler. Mücâdele kışın da devam etti; bir İtalyan donan­
ması Rodos başta Oniki adayı işgâl ettikten başka, birara Ça­
nakkale boğazını da abluka etti.
15
b)
İç Çekişmeler :
İtalyanlarla savaş devam ederken, ülkedeki iç siyâsî du­
rum da hayli kızışmıştı, ittihat ve Terakki «hürriyet»i ilân
etmiş olmak iddiasında olmasına rağmen karşı fikirde olan­
lara tahammül edemiyordu. Bu yüzden, meclisteki çoğunlu­
ğu kaybetmek tehlikesi baş göstermişti; bunun üzerine 18
Ocak 1912’de Meclis feshedilerek yeni seçimlere gidildi.
«Sopalı seçim» diye anılan seçimlerde, hemen her yerde
İttihat ve Terakki partisinin adayları kazandırılmıştı. Yeni
Meclis, 18 Nisan 1912’de çalışmalarına başlamışsa da bu ola­
ğan dışı duruma, özellikle İstanbul’daki subaylar müdahale
gereğini duydular. «Halaskâr zabitan/kurbancı subaylar»
topluluğu, Said Paşa hükümetini istifaya zorladı. 16 temmuz­
da istifa eden Said. Paşa'nm yerine, yeni hükümeti meşhur ko­
mutan Ahmed Muhtar Paşa, 22 temmuzda kurdu. Kabine­
sinde, Kâmil Paşa gibi bazı eski sadrazamlar bulunduğun­
dan, «Büyük kabine» diye de anılır. Sopalı seçim sonucu olu­
şan Meclis de, 4 ağustos tarihinde feshedildi.
c)
Balkan Savaşı :
Osmanlı Devleti'ni XIX. yüzyıldan beri meşgul eden Ru­
meli, birçok savaşa sebep olmasına rağmen, meseleleri devam
ediyordu. Makedonya çevresinde, XX. yüzyıl başından itiba­
ren odaklaşan çatışma, Osmanlı Devleti’ni, yöredeki gözü olan
dört devletle (Bulgaristan Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ)
karşı karşıya getirmişti. Bu arada bağımsız olmak isteyenler
de vardı. II. Abdülhamid yönetimi, bu çekişmeleri ustalıkla
kullanarak, yöredeki Türklerin haklarını korumuştur. Ancak
1908 sonrasında hükümet, Kiliseler kanunu ile, aralarındaki
çekişme konusunu halledince, Balkan devletleri Osmanlılara
karşı işbirliğine başladılar. İtalya ile girişilen savaş da bunda
etkili olmuştur. Bulgarlar 13 Mart 1912’de Sırplarla 29 mayıs16
da da Yunanlılarla anlaştı. Çok geçmeden Karadağ’da Türki­
ye’ye yönelik bu anlaşmalara katıldı.
1912
sonbaharında, Balkanlarda gerginlik bir hayli art­
mıştı. Osmanlı Devleti, yatıştırıcı olur ümidiyle bir kısım as­
kerini terhis etmiştir. Lâkin, 30 eylülde Balkan devletleri
seferberlik ilân ettiler. İstanbul'da, o sırada muhalefette olan
İttihat ve Terakki’nin sürüklediği savaş mitingleri, hükümeti
etkiliyordu. Savaşı ilk başlatan Karadağ, 8 Ekim 1912’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilân etti. Öteki Balkan devletleri, 13
ekimde Rumeli'ye muhtariyet verilmesini istediler. Bu or­
tamda İtalyanlarla acele barış yapılması gerek ti: 15 Ekim
1912. Olaylar sonraki günlerde hızla gelişti ve 17 ekimde
Sırplarla, Bulgarlar 18’inde de Yunanlılar Türkiye’ye harp
ilân ettiler.
Osmaıılı Devleti’nin Rumeli’deki topraklarının durumu,
askerî bakımdan hiç de uygün değildi. Başlıca üç yerde kü­
melenen Türk kuvvetleri birbirlerinden bir hayli uzakta idiler.
Bulgarlara karşı taarruz eden Türk ordusu başarılı olama­
mış (21-23 ekim). Bulgarlar Lüleburgaz dolaylarında Türk
birliklerini geri atmışlardır (29-31 ekim). Türk ordıısu bunun
üzerine Çatalca hattına çekilerek, İstanbul’u savunmak üzere
bu hattı tahkime başlamıştır. Bulgarlar 17 kasımda Çatalca
hattına saldırdılar. Gerek bu, gerekse sonraki günlerdeki sal­
dırıları durduruldu. İstanbul böylece kurtarılmış oldu.
Sırplara karşı savaşan Türk ordusu, 23 - 24 ekimde Kumanova’da yenildi. Türk kuvvetleri, Yunanlılar karşısında
da tutunamayarak çekildi. Yunanlılar, 8 kasım günü, teslim
olan Selanik’e girdiler ki, bu sırada Bulgar birlikleri de şeh­
rin hemen yakınlarında bulunuyordu. 17-18 kasımda Manas­
tır önlerindeki ordu da bozularak, Sırplar Manastır’a girdi (1
kasım). Bu sırada bir kısım Arnavutlar da 28 kasımda Avlonya’da toplanıp bağımsızlıklarını ilân ettiler.
17
Balkan harbi kısa sürede, Türk ordularının kesin yenil­
gisi ile sonuçlanmış gibiydi. Öyle ki, kasım sonlarında, Ça­
talca ötesinde sadece Edirne, tşkodra ve Yanya kaleleri sa­
vunmaya devam ediyordu. Bu durumda 29 Ekim 1912’de ye­
ni hükümeti kuran Kâmil Paşa hükümeti, Bulgarlardan mü­
tareke istedi. 3 Aralık 1912’de mütareke yapılarak, barış için
temaslara başlandı. Devletler arasındaki temaslarda özellikle
Edirne'nin durumu konuşuluyordu.
3.
İttih a t ve T erakki dönem i (1913-1918) ve Cihan Harbi:
a)
İttihat ve Terakki’nin hükümet darbesi : Balkan sa­
vaşı sırasında, muhalefette bulunan İttihatçıların, hükümetin
başarısızlığı için çabaladıkları bu yolda gayret gösterdikleri
biliniyor. Edirne'nin durumu hükümet aleyhindeki en büyük
itham mevzuu idi. Henüz barış imzalanıp, Edirne’nin durumu
aydmlanmamışken, İttihatçılar ihtilâlci güçleriyle 23 Ocak
1913 günü Bâb-ı Âli’yi bastılar. Harbiye Nazırı Nazım Paşa
başta olmak üzere, her iki taraftan birçok insan öldü. Sonuçda Kâmil Paşa istifaya zorlanarak padişah yeni hükümeti
kurmak için Mahmud Şevket Paşa’yı görevlendirdi. İttihat ve
Terakki, sonunda tam anlamıyla iktidar olmuştu.
Yeni hükümetin ilk işi, mütarekeyi tanımayıp, savaşa de­
vam etmek oldu (2 şubat). 4 şubatta çatışma yeniden baş­
ladı. Girişilen Bolayır taarruzu ve Şarkköy çıkartmasında bir
başarı elde edilemedi. Üstelik direnmekte olan Yanya (6
mart), Edirne (26 mart) ve İşkodra kaleleri (21 nisan) düştü­
ler. Yunanlılar 10 martta Sisam adasını ele geçirmişlerdi.
Çaresiz kalan İttihatçı hükümeti de yeniden mütareke iste­
miş, daha sonra da Midye-Eııez hattının ötesini terkeden,
Edirne’yi de Bulgarlara bırakan Londra anlaşması 30 Mayıs
1913’te imzalanmıştır.
18
ittihat ve Terakkinin darbesine, karşısındakiler 11 Ha­
ziran 1913'te Sadrazam Mahmud Şevket Paşa’yı öldürmekle
karşılık verdiler. Aslında bu suikast İttihatçıların da işine
geldi; çünkü bu vesile ile muhaliflerini sindirdiler. Mahmud
Şevket Paşanın, yerine, birçok önemli fikir eseri olan Said
Halim Paşa sadrazam oldu. Şimdi, «hürriyet» dönemi kesin­
likle sona ermiş, İttihat ve Terakki diktası başlamıştır. Böylece, ülkede uzun yıllar devam eden II. Abdülhamid’in güçlü
otoritesi, İttihat ve Terakki eliyle, hemen aynı güçte devam
edecektir.
1913 yılı yaz aylarında, Balkanlarda durum karışıklığını
koruyordu. Osmanlı Devleti'nin bıraktığı büyük mirasın pay­
laşılması sebebiyle devletler arasında çekişme başlamış, en
büyük payı alan Bulgaristan, öteki devletlerin tepkisini çek­
miştir. Bu sebepledir ki, Yunanlılarla Sırplar anlaşarak, 29
haziranda birden Bulgarlara saldırdılar. Bütün kuvvetlerini
batıya sevkeden Bulgarlara karşı, Türkiye de harekete geçti.
Türk kuvvetleri, 15 temmuzdan itibâren ilerleyip, 22 tem­
muzda Edirne’yi aldılar. Daha sonra Meriç nehrinin batısın­
daki Dimetöka yöresini de ele geçirdiler. 31 temmuzda mü­
tareke, 29 Eylül 1913’te barış yapılarak bu sınırlar kabul
edildi. Türkiye, Yunanistan’la 14 Kasım 1913’te Atina, Sırbis­
tan’da 14 mayısta İstanbul anlaşmalarını imzalayarak Bal­
kan harbine son verdi.
Meriç’in batısındaki Türk topraklarının durumu, sonraki
yıllarda değişmiştir. İttihat ve Terakki hükümeti, Bulgarların
I. Cihan Harbine girmelerini sağlamak için, Meriç’in batı­
sındaki topraklan, 16 Eylül 1915’te Bulgarlara terkedecektir.
1914 yılı başında, İttihat ve Terakki önderlerinden Kay­
makam/Yarbay Enver Bey, iki rütbe birden atlayarak mirli­
va, yâni paşa oldu (3 Ocak 1914). Artık 34 yaşındaki bu genç
subay, Harbiye Nazırı olabilirdi; yeniden seçimler yapıldı ve
19
hepsi de ittihat ve Terakki mensubu olan meclis, 14 Mayıs
1914’îe çalışmalarına başladı. Bu arada, 1914 haziranında
Sakız adasının Yunanistan’a ilhakı üzerine Türk-Yunan mü­
nâsebetleri hayli gerginleşti. Batı Anadolu’daki Rumlar, vak­
tiyle geldikleri Adalara doğru göçe başladılar ki, I. Cihan
Harbi başladı.
b)
Cihan Harbi, Çanakkale : Mustafa Kemal : Avrupa,
XVIII. yüzyılda elde ettiği üstünlüğünü, XIX. jöizyılda dün­
yanın öteki yörelerinde de göstermişti. İngiltere, Fransa,
Rusya ile öteki devletler, dünyanın güçsüz ülkelerini idârelerine alarak, 'medeniyet' adına onları sömürmeye başlamışlar­
dı. Fransa’nın 1830'da Cezayir’e- saldırısı da oraya ‘medeniyet’
götürmek gerekçesine gizlenmişti. 1850’lerden sonra güçlü bir
devlet olan Almanya, dünyanın dört bir tarafının paylaşıldığı­
nı ve bunda kendi payının çok az olduğunu görerek hayal kı­
rıklığına uğramıştı.
Avrupa’da, 1870’te Almanya’ya yenilen Fransa, intika­
mım almayı istiyor, bunun için müttefikler arıyordu. En ta­
biî müttefiki, Almanya’nın doğu komşusu olan Rusya idi. Bu
arada Avusturya-Macaristan, Balkanlarda Rusya’ya karşı bir
siyâset izliyordu ki, bu sebeple Almanya’nın tabiî müttefiki
idi; zaten dilleri de aynı idi. İngiltere, uzun süre Rusya’yı göz­
lemiş ise de, Avrupa'da yeni çıkan Almanya'ya karşı Fransa
ve Rusya vile işbirliğini, 1910’lardan sonra açıkça artırmıştı.
Osmanlı Devleti, Avrupa’daki bu ayrılmada tarafsız kalabilir­
di. Nitekim II. Abdülhamid, Almanya’ya büyük sempatisine
rağmen, İngiltere faktörü dolayısıyla tamamen Alman taraf­
tarı olmamıştır. Ancak 1908 sonrasında, özellikle askerlerin
etkisiyle İttihat ve Terakki’deki Alman nüfuzu bir hayli art­
mıştır. Nitekim 14 Aralık 1913’te bir Alman askerî ıslah he­
yeti İstanbul’a gelmiştir; yine o günlerde, Bahriye'de İngiliz,
Jandarma’da Fransız subayları bulunuyordu. Ancak Alman
20
askerî ıslah heyetinin durumu daha başka olup İttihat ve Te­
rakki İdâresinin, Almanya'ya yakınlık duyduğu kesin bir ger­
çek idi.
Avrupa'daki kümeleşmede, biriken büyük meselelerin
sulh yolu ile çözümü güçtü. Bu meseleleri bir savaş çözer de­
niyor ve bu da bir kıvılcıma bakıyordu. 28 Haziran 1914'te,
Avusturya-Macaristan veliahdının Bosna’da, bir Sırplı tarafın­
dan öldürülmesi üzerine, 28 temmuzda Avusturya’nın Sır­
bistan’a saldırması, bir Cihan harbinin başlangıcı oldu. Sır­
bistan’ı korumak isteyen Rusya’nın seferberlik ilânı üzerine,
Almanya, Avusturya’nın yanında yer aldı ve Rusya'ya savaş
ilân etti (1 ağustos). Bu defa Rusya’nın müttefikleri meseleye
dahil oldular : 3 ağustosta Fransa, bir gün sonra İngiltere
Almanya'ya savaş ilân etti. Sbnraki günlerde Fransa ve İngil­
tere,, Avusturya’ya savaş ilân etti. Böylece Cihan Harbi baş­
lamış oldu.
Avrupa’da, İngiltere ile Almanya’nın giriştikleri dünya
hâkimiyeti kavgasının Türkiye ile doğrudan bir ilgisi görün­
müyordu. Bununla birlikte İttihat ve Terakki, savaşın çıktığı
günlerde, 2 ağustosta Almanya ile dostluk anlaşması imza­
lamıştı. Yine aynı günde, seferberlik ilân ederek, sonraki gün­
lerin olaylarına karşı hazırlıklı olmak istemiştir. Savaşın ilk
günlerinde, Akdeniz’de sıkışık durumda kalan iki Alman harp
gemisinin Çanakkale boğazına sığınması bir buhran yarattı
ise de bu gemilerin Türkiye tarafından satın alındığı ilân edi­
lerek mesele çözümlendi. Türkiye, savaştan istifâde ederek,
yüzlerce yıldır yabancılara verilen her türlü hak ve imtiyazın,
1 Ekim 1914’ten itibaren geçersiz olduğunu, 9 Eylül 1914 ta­
rihinde ilân etti.
Avrupa’da Alman askerî gücünün hemen başarısı ile so­
na erecek sanılan savaş, batıda Fransızların etkili direnişi ile
devam ediyordu. Bu durumda Alman zaferi hakkındâki ka­
21
naatler. değişmiş olm akla birlikte, b ir kısm ı askerlerde savaşa
girm ek eğilimi güçlü idi. B unlar özellikle Balkan H arbi yenil­
gisinin intikam ını alm ak düşüncesinde idiler. Ancak Rum e­
li'de, ilerde m üttefik olarak B ulgarlarla sınırdaş olduğumuz
gibi, Asya’da Türkiye’nin kazancının ne olacağı da belli, değil­
di. Buna rağmen, Enver Paşa’nm da etkisiyle, savaşa girilm e­
si gerektiği fikri yayılıyordu. N itekim b ir olup-bitti ile bu
gerçekleştirildi.
1914
ağustosunda satın alındığı ilân edilip Yavuz ve Mi­
dilli adları verilen harp gem ilerinin de içinde bulunduğu Türk
donanm ası, b ir askerî ta tb ik a t. için K aradeniz’e açıldı. Bu
tatbikat, Rus lim anlarının bom balanm ası ile devam edince
(28-29 Ekim 1914) Türkiye fiilen savaşa girm iş oldu. Rusya
2, İngiltere ve Fransa 4 ve 5 kasım tarihlerinde Osmanlı Devleti’ne harp ilân ettiler. Bunun üzerinedir ki, 11 Kasım 1914'
te Türkiye de b u devletlere savaş ilân etti. İki gün sonra, p a­
dişah, halife olarak «cihad-ı ekber» ilân ederek, b ü tü n Müs­
lüm anları birlikte mücâdeleye çağırdı. B urada söz konusu
olanlar, İngiltere, F ransa ve Rusya idâresindekiler idi. Buna
karşılık öteki devletler, Osm anlı idaresindeki m illetlere b a ­
ğımsızlık vaad ettiler. Araplar ile E rm eniler bu n lar arasında
en b aşta gelenlerdir.
b l. K afkas Cephesi : T ürk ordusunun ilk büyük harekâ­
tına sahne oldu. Rus saldırısı, K öprüköy savaşları ile d u rd u ­
ruldu; Enver Paşa’nm baskısı ile, çetin kış şartları olm asına
i'ağmen K afkaslarda R um ları geri atm ak üzere ciir’etli b ir sal­
dırıya geçildi. 22 aralık ta hücum a başlayan III. Orduya, kış
ve salgın hastalıklar ağır kayıplar verdirdi ve taarruz b aşa­
rısızlıkla sonuçlandı (17 Ocak 1915). Türk ordusunun zayıf
düşmesi, sonraki aylarda Rus taarruzlarının gelişmesine yol
açtı. 16 Şubat 1916'da E rzurum düşm üş, 18 nisanda Trabzon
R usların eline geçm iştir. Muş 16 şubatta, Bitlis de 3 m artta
22
düştüler. Temmuz ayındaki Rus saldırısı da etkili olmuş, 15
tem m uzda Bayburt, 15 tem m uzda E rzincan R usların eline
geçm iştir. Rusların sol kanadını zorlam ak için D iyarbakır yö­
resinde yığmak yapan II. Ordu, ağustosta taarruza başladı.
Çanakkale’den dönen M ustafa K em al’in kom utasındaki XVI.
kolordu, Muş ve B itlis’i geri aldı.
Bu yörede yaşayan Erm enilerin, R uslarla işbirliği yapm a­
ları üzerine etkili tedbirler alm ak icap etti. Savaş alanındaki
Erm enilerin, ülkenin iç kısım larına göçiirülm esine k a ra r veril­
di. B unlar Suriye yöresine gönderildiler.
Kafkas Cephesindeki harekât, Rusya’daki 1917 ihtilâlleri
ile etkilendi. Şubat ihtilâli ile h arek ât duraklam ış, Kasım ih ­
tilâli ile Rus birlikleri çözülm üştür. Ancak bu sırada Erm eniler Türklere hayli kayıplar verdirdiler. T ürk ordusu, der­
hal ileri harekâta başlayıp, 1914 sınırını geçmiş, 1878 öncesi
sınırlara ulaşm ışlardır. B ir kısım Türk birlikleri, B aku ya ka­
dar giderek, Azerbaycan Cum huriyeti’niıı kuruluşunda yar­
dımcı oldular.
b2. Kanal taarruzu : Türk ordusu, İngilizlerin ikmal
yollarını kesmek üzere, harbin ilk 'ay ların d a Süveyş kanalına
hareket düzenledi. Bahriye Nazırı ve yöredeki IV. Ordunun
kom utanı Cemal P a şa n ın em rindeki 8. K olordu birlikleri,
1915 yılının ocak ayında Sina çölünü geçtiler. Şubat başında
ulaşılan Süveyş kanalına karşı 2-3 şubat tarihlerinde girişi­
len taarruz başarılı olam ayınca Türk kuvvetleri, Gazze h a ttı­
na çekildiler.
b3. Çanakkale : Türkiye’nin coğrafî durum u, İstan b u l’a
doğrudan denizden saldırıya im kân veriyordu. Bu sebepledir
ki, Ingiliz-Fransız donanm ası, 1915 şubat ayından itibaren
Çanakkale boğazını dövmeye başlam ıştır. Düşman donanm a­
sı, 18 M art 1915 tarihinde, denizden büyük b ir h arek âta giriş23
ti. Çevat (Çobanlı) Bey kom utasındaki Türk birlikleri, buna
im kân vermeyip, donanm ayı çekilmeye zorladılar. Denizden
başarılı olam ayan düşm an, kara h arekâtı için hazırlık y ap ar­
ken, Türkiye de yeni birliklerle savunmayı takviye etm ekte
idi. îşte, bu m aksatla yeni teşkil edilen fırkai(tüm en)lardan
birisine, 19. Fırka'ya Sofya'daki askeri ataşelik görevinden
henüz dönen K aym akam /Y arbay M ustafa Kemal Bey tâyin
edilm işti. 19. Fırka, Esad Paşa'm n .kum andasındaki 3. K olor­
duya bağlı olm akla birlikte, boğazın kara savunm asından so ­
rum lu V. O rdunun (kom utanı Liman von Sanders Paşa) ih­
tiyatı olarak Bigalı’da bulunuyordu.
Düşman, 25 nisanda Gelibolu yarım adasının birçok ye­
rine çıkartm a yaptı. Hakiki çıkartm a bölgesine ilerleyen düş­
m ana M ustafa Kemal, 19. F ırka ile doğrudan m üdahale ede­
rek, düşm anın durdurulm asını sağladı. Bugünkü savaş, Mus­
tafa Kemal adlı Türk subayının ilk önemli 'askerî başarısıdır.
Çanakkale savaşıdır ki, b u genç subayın yıldızını parlatacak
ve kısa zam anda Türk ordusunun en seçkin kom utanları a ra ­
sında y er alm asını sağlayacaktır.
Mustafa Kemal, 1296 (1 M art 1880-28 Şubat 1881) ta ri­
hinde Selanik’te doğdu. Ali Rıza Efendi ile Zübeyde Hanım ’m oğludur. 1893’te girdiği Selanik Askerî Riişdiyesi
ile 1896’da başladığı M anastır Askerî İd a d isin i bitirdik-,
ten sonra, 14 Mart: 1899’da İstan b u l’da H arbiye’ye girdi.
H arbiye’yi ve daha sonra Erkân-ı H arbiye tahsilini ta ­
m am layarak 11 Ocak 1905’te E rkân-ı H arp Yüzbaşısı
olarak T ürk ordusuna katıldı. B irara Suriye'de kıta hiz­
m eti yaptıktan sonra Selanik’teki ordu karargâhında
görev yaptı.
Önceleri İttih atçılara yakın ve h a tta cemiyetin ku­
rucularından olm akla birlikte, zam anla geriye çekilmiş,
1909’dan sonra ise ordunun siyâsetten uzak kalm asını
24
savunm uştur. 1911 sonunda T rablus’ta m ücâhitlerle b ir­
likte savaştı. 27 Kasım 1911’de binbaşı olmuş, Balkan
H arbi başlayınca dönerek, 25 Kasım 1912’de Bolayır
K olordusuna tâyin edilm iştir. 27 Ekim 1913’te Sofya
Askerî ataşesi oldu ki, 1 M art 1914’te kaym akam /yar­
bay olm uştur. I. Cihan H arbi başlayınca seferi görev is­
temiş ve 20 Ocak 19,15’de 19. Fırka kom utanlığına geti­
rilm iştir. Kısa zam anda bu fırkayı hazırlayıp A rıburnu’
nda «üç ay çetin saldırılara inatçı ve sarsılm az b ir dire­
nişle karşı koym uştur». 1 H aziran 1915’te m iralay /al­
baylığa yükselmiş, 8/9 ağustos tarihinde A nafartalar
Cephesi kom utanlığına getirilm iştir. Burada, yaptığı
karşı-taarruzla düşm anın yeni harekâtını, etkisiz hâle
sokm uştur.
Düşm anın Çanakkale’den çekilm esinden önce 16.
Kolordu kom utanlığına tâyin edilen M ustafa Kemal, 27
Ocak 1916’da II. Ordu emrine, Doğu Cephesine gitti. 1
N isan 1916’da Mirliva (Tuğ-tüm general) oldu, önce b ir
süre vekâlet ettiği II. O rduya kom utan oldu. 5 Temmuz
1917’de Halep yöresindeki V II. O rdu’ya tâyin edildiyse
de, b ir süre sonra kendisine izin vererek İstan b u l’a gel­
di. Veliahd V ahideddin’m Almanya seyahatinde kendi­
siyle birlikte gitti; bu yolculuk, geleceğin padişahı ile
geleceğin A tatürk’ünü birbirlerini iyice tanım alarını sağ­
ladı. V ahideddin’in padişah olm asından sonra dönerek,
7 Ağustos 1918’de yeniden, eski ordusu, VII. Orduya ko­
m utan tâyin edildi.
Çanakkale, Türk ordusunun büyük başarısına sahne ol­
duktan başka, b ir nam lı kom utan yetiştirm esi bakım ından da
dikkate değerdir. Düşman, Tiirkler karşısında başarılı olam a­
yacağını anladığından, . 1915 sonlarında çekilmeye başlam ış,
ocak ayı başlarında ise hiçbir düşm an askeri kalm am ıştır.
25
b4. Irak Cephesinde T ürk ordusu, önce önemli b ir b aşa­
rı kazanm ıştır. B asra’dan çıkarak Bağdat istikam etine ilerle­
yen İngiliz K olordusu K u t’da kuşatılm ış, 29 Nisan 1916’da tes­
lim olm ak zorunda bırakılm ıştır. B urada 14.000 İngiliz subay
ve askeri esir alınm ıştır. B ir kısım Türk birlikleri, H indistan
genel istikam etinde İran içlerinde ilerlediğinden cephe zayıf­
lamıştı. İngilizlerin getirdiği yeni birlikler önünde gerileyen
Tlirk kuvvetleri, 24 Ş ubat 1917’de K ut’u, 11 m a rtta ise Bağ­
d a t’ı terk etm ek zorunda kaldı. B ununla b erab er bu cephede
Türk m ukavem eti devam etm iştir. N itekim M ondros M ütare­
kesi im zalandığında yöredeki VI. T ürk ordusu (kom utanı Ali
İlısan/S abis Paşa) hâlâ M usul'un güneyinde bulunuyordu.
b5. Türk orduları, öteki m üttefikleriyle birlikte, daha
uzak cephelerde de savaştı. B unlar arasında en ünlüsü, Alman
ve Avusturya birlikleri yanında savaşılan Galiçya Cephesidir,
ki b ir T ürk kolordusu büyük b aşarı kazanm ıştır. Ayrıca Ro­
manya ve Makedonya cephelerine de, m üttefik Bulgarların
yanında birlikler gönderildi.
b6. Filistin Cephesi, 1917 yılından itibaren en önem li sa~
-vaş alanlarından birisi olm uştur. Uzun zam andır hazırlanan
İngilizlerin m a rt ve nisan aylarındaki saldırıları, 1. ve 2. Gazze savaşı ile durdurulm uştur. F akat sonbaharda Türk sol ka­
nadına girişilen saldırı gelişmiş, 7 kasım da Gazze düşm üş­
tür. Bu yüzden Türklerin boşaltıp çekildikleri K udüs,'9 ara­
lıkta İngilizlerin eline geçti.
B ir kısım A raplar, O sm anlılara karşı İngilizler tarafından
aldatılm ışlardır. B unlardan Şerif Hüseyin, 1916 haziran ayın­
da isyân ederek Mekke'ye hâkim oldu. Ancak, M edine'deki
Türk birlikleri savaşın sonuna kad ar savunmaya devam etti­
ler. Suriye sahasındaki istiklâl yanlısı A raplar da Türk b irlik ­
lerini zam an zam an teh d it ediyorlardı.
26
Türk ordusu, 1918 ilkbaharında 1 ve 2. Şeria M uharebe­
leri ile İngiliz saldırısını yine durdurdu. 1917 sonlarında,
B ağdat’ı kurtarm ak am acıyla teşkil edilen Yıldırım orduları,
İngiliz baskısının artm ası üzerine b u rad a kullanıldılar. Cep­
hedeki Türk kuvvetleri, üç orduya bölünm üştü: IV. Ordu :
(Mersinli) Cemal Paşa, VII. O rdu : M ustafa Kemal Paşa ve
V III. Ordu Cevat (Çobanlı) Paşa, İngilizler, 19 eylülde b ü ­
yük ölçüde saldırıya geçtiler. Özellikle V III. Ordu cephesine
yönelik bu saldırısı gelişmiş, cephe yarılınca da öteki Türk
orduları, geri çekilmeye başlam ışlardır. Şam, 30 eylülde
düştü; M ustafa Kemal Paşa, A rapların çoğunlukta olduğu bu
yörenin savunulm am asm dan yana idi. Bu sebeple Türk b ir­
likleri, Halep civarına kad ar çekildiler. Halep, 27 ekimde Ingilizlerin eline geçmekle beraber, Halep kuzeyinde, yeni bir
savunm a h attı oluşturuldu.
c)
Cihan H arbi İçindeki'Siyâsî Gelişmeler : H arp devam
ederken, sonraki tarihlerde etkili olacak, birçok siyâsî temas
ve anlaşm a yapılm ıştır. B unlar içinde, İngiliz ve m üttefikle­
rinin Osmanlı toprak ların ı paylaşm aları bilhassa dikkate de­
ğerdir. Meselâ Rusya daha Çanakkale savaşları sırasında, 4
M art 1915'te, İngiltere ve F ransa’ya gönderdiği notalarla İs­
tanbul ve çevresindeki hakkını belirtm iştir. İngiltere 12 m art,
Fransa da 10 nisan tarihlerinde, Çanakkale’yi geçip İstan ­
b u l’u alsalar bile, orasının Rusya'ya ait olduğunu kabul etm iş­
lerdir. Buna karşılık İngiltere ve F ran sa’ya Asya’daki to p rak ­
lardan paylar verildi. Meselâ Trabzon-Cizre h attın ın doğusu
Rusların, M usul-Harput, Sivas ve A nam ur arası Fransızların
sahası olacaktı. A rapların çoğunlukta olduğu yerlerdeki İngi­
liz hakları da, öteki devletlerce tanınm ıştı (3.1.1916, 26.IV.
1916).
İtalya, savaşın başında tarafsız durum da olup, birçok
vaadlerle 26.IV.1915 tarihinde harbe katılm ıştı. İtaly a’nın
27
Osmanlı topraklarından pay istemesiyle ilgili olarak 19-21 Ni­
san 1917’de St. Jean de M aurienne'de İzm ir, Antalya ve Kon­
ya yöresi, İtalyan m ıntıkası kabul, edildi. B u anlaşm a im za­
lanırken, öteki m üttefik Rusya iç kargaşalıklar sebebiyle tem ­
sil edilememişti. İngiliz ve Fransızlar, anlaşm anın geçerli ol­
m ası için Rusya’nın da olur demesini şart koşm uşlarsa da,
Rusya'da çıkan Kasım ihtilâli buna im kân verm em iştir. Do­
layısıyla bu anlaşm a, İngiltere ve Fransa tarafından geçersiz
kabul edilm iştir.
Y unanistan’da dikkate değer b ir vaziyet görülüyor. Kral
K onstantin, Almanya’ya, buna karşılık Başvekili Venizelos,
İngiltere’ye yakınlık duyuyorlardı. Venizelos, savaşı İngilizlerin kazanacağı, dolayısıyla b ir an önce b u devletlerin yanın­
da savaşa girilm esinden yana iken, kral, tarafsızlıktan ayrıl­
mıyordu. Kral, ile başvekili arasındaki ayrılık gittikçe arttı
ve Venizelos, Fransızların asker çıkardıkları Selanik’e gide­
rek ayrı b ir idâre kurdu. 1917 yılı haziran ayında ise, F ran ­
sız ve îngilizler A tina’ya girerek oğlu A leksandr lehine, Kral.
K onstantin’ı tah tı bırakm aya zorladılar. 14 H aziran 1917’de
K onstantin’in İsviçre’ye gitm esinden sonra Atina’ya gelen Ve­
nizelos, Almanya tarafın a savaş ilân etti.
Amerika Birleşik Devletleri, ancak 6 Nisan 1917’de Al­
m anya’ya, yıl sonunda da A vustuıya-M acaristaıva savaş ilân
ederek harbe katılm ıştı. Başkan W ilson’un, savaş sonundaki
dünyanın durum u ile ilgili fikirlerini içeren ve 8 Ocak 1918’
de Senatoya gönderdiği 14 esas dikkati çeker. B unlardan 12.
Osmanlı Devleti ile ilgilidir. B urada Wilson «Türklerin
o turdukları yerlerde bağım sızlıklarının», buna karşılık öteki
m illetlerin de 'm u h tar’ b ir idareye hakları olduğunu b elirti­
yordu. Boğazların b ü tü n m illetlerin ticaret gem ilerine açık
olm ası da belirtilm iştir.
28
Rusya'da, I. Cihan H arbi ile ilgili en önem li gelişmelerden birisi gerçekleşmiştir. Çarlık 1917 Ş ubat ihtilâli ile dev­
rilm işse de Türkiye ve dünya için asıl etki eden E kim /K asım
ihtilâli olm uştur. Lenin’in önderliğindeki ihtilâl sonunda, iç
meselelerin çözümü için Almanya tarafı ile anlaşm ak zorun­
da kaldılar. Bu arada Türkiye ile de 3 M art 1918’de Brestlitovsk anlaşm ası im zalandı ki, Doğu A nadolu’da Türkiye’nin
sınırı 1877 yılındaki kabul ediliyordu. Bu arada yeni idare
I. Cihan H arbi içinde yapılm ış olan gizli anlaşm a ve yazışm a­
ları da dünyaya açıkladı. Rusya’daki yeni idâre, kapitalist ve
bu sebeple hasım saydığı Ingiltere, Fransa ve m üttefikleriyle
de savaşıyordu.
4.
M ondros M ütarekesi :
a) M ütareke :
1918 yılına gelindiği zaman, gerek Türkiye, gerekse m ü t­
tefiklerinin bu savaşı kazanm a ihtim âlinin az olduğu ortaya
çıkmıştı. Rusya’da ortaya çıkan yeni durum , D oğu/K afkas­
ya’daki durum u kısm en düzeltm işse de, Filistin Cephesinde­
ki vaziyet tehlikeli görünüyordu. F akat asıl üzücü ve etkili
olan gelişme, 29 Eylül 1918’de B ulgarların m ütareke istem e­
leri oldu. Böylece Almanya yolu kesilmiş, daha da önemlisi
İstanbul, Trakya yönünden b ir saldırıya karşı korum asız kal­
mıştı. Bu sırada sayısı dokuza ulaşan T ürk orduları, İstan‘ b u l’dan b ir hayli uzaklarda savaşıyorlardı. Afrika içlerinde
küçük Türk birlikleri olup, b ir diğer Türk kuvveti, Yemen’de
Aden’i tehdit ediyordu. Bu durum da, m ütareke kaçınılm az
hâle gelmişti. Osmanlı Devleti’ni savaşa sokan ittih a t ve Te­
rakki hüküm eti, 4 Şubat 1917’de Said Halim Paşa’dan sonra
sadrazam olan, Talat Paşa istifa e t t i : 7 Ekim 1918. Çünkü,
, Filistin Cephesindeki Ingiliz saldırısı da gelişmiş, m ütareke
kaçınılmaz hâle gelmişti.
29
Yeni hükümetin kuruluş dedikoduları arasında, Mustafa
Kemal Paşanın Harbiye Nazırı olarak adı geçmektedir. Bu
sırada Halep civarında olan Mustafa Kemal Paşa, Ahmet İz­
zet Paşa’nm kuracağı hükümette bakan olmak için birçok gi­
rişimde bulunmuştur. Padişahı da çok iyi tanımasına rağ­
men, 14 Ekim 1918’de kurulan yeni hükümette Harbiye Na­
zırlığını, 'Başbakan Ahmet İzzet Paşa üstlenmiştir. Yeni hü­
kümetin ilk ve en önemli görevi mütarekeyi imzalamak, Türk
ordusunun ve halkın daha fazla ezilmesine imkân vermemek­
tir. Ekim ortalarından itibaren başlayan temaslar sonucunda
Linini adasındaki Mondros limanında İngiliz Akdeniz filosu
komutam Amiral Calthophe ile, Osmanlı başdelegesi Rauf
(Orbay) Bey görüşmelere başladılar.
Mustafa Kemal Paşa gibi bazı komutanlara goıe bu hu­
susta acele etmenin gereği yoksa da, İstanbul’da olanlar, bir
an önce mütarekeyi kaçınılmaz görüyorlardı. Nitekim bu et­
kiyledir ki, birkaç gün süren müzâkereler sonucu 30 Ekim
1918’de mütareke imzalandı. «Mondros Mütarekesi» olarak b i­
linen bu ateş-kes anlaşmasının temel hükümleri, aşağıda kümelendirilmişlerdir:
a.
1, 2, 3 ve 6. madde: Açılacak olan İstanbul ve Çanakkale
boğazlarındaki ve Karadeniz’deki mayınlı sahalar bildiri­
lip temizlenecektir. Sahil koruma dışındaki Türk harp
gemileri, belirli limanlarda kalacaklardır.
b.
5. madde: Sınırların korunmasını ve iç düzeni sağlayacak
miktardan fazla olan asker terhis edilecek, bunların silâh
ve teçhizatı denetlenecektir.
c. 7. madde: İtilaf devletleri, güvenliklerinin tehlikeye düş­
mesi hâlinde herhangi bir yeri işgâl edebileceklerdir.
10, 12 madde hükümet yazışmaları dışındaki telgraf ve
telsiz haberleşmesi murakabe edilecektir. Toros tünelleri
işgâl edilecektir.
30
d.
8, 9, 13, 14. m adde: İtilaf devletleri dem iryollarından, ti­
caret gem ilerinden lim anlardaki tam ir araçlarından fay­
dalanabilecek, köıııür ve yağ gibi m addeler alabilecekler­
dir. Bahrî, askerî ve ticarî malzem enin tahribinin önüne
geçilecektir.
e.
11, 15, 16, 17 m adde: İran ve K afkasya’da bulunan Türk
kuvvetleri harp ten önceki sınıra çekilecektir. Hicaz, Asir,
Yemen, Suriye, Irak, Trablus ve Bingazi’deki T ürk b irlik ­
leri en yakın itilaf kum andanına teslim olacaklardır. İti­
laf devletleri dem iryollarından faydalanıp Kafkasya ve
B akû’yu işgâl edebilecektir.
f.
19, 23. m adde: Asker ve sivil Alman ve Avusturya tebası,
en kısa zam anda Türkiye’den ayrılacak; Osmanlı hükü­
meti, bu devletlerle işbirliğine son verecektir.
g. 4, 22. m adde: İtilaf devletleri ve Erm eni esirleri derhal
serbest bırakılacak; T ürk esirler ise, onların em rinde ka­
lacaktır.
h.
24. madde: Doğu Anadolu vilâyetlerinde (Erzurum , Si­
vas, Elazığ, Van, Bitlis ve Diyarbakır) b ir karışıklık çık­
m ası halinde işgâl hakkı doğacaktır.
ı.
25. m adde: H er tü rlü h arp hâli, 31 ekiııı gece yarısından
itibâren kesilecektir.
M ondros M ütarekesi, h er şeyden önce ağır sayılabilecek
hüküm leri ile dikkati çeker. Silâhlı harp hâlinin sona erm e­
sini em reden olağan m addeler yanında karşılıklı adalet an­
layışına uygun olm ayan m addeler de vardır. Meselâ esirler
karşılıklı değil, tek taraflı olarak salıverilecektir. Hele, «gü­
venliklerinin tehlikeye düşmesi hâlinde» istedikleri yeri işgâle im kân veren 7. m adde çok önem lidir. Çünkü bu gerekçe
ile, İngilizler ve m üttefikleri, Anadolu’da istedikleri yeri işgâl
edebileceklerdir.
31
T ürk tarafının, bazı coğrafî terim lerde, İngiliz etkisinden
kendisini kurtaram adığı da gözleniyor. Meselâ «Suriye» veya
«Irak» Osmanlı idârî yapısında hiç de îngilizlerin anladıkları
gibi görülm em ektedir. İngilizlçr M usul’daki Türk b irlikleri­
nin «Irak»ta olduğunu, dolayısıyla bu m addeye (16) göre te s ­
lim olm alarım , VI. Ordu kom utanından resm en istem işlerdi.
Benzer b ir olay, İskenderun’daki T ürk birliklerinin de başın­
dan geçm iştir. Aslında bu hüküm , Afrika içlerinde, Yemen’de
veya M edine’de savaşm akta olan Türk birlikleri için konm uş
bulunuyordu.
b)
İlk N eticeler :
M ondros M ütarekesi’nin tatb ik atın d an bazı anlaşm azlık­
lar çıkm ası bekleniyordu ve daha ertesi günü «Irak» terim i
sebebiyle çıkm ıştı Bu türden meselelerde b ir kısım ordu k o ­
m utanları (M ustafa Kemal Paşa, Ali İhsan Paşa gibi) diren­
m ek isterken, İstan b u l’dakiler m ütarekenin bozulm am ası
için çabalıyorlardı. Bu buhranlı günlerde b aşta sağlam ye tu ­
tarlı bir hüküm etin işbaşında olm ası -gerekirken, m ütarekeyi
yapan hüküm et, b ir olay sebebiyle istifa etti. Çünkü, 2 ka­
sım gecesi, İttih a t ve T erakki’nin öndegelenleri (Said Halim,
Enver, Talat, Cemal Paşalar ve diğerleri) y urt dışına kaçm ış­
lardı. D urum u hüküm etin bildiği hâlde kaçışlarına göz yum ­
duğu gerekçesiyle yapılan tenkidler üzerine hüküm et 8 K a­
sım 1918’de istifa etti. En buhranlı bu dönem deki hüküm et
istifası ve yeni hüküm etin kuruluş hazırlıkları, m ütareke ta t­
b ikatın T ürkler aleyhine işlemesine de yol açtı.
M ustafa Kemal Paşa, görevinden ayrılacak olan Liman
von Sanders Paşa yerine, Yıldırım orduları kom utanlığına
getirildi (31.10.1918). Ancak çok geçmeden (7 Kasını 1918)
hem b u kom utanlık hem de VII. Ordu lağvedilerek M ustafa
Kemal P-aşa, H arbiye Nezâreti em rine verildi. Bunun üzerine
32
Mustafa Kemal Paşa, 13 kasım günü, yabancı harp gemileri­
nin İstanbul’a geldiği gün, Haydarpaşa’ya geldi. Bu arada 23
Eylül 1918’den beri, Padişah Vahideddin’in «fahrî yaveri» de
bulunuyordu.
Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’a gelir gelmez kendisinin
de yer alacağı tutarlı ve kararlı bir hükümet kurulması için
çabalara başladı. Padişah Vahideddin ile yakınlığı yanında,
İttihat ve Terakki’nin I. Cihan Harbi içindeki aşırı faaliyet­
lerine katılmaması, bu konuda kendisinin dayanakları idi. İlk
iş olarak, kuruluş hazırlığı ilerleyen Tevfik Paşa hükümetinin
güvenoyu almasını sağlamak için çalışmaya başladı. Ancak,
Tevfik Paşa hükümeti güvenoyu alarak göreve başladı; lâkin
İttihatçıların çoğunlukta olduğu Meclis-i Mebusan, 21 Ara­
lık 1918’de feshedildi. Bununla birlikte, Mustafa Kemal Pa­
şa, kendisinin de yer alacağı hükümet için, çeşitli kesimlerde
temaslarına devam ediyordu. Çünkü onun bu sıradaki düşün­
cesi, «Türkiye'yi siyâsî yoldan, siyâsî tedbirlerle kurtarmak,
esasında bulunuyordu.
Mondros’un imzalanması ile, İstanbul ve ülkede, ağır bir
karamsarlık havası etkili olmuştu. Devleti savaşa sokan, hal­
kı yıllardır «zafer» diye kandıran İttihatçı önderleri, şimdi
yurt dışına kaçmışlardı. İstanbul'da bunlara tepki olarak bir
düşünce hâkim bulunuyordu. Avrupa, zaten hasım bulunduğu
Türklüğü kesinlikle yok etmeye, hiç olmazsa gücünü en aza
indirmeye kararlıdır. Bunlara karşı birşeyler yapmanın im"
kâm da yoktur. Çünkü mütareke hükümleri, eli-kolu bağla­
maktadır. Sınırlardaki birliklerin bir değeri yoktur; geriler­
deki önemli noktalan tngilizler ve müttefikleri işgal edince,
bu birlikler hiçbir işe yaramayacaktır.
İstanbul’da bu karamsar ortamda, aydınlarda Avrupa’nın
Türklüğe karşı bu hareketinde, onlardan birisinin himâyesine girmek ve böylece buhranlı günleri atlatmak yolunda fikir
33
belirmişti. Bir kısmı ülkenin şu anda yapabileceği hiçbir şey
yoktur; dolayısıyla en önemli güç olan îngilizlerin siyâsetine
uygun şekilde hareket edilirse, bir kısım zarar giderilebilir,
îngilizler Türkleri uysal ve kendilerine inanmış görürlerse,
Türk meselesinin çözümünde daha münâsip ve mutedil dav­
ranabilirler. Onun için tutulacak en iyi yol, îngilizlerin hoş­
lanmayacağı şeyleri yapmamak, yapılacak herşeyi onlara da­
nışmak, onların tavsiyeleri ile hareket ederek bugünleri at­
latmaktır. Bu türden siyâset güdülmesini isteyenlerin en ün­
lü siması Damat Ferit Paşa ve arkadaşlarıdır.
Bu türden düşünenlerin daha mutedillerine göre ise Av­
rupa’nın umumî çizgisinden ayrılmamak gerekir. İngiltere ve
Fransa, bize karşı, I. Cihan Harbi’ndeki düşmanlık dolayısıy­
la sert davranacaklardır. Ama meselâ Amerika B. Devletleri
bu buhranlı günleri atlatmakta yardımcı olabilir. Hem İngi­
liz istekleri dengelenir, hem de ülke kalkınması için gereken
makine-teçhizat sağlanabilir. Böylece ülke, Amerikan manda­
sı altında, bu buhranlı günleri atlatır.
Tevfik Paşa ile en önem li temsilcilerinden birisini bulan
düşünce, İstanbul'un en iyimserlerindendir. Onlar, ülkenin
içinde bulunduğu feci durumu yakından biliyorlardı. Aynı
zamanda da İttihatçıların giriştikleri ve ülkenin perişan o l­
masına yol açan savaşta Osmanlı Devleti’nin yenildiğini, do­
layısıyla yapılabileceklerin sınırlı olduğunun şuurunda idiler.
Tevfik Paşa manda’mn bir netice vereceğini sanmıyordu; ül­
kedeki sıkıntı ve güçlüklerin padişahın etrafında kenetlene­
rek atlatılabileceğinin bilincinde idiler.
İstanbul’da, daha önceleri önemli görevlerde bulunan or­
du komutanları ve askerler, ordunun mümkün olduğu kadar
güçlü tutulmasından yana idiler. Bunun için yapılabilecek
34
ne varsa yapmaya hazır idiler. Bu dönemde, Harbiye Nezâ­
reti ile Erkân-ı Harbiye'deki görevlilere büyük işler düşüyor­
du. Ancak, İstanbul'da, halkın ve aydınların karamsarlığı
içinde, yapılabilecekler de sınırlı bulunuyordu.
Ülkenin bu buhranlı günlerinde, padişaha çok büyük
görev düşüyordu. Ancak o, kendisinin haber kaynakları ba­
kımından, çeşitli yönlerden gelen baskılara dayanacak güçte
görünmüyordu. Onun kararlı ve tutarlı bir şekilde, ülkeyi,
mevcud gerçeklerin ışığı altında, sağlam ve güvenilir bir hü­
kümetle yönetmesi gerekiyordu, tik dönemde, meseleyi se­
rinkanlı olarak düşündüğüne dair bazı izler vardır. Ancak
onun siyâseti, eniştesi Damat Ferit Paşa gibi, gerçekle ilgisiz
yakınlarının söylediklerinden dolayı, hiç de beklenen istika­
mette gelişmeyecektir. Milletin büyük ümidi, devletin başı ve
halkın koruyucu olmak özelliklerinden dolayı, hakkında şüp­
heler belirecek ve bu şüpheler her geçen gün daha da arta­
caktır.
35
II.
BÖLÜM
MİLLÎ MÜCÂDELEYE HAZIRLIK
1.
Toparlanm a ve D irenm e T eşebbüsleri :
Mondros Mütarekesi ile ülkeye derin bir karamsarlık
çökmüştü. Çok kişi bezgin ve ümitsizdi. Avrupa'nın Türk’ü
yaşatmamaya kararlı olduğunu biliyorlardı. Türkler savaşta
yenilmişlerdi ve bu yenilginin getireceği sonuçlara katlanmak
icap ediyordu. Bu ümitsiz görünen günleri, daha az kayıpla
atlatmak için birşeyler yapmak gerekiyordu.
a) Askerî Direnmeler :
Mütareke hükümleri, askerler arasında büyük bir hoş­
nutsuzluğa yol açmıştı. En çok dikkati çeken husus, galiplerin
Türk ülkesinde istedikleri yerleri, mütarekenin 7. maddesine
dayanarak işgâl edebilecekleri gerçeğiydi. O zaman askerle­
rin tuttukları savunma mevziinin, fiilî ateş-kes hattının hiç­
bir yaran olmayacaktı.
Mütarekenin askerî bir dayanağa engel olmak yolundaki
olumsuz özellikleri hemen kendisini gösterdi. Mütareke,
Türklerin elinde hiçbir savunma imkânı bırakılmaması açı­
sından tatbik edilmek yolunda idi. Ancak, Türklerin aleyhin­
de gelişen bazı durumlarda, direnme girişimleri de görüldü.
Meselâ Musul cephesinde, yöredeki VI. Osmanlı ordusu ko­
mutanı Ali İhsan (Sabis) Paşa, İngiliz isteklerini geri çevir­
miş, ancak İstanbul’dan emir gelince daha kuzeye çekilmiş­
tir. Onun komutasındaki Türk birlikleri, burada güçlerini
36
koruyarak Anadolu’yu savunmaya hazır gibiydiler. Bunun
üzerinedir ki, İngilizlerin isteği ile VI. Ordu, 9 Şubat 1919
tarihinde lağvedilip, birlikleri XIII. Kolordu'yu teşkil etmiş,
Ali Ihsan Paşa da İstanbul’a çağrılmıştır. 2 Mart 1919 tari­
hinde Haydarpaşa'ya inen Âli İhsan Paşa, Ingilizler tarafın­
dan, Türk makamlarına haber bile verilmeksizin, tevkif edi­
lerek Malta adasına gönderilmiştir.
Anadolu’daki Türk haklarını korumaya çalışan, dolayısıyla
İngiliz siyâseti ile çatışan bir diğer komutan, Kafkas Cephe­
sindeki IX. Ordu komutanı Yakup Şevki (Sübaşı) Paşa’dır.
O, Kars yöresindeki Türk birliklerinin, mütareke gereğince
1914 sınırına çekilmelerini mümkün olduğunca geciktirmiş­
tir. Çekilirken ordusunun ihtiyaçlarını düşündüğü gibi, geri­
de bıraktığı Türk halkına, pek çok silâh, cephane vs terketmiştir. IX. Ordu da 3 Nisan 1919'da lağvedilerek, yerini, XV.
Kolordu almıştır. Yakup Şevki Paşa, İstanbul’a çağrıldığı sı­
rada yöredeki Türkler, paşanın İstanbul'a gitmeyerek baş­
larına geçmelerini istemişlerdi. Çünkü Erzurum yöresi Er­
meni tehdidi altodaydı ve Türkler, yakm geçmişin de etki­
siyle geleceklerinden çok endişeli idiler. Ancak Yakup Şevki
Paşa, rahatsız bulunduğunu, bu sebeple İstanbul'a gitmeye
mecbur olduğunu belirtmiştir. Yakup Şevki Paşa, uzun süre
açıkta tutulmuş, nihayet 21 Nisan 1920 tarihinde tevkif edi­
lerek Malta adasına sürülmüştür.
1918 ekiminde karargâh olarak İzmir’e gelen VIII. Osmanlı ordusu, 13 Kasım 1918'de lağvedilerek XVII. Kolordu
olmuştur. Kolordu Komutanı Nureddin Paşa, İzmir yöresine
yönelik Yunan tehdidinin farkında idi. Birara, merkezi İzmir
olan, Aydın eyâleti valiliği de yapan Nureddin Paşa, İzmir'de
Türklerin m illî cemiyetler kurarak teşkilât kurmalarına bü­
tün imkânları ile yardım etmiştir. Oiıun bu nev'iden girişim­
lerinden endişelenen Rumlar, İstanbul'a etki ederek, Nured37
din Paşa’yı önce valilikten, daha sonra da kolordu komutan­
lığından azlettirdiler. Yerini alan vâli ve kolordu sadece İs­
tanbul'dan gelen emirlere itaati düşündüklerinden, İzmir'de
beliren uyanış devam edemedi.
Mustafa Kemal Paşanın İstanbul'a gidişi üzerine Yıldı­
rım ordularının geride kalan kıtaatına, II. Ordu Komutanı
Nihat (Anılmış) Paşa komuta ediyordu. Mütareke hükümle­
rine göre Çukurova’dan çekilecek olan Nihat Paşa, geride as­
kerlere takviyeli güçlü bir jandarma kuvveti bıraktı. 26 ara­
lıkta Adana vilâyetini boşaltıp Konya'ya intikal eden II. Or­
du, 28 aralıkta «Yıldırım Kıtaatı Müfettişliği »ne çevrilmişti.
Ancak 2 Ocak 1919 tarihinde İstanbul'daki Ingiliz yüksek ko­
miseri, Nihat Paşa'mn «Türk halkını teşkilâtlandırıp silâh­
landırdığı» gerekçesiyle azledilmesini hükümetten istedi. Bu
istek 16 ocakta yenilendi ve bunun üzerine Nihat (Anılmış)
Paşa, görevinden alınıp yerine Mersinli Cemal Paşa tâyin edil­
di.
Cemal Paşa, biraz çekingen olduğundan, o sırada Erzu­
rum’da olan III. Ordu müfettişi Mustafa Kemal Paşa ile bir­
likte hareket etmeyip, temmuz başında görevinden ayrılıp
İstanbul’a gitmişti, Mersinli Cemal Paşa, 1919 sonlarındaki Ali
Rıza Paşa hükümetinde Harbiye Nazırı olunca, Millî Mücâdele'nin güçlenmesinde önemli katkıları oldu.
Askerî açıdan mütareke hükümlerine karşı yeterli bir
direniş göstermek hayli güç, hattâ imkânsız gibi idi İstan­
bul'daki Harbiye Nezâreti ile Erkân-ı Harbiye de çeşitli bas­
kılar altında bulunuyordu. Ancak 1920 baharına kadar Erkân-ı Harbiye'de Cevat ve Fevzi paşalar gibi askerlerin bulu­
nuşu, durumun daha da kötüleşmesini önlemiştir.
Askerlerin emir-komuta zinciri içinde yapabilecekleri sı­
nırlı idi. Bu sebepledir ki komutanlar, halkın cemiyetler ku­
38
rup teşkilâtlanmalarını, kongreler tertiplemelerini, kısacası
kendi oturdukları topraklara sahip çıkmalarını tavsiye edi­
yorlardı. Elbette bir gün İstanbul'dakiler meselenin şuuruna
varır veya birisi çıkar, ülkedeki güçleri toparlayıp, memleke­
tin daha az kayba uğraması yolunda mücâdele ederdi.
b)
Halkın Direnmesi, Cemiyetler ve Kongreler :
Mondros Mütarekesi imzalanınca Türklük düşmanlan
neredeyse bayram etmişlerdi. Ayrıca İslâm dünyasındaki da­
ğınıklık, bir kısım Arapların Hristiyan İngilizlerle işbirliği
yapmalarına yol açmıştı. Güneyde, daha çok Araplarla mes­
kûn yerlerdeki halkın kendi muhtar idârelerini kurabilecek­
lerini Türkler kabul etmişlerdi. Ama halkı hayli değişik, or­
tak kültür ve tarihle içiçe bin yıla yakın zamandır kaynaşan
bir Anadolu vardı. Şimdi Rumlar ve Ermeniler Anadolu’daki
Türk-Müslüman halkın varlığına saldırıyorlardı. Halk ilk an­
da kendi Türklüğünün şuurunda olmaktan çok, Rum ve Ermenilerdeki olağandışı sevinçten kederlenmişti. Bu durumu
düşününce, kendisinin ve varlığına yönelik tehdidin, şuuruna
varabiliyordu.
Rumlar ve Ermeniler yüzlerce yıl birlikte ve yanyana ya­
şadıkları Türkleri şimdi düşman olarak görüyorlardı. Türk­
ler onların bunca yıldır varlıklarına ses etmeyip birlikte yan­
yana yaşamışlardı Oysa şimdi durum değişmiş, nerede ise
Türklerin yaşamalarına imkân tanınmaz olmuştur. Bu büyük
değişiklik ve düşmanlık, Türkler arasında, herşeyi 'insanlık’la
izah etmeye çalışanları da dehşete düşürmüştür.
Birinci Cihan Harbi içinde, devlete karşı düşmanca duy­
gular taşıyan Ermenilerin savaş alanlarından cephe gerileri­
ne tehcir (göçürülme)leri sırasındaki bazı uygunsuz davra­
nışların muhakemesi, gün geçtikçe bir Ermeni intikam hare­
ketine dönüşüyordu. Ülkenin bir kısım yöneticileri (Damat
39
Ferit hükümeti gibi) de bu istekleri karşılama eğiliminde idi­
ler. Ancak Ermeni istekleri bitmeyecek, Türklerin oturduğu
toprakları da kapsayacaktır. Özellikle Erzurum havalisi TürkIeri ile Çukurova'dakiler, Ermenilerin bu türden hareketleri
karşısında büyük bir korku ve üzüntü içinde idiler.
Batı Anadolu, Trakya ve Doğu Karadeniz’deki Türkler,
komşuları olan Rumlardan korkmaya başlamışlardı. Çünkü
buradaki Rumlar, şimdilerde çok büyük bir ümide kapılmış­
lardı. Türkler Avrupa'dan büyük ölçüde kovulmuşlardı. Şim­
di Küçük-Asya’daki varlıkları da tehlikede bulunuyordu.
Rumlar, Osmanlı Devleti'nin bu güçsüz döneminden mümkün
olduğunca yararlanmak, Bizans’ı yeniden diriltmek istiyor­
lardı.
Ülkenin güneyinde, Türklerle birlikte oturan Arapların
bir kısmı, aynı dinden olan Türkler yerine, Fransızlarla işbir­
liği içinde idiler. Türkler, Arapların kendi kaderlerini tâyin
etmelerine, hattâ kendi idarelerini kurmalarına birşey demi­
yordu. Fakat onların ve işbirliği yaptıkları Ingiliz ve Fran­
sız’ın ihtirası, Anadolu içlerinde nereye kadar uzanacaktı?
Adana’da, Maraş'la veya Antep’te Fransız’ın ve onun peşin­
deki Ermeni'nin ne işi vardı?
İstanbul’un kendisi de binbir ihtiras ve emeli üzerine
çekiyordu. İstanbul yüzyıllardır Osmanlı Devleti’nin paytahtı
ve tamamen bir Türk şehri özelliğini almasına rağmen, bazı
gizli anlaşmalarla Ruslara vaadedilmişti. Ayrıca Yunanlıların
da gözü vardı. Rusya'da ihtilâl çıkınca, İngiltere ve mütte­
fikleri, yapılan anlaşmayı geçersiz saymışlardı ancak yine de
İstanbul'daki Türkler bu şehrin geleceği için dikkatli olmak
ve şehre Sahip çıkmak zorunda idiler. Buradaki Türkler de
cemiyetler kurup, teşkilâtlanmaya başlamışlardır.
Eskiden Osmanlı Devleti içinde ahenkli bir bütün teşkil
eden çeşitli unsurlar, şimdi kendilerini bu bütünden ayrı gibi
40
görmeye başlamışlardı. Osmanlı Devletinin yenilgisini lirsal
bilip, kendi küçük menfaatlerini bu arada gerçekleştirmek
isteyenler vardı. Yukarda sözünü ettiğimiz Rum ve Ermenilerden başka Araplar da ayrılmışlardı; Fransız ve İngilizlerin
peşi sıra, Anadolu içlerine kadar sarkmak tehlikesi belirmiş­
ti. Ayrıca bazı küçük azınlıklar da fırsattan yararlanmak is­
teyip, cemiyetler kurmuşlardı. Türklüğü mümkün olduğunca
zayıflatmak isteyen İngiliz ve Fransızlar bu küçük cemiyet­
lerden de yararlanmak istiyorlardı. Çünkü Anadolu’daki hâ­
kim kitlenin Türklüğün mümkün olduğunca zayıflaması ana
siyâsetleri idi.
Vaktiyle, Osmanlı Devletinin kurucusu, devletin temel
unsuru Türklere bu gidişle pek birşey kalmayacak gibiydi. İh­
tirasların alabildiğine arttığı, İstanbul ve padişah etrafında
kümelenmek ve devletin birliğini ve istiklâlini korumak is­
teyenlerin hayli azaldığı bu zamanlarda, halk da kendisinin
ne olduğunu hissetmeye başlamıştı. Rum ve Ermeniler ken­
disine hasım olduğuna göre Müslüman idi; fakat ya Araplar
ve öteki Müslüman toplulukları; onların da ayrılmak isteme­
si ne oluyordu? İşte bu zamanda halk, Osmanlı Devleti'nde
fazla etkili olmayan, devletin umumî bütünlüğü içinde ayrı­
ca belirtilmeye gerek de olmayan, ancak şimdilerde gün ışı­
ğına çıkan Türklük üzerinde düşünmeye başladı. Dağılıp git­
mek tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştı devlet; kendini ya­
bancı sayanlar ayrılırken bu toprağın ve bu ülkenin insanları
yâni Türkler haklarına sahip çıkmalı idiler. İşte Türklerin
kendi oturdukları yerlere kendi topraklarına sahip çıkmak
istemeleri halkın direniş fikrinin temeli olmuştur.
İstanbul devlet merkezi olduğundan hükümetin tam ola­
rak denetiminde idi. Ancak yine de Türkler faaliyetlerini bir­
çok cemiyet kurarak sürdürüyorlardı. İstanbul’daki dağınık
millî teşekküller bir araya gelip çalışmalarını birleştirmek
41
ihtiyacını duydular. 29 Ocak 1919’da Millî Kongre'dc bir ara­
ya gelen bu millî teşekküller çeşitli girişimlerde bulunmak
ve yayınlar yaparak ülkenin haklarını savunmak ve duyur­
mak için karar verdiler.
Ülkede, yabancı ihtirasların. hedef aldığı yöreler halkı,
kendi kaderine sahip çıkma yolunda çalışmalara başlamış­
lardı. Bu mıntıkalar arasında İzmir, Kars-Erzurum ve doğu
illeri, Adana-Antep yöresi, Edim e havalisi ve Balıkesir çev­
resi dikkate değerdir. Buna karşılık iç kısımlar ahalisinin
düşünce ve davranışları daha değişik biçimde görülecektir.
İlk olarak belirtilecek plan İzmir’de, Yunanlıların gözü
vardı ve mütareke sonrasında bunu açıkça belirtiyorlardı. İz­
mir'e yönelik bu açık tehdit dolayısıyla, İzmirli Türkler ken­
di haklarını savunmak için çabalıyorlardı. Nureddin Paşa’
nm yardımıyla 26.1.1919 tarihinde kurulan «İzmir Miidafaa-ı
Hukuk-ı Osmaniye» cemiyeti, sonraki ayda faaliyetini bir
hayli artırmıştı. İzmir ve yöresinin herşeyi ile Türk olduğu­
nu dünyaya göstermek için çalışmalara başlamış, hattâ bir
de kongre toplanmıştı. 17 Mart 1919’da toplanan bu kongre,
Nureddin Paşa’nm görevden alınması, yerine gelenlerin ise
durumdan yeterince haberdar olamamaları sebebiyle faydalı
olamadı.' Yunan işgâlinin hemen arifesinde kurulan Redd-i
İlhak cemiyeti de, İzmir’de çok az faaliyette bulunabildi.
Kars yöresindeki Türkler hayli endişeli idiler. Brestlitovsk anlaşması ve sonraki halk oylamasıyla gerçekleşen
Türkiye’ye katılma kararı Mondros Mütarekesi ile geçersiz
sayılmıştı. Türk ordusu buradan çekilince, Ermeniler sahip
çıkmak için hazırlıklar yapıyorlardı. Türkler, IX. Ordu ko­
mutam Yakup Şevki Paşanın teşviki ile 5 Kasım 1918’de
«Millî İslâm Şurası» adıyla teşkilâtlandılar. Türk halkının
temsilcileri, 14 kasımdaki ilk kongreden sonra, 30 Kasım
1918’de «Büyük Kars Kongresi»nde bir araya geldiler. 17
42
Ocak 1919’da toplanan kongrede verilen karar gereğince, bu
şmda Cihangirzâde İbrahim Bey’in bulunduğu «Cenubî Garbî
Kafkas Hükümeti» kuruldu. Ancak bu hükümet çok yaşayamadı ve Kars Ingilizler tarafından 13 nisanda işgâl edilince
hükümet üyeleri de Malta’ya sürüldüler. Bir süre sonra Kars
ve Kağızman yöresini Ermeniler, Ardahan-Artvin yöresini
Gürcüler işgâl ettiler. Ermeniler hem Trabzon hem de Erzu­
rum yöresine .de sahip olmak istiyorlardı.
Hem Ermenilerin gözü olan, hem de Rumların Rum Pontus devleti hayal ettikleri Karadeniz kıyılarının Türk hal­
ici, bu tehlikeye karşı teşkilâtlandı. Trabzon’da 25 Ocak 1919
da «Trabzon Müdafaa-i Hukuk-ı Millîye» cemiyeti kuruldu.
Cemiyet, 23 Şubat 1919 tarihinde Trabzon’da ilk kongresini
yaptı. Birkaç ay sonra 22 mayısta ikinci kongresini tertip­
ledi. Trabzon’daki cemiyet, yöredeki öteki millî cemiyetlerle
yakın işbirliği içinde idi. «Trabzon Müdafaa-i Hukuk-ı Millîye
Cemiyeti», Erzurum’da, bütün doğu yöresinin kongresinin
toplanmasında da etkili olmuştur.
Erzurum ve yöresinin Türk halkının haklarını savunmak
için, 4 Aralık 1918’de, İstanbul’da «Vilâyet-i Şarkiye Müdafaa-ı Hukuk-ı Millîye» cemiyeti kuruldu. Cemiyet, asıl faali­
yet sahası olup, Ermenilerin de gözü olan Erzurum’daki şu­
besini 3 Mart 1919’da açmıştır. 30 Mayıs 1919 tarihinden iti­
baren bir kongre tertibi için hazırlıklar yapılmış, hattâ ilk
olarak 17 haziranda Erzurum vilâyeti kongresi toplanmış­
tır. Erzurum'da kolordu komutanı bulunan Kâzım Karabekir Paşa’nın yardım ve desteği ile cemiyet, bütün doğu vilâ­
yetlerini içine alan bir kongre için hazırlıklar yapmıştır.
Temmuz başında Erzurum’a gelen ve 9 temmuz sabahından
itibaren askerî görevinden istifa eden Mustafa Kemal de ce­
miyetin çalışmalarına faal olarak katılmıştır.
43
Trakya Türklüğünün haklarım savunmak üzere de ka­
sım ayında, muhtemelen 7 Kasım 1918’de «Trakya-Paşaeli
Müdafaa Heyet-i Osmaniyesi» kuruldu. Mustafa Kemal Paşa,
daha İstanbul'dayken kendisini ziyaret eden heyet üyelerine
«tehlikede olan yalnız Trakya değildir» diyerek, Anadolu’da­
ki öteki kuruluşlarla işbirliği yapmalarını tavsiye etmiştir.
Kolordu komutanı Cafer Tayyar Paşa’nm da desteklediği ce­
miyet, birçok kongre topladı. îlk olarak 10 Temmuz 1919’da
başlayan kongrelerinin en önemlileri, 31 Mart - 2 Nisan 1920’
deki Lüleburgaz ve 9 - 13 Mayıs 1920 tarihlerindeki Edirne
kongreleridir. Cemiyet, Sivas kongresinde de faal olmuş, da­
ha sonraki Yunan işgâlinde dağılmıştır.
Balıkesir İzmir'in Yunanlılar tarafından işgâlinden son­
ra, Batı Anadolu’daki halk direnmesinin önemli bir merkezi
olmuştur. Hacim Muhiddin (Çarıklı) Bey İn sürüklediği ve
tümen komutanı Kâzım (Özalp) Bey’in desteklediği bu hare­
ket geniş alanları etkisine almıştı. Çünkü Yunan tehdidi yö­
rede açık bir biçimde kendisini gösteriyordu. Halkı aydınla­
tarak Kuvayı Milliye hareketini canlandırmak üzere birçok
kongre yapıldı: 28 Haziran 1919’da, Balıkesir’de çevre vilâyet
delegelerinden oluşan ve 12 temmuzda sona eren «Kuvayı
Milliye» kongresi toplanmıştır. Kongre, çok geçmeden 26-31
temmuzda yeniden çalışmasını devam ettirdi. Alaşehir’de 16
Ağustos 1919’da çalışmalarına başlayan bir mahallî kongre,
25 ağustosa kadar devam etti. Nazilli’de 7 Ağustos 1919’da
toplanan kongreye yöre halkının temsilcileri katılmıştır. Bu
mahallî kongrelerde de Hacim Muhiddin (Çarıklı) Bey’in kat­
kısı büyük olmuştur. Ancak, Batı Anadolu’daki Kuvayı Milli­
ye merkezi Balıkesir’de çalışmalara devam etmiştir. 1 3 - 2 2
Eylül 1922'deki Büyük Kongreyi takiben Balıkesir kongresi,
Anzavur'un yenilip kaçmasından sonra, 19 Kasım 1919’da tek­
rar toplandı. Son olarak da 10 Mart 1920’de Saruhan/Manisa, Bursa ve Bilecik gibi çevre vilâyet(sancak)lerden gelen de­
44
legeler «İzm ir Şimâl Mm takası Kuvayı Milliyesi Heyet-i Umumiyesi» adıyla toplandılar.
Diğer y u rt köşelerinden Ç ukurova’da (20 Aralık 1918),
U rfa’da (3 Aralık 1918), ve D iyarbakır’da (22 Mayıs 1919)'da
m ahallî direniş cem iyetleri k u rulm uştur. Özellikle Çukurova
yöresinde, direnişi halka m âl etm ek üzere, sonraki tarihlerde
birçok kongre de toplanm ıştır. Meselâ b u n lar arasında 5
Ağustos 1920 tarihinde toplanan Pozantı kongresine, M ustafa
Kemal ve Fevzi paşalar da katılacaklardır.
Millî M ücâdelenin en önemli tem ellerinden birisi, halkın
cem iyetler hâlinde teşkilâtlanarak kendi haklarını savunm a­
ya başlam asıdır. Böylece halk yâni o toprakların sahipleri,
kaderlerine kendileri sahip çıkarak geleceklerini de kendileri
tâyin etm ek istem ektedirler. Çünkü otu rd u k ları to p rak lar için
İstan b u l’daki hüküm et tarafından, kendi isteklerine aykırı
çözüm yoluna gidileceği şüphesi belirm işti. İşte bu sebeple­
d ir ki halk cem iyetler k u rarak kongreler tertipleyerek, b u tü r­
den çözümlere hiçbir şekilde m üsaade etmeyeceklerini İstan ­
b u l’a ve bütü n dünyaya açıklıyorlardı.
Ülkenin herhangi b ir düşm an tehdidine m aruz kalm ayan
yöreleri için durum değişiktir. Meselâ B olu’da veya Yozgat’
ta ne Rum, ne de b ir Erm eni tehdidi söz konusu idi. Bu yö­
reler halkında, İstan b u l’un, idârecilerin hüküm etin en iyisini
yapacakları yolundaki eski kanaat devam ediyordu. H alkın
herhangi b ir endişesi de olm adığından sadece kendi çevrele­
rine bakarak, bazı yöreler halkının cem iyetler kurup kongre­
ler tertiplem elerini de yadırgıyorlardı. Çünkü, kendi şartları­
na göre b ü tü n b u faaliyetler, hüküm ete ve padişaha karşı
gelmek gibi idi. İlerdeki günlerde, b u yöreler halkının Kuvayı
Milliye’ye karşı tav ır alm alarında sözünü ettiğim iz özellikle­
rin payı büyüktür.
45
Anadolu’da düşman tehdidiyle karşı karşıya olan yöreler­
deki halkın kendi çabalarıyla yürütmeye çalıştıkları hareket,
dağınık millî teşekküller ilk defa Sivas Kongresi’nde ülke ça­
pında bir beraberliğe doğru gideceklerdir.
2.
İzm ir’in îşgâli :
İzmir ve çevresi XI. yüzyıl sonlarında Çaka Bey tarafın­
dan fethedilmişse de, asıl Türk hâkimiyetine geçişi XIV. yüz­
yıl başlarında Aydmoğulları ve özellikle Umur Bey’in eliyle
gerçekleşmiştir. Yörenin Bizans dönemindeki tenhalığı sebe­
biyle, kısa zamanda Türkler tarafından kalabalık bir biçim­
de iskân edilmiştir. Öyle ki, XVI. yüzyılda Türkler, İzmir ve
çevresinde % 80 dolayında bir nispete ulaşmışlardır. Ancak
bazı şartların değişmesi ile .XVIII. yüzyıl sonlarından itibâren Adafar’dan yeni bir Rum nüfus hareketi başlamıştır. III.
Selim döneminde açık bir biçimde görünen bu güç ile Rumlar, kıyıda bazı mıntıkalarda üstün duruma geçmek imkânı
bulmuşlardı.
Rumlar, XX. yüzyıl başlarında İzmir şehrinde veya İz­
mir sancağında (şimdiki İzmir vilâyeti) çoğunlukta olmasa­
lar bile, Çeşme, Urla gibi bazı yörelerle Ayvalık mıntıkasında
hayli kalabalıklaşmalardı. Homeros burada doğmuştu ve yö­
rede eski Yunan kolonileri çoktu; Türkler de zaten İzmir’i
kendilerinden saymadıklarından 'Gâvur İzmir’ diyorlardı.
Yunanlılar hem tarihî hatıraları, hem de 1919’lardaki nüfu­
sun durumunu mübalağalı propaganda ile dünyaya gösterip
bu mıntıkanın kendilerine ait olması gerektiğini belirtiyor­
lardı. Ancak İtalyanların da bu mıntıkada gözü vardı. Fakat
St. Jean de Maurienne anlaşması, öteki müttefik Rusya’nın
imzalamaması yüzünden geçersiz sayılarak, İzmir yöresinde­
ki Italyan isteği dayanaksız bırakılmıştı. Bununla beraber Italyanlar, yöredeki mücâdelede, Yunanlılara güçlük çıkartmak
46
amacıyla Türklere yardımdan geri kalmıyorlardı. Türk Ier,
Yunan isteklerine karşı Nureddin Paşanın vâli ve kolordu
komutanlığı zamanında hayli etkili bir çabanın içine girmiş­
lerdi. Lâkin, Rumların etkisiyle azledilmesinden sonra yerine
gelenler, bu mücâdeleyi sürükleyecek kişilikte değillerdi. Va­
li İzzet Bey ile Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa, İstanbul’un
emirlerini, yörenin özel durumunu gözönüne almadan uygu­
lamak istiyorlardı.
Yunanlılar, İzmir ve yöresini gelecekteki sulh anlaşma­
sında haklarım perçinlemek için, şimdiden işgal etmek isti­
yorlardı. Öncelikle bölgede karışıklıklar çıkması ve İngiltere
ile müttefiklerinin güvenliğinin tehlikeye düşmesi gerekiyor­
du. Bu durumda mütarekenin 7. maddesine göre orasının iş­
gal hakkı doğacaktı. Nitekim Yunanlıların, yerli Rumlar eliy­
le giriştikleri çabalar netice vermiş, bazı olaylar tertiplenmiş
ve İngiliz etkisiyle yöredeki güvenliği sağlamak üzere Yunan­
lılar görevlendirilmiştir. Çünkü halkın çoğunluğu da Rum
idi. Böylece Yunanlılar mütarekenin 7. maddesine İzmir’e as­
ker çıkarıp, buradaki güvenliği sağlayacaklardı.
İngilizler,Yunan birliklerinin İzmir'e çıkacağını Türklere
bir gün önce, yâni 14 mayıs günü haber verdiler. İşgâl haberi
Türkler arasında çok büyük bir heyecana yol açtı. Çünkü İz­
mir’deki Yunan işgâlinin kısa süreli değil, devamlı kalacağına
dâir belirtiler çoktu. İzmirli Türkler Redd-i İlhak cemiyetini
kurup 14/15 mayıs gecesi, şimdiki Bahri-baba parkında top­
lanıp mücâdele kararı verdiler. Ancak, ertesi sabah başlaya­
cak işgâle karşı netice almak çok güçtü. Yunan birlikleri 15
mayıs sabahı İzmir’e çıktılar. Sarı-kışla ile Konak önündeki
meydandaki kargaşalıkta birçok Türk hayatını kaybetti. Du­
rumdan yararlanmak isteyen İtalyanlar, Yunanlıların güven­
liği sağlayamadıklarını söyledilerse de Yunan işgâli İzmir’de
ve komşu şehirlerde devam etti.
47
İzmir’in Yunanlılar tarafından işgâli, Anadolu’daki Türkler arasında -hem dehşet, hem de büyük bir üzüntü yarattı.
Türkler hemen her yerde gösteriler yaparak, her yere telgraf­
lar çekerek Yunan işgâlini protesto ediyorlar. Padişahın du­
ruma el koyarak bir çare bulmasını istiyorlardı. Toplantı ve
telgraflardan fiilî bir netice alınmamakla birlikte, halka bazı
şeyler de öğretti. Türkler, şimdi oturdukları topraklara yöne­
lik tehdidin ne olduğunu açık-seçik öğrenmiş bulunuyorlardı.
İzmir’in Yunanlılarca işgâli, halkı uyandıran, onlara Türk
topraklarının birer-ikişer elden gitmeye başladığını gösteren
önemli bir olaydır.
Batı Anadolu’daki Yunan harekâtı, sonradan Sevr anlaş­
masında esas alınacak olan Milne hattında durdu. Bu hat ana
çizgileriyle İzmir sancağını, ayrıca Manisa ve Ayvalık yöresini
içine alıyor, Akhisar, Alaşehir ve Nazilli’nin batısından geçi­
yordu. İzmir’in Yunanlılar tarafından işgâli üzerine İtalyanlar Kuşadası’na asker çıkardılar. Çok geçmeden İtalyanlarla
Yunanlılar bu yörede, genel olarak Menderes nehri sınır ol­
mak üzere anlaştılar.
3.
M ustafa K em al Paşa'nın O rdu M ü fettişi Olarak Ana­
dolu'ya G eçm esi :
a) M. Kemal Paşa'nın Tâyini ve İlk Faaliyetleri :
İstanbul'da mütareke sonrasının siyâsî havası bir hayli
karmaşık idi. Ordularından veya kolordularından ayrılan bir
çok asker oraya toplanmıştı. Bir yığın siyâset adamı da şahsî
politikalarını yürütmeye çabalıyorlardı. İstanbul'daki şartla­
rın, mütareke sonrası için hiç de elverişli olmadığını önce­
likle askerler görmüşlerdi. Çünkü siyâsî girişimlerin başarısı
için kesinlikle askerî destek gerekiyordu.
Bir kısım Türkler, Anadolu’da bir direnme çekirdeği ku­
rarak barış müzâkerelerinde onu bir koz olarak ileri sürmek
fikrinde idiler. Bunu ise ancak güçlü komutanlar gerçekleş48
tirebilirdi. Nitekim İngilizler de bunu sezdiğinden Anadolu’
da . direnmeye meyilli ordu komutanları bir vesile ile azlet i i
rip etkisiz (Yakup Şevki Paşa gibi) veya daha tehlikeli bul­
duklarını Malta adasına sürgüne gönderiyorlardı (Ali İhsan
Paşa gibi). İstanbul'da olup da, ülkenin içinde bulunduğu
şartlar icabı birşeyler yapmaya çabalayan komutanların İngilizlere karşı çok dikkatli olmaları gerekiyordu.
Anadolu’da askerî güce dayalı olarak birşeyler yapma
fikrini, birçok komutanın taşıdığı biliniyor. Bunlar arasında,
Ali Fuat ve Kâzım Karabekir paşalar gibi, iki kolordu komu­
tanının özellikle bilinmesi gerekir. Nitekim bu iki komutan,
ilerde Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçmesi hâlinde
her zaman emrinde olduklarını söylemişlerdi. Mustafa Kemal
Paşa’mn düşüncesi de böyle olmakla birlikte, o hâlâ İstanbul'
da birşeyler yapılabileceğini ümit ediyordu, Mustafa Kemal
Paşa, İstanbul’da sağlam ve güvenilir bir hükümet kurulması
yolundaki çabalarına aralıksız devam ediyor, giriştiği bazı te­
şebbüslerin sonuçlarını bekliyordu.
Mustafa Kemal Paşa, daha Mondros Mütarekesinden ön­
ce kurulacak olan hükümette Harbiye Nazırı olarak görev al­
mak üzere girişimlerde bulunmuştu. Eğer Harbiye Nazırı ol­
saydı, İstanbul’da düşman tehdidi altında bulunan padişahı,
Anadolu’da bir yere götürüp mütareke ve barış müzâkerele­
rini oradan yürütmek tasavvurunda idi. İlk siyâsî girişimin­
de başarılı olamamışsa da, İstanbul'a geldikten sonra da si­
yâsî temaslarına devam ediyordu. İstanbul’da bu sırada fii­
lî bir görevi olmadıktan başka, Padişah Vahideddin ile yakın
dostluğu vardı. Bu sebepledir ki, onun girişimleri İstanbul’da
birçok siyâsî kişiyi rahatsız ediyordu. Mustafa Kemal' Paşa,
Ingilizlere karşı da son derece dikkatli bir tutum içinde idi.
Tevfik Paşa’dan sonra hükümeti kuran (4 Mart 1919) Da­
mat Ferid Paşa hükümeti de, Cihan Harbi’nin bu başarılı ko49
mutanınm siyâsî temaslarından rahatsız olmuştu. Hemen ay­
nı günlerde, Mustafa Kemal Paşa, Padişah Vahideddin’le olan
dostluğuna rağmen, İstanbul’da siyâsî yoldan bir iş yapıla­
mayacağı kanaatine varmıştı. Tam o günlerde ortaya çıkan
bir olay her iki tarafın isteklerini karşılayabilecek bir fırsat
olarak göründü. Şöyle ki, İngilizler 21 Nisan 1919’da Harbiye
Nezâretine başvurarak Samsun yöresinde asayişin kalmadı­
ğını, bazı cemiyetlerin (şûrâ) halktan asker topladığını bun­
dan halkın (tabiî ki Rum halkın) rahatsız olduğunu belirtip
duruma çare bulmalarını istemişlerdir. Bu sebeple hükümet
tarafından yöredeki durumu düzeltecek muktedir bir komu­
tan aranınca, öteden beri İstanbul'da çoklarının gözüne batan
Mustafa Kemal Paşa bu iş için uygun görülmüştür. Mustafa
Kemal Paşa, kendisine yapılan bu teklifi sevincini gizleyerek,
hemen kabul etti. Tâyin muam elesi süratle tamamlanan M.
Kemal Paşa 30 Nisan 1919 tarihinde, Padişah Vahideddin ta­
rafından, 3 nisanda lağvedilmiş olan, IX. Ordu kıtaatı mü­
fettişliğine tâyin edildi.
Mustafa Kemal Paşa’mn görevi, bölgede güvenliği sağla­
mak, yöredeki silâh ve cephanenin İstanbul’a gönderilmele­
ri sağlamak ve ayrıca, bazı şûrâlarm asker toplam asını önle­
yerek bu şûrâ (cemiyet) la n kapatmaktı. Mustafa Kemal Pa­
şa, ordu m üfettişliği tâlimatmı, Erkân-ı Harbiyedeki dostları
(Kâzım/İnanç Paşa) yardımıyla geniş yetkiler ilâve ettirdi: 6
Mayıs 1919. Veda için başladığı ziyaretlerde en son Padişah
Vahideddin’i ziyaret etti. Padişah Vahideddin kendisine «...p a­
şa paşa, devleti kurtarabilirsin» demişti. Mustafa Kemal Pa­
şa da «elimden gelen hizm ette kusur etm eyeceğine em niyet
buyurunuz» diye cevap vermiş. Mustafa Kemal Paşa, yanında
Ordu erkân-ı harbiyesi ile aynı ordunun III. Kolordu komutan­
lığına tâyin edilen Miralay R efet (Bele) Bey olduğu halde 16
mayıs akşamı yola çıktı. Bandırma vapuru ile üç günlük bir
50
yolculukla,
vardı.
19 Mayıs 1919 günü, görev yeri olan
Samsun’a
Mustafa Kemal Paşa, daha İstanbul’dan ayrılmadan İz­
m ir’in işgâli haberi gelmişti. O veda ettiği sırada hükümet
üyelerine «celâdet gösteriniz» tavsiyesinde bulunmuştu. Sam­
sun’a vardığında, bütün her yerin.bu acı haber ile çalkalan­
makta olduğunu gördü. Halk heyecanla gösteriler yapıyor,
padişaha, hükümete, elçiliklere telgraflar çekerek işgâli kı­
nıyordu. Halkın bu heyecanını İngilizler, kendi siyâsetleri
açısından olumsuz bulduklarından hükümetten her türlü gös­
terinin yasaklanmasını istemişlerdi. Hükümetin bu yoldaki
isteğini ise Mustafa Kemal Paşa, 3 haziranda «milletin he­
yecanını ve m illî gösterileri durdurmak için kimsede takat ve
kudret göremem» diyerek geri çevirdi.
Damat Ferit Paşa hükümeti, hemen her hareketinde İngilizlere danışarak onların da iznini alıyordu. Nitekim Mus­
tafa Kemal Paşa’nın Ordu Müfettişliğine tâyininde de aynı
şekilde haber verilm işti. Ancak İngilizler, daha sonradan
Mustafa Kemal Paşa gibi, ünlü ve müktedir bir askerin kala­
balık bir kurmay heyeti ile Anadolu’ya gidişinden şüpheye
düştüler. O daha Sam sun’a ulaşmadan Harbiye Nezâretinden
bu tâyinin sebebini sordular. Kendilerinin 21 nisandaki is­
tekleri doğrultusunda tâyin edildiğine dâir cevabı yeterli bul­
mayarak geri çağrılmasını istediler. Mustafa Kemal Paşa, 8
Haziran 1919 tarihinden başlayan kendisini geri çağıran yazı­
ları, çeşitli bahanelerle geçiştirdi. Hattâ 11 haziranda padi­
şaha ayrıca bir mektup yazarak İstanbul’a dönüp «Malta'ya
sürülmek veyahut daha hafif olarak kenarda bırakılmak ni­
yetinde' olmadığını» bildirdi. Bu sırada, gerek Harbiye Nezâ­
reti (Şakir ve Şevket Turgut paşalar) gerekse Erkân-ı Harbiye
reisleri de kendisinin yanında idiler.
51
Mustafa Kemal Paşa, Samsun yöresinde, aslî görevi ile
ilgili çalışmaları yanında, hemen Anadolu’nun dört bir yanı
ile haberleşmeye başlamıştı. İstanbul ile ilişkilerinin sertleş­
meye başladığı bir dönemde bazı kolordu komutanlarını
Amasya'ya çağırdı. Bu sırada Rauf (Orbay) Bey de oraya gel­
miş bulunuyordu. İstanbul’daki hükümetin kendisini azle ka­
rar verdiği günlerde, 22 haziranda yayımlanan Am asya ta­
m im i Millî Mücâdelenin önemli belgelerinden birisidir. Bun­
da, İstanbul hükümetinden birşey beklenmeyip, gerektiğinde
milletin istiklâlini yine milletin kurtaracağı belirtilmişti. Bu­
nun için Sivas’ta bir kongre toplanacaktı delegeler gerekti­
ğinde gizlice yol alarak buraya ulaşmalıydılar.
Hükümet, öteden beri emirlerine uymayan, yetkisini aşan
girişimlerde bulunan III. Ordu (15 hazirandan itibaren IX.
Ordunun yerini, III. Ordu almıştır) kıtaatı müfettişi Mustafa
Kemal Paşa'nm azline karar vermişti. Hükümetin kararını 23
haziranda haber alan Mustafa Kemal Paşa hemen Sivas’a
hareket etti. Haberi Anadolu’ya da yayılan bu karar, Harbiye
Nazırı Şevket Paşa imzalamadığı için kesinleşmiş değildi. An­
cak Harbiye Nazırı istifa edip yerine gelen hemen imzalayın­
ca, karar son olarak padişahın önüne gelmiş olmalıdır. Mus­
tafa Kemal Paşa, 28 haziranda tekrar İstanbul’a çağrıldı; 2
temmuzda hem II, hem de III. Ordu müfettişleri yeniden İs­
tanbul’a çağrıldılar. II. Ordu müfettişi Mersinli Cemal Paşa,
bunun üzerine İstanbul’a gitmiş, fakat 3 temmuzdan itiba­
ren Erzurum’da olan Mustafa Kemal Paşa yeniden red cevabı
vermiştir.'
7/8 Temmuz 1919 gecesi, padişah, kendisini son defa İs­
tanbul’a davet etti. Ancak Mustafa Kemal Paşa yine kabul et­
medi ve padişah da azil kararını imzaladı. Hemen aynı
anda, Mustafa Kemal Paşa, askerlikten istifa ettiğini bildirdi.
52
Türk milletinin bu muhranlı günlerden kurtuluşu için mücâ­
delesine bir «ferd-i millet», yâni sâde bir vatandaş olarak de­
vam edecekti.
b)
Mustafa Kemal Halk Önderi :
Mustafa Kemal Paşa'nın askerlikten istifası, birçok yön­
den üzerinde durulmaya değer bir olaydır. Çünkü bu istifa
ile ilk anda, askerler üzerindeki etkisini kaybetmiş, dolayısıy­
la İstanbul'a karşı gücü kalmamış gibi görünüyor. Fakat 8
Temmuz 1919 sabahı, III. Ordu müfettiş vekili ve XV. Ko­
lordu komutanı Kâzım Karabekir Paşa, artık sâde vatandaş
olan Mustafa Kemal'i ziyaret ederek «şahsı ve kolordusunun
bundan sonra da onun emrinde olduğunu» belirtmiştir. Kâ­
zım Karabekir Paşa’nm bu davranışı, Mustafa Kemal’in isti­
fasının yol açabileceği olumsuz etkileri daha ilk anda berta­
raf etti.
Mustafa Kemal, askerlikten istifa ederken önemli daya­
nakları bulunuyordu. Bunlar bir bakıma, Türk milletini be­
lirleyen hususiyetler sayılabilir. En başta «bağımsız yaşamak,
kimseye tâbi olmamak» düşüncesi gelmektedir. Şu günlerde
bağımsızlık tehlikeye girmiştir; resmî makamların bu mese­
leyi çözümleyebileceği şüpheli olduğundan, Ttirkler artık sâ­
de bir vatandaş olan Mustafa Kemal’in etrafında toplanacak­
lardır.
Bu konuda etkili olan iki ana hususiyet dikkati çekiyor.
Bunlardan ilki, Türk ülkesinin içinde bulunduğu tehlikeli
durumdur. İkincisi ise, bizzat Mustafa Kemal’in şahsî mezi­
yetleridir.
1.
Türk ülkesine, birçok yönlerden gelen açık bir tehdit
vardır. Mütareke gereğince ülkeye Ingiliz, Fransız veya Ital­
yan birlikleri geliyordu; ancak onlar geçici kabul edildiğin­
53
den halk arasında öylesine derin bir tepki yaratmıyordu. Na­
sıl olsa bir gün çekip gideceklerdi. Ancak Rum ve Ermenilerin hareketlerinde hiç de öyle geçici bir nitelik gözlenmiyor,
aksine bir kısım vatan topraklarının bunların eline geçmesi
ihtimâli ortaya çıkıyordu. İhtimâl de olsa bu düşünce, halk
arasında tasa uyandırıyordu. Türkler yüzlerce yıldır oturduk­
ları, ekip biçtikleri toprakların ellerinden gitmemesi için çok
faal bir siyâset güdülmesinden yana idiler.
Türklerin, ellerinden geldiğince öbek-öbek kendi otur­
dukları kaza, hattâ vilâyetlerin haklarını korumaya çalıştık­
larından söz etmiştik. Bu yolda cemiyetler kuruyor, daha bir­
çok girişimin içinde bulunuyorlardı. Bu mahallî girişim ve di­
renişler, ülke çapında ele alınmazsa, hiçbir zaman etkili ola­
mazdı. Bunun da şuurunda idiler. Memleket çapında mesele­
yi ele alıp tedbir aramanın zamanı gelmişti. Bu türden çalış­
maları ve didinmeleri birleştirecek bir öndere ihtiyaç duyul­
maya başlamıştı.
İstanbul’da devletin başı, padişah ve hükümeti vardı;
meseleyi asıl onların ele alması gerekiyordu. Ancak İstanbul’
daki siyasetçilerde fikir birliği bulunmuyordu. Daha önceleri
de belirttiğimiz gibi, bazılarına göre Türk vatanının tehlike­
de olduğu bir gerçektir. Ancak bu tehlikeyi geçiştirmek için
şu sırada galipleri kızdırarak yokluklar içindeki halkın ezil­
mesine yol açacak davranışlardan kaçınmak gerekir. Diren­
meye kalkılması, halkın daha fazla ezilmesinden başka bir
işe yaramaz. Bu buhranlı günleri en az kayıpla atlatmanın tek
yolu, galiplerin isteklerine uygun hareket etmek, bir bakıma
onların merhametine sığınmaktır.
Bu düşünce, az veya çok İstanbul'daki]erin zihnine yer­
leşmişti. En aşırı gidenler Damat Ferit Paşa’nm etrafında kü­
melenen siyasetçiler idi. Tevfik ve Ali Rıza paşalarda ise, da­
ha- az etkili olup, onlar Mustafa Kemal'inkine daha yakın fi­
54
kirde idiler. Biliyorlardı ki, düşman ancak Türk'ü güçlü- gö­
rür, onun mücâdele azmini bilirse etkilenir. Düşmana yalva­
rılarak, ona bağlılık gösterileri yapılarak yardım dilenmek
olumlu bir sonuç vermeyeceği gibi, Türk milletinin yapışma­
da aykırıdır.
Devrin Padişahı Vahideddin, bu iki siyâsetçi grup ara­
sında hangisini tercih edeceğine şaşırmış gibiydi. Hangi yo­
lun Türkiye için elverişli olduğuna bir türlü karar vereme­
mişti. Bu iki fikir arasında bocalamakla birlikte, Damat Fe­
rit Paşa, üzerinde daha etkili görünmektedir. Bu durum ise
halkı endişelendiriyor, kendi oturdukları toprakların tehdit
altında oluşu karşısında İstanbul hükümetinin kayıtsız kal­
masına üzülüyorlardı. Bu üzüntü giderek halkın İstanbul’da­
ki. hükümet ve hattâ padişahdan ümit kesmesine kadar va­
rıyordu. O zaman birilerinin bu meseleyi düşünerek ülkeye
sahip çıkmasını istiyorlar ve öyle birini de bekliyorlardı.
2.
Mustafa Kemal’in şahsi özellikleri Millî Mücâdele ta­
rihinde dikkati değer bir yer tutar. O Anadolu'daki görevine
gittiğinde Padişah Vahideddin’i n !«fahrî yaveri» bulunuyordu
ve bu üniforma ile Samsun’a çıkmıştı. Dolayısıyla hareketle­
rinde, doğrudan padişaha karşı bir özellik görmek mümkün
değildir. Fakat asıl önemlisi, Mustafa Kemal'in asker olarak
olduğu kadar, kişilik olarak da üstün niteliklerinin varlığıdır..
O genç subaylık yıllarından beri dikkati çekmiş, ilk olarak
Çanakkale’de büyük bir asker olduğunu herkese ispatlamış­
tır. Daha sonra kolordu ve ordu komutam olarak da askerî
yeteneğini göstermiştir. Askeriyle her zaman içiçe olmuş, he­
le düşmandan asla başını çevirmemiştir. Hayatının hiçbir
anında, en küçük bir olumsuz yönü olmamıştır. Gençliğinde
İttihatçı olmakla birlikte, İttihatçıların aşırı hiçbir hareke­
tine katılmamıştı. Kısacası Mustafa Kemal, hem asker ve hem
55
insan olarak, halkın beklediği birleştirici bir önder olabile­
cektir.
Mustafa Kemal Paşa, 8 temmuz gecesi, askerlikten isti­
fa edip sade bir vatandaş, yâni bir «ferd-i millet» olarak mü­
câdeleye devama karar verdiğinde dayanakları bunlardı. Türk
halkı, kendisini kısır imkânları ile savunmaya çalışırken, el­
bette Türk ■aydını ve hele komutanlar üzerlerine düşeni ya­
pacaklardı.
Mustafa Kemal Paşanın askerlikten istifa ettiği buhran­
lı günlerinde, kendisine eıi büyük desteği, Erzurum'da Kâzım
Karabekir, Ankara’da Ali Fuat (Cebesoy) paşalar sağlamış­
lardır. Özellikle Kâzım Karabekir Paşa Erzurum ve doğu hal­
kı üzerindeki büyük manevî nüfuzu ile, Mustafa Kemal’in
önderliğinin kabul edilmesinde etkili olacaktır.
4.
E rzurum ve Sivas Kongreleri ve S o n u ç la n :
a)
Kongreler:
Daha önce de gösterdiğimiz gibi, halkm kaderine sahip,
çıkarak birşeyler yapmak istemesinde en önemli hareket, ce­
miyetler kurup kongreler tertiplemeleridir. Böylece, İstan­
bul’un kendilerine sahip çıkmaması durumunda birşeyler ya­
pabilmeyi ümit ediyorlardı. Ülkenin çeşitli yörelerinde, ken­
diliğinden ve birbirinden habersiz yapılan bu kongreler, hal­
kın mücâdele azminin belirdiği yerler kabul edilebilir Halka,
vatanlarına yönelik tehdidi göstermek gayesinde olan bu
kongrelerden ikisini, ayrıca belirtmek gerekir. Birisi mahallî,
öteki ise Türkiye ölçüsünde olan Erzurum ve Sivas kongre­
lerine, Millî Mücâdele önderi Mustafa Kemal de katılmıştır.
E rzurum K o n g resi: Hazırlığı bir hayli zamandır devam et­
mekte olan bu kongreye, Doğu Anadolu ile Karadeniz kıyıla­
rından delegeler katılacaklardı. Mustafa Kemal ve Rauf bey­
56
ler, istifa eden iki delegenin yerine seçilerek kongreye ka I l ı ­
dılar. Mustafa Kemal, 23 Temmuz 1919 tarihinde çalışmalara
başlayan Erzurum Kongresi’ne başkan seçildi. Çalışmalarını
7 ağustosta, bir «Heyet-i Temsiliye» seçerek tamamlayan
kongrede bazı kararlar verildi: Vatan bir bütün olup, yabancı
işgâl ve müdahalelerine karşı konulması gerekir. İstanbul hü­
kümeti ülkeyi korumak yolundaki görevini yapmazsa, millet
kendisini savunacaktır. Her türlü yabancı himâyesi ve man­
da kabul edilemez. Meclis-i Mebusan en kısa zamanda top­
lanmalıdır.
«Şarkî Anadolu Müdafa-ı Hukuk Cemiyeti»nin bu başa­
rılı kongresi, halkın kendi kaderine sahip çıkmasının önemli
bir örneğidir. Kongreyi, dolayısı ile Doğu Anadolu halkını
temsil edecek olan «Heyet-i Temsiliye», Sivas Kongresinin
toplanmasında da etkili olmuştur.
Sivas K o n g resi: Yapılmasına daha Amasya Tamimi ile ka­
rar verilen Sivas Kongresi, şartların değişm esi, ile, bir. süre
geç toplanmıştır. Kongre için Mustafa Kemal ve Temsil He­
yeti, 2 eylülde Sivas'a geldi. Ülkenin hemen, her yerinden ge­
len delegelerin katıldığı Sivas Kongresi, 4 Eylül 1919 tarihin­
de çalışmalarına başladı. Öteki kongrelerin mahallî özellik­
leri yanında, Sivas Kongresi, yurdun dört bir yanından gelen
delegelerin katıldığı ülke çapında bir kongre, âdeta bir Mec­
lis-i Millî olmuştur.
Sivas Kongresi'nde daha önce Erzurum'da verilen karar­
lar bir defa daha benimsendi. Ülkeyi bir ileri-medenî devletin
gözetiminde bir süre idâresi demek olan «manda» meselesi
de kesinlikle bertaraf edildi. Türk ülkesinde şu veya bu dev­
letin manda ve himâyesi değil, sadece bağımsız yaşamak söz
konusu olabilecektir. Sivas Kongresi’nde «Vilâyet-i Şarkiye
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti» bütün ülkeyi içine alacak biçim­
de genişletilmiştir. Bunun için tüzükte gerekli değişiklikler
57
yapılarak, yeni kurulan «Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hu­
kuk Cemiyeti»nin nizâmnâmesi, 7 eylülde Sivas valiliğine ve­
rilerek cemiyet resmî bir özellik kazanmıştır.
Sivas Kongresi, ülke içinde ve dışında geniş yankılara yol
açtı. Çünkü bu kongre, bir bakıma Osmanlı topraklarının bir
millî kongresi demek oluyordu. Mübalağalı bir deyimle, bir
nevi Meclis-i Millî de kabul, edilebilir. Eğer İstanbul ve pa­
dişah meseleye el koymazsa ,milletin kendi kaderine böylece
el koyabileceğini de göstermiştir. Kongre, toplanmadığı za­
manlarda yerini alacak bir «Heyet-i Temsiliye» seçerek çalış­
malarını, 11 eylülde tamamladı.
Anadolu’daki gelişmelerin kendi siyâsetleri açısından gös­
terdiği tehlikeyi, hem İngilizler hem de Damat Ferit hükü­
meti biliyordu. Çünkü Türk milletini, İstanbul’un değil, Sivas’
taki kongrenin temsil edebileceği ortaya çıkmıştı. Bunun için­
dir ki, Damat Ferit hükümeti, Sivas’taki kongreyi önlemek için
birçok girişimlerde bulunmuştu. Kongre çalışmaların tamam­
ladıktan sonraki kararları arasında, Damat Ferit Paşa hükü­
metini meşru kabul etmeyip, ona karşı müçâdele etmek de
vardır.
b)
Hükümet Değişikliği:
Sivas Kongresi’nin sonunda, 12 eylülden itibaren Anado­
lu’nun İstanbul ile her türlü bağlantısı ve haberleşme kesil­
di. Böylece, İstanbul'daki hükümet, kendi başına kalmış gi­
biydi. Mustafa Kemal ayrıca İstanbul’daki yakınları vasıta­
sıyla padişahı uyarıp, milletin sesini dinlemesi gerektiğini
hatırlattı. Eğer hâlâ Damat Ferit Paşayı tutmaya devam eder­
se, halk kendi başınıh çaresine bakacaktı. Padişah da halkla
idarenin yakınlaştırılmasına inandığından 30 Eylül 1919'da
Damat Ferit Paşa’yı istifaya zorladı.
58
Ali Rıza Paşa, 2 Ekim 1919 tarihinde yeni hükümeti kurdu.
Mersinli Cemâl Paşa'nın Harbiye Nazırı olduğu bu hükümet,
Damat Ferit Paşa’nınkinin aksine İngiliz siyâsetine uygun ha­
reket etmiyor, millî menfaatleri ön plâna alıyordu. Böylece,
Heyet-i Temsiliye, fikirlerine daha yatkın bir hükümetle iş­
birliği yapabilecekti.
Kamuoyu herşeyden önce Meclis'in toplanmasını istiyor­
du. Barış görüşmelerinde nasıl davranıl acağı, yâni Osmanlı
topraklarının kaderi, hangi toprakların nereye ve kime ait ol­
duğunun kararını, Türk halkının temsilcilerinin toplandığı
meclisin hükümeti vermeli idi. Bu sebepledir ki hükümet, 7
ekimde bir emirnâme ile seçimlerin yapılacağını ilân etti.
Ayrıca Anadolu ile arada görüş birliği sağlamak üzere etkili
bir üyesini, Bahriye Nazırı Salih Paşayı Amasya'ya gönderdi.
20/22 ekimde yapılan görüşmeler sonucu alınan ortak ka­
rarda, taraflar arasında anlaşmazlığın söz konusu olmadığı
belirtildi. Seçimlere hiçbir müdahale olmayacaktı; toplana­
cak Meclis-i Mebusan tarafından da kabul edilmek şartıyla
Sivas Kongresi’nin kararları, hükümet tarafından da benim­
senecektir. Mustafa Kemal, Meclis-i Mebusan’m İstanbul’da
toplanmasının sakıncalı olduğunu bildirdi. Salih Paşa bu fik­
re şahsen katılmakla birlikte, son kararı hükümet verecekti.
Hükümet ise Meclis-i Mebusan’m İstanbul dışında toplanma­
sının uygun olmayacağına karar verdi.
Kasım ayında, bütün ülkede Meclis-i Mebusan için seçim­
ler yapıldı. Seçimlere Heyet-i Temsiliye'nin bir müdahalesi ol­
mamakla birlikte her yerde Müdafaa-1 Hukuk taraftarlarının
kazanması için çaba gösteriliyordu.:Bu seçimlerde Mustafa
Kemal, Erzurum’dan mebus seçildi.
Ülkede, halkın da söz sahibi olduğu bir dönem başlıyor
ve birlik yeniden sağlanmış oluyordu. İstanbul hükümetinin
bu olumlu davranışları karşısında, Anadolu’nun ne yapması
59
gerektiğine karar vermek üzere Mustafa Kemal Kolordu ko­
mutanlarını Sivas’a davet etti. Sivas’t a . 16/29 Kasım 1919’a
kadar devam eden toplantılara Ali Fuat (XX.), Kâzım Karabekir (XV.) paşalarla Selalıaddin (III) ve Şemseddin (XII.)
beyler katıldılar.- (XIII. Kolordudan temsilci gelmemekle bir­
likte alman kararlar oraya da bildirilecekti. Neticede durum
böyle iken, İstanbul ile ilişkilerin kesilemeyeceğine Heyet-i
Temsiliye’nin de İstanbul'da toplanacak olan Meclis’e katıl­
masının uygun olacağına karar verildi.
Anadolu’dan İstanbul’a gidecek mebuslarla Eskişehir’de
bir ön toplantı yapılarak Meclis-i Mebusan’da takip edilecek
ortak hareket tarzı konuşulması uygun olacaktı. Ancak Mus­
tafa Kemal, güvenlik açısından bu toplantının Ankara'da ya­
pılmasına karar verdi. Zira Ankara’daki kolordu komutanı
Ali Fuat (Cebesoy) Paşa Mustafa Kemal’in Harbiyeden beri en
yakın arkadaşıdır. Ayrıca zamanın Ankara müftüsü Rifat (Bö­
rekçi) Efendi Kuvayı Milliyeye inanmış bir kişidir. Mustafa
Kemal ve Heyet-i Temsiliye 27 Aralık 1919’da Ankara’ya geldi.
c) Meclis-i. Mebusaıı’m Açılışı ve Misak-ı Millî :
12
Ocak 1920 tarihinde Meclis-i Mebusan, İstanbul’da ça­
lışmalarına başladı. Mustafa Kemal’in tasarlanan .Meclis baş­
kanlığı, kendisi Meclis’te bulunmadığından gerçekleşmedi.
Aynı şekilde kurulması kararlaştırılan Mildafaa-ı H u ku k
grubu yerine Felah-ı Vatan grubu teşekkül etti. Mustafa Ke­
mal, bu gelişmelerden hiç de memnun kalmadı.
Meclis-i Mebusan, çalışmaları sırasında 28 Ocak 1920 ta­
rihînde M isak-ı M illî’yi kabul etti. Mânâ olarak «millî and»
demek olan Misak-ı Millî, Türk milletinin temsilcilerinin ka­
bul ettiği bir karardır. Demokrasi ülkelerinin büyük önem
60
verdiği Meclis’in kararı olduğundan, aynı zamanda milletin
de kararı demek idi. Bu açıdan ilerde İngiltere ve Fransa gibi
ülkelerle olan meselelerde Misak-ı Millî'nin bu yönünden is ­
tifâde edilmiştir.
Misak-ı Millî, gerek Millî Mücâdele, gerekse sonraki dö­
nemde Türk Devletinin siyâsetinde temel kabul edilmiştir.
Sadeleştirilen metni şöyledir:
«Aşağıda imzaları olan Osmanlı Mebusan Meclisi üyeleri
devletin istikbâli ve milletin geleceğinin, haklı Ne devamlı bir
sulhe kavuşmak için yapabileceği fedakârlığın son sınırı de­
mek olan aşağıdaki esaslara tamamen uymakla mümkün ol­
duğunu, bu esaslar dışında kalacak bir Osmanlı Devleti ve
toplumunun varlığını sürdürmesinin imkânsız bulunduğunu
kabul ve tasdik eylemişlerdir.
1. Osmanlı devletinin özellikle Arap çoğunluğu ile mes­
kûn olup 30 Ekim 1918 tarihinde mütarekenin imzası sırasın­
da düşman devletlerin işgali altında kalan kısımlarının gele­
ceği, halkının serbestçe verecekleri reylere göre tâyin edilmek
gerekir. Ancak bu mütareke hattı içinde ve dışında din, ırk
ve gâye bakımından birbirlerine karşılıklı saygı ve fedakâr­
lık hisleriyle dolu, ırkî ve içtimâi hakları ile çevre şartlarına
tam olarak riâyetkâr Osmanlı-îslâm ekseriyetle meskûn bu­
lunan bölgelerin tamamı, hakikaten veya hükmen hiçbir za­
man bölünmez bir bütündür.
2. Ahalisi ilk serbest kaldıkları zamanda halköyu ile
Anavatana katılmış olan üç sancak (Kars, Ardiihan ve Batum)
için gerekirse tekrar serbestçe halkoyuna başvurulmasını ka­
bul ederiz.
61
3. Türkiye sulhüne bırakılan Batı Trakya’nın hukukî
durumu, orada oturanların tam bir hürriyetle verecekleri rey­
lere uygun kararlaşmalıdır.
4. İslâm hilâfetinin, saltanatın ve Osmanlı hükümeti­
nin merkezi olan İstanbul şehri ile Marmara denizinin güven­
liği tam olmalıdır. Bıı esas saklı kalmak şartıyla Akdeniz ve
Karadeniz boğazlarının dünya ticaretine ve ulaşımına açılma­
sı hakkında bizimle, ilgili diğer bütün devletlerin birlikte ve­
recekleri karar geçerlidir.
5. İtilâf devletleri ile düşmanları ve bazı ortakları ara­
sında kararlaşan anlaşma esasları çerçevesinde, azınlıkların
hakları, komşu ülkelerdeki Müslüman halkın da aynı haklar­
dan istifâde etmesiyle tarafımızdan da tanınacak ve sağlana­
caktır.
6. Malî ve iktisâdî gelişmemizin gerçekleşmesi ve daha
modern düzenli bir idare şeklinde işleri yürütmeyi başarabil­
mek için her devlet gibi bizim de gelişmemizin sağlanmasında
tam bir istiklâl ve serbestliğe sahip olmamız ,varlık ve yaşa­
mamızın (hayat ve bekaamızm) asıl temelidir. Bu sebeple si­
yasî, adlî, malî ve gelişmemize engel olacak diğer kayıtlara
karşıyız.
Gerçekleşecek borçlarımızın ödeme şartlan da bu esasla­
ra aykırı olmayacaktır.
28 Ocak 1920»
62
Meclis İstanbul’da çalışmalarını sürdürürken, Mustafa
Kemal Ankara'da güç günler yaşıyordu. İstanbul’daki Meclis’e, rahatsızlığından dolayı katılamadığını belirten bir dok­
tor raporu göndermiş, bu mazereti Meclis tarafından kabul
edilerek izinli sayılmıştı. Ankara’da yanında bir avuç arkada­
şı ile İstanbul’da olup-bitenleri dikkatle izliyor, ancak geliş­
melerden hiç de memnun kalmıyordu.
İstanbul’daki yeni gelişmeler tngilizler için de elverişli
değildi. îngilizlere göre İstanbul’daki hükümet tamamen Mus­
tafa Kemal'in fikirlerini savunuyordu. Türklerin, yaklaşan
barış görüşmelerinde îngilizlere hayli direneceği anlaşılıyor­
du. İngiliz taraftarlarının hükümeti devirmek için çabaları so­
nuç vermeyince, Harbiye Nazırı Cemal ve Erkân-ı Harbiye
Reisi Cevad paşalar istifaya zorlandı. Bugünlerde Yunan bir­
likleri de ilerlemeye başlamışlardı. Neticede Ali Rıza Paşa hü­
kümeti, daha fazla vatan toprağının Yunan işgâline uğrama­
ması için istifa etmek zorunda kaldı. Fakat 8 Mart 1920’de
yeni hükümeti İngilizlerin beklediği Damat Ferit Paşa değil,
Salih Paşa kurdu.
Salih Paşa’mn en önemli çabası, olumsuz fikir ve davra­
nışlarını yakından bildiği Damat Ferit’in iktidara gelmesini
mümkün olduğu kadar geciktirmektir. Onun hükümetinin
umumî siyâseti de Ali Rıza Paşa’nmkinden farklı olmadı. Bu­
nun üzerine îngilizler, İstanbul’daki milliyetçi havayı dağıt­
mak için yeni bir baskı unsuruna başvurdular: Bu ise işgâl idi.
5.
İstanbul’un îşgâli; Damat Ferit H ü küm eti :
a)
İstanbul’un İşgâli :
İstanbul'da, Ankara ile hemen aynı fikirleri besleyenle­
rin güçlerini korumaları üzerine, îngilizler şehri resmen de
63
işgâl etmek yoluna gittiler. Yine mütareke ve onun 7. mad­
desi uyarınca İstanbul işgâl edilecekti. Bunu öğrenenler, he­
men Anadolu'ya geçmeye başladılar. İstanbul, 16 Mart 1920’de
îngilizler ve müttefiklerince işgâl edildi. Rauf (Orbay) Bey
gibi kaçmayan bazı mebuslar yakalanarak Malta’ya sürüldü­
ler. Türk halkının seçtiği mebuslardan, İngilizlerin kendi si­
yâsetlerine uymayanları Malta’ya sürmeleri, ülke üzerindeki
İngiliz baskısının ne dereceye ulaştığını bir kere daha herk e­
se açık-seçik gösterdi.
İstanbul'un işgâli, ülkede derin yankılara yol açtı. İzm ir’
in işgâli, Türk ülkesine yönelik tehlikenin ilk ve açık işareti
idi. İstanbul’un işgâli mücâdelede artık yeni bir idâri kadro
gerektiğini açık olarak ortaya koymuştur. İstanbul’daki Mec­
lis-i Mebusan da bu yeni idarenin gerçekleşmesine yardım cı
oldu. Meclis-i Mebusan, geri kalan mebuslarla 18 martta top­
lanarak, işgâl altındaki bir şehirde meclisin hür ve serbest
şekilde karar vermesi mümkün olmadığından, çalışmalarım
geçici olarak durdurmak karan verdi.
Mustafa Kemal, Meclis-i Mebusan’m kararının ertesi gü­
nü, 19 Mart 1920'de Ankara’dan bütün ülkeye bir beyannâme
yayınladı. Meclis, Anadolu'nun en güvenilir yerlerinden olan
Ankara’da toplanacaktır. Bunun için İstanbul’daki Meclis-i
Mebusan üyeleri Ankara'ya beklenmekte olup, ayrıca bütün
yurtta yeni seçimler de yapılmalıdır.
İstanbul’daki hükümetin üzerindeki baskılar bundan son­
ra her geçen gün daha da arttı. Neticede artık baskılara da­
yanamayan Salih Paşa hükümeti 5 nisanda istifa etti. Ertesi
günü yeni hükümeti hemen Damat Ferit Paşa kurdu. Hükü­
metin ilk işlerinden birisi, Meclis-i Mebusan’ı fesh ettiğini ilân
etmek oldu (12 nisan).
64
b)
Damat Ferit Hükûmeti’nin Ankara ile Mücâdelesi:
1910 yılı mart sonları ile nisatı başlarında, yeni bir idârî
merkez olarak beliren Ankara’ya büyük bir akın görülmek­
tedir. Bir yandan mebuslar, diğer yandan askerler ve idâreciler İstanbul'dan kaçıp Ankara’ya geliyordu. Böylece Anka­
ra’da yeni bir askerî ve idârî kadro birikiyordu.'Meselâ Mi­
ralay İsmet Bey (İnönü), 3, Ferik Fevzi (Çakmak) Paşa 27 ni­
sanda gelmişlerdir. Meclis’in çalışmalarına başlaması için
hazırlıklar da ilerlemekte olup, açılış tarihi olarak 23 nisan
cuma günü seçilmiştir.
Damat Ferit Paşa hükümeti Ankara’da belirmeye başla­
yan, hele 23 nisanda Meclis açılınca daha da meşruiyet ka­
zanacak olan idareye karşı bütün imkânları ile mücâdeleye
girişti. Bunun için öncelikle fetva silâhına başvuruldu. Kuvayı Milliye’nin devlete ve padişaha âsi olduğuna dâir 11 ni­
sanda Şeyhülislâm Dürrizâde’nin verdiği fetva yayınlanarak
nüshaları İngiliz uçaklarınca her yere atıldı. Ülkenin gerçek
durumunu bilmeyip, sadece padişaha sadık kalmak isteyen­
ler arasında bu fetvanın etkisi görüldü ve Ankara’ya karşı
birçok isyâna yol açtı.
Ankara, bu fetvaya aynı silâhla, yâni bir «karşı - fetva»
ile cevap verdi. Ankara Müftüsü Rifat (Börekçi) Efendi başta
olmak üzere Anadolu’daki din âlimleri de mukabil bir fetva
hazırladılar. 5 Mayıs 1920 tarihinde ilân edilen bu fetvada,
devlet ve hilâfet merkezinin İngiliz işgâli altında bulunduğu,
hür olmayan padişah İdâresinin verdiği fetvanın geçersiz, bu­
na karşılık İngiliz işgâline karşı mücâdele ederek hilâfet
merkezini kurtarmaya çalışan Kuvayı Milliye’ye herkesin yar­
dımcı olması elinin bir gereği olduğu belirtildi.
Damat Ferit Paşa hükümeti, daha sonra askerî harekâta
geçmek istedi. Ancak mevcut askerî birliklerden Ankara üze­
65
rine yapılacak harekâta katılacak hiçbir birlik bulunamadı.
Bunun üzerine 18 nisan tarihinde yeni bir askerî teşkilât ku­
ruldu : Kuvayı İnzibatiye. Adına aynı zamanda Halife Ordusu
da denilen bu yeni teşkil, İzmit’te yığmak yaparak, 8 ma­
yıstan itibâren millî kuvvetlerin elinde bulunan Geyve boğa­
zına saldırdı. Ancak bu saldırılar Ali Fuat Paşa’nın emrindeki
kuvvetlerce durdurulmuştur. Perişan olan Kuvayı İnzibatiye
hiçbir iş görememiş, mensuplarının büyük çoğunluğu, gerçe­
ği gördükten sonra millî kuvvetlere katılmışlardır. Bunun
üzerine Damat Ferit Paşa hükümeti, bu kuvveti de 12 Hazi­
ran 1920 tarihinde lağvetmek zorunda kaldı.
tsyânlar : İstanbul’un yayınladığı fetvanın etkisiyle, çe­
şitli yörelerde Ankara'ya karşı isyanlar görüldü. 13 nisanda
Düzce yöresinde başlayan isyân, üzerine giden Miralay Mahmud Bey’in şelıit edilmesi yüzünden bastırılamamıştı. Bey­
pazarı’na kadar geldiği söylenen âsiler, halktan bekledikleri
desteği bulamayınca daha fazla ilerleyemediler. Yöreye he­
men Kuvayı Milliye'den Çerkeş Ethem'in Kuvayı Seyyaresi
gönderilerek 25 mayısta Düzce alınmış, 31 mayısta da ha­
reket tamamen söndürülmüştür. Hemen aynı günlerde, millî
kuvvetler Biga - Bandırma yöresinde öteden beri faaliyet gös­
teren Anzavur u bozguna uğratmışlardır.
Meclis’in açılmasından sonra da bazı hareketler oldu.
Yozgat ve yöresinde 18 haziranda Çapanoğullarımn da ka­
tıldığı bir isyân başladı. Bu isyân 21 haziranda Boğazlıyan'a
kadar yayılmıştır. Bolu yöresinden dönen Çerkeş Ethem 20
haziranda bu taraflara gönderildi ve isyân bastırıldı. Bu yö­
rede yıl sonuna doğru da bazı hareketler görülmüş, ancak he­
men etkisiz hâle getirilmiştir.
Konya yöresinde ayaklanan Delibaş, 5 Ekim 1920’de Kon­
ya’ya kadar ilerlemişse de, Kuvayı Milliye’nin gelişi üzerine
çekilmiştir. Etkisiz hâle getirilen Delibaş, bir süre sonra öl­
66
dürüldü. Tokat, Sivas ve Urfa yöresindeki isyânlar, daha ma­
hallî niteliktedir. Karadeniz kıyılarındaki Pontus-Rum isyanı
daha başka özellikler ihtiva eder. Rumların hareketi bir hay­
li uzun sürmüş, ilk zamanlarda Giresunlu Topal Osman Ağa'
nın da etkili olduğu hareketi, daha sonra ordu birlikleri bas­
tırmışlardır.
îc isyânlarm en önemli özelliği, genellikle ülkenin iç kı­
sımlarında ve düşman tehdidi olmayan yörelerde çıkmış ol­
masıdır. O yöreler halkı, kendi memleketlerine yönelik bir
düşman tehdidi görmediklerinden padişahın emrine itaati ge­
rekli görmüş olmalıdırlar. Sadece kendi memleketleri için ge­
çerli olan bu durum, ülkenin öteki kısımları da düşünülecek
olursa hiç de böyle değildi. Nitekim bu tereddüt dönemi nis­
peten kısa sürmüş, bütün halk Türk ülkesine yönelik tehdit­
leri ve tehlikeyi anladıktan sonradır ki Ankara'daki idâreyi
daha çok benimsemişlerdir.
İstanbul hükümeti, Ankara'da toplanan sivil ve askerî
kadronun önde gelenlerini, Harp divanına vererek cezalandır­
mak yoluna da gitti. Mustafa Kemal başta olmak üzere, bir­
çok asker ve sivil, İstanbul'daki mahkemelerde yargılanıp gıyâben cezalandırıldılar. Bunlar arasında Mustafa Kemal, Fev­
zi Paşa ve Halide Edib (Adıvar) yargılanıp idama mahkûm
edilenlerdendirler (24 Mayıs 1920). Ancak bu hükümlerin hiç­
bir etkisi olmayacaktır.
Bir kısmı Ankara’da Meclis'in açılacağı zamana raslayan
bu harekât ve isyânlar Damat Ferit Paşa hükümetinin son
gayretleri oldu. Bu sırada İngilizler için önemli olan, Osmanlı
hükümetinin barış anlaşmasını güçlük çıkarmadan imzala­
ması idi. Damat Ferit Paşa hükümeti, Osmanlı Devletinin Ci­
han Harbi sonundaki barışını Sevr’de imzalayarak görevini ye­
rine getirmiş oluyordu. Nitekim bundan sonra çok geçmeden
istifa edecektir.
67
III.
BÖLÜM
MİLLÎ MÜCÂDELE I : «Yeni idâri kadro ve siyâsî olaylar»
1.
Türkiye B ü yü k M illet Meclisi’nin A çılm ası: 23 Nisan
1920 :
a)
Meclis’in Açılması :
Millî Mücâdelede en önemli olay, Türkiye Büyük Millet
Meclisi'nin açılmasıdır. Çünkü Türk milletini, yüzlerce yıldır
temsil eden İstanbul'daki padişah ve hükümeti yanında, ye­
ni bir temsilci ortaya çıkmaktadır. Bu temsilcilik için gerekli
hukukî temel, milletin seçtiği mebusların, kendi hür iradeleri
ile bir araya gelmeleri ile sağlanmıştı. Mebuslar, böylece ül­
kenin kaderinde söz sahibi olabileceklerdir.
Meclis’in Ankara’da toplanması, birden gerçekleşmemiş­
tir. Çünkü öncelikle devlet merkezi İstanbul’da toplanıp ça­
lışmalar yapmışlardır. Ancak 18 Mart 1920’de İstanbul’un işgâl edilmesi, Meclis’in serbestçe çalışmalar yapmasına büyük
bir engel teşkil etmiştir. İngilizler, kendi siyâsetlerine uyma­
yanları yakalayıp Malta’ya sürmüşlerdi; böylece iradesini
bağımsız bir şekilde gösteremeyen Meclis’in çalışmalarını dur­
durması da olağandır. Nitekim Meclis-i Mebusan çalışmala­
rını bu şartlarda serbestçe yürütmesine imkân bulamadığın­
dan çalışmalarım geçici olarak durdurmuştur. Bir başka yer
ve zamanda geri bırakılan çalışmalar devam ettirilebilirdi. Ni­
tekim bunu önlemek için Damat Ferit hükümeti, 12 nisan­
da Meclis’in lağvedildiğini ilân etmişse de, artık yeni bir mer­
kez belirmiş bulunuyordu. Bu merkez Ankara’dır.
68
Mustafa Kemal, 19 mart tarihinde, Anadolu’nun her ba­
kımdan en güvenlik içindeki köşelerinden birisi olan Anka­
ra’da, Meclis'in toplanarak çalışmalarına başlayacağını ilân
etmişti. İstanbul hükümetinin, Meclis’in açılmasını önlemek
üzere yaptığı bütün girişimler bertaraf edildi. Ankara, güç
günler geçirmesine rağmen, etrafında bir güvenlik çemberi
oluşturuldu ve 23 Nisan 1920 cuma günü, Türkiye Büyük Mil­
let Meclisi adı verilen Millî Meclis, çalışmalarına başladı.
b)
Ankara’da Yeni Hükümet:
ilk toplantısını, en yaşlı mebusun riyasetinde yapan Meclis’te Mustafa Kemal, daha sonra Meclis Başkam seçildi. Şim­
di Ankara için en önemli husus yeni bir idârî kadronun oluş­
turulmasıdır. İstanbul’daki asıl idareden ayrı hemen aynı ga­
yelerle kurulacak olan bu idâre, ülkenin işlerini görecekti.
Bir hükümet teşkil edildi ve 2 mayısta İcra Vekilleri Heyeti
çalışmalarına başladı. Meclis Başkanı, hem Meclis’in, hem de
İcra Vekilleri heyetinin başında bulunuyordu. İlk günlerde
çalışmalar, çok sâde şartlarda yürütülüyordu.
Türkiye Büyük Millet Meclisi (sonra geçtiği yerlerde
TBMM) 23 Nisan 1920’den bu yana, bazı kesintiler hariç (27
Mayıs - 21 Ekim 1961); (12 Eylül 1980 - 24 Ekim 1983) Türk
millî iradesinin timsâli olmuştur. Çünkü halkın seçtiği m e­
buslar, halk adına iş görüyor, aralarından çıkardıkları hükü­
metle işleri görüyorlardı. Türk vatanının kurtulması asıl amaç
olduğundan, fikir ve dünya görüşü ne olursa olsun, insanlar
Ankara’da TBMM çatısı altında toplanmışlardı. Bu yönü ile
TBMM, gerçekten Türk milletini temsil eden, en önemli or­
gandı ve Türk milletini temsil ediyorum demeye de hakkı
vardı.
Türkiye Büyük Millet fyleclisi, padişaha karşı son derece
dikkatli ve hürmetkâr bir tutum içinde idi. Padişah ile Damat
69
Ferit Paşa hükümeti birbirinden ayrılıyor, Damat Ferit Pa­
şa hükümetine karşı sert-ve acımasız bir siyâset izleniyordu.
Damat Ferit hükümetinin teşvik ettiği iç isyânlara ve öteki
bozguncu faaliyetlere karşı ilk iş, «Hıyaııet-i vataniye» kanu­
nun kabul edilmesi (29 nisan) olmuştur. Kurulan İstiklâl
Mahkemeleri, bu türden bozguncuları çarçabuk yargılıyor,
gereken cezayı verip infaz da ediyorlardı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılması ile Anadolu’
daki idârî durum da aydınlığa kavuştu. Gerçi, ülkede İstan­
bul hükümeti de bulunduğu için âdeta iki başlı bir durum
meydana gelmişti. Ancak İstanbul hükümetinin İzmit'ten bu
yana hükmü geçmiyordu. Devletler hukuku açısından, ilk dö­
nemde Ankara hayli yalnızdı. Hemen bütün devletler İstan­
bul'daki hükümeti, meşru kabul ediyorlardı. Ankara, kendi
sini kabul ettirmek için, fırsat ve zaman kollayarak girişim­
lerde bulunacaktır. Siyâsî durum söz konusu olduğunda, me­
seleyi iki ana kümede görmek, yâni İstanbul'u ayrı, Ankara’­
yı ayrı değerlendirmek gerekir. Her iki hükümetin de meş­
ruluk iddiasının kendilerince haklı yanları vardı.
2.
Siyâsî Gelişmeler :
Siyâsî gelişmelerde iki ana küme söz konusudur ki, bi­
risinde olaylara İstanbul’dan, ötekinde de Ankara’dan bakıl­
mak gerekir.
a)
İstanbul Hükümeti, Sevr :
Osmanlı Devleti 191.8 ekimi sonlarında harpten yenik
çıktığı zaman, herşey galiplerin insaflım kalmış gibiydi. Türkler için pek az ümit ışığı vardı. Bu kiiçük ümit ışıklarından
birisi, ABD Başkanı W. Wilson’un harbin sonundaki dünya­
nın düzeni ile ilgili görüşlerini yansıtan 14 maddelik progra70
mırıd’an 12. maddedir. Bu 12, madde, o karanlık ve ümitsiz
dönemde, birçok Türk için biricik dayanak durumundadır.
Türkiye'nin kuzey komşusu Rusya'da önemli değişmeler
olmuş, bu değişiklikler, İngiltere ve müttefiklerini de etkile­
miştir. Çünkü Rusya'daki yeni idâre Çarlık dönemi müttefik­
lerine açıkça cephe almış bulunuyordu. Bu yüzden Cihan
Harbi sırasında imzalanan birçok anlaşma geçersiz sayılmış­
tı ki, bunlardan birisi, İzmir yöresinde İtalyanlara üstünlük
veren anlaşmadır. Rusya'daki yeni durumdan, İngiltere ve
müttefiklerine karşı girişilecek mücâdelede yararlanılabilirdi.
Ancak bu durumda, İstanbul İngiltere’nin yanında yer alır­
ken, Ankara, Rusya'daki yeni idâre ile yakınlık kuracaktır.
Galip devletler, Cihan Harbi sonundaki durumu görüşüp
barışı imzalamak üzere, 18 Ocak 1919 tarihinde Paris’te top­
lanmışlardır. Paris toplantılarına irili ufaklı otuziki devlet ka­
tılmakla birlikte, asıl söz sahibi olanlar, İngiltere, Fransa,
İtalya, ABD ve Japonya gibi on büyük devletten oluşan «On­
lar komitesi» idi. Paris konferansı sonunda Almanya (28.Vl.
1919: Versailles) Avusturya (10.1X1919: St. Germain), Bulga­
ristan (27.XI.1919: Neuilly) ve Macaristan (4.VI.1920: Trianon)
ile anlaşmalar imzalandı. Osmanlı Devleti ile olan en sona
kalmıştı. Aradan geçen zaman içinde, bazı hazırlıklar yapıl­
makla birlikte (İzmir yöresinde Yunan haklarını gösteren Yu­
nan işgâli gibi) barış için şartlar henüz belli değildi. Osmanlı
Devleti mirasının büyüklüğü ile pek çok ihtirası üzerine çeki­
yor, bu yüzden perde gerisinde büyük çekişmeler oluyordu.
Aralarında birkaç defa toplanıp Osmanlı Devletine vere­
cekleri barış taslağını kararlaştıran İngiltere ve müttefikleri,
22 Nisan 1920'de Osmanlı Devleti'm resmen konferansa davet
ettiler. Ankara, konferansa delege olarak sadece Tevfik Pa­
şayı kabul edebileceğini bildirdiğinden o bir heyetle Paris’e
gitti. Tevfik Paşa, kendisine verilen barış şartlarının, bağım­
71
sız bir devletin kabul edebileceği türden olmadığını ilk ma­
yısta İstanbul'a bildirdi. Tevfik Paşanın karşı çıkmasına
rağmen İngilizler, barış şartlarını müzâkere için bir aylık bir
süre tanıdılar. Daha sonra bunu 20 hazirana kadar uzatmala­
rına rağmen, Tevfik Paşa heyeti, bu durumda bir iş yapılama­
yacağından yurda döndü.
Her ne şartlarda olursa olsun barışı imzalamaya kararlı
olan Damat Ferit Paşa, daha sonra kendisi heyet başkanı ola­
rak Paris’e gitti. Sunulan barış taslağım, İstanbul'da topla­
nan, Meşveret Meclisi, padişahın da manevî baskısı ile, bir
kişi hariç, kabul etti. Bu anlaşmayı kesinlikle kabul etmeye­
ceğini açıklayan Ankara üzerine baskı yapmak için, Yunan
birlikleri askerî harekâta giriştiler (22 haziran). Neticede ül­
kenin daha fazla zarar görmemesi bahanesi ile Damat Ferit
Paşa hükümetinin delegeleri, galiplerin âdeta dikte ettirdik­
leri sulhu 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr’de imzaladılar. Böylece, onlara göre Mondros Mütarekesi ile geçici olan durum,
kesin bir sulhe kavuşmuş oluyordu.
Sevr’de imzalanan barış metni ile Osmanlı Devleti, İstan­
bul ile Anadolu’nun küçük bir kısmına münhasır kalıyordu.
İzmir mıntıkası Yunan idâresine geçiyor, Doğu Anadolu’da
bağımsız bir Ermenistan kuruluyor, muhtar bir Kürdistan
tasarlanıyordu. Trakya'da Midye - Büyük Çekmece hattının
ötesi Yunanlılara bırakılıyordu. Güneyde sınır Dörtyol’dan
başlayıp, Antep'in üstünden doğuya uzanıyordu. Anadolu’da
İtilaf devletlerinin işgâl ettikleri yerlerdeki üstünlükleri ta­
nınıyordu. Osmanlı Devleti'nin Arabistan, Suriye ve Irak’la
hiçbir ilgisi kalmıyordu. Ordu, sadece iç güvenliği sağlayacak
kadar küçültülüyor. Savaş ve barış zamanı bütün devletlerin
gemilerine açık olan Boğazlar, milletlerarası denetime alını­
yordu. Azınlıklara nüfusları nispetinde Millet Meclisi'ne ka­
tılmaları öngörülüyor^ yabancılara da türlü türlü İktisadî ve
sosyal imtiyazlar tanınıyordu.
72
Anadolu için böylesine olumsuz şartlar ihtiva eden Sevr
anlaşması, hiçbir zaman yürürlüğe girmedi. Zaten Ankara,
İstanbul hükümetinin imzalayacağı hiçbir anlaşmayı kabul
etmeyeceğini açıklamıştı. Anadolu’daki yeni şartlar Sevr’in ön­
gördüğü oluşuma kesinlikle imkân tanımıyordu. Bu arada
Sevr’in imzalanması İstanbul’da da olumsuz tepkilere yol aç­
tı; neticede Damat Ferit Paşa hükümeti, 17 Ekim 1920’de is­
tifa etmek zorunda kaldı. Çünkü siyâsetinin çıkmaz olduğunu
sonunda padişah da anlamıştı. Bu sebepledir ki yeni hükümet
de Sevr anlaşmasını hiçbir zaman tasdik etmedi.
İstanbul’da, Damat Ferit Paşa'nın istifasından sonraki
hükümeti, 21 Ekim 1920’de Tevfik Paşa kurdu. Tevfik Paşa
ile Mustafa Kemal arasında şahsî bazı kırgınlıklar olmakla
birlikte, bu hükümet dönemi, öncesine göre kıyas kabul et­
mez değişiklikler gösterir. Tevfik Paşa, hükümeti kurulur ku­
rulmaz, aradaki görüş ayrılıklarını gidermek için, vaktiyle
sadrazamlık da etmiş olan iki bakanı Ahmet İzzet ve Salih
paşaları Bilecik’e, Mustafa Kemal ile görüşmeye gönderdi. 4 6 Aralık 1920 tarihlerindeki bu görüşmelerden sonra Ahmet
İzzet Paşa heyeti, bir süre Ankara’da kalmışsa da, daha sonra
İstanbul’a dönmüştür.
İstanbul’da 1920 sonbaharındaki bu değişiklik, Ankara’
mn siyâsî etkinliğini daha da artırmıştır. Çünkü Tevfik Pa­
şa, gerektiğinde milletlerarası konferanslarda (meselâ 1921
şubatındaki Londra konferansında) Türk milletinin gerçek
temsilcilerinin Ankara delegeleri olduğunu açıkça söyleyebi­
liyordu. İstanbul hükümeti aynı zamanda Ankara aleyhindeki
bütün faaliyetini durdurmuştu. Hattâ eskiden alınmış olum­
suz kararlar da gözden geçirilip tashih ediliyordu. Ankara’ya
her konuda destek olunuyor, meselâ silâh kaçakçılığı Tevfik
Paşa hükümetinin Harbiye Nazırının bilgisi altında gerçekleş­
tiriliyordu. Tevfik Paşa’nm son olumlu hareketi, Türkiye Bü­
73
yük Millet Meclisi, saltanat idâresini kaldırınca, 4 Kasım
1922’de görevine devam etmeyerek bu gerçeği kabullenmesi­
dir.
b)
Ankara’nın Dış Siyâseti:
Ankara’nın siyâsî görüşü, bir bakıma Mustafa Kemal’in
çevresinde oluşan görüşler kabul edilebilir. Bu açıdan bakı­
lırsa, Mustafa Kemal’in daha İstanbul’da iken giriştiği temas­
lar da dikkati çeker. Meselâ Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da
iken İtalyan tem silcisi Kont Sforza ile görüşmüştü. Ancak bu
türden temaslar etkili olmamış, İtalyanlarla işbirliği sınırlı
şartlarda devam etmiştir. Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’daki
durumu gözönüne alarak muhtem el dış gelişmeleri de gözden
ırak tutmamıştır. Daha o sırada dikkati çeken en önemli ger­
çek, Rusya'daki yeni gelişmelerden, Ortadoğufdaki İngiliz gü­
cüne karşı yararlanabilmek yollarını aramak olmuştur. Çün­
kü, çevredeki İngiliz gücüne karşı sadece Rusya’daki yeni ida­
re denge görevini sağlayabilirdi.
Rusya’daki yeni durum, birçok noktadan önemli idi. Herşeyden önce savaşın sonunda İstanbul’u Ruslara (Çarlık idâresine) verilmesini öngören anlaşma geçersiz sayılmıştı. Bu
arada Doğu Anadolu'daki askerî durumu da Türkler açısın­
dan olum lu hâle koymuştu. Kars yöresi Türk sınırlarına ka­
tılm ışsa da Mondros Mütarekesi'nde yer alan «harpten ön­
ceki» ibâresiyle sınırlar 1914’dekiler olmak durumunda kal­
m ıştı. Türk ordusu 1914 sınırı gerisine çekilm iş, Kafkaslarda
yeni idareler kurulmuştu. Gürcistan, Ermenistan Türkiye ile
kom şu olduklarından başka, Türk toprakları da ihtiva ediyor­
lardı. Kafkas devletçikleri özellikle Erm enistan ve Gürcistan,
bir yandan Türklerle, bir yandan da kuzeyden inen ve R us­
ya’yı yeniden birleştirm ek isteyen Sovyetlerle hasım durumda
74
idiler. Kafkaslardaki durumun kendisine mahsus özellikleri
bulunuyordu.
Kafkaslardaki yeni durum, Ankara ile yeni Sovyet idaresi
arasındaki işbirliğini kaçınılmaz hale getiriyordu. Karargâhı
Erzurum’da bulunan ,XV. kolordu komutanı Kâzım Karabekir Paşa bu yöredeki durumu dikkatle takip ediyordu. Bu hem
iç hem de dış siyâset için gerekli olup, doğu vilâyetlerinde
herhangi bir karışıklık vücud bulmamalı idi .Çünkü Mondros
Mütarekesi hükümlerine göre o zaman buraları da işgâl hak­
kı doğacaktır. Hem işgâl hakkı vermemek, hem de 1914 sı­
nırları ötesindeki topraklan kurtarmak yolunda Karabekir
Paşa'nm dikkatli siyâseti, bir süre sonra meyvelerini verecek­
tir. Ankara’daki yeni idâre de, çevredeki ülkeler içinde sade­
ce Rusya’daki yeni güçler ile işbirliği imkânı olduğunu bili­
yordu. Rusya’daki yeni durum bilinmemekle birlikte, iç m e­
seleler ve doktrin tartışmaları bir kenara bırakılırsa, m üşte­
rek düşmana karşı işbirliği yapılabilirdi. Bununla birlikte,
Mustafa Kemal, 23 nisandan önce Heyet-i Temsiliye’nin Sov­
yetlerle herhangi 'bir teması olmadığım bildirmiştir.
Rusya’daki Sovyet idaresi de öteki devletler tarafından
pek tanınmıyordu. Dolayısı ile bu durum, Ankara ile Mosko­
va arasında tabiî bir yakınlık da sağlamıştır. Ankara’da 23
nisandan sonra kurulan hükümetin ilk işlerinden birisi Ha­
riciye Vekili Bekir Sâmi B ey’le, Yusuf Kemal (Tengirşek) bey­
leri mayıs aymda M oskova’ya-gönderm ek olmuştur. Bu heyet,
önem li bir iş görememekle birlikte, Sovyetlerin niyetlerinin
bilinm esinde yararlı olmuştur. İki devlet arasındaki m ünâse­
betleri güçlendirmek üzere karşılıklı büyükelçi teatisi karar­
laşıp, Ali Fuat Paşa, 20 Kasım 1'920'de TBMM hüküm etinin ilk
Moskova büyükelçiliğine tâyin edildi.
Bir dostluk anlaşm ası için müzâkerelerde bulunmak üze­
re, 1920 sonlarında Sovyetlere yeni bir heyet gönderildi. Bu
75
yeni: heyette Yusuf Kemal ve Rıza Nur beyler bulunuyordu;
Henüz Moskova’ca varmamış olan Ali Fuat Paşa da birlikte
gittiler. Yeni heyetin müzâkereleri daha olumlu geçiyordu. O
sırada Moskova’da bulunan Afganistan temsilcileri ile 1 Mart
1921'de ayrı bir dostluk anlaşması imzalandı. Afganlaıia ya­
pılan bu anlaşma, TBMM hükümetinin bir yabancı devletle
yaptığı ilk anlaşma olmak bakımından önemlidir.
Moskova’da Sovyet yöneticileri ile müzâkerelerde de an­
laşma sağlanmış ve İstanbul'un işgâlinin yıldönümünde, 16
Mart 1921 'de Türk-Sovyet anlaşması imzalanmıştır. Bununla
Ankara’daki TBMM hükümeti Sovyetler tarafından tanınıyor,
Ankara da yeni Sovyet idaresini meşru kabul ediyordu. Ta­
raflar «emperyalizmse karşı savaşta birbirlerini destekleye­
ceklerdir. Rusya’dan silâh ve para desteği de sağlayan bu an­
laşma, Millî Mücâdeleye yaptığı katkı ile büyük önem taşır.
Ankara’nın büyük başarısı, bu meselede d*Ş siyâsetle öteki
ideolojik etkileri karıştırmamasıdır.
Ankara’nın İtalya ile olan ilişkileri de dikkate değerdir.
Batı Anadolu’daki haklarının Yunanlılar tarafından etkisiz
kılınmasını hazmedemeyen İtalyanlar, Türklere yanaşıp, bazı
lıaklar elde etmek, istiyorlardı. İtalyanlar, İngiltere ve Fran­
sa’dan kopmadan, Ankara’ya ne kadar yanaşmak kabilse ya­
naştılar. Öyle ki, İtalyan denetiminde sayılan Antalya limanı,
Millî Mücâdele sırasında Türk ordusunun önemli ikmâl li­
manlarından birisi olmuştur.
c)
Yunanistan’daki Değişmeler :
Yunanistan’da 1920 senesi sonlarında meydana gelen de­
ğişmelerin dış siyâset açısından önemli bir yeri vardır. Zira
1915-17 senelerindeki olaylar bu defa tersine dönmüş gibiydi.
Yunan kralı Aleksandr kuduz bir maymun tarafından ısınlınca, 25.X. 1920 tarihinde ölmüştür. 14 kasımda yapılan genel
76
seçimleri Venizelos’un partisi kaybetmiş, Konstantinciler ka­
zanmıştır. Yapılan halk oylamasını kazanıp yeniden kral olan
Konstantin de 19 aralıkta Atina’ya dönmüştür. Bu arada Venizelos yurt dışına gitmeye mecbur kalmıştı.
Yunanistan’daki bu iç gelişmelerin etkisi, Yunanistan’ın
öteki ülkelerle olan siyâsetinde de etkili olmuştur. Cihan Har­
bi sırasında Alman taraftan sayılan Konstantin, bu defa da
kendisinden İngiliz ve Fransız desteğinin çekileceğini biliyor­
du. Yunanistan’ın Batı Anadolu’daki durumunu, artık dış dev­
letlerin yardımıyla değil, doğrudan kendi başarısıyla kanıtla­
ması gerekiyordu. Bunun, için de Ankara’yı zorlayarak Sevr’i
kabul ettirmek gerekiyordu. Yunan ordusu bundan sonradır
ki Ankara'ya yönelik askerî harekâta girişecektir. Yunanlılar
arasındaki iç çekişmeler de hayli artmıştır. Konstantinci
Venizeloscu çekişmesinde, Ankara o sırada muhalefette olan
Venizelos’un taraftarlarını destekleyecektir.
3.
Ankara’nın 1921 Sonrası Siyâseti :
Gerek Yunanistan’daki yeni durum, gerekse Ankara'nın
askerî bakımdan güçlenmesiyle batı devletlerinin tutumunda
da hissedilir bazı değişmeler gözlenmiştir. Meselâ Fransa, ar­
tık Ankara ile anlaşmak istemektedir. Aslında bu istekte, Çu­
kurova ve Antep yöresinde cereyan eden Türk-Fransız sava­
şının çetin geçmesinin de etkisi vardır. Fransızlar bütün ça­
balarına rağmen, Çukurova ve Antep yöresindeki halk dire­
nişini kıramamışlardı. Bu mücâdele, askerî bir harekâttan
çok, halkın mücâdelesi olduğundan Fransızlar askerî başarı
halinde bile, halkın kendilerini istemediğini anlamışlardı. Bu
yüzden Sevr’in tatbik edilemeyeceğini kavramış olan Fransa,
1921 başından itibâren anlaşma yolunu aramıştır. Türkler de
anlaşmaya hazırdılar ve Fransa’nın, Suriye’deki menfaatleri­
ne de, eğer anlaşma sağlanırsa ses etmeyeceklerdir.
77
İngiltere’de de 1921 başlarında bazı değişmeler görüldü.
25 Ocak 1921 'de Sevr’in tâdili gerektiğine karar vererek An­
kara hükümetini 21 şubatta Londra’da toplanacak olan kon­
feransa çağırdılar. Aslında bu davet, Sovyetleri kuşkulandır­
mış, Moskova’daki müzâkerelerin daha çabuk sonuçlanması­
nı sağlamıştı. Londra konferansına İstanbul hükümeti de ka­
tılmıştır. Ancak Sadrazam Tevfik Paşa, söz sırası kendisine
geldiği zaman «söz Türk milletinin hakiki temsilcisi olan
TBMM Başmurahhasma bırakıyorum» demişti. Konferans 19
marta kadar devam ettiyse de, bir netice alınamadı. Hariciye
vekili Bekir Sâmi Bey, bund’an sonra İngiliz, Fransız ve İtal­
yanlarla bazı anlaşmalar yapmışsa da TBMM, bazı ayrıcalık­
lar ihtiva eden: bu anlaşmaların hiçbirisini kabul etmedi. Bu­
nun üzerine Bekir Sâmi Bey istifa ederek siyâsî hayattan çe­
kildi.
Fransa, Londra görüşmeleri neticesiz kalınca, Ankara ile
tek başına bir anlaşma yapmak istedi. Bu maksatla Fr. Bouillon Ankara’ya delege olarak geldi. Fransızlar, yine de Sakar­
ya’daki kesin Türk zaferine kadar beklediler. İki devlet ara­
sında, özellikle güneydeki meselelerin çözümünü sağlayan An­
kara İtilafnâmesi, 20 Ekim 1921 tarihinde imzalandı. Anlaş­
ma, 1921 şartlarına göre başarılı sayılabilirdi. Nitekim gerek
İngilizler, gerekse Ruslar bundan hiç de memnun olmadılar.
Hattâ Ankara ile Sovyetler arasındaki ilişkiler bir süre için
hayli gerginleşti.
Ankara anlaşması ile Fransızlar Çukurova’dan çekiliyor,
güney sınırları bugünkü gibi belirleniyordu. İlerde Hatay adı­
nı alacak olan İskenderun sancağı muhtar bir idâreye kavu­
şuyordu ki, Türkçe de resmî dillerden birisi oluyordu. Türki­
ye’nin güney sınırlarındaki meselelerin çözümü gerekliliği bu
yöredeki bazı fedakârlıklar gerektirmiştir. Ancak, çok geçme­
den bizzat Atatürk’ün gayreti ile İskenderun yöresi, önce 1938’
78
de Hatay adıyla bağımsız bir devlet olacak, bir yıl sonra 1939’
da Türkiye’ye katılacaktır.
Türkiye'nin doğu sınırları, 1920 sonları ile 1921 başların­
da Kâzım Karabekir eliyle girişilen harekâtla kesinlik kazan­
mıştı. Ayrıca Moskova anlaşması ile de bu sınırlar tespit edi­
lip sağlam bir esasa bağlandı. 1921 yılı içinde, hemen hepsi
sosyalist birer idare hâline geçen Kafkas Cumhuriyetleri ile
Moskova anlaşması esasında, 13 Ekim 1921’de Kars anlaşma­
sı imzalandı. Türkiye böylece, 1921 yılında ülkenin doğu ve
güneyindeki sınır meselelerini büyük ölçüde çözümlemiş olu­
yordu.
Türk ordusunun Sakarya’daki kesin üstünlüğü, İngilizlerin de dikkatini çekmiş, onlar da Ankara’nın kabul etmeye­
ceği bir çözümün geçersiz olduğunu anlamışlardır. Meseleleri
müzâkere yolu ile çözümlemek için Türk ve Yunan tarafla­
rına, 22 Mart 1922’de mütareke teklif ettiler. Ankara, müta­
rekeyi, Yunan ordusunun Anadolu’yu tahliyesi şartıyla kabul
edebileceğini bildirdi. Bu sırada Ankara hükümetinin Hariciye
vekili Yusuf Kemal Bey, Avrupa’da bulunuyordu. Zaten mü­
tareke teklifi de onun temaslarıyla gerçekleşmişti. Ankara
anlaşmasını imzalayarak İngiltere’yi kızdırmış olan Fransa, bu
meselede çekingen davranınca Yusuf Kemal Bey'in temasları,
olumlu bir sonuç vermedi.
1922
yaz ’aylarında, Yunanlılar da içinde bulundukları du­
rumun çıkmaz olduğunun farkına varmışlardı. Türkleri, ken­
di istekleri doğrultusunda barışa zorlamak artık kesinlikle
imkânsız bulunuyordu. Anadolu’dan, kendileri açısından bazı
girişimlerden sonra çekilmek hazırlıkları içinde idiler. Batı
Anadolu’da bağımsız bir devlet kurma hazırlıklarına da giriş­
tiler. Batı Anadolu’da yaşayan Türklerle Rumların birlikte
79
oluşturacakları bu devletin adı îonia idi. Hattâ, bir kısım
Türklerin zorla rızalarım alıp bu devletleri 30 Temmuz 1922'
de ilân ettiler. Ancak Ankara ve İstanbul hükümetlerinin şid­
detli protestolarından başka, İngilizler de bunu kabul etme­
diler. Hemen aynı günlerde Yunanlılar, İstanbul üzerine bir
saldırının hazırlıkları içinde idiler. Bu amaçla bazı birlikleri
Trakya’ya kaydırmışlardı.
Ankara hükümeti, Anadolu’yu barış yolu ile tahliye ettir­
mek için girişimlerden kaçınmıyordu. Önde gelen siyâsî lider­
lerden Fethi (Okyar) Bey, 1922 yaz aylarında Londra ve Pa­
ris’e gönderildi. Bu temaslardan olumlu bir sonuç alınması
güç olmakla birlikte, Ankara’nın müzâkere yoluna her zaman
açık olduğunun bir işareti sayılabilirdi. Bu siyâsî temaslar,
aslında hemen aynı günlerdeki askerî hazırlıklar için bir per­
de görevini de görüyordu.
Ankara hükümeti, 1922 ağustos ayında barış söylentile­
rini bir hayli yaygınlaştırdı. Fethi Bey de Avrupa’da barış için
temaslarını artırmıştı. Hattâ 24 ağustosta Paris'te Ankara’
nın barış için her türlü konferansa katılmaya hazır olduğunu
belirtmişti. Barış için bu söylentiler ardından Türk ordusu,
son ve kesin taarruz için hazırlıklarım bitirmek üzere idi. Ni­
tekim 26 ağustos günü başlayan hücum başarı ile sonuçlan­
mış, 18 Eylül 1922’de Anadolu’da hiçbir muharip Yunan askeri
kalmamıştır. Artık barış, bu zaferin üzerine bina edilecektir.
80
IV.
BÖLÜM
MİLLÎ MÜCÂDELE I!.: «Askerî Harekât»
1.
K u vayı M illiye D önem i :
a) Kuvayı Milliye’nin Doğuşu:
Mondros Mütarekesi imzalandığında Türk ülkesi dört bir
yandan tehdit altında bulunuyordu. Güneyde Fransızlar ve
destekledikleri Ermeniler, doğuda yine Ermeniler, Karadeniz
kıyıları, Trakya ve Batı Anadolu’da da Rumlar ve Yunanlılar.
Mütareke ve onun uğursuz 7. maddesi gereğince yapılan işgâllere Osmanlı Devleti’nin ve ordusunun karşı koyması im­
kânı yoktu. Ancak göz göre göre bazı vatan topraklarının işgâle uğraması özellikle bazı komutanlara çok ağır geliyordu.
Bunun bir çaresi olmalıydı? Akla gelen çare, bu mücâdeleyi
de halkın yürütmesi yolunda idi. Halk nasıl kaderine siyâsî
yönden sahip çıktıysa, yâni cemiyetler kurup kongreler yaptı
ise, silâhlı mücâdeleyi de onlar yürütebilirdi. îşte bu düşün­
ce Kuvayı Milliye'yi doğurmuştur.
Kuvayı Milliye, güneyde Fransızlara, batıda ise Yunanlı­
lara karşı ortaya çıktı. Hemen aynı anda hem halkın, hem de
komutanların katkısıyla teşkilâtını gittikçe geliştirdi. Gelen
düşman kuvvetlerine, İstanbul’dan aksi yolda emir aldıkla­
rından birşey yapamayan komutanlar için Kuvayı Milliye, va­
tanın kurtuluşu yolundaki en Önemli çarelerden birisi idi.
Özellikle Batı Anadolu’da, Yunanlılara karşı yapılan harekâtda, ön plânda mesele Demirci Efe görünüyordu ki, bu kişinin
zaten resmî devlet teşkilâtı ile bir ilgisi de bulunmuyordu.
81
Yunanlıların veya îngilizlerin protestolarında .silâhlı karşı
koyma işinde, Türk silâhlı kuvvetlerinin değil, Demirci M.
Efe'nin bu işi yaptığı söylenerek cevap verilebilirdi.
b)
Yunanlılara Karşı Kuvayı Milliye:
Kuvayı Milliye’nin Batı Anadolu’daki ortaya çıkışı, kesin­
likle bir askerî zaruretten gerçekleşmiştir. Çünkü Yunanlılar
Mondros Mütarekesi hükümlerine göre ve İstanbul hüküme­
tinin bilgisi içinde geliyorlardı. îşte gelen Yunanlılara karşı
bırşey yapamayan komutanlar, Kuvayı Milliye’yi kurup geliş­
tirmişlerdir. Batı Anadolu’da, zaman zaman hükümete baş
kaldıran zeybekler vardı; şimdi topraklarına düşman girince,
bu zeybekler ona karşı mücâdeleye başlamışlardır. İşte bu
unsurlar, düşmanla mücâdelede ön plâna geçirilmişlerdir.
Askerler resmen Yunanlılara karşı mücâdeleye katılmamakla
birlikte, çeteleri ve zeybekleri bütün imkânları ile destekli­
yorlardı. İstanbul'da Erkân-ı Harbiye'deki yetkililer de du­
rumu biliyor, açık ve ¡ağır bir suçlama yoksa, yöredeki küçük
birlik komutanlarının yaptıklarına, mümkün olduğunca ses
etmiyorlardı.
Batı Anadolu'daki çete önderlerinden ikisi, büyük ün ka­
zanmışlardır. Gediz nehri ve kuzeyindeki sahada Çerkeş Ethem, güneyde Menderes nehri havzasında ise Demirci Meh­
met Efe. Bu arada Yörük Ali Efe gibi bazı küçük çete reisle­
ri de bu mücâdelede etkili olmuşlardır. Bu çete reislerinin ya­
nında, subaylar da bulunuyor, gerektiğinde askerî meseleler­
de danışmanlık yapıyorlardı.
Komutanlar ve subaylar, Harbiye Nezâreti ve Erkân-ı
Harbiye’nin emirlerine uymakta çok dikkatli olmak duru­
munda idiler. Çünkü, en küçük bir itaatsizlik hâlinde, komu­
tanlar görevinden almıyordu. Bir kısım komutanlar, yerleri­
ne gelenlerin veya vekil tâyin edilenlerin müspet çabalan ile
82
bu türden azillerin olumsuz etkisinden kurtulmuşlardı. Me­
selâ Mustafa Kemal’in istifası, Kâzım Karabekir’in hareketi
ile etkisiz gibi olmuştur. Aynı şekilde, Ankara’daki XX. Ko­
lordu komutam Ali Fuat Paşa da 28 Ağustos 1919 tarihinde
görevinden azledilmişti. Lâkin yerine tâyin edilen komutan
Ankara’ya gelememiş, kolordu komutan vekili Miralay Mahmud Bey, Ali Fuat Paşa’yı komutan olarak tanımaya devam
etmiştir. Ali Fuat Paşa, bu dönemde, Sivas Kongresi'nde 9 Ey­
lül 1919’da Batı Anadolu Umum Kuvayı Milliye komutanı tâ­
yin edilmiştir. Ali Fuat Paşa, daha sonraki Ali Rıza Paşa hü­
kümeti devrinde görevine yeniden iade edilecektir.
Batı Anadolu’da, Yunanlılara karşı birşeyler yapmak is­
teyenlere karşı Harbiye Nezâreti’nin tutumu zaman zaman dü­
zelmektedir. Ali Rıza Paşa hükümeti döneminde, askerî bir­
likler Yunanlılar karşısında savaşabilmektedirler. Bu arada
İstanbul’un işgâli, Batı Anadolu’daki mücâdelede yeni bir du­
rum ortaya çıkarmıştır. 1920 martında batıda Yunanlılara
karşı üç cephe oluştu ki, bunlarda esas askerî birliklerdi: İz­
mir Güney (57. Tümen), İzmir Kuzey (61. Tümen) ve İzmir
Doğu (23. Tümen). Bu dönemde çeteler, özellikle nisan 1920’
den sonra, iç isyânlarm bastırılmasında da etkili ve olumlu,
işler göreceklerdir.
c)
Fransızlara Karşı Kuvayı Milliye Sonrası :
Millî Mücâdelenin önemli kavgalarından birisi, İskende­
run körfezinden doğuya uzanan hat üzerinde olmuştur. Çün­
kü» bu sahada Anadolu'nun nerede bittiği, güneyde Arapların
çoğunlukta olduğu bölgenin nerede başladığı henüz kesinlik
kazanmamıştı .Daha önce de belirtildiği gibi, Mondros Müta­
rekesi'nde kesin sınırları Türkler açısından belirsiz «Suriye»
veya «Irak» gibi terimlerin alanı, galiplerin yorumuna göre
kuzeyde alabildiğine gidiyordu. Oysa, Maraş'ta, Antep’te, Ur-
83
fa'da ve İskenderun’da oturanlar Türk olup kendilerini İs­
tanbul'a bağlı sayıyorlardı.
Güneyde İngiliz ve ardından gelen Fransız işgâli, bu yö­
redeki duruma değişik boyutlar getirdi. Bu arada Fransızla­
rın himayesinde Çukurova yöresindeki Ermenilerin gün geç­
tikçe artan faaliyeti, Türkler için ayrı bir üzüntü kaynağı ol­
muştur. Türkler için mesele, ancak kendi toprağına sahip çık­
makla çözümlenebilecekti. Nitekim Mustafa Kemal Paşa da,
mütarekenin hemen sonrasında yöredeki halka bu yolda tav­
siyelerde bulunmuştur.
Güneydeki mücâdele, yöre halkının içten içe endişelenip
birşeyler yapmak istemesi ile başladı. Mücâdelenin etkinlik
kazanması için bazı desteklere ihtiyaç vardı. Bu sırada Mus­
tafa Kemal'in önderliği kesinleşmiş gibiydi. Yöredeki halkın
mücâdelesinde yararlı olacak, küçük rütbeli, fakat yetenekli
subaylar gönderildi. Bunlar halkı teşkilâtlandırarak Fransızlara karşı mücâdeleyi yürüteceklerdi.
Türkler, Çukurova yöresindeki Ermeni ve Fransız faali­
yetine karşı önce protestoda bulundular. Bir süre sonra Er­
meni taşkınlıklarına karşı halkı korumak zarureti ortaya çık­
tı. Türkler bunun için çeteler teşkil ederek mücâdeleye ka­
tıldılar. Bu çeteler küçük rütbeli subayların idâresinde idi.
Çetelerin başarılı mücâdelesi karşısında Fransızlar zaman za­
man mütareke istiyorlardı, özellikle 23 nisandan hele hazi­
randa cephe teşkilâtı da kurulduktan sonra, mücâdele etkili
biçimde sürdürüldü. Alman kesin tedbirlerle Ermenilerin yö­
redeki hayalleri bertaraf edilmiş, Kozan (Sis) ve Saimbeyli
(Zeytun) bölgesindeki Ermeni direnişi yok edilmiştir. Yöre­
deki öteki çatışmaların da etkisiyle Fransızlar, bu yörenin
Türk olduğunu görecek ve Ankara itilafnâmesinden sonra
Adana 5 Ocak 1922'de Türk idaresine yeniden geçecektir.
84
Maraş’taki Türk halkı da, 1919 yılı kasım ayının sonla­
rında Fransızlara karşı mücâdeleye başlamıştır. Taraflar ara­
sındaki çatışma 1920 ocak ayında şiddetlendi. Neticede Kuvayı Milliye'nin baskısına dayanamayan Fransızlar, 11 şubat­
ta burayı terketmişlerdir.
Urfa'ya Fransızlar 1919 yılı ekiminde girmişlerdi. Halk
Fransızlara karşı 1920 ocak ayında mücâdeleye başladı. Kuvayı Milliye, şehirde Fransızlara karşı etkili bir mücâdele ver­
di. Neticede Fransızlar 8 nisanda mütareke isteyip, .10 ni­
sandan itibaren Urfa'dan çekilmişlerdir.
Antep ve çevresinde mücâdele çok daha çetin oldu. Çün­
kü burası hem Anadolu, hem de güney için son derece önem­
li bir merkez idi. îşgâle karşı önceleri pasif şekilde direnen
Türkler, daha sonra çeteler teşkil ederek 1920 şubat ve mart
aylarında Fransız ikmâl kollarını vurmaya başladılar. Şehir
halkının da mücâdeleye katılmasıyla 1 nisanda çatışmalar baş­
ladı. Fransızlar nisan sonlarında Antep'i sarmaya başladılar
ve Antep’teki mücâdele aylar boyunca devam etti.
23 nisandan sonraki dönemde Adana cephesine dahil
olan yörede, Türk askerî birlikleri de savaşa katıldı. Ancak
Türk birliklerinin Fransız kuşatmasını kırmak yolundaki ça­
baları neticesiz kaldı. Şehir halkı açlık ve yokluk içinde sa­
vunmaya devam ediyordu .Fakat sonunda çaresiz kaldı; kah­
ramanca direnişi sebebiyle «Gazi» Unvanını alan şehir (7 şu­
bat) bir gün sonra teslim olmak zorunda kaldı. Antep, kah­
ramanca müdafaası ile Fransızlara, burasının her şeyi ile
Türklüğün bir parçası olduğunu göstermişlerdi.
Millî Mücâdele, güneyde özellikle halkın desteğiyle sürdü­
rülmüştür. Oradaki mücâdeleye Türk ordusunun katılması sı­
nırlı şartlarda mümkün olabilmiştir. Nitekim yöredeki mü­
câdelenin önderlerinden Yüzbaşı Osman Tufan (sonradan pa­
85
şa da oldu) mücâdele için «dayandıkları büyük bir askerî kuv­
vet olmadığım en büyük kuvvetlerinin millî iman olup, ateş­
ledikleri bu büyük kudretle halkı ayaklandırıp, düşmanı mü­
barek yurttan kovacaklarını» açıklamıştır. Güneydeki Millî
Mücâdele bu esasta gerçekleşmiştir.
2.
23 Nisan Sonrası Yeni Dönem :
a)
Geçiş Dönemi Cepheler :
23 nisanda Ankara'da Meclis’in açılması, yeni bir hükü­
metin kurulmasıyla askerî alanda görülen aksaklıklar gideril­
meye başlanmıştır. Herşeyden önce düşman karşısındaki Türk
silâhlı kuvvetleri, durumun gereği ne ise onu rahatça yapa­
bileceklerdi. Böyle olunca, eskisi gibi, çetelerden yardım bek­
lemek de, olağan sınırlarda gerçekleşecektir.
23 nisandan sonraki dönemde askerî birliklerin durumu
yeni bir teşkilâtlanmayı gerekli kılmıştır. Askerî teşkilâtlan­
ma için 1920 yılında Yunanlıların giriştikleri bir hareket de
etkili oldu. Şöyle ki, Sevr barış görüşmeleri yapıldığı sırada,
Türklerin daha fazla direnmesini ve güçlük çıkarmasını ön­
lemek için Îngilizler, Yunanlıların ileri harekete geçmelerini
istediler. Yunanlılar bunun üzerine 22 hazirandan itibaren
saldırıya geçtiler. Bu saldırı, kısa zamanda gelişti ve aşağıda
gösterileceği üzere, Kuvayı Milliye ve askeri birlikler yer yer
gerilediler.
Anadolu’daki askerî birliklerin, en yararlı bir şekilde kul­
lanımlarını sağlamak üzere cephe teşkilâtı kuruldu. Ankara’
da Müdafaa-i Milliye vekâleti ile Erkân-ı Harbiye’ye bağlı ola­
rak başlıca şu dört cephe kurularak komutanları tâyin edildi:
1.
86
Şark/Doğu Cephesi
: 22.VI.1920 : Kâzım Karabekir
Paşa
2.
Garp/Batı Cephesi
: 25.VI.1920 : Ali Fuat (Cebesoy)
Paşa
3. Adana/Güney Cephesi : 26.VI.1920 : Selahaddin Adil Bey
4.
Elcezire/Irak Cephesi : 27.VI. 1920 : Nihat (Anılmış) Paşa
Cephe teşkilâtı, ilk plânda Doğu Cephesinde hiçbir güç­
lükle karşılaşmaksızm yerleşti. Ancak öteki cephelerde durum
böylesine elverişli değildi. Güneydeki birlikler dağınık olup,
önemli bir güç de yok gibiydi. Fakat en önemli gelişmeler,
Batı Cephesinde görülmüştür.
Batıda 22 haziranda başlayan Yunan saldırısı, her geçen
gün yeni gelişmeler kaydediyordu. Mart ayında gerçekleşen üç
cephede de etkili bir savunma verilemiyordu. Akhisar 22 ha­
ziranda, Alaşehir de 25 haziranda Yunanlıların eline geçmiş­
tir. Bu tarihten sonradır ki Garp Cephesi komutanlığına ge­
tirilen Ali Fuat Paşa, 27 haziranda Uşak’a gelerek idâreyi eli­
ne aldı. Ancak Yunan saldırısı etkili bir biçimde devam edi­
yordu. 30 haziranda Balıkesir, 9 temmuzda da Bursa düş­
tü. Yunanlıların Menderes boyundaki ilerlemeleri ile Nazilli
3 temmuzda Yunanlıların eline geçti. Uşak da 29 ağustosta
Yunanlıların eline geçti.
Yunanlılar 20 Temmuz 1920'de Trakya’daki Türk birlikle­
rine karşı da saldırıya geçtiler. Edim e ve Trakya'yı savunmaya
çalışan I. Kolordu’yu her yönden kuşatmışlardı. 20 temmuz­
da Tekirdağ, 25 temmuzda da Edim e Yunanlılar tarafından
işgâl edildi. Kolordu komutanı Cafer Tayyar (Eğilmez) Paşa,
27 temmuzda Havza yakınlarında esir düştü. Yunanlılara
teslim olmak istemeyen bir kısım Türk kuvvetleri Bulgaris­
tan'a geçtiler. Bu birlikler yöredeki Yunan kuvvetlerine bas­
kınlar düzenleyerek, önemli sayıda Yunan askerim burada
tutmayı başardılar.
87
TBMM’nin açılışından hemeja sonraya rastlayan Yunan
saldırısının başarısı, ve özellikle Bursa'nın kaybı Türkler ara­
sında büyük üzüntü yarattı. O vakte kadar önemli hizmetler
gören yöredeki m illî kuvvetler komutanı Bekir Sâmi Bey,
emekliye sevkedildi. Bursa'nın kaybı dolayısıyla Meclis kür­
süsüne siyah bir örtü serildi, ki bu örtü ancak iki yıl kadar
sonra (12 Eylül 1922'de) Bursa geri alınınca kaldırılacaktır.
Yunan kuvvetleri, 10 Ağustos 1920'de Sevr anlaşmasının
imzasmı sağladıktan sonra, güz aylarında İzmit - Sapanca Yenişehir - İnegöl - Gediz - Uşak ve Sarayköy hattına ulaşmış­
lardı. Yunanlıların bu hatta tutunmalarına engel olup, onları
geri atmak için Ali Fuat Paşa, Gediz istikametinde saldırıya
geçti. Çetelerle ordu birliklerinin yanyana giriştikleri bu ha­
rekât (24-31 Ekim 1920) başarıya ulaşamadı. Kuvayı Milliye'
nin, yâni çeteler döneminin bittiğinin anlaşıldığı bu saldırı­
dan sonradır ki, cephede yeni düzenlemeler gerekmiştir.
Millî Mücâdele'nin başından beri Ankara'da kolordu ko­
mutanı ve Umum Batı Anadolu Kuvayı Milliye komutanı ola­
rak görev yapan Ali Fuat Paşa, giriştiği Gediz taarruzunun ba­
şarısızlığı üzerine geri alındı. 7 Kasım 1920'den itibâren Batı
Cephesinin güneyi, ayrı bir cephe olarak Miralay Refet (Be­
le) Bey'in komutasına verildi. Batı Cephesine Miralay İsmet
(İnönü) Bey tâyin edildi. Bu değişiklik. Millî Mücâdele'de Rü­
yayı Milliye döneminden, düzenli birlikler, yâni ordu dönemi­
ne geçişi işaret etmektedir.
b.
Çetelerin Sonu :
Çağdaş savaş strajisinde olduğu gibi, Millî Mücâdele sı­
rasında da çeteler çok yararlı hizmetler görmüşlerdir. Daha
önce de söylediğimiz üzere, İstanbul'un işgâl için gelen düş­
manlara kesinlikle karşı konulmamasım, zira onların mü­
tarekenin 7. maddesine göre geldiklerinin bildirdiği dönem­
88
lerde düşmanla mücâdeleyi çeteler üstlenmişlerdir. Böylece
Çerkeş Ethem veya Demirci Mehmet Efe, «Kuvayı Seyyare»
veya «Umum Cephe» kumandanlığı gibi büyük ünvanlar da
almışlardı.
23 Nisan 1920’den sonra ise durum tamamen değişmiş­
tir. Askerî birlikler için çekinilecek bir durum olmayıp, An­
kara'da yetkili bir üst makam bulunmaktadır. Daha da önem­
lisi, o zamana kadar çete reislerinin yanında ikinci plânda ka­
lan subaylar, şimdi birden ön plâna çıkmışlardır. Ankara’nın
esas kabul ettiği, elbette Çerkeş Ethem veya Demirci Efe gi­
bileri değil, öteki subaylar olacaklardı.
Şimdiye kadar başarılı hizmetleri olan çeteleri, bu du­
rumda devam ettirmek yolunda bazı düşünceler de vardı. Ali
Fuat Paşa’mn, Millî Mücâdele'nin başlarındaki olumlu katkı­
larından dolayı, çetelerin hakkım gözetmek yolunda düşün­
celeri olduğu bilinmektedir. Ancak kesinlikle bir gerçek or­
taya çıkmıştır ki, çeteler düzenli bir cephe savaşı veremezler.
O halde çetelerin yapacağı işler bitmiştir ve düzenli birlikle­
rin şartlarına tâbi olmaları gerekir. Çetelerin mevcut durum­
larını ve haysiyetlerini korumak üzere bir çözüm yolu olarak
«Yeşil ordu» fikri ortaya atılmıştır. Önceleri efsânevî gibi gö­
rünen bu kuruluşta, çete ve ordu mensupları eriyecek, bir sü­
re için rütbesiz bir teşkilât olacaktı. Ancak şartların buna el­
verişsiz olduğunu bilen Mustafa Kemal ve arkadaşları, bu yo­
lu denemekte yarar görmediler. Askerî alanda tam bir emir komuta zincirinin kurulması gerekiyordu.
O zamana kadar etkili bir askerî ve siyâsî güce sahip olan
Çerkeş Ethem için yeni dönem hiç de elverişli görünmüyordu.
Bu sebepledir ki, hemen aynı durumda olan Demirci M. Efe
ile anlaşıp, bazı hareketlere girişmek istedi. Bunlar önlene­
rek, kendisinin Batı, Demirci M. Efe’nin de Güney Cephesi
komutanı emrine girmeleri istendi. Ancak bunu kabul etmek
89
istemeyen Ethem’in davranışları isyân olarak kabul edilmiş­
tir. Ethem, üzerine gönderilen ordu birlikleri ile savaşmış,
gerileyerek Yunan hatlarına dayanmıştır* Ethem, 1921 yılının
ilk günlerinde Gediz civarında Yunan hatlarına geçmiştir.
Ethem’in yanındaki çetecilerin çok büyük kısmı, onu ta ­
kip etmeyerek geriden gelen ordu birliklerine teslim oldular.
Bu arada, bir kısım çeteler Yunan hatları gerisine geçtiler.
Lâkin onlar Çerkeş Ethem gibi Yunanlılarla işbirliği yapma­
yıp, aksine çete savaşlarını orada sürdürdüler. Yunanlılara
büyük kayıplar verdiren bu çetecilerden Parti Pehlivan’m adı­
nı anmak gerekir.
Güney Cephesinde Miralay Refet Bey, Demirci M. E feyi
etkisiz kılmakla görevliydi. Refet Bey, Demirci'ye karşı ha­
rekete geçince, Demirci M. Efe, Toros dağlarına kaçtı. Onun
kızanları da ordu saflarına katıldılar. Bir süre sonra teslim
olan Demirci, gösterilen bir köyde çetecilik yapmaksızın otur­
du.
1920
sonlarında, Millî Mücâdele’de silâhlı kuvvetler, önem­
li bir yapı değişikliğine sahne olmuştur. Düşmanla mücâde­
lede Kuvayı Milliye artik devrini bitirmiştir. Bundan sonra
savaşı, cephe komutanlıklarının emrinde emir-komuta zinciri
içinde teşkilâtlanan Türk ordusu yürütecektir. Çetelerin de
elbette bu mücâdelede bir yeri vardı; ancak onlar komutan­
ların emrinde ve onların uygun buldukları yerlerde görev ya­
pacaklardır. Nitekim sonraki dönemde de çeteler çok faydalı
işler yaptılar ki, Parti Pehlivan’dan gayri Demirci Akıncıları
da sayılabilir.
Türk ordusunun, 1921 başlarından itibâren giriştiği sa­
vaşlardaki başarısında, bu yeni değişikliğin payı büyüktür.
Sözünü ettiğimiz değişme, en çok Batı Cephesinde görülmüş­
tür. Ermeni tehdidinin eskiden beri güçlü olduğu Doğu Cep­
hesinde ordu, her zaman etkisini ve gücünü devam ettirmiştir.
90
3.
Doğu Cephesi H arekâtı :
Rusların 1877-78 savaşı sonunda Berlin anlaşması ile ele
geçirdikleri Kars yöresi, 1917 ihtilâlinden sonra geri alınmış,
halk oylaması ile Türkiye'ye katılmıştı. Ancak Mondros Mü­
tarekesi ile Türk ordusu 1914 sınırı gerisine çekilince, bir
süre mahallî bir Türk devleti kurulmuş, lâkin sonra İngilizlerin askerî müdahalesi ile yöre Ermenilerin eline geçmiştir.
Eraıeniler Erzurum yöresine de göz dikmiş olduklarından,
Osmanlı hükümeti yörede çok dikkatli bir siyâset izlemek zo­
runda idi. Bu yüzden Erzurum’daki kolorduya büyük önem
veriliyordu.
23 Nisan 1920’de Ankara’da yeni idare kurulunca Kars
yöresinin kurtarılması da gündeme gelmiştir. Hele Sevr an­
laşması ile Erzurum yöresinin de Ermenilere verilmesi yö­
redeki duruma müdahale edilmesini gerekli kılmıştır. Şark
Cephesi komutanı Kâzım Karabekir Paşa, askerî harekât için
hemen izin istemişse de, ancak Kafkaslardaki siyâsî şartların
olgunlaştığı ve kışm da yaklaştığı 20 eylül tarihinde müsaade
edildi. Kâzım Karabekir Paşa, ustaca davranarak, önce Er­
menilerin saldırılarına imkân tanımış, daha sonra bu saldı­
rılara cevap olmak üzere 28 eylülde askerî harekâta girişmiş­
tir. 29 eylülde Türk birlikleri Sarıkamış’ı aldı ve Selim hat­
tında bir süre beklediler. Ekim ayının ikinci yarısında Kars’ı
hedef alan harekât başladı. 30 Ekim 1920’de Kars yeniden
Türk bayrağına kavuştu. İlerlemeye devam eden Karabekir
Paşa 7 kasımda Gümrü’yü «sulh rehinesi» olarak ele geçir­
di. Ermeniler daha sonra 17 kasımda mütarekeyi kabul et­
mişler ve 2 aralıkta da Gümrü anlaşması imzalanmıştır. Bu
anlaşma ile Türkiye’nin şimdiki sınırları kabul edilmiştir. Bir
süre sonra bu sınırlar 16 Mart 1921 Moskova anlaşması ile de
teyid edilmiştir.
91
Artvin-Ardahan dolaylan, Gürcistan’ın elinde bulunuyor­
du. Gürcüler, kuzeyden gejien Sovyetlerin de tehdidi altında
idiler. Kâzım Karabekir 1921 şubatının 19'unda bir ültima­
tom vererek Ardahan ve Artvin’in boşaltılmasını istedi. Türk
kuvvetleri boşaltılan bu yerlere 23 şubatta girdiler. Hattâ
11 mart tarihinde Batum da alınmışsa da Moskova anlaşma'
sıyla Batum Sovyetlere bırakıldığından 28 martta tahliye
edilmiştir.
Kafkaslardaki idârelerin Sovyetleşmesi üzerine eski an­
laşmaların yerini tutmak üzere yeni idârelerle 13 Ekim 1921’
de Kars anlaşması imzalandı. Bu anlaşma, eski anlaşmaların
aynı idi. Böylece Türkiye’nin doğudaki sınırları, Türk men­
faatine en uygun biçimde tespit edilmiş oluyordu. Doğuda gü­
venlik sağladıktan sonradır ki, bir kısım birlikler Batı Cephe­
sine Yunanlılara karşı gönderilmeye başlanmıştır.
4.
B atı Cephesi H arekâtı :
Batı Cephesi 1920 haziranında kurulmuş ancak 12 ha­
ziranda başlayan Yunan saldırısına karşı etkili bir direniş
gösterilememişti. 1920 sonlarında Kuvayı Milliye’nin yerine
düzenli birlikler almış gerek iç, gerekse dış şartlar bir hayli
değişmiştir. Çünkü 1920 sonlarında sadece İstanbul’daki idâre
Ankara'ya karşı hoşgörülü olmakla kalmamış, Yunanistan'da
da önemli değişmeler gerçekleşmiştir. Yunanistan'daki deği­
şiklik, Yunanlılann askerî bakımdan daha faal olmalarıyla
sonuçlanmıştır.
Batı Cephesi, kasım 1920’de güney diye ayn bir cepheye
bölünmüşse de, Güney Cephesi olaylarını da bu başlık altında
vermek daha doğrudur. Çünkü nasıl olsa cephe, bir süre son­
ra tekrar birleşecektir.
92
a)
İnönü Savaşları :
Yunanlılar bir kısım Türk birliklerinin Çerkeş Ethem’in
ardında olmasından yararlanmak isteyip Bursa’daki üslerin­
den İnegöl-Pazarcık yolu ile ilerlediler (6.1.1921). Yunan bir­
likleri İnönü civarında Türk kuvvetleriyle çatıştı ve muharebe
9-10 ocak tarihlerinde de devam etti. Türk mukavemeti kar­
şısında Yunanlılar 11 ocakta Bur sa y a çekilmek zorunda kal­
mışlardır.
Londra ve Moskova'da siyâsî temaslar devam ederken,
Yunanlılar mart sonlarında Batı’ ve Güney cephelerinde iler­
lemeye başladılar. 23 marttan itibaren hem Bursa'dan İnö­
nü, hem de Uşak’tan Afyon istikametine yürüyüşe geçtiler.
Türk birliklerinin tuttuğu İnönü mevzilerinde 27 martta baş­
layan muharebe, 29 ve 30 mart tarihlerinde de bütün şidde­
tiyle devam etti. Bu sırada Türk birlikleri buhranlı anlar da
yaşadılar. Ancak Yunanlılar Türk Cephesini sökemeyeceklerini
anlayıp 1 nisandan itibaren geri çekilmeye başladılar .Yunan
çekilişim haber alan Türk kuvvetleri de derhal Yunanlıları
takibe başlayarak, Bursa’ya kadar geri sürdü (II. İnönü: 23 31 mart).
Afyon istikametindeki Yunan saldırısı daha etkili olmuş­
tur. 28 martta Afyon’u alan Yunanlılar, Konya istikametinde
ilerlemeye devam ettiler. Fakat İnönü yöresindeki Yunan bir­
likleri geri çekildiğinden, arkaları tehlikeye düştüğü için bu­
radan da çekilmek zorunda kaldılar. Yunanlıları, yeni yerleş­
tikleri Dumlupmar mevzilerinden atmak için yapılan Türk
taarruzu ise netice vermedi (8-11 nisan).
Türk kuvvetleri, böylece Yunanlıların ileri harekât giri­
şimini durdurmayı başardılar. Bu savaşların bir sonucu, ikiye
ayrılmış olan Batı Cephesinin 5 Mayıs 1921’de yeniden İsmet
Paşa komutasında birleşmesidir.
93
b)
Kütahya - Eskişehir Muharebesi :
İnönü mevzilerinde durdurulan Yunanlılar, sonraki ay­
larda, kuvvetlerini her geçen gün artırmaya devam ettiler. Yu­
nanlıların taarruz hazırlıkları Türk tarafından da takip edili­
yordu. 10 temmuzda başlayan Yunan saldırısı, Fevzi Paşa’
mn beklediği, fakat Batı Cephesince yeterince tahkim edilme­
yen Türk sol kanadında Nasuhçal istikametine yönelmişti. 13
temmuzda Afyon düştü; 4. Tümen komutanı Nazım Bey, şe­
hit düşmesine rağmen Yunan ordusu durdurulamadı. 17 tem­
muzda Kütahya elden çıkınca, Eskişehir de boşaltıldı ve Türk
ordusu Eskişehir doğusuna çekildi. Yunanlılar Eskişehir’i 19
temmuzda işgâl etti.
Türk birlikleri, durumu düzeltmek için Eskişehir istika­
metinde Yunan sol kanadına taarruz etmişse de, başarılı ola­
mamıştır (21/25 temmuz). Bunun üzerine Türk ordusunun
daha fazla kayba uğramaması için Sakarya gerisine çekilmesi
kararlaştırıldı. Türk birlikleri, 25 temmuzdan itibaren, yeni
bir müdafaa hattı için gerekli düzeni almaya başladı.
Yunan ordusunun Türk birliklerini Sakarya gerisine çe­
kilmeye zorlaması, her yerde geniş yankılar uyandırdı. Özel­
likle Türkler arasında büyük üzüntü vardı. Ancak, askerî ye­
teneğini şimdilerde açık-seçik gösteren Fevzi Paşa’ya göre
«ilerleyen Yunanlılar adım adım mezarlarına yaklaşmakta idi­
ler». Fevzi Paşa'nm bu sözleri, TBMM üyelerini ve halkı kıs­
men teselli ediyordu. Yunanlılar ise çok daha büyük bir se­
vinç içinde idiler. Çünkü iyice hırpalanan Türk ordusunun ye­
ni bir saldırı ile dağıtılıp Ankara’ya girilmesini mümkün gö­
rüyorlardı.
c)
Sakarya Savaşı :
Türk ordusunun Sakarya gerisine çekilmek zorunda kal­
ması, TBMM’sini yeni tedbirler almaya yöneltti. Yunanlılara
94
karşı muktedir bir komutaya gerek görüldüğünden Mustafa
Kemal Başkomutan seçildi (5 Ağustos 1921). TBMM, bir kısım
yetkilerini de ona devretti, Böyleoe Mustafa Kemal, 9 Tem­
muz 1919 sabahı çıkardığı üniformasına yeniden kavuşmuştu.
Türk milleti, başkumandanının emrine uyarak, bütün varlığı
ile Sakarya gerisindeki hattı tahkim için çalışıyordu. Öte yan­
dan Doğu ve Güney cephesinden birçok birlik, hemen Sakar­
ya’ya doğru yola çıkarılmıştı. Hattâ cephenin öteki kısımla­
rında da zayıf örtme birlikleri bırakılıp, asıl müdafaa hattı
güçlendirildi. Bu arada Ankara’nın düşman eline geçmesi hâ­
linde, mücâdeleye gerektiğinde daha doğuda, Kayseri’de de­
vam için gerekli tedbirler de alındı.
Sakarya savaşında, Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’
nın yanında, üstün nitelikli bir asker daha vardır : Fevzi Paşa,
Mustafa Kemal Paşa’nm Sakarya'daki en önemli yardımcısı
olan Fevzi Paşa, Türk ordusunu, muhtemel Yunan saldırısına
karşı en uygun biçimde düzenlemişti. Mustafa Kemal Paşa,
hazırlıklar sırasında bir ara atından düşüp yaralanmıştır (12
ağustos). Ancak savaşı, bu halde de olsa, Ankara yakınların­
daki Alagöz köyündeki karargâhından idâre edecektir.
Yunan Kralı Konstantin, 15 ağustosta ordusuna «Anka­
ra’ya» emrini vererek harekete geçirdi. İlerleyen Yunan birlik­
leri, 23 ağustostan itibaren Türk kuvvetleriyle çatıştılar. Yu­
nanlılar taarruzlarında, önce, Kütahya-Eskişehir muharebe­
sinde olduğu gibi, Türk sol kanadına yönelip Türk ordusunu
çevirmek istediler. Ancak Türk ordusu bu ihtimâle göre ter­
tiplendiğinden Yunan harekâtı boşa çıktı. Türk ordusunu kuşatamayan Yunanlılar, bu defa cepheden yarma harekâtına gi­
riştiler. Türk savunma hattı bu sırada yer yer kırılmasına
rağmen, birlikler müsâit bir yerde derhal kendilerine çeki düzen verip karşı taarruza geçiyorlardı. Türk ordusu, vatanı
95
karış kanş savunuyordu; çünkü «hattı müdafaa yok sathı mü­
dafaa vardı ve o satıh bütün vatandı».
Günlerce devam eden Yunan taarruzu sonunda, Türk sa­
vunması bakımından önemli sayılan Çal dağı da düştü (30
ağustos). Ancak Fevzi Paşa’nm ön saflara giderek etkilediği
Türk birlikleri yerlerinden yine kopmadılar. Derhal yeni ted­
birlerle açılan gedik kapatıldı.
Yunanlılar bütün taarruzlarına rağmen netice alamayın­
ca, Türkleri yenemeyeceklerini anlamışlardı. 5 eylülden iti­
baren Yunan harekâtının yavaşlaması üzerine, Mustafa Ke­
mal Paşa, Türk sağ kanadından karşı taarruza karar verdi.
10 eylülde Duatepe'ye yapılan taarruz gelişince bütün cephe­
de Yunanlılar çekilmek zorunda kaldılar. Neticede 13. eylül­
de Sakarya’nın doğusu tamamen boşalmış, Yunanlılar taar­
ruz öncesi hatlarına dönmüşlerdi.
23
ağustos - 13 eylül tarihleri arasında 22 gün devam eden
Sakarya Meydan Muharebesi'ne Millî Mücâdele’nin en önemli
askerî olayı diye bakılabilir. Hattâ bu muharebe, Türk tari­
hinde de bir dönüm noktası olarak kabul edilebilir. Çünkü
yüzyıllardır devam eden Türk çekilişi, burada durdurulmuş,
bundan sonra Türk ordusu ilerlemeye başlamıştır. Sakaıya'
ya aynı zamanda ‘subay savaşı’ da denebilir; çünkü Sakaıya'
da pek çok Türk subayı şehit düşmüştür. Ancak Sakarya, Türk
subayına ve erine tam bir güven sağladı. Türk askeri, şimdi
biliyordu ki, başında bu komutanlar olunca kazanamayacağı
savaş, yenmeyeceği düşman yoktur.
Sakarya savaşının muzaffer Başkomutanı Mustafa Ke­
mal Paşa «Gazi» olmuş, askerî rütbe olarak da «müşir/mare­
şal »liği kazanmıştır.
Sakarya savaşı iç ve dış siyâset açısından da etkili olmuş­
tur. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’mn yenilgisi hâlinde
96
Anadolu’ya geçip idâreyi ele almak için Batum’da bekleyen En­
ver Paşa, zafer üzerine Orta Asya'ya gitti ve bir süre sonra
orada şehit düştü (4 Ağustos 1922).
Sakarya zaferi, dış siyâsette de olumlu sonuçlara yol aç­
tı. Anlaşmaya istekli, fakat kararsız görünen Fransa, bundan
sonra barış için beklememiş, Ankara ile meselelerini çözüm­
leyen Ankara İtilafnâmesini imzalamıştır (21 Ekim 1921).
Sakarya zaferinin devamım da sağlamak üzere, 14/15 ey­
lül geçesi seferberlik ilân edildi. Türk taarruzuna sonraki
günlerde devam edildi. Lâkin Yunanlıları yeni savunma hat­
larından sökmek mümkün olmayınca, kesin netice almak içiri
bir süre hazırlık yapmak gereği ortaya çıktı.
ç)
Büyük Taarruz ve Mütareke :
1921-22 kışında, Türk ordusu, bütün ağırlığım Batı Cep­
hesine vermişti. Batı Cephesindeki birlikler, iki ordu hâlinde
düzenlendi. Mütarekede îngilizlere karşı direnmek istedikle­
rinden Malta’ya sürülen Cihan Harbi'nin iki namlı ordu komu-'
tanı dönmüşlerdi. Böylece Ali İhsan (Sabis) I, Yakup Şevki
(Sübaşı)’de II. Ordu komutanı oldular (kasım 1922). İsmet
Paşa ise, Garp Cephesi orduları komutanı idi (kurmay başka­
nı Asım-Gündüz-). Öteki cephelerdeki birlikler de batı cephe­
sini takviye için görevli idiler.
1921
sonu ile 26 Ağustos 1922 arasında önemli bir çatış­
ma olmadı. Bu zaman içinde Türk ordusu, durmaksızın eği­
timle meşgûl oluyor, son ve kesin taarruza hazırlanıyordu.
Bazen taarruza karar veriliyor, lâkin kış şartları sebebiyle
tatbik, edilmiyordu. Bütün biji arada siyâsî temaslar da eksik
olmuyordu.
I.
Ordunun namlı komutanı Ali İhsan Paşa, cephe komu­
tam İsmet Paşa ile anlaşamayıp ayrılınca, 29.VI.1922'de yeri­
97
ne Nureddin Paşa tâyin edildi. 1922 yılı ağustos ayı başların­
da, orduya son hazırlıklarını yapması için haber verildi. Ta­
arruzun asıl yükünü taşıyacak olan güneydeki I. Orduyu tak­
viye için II. Ordunun bir kısım birlikleri güneye kaydırıldı.
Ancak bütün bu işler ,tam bir gizlilik içinde gerçekleştirildi.
Türk ordusu, 26 ağustos sabahı bütün cephe boyunca ta­
arruza geçti. Taarruz plânı gereğince büyük kuvvetler Afyon’
un güneyinden harekete geçip düşman hatlarını yaracaktı.
Zayıf düşen Kocaeli grubu (komutanı Deli Halit Paşa) ile II.
Ordu birlikleri kuzeyde düşmanı ancak oyalayacaklardı. Sa­
yıca da üstün hâle gelen I. Ordu birlikleri, süvari kolordusu­
nun da yardımıyla düşman hatlarını yardı. Özellikle düşman
hatları gerisinde faaliyet gösteren Türk süvarileri onlarda bü­
yük şaşkınlık yaratmıştı. Dumlupmar'a doğru çekilen bir kı­
sım düşman birlikleri, 30 ağustosta Başkumandanlık sava­
şıyla bozguna uğratıldı. Çok geçmeden, muharebe sırasında
Yunan başkomutanlığına getirilen General Trikopis esir düş­
tü.
Yunan ordusu, bundan sonra İzmir’e doğru hızla çekil­
meye başladı. Kaçarken birçok Türk kasaba ve köyünü de
ateşe verdi. Yunanlıları takip eden Türk ordusu 9 eylülde İz­
mir’e girdi .Urla yarımadasındaki harekâtın sonunda da 16
eylülde Çeşme’ye kadar ulaştı. Bütün bu arada Eskişehir yö­
resindeki II. Ordunun harekâtı, zayıf düştüğünden ağır gidi­
yordu. Bursa ancak 11 eylül akşamı Türk ordusuna kavuş­
muştur. Yöredeki Türk çeteleri de, Yunanlıları takip hareke­
tine katılmışlardır. Bandırma’dan çekilebilen son Yunan bir­
liklerinin dışında 18 eylülde Anadolu’da harp esirlerinin dı­
şında Yunan askeri kalmamıştı.
M udanya M ütarekesi: Türk ordusu, Yunanlıları kısa za­
manda dağıtıp Adalar Denizi kıyılarına ulaşınca yeni bir du­
rum ortaya çıkmıştı. Kuzeyde, Çanakkale yöresine giden bazı
98
Türk birlikleri, burada Boğaz'ı örten İngiliz birlikleri ile kar­
şı karşıya geldiler. Türklerle İngilizler savaş durumunda ol­
madığından bu konuda dikkatli davranılması gerekiyordu.
Türk ordusunun, kazandığı başarılarla yoluna devam et­
mesi olağan gibi görünüyordu. Ancak güçlü İngiliz donanma­
sının Boğazları tutması, bu konuda dikkatli olunmasına yol
açtı. Trakya’ya Türk ordusunun geçmesi, hele ağır teçhizat
ve topların nakli, İngiliz harp gemileri sebebiyle mümkün gö­
rünmüyordu. Buna karşılık İngilizlcre, ancak Musul yöresin­
de başarılı bir harekât yapılabilirdi. Nitekim hemen bir kı­
sım Türk birlikleri, o yöne yola çıkarıldı. Trakya için şartlar­
da anlaşılırsa mütareke yapılabilirdi. Her iki taraf da, anlaş­
mak istiyordu.
Mudanya’da 3 ekimde başlayan mütareke görüşmelerine,.
İsmet Paşa delege olarak katıldı. Türk tarafı için temel istek,
Trakya’nın boşaltılması idi. Nasıl olsa Anadolu’da savaş fii­
len bitmişti.; 11 ekimde imzalanan M udanya M ütarekesi'
göre Türklerle Yunanlılar arasındaki silâhlı mücâdele bitm iş­
tir. Doğu Trakya boşaltılacak, bu arada İstanbul’un idâresi
de Ankara hükümetine bırakılacaktır. Ancak, İstanbul’daki
İngiliz ve müttefiklerinin askerî birlikleri, barışın imzasına
kadar kalabileceklerdir.
Mudanya Mütarekesi ile Trakya, Türk idaresine geri ve­
riliyordu. Bu arada Ankara hükümeti, İstanbul ve Trakya’yı
teslim almak üzere Refet Paşa’yı gönderdi. 19 ekimde İstan­
bul’a varan Refet Paşa, 31 ekimde Çorlu'dan başlayarak
TBMM idâresini kurmaya başladı. Kasım ayı sonunda, bütün
Trakya'da Ankara idâresi hâkim olmuştur.
TBMM, İstanbul’daki idârenin sona erdiğini de kararlaş­
tırdı. 1 Kasım 1922'de saltanatla hilâfeti ayırıp, saltanatı kai­
lindi. Padişah Vahideddin, bu vaziyette sadece 'halife' olarak
99
kabul ediliyordu. İstanbul’da sadrazam bulunan Tevfik Paşa,
4 kasım gününden itibâren makamına gitmeyerek bu kararı
kabul etti. İstanbul’da da idâre Ankara hükümetinin kontro­
lüne geçmiş oldu.
6 Kasım 1922'de Millî Mücâdeleye karşı çıkan gazeteci ve
siyâset adamı Ali Kemal, yakalanarak İzm it’e götürüldü ve
orada öldürüldü. Bu olay halife olan Vahideddin'i etkilemiş
olmalı ki, o da can güvenliğinin kalmadığını belirtip, 17 ka­
sımda İngilizlere sığınarak İstanbul’dan ayrıldı. TBMM, bu­
nun üzerine Veliahd Abdülmecid Efendi’yi «halife» olarak seç­
ti (18 kasım). Abdülmecid Efendi’nin halifeliği ise, 3 Mart
1924 tarihine kadar devam edecektir.
5.
Barış : Lozan :■
Millî Mücâdele’nin sonunda, Mondros Mütarekesi’nin ba­
rışı sayılan Sevr, kesinlikle geçersiz hâle gelmişti. Gerçi Sevr,
hiçbir zaman yürürlüğe de girmedi. Bu arada, 1920 başların­
da İstanbul’da toplanan Meclis-i Mebusan, kabul ve ilân et­
tiği Misak-ı Millî ile, Türk devletinin gelecekteki siyâsetinin
esaslarım da belirlemişti. Misak-ı M illîye göre, ■ çoğunluğu
Arap olan yöreler, geleceklerini kendileri tâyin edebilecek­
lerdir. Asıl kavga Türklerin oturdukları sahalarda Türklerin
varlık ve haklarının tanınması için olmuştu.
Anadolu’daki Türk varlığının askerî bir zaferle kendini
kanıtlaması üzerine, Cihan Harbi’nin galipleri, yeni bir barış
anlaşmasının gerekliliğine inanmışlardı. Osmanlı Devletinin
meselelerinin 1922’deki durumun ışığında çözülmesi gerekiyor­
du. Bunun için İstanbul ve Ankara barış görüşmelerine çağ­
rılmış ise de, TBMM, 1. kasımda İstanbul hükümetini kaldır­
dığı için Lozan’a sadece Ankara’nın temsilcileri gidecektir.
Lozan’da barış görüşmelerine 13 basımda başlanacaktı. Türk
100
tarafı barışı arzuluyordu ve bunun için de bir kısım askerî
birliklerini terhis edip iyi niyetini göstermiştir.
TBMM hükümeti, Lozan konferansı için, 26 ekimde Ha­
riciye vekili olan İsmet Paşa’yı başmurahhas seçti. Öteki iki
delege Dr. Rıza Nur ile Haşan (Saka) beyler idi. Ayrıca çe­
şitli sahalarda kalabalık bir uzmanlar heyeti (aralarında Miinir/Ertegün Bey dikkati çeker) de çalışmalarda yardımcı ola­
caktı. Konferans, daha geç, 20 kasımda çalışmalarına başladı.
Lozan'da 600 yıllık Osmanlı Devleti’nin mirası söz konu­
su olduğundan taraflar arasındaki münakaşalar hayli sert ge­
çiyordu. Türk delegeleri, her konuda haklan açık bir biçimde
savunuyorlardı. Ancak büyük anlaşmazlıkların çözümü müm­
kün olmuyordu; hattâ çalışmalar birara çıkmaza girdi ve 4
Şubat 1923'te müzâkereler kesildi. Yeni bir savaş hâlinde,
Türkiye ,gerekli tedbirlerini almakla birlikte, müzâkerelere
açık olduğunu da belirtiyordu/- Sonunda görüşmeler 23. ni­
sanda yeniden başladı. Meselelerin çoğu daha önceden çö­
zülmüş olduğundan, bu defa müzâkereler daha kolaylıkla iler­
ledi ve 24 Temmuz 1923’de Lozan barışı imzalandı.
Lozan anlaşması ile, herşeyden önce Türkiye’nin yeni sı­
nırlan belirlenmiştir. Batı Trakya’da 1914 sınırları da kabul
edilemediği; Karağaç dışında 1915 yılı sınırları esas kabul edil­
di. Sovyetlerle sınır daha önceden çözümlenmişti; İran ile de
sınır meselesi yoktu. En şiddetli tartışmalar Irak ile olan sı­
nırda oldu. Türk tarafı, gerelc halkın isteği, gerekse mütare­
ke sırasındaki durum dolayısıyla Musul için ısrar etti. Ancak
İngilizler de bu konuda kesin kararlı idiler. Neticede bu an­
laşmazlık Lozan’ın çerçevesinden çıkarıldı (5 Haziran 1926’da
şimdiki sınırlar belirlendi). Suriye ile olan sınır, Ankara itilafnâmesi ile çözümlenmişti; o günün şartlarına göre başarı­
lı, fakat 1923 için yetersiz olmakla birlikte bu sınır, İskende­
run yöresine ayrıcalıklar verilmek şartı ile kabul edildi.
101
Sovyetleri, İngilizleri ve Akdeniz devletlerini ilgilendiren
Boğazlar, askerden arındırılmış hâle kondu. Çanakkale boğa­
zının savunulması için gerekli İmroz ve Bozcaada Türkiye’ye
verildi.
AvrupalIların yüzlerce yıldan beri alagelmiş oldukları çe­
şitli hak ve imtiyazlar kaldırıldı. Ancak özel şartlar gerekti­
ren bazı ayrıcalıklara ses edilmedi. Bu arada gümrük tarife­
lerinin birden değişmesi, buhran yaratacağından 1929'a kadar
bir geçiş dönemi öngörüldü. Dış borçların ödenmesinde esas
olarak, borç alındığı sıradaki ülke toprakları kabul edildi.
Borçlar, ayrılan öteki devletlere de yüklenecekti.
Lozan’daki bir önemli husus, nüfus mübadelesidir. Yu­
nanistan'daki Türkler ile Türkiye’deki Rumlar mübadele edil­
diler. İstanbul haricinde Rumlar gidip, Batı Trakya dışındaki
Türkler ülkeye geldiler. Böylece her iki taraftan bir milyona
yakın insan yer değiştirmiş oldu. Ülkeye gelen Türkler, Rum­
ların bırakmış olduğu yerlere yerleştirildiler.
Lozan barışının imzalanmasından sonra, İstanbul, 2 Ekim
1923’te tahliye edildi. Daha sonra 6 Ekim 1923’te Türk or­
dusu İstanbul’a girdi.
Sonuç olarak Lozan, Türk devletinin yerini, sınırlarını
milletlerarasmda belirleyen en önemli anlaşmadır .Bir kısım
özellikleri, 1923’ün şartları olarak kabul edilmelidir. Sonraki
yıllarda bu şartlar ,mesela Musul meselesinde olumsuz, fakat
İskenderun meselesinde olumlu bir biçimde düzeltilmişlerdir.
Aynı, şekilde Kıbrıs’taki şartlar da günümüz esaslarında de­
ğişmek yolundadır- Kısacası Lozan, o devrin eseri olmayan
bazı olumsuz yönleri olmakla birlikte, başarılı bir anlaşmadır.
102
6.
C um huriyet’in ilâ m : 29 E kin i 1923 :
Millî Mücâ dele’nin başlangıcında, hele 23 Nisan İ920'de
doğrudan padişahı hedef alan bir eğilim söz konusu değildi.
Ankara, padişaha karşı saygılı, hele padişahlık makamına
davranışlarında titiz olmasına rağmen, padişahtan olumlu bir
yaklaşım görememişti. Ankara, durumunu güçlendirmek için
veliahdı Ankara'ya davet etmiş, ancak Veliahd Abdülmecid
Efendi, bu davete icabet etmemiştir. Bunun üzerine Ankara’
da, Osmanlı hanedanına karşı .açık bir soğukluk ortaya çık­
tı. Türk Devleti’nin. bundan sonraki hayatında, Osmanlı hane­
danının yeri tartışılır oldu ve olumsuz eğilim gittikçe gelişti.
Hele, Halife Vahideddin’in tııgilizlere sığınması, Cumhuriyet
fikrini daha da güçlendirdi. .1923 yazında, Ankara’da Cumhuriyet'e doğru kesin bir gidiş seziliyordu. Aslında bu durum,
birkaç senedir devam edip gelen tabiî bir gelişmenin sonucu
idi.
Millî Mücâdele’nin muktedir ve başarılı önderi Gazi Mus­
tafa Kemal Paşa, açıkça bütün herşeyi ile ortada olan halk
idaresi, yâni Cumhuriyet’in resmileştirilmesinin vaktini bek­
liyordu. Ekim ayı sonlarında çıkan hükümet buhranı, siyâsî
bakımdan da durumu olgunlaştırmıştı. Nihayet 29 Ekim 1923
günü, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulan kanun teklifi
oy birliği ile kabul edilerek C u m h u r i y e t ilân edildi.
Millî Mücâdele’nin muzaffer önderi Gazi Mustâfa Kemal Pa­
şa, «Cumhuriyet» idâresine kavuşan Türk Devleti’nin ilk
Reis-i Cum hur (Cumhurbaşkanı)’u seçildi.
29 Ekim 1923 sonrası, sonsuza kadar devam edecek yeni
bir dönemin de başlangıcıdır. Bu yeni dönemi, öncesi ile bir
arada görmek kanaatimizce yerinde olmadığından Millî Mü­
câdeleyi burada kesiyoruz. Yeni dönem, kendi şartları içinde
ayrıca ve değişik bir yaklaşımla incelenmelidir.
103
SON SÖZ YERİNE
29
Ekim 1923’te, Cumhuriyetin ilâm, geçmişi tarihin de­
rinliklerine kadar ulaşan Türk Devleti’nin tarihinde, yepyeni
bir dönemi de işaret etm ektedir.,Çünkü, XI. yüzyılda Anado­
lu'da kökleşen yeni Türk Devleti, bir süre Selçuklu, çok uzun
bir süre de Osmanlı hanedanlarının idâresinde varlığını şe­
refle sürdürmüştü. .XX. yüzyılın başlarındaki olaylar, bu Türk
Devleti'nin varlığım büyük ölçüde tehdit etmişse de, Millî
Mücâdele sonunda, Anadolu'daki Türklük, varlığını kesinlikle
dost-düşman herkese kanıtlamıştır.
Millî Mücâdele sonunda, Osmanlı Devleti’ne de ad veren
OsmanlI/hanedanı,' padişah, yâni devlet başkanı olmak özel­
liğini yitirmiştir. Devletin merkezi, Ankara’ya taşınmış, Gazi
Mustafa Kemal Paşa'nm Cumhurbaşkanlığı'nda Türk Devleti,
yeni döneminde yeni şartlarıyla varlığını devam ettirmeye
başlamıştır.
Cumhuriyet ile birlikte ülkede, demokratik bir dönem de
başlıyordu. Millî Mücâdele'nin önde gelen askerî önderlerin­
den Kâzım Karabekir ve Ali Fuat (Cebesoy) paşalar, kurduk­
ları Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile, ülkenin gelişme­
sine katkıda bulunmak istediler. Ancak iç çekişmeler ve isyânlar, bu demokratik dönemin kısa sürmesine yol açtı. Sözü
edilen askerler, geri plâna itildiler.
104
1924’ten sonra hilâfetin kaldırılması ve Teşkilât-ı Esasiye
Kanununun da etkisiyle apayrı gelişmeler ve inkilâplar et­
kili oldu. Ülkenin ileri gitmesi, geçmiş dönemdeki olumsuz­
lukların yeniden görülmemesi için çabalar gösterildi.
1938 yılı 10 kasımında Atatürk vefat etti ve yerine İsmet
İnönü, 2. Cumhurbaşkanı seçildi. 1939-45 arasındaki II. Cihan
Harbi’ne Türkiye girmedi. Savaş sonunda ülkede yeniden de­
mokratik hayat başladı. Yeni siyâsî partilerin katılmasıyla
yapılan 1946 seçimlerinden sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde çok partili hayat başladı.
14 Mayıs 1950’deki tek dereceli seçimler, ülkede apayrı
bir gelişmenin başlangıcı sayılabilir. Yeni Meclis, Celâl Bayar’ı 3. Cumhurbaşkanı seçti. 1958’den sonra iç sıkıntı ve çe­
kişmelerin artmasıyla 27 Mayıs 1960’da bir askerî müdahale
yapıldı. İktidardaki demokrat parti milletvekilleri tevkif
edildiler; anayasa yenilendi (1961) ve eski Başbakan Adnan
Menderes idam edildi. Seçimlerde hiçbir parti çoğunluk ka­
zanamadı; ancak 1965'te yeni kurulmuş (1961) Adalet Partisi
kazanmasına rağmen, 1968'den sonraki çekişmeler sebebiyle
12 Mart 1971’de Türk ordusu duruma yeniden müdahale etti.
Meclis çalışmalarına devam ederek, anayasa ve kânunlar is­
tenilen yönde değiştirildi. Ancak özellikle 1977’den sonra kar­
gaşalık ve hayat pahalılığının da etkisiyle olaylar, olağandışı
boyutlara ulaşmıştır. Bu duruma sık değişen iktidarlar da
çare bulamayınca, Türk Silâhlı Kuvvetleri, 12 Eylül 1980'de
duruma yeniden müdahale ettiler. TBMM ve bütün siyâsî
partiler faaliyetten men edildiler. Anarşi durdurulduktan son­
ra, yeni bir anayasa hazırlandı ve 1982’de halkoyu ile kabul
edildi. Bunun üzerine çıkarılan kanunla yeni partiler kurul­
muş ve 1983’te yeni seçimler yapılmıştır. Bugün, Türkiye’de
demokratik hayat, hemen bütün kurumlan ile işlemektedir
105
1960 tarihinden sonra bir süre devlet başkanı olan Ce­
mal Gürsel 1961’de cumhurbaşkanı seçildi. Hastalanması üze­
rine 1966’da Cevdet Sunay, Türkiye’nin 5. Cumhurbaşkanı ol­
muştur. 1973 senesinde Fahri Korutürk 6. Cumhurbaşkanı se­
çildi. 1980 yılında 7. Cumhurbaşkanlığı için seçimlerin netice­
lenmemesi, 12 eylül müdahalesinin de sebepleri arasındadır.
Genelkurmay Başkanı Org. Kenan Evren, bir süre devlet baş­
kam olmuş, 1982’de halkoyu ile Türkiye Cumhuriyeti'nin 7.
Cumhurbaşkanı seçilmiştir.
Türkiye, 1923 sonrasında nüfus bakımından büyük bir
artış göstermiştir. 1923’lerin 12 milyonluk Türkiye’si, 1950’de
20, 1965’te 30, 1970'de 40, 1985’de ise 50 milyonu geçmiştir.
Bu büyük nüfus artışı, köylerin kalabalıklaşması, şehirlerin
de büyümesi ile gerçekleşmiştir. Şehirli nüfus, günümüzde ya­
rı yarıya ulaşmıştır.
Türkiye, geçmiş dönemle kıyas kabul etmez sanayi atı­
lından yapmıştır. Geçmiş dönemlerin, herşeyi dışardan alan
ve bekleyen düşüncesi kırılmış, Türk halkı, imalât bakımından
da kendisine güveni kazanmıştır.
Daha önce de dediğimiz gibi, 1923 sonrası siyâsî, sosyal
ve bunlardan da önemlisi İktisâdi gelişmeleri, ayrı bir açıdan
ele almak gereklidir. Bunu da ilerde yapacağız.
106
KONU İLE İLGİLİ BAZI ESERLER
Burada, 1900-1923 ile ilgili bütün kaynaklar değil, ancak
belli başlı ve değişik bakış açıları ile dikkati çekenlerden b a­
zıları alınmıştır. Bazılarının basımı çok defa yapılmış olup,
birisi söylenmiştir.
1.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk,
a.
A nafartalar M uharebâlm a A it Tarihçe, Ankara 1962.
b.
A nburnu M uharebeleri Raporu, Ankara 1968.
c.
A ta tü rk ’ün Hatıraları. (Hz. P. R„ Atay), Ankara 1965
ç.
A tatü rk’ün H atıra D efteri, (Hz. Ş. Tezer), Ankara 1972.
d.
A tatü rk’ün Söylev ve Demeçleri, I-V, Ankara 1959-72.
e.
Nutuk, (13. baskı, I-IIL İstanbul 1973).
2.
TC. Başbakanlık Osmanlı Arşiv Daire Başkanlığı, A tatürk ile İl­
gili Arşiv Belgeleri, Ankara 1982.
3.
Genel Kurmay Harp Tarihi Encümeni. Başkanlığı, A tatürk. İs­
tanbul 1939.
4.
Genel Kurmay Bşk., Harp Tarihi D. Başkanlığı,
Harbi, 6 cilt.
5.
Harp Tarihi Vesikası Dergisi,
6.
Heyet, A tatürk, (îslâm Ansiklopedisi),
7.
Heyet, Tarih, IV, Ankara 1934.
8.
V. Eldem, Osmanlı İm paratorluğu’nun İktisâdi Şartları Hakkında
Bir Tetkik, Ankara 1970.
Türk İstiklâl
107
9.
10.
İ. H. Danişm end, İzahlı OsmanlI Tarihi Kronolojisi, IV, İstan ­
bul 1972.
Y. Hikmtet Bayur. Türk İnkılâbı Tarihi, I-III, Ankara 1940-1967.
a.
A tatürk. Hayatı ve Eseri, Ankara 1963. (Atatürk’ün mayıs
1919’a kadar, olan hayatı için en iyi eser sayılabilir.
11.
N. Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Ankara 1973.
12.
O. N. Lermioğlu, Halkın İstem ediği İnkılâp : M eşrutiyet İstan­
bul 1976.
■
•
13.
Âhm ed Fehim BeyHn Hatıraları, (Efe. H. K. Alpman), İstanbul
1977.
14.
Ali Fuad Türkgeldi, Görüp İşittiklerim , Ankara 1951.
15.
F. .Armaoğlu, 20.. Yüzyıl Siyâsi Tarihi, 1914-1980, Ankara 1984.
16.
A. S. Bilge ve arkadaşları, O laylarla Türk Dış Politikası, Anka­
ra 1969.
17.
S. Akşin İstanbul Hükümetleri v e M illî Mücâdele, Ankara 1980
18.
G. Jaeschke, Türk Kurtuluş Savaşı K ronolojisi Ankara 1970.
19.
U. Kocatürk, A tatürk ve Türk D evrim i K ronolojisi, Ankara 1973.
20.
Halide Edib Adıvar. Türk’ün Ateşle İm tihanı, İstanbul 1962.
21.
Afet İnan,A tatürk H akkında H atıralar ve Belgeler, Ankara 1968.
22.
Sam et Ağaoğlu, K uvayı M illiye Ruhu,
a.
Ankara 1968.
Sam et Ağaoğlu, B abam ın Arkadaşları, İstanbul 1969.
23.
Fahreddin Atlay, On yıl Savaş ve Sonrası, İstanbul 1970.
24.
Sadık Atak, Bir K om u tandan Anılar: Orgeneral Yakup Şevki
Sübaşı Ankara 1977.
25.
Celal Bayar, Ben de Yazdım , I-VTI, İstanbul 1965.
26.
Tuncer Bay kara, Türk D evrim Tarihi, Ankara 1981.
27.
Yahya Kem al Beyatlı, Siyasî v e Edebî, Portreler, İştanbul 1968.
108
28.
Tevfik Bıyıklıoğlu, A ta tü rk Anadolu’da, Ankara 1959.
29.
Büjâk, Yunan Ordusunun Seferleri: 1918-22, İstanbul 1939.
30.
Ali Fuad Cebesoy,
a.
M illî Mücâdele H atıraları, İstanbul 1953.
b.
Moskova H atıraları İstanbul 1955.
c.
Siyasî H atıralar. I-II, İstanbul 1957-60.
ç.
Sınıf Arkadaşım, A tatürk, İstanbul 1967
31.
H. Muhiddin Çarıklı, Balıkesir ve Alaşehir Kongreleri ve Hacim
M uhiddin Çarıklı’n m K uvayı M illiye H atıraları, Ankara 1966.
32.
Çerkeş Ethem ’in H atıraları, İstanbul 1962.
33.
C. Erikan,Kurtuluş Savaşım ızın Tarihi, İstanbul 1971.
34.
H. Ertürk, İki D evrin Perde Arkası, İstanbul 1957.
35.
Asım Gündüz, Hatıralarım , (Dz. İ. Ilgar), İstanbul 1973.
30:
Şerif Güralp, İstiklâl Savaşım ızın İçyüzü İstanbul 1958.
37.
Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Anıları, (Hz. M. Baydar), İstan­
bul 1968.
:«!. İ. Odikut, Şehit M iralay Nazım Bey, İstanbul 1951.
:ü). İ. İnönü, İnönü’nün H atıraları, I, İstanbul 1969.
•K). M. Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne K adar A ta tü rk ’le Bera­
ber, Ankara 1968.
ll.
Kâzım Karabekir, İstik lâ l Harbimiz, İstanbul 1960.
i:i.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu,
:ı.
Gençlik ve Edebiyat H atıraları. Ankara 1969.
I). Politikada 45 yıl, Ankara 1968.
r>.
lif Tik Halid Karay, M inelbad İlelm ihrab, İstanbul 1964.
109
44.
Kem al Koçer, K urtuluş Savaşlarım ızda İstanbul, İstanbul 1946.
45.
İ. Hakkı Okday, Yanya*dan A nkara’ya, İstanbul 1975.
46.
Prens Andre, Felâkete Doğru, İstanbul 1932.
47.
Recep (Peker), Türk İnkılâbı Tarihi, Ankara 1935.
48.
Ali İhsan Sabis, Harp H atıralarım . I II, V, Ankara 1940, 41, 51.
49.
Yüzbaşı Selâhaddin’in R om anı (Hz. İ. Selçuk), 2 kitap, İstanbul
1975-76.
50.
Sabahaddin Selek, Anadolu İhtilâli, İstanbul 1981.
51.
Dido Sotiriyu, Benden Selam Söyle Anadolu’ya, İstanbul 1974.
52. Enver B. Şapolyo,
a.
K em al A tatü rk ve M illî Mücâdele Tarihi, Ankara 1944.
b.
K u vayı M illiye Tarihî, Ankara 1957.
53.
Yusuf Kem al Tengirşek, Vatan H izm etinde, İstanbul 1967..
54.
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Bir Lise Öğrencisinin M illî Mücâdele
•Anılan. İstanbul 1969.
55.
Ahmet Emin Yalman, Yakın Tarihte
diklerim , I, II, İstanbul 1970.
110
G ördüklerim ve
G eçir­
Çanakkale savaşı sırasında Miralay M ustafa Kemal
Mirliva M ustafa Kemal Paşa, Samsun'a hareketinderi 2 8 gün
ö n ce, "Fahrî Yaver-i Hazret-i Padişahî" üniform asıyla.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı M ustafa Kemal
<aaj
Ö
:3
H
a
O'
CK
•
&
cä
CÛ
K
3
s
3
V
M
■
MACARİSTAN
eo¿
óS,
tC
o
a>
o
c
:0
aa»
73
J3
13
=
S
c •
§
«* 1m *c3
c c I *>
Je _SJ* ä
ö
“âî
£
3
ctf
oc3
T
2
•c
£
tí
Sakarya Meydan Muharebesi
(23 Ağustos -13 Eylül 1921 )
G n ku r
As.T. v e S t r . E. Bşk.
Kroki
A bdüsselam Da.
Ankara
M ih s lıç ç fc
Çile Da.
-
yy
A ia gö z
■<?
K>s.
-
t: i *
.
C S î7 ^
^
i ' '
° P c i a li ı
Beylik
Ç a j^ tsğ t
Y ıld ız l
V0-1
Kü.Asy.'i
! §
&
"
/
rW u ^
.
na
SivdT. /%£
■/**&
'y*r>gı/Dağı
/
/
‘
0 ? İ R a ‘ !ı
U sunbe>-«-"tf
¡n <
j
Tâhtnfı £><*,,
ÖZEL İŞARETLER
Yu na n Birliklerinin T a a r r u z u
^ u n a n O r d u s u H a r e k a t Planı
İkinci S a v u n m a M evz ii
Olç£
Sakarya Savaşı
16
24 32,
---------1------- 1 km.
i
« il/ ' ■'!'
■
!
;
'¡V
• y i/
V ! > ' ' ,
L ' ’ î~ • : • ' ;
f
V ı
: c
t*sk——- .i . ,:\i •.. t*••
[f
,
4
r.
i
1923'lerde Türkiye (bk. Faik Sabrı, Türkiye Coğrafyası, 1 9 2 9 )
m-
Sevr’e göre Türkiye (Tarih, IV, Harita: 6)
Download