bölüm ı dünyada değişim rüzgarları yön arıyor

advertisement
 BÖLÜM I
DÜNYADA DEĞİŞİM RÜZGARLARI YÖN ARIYOR,
TÜRKİYE İSTİKRARA ODAKLANIYOR.
1. Dünyada Değişen Dengeler Ülkeleri Yeniden Şekillendiriyor
Yeni dünya düzeninde dengeler sürekli değişmekte; 21 inci yüzyılın yeni ve serin
esintileri gözlemlenmektedir. Dünya döndükçe toplumlar kaçınılmaz olarak
değişmektedir.
Daha 21 yıl önce, dünya NATO ve Varşova Paktı olarak ikiye bölünmüş
durumdaydı, “Doğuda” katı bir “merkezi planlama”, “Batıda” ise tam ters yönde
“liberal” bir ekonomik düzen hüküm sürmekteydi.
1991'de SSCB’nin dağılmasının ardından dünya tek kutuplu bir “Süper Güç”
olan Amerika Birleşik Devletleri tarafından yönetilmeye başlandı,
Ardından, içine girmek için herkesin yarıştığı “Avrupa Birliği” etkin olmaya
başladı,
Pasifikte Japonya, şaşırtıcı hamleler gerçekleştirmeye başladı,
Daha sonra Çin bir güç olarak belirdi, Hindistan, Brezilya ve Güney Kore de
sahne aldı,
Ve şimdilerde ise Türkiye Cumhuriyeti “Ben de varım” diyor.
Yeniler, yepyeni ataklarla gündeme gelirken AB, ABD ve Japonya, finansta mali
illüzyonların optik kırılmalarına sahne olmuştur.
Dünya, “1994 Meksika Krizi”, “1996 Küresel Kriz”, “1998 Rusya Moratoryumu”,
“2001 Arjantin Moratoryumu” ve nihayet “2008 İpotek Krizi” ile sarsılmıştır.
Çöküntü, 2012 sonunda da devam etmektedir;
ABD’de “mali uçurum”
Avrupa Birliğinde “kamu borçları ve banka sorunları”
Japonya’da “derin durgunluk”
tanımlamalarıyla halen sürmektedir. Bunların ayrıntılarına ve olası sonuçları ülke
bazında aşağıda değerlendirilmekte olup, ekonomik anlamda başarılı olamayan
“büyük ülkelerin bir bölümünün toplu “borç” durumları da aşağıda verilmektedir.
1
Tablo 1. Bazı Ülkelere Göre Kamu Borçları
Toplam Kamu
Borcu
(Trilyon Dolar)
Japonya
12,6
ABD
11,3
Almanya
2,8
İtalya
2,5
Fransa
2,3
İngiltere
2,2
Belçika
0,5
Kaynak: The Economist, 21.10.2012
Her Vatandaş Başına
Kamu Borcu
(Dolar)
100.000
36.000
34.200
40.700
36.600
34.700
45.400
Kamu Borcunun
Milli Gelire Oranı
(%)
221
73
83
121
89
90
101
1991 yılında, Hollanda’nın Maastricht kentinde AB’nin önde gelen yöneticileri ve
karar mercileri tarafından “Maastricht Kriterleri” olarak bilinen “kamu borcu milli
gelirin % 60'ını geçmemesi” kararı alınması ve sonrasında bu kurala uyamayan AB
üyesi ülkelerin de durumu ekonomik gerçekleri gözler önüne sermiştir.
Ekim 2012 sonu itibariyle dünya merkez bankalarının bir bölümünün rezerv
varlıklarının kabaca üçte ikisisin ABD’nin on yıllık tahvilinden oluştuğu
görülmektedir. Çin Merkez Bankası’nın Ekim 2012 döviz rezervlerinin 3,2 trilyon
Doları geçmiş durumda olması artık Doların (dolayısıyla ABD’nin) kaderinin
Pekin’in elinde olduğu yönünde şaşırtıcı bir gerçeği de gözler önüne sermektedir.
1.1. Gelişmiş Ekonomiler
1.1.1. Amerika Birleşik Devletleri (ABD)
ABD
ekonomisi
tahminlerden
yavaş
büyümekte
ve
ivme
kazanmakta
zorlanmaktadır. Uluslararası Para Fonu (IMF)
ve
Uluslararası
kredi
derecelendirme
kuruluşu Standard & Poor's (S&P)’nin 2013
yıllarına ilişkin büyüme öngörülerini aşağı
yönlü revize etmesi, ABD ekonomisinin
geleceğine ilişkin büyüme beklentilerinde bir
iyileşme
olmayacağı
tahminlerini
kuvvetlendirmektedir.
IMF, Ekim ayı Dünya Ekonomik Görünümü Raporunda ABD ekonomisi ile ilgili
büyüme tahminlerini 2012 yılı için bir önceki tahmine göre 0,1 puan artırarak %2,2,
2013 yılı için bir önceki tahmine göre 0,1 puan azaltarak %2,1 olarak açıklamıştır.
2
Bununla beraber, bu tahminin 2013 yılında keskin bir vergi artışı ve harcama
kesintisi olmayacağı, borç tavanının en kısa zamanda artırılacağı varsayımına
dayandığı ifade edilmiştir. Diğer yandan ekonomi politikasındaki belirsizliklerin ve
mali uçurum ihtimalinin ve küresel ekonomik risklerin ABD ekonomisi için aşağı
yönlü riskler barındırdığı ifade edilmiştir.
S&P ise ABD ekonomisi büyüme beklentilerini düşürmüştür. GSYH artışının 2012
yılında % 2,2, 2013 yılında ise % 1,8 olacağını tahmin eden S&P, ekonomide iyiye
doğru hızlı bir dönüş gerçekleşme ihtimalini % 15 olarak gördüklerini açıklamıştır.
ABD Merkez Bankası (FED)'in yeni tahminlerine göre; işsizlik oranının 2013 ve
2014'te sırasıyla % 7,6 ile % 7,9 arasında ve % 6,7 ile % 7,3 arasında olması
beklenmektedir.
ABD tüketici güven endeksi, Eylül 2012 ayında
beklenmedik bir şekilde yükselerek, ekonominin
%70’inden fazlasını oluşturan hane halkı harcamasına
dinamizm kazandırmıştır. Öte yandan, tüketici
güveni ile ilgili olumlu gelişmeler, reel sektör ile ilgili
olarak açıklanan verilere yansımamıştır. Ticaret
Bakanlığı tarafından Ağustos ayında %0,5 oranında
arttığı açıklanan hane halkı harcamaları, çok az
yükselerek, ekonomik gelişmenin ivme kazanmakta
zorlandığını göstermiştir.
ABD'de dış ticaret açığı 2012 Ağustos ayında, yavaşlayan küresel büyümenin
ABD'nin ihraç mallarına talebi düşürmesinin etkisi ile artmıştır. ABD'nin dış ticaret
açığı, Temmuz ayındaki 42,5 milyar dolar seviyesinden, Ağustos ayında %4,1 artarak
44,2 milyar dolara çıkmıştır. İhracat Şubat ayından bu yana en düşük seviyesine
gerilemiştir. İhracat Ağustos ayında % 1 düşerek 181,3 milyar dolara, ithalat ise % 0,1
düşüşle 225,5 milyar dolara gerilemiştir.
Özellikle Avrupa ve Çin başta olmak üzere, küresel ekonomik yavaşlamanın ABD
ihracatını azaltmasının bu düşüşte önemli etkisi olmuştur. Petrol fiyatlarındaki
yükselişin gelecek dönemlerde ithalat faturasını yükseltme ihtimali de
bulunmaktadır. Dış ticaret açığında son dönemde yaşanan daralma büyümeye
olumlu katkı yapmakla birlikte, son aylarda aynı etkinin devam etmesi çok
muhtemel görülmemektedir.
2012 yılı sonunda ABD’de borçlanma limitinin sınırına gelinmesi önemli bir risk
unsuru olarak görülmektedir. Borçlanma limitinin artırılmaması durumunda “mali
uçurum” olarak adlandırılan sınıra gelinmesi, zaten zayıf olan ekonomik
toparlanmayı olumsuz etkileyebilecektir.
3
ABD’de kamu harcamalarında sert düşüşe yol açacak '’mali uçurum'’ konusunda
derin görüş ayrılıkları içindeki ABD Kongresi'nde herhangi bir karar alınamaz ise, 1
Ocak 2013 itibariyle otomatik olarak 600 milyar dolar tutarında harcama kesintisi ve
vergi artışları devreye girerek küresel ekonominin büyümesi önünde kısa vadeli risk
oluşturacaktır.
Bununla birlikte, dünyanın en büyük ekonomisinin büyüme hızında yılın üçüncü
çeyreğinde artış yaşanmıştır. Resmi rakamlar Eylül ayı sonuna kadar ki üç ay içinde
ABD ekonomisindeki büyümenin yıllık %2'ye tekabül ettiğini göstermektedir.
6 Kasım 2012 tarihinde Barack Obama’nın tekrar ABD Başkanı seçildiği seçim öncesi
de 20 milyon Amerikalının işsiz olduğu ve bütçenin büyük açık verdiği ekonomi,
seçim kampanyasının en önemli konularından biri olmuştur.
Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin ekonomik ve ticari boyutu, Türkiye açısından
tatmin edici değildir. 2000 yılında 7 milyar dolar olan ikili ticaret 2011 yılında 20.6
milyar dolara çıkmasına rağmen, ABD’nin Türkiye’nin ihracatı içindeki payı düşük
seviyededir.
2011 yılında ABD’ye ihracatımız 2010’a göre %22,2
artışla 4.6 milyar dolar olarak gerçekleşirken,
ABD’den 16 milyar dolarlık ithalat çerçevesinde,
ülkemiz aleyhine 11.4 milyar dolar ticaret açığı
verilmiştir. İkili ticaret hacminin artışı, sürekli
Türkiye aleyhine gelişen bir ticaret açığı ile
gerçekleşmektedir.
ABD, 2011 yılında Türkiye’den en fazla ihracat yapılan ülkeler arasında %3,4 pay ile
yedinci sırada yer almıştır. Türkiye ise ABD’nin 2011 yılı ithalatında %0,24 pay ile
45’inci sırada yer almıştır.
Bu çerçevede, 2013 yılında, İzmir’in ABD’ye olan ihracattan daha fazla pay
alabilmesi için, ilimizde ABD mevzuatı, pazar yapısı, iş yaparken dikkat edilmesi
gereken hususlar gibi İzmirli firmalara ABD pazarına girişte yararlı olabilecek
seminerler, ABD’de ve/veya şehrimizde hedef sektör ve eyaletlerde iki ülke
işadamlarını bir araya getiren iş konseyi toplantılarının gerçekleştirilmesi
planlanmaktadır.
1.1.2. Avrupa Birliği (AB) Ülkeleri
2010 yılının başlarında Avrupa’yı vuran Avro krizinin, krizin patlak verdiği tarihten
beri Avrupa ülkelerini hala olumsuz yönde etkilediğini görebiliyoruz.
2012 yılının ekonomik verileri bize krizin devam ettiğini kanıtlar niteliktedir.
4
AB ülkelerinin gayri safi yurtiçi hâsıla büyüme oranlarına baktığımızda, 2011 yılında
ortalama % 1,5 oranında bir büyüme olduğunu görüyoruz, 2012 yılında ise bu oranın
-0,3 olması beklenmektedir. 2012 ve 2013 Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla (GSYH) büyüme
oranları projeksiyonlarında ise büyümenin yine eksilerde devam edeceği, ancak
2014’den itibaren tekrar artılara çıkacağı öngörülmektedir.
Bu oranlar bize, Avrupa Birliği’nde genel olarak ekonomik faaliyetin düşüş
eğiliminde olduğunu göstermektedir.
Tablo 2. AB Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla Büyüme oranları (%)
2010
2011
2012
AB (27)
2,1
1,5
-0,3*
Euro Alanı
2,0
1,4
-0,4*
Kaynak: EuroStat
*Tahmini rakamlar
2013
-0,4*
0,1*
2014
1,6*
1,4*
İşsizlik verilerine baktığımızda ise durum daha da vahim bir tablo çizmektedir.
2011 yılının Eylül ayında AB (27) ülkelerinin işsizlik oranı %9,8 iken bu oran 2012
yılının aynı ayına göre %10,6 olarak gerçekleşmiştir.
2012 yılı işsizlik verilerini 2011 yılı ile karşılaştırdığımız da işsizlik oranlarının 20
ülkede yükseldiğini, 7 ülkede ise düştüğünü görüyoruz. AB ülkeleri arasında en
büyük düşüş Litvanya, Estonya ve Letonya’da kaydedilirken en büyük yükseliş ise
Yunanistan ve İspanya’da olmuştur.
Grafik 1. AB Ülkeleri İşsizlik Oranları (Eylül 2012)
Kaynak: EuroStat
5
2012 yılında işsizlik konusunda özellikle Yunanistan ve İspanya’da dramatik artışlar
gerçekleşmiş, işsizlik İspanya’da %25,8, Yunanistan’da ise %25,1 oranına ulaşmıştır.
Yunanistan’ın Euro bölgesinden çıkarılması bile gündeme gelmiştir ancak bu konuda
henüz kesin bir adım atılmamıştır.
Bu ülkelerde işsizliğin ve kamu borcunun ülke ekonomilerine verdiği yükü azaltmak
amacıyla hükümetler kesintiler yapmıştır ve bu durum sosyal sorunlara hatta yer yer
ciddi ayaklanmalara sebep olmuştur.
AB ülkeleri arasında genç işsizliğine baktığımız zaman 2012 yılının Eylül ayında
%22,8 gibi bir oran gerçekleştiğini görüyoruz. Bir önceki yılın aynı ayında ise bu oran
% 21,7 idi, yani genç işsizliğinde de bir artış gözlemliyoruz.
Genç işsizliği oranlarına baktığımız zaman en az oranları Almanya (%8,0), Hollanda
(%9,7) ve Avusturya’da (%9,9) kaydederken, en yüksek oranları ise Yunanistan
(%55,6) ve İspanya’da (%54,2) görüyoruz.
Son zamanlarda özellikle İspanya’dan Almanya’ya gençler iş aramak için göç
etmektedir ve Almanya da kalifiye iş gücü ihtiyacını İspanya’dan sağlamaya
başlamıştır.
Bütün bu ekonomik verilere genel olarak baktığımız zaman, AB ülkelerinde
büyümenin krizle beraber durduğu hatta eksi büyüme oranlarının yaşandığı
görülmektedir. 2013 yılı projeksiyonlarında da bu durumun değişmeyeceği ve
önümüzdeki birkaç yılda AB ekonomilerinin toparlanamayacağı anlaşılmaktadır.
Yaşanan bu kriz, AB’de özellikle işsizliğin çok yüksek olduğu Yunanistan ve İspanya
gibi ülkelerde sosyal patlamalara ve AB ülkeleri içinde iş göçlerine sebep olmuş,
AB’de yeni fenomenler yaratmıştır.
AB-Türkiye İlişkileri
Aşağıdaki tabloda Türkiye’nin 2011 ve 2012 yılları büyüme oranlarına baktığımızda,
Türkiye’nin çok daha hızlı büyüdüğünü ve AB ülkelerinin aksine, gittikçe büyüyen
bir ekonomiye sahip olduğunu görüyoruz. 2012 yılı tahminlerine göre AB ülkelerinin
ortalama büyüme oranı eksilerdeyken Türkiye’nin %3.0 olarak görülmektedir.
Sonraki yıl tahminlerinde ise Türkiye’nin büyümeye devam edeceği görülmektedir.
Tablo 3. Türkiye-AB Gayrisafi Yurtiçi Hâsıla Büyüme Oranları Karşılaştırma (%)
2010
2,1
9,0
AB (27)
Türkiye
Kaynak: EuroStat
*Tahmini rakamlar
2011
1,5
8,5
2012
-0,3*
3,0*
6
2013
-0,4*
2,9*
2014
1,6*
3,7*
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan Türkiye’nin AB ülkeleri ile
dış ticaret verilerine baktığımızda ise, 2012 yılının Eylül ayına kadar Türkiye’nin AB
ülkelerine 43,2 milyar dolar ihracat yaptığını görüyoruz. Bu rakam 2011 yılında 62,3
milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. 2012 yılının Eylül ayında ise AB ülkelerine
ithalatımız 64,4 milyar dolar olarak gerçeklemiştir. 2011 yılında ise ithalatımız 91,1
milyar dolar civarında gerçekleşmiştir.
AB ülkelerinde yaşanan krize rağmen AB ülkeleri ile dış ticaretimizin artış eğilimde
olduğu gözlenmektedir. Bunda Türkiye’nin büyüyen ekonomisinin etkili olduğu
düşünülmektedir.
1.1.3. Japonya
2011 yılında Japonya’da 9 büyüklüğünde
meydana gelen deprem ve sonrasında
depremin yol açtığı tsunami ülkede büyük
bir yıkıma yol açmıştı.
Japon
hükümetinin
yapmış
olduğu
açıklamada yaşanan felaketin maliyetinin
300 Milyar doların üzerine olduğu
belirtilmişti.
2012 yılında deprem ve tsunamiden etkilenen bölgelerin yeniden yapılandırılması ve
diğer bölgelerin göstermiş oldukları ekonomik gelişmelerin sonucu olarak Japon
ekonomisinin 2011 yılına kıyasla sıçrama gerçekleştirdiği tartışılmaktadır.
Yılın ilk çeyreği incelendiğinde felaket
sonrasında
yeniden
yapılandırma
çalışmalarının
Japon
ekonomisinin
büyümesini
sağladığının
üzerinde
durulmaktadır.
Ancak 2012 yılının ikinci çeyreğinde
yavaşladığı altı çizilen Japon ekonomisinin,
yıllık olarak %1,4 düzeyinde büyüdüğü
belirtilmiştir.
Yıllık büyümede gözlemlenen düşüş, yaşanan küresel finansal krizin etkileri ile
dünya ölçeğindeki yavaşlama ve iç tüketimde görülen azalma ile açıklanmaktadır.
Bunun yanında Japonya’nın Çin Halk Cumhuriyeti ile yaşadığı ada krizinin iki ülke
arasında mevcut 340 Milyar dolarlık ticaret hacmini tehdit ettiği belirtilmektedir. Söz
konusu krizin dış ticaret dengesi üzerinde olumsuz bir etki yaratacağı ve her iki
ülkenin ekonomilerini büyük oranda etkileyeceği tartışılmaktadır.
7
Türkiye ile Japonya arasındaki ticaret incelendiğinde, ticaretin Türkiye aleyhine açık
verdiği görülmektedir. 2011 yılı sonu itibariyle ticaret hacmimizin 4,5 Milyar dolar
seviyesine ulaştığı belirtilmektedir.
Türkiye ile Japonya arasında özellikle kuru meyveler ve fındık, dondurulmuş ve
işlenmiş meyve ve sebzeler gibi gıda ürünlerinde; ev tekstili, otomotiv yan sanayi,
makine aksam ve parçaları, demir-çelik ürünleri, mücevher, mermer, seramik ve cam
eşya alanlarında işbirliği yapılabileceğinin altı çizilmektedir.
Japonya, T.C. Ekonomi Bakanlığı tarafından, 2012-2013 döneminde Hedef/Öncelikli
Ülkelerden birisi olarak belirlenmiştir.
1.1.4. Rusya
ABD Citibank verilerine göre; tüketici beklentilerinin görünür biçimde yavaşladığı
Rusya Federasyonu’nda 2012-2015 yılları arasında öngörülen ekonomik büyüme
2012 yılı % 3,5, 2013 yılı % 4,0, 2014 yılı % 4,1 ve 2015 yılı % 4’tür.
Rusya bütçesi daha çok petrol ve hammadde ihracına dayanıyor. Önümüzdeki
dönemde petrol fiyatlarının düşmesini gerektirecek bir beklenti olmadığından,
Rusya’da uzun vadeli siyasi ve ekonomik istikrar görünüyor. Ülkenin ekonomik
büyüme açısından önünün açık olduğu söylenebilmektedir.
IMF verilerine göre Rusya’nın 2012 bütçesinde
açık yerine %0,5’lik artış vereceği öngörülüyor.
2013 için ise bu rakamın %0,2 olarak
gerçekleşeceği tahmin edilmektedir.
Petrol ve doğalgaz gelirleri, siyasi istikrar ve
tüketime açık bir toplum olması nedeni ile Rusya
ekonomisinin yabancı yatırımcı için cazibesini
sürdürmeye devam edeceği öngörülmektedir.
1.2. Yükselen Ekonomiler
1.2.1. Çin
Son yılların dünya büyüme şampiyonu, ABD'nin en büyük finansörü, neredeyse
bütün dünyanın dış ticaret açığı sorununun sorumlusu olan Çin Halk
Cumhuriyeti’nin önümüzdeki yıllarda iki rakamlı büyüme düzeylerine veda edeceği
belirtilmektedir.
IMF tarafından yayınlanan Dünya Ekonomik Görünümü Raporu’na göre, Çin
ekonomisinin 2012 yılı büyüme tahmininin %8’den %7,8 seviyesine, 2013 yılı için ise
%7,5’den %7,2 seviyesine indirildiği belirtilmektedir.
8
T.C.
Kalkınma
Bakanlığı
tarafından
hazırlanan ‘Dünya Ekonomisindeki Son
Gelişmeler’ isimli raporda, Çin Halk
Cumhuriyeti
Merkez
Bankası’nın
gerçekleştirmiş olduğu açıklamaya atıfta
bulunarak Çin ekonomisinin aşağı yönlü
baskı altında olduğu ve para politikasında
değişiklik yapılabileceğinin altı çizilmiştir.
Para politikasındaki söz konusu değişiklik amacı ile sürekli ve uyumlu kredi
büyümesi yönlendirileceği, Yuan kurunda esnekliğin arttırılacağı, faiz oranları
reformunda ilerleme sağlanacağı, ABD ve Avrupa’da alınan önlemlerin yakından
izlendiği ve enflasyondaki mevcut istikrarın korunacağı belirtilmiştir.
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD) yaptığı açıklamada 2012 yılı
ikinci çeyreğinde Çin Halk Cumhuriyeti’nin mal ihracatının 528,4 Milyar Dolar ve
mal ithalatının 456,8 Milyar Dolar olarak gerçekleştiğinin altı çizilmiştir.
Çin Halk Cumhuriyeti ülkemizin Uzakdoğu
bölgesinde yer alan en büyük ticaret ortağı ve
ithalat
gerçekleştirdiği
üçüncü
ülke
konumundadır. Çin Halk Cumhuriyeti ile
Türkiye arasındaki ticaret dengesinin ülkemiz
aleyhine açık verdiği görülmektedir.
2011 yılı verileri incelendiğinde, 24,2 Milyar
Dolar olan ticaret hacmi çerçevesinde
Türkiye’nin, Çin Halk Cumhuriyeti’ne
ihracatı 2,5 Milyar Dolar iken, Çin Halk
Cumhuriyeti’nden ithalatı 21,7 Milyar Dolar
olarak gerçekleşmiştir.
Ekonomist dergisi tarafından hazırlanan raporda uzun yıllar tüm dünyanın korkulu
rüya olarak gördüğü Çin Halk Cumhuriyeti’nde artık tüm aktörlerin daha fazla etkin
olmak için çabaladıklarının altı çizilmiştir. 100 milyon zengini ve gerçekleştirmiş
olduğu 1,7 Trilyon Dolarlık ithalat ile Çin Halk Cumhuriyeti bir tehdit olmaktan çok
fırsat olarak nitelendirilmektedir.
Çin Halk Cumhuriyeti T.C. Ekonomi Bakanı Sayın Zafer Çağlayan’ın uygun görüsü
ve Müsteşarlık Makamı’nın 13/04/2012 tarih ve 2012/365 sayılı Onayı ile 2012-2013
döneminde Hedef Ülkelerden birisi olarak belirlenmiştir.
9
1.2.2. Hindistan
Ekonomist dergisi tarafından hazırlanan raporda, yakaladığı yüksek büyüme
oranları ile şu an ABD ekonomisinin onda biri büyüklüğünde olan Hindistan’ın
2050’li yıllarda ABD ekonomisinin büyüklüğünü geçeceğinin hesaplandığı
tartışılmaktadır.
IMF, 2012 yılında, Hindistan ekonomisinin %6,5 oranında büyüyeceğini tahmin
etmektedir. Citibank ise, önümüzdeki üç yıla ilişkin tahminlerinde büyümenin
sürekli bir artış içerisinde olacağını öngörmektedir. Buna göre; 2013 yılı için tahmin
edilen büyüme rakamı %6,9, 2014 için %7,1 ve 2015 yılı için %7,3’tür.
Hindistan’ın ekonomik reformlara başladığı 1990’lı yılların başından itibaren
ekonomik büyümesinin geçici olmaktan çıkarak, yükselen bir oranla seyrettiği
belirtilmektedir.
Hindistan’da ciddi bir satın alma gücüne sahip 200 – 300 milyon tüketicinin
yaşadığının altı çizilmektedir. Ülkenin istikrarlı bir makro ekonomik yapıya sahip
olduğu, gümrük vergileri ve miktar kısıtlamalarının her geçen gün azaldığı
belirtilmektedir.
Özellikle ilaç sanayisinin çok gelişmiş olduğuna değinilen Hindistan’ın, ilaç sanayisi
hammaddeleri konusunda potansiyel bir pazar olduğuna dikkat çekilmektedir.
Özellikle sağlıklı yaşam için zeytinyağı tüketiminin arttığının altı çizilmektedir.
T.C. Yeni Delhi Ticaret Müşavirliği’nin
hazırlamış olduğu raporda, 1 Nisan 2011 – 31
Mart 2012 mali yılında Hindistan’ın ihracatının,
bir önceki mali yıla göre %21 oranında artarak,
303,7 Milyar Dolar olarak gerçekleştiği
belirtilmektedir. Aynı dönemde ithalatın ise
488,6 Milyar Dolar ile bir önceki yılın aynı
dönemine kıyasla %32,1 oranında arttığının altı
çizilmektedir.
10
Tablo 4. Hindistan’ın İhraç Ettiği Başlıca Ürünler
2010-2011
Toplam
İçinde Pay(%)
2010-2011
29.203
40.058
16,0
Madeni Yağ, Yakıt ve Ürünleri
29.036
42.491
16,2
3
Giyim
13.184
14.247
5,7
4
Demir ve Çelik
8.597
17.112
6,8
5
Organik, İnorganik Kimyasallar
8,412
12.220
5,0
6
Elektrik Makine ve Ekipmanları
7.233
10.839
4,3
No
Mallar
2009-2010
1
Doğal Değerli ve Yarı Değerli Taşlar
2
Kaynak: T.C. Yeni Delhi Ticaret Müşavirliği, 2012.
Tablo 5.Hindistan’ın İthal Ettiği Başlıca Ürünler
No
MALLAR
1
Madeni Yağ, Yakıt ve Ürünleri
2
3
2009-2010
Doğal Değerli ve Yarı Değerli
Taşlar
Nükleer Reaktörler, Makineler,
Kazanlar
2010-2011
Toplam
İçinde Payı
(%)
96.321
115.929
31,4
46.322
77.054
20,8
23.990
29.007
7,8
4
Elektronik Makineler ve Aksamları
22.074
27.211
7,4
5
Organik, İnorganik Kimyasallar
12,837
16.422
4,4
6
Demir Çelik
11.607
14.626
4,0
Kaynak: T.C. Yeni Delhi Ticaret Müşavirliği, 2012.
Ekonomi politikalarında koruma önlemlerin azaltılması ile birlikte diğer ekonomiler
ile etkileşim içerisine giren Hindistan’ın, Türk şirketlerinin de rotası üzerinde yer
aldığı belirtilmektedir.
Türkiye ile Hindistan arasında ticaret hacminde gözlenen artışa rağmen, ticaret
dengesi sürekli olarak ülkemiz aleyhinedir.
Hindistan ile ticaret konusunda avantajlar; ülkenin büyük bir pazar ve ekonomi
olması, 1,2 milyarlık nüfusa sahip olması, İngilizcenin yaygın olarak kullanılması,
ülkemiz ve Hindistan arasında çok sayıda sektörde işbirliği imkanı ve potansiyelinin
bulunması olarak gösterilmektedir.
11
Hindistan, T.C. Ekonomi Bakanı Sayın Zafer Çağlayan’ın uygun görüşü ve
Müsteşarlık Makamı’nın 13/04/2012 tarih ve 2012/365 sayılı Onayı ile 2012-2013
döneminde Hedef Ülkelerden birisi olarak belirlenmiştir.
1.2.3. Brezilya
Brezilya, gelişmekte olan ülkeler arasında ikinci, Latin Amerika'nın en büyük
ekonomisi konumundadır.
IMF’nin Ekim ayında yayınladığı Dünya Ekonomik Görünüm Raporu’na göre başta
Çin, Brezilya ve Hindistan olmak üzere gelişmekte olan ekonomilerde büyüme
hızının yavaşlayacağı öngörülmektedir. IMF’ye göre, gelişmekte olan ekonomilere
yönelik aşağı yönlü riskler genel olarak dışsal etkenlerden kaynaklanmakla birlikte
gelişmekte olan ekonomilerde uygulanan sıklaştırıcı para politikaları, emtia ve petrol
fiyatlarındaki dalgalanmalar ve kriz sürecinde uygulanan teşvikler yüzünden
daralan mali alanın yeni şoklar karşısında yetersiz kalma riski de önemli rol
oynamaktadır.
Raporda gelişmekte olan ekonomilerde 2012 ve 2013 yıllarında büyüme tahmini
sırasıyla %5,6’dan %5,3’e ve 55,8’den %5,6 seviyesine indirilmiştir.
Birleşmiş Milletler ise Arjantin ve Brezilya’daki zayıf büyümeye dikkat çekerek Latin
Amerika ve Karayipler bölgesinin 2012’ye ait büyüme tahminini %4,3 oranından
%3,2'ye indirmiştir. Kuruluş, büyüme tahminini aşağı çekmekte gerekçe olarak Avro
Bölgesi’ndeki borç krizi ve Çin’in büyümesindeki yavaşlamayı göstermiştir. Aynı
zamanda özel tüketimin, bölgedeki büyümenin temel belirleyicisi olduğuna dikkat
çekilmiş ve bunun da istihdam piyasasındaki büyüme ve artan krediler sayesinde
desteklendiğini belirtmiştir.
Bununla birlikte, Brezilya hükümeti önümüzdeki beş yıl boyunca ekonomiye 50
milyar dolar akıtmak için bir dizi önlem alma çalışmaları yürütmektedir.
Hükümetin çalışma planının ilk parçası, 14 bin kilometrelik demiryolu ve
karayolunun özelleştirilmesini içermekte olup ardından, limanların özelleştirilmesi,
enerji maliyetlerinin azaltılması ve sanayi teşviklerinin takip edeceği belirtilmektedir.
Brezilya'daki büyümenin 2012 yılında %2'nin altında kalması beklenmektedir.
2009'dan bu yana en düşük yıllık performans, 2010'daki çarpıcı %7,5'lik büyümeden
ani bir düşüşe işaret etmektedir.
Büyümedeki son zayıflama daha çok, toplum genelinde borçlanma oranlarının
artmasına ve küresel ekonomik darboğaz nedeniyle Brezilya ürünlerine talebin
azalmasına bağlanmaktadır. Analizciler, burada 'Brezilya Maliyeti' (Custo Basil)
olarak bilinen pahalı enerji, yetersiz altyapı ve işçi ücretlerindeki artışın büyümeye
yük olduğunu belirtmektedirler.
12
Hükümet, yatırımı arttırmak için özelleştirmeye ağırlık vermeye başlamış olup,
önümüzdeki beş yıl boyunca ülkeye 50 milyar dolarlık yatırımın çekilmesi
öngörülmektedir. Şubat 2012 ayında, ülkenin en büyük havalimanlarından üçünü,
2014 FIFA Dünya Kupası öncesinde yetersiz kalan tesisleri geliştirmeleri umuduyla
özel şirketlere vermiştir.
Devlet Başkanı Dilma Rousseff ayrıca, bazı federal vergileri kaldırarak sanayi için
enerji fiyatlarını %10 kadar düşürmeye hazırlanmaktadır.
Ekonomistler, Brezilya Hükümeti’nin yeni
çalışma paketinin bazı kilit ekonomik
sorunları çözeceğine ancak Brezilya'nın
artan kamu harcamaları ve iyi işlemeyen
vergi sistemi gibi başka ciddi sorunları
olduğuna dikkat çekmekte bu alanlarda
reform yapılmadan, Brezilya ekonomideki
hassasiyetin süreceğini belirtmektedirler.
1.2.4. Güney Kore
Güney Kore’nin 1962 yılında başlattığı ihracat
odaklı kalkınma modeli ile sosyal ve
ekonomik açılardan büyük gelişme sağladığı
belirtilmektedir.
T.C. Dışişleri Bakanlığı’nın verilerine göre
Güney Kore’nin, son otuz yılda dünyanın en
hızlı büyüyen ve gelişen ekonomileri arasında
yer aldığı belirtilmektedir. 2000 yılından
itibaren her yıl ortalama %4,7 büyüdüğü
belirtilen Güney Kore ekonomisinin %55’inin
ihracata dayandığının altı çizilmektedir.
Takip edilen kalkınma modeli yanında ülke ekonomisinin büyümesine ‘chaebol’ adı
verilen büyük holdinglerin katkısı gösterilmektedir. Kore Savaşı sonrasında devlet
desteği ile kurulmaya başlanan ‘chaebol’ lara örnek olarak Hyundai, Samsung,
Daewoo, Kia gibi holdingler gösterilmektedir. Otomotiv sanayi Güney Kore’nin en
önemli sektörleri arasında gösterilmektedir.
Özellikle Kuzey Amerika pazarını hedefleyerek, ihracat amaçlı kurulduğu belirtilen
sektörün, 2011 yılı ihracatının %13,7 artışla 3.151.708 adete ulaştığının altı
çizilmektedir.
13
T.C. Seul Büyükelçiliği Ticaret Müşavirliği tarafından hazırlanan raporda, bölgeler
bazında Kuzey Amerika, Avrupa, Asya, Orta Doğu ve Orta-Güney Amerika’ya
ihracatın sırasıyla %13,4, %28,6, %32,6, %6,7 ve %10,9 arttığı belirtilmekte, taşıt
araçlarındaki en önemli kalemi oluşturan otomobil ihracatının %28 artışla 45.3
Milyar Dolara, oto yedek parça ihracatının ise %21,8 artışla 23,1 Milyar Dolara
ulaştığı belirtilmektedir.
Raporda Güney Kore’nin, 2011 yılı sonunda 555,2 Milyar Dolar ihracat ve 524,4
Milyar Dolar ithalat ile 1 trilyon Dolar dış ticaret hacmini aşarak, ABD, Almanya, Çin
Halk Cumhuriyeti, Japonya, Fransa, İtalya, İngiltere ve Hollanda’nın ardından bunu
başaran dokuzuncu ülke olduğunun altı çizilmektedir. Bunun yanında Güney
Kore’nin 2010 yılında kazandığı dünyanın yedinci büyük ihracatçısı olma unvanını
2011 yılında da korumayı başardığına değinilmektedir.
Güney Kore’nin ihracatındaki başlıca ürünler; elektrikli makine ve cihazlar, motorlu
kara taşıtları, kazan, makine ve mekanik cihazlar, gemiler, mineral yakıtlar, optik alet
ve cihazlar, plastikler ve mamulleri, demir ve çelik, organik kimyasallar, demir veya
çelikten eşyalar olarak sıralanmaktadır.
İthalatındaki başlıca ürünlerin ise mineral yakıtlar, elektrikli makine ve cihazlar,
kazan, makine ve mekanik cihazlar, demir ve çelik, metal cevherleri, optik alet ve
cihazlar, organik kimyasallar, plastikler ve mamulleri, motorlu kara taşıtları ve
muhtelif kimyasal maddeler olduğu belirtilmektedir.
Ülkemiz ile Güney Kore arasındaki ticari ilişkilerin 2003 yılından günümüze önemli
gelişmeler kaydederek, iki ülke arasındaki ticaret hacminin sekiz yılda 1,45 Milyar
Dolardan 5,88 Milyar Dolara ulaştığı belirtilmiştir.
Tablo 6. Türkiye – Güney Kore Ticaret Verileri (1.000 $)
Yıllar
İhracat
İthalat
2003
78.126
1.374.736
2004
104.044
2.356.221
2005
127.408
2.782.025
2006
194.333
3.035.803
2007
281.570
4.087.436
2008
361.913
3.772.570
2009
434.435
2.660.688
2010
516.920
3.752.906
2011
804.624
5.070.997
Kaynak: T.C. Seul Büyükelçiliği Ticaret Müşavirliği
Hacim
1.452.862
2.460.265
2.909.433
3.230.136
4.369.006
4.134.483
3.095.123
4.269.196
5.875.621
Denge
-1.296.610
-2.252.177
-2.654.617
-2.841.470
-3.805.866
-3.410.657
-2.226.253
-3.236.616
-4.266.373
İhracatı Geliştirme Etüd Merkezinin hazırlamış olduğu raporda, Güney Kore’den
ithal edilen ürünler, makine ve ulaşım araçları (%54), kimyasallar (%14), demir-çelik
(%9) ve tekstil ürünleri (%7) olarak belirtilmektedir.
14
Başlıca ihraç kalemlerimiz ise etilen ve profilin gibi petrol gazları (%27), makine ve
ulaşım araçları (%19), gıda ürünleri (%13), tekstil (%10), bakır, çinko, mermer gibi
maden cevherleri (%7) olarak açıklanmaktadır.
2. Küresel Kriz Beşinci Yılını Doldurdu
2007 yılı içerisinde ABD’de başlayan ve tüm dünyayı gelişmiş ve gelişmekte olan
ülke ayırt edilmeksizin etkisi altına küresel kriz beşinci yılını doldurmuştur.
Başlangıçta, ABD’de, teminatı yetersiz ipotekli banka kredilerinin sebep olduğu kriz
(sub-prime mortgage crisis) 15 Eylül 2009 tarihinde 165 yıllık Amerikan yatırım
bankası “Lehman Brothers’ın” iflasını istemesiyle tavan yapmıştır.
Bu talihsiz olayı, önce ABD’de, ardından özellikle Avrupa Birliği’nde ve bütün
dünyada o güne kadar benzeri duyulmadık terslikler izlemiştir.
ABD’nin en büyük bankaları Bank of America, Citigroup, JP Morgan Chase,
Wels Fargo,
ABD’nin en büyük sigorta şirketi AIG,
Kamu destekli dev ipotek kuruluşları Fannie Mae ve Freddy Mac,
Otomotiv devi General Motors,
ABD Şirket Kurtarma Fonundan (TARP)
destek almak zorunda kalmışlardır.
İngiltere’nin dev bankaları Royal Bank Scotland (RBS) ve Lloyds Bankacılık Grupları
kamulaştırılmıştır.
2012 Ekim ayı itibariye RBS’ın %82, Lloyds Bank’in %41 hissesi devlete geçmiştir.
Almanya’da Commerzbank, Fransız-Belçika Bankası Dexia, Hollanda’da ING Bank,
Belçika’da KBC Bankası devlet desteği alan bankalar arasında yer almıştır.
Avrupa’da kamu borcu ve bankacılık sorunları sürmektedir. Yakın gelecekte eski
güneşli günlere dönüşün kolay olmayacağı görülmektedir.
2013 yılında da küresel ekonomik sorunların devam edeceği görülmektedir.
IMF'in Dünya Ekonomisinde Görünüm (WEO) raporuna göre, Euro bölgesindeki
borç krizi ve bunun küresel büyüme üzerindeki etkisi dünyadaki birçok ülkeyi
etkilemektedir.
Küresel ekonomik iyileşme zayıflamakta, küresel ekonomideki belirsizliğin ülke
liderlerinin büyümeyi sağlamak için önlem almalarını zorlaştırmaktadır.
15
Avrupalı liderler krizin kötüleşmesini engellemek için adımlar atmalarına rağmen,
hızlı bir iyileşme beklemediklerini de sık sık ifade etmektedirler.
Ayrıca küresel ekonomik krizin gelişmekte olan ekonomilere de zarar vermeye
başladığı gözlemlenmektedir.
Mevcut tablonun değişmesi için belirsizlik perdesinin mutlaka kaldırılması
gerekmektedir.
Belirsizliğin ortadan kaldırılması ve AB'deki borçlu ülkelerin istikrarı açısından
Avrupa İstikrar Mekanizması'nın kurulmuş olması oldukça önemli bir adımdır.
İtalya, Yunanistan ve İspanya'da zor durumda olan bankaları kurtarmak ve kredi
genişlemesi açısından 2014'e kadar fona aktarılacak olan 500 milyar Euro’nun,
sorunu çözmek için bir ön adım olabileceği düşünülmektedir.
Avrupa İstikrar Fonu’nun, hükümetlere doğrudan borç verebilmenin yanında borç
yükünün yüksek olduğu ülkelerin borçlanma maliyetini azaltmayı sağlayacak devlet
tahvilleri alımını gerçekleştirecek olması da, ekonomistler tarafından olumlu bir
adım olarak değerlendirilmektedir.
Tüm bu olumsuz tabloya rağmen olumlu gelişmeler de yaşanmaktadır.
AB ülkelerinin bir çoğunda 2013 yılı umut yılı olabilir.
IMF her ne kadar küresel ekonomi için tedirgin olsa da, 2013 yılında eğer işler
planlandığı gibi giderse, krizin başladığı süreden bu yana AB'nin bir çok ülkesinde
gerileyen GSYH, yeniden artmaya başlayacaktır.
Bunun tek istisnasının Yunanistan olacağı tahmin edilmekte, 2013 yılında da
Yunanistan ekonomisi küçülmeye devam edecek gibi görünmektedir.
IMF'in beklediği bir başka beklenen olumlu gelişme ise, bütçe açıklarının GSYH
içindeki payının düşmesidir.
Bu düşüş aşırı borçlu PIIGS ülkelerinin (Portekiz, İtalya, İrlanda, Yunanistan,
İspanya) tümüyle olmasa da kısmen soluk almasını sağlayacaktır.
AB ekonomisinde büyüme eğiliminin güçlenmesi ile dış ticaret hacminin de artacak
olması doğal bir sonuçtur.
Daha açık bir ifade ile AB'nin ithalatı yeniden artmaya başlayacaktır.
Dolayısıyla AB pazarı ile kriz döneminde pazar payını ve ilişkilerini koparmadan
devam ettiren ülkelerin canlanma döneminde öne çıkacağı gözlemlenmektedir.
16
3. Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da Sular Durulmuyor
Orta Doğu’daki gelişmeler gerek bölge halklarıyla mevcut tarihi, kültürel ve sosyal
yakınlığımız, gerek bu gelişmelerin doğrudan veya dolaylı etkileri nedeniyle
Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir.
Çok boyutlu, yapıcı ve geleceğe dönük bir dış politika izleyen Türkiye, Orta Doğu’da
barış, istikrar ve refahın egemen olmasını arzu etmekte, bu hedefle yürütülen
çabalara güçlü ve aktif destek vermekte ve gereksinim duyulan her alanda krizlerin
aşılması ve sorunların çözümü için girişimlerde bulunmaktadır.
Türkiye’nin bölge için vizyonu kalıcı barış, istikrar ve güvenlik ile sürdürülebilir
ekonomik kalkınmanın sağlanmasıdır. Güvenlik ve istikrarın tesisi ekonomik
kalkınma ve refah için “olmazsa olmaz” şarttır. Bu nedenle, Türkiye bölgedeki
sorunların diyalog yoluyla çözülmesi, bölge ülkeleri arasında ekonomik karşılıklı
bağımlılığın yaratılması ve sosyal ve kültürel alanlarda ilişkilerin güçlendirilmesi
için çaba sarf etmektedir. “Komşu ülkelerle sıfır sorun” yaklaşımımız ve bölgesel
bütünleşme sağlanmasını hedefleyen girişimlerimiz bu çabaların somut birer
örneğini oluşturmaktadır.
Türkiye bu çerçevede gerek ikili düzeyde, gerek çok taraflı platformlarda Orta Doğu
ülkeleriyle mevcut ilişkilerini ve işbirliğini yapısal temelde güçlendirmeye
çalışmaktadır. Bu kapsamda, Türk-Arap İşbirliği Forumu (TAF), Türkiye-KİK
Yüksek Düzeyli Stratejik Diyaloğu çok taraflı platformlar olarak ön plana
çıkmaktadır.
Ayrıca, ikili düzlemde Irak, Suriye ve Lübnan’la Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği
Konseyleri (YDSK) kurulmuş olup, diğer bölge ülkeleriyle de benzer Konsey
mekanizmaları kurulması yolundaki çalışmalara başlanmıştır. İkili YDSK
mekanizmaları Türkiye, Suriye, Ürdün ve Lübnan’ı kapsayan Yüksek Düzeyli Dörtlü
İşbirliği Konseyi için de çıkış noktasını oluşturmuştur. Dörtlü İşbirliği Mekanizması
halihazırda geçerli olan ikili serbest ticaret ve vize muafiyeti uygulamaları temelinde
kurulmuş; ekonomik ve ticari karşılıklı bağımlılık yoluyla bölgesel istikrarı
hedeflemektedir. Ticaret, ulaştırma, enerji ve turizm sektörleri dörtlü işbirliğinin
öncelikli alanları olarak belirlenmiştir.
Arap Baharı sürecinde Türkiye, bölge yönetimlerinin çağımızın gereklerine cevap
verebilecek siyasi, sosyal ve ekonomik reformları kendi iç dinamikleri ve halklarının
beklentileri çerçevesinde, uzlaşı ve diyalog yoluyla ve süratle gerçekleştirmeleri
gerektiğine inanmaktadır.
17
2010 yılında Arap coğrafyasındaki bir çok ülkeye yayılan ve kamuoyunda ''Arap
Baharı'' olarak adlandırılan özgürlük hareketlerinden, Türkiye'nin ihracatı sınırlı
olarak etkilenmiştir. Türkiye'nin, Arap Baharı'nın yaşandığı ülkelerden Bahreyn,
Cezayir, Mısır, Ürdün ve Yemen'e yaptığı ihracat, halk ayaklanmasından sınırlı
ölçüde etkilenmiş, Libya ve Suriye ise ihracatın büyük düşüş yaşadığı ülkeler
olmuştur.
Türkiye'nin Bahreyn'e yaptığı ihracat 2010 yılında 172 milyon dolar iken, Arap
Baharı'ndan sonra sınırlı bir düşüş kaydederek, 160 milyon dolara gerilemiş,
Türkiye'nin 2012 yılının Ocak-Ağustos döneminde bu ülkeye gerçekleştirdiği ihracat
ise 10 milyon Dolar olarak gerçekleşmiştir.
Cezayir'e yapılan ihracat 2009'da 1 milyar 780 milyon Dolar iken, 2010'da 1 milyar
505 milyon Dolara, 2011'de ise 1 milyar 471 milyon Dolara düşmüş ve bu yılın ilk 8
ayında yapılan ihracat ise 1 milyar 135 milyon Dolar olarak gerçekleşmiştir.
Arap Baharı'yla Türkiye'nin ihracatının sınırlı etkilendiği ülkelerden birisi de
Mısır’dır. Türkiye bu ülkeye 2009 yılında 2 milyar 618 milyon Dolar ihracat
gerçekleştirirken, bu rakam 2010'da kısmi etkilenerek 2 milyar 251 milyon Dolar’a
düşmüştür. Mısır'a yapılan ihracat 2011'de yeniden toparlanarak, 2 milyar 759
milyon Dolar’a yükselmiştir. 2012'nin ilk 8 ayında gerçekleştirilen ihracat ise 2 milyar
472 milyon seviyesinde kalmıştır.
Ürdün'e gerçekleştirilen ihracat, 2009 yılında 456 milyon Dolar, 2010'da 571 milyon
Dolar olurken, 2011'de 507 milyon Dolar’a düşmüştür. 2012 Ocak-Ağustos
döneminde 498 milyon Dolarlık ihracat yapılmış ve benzer bir gelişme Yemen'de de
yaşanmıştır. 2009'da Yemen'e yapılan ihracat 379 milyon Dolar iken, 2010'da bu
rakam 330 milyon Dolara, 2011'de ise 273 milyon Dolara gerilemiş ve yılın ilk 8
ayında bu ülkeye gerçekleştirilen ihracat ise 325 milyon dolar olmuştur.
18
Arap Baharı'nın etkisiyle ihracatta keskin düşüşün yaşandığı iki ülke ise Libya ve
Suriye olmuştur. Türkiye'nin Libya'ya gerçekleştirdiği ihracat 2009 yılında 1 milyar
799 milyon Dolar, 2010 yılında 1 milyar 932 milyon Dolar olurken, bu rakam, ülkede
yaşanan ayaklanmaların etkisiyle 2011'de 748 milyon Dolara gerilemiştir. Libya'ya
yapılan ihracat, ülkedeki olayların sona ermesiyle 2012 yılında tekrar ivme
kazanırken, bu yılın ilk 8 ayında 1 milyar 334 milyon Dolara yükselmiştir.
Suriye’ye yapılan ihracat 2009
yılında 1 milyar 425 milyon
Dolar, 2010'da ise 1 milyar 845
milyon
Dolar
olarak
gerçekleşirken, 2011'de bir miktar
azalarak, 1 milyar 610 milyon
Dolar’a gerilemiştir.
Suriye’deki iç karışıklık ve iki
ülke arasında yaşanan gerginliğin
de etkisiyle 2012 yılında bu
ülkeye yapılan ihracatta ciddi bir
gerileme yaşanmış ve yılın 8
ayında ihracat 360 milyon Dolar
olarak gerçekleşmiştir.
Halep Ticaret Odası’nda Odamız Heyeti
Tunus ise Arap Baharı'nın yaşanmasına rağmen ihracatın olumsuz etkilenmediği tek
ülke olmuş ve Türkiye'nin bu ülkeye yaptığı ihracat 2009'da 647 milyon Dolar,
2010'da 714 milyon Dolar, 2011'de 802 milyon Dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu yılın
Ocak-Ağustos döneminde gerçekleştirilen ihracat ise 518 milyon Dolar
seviyesindedir.
4. Üçüncü Binyılın Kıtası: Afrika
Afrika
Kıtası’nın
son
yıllardaki
hızlı
yükselişindeki en önemli faktörlerden biri,
küresel krizin etkisiyle mevcut pazarların
daralmış ve ihracatçıların yeni pazarlar arayışına
yönelmiş olmasıdır. Kıta 30 milyon metrekareyi
aşan yüzölçümü ve 1 milyarı geçen nüfusu ile
tüm uluslararası yatırımcıların ilgisini kendine
çekmekte ve “3. Binyılın Potansiyel Kıtası” olarak
adlandırılmaktadır.
Türkiye’nin kıta ülkeleri ile olan ilişkileri her alanda hızla gelişmekte ve
derinleşmektedir.
19
Ülkemizde “Afrika Yılı” ilan edilen 2005 senesinde kıta ile 6.8 milyar Dolar olan
ticaret hacmimiz, Afrika Birliği’nin Türkiye’yi stratejik ortağı olarak kabul ettiği 2008
yılında 14.6 milyar Dolara yükselmiş, 2011 yılına gelindiğinde ise bu hacim 17.1
milyar Dolara ulaşmıştır.
Türkiye’nin kıtadaki öncelikli ticaret partnerleri Kuzey Afrika ülkeleri olmakla
birlikte, Nijerya, Etiyopya, Kenya, Angola ve Gana gibi Sahra ve Sahraaltı Afrika
ülkeleri ile olan ticari ilişkilerimiz de son yıllarda yükselen bir grafik çizmektedir.
Kıtada hızla artan tüketici nüfus ve büyük altyapı eksiklikleri nedeniyle her türlü
hizmet ve ürüne ihtiyaç duyulmaktadır. Bunlar başta karayolları, sulama kanalları,
otel ve konut inşaatları gibi büyük projeler olabileceği gibi sanayi makinaları ve
yedek parçaları, otomotiv, içecek ve yiyecek sanayi, gıda işleme, konserve ürünler,
tekstil ürünleri, demir – çelik ve inşaat malzemeleri gibi çok geniş bir yelpazeye
yayılmaktadır.
Bölge ülkelerinde Türk yatırımcı sayısı gün geçtikçe artmakta ve işadamlarımızın
üstlendikleri başarılı projeler sayesinde kıtada olumlu bir Türk ve Türk ürünü imajı
oluşmaktadır.
2012 Kasım ayı itibariyle 32 Afrika ülkesinde Büyükelçiliğimiz etkin bir şekilde
faaliyet göstermekte, kıta ile iş yapmak isteyen işadamlarımıza gerekli bilgi ve
desteği temin etmektedir. Diğer yandan Türk Havayolları’nın 24 ülkede 32 farklı
noktaya direkt uçuşunun bulunması ticari ilişkilerin yanı sıra kültürel ve turizm
ilişkilerinin gelişmesi adına da büyük bir avantaj sağlamaktadır.
Odamız Afrika’nın hızlı yükselişini yakından takip etmekte olup, tarihten gelen
dostane bağlarımızdan kuvvet alarak oluşturulacak yüksek bir ticaret hacmi ve
çeşitlendirilmiş dış ticaret için öncelikle kıtanın daha iyi tanınması, fırsatların
keşfedilmesi gerektiğine inanmaktadır.
Afrika Birliği’nin 49. Kuruluş yıldönümünü
olan 25 Mayıs 2012 tarihinde Dışişleri
Bakanlığımızın değerli katkıları ve Odamız
evsahipliğinde gerçekleştirilen “Dünya
Afrika Günü ve Afrikalı Büyükelçiler İzmir
Zirvesi” organizasyonu büyük başarı ile
tamamlamıştır. Bahsi geçen organizasyona
14 Afrika ülkesinden Büyükelçi düzeyinde
katılım
sağlanmış,
düzenlenen
toplantılarda İzmir ile Afrika arasındaki
ilişkilerin geliştirilmesi için izlenecek yol
haritası oluşturulmuştur.
20
Pazar araştırmasında bulunmak ve Afrika’daki iş ortamını yerinde incelemek üzere
Odamızca 2 – 5 Ekim 2012 tarihlerinde Fas Krallığı’nın Kazablanka, Rabat ve
Marakeş şehirlerine yönelik bir iş ve inceleme gezisi düzenlenmiştir.
T.C Rabat Büyükelçiliğimiz, Rabat ve Kazablanka’daki Ticaret Müşavirlerimiz ile
gerçekleştirilen görüşmelerin yanı sıra Fas Ticaret, Sanayi ve Yeni Teknolojiler
Bakanlığı ile de temas kurulmuş ayrıca ziyaret edilen 3 şehirdeki Ticaret ve Sanayi
Odaları ile iş forumları ve ikili iş görüşmeleri düzenlenmiş, her 3 Oda ile de “Kardeş
Oda” anlaşması imzalanmıştır.
81.
İzmir
Enternasyonal
Fuarı
kapsamında Gambiya, Gana, Gabon,
Kamerun, Kenya, Kongo Demokratik,
Lesotho, Senegal ve Tanzanya’dan
Ticaret Bakanları ile Bakanlık üst düzey
yetkileri Odamızı ziyaret etmiştir.
Yapılan
görüşmelerde
ortaklık
kurulabilecek
sektörler
belirlenmiş,
sektörel ziyaretler ile ilişkilerimizin
pekiştirilmesi kararlaştırılmıştır.
Bölge ülkelerinin ihtiyaç duyduğu tüm bilgi, teknoloji ve deneyim Türkiye’de
mevcuttur. İzmirli işadamlarının Afrika’daki yükselen olumlu Türk algısından
faydalanması ve kendilerine sağlam bir yer edinmesi gerekmektedir. Odamızın bu
kapsamda kıta ülkelerine yönelik tanıtım toplantıları, heyet ziyaretleri, iş ve inceleme
gezileri 2013 yılında da devam edecektir.
5. Yüzyılın Tehdidi ve Fırsatı: Enerji
Güçlü ve istikrarlı bir ekonomik yapıya sahip olmak, tüm ülkelerin öncelikli
hedefidir. Bu noktada bilgi toplumu, sanayileşme ve ileri teknolojiye geçişin büyük
önemi bulunmaktadır. Teknolojik açıdan rekabet dendiğinde ise; enerji, bilgi ve hız
ilk akla gelen unsurlardır.
Bilginin en beğenilen biçime dönüştürülüp teknoloji aracılığıyla en kısa sürede
kullanıcıya sunulan rekabetçi bir ortamda; enerji bakımından dışa bağımlılığı en az
durumda olan ülkeler ekonomik bakımdan en çok gelişebilen ülkeler olup, söz
konusu gelişmişlik düzeylerini refah toplumu olmak için kullanmaktadırlar.
Küresel ısınma, iklim değişikliği, karbon ayak izi gibi kavramlar günümüzde global
ekonominin yeni çarklarıdır. Bu noktada ekonomik büyümeyle eş zamanlı olarak
iklim değişikliğiyle mücadele kapsamında temiz ve sürdürülebilir kalkınma
modelleri üzerinde durulmaktadır.
21
Dünyada, uzun zamandır enerji endüstrisinin en önemli sorunu; enerji arzı üzerinde
denetimi ve enerji arz güvenliğini sağlamak olmuştur. Ancak daha önemli bir sorun
vardır ki bu da çevre sorunlarıdır.
Bu sorun, fosil yakıtların yarattığı çevre sorunlarının hızla artmasına bağlı olarak
çevrede meydana gelen tahribattır. Bu kapsamda da yenilenebilir enerji
kaynaklarının enerji üretiminde kullanımının arttırılması ve böylece enerji arzının
çevre açısından da güvenli olarak sağlanması en önemli enerji politikası olarak
ortaya çıkmaktadır.
Grafik 2: Dünya Enerji Tüketiminde Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Payları
% 16
% 2,8
Fosil Kaynaklar
Nükleer Enerji
Yenilenebilir Enerji
% 81
Kaynak: Ren21, Renewables Global Status Report,
http://www.ren21.net/Portals/97/documents/GSR/REN21_GSR2011.pdf
Bilinen fosil yakıt rezervlerinin ömrüne
göz atıldığında çıkan sonuç; dünya
üzerinde bilinen petrol rezervlerinin 40
yıl, doğalgazın 61 yıl, kömürün 227 yıl
ömrü kaldığıdır. Türkiye açısından
bakıldığında ise; petrolün 14 yıl,
doğalgazın 16 yıl ve kömürün 130 yıllık
ömrü kalmıştır.
Küreselleşme, hızla artan nüfus, kentleşme ve sanayileşme ile birlikte enerjiye olan
talep gün geçtikçe artmaktadır. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) projeksiyonlarına
göre enerji politikaları ve enerji arzına yönelik tercihlerin mevcut durumlarını
korumaları halinde dünyada birincil enerji talebinin de 2007-2030 yılları arasında
%40 oranında artış olacağı gösterilmektedir. Bu referans senaryo dahilinde yıllık
ortalama %1,5 oranında birincil enerji talebi artışı, 2007 yılında 12 milyar ton petrol
eşdeğeri (TEP) düzeyinden 2030 yılında 16,8 TEP düzeyine ulaşacaktır. Bu talep
artışının %93’lük bölümünün ise OECD üyesi olmayan ülkelerden kaynaklanacağı
belirtilmektedir. 2007-2030 yılları arasındaki enerji kullanımı artışının dörtte üçünden
fazlasının ise yine fosil kaynaklar tarafından sağlanacağı öngörülmektedir.
22
Ancak fosil kaynakların tükenecek olması, çevreye verdiği zararın yanı sıra artan
enerji ihtiyacına bağlı olarak yenilenebilir enerji kaynaklarına olan talep her geçen
gün artmakta ve yenilenebilir enerji teknolojilerinin geliştirilme zorunluluğunu
beraberinde getirmektedir. Bu doğrultuda uluslararası girişimlerin de arttığı
görülmektedir.
Yenilenebilir enerji alanında en önemli girişimlerin Avrupa Birliği tarafından ortaya
konulduğu görülmektedir. Bu çalışmaları tarihsel süreç içerisinde ele alacak olursak;
Avrupa Birliği Komisyonu tarafından 1996 yılında yenilenebilir enerji konusundaki
stratejilerinin ilk adımı olarak “Yeşil Rapor”u yayınlamıştır.
Söz konusu raporda; 2010 yılında Topluluk bünyesinde yenilenebilir kaynakların
genel enerji talebinin karşılanmasında %12’lik bir paya ulaşması hedeflenmiştir.
Yeşil Kitap’ta hedeflenen orana ulaşabilmek için uygulanacak stratejiyi tanımlamak
üzere 1997 yılında “Geleceğin Enerjisi: Yenilenebilir Enerji Kaynakları” başlıklı
“Beyaz Rapor” yayınlanmıştır. Söz konusu raporda yenilenebilir enerji kaynaklarının
ithalata olan bağımlılığı azalttığı ve arz güvenliği sağladığı, CO2 emisyonunun
azaltılmasını sağladığı, yeni iş alanlarının yaratılmasında yardımcı olduğu
belirtilmiş, bu kaynakların AB’nin genel iç enerji tüketiminde %6’lık bir paya sahip
olduğu ifade edilerek, AB’nin 2010 yılına kadar yenilenebilir enerji kaynaklarının
kullanım oranını ikiye katlamayı hedeflediği öngörülmüştür.
Beyaz Rapor’un yayınlanmasını takip eden dönemde Kyoto Protokolü imzalanmıştır.
İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (İDÇS) bir eki olan Kyoto Protokolü 1997
yılında imzaya açılmıştır.
Protokol, bir yandan sera gazlarının emisyonlarının sabitlenmesi ya da azaltılması
için iklim değişikliğine ve bunun dünya üzerindeki fiziksel sonuçlarına müdahale
etmeyi amaçlarken, diğer yandan da küresel ölçekte sermaye ve teknoloji
hareketlerine yön verecek yeni araçlar tanımlamaktadır. İDÇS’nin uzantısı olarak
hukuken bağlayıcı yükümlülükleri özetleyen protokol, 1-12 Aralık 1997 tarihlerinde
Japonya’nın Kyoto kentinde 159 ülkenin katılımıyla yapılan 3. Taraflar
Konferansı’nda kabul edilmiştir.
Söz konusu protokol kapsamında ülkeler, iklim değişikliğine neden olan sera
gazlarının azaltılması için gelişmişlik düzeylerine göre belli taahhütler vermek ve
bunları öngörülen sürede kararlaştırılan düzeyde indirmekle yükümlüdürler. Kyoto
Protokolü, İDÇS’yi tamamlayan ve güçlendiren bir belgedir. Kyoto Protokolü’ne
taraf olabilmenin ilk şartı İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne de taraf olunması
gerekliliğidir. Kyoto Protokolü kapsamında; taraflar 2008-2012 dönemindeki
emisyonlarını, 1990 yılındaki emisyon düzeylerinin en az %5’i kadar indireceklerdir.
İstenilen sonuçlara ulaşılması kapsamında; yenilenebilir enerjinin geliştirilmesi,
ulaştırma sektörü emisyonlarının azaltılması, sürdürülebilir tarımın desteklenmesi
gibi önlemler gerekmektedir.
23
Kyoto Protokolü kapsamında AB, enerji güvenliğine sadece arz boyutu açısından
değil, aynı zamanda çevre güvenliğini de dikkate alacak biçimde bir tutum
sergilediğini ortaya koymuştur.
2000 yılında Avrupa Komisyonu tarafından “Enerji Arzının Güvenliği İçin Bir
Avrupa Stratejisine Doğru” başlıklı “Yeşil Kitap” yayınlanmıştır. Söz konusu rapora
göre; toplumların sosyal istikrarı, gelişmesi maliyet etkin ve dengeli bir enerji arzına
bağlanmaktadır.
2001 yılında Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Birliği Konseyi tarafından “İç Elektrik
Piyasalarında Yenilenebilir Enerji Kaynaklarından Üretilen Elektriğin Teşvik
Edilmesi”ne ilişkin direktifi kabul etmiştir. Buna göre; üye ülkelerdeki yenilenebilir
elektrik politikasının gelecek 10 yıl içerisindeki çerçevesi belirlenmiştir. Söz konusu
direktifin en önemli özelliklerinden biri; yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen
elektrik için saptanan ulusal hedeflerin tutturulmasına yönelik Topluluk hedeflerinin
belirlenmesidir.
Yenilenebilir enerji kaynakları kullanımı konusunda özellikle elektrik üretimindeki
payını %14’den %22’ye çıkartmayı hedefleyen AB’de yenilenebilir kaynaklarını
kullanmada üye ülkeler arasında oldukça büyük farklılıklar söz konusudur. Örneğin
rüzgar enerjisinde Danimarka, Almanya, İspanya; güneş enerjisinde ise Avusturya,
Almanya ve Yunanistan’ın başarılı gelişmeler kaydettiğini söylemek mümkündür.
Geçtiğimiz 25 yılı aşkın bir süredir, dünya enerji talebi ortalama olarak yılda %2
artmıştır. Önümüzdeki 25 yılda da dünya enerji talebinin ortalama olarak yılda %1,2
artması beklenmektedir.
Grafik 3: Dünya Enerji Tüketimi (1990 – 2035) (Katrilyon BTU=İngiliz Isı Birimi)
800,0
700,0
573,5
600,0
671,5
769,8
504,7
500,0
400,0
619,5
721,5
353,7
406,0
300,0
200,0
100,0
0,0
1990
2000
2008
2015
2020
2025
2030
2035
Kaynak: http://www.eia.gov/forecasts/ieo/world.cfm
Söz konusu artışın gelişmekte olan ülkelerde bir miktar daha yüksek olması
beklenmekle birlikte, dünya enerji talebindeki artışın önemli bir bölümü Çin’de
olacaktır.
24
Çin enerji tüketiminde ABD’yi geçmiş bulunmaktadır. Çin’de enerji talebi ekonomik
gelişmelerdeki zayıflamaya rağmen hızını kesmemektedir. Ancak geçtiğimiz yıl
Çin’de yaşanan kuraklık nedeniyle hidrolik kaynaklardan elde edilen elektriğin
azalmasına neden olduğundan enerji arzında daralmalar görülmektedir. Bu
durumun Çin’in daha fazla fosil yakıt ithal etmeye yönelmesi durumunu ortaya
çıkarması, fosil yakıtlarda yüksek fiyat baskısının 2011 yılında da devam etmesine
yol açmıştır. Birincil enerji fiyatlarının tümünde, geçtiğimiz 5 yıl zarfında, global
ekonomik krize rağmen yüksek artışlar, ülkeleri enerji ithalatından uzaklaşmaya,
yerli üretimin arttırılmasına yöneltmektedir.
ABD, Avrupa Birliği başta olmak üzere
dünyada eğilim yenilenebilir enerji kaynakları
aracılığıyla
enerji
talebini
karşılamak
yönündedir. Özellikle Almanya, bu hedefi her
geçen gün arttırmaktadır. Almanya’da nükleer
santrallerin 2022 yılına kadar kapatılması
politikası bunun önemli örneklerinden biridir.
Günümüzde
tüm
yenilenebilir
enerji
kaynakları, enerji talebinin %2,5’lik kısmını
karşılarken
Uluslararası
Enerji
Ajansı
tarafından yapılan tahminlerde; 2015 yılında
yenilenebilir enerji kaynaklarının toplam enerji
talebinin %3,3’ünü karşılaması beklenmektedir.
OECD ülkeleri arasında yenilenebilir enerji kaynaklarının enerji tüketimindeki
payının %25’e ulaşması beklenmektedir. Karbondioksit oranlarının düşürülmesi
gerekliliği, fosil yakıtlara bağımlı durumda bulunan ülkelerde enerji arz güvenliğinin
sağlanması ve yenilenebilir enerji kaynaklarının orta ve uzun vadede geleneksel
enerjilere göre maliyet avantajı da elde edeceği beklentileri, yenilenebilir enerji
kaynakları konusunda yatırımların ve desteklerin oluşmasına neden olmuştur.
Yüksek petrol ve doğalgaz fiyatları, yenilenebilir enerji kaynaklarının daha fazla
kullanımına yönelik eğilimleri arttırmaktadır.
Avrupa Birliği Komisyonu da özellikle rüzgar, güneş, biyokütle ve hidrolik enerji
gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının gelişmesini enerji politikalarının merkezine
yerleştirmiştir. Uluslararası Enerji Ajansı’na göre; Avrupa Birliği’nde enerji
sektöründe önemli değişiklikler yaşanması beklenmektedir. Bu kapsamda nükleer
enerji, rüzgar enerjisi, güneş enerjisi, biyokütle enerjisi elde etme teknolojilerine
önemli yatırımlar yapılması ve söz konusu teknolojinin yaygınlaştırılması
beklenmektedir. AB’nin 2009-2030 yılları arasındaki dönem için elektrik sektörüne
yapılacak yatırımlarının %71’inin yenilenebilir enerji yatırımları olması
beklenmektedir.
25
Birleşmiş Milletler tarafından 2012 yılı “Sürdürülebilir Enerji Uluslararası Yılı” ilan
edilmiştir. Bu sayede; enerjinin insanların yaşam kalitesini arttırmada, yoksullukla
mücadelede ve ekonomik kalkınmadaki rolünün vurgulanması amaçlanmıştır.
Avrupa Birliği tarafından ortaya konulan Avrupa 2020 Stratejisi kapsamında; akıllı,
sürdürülebilir ve kapsayıcı büyüme hedefi çerçevesinde yenilenebilir enerjiye
yönelik olarak;
2020 yılına kadar sera gazı salımının 1990 yılına kıyasla en az %20, şartlar
elverişli ise %30 oranında azaltılması,
AB’nin enerji tüketiminde yenilenebilir enerjinin payının %20’ye
yükseltilmesi,
%20 oranında enerji verimliliği sağlanması
hedeflenmektedir.
20-20-20 Stratejisi olarak da bilinen bu hedef kapsamında AB, “yeşil ekonomi”ye
yönelmiştir. Son dönemlerde önemli oranda düşüş gözlemlenmekle birlikte halen dış
ticaretinin önemli bir bölümü AB’ye bağımlı durumda olan Türkiye’nin çevre dostu
ve yenilenebilir kaynaklara yatırım yapması, ileride “yeşil ekonomi” kriterlerine
uygun olmayan ürünleri talep etmemeyi hedefleyen bir AB ile dış ticareti açısından
sorunların oluşmaması için de bir önlem niteliğinde olup hayati önem taşımaktadır.
AB’nin 20-20-20 hedefi, kapsamında; sera gazı emisyonlarının azaltılması ile enerji
tüketiminin azaltılması arasındaki yakın ilişki ve paralellik nedeniyle enerji
tüketiminin azaltılması, sera gazı emisyonlarının azaltılmasında kilit çözüm olarak
kabul edilmektedir.
AB’nin hedeflediği enerji tasarrufunun mevcut karbondioksit emisyonlarını 860
milyon ton azaltması beklenmektedir. Enerji tüketiminin azaltılması hedefleri,
AB’nin önemli problemlerinden biri olan enerjide arz güvenliği probleminin
çözümüne de katkı sağlayacak bir faktör olarak görülmektedir. Enerji tüketiminin
azaltılması AB’nin toplam enerji tüketimini karşılayan kaynaklarda dışa bağımlılığı
azaltacağından, enerji güvenliğinin artırılmasında bir araç olarak ortaya çıkmaktadır.
Sanayide ve hizmetlerde enerji tüketiminin azaltılması, AB sektörlerinin rekabet
gücünü de artıracaktır. %20 tasarrufun parasal karşılığı olarak 220 milyar Euro
doğrudan tasarruf yapılabileceği hesaplanmaktadır. Enerji tasarrufu rakamsal olarak
400 milyon ton petrole eşdeğer olarak ifade ediliyor. Bu miktarın ciddi bir bölümü
sanayi ve hizmet sektörlerine girdi maliyetlerinin azalması olarak yansıyacak ve
rekabet gücünün artmasına ciddi katkılar sağlayacaktır.
Enerji tüketiminin azaltılması hedefinden AB’nin beklediği diğer bir fayda da, enerji
verimliliği ürünlerinin, araçlarının ve hizmetlerinin bir pazar yaratmasıdır.
26
Bu pazar iç piyasa ve ihracata yönelik olacak ve AB iş çevreleri için yeni iş alanları ve
istihdam fırsatları oluşturacaktır. Özellikle KOBİ’lerin yatırım yaparak, bu
fırsatlardan üst seviyede yararlanması beklenmektedir.
Avrupa Birliği, öngörülen hedeflere
ulaşmak için yenilenebilir enerjiye
yapılacak
yatırımları
arttırmak
çerçevesinde yeşil sertifika, yatırım
desteği, vergi muafiyeti veya indirimi,
vergi iadesi, doğrudan fiyat desteği gibi
çeşitli teşvik ve destek politikaları
uygulamakta, yeşil enerji kullanımını
yaygınlaştırmak için vergi muafiyetleri
ve sübvansiyon gibi uygulamalara yer
vermektedir.
Yine ABD’nin yeşil ekonomi için önemli oranda bütçe ayırdığı bilinmektedir ve
çıkardığı yeni yasalarla temiz enerji sektöründe iş olanakları yaratmaktadır.
Dünyanın diğer ucu Çin’de uygulanan teşvik paketlerinin önemli bir bölümü yeşil
projeler için kullanılmaktadır.
Ayrıca yine Çin’de her on evden birinde güneş enerjili termal su ısıtıcı
kullanılmaktadır. Çin aynı zamanda Asya’nın en büyük ve dünyanın 4. büyük
rüzgar santrali portföyüne sahip bir ülkedir. Önümüzdeki 10 yıl içerisinde
Almanya’da “yeşil ekonomi” hedefi çerçevesinde yaratılan işlerin ülkenin lokomotif
sektörlerinden biri olan otomotivden çok daha fazla istihdam olanağı sağlayacağı
düşünülmektedir. Bir diğer örnek ise Danimarka’nın, uyguladığı istikrarlı politikalar
sayesinde 2025 yılına gelindiğinde, 50 yıldır enerji kullanımını hiç artırmamış olacağı
planlanmaktadır.
Enerji, sürdürülebilir kalkınmanın üç temel bileşeni olan sosyal denge, ekonomik
büyüme ve çevresel koruma ile ilgili hedeflerin gerçekleştirilmesinde önemli bir
başlangıç noktasıdır. Bu nedenle enerji, sürdürülebilir kalkınma ile ilgili çalışmaların
kapsamında yer alan önemli konulardan biri olarak süregelmiştir. İnsanlığın en
önemli ihtiyacı olan enerjinin sürdürülebilir çevre ve ekonomi ile birlikte
sürdürülebilir kalkınmanın bir öğesi olarak görülmesi bu açıdan anlam taşımaktadır.
6. Küresel Gıda Krizi Kapıda
Global piyasalarda gıda fiyatlarındaki uzun süreli artış trendi, yeni bir gıda krizinin
yaklaşmakta mı olduğu sorusunu akıllara getirmektedir. Fiyatlardaki yükseliş temel
olarak dünyanın önemli tarım ürünleri üreticisi ülkelerinde yaşanan olumsuz hava
koşullarından kaynaklanmaktadır.
Yaz sıcakları ABD’nin yanı sıra Hindistan, Rusya, Ukrayna ve Kazakistan gibi çok
sayıda ülkeyi olumsuz etkilemiştir.
27
Amerika Birleşik Devletleri son 50 yılın en kurak yılını yaşarken ülkede bulunan 53
eyaletin 29’u felaket alanı kapsamına alınmıştır. Ülkedeki mısır ekili alanlarının
%87’si, soya fasulyesi alanlarının ise %85’i olumsuz etkilenmiştir.
Mahsuldeki gerçek kaybın önümüzdeki günlerde belli olacağı düşünülmekle birlikte
kuraklığın, Amerika’ya faturasının yaklaşık 30 milyar dolara mal olacağı tahmin
edilmektedir.
Dünya mısır fiyatlarında söz sahibi olan ABD’deki olumsuz gelişmeler, sadece
Ağustos ayında mısır fiyatlarını %60’a varan oranda arttırmıştır.
Amerika’daki kuraklık ve sıcak hava dalgası Rusya’yı da vururken ABD ve
Rusya’nın yanı sıra Dünya’nın önde gelen diğer tarımsal emtia üreticileri olan
Hindistan ve Karadeniz ülkeleri de oldukça kurak bir yaz geçirmiştir.
İstatistiklere göre Haziran ayından bu yana gıda fiyatları, ortalama %30 artış
kaydetmiştir. Fiyatlarda bu oranlardaki artışlar, 2007/08 yıllarında yaşanan gıda
krizini akıllara getirmektedir.
Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü (FAO) tarafından temel gıda
maddelerinden oluşan bir alışveriş sepetindeki toptan fiyatları esas alarak hazırlanan
küresel gıda fiyatları endeksi, 2002 yılında 89,9 iken 2008 gıda krizi ile birlikte 199,8’e
ulaşmış idi.
2012 Eylül itibariyle ise endeks 216 seviyesine ulaşmış durumdadır. Ağustos’a göre
Eylül ayı endeksinde %1,4’lük bir artış söz konusudur.
Grafik 4: Dünya Gıda Fiyatları Endeksi (Yıllık)
Kaynak:
Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü (FAO)
28
FAO endeksi seviyesinin, Şubat 2011'de görülen rekor yüksek seviye olan 238 puanın
hala altında, ancak 2007/08 gıda krizi sırasında görülen seviyelere yakın olması
piyasalarda kaygı yaratmaktadır.
Grafik 5: 2012 Yılı Dünya Gıda Fiyatları Endeksi (Aylık)
Kaynak: Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü (FAO)
Uluslararası Gıda Politikaları Araştırma Enstitüsü (IPFRI), küresel bir gıda krizinin
yakın zamanda tüm dünyayı etkileyebileceği konusunda uyarmaktadır.
ABD’den tahıl ithalatı yapan ülkeler, gıda rezervlerini arttırmaya yönelik politikalar
geliştirmeye çalışırken; Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, ülkelerin kuraklığa
karşı önlem için tahıl ihracatındaki kısıtlamayı artırmaları halinde, dünyanın daha
sert bir gıda kriziyle yüzleşeceğine dikkat çekmektedir.
Gıda fiyatlarındaki sürekli yükselişi etkileyen ürünlerden biri de mısırdan elde
edilen ve benzin üretiminde kullanılan etanoldür. ABD, mısır üretiminin %40’ını
yakıt olarak kullanılan etanol üretimine ayırmaktadır. Etanol üretiminde bir
kısıtlamaya gidilmezse dünya mısır fiyatlarında artışa olumsuz etki yapacağı ve
bunun da zaten yüksek olan hayvan yemi fiyatlarını daha da arttıracağı ifade
edilerek gıda fiyatlarının bir miktar rahatlaması için etanol kullanımının kısıtlanması
gerektiğine dikkat çekilmektedir.
Kuraklık ve beraberindeki bir küresel gıda krizi riski karşısında Türkiye’nin, krize
karşı en hassas olan ülkeler arasında yer almadığı uzmanlarca belirtilmektedir. Hava
koşullarının ABD’deki olumsuz etkilerine rağmen ülkemizde sadece İç Anadolu ve
bazı bölgelerimizde ürünlerde %10-15 oranında ürün kayıpları sözkonusu olmakla
birlikte yine de ülke genelinde ciddi bir düşüş olmadığı görülmektedir.
29
FAO
verileri
değerlendirildiğinde,
dünyanın sayılı buğday üreticileri
arasında yer alan ülkemizde buğday için
çok büyük bir sıkıntı yaşanmayacağı
görülmektedir.
Öte yandan, üretimimizin kısıtlı olduğu,
dışa bağımlı olduğumuz ürünlerde ise
sıkıntı
yaşanması
söz
konusu
olabilecektir. Bu ürünlerin en önemlileri
ise mısır ve soya fasulyesidir.
Nitekim FAO’nun 2010 yılı verilerine göre; ülkemiz 2,81 milyar dolar değerindeki
19,66 milyon ton buğday üretimiyle dünya sıralamasında 8. sırada yer almaktadır.
Buğdayda ithalat miktarımız ise 3,42 milyon tondur.
Mısır ve soya fasulyesindeki duruma bakıldığında; mısırda 4,25 milyon ton üretim,
488 bin ton ithalat yapıldığı, soya fasulyesinde ise sadece 38,4 bin ton üretim
hacmimize karşılık 1,6 milyon ton ithalatımız olduğu görülmektedir.
Her ne kadar Türkiye’nin küresel gıda krizine karşı çok hassas bir durumda
olmadığı tahmin edilse de, mısır ve soyanın ithalatını büyük ölçüde Amerika’dan
yapmamız nedeniyle ithalat faturamızın artacağı yönünde endişeler bulunmaktadır.
Gıda fiyatlardaki artış, yem fiyatlarını da yükseltmektedir. Hayvancılığın en önemli
girdisi olan yemdeki fiyat artışları ise, toparlanmaya çalışan hayvancılık
sektörümüze darbe vurabilecek niteliktedir.
Bu durumda, eline geçen süt fiyatı yem girdi maliyetini karşılayamadığı noktada,
üretici, hayvanlarını kesime göndermek zorunda kalacaktır.
Nitekim 2007/08 krizinde buna benzer olumsuz gelişmeler yaşanmış ve hayvancılık
sektörümüz büyük yaralar almıştır.
Neticede, geçmiş tecrübeler, tarımın stratejik önemini bir kez daha gözler önüne
sermektedir.
Halihazırda gıda fiyatlarındaki yükseliş, 2007/08 krizine benzerliği nedeniyle
piyasalarda tedirginlik yaratmaktadır. Bu durum, küresel piyasaların yakın takibini
zorunlu kılmaktadır.
Kısa vadede özellikle bu fiyat artışlarından güç alacak spekülatif hareketlere karşı
önlemler alınmalıdır.
30
Bununla birlikte, Dünya nüfusunun 2050 yılına kadar 9 milyara ulaşacağı ve bu
nüfusun doyurulabilmesi için gıda üretiminin yaklaşık %70 arttırılması gerektiği
öngörülmektedir. Ayrıca, gelişmekte olan ülkelerdeki büyüyen orta sınıf da gıda
harcamalarını arttırmaktadır.
Bu nedenlerle uzun vadede, gıda ürünlerine olan talep artışı kaçınılmaz olacağından
tarımsal üretim ve verimliliğinin arttırılmasına yönelik çalışmalar hızlandırılmalıdır.
Ülkemiz açısından da durum değerlendirildiğinde, tarım sektörünün gelişimi
açısından sektörün desteklenmesi son derece önem taşımaktadır.
Desteklemelerde özellikle kaliteli üretimin teşviki ve verimlilik göz önünde
bulundurulmalı, sözkonusu destekler arttırılmalı ve ödemelerin zamanında
yapılması sağlanmalıdır.
7. Türkiye’nin 2013-2015 Orta Vadeli Programı
Küresel finansal krizin başlangıcının üzerinden 4 yıl geçmesine rağmen başta
Avrupa olmak üzere dünya ekonomilerinde artçı sarsıntılar devam etmektedir. IMF;
Avrupa’daki borç krizi ve ABD'de baş gösteren finansal sorunların dünya
ekonomisinde önemli bir yavaşlamaya yol açacağını öngörmektedir.
Dünya ekonomisinin lokomotifi olan ülkelerdeki olumsuz gelişmeler, gelişmekte
olan ülkelerin kalkınmaları üzerinde büyük bir baskı oluşturmaktadır.
Söz konusu ekonomik baskıdan kurtulmak isteyen birçok ülke hükümeti yeni önlem
paketleri açıklamaktadır. Japon Merkez Bankası canlılığı sürekli kılmak için 2013
sonuna kadar piyasaya 128 milyar dolar para sürme kararını açıklarken Avrupa’da
birçok ülkeyi saran borç krizi nedeniyle “Avrupa İstikrar Mekanizması Kurtarma
Fonu” kurulması çalışmaları devam etmektedir.
Önümüzdeki dönemde özelikle gelişmiş ekonomiler kaynaklı belirsizliğin ve
risklerin devam edeceğinin öngörüldüğü bir ortamda, ülkemizde 2013-2015 yıllarının
ekonomik büyüklük tahminlerini içeren Orta Vadeli Programı açıklanmıştır.
Özellikle AB ülkeleri önlerindeki üç ayı bile tahmin etmekte zorlanıyorken,
Türkiye’nin 3 yıllık bir plan hazırlaması başarı olarak görülmektedir.
2013–2015 dönemi makro ekonomik hedeflerini kapsayan “Orta Vadeli Program”
(OVP), reel sektörün önünü görmesinde yol gösterici olacaktır.
OVP’nin temel hedefleri arasında; güven ve istikrar, mali disiplin, kamu ve özel
kesimde israfın azaltılması, basit ve öngörülebilir vergi politikaları, enerji, yerli ve
yabancı yatırımların desteklenmesi ve iş ortamının iyileştirilmesi yer almaktadır.
31
Küresel krizin dünya üzerindeki etkilerinin alınan önlemlere rağmen devam ettiği
bir dönemde, 2013-2015 Orta Vadeli Programı yatırımcıların önündeki belirsizlikleri
gidermek için oldukça önemli bir adım olarak görülmektedir.
Dünya ekonomilerinde yaşanan olumsuz görünüm nedeniyle belirsizlik ve risklerin
devam ettiği algısı 2012 programında %4'e düşürülen büyüme hızının bu yıl %3,2’ye
çekilmesine neden olmuştur.
OVP 2013-2015’e göre; Türkiye ekonomisinin 2013 yılında %4, 2014 ve 2015 yıllarında
ise %5 büyümesi hedeflenmektedir.
OVP’ye göre cari açık/GSYH’nin;
2012’de %7,3,
2013’te %7,1,
2014’te %6,9,
2015’te %6,5
olması öngörülmektedir.
OVP’ye göre 2013-2015’de işsizliğin;
2012’de %9,
2013'te %8,9,
2014'te %8,8,
2015'te %8,7
olması beklenmektedir.
Gerçekçi ve dikkatli hedefler ile Türkiye’deki işsizlik oranının ilk defa OECD
ortalamasının altına inmesinin hedeflenmesi, ülkemiz ekonomisinin istikrarı ve
sürdürülebilir büyümenin sürekli olacağını göstermektedir.
OVP’de enflasyon hakkında da, iyimser bekleyişler yer almaktadır.
Buna göre enflasyonun;
2012’de %7,4,
2013'te %5,3,
2014 ve 2015'te %5
olması hedeflenmektedir.
Türkiye ekonomisinin önümüzdeki 3 yıllık yol haritasını çizen orta vadeli planın
hedeflerinin tutarlı ve gerçekçi olduğu görülmektedir.
Bunun altında güven, istikrar ve mali disiplinin hedeflenmesi yatmaktadır.
32
OVP’deki ayakları yere basan hedefler iş dünyasının yolunu aydınlatmaktadır.
Ancak diğer taraftan Türkiye’nin büyük hedefleri çerçevesinde uzun vade için
yapılacaklar ve reformlar konusu da unutulmamalıdır.
2023 yılı hedeflerimiz;
Dünyanın 10. büyük ekonomisi olmak,
2 trilyon dolarlık ekonomik büyüklük,
500 milyar dolarlık ihracat,
20 bin doları aşan kişi başına milli gelir için
reformist bir politika ile 2015 sonrasının kalan 8 yılında yüksek büyüme oranlarını
elde etmemiz için çaba harcamamız gerekecektir.
Türkiye'de reel faizlerin düşmesi, risk primlerinin düşmesi, Türkiye'nin daha güçlü
bir güven ve istikrar ortamına ulaşması için OVP büyük önem taşımaktadır.
“Güvenli liman Türkiye” kavramının pekişmesi ve ülkemizin yatırım yapılabilir
ülkeler kategorisinde yer alabilmesi için, OVP ülkemiz ekonomisine yol
gösterecektir.
8. Dünya Ticareti Doğuya Kayıyor, Türkiye Küresel Güç Oluyor
Küresel kriz sonrasında dünya ticaretinin ağırlık merkezi doğuya kaymaya başlamış
olup Asya-Pasifik Bölgesi, son yıllarda meydana gelen ekonomik ve siyasi
gelişmelerle birlikte adeta yaşamsal nitelik kazanmıştır.
Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) 2011-2012 yıllarına ilişkin raporunda, dünya
ticaret hacminin büyüme hızının 2011 yılında, 2010 yılında elde edilen %13,8
oranındaki büyümenin ardından, keskin bir düşüş göstererek %5 seviyesine
gerilediği, 2012 yılındaki büyümenin %3,7 civarında kalmasının beklendiği, söz
konusu %3,7’lik büyümenin ise son 20 yılın en düşük seviyesi olacağı belirtilmiştir.
DTÖ, dünya toplam mal ve hizmet ticareti hacminin 2013 yılında ise %5,6 oranında
artacağını tahmin etmektedir. IMF ise dünya toplam mal ve hizmet ticareti hacminin
2012 ve 2013 yıllarında sırasıyla %3,2 ve %4,5 oranında artacağını tahmin etmektedir.
Tablo 7. Mal ve Hizmetler Ticaretine İlişkin Tahminler (%)
İhracat
Gelişmiş
Yükselen
Yıllar
Ekonomiler Ekonomiler
2012
2,2
4,0
IMF
2013
3,6
5,7
2012
2,0
5,6
DTÖ
2013
4,1
7,2
Kaynak: T.C. Ekonomi Bakanlığı,2012.
33
İthalat
Gelişmiş
Yükselen
Ekonomiler
Ekonomiler
1,7
7,0
3,3
6,6
1,9
6,2
3,9
7,8
Dünya
Ticaret
Hacmi
3,2
4,5
3,7
5,6
AB bölgesindeki ekonomik krizin yanı sıra, Japonya’daki tsunami ve Tayland’da
meydana gelen sel baskınları, global ekonomiyi ve ticareti olumsuz yönde
etkilemiştir.
Tüm bu olumsuz doğa koşullarının üzerine 2011 yılının en önemli olaylarından biri
olan Arap Baharı, Ortadoğu ve Afrika’daki ticareti durma noktasına getirmiş, Mısır
ve Tunus gibi ülkelerin piyasadan çıkmalarının ardından, Libya’nın petrol ihracatını
durdurması ile Afrika’nın toplam ihracatının % 8 oranında gerilemesine neden
olmuştur.
2013 yılında gelişen Asya olarak nitelendirilen ve Çin ile Hindistan’ın başını çektiği
bölge yine en hızlı büyüyecek bölge olarak öne çıkmaktadır. 1994 – 2012 arasındaki
dönemde yılda ortalama %7,9 oranında büyüyen bölgenin 2013 yılında %7,2
oranında büyümesi beklenmektedir. Hızlı büyüme göstererek dikkat çeken Orta ve
Güney Afrika bölgesinin 2013 büyüme oranı ise %5,7 olarak tahmin edilmektedir.
2011 yılında; Asya ülkelerinin ihracatı yıllık %18 artışla 5.53 trilyon Dolara ulaşarak,
dünya genelinin %31’ine sahip olmuş, söz konusu ülkelerin ithalatının ise %23 artışla
5,57 trilyon Dolara ulaşarak ve bölge, dünya pazarının %31’ini oluşturmuştur.
Ekonomik krizin en etkili hissedildiği Avrupa kıtasının 2011 yılı ihracatı, yıllık %17
artışla 6,6 trilyon Dolara ulaşırken, dünya genelinin %37’sini oluşturmuştur.
Avrupa’nın 2011 ithalatı ise bir önceki yıla kıyasla %17 artışla 6.85 trilyon Dolar
seviyesine ulaşmış ve toplam pazarın %38’ini teşkil etmiştir.
Dünya ekonomisi tarihinin en ciddi krizlerinden birini yaşarken, Türkiye ekonomisi
güçlü makro-ekonomik stratejiler, kararlı bir şekilde uygulanan mali ve yapısal
reformlar ile başarılı bir ekonomik performans sergileyerek 2010 ve 2011 yıllarında
dünyanın en hızlı büyüyen ülkelerinden biri olmayı başarmıştır.
Mali disiplin, güçlü bankacılık sistemi, başarılı borç yönetimi gibi hususların
yanında, ticaret ve yatırım alanlarında uygulanan politikalar da Türkiye’nin hızlı
büyümesine önemli katkı sağlamıştır.
Bazı ülkelerce, bulunduğu bölgede hem ekonomik hem politik anlamda bir “soft
power” olduğu vurgulanan Türkiye, çok taraflı ticaret sisteminde ikili ve bölgesel
ticaretin geliştirilmesinde aktif bir oyuncu haline gelerek Avrupa’nın en hızlı
büyüyen ekonomisi konumuna ulaşmıştır.
34
Tablo 8. Bazı Ülke- Ülke Gruplarına İlişkin Büyüme Tahminleri (%)
Avro
Bölgesi
3,0
-0,4
2012
IMF
3,5
0,2
2013
3,3
-0,1
2012
OECD
4,8
0,9
2013
2,9
-0,3
2012
4,0
0,7
DB
2013
5,0
1,4
2014
3,2
-0,3
2012
BM
5,4
0,9
2013
Kaynak : T.C. Ekonomi Bakanlığı
Türkiye
ABD
2,2
2,1
2,4
2,6
2,1
2,4
2,8
2,1
2,3
Brezilya
1,5
4,0
3,2
4,2
2,9
4,2
3,9
3,3
4,5
Rusya
Hindistan ÇHC
3,7
3,8
4,5
4,1
3,5
4,2
4,0
4,4
4,4
4,9
6,0
7,1
7,7
6,6
6,9
7,1
6,7
7,2
7,8
8,2
8,2
9,3
7,7
8,1
8,4
8,3
8,5
Türkiye’nin 2002-2011 döneminde ortalama büyüme oranı %6 olmuştur. 2011 yılında
Türkiye ekonomisi %8,5, 2012 ilk yarısında ise ortalama %3,05 oranında büyümüştür.
2011 yılında yıllık ihracatını %19 oranında artıran Türkiye, 135 milyar Dolarlık
ihracat gerçekleştirmiş, söz konusu ihracat toplam pazarın %0,9’una denk gelmiştir.
İhracatın yanı sıra, Türkiye’nin ithalatında da geçen yıl önemli artış kaydedilmiş,
2011 yılında %30 oranında artan ithalat, 241 milyar Dolar seviyesine ulaşarak toplam
pazarın %3’ünü oluşturmuştur.
2012 yılının Ocak-Eylül döneminde, 2011’in aynı dönemine kıyasla; ihracat %13,7
artış, ithalat ise %2,9 oranında düşüş kaydetmiştir. Dış ticaret açığı %22,7’lik bir
azalışla 63,5 milyar dolara gerilemiştir.
Tablo 9. Türkiye’nin Mal Ticareti Hedefleri
(Milyar Dolar)
2010*
2011* 2012**
İhracat
114
135
149,5
İthalat
185,5
240,8
239,5
D.T. Hacmi
299,5
375,8
389
D.T. Dengesi
-71,6
-106
90
İhracat / İthalat (%)
61,4
56,1
62,4
Kaynak : T.C. Ekonomi Bakanlığı
*Gerçekleşme (Kaynak: TÜİK)
**Beklenti (Orta Vadeli Program, Kalkınma Bakanlığı )
35
2013**
158
253
411
95
62,5
2014**
172,3
272,2
444,5
-99,9
63,3
Tablo 10. Türkiye’nin Başlıca İhracat Ürünleri
Milyon Dolar
Dönemsel (OcakSıra Fasıl Eylül)
İnciler, Kıymetli Taş Ve
1
71
Metal Mamuller
İHRACAT
2011
İTHALAT
2012
2011
DENGE
2012
2011
DEĞ. %
2012
2011/2012
2.393
12.825
5.832
7.334
-3.438
5.491
435,8
2
87
Motorlu Kara Taşıtları
11.778
11.067
12.714
10.247
-936
820
-6,0
3
84
Elektriksiz Makinalar
8.522
8.872
20.485
19.175
-11.963
-10.303
4,1
4
72
Demir Ve Çelik
8.385
8.702
15.255
14.917
-6.870
-6.216
3,8
6.254
6.904
12.596
11.799
-6.342
-4.895
10,4
6.422
6.268
886
626
5.536
5.642
-2,4
4.940
5.654
39.271
44.205
-34.331
-38.550
14,5
4.249
4.413
1.933
1.688
2.317
2.725
3,9
3.892
4.088
1.509
1.137
2.383
2.950
5,0
3.439
3.750
9.769
9.451
-6.329
-5.701
9,0
LİSTE TOPLAMI
60.274
72.543
120.250
120.579
-59.973
-48.037
20,4
TOPLAM
99.444
113.023
181.679
176.500
-82.235
-63.477
13,7
5
85
6
61
7
27
8
73
9
62
10
39
Elektrikli Makina Ve
Cihazlar
Örme Giyim Eşyası Ve
Aksesuarları
Mineral Yakıtlar,
Mineral Yağlar
Demir Veya Çelikten
Eşya
Örülmemiş Giyim
Eşyası Ve Aksesuarları
Plastik Ve Plastikten
Mamul Eşya
Kaynak: T.C. Ekonomi Bakanlığı
Tablo 11. Türkiye’nin Başıca İthalat Ürünleri
Milyon Dolar
Dönemsel (OcakSıra Fasıl Eylül)
Mineral Yakıtlar,
1
27
Mineral Yağlar
İTHALAT
İHRACAT
DENGE
DEĞ. %
2011
2012
2011
2012
2011
2012
2011/2012
39.271
44.205
4.940
5.654
-34.331
-38.550
12,6
2
84
Elektriksiz Makinalar
20.485
19.175
8.522
8.872
-11.963
-10.303
-6,4
3
72
Demir Ve Çelik
15.255
14.917
8.385
8.702
-6.870
-6.216
-2,2
4
85
Elektrikli Makina Ve
Cihazlar,Aksam Ve
Parçaları
12.596
11.799
6.254
6.904
-6.342
-4.895
-6,3
5
87
Motorlu Kara Taşıtları
12.714
10.247
11.778
11.067
-936
820
-19,4
6
39
9.769
9.451
3.439
3.750
-6.329
-5.701
-3,3
7
71
5.832
7.334
2.393
12.825
-3.438
5.491
25,8
8
29
4.273
3.845
406
491
-3.867
-3.355
-10,0
9
90
3.080
2.922
325
403
-2.755
-2.519
-5,1
10
30
Eczacılık Ürünleri
3.408
2.897
431
435
-2.978
-2.462
-15,0
LİSTE TOPLAMI
126.683
126.792
46.873
59.103
-79.809
-67.690
0,1
TOPLAM
181.679
176.500
99.444 113.023
-82.236
-63.478
-2,9
Plastik Ve Plastik
Mamul Eşya
İnciler, Kıymetli Taş Ve
Metal Mamulleri
Organik Kimyasal
Müstahsarlar
Optik, Fotoğraf,
Sinema, Ölçü Cihazları
Kaynak: T.C. Ekonomi Bakanlığı
36
Grafik 6. Türkiye’nin İhracatında Başlıca Ülkeler ve Yüzde Payları (Ocak-Eylül
2012)
Kaynak: T.C. Ekonomi Bakanlığı
Grafik 7. Türkiye’nin İthalatında Başlıca Ülkeler ve Yüzde Payları (Ocak-Eylül
2012)
Kaynak : T.C. Ekonomi Bakanlığı
9. Türkiye’nin Ekonomi Politikaları Işığında İş Dünyasının Pozisyonu
2008’de patlak veren küresel kriz nedeniyle piyasalar hala istikrara kavuşmamıştır,
bu nedenle Türk iş dünyası da temkinli davranmalıdır. Türkiye’nin ekonomik
durumu dışarıya göre daha iyi olsa da ekonomimizin diğer piyasaların
kırılganlıklarından olumsuz etkileneceğinin unutulmaması gerekmektedir.
37
Türkiye’de güçlü büyüme performansı devam etmekte; 2012-2017 döneminde OECD
ülkelerinde ortalama büyüme beklentisi %2,4 iken, bu oran Türkiye'de %5,2’dir.
Ayrıca dünyaca ünlü kredi derecelendirme kuruluşu Fitch’den de Türkiye için
olumlu bir haber gelmiştir; Fitch, Türkiye'nin kredi notunu yaklaşık 20 yılın
ardından “yatırım yapılabilir” seviyesine yükseltmiştir.
Bu çerçevede, ülkemize girecek küresel sermayenin daha da artması, faiz oranlarının
ise düşmesi beklenmektedir. Ancak tüm bu olumlu çerçeveye karşın iş dünyası
olarak rehavete kapılmamamız, ülkemizde kaydedilen tüm olumlu gelişmeleri
yatırım ve üretimle güçlendirmemiz gerekmektedir.
9.1. AB Politikası ve 2012 AB Türkiye İlerleme Raporu
Ülkemizin Avrupa Birliği’ne üyelik süreci her ne kadar “uzun ve ince bir yol” olarak
görünse ve zaman zaman bazı dış siyasi grup ve hedefler ile bu süreç yavaşlatılıyor
olsa da, Başbakanımızın ifade ettiği gibi “AB hedefimizden vazgeçmedik”.
AB her ne kadar ekonomik krizin pençeleri
içerisinde boğuşuyor olsa da, Türkiye'nin en
büyük dış ticaret ortağı olma özelliğini hala
korumaktadır. Hükümetimiz son yıllarda dış
ticaret ortaklarımızı çeşitlendirerek sadece
Avrupa kıtasına sabit kalmamış; Afrika,
Latin Amerika ve Uzak Doğu gibi bölgelere
yönelik açılımlar sağlamış olsa da, hala
ticaretimizin
%
37'si
AB
ülkeleriyle
gerçekleşmektedir.
Türkiye'ye doğrudan yatırımların %70'inden fazlası da AB orijinli olup, Türkiye'yi
ziyaret eden turistlerin yarısından fazlası da AB ülkelerinden gelmektedir.
Görüldüğü üzere, Türkiye Avrupa Birliği ekonomisinin, Avrupa Birliği de Türkiye
ekonomisinin tamamlayıcı ve vazgeçilmez ortaklarıdır.
Avrupa Komisyonu, 1998 yılından beri Türkiye için hazırlamakta olduğu yıllık
ilerleme raporları kapsamında bu yıl Türkiye için 10 Ekim 2012 tarihinde 15. Türkiye
İlerleme Raporu’nu hazırlamıştır. Raporun AB Bakanlığı tarafından yapılan çevirisi
126 sayfadan oluşmakta olup, Siyasi Kriterler, Ekonomik Kriterler ve Üyelik
Yükümlülüklerini Üstelenebilme Yeteneği olmak üzere 3 ayrı başlıktan
oluşmaktadır. Rapor Ekim 2011’den Eylül 2012’ye kadar olan dönemi kapsamakta
olup, Türkiye, şu ana kadar AB’ye üyelik süreci en uzun olan ülke olması nedeniyle,
en çok ilerleme raporuna sahip olma unvanını kazanan ülke konumundadır.
Rapor ekonomik açıdan Türkiye’yi överken politik açıdan Türkiye´ye sert eleştiriler
getirmiştir.
38
Raporda özellikle Türk yargı sistemine yöneltilen eleştiriler göze çarpmakta, aynı
zamanda geçtiğimiz Mayıs ayında kaçak göç alanında AB ile yapılan anlaşmaya
rağmen Türkiye'nin yeterli işbirliğinde bulunmadığı eleştirisinde bulunulmakta,
basın özgürlüğüne getirilen sert tavırlar nedeni ile Türkiye’ye olumsuz not
verilmektedir.
Ancak yavaş yavaş kopma noktasına gelen Türkiye- AB ilişkilerinde AB İlerleme
Raporu’nun Türkiye’nin gündeminde büyük ölçüde yer almadığını söylemek yanlış
olmayacaktır
Son gelişmeler çerçevesinde AB’nin Türkiye’ye olan ihtiyacının her geçen gün
arttığını söyleyebiliriz.
Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği kapsamında ikili ticaret artmaya devam
etmiş ve 2011’de 120 milyar €’ya çıkmıştır. Türkiye AB’nin altıncı, AB ise Türkiye’nin
birinci sıradaki ticaret ortağıdır. Türkiye’ye yönelik doğrudan dış yatırımın %75’i AB
kaynaklıdır.
AB bu raporda, kadınların, istihdama, politika geliştirilmesine ve siyasete daha fazla
katılmaları, eğitim, çocuk işçiliği ile mücadele, sağlık, idari kapasite ve koordinasyon
dahil, bütün alanlarda çabaların gerektiği, özellikle KOBİ’ler ve tüketici örgütlerine
ilişkin olarak, TSE’nin standartlaşma çalışmalarında daha katılımcı bir yaklaşım
benimsemesi gerektiği yönündeki beklentilerini ifade etmiştir.
Raporun üçüncü bölümünde AB müktesebatı ile uyum kapsamındaki 33 fasıl ile ilgili
olarak kaydedilen ilerlemeler ve beklenen çalışmalar ile ilgili ayrıntılı bilgi
verilmektedir.
Avrupa Komisyonu'nun Genişleme ve Avrupa Komşuluk Politikası'ndan Sorumlu
Üyesi Štefan Füle’nin de ifade ettiği gibi, Türkiye, dinamik ekonomisi, stratejik
konumu ve AB'nin dış politikasındaki ve enerji güvenliğindeki önemli bölgesel rolü
düşünüldüğünde, AB için kilit bir ortak olmayı sürdürmektedir.
Türkiye'nin ekonomik ve siyasi modernleşme süreci için de Avrupa Birliği önemli bir
dayanak noktası olmaya devam etmektedir.
İzmirli iş aleminin temsilcisi olarak Odamız, Türkiye’nin AB’ye katılım sürecindeki
gelişmeleri yakında takip etmekte olup, 2013 Yılı Çalışma Programı içerisinde AB ve
Türkiye ekonomisine yönelik Odamızda uluslararası bir konferans düzenlenmesi ve
ayrıca 2013’te AB Dönem Başkanları olacak İrlanda ve Litvanya’nın Ankara
Büyükelçilikleri ve Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu kanalıyla, Avrupa
Birliği’ne üyeliğimiz sürecinde özellikle KOBI ve Sivil Toplum Kuruluşları (STK’lar)
ile iş dünyasına yönelik Odamızda bilgilendirici ve eğitici konferans dizileri
düzenlenmesi planlanmaktadır.
39
Ayrıca gümrüklerde, limanlarda ve antrepolarda ithalat-ihracat uygulamalarında
işlerin nasıl yapıldığına dair işleyişiyle ilgili bilgi almak, uygulamaları yerinde
gözlemlemek amacıyla belirlenecek Avrupa Birliği üyesi ülkelere iş ve inceme gezisi
düzenlenecektir.
Bunun yanı sıra, AB ve Balkan ülkelerindeki ekonomik gelişmeler ile Türkiye’nin
AB’ye üyelik süreci ile ilgili gelişmeler takip edilerek raporlar hazırlanacak ve
yayınlanacaktır.
9.2. Dış Ticaret Politikaları
Türkiye son dönemde dış ticaret politikası büyüme, üretim, istihdam, ihracat odaklı
bir ekonomik yapı vizyonu ile oluşturulmuştur.
Ekonomi Bakanlığı, Cumhuriyetimizin 100. kuruluş yıldönümü olan 2023 yılına
yönelik stratejik hedeflerini; Türkiye’nin dünya ticaretinden aldığı payın %1,5’a
çıkarılması, ihracatın 500 milyar Dolara, GSYİH’mızı 2 trilyon Dolara ulaştırarak
dünyanın ilk 10 ekonomisinden biri olmak, Türkiye’nin dünya ticaretinden aldığı
payı %0,80’den %1,5’e çıkarmak ve 100 bin ihracatçı sayısına ulaşmak şeklinde
belirlemiştir.
Genel olarak sürdürülebilir ihracat artışının devam ettirilmesi, ihracata konu
ürünlerin yüksek katma değerli bir yapıya dönüştürülmesi, sanayi üretim yapısının
ihracat odaklı hale getirilmesi ve ihracatın kolaylaştırılması için teşvik tedbirlerini
kapsayan bir ekonomi politikası benimsenmektedir.
Belirlenen bu politikalar çerçevesinde ise;
İhracatın ithalatını karşılama oranını %80’ler seviyesine çıkartmak,
Sürdürülebilir ihracat artışını devam ettirmek ve ihracatçımızın rekabet
gücünü artırmak ,
Yatırım, üretim ve ihracat zincirinde istikrarlı ihracat artışının sağlanmasını
teminen gerekli altyapı, mevzuat ve teşvik enstrümanlarını etkin bir şekilde
kullanmak,
Genel ve sektörel ticaret heyetleri, alım heyetleri, fuarlar ve diğer pazarlama
ve tanıtım faaliyetlerini ürünlerimizin tamamlayıcılığı üstün olan bölge ve
ülkelere doğru yoğunlaştırmak,
Var olunan pazarlarda ve yeni pazarlarda pazar payımızı ve ihracat
hacmimizi planlı ve hesaplı bir şekilde artırmak,
Pazarları çeşitlendirmek,
Yenilikçi fikirler ve Ar-Ge’ye dayalı, katma değeri yüksek, markalı ürün ve
hizmetlerin üretim ve pazarlama süreçlerini yeni nesil teşvik modelleri ile
desteklemek,
Yenilikçi niteliğe sahip ihraç ürün sayısının artırılması amacıyla tasarım
faaliyetlerini hizmet ticareti kapsamında yaygınlaştırmak,
KOBİ’lerin pazarlama ve ihracat kapasitesini artırıcı destekleri sürdürmek,
40
Dünyada Türk ürünleri imajının güçlendirilmesine yönelik olarak verilen
TURQUALITY ve marka desteklerinin kapsamını genişletmek,
Uluslararası markaların Türk firmalarınca satın alınmasını teşvik ederek Türk
ürünlerinin yaygınlaşması ve uluslararasılaştırılmasını sağlamak,
Sektörel kümelenme anlayışını ihracatı artırmada bir araç olarak kullanmak ve
kümelerin koordinasyon halinde dünyaya açılmasını desteklemek,
Uluslararası anlaşmalardan doğan yükümlülüklerimiz de göz önüne alınarak
Türk ihracatçısının uluslararası alanda karşılaştığı sorunlara etkin ve hızlı
çözümler bulmak,
İhracatın üretim boyutu da dikkate alınarak sanayi-üniversite işbirliğini
desteklemek,
Yeni ihracat finansmanı araçları yaratmak,
İhracatçılarımızın kriz dönemlerinde oluşabilecek zararlarının önlenmesine
yönelik politik risk sigorta fonu gibi enstrümanlardan yaygın bir şekilde
yararlanmalarını teşvik etmek,
Akademik ve pratik bilginin bütünleşerek daha verimli bir ortam yaratılması
amacıyla firmalar, STK’lar ve üniversiteler arasında danışmanlık-koçluk
ilişkilerinin kurulmasının zeminini sağlamak amaçlanmaktadır.
Başta makine ve otomotiv olmak üzere, demir-çelik, tekstil, hazır giyim ve
konfeksiyon, elektrik ve elektronik ile kimyevi maddelerin 2023 ihracat stratejisinin
lokomotif sektörleri olmaya devam edeceği öngörülmektedir.
Küresel kriz döneminde Türkiye, dış ticaretini çeşitlendirme ve yeni ihracat pazarları
bulma stratejisi
ile AB’den kaynaklı ihracat kayıplarını en aza indirmeyi
hedeflemiştir. Ekonomi Bakanlığı bu stratejiyi Afrika Stratejisi, Komşu ve Çevre
Ülkeler Stratejisi, Amerika Pazara Giriş Stratejisi, Asya ve Latin Amerika ülkelerine
yönelik rekabet edebileceği ve farklı amaçlar ve araçlar kullanacağı bir program
şeklinde tasarlamıştır.
Bakanlık, ilk etapta Afrika ülkeleri ve Asya-Pasifik Bölgesi ülkelerine daha sonra
Amerika ülkeleri, Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkeleri ve Ortadoğu
Ülkeleri’ne yönelik özel politikalar geliştirmiştir.
Afrika’ya yönelik stratejide ihracat ve yatırım artışı, öncelikli hedefler olarak
belirlenmiştir.
Asya’ya yönelik stratejide ise ticaret dengesizliğinin giderilmesi ve bu bölgeden
ülkemize yatırımların çekilmesi politikası oluşturulmuştur.
Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA) bakımından 2 yönlü bir politika izlenmektedir.
Bunlardan ilki, hâlihazırda yürürlükte bulunan STA’ların kapsamlarının
genişletilmesi, ikincisi yeni nesil STA’ların müzakerelerinin tamamlanmasını
amaçlamaktadır.
41
Türkiye ekonomisi sadece mal ihracatında değil, hizmet ihracatında da büyük
potansiyeli bünyesinde barındırmaktadır. Son dönemde dünyada serbest bölgeler
anlayışı yalnızca mal ihracatı ya da imalat odaklı bir ihracat anlayışından hızla
“hizmet ihracatını konu olan ihtisaslaşmış bölge” anlayışına geçmeyi
hedeflemektedir.
Bu çerçevede Türkiye’de sağlık, eğitim, yazılım, lojistik, finans gibi pek çok alanda
“ihtisaslaşmış bölge”lerin kurularak bir yandan Türkiye’nin döviz kazanımını
artırırken diğer yandan da küresel alanda rekabet edebilen, Türkiye içinden ziyade
dış dünya odaklı hizmet sektörlerinin yaratılması amaçlanmaktadır.
Ürün Güvenliği ve Piyasa Gözetimi ve Denetimi (PGD), sağlıklı bir ekonomi ve dış
ticaret politikasının önemli bir bileşeni olup,”sürdürülebilir ihracat artışının” ön
koşulu olarak belirlenmiştir. Etkili ürün güvenliği ve PGD çerçevesinde aynı
mevzuatın tüm üretici ve ithalatçılar için uygulanmasını sağlanması, piyasayı
disipline ederek piyasaya olan güvenin pekiştirilmesi ve ekonomide kayıt-dışı ile
mücadeleye katkı sağlanılması hedeflenmektedir.
Türkiye ithalat politikasını ise, ülke sanayisinin ihtiyaç duyduğu kaliteli ve fiyat
avantajına sahip ürünlere ulaşımına ve teknoloji transferine imkân tanıması, ihracata
dönük, teknoloji yoğun, katma değeri yüksek, uluslararası standartlara uygun üretim
yapısını destekler mahiyette olması; bu suretle ülkemizin uluslararası piyasalardaki
rekabet potansiyelinin geliştirilmesine olanak sağlayacak şeklinde belirlemiştir.
Bu çerçevede, ithalat artışının ülke ekonomisi üzerindeki olumsuz etkilerini bertaraf
etmek amacıyla yürütülen gümrük vergisi, telafi edici önlem, ticaret politikası
savunma araçları, riske dayalı denetleme sistemi gibi mekanizmaların etkin bir
şekilde kullanılması hedeflenmektedir.
İthalat bağımlılığı tespiti yapılan spesifik sektörlerde doğrudan yabancı yatırımlar
yoluyla yurt içi üretimin desteklenmesi, kaynak yetersizliği nedeniyle yurt içinden
tedarik edilemeyen ve mutlaka yurt dışından tedarik edilmesi gereken temel girdi
alanlarında yurt dışı yatırımlar yoluyla tedarik güvenliğinin sağlanması için yatırımı
teşvik politikaları ve uygulamaları geliştirilmiştir.
9.2.1. Türkiye’nin ve AB’nin Serbest Ticaret Anlaşmaları
Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA)’lar , komşu ve çevre ülkelerle dış ticaretimizin
geliştirilmesi; ihracatçılarımızın dış pazarlarda, başta AB ülkelerinin müteşebbisleri
olmak üzere rakipleri ile eşit şartlarda rekabet edebilmesinin temini; karşılıklı
yatırımların artırılması ve müşterek teşebbüslerle ülkemizin uluslararası rekabet
gücünün artırılması bakımından önem taşımaktadır.
Türkiye’nin, Avrupa Birliği (AB) ile arasındaki Gümrük Birliği ilişkisi uyarınca,
AB’nin Ortak Ticaret Politikasını üstlenme yükümlülüğü bulunmakta olup, üçüncü
ülkelere yönelik olarak AB’nin tercihli ticaret sistemi üstlenilmektedir.
42
Bu kapsamda, Türkiye, AB’nin Serbest Ticaret Anlaşmaları akdettiği ülkelerle
karşılıklı yarar esasına dayalı benzer anlaşmalar akdetmektedir.
Başka bir ifadeyle Türkiye, sadece Avrupa Birliği’nin STA müzakereleri yürüttüğü
ülkelerle STA imzalayabilmektedir. Bununla birlikte, ülkemizin AB tarafından
imzalanmış STA’ların içeriğini aynen kabul etme yükümlülüğü bulunmamakta olup,
gerçekleştirilen müzakerelerde sanayi ve ticaret politikası önceliklerimiz ile ülkemiz
hassasiyetleri göz önüne alınmaktadır.
Bugüne kadar, Türkiye 19 ülke ile STA imzalamıştır.
EFTA ülkeleri (Norveç, İsviçre, İzlanda, Lihtenştayn)
İsrail
Makedonya
Hırvatistan
Bosna ve Hersek
Filistin
Tunus
Fas
Suriye
Mısır
Arnavutluk
Gürcistan
Karadağ
Sırbistan
Şili
Ürdün
Lübnan
Morityus
Güney Kore
Söz konusu STA’lardan, Lübnan, Morityus ve Güney Kore ile imzalanan Anlaşmalar
dışındaki STA’lar halihazırda yürürlükte bulunmakta olup, Lübnan, Morityus ve
Güney Kore Anlaşmaları taraflarca iç onay sürecinin tamamlanmasının ardından
yürürlüğe girecektir. Bununla birlikte Türkiye ile Suriye Arasında Serbest Ticaret
Alanı Tesis Eden Ortaklık Anlaşması 6 Aralık 2011 tarihinde askıya alınmıştır.
STA müzakeresi yürütülen veya müzakerelere başlanması yönünde girişim yapılan
21 ülke (Ukrayna, Libya, Seyşeller, Kamerun, Kongo Demokratik Cumhuriyeti,
Cezayir, Meksika, Malezya, Ekvator, Moldova, Güney Afrika Cumhuriyeti,
Kolombiya, Faroe Adaları, Endonezya, Peru, Hindistan, Japonya, Vietnam, Kosova,
Kanada ve Gana) ve 5 ülke grubu (Körfez İşbirliği Konseyi, MERCOSUR, ASEAN,
Orta Amerika Topluluğu, CARIFORUM) bulunmaktadır.
43
STA’ların ülkemize sağladığı pazara giriş imkânları değerlendirildiğinde,
istatistikler, STA ülkeleri ile dış ticaret hacmi artış oranımızın genel dış ticaretimizin
hacminin artış oranından daha yüksek olduğunu göstermektedir. Ülkemizin
yürürlükte bulunan 16 STA ortağı ile ticareti incelendiğinde 13,6 milyar Dolarlık
ihracatımıza karşılık 12,2 milyar Dolarlık ithalatımızla ticaret fazlası verdiğimiz
saptanmaktadır. STA ülkeleri ile ticaretimiz, ihracatımızın %10,1’ini, ithalatımızın ise
%5,1’ini teşkil etmektedir.
Bununla birlikte Avrupa Birliği Komisyonunun yaptığı bir araştırmada, önümüzdeki
üç dört yıl içinde toplam dünya talebinin % 90’ının AB dışındaki ülkelerden
kaynaklanacağına işaret edilmektedir.
Bu çerçevede, AB, topluluk sanayisine yeni pazar imkanları yaratabilmek için, ikili
bazdaki Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA) müzakerelerini hızlandırmıştır.
Avrupa Birliğinin halen yürürlükte olan STA’ları, Meksika , G.Afrika, Şili ve G.
Kore ile yaptığı anlaşmalardır.
Bu STA’ların yanısıra AB’nin ;
Türkiye, Andorra ve San Marino ile Gümrük Birliği,
İsviçre, Norveç, İzlanda ve Lichtenstein ile EFTA Anlaşması,
Makedonya, Hırvatistan, Arnavutluk, Karadağ, Bosna Hersek, Sırbistan
ayrıca, Akdeniz bölgesinde, Cezayir, Mısır, İsrail, Ürdün, Lübnan, Fas, Filistin,
Suriye, Tunus ve Afrika-Karaipler-Pasifik (ACP) ile Tercihli Ticaret
Anlaşmaları
bulunmaktadır.
AB ile STA’sı olup da halen Türkiye ile STA imzalamamış başlıca ülkeler
Meksika, Güney Afrika Cumhuriyeti, Cezayir’dir.
AB ile üçüncü ülkeler arasında tamamlanan ancak henüz yürürlüğe girmeyen
STA’lar :
Andean Ülkeleri ( Peru,Kolombiya,Bolivya,Ekvador)
Orta Amerika Ülkeleri (Kosta Rika, El salvador, Guatemala, Honduras,
Nikaragua ve Panama)
Ukrayna
AB’nin halen müzakerelerini sürdürmekte olduğu STA’lar:
Kanada
Singapur
Malezya ve Vietnam
Hindistan
44
MERCOSUR Ülkeleri (Arjantin, Brezilya,Paraguay, Uruguay, Venezuella)
Gürcistan, Ermenistan ve Moldovya
Afrika, Karayipler ve Pasifik (ACP) ülkeleri
AB’nin başlama aşamasında olan STA Müzakereleri :
Japonya
ABD
Sonuç olarak, STA’ların
ihracatçılarımızın Batı Avrupa pazarlarına olan
bağımlılığının azaltılarak ,üçüncü ülke pazarlarında, rakipleri ile eşit şartlara sahip
olmasına , STA ülkelerinin ara malı ve nihai mamullerini ülkemizden tedarik
etmelerinin temin edilmesine , Türkiye’nin tercihli ticaret imkânlarından
yararlanmak isteyen doğrudan yabancı sermayeli yatırımların artmasına imkan
veren STA’ların kapsamlarının genişletilmesi ülkemiz açısından büyük önem arz
etmektedir.
İzmir Ticaret Odası olarak AB’nin, halihazırda yürürlükte bulunan ancak
Türkiye’nin üstlenemediği STA’ları ilgili üçüncü ülkelerle anlaşma sağlayarak
Türkiye’yi de kapsayacak hale getirmesi ve bundan sonra diğer ülkelerle başlayacağı
STA müzakerelerinin Türkiye ile eş zamanlı olarak başlatılması, tamamlanması ve
uygulamaya konulması için gerekli tedbirleri alınmasına yönelik girişimlerde
bulunacaktır.
9.3. Para ve Maliye Politikaları
9.3.1. Maliye Politikaları
2013 yılı ve izleyen yıllara ilişkin maliye politikasının ana unsurlarını, Orta Vadeli
Program ve Orta Vadeli Mali Planda görmek mümkündür. Orta Vadeli Program,
kamu ve özel kesim için öngörülebilirliği artıracak bir yol haritası niteliğindedir ve
uzun vadeli amaçlara katkıda bulunacak şekilde, üç yıllık dönemde üzerinde
yoğunlaşılacak öncelikleri tespit eder.
5018 sayılı Kanunun 16’ncı maddesi uyarınca, çok yıllı bütçe hazırlık süreci Bakanlar
Kurulunun en geç Eylül ayının ilk haftası sonuna kadar makro politikaları, ilkeleri,
hedef ve gösterge niteliğindeki temel ekonomik büyüklükleri de kapsayacak şekilde
Kalkınma Bakanlığınca hazırlanan orta vadeli programı kabul etmesiyle
başlamaktadır.
Çeşitli alanlarda birbirleriyle tutarlı bir amaç, politika ve öncelikler seti sunan Orta
Vadeli Program, makro politikaların yanı sıra, temel gelişme eksenlerini ve ana
sektörleri kapsamaktadır.
45
Bakanlık ve kurum bütçelerinin hazırlanmasında, idari ve yasal düzenlemelerin
gerçekleştirilmesinde, kurumların karar alma süreçlerinde Programın amaç ve
öncelikleri esas alınmaktadır.
Dinamik bir yapı arz eden ve üç yıllık perspektife sahip olan Program, yıllık
uygulamaların sonuçları ve genel şartlardaki değişmeler dikkate alınarak, her yıl
yenilenmektedir.
Kalkınma Bakanlığınca hazırlanan Orta Vadeli Program (2013-2015) 10.09.2012 tarihli
ve 2012/3793 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile kabul edilerek 09.10.2012 tarihli ve
28436 sayılı mükerrer Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.
2013-2015 dönemi Orta Vadeli Programda belirlenen temel amaç ve politikaların
hayata geçirilmesine yönelik olarak hazırlanan, Orta Vadeli Program ile uyumlu
olmak üzere, gelecek üç yıla ilişkin toplam gelir ve gider tahminleri ile birlikte hedef
açık ve borçlanma durumunu gösteren, merkezi yönetim bütçe büyüklüklerini ve
kurumsal bazda ödenek teklif tavanlarını belirleyen belge olan ve Maliye
Bakanlığınca hazırlanarak Yüksek Planlama Kurulunca karara bağlanan Orta Vadeli
Mali Plan 09 Ekim 2012 tarihli ve Mükerrer 28436 sayılı Resmi Gazetede
yayımlanmıştır.
Orta vadeli program ve orta vadeli mali plan yayımlandıktan sonra kamu
idarelerinin bütçe tekliflerini hazırlama sürecini yönlendirmek üzere; Maliye
Bakanlığınca hazırlanan ve Bütçenin hazırlanmasında izlenecek yol ve yöntemler
teknik ayrıntı ve standartlar ve hazırlanması esnasında kullanılacak formları içeren
Bütçe Çağrısı ve eki Bütçe Hazırlama Rehberi de 09 Ekim 2012 tarihli ve Mükerrer
28436 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır.
Orta Vadeli Programda 2013 yılını da içine alan 3 yıllık dönemde temel makro
göstergelere ilişkin tahminler aşağıdaki tabloda yer almaktadır. Yapılan tahminlere
bakıldığında, önümüzdeki üç yılda Türkiye ekonomisinde istikrarlı bir büyüme söz
konusu olacaktır.
Tablo 12. Türkiye’nin Büyüme Oranları
GSYH Büyümesi
(%, Sabit Fiyatlarla)
GSYH (Milyar TL, Cari Fiyatlarla)
GSYH
(Milyar Dolar, Cari Fiyatlarla)
TÜFE Yılsonu (%)
Kaynak: 2013-2015 Orta Vadeli Program
46
2013
2014
2015
4,0
5,0
5,0
1.571
1.740
1.933
858
919
998
5,3
5,0
5,0
Orta vadeli programda önümüzdeki üç yıllık süreçte kamu maliyesine ilişkin temel
beklentiler aşağıdaki gibidir. Bu öngörüler 2013-2015 döneminde mali disiplinin sıkı
halde süreceğinin sinyallerini vermektedir.
2012 yılı sonunda %1,7 olacağı tahmin edilen kamu kesimi açığının GSYH’ya
oranının, Program dönemi sonunda %0,9’a gerilemesi hedeflenmektedir.
Aynı şekilde, 2015 yılı genel devlet açığının GSYH’ya oranının da, 2012 yılında
gerçekleşmesi beklenen %1,6 seviyesinden %0,9’a düşmesi hedeflenmektedir.
2012 yılında GSYH’ya oran olarak %0,5 düzeyinde olması beklenen program
tanımlı kamu kesimi fazlasının sürekli artarak Program dönemi sonunda
%1,1’e yükselmesi öngörülmektedir.
GSYH’ya oran olarak, genel devlet harcama ve gelirlerinin son dönemde
ulaştığı seviyelerde seyretmesi beklenmektedir.
2012 yılında %27,2 olarak gerçekleşeceği tahmin edilen sosyal güvenlik
primleri dahil vergi yükünün (vergi red ve iadeleri hariç) GSYH’ya oranının,
2013 yılında %28,2 olarak gerçekleşeceği ve Program dönemi sonunda %27,5
seviyesine gerileyeceği öngörülmektedir.
GSYH’ya oran olarak, 2011 yılında %39,2 düzeyinde gerçekleşen AB tanımlı
genel yönetim nominal borç stokunun 2012 yılında %36,5 düzeyine gerilemesi
beklenmektedir. Söz konusu oranın düzenli bir azalma eğilimi göstererek,
Program dönemi sonunda %31 düzeyinde gerçekleşmesi öngörülmektedir.
2013 yılı merkezi yönetim bütçesinde bütçe gelirlerinin 370,1 milyar TL, genel bütçe
gelirlerinin ise 359,0 milyar TL olması öngörülmüştür.
Merkezi yönetim bütçesi 2011 yılı Eylül ayında 1 milyar 871 milyon TL açık vermiş
iken 2012 yılı Eylül ayında 5 milyar 830 milyon TL açık vermiştir. 2012 yılı Eylül
ayında cari transferler geçen yılın aynı ayına göre %17,5 oranında artarak 10 milyar
390 milyon TL olarak gerçekleşmiş ve bütçede öngörülen 130 milyar 220 milyon TL
ödeneğin %8’i bu ayda kullanılmıştır. 2012 yılı Eylül ayında sağlık, emeklilik ve
sosyal yardım giderleri için 5 milyar 289 milyon TL transfer söz konusudur.
Tablo 13. Eylül Ayı İtibariyle Türkiye’nin Merkezi Yönetim Bütçesi (Milyon TL)
2011
2012
220.869
Bütçe Giderleri
186.105
Faiz Hariç Giderleri
34.764
Faiz Giderleri
Bütçe Gelirleri
221.102
188.378
Vergi Gelirleri
234
Bütçe Açığı
34.998
Faiz Dışı Fazla
Kaynak: T.C. Maliye Bakanlığı, 2012.
258.041
218.508
39.533
243.691
201.939
-14.350
25.183
47
Bütçe açığı dış ticarette dış dünyada özellikle Avrupa’da yaşanacak gelişmelere, faiz
oranlarındaki değişimlere göre, daha yüksek seviyelerde çıkabilir. Ancak bütçe
açığının makro ekonomi içindeki nispi büyüklüğü açısından diğer pek çok ülkeye
göre oldukça iyi durumda olduğumuz söylenebilir.
Bu yıl bütçe açığının öngörülenin üstünde gerçekleşmesi temel olarak
harcamalardaki artıştan kaynaklanacaktır. 2012 yıl sonunda merkezi yönetim bütçe
giderlerinin 362,7 milyar TL ile başlangıç ödeneğine göre %3,3 oranında, yani 11,7
milyar TL, daha yüksek gerçekleşmesi beklenmektedir.
2013-2015 döneminde izlenecek maliye politikası, istikrarlı bir büyüme sürecinde
istihdamı artırmayı, yurt içi tasarruf seviyesini yükseltmeyi ve mali disiplini
sürdürmeyi hedeflemektedir.
Orta vadeli mali planda yer alan merkezi yönetim bütçe büyüklüklerine göre, 2013
yılı merkezi yönetim bütçe açığının GSYH’ye oranının 52,2 olarak gerçekleşeceği,
2014 ve 2015 yıllarında ise sırasıyla %2 ve %1,8’e düşeceği tahmin edilmektedir.
Orta Vadeli Mali Plan döneminde, faiz dışı fazlanın GSYH’ye oranının 2013 ve 2015
yıllarında %1,2 ve 2014 yılında ise %1 olarak gerçekleşeceği öngörülmektedir.
Mali Plan döneminde, büyümeyi ve istihdamı destekleyen harcamalar ile bölgesel
gelişmişlik farklarını azaltan harcamalara daha fazla önem verilecektir. Sağlık, eğitim
ve sosyal nitelikli harcamalara öncelik verilmesi suretiyle toplumun yaşam
kalitesinin yükseltilmesi ve beşeri sermayenin niteliğinin arttırılmasına yönelik
politikalar uygulanmaya devam edilecektir.
Mali Plan döneminde uygulanacak gelir politikalarının temel amacı; rekabetin
geliştirilmesi, daha etkin bir vergi sisteminin oluşturulması, istihdamın ve
yatırımların teşviki ile bölgesel gelişmişlik farklarının azaltılmasıdır. Bu amaç
doğrultusunda vergi politikalarının uygulanmasında istikrar ve vergilendirmede
öngörülebilirlik esas olacaktır.
Vergi sistemi etkinlik, basitlik ve vergilendirmede adalet ilkeleri doğrultusunda
gözden geçirilecektir. Vergi kanunlarında yer alan istisna, muafiyet ve vergi indirimi
hükümleri, ekonomik ve sosyal politikalar çerçevesinde yeniden değerlendirilerek
vergi mevzuatı sadeleştirilecektir. Bu çerçevede Gelir Vergisi Kanunu ve Vergi Usul
Kanunu başta olmak üzere temel vergi kanunlarının gözden geçirilmesi çalışmaları
tamamlanacaktır. İstisna, muafiyet ve indirimler nedeniyle oluşan vergi
harcamalarının mali boyutunun tespitine ve kamuoyu ile paylaşılmasına yönelik
çalışmalara devam edilecektir. Ayrıca, Avrupa Birliği müktesebatı ile uyum
çalışmaları sürdürülecektir.
48
Plan döneminde uygulanacak vergi politikasının satır başları aşağıdaki gibidir:
Ar-Ge faaliyetlerinin desteklenmesine, yüksek katma değerli ürünler
geliştirilerek ülke ekonomisinin uluslararası düzeyde rekabet edebilir bir
yapıya kavuşturulmasına yönelik vergi politikası uygulamalarına devam
edilecektir.
Temel vergi kanunlarının günümüz ihtiyaçları doğrultusunda gözden
geçirilmesi çalışmaları tamamlanacaktır.
Vergi politikaları finansman kalitesini artıracak şekilde uygulanacaktır.
Başta yurtiçi tasarruf yetersizliği ve cari açık olmak üzere, büyüme ortamının
sürdürülebilirliğini tehdit eden unsurlarla mücadelede vergi politikası
gerektiğinde etkin bir şekilde kullanılacaktır.
İstisna, muafiyet ve indirimler nedeniyle oluşan vergi harcaması tutarlarının
hesaplanarak
kamuoyuyla
paylaşılması
uygulaması
genişletilerek
sürdürülecektir.
Vergiye uyumun artırılması ve vergi tabanının genişletilmesine yönelik
çalışmalara devam edilecektir.
Vergi politikalarının belirlenmesinde ve uygulanmasında, iklim değişikliğiyle
mücadele edilmesine ve enerji tüketiminde tasarruf sağlanmasına yönelik
öncelikler gözetilecektir.
Borçlanma Politikası;
2013-2015 döneminde de stratejik ölçütlere dayalı borçlanma politikası uygulaması
sürdürülecek olup aşağıda sıralanan stratejik ölçütler vasıtasıyla orta ve uzun vadede
piyasa risklerinin kontrol altında tutulması hedeflenmektedir.
Likidite Riski: Nakit ve borç yönetiminde oluşabilecek likidite riskinin
azaltılması amacıyla güçlü rezerv tutulması ve ortalama vadenin piyasa
koşulları elverdiği ölçüde uzatılarak vadesine 12 aydan az kalmış senetlerin
payının azaltılması,
Faiz Riski: TL cinsi borçlanmanın ağırlıklı olarak sabit faizli enstrümanlarla
yapılarak gelecek 12 ayda faizi yenilenecek senetlerin payının azaltılması,
Döviz Kuru Riski: Nakit iç borçlanmanın ağırlıklı olarak TL cinsinden
yapılması.
Söz konusu stratejik ölçütlerle uyumlu olarak hazırlanan finansman programı
çerçevesinde, AB tanımlı genel yönetim nominal borç stokunun GSYH’ye oranının
2013’te %35, 2014’te %33 ve 2015’te %31 olması öngörülmektedir.
9.3.2. Para ve Kur Politikaları
2012 Yılında Para Politikası: Merkez Bankası’nın temel amacı fiyat istikrarını
sağlamaktır. Fiyat istikrarı ve finansal istikrar birbirlerini tamamlayıcı iki önemli
hedeftir. Merkez Bankası Türkiye’de finansal istikrardan sorumlu kurumlardan
biridir.
49
Merkez Bankası, gözetim ve denetimden sorumlu diğer kurumlardan farklı olarak
finansal istikrara makro açıdan bakmaktadır.
Bu yapı çerçevesinde birden fazla amaca yönelik olarak uygulanan para politikasının
gerektirdiği araç çeşitliliğini sağlamak amacıyla, politika faizinin yanı sıra gecelik
borç alma ve borç verme faizleri arasında oluşan faiz koridorunun ve zorunlu
karşılıkların bir arada kullanıldığı bir politika bileşimi tasarlanmıştır.
Makro finansal risklerin azaltılması konusunda arzu edilen sonuçların alınmaya
başlamasıyla para politikası Ekim 2011 döneminden itibaren fiyat istikrarına
odaklanmıştır. Bu doğrultuda TCMB, faiz koridorunu yukarı yönlü genişleterek
etkin likidite operasyonlarıyla güçlü bir parasal sıkılaştırma gerçekleştirmiştir. TCMB
2012 yılının ortalarına kadar risk iştahındaki dalgalanmalar ve enflasyon
görünümüne dair yukarı yönlü riskler nedeniyle belli aralıklarla parasal
sıkılaştırmaya gitmiştir. Bu dönemde faiz koridorunun üst sınırı yüksek seviyelerde
tutularak yukarı yönlü sıkılaştırma esnekliği korunmuştur.
2012 yılının ortalarından itibaren para politikası kademeli olarak daha destekleyici
bir konuma gelmiştir. Gerek küresel risk iştahının yeniden iyileşme eğilimine girmesi
gerekse cari dengeye ve büyümenin kompozisyonuna ilişkin açıklanan verilerin
ekonomideki dengelenme sürecinin güçlendiğine işaret etmesi Türkiye’ye yönelik
risk algılamalarını olumlu etkilemiştir.
TCMB, son dönemde likidite koşullarını daha destekleyici bir konuma getirse de,
genel olarak ihtiyatlı bir duruş sergilemiştir. Bu doğrultuda Para Politikası Kurulu
(Kurul), yönetilen/yönlendirilen fiyatlar ve enerji fiyatlarındaki artışların fiyatlama
davranışlarına dair risk oluşturduğuna vurgu yaparak temkinli duruşun devam
edeceğini ifade etmiştir. Ayrıca, küresel ekonomiye dair belirsizliklerin devam
ettiğine dikkat çekilerek para politikasında her iki yönde de esnekliğin korunmasının
uygun olacağı belirtilmiştir. Bu çerçevede, alınan tedbirlerin krediler, yurt içi talep ve
enflasyon beklentileri üzerindeki etkilerinin dikkatle takip edileceği ve bu
doğrultuda Türk lirası fonlama miktarının gerekli görüldüğünde aşağı veya yukarı
yönlü ayarlanacağı tekrar vurgulanmıştır.
Merkez Bankasının hali hazırda politika faizi olarak benimsediği 1 haftalık repo
faizinde borç verme faiz oranı %10'dan %9,5 e düşürülmüştür.
2012 Yılında Kur Politikası: 2012 yılında kur politikasının hedefi finansal istikrarı
desteklemektir.
Para Politikası Kurulu’nun 16 Ağustos 2012 tarihinde yapılan toplantısında alınan
kararlar çerçevesinde finansal istikrarı desteklemek amacıyla, Türk lirası
yükümlülükleri için tutulması gereken zorunlu karşılıkların döviz cinsinden tesis
imkânına dair getirilen esnekliğin bir miktar daha artırılmasını uygun bulmuştur.
50
Bu doğrultuda, Türk lirası zorunlu karşılıkların döviz olarak tesis edilebilecek
kısmının üst sınırı %55’den %60’a yükseltilmiş ve ilave %5’lik dilim için 2
katsayısıyla çarpımına karşılık gelen tutarda döviz tesis edilmesi imkânı
sağlanmıştır. Kurul üyeleri, tasarlanan bu mekanizmanın sermaye akımlarında
gözlenen aşırı oynaklığın yurt içi piyasalar üzerindeki olumsuz etkisini
sınırlandırmayı amaçladığını tekrar vurgulamıştır.
Gelecek Dönem Para ve Kur Politikası: 2012 yılında para ve kur politikamızın
belirlenmesinde enflasyon eğilimleri ve yurtdışında yaşanan finansal sorunların
ülkemize olan muhtemel etkileri temel rol oynayan faktörlerdir. 2013 yılına ilişkin
Para ve Kur Politikaları Merkez Bankası'nca 25.12.2012 tarihinde yayınlanacaktır.
Ancak önümüzdeki yıl uygulanacak para ve kur politikasının ana hatlarını Para
Politikası Kurulu toplantılarından ve enflasyon raporlarından çıkarsamak
mümkündür. Para Politikası Kurulu’na göre; enflasyondaki düşüş yılın son
çeyreğinde belirginleşecektir. Bununla birlikte, yönetilen/yönlendirilen fiyatlar ve
enerji fiyatlarındaki artışlarla enflasyonun bir süre daha hedefin üzerinde seyredecek
olması fiyatlama davranışlarına dair temkinli bir duruş gerektirdiği görüşü de ifade
edilmiştir.
Küresel büyüme görünümünün uzun süre zayıf seyretmesi durumunda, gelişmiş
ülke merkez bankalarının parasal genişleme paketlerini devam ettirme olasılığı
bulunmaktadır. Yeni tedbirlerin süresinin uzaması Türkiye gibi gelişmekte olan
ülkeler için makro finansal riskleri besleyebilecektir.
Söz konusu durumda kısa vadeli sermaye akımlarında yaşanabilecek ivmelenme,
hızlı kredi genişlemesi ve yerli para üzerinde oluşabilecek değerlenme baskısı
ekonomimizdeki dengelenme sürecini yavaşlatabilecektir. Bu riskin gerçekleşmesi
halinde Kurul, kısa vadeli faizleri düşük düzeylerde tutarken zorunlu karşılıklar gibi
makro ihtiyati araçlarla sıkılaştırmaya gidebilecektir.
Ayrıca, Rezerv Opsiyonu Mekanizması da otomatik dengeleyici özelliği ile finansal
istikrarı destekleyecektir. Bu çerçevede Kurul, rezerv opsiyonu katsayıları artırılırken
faiz koridorunun ölçülü olarak daraltılmasının finansal istikrarı destekleyeceği
değerlendirmesinde bulunmuştur. Gerekli görülmesi halinde önümüzdeki dönemde
aynı doğrultuda ölçülü bir adım atılabileceği ifade edilmiştir.
Son yıllarda uygulanan ihtiyatlı maliye politikalarının önümüzdeki dönemde de
devam etmesi küresel konjonktürdeki belirsizliklere karşı ekonomimizin
dayanıklılığının korunması açısından kritik önem taşımaktadır.
Orta vadede ise mali disiplini kalıcı hale getirecek ve tasarruf açığını azaltacak
yapısal reformların sürdürülmesi, ülkemizin kredi riskindeki göreli iyileşmeye
katkıda bulunarak fiyat istikrarını ve finansal istikrarı destekleyecektir.
51
Bu yönde atılacak adımlar aynı zamanda para politikasının hareket alanını
genişletecek ve uzun vadeli kamu borçlanma faizlerinin düşük düzeylerde kalıcı
olmasını sağlayarak toplumsal refahı destekleyecektir. Bu çerçevede, OVP'nin
gerektirdiği yapısal düzenlemelerin hayata geçirilmesi konusunda atılacak adımlar
büyük önem taşımaktadır.
Küresel parasal genişleme politikaları emtia fiyatları üzerinde de risk
oluşturmaktadır. Ancak, söz konusu politikaların daha çok küresel talebin zayıf
olduğu zamanlarda uygulanıyor olması emtia fiyatlarının genel enflasyonist
baskısını sınırlayabilmektedir.
Bununla birlikte Kurul, emtia fiyatlarındaki artışların uzun süreli olması ve bu
durumun fiyatlama davranışlarını bozma olasılığının ortaya çıkması halinde gereken
sıkılaştırıcı politika tedbirlerini alacaktır.
Faizleri düşük düzeylerde tutarken zorunlu karşılıklar gibi makro ihtiyati araçlarla
sıkılaştırmaya gidebilecektir. Ayrıca, Rezerv Opsiyonu Mekanizması da otomatik
dengeleyici özelliği ile finansal istikrarı destekleyecektir.
10. İş Dünyasının Gözünden Türk Ticaret Kanunu ve Türk Borçlar
Kanunu’ndaki Mevzuat Değişiklikleri
50 yılı aşkın bir süredir ülkemiz ticaret yaşamını düzenleyen Türk Ticaret
Kanunu’nun yerini Yeni Türk Ticaret Kanunu almıştır.
Yeni Türk Ticaret Kanunu, ticaret hayatında geçen zaman süre içerisinde gerçekleşen
büyük değişim ve gelişime cevap verebilmek amacıyla hazırlanmıştır.
14 Şubat 2011 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan Yeni Türk Ticaret Kanunu, 1
Temmuz 2012 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir.
6102 sayılı Yeni Türk Ticaret Kanunu'nun yürürlüğe girmesiyle birlikte şirketlerin
yönetim kurulu yapısına ilişkin bir takım değişiklikler ve yenilikler gündeme
gelmiştir.
1 Temmuz 2012 tarihinden itibaren elektronik ortamda yönetim kurulu ve genel
kurul yapılması imkânlarından faydalanılması için gerekli esas sözleşme tadilleri
yapılmaya başlamıştır. Ayrıca kayıtlı sermaye sistemine geçmek isteyen şirketlerin
gerekli prosedürleri de başlamıştır.
1 Ocak 2013 tarihinden itibaren konsolide ve solo finansal tablo hazırlanmasında ve
ticari defterlerin tutulmasında Türkiye Finansal Raporlama Standartları
uygulanmaya başlayacaktır. Yine aynı tarihten itibaren esas sözleşmelerde yer alan
farklı genel kurul toplantı ve karar nisapları kanun ile uyumlu hale getirilecektir.
52
14 Şubat 2013 tarihi itibariyle Yeni Türk Ticaret Kanunu’nun 201. maddesinin 1.
fıkrasında öngörülmüş bulunan oy haklarının kullanılmasına ilişkin sınırlamaya dair
hüküm yürürlüğe girecektir.
1 Mart 2013 tarihine kadar anonim, limited ve sermayesi paylara bölünmüş
komandit şirketin yetkili organı tarafından denetçi atanması gerekmektedir.
1 Temmuz 2013 tarihi, A.Ş.’lerin esas sözleşmelerinde bulunan nama yazılı payların
devri ile ilgili kısıtlama ve özel düzenlemelerin Kanuna uyumlu hale getirilmesi için
son gündür.
1 Temmuz 2013 tarihinden itibaren her sermaye şirketi bir internet sitesi açmak,
şirketin internet sitesi mevcutsa bu sitenin belli bir bölümünü Kanunda belirtilen
hususlara ayırmak zorundadır.
14 Şubat 2014 tarihi, mevut sermayelerin Kanunda belirtilen asgari sermayelere
yükseltilmesi için son gündür. Paylar üzerindeki oy hakkında aşan imtiyazların
Kanun ile uyumlu hale getirilmesi gerekmektedir.
1 Temmuz 2014 tarihi, bağlı şirketler nezdinde Yeni Türk Ticaret Kanunu’nun 202.
maddesi kapsamına giren kayıplar var ise hakim şirket tarafından denkleştirilmesi
için son gündür.
Pay sahibi ve ortakların şirkete karşı olan borçlarının nakdi ödeme yapılarak
kapatılması için son gün ise 1 Temmuz 2015’dir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ile 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun birbiriyle
uyumlu olmayan hükümlerinin yeniden düzenlenmesi ve her iki Kanun’da iş
dünyası için sıkıntı yaratacak hükümlerin yeniden düzenlenmesi için ilgili
makamlara İzmir Ticaret Odası görüş ve önerilerini bildirecektir.
Örneğin,
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 2013 yılı sonrasında bağımsız denetime
tabi olacak şirketlerin belirlenmesine ilişkin Bakanlar Kurulu Taslak metni
henüz yürürlüğe girmemiş olup, iş dünyası bu konuda bekleme sürecindedir.
6102 sayılı TTK’nın 1524’üncü maddesinin “İnternet sitesiyle ilgili olarak bu
Kanunun ilgili maddelerinde ve bu maddede öngörülen düzenlemeler
denetime tabi olmayan sermaye şirketleri hakkında uygulanmaz.” hükmü
nedeniyle de denetime tabi şirketlerin belirlenmesi önem taşımaktadır.
53
“Bağımsız denetim” konusu, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 397, 398,
400, 404’üncü maddelerinde ve geçici madde 6’da düzenlenmektedir. Ayrıca,
uluslararası standartlarla uyumlu Türkiye Muhasebe Standartlarını
oluşturmak ve yayımlamak, bağımsız denetimde uygulama birliğini, gerekli
güveni ve kaliteyi sağlamak, denetim standartlarını belirlemek, bağımsız
denetçi ve bağımsız denetim kuruluşlarını yetkilendirmek ve bunların
faaliyetlerini denetlemek ve bağımsız denetim alanında kamu gözetimi
yapmak yetkisini haiz Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları
Kurumunun kuruluş, teşkilat, görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin usul ve
esasları düzenlemek amacıyla “Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim
Standartları Kurumunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname” (KHK/660), 02.11.2001 tarihli ve 28103 sayılı Resmi Gazete’de
yayınlanmıştır.
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 397’nci maddesinin, 26.06.2012 tarihli ve
6335 sayılı Kanun’un 18’inci maddesi ile eklenen 4’üncü fıkrası uyarınca,
bağımsız denetime tabi olacak şirketler Bakanlar Kurulu’nca belirlenir.
Bakanlar Kurulu, bu kapsamda bağımsız denetime tabi olacak şirketleri
belirlemek üzere Taslak metni hazırlamış bulunmaktadır.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 547 vd. maddelerinde düzenlenen “ticari
temsilci” kavramının 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda “ticari mümessil”
olarak düzenlenmesi yerinde olmayıp, iki yasa arasında terim birliğinin
sağlanması gerekmektedir. Bunun gibi, artık yeni TTK’da düzenlenmeyen
ticaret işleri tellâllının, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’ndaki ücret alacağına
ilişkin zaman aşımıyla ilgili m.147 (5)’deki “ticari simsarlık ücreti alacağı
dışında” ifadesinin madde metninde yer alması uygun olmayıp, metinden
çıkartılması gerekmektedir.
Borçlar Kanunun 584. maddesinin bu haliyle ülke gerçekleri ile bağdaşacağını
söylemek mümkün değildir. Şirket ortağı olan kişinin şirket adına malı alırken
verdiği senette şahsi kefil olması, birisine ev kiralarken kefil olması veya şirkete ev
kiralarken kefil olması veya şirkete veya bir yakınına alınacak kredi için kefil olması
halinde eşinin de rızasını alması gerekecektir ve eşin rızası sözleşme kurulurken
temin edilecektir.
Bu noktada ticari ve sosyal yaşamın olumsuz etkileneceği ve aile içi sorunlar
doğuracağı göz ardı edilmemelidir. Öte yandan icra kefili olmak için de eşin
rızasının alınması gerektiği, pratikte işlem sırasında bunun nasıl gerçekleştirileceği
de bir sorun olarak karşımıza çıkacaktır.
Bu sorunlar; önceden alınacak bir vekaletname veya muvafakatname ile (rızaya
ilişkin) aşılabilir.
Borçlar Kanununun kefaletle ilgili diğer bir değişikliği de 585. maddesinde
yapılmıştır. Bu madde de adı kefalette alacaklı öncelikle borçluya başvurmadıkça
kefili takip edemeyecektir. Ancak bunun istisnaları vardır.
54
Bunlar;
Borçlu aleyhine aciz vesikası alınmış olması,
Borçlu aleyhine Türkiye’de takibatın imkansız hale gelmiş olması,
Borçlunun iflasına karar verilmiş olması da borçluya konkordatoya varılmış
olması.
Bu noktada iflasın ertelenmesi halinde bu istisnalara kıyas yoluyla uygulanabileceği
anlaşılmaktadır.
Borçlar Kanunu 586. maddede müşterek borçlu müteselsil kefalet düzenlenmiş olup,
eski düzenlemeden farklı olarak kefile müracaat için borçlunun ifada gecikmesi ve
ihtarın sonuçsuz kalması veya ödeme güçlüğü içinde olması hallerini
belgelendirilmesini sağlamıştır.
Öte yandan Borçlar Kanunu 585/2. maddesi ile alacağın teminatlandırılmış olması
halinde rehnin paraya geçirilmesinden önce kefile başvurulamayacağı da
düzenlenmiştir. İstisnalar ise Borçlar Kanunu 585. maddedeki gibi düzenlenmiştir.
Yine önemli bir nokta da, Borçlar Kanunu 603. maddesinde yapılan düzenlemedir.
Bu madde ile kefaletin şekline, kefil olma ehliyetine ve eşin rızasına ilişkin hükümler
gerçek kişilerce kişisel güvence verilmesine ilişkin olarak başka ad altında yapılan
diğer sözleşmelere de uygulanır hükmünü içermektedir. Bu madde garanti
sözleşmesi adı altında yapılan sözleşmeleri de kapsamaktadır. Böylece kefalet
konusundaki yasal düzenlemelerden kaçarak başka isimler altında aynı hukuk ve
kurumun kullanılması önlenmiştir.
Borçlar Kanunu’ndaki hizmet sözleşmesinin sona ermesine ilişkin bazı hükümlerde
yenilikler arasındadır. Borçlar Kanunun 431 ve devam maddelerinde belirli ve
belirsiz iş sözleşmelerinin sona ermesine dair hükümleri içermektedir. Bu
hükümlerle 4857 sayılı İş Kanunundaki bazı düzenlemeler de ilişkilendirilmiş ancak
işçi ve işveren arasındaki hassas menfaat dengesinin ne oranda etkileneceğini de
zaman ve uygulama gösterecektir.
Üzerinde durulması gereken bir konu da, 6098 sayılı Kanunun 56. ve 58. maddeleri
ile ilgilidir. Eski Borçlar Kanunu’nda manevi tazminat sağlanırken nazara alınması
gereken kıstaslardan biri de, tarafların sıfatı, işgal ettikleri makam ve diğer sosyal ve
ekonomik durumların da nazara alınacağı şeklinde iken yeni kanunda bu kıstasa yer
verilmemiştir.
Borçlar Kanunu’nun tümünün ele alınarak görüş bildirilmesinin çok uzun zaman
alabileceği ve hatta özellikle ticari hayatı daha fazla ilgilendiren yönlerinin ele
alınmasının daha pratik olacağı düşünülmektedir.
55
11. Türkiye’nin Kronik Sorunu Cari Açık
Dünya ekonomisinde son yıllarda görülme sıklığı giderek artan krizlerin nedenlerine
bakıldığında, cari açık, küresel ekonomide en önemli parametrelerden birisi oldu.
Günümüzde Türkiye ekonomisinin durumuna bakıldığında; Türkiye geçmiş yıllara
göre mali tablosunu oldukça güçlendirdi, kamu borç stokunun ve bütçe açığının
milli gelire oranına göre, bir zamanlar çok gerisinde olduğu Avrupa ülkelerinin
önüne geçti.
İşsizlik hala büyük sorunlardan birisi ama AB ülkeleri ile karşılaştırıldığında kısmen
kontrol altına altındı.
Bu noktada, küresel krizi en şiddetli biçimde yaşayan ABD ve AB’ye göre işsizlik ve
bütçe rakamları, kabul edilebilir seviyelerdedir.
Ancak Türkiye ekonomisin en önemli sorunu, cari açık ve dış ticaret açığı sorunu
olarak görülüyor. Dolayısıyla bu sorunlar, diğer birçok ekonomik soruna da neden
oluyor. İşsizlik, enflasyon, bütçe açığı, düşük katma değerli mal üretimi ve ihracatı
gibi daha birçok ekonomik sorunu beraberinde getirmektedir.
Cari açık ve dış ticaret sorunu, çok yeni bir sorun olmayıp, kökü eskilere
dayanmaktadır.
Bilindiği üzere; Türkiye ekonomisi, 24 Ocak 1980 kararlarıyla birlikte ihracata dayalı
sanayileşme stratejisine geçti. Ancak, 1980’li yıllarda hemen hemen Türkiye ile
benzer ekonomik performansa sahip Güney Kore bugün ileri teknoloji üretimi ve
ihracatını yaygınlaştırmasının ödülünü aldı ve Hyundai, Samsung ve LG gibi dev
markalara sahip oldu.
Türkiye ise geçen zaman içinde ihracatından daha fazla büyüyen bir ithalat
tablosuna sahip oldu. Türkiye’de yaşanan 1994 ve 2001 yılı krizleri yüksek cari açığa
önlem alınmaması sonucu çıktı. Türkiye’de yüksek büyüme yaşandığı yıllar, cari açık
da katlanıyor, çünkü büyümenin ana kaynağı ithalat.
Döviz açığı yani cari açığın en önemli nedeni, ithalat ile ihracat arasındaki fark,
bunun en büyük sebebi de ara malı ithalatımızın toplam ihracatımızdan fazla olması.
Bu nedenle, ara mal üretimi teşvik edilerek cari açığın azaltılmasına katkı
sağlanmalıdır.
Sanayide kullandığımız bazı hammadde ve ara malların Türkiye’de üretimi sınırlı ya
da yok. Petrol, demir, çelik, alüminyum vb. bunun en önemli örnekleri. Türkiye’de iç
talebin artması veya söz konusu ürünlerin ihracatının artması, ithalatlarının da
artmasına sebep oluyor, bu da cari açığı arttırıyor.
56
Dünya ekonomisi ile entegrasyonu arttıran dış ticaret hacmi sadece 2000-2006 yılları
arasında %174 artarak yaklaşık 82 milyar dolardan 228 milyar dolara çıktı. Türkiye
son yıllarda dış dünya ile daha çok ticaret yapan bir ülke konumuna geldi ancak bu
durum yüksek cari açığı doğurdu.
Türkiye’nin ithal mal alma eğilimi de cari açığın bir diğer nedeni. Yabancı markalara
karşı ciddi bir eğilim gözlemleniyor.
Ayrıca Türkiye’deki üretimin katma değerinin yükseltilmesi gerekir. İş dünyasının
ucuza üretip düşük fiyatla satmak yerine özellikli ürünleri satma aşamasına geçmesi
gerekmekte ve bu da Ar-Ge yatırımlarını arttırmak ve markalaşmaya ağırlık
vermekten geçmektedir.
Ayrıca, ithal mal yerine yerli malların tercih edilmesi yönünde halkın
bilinçlendirilmesi açısından iş dünyası ve hükümete önemli görevler düşmekte olup,
Türkiye ekonomisinin büyümeyle ilgili genel görünümü; dış kaynak girişiyle
büyüyen, dış kaynak çıkışı ile küçülen bir ekonomi şeklinde. Böyle bir orantı da dış
ticaret açığını katlamakta.
Türkiye cari açıkla ilgili bir kısır döngü içine girdi. Dış ticaret büyüdükçe dış açık
büyüyor, büyüyen dış açık da, cari açığı büyütüyor.
Cari açığın finansmanı, sıcak para ve doğrudan yabancı sermaye girişiyle sağlanıyor.
Böylece ekonomi bağımlı, riskli ve kırılgan bir yapı özelliği gösteriyor.
Türkiye ekonomisinde 2000’li yıllarda ülkeye sıcak para girişini teşvik edici “yüksek
faiz-düşük kur” politikası uygulandı. Döviz kurunun düşük olması, ithalatın aşırı
ölçüde büyümesine neden oldu.
Bu durum, ihracatta başarılı pek çok sektörün rekabet gücünü zayıflatarak net
ithalatçı konumuna kaynaklık etmiştir.
Türkiye bir çok yönüyle dünyanın en ileri ekonomilerini yakalamış ancak ileri
teknoloji üretimi, yüksek katma değerli ve ileri teknoloji içeren ürün ve hizmet
ihracatında geri kalmıştır.
Türkiye yenilik merkezi, Ar-Ge merkezi, kuluçka merkezi, Ar-Ge harcamalarının
milli gelire oranı gibi daha birçok teknolojik göstergede gelişmiş ekonomilerin
performansına yetişememiştir.
2011 yılında cari açık milli gelirin %10’una ulaştı. Türkiye, cari açıkta dünya
şampiyonu oldu. 2012 yılında ise enerji hariç cari açıkta belirgin iyileşme dikkat
çekmektedir.
57
Grafik 8: Türkiye’nin Cari İşlemler Dengesi (Milyar Dolar)
80,0
75,0
77,1
77,3
78,5
78,1
76,9
75,1
71,8
68,9
70,0
66,6
65,0
63,0
61,9
60,0
59,0
55,0
50,0
Kaynak: T.C. Merkez Bankası
Cari açığın milli gelire oranının gelişmiş ülkelerdeki seviyelere çekilebilmesi için
çalışmalar yapması gerekmektedir.
Nitekim Yeni Teşvik Kanunu ile cari açığı azaltmaya yönelik stratejik yatırımlara
geniş teşvikler verileceği açıklanmıştır.
Cari açığın Türkiye ekonomisi üzerinde yarattığı tahribat ve olumsuz etki o kadar
büyük ki, bu nedenle yeni teşvik sistemi özellikle cari açığın önlenmesine yönelik
önlemlerle donatılmıştır.
Yeni teşvik sistemi, ithal edilen ürünlerin ikamesini ve teknoloji yoğun yatırımlar
sayesinde ihracata ivme kazandırılmasını hedefler nitelikte hazırlanmıştır.
Yeni teşvik sisteminde, politika tedbiri olarak stratejik yatırımlara yani cari açığı
azaltmaya yönelik yatırımlara ağırlık verilmekte ve daha fazla ihracat
öngörülmektedir.
Bu noktada ihracatı teşvik edecek, ithalatı azaltacak gerçekçi bir kur politikasının
uygulanması son derece önem taşımaktadır.
Bu kapsamda;
Mevcut büyüme oranlarını düşürmeden cari açık kontrol altına alınmalıdır.
Özellikle sıcak para girişine dayalı büyüme yapısı terk edilerek, üretim ve
istihdama dayalı bir büyüme modeline geçilmelidir.
58
Aynı zamanda yurtiçi tasarrufların ülkemizdeki yatırımların finansmanını
karşılamaya yetmediği de göz önüne alınarak, cari açık sorunun uzun vadede
ortadan kaldırılabilmesi için, tasarruf miktarının arttırılmasına yönelik önlemler
alınması gerekmektedir.
İç tasarruflar arttığı takdirde, tasarruf açığını kapamak için dışarıdan borçlanma
ihtiyacı azalacaktır.
Cari açıkla mücadele ederken üretim yapısında köklü değişiklik yapılmalıdır.
Döviz getiren sektörlere ayrı bir önem verilmelidir.
Ülkemiz net döviz sağlayan sektörlerin başında gelen turizm sektörüne
verilen teşvik arttırılmalı ve ülkemiz ihracatına daha fazla teşvikler
verilmelidir.
Ayrıca; Türkiye’ye yönelen kısa vadeli sermaye akımlarının cari açığın
finansmanındaki payının azalması ve uzun vadeli sermaye akımlarının cari açığın
finansmanındaki payının artması gerekmektedir.
Bu durum, cari açığın, sürdürülebilirliği açısından son derece olumlu.
Türkiye ekonomisinde en büyük riski içeren cari açık sorununun çözümü için;
yatırım-üretim-istihdam-ihracat politikaları arasında bütünlük sağlanmalıdır.
İthalata bağımlı olduğumuz ara malların ve ham maddelerinin Türkiye’de
üretiminin yapılabilmesi, ihracatımızda emek-yoğun teknolojiden bilgi-yoğun
teknolojiye doğru geçişin başarılabilmesi gerekmektedir.
2011 yılı ithalatının %28,3’ünü demir-çelik ve madencilik, %21,4’ünü kimyasallar,
%17,7’sini otomotiv ve makine, %8,8’inin de tarım kesiminde oluştuğu
görülmektedir.
Cari açığı azaltabilmek için, ithalat bağımlılık oranları düşürülmelidir. Orta ve
yüksek teknolojili ürün ihracatını arttıracak bir üretim sistemine geçilmelidir.
Cari açığı sürdürülebilir kılma, uzun vadede açığa köklü bir çözüm bulabilmek için;
yurtiçi üretimin verimlilik artışı sağlanmalı, rekabet gücü yüksek sektörlere
odaklanılmalı, enerji bağımlılığı olabildiğince azaltılmalıdır.
12. Güçlü Ekonominin Dinamosu: Yerli Ürün
Ülkemiz ekonomisinin en önemli sorunlarının başında yıllardır mücadele ettiğimiz
cari açık ve işsizlik gelmektedir.
Bilindiği gibi cari açık, bir ülkenin ihraç ettiği mal ve hizmetlerden elde ettiği gelirin,
ülkenin yurt dışından ithal ettiği mal ve hizmetlere yaptığı ödemelerden az
olmasından kaynaklanmaktadır.
59
Bir diğer ifadeyle cari açığın en önemli nedeni, ithalat artışının ihracat artışından
daha fazla olmasıdır. Bu açığın azaltılabilmesi ise ithalatın kontrol altına alınarak
ihracatın arttırılmasına bağlıdır.
TÜİK’in 2012 yılı ilk 9 aylık dış ticaret verilerine
bakıldığında; 176,5 milyar dolarlık ithalata karşılık 113,0
milyar dolar ihracat gerçekleştirildiği görülmektedir.
Dolayısıyla ihracatın ithalatı karşılama oranı sadece %
64’dür.
Hem cari açık hem de işsizlik ile mücadele için yerli malı
kullanımına ağırlık verilmesi son derece önemlidir.
Artan küreselleşmeyle birlikte yerli ürün kullanımının önemi göz ardı edilmiş olsa
da tamamen ithalata dayalı olarak ekonomik büyümenin imkansız olduğunun
anlaşılmasıyla birlikte son yıllarda yerli üretim ve tüketimin önemi daha da artmıştır.
Güçlü ekonominin yolu yerli ürün kullanmaktan geçmektedir. Bu nedenle yerli
üretimin önünü açacak tedbirlerin alınması büyük önem arz etmektedir. Bu bilinçten
hareketle 6 Eylül 2011 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan ve kamu kurum ve
kuruluşlarınca gerçekleştirilecek mal alımlarında ülkemiz ihtiyaçlarının yerli
ürünlerden karşılanmasını salık veren Yerli Ürün Kullanılması Genelgesi oldukça
önemli bir dönüm noktasıdır. Kamu kurumları tarafından her yıl yapılan milyarlarca
lira tutarındaki satın alımlar göz önünde bulundurulduğunda genelgenin önemi bir
kez daha anlaşılmaktadır.
Diğer yandan, 2013’de ülkemizdeki ihracatın önemli bir kısmını kapsayan ve ihracat
kaydıyla, hammadde, ara malı, girdilerin avantajlı hale getirilerek, ürüne
dönüştürülüp ihraç edilmesini düzenleyen Dahilde İşleme Rejimi’nin yeniden
düzenlenmesi gündemdedir.
Sözkonusu düzenleme, ithal edilen birçok kalemde yerli ara malı ve hammaddede
yerli tedarikini arttırarak cari işlemler açığının kapatılmasında ciddi katkı
sağlayacaktır. Kuşkusuz ki tüm bu çalışmaların başarıya ulaşması, tüketicilerin Türk
malını tercih etmelerine bağlıdır. Sanayimizin gelişimi ve ülke ekonomimizin
kalkınması, yerli malı kullanımı bilincinin artmasıyla doğru orantılıdır. Toplumun
tüm kesimlerinin katılımıyla oluşturulacak bu bilinç; ürünlerimizin kalitesine,
istihdama, yaratılan katma değere ve neticede toplumsal refaha büyük katkı
sağlayacaktır.
60
Download