TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUKLUK ÇAĞI KANSERLERİNDE SERUM TRANSFORMING GROWTH FACTOR-β1 DÜZEYLERİNİN VE PROGNOZ AÇISINDAN ÖNEMİNİN BELİRLENMESİ Dr. Çağlar ÖDEK ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI ANABİLİM DALI TIPTA UZMANLIK TEZİ DANIŞMAN Prof. Dr. Gülsan YAVUZ ANKARA 2011 ÖNSÖZ Uzmanlık eğitimime başladığım günden itibaren beni her konuda destekleyen, bilgilerini ve deneyimlerini benden esirgemeyen çok değerli hocalarıma, Tez çalışmamın her aşamasında bilgi ve deneyimlerini benimle paylaşan, ideal bir bilimsel çalışma yapabilmek için ilerlemem gereken yolu gösteren, maddi ve manevi hiçbir desteğini esirgemeyen danışman hocam Prof. Dr. Gülsan YAVUZ’ a, Çalışmam boyunca yardımlarını esirgemeyen sayın hocalarım Prof. Dr. Emel ÜNAL ve Prof. Dr. Nurdan TAÇYILDIZ’ a, İhtiyaç duyduğum anda yanımda olan Yrd. Doç. Dr. Handan DİNÇASLAN ve Uzm. Dr. Derya ÖZYÖRÜK’ e, Tez çalışmamda gerekli olan sağlıklı çocukların örneklerinin sağlanması konusunda sayın hocam Prof. Dr. Emine SUSKAN’ a, Tez çalışmam için gerekli olan kan örneklerinin laboratuvar ortamında çalışılması konusunda desteğini eksik etmeyen sayın hocam Prof. Dr. Aydan İKİNCİOĞULLARI ve başta Deniz GÜLOĞLU olmak üzere tüm ekibine, Kan örneklerinin çalışmaya hazır hale getirilmesinde büyük emeği olan Hematoloji Laboratuvarı çalışanlarımız Ceyda GÜRMAN, Hafize GÖKÇE ve Sibel AYDOĞAN’ a, Sonuçlarımızın istatistiksel değerlendirmesindeki katkılarından dolayı Nazmiye KURŞUN’ a, Geride bıraktığım 4.5 yılın çok büyük bir kısmını birlikte geçirdiğim, çok sevdiğim uzman ve asistan arkadaşlarıma, Can dostlarım Dr. Esra PEKPAK, Dr. Gülsüm Kadıoğlu ŞİMŞEK, Dr. Simge KAYA ve Dr. Nilüfer Galip ÇELİK’ e, Bugünlerim için 28 yıldır emek veren ve herşeyimi borçlu olduğum aileme, SONSUZ TEŞEKKÜRLER Küçücük bedenleriyle, büyük acılara ve hastalıklara karşı koymaya çalışan çocuklarımızın, iyileşmelerine katkı sağlaması dileklerimle GÖZLERİNDEKİ IŞIK HİÇ SÖNMESİN Dr. Çağlar ii ÖDEK İÇİNDEKİLER Sayfa No: KABUL ve ONAY .........................................................................................i ÖNSÖZ ....................................................................................................... ii İÇİNDEKİLER ........................................................................................... .iii SİMGELER ve KISALTMALAR DİZİNİ........................................................v ŞEKİLLER DİZİNİ ................................................................................... .viii TABLOLAR DİZİNİ.................................................................................... .ix GRAFİKLER DİZİNİ .................................................................................. .xi 1. GİRİŞ ve AMAÇ .................................................................................... 1 2. GENEL BİLGİLER.................................................................................. 4 2.1. Çocukluk Çağı Kanserlerinde Epidemiyolojik Özellikler................ 4 2.2. Çocukluk Çağı Kanserlerinde Tanı ............................................... 5 2.3. Çocukluk Çağı Kanserlerinde Tedavi .......................................... .6 2.4. Kanser Tanı ve Tedavisindeki Yenilikler...................................... .7 2.4.1. Büyüme Faktörleri ve Kanser İlişkisi................................... 7 2.4.2. Büyüme Faktörleri ve Kanser Tanısındaki Yerleri............. 13 2.4.3. Büyüme Faktörleri ve Kanser Tedavisindeki Yerleri ......... 14 2.5. Transforming Growth Factor-β Ailesi ve Genel Özellikleri .......... 15 2.5.1. TGF-β ve Sinyal İletimi ..................................................... 16 2.5.2. TGF-β ve Hücre Döngüsünün Düzenlenmesi................... 19 2.5.3. TGF-β, Apopitozis ve Otofajinin Düzenlenmesi ................ 19 2.5.4. TGF-β, Yara İyileşmesi, Fibrozis ve Skar Gelişimi............ 20 2.5.5. TGF-β ve İmmün Sistem Üzerindeki Etkileri..................... 21 2.5.6. TGF-β ve Kanser Biyolojisindeki Rolü .............................. 23 2.5.7. Kanserde Prognoz Faktörü Olarak TGF-β........................ 24 2.5.8. TGF-β ve Kanser Tedavisinde Kullanımı.......................... 25 3. GEREÇ ve YÖNTEM.......................................................................... 29 3.1. Hasta ve Kontrol Gruplarının Oluşturulması .............................. .29 3.2. Örneklerin Toplanması ve Saklanması...................................... .30 iii 3.3. Yöntem ....................................................................................... 30 3.4. İstatistiksel Analiz ....................................................................... 31 4. BULGULAR ........................................................................................ 32 5. TARTIŞMA ......................................................................................... 51 5.1. Akut Lösemiler ve Serum TGF-β1 Düzeyleri Arasındaki İlişki .......................................................................... 52 5.2. Hodgkin Lenfoma, Hodgkin Dışı Lenfoma ve Serum TGFβ1 Düzeyleri Arasındaki İlişki...................................................... 54 5.3. Nöroblastoma ve Serum TGF-β1 Düzeyleri Arasındaki İlişki...... 55 5.4. Osteosarkom ve Serum TGF-β1 Düzeyleri Arasındaki İlişki....... 57 5.5. Ewing Sarkomu ve Serum TGF-β1 Düzeyleri Arasındaki İlişki ............................................................................................ 58 5.6. Rabdomyosarkom ve Serum TGF- β1 Düzeyleri Arasındaki İlişki ............................................................................................ 59 6. SONUÇLAR ....................................................................................... 60 7. ÖZET.................................................................................................. 64 8. SUMMARY ......................................................................................... 66 9. KAYNAKLAR...................................................................................... 68 iv SİMGELER ve KISALTMALAR DİZİNİ AD : Anabilim dalı ADP : Adenozin difosfat ALK : Activin receptor-like kinase (aktivin reseptör benzeri kinaz) ALL : Akut lenfositik lösemi AML : Akut myelositik lösemi ATP : Adenozin trifosfat AÜTF : Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi BD : Bilim dalı BL : Burkitt lenfoma BK : Beyaz küre BMP : Bone morphogenic protein (kemik morfojenik protein) BIM : Bcl-2 like protein (Bcl-2 benzeri protein) BCL : B-cell lymphoma protein (B hücreli lenfoma proteini) bFGF : Basic fibroblast growth factor (temel fibroblast büyüme faktörü) CSF : Colony stimulating factor (koloni uyarıcı faktör) CTGF : Connective tissue growth factor (bağ dokusu büyüme faktörü) CD : Cluster of differentiation Cdk : Cyclin dependent kinase (siklin bağımlı kinaz) CDC : Cell division control protein (hücre bölünmesi kontrol proteini) DAPK : Death associated protein kinase (ölüm ilişkili protein kinaz) DH : Dendritik hücre ES : Ewing sarkomu EGF : Epidermal growth factor (epidermal büyüme faktörü) ELISA : Enzym linked immunosorbent assay ERK : Extracellular signal regulator kinase (hücre dışı sinyal regülatör kinaz) ESH : Eritrosit sedimentasyon hızı v EBV : Epstein-Barr virüs EBNA : Epstein-Barr nuclear antigen (Epstein-Barr çekirdek antijeni) Foxp3 : Forkhead transcription factor-3 FAB : French-American-British sınıflaması GIST : Gastrointestinal stromal tümör GADD45β : Growth arrest and DNA damage inducible protein 45β (büyüme duraklaması ve DNA hasarı ile indüklenen protein) GATA-3 : T hücre spesifik transkripsiyon faktörü-3 GTPaz : Guanozin trifosfataz HDL : Hodgkin dışı lenfoma HL : Hodgkin lenfoma HDM : Hücre dışı matriks HGF : Hepatocyte growth factor (hepatosit büyüme faktörü) HTLV : Human T-cell lymphoma virus (insan T hücreli lösemi virüsü) HT : Histopatolojik tip Hb : Hemoglobin IGF : Insulin like growth factor (insülin benzeri büyüme faktörü) IL : İnterlökin IFN : İnterferon JNK : c-Jun N-terminal kinase KML : Kronik myelositik lösemi LAP : Latency associated protein (latens ilişkili protein) LTBP : Latent TGF-β binding protein (latent TGF-β bağlayan protein) LDH : Laktat dehidrogenaz LMP : Latent membran proteini mm : Milimetre ml : Mililitre µl : Mikrolitre MMP : Matriks metalloproteinazlar MAPK : Mitojenle aktive olan protein kinaz MC : Mix cellular (karma hücreli) vi NBL : Nöroblastom NGF : Neural growth factor (nöral büyüme faktörü) NRG : Nöroglin NK : Natural killer hücre NCOR-1 : Nuclear receptor co-repressor-1 NS : Nodüler sklerozan NSE : Nöron spesifik enolaz OS : Osteosarkom PDGF : Platelet derived growth factor (trombosit kaynaklı büyüme faktörü) PI3K : Fosfatidilinozitol-3 kinaz Plt : Trombosit pg : Pikogram PTPRK : Protein tyrosine phosphatase receptor kinase (protein tirozin fosfataz reseptör kinaz) RMS : Rabdomyosarkom RUNX : Runt-related transcription factor RORγt : Retinoic acid related orphan receptor rTGF-β : Remisyon TGF-β SSS : Santral sinir sistemi STAT : Signal transducer and activator of transcription (sinyal iletici ve transkripsiyon aktivatörü) sTL : Sitotoksik T lenfosit TGF-β : Transforming growth factor beta (transforme edici büyüme faktörü beta) Treg : Regülatuar T hücre Tbet : T box eksprese eden T hücresi Th : T helper hücresi t TGF-β : Tanıda TGF-β VEGF : Vascular endothelial growth factor (vasküler endoteliyal büyüme faktörü) vii ŞEKİLLER DİZİNİ Şekil 2.1. İnaktif tirozin kinaz reseptör sistemi ........................................ 9 Şekil 2.2. Aktif tirozin kinaz reseptör sistemi ........................................... 9 Şekil 2.3. Kanserin ilerlemesinde büyüme faktörlerinin rolü................. .11 Şekil 2.4. Konvansiyonel kanser tedavisi ve moleküler hedef tedavisi ........................................................................ 15 Şekil 2.5. TGF-β sinyal iletimi ............................................................... 18 Şekil 2.6. Th hücre dönüşümüne şematik bakış ................................... 22 Şekil 2.7. TGF-β’ nın immün sistem üzerindeki etkileri ......................... 22 Şekil 2.8. TGF-β’ nın farklı evrelerde tümör dokusu üzerine etkileri.................................................................................... 24 Şekil 2.9. TGF-β inhibisyon mekanizmaları .......................................... 26 viii TABLOLAR DİZİNİ Tablo 2.1. Uluslararası çocukluk çağı kanser sınıflaması (ICCC 1996) ................................................................................... .4 Tablo 2.2. Çocukluk çağı kanserlerinin, diğer çocukluk çağı hastalıklarıyla karışabilen belirti ve bulguları ........................ 6 Tablo 2.3. Bazı büyüme faktörleri, fizyolojik etkileri ve kanserdeki rolleri................................................................................... 12 Tablo 2.4. Yüksek TGF-β düzeylerinin kötü prognozla ilişkilendirildiği kanser türleri ............................................... 25 Tablo 4.1. Hasta grubunun yaş, cinsiyet ve tanı özellikleri .................. 33 Tablo 4.2. Kontrol grubunun yaş ve cinsiyet özellikleri ........................ 34 Tablo 4.3. Akut lösemi grubundaki hastaların demografik özellikleri, tanı bilgileri ve laboratuvar bulguları ................. 35 Tablo 4.4. Akut lösemi grubunda TGF-β1 düzeylerinin tanı, yaş cinsiyet, BK, Hb, Plt ve LDH düzeyleri ile ilişkisi................. 36 Tablo 4.5. HL grubundaki hastaların demografik özellikleri, tanı bilgileri ve laboratuvar bulguları ................................... 37 Tablo 4.6. HL grubunda TGF-β1 düzeylerinin histopatolojik tip, yaş, cinsiyet, evre, ESH ve LDH düzeyleri ile ilişkisi ......... .38 Tablo 4.7. HDL grubundaki hastaların demografik özellikleri, tanı bilgileri ve laboratuvar bulguları ................................... 39 Tablo 4.8. HDL grubunda TGF-β1 düzeylerinin histopatolojik tip, yaş, cinsiyet, evre, ESH ve LDH düzeyleri ile ilişkisi ......... .40 Tablo 4.9. NBL grubundaki hastaların demografik özellikleri, tanı bilgileri ve laboratuvar bulguları ................................... 41 Tablo 4.10. NBL grubunda TGF-β1 düzeylerinin yaş, cinsiyet, evre, ESH, LDH, NSE ve ferritin düzeyleri ile ilişkisi.................... 42 Tablo 4.11. OS grubundaki hastaların demografik özellikleri, tanı bilgileri ve laboratuvar bulguları .................................. .43 ix Tablo 4.12. OS grubunda TGF-β1 düzeylerinin yaş, cinsiyet, metastaz varlığı, ESH ve LDH düzeyleri ile ilişkisi.............. 44 Tablo 4.13. ES grubundaki hastaların demografik özellikleri, tanı bilgileri ve laboratuvar bulguları .................................. .45 Tablo 4.14. ES grubunda TGF-β1 düzeylerinin yaş, cinsiyet, evre, ESH ve LDH düzeyleri ile ilişkisi ............................... .46 Tablo 4.15. RMS grubundaki hastaların demografik özellikleri, tanı bilgileri ve laboratuvar bulguları .................................. .47 Tablo 4.16. RMS grubunda TGF-β1 düzeylerinin yaş, cinsiyet, evre, ESH ve LDH düzeyleri ile ilişkisi........................................ .48 Tablo 4.17. Akut lösemi, HL, HDL, solid kanserlerde TGF-β1düzeyleri 49 x GRAFİKLER DİZİNİ Grafik 4.1. Hastalıkların yüzde olarak dağılımı ................................... .32 Grafik 4.2. Hasta ve kontrol gruplarında cinsiyet dağılımı.................... 34 Grafik 4.3. Hasta ve kontrol gruplarında serum TGF-β1 düzeyleri (pg/ml)................................................................. 50 xi 1. GİRİŞ ve AMAÇ Çocuklarda kanser görülme sıklığı erişkinlere göre çok daha nadirdir ve tüm kanser olgularının %0.5-1’ i onbeş yaşından küçük çocuklarda ortaya çıkmaktadır. Gelişmiş ülkelerde çocukluk çağı kanser insidansı yılda yaklaşık yüzbinde 15-16 arasındadır (1). Ülkemizde her yıl 0-14 yaş grubunda 2.500-3.000 arasında yeni kanser vakasının görülmesi beklenmektedir (2). Çocukluk çağı kanserlerinde tedavi başarısı yüksektir ve çocuklarda beklenen yaşam süresi uzundur. Kanser tanısı almış çocuklarda 5 yıllık sağkalım oranı, geçtiğimiz son 25-30 yıl içerisinde tanı ve tedavideki yeniliklere bağlı olarak artmış ve son yıllarda %80’ i geçmiştir (3). Bu nedenle tanı mümkün olduğunca erken konulmalı ve tedaviye en kısa sürede başlanmalıdır. Son yıllarda yapılan çalışmalarda, bazı büyüme faktörlerinin kanser biyolojisinde etkin rol oynadığı, tümör dokusunda anjiyogenezin sağlanması, kanser hücresine karşı immün tolerans geliştirilmesi, invazyon ve metastazı kolaylaştırıcı etkileri ile hastalığın ilerlemesine neden oldukları saptanmıştır. Ayrıca büyüme faktörlerinin hastalığın prognozunu belirlemede kullanılabileceği, yüksek düzeylerinin daha kötü prognoz ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Vascular endothelial growth factor (VEGF), basic fibroblast growth factor (bFGF), transforming growth factor-β (TGF-β) bu büyüme faktörlerine örnek olarak verilebilir (4). Günümüzde daha etkin tedavi ve daha az yan etki sağlanması amacıyla “hedefe yönelik” tedavi çalışmalarına hızla devam edilmektedir. Kanser biyolojisindeki rolleri gün geçtikçe aydınlatılan büyüme faktörlerini inhibe eden moleküller geliştirilmekte, tedavide kullanılmaları konusunda çalışmalar yapılmaktadır (5). TGF-β da en çok araştırılan büyüme faktörlerinden olup, kontrolsüz hücre çoğalmasını engelleyici, apopitozisi uyarıcı ve genomik stabiliteyi 1 sağlayıcı etkilerinden dolayı hücre ve doku homeostazisinin sağlanmasında büyük önem taşır. Bu şekilde epitelyal, endotelyal ve hematopoetik hücreler üzerinde kanser gelişimini önleyici etki gösterir. Kanser hücrelerinde ise tam tersi yönde etki göstererek kanser hücrelerinin çoğalmasını, invazyon ve metastaz yapmasını kolaylaştırıcı yönde etki gösterir (6). Fizyolojik süreçlerde de rol alan TGF-β, embriyogenez, yara iyileşmesi, immün sistemin düzenlenmesi ve anjiyogenezde önem taşımaktadır. TGF-β’ nın serum düzeyleri, birçok kanser türünde yüksek düzeyde saptanmıştır. Meme kanseri, prostat kanseri, renal hücreli karsinom, pankreas kanseri, özefagus ve mide kanseri, kolorektal kanser, akciğer kanseri, Hodgkin dışı lenfoma (HDL) bu kanserlere örnek olarak verilebilir. Yapılan çalışmalarda yüksek serum ve doku düzeylerinin kötü prognoz ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. TGF-β blokajı yapan moleküllerin faz I-III çalışmaları devam etmekte ve gelecekte kanser tedavisinde kullanılmaları beklenmektedir (7). TGF-β ile ilgili literatürleri gözden geçirdiğimizde çalışmaların çok büyük bir bölümünün erişkinler üzerinde yapıldığını ve çoğunlukla TGF-β blokajı yapan moleküllerle ilgili olduklarını gördük. Çocukluk çağı kanserlerinde, tanıda ve remisyonda serum TGF-β düzeylerini belirleyen ve bunun prognoz açısından önemini araştıran bir çalışma henüz yapılmamıştır. Bizim bu çalışmayı yapmaktaki amacımız: 1. Çocukluk çağı kanserlerinde, tanıdaki serum TGF-β1 düzeylerini belirlemek 2. Sağlıklı kontrol grubu ile karşılaştırma yaparak, kanserli hastalarla aralarında farklılıklar olup olmadığını belirlemek 3. Kanserli hastalarda remisyon sağlandıktan sonra, serum TGF-β1 düzeylerini belirleyerek tanıdaki değerlerle karşılaştırmak 2 4. Tanıdaki ve remisyondaki serum TGF-β1 düzeylerini, kanserin türüne özgü diğer prognoz faktörleri ile karşılaştırarak, TGF-β1’ in prognoz açısından öneminin olup olmadığını belirlemek 5. Gelecekte tedavide kullanılması beklenen TGF-β blokörü moleküllerin çocukluk çağı kanserlerinde kullanımı konusunda fikir edinmektir. 3 2. GENEL BİLGİLER 2.1. Çocukluk Çağı Kanserlerinde Epidemiyolojik Özellikler Çocukluk çağı kanserleri çeşitli yönlerden erişkin kanserlerinden farklılıklar gösterir. Çocuklarda kanser erişkinlere göre çok daha az sıklıkta gözlenir ve tüm kanser olgularının %0.5-1’ i onbeş yaşından küçük çocuklarda görülür (1). Erişkinlerde epitelden köken alan karsinomlar sık gözlenirken, çocukluk çağında görülen kanserler histopatolojik olarak çeşitlilik gösterirler. Çocukluk çağı kanserleri, uluslararası çocuk kanserleri sınıflamasına göre 12 grupta incelenirler (Tablo 2.1) (8). Tablo 2.1. Uluslararası çocukluk çağı kanser sınıflaması (ICCC, 1996) 1. Lösemiler 2. Lenfomalar 3. Beyin ve spinal kanal tümörleri 4. Sempatik sistem tümörleri 5. Retinoblastoma 6. Böbrek tümörleri 7. Karaciğer tümörleri 8. Kemik tümörleri 9. Yumuşak doku sarkomları 10. Gonad ve germ hücreli tümörler 11. Epitelyal tümörler 12. Diğer malign neoplazmlar Erişkinde kanser görülme sıklığı yaşla birlikte artarken, çocuklarda erken çocukluk dönemi ve adolesan dönem olmak üzere iki dönemde pik yapar. Yaşamın ilk yılında nöroblastom (NBL), Wilms tümörü, retinoblastom, rabdomyosarkom (RMS) ve medulloblastom gibi embriyonel 4 tümörler sıktır. Adolesan dönemde ise Hodgkin lenfoma (HL), HDL, germ hücreli tümörler, osteosarkom (OS) ve Ewing sarkomu (ES) insidansı artar (9). Tüm çocukluk çağı kanserleri içerisinde lösemiler, lenfomalar ve santral sinir sistemi (SSS) tümörleri en sık görülen kanser türleridir. Gelişmiş ülkelerde sıklık sırası lösemiler, SSS tümörleri ve lenfomalar şeklindeyken, ülkemizde lenfomalar lösemilerden sonra ikinci sırayı almaktadır (10). Tanı ve tedavideki yeniliklerle birlikte kanser tanısı alan çocuklarda yaşam süresi belirgin olarak uzamıştır. Amerika Birleşik Devletleri’ nde 1990’ lı yıllara gelindiğinde 3 yıllık sağkalım %80’ in, 5 yıllk sağkalım ise %75’ in üzerine çıkmıştır. Sağkalımdaki bu uzama en belirgin olarak akut lenfoblastik lösemide (ALL) gerçekleşmiştir. 1960’ lı yılların başlarında tedavisi neredeyse imkansız kabul edilirken, günümüzde 5 yıllık sağkalım oranı %80 ve üzerindedir (11). 2.2. Çocukluk Çağı Kanserlerinde Tanı Çocuklarda kanser tanısı koymak erişkinlere göre daha zordur. Bunun en önemli nedeni sıklığının çok daha az olmasıdır. Erişkin kanserleri daha çok epiteliyal kökenliyken, çocukluk çağı kanserleri daha derin dokulardan ve organ parankimlerinden köken alır. Bu nedenle çoğunluğu daha geç tanı alır ve çocuklarda tanı anında %80 oranında metastaz vardır. Saptanan belirti ve bulgular metastaza ait olabilir. Erişkinlerde ise tanı anında metastaz %20 oranında gözlenir. Çocukluk çağı kanserlerinde saptanan belirti ve bulgulara, sıklıkla kanser dışı hastalıklarda da rastlanmaktadır (Tablo 2.2). Özellikle süt çocukları ve küçük çocuklar şikayetlerini erişkinler gibi anlatamazlar. Bu nedenle kansere ait şikayetlerini lokalize edemezler (12). Tüm bu nedenlerden ötürü çocukluk çağı kanserlerinde tanı gecikmesi sıkça görülmektedir. Çocuklarda sık görülen belirti ve bulguların altında, özellikle inatçı seyirli olmaları halinde, kanser olabileceği düşünülmeli ve fizik 5 muayene daha ayrıntılı yapılmalıdır. Kanserden şüphe ediliyorsa hızla tanısal testler uygulanmalıdır. Tablo 2.2. Çocukluk çağı kanserlerinin, diğer çocukluk çağı hastalıklarıyla karışabilen belirti ve bulguları Belirti ve Bulgular Olası Kanser Türü Halsizlik, ateş, kilo kaybı Lösemi, lenfoma Baş ağrısı, bulantı, kusma SSS tümörü, lösemi Febril nöbet SSS tümörü Burun kanaması Lösemi Farenjit Yumuşak doku sarkomu Adenopati Nöroblastom, lösemi, lenfoma İntratorasik adenopati Lenfoma Karın duvarı kitlesi Yumuşak doku sarkomu İshal, kusma, hepatosplenomegali Lenfoma, hepatik tümör, lösemi Hematüri Wilms tümörü, yumuşak doku sarkomu Ekstremitelerde kitle Rabdomyosarkom Kemik kitlesi Osteosarkom, Ewing sarkomu, lenfoma 2.3. Çocukluk Çağı Kanserlerinde Tedavi Çocukluk çağı kanserlerinde multimodal tedavi esastır. Kemoterapi, cerrahi, radyoterapi tek başlarına veya kombinasyonları şeklinde uygulanabilir. Kemoterapide tek ajan kullanımı yerine kombinasyon tedavisi seçilmekte ve 3-4 farklı gruptan kemoterapötik kullanılmaktadır. Bunun sebebi, çoğu zaman %50 ve üzerinde rastlanan ilaç direncini yenmektir (13). Kemoterapi kanser tedavisinde halen en önemli rolü oynamaktadır. Lösemiler, erken evre lenfomalar ve retinoblastom tek başına kemoterapi ile tedavi edilebilsede radyoterapi çoğu zaman tedavide kullanılmaktadır. Çocuklarda radyoterapi konformal olarak, yani sadece tümör bölgesine uygulanır ve sağlam doku 6 mümkün olduğunca korunmaya çalışılır. Erken dönemde uygulama bölgesinde dermatit, mukozit, alopesi ve ishal gibi yan etkiler görülebilir. Uzun dönem etkileri doz bağımlı olup yıllar sonra ortaya çıkar. Büyüme geriliği, endokrin bozukluklar, kalp yetmezliği, infertilite gözlenebilir. Bu nedenle büyümekte olan çocukta radyoterapiye karar verilirken çok dikkat edilmelidir (14). Cerrahi, çocukluk çağı solid tümörlerinin tanı ve tedavisinde önemli rol oynamaktadır. Histopatolojik tanı veya evreleme amacıyla tanısal cerrahi uygulanabildiği gibi kanserin türüne göre tanı anında ve/veya neoadjuvan tedavi uygulandıktan sonra tedavi amacıyla da uygulanmaktadır. Solid tümörlerde, başarılı tedavi için tümörün mümkün olduğu ölçüde çıkartılması büyük önem taşır. 2.4. Kanser Tanı ve Tedavisindeki Yenilikler Kanser biyolojisinin gün geçtikçe daha fazla aydınlatılması ile birlikte kanser gelişiminde rol alan basamaklar ve bu basamakları başlatıp devam ettiren faktörler anlaşılmakta, böylece tanı ve tedavide yeni ufuklar açılmaktadır. Normal bir hücre belirli sayıda genetik değişiklik ve bunlara zemin hazırlayan çevresel faktörlerin yardımıyla kanser hücresine dönüşmektedir. Hastalığın ilerlemesi için kanser hücresinin bulunduğu mikroçevreye uyum sağlaması, klonal olarak çoğalması, anjiyogenez yolu ile kendi damar yapılarını oluşturması ve son olarak da metastaz yapması gerekmektedir. Bu basamaklardan çoğunlukla büyüme faktörleri sorumludur. Bugün, büyüme faktörlerinin hem tanıda prognozu belirlemede hem de inhibisyonları yoluyla tedavide kullanılmalarına yönelik çalışmalar yoğun bir şekilde devam etmektedir. 2.4.1. Büyüme Faktörleri ve Kanser İlişkisi Büyüme faktörleri ve kanser ilişkisi, ilk olarak 1950’ li yıllarda Victor Hamburger ve asistanları olan Rita Levi-Montalcini ile Stanley Cohen’ in laboratuvar çalışmalarında gösterilmiştir. Tavuk embriyolarında ekstremite 7 nöral innervasyon mekanizmalarını çalışırken, fareye ait bir sarkom kitlesini embriyoya nakletmiş ve nöronal liflerin bu sarkom dokusuna çok daha fazla miktarda ilerlediğini görmüşlerdir. Daha sonraki yıllarda ise ilk büyüme faktörleri olan nöral büyüme faktörü (NGF) ve epidermal büyüme faktörünü (EGF) keşfetmişlerdir (15). Takip eden çalışmalarda, kanser hücresinden salgılanan büyüme faktörlerinin “otokrin etki” yoluyla kendi büyümelerini hızlandırdıkları saptanmıştır. Büyüme faktörleri, otokrin ve parakrin etki yoluyla kanser hücreleri, hücre dışı matriks (HDM) ve stroma arasındaki ilişkiyi sağlayan “kısa menzilli” mediyatörlerdir. Sadece kanser hücresi ile stroma ilişkisini değil, aynı zamanda myofibroblastlar, immün sistem hücreleri ve endotel hücrelerinin de kanser hücreleri ve stroma ile olan ilişkilerini çoğalmasında, düzenlerler (4). anjiyogenezde Sonuç ve olarak lokal kanser hücresinin inflamatuar yanıtın düzenlenmesinde görev alırlar. Büyüme faktörlerinin etki mekanizmalarına yönelik yapılan çalışmalarda, büyüme faktörlerinin büyük çoğunluğunun tirozin kinaz aktivitesine sahip reseptörleri kullandığı bulunmuştur (16). Tirozin kinaz reseptörleri transmembran proteinler olup hücre dışı ligand bağlayıcı kısım, transmembran kısım ve sitoplazmadaki katalitik tirozin kinaz bölgesi ile düzenleyici kısımlardan oluşurlar (Şekil 2.1). Büyüme faktörü reseptörün hücre dışındaki parçasına bağlanır, reseptör dimerizasyonu gerçekleşir ve adenozin trifosfat (ATP) kullanımı ile birlikte sitoplazmik tirozin kinaz bölgesinde otofosforilasyon gerçekleşir. Fosforile olan reseptör, sitoplazmik sinyal molekülleri ile etkileşerek çekirdekte ilgili protein sentezini uyarır (Şekil 2.2) (17). 8 Şekil 2.1. İnaktif tirozin kinaz reseptör sistemi Şekil 2.2. Aktif tirozin kinaz reseptör sistemi, ADP: Adenozin difosfat 9 Büyüme faktörleri klonal çoğalma için gereklidir. Böylece hücredeki onkojenik mutasyon kalıcı olur ve yeni mutasyonlara uğrayabilecek hücre sayısında artış gözlenir. Büyüme faktörlerinin yara iyileşmesi ve embriyogenez gibi fizyolojik süreçlerdeki etkisi daha çok parakrin mekanizma ile olurken, birçok kanser hücresi duyarlı olduğu büyüme faktörünü sentezleyebilme yeteneğine sahiptir ve otokrin mekanizma ile kendi klonal çoğalmasını sağlar (18). Büyüme faktörlerine duyarlılık reseptör düzeyinde ekspresyon artışı ve/veya mutasyonlar sonucunda reseptör sonrası sinyal iletiminde değişiklikler yoluyla gözlenebilir (4). Erişkinlerde görülen kanserler epitelyal kökenli olup, bu epitel hücreleri bazal membran ile çevrelenmiştir. Kanserin ilerlemesi için klonal çoğalma sonrasında bazal membranı aşıp dokulara invaze olması, daha sonrasında ise metastaz yapması gereklidir. Tüm bu basamaklarda büyüme faktörlerinin rolü gösterilmiştir (19). Bazı kanser türlerinde, tanı ile metastaz saptanması arasında 20 yıl gibi uzun bir zaman olduğu görülebilir. Bunun mikrometastaz yapan kanser hücrelerinin, yeni mikroçevrelerine adaptasyonları sonucu mümkün olduğu düşünülmektedir. Çoğalmayı önleyici ve apopitotik sinyallere gelişen direnç sayesinde bu hücreler uzun yıllar boyunca yaşamlarını sürdürebilmektedirler (20). İnsülin benzeri büyüme faktörü-1 (IGF-1) ve EGF gibi büyüme faktörlerinin bu mekanizmada rol aldıkları saptanmıştır (4). Tümör, 1-2 milimetre (mm) boyuta ulaştıktan sonra, merkezdeki kanser hücrelerinin nekroza gitmemesi ve tümörün büyümeye devam edebilmesi için anjiyogenez şarttır. Anjiyogenez mevcut kan damarlarından yeni damarlar oluşmasıdır; fizyolojik ve patolojik süreçlerde rol oynar. Anjiyogenez hematojen metastaz için de gereklidir. Kanser hücreleri yeni oluşan ve pencereli yapıya sahip olan damarlardan geçerek kan akımına karışır, uzak organ ve dokulara ulaşırlar. 1971 yılında Dr. Judah Folkman’ ın New England Journal of Medicine’ de yayınlanan makalesinde; solid tümörlerin proanjiyogenik moleküller salgılayarak, mikroçevrelerinde yeni damar oluşumunu sağladıkları hipotezi gündeme gelmiştir (21). Bu 10 hipotezin sonrasında, yapılan çalışmalar artmış ve anjiyogenez ile kanser ilişkisi büyük ölçüde aydınlatılmıştır. VEGF başta olmak üzere trombosit kaynaklı büyüme faktörü (PDGF), TGF-β ve bFGF gibi büyüme faktörlerinin anjiyogenez basamaklarında rol oynadığı gösterilmiştir (22). Şekil 2.3. Kanserin ilerlemesinde büyüme faktörlerinin rolü (4) HGF: Hepatocyte growth factor, NRG: Nöroglin CSF-1: Colony stimulating factor-1 11 Tablo 2.3. Bazı büyüme faktörleri, fizyolojik etkileri ve kanserdeki rolleri (4) Büyüme Salgılandığı Hedef Fizyolojik etkisi Kanserdeki rolü faktörü hücre hücre EGF Makrofaj Epitel hücresi Hücre çoğalması Akciğer kanseri Amfiregülin Monosit Endotel hücresi Organ gelişimi SSS tümörleri Betasellülin Epitel hücresi Nöral hücreler Doku tamiri Meme kanseri Epiregülin Nöral hücreler Over kanseri Epigen Kanser hücresi Uterus kanseri Melanoma Mide kanseri IGF 1 Hepatosit Neredeyse tüm Büyüme Meme kanseri IGF 2 Kanser hücresi hücre ve dokular Pubertal gelişim Melanoma Kanser hücresi Anabolik etkiler Kolorektal kanser Çocukluk çağı kanserleri TGF-β 1-3 Hücrelerin Fibroblast Hücre dışı matriksin İmmün tolerans büyük bir Endotel hücresi şekillenmesi Anjiyogenez bölümü Keratinosit Kemotaksi Bilinen kanserlerin Lenfosit Apopitozu uyarır çok büyük bir Monosit Hücre çoğalmasını bölümünde Kanser hücresi önleyici Anjiyogenik VEGF A-D Endotel Endotel Anjiyogenez Anjiyogenez Kanser hücresi Makrofaj Endotel hücre İnvazyon Monosit çoğalması Metastaz Kemotaksi Damar yapısında bozulma FGF 1-2 PDGF Monosit Endotel Endotel hücre Anjiyogenez Makrofaj Fibroblast çoğalması Meme kanseri Endotel Keratinosit Anjiyogenez Mide kanseri Yara iyileşmesi Prostat kanseri Embriyogenez Mesane kanseri Trombosit Fibroblast Düz kas biçimlenmesi Anjiyogenez Makrofaj Düz kas hücresi Kemotaksi GIST Anjiyogenez Glioblastom Nötrofil Perisit KML Fibroblast GIST: Gastrointestinal stromal tumor, KML: Kronik myelositik lösemi 12 2.4.2. Büyüme Faktörleri ve Kanser Tanısındaki Yerleri Büyüme faktörlerinin kanser gelişimindeki rollerinin anlaşılması ile birlikte, bu faktörlerin hastalığın tanısı ve prognozunda fikir verebileceği düşüncesi oluşmuştur. Kanserli hastalarda yapılan çalışmalarda doku düzeyinde ve serumda büyüme faktörü düzeyleri saptanarak, sağlıklı bireylere göre farklılık olup olmadığı araştırılmıştır. Yüksek saptandığında ise, hastalığın evresi ile ilişkisinin olup olmadığı bulunmaya çalışılmıştır. Tedavi sonrası, remisyon ve/veya relaps zamanlarındaki düzeyleri de saptanarak tedaviye yanıtı izlemekte kullanılıp kullanılamayacakları değerlendirilmiştir. Mizia-Malarz ve arkadaşları, çocukluk çağı lenfomalarında proanjiyogenik büyüme faktörlerinden olan VEGF ve bFGF serum düzeylerini ölçen bir çalışma yapmış, HL ve HDL tanısı alan toplam 42 çocukta tanıdaki serum VEGF ve bFGF düzeylerini sağlıklı kontrol grubuna göre daha yüksek düzeyde saptamışlardır. Ayrıca tedaviye yanıt vermeyen 12 hastanın serum VEGF düzeyleri, tedaviye yanıt veren 30 kişilik gruba göre daha yüksek düzeyde ölçülmüş ve çalışma sonucunda yüksek VEGF düzeylerinin kötü prognozla ilişkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır (23). TGF-β ile ilgili yapılan çalışmalarda ise meme kanseri, prostat kanseri, renal hücreli karsinom, malign melanom, pankreas kanseri, multiple myeloma, HDL, küçük hücreli akciğer kanseri, küçük hücre dışı akciğer kanseri, kolorektal kanser, over kanseri, serviks kanseri, mesane kanseri, Kaposi sarkomu, glioma, tiroid kanseri, özefagus kanseri, mide kanseri ve hepatosellüler kanserlerde serum TGF-β düzeyleri yüksek ölçülmüş ve kötü prognozla ilişkilendirilmiştir (7). Benzer çalışmalar ve büyüme faktörlerinin kanserdeki rolleri göz önüne alındığında, tanıdaki büyüme faktörü düzeylerinin daha aktif ve ileri evredeki kanserlerde daha yüksek saptanması mümkündür. Bu noktadan hareketle daha tanı anında prognozu belirlemek için kullanılmaları olası gözükmektedir. 13 2.4.3. Büyüme Faktörleri ve Kanser Tedavisindeki Yerleri Kanser tedavisi planlanırken, kanserin türü kadar hastaya ait faktörler de göz önüne alınmalıdır. Hastalığa ve hastaya ait risk faktörleri değerlendirilmeli, kürü sağlayacak kadar etkin, ancak yan etki potansiyeli en az olan olan tedavi yöntemi seçilmelidir. Konvansiyonel kanser tedavisinde kemoterapi, radyoterapi ve cerrahi tek tek veya kombinasyon tedavisi şeklinde uygulanmaktadır. Büyüme faktörlerinin kanser biyolojisindeki rollerinin aydınlatılması, inhibisyonlarının tedavide kullanılması fikrini de beraberinde getirmiştir. Büyüme faktörleri, anjiyogenez ve immün tolerans gelişimi ile kanser dokusu için elverişli bir mikroçevre yaratır. Aynı zamanda metastaz gelişimini sağlar. Büyüme faktörü inhibisyonunun bu olumsuz etkileri geri çevirebileceği düşünülmektedir. “Moleküler hedef tedavisi” olarak adlandırılan bu yeni tedavi yöntemi; büyüme faktörünü bağlayan monoklonal antikor, tirozin kinaz reseptör blokajı ya da reseptör sonrası sinyal iletim blokajı yoluyla uygulanabilir (4). Günümüzde tedavi için onay almış moleküller vardır ve çok sayıda molekülün erken faz çalışmaları devam etmektedir. Üzerinde en çok çalışılan grup antianjiyogenik moleküllerdir. Bu moleküllerin bazı avantajları mevcuttur. Endoteli hedef alan tedavilere direnç gelişimi daha zordur. Çünkü endotel hücre genomu stabildir ve kolay mutasyona uğramaz. Tedavide kanser hücresini ve onu besleyen damar yapısını hedef almak daha etkin sonuç doğurur. Kemoterapi kürleri arasında verilmesi şart olan boşluk bu moleküller için geçerli değildir, bu sayede sürekli tedavi mümkün olmaktadır. Ayrıca beklenen yan etkileri kemoterapi ve radyoterapiye göre çok daha azdır (22). Bu moleküllerin getirecekleri en büyük avantaj, kombine tedavide kullanılacak kemoterapi ve radyoterapi doz ve süresinin azaltılmasına imkan sağlamak olacaktır. Bu sayede daha etkin tedavi ve daha az yan etki gelişimi sağlanacaktır. Yapılan çalışmalarda da antianjiyogenik moleküllerin kombine tedavide daha etkin oldukları gösterilmiştir (24). Şu 14 an için konvansiyonel tedavi halen ilk ve en kuvvetli seçenek olup, moleküler hedef tedavi gelecek için umut vermektedir. Şekil 2.4. Konvansiyonel kanser tedavisi ve moleküler hedef tedavisi (12) 2.5. TGF-β Ailesi ve Genel Özellikleri TGF-β, birçok fonksiyona sahip sitokinlerden oluşan geniş bir ailenin üyesidir. Yüksek düzeyde pleiotropizm gösteren bu ailede sadece TGF-β 1-3 izoformları değil, aynı zamanda aktivinler ve inhibinler de yer almaktadır. TGF-β 1-3 izoformları %60-80 oranında homoloji gösterir ancak farklı genler tarafından kodlanırlar. Fizyolojik ve patolojik süreçlerde rol alırlar. Birçok hücrede büyümeyi ve çoğalmayı inhibe ederken mezenşimal hücrelerde ters yönde etki göstererek HDM’ i şekillendirirler. Apopitozisin düzenlenmesi, anjiyogenez, yara iyileşmesi, fibrozis, kanser biyolojisi ve immün sistemin düzenlenmesi gibi son derece önemli süreçlerde rol oynarlar. (25). Pratik olarak tüm hücrelerin TGF-β için reseptör taşıdıkları ve bütün dokularda en az bir izoformunun sentezlendiği 15 kabul edilir. Örneğin immün sistem hücreleri birincil olarak TGF-β1 sentezlerler (26). İmmün sistem üzerindeki etkileri incelendiğinde geniş antiinflamatuar ve immüniteyi baskılayıcı etkileri olduğu görülür. Fareler üzerinde yapılan çalışmalarda, TGF-β1’ in tam eksikliğinde otoimmünitenin geliştiği ve çoklu organ inflamasyonuna bağlı erken ölümün gerçekleştiği saptanmıştır (27). Regülatuar T hücreleri (Treg) üzerinden immüniteyi baskılayıcı etki gösterir. Ancak etkisi her zaman bu yönde değildir ve interlökin-6 (IL-6) ile birlikte T helper 17 hücreleri (Th17) üzerinden inflamasyonu uyarıp otoimmünite gelişimine neden olan etkisi de gözlenmiştir (28). Kanser biyolojisinde önemli rol oynar ve erken evrelerde kanser gelişimini baskılarken, geç evrelerde ilerlemesini kolaylaştırır. Birçok kanser türünde yüksek düzeyde üretilir ve bu kanser hücreleri, TGF-β’ nın büyümeyi inhibe edici etkisine karşı dirençlidir. Th, sitotoksik T lenfositler (sTL), makrofajlar, dendritik hücreler (DH), natural killer (NK) ve B lenfositlerini baskılayarak anti-tümör immün yanıtı azaltır. Treg hücreler üzerinden de benzer etkiye neden olur (28). Kanser dışında birçok patolojik süreçte rol alır. Fazla üretimi pulmoner fibrozis, siroz, glomerüloskleroz, kardiyomyopati, skleroderma, Crohn hastalığı ve kronik graft versus host hastalığında gözlenirken, eksikliğinde de otoimmün hastalıklar gözlenebilir (28). 2.5.1. TGF-β Aktivasyonu ve Sinyal İletimi TGF-β, molekülün N-terminalinden köken alan ve non-kovalent bağ ile bağlı olan latency-associated peptid (LAP) ile birlikte salgılanır. Bu latent form daha sonra latent TGF-β bağlayan protien (LTBP) ile birleşir. HDM proteinlerine bağlı olarak bulunan bu kompleks yapıdan, çeşitli mekanizmalar ile LAP ve LTBP ayrılarak aktif TGF-β açığa çıkartılır (29). In vitro asidifikasyon ile aktivasyon kolaylıkla sağlanabilirken, in vivo aktivasyon daha karışıktır. Plazmin, trombin, matriks metalloproteinaz 2 ve 16 9 (MMP-2 ve MMP-9), trombospondin-1 in vivo aktivasyondan sorumludur (25). Ayrıca latent kompleksin bağlı bulunduğu HDM proteinlerinde meydana gelen deformasyon da aktivasyonu başlatabilir ve bu aktivasyon şekli daha çok yara iyileşmesinde gözlemlenir (30). Aktivasyon sonrasında, birtakım proteinlerin bağlanması yoluyla da molekülün aktivitesi arttırılıp azaltılabilir. Örneğin fibronektin aktiviteyi arttırırken, dekorin ve biglikan aktiviteyi azaltırlar (25). Üç TGF-β izoformu da aynı reseptörü kullanır. Serin/treonin kinaz aktivitesi bulunan transmembran reseptör kompleksinin üç alt tipi bulunur: Tip I (RI veya ALK5 [aktivin reseptör benzeri kinaz-5]), tip II (RII) ve tip III (RIII veya betaglikan). RIII TGF-β izoformlarını bağlar ve RII’ e yönlendirir. RII’ nin enzimatik aktivitesi vardır, RI’ i fosforile eder ve heterotetramerik bir kompleks oluşur. RI ise Smad2 ve Smad3 (reseptör ilişkili Smad [R-smad]) sitoplazmik taşıyıcı proteinlerini fosforile eder. Sonrasında ise Smad4 (KoSmad) ile heteromerik kompleks oluşur ve çekirdeğe taşınarak transkripsiyon başlatılır (Şekil 2.5). Smad2 ve Smad3 sitoplazmada, Smad4 ise hem sitoplazmada hem de çekirdekte bulunur. Transkripsiyon sonlanınca defosforilasyon ile Smad’ ler oluşturdukları kompleksi bozar ve ait oldukları bölgelere geri dönerler. Smad6 ve Smad7 ise inhibitör özellik taşır ve RI’ e bağlanarak Rsmad fosforilasyonunu inhibe ederler. İnhibitör Smad’ ler ayrıca ubikitin ligazları (Smurfs) TGF-β reseptör kompleksine yönlendirerek reseptör yıkımında da rol alırlar (25, 28). TGF-β, Smad proteinleri dışında birtakım başka sinyal iletim yollarını kullanarak da etki gösterebilir. Bunlar mitojenle aktive olan protein kinaz (MAPK) yolları olan hücre dışı sinyal regülatör kinaz 1/2 (ERK 1/2), c-Jun N-terminal kinaz (JNK), p38 MAPK, fosfatidilinozitol 3-kinaz (PI3K) ve guanozin trifosfatazlardır (GTPaz). Bu yollar Smad yolu ile etkileşebilir ve hücre tipine göre Smad kompleksini aktive ya da inhibe edebilir. Bugün için Smad dışı yolların rolleri konusunda fikir birliği yoktur. Farklı hücre tiplerinde farklı etkileri olduğu varsayılmakta ve çalışmalar devam etmektedir (31). 17 RI/ALK5 reseptörünün dışında, endotel hücrelerinde RI/ALK1 reseptörü saptanmıştır. ALK1 Smad2 ve 3 yerine Smad1, 5 ve 8’ i kullanır. ALK5 endotel hücre çoğalmasını ve göçünü inhibe ederken, ALK1 ters yönde etki gösterir. Yapılan çalışmalar, ALK1’ in fibrozis gelişiminde rol oynayabileceğini göstermektedir (32). Yine endotel hücrelerinde bulunan endoglin isimli protein RIII özelliği taşımaktadır (28). Şekil 2.5. TGF- β sinyal iletimi (33) 18 2.5.2. TGF-β ve Hücre Döngüsünün Düzenlenmesi TGF-β, kanser hücrelerinde erken evrede çoğalmayı önleyici, ileri evrelerde ise tersi yönde etkiye sahiptir. Siklin bağımlı kinaz inhibitörleri olan INK4B ve p21’ i aktive ederek hücre siklusunu G1 fazında durdurur. Hücre çoğalmasında görev alan MYC genini baskılayarak çoğalmayı önleyici yönde etki gösterir. Ayrıca translasyon inhibitörü bir protein olan 4EBP1 aktivasyonuyla da aynı etkiyi yapar (33). Çekirdekte yer alan proto-onkogenler olan SKI ve SKIL, iyi bilinen TGF-β antagonistleri olup Smad3 ve 4 kompleksleri ile etkileşerek kompleksi inaktif hale getirirler. Ayrıca Smad kompleks korepresörü olarak çalışan nükleer reseptör korepresörü 1 (NCOR1) ve histon deaçilazlar aracılığı ile ilgili gen transkripsiyonunu önlerler. Birçok kanser türünde (pankreas, özefagus, kolorektal, meme) artmış aktiviteleri saptanan SKI ve SKIL proto-onkogenlerinin etki mekanizmaları, TGF-β’ nın hücre çoğalmasını önleyici etkisinin iyi bir göstergesidir (34). Diffüz büyük hücreli lenfomalar ve folliküler lenfomalarda sıklıkla gözlemlenen BCL-6 ekspresyonu, Smad4 ve koaktivatör kompleksini inhibe ederek TGF-β’ nın çoğalmayı önleyici yöndeki etkisini baskılar (35). Bazı viral gen ürünleri Smad sinyalizasyonunu etkileyerek TGF-β’ a direnç gelişmesine neden olurlar. Erişkin T hücre lösemilerinde etken olan insan T hücreli lösemi virüsü-1 (HTLV-1) buna güzel bir örnektir (33). Tüm bunlara ek olarak bazı tümör baskılayıcı genler TGF-β Smad sinyalizasyonu yoluyla hücre çoğalmasını önleyici etki gösterirler. RUNX3 tümör supresör geninin kaybı mide kanseri gelişiminde oldukça önemlidir ve bu bilgiye güzel bir örnektir (36). 2.5.3. TGF-β, Apopitozis ve Otofajinin Düzenlenmesi TGF-β, hücre siklusunun durdurulması dışında apopitozisin uyarılması yoluyla da hücre çoğalmasını önleyici etki göstermektedir. Ölüm-ilişkili protein kinaz (DAPK), büyüme duraklaması ve DNA hasarıyla 19 uyarılabilen protein 45β (GADD45β) ve BIM proteinleri aracılığı ile apopitozisi uyarır (33). TGF-β otofajiyi uyararak hücre çoğalmasını önleyici yönde etki gösterir. Otofaji, hücrenin lizozomal enzimlerini serbestleştirerek kendi proteinlerini ve organellerini sindirmesi olarak bilinir. Yapılan çalışmalar, TGF-β’ nın hepatosellüler karsinomda otofaji ile ilişkili genleri uyardığını göstermiştir (37). 2.5.4. TGF-β, Yara iyileşmesi, Fibrozis ve Skar Gelişimi Doku hasarını takiben, eş zamanlı olarak doku onarımı da başlamaktadır. Öncelikle pıhtı oluşur ve kanama durdurulur. Pıhtıya katılan hücrelerden salgılanan onlarca sitokin ve büyüme faktörleri içerisinde TGFβ1 de yer almaktadır. TGF-β1 nötrofillerin, makrofajların ve fibroblastların yara yerine göçünü sağlar. Keratinositlerin, oluşan granülasyon dokusuna katılımları ile bariyer oluşur ve çok katlı yassı epitele değişimleri gerçekleşir. Granülasyon dokusu içerisinde anjiyogenezis ve fibroplazi başlar. Fibroblastlar kollajen ile HDM üretimini sağlarlar ve myofibroblast fenotipleri sayesinde yara kontraksiyonu gerçekleşir. MMP’ lar ile HDM biçimlendirilir ve yara iyileşmesi gerçekleşmiş olur (25). Myofibroblastlar yara iyileşmesinde, kontraksiyonunda ve skar gelişiminde önemli rol oynarlar. Yara yerindeki kalış süreleri, sağlıklı yara iyileşmesi ve skar gelişimi arasındaki çizgiyi çeker. TGF-β1’ in yara yerindeki myofibroblastların yaşam süresini uzattığı ve bu nedenle fibrozis ve skar gelişimine neden olduğu gösterilmiştir (38). Özellikle kronikleşmiş yaralardaki fibroblastlarda TGF-β1 sinyalizasyonunda düzensizlik, azalmış reseptör sayısı ve yanıt gözlenebilmektedir. Yapımı TGF-β1 tarafından arttırılan bağ dokusu büyüme faktörü (CTGF) fibrozis gelişimi ile yakından ilgilidir. CTGF fibroblast çoğalması, adhezyonu ve göçü ile birlikte HDM üretimini uyarmaktadır. Patolojik skarlarda CTGF salınımında artış ve TGF-β1’ e karşı artmış yanıt gözlenmiştir (25). 20 2.5.5. TGF-β ve İmmün Sistem Üzerindeki Etkileri Otoimmünite ve inflamatuar hastalıklar, aşırı immün yanıt ve azalmış immün baskılanma nedeniyle gelişebilir. İmmün hücreler içerisinde Th hücreleri, immün yanıtın düzenlenmesinden sorumludurlar. Antijenik uyarı ile birlikte naiv Th hücreleri effektör T hücrelere dönüşerek immün sistemi pozitif yönde veya Treg dönüşümünü sağlayarak negatif yönde düzenleyebilir. Effektör Th ve Treg arasındaki denge immünite veya tolerans gelişiminden sorumludur (39). TGF-β immün yanıtın düzenlenmesinde büyük rol oynar. İmmün yanıtı baskılayabileceği gibi Th17 hücrelerinin yapımını uyararak inflamasyonu arttırıcı etki de gösterebilir. TGF-β birkaç yoldan immüniteyi baskılayabilir. Bunlar: a. Effektör Th hücre dönüşümünü baskılamak; b. Naiv T hücrelerinin Treg dönüşümünü arttırmak; c. T ve B lenfositlerin üretimini azaltmak; d. IL-2, IL-4 ve interferon-gamma (IFN-γ) gibi proinflamatuar sitokin üretimini baskılamak; e. Makrofaj, DH, NK fonksiyonlarını baskılamak (40). Bazı kanser hücreleri fazla miktarda TGF-β üretmekte ve kendi mikroçevrelerinde immün tolerans geliştirmektedirler. Bu sayede immün sistem kanser hücrelerini yok edememekte ve sonuçta kanser dokusunun büyümesi, çevre dokulara yayılması ve metastaz yapması kolaylaşmaktadır. TGF-β, IL-12 reseptörü üretimini baskılayarak Th1 dönüşümünü, IL4 bağlı STAT6 sinyal iletimini baskılayarak da Th2 dönüşümünü baskılar. IL-6 ile birlikte Th17 dönüşümünü arttırır ve bu etkisinin daha çok Th1 ve Th2 dönüşümünü azaltmasına bağlı olduğu düşünülür. Treg dönüşümüne bakıldığında, IL-2 her ne kadar proinflamatuar bir sitokin olup TGF-β tarafından inhibe edilse de, burada birlikte STAT5 sinyalizasyonu ile Treg dönüşümünü arttırılar (Şekil 2.6) (40). 21 Şekil 2.6. Th hücre dönüşümüne şematik bakış (40) Şekil 2.7. TGF-β’ nın immün sistem üzerideki etkileri (40) 22 2.5.6. TGF-β ve Kanser Biyolojisindeki Rolü TGF-β’ nın kanser hücresi üzerindeki etkisi daha önce de belirtildiği gibi iki yönlüdür. Erken evrelerde kanser hücresinin çoğalmasını baskılarken, ileri evrelerde kanser hücrelerinin çoğalmasını ve tümör dokusunun büyümesini uyarır (41). Bu etki değişikliğinin sebebi, kanser hücresinin bir süre sonra büyüme baskılayıcı etkilere direnç geliştirmesidir. Birçok malign tümörde TGF-β reseptörlerinden RII’ nin ve/veya reseptör sonrası sinyal iletiminin mutasyona uğradığı bilinmektedir (28). Yapılan çalışmalarda RIII (betaglikan) kaybının meme kanseri gelişiminde rol oynadığını göstermiştir (42). Bir sonraki aşamada kanser hücreleri fazla miktarda TGF-β salgılarlar ve gelişen mutasyonlar ile birlikte TGF-β artık tümör dokusunun büyümesini sağlayan bir uyaran haline gelir. Bunu ise Smad veya farklı sinyal iletim yollarını kullanarak ve mezenkimal yapıyı değiştirerek sağlar (28). Amaç, kanser hücresi için uygun bir mikroçevre oluşumunu ve metastazı sağlamaktır (Şekil 2.8). TGF-β’ nın fazla miktarda salgılanması sonucunda immün yanıt baskılanır ve sonuçta mikroçevre kanser hücresinin çoğalması için elverişli hale gelir. Yapılan çalışmalarda TGF-β’ nın etkileri nötralize edildiğinde sTL ve NK aracılı anti-tümör immün yanıtın arttığı gösterilmiştir (43). Tümör dokusu 1-2 mm boyuta eriştikten sonra merkezde yer alan hücrelerde hipoksi gelişir ve nekroz başlar. Tümör dokusunun büyümesi, kanser hücrelerinin gereken enerji kaynaklarını ve oksijeni temin edebilmesi için yeni damar yapıları gereklidir. Kanser hücrelerinden salgılanan büyüme faktörleri ve sitokinler ile mevcut kan damarlarından yeni damar yapıları oluşur ve bu olay anjiyogenez olarak bilinmektedir. Anjiyogenezde başrolü VEGF oynamaktadır (22). TGF-β etkisini, epitel hücrelerinden ve fibroblastlardan CTGF ve VEGF gibi anjiyogenik büyüme faktörlerinin salgılanmasını uyararak gösterir (44). Ayrıca MMP2 ve MMP9 salgılanmasını ve aktivasyonunu uyararak anjiyogenezi, invazyonu ve 23 metastazı kolaylaştırır (33). Bazı çalışmalarda TGF-β’ nın artmış anjiyogenez ve kötü prognoz ile ilişkili olduğu gösterilmiştir (45). Şekil 2.8. TGF-β’ nın farklı evrelerde tümör dokusu üzerine etkileri (43) Kanser ile ilişkili ölümlerin büyük çoğunluğu metastazlara bağlıdır. Metastaz için kanser hücreleri yayılmalı, birincil tümör bölgesinde dolaşıma katılmalı, damar sistemi boyunca dolaşmalı, kapiller yatakta kalmalı ve organ parankimi içerisine girebilmek için damar dışına çıkmalıdır. Damar dışına çıkan kanser hücresinin, hayatta kalabilmek için immün sistemden kaçabilmesi ve kendisine ait yeni damar yapıları meydana getirmesi gerekir. İşte metastaz için gereken tüm bu faktörler yukarıda da bahsedildiği şekilde TGF-β tarafından sağlanmaktadır (46). 2.5.7. Kanserde Prognoz Faktörü Olarak TGF-β Bugün bilinmektedir ki kanser hücresi salgıladığı TGF-β’ nın otokrin etkileri ile kendi hayatta kalma şansını ve invazyon yeteneğini arttırırken, parakrin etkileri ile HDM ve burada bulunan inflamatuar hücreleri organize eder, kendisi için gerekli olan mikroçevre şartlarını sağlar. Çeşitli kanser 24 türlerinde yapılan çalışmalarda, yüksek serum TGF-β düzeylerinin daha ileri evre hastalıkla ilişkili olduğu görülmüş ve hastaların prognozunu değerlendirmede kullanılabileceği öngörülmüştür (7). TGF-β’ nın etki mekanizması ve kanser biyolojisindeki rolü göz önüne alınırsa, prognoz faktörü olarak kullanılabilmesi olasılığı yüksektir. Tablo 2.4’ te TGF-β düzeylerinin yüksek saptandığı ve kötü prognozla ilişkilendirildiği kanser türleri görülmektedir. Tablo 2.4. Yüksek TGF-β düzeylerinin kötü prognozla ilişkilendirildiği kanserler (7) Kanser türü Meme kanseri Over kanseri Prostat kanseri Serviks kanseri Renal hücreli karsinom Mesane kanseri Melanoma Kaposi sarkomu Pankreas kanseri Glioma Multiple myeloma Baş ve boyun kanserleri HDL Tiroid kanseri Küçük hücre dışı akciğer kanseri Özefagus kanseri Küçük hücreli akciğer kanseri Mide kanseri Kolorektal kanser Hepatosellüler kanser 2.5.8. TGF-β ve Kanser Tedavisinde Kullanımı Kanser biyolojisindeki rolü ve etkileri göz önüne alındığında, TGF-β blokajının tedavide kullanılabilmesi muhtemeldir. TGF-β blokajı ile hem otokrin hem de parakrin etkileri sınırlanacaktır. Böylece hem kanser hücresinin gelişimi ve çoğalması önlenecek hem de mikroçevre kanser için elverişsiz hale getirilecektir. Ayrıca immün baskılanma ortadan kalkacak ve anti-tümör aktivite artacaktır (47). Bugün için faz I-III aşamalarında birçok preklinik ve klinik çalışmada TGF-β inhibitörleri test edilmektedir. 25 En çok üzerinde çalışılan mekanizmalar: a. monoklonal TGF-β nötralizan antikorları; b. antisens oligonükleotidler; c. TGF-β reseptör kinaz inhibitörleridir (Şekil 2.9) (48). Şekil 2.9. TGF-β inhibisyon mekanizmaları (48) Monoklonal nötralizan antikorlar üç izoforma da bağlanabilmekte ve büyüme faktörü-reseptör etkileşimini azaltmaktadırlar. Farelerde yapılan çalışmalarda moleküllerin anti-tümör etkisi ve metastazı engelledikleri gözlemlenmiştir. Preklinik çalışmalarda kullanılan 2G7 ve 1D11 isimli moleküllerin olumlu etkilerinden yola çıkılarak, GC1008 isimli insan nötralizan monoklonal antikoru geliştirilmiş ve çok merkezli bir fazI/II çalışması başlatılmıştır. Molekül, birincil tedaviye yanıt vermeyen malign melanom ve renal hücreli karsinom tanısı alan 21 hastada kullanılmış ve bu hastaların hiçbirinde doz kısıtlamayı gerektiren yan etki gelişmemiştir. Toplam 5 hastada, hastalık stabil hale gelmiş, üç hastada karaciğer 26 metastazları kaybolmuş ve malign melanomlu bir hastanın hedef lezyonlarında %75 ve üzerinde gerileme saptanmıştır (49). Antisens oligonükleotidler ile TGF-β1 gen ekspresyonunun azaltılması hedeflenmektedir. Yapılan çalışmalarda fare fibrosarkom hücrelerinde etkinliği gözlemlenmiştir (50). Hau ve arkadaşları, TGF-β2’ ye karşı geliştirilen antisens oligonükleotid yapıdaki AP12009 ile yaptıkları çalışmada; çeşitli kanser hücrelerinde hücre çoğalmasını ve göçünü engellediğini, immüniteyi baskılayıcı etkisini geri çevirdiğini saptamışlardır (51). Şu anda yürütülen uluslararası, randomize, aktif-kontrollü faz IIb klinik çalışmasında rekürren ve refrakter gliomlarda denenmekte olan molekül, anaplastik astrositomada standart kemoterapiye üstün bulunmuştur. Ortalama yaşam süresini 21.7 aydan 37.2 aya çıkarttığı görülmüştür. AP12009 ile tedavi edilen hastaların %83.3’ ü 2 yıl ve üzerinde yaşarken, standart kemoterapi alan hastaların sadece %41.7’ si 2 yıl ve üzerinde yaşamıştır (52). TGF-β inhibisyonunda kullanılabilecek bir diğer yol ise reseptör kinaz aktivitesini bloke etmektir. RI’ e karşı geliştirilen SD-208 ve Ki26894 yapılan preklinik çalışmalarda etkin bulunmuştur. RI ve RII dual inhibitörü LY2157299 ile başlatılan faz I çalışmasında, molekül metastatik hastalarda güvenlik ve farmakokinetiğinin saptanması amacıyla kullanılmaktadır. Şu ana kadar herhangi bir toksisite gelişmemiş ve iyi tolere edilmiştir. Faz II çalışmalarına geçilmemiş olsa da preklinik çalışma sonuçları adjuvan tedavide etkin olabileceğini göstermektedir (48). Bu ajanların kombinasyon tedavilerinde kullanımları da söz konusudur. TGF-β inhibitörü ile immünoterapinin birlikte uygulandığı preklinik bir çalışmada; 2G7 monoklonal nötralizan antikor ile birlikte IL-2 replasmanı uygulandığında B16 melanom hücrelerinin metastaz yükünün, tek tek uygulandıkları tedavi şemalarına göre üç kat daha az olduğu gösterilmiştir (53). Sitotoksik ajanlarla birlikte kullanıldıkları çalışmalarda rapamisinin in vitro, doksorubisinin ise in vivo etkinliğini arttırdıkları saptanmıştır (48). 27 Bugüne kadar yapılan preklinik ve klinik çalışmalarda herhangi bir toksisite gözlenmemiş olsa bile TGF-β inhibisyonu konusunda dikkatli olunmalıdır. Fare çalışmalarında, TGF-β’ nın tam yokluğunda hızlı bir inflamatuar yanıt ile ölüm geliştiği bilinmektedir. Bazı hayvan çalışmalarında, 1D11 monoklonal nötralizan antikorunun düşük terapötik dozlarda iyi tolere edildiği ancak yüksek dozda dilde epitelyal hiperplazi gelişimine neden olarak yutma güçlüğü ve kilo kaybına yol açtığı bildirilmektedir. Bazı çalışmalarda ailesel adenomatöz polipozis modellerinde, karsinoma ilerlemede hızlanma olduğu dikkati çekmiştir (28). 28 3. GEREÇ ve YÖNTEM 3.1. Hasta ve Kontrol Gruplarının Oluşturulması Bu çalışmaya Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi (AÜTF) Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı (AD), Çocuk Onkoloji Bilim Dalı (BD)’ nda 2003-2010 yılları arasında çocukluk çağı kanseri tanısı alan ve tedavisi yapılan hastalar ile birlikte, 2010 yılı içerisinde Genel Polikliniğe başvuran sağlıklı çocuklar dahil edildi. Çalışmaya çocukluk çağı kanserlerinden ALL, akut myelositer lösemi (AML), HL, HDL, NBL, OS, ES ve RMS tanısı alan hastalar dahil edildi. Çalışma retrospektif desende tasarlandı ve 2003-2010 yılları arasında çocukluk çağı kanseri tanısı alan hastaların, tanıda ve remisyonda alınan ve saklanan serumları ile birlikte dosya bilgileri kullanıldı. Genel polikliniklere sağlıklı çocuk kontrolü için başvuran ve bu kontrol sırasında rutin tam kan sayımı ve biyokimyasal incelemeler yapılması planlanan 20 çocuk kontrol grubuna dahil edildi. Rutin incelemeler için kan alınırken ayrıca 1 cc kan alınması planlandı. Hem hasta grubunda hem de kontrol grubunda, çalışma için gerekli olan aydınlatılmış onamlar anne ve babalardan alındı. Çocukluk çağı kanseri tanısı alan hastaların, tanı anında bilinen hiçbir kronik hastalıklarının olmamasına, henüz cerrahi bir işlem geçirmemiş, kemoterapi ve radyoterapi almamış olmalarına dikkat edildi. Kontrol grubuna dahil edilen çocukların, bilinen hiçbir kronik hastalıklarının, aktif enfeksiyonlarının ve yakın zamanda geçirilmiş cerrahi öykülerinin olmamasına dikkat edildi. Hasta grubu için hazırlanan çalışma formunda hastanın yaşı, cinsiyeti, tanısı, tanı aldığı tarih, tanı anında hastalığın evresi, tanı ve remisyonda serum TGF-β1 düzeyi, tanıda kanserin türüne özgü prognoz 29 faktörleri yer aldı. Kontrol grubu için hazırlanan çalışma formunda ise yaş, cinsiyet ve serum TGF-β1 düzeyi yer aldı. Hastaların tanıdaki TGF-β1 düzeyleri belirlendikten sonra, remisyona giren hastalarda remisyondaki serum TGF-β1 düzeyleri de belirlendi. Remisyona girmeyen, tedavi sırasında eksitusu gerçekleşen, takip ve tedavisine başka bir merkezde devam edilen ya da herhangi bir sebeple remisyonda serumu ayrılmamış olan hastaların remisyondaki serum TGF-β1 düzeyleri belirlenemedi. 3.2. Örneklerin Toplanması ve Saklanması Çalışmaya Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Girişimsel Olmayan Klinik Araştırmalar Komisyonu’ ndan etik onay alındıktan sonra başlandı. Çocukluk çağı kanseri tanısı alan 55 hastanın tanı ve remisyonda alınmış olup, -20° C’ de saklanan serumları kullanıldı. Kon trol grubuna dahil edilen çocuklardan ise 1 cc kan biyokimya tüpüne alındıktan sonra santrifüj edilerek serumları ayrıldı ve yine -20° C’ de sakla ndı. 3.3. Yöntem Anabilim Dalımız, Çocuk İmmünoloji-Allerji Bilim Dalı’ na bağlı İmmünoloji-Allerji Araştırma Laboratuvarı’ nda enzym-linkked immunosorbent assay (ELISA) yöntemi kullanılarak serum TGF-β1 düzeyleri çalışıldı. Çalışma için Human TGF-β1 Instant ELISA kiti (Bender MedSystems, Vienna, Austria) kullanıldı. • 25 mililitre (ml) “tampon solüsyon” ile 475 ml distile su karıştırılarak 500 ml 1:20 dilüe “tampon solüsyon” elde edildi. • 20 mikrolitre (µl) serum üzerine 180 µl dilüsyon solüsyonu eklenerek 1:10 dilüsyon sağlandı. Bu karışım içerisine 20 µl 1N HCl eklenerek oda ısısında 1 saat inkübasyona bırakıldı. Sonrasında 20 µl 1N 30 NaOH eklenerek nötralizasyon sağlandı ve 1:12’ lik dilüsyon elde edilmiş oldu. • Örnek kuyucuklarına 110 µl distile su eklendi. Standart ve boş kuyucuklara ise etiketinde belirtildiği kadar distile su eklendi. • Örnek kuyucuklarına daha önce hazırlanan dilüe hasta serumlarından 40 µl dağıtıldı. • Üzeri kapatılan ELISA plağı oda ısısında 100 rpm çalkalayıcı üzerinde 3 saat inkübasyona bırakıldı. • İnkübasyon bitiminde tüm kuyucuklar, çok kanallı pipet ve 400 µl tampon solüsyonu kullanılarak 6 kez yıkandı. • Yıkama sonrasında boş kuyucuklar dahil tüm standart ve örnek kuyucuklarına 100 µl TMB substrat solüsyonu eklendi ve oda ısısında 100 rpm çalkalayıcı üzerinde 30 dakika inkübasyona bırakıldı. • İnkübasyon sonunda boş kuyucuklar dahil tüm standart ve örnek kuyucuklarına 100 µl durdurucu solüsyon eklendi. • Plak 450 nanometre konsantrasyonu dalga bilinen boyunda standart okumaya serumlarına alındı karşılık ve gelen absorbans değerlerine göre grafik çizildi. Grafikten elde edilen konsantrasyon sonuçları, dilüsyon faktörü olan 30 ile çarpıldı ve TGF-β1 düzeyleri belirlendi. 3.4. İstatistiksel Analiz Bütün veriler AÜTF İstatistik AD’ nda SPSS 11.5 programı kullanılarak analiz edildi. Tanı grupları arasındaki farklılıklar Kruskall-Wallis varyans analizi ile değerlendirildi. Farkın hangi grup ya da gruplardan kaynaklandığı multiple comparison test ile belirlendi. Tanı ve remisyon TGF-β değerleri arasında fark olup olmadığı Wilcoxon testi ile değerlendirildi. Grup içi değişkenlerin korelasyonu için Spearman testi kullanıldı. 31 4. BULGULAR Toplam 55 hastadan 32’ si (%58.2) erkek, 23’ ü (%41.8) kızdı. Yaş dağılımına bakıldığında ortalama yaş 8.81±4.64 yıl olarak hesaplandı. Kontrol grubuna dahil edilen 20 sağlıklı çocuğun 13’ ü (%65) erkek ve 7’ si (%35) kızdı. Yaş dağılımlarına bakıldığında ortalama yaş 9.92±4.09 yıl olarak hesaplandı. Hasta çocuklar tanılarına göre gruplara ayrıldılar. Bu alt gruplara bakıldığında 8 ALL (%14.5), 4 AML (%7.3), 6 HL (%10.9), 10 HDL (%18.2), 6 NBL (%10.9), 7 OS (%12.7), 6 ES (%10.9) ve 8 RMS (%14.5) vakası olduğu görüldü (Grafik 4.1). Tablo 4.1’ de hasta grubunun yaş, cinsiyet ve tanı, tablo 4.2’ de kontrol grubunun yaş, cinsiyet bilgileri gösterilmektedir. 20 18 16 14 12 10 8 6 4 2 0 ALL AML HL HDL NBL Grafik 4.1. Hastalıkların yüzde olarak dağılımı 32 OS ES RMS Tablo 4.1. Hasta grubunun yaş, cinsiyet ve tanı özellikleri Hasta No 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 Yaş (yıl) 15.5 1.58 7.16 9.58 15 3.5 8.25 15.08 8.58 9.16 13.5 10.66 17.25 6.91 14 17.08 8.83 13.75 4.83 7 11.58 10 3.35 7.5 6.58 13.16 10.16 10.25 0.08 5.08 1.83 1.08 1 3.25 10.16 9.83 12.66 9.75 12 5.66 10.5 3.75 11.25 6.91 15 12 14.08 0.58 11.58 12.08 11.41 4.66 3.58 2 13.5 Cinsiyet E K E E E K E E E K K K E E K E K K E K K K K E K E K E E E E K K E E K K E E E K E E K K K E E E E K E E E K 33 Tanı ALL ALL ALL ALL ALL ALL ALL ALL AML AML AML AML HL HL HL HL HL HL HDL HDL HDL HDL HDL HDL HDL HDL HDL HDL NBL NBL NBL NBL NBL NBL OS OS OS OS OS OS OS ES ES ES ES ES ES RMS RMS RMS RMS RMS RMS RMS RMS Tablo 4.2. Kontrol grubunun yaş ve cinsiyet özellikleri Kontrol Grubu 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 Yaş (yıl) 4 13 7 9 7 13.5 14 6 6.5 10 17 5.5 6 17 16 10 7 7.5 13.5 9 Cinsiyet K E E E K K E E K K E E E E K E E E K E 100 80 Hasta grubunda cinsiyet dağılımı-% 60 Kontrol grubunda cinsiyet dağılımı-% 40 20 0 Erkek Kız Grafik 4.2. Hasta ve kontrol gruplarında cinsiyet dağılımı 34 Tablo 4.3. Akut lösemi grubundaki hastaların demografik özellikleri, tanı bilgileri ve laboratuvar bulguları Hasta No Yaş (yıl) Cinsiyet Tanı FAB BK (/mm³) Hb (g/dl) Plt (/mm³) LDH (U/L) t TGF-β1 (pg/ml) r TGF-β1 (pg/ml) 1 15.5 E ALL Pre-B 24.600 12.9 37.500 324 13.320 Eksitus 2 1.58 K ALL Pre-B 226.000 9.3 31.000 755 6.870 12.765 3 7.16 E ALL Pre-B 1.700 8.3 30.000 344 4.770 14.010 4 9.58 E ALL Pre-B 71.000 8.4 103.000 1055 10.020 17.595 5 15 E ALL B 215.000 8 19.000 18.919 2.700 16.740 6 3.5 K ALL B 13.200 8.5 95.000 4636 6.630 16.110 7 8.25 E ALL T 41.200 12.3 147.000 1064 11.400 14.445 8 15.08 E ALL T 210.400 10.7 27.000 2698 6.120 38.760 9 8.58 E AML M0 1.200 8.9 134.000 735 10.410 24.525 10 9.16 K AML M0 65.000 10.3 36.000 2053 7.590 4.020 11 13.5 K AML M0 500 9.1 12.000 246 2.790 Eksitus 12 10.66 K AML M4 66.000 7.2 11.000 607 14.190 Elde edilemedi FAB: French-American-British sınıflaması, BK: Beyaz küre sayısı, Hb: Hemoglobin değeri, Plt: Trombosit sayısı LDH: Laktat dehidrogenaz, t TGF-β1: Tanıdaki serum TGF-β1 düzeyi, r TGF-β1: Remisyondaki serum TGF-β1 düzeyi 35 ALL ve AML hastaları “akut lösemi grubu” içerisinde birlikte değerlendirildi. Gruptaki hastaların 8’ i (% 66.7) ALL, 4’ ü (% 33.3) AML idi. Toplam 12 hastanın 7’ si (% 58.4) erkek, 5’i (% 41.6) kızdı. Yaş dağılımlarına bakıldığında ortalama yaş 9.79±4.47 yıl olarak hesaplandı. Lösemi grubundaki hastaların tanıdaki serum TGF-β1 düzeyleri (8.067±3.820 pg/ml), sağlıklı kontrol grubu (21.565±7.916 pg/ml) ile karşılaştırıldığında istatistik olarak anlamlı derecede (p<0.001) düşük bulundu. Çoklu karşılaştırma testi uygulandığında, lösemi grubunun tanıdaki serum TGF-β1 düzeyleri, diğer hastalık gruplarına (HL, HDL, NBL, OS, ES, RMS) göre istatistik olarak anlamlı (p<0.001) şekilde düşük bulundu. İki hasta (No: 1, 11) eksitus olduğundan, bir hastanın (No: 12) ise remisyon örneği saklanmadığından dolayı 12 hastadan 9 tanesinin remisyon serum örnekleri elde edilebildi. Remisyondaki TGF-β1 düzeyleri incelendiğinde 8 hastanın TGF-β1 düzeyinde yükselme, parsiyel remisyondaki bir hastanınkinde (No: 10) ise düşüş olduğu görüldü. Bu 9 hastanın tanı ve remisyon düzeyleri karşılaştırıldığında, remisyondaki serum TGF-β1 düzeyleri (17.663±9.547 pg/ml), tanıdaki düzeylerine (7.390±2.816 pg/ml) göre istatistik olarak anlamlı (p=0.015, <0.05) şekilde yüksek saptandı. Serum TGF-β1 düzeyleri ile tanı, yaş, cinsiyet, BK, Hb, Plt, ve LDH düzeyleri arasında anlamlı ilişki saptanmadı (Tablo 4.4). Tablo 4.4. Akut lösemi grubunda TGF-β1 düzeylerinin tanı, yaş, cinsiyet, BK, Hb, Plt ve LDH düzeyleri ile olan ilişkisi Değişkenler Tanı Yaş Cinsiyet BK Hb Plt LDH t TGF-β1 0.523 0.983 0.940 0.948 0.457 0.175 0.391 r TGF-β1 0.791 0.088 0.064 0.865 0.831 1 0.637 36 Tablo 4.5. HL grubundaki hastaların demografik özellikleri, tanı bilgileri ve laboratuvar bulguları Hasta No 1 2 3 4 5 6 Yaş (yıl) Cinsiyet Histopatolojik tip Evre ESH (mm/saat) LDH (U/L) t TGF-β1 (pg/ml) r TGF-β1 (pg/ml) 17.25 E NS-HL IV 16 386 13.500 22.785 6.91 E NS-HL IV 145 4181 22.200 16.590 14 K NS-HL III 105 354 17.760 22.740 17.08 E NS-HL III 124 382 24.960 35.430 8.83 K NS-HL II 58 537 17.070 23.100 13.75 K MC-HL III 30 168 18.600 17.010 NS: Nodüler sklerozan, MC: Mix cellular (karışık hücreli) 37 HL grubundaki hastalardan 3’ ü (% 50) erkek, 3’ ü (% 50) kızdı. Yaş dağılımlarına bakıldığında ortalama yaş 12.97±4.26 yıl olarak hesaplandı. Histopatolojik tanılarına (HT) göre değerlendirildiğinde hastaların 5’ inde (% 83.3) NS, 1’ inde (% 16.7) MC tip HL olduğu görüldü. HL grubundaki hastaların tanıdaki serum TGF-β1 düzeyleri (19.015±4.035 pg/ml), sağlıklı kontrol grubu (21.565±7.916 pg/ml) ile karşılaştırıldığında istatistik olarak anlamlı fark (p>0.05) saptanmadı. Çoklu karşılaştırma testi uygulandığında, HL grubunun tanıdaki serum TGF-β1 düzeyleri, akut lösemi grubuna göre anlamlı (p<0.001) derecede yüksek bulunurken, diğer gruplarla (HDL, NBL, OS, ES, RMS) fark bulunmadı. Altı hastanın tamamının remisyondaki serum örnekleri elde edilebildi. 2 hastanın TGF-β1 düzeyinde tanı değerine göre düşüş, 4 hastanınkinde ise yükselme olduğu görüldü. Bu 6 hastanın TGF-β1 için tanı (19.015±4.035 pg/ml) ve remisyon (22.942±6.805 pg/ml) düzeyleri karşılaştırıldığında, istatistik olarak anlamlı fark (p=0.173, >0.05) saptanmadı. Serum TGF-β1 düzeyleri ile histopatolojik tip, yaş, cinsiyet, evre, ESH ve LDH düzeyleri arasında anlamlı ilişki bulunmadı (Tablo 4.6). Tablo 4.6. HL grubunda TGF-β1 düzeylerinin histopatolojik tip, yaş, cinsiyet, evre, ESH ve LDH ile olan ilişkileri Değişkenler HT Yaş Cinsiyet Evre ESH LDH t TGF-β1 0.805 0.623 0.573 0.954 0.072 0.872 r TGF-β1 0.441 0.266 0.854 0.320 0.787 0.957 38 Tablo 4.7. HDL grubundaki hastaların demografik özellikleri, tanı bilgileri ve laboratuvar bulguları Hasta No Yaş (yıl) Cinsiyet Histopatolojik Tip Evre ESH (mm/saat) LDH (U/L) t TGF-β1 (pg/ml) 1 4.83 E BL II 4 379 10.950 6.870 2 7 K BL IV 18 1570 11.550 14.370 3 11.58 K B hücreli IV 86 343 16.770 30.330 4 10 K B hücreli IV 100 1200 7.860 11.460 5 3.35 K B hücreli III 54 1987 11.280 20.010 6 7.5 E B hücreli II 10 204 23.310 Elde edilemedi 7 6.58 K B hücreli III 54 606 21.720 Eksitus 8 13.16 E B hücreli IV 86 1763 28.770 9.090 9 10.16 K B hücreli IV 8 241 25.770 17.190 10 10.25 E T hücreli III 30 1778 24.390 19.125 BL: Burkitt lenfoma 39 r TGF-β1 (pg/ml) HDL grubundaki hastalardan 4’ ü (% 40) erkek, 6’ sı (% 60) kızdı. Yaş dağılımlarına bakıldığında ortalama yaş 8.44±3.09 yıl olarak hesaplandı. Histopatolojik tanılarına göre değerlendirildiğinde hastaların 2’ sinde (% 20) BL, 7’ sinde (% 70) B hücreli lenfoma, 1’ inde (% 10) T hücreli lenfoma olduğu görüldü. HDL grubundaki hastaların tanıdaki serum TGF-β1 düzeyleri (17.937±7.167 pg/ml), sağlıklı kontrol grubu (21.565±7.916 pg/ml) ile karşılaştırıldığında düşük bulundu ancak istatistik olarak anlamlı fark (p>0.05) saptanmadı. Çoklu karşılaştırma testi uygulandığında, HDL grubunun tanıdaki serum TGF-β1 düzeyleri, akut lösemi grubuna göre anlamlı (p<0.001) derecede yüksek bulundu. RMS grubuna göre ise istatistik olarak anlamlı (p<0.05) olarak düşük saptanırken, diğer gruplarla (HL, NBL, OS, ES) fark (p>0.05) bulunmadı. Bir hasta (No: 7) eksitus olduğundan, bir hastanın (No: 6) da remisyon örneği saklanmadığından dolayı toplam 8 hastanın remisyondaki serum örnekleri elde edilebildi. 4 hastanın TGF-β1 düzeyinde tanı değerine göre düşüş, 4 hastanınkinde ise yükselme olduğu görüldü. Bu 8 hastanın TGF-β1 için tanı (16.055±7.435 pg/ml) düzeyleri (16.792±7.641 pg/ml) ve remisyon karşılaştırıldığında, istatistik olarak anlamlı fark (p=0.779, >0.05) saptanmadı. Serum TGF-β1 düzeyleri ile histopatolojik tanı, yaş, cinsiyet, evre, ESH ve LDH düzeyleri arasında anlamlı ilişkiye rastlanmadı (Tablo 4.8). Tablo 4.8. HDL grubunda TGF-β1 düzeylerinin histopatolojik tip, yaş, cinsiyet, evre, ESH ve LDH düzeyleri ile olan ilişkisi Değişkenler HT Yaş Cinsiyet Evre ESH LDH t TGF-β1 0.153 0.740 0.426 0.690 0.854 0.934 r TGF-β1 0.198 0.200 0.823 0.821 0.608 0.823 40 Tablo 4.9. NBL grubundaki hastaların demografik özellikleri, tanı bilgileri ve laboratuvar bulguları Hasta No 1 2 3 4 5 6 Yaş (yıl) Cinsiyet Evre ESH (mm/saat) LDH (U/L) NSE (ng/ml) Ferritin (ng/ml) t TGF-β1 (pg/ml) r TGF-β1 (pg/ml) 0.08* E I 2 776 47.9 385 21.990 28.425 5.08 E IV 138 1442 85 1211 14.160 Elde edilemedi 1.83 E IV 4 2656 100 425 29.340 22.155 1.08 K IV 70 1710 88 346 17.970 Elde edilemedi 1 K IV 28 677 70 111 22.350 20.610 3.25 E IV 29 1856 330 150 25.770 22.650 NSE: Nöron spesifik enolaz *0.08 yıl = 1 ay 41 NBL grubundaki hastalardan 4’ ü (% 66.6) erkek, 2’ si (% 33.3) kızdı. Yaş dağılımlarına bakıldığında ortanca yaş 1.45 (0.08-5.08) yıl olarak hesaplandı. NBL grubundaki hastaların tanıdaki serum TGF-β1 düzeyleri (21.930±5.401 pg/ml), sağlıklı kontrol grubu (21.565±7.916 pg/ml) ile karşılaştırıldığında istatistik olarak anlamlı fark (p>0.05) saptanmadı. Çoklu karşılaştırma testi uygulandığında, NBL grubunun tanıdaki serum TGF-β1 düzeyleri, akut lösemi grubuna göre anlamlı (p<0.001) derecede yüksek bulunurken diğer gruplarla (HL, HDL, OS, ES, RMS) fark (p>0.05) bulunmadı. İki hastanın (No: 2, 4) remisyon örneklerinin saklanmamış olmasından dolayı toplam 4 hastanın remisyon sırasındaki serum örnekleri elde edilebildi. 3 hastanın TGF-β1 düzeyinde tanı değerine göre düşüş, 1 hastanınkinde ise yükselme olduğu görüldü. Bu 4 hastanın TGF-β1 için tanı (24.862±3.436 pg/ml) ve remisyon (23.460±3.422 pg/ml) düzeyleri karşılaştırıldığında, istatistik olarak anlamlı fark (p=0.465, >0.05) saptanmadı. Tanı ve remisyondaki TGF-β1 düzeyleri ile yaş, cinsiyet, evre, ESH, NSE, ferritin ve LDH düzeyleri arasında anlamlı ilişkiye rastlanmadı. Ancak NSE ve LDH düzeyleri arasında istatistik olarak anlamlı (p=0.019, <0.05) ilişki olduğu görüldü (Tablo 4.10). Tablo 4.10. NBL grubunda TGF-β1 düzeylerinin yaş, cinsiyet, evre, ESH, NSE, ferritin ve LDH düzeyleri ile olan ilişkisi Değişkenler Yaş Cinsiyet Evre ESH LDH NSE Ferritin t TGF-β1 0.872 0.694 0.805 0.208 0.329 0.329 0.544 r TGF-β1 0.800 0.225 0.225 0.600 0.800 0.800 0.600 42 Tablo 4.11. OS grubundaki hastaların demografik özellikleri, tanı bilgileri ve laboratuvar bulguları Yaş (yıl) Cinsiyet ESH (mm/saat) LDH (U/L) Metastaz t TGF-β1 (pg/ml) r TGF-β1 (pg/ml) 1 10.16 E 30 471 Yok 12.990 Elde edilemedi 2 9.83 K 10 953 Yok 26.670 Elde edilemedi 3 12.66 K 30 954 Var 24.090 33.960 4 9.75 E 44 370 Var 23.430 Elde edilemedi 5 12 E 50 361 Var 27.510 Eksitus 6 5.66 E 38 2154 Yok 25.740 Elde edilemedi 7 10.5 K 52 489 Var 23.700 Eksitus Hasta No 43 OS grubundaki hastalardan 4’ ü (% 57) erkek, 3’ ü (% 43) kızdı. Yaş dağılımlarına bakıldığında ortalama yaş 10.08±2.24 yıl olarak hesaplandı. OS grubundaki hastaların tanıdaki serum TGF-β1 düzeyleri (23.447±4.864 pg/ml), sağlıklı kontrol grubu (21.565±7.916 pg/ml) ile karşılaştırıldığında istatistik olarak anlamlı fark (p>0.05) saptanmadı. Çoklu karşılaştırma testi uygulandığında, OS grubunun tanıdaki serum TGF-β1 düzeyleri, akut lösemi grubuna göre anlamlı (p<0.001) derecede yüksek bulunurken diğer gruplarla (HL, HDL, NBL, ES, RMS) fark (p>0.05) bulunmadı. İki hasta (No: 5, 7) eksitus olduğundan, dördünün de (No: 1, 2, 4, 6) remisyon örneklerinin saklanmamış olmasından dolayı yedi hastadan sadece birinin remisyon sırasında serum TGF-β1 düzeyi çalışılabildi. Bu hastada TGF-β1 düzeyinde tanı değerine göre artış (24.090/33.960 pg/ml) olduğu görüldü. Ancak remisyon TGF-β1 düzeyi çalışılabilen hasta sayısı yetersiz olduğundan istatistik değerlendirme yapılmadı. Tanıdaki TGF-β1 düzeyleri ile yaş, cinsiyet, metastaz varlığı, ESH ve LDH düzeyleri arasında anlamlı ilişkiye rastlanmadı. Remisyon TGF-β düzeyi çalışılabilen hasta sayısı yetersiz olduğundan istatistik değerlendirme yapılmadı (Tablo 4.12). Tablo 4.12. OS grubunda TGF-β1 düzeylerinin yaş, cinsiyet, metastaz varlığı, ESH ve LDH ile olan ilişkileri Değişkenler Yaş Cinsiyet Metastaz ESH LDH t TGF-β1 0.760 0.758 1 0.329 0.819 44 Tablo 4.13. ES grubundaki hastaların demografik özellikleri, tanı bilgileri ve laboratuvar bulguları Hasta No Yaş (yıl) Cinsiyet ESH (mm/saat) LDH (U/L) Evre t TGF-β1 (pg/ml) r TGF-β1 (pg/ml) 1 3.75 E 44 523 III 17.670 22.005 2 11.25 E 10 172 III 40.650 17.295 3 6.91 K 46 587 III 10.710 8.760 4 15 K 136 666 IV 24.990 Elde edilemedi 5 12 K 63 321 IV 37.830 28.470 6 14.08 E 12 398 IV 16.530 11.325 45 ES grubundaki hastalardan 3’ ü (% 50) erkek, 3’ ü (% 50) kızdı. Yaş dağılımlarına bakıldığında ortalama yaş 10.49±4.34 yıl olarak hesaplandı. ES grubundaki hastaların tanıdaki serum TGF-β1 düzeyleri (24.730±12.155 pg/ml), sağlıklı kontrol grubu (21.565±7.916 pg/ml) ile karşılaştırıldığında yüksek bulundu ancak istatistik olarak anlamlı fark (p>0.05) saptanmadı. Çoklu karşılaştırma testi uygulandığında, ES grubunun tanıdaki serum TGF-β1 düzeyleri, akut lösemi grubuna göre anlamlı (p<0.001) derecede yüksek bulunurken diğer gruplarla (HL, HDL, NBL, OS, RMS) fark (p>0.05) bulunmadı. Altı hastanın 5’ inin remisyon sırasındaki serum örnekleri elde edilebildi. Bir hastada (No: 4) remisyon örneği elde edilemediğinden dolayı, remisyon TGF-β1 düzeyi çalışılamadı. 4 hastanın TGF-β1 düzeyinde tanı değerine göre düşüş, 1 hastanınkinde ise yükselme olduğu görüldü. Bu 5 hastanın TGF-β1 için tanı (24.678±13.589 pg/ml) ve remisyon (17.571±7.987 pg/ml) düzeyleri karşılaştırıldığında, remisyonda düşüş olduğu görüldü ancak istatistik olarak anlamlı fark (p=0.138, >0.05) saptanmadı. Tanı ve remisyon sırasındaki TGF-β1 düzeyleri ile yaş, cinsiyet, evre, ESH ve LDH düzeyleri arasında anlamlı ilişkiye rastlanmadı (Tablo 4.14). Tablo 4.14. ES grubunda TGF-β1 düzeylerinin yaş, cinsiyet, evre, ESH ve LDH, ile olan ilişkileri Değişkenler Yaş Cinsiyet Evre ESH LDH t TGF-β1 0.704 0.854 0.854 0.872 0.208 r TGF-β1 1 1 0.638 0.624 0.391 46 Tablo 4.15. RMS grubundaki hastaların demografik özellikleri, tanı bilgileri ve laboratuvar bulguları Hasta No Yaş (yıl) Cinsiyet ESH (mm/saat) LDH (U/L) Evre t TGF-β1 (pg/ml) r TGF-β1 (pg/ml) 1 0.58 E 8 869 II 47.430 Elde edilemedi 2 11.58 E 37 1148 II 30.990 Elde edilemedi 3 12.08 E 10 359 III 17.850 Elde edilemedi 4 11.41 K 25 1174 III 27.780 Elde edilemedi 5 4.66 E 54 569 III 31.230 23.835 6 3.58 E 104 2182 IV 30.240 6.825 7 2 E 98 3280 IV 13.590 Elde edilemedi 8 13.5 K 98 840 IV 20.490 Eksitus 47 RMS grubundaki hastalardan 6’ sı (% 75) erkek, 2’ si (% 25) kızdı. Yaş dağılımlarına bakıldığında ortalama yaş 7.42±5.21 yıl olarak hesaplandı. RMS grubundaki hastaların tanıdaki serum TGF-β1 düzeyleri (27.450±10.465 pg/ml), sağlıklı kontrol grubu (21.565±7.916 pg/ml) ile karşılaştırıldığında yüksekti ancak istatistik olarak anlamlı fark (p>0.05) saptanmadı. Çoklu karşılaştırma testi uygulandığında, RMS grubunun tanıdaki serum TGF-β1 düzeyleri, akut lösemi (p<0.001) ve HDL (p<0.05) gruplarına göre istatistik olarak anlamlı derecede yüksek bulunurken diğer gruplarla (HL, NBL, OS, ES) fark (p>0.05) bulunmadı. Sekiz hastanın sadece 2’ sinin remisyon sırasındaki serum örnekleri elde edilebildi (No: 1, 2, 3, 4, 7 elde edilemedi, No: 8 eksitus). Her 2 hastanın da TGF-β1 düzeyinde tanı değerine göre düşüş olduğu görüldü. Ancak remisyon TGF-β1 düzeyi çalışılabilen hasta sayısı yetersiz olduğundan istatistik değerlendirme yapılamadı. Tanı sırasındaki TGF-β1 düzeyleri ile yaş, cinsiyet, evre, ESH ve LDH düzeyleri arasında anlamlı ilişkiye rastlanmadı. Remisyon örneği çalışılabilen hasta sayısı yetersiz olduğundan istatistik değerlendirme yapılmadı. ESH ve evre arasında istatistik olarak anlamlı (p=0.012, p<0.05) ilişki bulundu (Tablo 4.16). Tablo 4.16. RMS grubunda tanı TGF-β1 düzeylerinin yaş, cinsiyet, evre, ESH ve LDH ile olan ilişkisi Değişkenler Yaş Cinsiyet Evre ESH LDH t TGF-β1 0.385 0.547 0.078 0.453 0.651 48 Osteosarkom ve rabdomyosarkom gruplarında toplam 15 hasta bulunmasına karşın, sadece 3 hastanın remisyon örneklerine ulaşılabilmiş ve bu nedenle tanı ve remisyondaki serum TGF-β1 düzeyleri karşılaştırılamamıştır. Bu nedenle, gruplar ayrı ayrı analiz edildikten sonra yeni bir gruplama sistemi daha uygulanmıştır. Çocukluk çağı kanserlerini lenfohematojen ve solid olmak üzere gruplamak mümkündür. Buradan yola çıkarak biz de hastalarımızı akut lösemi, HL, HDL ve solid kanserler olmak üzere 4 gruba ayırdık. Bu gruplamayı yapmaktaki amacımız NBL, OS, ES ve RMS hastalarını biraraya getirip tanı ve remisyon TGF-β1 düzeylerini “solid kanserler” başlığı altında istatistik olarak değerlendirebilmekti. Akut lösemi, HL ve HDL gruplarındaki tanı ve remisyon TGF-β1 düzeylerinin istatistik analiz sonuçları daha önce belirtilmişti. Solid kanserler grubunda toplam 27 hasta vardı ve bunlardan 12’ sinin remisyon örnekleri elde edilebilmişti. Tanıdaki ortalama serum TGF-β1 düzeyi 24.581±8.571 pg/ml hesaplandı; kontrol grubu (21.565±7.916 pg/ml) ile karşılaştırıldığında yüksekti ancak istatistik olarak anlamlı fark bulunmadı (p>0.05). Remisyon örnekleri elde edilebilen 12 hasta üzerinden değerlendirme yapıldığında tanıdaki serum TGF-β1 (25.700±8.717) düzeylerinin remisyonda (20.526±8.243) gerilediği, ancak istatistik olarak anlamlı (p=0.136, >0.05) düzeyde fark olmadığı görüldü (Tablo 4.17). Tablo 4.17. Akut lösemi, HL, HDL, solid kanserlerde TGF-β1 düzeyleri Gruplar N t TGF-β1 r TGF-β1 (ortalama±SD) (ortalama±SD) pg/ml pg/ml p değeri Akut lösemi 9 7.390±2.816 17.663±9.547 0.015 HL 6 19.015±4.035 22.942±6.805 0.173 HDL 8 16.792±7.641 16.055±7.435 0.779 Solid kanserler 12 25.700±8.717 20.526±8.243 0.136 49 30.000 25.000 20.000 15.000 Tanı Remisyon 10.000 5.000 0 Akut lösemiler HL HDL NBL OS ES RMS Kontrol Grafik 4.3. Hasta ve kontrol gruplarında serum TGF-β1 düzeyleri (pg/ml) 50 5. TARTIŞMA Kanser geliştikten sonra hastalığın ilerlemesi için kanser hücresinin bulunduğu mikroçevreye uyum sağlaması, klonal olarak çoğalması, anjiyogenez yolu ile kendi damar yapılarını oluşturması ve son olarak da metastaz yapması gerekmektedir. Bu basamaklardan çoğunlukla büyüme faktörleri sorumludur. Bir büyüme faktörü olarak TGF-β, birçok fonksiyona sahip sitokinlerden oluşan geniş bir ailenin üyesidir ve bu ailede sadece TGF-β 1-3 izoformları değil, aynı zamanda aktivinler ve inhibinler de yer almaktadır. Fizyolojik ve patolojik süreçlerde rol alır. Birçok hücrede büyümeyi ve çoğalmayı inhibe eder. Apopitozisin düzenlenmesi, anjiyogenez, yara iyileşmesi, fibrozis, kanser biyolojisi ve immün sistemin düzenlenmesi gibi son derece önemli süreçlerde rol oynar (25). Kanser biyolojisinde önemli rol oynar ve erken evrelerde kanser gelişimini baskılarken, geç evrelerde ilerlemesini kolaylaştırır. Birçok kanser türünde yüksek düzeyde üretilir ve bu kanser hücreleri, TGF-β’ nın büyümeyi inhibe edici etkisine karşı dirençlidir. Th, sTL, makrofajlar, DH, NK ve B lenfositlerini baskılayarak anti-tümör immün yanıtı azaltır. Treg hücreler üzerinden de benzer etkiye neden olur (28). Çeşitli kanser türlerinde yapılan çalışmalarda, yüksek serum TGF-β düzeylerinin ileri evre hastalıkla ilişkili olduğu görülmüş ve hastaların prognozunu belirlemek amacıyla kullanılabileceği öngörülmüştür (7). Kanser biyolojisindeki rolü ve etkileri göz önüne alındığında, TGF-β inhibisyonunun tedavide kullanılabilmesi muhtemeldir. TGF-β’ nın inhibisyonu, hem otokrin hem de parakrin etkilerini sınırlayacaktır. Böylece hem kanser hücrelerinin çoğalması önlenecek hem de mikroçevre kanser için elverişsiz hale getirilecektir. Ayrıca immün baskılanma ortadan kalkacak ve anti-tümör aktivite artacaktır (47). 51 Literatür gözden geçirildiğinde TGF-β ile ilgili çalışmaların daha çok erişkinlerde yapıldığı ve çocuklarda yapılan çalışmaların kısıtlı sayıda olduğu görülmektedir. Yüksek TGF-β düzeylerinin kötü prognozla ilişkilendirildiği çalışmalar olmakla birlikte, son yıllarda sıklıkla TGF-β inhibisyonunun kanser tedavisindeki değerini belirlemeyi hedefleyen araştırmalar yapılmaktadır. Bizim bu çalışmayı yapmaktaki amacımız, çocukluk çağı kanserlerinde serum TGF-β1 düzeylerini ve prognoz faktörü olarak önemini belirlemektir. 5.1. Akut Lösemiler ve Serum TGF-β1 Düzeyleri Arasındaki İlişki TGF-β, hematopoezin tüm basamaklarında etkinliği olan bir sitokindir. Hematopoetik kök hücreler ve kemik iliği mikroçevresinde direkt ve indirekt etkileri vardır. Hematopoez üzerindeki etkisi daha çok inhibisyon yönündedir. Hücre çoğalmasını, G1 fazında duraklamaya yol açarak engeller (54, 55). Yapılan çalışmalar, TGF-β’ nın myeloid lösemi hücrelerinde daha belirgin olmak üzere, lösemi hücrelerinde çoğalmayı engelleyici etkisi olduğunu göstermiştir. Buske ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada, lösemik B hücre prekürsörlerinde çoğalmayı inhibe ettiği ve apopitozisi uyardığı görülmüştür (56). AML’ de blastların çoğalmasını engellediği, ancak bu etkisinin hastalar arasında değişkenlik gösterdiği saptanmıştır (57). İnhibitör etkisine karşın, reseptör ve sonrasındaki yollarda meydana gelen mutasyonlar nedeniyle lösemi hücrelerinde TGF-β’ ya direnç gelişebildiği bildirilmiştir (54). Smad yolundaki mutasyonlar nadir olmakla birlikte, Jakubowiak ve arkadaşları AML’ de bu yolla TGF-β direnci geliştiğini bildirmişlerdir (58). Akut lösemilerde serum TGF-β düzeyini ölçen çalışmalarda farklı sonuçlar elde edilmiştir. Lin ve arkadaşları, lösemi hastalarında serum TGF-β düzeylerinin genellikle yüksek bulunduğunu belirtmişlerdir (59). AlMowallad ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada, endotelyal aktivasyon belirteci olan CD105 ve ligandları olan TGF-β1 ve 3’ ün serum düzeyleri 52 ölçülmüş, TGF-β3 kontrol grubuna göre düşük saptanmıştır. TGF-β1 serum düzeyi, kontrol grubu ile benzer bulunmuş ve prognoz açısından değer taşımadığı belirtilmiştir (60). Chen ve arkadaşları, yaptıkları çalışmada TGF-β’ nın lösemi hücre serilerinde çoğalmayı engellediği ve apopitozisin belirteci olan DNA parçalanması gerçekleşmeden hemen önce TGF-β1 ekspresyonunun arttığını göstermişlerdir. TGF-β1’ in lösemi hastalarında tanıda belirgin derecede düşük olduğunu, remisyonda arttığını ve rekürrens halinde tekrar düştüğünü saptamışlardır. Bu sonuçla birlikte TGF-β1’ in lösemi hastalarının prognozunu belirlemede ve takibinde kullanılabileceğini belirtmişlerdir (61). Bizim çalışmamızda, akut lösemi hastalarının tanıdaki serum TGFβ1 düzeylerinin kontrol grubuna göre istatistik olarak anlamlı (p<0.001) şekilde düşük olduğu görüldü. Remisyon sırasında ise serum TGF-β1 düzeylerinin, tanıdaki düzeylere göre istatistik olarak anlamlı (p=0.015, <0.05) şekilde yükseldiği saptandı. Parsiyel remisyondaki bir hastanın TGF-β1 serum düzeyinin tanıdakine göre daha düşük düzeyde saptanması, devam eden hastalığın bir göstergesi olarak kabul edildi. Bulduğumuz sonuçlar Chen ve arkadaşlarının sonuçları ile benzerdi (61). TGF-β’ nın, ileri evrelerde kanserin yayılmasını kolaylaştırıcı etkisi olduğu bilinmektedir (41). TGF-β’ nın lösemi hücreleri tarafından otokrin olarak kullanılması olasıdır. Tanı ve rekürrenste serum düzeyinin düşük, remisyonda normal düzeylerde saptanmasının nedeni bu mekanizma olabilir. Akla gelen bir diğer soru, düşük TGF-β düzeylerinin lösemiye yol açıp açmadığıdır. Tek başına TGF-β kaybının lösemiye yol açmadığı bilinmektedir (62). Bu noktada TGF-β reseptörü ve/veya reseptör sonrasına ait olası mutasyonların analizi daha fazla soruya yanıt verebilir. Ancak bu çalışma ile TGF-β1’ in lösemi tanısında prognoz faktörü olarak değer taşıyabileceği ve hastalık aktivitesinin izleminde kullanılabileceği sonucu çıkartılabilir. 53 5.2. HL, HDL ve Serum TGF-β1 Düzeyleri Arasındaki İlişki Yapılan çalışmalar, lenfoma tanısı almış hastaların serumlarında yüksek TGF-β düzeylerinin saptandığını göstermiş ve yüksek düzeylerini daha kötü prognozla ilişkilendirmiştir (7). Sağlıklı lenf nodlarında TGF-β folliküler dendritik hücreler tarafından salgılanır (63). Gerek HDL, gerekse HL’ da, hem lenfoma hücreleri hem de tümör kitlesindeki diğer hücreler tarafından TGF-β salgılanmaktadır (64). TGF-β’ nın lenfoid hücreler üzerindeki esas etkisi çoğalmayı önleyici ve apopitozisi uyarıcı yöndedir. Lenfoma gelişiminde, TGF-β yapımında eksiklik söz konusu değildir, aksine fazla olabilir. Ancak mevcut TGF-β kanseri önleyici etkisini kaybetmiştir (65). Ayrıca reaktif hücrelerin tümör kitlesine çekilmesi, anjiyogenez ve tümör hücrelerine karşı gelişen immün toleranstan da sorumlu tutulmaktadır (66). İmmüntoleransın, fazla miktarda üretilen TGFβ’ nın lenfositler tarafından otokrin ve parakrin olarak kullanılması sonucunda gerçekleştiği düşünülmektedir (67). Woszczyk ve arkadaşları HDL tanılı hastalarda TGF-β1, TGFβR-I, II ve III ekspresyonunun arttığını göstermişler ve TGF-β1’ in prognozu belirlemede faydalı olabileceğini öne sürmüşlerdir (68). Chen ve arkadaşları, “B hücreli lenfoma” hücre kültürlerinde yaptıkları çalışmada TGF-β1’ in hücre çoğalmasını engelleyici etkisine karşı olan direncin, mutasyona uğramış TGFβR-II nedeniyle gerçekleştiğini saptamışlardır (69). Inman ve arkadaşları ise Burkitt lenfoma hücre kültüründe yaptıkları çalışmalarda aynı etkinin, TGFβR-II ekspresyonundaki azalmaya bağlı olduğunu göstermişlerdir (70). HL ve HDL patogenezinde Epstein-Barr virüs (EBV) önemli rol oynamaktadır. Latent membran proteini 1 ve 2 (LMP-1, 2), Epstein-Barr nuclear antigen-1 (EBNA-1) malign lenfoma gelişiminde rol oynarlar. LMP1 kendi başına TGF-β’ nın sinyalizasyonunu baskılar. Bu sayede TGF-β’ nın kanseri önleyici etkisi kaybolur. EBNA-1 ise, Smad2 ekspresyonunu engelleyerek aynı etkiyi yaratır. Protein tirozin fosfataz reseptörü-K (PTPRK) tümör baskılayıcı bir gen olup, TGF-β tarafından aktive 54 edilmektedir ve birlikte kanser gelişimini önleyici rol oynamaktadırlar. LMP1, 2 ve EBNA-1, PTPRK ekspresyonunu azaltır. Tümör baskılayıcı genlerin eksikliğinde TGF-β’ nın beklenen etkisi, kanser gelişimini kolaylaştırıcı yönde olmaktadır (71). Bizim çalışmamızda 6 HL hastasının tanıdaki TGF-β1 düzeyleri, kontrol grubuna göre düşük çıkmakla birlikte, istatistik olarak anlamlı farklılık saptanmadı. Remisyona girdiklerinde ise 2 hastanın TGF-β1 düzeyleri tanıdaki değere göre düşerken, 4’ ünün düzeylerinde artış olduğu görüldü. Bu değerler arasında da istatistik olarak anlamlı fark yoktu. HDL hastalarımızın tanıdaki serum TGF-β1 düzeyleri de kontrol grubuna göre düşüktü ancak aralarında istatistik olarak anlamlı fark saptanmadı. Toplam 8 hastanın remisyon örnekleri elde edilebildi ve remisyon anında 4 hastanın serum TGF-β1 düzeyleri tanıdaki değere göre düşerken, 4’ ününkü yükseldi. Ortalama tanı ve remisyon değerleri arasında anlamlı fark saptanmadı. Tanıdaki TGF-β1 düzeyleri ile yaş, cinsiyet, evre, ESH ve LDH arasında ilişki olmadığı görüldü. Bu nedenlerle HL ve HDL tanısı alan çocuk hastalarda, TGF-β1’ in serum düzeyinin, prognozu belirlemek amacıyla kullanılması olası gözükmemektedir ancak tanı değerlerinin sağlıklı kontrol grubuna göre düşük olması, akut lösemiler grubunda olduğu gibi otokrin kullanım mekanizmasını akla getirmektedir. Ancak reseptör ve sinyal molekülleri düzeyindeki mutasyonlar ile EBV pozitifliği de önem taşıdığından daha geniş hasta serilerinde, gen analizleri ve EBV varlığı da göz önüne alınarak yapılacak çalışmalar yararlı sonuçlar verebilir. 5.3. NBL ve Serum TGF-β1 Düzeyleri Arasındaki İlişki NBL çocukluk çağının en sık görülen solid tümörlerinden olup, “Çocukluk çağının küçük yuvarlak hücreli tümörleri” grubunda yer alır (72). Bu kanserin ayırt edici özelliklerinden birisi, nöronal diferansiyasyon yoluyla kendiliğinden gerileyebilmesidir. Yapılan çalışmalar, bu özelliğinin 55 büyüme faktörleri ve reseptörleri tarafından kontrol edildiğini göstermiştir (73). TGF-β’ nın nöroblastomadaki etkinliği, birçok kanser türünde olduğu gibi ikilidir. Erken evrede hücre çoğalmasını önleyici yönde etki gösterirken, ileri evrelerde kanserin yayılmasını kolaylaştırıcı yönde etki yapar. Lindke ve arkadaşları B104 nöroblastom hücre kültürlerinde yaptıkları çalışmada, TGF-β’ nın çoğalmayı önleyici yöndeki etkisinin konsatrasyon bağımlı olarak arttığını göstermişlerdir (74). Ayrıca retinoik asitle birlikte nöroblastom hücrelerinin diferensiasyonunda rol oynar. Bunu otokrin yolla etki göstererek yapar ve hem kendi salgılanmasını hem de reseptör sayısını arttırır (75). Tümör dokusundaki TGF-β ve başta TGFβRII olmak üzere reseptörlerinin ekspresyon düzeyleri, anaplazinin bir ölçütü olarak kabul edilmektedir (76). McCune ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada nöral krest kökenli kanserlerde diferansiyasyon derecesi arttıkça, tümör dokusunda TGF-β ve reseptörlerinin ekspresyonunun da arttığı gösterilmiştir (72). Bizim çalışmamızdaki 6 nöroblastom hastasının tanıdaki serum TGF-β düzeyleri ile kontrol grubu arasında fark bulunmadı. Bu 6 hastadan 4 tanesinin remisyondaki TGF-β düzeyleri çalışılabildi ve bu değerler ile tanıdaki değerler arasında da anlamlı fark saptanmadı. Yüksek NSE değerlerinin, daha yüksek LDH düzeyleriyle birlikte olduğu saptandı (p<0.05). Literatürdeki diğer çalışmalarda TGF-β1 düzeyleri hücre kültürlerinde ölçülmüş ve doku düzeyinde reseptör ekspresyonuna bakılmıştır. Bizim çalışmamızda ise serumdaki TGF-β1 düzeyleri ölçülmüştür. Bu nedenle diğer çalışmalarla farklı sonuçlar elde edilmiş olabilir. Ancak nöroblastom hücreleri üzerindeki etkisi dışında TGF-β anjiyogenez, HDM şekillenmesi gibi olaylarda da önemli rol oynadığından, daha ileri evre ve yaygın tümörlerde yüksek serum TGF-β düzeyleri beklenebilir. Daha geniş hasta gruplarında yapılacak çalışmalar daha farklı sonuçlar verebilir. 56 5.4. OS ve Serum TGF-β1 Düzeyleri Arasındaki İlişki OS etyolojisi tam olarak çözülememiş olmakla birlikte p53, Rb gibi tümör baskılayıcı genlerin kaybı ve IGF, TGF-β, PDGF ve bone morphogenic proteins (BMPs) gibi büyüme faktörlerinin etkileri üzerinde durulmaktadır. TGF-β’ nın ana kaynağı trombositler olmakla birlikte, kemikte de bol miktarda bulunmaktadır (77). TGF-β1, 2 ve 3 izoformları osteoblast ve osteoklast çoğalması, HDM’ in şekillendirilmesi gibi etkileri ile kemik oluşumunda rol oynarlar. Bu nedenle kemik içerisindeki TGF-β ekspresyonunun sıkı denetimi gereklidir (78). TGF-β hem otokrin hem de parakrin etkileri ile osteosarkom gelişiminde rol alır. Osteosarkom dokusunda her 3 izoformu da bulunmasına karşın 1 ve 3 izoformları daha fazla eksprese edilir. Kloen ve arkadaşlarının osteosarkomlu hastalar ile yaptıkları çalışmada, tümör dokusunda ve anjiyogenez yolu ile oluşan yeni damarlarda TGF-β1 ve 3’ ün fazla miktarda eksprese edildiğini saptamış ve 3 numaralı izoformu kötü prognozla ilişkilendirmişlerdir (77). Liu ve arkadaşları yaptıkları çalışmada anti TGF-β molekülü kullanıldığında hastalığın ilerlemesinde duraklama olduğunu ve kemoterapi duyarlılığının arttığını göstermişlerdir (79). Aynı sonuca Kloen ve arkadaşları bir başka çalışmada ulaşmışlardır (80). Tsubaki ve arkadaşları ise fareler üzerinde yaptıkları çalışmada, statin grubu ilaçların TGF-β’ yı sinyal iletimini bloke ederek etkisiz hale getirdiği ve osteosarkomda anjiyogenez inhibitörü etki gösterdiğini saptamışlardır (81). Bizim çalışmamızdaki 7 osteosarkom hastasının tanıdaki serum TGF-β1 düzeyleri ile kontrol grubu arasında fark saptanmadı. Metastaz varlığı, LDH, ESH, cinsiyet ve yaş ile korelasyonu yoktu. Sadece bir hastanın remisyon örneği olduğundan remisyon serum TGF-β1 düzeyleri değerlendirilemedi. Mevcut çalışmalar ışığında TGF-β1 ile osteosarkom arasında ilişki olduğu kesindir ancak serum düzeylerinin tanı anında prognoz belirteci olarak kullanılması mümkün gözükmemektedir. 57 5.5. ES ve Serum TGF-β1 Düzeyleri Arasındaki İlişki Kemik ve yumuşak dokuyu tutan ES, çocuklarda ve genç erişkinlerde görülen en malign tümörlerdendir ve “çocukluk çağının küçük yuvarlak hücreli tümörleri” grubunda incelenirler (82). McCune ve arkadaşlarının bu grup kanserlerde yaptıkları çalışmada, dokular TGF-β izoformları için immünhistokimyasal incelemeye alınmış ve TGF-β ile boyanma ES’ da %58 ile diğer kanserlere göre daha düşük oranda saptanmıştır (72). Im ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada ES’ da görülen EWS-FLI1 bağlanarak füzyon geninin, TGFβR-II promotor bölgesine bu reseptörün ekspresyonunu baskıladığını saptamışlardır. TGF-β’ nın hücre çoğalmasını ve kanser gelişimini önleyici etkisinin kaybının, bu reseptörün kaybına bağlı olduğu düşünülmüştür. Hücre kültürüne bu reseptörün çoğalmasında yavaşlama eklenmesiyle olduğu birlikte görülmüştür kanser (83). hücrelerinin Hahm ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada da aynı sonuçlara ulaşılmıştır (84). Bu çalışmalar dışında, ES ve serum TGF-β düzeyleri ile ilişkili çalışma bulunmamaktadır. Bizim çalışmamızdaki 6 ES hastasının tanıdaki serum TGF-β1 düzeyleri kontrol grubuna göre hafif düzeyde yüksek bulunmuş ancak istatistik olarak anlamlı fark saptanmamıştır. Yine tanıdaki TGF-β1 düzeyleri ile yaş, cinsiyet, ESH, LDH ve hastalık evresi arasında ilişki saptanmamıştır. Altı hastadan 5 tanesinin remisyon örnekleri çalışılabilmiş ve 4 hastada TGF-β1 düzeyleri tanıdakine göre düşerken, birininki yükselmiştir. Remisyon değerleri, tanıdaki değerlere göre düşük bulunmuş ancak istatistik anlam saptanmamıştır. Bu sonuçlar ile tanıdaki serum TGF-β1 düzeylerinin prognoz belirleme amacıyla kullanılması olası değildir. Remisyon değerlerindeki düşüşün, tümör kitlesindeki küçülmeye bağlı olması muhtemeldir. 58 5.6. RMS ve Serum TGF-β1 Düzeyleri Arasındaki İlişki RMS, çocuklarda ve adolesanlarda en sık görülen yumuşak doku kökenli kanserdir. RMS’ da myojenik hücrelerinin iskelet kasına farklılaşmasında duraklama mevcuttur. Yapılan çalışmalarda IGF-2, bFGF, EGF ve TGF-β1’ in RMS gelişiminde rol aldıkları gösterilmiştir (85). Bouche ve arkadaşlarının yaptıkları çalışma sonucunda, RMS’ de TGF-β’ nın fazla miktarda üretildiği ve otokrin yolla kullanılarak kanser gelişimine neden olduğu fikri ortaya atılmıştır (86). Wang ve arkadaşları yaptıkları çalışmada, TGF-β1’ in otokrin yolla kullandığında ters yönde etki ile myojenik hücre farklılaşmasını durdurduğunu ve RMS gelişimine yol açtığını saptamışlardır (85). Hua ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada ise RMS’ da TGF-β1 sinyalizasyonunun Smad yolu ile değil, MAPK (ERK2) yoluyla gerçekleştiği bulunmuş ve kanser gelişiminin bu yolun kullanımı nedeniyle gelişiyor olabileceği düşünülmüştür (87). Bizim çalışmamızdaki 8 RMS hastasının tanıdaki serum TGF-β1 düzeyleri kontrol grubuna göre yüksek olmakla birlikte, istatistik olarak anlamlı fark bulunmadı. TGF-β1 düzeyleri ile yaş, cinsiyet, hastalık evresi, ESH ve LDH düzeyleri arasında ilişki saptanmadı. Sadece 2 hastanın remisyon örneği çalışılabildi, ikisinde de tanıdaki değerlere göre TGF-β1 düzeyleri düşmüştü ancak istatistik değerlendirme yapılmadı. Bu düşüşün, tedavi ile gerileyen tümör dokusundan salgılanan TGF-β1 miktarındaki azalmaya bağlı olduğu düşünüldü. 59 6. SONUÇLAR 1. Akut lösemi grubunun tanıdaki serum TGF-β1 düzeyleri, sağlıklı kontrol grubuna göre anlamlı şekilde düşük saptandı. Remisyona girdikleri dönemde ise, serum düzeylerinin tanı anına göre anlamlı şekilde yükseldiği görüldü. Bu sonuçlar, lösemide TGF-β1’ in otokrin olarak kullanılıp tüketiliyor olabileceğini göstermekte ve daha önceki bazı araştırmalar ile benzer sonuçlar vermektedir. Serum TGF-β1 düzeyleri ile FAB sınıflaması, yaş, cinsiyet, BK, Hb, trombosit, LDH arasında ilişki saptanmadı. 2. HL grubunda, tanıdaki serum TGF-β1 düzeyleri kontrol grubuna göre düşük olmakla birlikte, istatistik olarak anlamlı fark saptanmadı. Remisyon ve tanı dönemlerindeki serum düzeyleri arasında da fark saptanmadı. Serum TGF-β1 düzeyleri ile histopatolojik tip, yaş, cinsiyet, evre, ESH ve LDH arasında anlamlı ilişki bulunmadı. 3. HDL grubunda, tanıdaki TGF-β1 düzeyleri sağlıklı kontrol grubuna göre düşük seviyede bulundu ancak fark istatistik olarak anlamlı değildi. Remisyon ve tanı dönemlerindeki serum TGF-β1 düzeyleri arasında fark yoktu. Serum TGF-β1 düzeyleri ile histopatolojik tip, yaş, cinsiyet, evre, ESH ve LDH arasında anlamlı ilişki saptanmadı. 4. HL ve HDL gruplarında, tanıdaki serum TGF-β1 düzeylerinin sağlıklı kontrol grubuna göre düşük bulunmasının nedeni, akut lösemilerde görülen otokrin kullanım mekanizmasının daha ılımlı şekli olabilir. 60 5. NBL grubunda, tanıdaki serum TGF-β1 düzeyleri ile sağlıklı kontrol grubu arasında fark yoktu. Remisyon ve tanı dönemlerindeki serum düzeyleri arasında da fark saptanmadı. Serum TGF-β1 düzeyi ile yaş, cinsiyet, evre, ESH, LDH, NSE, ferritin arasında ilişkiye rastlanmazken, yüksek NSE’ nin daha yüksek LDH düzeyi ile ilişkili olduğu görüldü. 6. OS grubunda, tanıdaki serum TGF-β1 düzeyleri ile sağlıklı kontrol grubu arasında fark bulunmadı. Remisyon dönemlerine ait serum örnekleri elde edilemediğinden, tanıdaki düzeyleri ile karşılaştırma yapılamadı. Tanıdaki serum TGF-β1 düzeyleri ile yaş, cinsiyet, ESH, LDH ve metastaz varlığı arasında ilişki yoktu. 7. ES grubunda, tanıdaki serum TGF-β1 düzeyleri ile sağlıklı kontrol grubu arasında fark yoktu. Tanı ve remisyon dönemlerindeki serum düzeyleri karşılaştırıldığında, remisyonda daha düşük düzeylerde olduğu görüldü ancak istatistik olarak anlamlı fark bulunmadı. Serum TGF-β1 düzeyleri ile yaş, cinsiyet, ESH, LDH, evre arasında ilişki saptanmadı. 8. RMS grubunda, tanıdaki serum TGF-β1 düzeyleri sağlıklı kontrol grubuna göre yüksekti ancak istatistik olarak anlamlı farka rastlanmadı. Remisyon dönemine ait yeterli sayıda serum örneği elde edilemediğinden karşılaştırma yapılamadı. Serum TGF-β1 düzeyleri ile yaş, cinsiyet, ESH, LDH ve hastalık evresi arasında ilişki bulunmadı. 9. NBL, OS, ES, RMS gruplarını birleştirerek oluşturduğumuz “solid tümörler” grubunun tanıdaki serum TGF-β1 düzeylerindeki yükseklik istatistik olarak anlamlı farka sahip olmasa dahi önceki çalışmalar ile benzerlik göstermektedir. Tümör dokusundan 61 salgılanan fazla miktardaki TGF-β1 ve parakrin etkisi bu durumdan sorumlu olabilir. Tedavi ile serum düzeylerinin gerilemesi de bu olasılığı desteklemektedir. Literatür gözden geçirildiğinde, TGF-β’ nın kanser biyolojisinde büyük rol oynadığı görülmektedir. Çalışmamız farklı türde çocukluk çağı kanserlerinde, tanı ve remisyon dönemlerindeki serum TGF-β1 düzeyini ölçen, sağlıklı kontrol grubu ile karşılaştıran ve kanserin türüne özgü diğer prognoz ve laboratuvar belirteçleri ile ilişkilendiren ilk çalışma olması bakımından önem taşımaktadır. Bazı çalışmalarda yüksek serum TGF-β düzeylerinin daha kötü prognozla ilişkili olduğu ortaya konmuştur. Ancak birçok çalışma, farklı kanser türlerinde farklı mekanizmalarla etki gösterdiğini saptamıştır. Bu mekanizmalar reseptör ve/veya reseptör sonrası sinyal molekülleri düzeyinde olabilmektedir. Bizim çalışmamızda, akut lösemi hastalarının tanı ve remisyon dönemlerinde serum TGF-β1 düzeylerinin hastalık aktivitesini gösterebileceği ve prognozu belirlemede kullanılabileceği sonucuna ulaşılmıştır. Ancak lösemiye ait diğer prognoz ve laboratuvar belirteçleri ile ilişkisi gösterilememiştir. Çalışmamızdaki diğer kanser türleri olan HL, HDL, NBL, OS, ES ve RMS’ de serum TGF-β1 düzeylerinin prognozu belirlemede kullanılamayacağı sonucuna ulaşılmıştır. Bu hastalık gruplarında serum düzeyi ile birlikte reseptör ve/veya sinyal moleküllerine ait ekspresyon ve gen analizlerinin yapılmasının daha faydalı sonuçlar verebileceği düşünülmüştür. Çalışmamız retrospektif desende dizayn edilmiş ve bu durum özellikle hasta sayıları ve serum örneklerinin elde edilmesi açısından kısıtlılıklar getirmiştir. Prospektif desende, daha geniş ve hastalık gruplarına homojen olarak dağılmış hasta sayıları ile daha farklı sonuçlar elde edilebilir. 62 Bu çalışmanın ışığı altında, yeni yapılacak araştırmalarda tüm TGFβ izoformlarının serum düzeylerinin, reseptör ve sinyal moleküllerine ait ekspresyon ve gen analizlerinin birlikte değerlendirilmesinin oldukça faydalı sonuçlar getireceğini düşünmekteyiz. Yaptığımız bu çalışma ile fikir edinmek istediğimiz bir diğer konu da TGF-β inhibisyonunun çocukluk çağı kanserlerinin tedavisindeki yeriydi. Yapılan çalışmalar TGF-β’ yı inhibe eden moleküllerin etkinliklerini göstermiştir (47-52). Hem otokrin hem de parakrin etkileri göz önüne alındığında, TGF-β’ yı inhibe etmek çocukluk çağı kanserlerinde de faydalı olabilir. Bizim çalışmamız lösemide blastların TGF-β1’ i otokrin olarak kullanıyor olabileceğini göstermiştir. TGF-β blokajı ile bu blastların kontrolsüz çoğalması durdurulabilir. Solid tümörlerde ise immün tolerans gelişimi, anjiyogenez ve metastaz gelişiminde rol oynadığı düşünülürse, hastalığın erken dönemlerinden itibaren konvansiyonel tedavinin etkinliğini arttırabilir. 63 tedavide kullanılmaları 7. ÖZET Çocukluk Çağı Kanserlerinde Serum Transforming Growth Factor-β1 Düzeylerinin ve Prognoz Açısından Öneminin Belirlenmesi Amaç: Çocukluk çağı kanseri tanısı alan hastaların, tanı ve remisyon dönemlerindeki serum TGF-β1 düzeylerini belirlemek ve fark olup olmadığını saptamak, tanıdaki serum düzeylerini sağlıklı kontrol grubuyla ve kanserin türüne özgü prognoz faktörleri ile karşılaştırarak prognoz açısından önemini araştırmak; TGF-β inhibisyonunun çocukluk çağı kanserlerinde kullanılabilirliği hakkında fikir edinmektir. Hastalar ve Yöntem: Bu çalışmaya, 2003-2010 yılları arasında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD, Çocuk Onkolojisi BD tarafından takip ve tedavisi yapılan 55 çocukluk çağı kanseri (Akut lösemi, HL, HDL, NBL, OS, ES, RMS) tanısı almış hasta ile 20 sağlıklı kontrol dahil edildi. Serum TGF-β1 düzeylerini belirlemek için, daha önce alınıp -20° C’ de saklanan serumlar kulla nıldı. TGF-β1 düzeyleri ELISA yöntemi ile çalışıldı. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 55 çocukluk çağı kanseri hastasının 12’ si akut lösemi (%21.8), 6’ sı HL (%10.9), 10’ u HDL (%18.2), 6’ sı NBL (%10.9), 7’ si OS (%12.7), 6’ sı ES (%10.9) ve 8’ i RMS (%14.5) tanısı almıştı. Akut lösemi grubunda tanıdaki ortalama serum TGF-β1 düzeyi (8.067±3.820 pg/ml), sağlıklı kontrol grubuna göre (21.565±7.910 pg/ml) istatistik olarak anlamlı (p<0.001) şekilde düşük bulundu. Yine akut lösemi grubunda remisyon serum TGF-β1 düzeyleri (17.663±9.547 pg/ml), tanıdaki düzeylere (8.067±3.820 pg/ml) göre istatistik olarak anlamlı (p<0.05) şekilde yüksek saptandı. Diğer grupların tanı ve remisyon serum TGF-β1 düzeyleri ile sağlıklı kontrol grubu arasında anlamlı farklar bulunmadı. Tüm kanser gruplarında, kansere özgü prognoz faktörleri ve 64 laboratuvar bulguları ile serum TGF-β1 düzeyleri arasında ilişki saptanmadı. Sonuç: Birçok çalışmada TGF-β’ nın kanserle olan ilişkisi gösterilmiştir. Çocukluk çağı kanserleri ile TGF-β’ nın ilişkisini araştıran çalışmalar ise sınırlı sayıdadır. Çalışmamızda, daha önce yapılan bazı çalışmalar ile benzer şekilde, serum TGF-β1 düzeylerinin, akut lösemi hastalarında prognozu ve hastalık aktivitesini belirlemek amacıyla kullanılabileceği sonucuna ulaşıldı. HL, HDL, NBL, OS, ES ve RMS gruplarında ise serum TGF-β1 düzeylerinin prognoz belirteci değeri taşımadığı saptandı. Ancak TGF-β’ nın, serum düzeyleri normal iken, reseptör ve reseptör sonrası mekanizmalardaki mutasyonlar nedeniyle de kanserde etki gösterdiği bilinmektedir. Bu nedenle, daha geniş hasta serilerinde, tüm TGF-β izoformlarının serum düzeyleri ile birlikte reseptör ve sonrasına ait gen analizlerini birlikte değerlendiren çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Sözcükler: Anjiyogenez, biyolojik tedavi, büyüme faktörleri, çocukluk çağı kanserleri, prognoz faktörleri 65 8. SUMMARY The Importance of Serum Transforming Growth Factor-β1 Levels and Its Effect on Prognosis in Childhood Malignancies Objectives: The aim of the study was to evaluate serum transforming growth factor-β1 (TGF-β1) levels at newly diagnosed childhood malignancies and to compare with levels of the healty control group, to compare serum TGF-β1 levels at diagnosis and in remission, to evaluate the association between serum TGF-β1 levels, demographic properties, prognostic factors that are spesific to the disease, and to form an opinion about TGF-β blockade as a therapy in childhood malignancies. Patients and Method: 55 children who were admitted to the Pediatric Oncology Department of Ankara University School of Medicine between years 2003 and 2010, and diagnosed as childhood malignancy (acute leukemia, Hodgkin’ s lymphoma, non-Hodgkin’ s lymphoma, neuroblastoma, osteosarcoma, Ewing’ s sarcoma, rhabdomyosarcoma) and 20 healty controls were included. We used the blood samples which were obtained at diagnosis and in remission and sera were stored at -20° C. The levels of serum TGF-β1 were measured by enzyme-linked immunosorbent assay (ELISA). Results: Of the 55 patients 12 (21.8%) were acute leukemia, 6 (10.9%) were Hodgkin’ s lymphoma, 10 (18.2%) were non-Hodgkin’ s lymphoma, 6 (10.9%) were neuroblastoma, 7 (12.7%) were osteosarcoma, 6 (10.9%) were Ewing’ s sarcoma and 8 (14.5%) were rhabdomyosarcoma. In acute leukemia group the mean serum TGF-β1 level at diagnosis (8.067±3.820 pg/ml) was lower than the healty control group (21.565±7.910 pg/ml) with statistical significance (p<0.001). In comparison with the level at diagnosis, 66 the mean serum TGF-β1 level at remission (17.663±9.547 pg/ml) was higher with statistical significance (p<0.05). There was no statistical significant difference for serum TGF-β1 levels at diagnosis between the healty control group and other patient groups. Similarly there were no statistical significant difference between diagnosis and remission levels in other patient groups. There was no association between any of the prognostic factors and serum TGF-β1 levels in patient groups. Conclusion: In previous studies the association between cancer progression and TGF-β has shown. Much less is known about this issue among childhood malignancies. In this study we found that serum TGF-β1 levels at diagnosis and in remission in acute leukemia patients can be used as a prognostic factor and an indicator of disease activity. Our results suggest that we can’ t use it alone as a prognostic factor in other childhood malignancies. Previous studies showed that TGF-β can play an important role in tumorogenesis because of the mutations at receptor or post-receptor levels. Evaluation of serum levels for all three isoforms of TGF-β taken together with gene analysis for receptors and post receptor signaling pathways can provide us more information about the association between TGF-β and childhood malignancies. Key words: Angiogenesis, biologic agents, childhood malignancies, growth factors, prognostic factors 67 9. KAYNAKLAR 1. Stiller CA. Epidemiology and genetics of childhood cancer. Oncogene 2004; 23(38): 6429-6444 2. Kutluk T. Kanser Yükü. Onkoloji 2006, Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Yıllık Sempozyumu. 23-25 Kasım 2006, Ankara. Bildiri Kitabı; 2006: 9-11 3. Oeefinger KC, Robinson LL. Childhood cancer survivors, late effects, and a new model for understanding survivorship. JAMA 2007; 297: 2762-2764 4. Witsch E, Sela M, Yarden Y. Roles for growth factors in cancer progression. Physiology 2010; 25: 85-101 5. Cook KM, Figg WD. Angiogenesis inhibitors: Current strategies and future prospects. CA Cancer J Clin 2010; 60: 222-243 6. Tian M, Schiemann WP. The TGF-β paradox in human cancer: An update. Future Oncol 2009; 5(2): 259-271 7. Teicher BA. Transforming growth factor-β and the immune response to malignant disease. Clin Cancer Res 2007; 13(21): 6247-6251 8. Childhood Cancer: Rising to the challenge. UICC report, Geneva, 2006 68 9. Smith MA, Ries LAG. Childhood cancer: Incidance, survival and mortality. In: Pizzo PA, Poplack DG (eds) Principles and Practise of Pediatric Oncology 4th edn. Lipincott Williams&Wilkins, 2002; pp:111 10. Kutluk T, Yeşilipek A. Türk Pediatrik Onkoloji Grubu/Türk Pediatrik Hematoloji Derneği Pediatrik Tümör Kayıtları 2007, www.turkishpediatriccancerregistry.org 11. Gurney JG, Bondy ML. Epidemiology of childhood cancer. In Pizzo PA, Poplack DG (eds) Principles and Practice of Pediatric Oncology 5th edn. Lippincott Williams and Wilkins, 2006; 1-13 12. Bleyer A. Principles of diagnosis. In Behrman RE, Kliegman MR, Jenson HB, Stanton BF (eds) Nelson Textbook of Pediatrics 18th edn. Saunders, Philadelphia, 2007: 2104-2108 13. Goldie JH, Coldman AJ. The genetic origin of drug resistance in neoplasms: implications for systemic therapy. Cancer Res 1984; 44: 3643-3653 14. Halperin EC, Constine LS, Tarbell NJ (eds). Pediatric Radiation Oncology, 3rd edn. New York: Raven Press, 1999 15. Cohen S, Levi-Mantalcini R, Hamburger V. A nerve growthstimulating factor isolated from sarcoma AS37 and 180. Proc Natl Acad Sci USA 1954; 40: 1014-1018 16. Yarden Y, Ullrich A. Growth factor receptor tyrosine kinases. Annu Rev Biochem 1988; 57: 443-478 69 17. Madhusudan S, Gonesan TS. Tyrosine kinase inhibitors in cancer therapy. Clin Biochem 2004; 37: 618-635 18. Sporn MB, Todaro GJ. Autocrine secretion and malignant transformation of cells. N Engl J Med 1980; 303: 878-880 19. Yilmaz M, Christofori G. EMT, the cytoskeleton, and cancer cell invasion. Cancer Metastasis Rev 2009; 28: 15-23 20. Hanahan D, Weinberg RA. The hallmarks of cancer. Cell 2000; 100: 57-70 21. Folkman J. Tumor angiogenesis: therapeutic implications. N Engl J Med 1971; 285: 1182-1186 22. Dinçaslan H. Anjiyogenezis ve çocukluk çağı malignitelerinde antianjiyogenik tedaviler Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2009; 5(4): 188-198 23. Mizia-Malarz A, Sobol G, Janowska J, Was H, Zaharska-Markiewicz B. Prognostic value of proangiogenic cytokines in children with lymphomas. Pediatr Blood Cancer 2009; 53: 1195-1199 24. Steeghs N, Nartier J, Gelderblom H. Small molecule tyrosine kinase inhibitors in the treatment of solid tumors: an update of recent developments. Ann Surg Oncol 2007; 14: 942-953 25. Klass BR, Grobbelaar AO, Rolfe KJ. Transforming growth factor-β1 signalling, wound healing and repair: a multifunctional cytokine with clinical implications for wound repair, a delicate balance. Postgrad Med J 2009; 85: 9-14 70 26. Flanders KC, Roberts AB. TGF-β. In: Oppenheim JJ, Feldman M (eds) Cytokine Reference, Vol. 1. Academic Press: San Diego, CA, 2001: 719-746 27. Kallapur S, Shull M, Doetchman T. Phenotypes of TGF-β knockout mice. In: Durum SK, Muegge K (eds) Cytokine Knockouts. Humana Press: Totowa, NJ, 1998: 335-368 28. Prud’homme GJ. Pathobiology of transforming growth factor beta in cancer, fibrosis and immunologic disease, and therapeutic considerations. Laboratory Investigation 2007; 87: 1077-1091 29. Verrecchia F, Mauviel A. Transforming growth factor β and fibrosis. World J Gastroenterol 2007; 13: 3056-3062 30. Annes JP, Munger JS, Rifkin DB. Marking sense of TGF-β activation. J Cell Sci 2003; 116: 217-224 31. Moustakas A, Heldin CH. Non-Smad TGF-β signals. J Cell Sci 2005; 118: 3573-3584 32. Pannu J, Nakerakonti S, Smith E, Dijke P, Trojanowska M. Transforming growth factor receptor type-I dependent fibrogenic gene program is mediated via activation of Smad1 and ERK 1/2 pathways. J Biol Chem 2007; 282: 10405-10413 33. Ikushima H, Miyazano K. TGF-β signaling: a complex web in cancer progression. Nature 2010; Vol 10: 415-424 34. Pan D, Zhu Q, Luo K. SnoN functions as a tumor suppressor by inducing premature senescence. EMBO J 2009; 28: 3500-3513 71 35. Wang D, Long Y, Dai F, Liang M, Feng XH, Lin X. BCL-6 represses Smad signaling in transforming growth factor-β resistance. Cancer Res 2008; 68: 783-789 36. Ho Y, Miyazano K. RUNX transcription factors as key targets of TGFβ superfamily signaling. Curr Opin Genet Dev 2003; 13: 43-47 37. Kiyano K, Suzuki HI, Matsuyoma H, Morishita Y, Komuro A, Kano MR, Sugimoto K, Miyazono K. Autophagy is activated by TGF-β and potentiates TGF-β mediated growth inhibition in human hepatocellular carcinoma cells. Cancer Res 2009; 69: 8844-8852 38. Hinz B, Phan SH, Thannickal VJ, Galli A, Bochaton-Piallat ML, Gabbiani G. The myofibroblast: one function, multiple origins. Am J Pathol 2007; 170: 1807-1816 39. Sakaguchi S. Naturally arising CD4+ regulatory T cells for immunologic self-tolerance and negative control of immune responses. Annu Rev Immunol 2004; 22: 531-562 40. Yoshimura A, Wakabayashi Y, Mori T. Cellular and molecular basis for the regulation of inflamation by TGF-β. Biochem 2010; 147(6): 781-792 41. Jakowlew SB. Transforming growth factor-β in cancer and metastasis. Cancer Metastasis Rev 2006; 25: 435-457 42. Dong M, How T, Kirkbride KC, Gordon KJ, Lee JD, Hempel N, Kelly P, Moeller BJ, Marks JR, Blobe GC. The type-III TGF-β receptor supresses breast cancer progression. J Clin Invest 2007; 117: 206217 72 43. Yang L, Pang Y, Moses HL. TGF-β and immune cells: an important regulatory axis in the tumor microenvironment and progression. Trends in Immunology 2010; 31: 220-227 44. Kang Y, Siegel PM, Shu W, Drobnjak M, Kakonen SM, CordonCardo C, Guise TA, Massague J. A multigenic program mediating breast cancer metastasis to bone. Cancer Cell 2003; 3: 537-549 45. Hasegawa Y, Takanashi S, Kanehira Y, Tsushima T, Imai T, Okkuura K. Transforming growth factor-β1 level correlates with angiogenesis, tumor progression and prognosis in patients with nonsmall cell lung carcinoma. Cancer 2001; 91: 964-971 46. Yang L. TGF-β and cancer metastasis: an inflammation link. Cancer Metastasis Rev 2010; 29: 263-271 47. Dumont N, Arteagu CL. Targeting the TGF-β signaling network in human neoplasia. Cancer Cell 2003; Vol 3: 531-536 48. Karpal M, Kang Y. Targeting the transforming growth factor-β signaling pathway in metastatic cancer. Europian Journal of Cancer 2010; 46: 1232-1240 49. Morris J, Shapiro G, Tan AR. Phase 1/2 study of GC1008: a human anti-transforming growth factor-beta monoclonal antibody (Mab) in patients with advanced malignant melanoma or renal cell carcinoma. J Clin Oncol 2008; 26 (Abstract#9028) 50. Spearman M, Taylor WR, Greenberg AH, Wright JA. Antisense oligodeoxyribonucleotide inhibition of TGF-beta1 gene expression and alterations in growth and malignant properties of mouse fibrosarcoma cells. Gene 1994; 149(1): 25-29 73 51. Hau P, Jachimczak P, Schlingensiepen R, Schulmeyer F, Jauch T, Steinbrecher A, Brawanski A, Proescholdt M. Inhibition of TGF-beta2 with AP12009 in recurrent malignant gliomas: from preclinical to phase I/II studies. Oligonucleotides 2007; 17(2): 201-212 52. Schlingensiepen KH, Fisher-Blass B, Schmaus S, Ludwig S. Antisense therapeutics fot tumor treatment: the TGF-β2 inhibitor AP12009 in clinical development against malignant tumors. Resent Results Cancer Res 2008; 177: 137-150 53. Wojtowicz-Praga S, Verma UN, Wakefield L, Estaban JM, Hartmann D, Mazumder A. Modulation of B16 melanoma growth and metastasis by anti-transforming growth factor beta antibody and interleukin-2. J Immunother Emphasis Tumor Immunol 1996; 19(3): 169-175 54. Ruscetti FW, Akel S, Bartelmez SH. Autocrine transforming growth factor-beta regulation of hematopoiesis: Many outcomes that depend on the context. Oncogene 2005; 24: 5751-5763 55. Hu X, Zhang X, Zhang Q, Fisher AB, Bryingtan M, Zuckerman KS. Differential effects of transforming growth factor on cell cycle regulatory molecules in human myeloid leukemia cells. Oncogene 2001; 20: 6840-6850 56. Buske C, Becker D, Feuring-Buske M, Haming H, Wulf G, Schafer C, Hiddemann W, Wörmann B. TGF-β inhibits growth and induces apopitosis in leukemic B cell precursors. Leukemia 1997; 11: 386392 74 57. Murohashi I, Endho K, Nishida S, Yoshida S, Jinnai I, Besso M, Hiroshima K. Differential effects of TGF-β1 on normal and leukemic human hematopoietic cell proliferation. Exp Hematol 1995; 23: 970977 58. Jakubowiak A, Pouponnat C, Berguido F, Frank RMS, Massague J, Nimer SD. Inhibition of the transforming growth factor beta1 signaling pathway by the AML1/ETO leukemia associated fusion protein. J Biol Chem 2000; 275: 40282-40287 59. Lin HK, Begmann S, Pandolfi PP. Deregulated TGF-beta signaling in leukemogenesis. Oncogene 2005; 24: 5693-5700 60. Al-Mowallad A, Carr T, Al-Qauzi A, Li C, Byers R, Kumar S. Plasma CD105, TGF-beta-1, TGF-beta-3 and the ligand/receptor complexes in children with acute lymphoblastic leukemia. Anticancer Res. 2006; 26 (1B): 543-547 61. Chen Y, Lu L, Wang L. Study on gene expression of TGF beta-1 and its receptor in leukemia cells and the serum TGF beta-1 level in the patients with acute leukemia. Zhanghua Xue Ye Xue Za Zhi 1998; 19 (11): 576-580 62. Fortunel NO, Hatzfeld JA, Manier MN. Control of hematopoietic stem/progenitor cell fate by transforming growth factor-beta. Oncol Res; 2003 (13): 445-453 63. Tvrdik D. The effect of TGF beta1 on the expression and phosphorylation of key cell-cycle regulators in malignant B cells. Med Sci Monit 2004; 10(12): 447-454 75 64. Hsu SM, Lin J, Xie SS. Abundant expression of transforming growth factor-β1 and β2 by Hodgkin’ s Reed Sternberg cells and by reactive T lymphocytes in Hodgkin’ s disease. Hem Pathol 1993; 24: 249-255 65. Sebestyen A, Barna G, Nagy K, Janosi J, Paku S, Kohut E, Berczi L, Mihalik R, Kopper L. Smad signal and TGF-β induced apopitosis in human lymphoma cells. Cytokine 2005; 30: 220-235 66. Maggio E, Van den Berg A, Diepstra A, Kluiver J, Visser L, Poppema S. Chemokines, cytokines and their receptors in Hodgkin’ s lymphoma cell lines and tissues. Annals of Oncology 2002; 13: 52-56 67. Chemnitz JM, Eggle D, Driesen J, Classen S, Riley JL, Beyer M, Popou A, Zander T, Schultze JL. RNA fingerprints provide direct evidence for the inhibitory role of TGF-β and PD-1 on CD34+ T cells in Hodgkin’ s lymphoma. Blood 2007; 110: 3226-3233 68. Woszczyk D, Gola J, Jurzak M, Mazarek U, Mykala-Ciesla J, Wilczok T. Expression of TGF-β1 genes and their receptor type I, II and III in low and high grade malignancy non-Hodgkin’ s lymphomas. Med Sci Monit 2004; 10: 33-37 69. Chen G, Ghosh P, Osawa H, Sasaki CY, Rezanka L, Yang J, O’ Farrel J, Longo DL. Resistance to TGF-β1 correlates with aberrant expression of TGF-β receptor II in human B-cell lymphoma cell lines. Blood 2007; 109: 5301-5307 70. Inman GJ, Allday MJ. Resistance to TGF-β1 correlates with a reduction of TGF-β type II receptor expression in Burkitt’ s lymphoma and Epstein-Barr virus transformed B lymphoblastoid cell lines. Journal of General Virology 2000; 81: 1567-1578 76 71. Flavell JR, Baumforth KR, Wood VH, Davies GL, Wei W, Reynolds GM, Morgan S, Boyce A, Kelly GL, Young LS, Murray PG. Down regulation of the TGF-beta target gene, PTPRK, by the Epstein-Barr virus encoded EBNA-1 contributes to the growth and survival of Hodgkin lymphoma cells. Blood 2008; 111: 292-301 72. McCune KB, Patterson K, Chandra RS, Kapur S, Sparn MB, Tsokos M. Exprassion of transforming growth factor-β isoforms in small round cell tumors of childhood. Am J Pathol 1993; 142: 49-59 73. Snider WD. Functions of the neurotrophins during nervous system development: What the knockouts are teaching us. Cell 1994; 77: 627-638 74. Lindke AL, Middleton FA, Miller MW. Regulating the availability of transforming growth factor β1 in B104 neuroblastoma cells. Experimental Neurology 2010; 225: 123-132 75. Scarpa S, Coppa A, Caracciolo MR, Mincione G, Giuffrida A, Madesti A, Colletta G. Transforming growth factor β regulates differentiation and proliferation of human neuroblastoma. Experimental Cell Research 1996; 229: 147-154 76. Turco A, Scarpa S, Coppa A, Baccheschi G, Palumbo C, Leonetti C, Zupi G, Colletta G. Increased TGFβ type II receptor expression supresses the malignant phenotype and induces differentiation of human neuroblastoma cells. Experimental Cell Research 2000; 255: 77-85 77. Kloen P, Gebhardt MC, Atayde AP, Rosenberg AE, Springfield DS, Gold LI, Mankin HJ. Expression of transforming growth factor-β isoforms in osteosarcomas. Cancer 1997; 12: 2230-2239 77 78. Centrella M, Horowitz MC, Wozney JM, McCarthy TL. Transforming growth factor-β gene family members and bone. Endocr Rev 1994; 15: 27-39 79. Liu Y, Zheng QX, Du JY, Yang SH, Shao ZW, Xiao BJ. Effects of TGF beta1 autocrine blockage on osteosarcoma cells. Chin Med Sci J 2204; 19(2): 155-156 80. Kloen P, Jennings CL, Gebhardt MC, Springfield DS, Mankin HJ. Expression of transforming growth factor-beta receptors, TGF-beta 1 and TGF-beta 2 production and autocrine growth control in osteosarcoma cells. Int J Cancer 1994; 58(3): 440-445 81. Tsubaki M, Yamazoe Y, Yanae M, Satou T, Itoh T, Kaneko J, Kidera Y, Mariyama K, Nishida S. Blockade of the Ras/MEK/ERK and Ras/PI3K/Akt pathways by statins reduces the expression of bFGF, HGF and TGF-β as angiogenic factors in mouse osteosarcoma. Cytokine 2011, doi: 10.1016/j.cyto, 2011.01.005 82. Asami S, Chin M, Shichino H, Yoshida Y, Nemoto N, Mugishima H, Suzuki T. Treatment of Ewing’ s sarcoma using an antisense oligodeoxynucleotide to regulate cell cycle. Biol Pharm Bull 2008; 31(3): 391-394 83. Im YH, Kim HT, Lee C, Poulin D, Welford S, Sorensen PH, Demy CT, Kim SJ. EWS-FLI1, EWS-ERG and EWS-ETV1 oncoproteins of Ewing tumor family all supress transcription of transforming growth factor β type II receptor gene. Cancer Res 2000; 60: 1536-1540 78 84. Hahm KB, Cho K, Lee L, Im YH, Chang J, Choi SG, Sorensen PH, Thiele CJ, Kim SJ. Repression of the gene encoding the TGF-β type II receptor is a major target of the EWS-FLI1 oncoprotein. Nature Genetics 1999; 23: 222-227 85. Wang S, Guo L, Dang L, Guo L, Li S, Zhang J, Sun M. TGF-β1 signal pathway may contribute to rhabdomyosarcoma development by inhibiting differentiation. Cancer Sci 2010; 101(5): 1108-1116 86. Bouche M, Canipori R, Melchianna R, Williams D, Senni MO, Molinoro M. TGF-β autocrine loop regulates cell growth and myogenic differentiation in human rhabdomyosarcoma cells. FASEB J 2000; 14: 1147-1158 87. Guo H, Zhang HY, Wang S, Ye L, Yang G, Bu H. Smad4 and ERK2 stimulated by transforming growth factor beta rhabdomyosarcoma. Chin Med J 2007; 120(6): 515-521 79 1 in