İMAM-HATİP LİSELERİ KELAM DERS KİTABI YAZARLAR Dr. Ramazan YILDIRIM Musa ŞİMŞEKÇAKAN Dr. Eşref ALTAŞ Dr. Mehmet AKGÜL Dr. İlhami GÜNAY Mehmet Akif ÖZKİRAZ DEVLET KİTAPLARI BEŞİNCİ BASKI ......................................, 2014 MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI ................................................................................. : 4828 DERS KİTAPLARI DİZİSİ ...................................................................................... : 1419 14.?.Y.0002.3970 Her hakkı saklıdır ve Millî Eğitim Bakanlığına aittir. Kitabın metin, soru ve şekilleri kısmen de olsa hiçbir surette alınıp yayınlanamaz. Editör : Ahmet EKŞİ Dil Uzmanı : Dr. Secaattin TURAL Görsel Tasarım : Ertuğrul ÇAKIR Dilek ANDER Emre ANDER Rehberlik Uzmanı : Erdal USLUER Program Geliştirme Uzmanı : Dr. Yalçın BAY Eğitim Teknolojisi Uzmanı : Ahmet KOPMAZ Veysel KUBAT ISBN: 978-975-11-3340-3 Millî Eğitim Bakanlığı, Talim Terbiye Kurulunun 18.12.2009 gün ve 287 sayılı kararı ile ders kitabı olarak kabul edilmiş, Destek Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 28.03.2014 gün ve 1310094 sayılı yazısı ile beşinci defa 96.243 adet basılmıştır. Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; O benimdir, o benim milletimindir ancak. Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı: Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı: Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı. Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl! Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl. Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda! Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Huda, Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda. Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım. Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. Ruhumun senden İlâhî, şudur ancak emeli: Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli. Bu ezanlar -ki şehadetleri dinin temeliEbedî yurdumun üstünde benim inlemeli. Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar, Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar, Medeniyyet dediğin tek dişi kalmış canavar? O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım, Her cerîhamdan İlâhî, boşanıp kanlı yaşım, Fışkırır ruh-ı mücerret gibi yerden na’şım; O zaman yükselerek arşa değer belki başım. Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın; Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın; Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl. Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl; Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyyet; Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl! Mehmet Âkif Ersoy GENÇLİĞE HİTABE Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve hâricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr u zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur. Mustafa Kemal Atatürk İÇİNDEKİLER 1. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ VE TEMEL SORUNLARI 1. Kelam Biliminin Tanımı, Konusu ve Amacı............................................................................................ 10 2. Kelam Biliminin Yöntemi........................................................................................................................ 13 3. Kelam Biliminin Doğuşu ve Gelişmesi................................................................................................... 15 4. Kelam Biliminin, İslam Bilimleri Arasındaki Yeri.................................................................................. 17 5. Kelam ile Felsefe Arasındaki İlişki.......................................................................................................... 18 6. Varlık Sorunu........................................................................................................................................... 19 6.1. Allah-Âlem İlişkisi.......................................................................................................................... 20 6.2. Madde............................................................................................................................................. 22 6.3. Hayat............................................................................................................................................... 23 6.4. İnsan................................................................................................................................................ 24 7. Bilgi Sorunu............................................................................................................................................. 25 7.1. Bilginin Tanımı............................................................................................................................... 26 7.2. Bilginin Kaynakları......................................................................................................................... 27 7.2.1. Akıl........................................................................................................................................ 27 7.2.2. Vahiy...................................................................................................................................... 29 7.2.3. Duyular.................................................................................................................................. 30 7.3. Bilgi-Değer İlişkisi.......................................................................................................................... 31 7.4. Bilgi-İnanç İlişkisi.......................................................................................................................... 33 2. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR 1. Yorum Farklılıklarının Ortaya Çıkış Sebepleri........................................................................................ 37 2. Belli Başlı İtikadi Mezhepler................................................................................................................... 39 2.1. Havariç............................................................................................................................................ 40 2.2. Şia................................................................................................................................................... 41 2.3. Mürcie............................................................................................................................................. 42 2.4. Mutezile.......................................................................................................................................... 43 2.5. Ehl-i Sünnet.................................................................................................................................... 44 2.5.1. Eş’ariye.................................................................................................................................. 46 2.5.2. Maturidiye............................................................................................................................. 47 3. İslam Düşüncesinde Fıkhi Yorumlar........................................................................................................ 48 4. Tasavvufi Bir Yorum Olarak Alevilik-Bektaşilik..................................................................................... 51 4.1. Alevilik ve Bektaşilik Kavramları.................................................................................................. 52 4.2. Tarihsel Gelişim.............................................................................................................................. 53 4.3. Hacı Bektaş Veli ve Dört Kapı Kırk Makam.................................................................................. 53 4.4. Alevilik-Bektaşilik Düşüncesinde Temel Unsurlar......................................................................... 54 4.4.1. Allah Sevgisi.......................................................................................................................... 54 4.4.2. Peygamber Sevgisi................................................................................................................ 55 4.4.3. Ehl-i Beyt Sevgisi.................................................................................................................. 56 4.4.4. Tevella, Teberra..................................................................................................................... 57 4.4.5. On İki İmam.......................................................................................................................... 58 4.4.6. Musahiplik............................................................................................................................. 59 4.4.7. Ayin-i Cem............................................................................................................................. 59 4.4.8. Üç Sünnet Yedi Farz.............................................................................................................. 61 3. ÜNİTE: İMAN, BİLGİ VE AMEL 1. İmanın Sözlük ve Terim Anlamları.......................................................................................................... 64 2. Tasdik ve İnkâr......................................................................................................................................... 65 3. İman Bilgi İlişkisi.................................................................................................................................... 68 4. İman-Amel İlişkisi................................................................................................................................... 69 5. İmanda Artma-Eksilme............................................................................................................................ 71 4. ÜNİTE: ALLAH’IN VARLIĞI VE BİRLİĞİ: TEVHİT 1. Allah’ın Varlığı ve Birliğinin Delilleri..................................................................................................... 75 2. Allah’ın Varlığı ve Birliğine İnanma........................................................................................................ 82 3. Allah’ın Sıfatları....................................................................................................................................... 84 4. Kur’an’da Allah’ın İsimleri..................................................................................................................... 91 5. ÜNİTE: MELEKLER 1. Meleklerin Varlığı.................................................................................................................................... 95 2. Meleklerin Görevleri . ............................................................................................................................. 96 VII 3. Meleklere İmanın Önemi ........................................................................................................................ 99 4. Cin ve Şeytan......................................................................................................................................... 100 6. ÜNİTE: NÜBÜVVET VE İLAHÎ KİTAPLAR 1. Resul, Nebi ve Vahiy Kavramları.......................................................................................................... 104 2. Allah’ın Peygamber ve Vahiy Göndermesinin Nedenleri...................................................................... 105 3. Peygamberlerin Nitelikleri..................................................................................................................... 107 4. Peygamberliğin Kanıtı Olarak Mucize.................................................................................................. 110 5.Peygamberlere Gönderilen Kitaplar....................................................................................................... 111 5.1. Tevrat............................................................................................................................................ 112 5.2. Zebur............................................................................................................................................. 113 5.3. İncil............................................................................................................................................... 113 5.4. Kur’an........................................................................................................................................... 114 6. Hz. Muhammed’in Peygamberliği......................................................................................................... 116 6.1. Mesajı............................................................................................................................................ 116 6.2. Örnekliği....................................................................................................................................... 117 6.3. Son Peygamber Oluşu................................................................................................................... 119 7. ÜNİTE: MEAD: AHİRET İNANCI 1. Hayat Amaçsız Değildir....................................................................................................................... 122 2. Ölüm Bir Hayat Gerçeğidir.................................................................................................................. 124 3. İnsanların Ölümden Sonra Dirilmesi (Ba’s, Haşr ve Mahşer Kavramları........................................... 126 4. İnsanların Sorgulanması (Hesap, Sual ve Mizan Kavramları.............................................................. 131 5. Cennet ve Cehennem........................................................................................................................... 134 6. Ahirete İmanın Dünya Hayatını Anlamlandırmaya Katkısı................................................................. 139 8. ÜNİTE: İNSAN VE KADERİ 1. Kader ve Kaza Kavramları..................................................................................................................... 144 2. İnsanın Kaderle İlgili Bazı Özellikleri................................................................................................... 148 2.1. Akıl Sahibi Olmak......................................................................................................................... 148 2.2. Özgür Olmak................................................................................................................................. 149 2.3. Sorumlu Olmak............................................................................................................................. 150 3. Kaderle İlişkilendirilen Bazı Kavramlar................................................................................................ 152 3.1. Ecel ve Ömür................................................................................................................................ 152 3.2. Rızık.............................................................................................................................................. 153 3.3. Afet................................................................................................................................................ 154 3.4. Sağlık ve Hastalık......................................................................................................................... 156 3.5. Başarı ve Başarısızlık.................................................................................................................... 156 3.6. Tevekkül........................................................................................................................................ 158 3.7. Hayır ve Şer.................................................................................................................................. 159 3.8. Hidayet ve Dalalet......................................................................................................................... 160 9. ÜNİTE: KELAM İLMİNİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU 1. Günümüzde Kelam İlmi......................................................................................................................... 165 2. Çağdaş Kelam Problemleri.................................................................................................................... 166 2.1. Deizm (Yaradancılık..................................................................................................................... 166 2.2. Çok Tanrıcılık (Politeizm.............................................................................................................. 167 2.3. Gizemcilik (Mistisizm.................................................................................................................. 170 2.4. Bilinemezcilik (Agnostisizm........................................................................................................ 171 2.5. Pozitivizm (Olguculuk.................................................................................................................. 172 2.6. Tanrı Tanımazlık (Ateizm............................................................................................................. 173 2.7. Nihilizm (Hiççilik......................................................................................................................... 175 2.8. Satanizm........................................................................................................................................ 177 2.9. Tenasüh ve Reenkarnasyon........................................................................................................... 177 3. Yeni İlm-i Kelam.................................................................................................................................... 179 10. ÜNİTE: DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ 1. İslam Dininin Özgürlüğe Verdiği Önem................................................................................................ 183 2. Din Seçme Özgürlüğü............................................................................................................................ 186 3. Din İçinde Özgürlük.............................................................................................................................. 189 4. Laiklik.................................................................................................................................................... 190 SÖZLÜK................................................................................................................................................... 194 KAYNAKÇA............................................................................................................................................ 198 VIII KELAM I.ÜNİTE KELAM BİLİMİ VE TEMEL SORUNLARI ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM 1. Kelam ilmine hangi isimler verilmiştir? Araştırınız. 2. “Aklı olmayanın dini de yoktur.” sözünden ne anlıyorsunuz? Belirtiniz. 3. Ahzâb suresinin 72. ayetini okuyunuz. Ayette geçen “emanet” kelimesi ile ne kastedilmiş olabilir? ‘‘Hak Dini Kur’an Dili’’ adlı tefsirden bu ayetin tefsirini okuyunuz. 4. Bilgi, değer ve inanç kavramlarının anlamlarını felsefi terimler sözlüğünden okuyunuz. 9 KELAM 1. Kelam Biliminin Tanımı, Konusu ve Amacı Kelam konuşma, söz ve ibare anlamına gelir. Örneğin kelamullah, Allah (c.c.)1’ın sözü demektir. Kur’an-ı Kerim’e “Kelamullah” isminin verilmesinin sebebi budur. Kelam ilmi açısından konuşma; Allah, evren ve insan hakkında vahyin ilkeleri doğrultusunda düşünerek ve araştırarak anlamlı şekilde konuşmadır. Bir ilim dalı olarak kelam, çeşitli açılardan tarif edilmiştir. Kelam ilmi amacı açısından, kesin deliller kullanarak ortaya çıkacak şüpheleri gideren, İslam inanç esaslarını ispata güç kazandıran bir ilimdir. Allah’a, peygamberlere ve ahirete iman İslam dininin temel inanç konularıdır. Kelam ilmi de bu konular hakkında vahyin bildirdikleri çerçevesinde aklî açıklamalar yapar. Buna göre konusu açısından kelam, Allah’ın zatından ve sıfatlarından, peygamberlik ile ilgili konulardan, yaratılmışların başlangıç (mebde) ve sonundan (mead: ahiret) vahyin ilkeleri ışığında bahseden bir ilim olarak tanımlanır. Kelamın üç ana konusu Allah’ın zat ve sıfatları Peygamberlik ile ilgili konular Varlıkların başlangıç (mebde: yaratılış) ve sonu (mead: ahiret) ile ilgili durumlar Kelam öncelikle Allah’ın varlığının delillerini, Allah’ın birliğini, sıfatlarını ve fiillerini konu edinir. Allah’ın birliği, onun hiçbir varlığa benzememesi, zaman ve mekândan münezzeh olması, yaratan, bilen, gören, duyan ve işiten olması gibi özelliklerini ele alır. Kelam ilmi, Allah’ın varlığını bazen Kur’an ayetlerinden hareketle, bazen insanın özelliklerinden hareketle, bazen de Allah’ın ayeti olarak kabul edilen tabiattan hareketle ispat eder. Bu nedenle varlığın niceliği ve niteliği ile ilgili bilgiler kelam ilminin alt konularını oluşturur. Böylece evrenin düzeni, evrendeki varlıkların çeşitliliği ve düzenliliği Allah’ın varlığının ve birliğinin en büyük işaretleri olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle Kur’an-ı Kerim insanı evren hakkında düşünmeye çağırmaktadır. ǶÊ È ǂÉ ǯÉ ǀÌ Èȇ ǺȇÊ È ǀōdzơÈ “ Ì ȀÊƥȂÉǼƳÉ ȄÈ ǴÈ ǟÈ ȁÈ ơƽÅ ȂǠÉ ǫÉ ȁÈ ƢǷÅ ƢÈȈÊǫ Èƅơ ǹȁ ō ǨÈƬÈȇȁÈ Ê ȁÈ ƢǸÈ Ljdzơ ƪÌ È ǂÉ ǰÈ Ê ǁÌ ȋÈ ơȁÈ Ʃơ È ǷÈ ƢÈǼōƥǁÈ Ǒ È ǧ ǹȁ È ǬǴÈ ƻƢ ō ǪÊ ǴÌ ƻȆÊ Å ǗÊ ƢÈƥơǀÈ ǿÈ ”ǁÊ ƢōǼdzơƣơ È ǀÈ ǟÈ ƢÈǼǬÊ ǧÈ ǮÈ ÈǻƢƸÈ ƦÌ LJ ÉȐ “Onlar ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabb’imiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!”2 Kelam ilminde evrendeki düzen ve uyum, Allah’ın varlığını ispat eden bir delil olarak kabul edilmiştir. 1 Celle Celâluhû: Şanı yücedir. 2 Âl-i İmrân suresi, 191. ayet. 10 I. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ ve TEMEL SORUNLARI Bir insanın mümin olabilmesi için Kur’an’ın belirttiği şekliyle Allah’ın varlığına ve birliğine inanması gerekir. Bundan dolayı iman, sadece sözle değil, kişinin düşünerek, sorgulayarak ulaşabileceği kalbî tasdik ile ortaya çıkmalıdır. Çünkü Kur’an’da “Şüphesiz göklerde ve yerde inananlar için birçok ayetler vardır.”3 buyrularak inanan insanın evrendeki delillere bakarak Allah’ın varlığı ve fiilleri hakkında düşünmesi istenir. İnsandan neye inandığının farkında olması, düşünmesi ve sorgulaması beklenir. Bu yönüyle kelam, benzer konuları ele alan akâit ve usûl-i din gibi ilimlerden de farklılaşır. Çünkü akaid ve usûli-d-din de daha çok inanç esasları açıklanır.İnançları delillendirme yoluna gidilmez. Kelamın ikinci konusu, nübüvvettir ve peygamberlere imanı içerir. Allah mesajlarını vahiy yoluyla peygamberlere ulaştırır. İnsanlar da peygamberlerin tebliğ ettiği kutsal kitaplar aracılığıyla bu mesajlara ulaşır. Buna göre nübüvvet; peygamberliğin imkânını, vahyi, kutsal kitapları, Hz. Muhammed’in peygamberliğinin ispatını ve diğer peygamberlerin risaletini içeren geniş bir konudur. Kelamın üçüncü konusu ise ahiret inancıdır. Kelam, ahiretin varlığını ve aşamalarını Kur’an’da anlatıldığı şekliyle ispatlamaya çalışır. Allah, nübüvvet ve ahiret, kelamın temel konuları olmakla birlikte çağdan çağa, toplumdan topluma kelam konularında bazı değişiklikler olmuştur. İslam’ın yayılması, Müslümanların farklı kültürlerle karşılaşmaları, çağımızda olduğu gibi içinde yaşanılan zamanın sosyal ve kültürel değişimlerine bağlı olarak ortaya çıkan problemler kelamın konularının genişlemesine sebep olmuştur. Bundan dolayı bazı kelamcılar, kelamın felsefeye benzer şekilde fiilen var olan her varlığı (mevcud) ele aldığını, hatta bilinebilen her şeyin BELİRTELİM (malum) bu ilmin konusu olduğunu be- Konularını ve amaçlarını dikkate alarak kelam ilminin inanç esaslarının açıklanması ve savunulmasındaki rolünü belirtiniz. lirtmişlerdir. Kelamın amacı, Kur’an’da belirtilen inanç esaslarını açıklamaktır. Allah’ın varlığı ve birliği, peygamberlik ve ahi- ret inancının ispat edilmesi, bu inançların detaylarının doğru bir şekilde belirlenmesi bu amacın birer parçasıdır. Yaratılışı gereği aşkın, yüce bir varlığa inanma ihtiyacı olan insanoğlu, tarih boyunca gerçek yaratıcı olan Allah’ın yanında, ruhlara, atalar kültüne, totem ve put diye tanımlanabilecek canlı cansız varlıklara yönelmiş ve onları kendilerine ilah edinerek söz konusu inanma ihtiyacını gidermeye çalışmıştır. Kur’an’da bu tür inanışlar Hz. İbrahim’in dilinden şöyle anlatılır: “İbrahim, babası Âzer’e: ‘Birtakım putları tanrılar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni de kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum’, demişti.”4 Cehaletten kaynaklanan bu inanışların düzeltilmesi inanç alanında doğru bilgilenme ile mümkündür. İşte kelam ilmi de doğru bilgi vererek insanları yanlış inançlardan korumayı ve doğru inancı bilgi ile temellendirmeyi amaçlamıştır. İslam âlimleri, imanın tasdik 3 Câsiye suresi, 3. ayet. 4 En’âm suresi, 74. ayet. 11 KELAM boyutu yanında bilgi boyutunun olduğuna da dikkat çekmişlerdir. Kur’an müşriklerin tanrı inançları konusunda açık bir delilleri olmadığını anlatır: “Şu bizim kavmimiz Allah’tan başka tanrılar edindiler. Bari bu tanrılar konusunda açık bir delil getirseler. (Ne mümkün!) Öyle ise Allah hakkında yalan uydurandan daha zalimi var mı?”5 Kelam ilmi ise inanan insanın Allah hakkında sağlam bir bilgi, açık bir bilinç ve huzur veren bir iman içinde olmasını ister. Kelam, müminin imanını taklidin karanlığından kurtarmak ve araştırıp düşünerek oluşturduğu tahkiki imanın aydınlığına yükseltmek ister. Bunun için inanç esaslarının delillerini, nedenlerini ve sonuçlarını açıklar. Bunu yaparken kelam, Kur’an’ın anadan babadan, atadan dededen görerek çevresinin etkisiyle körü körüne oluşmuş batıl inanç biçimini eleştirmesini kendine örnek alır. Doğru inancın nasıl olması gerektiğini anlatırken diğer yandan da yanlış inançları tanıtır. Böylece insanlar da İslam’a uygun olmayan inançları bilir, hurafe ve batıl inançlardan kurtulma imkânına kavuşur. Kelamın amaçlarından biri de İslam’a ve onun inanç esaslarına yönelik eleştirileri cevaplamak ve onları geçersiz kılmaktır. Örneğin, kelam Allah’ı inkâr edenlerin delillerinin çürüklüğünü göstererek Allah’ın varlığını ispat etmeye çalışır. Böylece Müslüman toplumları etkileyen yanlış inanç biçimlerinin olumsuz etkilerini gidermeyi amaç edinir. İnançlar, kültür ve medeniyetlerin temelini oluşturur. İnançlar göz ardı edildiğinde bir milletin kültür ve medeniyetinin maddî ve manevî ürünlerini anlamak mümkün değildir. Bunun için geçmiş kültürün anlaşılmasında inanç sisteminin bilinmesi önemlidir. Daha da önemlisi toplumsal değişme açısından inançların mevcut şartlara göre yeniden ele alınması, yorumlanması ve elde edilen bilgilerin temellendirilmesidir. Toplumsal değişimi takip et- dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamak ister. meyen bir kelam ilmi, inanç ilkelerini açıklama ve ileri sürülen eleştirilere karşı savunma görevini hakkıyla yerine kültür ve medeniyetin anlaşılmasını sağlar. getiremez. Bu nedenle kelam ilmi, inanç ilkelerini, şartları ve ihtiyaçları gözeterek anlatmalı ve savunmalıdır. Ke- inanç esaslarını açıklar ve akılla temellendirir. Kelam, eleştirilere karşı inanç esaslarını savunur. inanç konularında doğru bilgiler verir. müminin imanını taklidden tahkike yükseltir. lam ilmi bu yönüyle inanan insanların hayatın anlamı ve amacını kavramalarına katkı sağlar. 5 Kehf suresi, 15. ayet. 12 I. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ ve TEMEL SORUNLARI 2. Kelam Biliminin Yöntemi Kelam ilminin ele aldığı iman esasları vahiy ile belirlenmiştir. İnanç esasları vahiyle belirlendiği için aklın bu aşamada bir rolü yoktur. Fakat vahyin anlaşılması ve yorumlanmasında, inanç esaslarının temellendirilmesinde kelam ilmine göre insanın aklından ve duyularından başka kullanabileceği bir araç da yoktur. Bu nedenle kelam ilmi, ele aldığı konuları mantık kanunlarına uygun olarak aklî bir yöntemle açıklar. Kelam ilmi fizik âlem ile ilgili olarak duyu organlarının verilerini, akli konularda aklın ilkelerini, fizik âlemin ötesindeki gayb âlemi ve inanç alanı ile ilgili konularda ise vahyi esas almaktadır. Ancak inanç esaslarının ispat edilmesinde ve açıklanmasında kelam ilmi akla dayanır. Böylece vahiy ile aklın uyumu sağlanarak inanç esasları ispat edilir. Vahyin ve aklın uyumunun önemine BİLİYOR MUYDUNUZ? dikkat çeken kelam âlimleri, sahih nakil İbn Teymiyye, kaynakları doğile akl-ı selimin birbiriyle çatışmayacağını rulanmış bir nakil (Kur’an ve sünbelirtirler. Ancak herhangi bir çatışma dunet) ile sağlam bir aklın uyumunu rumunda aklın nakli yorumlayabileceğini göstermek üzere “açık nakil verileri ile doğru söylerler. Akıl, insanın her türlü dinî emir akıl verilerinin uyumunun açıklanması” anve yasaklara uymakla mükellef tutulmasılamına gelen “Beyânu Muvafakâtı Sahihi’lnın temel şartıdır. Bu nedenle akıldan yokMenkûl li Sarihi’l-Ma’kûl” ismiyle bir eser sun bulunanlara hiçbir dinî, ahlakî ya da yazmıştır. hukukî sorumluluk yüklenmez. Kur’an’da Allah’ın yaratmasını ve yaratılışın inceliklerini konu edinen ayetler bizleri tek tek olgu ve olaylardan hareket ederek genel sonuçlara ulaşmaya yönlendirir. Bu yöntem, mantıkta tümevarım (endüksiyon) adı verilen ve tikel olguların gözlenmesinden hareketle genel bir hükme varmaya çalışan akıl yürütmedir. Bu yöntemi kullanan kelamcı, varlıkların, yaratılışlarındaki mükemmelliklerinden hareketle evrenin düzenine ve Allah’ın varlığına ulaşır. Kur’an’da, Allah’ın insanı ahirette nasıl yeniden yaratacağını soran müşriklere Hz. Peygamber (s.a.v.)6 “Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek…”7 diye cevap verdiği belirtilir. Bu ayette olduğu gibi iki farklı şey arasındaki ortak özellikten hareketle biri hakkındaki hükmün diğerine de verilmesi, temsil (analoji) olarak adlandırılır. Görünene dayanarak görünmeyeni delillendirmek ya da bilinenden hareketle bilinmeyenin bilgisine ulaşmak şeklindeki temsil yöntemi, DÜŞÜNELİM - TARTIŞALIM kelamın en fazla başvurduğu akıl yürütme yöntemlerinden biridir. “Doğrudan algılanabileni temel alarak doğrudan algılanamayanın dolaylı olarak çıkarılması” şeklinde açıklayabileceğimiz bu akıl yürütme, kelamda “gaibin şahide kıyası” şeklinde isimlendirilir. Üzerinde yaşadığımız dünyayı gözlemlediğiniz zaman hangi durumlar, Allah’ın yaratması hakkında sizi düşünmeye sevk ediyor? Tartışınız. 6 Sallallâhu aleyhi vesellem: Salat ve selam onun üzerine olsun. 7 Yâsin suresi, 78, 79. ayetler. 13 KELAM Kur’an ayetleri Allah’ın birer mucizeleridir. Yine Kur’an görünen âlemdeki OKUYALIM – BULALIM her şeyi bir delil, ayet ve Allah’ın var- “Şüphesiz göklerin ve yerin ya- lığına işaret olarak nitelemektedir. Ke- ratılmasında, gece ile gündüzün lam âlimleri de Allah’ın varlığını ifade birbiri peşinden gelmesinde, in- eden ayetler yanında Allah’ın varlığına sanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak de- işaret eden tabiat ayetlerini inceleye- nizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten rek Allah’ın varlığını ispat eder. Tabiat indirip de ölü hâldeki toprağı canlandırdığı Allah’ın varlığının, sıfatlarının ve fi- suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasın- illerinin göstergesi olan bir semboller da, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre kitabıdır. Bu görünen sembollerden hareket ederek sembollerin gösterdiği ama görünmeyen yüce bir varlığı ispat hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah’ın varlığını ve birliğini ispatlayan) birçok deliller vardır.” (Bakara suresi, 164. ayet.) etmeye çalışmak kelamın yöntemlerinden biridir. Kelamcıların yöntemlerini anlatan en iyi örnekler arasında Allah’ın varlığının ispatlanmasında kullanılan akıl “(İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?” yürütmeler sayılabilir. Kur’an’da da (Gâşiye suresi, 17-20. ayetler.) örnek gösterilen insanın yaratılma sü- Bu ayetler, bizleri hangi gerekçelerden hare- reçlerini ele alan kelamcı şöyle bir akıl ketle, hangi konuda düşünmeye çağırmaktadır? yürütmede bulunur. İnsan, biyolojik açıdan diğer canlılara yakın bir gelişim içerisindedir. Fakat onu diğer canlılardan üstün kılan birçok özelliği vardır. Bunların başlıcaları, akıl ve irade sahibi olmasıdır. Her ne kadar üstün özellikleri olsa da insanın kendi kendini ve hatta en ufak bir organını dahi yaratamayacağını biliriz. Buradan hareketle insan akıl yürütme ile kendini bir damla sudan yetkin bir varlığa dönüştürüp yaratan bir üstün gücün olduğu sonucuna ulaşır. Böylece duyularla gelişimi takip edilen bir olaydan, görünmeyen hakkında bir sonuca ulaşılabilir. İnsan, biyolojik gelişiminin aşamalarını düşünerek bir yaratıcısı olduğu sonucuna ulaşabilir. 14 I. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ ve TEMEL SORUNLARI 3. Kelam Biliminin Doğuşu ve Gelişmesi İslam dini, Peygamberimiz hayattayken tamamlanmıştır. Allah’tan aldığı vahiyleri insanlara tebliğ eden Peygamberimiz, aynı zamanda zihinleri meşgul eden problemlere de cevap vermiştir. Peygamberimizin vefatı ile Müslümanlar Kur’an’la ve kendi düşünceleri ile baş başa kalmışlar ve böylece yeni bir süreç başlamıştır. Bu süreçte Müslümanlar artık inançla ilgili her türlü sorunlarının çözümü için Kur’an’ı yorumlamak, Peygamberimizin yaşayışını örnek almak ve akıllarını kullanmak zorunda kalmışlardır. Böylece kelam dâhil dinle ilgili bütün ilimlerin ortaya çıkış süreci de başlamıştır. İslam’ın yayılması sonucunda farklı kültürlerle karşılaşılması ve sosyal değişimin getirdiği zorunluluklar Müslümanlar arasında birçok yeni düşüncenin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu durum inançla ilgili bazı konular hakkında tartışmaları ve yeni yorumları da berberinde getirmiştir. Peygamberimizin vefatından sonra yaşanan siyasi olaylar nedeniyle ortaya çıkan büyük günah işleyenin durumu, iman amel ilişkisi, insan hürriyetinin sınırları gibi konular da bu süreci hızlandırmıştır. Böylece geniş bir fikir hürriyeti çerçevesinde Hasan el-Basrî ve İbrahim en-Nehâî gibi önde gelen tabiîn âlimleri, bu problemlerle ilgili görüşler ileri sürmeye başlamışlardır. Hicri birinci asrı içine alan bu süreç kelam ilminin doğmasına zemin hazırlayan “ilk fikrî hareketler” devridir. Kelamın doğmasına zemin hazırlayan bu dönemin inançla ilgili konuları ele alan en önemli eseri İmam-ı Azam Ebu Hanife (öl. 150/767)’ye nispet edilen ‘‘Fıkh-ı Ekber’’ adlı risaledir. Bu eserin adında geçen fıkıh kelimesi, ilmihâl ve muamelât ilmini ifade eden fıkıh değildir. Ebu Hanife, kelime olarak “derinlemesine anlama” anlamındaki fıkhı, “kişinin ebedî mutluluk yönünden lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmesi” şeklinde inanç, ibadet ve ahlakı kapsayacak şekilde tanımlamıştır. ‘‘Fıkh-ı Ekber’’ ise onun literatüründe inanç konularını içeren ilmin adı olmuştur. Hicri ikinci asırdan itibaren Müslümanlar arasınİmam-ı Azam Ebu Hanife’nin inanç konularını ele alan Fıkh-ı Ekber adlı eseri. da görüş ayrılıkları artmış, siyasi ve itikadi mezhepler ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu dönemde Mutezile ekolü, inanç bakımından tevhid ve adaleti savunarak vahyin yorumlanmasında akla başvurmuştur. Eski Yunan, İran ve Hint kültürlerinden yapılan felsefi eserlerin tercümelerinin de etkisiyle Mutezile, yabancı kültürlere karşı inanç esaslarının savunulmasında ve inançla ilgili problemlerin çözümünde akla dayalı yöntemleri sıklıkla kullanmıştır. Böylece Mutezilenin yaptığı, inançla ilgili ayetlerin aklın ilkeleri ışığında yorumlaması faaliyetine kelam 15 KELAM metodu adı verilmiştir. “Kelamın doğuşu” olarak adlandırılan bu dönemde özellikle büyük günah işleyenin durumu, imamet, Kur’an’ın yaratılıp yaratılmadığı, Allah’ın görülmesi, Allah’ın sıfatları ve kader meselesi gibi hususlar temel tartışma konularını oluşturmuştur. Hicri üçüncü asırda inanç alanındaki ana akımlar ortaya çıkmış ve bu akımlar görüşlerini kendi metotlarıyla savunmuşlardır. Müslümanların büyük çoğunlu- Maturidi, Kitabu’t-Tevhid ğunu temsil eden Ehl-i Sünnet düşüncesi de bu asırda itikadî konuları aklî metotlarla desteklemeye başlamıştır. İbn Küllab (öl. 240/854) ve Haris el-Muhasibî (öl. kapak resmi 243/857)’nin bu çerçevedeki çabaları, daha sonra tamamen sistemleşecek olan Ehl-i Sünnet düşüncesinin habercisi olarak kabul edilebilir. Hicri dördüncü asırda Ehl-i Sünnet düşüncesi Ebu’l-Hasan el-Eşarî (öl. 324/935) ve İmam Maturidî (öl. 333/944) tarafından sistemleştirilmiştir. İmam Maturidî’nin Ebu Hanife çizgisinde oluşturduğu düşünceleri vahyin ve aklın uyumunu gösteren yorumları Kitabu’t-Tevhid adıyla yazdığı eserinde savunulmuştur. Bu eser, kelam ilminin bu döneminin Tevhid ilmi olarak da adlandırıldığını göstermektedir. Eş’arî ve Maturidî’nin Kitâbü’t-Tevhid isimli eserinin Türkçe tercümesinin kapağı. Maturidî’nin çabaları sonucunda Ehl-i sünnet, itikadî meselelerde aklın rolünü kabul etmiştir. Gerektiğinde iman meselelerini aklî yollarla izah ve teyid edip tevile başvurarak kelamî metodu kullanır hâle gelmiştir. İmam Eşarî’nin yorumlarını geliştiren Bakıllânî (öl. 403/1013) ve Cüveynî (öl. 478/1085) ile İmam Maturidî’nin yorumlarını geliştiren Ebu’l-Muîn en-Nesefî (öl. 508/1115) bu dönemin diğer meşhur kelam âlimleridir. Bu dönem kelamın “klasik dönem (mütekaddimîn)”i olarak adlandırılmaktadır. Bu dönemden sonra İmam Gazalî (öl. 555/1111) bir yandan felsefî düşünceyi eleştirirken diğer yandan da mantığı kelama dâhil etmiş ve Fahreddin er-Râzî (öl. 606/1210) de bu yeni yönteme uygun eserler meydana getirmiştir. Kelam ve felsefenin iç içe geçtiği bu dönemden son- BELİRTELİM raki kelam ilmine kelamın “sonraki dönem (müteahhirîn)”i adı verilmiştir. Daha sonra ya- Kitâbü’t-Tevhid’i şamış ünlü kelam âlimleri arasında Âmidî (öl. sınıfa getirerek inceleyiniz. Hangi 631/1233), Beydâvî (öl. 685/1286), Taftâzânî konuların yer aldığını belirtiniz. (öl. 793/1391) ve Cürcânî (öl. 816/1413) sayılabilir.8 8 Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi (Giriş), s. 20 vd. 16 I. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ ve TEMEL SORUNLARI 4. Kelam Biliminin, İslam Bilimleri Arasındaki Yeri İslam dini inanç, ibadet ve ahlak vb. çeşitli yönlerden ele alınabilir. Ancak bütün bunların hepsi kelime-i tevhid ile ifade edilen tevhit inancı üzerine kurulmuştur. Kelam ilminin Allah’ın varlığı ve birliği, nübüvvet ve ahiret gibi inanç esaslarını sağlam bir şekilde temellendirmesi İslam ilimleri açısından önemlidir. Meleklere, peygamberlere, kitaplara ve ahiret gününe iman, ancak Allah’ın varlığının ve birliğinin kabul edilmesinden sonra ele alınabilir. Dinle ilgili diğer bütün ilke ve uygulamalar da Allah’ın varlığıyla anlam kazanır. Kelam ilminde yapılan tartışma ve açıklamalar tefsir ilminde inançla ilgili ayetlerin yorumlanmasında etkili olmuştur. Kur’an’ı yorumlayan tefsir ilmi, Allah’ın varlığının ve kitapların hakikatinin kabulü ile anlam kazanır. Peygamberimizin söz ve fiillerinin öğrenilmesi, nakledilmesi ve yorumlanmasını ele alan hadis ilmi ise, peygamberliğin ispat edilmesi OKUYALIM - YORUMLAYALIM ile bir anlam kazanır. Bundan do- “Dinî ilimler içinde küllî olan kelamdır. layı Allah’ın varlığını, melekleri, peygamberliği, kutsal kitapları ve ahireti ispat eden kelam ilmi, İslam ilimlerinin teorik temeli sayılmıştır. Kelam ile fıkıh arasında da çe- Fıkıh, usul-i fıkıh, hadis ve tefsir gibi diğer ilimler ise cüzî ilimlerdir. … Kelamcının inceleme ve araştırması, öncelikle en genel şeyden yani mevcuttan başlayıp detaya doğru iner. Bu detay içerisinde diğer şitli ilişkiler vardır. Örneğin; kelam dinî ilimlerin, Kitap, Sünnet ve Peygamberin ispatı gibi âlimi mükelleflerin özgür eylemle- ilkelerini ortaya koyar. rinin bulunduğunu ispat eder. Fakih ise fiillerin hükümlerini açıklar. Kelam ile fıkıh arasındaki ilişkilerin Bu noktadan sonra müfessir, kelamcının inceleme alanına giren şeyler arasından özel birini yani Kitab’ı alır ve bir kısmı da fıkhî hükümlerin akılla onun tefsiriyle uğraşır. Muhaddis, kelamcının inceleme yorumlanıp yorumlanamayacağı alanına giren şeyler arasından özel birini yani Sünnet’i gibi teorik konularda odaklanmış- alır ve bunun sübût yollarını araştırır. Fakih bunlar ara- tır. sından özel birini, yani mükellefin fiilini alır ve hükümKelama en yakın ilim dalların- dan biri mezhepler tarihidir. Kelam, itikadî fikirlerle ilgilenirken mez- lerini belirtir. … Öyleyse kelam ilmi bütün dinî ilimlerin ilkelerini ispat görevini yüklenmiş olmaktadır.” hepler tarihi bu fikirlerin sosyal, Gazalî, el-Mustasfa, C 1, s. 5-7. siyasal arka planını ve bu fikirleri Metne göre, kelam ilminin diğer ilimlerle ilişkisini savunan grupların görüşlerini kendi kaynaklarına dayanarak anlatmaya yorumlayınız. çalışır. 17 KELAM İslam bilginleri ilimleri sınıflandırırken kelam ilminin asıl olma özelliğini öne çıkarmışlardır. Bundan dolayı da kelama “dinin asılları” anlamında “usûli’d-din” adı verilmiştir. Buna karşılık fıkıh gibi diğer ilimler bu esaslara bağlı ikincil konularla ve dinin ayrıntılarıyla uğraşmışlardır. Fıkıh: İbadet ve uygulamalar alanı Kelam, İslam ilimlerinin aslını oluşturmakla birlikte bütün ilimler önemlidir ve hepsinin fonksiyonu farklıdır. Bir bütün olarak ele alındığında İslam ilimlerinin Kelam : İnanç ve düşünceler alanı: hepsi Allah’ın mesajının anlaşılması, yorumlanması ve uygulanmasında belli bir görev üstlenir. Kelam, konuları itibariyle Allahın varlığı ve birliğini ele Ahlâk: Davranışlar alanı Kelam, İslam ilimlerinin temelini oluşturur. alır; amacı itibariyle inanç meselelerini temellendi- rir ve onları savunur; yöntemi itibariyle de hem vahyi hem de aklı esas alır. Bu nedenle İslam ilimlerinin temelini oluşturan ilim olarak kabul edilir. 5. Kelam İle Felsefe Arasındaki İlişki Felsefe; varlık, bilgi ve değerler alanıyla ilgili problemleri akılcı, tenkitçi yöntemlerle inceleyen ve temellendiren sistemli fikri faaliyetler bütünüdür. Felsefe gerçeği araştırırken aklî temellendirmeler yapmak zorundadır. Felsefe günlük hayatta birçoğumuzun doğru olarak kabul ettiği inançları ve değerleri tartışmaya açıp sorgular ve eleştirir. Bu sorgulama varlığın bütününe, varlığın yaratıcısına, insana ve bazen de dinin kendisine yönelerek onun inançlarının tutarlı olup olmadığını içine alır. Felsefe; yaratıcı, yüce bir varlığın bulunduğu konusunda da deliller sunabilir ancak bunu herhangi bir kutsal metinden değil aklın ilkelerinden hareketle yapar. Kelam ilmi de varlık, bilgi ve değerlerle ilgilenir. Varlığın anlamı ve özellikle niçin yaratıldığı üzerine düşünceler ileri sürer. Bunu yaparken kelam, felsefenin verilerinden faydalanabilir. Kelam varlık ve bilgi araştırmasında aklın ilkelerini dikkate alır. Fakat felsefeden ayrı olarak ke- NOT EDELİM lam aynı zamanda vahyi hem bir bilgi kayna- “Hikmet (felsefe), şeriatın ğı hem de bilgilerin değerlendirilmesinde bir (dinin) yoldaşı ve sütkardeşi- ölçü olarak kabul eder. Her ne kadar felsefe dir. Bunlar tabiatları itibariyle yoldaş, gibi kelam da konularını akla dayanarak te- cevher ve karakterleri itibariyle candan mellendirmekte ise de kelamın felsefeden ayrı dostturlar.” olarak İslam’ı savunmak ve İslam inançlarının delillerini göstermek gibi başka görevleri İbn Rüşd, Faslu’l-Makâl, s. 115. de vardır. 18 I. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ ve TEMEL SORUNLARI KARŞILAŞTIRALIM Aşağıda kelam ve felsefenin konu, yöntem ve amaçlarından bazıları verilmiş, ortak yönlerine işaret edilmiştir. Siz de kelam ve felsefe arasındaki fark ve benzerlikleri bularak aşağıdaki boşluklara yazınız. İslam ilimlerinin ilkelerini belirler. Amacı ................ ............................... İnanca bağlıdır. Kaynağı .................. ................................. Konusu ..................... Kelam ve felsefenin her ikisi de bilginin temellendirilmesinde akla dayanırlar. Akıl ve duyular kelam ve felsefede ortak bilgi kaynaklarındandır. Sosyal ve tabii bilimlerin ilkelerini belirler. Yöntemi .................. ............................... İnanca dayanmaz. FELSEFE KELAM Konusu ............................... Allah ve ahlakı akla dayanarak temellendirebilir. Kelam ve felsefe arasındaki ilişkiler her zaman canlılığını korumuştur. İlk ortaya çıkışında aklî temellendirme konusunda felsefeden etkilenen kelam daha sonra da mantığı yöntemleri arasına almıştır. Kelam tarihinde özellikle Gazalî ve Fahreddin er-Râzî kelam ile felsefe ilişkilerinin geliştirilmesinde önemli roller üstlenmişlerdir. 6. Varlık Sorunu Allah ezelî ve ebedî olan zorunlu varlıktır. Çünkü onun varlığı başkasına muhtaç değildir. Onun dışındaki varlıklar ise sınırlı ve mümkün varlıklardır. Çünkü bu varlıklar, var olmak için Allah’a muhtaçtırlar. Allah yaratandır, diğer varlıklar ise yaratılandır. Kur’an’da Allah’ın yaratan, diğer varlıkların yaratılan olduğu açık ve kesin bir şekilde belirtilir: “Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a mahsustur…”9 Varlıklar, duyularımız tarafından algılanan nesneler âlemi (şahadet âlemi) ve duyularımızın ötesinde bulunan varlıklar (gayb âlemi) şeklinde ikiye ayrılır. Duyularımızla algıladığımız varlıklar, Allah’ın varlığını gösteren işaretlerdir. Kur’an’da bu konuda şöyle buyrulmuştur: “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır.”10 Bu nedenle de kelam âlimleri, âlemin yaratılışı, madde ve hayatın içeriği, insanın yaratılış amacı üzerinde düşünerek Allah’ın varlığının ispatına götüren delilleri bulmaya çalışmışlardır. 9 En’âm suresi, 1. ayet. 10 Âl-i İmrân suresi, 190. ayet. 19 KELAM 6.1. Allah-Âlem İlişkisi İnsan, canlı ve cansız varlıklardan oluşan bir çevrede yaşar. Dağlar taşlar, bin bir çeşit bitki, çeşitli türde hayvanlar; uzayın derinliklerinde bulunan milyonlarca gezegen ve yıldızlar insanı kuşatır. Kelamcılara göre âlem, Allah’ın dışında, duyu ve akıl yoluyla kavranabilen ve varlığı düşünülebilen varlık ve olayların tamamını ifade eder. Kısaca Allah’ın dışındaki her “mevcut” yani “var olan” her şey, âlemin bir parçasıdır. Allah-âlem ilişkisi kelam ilminin en önemli konularından biridir. Tarih boyunca felsefe ve tabii bilimler de âlemi konu edinerek onun nasıl var olduğunu, âlemi oluşturan unsurları ve özelliklerini farklı açılardan ele almıştır. Örneğin fizik, âlemdeki maddeyi ve maddeler arası ilişkileri ele alırken, kelam âlemin yaratılışı ve yaratıcıya delalet etmesi açısından ele almaktadır. YORUMLAYALIM “Şüphesiz ki Rabb’iniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah’tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de ona mahsustur. Âlemlerin Rabb’i Allah ne yücedir!” Kur’an’da birçok ayet göklerin ve yerin yaratılışındaki muhteşem gü(A’râf suresi, 54. ayet.) zellik ve düzenden hareketle Allah’ın varlığına dikkat çeker. Kelam ilmi de “Yeri sizin için yerleşim alanı, göğü de bu ayetlerden hareketle Allah’ın varlıbir bina kılan, size şekil verip de şeklinizi güğını ispat etmeye çalışır. Kelama göre zel yapan ve sizi temiz besinlerle rızıklandıâlem sürekli bir oluş içindedir. Bir şey ran Allah’tır. İşte Allah, sizin Rabb’inizdir. varken yok olur, daha önce yok olanlar da var olur. Varlıklar sürekli bir Âlemlerin Rabb’i Allah, yücelerden yücedir.” değişim içindedirler. Allah’tan başka (Mü’min suresi, 64. ayet.) hiçbir varlık sürekli ve varlığı zorunlu değildir. Kelam ilmi bu anlamda Yukarıdaki ayetleri Allah-âlem ilişkisi açısınvarlığı sürekli ve zorunlu olan için dan yorumlayınız. “vacib”, Allah’ın varlığının sürekli ve zorunluluğunu ifade etmek için de “Vâcibu’l-vucûd” ifadesini kullanır. Oysa âlem, daha önce yokken var olmuş ve varken yok olan varlıklardan oluşmaktadır. Bundan dolayı kelamcılar, âlemi oluşturan bütün varlıklara sonradan yaratılmış anlamında “hâdis” adını verirler. Âlemin yok iken sonradan var olması, bizlere onun bir yaratıcısının olduğunu gösterir. Kur’an-ı Kerim’de “Rabbü’l-âlemîn” yani “Âlemlerin Rabb’i” ifadesi oldukça sık geçmektedir. Bu ifade, Allah’ın canlı ve cansız bütün varlıkların ilâhı olduğunu vurgular. Allah âlemi en güzel biçimde yaratmış, ona nizam vermiş ve her varlığın mukadderatını tayin etmiştir. Bunun için Kur’an’da “Göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı Allah’ındır.”11 buyrulmaktadır. 11 Bakara suresi, 107. ayet. 20 I. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ ve TEMEL SORUNLARI ALLAH Âlemin mutlak sahibi ve hükümranıdır. Allah’ın emrine boyun eğer. Allah’ın varlığının işaretidir. Âlemi ilim, rahmet ve kudretiyle kuşatandır. Allah’ı tesbih eder, ona secde eder. Âlemi sürekli yaratandır. Allah’a kendisini teslim etmiştir. Âlemi düzenleyip yönetendir. ÂLEM Allah, “Âlemlerin Rabb’i” olarak yaratandır. Âlem ise Allah’ın varlığının bir işaretidir. Kelam ilmi, Kur’an’ın yol göstericiliğinde evrene bakarak ondaki sonsuz düzeni açıklamaya çalışır. Âlemdeki her varlığın Allah’a teslim olduğunu, onun emri altına girdiğini, onun düzeninden dışarı çıkmadığını ve onu tespih ettiğini görmek kelamcı için Allah’ın sonsuz kudretinin ve sınırsız rahmetinin bir işaretidir. ARAŞTIRALIM - KONUŞALIM Bakara suresi, 116. ayet; Mü’min suresi, 64. ayet; Câsiye suresi, 36. ayet; Bakara suresi, 107. ayet; Ra’d suresi, 13, 15. ayetler; Hac suresi, 18. ayet; Yunus suresi, 6. ayet. Yukarıdaki ayetlerin meallerini bularak okuyunuz. Bu ayetler üzerinde konuşunuz. 21 KELAM 6.2. Madde Maddenin niteliği, felsefe ve tabiat bilimlerini en fazla meşgul eden problemlerden birisidir. Eski Yunan’dan itibaren filozoflar, âlemi oluşturan ilkenin ne olduğunu araştırmış, bu ilkenin su, ateş, hava ve toprak şeklindeki dört temel unsurdan ya da bunların karışımından oluştuğunu ileri sürmüşlerdir. Örneğin; eski Yunan filozoflarından Demokritos varlığın bölünemez en küçük yapıtaşları olan atomlardan oluştuğunu ileri sürmüştür. Varlığı sırf maddeye dayanarak açıklamanın yetersizliğini gören Eflatun, Aristo ve İbn Sina gibi filozoflar ise madde dışında varlığı “ide, form, ruh ve gaye” gibi kavramları da temel alarak açıklamaya çalışmışlardır. Kelam ilmi, fizik biliminde olduğu gibi maddenin yapısı ve onun en küçük yapı taşıyla ilgilenmez. Madde, yaratılmış ve sonlu olması bakımından kelam ilmine konu olmuştur. Kelamcılar varlıkların temelini oluşturan kısmına “cevher”; renk, koku, uzunluk gibi zamanla değişen niteliklerine ise “araz” adını vermişlerdir. Araz kavramından hareketle de Allah’ın sürekli bir yaratışla âlemi yarattığını, maddenin başlangıcı ve sonu olduğunu ve bir yaratıcıya muhtaç olduğunu açıklamışlardır. Tabiat bilimlerinin gelişimi ve buna bağlı olarak pozitizm ve materyalizmin yaygınlaşmasıyla bazı düşünürler, neden sonuç yasasına dayalı katı bir gerekircilik (determinizm) ilkesine bağlı, madde dışında âlemde başka bir varlığın olmadığını ileri sürmüşlerdir. Onlara göre madde, canlılar dâhil her türlü varlığın kaynağıdır. Varoluş madde ve tesadüfün eseri sayılmış, “Tanrı, ruh ve gaye” gibi kavramlarsa gerçeklikten uzak kabul edilerek reddedilmiştir. Kelam ilmine göre ise madde farklı teorilerle açıklanabilir ve yaratılışın kanıtlarından biri olabilir. Bir başka deyişle âlemdeki varlık ve hayatın tek başına “madde”ye indirgenmesine karşı çıkar ve maddeyi hayatı meydana çıkaran yegane güç olarak kabul etmez. Bunun için yüzyılımızda yaşayan birçok kelamcı, “Tanrı, gaye ve ruh” gibi gerçeklikleri reddeden bu tür teorilerin yanlışlığını ortaya koymak için çaba göstermişlerdir. Nitekim bugünün modern fiziği de bu tür bir kaba materyalizm fikrinin savunulamayacağını göstermiştir. Modern fizik, klasik fiziğin mekanik anlayışına eleştiriler yöneltmiş, klasik fiziğin neden sonuç arasındaki zorunluluğa dayanan determinist anlayışının mikro ve makro evrende geçerli olmadığını söyleyerek rölativite kuramını (izafiyet) geliştirmiştir. Diğer yandan da klasik fiziğin atomun parçalanamayacağını öne süren iddiası da deneysel olarak çürütülmüş ve onu atom altı parçacıkların oluşturduğu (kuantum teorisi) belirlenmiştir. Kuantum ve rölativite teorilerinden; sonlu evren fikrinden hareket eden modern fizik, kelam için de yeni veriler sunmaktadır. Bu verilerden hareketle katı bir mekanizm ve determinizm fikri rahatlıkla reddedilebildiği gibi sonlu maddenin her şeyin yaratıcısı olduğu düşüncesi de çürütülmektedir. Bilimsel düşüncenin geldiği nokta, elbette son nokta değildir. Bilim farklı teorilerle sürekli değişecek ve gelişecek, maddeyi açıklamak bilim adamının temel özlemi olmaya devam edecektir. Ancak kelam ilmi maddenin nasıl açıklandığı ile değil, Allah’ın varlığına işaret eden yönüyle ilgilenmektedir ve yeni verilerden hareket ederek Allah’ın sonsuz kudretini görmeye devam edecektir. Evrendeki muazzam canlılık ve hayat, onun ilim ve kudret sahibi yüce bir yaratıcı tarafından yaratıldığını göstermektedir. Çağımızda yeni teorilerle bilimi geliştiren öncü bilim adamlarının, kendilerinden elli yıl önce Allah’ı inkâr eden pozitivist ve materyalist bilim adamlarının tersine Allah’ın varlığından söz etmeleri bu açıdan anlamlıdır. 22 I. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ ve TEMEL SORUNLARI 6.3. Hayat Yeryüzünde varlıklar arasındaki en belirgin farklardan biri hayattır. Bitki, hayvan ve insan hayat sahibi iken, taşlar ve madenler hayattan yoksundurlar. Bunun için varlıkların hayatının kaynağı bütün toplumların merak ettikleri bir konu olmuştur. Bu konu bilim adamlarının kafalarını meşgul eden bir problem olduğu gibi dinlerin de ele aldığı konulardan biridir. Maddeci görüş canlılığı ve hayatı, maddeden kaynaklanan bir özellik olarak kabul eder. Bu görüşe göre madde yeryüzündeki bütün hayatın temel ilkesidir. Bazı ilk çağ filozofları ve tabiatçı (naturalist) filozoflar da madde dışında hayatın ilkesi olabilecek bir manevî öğe ya da ruh kabul etmemişlerdir. Buna karşın Aristo ve İbn Sînâ gibi bazı filozoflar da insan canlılığının kaynağını, bedenini yöneten nefse (ruh) bağlamışlardır. Eski ve Yeni Ahit’te de hayatın kaynağı olarak ruh ve nefs kavramları belirtilmiş ve hayat verenin Allah olduğu söylenmiştir. Evrendeki hayatın kaynağı el-Muhyî (hayat veren) olan Allah’tır. Kur’an’da Allah’ın diri (el-hayy) ve dirilten ve can veren (el-muhyî)12 olduğu ifade edilmiştir. Kur’an’a göre Allah, hayatın sebebidir.13 Allah, gökten indirdiği su ile ölü toprağı canlandırıp, bütün canlıları sudan diri kıldığı gibi14 cansız iken insana da can vermiştir. İnsanı öldürüp tekrar diriltecek olan yine odur.15 Ayrıca Hz. Âdem ve Hz. İsa’nın yaratılışları örneğinde olduğu gibi Allah insanın bedenini düzenlemiş ve ona can vermiştir.16 Kısaca Kur’an’a göre canlandırma veya diriltme fiilinin gerçek faili, el-hayy ve el-muhyî isimleriyle Allah’tır ve hayat bedene ilâhî bir soluk vermenin neticesidir. KONUŞALIM Allah’ın isimlerinden el-Hâlık, el-Bârî, el-Musavvir, er-Rezzâk, elMuhyî, el-Mumît, el-Hayy’ın anlamlarını araştırınız. Öğrendikleriniz çerçevesinde Allah’ın yaratması ve hayat vermesi hakkında konuşunuz. Kelam ilmi Kur’an’dan hareketle biyolojik anlamda hayatın ilim, kudret ve hayat sahibi olan Allah’a dayandığını belirtmekte ve Allah’ın hayat veren olmasının inkâr edilerek biyolojik anlamda bir hayatın düşünülemeyeceğini ifade etmektedir. Böylece kelam ilmi hayatın kaynağını maddeden bağımsız olarak ele almıştır. Hayat daha çok ruh ve nefs kavramlarıyla açıklanmıştır. Ancak kelam ilmi ha12 Bakara suresi, 255. ayet; Rûm suresi, 50. ayet. 13 Âl-i İmrân suresi, 27. ayet; En’âm suresi, 95. ayet; Yûnus suresi, 31. ayet; Rûm suresi, 19. ayet. 14 Hac suresi, 66. ayet; Kâf suresi, 11. ayet; Enbiyâ suresi, 30. ayet. 15 Bakara suresi, 28. ayet; Hac suresi, 66. ayet; Rûm suresi, 40. ayet; Câsiye suresi, 26. ayet. 16 Hicr suresi, 29. ayet; Sa’d suresi, 72. ayet; Nisâ suresi, 171. ayet; Enbiyâ suresi, 91. ayet; Tahrîm suresi, 12. ayet. 23 KELAM yatı açıklarken beden ve ruh arasını tamamen kopuk ve birbirinden bağımsız olarak ele almaz. Çünkü insan bir bütündür ve onun duygusal, zihinsel ve bedensel eylemleri arasında bir bütünlük söz konusudur. Bu âlemdeki her canlı hayatını bu anlamda maddeye dayandırmaya mecburdur. Bunun için de her canlı doğar, büyür, yaşlanır ve ölür. Kelam ilmi, hayatın kaynağının Allah olduğunu açıklarken bundan başka bir ilkeye daha dikkat çeker. Bu da hayatın amacının ne olduğu ve ahlâkîliğin kaynağı ile ilgilidir. Çünkü Kur’an’a göre hayat ve ölüm insanlardan hangisinin daha iyi işler yapacağını sınamak için yaratılmıştır. Dünya hayatı geçici, oyalayıcı olup esasen bir imtihandır. Ölüm gerçeği karşısında insan gerçek ve tükenmez hayatın ahiret hayatı olduğunu bilmelidir. Dolayısıyla insan hayatını ve ölümünü hiçbir ortağı bulunmayan âlemlerin Rabb’i Allah’a adamalıdır.17 KONUŞALIM “O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. ...” (Mülk suresi, 2. ayet.) “De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (En’âm suresi, 162. ayet.) Yukarıdaki ayetlere göre hayatın amacı nedir? Konuşunuz. 6.4. İnsan Kur’an, insanın Allah tarafından en güzel şekilde yaratıldığını ve onun yaşaması için yeryüzünün uygun şartlarda düzenlendiğini ifade eder. O, rahmetiyle gökyüzünden yağmurlar indirir, yeryüzünde insanın beslenmesi ve gelişmesi için her türlü nimeti yaratır. Bunlardan başka insana düşünebilme ve özgür seçim yapabilme yeteneği vermiştir. Aklını ve özgür iradesini kullanarak doğru seçimler yapabilmesi için de vahiy ve peygamberler göndermiştir. Bunun için Allah izzet, kudret, iyilik, ihsan, af, rahmet, nimet ve kerem sahibidir. İnsana verilen nimetler onun sorumluluk emanetini yüklenmesini gerektirir. Bu emanet, insanın yaratıcısının birliğini tanıması (tevhid) ve yeryüzünde ahlaka ve adalete dayalı bir haDua, insanın Allah ile iletişim biçimlerinden biridir. 18 yat sürme sorumluluğudur. İnsan; Allah’tan aldığı vahiy, sahip olduğu akıl, özgür iradesi, fıtratı ve ahlak duygusu ile bu sorumluluğunu yerine getirir, Allah’a ibadet ve dua eder, şükür ve takva sahibi olursa dünya ve ahiret mutluluğuna ulaşır. 17 Mülk suresi, 2. ayet; En’âm suresi, 32, 162. ayetler; Ankebût suresi, 64. ayet; Câsiye suresi 21. ayet. 18 Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir, C. 25, s. 235, 236. 24 I. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ ve TEMEL SORUNLARI ALLAH Yaratan Takva, iman ve şükür Gazap, şiddet ve adalet sahibi Nankörlük, inkâr ve fücur Yaratılan Vahiy ve Kevnî Ayetler Haberleşme Münasebeti Ahlakî Münasebet Varlık Bakımından (Ontolojik) Münasebet İyilik, ihsan, merhamet, af, nimet sahibi Dua ve Namaz İNSAN Kelam ilmi, Kur’an’da farklı açılardan anlatılan Allah-insan münasebetlerini de ele alır. Özgür iradesini kullanabilmesi için iyilik ve adalet duygusunun yanında, insanın yaratılışında aynı zamanda kötülüğe ve zulme meyil (fücûr), böbürlenme, cehalet, nankörlük ve cimrilik gibi olumsuz özellikler de vardır. Yaratıcısını inkâr eden, şeytanın adımlarını takip eden, gerçek hayatı unutup dünya hayatına dalan, sosyal düzeni bozup ahlakî ve sosyal sorumluluklarını yerine getirmeyen insan, özgür iradesiyle yaptıklarının sorumluluğunu üstlenir ve karşılığını görür. Ancak insanın günahlarından tövbe edip arınması mümkündür. Çünkü Allah tövbeleri kabul edendir. O, aynı zamanda gazap, celâl, kudret ve adalet sahibidir. Kur’an’ın insana yüklediği sorumluklardan hareket eden kelam ilmi, yaratıcısını inkâr ederek insanı tanrılaştıran ve onu bütün ahlaki sorumluluklardan sıyıran düşüncelerin zararlarını açıklar. Kelam ilmine göre bu düşünceler insanı yüceltmek için onun yaratıcısını inkâr etmiş, insanın özgürlüğünü sağlamak isterken onu bütün sorumluluklardan uzaklaştırarak başıboş, amaçsız bırakmıştır. Bunun için kelam ilmi bir yandan insanın özgür iradesi nedeniyle ahlaki sorumluluğu olduğunu, bu anlamıyla insanın özgür olduğunu vurgularken, diğer yandan da amaçsız, ahlakî değerlerden yoksun, başıboş bir özgürlüğe karşı çıkar. Kelam, yerlerin ve göklerin mutlak hükümranlığının, mutlak irade ve kudret sahibi Allah’a ait olduğunu belirtir. 7. Bilgi Sorunu Kur’an’ın Allah, âlem ve insan hakkında söylediklerinin doğru anlaşılabilmesi doğru bilgiye bağlıdır. Bunun için kelam ilmi bilginin tanımı ve kaynakları üzerinde durmuştur. Ayrıca hem görünür âlemin hem de duyu organlarımızın algısının ötesinde olan âlemin bilgisinin mümkün olup olmadığını konu edinmiştir. 25 KELAM 7.1. Bilginin Tanımı Kur’an-ı Kerim’de bilgi anlamındaki “el-ilm” kavramı, günlük bilgi anlamının dışında Allah’ın insanlara gönderdiği bilgiyi yani vahyi ifade eder. Vahiy bilgisi, Allah’tan geldiği için kesindir ve cahiliye dönemi müşriklerinin arzu ve heveslerine dayanan cehaletlerinin de karşıtı olarak kullanılmıştır. Kelamcılar, konuların teorik bir çerçevesini oluşturmak için eserlerine bilginin tanımını vererek başlarlar. Bilgiyi kelam konularının teorik çerçevesini oluşturacak şekilde bağımsız bir konu olarak ilk ele alan, Maturidî’nin “Kitâbü’t-Tevhid” adlı eseridir. Maturidî’ye göre bilgi “bilen insan ile bilinen eşya arasındaki ilişkidir.” Bilen ve bilinen arasındaki bu bağ gerçektir. Bu bağ sonucunda meydana gelen bilgi de gerçektir. Çünkü eşya sanal değildir, onun sabit bir gerçekliği vardır. İnsan vahiyden ve duyularla algıladığı kâinattan Allah’ın bilgisine ulaşabilir. Kelam âlimleri bilgiyi “bilgiye konu olan şeyi, olduğu hâl üzere bilmek” olarak da tanımlarlar. Bu tanımdaki “şey” kavramı bilinebilen her türlü varlığı içermektedir. Çünkü bildiğimiz bir takım varlıklar masa ve sandalye gibi somut nesneler iken bir kısmı da matematiksel ifade- OKUYALIM - TARTIŞALIM ler de olduğu gibi soyut varlıklardır. Kelamcılar aynı şekilde somut ve so- Maturidî kelamcı Ömer en-Nesefî (ö.537 yut varlıkları kapsamak üzere bilginin H), Akaid risalesine sofistleri eleştiren şu konusu olan şeyleri “malum” olarak cümlelerle başlar: adlandırmışlardır. Bilinen anlamındaki “malum”, “var olan şey” olarak da tanımlanmıştır. Tanımda kullanılan “olduğu hâl üzere” ifadesi ile de insanın eşya hakkındaki bilgisinin gerçeğe uygun olması gerektiğini ifade etmişlerdir. Maturidî ve ondan sonra bilgi hakkında görüşler ileri süren kelam âlimleri Allah ve eşya hakkında bilgi sahibi olmanın mümkün olmadığını َ “قاَ َل أَ ْه ُل ْال َح ِّق َحقاَ ِئ ُق ًالفا َ األ ْشياَ ِء ثاَ ِب َتة َو ْال ِع ْل ُم ِبهاَ ُم َت َح ِّق ٌق ِخ ٌ َ لسو ِف ْسطاَ ِئيَّة َوأَ ْسباَ ُب ْال ِع ْلم لِْل َخ ْلق َث ،السلِي َم ُة ُّ اَ ْل َح َو:ال َث ٌة َّ اس ُّ ِل ِ ِ ْ َ َ ُْ ْ ُ َو ْال َخ َب ُر الص ْر َف ِة َ اإل ْلهاَ ُم لَي ِ ْس ِم ْن أ ْسبا ِب ال َمع ِ َو... . َوال َعقل،َّا ِدق َّ ص َّح ِة ْ الش ْي ِء ِع ْن َد ”.أه ِل ْال َح ِّق ِ ِب “Ehl-i hak, Sofistlerin aksine eşyanın gerçekliğinin sabit olduğunu ve eşya hakkında bilginin gerçekleşebileceğini belirtmişlerdir. İnsanın bilgisinin üç yolu vardır: Sağlam duyular, doğru haber ve akıl. … İlham ise ehl-i hakka göre bir şeyin doğruluğunu bilmenin yollarından değildir.” iddia eden sofistlere karşı çeşitli görüşler geliştirmişlerdir. Çünkü onlar bilgi elde etmenin imkânsız olduğunu ve eşya hakkındaki bilginin kişiye (Nesefî, Akâidü’n-Nesefî, s.1.) Nesefî, eserine neden bilgi elde etmenin mümkün olmadığını söyleyenlerin eleştirisiyle başlamış olabilir? Metni de göz önüne alarak tartışınız. göre değiştiğini iddia etmişlerdir. 26 I. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ ve TEMEL SORUNLARI Kelam âlimleri “Eşyanın gerçekliği sabittir.” ifadesiyle bilgiye konu olan nesnelerin kendinde bir gerçekliklerinin olduğunu kast ederler. Çünkü nesne, özneden ve nesneyi algılayan zihinden ve öznenin nesneyi kavramasından bağımsız bir varlığa sahiptir. Bunun için bilgi mümkündür, nesneler hakkında bilgi edinebiliriz. Allah’ın varlığını da onlara bakarak çıkarabiliriz. 7.2. Bilginin Kaynakları Allah insana çevresini algılayabileceği duyu organları ve algıladığı verileri değerlendirebilecek akıl vermiştir. Duyu organları vasıtasıyla dış dünyadan edinilen veriler, akılda işlenerek kavramlara sonra da kavramlar arasında çeşitli bağlar kurularak çeşitli hükümlere ulaşılır. Böylece akıl iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini birbirinden ayırır. İnsanoğlu, hayatını anlamlı kılabilmek için yaratılış sebebi; niçin, nasıl ve hangi ölçülere göre yaşaması gerektiği; ölümden sonrası ile ilgili bir takım sorular sorar ve cevaplarını arar. Ancak bu sorular duyu organlarının verileriyle cevaplanamaz. Bu tür soruları cevaplayan vahiydir. Bunun için kelam ilmi, fizikî âleme ilişkin verilerin kaynağını duyu organları, inanç alanının haber kaynağını vahiy olarak kabul etmiş; bunları anlamlandırıp açıklama görevini de akla yüklemiştir. 7.2.1. Akıl Akıl, insanı diğer canlılardan farklı kılan ve doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırarak onu sorumlu kılan temyiz gücüdür. Akıl, aynı zamanda düşünme ve anlama melekesidir. Bunun için Kur’an, insanlara hitap ederek oldukça sık bir şekilde “Akıl erdiremiyor musunuz?”,19 “Düşünmez misiniz?”20 ve “İbret almaz mısınız?”21 ifadeleriyle onları akıllarını kullanmaya çağırmaktadır. Kelam ilmine göre akıl, bilgi elde etme yollarından biridir. İmam Maturidî aklı “aynı TARTIŞALIM nitelikte olanları bir araya toplayan ve farklı “Şer’î deliller, aklî prensiplere nitelikte olanları ayıran şey” olarak tanımla- ters düşmez.” yarak, aklın varlıkları ve onlarla ilgili bilgileri tasnif ederek sonuçlar çıkarıp kıyas yapabi- Şatibî len bir zihnî güç olmasına dikkat çekmiştir. (Mehmet Erdoğan, Akıl-Vahiy Dengesi Kelam âlimlerinin birçok akıl tanımı vardır. Açısından Sünnet, s. 41.) Fakat hepsinin ortak görüşü aklı, insanda doğuştan mevcut olan ruhî bir güç olarak kabul Yukarıdaki sözün vermek istediği mesaj üzerinde tartışınız. etmeleridir. 19 En’âm suresi, 32. ayet. 20 En’âm suresi, 50. ayet. 21 En’âm suresi, 80. ayet. 27 KELAM Kelam ilminde akıl, iki türlü bilginin kaynağıdır: Akıl ilk olarak bütün insanlarda ortak olan ve kendiliğinden apaçık olan aklî bilgilerin (bedihî bilgi: aksiyom) kaynağıdır. Bedihî bilgiler duyu ya da haberle elde edilmeyip kendiliğinden bilinen, bilinmesi apaçık olanlardır. Örneğin iki zıddın bir arada bulunmasının imkânsızlığı, parçanın bütünden büyük olamayacağı gibi bilgiler kendiliğinden bilinen apaçık bilgilerdir. İkinci olarak akıl, tümdengelim (talil) ve tümevarım (istikra) gibi akıl yürütmeler yoluyla sonradan kazanılmış (aposteriori) bilgilerin kaynağıdır. Akıl, duyu organlarından gelen bilgileri kullanarak yeni bilgilere ulaşabilir ve bu tür bilgilere ‘çıkarımla ulaşılmış bilgiler’ anlamında ‘istidlâlî bilgiler’ adı verilmektedir. Kelam âlimleri vahyin kesin olarak belirlediği inançlar dışında bir şeyin doğru ya da yanlış olduğunun açıklanması ve yorumlanmasında aklın ilkelerini, aklın apaçık bilgilerini ve akıl yürütme yoluyla elde edilmiş bilgileri dikkate almışlardır. Bunun yanı sıra insanın haz, elem, sevinç gibi aklın algıladığı tecrübeleri de önemli sayılmıştır. Bazı Kelam Ekollerine Göre Aklın Rolü Mutezile Mutezile’nin büyük çoğunluğu, insanların peygamberler tarafından getirilen vahiy bilgilerine muhtaç olduğunu kabul etmekle birlikte aklı mutlak bir bilgi kaynağı olarak görmüşler, ona daima nakil karşısında hata yapmaz bir hakem rolü vermişlerdir. Zira onlara göre akıl, Allah’ın varlığını bilmesi, iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini belirleyebilmesi yanında Allah’ın sıfatları ve ahiret hayatının mahiyetini bilebilecek bir yeterliliktedir. Eşarilik Maturidilik Ebu’l-Hasan el-Eşarî, Yaratıcının varlığını bil- başta Allah’ın varlığına mek ve nasları anlamak için iman konusu olmak üzere akla başvurulması gerekir. bütün dinî bilgilerin kay- Allah’a iman etmek naklen nağını akla değil vahye değil aklen vaciptir. Ancak bağlı görmüştür. Ona göre yine de akıl naklin önüne akıl Allah’ın varlığının geçemez. Çünkü akıl bü- bilgisine ulaşsa da güzel tün dinî gerçekleri idrak et- ve çirkini, iyiyi ve kötüyü, mekte yeterli değildir. Akıl doğruyu ve yanlışı tanı- duyguların, eğitim-öğretim yabilse de bunların doğ- ve kültürün tesiri altında ka- ruluğuna inanmayı zaruri labildiği için güzelin çirkin, kılan vahiydir; bu sebeple iyinin kötü, doğrunun yanlış insanın sorumlu oluşu di- olduğuna hükmedebilir. Kı- nin varlığına bağlıdır. saca Allah akılla, diğer dinî hükümler vahiyle bilinir. 28 I. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ ve TEMEL SORUNLARI 7.2.2. Vahiy İnsanın dış dünyaya açılan penceresi duyu organları ise gaybî konulara açılan penceresi de vahiydir. Vahiy, insanı bilgi bakımından yüce âleme bağlamakta ve onu sadece kendi aklıyla baş başa kalmaktan kurtarmaktadır. Kelam ilmine göre vahiy, bilgi kaynaklarından biridir ve vahyin bildirdiği bilgi doğruluk bakımından kesindir. Çünkü Kur’an’da toplanan vahiyler, sübût bakımından kesindir. Yani Allah’ın Peygamberine ulaştırdığı şekliyle bugün elimizde bulunmaktadır. Allah insanların bilmediklerini peygamberlere vahiy yoluyla bildirmiştir. Bu vahiyler Kur’an’da toplanarak insanların gayb âlemine ilişkin bilgilerinin kaynağı olmuştur. Örneğin; Allah’ın sıfatları, ahiretin varlığı, melek inancı gibi, insanların akıllarıyla bilmesine imkân olmayan gaybî konular vahiyle bildirilen konular arasında önemli bir yer tutar. Bu bakımdan vahiy olmaksızın iman esaslarının belirlenmesi mümkün değildir. Kur’an’da bunu ifade etmek üzere “İşte böylece sana da emrimizle Kur’an’ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin.”22 buyrulmuştur. Vahiy, insanın hayatının amacı üzerinde de durarak hayatını anlamlı kılması için NOT EDELİM yol gösterir. İnsanın kim olduğu, hayatıİbn Hazm’a göre “Kur’anî olan nın kaynağı, hayatının amacı ve öldükten her şey aklîdir. Aklî olan her şey sonra ne olacağı bu yol göstericiliğin birer Kur’anî’dir.” parçasıdır. İnsanın Allah ile ilişkilerinin (Câbirî, Arap Aklının Oluşumu, s. 432.) nasıl olacağı bu çerçevede ele alınabilir. Örneğin; dua ve ibadet, vahiy sayesinde öğrenilebilir. İnsan, Allah’ın varlığını bilse de ona nasıl ibadet edeceğini bilmesi mümkün değildir. Vahiy yine insana ahlakî değerler hakkında ve ahiret hayatı hakkında da bilgi verir. Kıyamet, cennet ve cehennem ahiret hayatının birer parçası olarak vahyin bildirdiği önemli konular arasında yer alır. BELİRTELİM “(Resûlüm!) Bunlar, bizim sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem’i himayesine alacak diye kura çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar (bu yüzden) çekişirken de yanlarında değildin.” (Âl-i İmrân suresi, 44. ayet.) Yukarıdaki ayet, vahyin hangi yönüne dikkat çekmektedir? Belirtiniz. 22 Şûrâ suresi, 52. ayet. 29 KELAM Vahyin bilgi verdiği alanlardan biri de geçmiş milletlerin ve peygamberlerin hayatlarına ilişkin bazı olaylardır. Kur’an geçmiş peygamberlerin hayatlarından ibret verici olayları anlatarak hem bizleri bilgi sahibi yapmakta hem de ibret almamızı istemektedir. Kur’an’da bunu ifade etmek üzere “Ey Muhammed!) Biz, sana bu Kur’an’ı vahyetmekle geçmiş milletlerin haberlerini sana en güzel bir şekilde anlatıyoruz. Gerçek şu ki, sen bundan önce (bu haberleri) elbette bilmeyenlerden idin.”23 buyrulmaktadır. Kelam ilmi inanç konularının gaybî özelliklerinden hareketle haber kaynağı kabul edilebilecek naklî deliller konusunda bazı şartlar ileri sürmüştür. Bir naklin kelam ilminde haber kaynağı ve delil olarak sayılabilmesi için sübutunun ve konuya delaletinin kesin olması gerekir. Baştan sona Allah’tan vahiy olarak geldiğinde hiçbir şüphe olmayan Kur’an, kelam ilminin naklî delilidir. Vahiy dışında sübutu kesin sayılan mütevatir hadisler kelam ilminde haber kaynağı olarak kabul edilirken, mütevatir dışındaki meşhur ve âhad hadisler kelamda tek başına bir delil olarak kabul edilmemiştir.24 7.2.3. Duyular Kur’an-ı Kerim’de insanın dış dünyadaki varlıkları algılaması için duyu organlarının yaratıldığı, bu organlarını doğru kullanmayanların kınanacağı belirtilmekte ve insanın bu organları kendine veren Allah’a şükretmesi istenmektedir.25 Kur’an’da bu konuya dikkat çeken ayetlerden birinde şöyle buyrulur: “(Resûlüm!) De ki: Sizi yaratan, size işitme duyusu, gözler ve kalpler veren odur. Ne az şükrediyorsunuz!”26 Böylece Kur’an, insana verilen organların bilgi kaynakları olmalarının yanında ahlakî olarak da şükrü gerektirdiğine dikkat çekmiştir.27 Kur’an’ın duyularla ilgili sunduğu bakış açısından hareket eden kelam ilmi, insanın bilgi elde etme yollarından birini duyular olarak kabul etmiştir. NOT EDELİM Doğru Bilginin Dereceleri İslam düşünce tarihinde doğru bilginin kesinlik dereceleri Kur’an-ı Kerim’de geçen ifadelerden hareketle “ilme’l-yakîn”, “ayne’l- yakîn” ve “hakka’l-yakîn” olmak üzere üç kategoride toplanmıştır. 1. “İlme’l-yakîn (kesin zihnî bilgi)” akli veya naklî delil ile bilinen bilgidir. Mutfaktaki balı duyarak ya da bazı işaretlerden hareketle bilmek gibi. 2. “Ayne’l-yakîn (kesin açık gözlem)” duyu yoluyla elde edilen bilgiyi ifade eder. Mutfaktaki balı görerek bilmek gibi. 3. “Hakka’l-yakîn (yaşayarak bilmek)” ise iç duyu veya iç tecrübe vasıtasıyla insanda meydana gelen en kesin bilgiyi ifade eder. Mutfaktaki balı tadarak bilmek gibi. 23 Yûsuf suresi, 3. ayet. 24 Bekir Topaloğlu, Kelâm İlmi (Giriş), s.73. 25 A’râf suresi, 179. ayet; Yûnus suresi, 31. ayet; Nahl suresi, 78, 108. ayetler; İsrâ suresi, 36. ayet; Hac suresi, 46. ayet; Secde suresi, 9. ayet; Câsiye suresi, 23. ayet. 26 Mülk suresi, 23. ayet. 27 En’âm suresi, 46. ayet. 30 I. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ ve TEMEL SORUNLARI Duyu organları deri, göz, kulak, dil ve burun insana dış dünyadan sürekli veriler aktarır. Bu beş duyu organı insanın dış dünyaya açılan pencereleri gibidir. Bu duyu organları vasıtasıyla elde edilen bilgiler, Kelam ilmine göre inkârı mümkün olmayan zorunlu bilgiler (zarurî) kategorisindendir. Kelam âlimlerine göre duyu organlarıyla elde edilen bilgilerin, kesin bilgiler olarak kabul edilmesi için duyu organlarının sağlam ve sağlıklı olması gerekir. Çünkü çeşitli nedenlerle duyu organlarımızın verdiği bilgiler bizi yanıltabilir. Üstelik bu organlarımızın kapasiteleri de sınırlıdır. Örneğin; gözümüz sadece belli ışın dalgalarını görebilir, kulağımız sadece belli aralıktaki ses frekanslarını işitebilir. Kelam ilmi, duyu organlarını bilgi kaynağı olarak kabul eder. Bununla birlikte yanılma olasılığı olan duyularla elde edilen bilgiyi, vahyin ve aklın denetlemede önemli bir rolü olduğunu da belirtir. KONUŞALIM Dinî sorunları çözmede kelamın yöntemlerinden olan akıl, vahiy ve duyular konusu üzerinde sınıfta konuşunuz. Akıl, vahiy ve duyuların bize hangi alanlarda bilgi verdiklerini, kesinlik derecelerini ve fonksiyonlarını belirleyiniz. Daha sonra bunları bir kavram haritası üzerinde gösteriniz. 7.3. Bilgi-Değer İlişkisi İnsan, eylemlerinde bir amaç gözetir. Amacı belirlenmemiş davranışın bir anlamı yoktur. İnsanlar bir tercih yaptıklarında, bir eylemde bulunduklarında belli bir değere göre hareket ederler. Bir eşya yararlı ya da yararsız, bir davranış iyi ya da kötü, bir bilgi doğru ya da yanlış ve bir resim güzel ya da çirkin olduğu için tercih edilir ya da tercih edilmez. Söz konusu eşya, davranış, bilgi ve resim hakkında verdiğimiz yararlı, iyi, güzel doğru gibi hükümler, olanla olması gereken arasındaki farkı da belirler. Örneğin; zulüm, olmaması gereken bir davranıştır. Olması gereken adalettir. Çünkü insanlar değer bakımından zulmü “kötü”, adaleti ise “iyi” olarak nitelerler. Buna göre değeri, bir takım eylemleri doğru veya yanlış, iyi veya kötü, güzel ya da çirkin şeklinde nitelememizi sağlayan ölçütler olarak kabul edebiliriz. Bu durumda yararlı ve zararlı gibi nesne değerlerden, güzel ve çirkin gibi estetik (sanat) değerlerden, iyi ve kötü gibi ahlakî değerlerden, doğru ve yanlış gibi mantıkî değerlerden bahsetmek mümkündür. Kur’an’da değer belirten ifadeler çokça tekrarlanır. İnsanların bazı söz ve davranışları iyi, güzel ve doğru olarak nitelenirken, bazı söz ve davranışları ise kötü, çirkin ve yanlış olarak nitelenir. Böylece inanan insan, vahyin bildirdiği olumlu değerlere uygun söz ve eylemlerde bulunmak ve olumsuz değerlere uygun söz ve eylemlerden de kaçınmak ister. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”28 buyrulmuştur. 28 Nahl suresi, 90. ayet. 31 KELAM İnsan kendine bildirilen vahiyden OKUYALIM - BULALIM ve aklını kullanarak oluşturduğu değerlerden hareket ederek, hırsızlık yapmayı, yalan söylemeyi, haksızlık yapmayı kötü olarak niteler. İyilik yapmayı, doğru söylemeyi ve emeğiyle çalışıp kazanmayı da güzel olarak niteler. Değerler ne kadar kabul edilir ve tekrar edilirse o oranda yaygınlaşır ve nesnellik kazanır. İslam âlimleri değerlerin nesnelliğini vurgulamak için “ahlak” kelimesini davranışların zorlanma olmaksızın insanın kendinden çıkan huy şeklindeki tarif etmişlerdir. Kur’an’da da ahiret hayatını dışlayan putperest ve kabileci müşriklerin dünyevî zevkleri temel alan Cahiliyye Dönemi değerlerinin herkes tarafından kabul edilemez olduğu vurgulanmaktadır. Ahlaki değerlerin nasıl bilindiği “Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu, aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün! Bakın ki, verdikleri hüküm ne kadar kötüdür!” (Nahl suresi, 59. ayet.) “Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!” (Câsiye suresi, 21. ayet.) “Dediler ki: Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman helâk eder. Bu hususta onların hiçbir bilgisi de yoktur. Onlar sadece zanna göre hüküm veriyorlar.” (Câsiye suresi, 24. ayet.) Yukarıdaki ayetler, müşriklerin bazı düşünce ve davranışlarının çirkin, kötü ve yanlışlığını konu edinmektedir. Bu düşünce ve davranışlar hangileridir? Müşriklerin bunlar hakkında verdikleri hükümler nelerdir? Bulunuz. konusunda kelam âlimleri iki farklı görüş öne sürmüşlerdir. Eş’arî âlimler insan eylemlerinin kendinde iyi-kötü gibi bir değerlerinin olmadığını, bu yüzden aklın neyin iyi neyin kötü olduğuna karar veremeyeceğini ve bilemeyeceğini, iyi ve kötünün ancak vahyin ifadesiyle anlaşılabileceğini iddia etmişlerdir. Mutezilî ve Maturidî âlimler ise fiillerin kendinde iyi-kötü gibi ahlakî değerleri olduğunu, aklın onlara iyi ya da kötü hükmü vermediğini ancak evrensel olan bu değerlerin akıl ile bilinebileceğini belirtmişlerdir. Maturidî ve Mutezilî âlimlerine göre inancı olmasa da birçok insanın ahlakî değerlere uygun davranabilmesi, bu değerlerin insanlardan bağımsız bir gerçeklikleri olduğunu gösterir. Bu nedenle özgür iradeye sahip insanın bu değerlere uygun davranması ve davranışlarının sorumluluğunu yüklenmesi gerekir. Kur’an’a göre inandıktan sonra özgür iradesiyle ahlakî değerlere uygun yaşayan insan, bu dünyada mutlu olduğu gibi ahirette de karşılığını alacaktır. Çünkü Kur’an’da “Allah güzel davrananları sever.”29 buyrulmuştur. 29 Bakara suresi, 195. ayet. 32 I. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ ve TEMEL SORUNLARI BULALIM Aşağıda bazı ahlakî, mantıkî ve estetik değerler verilmiş; bu değerlere uygun davranışlar Kur’an-ı Kerim’den örneklendirilmiştir. Siz de verilen değerlere uygun örnekler bulunuz ve söyleyiniz. Ahlakî (Etik) Değerler Mantıkî (Bilgi) Değerler Estetik (Sanat) Değerler İyi Kötü Doğru Yanlış Güzel Cömertlik (İsrâ suresi, 29. ayet.) Savurganlık (İsrâ suresi, 29. ayet.) Doğru söz söylemek (Yusuf suresi, 27. ayet.) Zanna göre hareket etmek, yalan söz (En’am suresi, 116. ayet.) Cennet (Âl-i İmrân 14. ayet); Allah’ın isimleri (A’râf suresi, 180. ayet.) Çirkin Fuhşiyat (Bakara suresi, 169. Ayet, Nahl suresi, 90. ayet.) Merkep sesi (Lokman suresi, 19. ayet.) 7.4. Bilgi-İnanç İlişkisi İnsan duyu organları vasıtasıyla çevresiyle sürekli bir etkileşim içerisindedir. Bu etkileşim insana çevresinden birçok veriyi taşır ve insan zihni de bu verileri çeşitli şekillerde kategorize ederek kavramlara ulaşır. Örneğin; çevremizdeki tek tek ağaçlardan hareketle zihnimiz bir “ağaç” kavramına ulaşır. İnsan aklı bu kavramlarla yetinmez. Kavramlar arasında çeşitli ilişkilerle varlıklar hakkında yeni hükümler oluşturur. İnsan aklının elde ettiği kavramlar ve kavramlardan hareketle elde ettiği hükümler bilgi olarak tanımlanabilir. İnanç ise deney ötesi olana, görünmez olan gayba bağlanma anlamında bilgiden farklıdır. Psikolojik anlamda derûnî, şahsî ve bireysel bir tecrübe olan “Allah vardır ve ben ona inanıyorum.” şeklindeki bir önerme, ilke olarak mantıkî anlamda doğrulu- TARTIŞALIM “Onlara: Allah’ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, ‘Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız’ dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?” (Bakara suresi, 170. ayet.) “Bunlar (putlar), sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar. Hâlbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir.” (Necm suresi, 23. ayet.) “…De ki: Yanınızda bize açıklayacağınız bir bilgi var mı? Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.” (En’âm suresi, 148. ayet.) Yukarıdaki ayetlerde müşriklerin inancının niçin eleştirildiğini tartışınız. 33 KELAM ğu sorgulanamayan bir önermedir. Kelam âlimleri bunu ifade etmek üzere imanın aklın değil kalbin bir fiili ve tasdiki olduğunu ifade etmişlerdir. Ancak bu, inancın bilgiden yoksun olduğu ya da onu dışladığı anlamına gelmez. Kur’an’da müşriklerin vahye dayanmayan bilgisizce oluşturdukları batıl inançları eleştirilmiştir. Çünkü onlar arzularına uyarak bilgileri olmadan cinleri Allah’a ortak koşuyorlar, Allah’a oğullar ve kızlar yakıştırıyorlar, putlara tapıyorlar, ahireti inkâr ederek zanlarına göre hayatlarının sadece bu dünya ile sınırlı olacağını söylüyorlardı. Bunun için Kur’an, insanları düşünmek suretiyle inançlarını temellendirmeye ve akıl yürütme güçlerini kullanmaya şu şekilde davet etmiştir. “De ki: İşte benim yolum: Ben şuurlu bir şekilde Allah’a çağırıyorum, bana uyanlar da…”30 Yine Kur’an’da “Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.”31 buyrularak, hem duyuya dayalı aklî tasdikte hem de kalbî tasdikte bilginin önemine dikkat çekilmiştir. Kur’an’ın ilk inen ayetinin “oku” olması vahiyle inen ayetlerin okunması anlamına geldiği gibi evrende Allah’ın yaratışına delalet eden varlıkların gözlenmesi ve araştırılması gerektiği anlamını da ifade eder. Çünkü Kur’an’da “… Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu”32 ve “Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar.”33 buyrulmuştur. Böylece iman, bilgiyi engellemediği gibi, cehalete dayalı bir iman da batıl inançlardan uzak kalamaz. YORUMLAYALIM “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, Sen kendini bilmezsin ya nice okumaktır. Okumaktan mana ne, kişi Hakk’ı bilmektir Çün okudun bilmezsin ha bir kuru emektir. (Yunus Emre) Yunus Emre, bu dörtlükte bilginin amacını ne olarak belirlemiştir? Yorumlayınız. 30 Yûsuf suresi, 108. ayet. 31 İsrâ suresi, 36. ayet. 32 Zümer suresi, 9. ayet. 33 Fâtır suresi, 28. ayet. 34 I. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ ve TEMEL SORUNLARI ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM A. Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplandırınız. 1. Kelam ilmini konusu açısından tanımlayınız. 2. Kelam ilmi hangi yöntemleri kullanır? Kısaca açıklayınız. 3. Kelam ilmi hangi aşamalardan geçerek bir ilim dalı hâline gelmiştir? Belirtiniz. 4. Kelam ilmi ile diğer İslam ilimleri arasındaki ilişki nasıldır? Örnekler veriniz. B. Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru seçeneklerini işaretleyiniz. 1. Aşağıdakilerden hangisi kelam ilminin amaçları arasında yer almaz. A) İslam inançları ile ilgili ayetleri yorumlamak B) İnsanın dünya ve ahiret mutluluğunu temin için çaba göstermek C) İslam inanç esaslarını eleştirilere karşı savunmak D) İbadetlerin nasıl yerine getirileceğini açıklayıp göstermek E) İnanç esaslarının ispatını vahiy ve aklın verileriyle yaparak kişinin imanını taklitten kurtarmak 2. (I) Allah, evreni varlığının bir işareti olarak nitelemektedir. (II) Evrendeki her varlık, Allah’ın yarattığı ölçüye göre hareket eder. (III) İnsan kendisine verilen nimetlere karşı Allah’a şükreder. Yukarıdaki ifadelerden hangisi ya da hangileri Allah-âlem ilişkisiyle ilgilidir? A) Yalnız I B) Yalnız II C) I-II D) II-III E) I-IIII 3. “O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır...” (Mülk suresi, 2. ayet.) Yukarıda meali verilen ayet aşağıdakilerden hangisine öncelikle dikkat çekmektedir? A) Hayatın ahlakî amacına B) Allah’ın sıfatlarına C) İbadetlerin gerekliliğine D) İnsanın olumsuz özelliklerine E) Ahirete iman etmenin gerekliliğine C. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri verilen uygun ifadelerle doldurunuz. (vahiy, iman, kesin) 1. Kelam ilmine göre insanın bilgi kaynakları duyular, akıl ve ……….…den oluşur. 2. Vahyin verdiği bilgi kelam ilmine göre ……………. dir. Ç. Aşağıda verilen bilgilerden doğru olanı “D”, yanlış olanı “Y” ile işaretleyiniz. (…) Kelam ilminde ele alınan konular Allah’ın varlığı ve birliği konusuna indirgenebilir. (…) Naklin yorumunda aklı da kullanan kelam yöntemi ilk defa Mutezile ile doğmuştur. (…) İmam Eş’arî’ye göre kişi aklıyla dinî hükümleri bilebilir. (…) İmam Maturidî kişinin aklıyla Allah’ın varlığını bulabileceğini belirtmiştir. 35 KELAM II.ÜNİTE İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM 1. ‘‘Fırka, mezhep ve tarikat’’ kelimelerinin anlamlarını araştırınız. 2. ‘‘Hakem Olayı’’ hakkında bilgi toplayınız. 3. “Fikirlerin çarpışmasından hakikat ışığı doğar.” sözünün anlamı üzerinde düşünerek düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız. 4. Din anlayışları ve din arasındaki farkı araştırınız. 5. Alevilik ve Bektaşilik hakkında bilgi toplayınız. 36 II. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR 1. Yorum Farklılıklarının Ortaya Çıkış Sebepleri İslam dininin temel kaynakları Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamberin sünnetidir. Hz. Peygamber hayattayken Müslümanların inanç ve ibadet alanıyla ilgili tüm sorunlarına çözüm getirdiği için Müslümanlar arasında dinî konularda farklılaşmaya sebep olacak görüş ayrılıkları ortaya çıkmamıştır. Hz. Peygamberin vefat etmesiyle birlikte Müslümanlar arasında ortaya çıkan siyasi ve dinî sorunlar ve bu sorunlara getirilen çeşitli cevaplar farklı yorumların ortaya çıkmasını da beraberinde getirmiştir. Yorum veya mezhep, dinin anlaşılması ve uygulanmasıyla ilgili olarak ortaya çıkan fikrî ve beşerî oluşumlardır. Müslümanlar arasında dinî konularla ilgili olan farklı yorumların ortaya çıkmasının birçok sebebi vardır. Bunların başında toplumsal, kültürel, siyasi, coğrafî, insanî farklılıklar, dinî metinler ve bireysel anlayış farklılıklarından kaynaklanan sebepler gelmektedir. İslam Düşüncesinde Yorum Farklılıklarının Ortaya Çıkış Sebepleri Dinî Metinlerden Kaynaklanan Sebepler İnsanın Yapısından Kaynaklanan Sebepler Sosyal sebepler Kültürel Sebepler Siyasî Sebepler Coğrafî Sebepler İnsanın Yapısından Kaynaklanan Sebepler: Dinin anlaşılması ve yaşanması için dinî metinlerin doğru bir şekilde anlaşılarak yorumlanması gerekir. Bu anlama ve yorumlama, insan tarafından yapılır. İnsan ise düşünen, sorgulayan, sebep ve sonuçları araştıran akıl sahibi bir varlıktır. İnsanların anlayış ve düşünceleri birbirinden farklıdır. Bu farklılık Allah’ın onlara verdiği akıl, tefekkür ve düşünce kabiliyetinin doğal bir sonucudur. İnsanların kabiliyetleri, huyları, ilgileri, ihtiyaç ve beklentileri, dünyaya bakışları ve algılamaları birbirinden farklıdır. Mesela aynı resme bakan kişiler, birbirinden farklı duygular hissederler, aynı kitabı okuyanlar, onun üzerine değişik yorumlar yapar ve farklı sonuçlar elde ederler. Aynı resim üzerinde farklı duyguların hissedilmesi ve aynı kitaptan farklı sonuçlar elde edilmesi insanların olay ve olgulara farklı yaklaşımlarının bir sonucudur. Dolayısıyla düşünce ve sorgulama yeteneğine sahip insanın yapısındaki farklılıklar dini anlama ve açıklamalarına da yansır. Böylece çeşitli ekol ve mezheplerin ortaya çıkmasına neden olur. Sosyal sebepler: Sosyal hayat sürekli bir değişme, gelişme ve yenilenme içindedir. Her zaman ve mekânda geçerliliğini koruyan evrensel nitelikli ilkeler varlığını sürdürürken yerel nitelik taşıyan unsurlar da zamanla varlıklarını yitirirler. Dolayısıyla sosyal bir ortam içinde yaşayan bir varlık olan insanın sosyal sebeplere bağlı olarak sürekli bir değişim ve yenilenme içinde olması kaçınılmazdır. 37 KELAM Sosyal hayatın kendine özgü yapısı her alanda olduğu gibi İslam düşüncesinde de farklı yorum biçimlerinin ortaya çıkması üzerinde etkili olmuştur. Mesela köy yaşamı ile şehir yaşamının sosyal yapısı birbirine benzemez. Bundan dolayı da şehir ve köylerdeki dinî hayat ve dinî anlayışların birbirinin aynı olmaması doğaldır. Ayrıca, toplumları derinden etkileyen savaş, doğal afet, siyasi ve ekonomik krizler de sosyal yapıları doğrudan etkilediği için çeşitli yorumların ortaya çıkmasının önemli nedenlerindendir. Kültürel Sebepler: İslam dini kısa bir zaman içinde Arabistan Yarımadası’nın dışına yayıldı ve Suriye, İran, Irak, Mısır gibi bölgeler İslam coğrafyasının bir parçası haline geldi. Bu bölgelerde Hristiyanlık, Yahudilik, Mecusilik ve Zerdüştlük gibi inançlar yaygın bir şekilde bulunuyordu. Müslümanlar fethettikleri bu bölgelerde karşılaştıkları din ve inanç mensuplarıyla bir arada yaşamak zorunda kalmışlardır. Dolayısıyla bazı Müslümanlar yaşadıkları coğrafyadaki kültür, örf, adet ve geleneklerinden etkilenerek İslam dininin anlaşılması, yorumlanması ve yaşanmasında farklı bir yaklaşım benimseyebiliyordu. Ayrıca yeni Müslüman olan bireyler de daha önceki din, kültür, örf ve adetlerinden tamamen sıyrılamadıkları için dinî konuları anlamada ve yorumlamada bunların etkisinden tamamen kurtulamıyorlardı. Mesela hicri birinci asırdan itibaren kelamî tartışma konuları arasında yer alan cebr, ihtiyar, Allah’ın zatı ve sıfatları gibi konular İslamiyetten önce diğer din mensupları tarafından tartışılmıştır. Müslümanların yaşamış oldukları bölgeler birbirlerinden tamamen farklı kültürel ortamlara sahiptir. Bu sebeple aynı dinî sorunlara farklı çözümler üretilmiştir. Ancak bu farklı çözümler dinin değişmez esaslarıyla ilgili değildir. Coğrafî Sebepler: Fetihlerle birlikte İslam coğrafyası farklı iklimlere sahip, çeşitli kültür ve dinlere mensup milletleri içine alan geniş topraklardan oluşuyordu. İslam dini, sıcak ve kurak bir coğrafyada doğmuş olmasına rağmen kısa bir süre içerisinde birçok farklı iklim ve coğrafyalara ulaşmıştır. Akdeniz sahillerindeki iklim ile Kafkasya ve Orta Asya coğrafyasındaki iklim birbirinden farklı olduğu gibi Hindistan yağmur ormanlarından oluşan coğrafya ile kurak ve sıcak bir iklime sahip olan Arabistan Yarımadası da birbirinden farklı özelliklere sahiptir. Çeşitli coğrafyalarda yaşayan Müslümanların yaşam şekilleri ve ihtiyaçları da bulundukları bölgenin özel koşullarından etkilenir. Dolayısıyla coğrafî sebeplere dayanan yaşam biçimlerindeki çeşitlilik dinin uygulamaya yönelik alanlarına farklı şekilde yansıyarak değişik yorum ve uygulamaların ortaya çıkması üzerinde etkili olmuştur. Mesela coğrafî sebeplere bağlı olarak kıyafet, yemek kültürü ve diğer alanlardaki örf ve adetlerin çeşitlilik arz etmesi İslam düşüncesindeki yorumlar üzerinde de belirgin bir biçimde etkisini göstermiştir. 38 II. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR Siyasi Sebepler: İslam düşüncesindeki birçok yorum farklılığının ortaya çıkmasının başlıca nedenlerinden biri siyasî sebeplerdir. Siyasî sebepler dinin anlaşılmasında ve uygulanmasında doğrudan veya dolaylı olarak etkisini göstermiştir. Belirli bir dinî yorumun öne çıkarılması, diğer yorumların görmemezlikten gelinmesi veya siyasi iktidarın zaaflarını herhangi bir dinî yorumla meşrulaştırılması gibi hususlar bu sebepler arasında yer almaktadır. Hz. Peygamber ve ilk dört halife dönemlerinde meydana gelen bazı olayların farklı şekillerde yorumlanması Müslümanlar arasında çeşitli mezheplerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Mesela peygamberimizin vefatından sonra kimin halife olacağıyla ilgili tartışmalar, ileri sürülen görüşler ve her görüşün ayet ve hadislerle delillendirilmesi çabaları birçok mezhebi ortaya çıkarmıştır. Şiîlik ile Sünnîlik bu meselelerin çözümü konusundaki farklılıkların bir sonucudur. Hz. Ali ile Hz. Aişe arasında meydana gelen Cemel Vakası ile Hz. Ali ve Muaviye b. Ebu Süfyan arasında meydana gelen Sıffin savaşı; Haricîlik ve Şiîlik gibi siyasî - itikadî ekollerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Ayrıca bu savaşlarda ölen ve öldürülen Müslümanların dünya ve ahiretteki durumlarının ne olacağıyla ilgili tartışmalar da Mürcie ve Mutezile gibi itikadî yorumların doğmasına zemin hazırlamıştır. Dinî Metinlerden Kaynaklanan Sebepler: İslam dininin ana kaynakları olan Kur’an-ı Kerim ve hadisler dinî metinlerin başında yer alır. Ayet ve hadislerin tamamı anlam bakımından açık ve seçik değildir. Bazıları daha kolay anlaşılırken bazılarının anlamı kapalıdır ve bu sebeple yoruma açıktır. Bu metinlerde geçen bazı kavram ve ifadeler farklı anlayış ve yorumların ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Örneğin Kur’an-ı Kerim’de zor anlaşılan, benzer anlamlar içeren ya da birden fazla anlama gelen PAYLAŞALIM müteşabih ayetler vardır. Bu ifadeler yorum farklılığına zemin hazırlamıştır. Mesela Kur’an’daki İslam düşüncesinde ortaya çı“Allah’ın eli”1 ve “Allah’ın yüzü”2 gibi ifakan çeşitli yorumlar bir sapma mı deler, bazı İslam âlimleri tarafından herhangi bir yoksa zenginlik midir? Düşüncelerinizi yoruma tabi tutulmadan anlaşılmış, bazı alimler arkadaşlarınızla paylaşınız. de bu ifadeleri “Allah’ın kudreti” ve “Allah’ın zatı” şeklinde yorumlamayı tercih etmişlerdir. 2. Belli Başlı İtikadî Mezhepler İslam düşüncesinde çeşitli siyasi, itikadi ve ameli sorunların çözümü için ileri sürülen yorumların kurumsallaşması mezhepleri doğurmuştur. Mezhep kelimesi sözlükte görüş, tutum, fikir, takip edilen yöntem ve gidilen yol anlamında kullanılır. Terim olarak ise mezhep, kendi içinde tutarlı bir metot ve düşünce sistemine sahip olup belli fikir ve şahıslar etrafında oluşan hareketlerdir. İslam düşüncesinde mezhepler itikadî ve amelî-fıkhî olmak üzere ikiye ayrılır. İtikadî mezhepler dinin inanç alanıyla ilgili konular üzerinde yoğunlaşırken amelî –fıkhî mezhepler dinin uygulama alanıyla ilgili konuları ele alır. 1 Fetih suresi, 10. ayet. 2 Kasas suresi, 88. ayet. 39 KELAM Kolaylıktır. Düşünce zenginliğidir. Din değil, dinin yorumudur. MEZHEP Sorunlara çözüm arayışıdır. İnsan ürünüdür. Değişime açıktır. Fikir ve düşünce özgürlüğünün bir ürünü olan ve akla önem veren çeşitli yorum ve mezheplerin ortaya çıkması doğal bir durumdur. Bundan dolayı da tarih boyunca Müslümanlar arasında dinî konularda pekçok görüş ve düşünce ileri sürülmüştür. Bu yorum zenginliğinin hakikatin ortaya çıkmasına katkı sağlayan çabalar olarak görülmesi gerekir. Bunun için de İslam dünyasında ortaya çıkan ve vahyin özüne ters düşmeyen tüm mezhepler ve yorumlar kültürel zenginlik olarak görülmeli ve hoşgörü temelinde değerlendirilmelidir. Havaric, Şia, Mürcie, Mutezile, Eş’ariye ve Maturidiye gibi oluşumlar müslümanların inanç ve siyaset konusunda karşılaştıkları sorunların çözümü için farklı görüş ve düşünceler ileri sürmüş başlıca itikadî ve siyasi mezheplerdir. 2.1. Havariç Müslümanlar arasında ortaya çıkan ilk itikadî fırka haricîliktir. Sıffin Savaşı’nda Hz. Ali’yi destekleyen bir grup savaşın sonlarında gündeme gelen Hakem Olayı ile birlikte desteğini çekerek ayrılmıştır. Haricîler, “Lâ hükme illâ lillah” (Hüküm yalnızca Allah’a aittir.) sloganıyla ortaya çıkmış, Hakem Olayını kabul ettiği için Hz. Ali’yi de reddetmiş ve belli bir süre sonra da itikadî boyut kazanmış bir gruptur. Daha sonraları kendi aralarında da siyasî ve itikadî birçok konuda ihtilafa düşerek çok farklı fırkalara ayrılmışlardır. Haricîlere göre İslam’ın en ideal uygulaması Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer dönemlerinde gerçekleşmiştir. Hz. Osman hilafetinin son altı yılındaki uygulamalarıyla, Hz. Ali de Muaviye karşısındaki haklı davasını hakeme götürmeyi kabul ettiği için küfre düşmüşlerdir. Halife olmak için Kureyşli olmak diye bir şart yoktur ve köle bile olsa ilim ve cesaret sahibi her Müslüman halife olabilir. Ayrıca Haricîlere göre amel ve iman birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğu için büyük günah işleyen bir kimse İslam dairesi dışına çıkmış olur. 40 II. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR Haricîlik, birçok konuda benimsemiş olduğu değişik fikir, düşünce ve tutumlarından dolayı İslam dünyasında fazla tutunamamış ve zamanla yok olmuştur. Ancak hariciliğin bir alt kolu olarak ortaya çıkan İbadiyye ekolü günümüze kadar varlığını devam ettirerek gelmiştir. Günümüzde İbadîler, daha çok Fas, Tunus, Cezayir, Madagaskar, Zengibar ve Umman Sultanlığında yaşamaktadırlar. 2.2. Şia Şia, Hz. Ali’nin Hz. Peygamberden sonra nass ve tayinle imam olduğuna, imametin kıyamete kadar onun soyunda devam ettiğine inanan şahıs veya toplulukların müşterek adıdır. Şiîler, imamet konusunu inanç esaslarından biri olarak kabul ederler. Onlara göre imamet konusu hem ayetlerle hem de Hz. Peygamberin vasiyetiyle sabit olmuştur ve her ikisi de Hz. Ali için gerçekleşmiştir. Dolayısıyla Hz. Ali’den önce hilafet makamına gelenlerin yönetimleri meşru değildir. Tarih içinde gelişerek itikadî, siyasî ve fıkhî konularda kendine özgü fikirleriyle bağımsız bir ekol olarak varlığını sürdürmüştür. Şiîlik zamanla kendi içinde birçok konuda farklı tutum ve görüşler benimseyerek değişik kollara ayrılmıştır. Zeydiye, İsmailiye ve İsnâ Aşeriye-İmamiye bu ana kollardan günümüze ulaşarak varlığını devam ettirmişlerdir. Günümüzde Şiilik denildiği zaman imamiye ekolü anlaşılır. Nas ve tayinle imam olanların sayısının on iki olduğuna inandıkları için “İsnâ aşeriyye” olarak da isimlendirilen İmamiye İran’da resmi mezhep olarak benimsenmiştir. İmamiye ekolüne göre dinin temel esasları tevhit, nübüvvet, imamet, ahiret ve adalet olmak üzere beştir. İman esasları içinde yer alan imamet inancına göre imamların sayısı on ikidir ve on ikinci imam halen sağdır ve günü geldiğinde tekrar taraftarları arasına dönecek ve yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Şianın diğer önemli bir ekolü olan Zeydiye, İmamiyenin dördüncü imamı Ali Zeynelabidin’in oğlu Zeyd’i imam kabul eder. Bugün Yemen’de yoğun olarak yaşayan Zeydîler, imamet konusundaki bazı görüşleriyle diğer şiî fırkalardan ayrılırlar. Onlara göre Hz. Peygamber isim ve şahıs belirterek kimseyi imam olarak tayin etmemiştir. Haşimoğullarına mensup, ilim, cesaret ve takva sahibi bir kimse imametini ilan ederek ayaklanırsa imamlığı hak etmiş olur. İmamlar hatasız ve günahsız değillerdir. İmamların sayısı oniki değildir. İsmailiye ekolü ise Cafer-i Sadık’ın ölümünden sonra imametin oğlu İsmail’e ve onun soyundan gelenlere ait olduğunu iddia ederler. İsmailîler, Fatımî Devleti’nin kurulmasıyla güçlenmişler, ancak bu devletin yıkılmasıyla zayıflamışlardır. 41 KELAM BİLİYOR MUYDUNUZ? 12. Muhammed Mehdi 1. Hz. Ali 2. Hz. Hasan 3. Hz. Hüseyin 11. Hasan Askeri 10. Ali Naki 4. Ali Zeynelabidin ŞİA’NIN 12 İMAMI 5. Muhammed Bakır 9. Muhammed Taki 8. Ali Rıza 7. Musa Kazım 6. Cafer-i Sadık 2.3. Mürcie Mürcie, irca kelimesinden türemiş olup tehir eden, erteleyen, geriye bırakan anlamlarına gelir. Terim anlamına gelince mürcie, büyük günah işleyenin ahlaksız (fasık) mümin olduğunu, ancak ahiretteki durumunun Allah’a bırakılması gerektiğini kabul eden şahıs veya toplulukların müşterek adıdır. Onlara göre büyük günah işleyen dinden ve imandan çıkmaz. Genel olarak Haricîliğe karşı bir tepki olarak doğan Mürcie, Müslümanlar arasında yaşanan siyasî çatışmalara karışanlar ve bunun sonucunda ölen ve öldürülenleri tekfir edenler karşısında sessiz kalmayı tercih etmiştir. Çünkü onlara göre bir kişi iman ettikten sonra işlediği günahlar imanına zarar vermez. Günah işlemekle iman eksilmez, amelleri yerine getirmekle de iman artmaz. Onlara göre Allah dilerse affeder, dilerse cezalandırır. Mürcie Hz. Osman, Hz. Ali ve Sıffin ile Cemel olaylarına karışanları tekfir etmemiş, onların ve büyük günah işleyenlerin durumlarını Allah’ın vereceği karara bırakmış, bunların cennetlik veya cehennemlik oldukları konusunda görüş belirtmemiş bir gruptur. Mürcienin doğuşunda dönemin siyasî olayları etkili olmuştur. Haricîlerin aşırı fikirleri ve şiddet içerikli eylemleri, Emevî-Haşimî çekişmesi gibi olaylar karşısında Mürcie İslam toplumunun birliğini savunmuş, siyasî olaylara karışmamış ve bu tavrını da itikadî alana taşıyarak ilkeleştirmiştir. Mürcie tarafından benimsenen fikirler daha çok Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer taraftarlarının yoğun olarak yaşadıkları Mekke ve Medine’de ortaya çıkmıştır. Daha sonra Basra, Kufe ve diğer şehirlerde yayılmıştır. Özellikle Orta Asya’da ve Horasan’da yayılmış ve türklerin islamlaşmasında önemli katkıda bulunmuştur. Ayrıca Maturidiliğin sistemleşmesinde de bazı fikirleriyle önemli rol oynamıştır.3 Mürcieye göre; iman bilgi ve tasdikten ibarettir, iman artmaz ve eksilmez. Ayrıca işlenen günahlar da imana zarar vermez. 3 Sönmez Kutlu, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürciye ve Tesirleri, s. 274. 42 II. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR OKUYALIM – ANLAYALIM MÜRCİE’NİN BAZI TEMEL GÖRÜŞLERİ 1. Bir Müslüman işlediği büyük günah sebebiyle imandan çıkmaz ve küfre düşmez. Bu dünyada mümin muamelesi görür ancak işlediği günah dolayısıyla fasıktır. Onun ahiretteki durumu Allah’ın dilemesine bağlıdır. Allah isterse onun günahını bağışlar isterse onu cezalandırır. 2. Şartlı ve şüpheli iman olmaz. Bir mümin imanını ve mümin olduğunu hiçbir kuşkuya yer bırakmadan ifade etmelidir ve “ben gerçekten müminim” demesi gerekir. 3. İslam’ı benimseyen biri Allah’ın birliğini ve Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu gönülden benimsediğini diliyle söylemekle mümin sıfatını kazanmış olur. 4. Ameller imanın bir parçası olmadığı için amelleri işlemekle iman artmaz, onları terk etmekle veya günah işlemekle de azalmaz. Böyle bir kişi sadece günahkâr olur ve cezasını çeker. Ancak hafife alarak veya günah olduklarını inkâr ederek işlerse imanını kaybeder. 5. Bütün Müslümanlar iman bakımından birbirine eşittir. Birinin imanı diğerinden daha üstün veya daha az değildir. Farklılık sadece amellerde söz konusudur. (Sönmez Kutlu, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürciye ve Tesirleri, s. 101-147.) 2.4. Mutezile İslam toplumunu derinden etkileyen iç savaşlar ve bu savaşlarda ölenlerin durumlarıyla ilgili sorunlara çözümler üretmek amacıyla ortaya çıkan fırkalardan biri de Muteziledir. Hasan Basri’nin ilim meclisinde iç savaşa katılanlar ile büyük günah işleyenlerin durumları tartışılırken Vasıl b. Ata büyük günah işleyenlerin ne mümin ne de kafir olduğunu, bu iki yer arasında bir yerde olduklarını ileri sürerek Mutezilenin temellerini atmıştır. Emeviler, kendi iktidarlarını sağlam temellere oturtmak ve toplumdaki muhalefet hareketlerinin direncini kırmak için her şeyi Allah’ın iradesiyle ilişkilendirmek istiyorlardı. İlahi irade sonucu iktidara geldiklerini, toplumdaki buhranların ve yönetimdeki olumsuzlukların kendileriyle bir ilgisinin olmadığını ve her şeyin Allah’ın takdiriyle olduğunu ileri sürüyorlardı. İşte Emevi iktidarının bu olumsuz yaklaşımları ve insan iradesini yok saymaları sonucu Mutezilenin savunduğu fikirlerin yaygınlaşmasına zemin hazırlamıştır. Mutezile, İslam dünyasının genişlemesi, farklı din ve kültürlerle karşılaşılması ve başlayan tercüme faaliyetleriyle birlikte İslam dünyasına giren ve İslam’ın inanç esaslarına ters düşen dini ve felsefi görüşlerle mücadele etmiştir. Mutezile, İran ve Hint kökenli inançlar ile Yahudilik ve Hristiyanlık gibi dinlere karşı İslam’ın inanç ve ibadetle ilgili esaslarını savunmuştur. Abbasiler döneminde faaliyetlerini artıran Mutezile, İslam’ın inanç esaslarını açıklamada ve savunmada naklî deliller yanında 43 KELAM akli ve felsefi delilleri de kullanarak Kelam ilminin temellerini de atmıştır. Mutezilenin görüşleri tevhid, adalet, vaad ve vaîd, el- menzile beyne’l-menzileteyn, el-emru bi’l-ma’ruf ve’n-nehyu ani’lmünker şeklinde beş esas olarak sistemleştirilmiştir. Ayrıca Mutezile, Allah’ın ahirette kesinlikle görülemeyeceğini, Kur’an’ın mahluk olduğunu ve bir şeyin iyi ya da kötü olduğunun akıl yoluyla bilinebileceğini söylemiştir. OKUYALIM – YORUMLAYALIM MUTEZİLE’NİN BEŞ TEMEL ESASI 1. Tevhid: Allah zatında, sıfatlarında ve fiillerinde birdir. Kıdem Allah’a mahsus en özel sıfattır. Allah’ın diğer sıfatları onun zatının aynısıdır. Allah zatı ile bilir, zatı ile görür ve zatı ile işitir. 2. Adalet: Allah, çirkin ve kötü olan şeyleri yaratmaz. İnsan özgür ve sorumlu bir varlıktır, kendi fiillerinin yaratıcısıdır. Eğer insan fiillerinin yaratıcısı Allah olsaydı, Allah’ın iradesine uymayan fiillerinden dolayı bu insanı cezalandırması anlamsız olurdu. İnsanın yaptıklarından sorumlu tutulması için tam bir irade ve eylem hürriyetine sahip olması gerekir. Dolayısıyla insanın özgür bir iradesi vardır ve Allah bu iradeye müdahale etmez. Çünkü insanın iradesine müdahale Onun ilahi adaletiyle bağdaşmaz. 3. Vaad ve vaîd: Allah’ın, dünyada güzel amel ve davranışlarda bulunan kimseleri ahirette mükâfatlandıracağına söz vermesi vaad, Allah’ın kötü ameller işleyenleri cezalandırmakla tehdit etmesine de vaîd denir. Bu durum adalet ilkesinin doğal bir sonucudur. İyilik yapana mükâfat, kötülük yapana da ceza vermek Allah için vaciptir. Çünkü Allah ne vaadinden ne de vaîdinden döner. 4. el- menzile beyne’l-menzileteyn: Büyük günah işleyen kimse ne mümindir ne de kafirdir, iman ile küfür arasında bir yerdedir. 5. el-emru bi’l-ma’ruf ve’n-nehyu ani’l-münker: İyiliği emredip kötülükten sakındırmak her Müslüman için farz olan bir görevdir. 2.5. Ehl-i Sünnet Hz. Muhammed’in sünnetine uyan, onun ve ashabının yolunda yürüyen kimseler Ehl-i sünnet olarak adlandırılmıştır. Hz. Peygamber hayattayken Ehl-i sünnet dahil hiçbir mezhep yoktu. İslam ve ona gönül verenlerin tümü için Müslüman kavramı kullanılmıştır. Zamanla birçok siyasî, kültürel ve sosyal sebeplerden dolayı Müslümanlar arasında dinî konularla ilgili olarak bazı görüş farklılıkları ortaya çıktı ve buna bağlı olarak da bu farklı yorumlar, toplumda taban buldu. Haricîlik, Mürcie, Mutezile ve Şia gibi bazı mezhepler, fikir ve tutumlarıyla ana bünyeyi ve çoğunluğu oluşturan Müslümanlardan farklılaşmışlardır. İşte bu gruplardan herhangi birine mensup olmayan ve ana merkezde yer alan çoğunluğun temsil ettiği çizgiyi sürdürmeye çalışanlar Ehl-i sünnet olarak isimlendirilmişlerdir. 44 II. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR Ehl-i sünnetin inanç ve amel konusundaki görüşlerinin şekillenmesinde Hasan Basri’nin önemli katkıları olmuştur. Ayrıca bu ekolün inançla ilgili görüşlerinin şekillenmesinde İmam Azam Ebu Hanife’nin fikirleri yoğun bir şekilde belirleyici olmuştur. Diğer mezheplerin inançla ilgili görüşleri belirginleşmeye başlayınca Ehl-i sünnet çizgisinde yer alan alimler de bazı prensipler tespit ederek Ehl-i sünnetin bir ekol olarak varlığını sürdürmesine katkı sağlamışlardır. Ehl-i sünnet İslam dininin temel inanç esaslarında genel olarak aynı düşündüğü hâlde bu inanç esaslarının yorumlanmasında ve açıklanmasında farklı görüşler benimseyerek kendi içerisinde MaNOT EDELİM EHL-İ SÜNNETİN BAZI TEMEL GÖRÜŞLERİ 1. Allah vardır, birdir, eşi benzeri yoktur. Allah’ın kendine özgü çeşitli sıfatları vardır. 2. Allah, kâinatın tamamını yaratan yegâne yaratıcıdır. 3. İman, dil ile ikrar ve kalp ile tasdiktir. İman ve amel birbirinden farklıdır. 4. İnsanlar özgür irade sahibi varlıklardır ve yaptıklarından sorumludurlar. 5. İnsanlık tarihinin her döneminde peygamberler gönderilmiştir. Allah, Hz. Muhammed’i son peygamber, İslam’ı da son din olarak göndermiştir. 6. Kur’an-ı Kerim, Allah tarafından Hz. Muhammed’e indirilmiş vahiydir. Hiç bozulmadan vahyedildiği günden kıyamete kadar varlığını koruyacaktır. 7. İnsanlar öldükten sonra tekrar diriltilerek yaptıklarının karşılığını cennette veya cehennemde göreceklerdir. 8. İlk dört halifenin hilafet sırası Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali şeklindedir. 9. Günah işleyen bir Müslüman bu işlediği günahtan dolayı dinden çıkmaz. Bir Müslümana her ne sebeple olursa olsun kâfir demek doğru değildir. 10. Ehl-i kıble olan hiçbir kimse tekfir edilemez. turidilik ve Eş’arilik olmak üzere iki ana ekole ayrılmıştır. Bu ikisine ilaveten önceleri hadis taraftarları olarak bilinen, daha sonra Selefilik adı verilen bir grup daha vardır. Selefiliğin en belirgin özelliği inanç konularında akla yer vermeden ayet ve hadislerle yetinmek, anlamı açık bir şekilde anlaşılmayan, yoruma ihtiyaç duyan ve başka anlamlara gelme ihtimali bulunan ayet ve hadisleri yorumlamaktan kaçınmaktır. 45 KELAM 2.5.1. Eş’ariye Ehl-i sünneti meydana getiren mezheplerden biri Eş’arîliktir. Ebu’l-Hasan el-Eş’arî’nin itikadî görüşlerini benimseyenlere Eş’ariye denilmiştir. Gazzalî ve Fahreddin Razî gibi âlimler Eş’arîliğin temel görüşlerini benimseyerek yazdıkları eserlerle bu mezhebin geniş bir şekilde yaygınlaşmasını sağlamışlardır. İmam Eş’arî, itikadî konuların açıklanmasında akla değer vererek ayet ve hadislerin yanında akli delilleri de kullanmıştır. Eş’arîliğin temel görüşleri şunlardır: Allah birdir, eşi ve benzeri yoktur. Allah’ın zatı ile birlikte var olan ezeli sıfatları vardır. Kur’an-ı Kerim Allah’ın kelamıdır ve mahlûk değildir. Allah ahiret gününde müminler tarafından görülebilecektir. İnsanların fiilleri Allah tarafından yaratılmaktadır. Eş’arî’ye göre iman bilgi ve kalp ile tasdikten ibarettir. Büyük günah işleyen bir kimse günahkâr olur ama imandan çıkmaz. Günah işleyenin durumu Allah’a kalmıştır. Allah dilerse bu kimseyi bağışlar veya cezalandırır. Kendilerine dinî tebliğ ulaşmayan kimseler, akıllarıyla Allah’ı bulmak ve iman etmekle yükümlü değildir. İyi ve kötü, güzel ve çirkin akıl ile değil vahiyle bilinebilir. Bir şey Allah emrettiği için güzel, yasakladığı için çirkindir. Allah, kulları arasından seçtiği kişileri peygamber olarak gönderir. Peygamberlerin erkek olması şart değildir. Ahiret hayatıyla ilgili konular ancak nassla bilinir ve akıl ise bunların imkan dahilinde olduğunu kabul eder. Malikîlerin hemen hemen hepsi, Şafiîlerin büyük bir kısmı Hanbelî ve Hanefîlerin de çok az bir kısmı itikadî konularda Eş’arîliği benimsemişlerdir. Eş’arîlik daha çok Hicaz, Kuzey Afrika, Mısır, Irak, Suriye ve Endonezya’da yaşayan Müslümanlar arasında yaygındır. BİLGİ KUTUSU İMAM EŞ’ARÎ KİMDİR? Ebu’l-Hasan el-Eş’arî, M. 874 yılında Basra’da doğmuş ve M. 936 yılında Bağdat’ta vefat etmiştir. Yemenli meşhur sahabi, Ebu Musa Eş’arî’nin soyundan gelen Eş’arî, Mutezile âlimlerinden olan üvey babasının himayesinde ilim tahsilini sürdürdü. Onun etkisinde kalarak gençlik yıllarında Mutezile mezhebinin görüşlerini benimsedi ve bu mezhebi savunan eserler kaleme aldı. Ancak daha sonraları, hocasıyla yaptığı ilmî tartışmalarla yeni fikir arayışlarına girdi ve bu mezhebin görüşlerini eleştirmeye başlayarak Mutezile mezhebini terk etti. Selefiyenin imamı olarak kabul edilen Ahmed b. Hanbel’in yanında bir süre kaldıktan sonra Eş’arîlik olarak ortaya çıkan mezhebin temellerini oluşturan görüşleri savunmuştur. Bazı Eserleri: 1. el-İbane an usûli’d-diyâne 2. el-Lum’a fi’r-reddi alâ ehli’z-zeyği ve’l-bid’a 3. Makâlâtu’l-İslamiyyîn 46 II. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR 2.5.2. Maturidiye Akaid konusunda İmam Maturidi’nin görüşlerini benimseyenlerin oluşturduğu Ehl-i sünnet mezheplerinden bir diğeri de Maturidiliktir. Maturidî mezhebi, dinî konularda nakli önceleyen hadis taraftarları ile aklı önceleyen Mutezile arasında orta bir yolu tercih etmiştir. Bunun için de akaid alanında ayet ve hadislerle birlikte dinin anlaşılması için aklı da bir temel olarak kabul etmiştir. İmam Maturidi, İmam Azam Ebu Hanife’nin anlayışı doğrultusundaki fikirleri sistemleştirerek, daha sonra Ehl-i sünnet adıyla ünlenecek olan itikadî bir yapıya kavuşturmuştur. Maturidi, dinî konularda akla önem vermekle Mutezile’ye yakın bir çizgide yer almışsa da akıl ve nakil arasında kendine özgü bir denge kurmayı başarmıştır. Ona göre iman, tasdikten ibarettir, dilin ikrarı ise ikinci derecede yer alır. Amel imana dahil edilemez, çünkü yüce Allah, Kur’an’ın birçok ayetinde iman ve amele ayrı ayrı değinmiştir. Maturidiliğin genel prensipleri şöyledir: Allah vardır, birdir, eşi ve benzeri yoktur. İnsanın, akıl yoluyla Allah’ın varlığına ulaşması mümkündür. Çünkü Allah, insandan aklını kullanmasını, düşünmesini ve ibret almasını istemektedir. Bunun için de akıl Allah’ı tanıma konusunda bağımsızdır ancak yükümlülük ifade eden hükümleri tanıma konusunda bağımsız ve yetkin değildir. Allah her şeyi bir hikmet üzere yaratır. Hiçbir şeyi boşuna yaratmamıştır. Din ve şeriat birbirinden farklıdır. Din tektir, şeriat birden fazladır. Kur’an-ı Kerim Allah kelamıdır ve Allah’ın kelam sıfatı onun zatıyla birlikte var olan ezeli bir sıfattır. Kur’an’ın harfleri ve sesleri sonradan yaratılmıştır. İnsanın fiilleri yaratma bakımından Allah’a kesb (kazanma) yönünden insana aittir. İnsana cüz’î irade verilmiştir. Bundan dolayı da insan tüm fiillerinden sorumlu olan bir varlıktır. İnsan bir şeyi yapmak istediği zaman Allah, bu fiilin gerçekleşmesi için kudret yaratır ve insan da bu kudretle o fiili gerçekleştirir. Büyük günah işlemek insanı dinden çıkarmaz. İman ve amel ayrı şeyler olduğu için büyük günah işleyen kimsenin günahı imanına zarar vermez. Maturidî’nin dini anlama ve yorumlama sistemi, kendisinden sonraki birçok din bilginine ilham kaynağı olmuştur. Birçoğu Türk olan bu bilginler, onun ekolünü zenginleştiren ve yayan eserler yazmıştır. Maturidî’nin ekolü, ilk önceleri Maveraünnehir ve Horasan’da sonları da Afganistan, Doğu Türkistan, Pakistan, Hindistan, Malezya, Endonezya, Kafkaslar, Rusya, Türkiye, Orta Doğu ve Balkanlar’da yaşayan Müslümanların büyük bir kısmı tarafından benimsenmiştir. BİLGİ KUTUSU İMAM MATURİDİ KİMDİR? Türk kökenli bir aileye mensup olan İmam Maturidî, M. 852 yılında Semerkant şehrinde doğmuş ve M. 944’de aynı yerde vefat etmiştir. Maturidî’nin yetiştiği Semerkant, Ebu Hanife’nin görüşlerinin yaygın olduğu bir ilim merkeziydi. Maturidî, genç yaşta ilim tahsil ettiği medresenin başına geçmiştir. Maturidî, kelam, mezhepler, tefsir ve fıkıh alanında birçok eser vermiş ve Kur’an-ı Kerim’i tefsir eden “Te’vilatu’l-Kur’an” isimli kitabıyla önemli tefsirciler arasında yer almıştır. Ayrıca Maturidi’nin günümüze ulaşan “Kitabü’t-Tevhid” isimli eseri Türkçeye de tercüme edilmiştir. Büyük siyasi çalkantıların yaşandığı bir coğrafyada yetişen Maturidî, yeni müslüman olmuş Türk dünyasının büyük bir kesimi üzerinde etkili olan ve kendi adıyla anılan Maturidîlik mezhebinin temellerini atmıştır. 47 KELAM MATURİDÎLİK İLE EŞ’ARÎLİK ARASINDAKİ BAZI FARKLAR KONULAR MATURİDÎLİK EŞ’ARÎLİK İRADE-KESB İnsanda bağımsız bir cüz’î irade vardır. İnsan işleyeceği fiili belirler, Allah da o fiili yaratır. İnsanda bağımsız bir irade yoktur. AKIL İnsan, aklıyla Allah’ın varlığı fikrine ulaşabilir. Bunun için de Allah’ı bilmek aklen vaciptir. Allah’ı bilmek dinen vaciptir. İYİ-KÖTÜ (Husun-Kubuh) İyi veya kötü olan akılla bilinir. Din aklen kötü olanı yasaklar, iyi olanı da emreder. Husun ve kubuh meselesi ancak Allah’ın bildirmesiyle bilinebilir. İMAN İman, dil ile ikrar kalp ile tasdik etmektir. İman artmaz ve eksilmez. İman bilgi ve kalp ile tasdik olup artar ve eksilir. PEYGAMBERLİK Peygamberlerde aranan özelliklerden biri erkek olmaktır. Bu nedenle kadın peygamber gönderilmemiştir. Erkek olmak peygamberliğin şartlarından değildir. 3. İslam Düşüncesinde Fıkhî Yorumlar İslam düşüncesindeki fıkhî yorumlar, İslam dininin ibadet ve muamelat alanıyla ilgili sorunlara çözüm üretmek amacıyla büyük fakihlerin yetiştiği hicri ikinci asrın başlarından itibaren ortaya çıkmaya başlamıştır. Fıkhî mezhepler genellikle kurucuları kabul edilen müctehid imamların isimleriyle anılmaktadır. İmam Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Şafiî, İmam Ahmed b. Hanbel ve İmam Cafer Sadık gibi büyük fakihler bugün İslam dünyasında yaşamakta olan Hanefî, Malikî, Şafiî, Hanbelî ve Caferî mezheplerinin oluşmasına öncülük yapmışlardır. Hanefî mezhebi, Sünnî fıkıh ekollerinden biri olup İmam Azam Ebu Hanife’nin görüşlerine dayanır. Ebu Hanife, kendinden önceki fıkhî görüş ve rivayetleri, dönemindeki şartları ve ihtiyaçları dikkate alarak değerlendirmiştir. Dinin genel ilkelerini göz önünde bulunduran Ebu Hanife, nakil ile akıl ve hadis ile re’y arasında dengeli bir yol benimsemeye çalışmıştır. Dinî bilgi üretirken ve fıkhi ictihatlarda bulunurken akla ve akıl yürütmeye başvurması ve aklın nüfuz alanını genişletmesi sebebiyle Ebu Hanife ve taraftarlarına rey (akıl) taraftarları da denilmiştir. Dinin genel ilkelerini, toplumun geleneklerini ve insan için faydalı olanı dikkate ala- İMAM EBU HANİFE KİMDİR? Asıl adı Numan b. Sabit olan Ebu Hanife 80/699 yılında Kufe’de doğmuş ve 150/767 yılında vefat etmiştir. Irak’ın ünlü âlimlerinden ders alarak bilgisini geliştirdi. Hocası Hammad b. Ebu Süleyman’ın vefatı üzerine onun yerine geçti ve ders vermeye başladı. Kısa sürede ünü tüm ilim çevrelerinde yayıldı ve öğrencileri arttı. Ticaretle de uğraşan Ebu Hanife, müctehid düzeyinde birçok talebe yetiştirdi. Fıkıh bilgisi ve birçok konudaki pratik çözümleri sayesinde İmamı Azam ismiyle anıldı. Ömrünün büyük bir kısmını ilim öğrenmek ve öğrenci yetiştirmekle geçiren Ebu Hanife, kendisine teklif edilen kadılık görevini tüm baskılara rağmen kabul etmemiştir. 48 II. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR rak yapmış olduğu ictihadlar, Hanefî mezhebinin yaygınlaşmasını sağlamıştır. Ebu Hanife’nin önde gelen öğrencilerinden İmam Muhammed ve Ebu Yusuf gibi âlimlerin bu mezhebin gelişmesine ve yayılmasına önemli katkıları olmuştur. Irak’ta doğan Hanefî mezhebi, Abbasîler döneminden itibaren İslam coğrafyasının özellikle doğu bölgelerinde yaygınlaşarak büyük bir gelişme göstermiştir. Hanefîlik, günümüzde daha çok Türkiye, Balkanlar, Hindistan, Pakistan, Afganistan, Irak, Suriye ve Türk Cumhuriyetlerinde yaşayan Müslümanlar arasında yaygındır. Malikî mezhebi, büyük hadis ve fıkıh âlimi olan Malik b. Enes’in görüşlerine dayanır. Görüş ve uygulamalarında Kur’an, sünnet, sahabe İMAM MALİK KİMDİR? ve tabiin sözlerine sırasıyla riayet eder. Malikî Malik b. Enes, 93/712 yılında Medine’de dünyaya geldi. İlmi tahsilini burada tamamladı. Medine, o dönemde Hz. Peygamberin hadisleri, sahabe ve tabiîn fetvaları bakımından önemli bir merkezdi. Dönemin büyük âlimlerinden ilim öğrenen İmam Malik, Mescid-i Nebevî’de ders ve fetva vermeye başladı. Medine fıkhının imamı olarak tanınan Malik b. Enes, 179/795 yılında vefat etti. Muvatta isimli hadis kitabı İmam Malik’in hadislerden ve sahabe sözleriyle tabiîn fetvalarından derlediği en önemli eseridir. mezhebinin en önemli özelliği, Medine halkının uygulamalarına diğer mezheplerden daha fazla önem vermesidir. Bunun için de Medine halkının örfü, dinin anlaşılmasında önceliklidir. Çünkü Hz. Peygamber, yaklaşık on yıl burada yaşamış, onların örf ve âdetlerinden dine aykırı olanları kaldırmış, bir kısmını düzeltmiş ve bazılarına da dokunmamıştır. İmam Malik’in görüşleri Hicaz bölgesinde yayılmış, ardından öğrencileri aracılığıyla Mısır, Kuzey Afrika ve Endülüs’e taşınmıştır. İspanya’da kurulan Endülüs Emevî Devleti, bir dönem Malikîliği resmi mezhep olarak benimsemiştir. Günümüzde Malikî Mezhebi Mısır, Tunus, Cezayir, Fas ve Sudan’da yaşayan Müslümanlar arasında yaygındır. Şafiî mezhebi, Muhammed b. İdris eş-Şafiî’nin dinî yorum ve görüşlerini esas alır. Dönemin birçok ilim merkezini gezen ve buralardaki gelenekler hakkında bilgi sahibi olan İmam Şafiî, bazı fetvalarını bulunduğu çevrenin şartları doğrultusunda zaman zaman gözden geçirmiştir. Bundan dolayı da onun Bağdat’ta bulunduğu dönemde yaptığı içtihatlar için mezheb-i kadîm (eski görüşü), Mısır’daki içtihatları için de mezheb-i cedid (yeni görüşü) tabirleri kullanılmıştır. Şafiî mezhebi de diğer mezhepler gibi herhangi bir meselenin çözümü için ilk önce Kur’an ve sünnete başvurur. Eğer bir mesele hakkında hüküm Kur’an ve sünnette varsa başka delile başvurulmaz, yoksa önce icma ardından da kıyas deliline gidilir. Şafiî mezhebi, Ülkemizin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri ile Mısır, Suriye, Filistin, Irak ve Endonezya gibi ülkelerde yaşayan Müslümanlar arasında yaygındır. 49 KELAM İMAM ŞAFİÎ KİMDİR? İmam Şafiî, 150/767 yılında Filistin’in Gazze şehrinde doğdu. Küçük yaşlarda Medine’ye yerleşerek tahsilini burada tamamladı. Döneminde Hicaz ve Irak olarak belirginleşen fıkıh ekollerinin yaklaşımlarını ve yöntemlerini öğrenerek bu iki fıkhı birleştirmeye çalıştı. Hem ehl-i re’yin hem de ehl-i hadisin metotlarına derinlemesine vakıf olan İmam Şafiî, fıkıhta kendi yöntemini ortaya koyarak birçok öğrenci yetiştirmiştir. Ömrünün sonlarına doğru Mısır’a yerleşen İmam Şafiî, buranın örf ve âdetlerini göz önünde bulundurarak bazı fetvalarından vazgeçerek bunların yerine yeni görüşler ortaya koydu. Fıkıh usulünün temellerini ‘‘e’r-Risale’’ isimli eserinde kaleme alan İmam Şafiî, 204/820 yılında Mısır’da vefat etti. Hanbelî mezhebi, ünlü hadis ve fıkıh âlimi Ahmed b. Hanbel’in görüşlerini esas İMAM AHMED B. HANBEL alan bir yorumdur. Hanbelî mezhebi, riva- KİMDİR? yetlere önem vermekle birlikte naslardan hüküm çıkarma konusunu da ihmal etme- 164/781 yılında Bağdat’ta doğan miştir. İbadet konularında nasları ve önceki Ahmed b. Hanbel küçük yaşlardan âlimlerin eserlerini önceleyen Hanbelî mez- itibaren İmam Muhammed, Ebu hebi, muamelat konularında da “Eşyada asıl Yusuf ve İmam Şafiî gibi dönemin olan mübahlıktır.” ilkesine dayanmıştır. Ta- âlimlerinden ilim tahsil etmiştir. biin fetvalarını da kaynak olarak benimser İslam dünyasının birçok bölgesini ve hakkında hüküm bulunmayan konularda dolaşarak hadis derlemiş ve bunları icma ve sahabe kavline başvurur. el-Müsned isimli hadis kitabında bir Hanbelî mezhebinin en önemli özelliği araya getirmiştir. Kur’an’ın mahluk re’y ve kıyastan daha çok ayet, hadis ve sa- olmadığını dile getirdiği için Abba- habe kavli gibi nakli delillere dayanmasıdır. Bunun için de mezhepte hadise dayalı bir siler Döneminde baskıya maruz kal- fıkıh anlayışı hakimdir. Bağdat’ta ortaya çı- mıştır. İmam Şafiî’nin fıkıh bilgisini kan Hanbelî mezhebi, Ahmed b. Hanbel’in ve hüküm çıkarma yöntemini be- önde gelen öğrencileri tarafından İslam dün- nimseyen Ahmed b. Hanbel, sadece yasının diğer bölgelerine de yayılmıştır. Bu rivayetlerle yetinmemiş ve bunların mezhep günümüzde daha çok Hicaz bölgesi, fıkhî amaçlarını da araştırmıştır. Ah- Irak, Suriye, Filistin ve Mısır’da yaygındır. med b. Hanbel 241/855 yılında vefat Ayrıca Hanbelî mezhebi, Suudi Arabistan’da etmiştir. resmi mezhep konumundadır. 50 II. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR Caferî mezhebi, İmam Cafer-i Sadık’ın inanç, ibadet ve muamelat konusundaki görüşlerini esas alan bir oluşumdur. Caferîler, dinî konularda Kur’an-ı Kerim ve sünnetin yanı sıra masum kabul ettikleri on iki imamın sözlerini de delil olarak kullanırlar. Dinî konularda içtihat etme yetkisine sahip olmayanlar hayatta olan bir müçtehidi kendisine rehber edinerek taklit etmek zorundadır. Sözleri hadis kabul edilen on iki imamdan nakledilen rivayetlerle birlikte diğer hadisleri de içinde barındıran dört temel eser Caferî mezhebinin ana kaynaklarını oluşturur. Günümüzde İran, Irak, Suriye, bazı körfez ülkeleri ile Afganistan ve Pakistan gibi yerlerde yaşayan Müslümanlar arasında yaygın olan Caferîlik, ülkemizin bazı yörelerinde sınırlı düzeyde benimsenen bir mezheptir. İMAM CAFER-İ SADIK KİMDİR? Cafer-i Sadık Medine’de doğmuştur. İsnâaşeriyye’nin beşinci imamı Muhammed el-Bâkır’ın oğludur. İlk tahsilini dedesi ve babasından almıştır. Babasından sonra imamet görevini üstlenerek Şia’nın altıncı imamı olmuştur. İmamet konusunda Zeydîler hariç Şia’nın tüm kolları Cafer-i Sadık’ın imam olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Fazilet ve takva sahibi olan İmam Cafer-i Sadık, tüm Müslümanların saygı ve sevgisini kazanmıştır. Hadis ve fıkıh ilminde büyük bir yeri olan Cafer-i Sadık, Ebu Hanife gibi döneminin önemli âlimleriyle de görüşerek ilmî konular hakkında görüş alışverişinde bulunmuş ve 148/765 yılında Medine’de vefat etmiştir. 4. Tasavvufi Bir Yorum Olarak Alevilik-Bektaşilik İslam’ın itikadî ve fıkhî yorumları olduğu gibi tasavvufî yorumları da vardır. Tasavvufî yorumlar, İslam’ın ahlak esasları üzerinde yoğunlaşarak insanın manevi açıdan arınmasını amaçlar. Tasavvufî yorumlar, İslam dininin farklı kültür ve medeniyetlere mensup insanlara ulaşmasında büyük bir rol oynamıştır. İslamiyetin Horasan, Hindistan, Türkistan, İran, Anadolu, Balkanlar ve Kuzey Afrika’ya yayılmasında da tasavvufî düşüncenin önemli katkıları olmuştur. İnsanların ve toplumların manevî açıdan eğitilmesine ve yücelmesine katkı sağlamış birçok tasavvufi yorum kültürümüzü ve dinî hayatımızı şekillendirmiştir. Hoca Ahmed Yesevî, Yunus Emre, Hacı Bektaş Velî, Mevlana, Ahi Evran ve Hacı Bayram Velî gibi şahsiyetler Anadolu’da sevgi, saygı ve hoşgörü kültürünün yaygınlaşmasını sağlamışlardır. Bu şahsiyetlerin temel görüşlerini esas alarak ortaya çıkan tasavvufi yorumların başında Yesevilik Kadirilik, Nakşilik, Kadirilik,Mevlevilik ve Alevilik-Bektaşilik gelmektedir. 51 KELAM 4.1. Alevîlik ve Bektaşîlik Kavramları Alevi kelimesi sözlükte “Ali’ye mensup, Ali taraftarı, Ali’yi seven, sayan ve ona bağlı olan Ali’ye ait ve Ali’nin soyundan gelen” gibi anlamlarda kullanılır.4 Bu anlamda Hz. Ali’yi seven, sayan ve ona taraftar olan kişiye de Alevi denir. Terim olarak Alevilik, Hz. Ali’yi en üstün sahabe olarak gören, onun Hz. Muhammed’den sonra halifeliğe Allah ve Hz. Peygamber tarafından tayin edildiğine inananlar için kullanılır. Bektaşîlik, Hacı Bektaş Veli’ye bağlı olan ve onun yolundan gidenlerin oluşturduğu yolun adıdır. Hacı Bektaş Veli, kendisinden sonra gelen birçok kimseye mürşitlik yapmış, Bektaşiliğin temellerini oluşturan birçok konuya ışık tutmuş bir şahsiyettir. Hacı Bektaş Veli, Anadolu’da yaşayan toplulukları Bektaşîlik adı altında bir araya toplamış ve onlara önderlik yapmıştır. Kendisinden sonra gelen birçok Alevî-Bektaşî ozanına ve mürşidine ruh vermiştir.5 Alevilik adı, Anadolu’da yaşayan Bektaşi ve Kızılbaşlar için 19. Asrın ortalarından itibaren kullanılmıştır. Daha önce günümüzde Alevi olarak bilinen dinî-toplumsal yapıya farklı isimler verilmekteydi. Mesela Kızılbaş, Bektaşi, Babaî, Torlak, Işıklar, Abdallar ve Tahtacılar bu isimler arasında yer almaktaydı. Alevîliğin törenleri, cemleri, semahları, ağızdan ağza dolaşan deyiş, duvaz ve nefesleri hep onun tasavvufi düşüncesini dile getirmiştir. Bunun için de Alevîlik ve Bektaşilik iç içe geçmiş bir tasavvufi ÖĞRENELİM yorum olarak varlığını günümüze kadar devam ettirmiştir. Alevîlik-Bektaşîlik düşüncesi diğer tasavvufi oluşumlar gibi İslam’ın ahlaki prensipleri üzerinde önemle durur ve bu prensiplerin insanlar arasında yaygınlaşmasını sağlar. Alevîlik-Bektaşilik yolunun sevgi ve dostluk yolu olduğunu gösteren temel ahlaki prensipler şu şekilde dile getirilir: “Yolumuz sevgi ve dostluk üzerine kurulmuştur. Dergâhımızda kışkırtıcı, bozguncu ve karıştırıcılara yer yoktur. Çekememezlik, kıskançlık, kendini beğenme, kin, inat, arkadan konuşma, dedikodu, başkasını suçlama, iftira, küfür, zulüm, yalan ve cinayet Tanrı’nın yasak ettiği işlerdir. Bir talip tüm bu kötülükleri benliğinden uzaklaştırıp yüreğinden silmelidir. Talip, gerekmezse söz söylemez. Eli ile koymadığını almaz. Gözü ile görmediğine “gördüm”, kulağı ile duymadığına “duydum” demez…”6 Günümüz Alevîlerinin Alevîlik Tanımı “Alevîlik İslam’dır. Hak- MuhammedAli yolunun Kırklar Meclisinde olgunlaştığı ve On iki imamlarla devam eden, İmam Cafer-i Sadık’ın akıl ölçüsünü rehber olarak alan, Horasan erenlerinin himmetleriyle Anadolu’ya gelen, Hazreti Pir’le ve ulu ozanlarımızın nefesleriyle hayat bulan inancın adıdır.” (Türkiye Alevi Dedeler Kurultayı, Sonuç Bildirgesi, 29-30 Ekim 2005, Karacaahmet Sultan Dergâhı) 4 Ethem Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtikadî İslam Mezhepleri, s. 233.; Sönmez Kutlu, Alevîlik-Bektaşîlik Yazıları, s. 16. 5 Mehmet Yaman, Alevilik, s. 107 6 Buyruk, Neşr. Fuat Bozkurt, s. 39. 52 II. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR 4.2. Tarihsel Gelişim Alevîlik-Bektaşîlik düşüncesi, kültürümüzde önemli etkileri olan tasavvufi bir yorumdur. Bektaşilik düşüncesinin kurucusu Hacı Bektaş Velî’dir. Hacı Bektaşı Velî, Pîr-i Türkistan olarak anılan Hoca Ahmet Yesevî’nin Allah sevgisi ve güzel ahlakı esas alan öğretilerini Anadolu’da yaygınlaştırmıştır. Bilindiği gibi Horasan ve diğer Türk bölgeleri Moğol istilasına uğrayınca Türkler Anadolu’yu yurt edinmişlerdir. Anadolu’ya göç eden Türklerin siyasi istikrara kavuşmasında, ekonomik olarak güçlenmesinde, birlik-beraberlik içinde yaşamayı sağlayan manevi bağların gelişmesinde Hacı Bektaş Velî ve Mevlana gibi mutasavvıfların büyük katkıları olmuştur. Hacı Bektaş Velî, Ahmet Yesevi’nin manevi ocağında yetişmiş bir Horasan ereni olarak Anadolu’da ahlak, insan sevgisi ve bir arada yaşama kültürünü yaygınlaştırmıştır. Hacı Bektaş Velî, kısa süre içerisinde Anadolu’dan Balkanlar’a uzanan tasavvufi bir yorumun ilk mimarı olmuştur. Bir mutasavvıf ve gönül eri olarak Anadolu halkının etkilendiği manevi önderler arasındaki yerini almıştır. “Horasan’dan gelen diğer erenlerle birlikte Hacı Bektaş Velî, hakikat çerağını Anadolu’da yakmış, etrafına topladığı insanlara tasavvufun inceliklerini anlatmıştır.” 7 AlevîlikBektaşilik düşüncesi Geyikli Baba ve Abdal Musa gibi şahsiyetlerle Anadolu ve Balkanlar’da toplumsal hayatı etkilemiş tasavvufi bir akım olarak günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. 4.3. Hacı Bektaş Veli ve Dört Kapı Kırk Makam Alevîlik-Bektaşilik düşüncesinin şekillenmesinde Hacı Bektaş Velî’nin Makâlât isimli eserinin önemli bir etkisi vardır. Hacı Bektaş Veli, bu eserinde İslam’ın itikat, ibadet ve ahlak konularındaki görüşlerini dile getirmiştir. Hacı Bektaş Velî, bu konularla ilgili görüşlerini “dört kapı kırk makam” prensibine göre açıklar. Ona göre bunlar birbirlerini tamamlayan şeylerdir. Bunlardan birinin eksikliği diğerini de eksik kılar. Kul, Allah’a kırk makamla ulaşır, dost olur. Bu kırk makamın onu şeriat içindedir, onu marifet içindedir, onu tarikat içindedir, onu da hakikat içindedir.”8 Dört Kapı Kırk Makam şunlardan oluşmaktadır:9 A. Şeriat Kapısı ve On Makamı: 1. İman getirmek: Allah’a ve buyruklarına, meleklere, Kur’an’a ve diğer kitaplarına, peygamberlerine, dostlarına ve ahiret gününe iman. 2. İlim öğrenmek. 3. Namaz (kılmak), oruç (tutmak), zekât (vermek), hacca (gitmek), cihat (etmek) ve cünüplükten temizlenmek (gusül). 4. Helal kazanmak ve faizi haram bilmek. 5. Nikâh kıymak. 6. Hayız ve loğusalıkta cinsî münasebeti haram bilmek. 7. Sünnet ve Cemaat Ehli’nden olmak. 8. Şefkâtli olmak. 9. Temiz yemek ve temiz giyinmek. 10. İyiliği emredip kötülüklerden sakındırmak 7 Osman Eğri, Bektaşilikte Tasavvufi Eğitim, s. 15. 8 Sönmez Kutlu, Alevîlik-Bektaşîlik Yazıları, s. 156. 9 Hacı Bektaş Veli, Makâlât, s.181-193. 53 KELAM B. Tarikat Kapısı ve On Makamı: 1. Pirden el alıp tövbe etmek. 2. Mürit olmak. 3. Saç kesmek, giyim ve kuşamını döndürmek. 4. Nefis savaşında olgunlaşmak, pişmek. 5. Hizmet etmek. 6. Havf tutmak. 7. Ümit. 8. Hırka, zenbil, makas, seccade, tespih, iğne ve hidayet. 9. Cemaat, nasihat, kanaat ve muhabbet sahibi olmak. 10. Aşk, şevk, sefa ve fakirlik. C. Marifet Kapısı ve On Makamı: 1. Edeb. 2. Korku. 3. Perhizkârlık. 4. Sabır ve kanaat. 5. Utanmak. 6. Cömertlik. 7. İlim. 8. Miskinlik. 9. Marifet. 10. Kendini bilmek. D. Hakikat Kapısı ve On Makamı: 1. Toprak olmak (mütevazı olmak). 2. Yetmiş iki millete aynı gözle bakıp hiç kimseyi ayıplamamak. 3. Elinden gelen iyiliği hiç kimseye esirgememek. 4. Dünyada yaratılmış bütün varlıkların kendisinden emin olması. 5. Mülk sahibine yüzünü sürüp, yüzsuyunu bulmak (Yaratılış sebebi olan Muhammed nurunu bulmak). 6. Sohbette hakikat sırlarını söylemek. 7. Seyrüsülûk. 8. Sır saklamak. 9. Münâcaat. 10. Tanrı’ya vuslatkavuşma. 4.4. Alevîlik-Bektaşîlik Düşüncesinde Temel Unsurlar Alevîlik-Bektaşîlik düşüncesinin temel unsurları, kendi klasik yazılı kaynaklarında açıkça dile getirilir. Alevîlik- Bektaşîlik isimli tasavvufi yorumun başlıca kaynakları Kur’an, Hz. Peygamberin sözleri, Velâyetnâmeler, Buyruklar, Menâkıbnâmeler, Erkannâmeler ve başta “yedi ulu ozan” olmak üzere Alevî-Bektaşî düşüncesine gönül vermiş olan ozanların şiir ve nefesleridir. Allah, Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisi, Tevella, Teberra, On iki İmam, Musahiplik, Ayin-i Cem ile Üç Sünnet Yedi Farz gibi konular Alevilik-Bektaşilik düşüncesinin temel unsurlarını oluşturur. 4.4.1. Allah Sevgisi Allah sevgisi, Alevîlik – Bektaşîlik düşüncesinin temel yazılı kaynaklarında önemli bir yere sahiptir. Allah’ın varlığı ve birliği konusu tasavvufi anlayış çerçevesinde anlatılır. İnsanın Allah’ı sevmesi ve tanıması için öncelikle kendisini bilmesi gereklidir. Kendisini tanımayan Allah’ı da tanıyamaz. Buna göre kendisini tanıyan insan, Allah’ı kendi içinde hissedecek ve onun büyüklüğünü anlayacaktır. Tüm davranış ve düşüncelerinde daima Allah’ın huzurunda olduğunu unutmayacak ve bu bilinçle hareket ederek gerçek tevhidi gerçekleştirecektir. 54 II. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR Alevî-Bektaşî düşüncesinde yer alan hakikat makamı Allah sevgisine dayanır ve bunun için de tek amacın Allah sevgisi olması gerekir. “Çünkü gönüller birdir ve murat ettikleri Allah’tır. Bu makamda Allah’tan başkası yoktur, eğer varsa o zaman kişi hakikat makamında olmaz, ancak riya makamında olur. Ve riyayla ibadet, şirkle taat olmaz. İbadetinin ona faydası olmaz ve ona hakikat ehli diyenler yalancıdır. Çünkü hakikat, Hak evidir, onda hak olur batıl olmaz. Hem iman evidir, onda küfür olmaz. Ayrıca birlik makamıdır, hiç ikilik olmaz. Çünkü Hak birdir iki olmaz.”10 Böylece tevhid inancı ile Allah sevgisi birbiriyle sıkı sıkıya ilişkilendirilir. CABBAR KULU DİYOR Kİ: “Demek ki bir kul Allah’ı anarsa, dünya nurla dolar. Dünya cennete döner. Bağ ve bahçelerde meyveler yetişir. Meyvelerin lezzeti dünyayı kaplar. Allah’ı anan kimse herkese yetiştirdiği meyvelerden satar. Allah’a ulaşır ve mükemmel bir insan (insan-ı kâmil) olur. Her şey için Allah’a şükreder. Lütuf sahibi olan Allah, ona pek çok nimetler verir. Gözünden perdeyi kaldırır. Kendisiyle kulu arasında perde kalmaz. Dünyada olan her şeyi keşfederek onların özünü bilir…” (Kitab-ı Cabbar Kulu, Hazırlayan: Osman Eğri, s. 129.) 4.4.2. Peygamber Sevgisi Alevî-Bektaşî tasavvufî anlayışta, “Hak-Muhammed-Ali” ifadesinde Hz. Peygamber’e ikinci sırada yer verilir. Hz. Muhammed peygamber olarak kabul edilir. Hz. Peygamber, saygı ve sevgi ifadeleriyle anılarak ona ve ehli beytine salât ve selam getirilir. Hz. Peygamberin cemali ve yüzünün güzelliği güle benzetilerek gülbanklarda “Resulullah’ın gül cemaline salâvat” getirilir. Bundan dolayı da güle “remz-i Muhammedi” yani Hz. Muhammed’in sembolü adı verilir. Birçok Alevî-Bektaşi önderi, Hz. Peygamberi konu alan naatlar, şiirler ve nefesler söylemişlerdir. Çünkü Hz. Peygamber Ehl-i Beyt’in reisidir ve Ehl-i Beyt sevgisinin kaynağıdır. “Mesela Kaygusuz Abdal hacca gittiğinde Hz. Peygamberin kabrini ziyaret etmiş ve “Gevher-nâme” adıyla bilinen ve baştan sona buram buram Hz. Peygamber özlemi ve sevgisi kokan 70 beyitten oluşan bir şiir yazmıştır. Alevi-Bektaşi şairlerinden Hatayi de şiirlerinde Hz. Peygambere olan derin sevgi, aşk ve saygısını ‘Canım Mustafa, Ya Muhammed Mustafa ve Âlemin Nuru Muhammed Mustafa’ gibi ifadelerle dile getirmiştir…”11 Hz. Peygamberin konu edildiği naatlar, Alevî-Bektaşî edebiyatının önemli unsurları içerisinde yer alır. Hz. Peygambere olan sevgisini, “Cismimi kıldım feda aşk ile canan Ahmed’e / Yalnız cismim değil olsun feda can Ahmed’e” şeklinde dile getiren Hilmi Dedebaba bir naatında Hz. Peygamberi şöyle anlatır: “Enver-i arşı Güzinsin Ya Muhammed Mustafa Rahmeten lilâleminsin Ya Muhammed Mustafa Nûr-ı Kur’an-ı Mübînsin Ya Muhammed Mustafa Cümle âlem halkı muhtaçtır senin ihsanına!”12 10 Erkânnâme, Hazırlayan: Doğan Kaplan, s. 181. 11 Sönmez Kutlu, Alevîlik-Bektaşîlik Yazıları, s. 166. 12 Müfid Yüksel, Bektaşilik ve Mehmed Ali Hilmi Dedebaba, s. 114. 55 KELAM PİR SULTAN ABDAL DİYOR Kİ: Muhammed’dir gönlümüzün aynası Salavat verenin nur olsun sesi Onsekiz bin âlemin Mustafa’sı Ya Muhammed sana imdada geldim. Kâbe’nin yapısı bina yapısı İman etse asilerin hepisi Beş vakit okunur ayetu’l-kürsi Ya Muhammed sana imdada geldim. ( Pir Sultan Abdal Divanı, s. 134. ) 4.4.3. Ehl-i Beyt Sevgisi Ehl-i Beyt kavramı, Hz. Peygamberin ailesi, ocağı ve evi anlamında kullanılır. Ehl-i Beyt sevgisi bütün tasavvufi yorumlarda olduğu gibi Alevi-Bektaşi kültüründe de önemli bir yere sahiptir. Ehl-i Beyt, Kur’an-ı Kerim’de üç ayette geçmiştir.13 “Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”14 ayetindeki Ehl-i Beyt kavramıyla Hz. Peygamberin ailesi kastedilmiştir. Hz. Peygamber, eşi Ümmü Seleme’nin yanında olduğu bir esnada bu ayet nazil olmuştur. Bunun üzerine Hz. Peygamber yanında bulunan Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’i etrafına toplayarak “Allah’ım. Bunlar benim ehl-i beytimdir. Onlardan kusurları gider ve onları tertemiz kıl.”15 diyerek dua etmiştir. Alevi-Bektaşi kültüründe Hz. Muhammed, Hz. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin isimleri beş parmaktan el ile sembolleştirilmiş ve Ali Pençesi adıyla levhalaştırılmıştır. Bu levha, Hz. Peygamberin abasıyla üzerlerini örttüğü ve kendisi dahil olmak 13 Hûd suresi, 73. ayet; Kasas suresi, 12. ayet; Ahzâb suresi, 33. ayet. 14 Ahzâb suresi, 33. ayet. 15 Tirmizî, Menakıb, 32. 56 II. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR üzere abasının altındaki beş kişiyi sembolize etmektedir. Ayrıca bu BİLİYOR MUYDUNUZ? beş isim için Al-i Aba (abanın al- Hz. Peygamberin Hz. Fatıma dışındaki tındakiler) ve Hamse-i Al-i Aba tüm çocukları kendisinden önce vefat et- (abanın altındaki beş kişi) adı da mişlerdir. Onun pâk nesli kızı Hz. Fatıma kullanılmıştır. Alevi-Bektaşilere validemiz yoluyla devam etmiştir. Hz. Hasan’ın so- göre Ehl-i Beyt içinde Hz. Ali’nin yundan gelenlere “şerif”, Hz. Hüseyin’in soyundan ayrı bir yeri ve önemi vardır. Bu- gelenlere ise “seyyid” denir. nun için Alevi-Bektaşiliğe göre Hz. Peygamber, ümmetini Hz. Ali’ye emanet etmiş, kızı Fatıma’yı onunla evlendirmiş ve onu kendisine musahip ilan etmiştir. Alevilik-Bektaşilik düşüncesinde, Ehl-i Beyt sevgisi dolayısıyla Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin soyundan gelenlere de sevgi beslenir. Muharrem ayında Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesinin matemi için on iki gün oruç tutulur. Bu süre içerisinde normal hayatta yapılan bazı davranışlardan kaçınılır. Genellikle muharrem orucunun tamamlandığı on ikinci akşamı cem ayini yapılır. Ehli-Beyt’e ve onu sevmeye Türk İslam edebiyatında da önemli bir yer verilir. Mesela Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig isimli eserinde yöneticilerin Ehl-i Beyt’e nasıl davranması gerektiği konusunda şöyle demektedir: “Devlet görevlileri ve beyin adamları ile halkın dışında ilişki kuracağın kimseler arasında Hz. Peygamberin nesli vardır. Bunlara hürmet edersen mutluluk bulursun. Bunları canı gönülden sev. Onlara iyi bak, yardımcı ol. Bunlar Ehl-i Beyt’tir, sevgili peygamberin soyudur. Onun için onları peygamber hakkı için sev.”16 4.4.4. Tevellâ, Teberrâ Tevellâ, birisini dost edinmek ve sevmek anlamına gelen Arapça bir kelimedir. Alevi-Bektaşi kültüründe ise tevellâ, âl-i abanın velayetini tanımak, onları sevmek, onlardan medet ve şefaat beklemek ve onları dost bilmek demektir.17 Teberra, beri olmak, sevmeyip yüz çevirmek ve uzaklaşmak anlamında kullanılan Arapça bir kelimedir. Alevi-Bektaşi kültüründe Emevilerin ikinci hükümdarı olan Yezid ile onun soyundan gelenleri ve taraftarlarını sevmemek anlamında kullanılan bir kavramdır.18 Genel olarak tevella Ehl-i Beyti candan sevmek, teberra ise Ehl-i Beyt’e düşman olanları sevmemek ve onlardan uzak durmaktır. Ehl-i Beyt’i sevmek, onlara tabi olmak, Müslümanlar için son derece önemlidir. 16 Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, s. 178. 17 Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C 3, s. 482. 18 Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C 3, s. 430. 57 KELAM 4.4.5. On iki İmam Alevî-Bektaşî kültüründe on iki imam, Hz. Ali ile başlayan ve İmam Mehdi ile son bulan toplam on iki kişiden oluşur. On iki imamın isimleri, Alevi-Bektaşi şiir ve nefeslerinde düvaz, düvaz-imam ve düvazdeh gibi başlıklar altında yer almıştır. Bu şiirler cem törenlerinde söylenir ve huşu içerisinde dinlenir. On iki imamın ilki Hz. Ali olup diğer imamların tamamı onun soyundan gelmiştir. Alevi-Bektaşiler Hz. Muhammed’in getirmiş olduğu mesajın bu imamlar aracılığıyla devam ettiğine inanırlar. Bu imamların tamamı masum olarak kabul edildikleri için dinî, ahlakî konularda insanlara rehberlik yapan kimseler olarak görülürler.19 OKUYALIM - YORUMLAYALIM 17. yüzyılda yaşamış bir Bektaşi ozanı olan Derviş Muhammed, düvaz imamı bir şiirine şu şekilde konu etmiştir: Allah meded, yâ Muhammed yâ Ali! Zeynel’in canına kıldılar cefâ, Bizi dergâhından mahrum eyleme, Muhammed Bakır’dır sırr-ı Murtazâ, Pirim Hünkâr Hacı Bektâş Velî, İmam Cafer, Kâzım ve Musa-yı Rızâ, Bizi dergâhından mahrum eyleme. Bizi dergâhından mahrum eyleme. Âdem Safiyyullah atam hakkıyçün, Muhammed’im eydür: Hey Ganî Kâdir, Muhammed Mustafa Hâtem hakkıyçün, Tâkî, Nâkî, Asker-i Rahman’ımdır, Eyyub’a sürdüğün sitem hakkıyçün, Muhammed Mehdi’ye niyazım budur, Bizi dergâhından mahrum eyleme. Bizi dergâhından mahrum eyleme. Hasan’ın aşkına kılarım zârî, (İsmail Özmen, Alevî-Bektaşî Şiirleri Hüseyin’dir dinimizin serveri, Antolojisi, s. 404. ) Âlemler canısın Cenab-ı Bârî, Bizi dergâhından mahrum eyleme. 19 İhsan Ünlü, Alevilik Müslümanlık mı, s. 117. 58 II. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR 4.4.6. Musahiplik Sohbet ve arkadaşlık yapmak, kardeş edinmek anlamlarına gelen musahiplik, Alevilik-Bektaşilikte iki insanın birbiriyle yol kardeşliği kurmasıdır. Hz. Peygamber, Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra göç eden her Mekke’li bir Müslümanı Medine’de yaşayan bir Müslümanla kardeş ilan etmiştir. Bu uygulama kapsamında Hz. Peygamber kendisinin de Hz. Ali’yle kardeş olduğunu ilan etmiştir. Musahiplik geleneği başta Buyruklar olmak üzere birçok Alevi-Bektaşi kaynaklarında yer alır. Bu geleneğin Hz. Muhammed ile Hz. Ali’den itibaren uygulandığı belirtilir. Buna göre Hz. Muhammed miraçtan döndükten sonra ashabıyla görüşerek onlara her iki kişinin birbiriyle musahip olmasını istemiş ve kendisinin de Hz. Ali’yle musahip olduğunu ilan etmiştir.20 Birbirleriyle musahip olmak isteyen kimselerin yaş, ekonomik durum ve yaşadıkları yer gibi bazı hususlarda her ikisinin eşit olması gerekir. Birbirleriyle musahip olan kişiler, artık kardeş olmuşlardır ve birbirlerinden sorumludurlar. Musahiplerden biri bir hata işlediğinde diğeri onu uyarır. Birbirlerinin sıkıntılarını paylaşarak dayanışma içine girerler. Birbiriyle musahip olmak isteyenler anne ve babalarının da rızasını aldıktan sonra dedeye haber veririler. Musahiplik için bir tören düzenlenir. Dede, bu törende musahiplerin sorumluluklarını açıklar ve kabul edip etmediklerini sorar. Onlar da kabul ettiklerini açıkça beyan ettiklerinde kendilerine ‘eline – diline – beline’ sahip olmaları telkin edilir. Musahiplik töreninde 12 hizmet yerini alır, saz, semah ve irşad eşliğinde lokmalar dağıtılır.21 4.4.7. Ayin-i Cem Cem, toplanmak, bir araya gelmek, ayin kanun, töre ve adet ve dinî tören anlamlarına gelir. Bu anlamlara göre Ayin-i cem, “cem töresi, toplantı töresi, bir araya gelme yolu, âdeti” anlamında kullanılmaktadır.22 Alevilik- Bektaşilik düşüncesine göre cemaatle yapılan törenlere cem denir. Cem törenine dedeler ve babalar önderlik yapar. Ozanlar tarafından bağlama eşliğinde, Hz. Muhammed, Hz. Ali, Ehl-i Beyt, On iki İmam ve Kerbelâ üzerine deyişler, mersiyeler, düvaz imam ve tevhid nefesleri, miraclama ve dualar okunur. Bu cemlerde küskünler barıştırılır, sevgi ve kardeşlik mesajları verilir, semah dönülür, kurbanlar kesilir ve lokmalar dağıtılır. Cem törenlerinde “Biismi Şah, Allah Allah” diye başlayan değişik gülbanklar okunur. Cem törenlerinde; dede, rehber, gözcü, çerağcı, zakir, ferraş, saka - ibriktar, sofracı- kurbancı, semahcı, peyik, iznikçi ve bekçi olmak üzere toplam on iki hizmet sahibi tarafından gerçekleştirilen on iki hizmet vardır. Cemler eskiden dergâhlarda, meydan evi denilen mekanlarda gerçekleştirilirdi. Kentleşmeyle birlikte cemevi adı verilen mekânlarda gerçekleştirilmeye başlanmıştır. 20 İlyas Üzüm, Tarihsel ve Kültürel Boyutlarıyla Alevilik, s. 162. 21 Mehmet Yaman, Alevilik, s. 214. 22 Mehmet Eröz, Türkiye’de Alevilik ve Bektaşilik, s. 99. 59 KELAM İkrar cemi, Musahiplik erkanı, Görgü erkanı, Abdal Musa Kurbanı, Dardan indirme erkanı, Düşkünlük erkanı ve Kerbela-Muharrem erkanı gibi bazı merasimler Alevilik-Bektaşilik düşüncesinin önemli gelenekleri arasında yer alır. Örneğin söz vermek ve karar kılıp kabul etmek anlamına gelen ikrar verme ceminde, Kur’an’da geçen “Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?”23 sorusuna “Tabii ki, sen bizim Rabb’imizsin.” şeklinde cevap verilir. Cemde dile getirilen ikrar sözü şöyledir: “Allahu azîmuşşanın kuluyum, Âdem safiyyullahın neslindenim. İbrahim halilullahın milletindenim. Dinimiz, din-i İslam; kitabımız, Kur’an; kıblemiz Kâbe, Muhammed aleyhisselâmın ümmetindenim. Şah-ı Merdan-ı Mürteza Ali’nin bendesiyim. Gürühu nacidenim. İmam-ı Cafer Sadık mezhebindenim. Allahu Ekber, Allâhu Ekber, Lâilâhe illellâhu vallâhu ekber, Allâhu Ekber ve lillâhi’l-hamd.”24 Ayrıca cem törenlerinde değişik gülbanklar eşliğinde salavatlar okunur. Bunlardan biri şu şekildedir: “Dede, Tevbe suresinin 119. ayeti olan (ś È ǫÊƽƢǐdzơ ō ǞÈ ǷÈơȂÉǻȂǯÉ ȁÈ ÈƅơơȂÉǬōƫơơȂÉǼǷÈ ơÙ Ǻȇǀ È ōdzơƢȀÈ ŎȇÈơƢÈȇ) ‘Ey iman edenler! Allah’ı sevip sayın ve doğrularla beraber olun.’ ibaresini okur ve: ‘Tövbe günahlarımıza estağfirullah. Elimizle, dilimizle, belimizle işlediğimiz günahlarımıza tövbe estağfirullah, isyanlarımıza tövbe estağfirullah’ der. Sonra ‘ber cemâl-i Muhammed, kemâl-i Hasan, Hüseyin, Ali râ bülend-i salavât’ der ve bütün cem erenlerini salavata davet eder. Onlar da topluca ‘Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammed ve alâ âl-i Muhammed’ diye salavat verirler.”25 23 Arâf suresi, 172. ayet. 24 Cemal Sofuoğlu-Avni İlhan, Alevilik Bektaşilik Tartışmaları, s. 118. 25 İlyas Üzüm, Günümüz Aleviliği, s. 107. 60 II. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR NOT EDELİM Dede yönetiminde yapılan cemlerde on iki hizmet yerine getirilir. Bu on iki hizmet on iki kişi tarafından belirli bir düzen ve kurallar içinde yürütülür. On iki hizmet Hz. Ali başta olmak üzere onun soyundan gelen toplam on iki imamı temsil etmektedir. On iki kişi ve on iki hizmet şöyledir: 1. Dede: Cemi yönetir. 2. Rehber: Görgüsü yapılanlara ve ceme katılanlara yardımcı olur. Dedenin bulunmadığı zamanlarda onun yerine cemleri idare eder. 3. Gözcü: Cemdeki düzen ve sükûneti sağlar. 4. Çerağcı: Çerağı yakmakla (cemin yapılacağı meydanı aydınlatmak) görevlidir. 5. Zâkir: Cem esnasında deyiş, düvaz ve miraclama söylerek semahı idare eder. 6. Ferraş: Süpürgeci, gerekli durumlarda rehbere yardım eder. 7. Sakka: İbrikdâr da denir. Suyu dağıtır. 8. Sofracı: Kurbancı da denir. Kurban ve yemek işlerine bakar. 9. Pervâne: Semahcı da denir. Semaha öncülük eder. 10. Peyik: Cemin yapılacağını haber vermek ve duyurmak görevine bakar. 11. İznikçi: Cemin yapılacağı mekânın düzenini sağlar. 12. Bekçi: Cemin yapıldığı mekânın kapısında durarak gelen gideni kontrol eder. 4.4.8. Üç Sünnet Yedi Farz Alevilik-Bektaşilik düşüncesinin temel kaynaklarından biri olan Buyruklarda yer alan en önemli hususlardan biri “üç sünnet, yedi farz” kavramıdır. Sünnet ve farz kavramları ilke, kural, prensip ve kesin hüküm anlamında kullanılmıştır. Üç sünnet yedi farz kavramının sıralanışı farklı verilmekle beraber Buyruk isimli kitabın Hacı Bektaş nüshasında şu şekilde yer almaktadır:26 A. Üç Sünnet 1. Hakkı zikretmek 2. Kalpte düşmanlığa yer vermemek 3. Yola teslim olmak B. Yedi Farz 1. Sırrını izhar etmemek 2. Gördüğünü örtmek 3. Özür ile niyaz eylemek 4. Mürebbi hakkını gözetmek 5. Musahip hakkını gözetmek 6. Tövbe almak 7. Taç giyip özünü üstada teslim etmek 26 İlyas Üzüm, Kültürel Kaynaklarına Göre Alevilik, s. 127. 61 KELAM ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM A. Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplandırınız. 1. Mezhep ne demektir? Kısaca açıklayınız. 2. İslam düşüncesinde yorum farklılıklarının ortaya çıkış sebeplerini açıklayınız. 3. Mutezilenin beş temel esası nedir? Kısaca açıklayınız. 4. Fıkhî mezhep imamları hakkında bilgi veriniz. 5. Alevîlik ve Bektaşîlik kavramlarını tanımlayarak kısaca açıklayınız. B. Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru seçeneklerini işaretleyiniz. 1. Aşağıdakilerden hangisi yorum farklılıklarını doğuran sosyal sebeplerden değildir? A) Köy hayatı ve sosyal yapısı B) Şehir hayatı ve sosyal yapısı C) Ekonomik krizler D) Doğal afetler ve sonuçları E) İnsan yapısı 2. Aşağıdakilerden hangisi fıkhî bir mezhep değildir? A) Hanefilik B) Şafiilik C) Malikilik D) Hanbelilik E) Maturidilik 3. Aşağıdakilerden hangisi Ehl-i sünnete ait bir görüş değildir? A) İman ve amel birbirinden farklıdır. B) Allah’ı ahiret gününde görmek mümkün değildir. C) Günahlar kişiyi dinden çıkarmaz. D) Ehl-i kıble tekfir edilmez. E) Allah, kâinatın tamamını yaratan yegâne yaratıcıdır. 4. Aşağıdakilerden hangisi Alevilik-Bektaşilik düşüncesindeki dört kapı arasında yer almaz? A) Şeriat B) Tarikat C) Marifet D) Hakikat E) Musahiplik 5. “Birisini dost edinmek ve sevmek anlamında kullanılan Arapça bir kelimedir. Al-i Abanın velayetini tanımak, onları sevmek, onlardan medet ve şefaat beklemek ve onları dost bilmek anlamına gelir.” tanımı aşağıdakilerden hangisi için yapılmıştır? A) Teberra B) Tevella C) Pervane D) Çerağcı E) Lokmacı C. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri verilen uygun ifadelerle doldurunuz. (vaad, vaid, düşünce, akıl, tasdik, Ali taraftarı, Cafer-i Sadık) 1. İman dil ile ikrar kalp ile ……….tir. 2. Mezhepler ………………. zenginliğidir. 3. ………………… Caferiliğin kurucusudur. 4. Alevi kelimesi sözlükte ………………… anlamına gelir. 5. Dünyada amelleri güzel olanların ahirette mükâfatlandırılmasına ………., amelleri kötü olanların cezalandırılmasına da ……… denir. 62 KELAM III.ÜNİTE İMAN, BİLGİ VE AMEL ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM 1. ‘‘İman, tasdik, ikrar, marifet ve amel’’ kavramlarının anlamlarını araştırınız. 2. ‘‘Mümin, münafık, kafir ve müşrik’’ kavramları hakkında bilgi toplayınız. 3. İmanın gereklerine uygun bir şekilde yaşamak için neler yapılmalıdır? Tartışınız. 4. İman artıp azalabilir mi? Fetih suresinin 4 ve Bakara suresinin 285. ayetlerini dikkate alarak araştırınız. 5. İman ve bilgi arasındaki ilişki ne olabilir? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız. 63 KELAM 1. İmanın Sözlük ve Terim Anlamları İman sözlükte, “Sözü onaylamak, doğrulamak, gönül huzuruyla benimsemek, karşısındakine güven vermek, güvende olmak, tereddütsüz içten ve yürekten kabullenmek” anlamlarına gelmektedir. İmanın tanımı ‘kalbin tasdiki, dilin ikrarı, kalbin bilmesi (marifet), amel etmek’ açılarından farklı şekillerde yapılmıştır. Bunlardan en yaygını, Eş’arî ve Maturidî kelamcıların şu tanımıdır: ‘İman; Peygamberimizi, Allah’tan getirdiği kesin olarak bilinen hükümlerde onaylamak, onun haber verdiklerini tereddütsüz kabul edip gerçek ve doğruluğuna gönülden inanmaktır.’ İmanın bilgiye, araştırmaya ve delillere dayandırılarak gönülde kökleştirilmesine tahkîkî iman denilmektedir. Her mümin için asıl olan, bilinçli bir şekilde inanmayı ifade eden bu imandır. Allah böyle bir imana sahip kimselerin özelliklerinden bazılarını, “Müminler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Onun ayetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler. Onlar namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir. İşte onlar gerçekten müminlerdir. Onlara, Rableri katında yüksek mertebeler, bağışlanma ve cömertçe verilmiş rızık vardır.”1 ayetlerinde açıklamıştır. Delillere dayanmaksızın sadece yaşanan çevrenin telkiniyle elde edilen imana taklîdî iman denir. Taklîdî iman geçerlidir, ancak inkârcıların şüphe ve itirazlarıyla sarsılmaması için, aklî ve dinî delillerle güçlendirerek korumak gerekir. İmanın geçerli olabilmesi için, hür iradeye dayalı kesin bir tercih olmalı, baskı, tehdit veya son nefeste (ye’s durumunda) gerçekleşmemelidir.2 Mümin, imanın şartlarından birini bile inkâr anlamına gelecek tutum ve davranışlardan kaçınmalı; Allah’ın rahmetinden ümidini kesmemeli,3 ancak azabından da korkmalıdır.4 Çünkü korkunun ağır basması kulu ümitsizliğe sevk ederken, kurtuluşunu garantide görmesi de dünya hayatında onu OKUYALIM-ÖĞRENELİM İcmâlî iman; inanılması gereken hususlara kısaca ve toptan inanmaktır. Kelime-i şahadet ve tevhitte belirtilen Allah ve Resulüne inanmayı ifade etmektedir. Peygamberimizin Allah’tan getirdiği bütün inanç, ibadet, muamelat (haram ve helalleri) ve ahlak ilkelerini tasdik etmek ise tafsîlî imandır. Müslüman olmayan birinin İslam’a girmesi ve mümin sayılmak için icmâlî iman yeterlidir. Ancak, imanın olgunlaşması ve kökleşmesi için tafsili imanın gereklerine uymak zorunludur. gevşekliğe iter.5 1 Enfâl suresi, 2-4. ayetler. 2 Mü’min suresi, 84, 85. ayetler. 3 Yûsuf suresi, 87. ayet. 4 A‘râf suresi, 99. ayet; Secde suresi, 16. ayet. 5 Hülya Alper, İmanın Psikolojik Yapısı, s. 60. 64 III. ÜNİTE: İMAN, BİLGİ ve AMEL 2. Tasdik ve İnkâr İman, akıl sahibi bir kişinin hür iradesiyle ve kalben tasdikiyle gerçekleşir. Eş’arî ve Maturîdî kelamcılara göre iman için kalp ile tasdik yeterlidir. İnanan kişi/mümin, neye inandığını kesin olarak bilir ve inandığı esasları özgür iradesiyle gönülden kabullenir. Allah bu durumu: “…İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir…”6 ayetleriyle beyan etmektedir. Mümine cennet ödülü, inkârcıya cehennem cezası verilmesinin dayanağı da bu samimi bağlılığın ve tasdikin bulunup bulunmamasıdır.7 Bir kimse, kalbiyle tasdik etmeksizin yalnız diliyle inandığını söylemekle mümin olamaz:“Ey Peygamber! Kalpten inanmadıkları hâlde, ağızlarıyla “İnandık” diyenler (münafıklar) ile Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin…”8 Buna karşılık kişi gönülden inandığı hâlde, dilsizlik veya tehdit sebebiyle inandığını söyleyememekle, hatta aksini söylemekle iman dairesinden çıkmaz. Nitekim Ammâr b. Yâsir (r.a.) müşriklerin baskılarına dayanamayarak kalbi imanla dolu iken diliyle inkâr etmiştir. Kur’an’da bu konuyla ilgili olarak “Kalbi imanla dolu olduğu hâlde zorlanan kimse hariç, inandıktan sonra Allah’ı inkâr eden ve böylece göğsünü küfre açanlara Allah’tan gazap iner ve onlar için büyük bir azap vardır.”9 buyrulmaktadır. Hanefi fıkıhçılar imanın, ‘dil ile ikrar’ ve ‘kalp ile tasdik’ olmak üzere iki rüknü olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre bu rükünlerden birinin eksik olmasıyla iman gerçekleşmez. Mürcie ve Kerramiye mezhepleri, dil ile ikrarı iman için yeterli görmüşlerdir. Bu görüş doğru kabul edildiği takdirde münafıkların mümin sayılması gerekir ki bu Kur’an’a10 aykırıdır. Kalbin tasdiki imanın aslî unsuru olmakla birlikte bunun dille de söylenmesi, kişinin Müslüman kabul edilmesi için yeterlidir. Cehmiye mezhebi ise imanı, ‘tasdik olmaksızın Allah ve Resulünün bildirdiklerini kalbin bilmesidir (marifet)’ şeklinde tanımlamıştır. Tasdik ve marifet, kalbî bir iş olmakla birlikte birbirinden farklıdır. Tasdik iradeli bir gayret sonucu kalpte oluşurken; marifet/bilgi, iradesiz ve gayretsiz kalpte belirivermekle oluşur. Maturidî kelamcılar, ‘marifet bilgisizliğin, iman ise küfrün zıddıdır. Dolayısıyla Cehmiye’nin tanımına göre her cahilin imansız, her bilginin de mümin olması gerektiğini söyleyerek bu tanımın tutarsızlığını ifade etmişlerdir.11 Hariciler, Mutezile ve Zeydiye mezhepleri, selef alimleri ve hadisçiler ise imanı; kalbin tasdiki, dilin ikrarı ve dinin temel rükünlerini işlemekten ibaret görmüşlerdir. İmanın gereklerini gönülden onaylamak, dinin emir ve yasaklarına severek riayet etmeyi sağlar. İmanın bu seviyesi mümini iç ve dış dünyasında huzurlu ve güvenli kılar ve ahirette de cennetle ödüllendirilmesini sağlar. “Allah da onlara hem dünya nimetini, hem de ahiretin güzel mükâfatını verdi. Allah, güzel davrananları sever.”12 6 Mâide suresi, 41. ayet; Mücâdele suresi, 22. ayet; En‘âm suresi, 125. ayet; Yûsuf suresi, 17. ayet; Hucurât suresi, 14. ayet. 7 Buhârî, Îmân/15; Müslim, Îmân/82. 8 Mâide suresi, 41. ayet; Bakara suresi, 8. ayet. 9 Nahl suresi, 106. ayet. 10 Bakara suresi, 8. ayet; Hucurât suresi, 14. ayet; Münâfikûn suresi, 1. ayet. 11 A. Saim Kılavuz, İslam Akaidi ve Kelam’a Giriş, s. 39, 40. 12 Âl-i İmrân suresi, 148. ayet; Ra’d suresi, 29. ayet; Yûnus suresi, 26. ayet. 65 KELAM Dinin bütün gereklerine kalben inanmayan, fakat diliyle inandığını söyleyen kişiye münafık denir. Münafığın sözü özünü, özü sözünü yalanlar. Bu özellikleri: “...Allah, o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduklarına elbette şahitlik eder...”13 ayetiyle açıklanmıştır. Münafıkların, niyetini gizleyen, gösteriş için namaz kılan ve fakire sahip çıkmayan kimseler oldukları ayetlerle haber verilmiştir: “Münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar… Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az anarlar.”14 “…Ufacık bir yardıma bile engel olurlar.”15 Dışarıdan mümin görünen münafıklar gerçekte kâfirlerdir16 ancak İslam toplumunu gizlice bozmaya çalıştıkları için aleni kâfirlerden daha tehlikelidirler. Münafıklar, diliyle ikrarları sebebiyle dünyada Müslüman muamelesi görürler. Lakin ahirette cehennemin en alt tabakasında cezalandırılacaklardır.17 OKUYALIM-DEĞERLENDİRELİM “Tasdik; bir hakikati, benimsemeyi, doğrulama, teyit etme ve ispat etmeyi, gerçekleştirmeyi dile getirmektir. Tasdik eden kimsenin, tasdik ettiği şeyleri bilmesi ve onları ruhen benimsediği gibi, davranışlarıyla da gerçekleştirmesi ve desteklemesi gereklidir. O halde bir şeyi ‘tasdik ederim’ demek, ‘onu hem zihnimde, hem de gerçekte, yani zihin dışında kabul ederim’ demektir. Bir başka deyişle, ‘o şey hakkında zihnimde düşündüklerimle, gerçekte ortaya koyduklarım ve onunla ilgili ifadelerim birbirine uygundur; aralarında zıtlık yoktur, yani içim dışıma uymaktadır’ demektir. İman tanımında yer alan tasdik, imanın zihni yönünü, yani inanca ve bilgiye dayanan yönünü ifade ettiği gibi hakikatin samimi olarak benimsenip özümsenmesini ve gereğinin yapılmasını, dolayısıyla insan hayatına nüfuz edip onu yönlendirmesini gerektiren yönünü de ifade etmektedir.’’ (Hanifi Özcan, Epistomolojik Açıdan İman, s. 73’ den uyarlanarak alınmıştır.) Yukarıdaki metni iman-bilgi bakımından değerlendiriniz. Dinî esasların bir veya birkaçını yahut da tamamını açıkça inkâr etmek, beğenmemek, önemsememek ve değersiz saymak ise küfürdür. Böyle söyleyen veya düşünen kimseye kâfir denir. Meselâ namazın farz, faizin haram oluşunu, meleklerin varlığını inkar etmek gibi. Sözlükte “örten” anlamına gelen kâfire bu isim, gerçek ve doğru inancı batıl ile örttüğü için verilmiştir. Kendisini yaratan ve sayısız nimetleriyle yaşatan Allah’ı ve onun dinini inkâr ederek ölen kimse, ebedî olarak cehennemde kalacaktır.18 Müslüman bilinen birinin hangi hâllerde imandan çıkmış sayılacağı kelamın bir diğer konusudur. Tekfir, Kur’an ve sünnete göre inkâr özelliği taşıyan inanç, söz veya davranışından dolayı sahibini kâfir saymaktır. Tekfiri ilk defa Hariciler, hakem olayını kabul etmesi sebebiyle Hz. Ali ve onu destekleyenler için kullanmışlardır. Mutezile “büyük günah işleyen” mümin için nisbî tekfirde 13 Münâfikûn suresi, 1-3. ayetler. 14 Nisâ suresi, 142. ayet; Tevbe suresi, 54-56. ayetler. 15 Mâûn suresi, 7. ayet. 16 Bakara suresi, 8. ayet. 17 Nisâ suresi, 145. ayet. 18 Bakara suresi, 161-162. ayet; Nisâ suresi, 56. ayet; Tevbe suresi, 49. ve Zuhruf suresi, 75. ayetler. 66 III. ÜNİTE: İMAN, BİLGİ ve AMEL bulunmuş, Şiiler ise “imameti” kabul etmeyenleri kâfir saymıştır.19 Ehl-i sünnet âlimleri bu konuda hüsnü zannı esas almışlar, şüpheye dayanarak ehl-i kıblenin tekfir edilemeyeceğini belirtmişlerdir.20 Tekfir ancak, küfür olan bir inancı gönülden benimsediği iyi tespit edilmiş veya söz ve davranışının İslâm içinde kalmasına müsait hiçbir tevile ihtimal kalmayan kişi için yapılabilir. Müslüman muamelesi görmeyi engellemek gibi ağır sonuçlar doğuran tekfiri, yersiz yapan kimsenin kendisi kafir olur. Bu yüzden siyasi ve ameli konular inanç sorunu yapılmak suretiyle tekfire gidilmemeli ve tevhidin birleştiriciliği zedelenmemelidir. Bir Müslümanın kendi irade ve ifadesiyle dinden çıkmasına irtidad, bu kişiye de mürted denir. Yüce Allah’ın zat, sıfat, fiil ve isimlerinde, eşi, dengi ve ortağı bulunduğuna inanmak ise şirktir. Allah’ın varlığına inanan, fakat ona eşdeğer saydığı güç ve varlıkları da ilâh edinen kişiye müşrik denir. Şirkin birçok çeşidi vardır, hatta riyakârlık yapmak bile gizli şirktir. Nitekim Allah, dini yalanlayan kimselerin özellikleri arasında gösteriş için namaz kılmayı da saymaktadır.21 Ayrıca farkında olmaksızın “kötü duygularını kendisine tanrı edinen kimse...”22 de şirkin bir çeşidi içerisindedir. Allah’a şirk koşmak günahların en büyüğüdür: “Allah, kendine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için BULALIM İNCELEYELİM “O muttakîler gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar. Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de inanırlar. Ahirete de kesin olarak inanırlar. İşte onlar Rab’lerinden (gelen) bir doğru yol üzeredirler ve kurtuluşa erenler de işte onlardır.” (Bakara suresi, 3-5. ayetler) “Küfre saplananlara gelince, onları uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar. Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.” (Bakara suresi, 6, 7. ayetler) “Yine bunun gibi, Allah’a ortak koşanların çoğuna, koştukları ortaklar, çocuklarını öldürmelerini güzel gösterdi…” (En’âm suresi, 137. ayet); “Andolsun, “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler kesinlikle kâfir oldu. Oysa Mesih şöyle demişti: “Ey İsrailoğulları! Yalnız, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Kim Allah’a ortak koşarsa, artık, Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır. Onun barınağı da ateştir. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.”(Maide suresi, 72. ayet); “Ne Kitab ehlinden inkâr edenler ve ne de Allah’a ortak koşanlar, Rabbinizden size bir iyilik gelmesini isterler.” (Bakara suresi, 105. ayet) “İnsanlardan, inanmadıkları hâlde, “Allah’a ve ahiret gününe inandık” diyenler de vardır.”; “Bunlar Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir.” (Bakara suresi, 8, 9. ayetler) Mümin, kafir, müşrik ve münafıkların temel özelliklerinden bazılarını yukarıdaki ayetlerden hareketle tespit ediniz. 19 Mustafa Öz, Avni İlhan, İmamet, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 22, s. 202. 20 Nahl suresi, 106. ayet; A’râf suresi, 33. ayet. 21 Mâûn suresi, 1-7. ayetler. 22 Furkân suresi, 43. ayet. 67 KELAM bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır.”23 Kur’an’a göre, göklerde ve yerde hâkimiyetin tek sahibi ve yaratıcısı Allah’tır. Her şeyde onun hükmü geçerlidir. Bütün bu vasıflarında hiçbir varlık ona asla ortak olamaz.24 Şirk ile küfür birbirine yakın iki kavramdır. Aralarındaki fark, küfrün daha genel, şirkin ise daha özel olmasıdır. Bu anlamda her müşrik kâfirdir, fakat her kâfir müşrik değildir. Çünkü şirk sadece Allah’ın, zât, isim ve sıfatlarına da ortak koşma sonucu meydana gelir. Küfür ise küfür olduğu bilinen birtakım inançların kabulü ile gerçekleşir. Meselâ Mecûsîlik’te olduğu gibi iki tanrının varlığını kabul etmek şirk olduğu gibi aynı zamanda küfürdür. Hâlbuki ahiret gününe inanmamak küfürdür, ama şirk değildir.25 Beyyine suresinin 1. ve 6. ayetlerinde müşriklerle ehl-i kitap, kâfirlerin iki zümresi sayılmıştır. 3. İman Bilgi İlişkisi İmanın, içtenlikle tasdike bağlı olması, onun bilgiyle alakalı olduğunu gösterir. Çünkü bir haber veya bilgi varsa onu onaylamak veya reddetmek söz konusu olabilir. İnsana sonsuz gibi görünen bu kâinat çok hassas ve muhteşem bir denge üzerine kurulmuştur. Bütün varlıkların yaratılması ve varlığını dengeli şekilde sürdürmesi kainatın tek hakimi ve sahibince yapılmaktadır. Evrendeki bütün varlıklar, kendisine yüklenen görevi mükemmel yapmakta ve insana hizmet etmektedir. Allah bu bilgilerle bir taraftan insanın evrenle ilgili merak ve sorularını cevaplarken, diğer taraftan onu âlem üzerinden kendisiyle iletişim kurmaya sevk etmektedir. Böylece bilimin gözlem alanına yönlendirilen akıl, gerçeği düşünmeye ve sonrasında inanmaya yol bulabilecektir. Kur’an-ı Kerim’de eş anlamlılarıyla birlikte beş yüzden fazla ayet insanları incelemeye ve düşünmeye çağırmaktadır.26 Bunun amacı akıl sahibi insanları imana ulaştırmaktır. Gerçeği düşünebilmek ve görebilmek için ilimle geliştirilmiş ve ön yargıdan arındırılmış27 salim bir akla ihtiyaç vardır.28 Akıl, fizik ötesiyle ilgili konularda vahye dayandığında daha da güçlenmiş ve kalbi huzurlu kılmış olur.29 Böylece akıl din ile doğruyu bulmuş, din de onun yardımıyla anlaşılarak yaşanabilir hale gelmiştir. 23 Nisâ suresi, 48, 116. ayetler; Lokmân suresi, 13. ayet. 24 Sebe’ suresi, 22, 23. ayetler. 25 Heyet İlmihâl, C 1, s. 78. 26 Yûnus suresi, 100. ; A’râf suresi, 179. ayet. 27 Bakara suresi, 170. ; Zümer suresi, 17, 18. ayetler. 28 Hac suresi, 46. ayet. 29 M. Said Özvarlı, Kelamda Yenilik Arayışları, s. 71. 68 III. ÜNİTE: İMAN, BİLGİ ve AMEL Taassuptan arınmış aklî bilgi, naklî bilginin karşıtı değil, birbirini destekleyen iki unsurdur. Her ikisi de güvenilirdir, bilinçli bir fikri faaliyet olan iman için sağlam ve yeterli delillerdir.30 Kalpteki bilginin imana dönüşebilmesi için istekli bir boyun eğiş ve teslimiyet taşıması gerekir. Aksi takdirde her bilgilinin mümin, her cahilin ise kâfir olması gerekir ki bu imkânsızdır. Nitekim ehl-i kitap, peygamberimizi; şeytan da Allah’ı bildiği hâlde mümin değillerdir.31 İman, duygusal bir kabuldür. İnsan, inandığı şeyin objektif bir gerçeklik olduğunu hissetme ihtiyacı duyar. “Varlığımızın delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi içlerinde onlara göstereceğiz…”32 ayetinin işaret ettiği gibi, iman insanın aklî/dış ve hissî/iç algılarının karşılıklı etkileşiminden doğmaktadır.33 Kevnî ayetlerle gösterilen aklî deliller bu etkileşimi hızlandırmakta ve insanda ‘hizmetime sunulan bütün varlıklar görevini aksatmadan yerine getiriyor. Benim de onların yaratıcısı yüce varlığa karşı sorumluluğum ve vefa borcum olmalı’ fikir ve duygusunu harekete geçirmekte ve imanına zemin hazırlamaktadır. Delile dayalı doğru bilgi ve kalpten bağlılıkla oluşan (tahkikî) iman asıldır. Bu iki özellikten yoksun olan taklidi iman ise eksiktir. Bu sebeple her mümin, imanını bilgi, duygu ve delille besleyerek kökleştirmekle yükümlüdür. Nitekim Gazalî iman hayatının; taklit, ilim ve zevk/hoşnutluk aşamalarında geliştiğini, ilim safhasında akideyi destekleyen delillerin sağlanması gerektiğini söylemektedir.34 Her ne kadar iman gaybî ise de inandığımız en yüce varlığı anlatan kâinatın/ilmin sesine de kulak vermek gereklidir. ARAŞTIRALIM ÖĞRENELİM Akıl ile öğrenmenin ilişkisini Ankebût suresi 43., Âl-i İmrân suresi, 7. ve Zümer suresi, 9. ayetleri kapsamında araştırınız. 4. İman-Amel İlişkisi Bilinçli olarak yapılan iş, davranış ve eyleme amel denilmektir. Aslında tasdik ve ikrar da ameldir. Bununla birlikte amelden, kalp ve dil dışındaki organların fiili anlaşılmıştır. Kalbin tasdikinden ibaret olan iman, gaye bakımından sadece vicdanî bir kabulden ibaret değildir. İman, insanın kalp ve vicdanında gerçekleştirdiği değişiklikleri davranış/ amel yoluyla dışa yansıtmayı gerektiren bir itikattır.35 Bu yüzden İslam’da iman ile amel birbirinden pek ayrılmamış ve çok dengeli bir şekilde yer almıştır. 30 MEB, Kelam Ders Kitabı, s. 56. 31 A. Saim Kılavuz, İslam Akaidi ve Kelam’a Giriş, s. 39, 40. 32 Fussilet suresi, 53. ayet. 33 Ali Köse, İman, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 22, s. 214. 34 Hanifi Özcan, İman, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 22, s. 218. 35 Şerafettin Gölcük, Süleyman Toprak, Kelam, s.104. 69 TARTIŞALIM Amelsiz (ibadetsiz, haram-helallere ve toplumsal görevlere duyarsız) bir imanın, kişi ve toplumda meydana getireceği problemleri arkadaşlarınızla tartışınız. KELAM Kur’an-ı Kerim, fikrî olduğu kadar amelî eğitim-öğretimi de vurgulamış36 ve pek çok ayetinde iman ile sahih ameli peş peşe zikretmiştir. Kur’an’da amel; namaz, oruç, hac gibi şekil ve zamanı belirlenmiş ve fakire yardım etmek gibi hayatın her anında yapılabilecek ibadetler hâlinde gösterilmiştir.37 Salih amel, insanın yaratılış gayesi ve hayatın amacıyla da ilişkilendirilmiştir. Kur’an’da bu konuda: “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır…”38 buyrulmaktadır. Müminlerin ısrarla salih amele/bireysel ve sosyal faaliyetlere teşvik edildiği ayetlerden39 birisi şöyledir: DEĞERLENDİRELİM “Yüce Allah, Bakara suresi, 143. ayetiyle “Allah sizin imanınızı yani namazınızı zayi edecek değildir” buyurarak ayetinde namaza “iman” ismini vermiştir. Çünkü iman ancak namazla olgunlaşır. Aynı zamanda namaz niyet, söz ve ameli kapsadığı için imanı da içermektedir. Amel imanın aynı değildir, amel imanın dışında da değildir. Ancak amel, imandandır.” (Mustafa İslamoğlu, İman Risalesi, s. 315’den uyarlanarak alınmıştır). Yukarıdaki metni, iman-amel açısından değerlendiriniz. ّ َهǹÊ È ǐdzơ ǺȇÊ ō ƛÊƧȐ ō ǞÈ ǷÈ ƅơ ō ȁÈ ÊǂƦÌ ǐdzƢÊ ō ƥÌơȂÉǼȈÊǠÈƬLJơÌ Ì ơȂÉǼǷÈ ƕǺȇÊ È ǂÊƥƢǐdzơ È ǀōdzơƢȀÈ ŎȇÈƗƢÈȇ “Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir.” Salih amel, kalpteki sevgiye ve bilgiye dayalı samimi imanın meyvesi ve vahyin hayata dönüşmesidir. Aslında iman etmek, inancın gereklerini yapmaya hazır hâle gelmektir. Bu manada salih amel, Allah’a karşı kulluk görevini gerçek anlamda yerine getirmenin en önemli göstergesidir. Salih amel, imanın kuvvetlenmesine, olgunlaşmasına ve ebedi nimetlere eriştirmeye vesiledir. İmanla salih amel birbirini besler ve güçlendirir. İnsan imanın ibadet boyutunu ihmal ettikçe dine bağlılığı azalır, kalpteki tasdikin de yok olmasına sebep olur. İlk dönem büyük din bilginleri ve ehl-i sünnet âlimlerine göre amel, imanın olmazsa olmaz parçası değildir. Bu sebeple dinin bütün esaslarını kalpten benimsemiş, fakat emir ve yasakların gereğini yapmayan kimse (fâsık/fâcir), işlediği günahı helâl saymadıkça günahkâr mümindir. Bu kimse için tövbe kapısı açıktır. Tövbe etmeden ölürse Allah onu dilerse affeder, dilerse günahı kadar azap eder. Ancak tasdiki sebebiyle sonunda cennete girer. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, “İman edenler ve salih amel işleyenler...”40 diye başlayan pek çok ayette iman edenlerle salih amel işleyenler ayrı ayrı zikredilmiştir. Kur’an, imanı, amelin geçerli olabilmesi için şart kılmıştır: “Kim de inanmış olarak salih ameller işlerse, o, ne zulme uğramaktan korkar, ne yoksun bırakılmaktan.”41 Allah’ın, adam öldürme fiili gibi büyük günahı işleyen kimse hakkında “mümin” ifadesi kullanması42 da amelin imandan bir cüz olmadığına delildir. 36 Ömer Aydın, Kur’an-ı Kerim’de İman Amel İlişkisi, s. 46, 47. 37 Nisâ suresi, 103. ayet; Enfâl suresi, 3. ayet; Zümer suresi, 9. ayet; Mâûn suresi, 3. ayet. 38 Mülk suresi, 2. ayet; Zâriyât suresi, 56. ayet. 39 Bakara suresi, 153, 172, 178, 208, 254, 278, 282. ayet; Âl-i İmrân suresi, 102, 130, 149, 156, 200. ayetler; Nisâ suresi, 29. ayet; Mâide suresi, 35. ayet; Tevbe suresi, 119. ; İsrâ suresi, 23-39. ayetler. 40 Bakara suresi, 277. ayet; Yûnus suresi, 9. ayet; Hûd suresi, 23. ayet; Lokmân suresi, 8. ayetler. 41 Tâ-Hâ suresi, 112. ayet. 42 Hucurât suresi, 9. ayet; Bakara suresi, 178. ayet; Tahrîm suresi, 8. ayetler. 70 III. ÜNİTE: İMAN, BİLGİ ve AMEL Hariciler, Mutezile ve Şia gibi âlimler de ameli, imanın bir parçası saymışlardır. Onlara göre iman; kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve amelin toplamıdır. Selef âlimlerinin Hariciler, Mutezile ve Şia’dan bu konudaki farkı, onlar gibi amelî imanın vazgeçilmez parçası görmeyip, imanın olgunluğunun şartı saymalarıdır. Dolayısıyla onlara göre imanı olduğu hâlde günah işleyen veya ameli terk eden kişi asi mümindir. Oysa bu kişiyi Hariciler kâfir saymış, Mutezile ve Şia ise iman-küfür arasında bir yerde/ fısk konumlandırmıştır. Konuyu özetleyecek olursak, bir mümin; tembellikten, hevâsından veya sosyal şartlardan dolayı ameli terk etmekle dinden çıkmaz ancak günahkâr olur. Tövbe ederek ibadete dönmedikçe de imanın kemalini kaybetmiş ve onu tehlikeye düşürmüş olur. Tıpkı dalları uygunsuz kesilmiş ağacın güzelliğini kaybetmesi ve kuruma tehlikesiyle karşılaşması gibi.43 Başka bir deyişle iman; marifet, tasdik, ikrar ve amelle olgunlaşır. Akide, hayat binasının plan ve projesi, amel ise bu binanın projeye uygun bir biçimde inşasıdır. İmanı tanımlayıcı sayıp “Müslüman” ismini kimlik olarak benimsemek muazzam bir iddiada bulunmaktır. İddialar ispat ister. İman iddiası da elbette ispata muhtaçtır. Bu iddiayı ispatlamanın tek yolu ise ameldir. Özgürlük imanın gıdasıdır. İman girdiği bir kalpte tutsak ise, onun orada yaşama şansı azalır. İmanın özgür olduğunun göstergesi de eyleme yansıması, kendini amel diliyle ifade edebilmesidir.44 5. İmanda Artma-Eksilme İmanda artma ve eksilme konusu genel olarak, iman-amel ilişkisi açısından incelenmiştir. İman, sadece kalbin tasdiki, yalnız dilin ikrarı veya kalbin tasdikiyle beraber dilin ikrarı olarak tanımlandığında iman, artma ve eksilme kabul etmez. Amel imanın bir cüzü/parça kabul edildiğinde onda artma ve eksilme söz konusu olabilir. Ehl-i sünnet kelamcılarına göre iman, inanılması gereken hususlar yönünden artmaz ve eksilmez. Hangi seviyede olursa olsun bütün müminler, inanmakla yükümlü oldukları şartları kalp ile tasdik ve dil ile ikrar etmekle eşittir. Bir mümin kesin ve güven duyarak bir defa tasdik etmişse artık imanında artma ve eksilme olmaz. Amelleri ise farklıdır ve onun karşılığını verecek olan da Yüce Allah’tır. Bir kimse iman esaslarının hepsini kabul edip de bir veya bir kaçına inanmasa iman etmiş sayılmaz. Bu durumda iman gerçekleşmediğinden artması ve eksilmesi söz konusu olamaz. İmanın artması, küfrün azalmasıyla mümkün olabilir. Hâlbuki bir mümin aynı anda hem mümin hem de kâfir olamaz. 43 A. Hamdi Akseki, İslam Dini, s. 55. 44 Mustafa İslamoğlu, İman Risalesi, s. 320, 349, 350. 71 KELAM Ehl-i sünnete göre iman, nitelik yönünden artar ve azalır. Kişilerin imanı kuvvet ve zayıflık, kalbin DÜŞÜNELİM derinliklerine sinme ve yüzeysel olup olmama yö- Bir gözlem evinde araştırmacı olduğunuzu ve “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır.” “onlar… (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler…” (Âl-i İmrân suresinin 190-191.) ayetlerini dikkate alarak gök cisimlerini gözlemlediğinizi farzedin. Bunun imanınızın artmasına katkı sağlayıp sağlamayacağını düşünün. nüyle farklıdır. Bazılarının imanı düşünmeye bağlı bilgi ve inanç/ilme’l-yakîn seviyesindedir. Diğer bazılarının imanı görmeye dayalı bilgi ve inanç/ ayne’l-yakîn düzeyindedir. Bazılarının da yaşamaya, gönülden duymaya ve iç tecrübeye dayalı bilgi ve inanç/hakka’l-yakîn seviyesindedir. Nitekim Hz. İbrahim ölüleri nasıl dirilttiğini göstermesini Allah’tan istemiş, Allah’ın “…yoksa inanmadın mı?” sorusuna “…inandım fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim)…”45 cevabını vermiştir.46 Hariciler, Mutezile ve Selefîlere göre iman, nicelik ve nitelik açısından artar ve eksilir. Bu durumda, işlenen iyi fiillerle iman artarken, günahlarla eksilmektedir. Onların, bu konudaki fikirlerini desteklediği ayetlerden biri şöyledir: “…İman edenlere gelince (her inen sure) daima onların imanlarını arttırır...”.47 Ehl-i sünnet ‘Bu ayetlerdeki imanın artışı, tasdik yönünden değil, amel ve itaatin kalbe tesiri yönündendir. İşlenen günahlar yüzünden itaatin kalbe tesir etmemesi de imanın eksilmesidir.’ şeklinde yorumlamıştır. Canlı bir organizma olan insanda meydana gelen imanın, tabiatı gereği canlı bir yapısı vardır. İnsanla beraber gelişir, olgunlaşır veya zayıflar. Hareketli bir yapı taşır. İman, geçmişte bir defa gerçekleşmiş tasdik ve ikrar olarak bırakılmamalı, bütün bir ruh ile her gün yenilenmelidir.48 Nitekim yaptığımız bütün ibadetler, iyilikler, Allah’a hamt ve şükürler, iman ahdimizi yenilemenin göstergeleridir. Mümin bütün bu salih amellere sarıldıkça imanını daha da kuvvetlendirmekte, terkettikçe de zayıflatmaktadır. 45 Bakara suresi, 260. ayet. 46 Heyet İlmihâl, C 1, s. 74. 47 Tevbe suresi, 124. ayet.; Fetih suresi, 4. ayet.; Enfâl suresi, 2. ayet; Ahzâb suresi, 22. ayet; Müddessir suresi, 31. ayet; Âl-i İmrân suresi, 173. ayet. 48 Hülya Alper, İmanın Psikolojik Yapısı, s. 65. 72 III. ÜNİTE: İMAN, BİLGİ ve AMEL ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM A. Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız. 1. İmanın lügat ve terim manalarını açıklayınız. 2. Tasdik, ikrar ve inkar ne demektir? Yazınız. 3. İman ile bilgi arasındaki ilişkiyi kısaca açıklayınız. 4. Ehl-i sünnet ve Mutezile kelam ekollerinin iman-amel ilişkisi hakkındaki görüşlerini kısaca özetleyiniz. 5. İmanın artması ve eksilmesinin hangi durumlarda mümkün olup olmadığını açıklayınız. B. Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru seçeneklerini işaretleyiniz. 1. Aşağıdakilerden hangisi iman ile ilgili olarak söylenemez? A) İmanın lügat manası, sözü onaylamak, güven vermek, güvende olmaktır. B) İman, peygamberimizin Allah’tan getirdiklerini kalp ile tasdik ve dil ile ikrardan ibarettir. C) İman için, kalbin tasdiki olmaksızın sadece dilin ikrarı yeterlidir. D) Kalbi imanla dopdolu iken bir zorunluluk sonucu diliyle inkâr etmek imanı kaybettirmez. E) Taklidi imana sahip mümin, dinî ve akli delillerle imanını güçlendirmekle yükümlüdür. 2. Aşağıdakilerden hangisi münafık ile ilgili olarak söylenemez? A) Münafık, kalbi inkâr ettiği hâlde diliyle Müslüman olduğunu söyleyen kimsedir. B) Münafığın öne çıkan yönü, yalancı olmasıdır. C) Allah’ı aldatmaya çalışmak, gösteriş yapmak ve yardıma engel olmak münafıkların diğer özelliklerindendir. D) Diliyle Müslüman olduğunu söylemesine rağmen münafıkları tespit etmek mümkündür. E) Münafıklar cehennemin en alt tabakasında cezalandırılacaklardır. 3. Aşağıdakilerden hangisi şirk ve müşrik hakkında doğru bilgiyi içermemektedir? A) Allah’ın varlığına inanan fakat ona ortak koşan kişiye müşrik denir. B) Allah müşrikleri, kâfirlerin iki grubundan birisi olarak saymıştır. C) Müşrik; Allah’ın zat, sıfat, fiil ve isimlerinde ona eş isnat etmektedir. D) En büyük günah, Allah’a ortak koşmaktır. E) Allah’a ortak koşan büsbütün sapıtmıştır, iman da etse asla bağışlanmaz. C. Aşağıda verilen cümlelerdeki boşlukları verilen uygun ifadelerle doldurunuz. (aklî, günah, küfür, iman) 1. Naklî/vahyî bilgi ve taassuptan arınmış……….bilgi, imanın kökleşmesinde birbirinin yardımcısıdır. 2. Amel ………… ‘ın parçası değildir. Ancak onu güçlendiren bir unsurdur. 3. Dinî esasları açıkça inkâr etmek, beğenmemek, önemsememek ve değersiz saymak.................dür. 73 KELAM IV.ÜNİTE ALLAH’IN VARLIĞI VE BİRLİĞİ: TEVHİT ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM 1. Tevhit kelimesinin anlamını sözlüklerden araştırınız. 2. İhlâs suresini meal veya tefsirlerden okuyarak geliniz. 3. Allah’ın “Kıyam bi Nefsihi” sıfatı ne anlama gelir? Araştırınız. 4. Dua ederken Allah’ın hangi isimlerini kullanıyorsunuz? Belirtiniz. 5. İnsanın zor zamanlarında Allah’ı anması size ne ifade ediyor? Açıklayınız. 74 IV. ÜNİTE: ALLAH’IN VARLIĞI ve BİRLİĞİ: TEVHİT 1. Allah’ın Varlığı ve Birliğinin Delilleri İnsan, Allah’ın varlığına ve birliğine inanmanın kendi DÜŞÜNELİM hayatındaki yerini ve önemini çok iyi kavramalıdır. Allah’ın Allah’ın varlığını varlığının ve sıfatlarının yaratılmış olan şeylerle ilgili olarak ispat etmeniz gerekinsan hayatında bir karşılığı vardır. Bu yüzden; bakan, bakseydi ne derdiniz? tıklarını gören ve gördükleri üzerinde düşünen insan için Düşününüz. Allah’ın varlığı ve birliği çok açıktır. Kur’an’da Allah’ın varlığına ve birliğine inanma ona gönülden bağlanma mümin olmanın temel şartıdır. Tevhit, İslam dininin özünü oluşturur. İslam dininde de tevhit inancının kesin bilgiye dayalı olarak temellendirilmesi gerekir. Kur’an’ın iniş süreci, “Yaratan Rabb’inin ismiyle oku.”1 ayetiyle başlamıştır. Bu okuma, indiriliş süreci devam eden “kitab”ın ayetlerini takip etmek anlamına geldiği gibi yaratılışa şahitlik etmek anlamına da gelir. Böylece insandan, yaratılmış olanlardan hareketle bir yaratıcının varlığını ve büyüklüğünü kabul etmesi beklenir. Nuh suresinin 13. ayetinde, evrende var olan nimetlerin Allah’ın yaratmadaki üstünlüğünü açıkça ifade ettiği vurgulanarak şöyle buyrulmuştur: YORUMLAYALIM Allah’ın birliğine inanmak insan hayatına nasıl etki eder? Yorumlayınız. “ِﷲِ َوَﻗﺎ ًرا ﻮن َ ” َﻣﺎ ﻟَ ُﻜ ْﻢ َﻻ ﺗَـ ْﺮ ُﺟ “Size ne oluyor ki, Allah’a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz?” Evren, insanın yaşantısını sürdürmesine imkân verecek şekilde yaratılmış bilinçli bir tasarım harikası ve bir sanat eseridir. Allah, kendi varlığının ve birliğinin delillerini gerek insanın nefsinde gerekse tabiatta göstermiş ve bunların üzerinde düşünülmesini istemiştir. Başka bir ifadeyle Kur’an’da, insan da dâhil olmak üzere evrende Allah’ın yarattığı her şeye “ayet” denilmiştir. Bu konuda, “Göklerde ve yerde nice ayetler, işaretler var ki, onlar (üzerinde düşünmeden) sırtlarını çevirerek yanlarından geçip giderler! Onların çoğu, Allah’a ortak koşmadan bir türlü inanmazlar.”2 buyrulmuştur. Evrendeki her şey, Allah’ın varlığına ve birliğine işaret etmesi açısından bir delildir. Bu yüzden Allah; insanın yaratılışı, yağmurun ölü toprağı canlandırması, içilen su, tutuşturulan ateş, göklerin ve yerin yaratılışı, güneş ve ay, bulutlar, rüzgâr, denizde seyreden gemiler ve gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişi örneklerinde olduğu gibi insanı yaratılışa tanıklık etmeye çağırır.3 İnsanın, âlemi yaratan yüce bir gücün varlığına şahit olması beraberinde kendi tutum ve davranışlarını kontrol etmesini sağlar. 1 Alak suresi, 1. ayet. 2 Yûsuf suresi, 105, 106. ayetler. 3 Vâkıa suresi, 57–72. ayetler, Bakara suresi, 164. ayet, Hac suresi, 5. ayet. 75 KELAM Rengi, dili, ırkı, dini, mezhep ve DEĞERLENDİRELİM meşrebi farklı olmasına rağmen yeryüzünde yaşayan insanların büyük çoğun- “Göklerin ve yerin yaratılışında, luğu yaratıcı bir gücün varlığında itti- gece ile gündüzün birbiri ardınca fak etmiş, kendi dillerince ona bir isim gelip gidişinde selim akıl sahipleri vermiş4 ve onu kabullenmişlerdir.5 Her için elbette ibretler vardır. Onlar ki ayakta asırda insanlar, varlık ve olaylara baka- dururken, otururken ve uyumak için uzan- rak evreni yaratan ve kontrolü altında dıklarında Allah’ı anar (ve) göklerin ve ye- tutan üstün bir kudretin mevcudiyetini rin yaratılışı üzerinde inceden inceye düşü- kavramaya ve kanıtlamaya çalışmışlar- nürler ve şöyle derler; ‘Ey Rabbimiz! Sen dır. Kur’an’da, “Kesin inanmak isteyenler için yeryüzünde birçok deliller vardır. Bizzat kendi varlıklarınızda bunları(n hiç birini) anlamsız ve amaçsız yaratmadın. Sen yücelikte sınırsızsın! Bizi ateşin azabından koru!’” da böyle deliller vardır. Hâlâ gör- (Âl-i İmrân suresi, 190, 191. ayetler.) meyecek misiniz?”6 buyrulmuştur. Bu Yukarıdaki ayeti yaratılış üzerinde düşünüp anlamda Kelam ilminin en temel amaçlarından biri Allah’ın varlığını ispat etmektir. Allah’ın var olması bir zorunlu- insanın dünyasını anlamlandırması açısından değerlendiriniz. luk olarak görüldüğü için bu konudaki çalışmalara “İspat-ı Vacip” denilmiştir. Bu delillerden bazıları şunlardır: a. Hudûs Delili Hâdis, sözlükte “Yok iken sonradan var olan şey” anlamındadır. Çoğulu hudûstur. Sonradan meydana gelen, YORUMLAYALIM dolayısıy­la yaratılmış olan şeye hadis, “Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar?” onun yara­tıcısına da muhdis denir. Evren, her şeyiyle sonradan meydana gelmiş (hadis) bir varlıktır. Buna göre evrenin yaratılmış olmasından hareketle bir var edicinin (muhdis) bulun­ması aklî bir zorunluluktur. (Tûr suresi, 35. ayet.) Yukarıdaki ayeti hudûs delilini dikkate alarak yorumlayınız. 4 İsrâ suresi, 110. ayet. 5 Bekir Topaloğlu, İsbat-ı Vacip, s. 110. 6 Zâriyât suresi, 20, 21. ayetler. 76 IV. ÜNİTE: ALLAH’IN VARLIĞI ve BİRLİĞİ: TEVHİT Hiçbir şey kendiliğinden meydana gelmemiştir. Kur’an’da yer alan, “Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar?”7 ayeti buna delildir. Kur’an’da; arının, insanın, devenin, göğün, dağların ve yeryüzünün yaratılışı örnek verilerek Allah dışında kimsenin bir sinek bile yaratamayacağı bildirilir.8 Bir kitabın kendi kendine yazılamayacağı ya da bir binanın bir yapıcısı olmadan durup dururken ortaya çıkamayacağı gibi kâinat da bir yaratıcı olmadan meydana gelemez. Meydana getirilen şeylerin sonsuza kadar kalamayacağı da bellidir. Nitekim sonu olan şeylerin mutlaka bir başlangıcı vardır. Her başlangıç ise bir başlatana ihtiyaç gösterir. Bu durumda kendi kendini yaratamayacak olan âlemi yaratan Allah’tır. Bunu şu şekilde de ifade edebiliriz: Âlem, sonradan meydana gelmiştir ve sonradan meydana gelen her şeyin bir yaratıcısı vardır. O hâlde âlemin de bir yaratıcısı vardır ki o da Allah Teâlâ’dır. b. İmkân Delili Varlığı zorunlu olup yokluğu düşünülemeyen sadece Allah’tır ki bu yüzden ona “Vâcibu’lÖRNEKLENDİRELİM Vücûd” denilmiştir. Allah’ın varlığı kendi zatıAllah (c.c.), Kur’an’da Tânın gereğidir ve yokluğu düşünülemez. O, var Hâ suresinin 114. ayetinde olmak için başka bir sebebe muhtaç değildir. insana, “…Rabb’im ilmimi arttır.” Onun dışında var olan her şey aynı zamanda yok şeklinde dua etmesini öğütlemiştir. Bu olur. Yokluğu kabul edene ya da var olmak için ayetle ilişkili olarak felsefe, psikoloji ve başka bir sebebe ihtiyaç duyana da “mümkün” tabiat alanında bilgi sahibi olmak imandenir. Mümkün olan varlığın var olması da yok la ilgili konuların daha iyi kavranabilolması da imkân dâhilindedir. Evren, her şeyiyle mesi açısından nasıl katkı sağlayabilir? mümkün bir varlıktır. Kendisini varlık sahasına Örneklendiriniz. çıkaracak bir yaratıcıya muhtaçtır. Sonsuz sayıda seçeneklerin içinden çıkıp evrenin bu mevcut şeklini alması bir tercihin sonucudur. Evrenin varlığını, yokluğuna tercih edecek bir var edici olmak zorundadır. Bu yüce kudret şöyle de tanımlanabilir; Âlem, içindeki her şeyle beraber mümkün bir varlıktır ve her mümkün, kendisini var eden bir vacibe ihtiyaç duyduğuna göre de bu vacip, varlığı zorunlu olan Allah’tır. c. Kemal Delili Allah dışında hiçbir şey mükemmel değildir. Kur’an’da onun yüce sıfatları söz konusu edilmiştir. Yetkinlik ve kusursuzluğa dair nitelikler yalnızca Allah’a aittir. Bunun karşısında evrendeki her şey, bir yönüyle eksiktir ve kemale doğru bir özlem duyar. Örneğin; güzel ahlak, şeref, gibi duygularla olgunluk, yetkinlik ve sonsuzluğa ulaşma düşüncesi, üstün ve kemal sahibi bir varlığa ulaşma arzusundan kaynaklanır. Ayrıca insandaki sonsuzluk arzusu ve ölümsüzlük isteği onun sonlu olan şey7 Tûr suresi, 35. ayet. 8 Mü’minûn suresi, 12-14. ayetler; Gâşiye suresi, 17-20. ayetler; Hac suresi, 70. ayet. 77 KELAM lerle tatmin olmadığını gösterir. Bu sonsuzluk ve kemal düşüncesi insana ne kendisinden ne de dış âlemden gelebilir. Çünkü her ikisi de eksik ve sonludur. Bütün vasıflarıyla kemal derecesinde olan bir yaratıcı olduğu düşüncesi ve buradan hareketle kemale ulaşma isteği Allah’ın varlığının bir delili olduğu gibi sonsuzluk fikri de ona işaret eder ve bizi şu sonuca götürür; Ben kâmil (yetkin) ve ebedî bir varlık olmadığım hâlde bu düşünceye sahibim. Bu fikrin bana kendi benliğimden gelmesi ise mümkün değildir. Öyleyse bu düşünce kemal sahibi ve ebedî bir varlıktan geliyor olmalı ki o da Allah Teâlâ’dır. YORUMLAYALIM “İşte böylece İbrahim’e göklerdeki ve yerdeki hükümranlığı ve nizamı gösteriyorduk ki kesin ilme erenlerden olsun. Üzerine gece karanlığı basınca, bir yıldız gördü. ‘İşte Rabbim!’ dedi. Yıldız batınca da, “Ben öyle batanları sevmem.’ dedi. Ay’ı doğarken görünce de, ‘İşte Rabb’im!’ dedi. Ay da batınca, ‘Andolsun ki, Rabb’im bana doğru yolu göstermezse, mutlaka ben de sapıklardan olurum.’ dedi. Güneşi doğarken görünce de, ‘İşte benim Rabb’im! Bu daha büyük.’ dedi.’ O da batınca (kavmine dönüp), ‘Ey kavmim! Ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Ben, hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim.’ dedi.” (En’âm suresi, 75–79. ayetler.) Yukarıdaki ayetleri, Hz. İbrahim’in arayışı ve çevresine vermek istediği mesaj açısından yorumlayınız. d. Gaye ve Düzen Delili İslam dinine göre evreni ve içindeki her şeyi yaratan Allah’tır. Evrendeki varlıkların hiçbiri gereksiz, gayesiz ve boşuna yaratılmamıştır.9 Allah, kâinatı yaratmasının yanı sıra yarattığı şeylere bir ölçü ve hedef belirlemiştir.10 Her şeyin yaratılmasının bir sebebi ve hikmeti vardır ki buna “gaye” denir. 9 Kıyâmet suresi, 36. ayet; Enbiyâ suresi, 16. ayet. 10 Tâ-Hâ suresi, 50. ayet. 78 IV. ÜNİTE: ALLAH’IN VARLIĞI ve BİRLİĞİ: TEVHİT Evrende var olan bütün varlıklar; bir ölçü, düzen ve uyum içinde hareket ederler. Yaratılan hiçbir şey başıboş olmayıp kendisi için belirlenmiş bir amaca doğru yol alır. Örneğin bütün yaratılmış varlıkların insana hizmet etmek için planlandığı rahatlıkla gözlemlenebilir. Kur’an’da yaratılışta bir kusur ve eksiklik olmadığı ifade edilmiştir.11 Örneğin, Kamer suresinin 49. ayetinde, “Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.” buyrulur. Bu anlamda âlemde harikulade bir ahenk ve uyum vardır.12 Yeryüzündeki varlıklar belli bir sistemin devam etmesi için birbirlerinin yaşantısına destek verip yardım etmektedir. İnsandan hayvana, bitki- FİLM İZLEYELİM Evrendeki varlıkların oluşumunun yanı sıra onlardaki düzen ve uyumu anlatan bir film/ slayt izleyerek aşağıdaki sorulara cevap arayınız. -Varlıktaki uyum ve düzen bize neyi göstermektedir. -Bu oluşumda tesadüfe yer var mıdır? -Varlıktaki bu uyumlu süreç bize Allah’ın birliğini nasıl gösterir? lerden en küçük organizmalara kadar hiçbir şey gelişi güzel hareket etmez. Beslenmelerini, barınmalarını ve korunmalarını belli bir sistem ve plan içinde gerçekleştirirler. Güneş, ay ve diğer yıldızlar belli bir ahenk içindedirler. Dağlar, ormanlar ve bitkiler, yaşam kaynağı oksijeni sağlayıp havayı temizlerler, bitkiler hayvanlara besin kaynağı olur, onlar da bitkilerin bir anda yeryüzünü kaplayıp sarmasını önlerler. Evren ve evrendeki düzenin kendiliğinden veya şuursuz maddeler eliyle gerçekleştiği düşünülemez. Varlıklar arasındaki bu karşılıklı yardımlaşma ve dayanışmalar bilinçli bir tasarıma işaret etmektedir. Çünkü gayeli olarak yapılan her iş onu planlayan bir gücün varlığını gerekli kılar. Örneğin Kur’an’da, “Sizin Rabb’iniz kim, ey Musa?” sorusuna Hz. Musa’nın cevabı şöyle olmuştur; “Rabb’imiz, her şeye yaratılışını (varlığını ve biçimini) verip sonra onu doğru yola ileten (yaratılış gayesine uygun yola yönelten) DEĞERLENDİRELİM “Yeryüzünde birbirine komşu kara parçaları, üzüm bağları, ekinler; bir kökten çıkan çok gövdeli ve tek gövdeli hurma ağaçları vardır ki hepsi aynı su ile sulanır. Ama biz ürünleri konusunda bir kısmını bir kısmına üstün kılıyoruz. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir kavim için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.” (Rad suresi, 4. ayet.) “Allah’ın rahmetinin eserlerine (bir) bak! Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor. Şüphe yok ki o, ölüleri de elbette diriltecektir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” dir.”13 Bu cevapta olduğu gibi her şeyi belli bir dü- (Rûm suresi, 50. ayet.) zen içerisinde yaratan ve onlara amaç belirleyerek Yukarıdaki ayetleri yaratılıştaki mükemmelliğin İsbât-ı Vâcib’e konu olması açısından değerlendiriniz. yarattıkları arasında gerekli uyumu sağlayan bir yaratıcı olmalıdır ki bu da Allah’tır. 11 Mülk suresi, 3, 4. ayetler; Ra’d suresi, 2. ayet. 12 Yasin suresi, 40. ayet; Mülk suresi, 3. ayet. 13 Tâ-Hâ suresi, 49, 50. ayetler. 79 KELAM İnsan kendini ve çevresini tanımaya ve yaratılıştaki hikmetleri kavramaya çalışmalıdır. Bu anlamda iyi bir mümin iyi bir gözlemcidir. İnancın kesin bir hal alması ve sahibini tatmin etmesi bu gözlemler sonucu oluşmaktadır.14 Bu sebeple insan, sürekli olarak şahit olduğu olaylar ve eserler üzerinde düşünmeye davet edilir.15 Yapacağı gözlemler ve düşünceler sonunda insan, belirli bir ölçü ve denge içerisinde hareket eden âlemi var eden bir düzenleyiciyi kabul etmek zorunda kalır. Bu durumda şu önermede bulunmak kaçınılmazdır; Kâinat, birbiriyle uyumlu bir sebepler ve gayeler sistemi arz eder. Bu gaye ve düzense ancak yaratıcı ve düzenleyici bir iradenin eseri olabilir. Öyleyse evren, yüce bir yaratıcının eseridir ki bu da Allah Teâlâ’dır.16 İLİŞKİLENDİRELİM Engin denizin ortasında azgın dalgalar ve sert rüzgârlarla çevrilmiş kaptansız bir geminin yol almasıyla bu âlemin bir yaratıcı ve yönlendirici olmadan idare edilmesi arasında ilişki kurunuz. e. Fıtrat Delili İnsanın yaratılışı başlı başına bir sanat harikasıdır. Kur’an’da Allah’ın varlığı konusu, temiz bir fıtrata sahip insan için oldukça tabii bir hadise kabul edilmiştir.17 Örneğin Kur’an’da insanın Allah’a kulluk için yaratıldığı vurgulanır.18 İnsanın yaratılışındaki bu hikmet onun bütün âlemi sevk ve idare eden bir İlah anlayışından uzak kalamayacağını gösterir. Bu anlayış, inanmanın insan için bir ihtiyaç olduğunu gösterdiği gibi bu ihtiyacı giderecek bir yaratıcının varlığına da işaret eder. YORUMLAYALIM “Böylece sen, batıl olan her şeyden uzaklaşarak yüzünü kararlı bir şekilde (hak olan) dine çevir ve Allah’ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun davran: (ki,) Allah’ın yarattığında bir bozulma ve çürümeye meydan verilmesin. Bu, sahih (bir) din(in gayesi)dir; ama çoğu insanlar onu bilmezler.” (Rûm suresi, 30. ayet.) Yukarıdaki ayeti insan-fıtrat ilişkisi açısından yorumlayınız. 14 En’âm suresi. 75. ayet. 15 A’râf suresi, 185. ayet; Neml suresi, 61. ayet. 16 İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelam, s. 206. 17 Rûm suresi, 30. ayet; En’âm suresi, 63. ayet; Zümer suresi, 39. ayet. 18 Zâriyât suresi, 56. ayet. 80 IV. ÜNİTE: ALLAH’IN VARLIĞI ve BİRLİĞİ: TEVHİT Kur’an’da yaratılış aşamasında, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna insanın, “Evet.” diye cevap verdiği ifade edilir.19 Bu mecazî anlatım, yaratıcıyla eseri arasındaki yakın ilişkiyi ve insanın normal şartlarda bundan gafil kalamayacağını gösterir. Bu yüzden insan, vicdan ve idrakini; gaflet, kibir ve inatla örtmediği sürece20 bir yaratıcının varlığına inanmakta zorluk çekmez. Her şeye gücü yeten ve kendisine sığınılan bir yaratıcı fikri herkesin içinde vardır. Nitekim insanın yardıma ihtiyaç hissettiği zor zamanlarında hemen her şeyden vazgeçerek Allah’a yöneldiği görülür. İnsan zorda kaldığı her anda ona sığınıp ondan yardım ister. Bu yöneliş, Allah’ın varlığının apaçık delillerinden sayılır. f. Temanu Delili Temanu, sözlükte birbirine mani olma, engelleme ve çekişme demektir. Bu delil, birden fazla ilah olamayacağını anlatmak için kullanılır. İlah, kendisinden daha üstün hiçbir gücün olmadığı varlık demektir. İlah’ın bu anlamı onun ortak kabul etmeyeceğini gösterir. Kur’an’da Mü’minûn suresinin 91. ayetinde, “Onunla birlikte hiçbir ilah yoktur. Aksi takdirde her ilah kendi yarattığını sevk ve idare eder ve bir gün mutlaka onlardan biri diğerine üstün gelirdi.” buyrularak bu durum izah edilir. Birden fazla ilah olması ve onların aralarında çekişme halinin tasavvuru da mümkün değildir. Bu çekişme durumunda âlemin yok olacağı ve düzenin bozulacağı açıktır.21 Bütün bunlar tek bir ilah anlayışını zorunlu kılmaktadır. Kur’an’da, “…Dikkat edin, yaratmak da, emretmek de yalnız ona aittir…”22 buyrularak Allah’ın ortağı olamayacağı ifade edilmiştir. YORUMLAYALIM “O, sizi karada ve denizde gezdirip dolaştırandır. Öyle ki gemilerle denize açıldığınız ve gemilerinizin içindekilerle birlikte uygun bir rüzgârla seyrettiği, yolcuların da bununla sevindikleri bir sırada ona şiddetli bir fırtına gelip çatar ve her taraftan dalgalar onlara hücum eder de çepeçevre kuşatıldıklarını (batıp boğulacaklarını) anlayınca dini sadece Allah’a has kılarak “Andolsun, eğer bizi bundan kurtarırsan, mutlaka şükredenlerden olacağız” diye Allah’a yalvarırlar.” (Yûnus suresi, 22. ayet.) Yukarıdaki ayeti fıtrat delili olması açısından yorumlayınız. GRUP ÇALIŞMASI YAPALIM - Allah’ın varlığı ve birliğini ispat konusuyla ilgili olarak sınıfta dört ayrı grup oluşturunuz. - Her bir grup Kelam ve İslam felsefecilerinin ortaya koyduğu delillerden biri üzerinde çalışsın. - Yaptığınız çalışmaları sunu hâline getirerek sınıfta arkadaşlarınızla paylaşınız. Allah’ın varlığını ve birliğinin sayısız delilleri vardır. Burada söz konusu edilenlerin yanı sıra; hareket delili, ahlak, şefkat ve merhamet delili gibi isbât-ı vâcip konusu olabilecek pek çok delilden daha söz etmek mümkündür. 19 A’râf suresi, 172. ayet. 20 Nûr suresi, 40. ayet; Neml suresi. 14. ayet; Lokman suresi, 32. ayet. 21 Enbiyâ suresi, 22. ayet; İsrâ suresi, 42. ayet. 22 A’râf suresi, 54. ayet. 81 KELAM 2. Allah’ın Varlığı ve Birliğine İnanma Allah’ın varlığına ve birliğine inanıp ona gönülden bağlanmak İslam inancının en temel ilkesi ve mümin olmanın ilk şartıdır. İman, varlığı yaratan ve ona şekil verip idare eden bir yaratıcının varlığını kabul etmektir.23 Kur’an’da, “Sizin ilahınız bir tek ilahtır. Ondan başka ilah yoktur…”24 buyrulmuştur. İslam dininde Allah’ın birliğine “tevhit” adı verilmektedir. Tevhit, bir şeyin bir ve tek olduğuna hükmetmek olduğu gibi Allah’ın zatını, aklın tasavvur edeceği ve zihnin canlandırabileceği her şeyden tenzih etmek (uzak tutmak) anlamına da gelir.25 Tevhit, bütün iyiliklerin ve güzelliklerin kaynağının bir olduğunu anlatır ve bu yönüyle İslam dininin özünü oluşturur. Allah, dinde ayrılığa düşmemizi istememiştir. Gönderdiği elçilerin tamamı iman açısından aynı ilkeler üzerinde durmuştur. Bu anlamda tevhit, hakikatin bir ve evrensel olduğunu gösteren peygamberler tarihinin bir özeti gibidir.26 Bütün insanları tek bir yaratıcının kulu olarak görmek insanları ayıran ya da ayrıştıran suni engellerin ortadan kalkması anlamına gelir. Nitekim PAYLAŞALIM “Allah size bir örnek olay anlatmaktadır: Tümü birbiriyle ihtilaflı birçok ortağı olan kimsenin emrindeki adam ile tamamen bir kişiye bağlı bulunan adam(ın durumu); içinde bulundukları şartlar açısından bu iki adam eşit olabilir mi? (Hayır,) bütün övgüler (yalnız) Allah’a mahsustur; fakat çoğu bunu anlamaz.” tek ve her şeye hâkim olan Allah inancı, hayatın (Zümer suresi, 29. ayet.) bir bütünlük içinde kavranmasını da sağlar. Allah Yukarıdaki ayette vurgulandığı gibi “Tevhit ve bunun insan ve tabiattaki yansımaları” konusunda Kur’an, hadis ve görsel materyallerden yararlanarak bir sunu hazırlayıp sınıfta arkadaşlarınızla paylaşınız. inancının insanın bilinç dünyasından çıkması ya da yanlış bir anlam kazanması insan hayatındaki anlam ve gayenin yok olması demektir. Tek olan Allah inancı; yaratılışın amacı ve hayatın anlamı ile ilgili olarak insanın sorduğu sorulara anlamlı bir bütün içinde cevaplar bulmasını sağlar. Böylece mümin, tek bir ilah tarafından evrenin bir uyum ve düzen içerisinde hareket ettiğini kavrar. Bu işleyişin bozulmamasına özen gösterir. Kendisine ve çevresine zarar verebilecek şeylerden uzak durur. Yaratılan şeylere saygı duymak ve onların sağlıklı 23 Âl-i İmrân suresi, 6. ayet; Mü’minûn suresi, 14. ayet. 24 Bakara suresi, 163. ayet. 25 Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi (Giriş), s. 45, İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelam, s. 260. 26 Mevlüt Uyanık, Tevhit, Kâinatın Dili, s. 141, 142. 82 IV. ÜNİTE: ALLAH’IN VARLIĞI ve BİRLİĞİ: TEVHİT işleyişine katkı sağlamak inanan bir kişi için önemli bir sorumluluktur. Ayrıca insanın yaratılmış olması yönüyle kendisine ve çevresine verdiği değer bütün evren için bir güvenlik ve barış ortamı oluşturur. Tevhit inancı, insanın yaratılışına uygun hareket etmesidir. Çünkü insan fıtratı, tek bir ilah inancını kabule uyumlu olarak yaratılmıştır. Bu yaklaşım kişinin şahsiyet bütünlüğünü koruması açısından önemlidir. Tevhit, insanın güven duygusunu geliştirir. Bir ÖRNEKLENDİRELİM olan Allah’a iman, aynı zamanda emniyette olmak Allah’ın bir kabul edilmeanlamına gelir. İnsan, Allah’ın emirlerini yerine sinin adalet ve eşitlik açısıngetirip yaratılış gayesine uygun hareket ettiğinde dan nasıl etkileri olabileceğikendisini güvende hisseder. Buna göre Rabb’ine ni örneklendiriniz. duyduğu güven sayesinde mümin çok çalışması gerektiğini ve emeklerinin semeresini mutlaka alacağını bildiği için hiçbir şart altında iyilik yapmayı terk etmez. Tevhit inancı, insanlar arasında eşitlik ve adalet duygusunu da besler. Örneğin üstünlüğü/yüceliği sadece Allah’a has kılarak insanlar arasında eşitlik esasını getirir. Bütün insanlar tek bir ilahın kulu olarak Âdem’in çocuklarıdır ve hiçbir insan yaratılış bakımından diğerinden üstün değildir. Üstünlük sadece takvâ iledir. Yani sorumluluk bilinci ve bu bilinç doğrultusunda iyilik yapmakla oluşur. En iyi insan, en üstün insandır. Nitekim toplumsal barış ve refah, insanlar arasında adalet ve eşitliğin sağlanmasıyla oluşur. Tevhit, insanı özgürleştirir. İnsanı kötülükDEĞERLENDİRELİM “Halis inancın yalnız Allah’a yönelmesi gerekmez mi? Ondan başkasını dost ve koruyucu edinenler, ‘Biz bunlara sırf bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz!’ (derler). Şüphesiz Allah, (Kıyamet Günü) onlar arasında (hakikatten saptıkları) her konuda mutlaka hüküm verecektir, çünkü Allah, (kendi kendine) yalan söyleyen ve inatla nankörlük yapan hiç kimseyi rahmetiyle doğru yola ulaştırmaz!” (Zümer suresi, 3. ayet.) Yukarıda verilen ayetten hareketle şirk anlayışını ve yol açabileceği olumsuz sonuçları değerlendiriniz lerden uzaklaştırır. Yaşamında Allah’tan başka hiçbir gücün etkisi olamayacağını bilmek insan açısından oldukça rahatlatıcıdır. Eşi, benzeri olmayan ve kendisine ortak tanımayan bir ilah tasavvuru insanı sahte ya da sanal güç telakkilerine bağımlılıktan kurtarır. İnsanı özgürleştiren bu özelliği yüzünden Kur’an ayetleri Allah’ın varlığından daha çok birliği üzerinde durmuştur. Nitekim Kur’an’da yaratılışı ve evrendeki uyumlu işleyişi kimin gerçekleştirdiği ile ilgili sorulara insanların her defasında “Allah” diye cevap verdikleri hatırlatılır.27 Ancak insanlar bu cevaplarının gereğini yerine getirmedikleri ve tevhide aykırı hareket ettikleri için uyarılırlar. Bu yüzden onun eşi, benzeri ve ortağı olmadığı ısrarla ifade edilerek Allah’ın kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaya- 27 Zuhruf suresi, 87. ayet; Müminûn suresi, 84-89. ayetler; Zümer suresi, 38. ayet. 83 KELAM cağı bildirilmektedir.28 Allah’a ortak koşmak onunla beraber başka bir varlığa aynı vasıfları vermek demektir. Bunun belirli bir yer, put, ARAŞTIRALIM dışında bu yetkin sıfatları kendinde topladığı “Güzel iş yapanlara (karşılık olarak) daha güzeli ve bir de fazlası vardır.” düşünülen her tasavvur, insanın onun karşısın- (Yunus suresi, 26. ayet.) da küçülmesi anlamına gelir. Hâlbuki insan, Yukarıdaki ayette “…bir de fazlası vardır.” sözünden ne kastedilmiş olabileceğini araştırınız. hayvan veya şahıs olması fark etmez.29 Allah Allah’ın yarattığı en şerefli varlık olarak kendi eliyle oluşturduğu güçler önünde saygınlığını yitirmemelidir. Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmiş ve bu imanın gereğini yerine getirmiş olanlar için sayısız mükâfatlar vaat edilmiştir. Şüphesiz bu ödüllerin en önemlisi, Allah’ın ahirette keyfiyetsiz bir şekilde görülmesidir. Bu görünüş, insan aklına gelebilecek her türlü vasıf ve şekillerden hiçbirine benzemeyen bir şekilde gerçekleşecektir. Kur’an’da, “O gün bir takım yüzler Rablerine bakıp parıldayacaktır.”30 buyrulmuştur. Bu ayet ahirette, Rabb’in kendisini inanan kullarına göstereceğini ifade eder. Şüphesiz bu inananlar için büyük bir mükâfat olacaktır. 3. Allah’ın Sıfatları Allah, gönderdiği peygamberler ve kitaplarla da kendini tanıtmış, varlığını ve birliğini vurgulamıştır. Kur’an’da onun doğru tanınmasının önemi üzerinde hassasiyetle durulur. Allah, kendisi hakkında zanda bulunulmasını hoş karşılamaz.31 Bu yüzden onu kendisini tanıttığı DEĞERLENDİRELİM Aşağıdaki ayeti Allah hakkında bilgi sahibi olmak açısından değerlendiriniz. gibi doğru tanımak gerekir.32 Aziz ve celil olan Allah, duyu organlarıyla idrak edilemez. Benzeri, eşi ve dengi bulunmadığından herhangi bir şekilde tahmin ve tasavvur da edilemez. Çünkü o yarattıklarının hiçbirine benzemez. Ona ait yetkin ve kusursuz sıfatlar başkalarına da verilemez. O, sıfatlarıyla ve eserleriyle tanınır. Bu yüzden Kur’an’da Allah’ın sıfatları sıkça geçer. “İnsanlardan kimi; bir bilgisi, bir yol göstereni, ve (vahye dayanan) aydınlatıcı bir kitabı olmadığı hâlde Allah hakkında tartışır.” (Hac suresi, 8. ayet.) 28 Nisâ suresi, 48. ayet. 29 Ra’d suresi, 16. ayet. 30 Kıyâmet suresi, 22, 23. ayetler. 31 Fetih suresi, 6. ayet; Fussilet suresi, 22, 23. ayetler; A’râf suresi, 169. ayet. 32 En’âm suresi, 91. ayet. 84 IV. ÜNİTE: ALLAH’IN VARLIĞI ve BİRLİĞİ: TEVHİT A. Subûti Sıfatlar: Allah’ın; hayat, ilim, semi, basar, kudret, irade, kelam ve tekvin sıfatlarına subûti sıfatlar denir. Subûti sıfatlar, Allah’ın “ne olduğu” ile ilgilidir. Bu sıfatları bilmek onu tanımak açısından önemlidir. 1. Hayat Hayat sıfatı, Allah’ın diri ve canlı olduğu anlaNOT EDELİM mına gelir. O, sonu olmayan ebedî bir varlık ola“Sen, o ölümsüz ve daima rak ölümsüzdür. Allah’ın hayatı, yarattıklarında diri olana (Allah’a) güven…” olduğu gibi geçici değildir. Varlığının kaynağı yine kendisidir. Hiç ölmeyen ve kendi kendine yeten bir (Furkân suresi, 58. ayet.) yaratıcı olması ona olan güveni arttırır. Hayat sahibi olan Allah, aynı zamanda hayat verendir. Bize yaşamamız için gerekli her şeyi veren, yaratan, öldüren ve yeniden diriltecek olan odur. Her şey, canlılığını ona borçludur. Nefes almamızı, sağlıklı olmamızı ve ihtiyaç duyduğumuz diğer şeyleri sağlayan odur. O, bütün yaşamın kaynağıdır. 2. İlim İlim sıfatı, Allah’ın her şeyi bildiği anlamına gelir. Hiçbir şey ona gizli kalmaz. O, ilmiyle her DEĞERLENDİRELİM şeyi kuşatır. O, her şeyi hakkıyla bilir ve onun ilmi “De ki: ‘İçinizdekini gizhiçbir şeyle sınırlandırılamaz. Kur’an’da, “Gökleseniz de, açığa vursanız lerdeki ve yerdeki her şeyi Allah’ın bildiğini da Allah onu bilir. Zira o, görmüyor musun? Üç kişi gizlice konuşmaz göklerdeki ve yeryüzündeki her şeyi ki, dördüncüleri o olmasın. Beş kişi gizlice kobilir...’ ” nuşmaz ki altıncıları o olmasın. Bundan daha (Âl-i İmrân suresi, 29. ayet.) az yahut daha çok da olsalar nerede olurlarsa olsunlar o mutlaka onlarla beraberdir. Sonra Yukarıdaki ayetin vermek istediği onlara yaptıklarını kıyamet günü haber veremesajı arkadaşlarınızla değerlendiriniz. cektir. Allah, her şeyi hakkıyla bilir.”33 buyrulmuştur. İnsanların ilim adına bildikleri her şeyi yaratan ve onları anlama, öğrenme ve ifade etme kabiliyetleriyle donatan odur. Sahip olduğumuz bütün ilmî veriler onun bize bir lütfudur. Kur’an’da insana verilen nimetlerle ilgili olarak “…Rabbinizin nimetlerini hatırlayıp ‘(Bütün) bunları bizim hizmetimize veren o ne yücedir, çünkü (o olmasaydı) biz bunları elde edemezdik.’ (demelisiniz).” diyerek şükretmemiz istenmektedir. Bu ayetin devamında, “Biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz.”34 denilir. Bu anlamda insanın sahip olduğu bilgiyi ve imkânları nasıl kullandığıyla ilgili olarak hesap vereceğine dikkat çekilmiştir. Allah, her şeyi bildiği için insanların yaptıklarına karşılık mükâfat veya ceza verecek olan da odur. 3.Semi Semi sıfatı, Allah’ın her şeyi işittiği anlamına gelir. Hiç bir şey ona gizli kalmaz. O, hiçbir maddi araca ihtiyaç duymadan her şeyi duyar. O’nun işitmesine hiçbir şey engel olamaz. Allah’ın her şeyi 33 Mücadele suresi, 7. ayet. 34 Zuhruf suresi, 13, 14. ayetler. 85 KELAM işittiğini bilmek, kişinin ifade ve söylemlerini kontrol etmesini sağlar. Kur’an’da, “Onlar yaptıklarını insanlardan gizleyebildiler ama Allah’tan gizleyemezler; çünkü gecenin karanlığında, Allah’ın tasvip etmediği düşünce ve inançları her ne zaman konuşsalar, Allah onların yanı başındadır. Ve Allah onların bütün yaptıklarını (ilmiyle) kuşatır.”35 buyrulmuştur. Allah’ın her şeyi işitmesi, insanın söz ve davranışlarında dengeli ve tutarlı olmasını, kötü söz ve düşüncelerden uzak durmasını gerektirir. YORUMLAYALIM “…Allah, her şeyi işitir ve bilir.” (Bakara suresi, 256. ayet.) Yukarıdaki ayeti kişinin davranışlarına yön vermesi açısından yorumlayınız. 4. Basar Basar sıfatı, Allah’ın her şeyi gördüğü anlamına gelir. Onun görmesi yaratılmışlarla kıyaslanamaz. Hiçbir şey ona gizli kalmaz ve görüş alanının dışına çıkamaz. Allah’ın her şeyi görmesi kişinin davranışlarında dikkatli olması sonucunu doğurur. Kur’an’da, Alak suresinin 14. ayetinde kötülük yapanlar için, “O, (kimse) Allah’ın her şeyi gördüğünü bilmiyor mu?” buyrulmuştur. Üstelik NOT EDELİM Allah’ın her şeyi görmesi iyilik yapmak için önemli “…Onun görmesi de, işitbir vesiledir. Öncelikle Allah’ın bizim için yarattımesi de şayanı hayrettir (O ne ğı nimetleri görmemiz ve bu ikram karşısında şükeşsiz bir görücü, ne eşsiz bir retmemiz gerekir. Bununla ilgili olarak Kur’an’da, işiticidir!)…” “Kendiniz için her ne iyilik işlemiş olursanız, (Kehf suresi, 26. ayet.) Allah katında onu bulursunuz. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızı görür.”36 buyrulmuştur. 5. Kudret Kudret sıfatı, Allah’ın her şeye kadir olduğu anlamına gelir. Onun her şeye gücü yeter. Hiçbir şey onu aciz bırakamaz. O, hiç kimseyle de bu gücünü paylaşmaz. Bütün kâinat onun tasarrufu altındadır. Onun her şeye muktedir olması haksızlıklarla mücadele eden insana sabır, güven ve ümit verir. Çünkü gücü ve merhametiyle iyi ve doğru olanı destekleyen odur. Bu aynı zamanda hakikatin de güçlü olduğu anlamına gelir. Bu anlamda onun gücü karşısında saygıyla eğilen insan hesap veBİLGİ KUTUSU receğinden hareketle kendini kötülük yapmaktan alıkoyar. Kur’an’da, “…O, takvaya (kendisine karşı gelmekten sakınılmaya) layık olandır, bağışlamaya ehil olan da odur.”37 buyrulmuştur. Bu durumda her şeye gücü yeten Rabb’imiz karşısında sorumluluklarımızın farkında olmamız gerekir. 35 Nisâ suresi, 108. ayet. 36 Bakara suresi, 110. ayet. 37 Müddessir suresi, 56. ayet. 86 “…Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.” (Bakara suresi,148. ayet.) IV. ÜNİTE: ALLAH’IN VARLIĞI ve BİRLİĞİ: TEVHİT 6. İrade DEĞERLENDİRELİM İrade sıfatı, Allah’ın irade sahibi olduğu anlamına gelir. O, bir şeyi yapmayı istediğinde ona sa“…Rabb’in, istediğini hakdece ”Ol.” der ve o da hemen oluverir.38 Hiçbir şey kıyla yapandır.” onun iradesi önünde duramaz. O dilemeden hiçbir (Hûd suresi, 107. ayet.) şey gerçekleşmez. Kur’an’da, Kehf suresinin 22. Yukarıdaki ayeti irade sıfatı çerçeveve 23. ayetlerinde, “Hiçbir konuda Allah izin sinde değerlendiriniz. verirse (dilerse) demeden yarın şu işi mutlaka yapacağım deme…” buyrulmuştur. Kur’an’da onun insanlar için doğru, güzel ve kolay olan şeyleri istediği vurgulanır.39 Bu yüzden insanlar kendi iradeleriyle giriştikleri işlerde onun iradesini dikkate almalıdırlar. 7. Kelam Kelam sıfatı, Allah’ın konuşması anlamına gelir. O, herhangi bir maddi araca ihtiyaç duymadan DÜŞÜNELİM konuşur. Kur’an’a da Allah’ın sözü anlamında “Allah, bir insanla an“Kelâmullah” denir.40 Allah’ın peygamberlerine vahyetmesi, gönderdiği kitaplar ve yarattıklarına cak vahiy yoluyla yahut ilettiği ilhamlar bu kelam sıfatının sonuçlarıdır. perde arkasından konuşur. Yahut bir Örneğin, “…Allah, Musa ile konuştu.”41 ayeelçi gönderip, izniyle ona dilediğini tinde belirtildiği gibi Allah, gönderdiği elçilerin vahyeder. Şüphesiz o yücedir, hüküm bazılarıyla konuşmuştur. Şüphesiz bu konuşmalar ve hikmet sahibidir.” karşılıklı değildir. Bir perde arkasından, melek ya (Şûrâ suresi, 51. ayet.) da vahiy aracılığıyladır. Ayrıca bütün mahlûkat birer ayet olarak yaratıcısının imzasını taşır ve bir Yukarıdaki ayeti dikkate alarak vahmesaj içerir. Bu mesajlar, Allah’ın varlığı ve biryin geliş şekilleri üzerinde düşününüz. liğini ifade eder. Kur’an’da, “De ki: ‘Rabb’imin sözleri(ni yazmak) için denizler mürekkep olsa ayrıca deniz üstüne deniz katsak yine de Rabb’imin sözleri bitmeden denizler tükenirdi.’42 buyrulmuştur. Evrendeki harikulade yaratılış onun iradesinin bir tecellisi olabileceği gibi hakikati ifade eden bütün doğru sözler de onun kelamının bir tezahürüdür. 8. Tekvin Tekvin sıfatı, Allah’ın yaratıcı olduğu anlamına gelir. O, bu ezelî sıfatıyla yoktan var eden ve benzersiz yaratandır. Onun rızık vermesi ve cezalandırması gibi bütün fiilleri bu yaratma sıfatıyla ilgilidir. Bütün âlem, onun eseridir. “Göklerde ve yerde bulunan herkes ondan ister. O, her an yaratma hâlindedir.”43 ayeti onun her an yeni bir yaratma içinde olduğunu gösterir. Bu yaratma işi bir defada olup biten bir şey olmayıp sürekli ve devam eden bir faaliyettir. Kur’an’da Yunus suresinin 38 Nahl suersi, 40. ayet. 39 Bakara suresi, 185. ayet; Âl-i İmrân suresi, 108. ayet; Mâide suresi, 6. ayet. 40 İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelam, s. 273. 41 Nisâ suresi, 164. ayet. 42 Kehf suresi, 109. ayet. 43 Rahmân suresi, 29. ayet. 87 KELAM 34. ayetinde, “De ki: ‘O sizin tanrılaştırdığınız NOT EDELİM varlıklar arasında (hayatı) yoktan var edip de “…O, her türlü yaratmayı sonra onu tekrar tekrar yaratan var mı?’ De gayet iyi bilir.” ki: ‘(Ancak) Allah’tır, (bütün karmaşıklığıyla hayatı) yoktan var eden ve sonra tekrar tekrar (Yâsin suresi, 79. ayet.) yaratan. Hâl böyleyken, nasıl oluyor da, yanlış hükmediyorsunuz!’ ” buyrulmuştur. Hayata anlam ve değer katan bu yeniden ve yepyeni yaratılışlardır. Bu anlamda insan, yaratılışı takip edip her yeni günün yeniden yaratılışlara konu olduğunu düşünerek şükretmelidir. B. Zatî Sıfatlar: Allah’ın vücud, kıdem, beka, vahdaniyet, muhalefetü’n li’l-havâdis, kıyam bi nefsihi gibi sıfatlarına zatî (selbî) sıfatlar denir. Bu sıfatları bilmek onu tenzih etmek açısından önemlidir. Tenzih etmek, onu eksiklik ve noksanlıklardan uzak tutmak olduğu gibi onun hakkında kötü zan, yanlış düşünce ve tasavvurlardan da kaçınmak anlamına gelir. Bu sıfatlarla ortaya konan anlamların zıddı reddedilir. Bu anlamda selbî sıfatlar, Allah’ın “ne olmadığı” nı açıklar. 1. Vücud Vücud, sıfatı Allah’ın var olması demektir. O, varlığında şüphe olmayan ve yokluğu düşünülemeyendir. Yarattığı her şey onun varlığının delillerindendir. Bu yönüyle o hem görünen YORUMLAYALIM “Onlar görmüyorlar mı ki, biz geceyi içinde rahat etsinler diye, gündüzü de (her şeyi) gösterici (aydınlık) olarak yarattık. Şüphesiz bunda inanan bir toplum için elbette (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.” hem de gizli olandır. Biz onun (Neml suresi, 86. ayet.) zatını ve mahiyetini bilemeyiz. Yukarıdaki ayeti Allah’ın varlığının delili olarak yorumlayınız. Kur’an’da, “Gözler onu idrak edemez ama o, gözleri idrak eder…”44 buyrulmuştur. Bizler ancak akıl ve duygularımızla eserlerini gözlemleyerek Allah’ın var olduğunu biliriz. Onun varlığı inanan kullarına huzur ve güven verir, adalet duygusunu güçlendirir. Bütün bunlar ise hayatın zorluklarına karşı önemli bir destek anlamına gelir. 2. Kıdem Kıdem sıfatı, Allah’ın ezelî olduğu anlamına gelir. Onun başlangıcı yoktur. Sonradan yaratılmış değildir. O, öncesi olmayan ilktir. Zaman, Allah tarafından yaratılmıştır. Dolayısıyla onun için önce ve sonra diye bir düşünce olamaz. Allah’ın öncesinin olmaması bütün âlemin onun tarafından yaratıldığını gösterir. Çünkü madde ezelî değildir. Ezelî olan sadece Allah’tır ve her şeyi o yaratmış ve 44 En’âm suresi, 103. ayet. 88 IV. ÜNİTE: ALLAH’IN VARLIĞI ve BİRLİĞİ: TEVHİT şekillendirmiştir. Bu anlamda, “Hepinizin dönüşü ancak onadır. Allah, bunu bir gerçek olarak vaat etmiştir. Şüphesiz o, başlangıçta yaratmayı yapar, sonra, iman edip salih ameller işleyenleri adaletle mükâfatlandırmak için onu (yaratmayı) tekrar eder…”45 ayeti başlangıcı olmayan Allah’ın her şeyi başlatan olduğunu ifade eder. Böylece yaratılan şeylerin bir sonu olduğu anlaşılır. Nitekim sonlu bir varlık olarak yaptıklarından sorumlu olan sadece insandır.46 BİLGİ KUTUSU “O, ilk ve sondur; hem (eserleri ve varlığının delilleriyle gün gibi açık bir) zahirdir hem de (mahiyeti kavranamaz, niceliği ve nasıllığı bilinemez bir) batındır. O, her şeyi hakkıyla bilendir.”. (Hadîd suresi, 3. ayet.) 3. Beka Beka sıfatı, Allah’ın ebedî olduğu anlamına gelir. Onun sonu yoktur. O, ölmeyen diridir. Ondan sonra da hiçbir şey yoktur. Zira başlangıcı olmayanın sonu da olamaz. Allah’ın baki (sonsuz) olması ahiret hayatının devamıyla ilgili olarak insana ümit verir. Özellikle cennet ve içindeki nimetlerin sürekliliği, hayırda yarışmak adına iyi bir teşviktir. İnanan kişi, Rabb’inin sonsuzluğu karşısında kendisinin sonlu (ölümlü) olduğunun ve yaşamın kaynağının o olduğunu da bilir. Çün- DEĞERLENDİRELİM “Göklerde ve yerde var olan her şey yok olup gitmeye mahkûmdur; ama kudret ve ihtişam sahibi olan Rabb’inizin zatı sonsuza dek kalıcıdır.” (Rahmân suresi, 26, 27. ayetler.) Yukarıdaki ayetleri beka sıfatı çerçevesinde değerlendiriniz. kü Allah’tan bağımsız bir ebedilik düşüncesi hesap verme sorumluluğunu kaldırır. Dikkat edilirse şeytanın Hz. Âdem’i saptırmak için teklif ettiği şeylerden biri bu ebedî kalma arzusudur ki onun cennetten çıkmasına sebep olmuştur.47 YORUMLAYALIM “De ki: O Allah birdir. Allah Samed’dir (Her şey 4. Vahdaniyet ona muhtaçtır ve o, hiçbir Vahdaniyet sıfatı, Allah’ın bir olduğu anlamına gelir. O, benzeri olmayan bir tektir. Eşi ve ortağı yoktur. Baba ya da oğul değildir. Kur’an’da, İhlas suresi onun birliğini vurgulayan en önemli surelerden biridir. Bu anlamda insanın, kendisi gibi bir insana ya da başka varlıklara kul olması yasaklanmış ve Allah’tan başkasına ibadet/kulluk etmek redde45 Yûnus suresi, 4. ayet. 46 Enbiyâ suresi, 23. ayet. 47 A’râf suresi, 20. ayet. 89 şeye muhtaç değildir.). O, doğurmamıştır, doğurulmamıştır. Onun hiçbir dengi de yoktur.” (İhlâs suresi) Yukarıdaki ayetleri Allah’ın birliği konusunda yorumlayınız. KELAM dilmiştir. Ona ait vasıflar başka varlıklara verilmez. Böylece insanlar arasında adalet ve eşitlik sağlanmış olur. Örneğin insanların doğuştan sahip olduğu haklar ve imkânlar başka bir hemcinsinin ikramı ve lütfu değildir. Bu imkânları veren ve insanları özgür kılan Allah’tır. Bu durumda kişi hak ettiği şeyler için kimseye minnet borçlu olamaz ve haklarını almak için de bir bedel ödemek zorunda bırakılamaz. Böylece Allah’ın birliği, kişiyi ve toplumu, haklarına sahip çıkma noktasında bilinçlendirir. 5. Muhâlefetün li’l-Havâdis Muhâlefetün li’l-Havâdis sıfatı, Allah’ın yarattıklarından hiçbirine benzemediği anlamına gelir. O, gerek sıfatlarında gerekse fiillerinde, sonradan yaratılmış olanlara benzemez. Allah, zamanla ve mekânla kayıtlı değildir. Yani zaman ve mekandan münezzehtir. O, herhangi bir şekilde tasavvur edilemez. O, sıfatlarında da eşsizdir. Örneğin güç ve kudretinde sınır olmadığı gibi merhametinde de benzeri yoktur. Hiçbir şey hiçbir konuda onun dengi ya da benzeri olamaz. Bu yüzden mümin, yaratıcısını başka hiçbir şeyle mukayese etmez ve bu mükemmel yetkinlik vasıflarını başka hiçbir varlığa vermez. Allah, rızık vermesi ve yardım etmesinde olduğu gibi affetmesi ve cezalandırmasıyla da başkalarına benzemez. Bu anlamda her türlü NOT EDELİM yetkinliğe sahip kusursuz bir ilah anlayışı, gerçe“…Onun benzeri hiçbir şey ğin peşinde koşan insana ümit verir. Nitekim insan, yoktur…” güzel ve iyi olan şeylerden ümit kesmedikçe iyi olmaya ve iyilik yapmaya devam edecektir. (Şûrâ suresi, 11. ayet.) 6. Kıyam bi Nefsihî Kıyam bi Nefsihî sıfatı, Allah’ın hiçbir şeye ihtiyaç duymaksızın bizDEĞERLENDİRELİM zat var olması anlamına gelir. Ondan “Allah, kendisinden başka ilah başka her şey var olmak ve varlığıolmayan, sonsuza kadar diri ve kaynı devam ettirebilmek için başka bir yumdur (hayatın ve varlığın kendi kendine yevarlığa ihtiyaç duyar. Allah’ın varlığı terli yegâne kaynağı ve dayanağı olan, her şeyi kendindendir. O, hiçbir şeye ihtiyacı hükmüne, iradesine bağlı kılan yaratıcıdır.)” olmayan yegâne ilahtır. Bu anlamda (Âl-i İmrân suresi, 2. ayet.) sınırsız zengin ve sonsuz güç sahibiYukarıdaki ayeti Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı dir. Asla aciz bırakılamaz. Bu mükemolmaması açısından değerlendiriniz. mel sıfatlarıyla kendisine sığınılmaya ve yardımı beklenmeye layık olan sadece odur. Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı olmaması veya kendi kendine yeterli olması ortaya koyduğu bütün emir ve yasakların sadece insanların kendi faydalarına olduğunu hatırlatır. Bizim var olmak ve yaşamak için Rabb’imize ihtiyacımız vardır. Kendi başımıza başkaları olmadan yalnız da yaşayamayız, sevgi, ilgi ve şefkat isteriz. Zayıf veya aciz kaldığımız yönler, destek ya da yardım aradığımız durumlar her zaman olur. Bunun bilincinde olan insan başkalarına karşı kibirli ve müstağni bir tavır içerisine girmez. Elindekileri paylaşmasını ve yardımlaşmayı öğrenir. Var olmak için ihtiyaç duyacağı sebeplere sarılmayı terk etmez. Dolayısıyla bu sebepleri yaratan Rabb’ine karşı sorumluluk duymaktan kendini alıkoyamaz. 90 IV. ÜNİTE: ALLAH’IN VARLIĞI ve BİRLİĞİ: TEVHİT 4. Kur’an’da Allah’ın İsimleri İsim, bir kimseyi, bir şeyi anlatmaya, tanımlamaya, açıklamaya ve bildirmeye yarayan söz demektir. Bir varlığın ismini bilmek onu tanımanın ilk adımıdır. Bu anlamda isimle, kendisine işaret edilen şeyin varlığı ve özellikleri söz konusu edilir.48 Allah’ın isimleri denince de onun varlığı ve sıfatları akla gelir. Kur’an’da, “En güzel isimler Allah’ındır. Ona o güzel isimlerle dua edin…”49 buyrulmuştur. Buna göre Allah’ın isimlerine “elEsmâu’l-Hüsnâ” (En Güzel İsimler) denir. Bu isimlerin her biri onun ilahlığının birer ifadesidir. Allah’ı isimleriyle tanımak ve bu isimlerden hareketle onun vasıflarını öğrenmek gerekir. Şüphesiz onun isimleriyle ifade edilen en üstün ve yetkin vasıflar ona aittir. O, bütün isim ve sıfatlarıyla kusursuz ve mükemmeldir. YORUMLAYALIM “(Allah) göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabb’idir. Şu hâlde ona ibadet et ve ona ibadet etmede sabırlı ol. Hiç onun adını taşıyan bir başkasını biliyor musun?” (Meryem suresi, 65. ayet.) Yukarıdaki ayeti Allah’ın isimleri konusu çerçevesinde yorumlayınız. ARAŞTIRALIM - BULALIM “O Allah ki, ondan başka ilah yoktur. Görülmeyeni (gaybı), de görüleni de bilir. Rahman, Rahîm olan odur. O Allah ki, ondan başka ilah yoktur. Melik’tir; Kuddûs’tür; Selam’dır; Mü’min’dir; Müheymin’dir; Aziz’dir; Cebbar’dır; Mütekebbir’dir. Allah, (müşriklerin kendisine) koştukları ortaklardan münezzehtir. O Allah ki Halik, Bâri (ve) Musavvir’dir! En güzel isimler/Esmâü’lHüsnâ onundur. Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi onu tespih eder. O, Aziz (ve) Hâkimdir.” İnanan bir insan kendisini yaratan ve yaşatan Allah’ı daha yakından tanımak için onun isim ve sıfatlarını öğrenmelidir. Böylece onun yüceliğini daha iyi anlayacaktır. Kur’an’da en güzel isimlerin Allah’a ait olduğunun vurgulandığı ayetler, onun yüceliğini ve hâkimiyetini konu edinir. Söz konusu ayetler, Allah’ın yetkinliğinin tasdik edilmesi ve kusursuzluğu sebebiyle ona saygı duymanın gerekliliği (Haşr suresi, 22–24. ayetler.) üzerinde dururlar. Bu yücelik karşısında insanı sorumluluk duymaya çağırırlar. Yukarıdaki ayetlerde geçen Allah’ın isimDolayısıyla insan, Allah’a ve onun ayetlerinin anlamlarını ve hayatınızdaki karşılıklerine karşı ilgisizliğinin doğuracağı kötü larını bulunuz. sonuçlara karşı uyarılır. Ayrıca bu kusursuz niteliklerin başka kimse ya da nesnelere yakıştırılmasının doğru olmayacağı vurgulanır. Onun adlarını başka anlamlara çekenlerden, o adları başkalarına verenlerden ve onu lâyık olmayan adlarla çağıranlardan uzak durulması gerektiği hatırlatılır.50 Nitekim Kelamcıların genel kanaatine göre Allah’a hakikat dışında mecaz ve kinaye yoluyla isim ve sıfat nispet etmek caiz değildir.51 48 Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, s. 312. 49 A’râf suresi, 180. ayet; İsrâ suresi, 110. ayet; Tâ-Hâ sures, 8. ayet; Haşr suersi, 24. ayet. 50 Tâ-Hâ suresi, 8. ayet; İsra suresi,110. ayet; Haşr suresi, 24. ayet. 51 Saim Yeprem, Kader, s.190. 91 KELAM “Allah” lafzı, söz konusu isimlerin en kapsamlı olanıdır. Allah denince onun bütün diğer isimleri de içinde yer alır. Bu isim başka hiçbir varlık için kullanılamaz. Mümin, Allah’ın diğer isimlerinin anlamlarını bilerek yerine göre kullanmalıdır. Burada amaç, isimleri ifade ettiği anlam ve içerikten kopararak tekrar tekrar söylemek değildir. İçinde bulunulan duruma göre Allah’ın isimlerinden birini seçerek kullanmak daha anlamlıdır. Böylece insanın talebinin yerine gelmesi açısından sağlıklı ve bilinçli bir iletişim kurulmuş olacaktır. Çünkü Kur’an’da, bu isimlerle ona dua edilmesi öğütlenmiştir. Allah’ın güzel isimlerinin bazıları onun yarattığı canlılara olan lütuf ve şefkatini gösterir. Örneğin merhamete ihtiyacı olan biri, onun Rahman, Rahîm veya Selam gibi isimleriyle dua eder. Bolluk isteyen biri Rezzak, Vehhab veya Latif gibi isimlerini kullanır. İzzet ve itibar arayan biri onun Aziz, Celil veya Mecîd isimleriyle çağrıda bulunur. İçinde yaşadığımız âlem çok güçlü ve merhametli olan Allah tarafından yaratılmıştır. Varlığa hayat veren ve bunu sürdüren odur. Evrendeki bu harikulade işleyiş karşısında insan; mutlu olmanın, sevmenin ve sevilmenin yollarını aramaktadır. Kur’an’da; öldüren, dirilten, güldüren, ağlatan ve zengin edip kanaat sahibi yapanın Allah olduğu ifade edilir. 52 Bu durumda mutlu olmak isteyen insanın ona karşı saygısı, sevgisi ve ilgisi sürekli olmalıdır. NOT EDELİM Allah ismi, inananların gönlünde ve dilinde; ümit, hayr ve samimiyet duygularıyla ifade edilir. O hâlde herhangi bir şekilde kötülüğe vesile olacak ya da kişinin zarar görmesine yol açacak konularda onun ismi gelişi güzel kullanılmamalıdır. Kur’an’da Bakara suresinin 224. ayetinde, “Allah adına (onun ismini kullanarak) yaptığınız yeminler, erdemliliğe, Allah’a karşı sorumluluk bilincine ve insanlar arasında barışın getirilmesine engel teşkil etmesin. Zira Allah, her şeyi duyan, her şeyi bilendir.” buyrulmuştur. Allah’ı isim ve vasıflarıyla tanıyan birinin davranışları olumlu yönde gelişir. Bu isimlerin ifade ettiği anlamlardaki doğru ve güzel karşılıklar kişinin onlardan etkilenerek olumlu davranışlar geliştirmesine ve ahlakını olgunlaştırmasına vesile olur. Allah’ın her bir isminin bir anlamı vardır. Bu anlamlar onun hayatın içinde olduğunu gösterirler. Allah’ı bu isimleriyle düşünmek insana yaratma ve yönlendirmenin sürekli devam ettiği şuurunu kazandırır. Bu anlamda bu isimleri kullanan kulun yaşantısında bu sıfatlarla ilgili olarak doğruluk, adalet ve güvenlik gibi değerler canlılığını korur. Bu canlılık, içinde kişi; daha ümitli, inançlı, cesaretli ve kararlı olur. BULALIM Aşağıda Allah’ın bazı isimlerinin (sıfatlarının) anlamları verilmiştir. Karşısına ilgili isimleri yazınız. Yaratıcı Dualara karşılık veren A Rızık veren L Ölümsüz Güvenilen L Adil Yardımcı ve dost A Bağışlayıcı Yenilmeyen yegâne galip H Her şeye gücü yeten Yol gösteren Koruyucu Övülmeye layık Rezzak Çok seven, çok sevilen 52 Necm suresi, 43–48. ayetler. 92 Vedûd IV. ÜNİTE: ALLAH’IN VARLIĞI ve BİRLİĞİ: TEVHİT ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM A- Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız. 1. Allah’ın varlığını ispat eden bir delil açıklayınız. 2. Gaye ve düzen delilini açıklayınız. 3. Allah’ın bir olmasının inanan bir kişi açısından önemini anlatınız. 4. Allah’ın kudret sıfatını örneklendirerek izah ediniz. 5. Muhâlefetün li’l-Havâdis sıfatını açıklayınız. B- Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru seçeneklerini işaretleyiniz. 1. Aşağıdakilerden hangisi fıtrat deliline ait bir önermedir. A) Âlem, sonradan meydana gelmiştir. B) Âlem, içindeki her şeyle beraber mümkün bir varlıktır. C) Sonsuzluk fikrinin bana kendi benliğimden gelmesi mümkün değil. D) Kâinat, birbiriyle uyumlu bir sebepler ve gayeler sistemi arz eder. E) İnsan yardıma ihtiyaç duyduğu zor anlarında ona sığınıp ondan yardım ister. 2. Aşağıdaki ifadelerden hangisi “Allah’ın en güzel isimleri” anlamındadır? A) Kadîr-i Mutlak B) el-Esmâu’l-Hüsnâ D) Rabbu’l-Âlemin E) Semiu’l-Basîr C) Allâmu’l-Guyûb 3. Aşağıdakilerden hangisi subûti sıfatlardan değildir? A) Hayat B) İlim C) Semi D) Basar E) Vahdaniyet C- Aşağıda cümlelerde boş bırakılan yerleri uygun ifadelerle doldurunuz. (başlangıcı, bekâ, sonu, basar, sem’i) 1. Sonu olan her şeyin mutlaka bir ………… vardır. 2. Başı olan her şeyi mutlaka bir …………… vardır. 3. Allah’ın ebedî olduğu anlamına gelen sıfatı …………… dır. 4. Allah’ın her şeyi gördüğü anlamına gelen sıfatı …………… dır. Ç- Allah’ın isimlerinden üç tanesinin anlamlarını ve hayatınızdaki karşılıklarını bularak yazınız. 93 KELAM V.ÜNİTE MELEKLER ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM 1. Meleklerin özellikleri hakkında bilgi toplayınız. 2. Meleklerin varlığına inanmanın hayatımıza etkisi neler olabilir? Düşününüz. 3. Cin ve şeytan hakkında kullandığımız deyimler hakkında bilgi toplayınız. 4. Cin ve şeytan hakkında ayet mealleri bularak sınıfınızda okuyunuz. 5. Şeytanla insan arasındaki ilişkiden bahseden üç ayet bularak mealini sınıfınızda okuyunuz. 94 V. ÜNİTE: MELEKLER 1. Meleklerin Varlığı İslam’da imanın temel esaslarından biri de meleklere iman etmektir.1 Haberci, elçi, kuvvet ve iktidar sahibi anlamına gelen melek, gözle görülemeyen, Allah’ın emriyle verilen görevleri yerine getiren, güçlü, hızlı ve zor işlere gücü yeten bir varlıktır. Kur’an’da; melekler, iman konuları arasında yer alır. Yüce Allah: “…Peygamber, Rabb’inden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de (iman ettiler). Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler…”2 buyurmaktadır. Yüce kitabımızda meleklerin bazıları özel isimleriyle bazıları da görevleriyle anılmıştır. Diğer semavi dinler de meleklerin varlığını kabul etmişlerdir. Melekler, Allah’a isyan etmezler ve asla günah işlemezler. Emrolundukları işleri aksatmadan yaparlar3. Kur’an-ı Kerim’de meleklerin ellere ve kanatlara sahip oldukları bildirilmiştir.4 Kanatlarının çokluğu, Allah’ın emrini yapmakta ve vahyini getirmekteki gücü, süratleri ve derecelerinin büyüklüğü olarak anlaşılmıştır. Melekler; yemekten, içmekten, cinsellikten, uyumaktan, yorulmaktan, usanmaktan, yaşlanmaktan ve benzeri özelliklerden arınmış varlıklardır.5 Bu üstün özellik- BULALIM lerine rağmen melekler gaybı bilemezler. Bu Meleklerin özelliklerinin anlatıldığı ayet meallerinden bularak sınıfta okuyunuz. hususta Kur’an’da: “De ki: Göklerde ve yerde, Allah’tan başka kimse gaybı bilmez.”6 buyrulmaktadır. 1 Bakara suresi, 177, 285, 98. ayetler; Nisâ suresi, 136. ayet; Enbiyâ suresi, 19, 20. ayetler; Necm suresi, 27, 28. ayetler. 2 Bakara suresi, 285. ayet; Bakara suresi 177. ayet; Nisâ suresi, 136. ayet. 3 Nahl suresi, 50. ayet; Enbiyâ suresi, 19, 20, 26-28. ayetler; Tahrîm suresi, 6. ayet; Zümer suresi, 75. ayet; A’râf suresi 206. ayet. 4 En’âm suresi, 93. ayet; Fâtır suresi, 1. ayet; Hâkka suresi, 17. ayet; Meâric suresi, 4. ayet. 5 Enbiyâ suresi, 19, 20. ayetler, Zuhruf suresi, 19. ayet; Sâffât suresi, 149. ayet; Necm suresi, 27, 28. ayetler; Hûd suresi, 69, 70. ayetler. 6 Bakara suresi, 31-33. ayetler; En’âm suresi, 59. ayet. 95 KELAM Allah, meleklerin kıyamet gününde insanlar gibi öleceklerini Zümer suresinin 68. ayetiyle haber vermektedir: “Sûr’a üflenir ve Allah’ın dilediği kimseler dışında göklerdeki herkes ve yerdeki herkes ölür...” Meleklerin insanlar için şefaatçi olmaları konusunda ise Kur’an’da şu bilgi verilmektedir: “Göklerde nice melekler vardır ki onların şefaatleri; ancak Allah’ın izniyle, dilediği ve hoşnut olduğu kimselere yarar sağlar.”7 İnsana nispetle farklı ve üstün özelliklerle yaratılan ve Allah’a itaat eden meleklere dünya ve ahirette bazı görevler yüklenmiştir. 2. Meleklerin Görevleri Hiçbir varlık gayesiz yaratılmamıştır. Ayet ve hadislerde sayıları pek çok olduğu anlaşılan meleklerin de görevleri vardır. Meleklerin esas vazifeleri Allah’a kulluk ve onun emirlerini yerine getirmektir. Bunlardan Cebrâil, Mîkâil, İsrâfil ve Azrâil büyük meleklerdir. Kur’an’da Cebrâil’e; temiz, saygın, latif, üstün güce ve kesin bilgiye sahip anlamında ‘Cibrîl, Rûhu’l-emîn/güvenilir ruh, Rûhu’l-kudüs/kutsal ruh, rasûl/elçi’ isimleri verilmiştir.8 Cebrâil peygamberlere ve meleklere vahiy getirmekle görevlidir.9 Peygamberimize iki defa asli şekliyle10 ve Hz. Meryem’e Hz. İsa’yı müjdelerken normal bir insan suretinde görünmüştür.11 Cebrâil, Peygamberimizin dostu, müminlerin destekleyicisidir.12 Mîkâil, doğa olaylarıyla ilgili görevli melek.Kur’an-ı Kerim’de “Mîkâl” şeklinde yer almaktadır. Cebrâil ve Mikâîl’in “Her kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrâil’e ve Mîkâil’e düşman olursa bilsin ki, Allah da inkar edenlerin düşmanıdır.”13 ayetinde özel isimleriyle yer alması Allah katındaki kıymetlerini ve büyüklüklerini göstermektedir. İsrâfil’in adı Kur’an’da “Münâdî/çağırıcı” şeklinde geçmekte, hadislerde ise “İsrâfil” ismi zikredilmektedir. Bu hadislerden birisi şöyledir: “Rasulullah (s.a.v.) gece namazına ‘Ey …yerin, göklerin, Cebrâil, Mîkâil ve İsrâfil’in yaratıcısı Rabbim!’ duasını okuyarak başlardı…”14 Kıyameti 7 Necm suresi 26. ayet. 8 Bakara suresi, 97, 98. ayetler; Nisâ suresi, 163. ayet; Tahrîm suresi, 4. ayet; Şuarâ suresi, 193, 194. ayetler; Nahl suresi, 102. ayet. 9 Yunus Şevki Yavuz, Zeki Ünal, Cebrâil, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 7, s. 202. 10 Necm suresi, 13, 14. ayetler; Tekvîr suresi, 23. ayet. 11 Meryem suresi, 17-21. ayetler. 12 Tahrîm suresi, 4. ayet; Kadr suresi, 4. ayet; (Lütfullah Cebeci, Mikâîl, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 30, s. 45.) 13 Bakara suresi, 98. ayet. 14 Müslim, ed-Duâ fî Salâti’l-Leyl, 16. 96 V. ÜNİTE: MELEKLER koparacak ilk ve yeniden dirilişi başlatacak ikinci üflemeyi (nefh)15 İsrâfil yapacaktır. “Seslenenin yakın DÜŞÜNELİM bir yerden sesleneceği güne kulak ver…”16 ayetle- “Şüphesiz ‘Rabb’imiz rinde bildirilen insanları mahşere çağırma görevi de İsrâfil’e aittir.17 dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve Bir diğer melek olan Azrâil’in ismi İbranicedir, Kur’an’da ve sahih hadislerde geçmemektedir. 18 Allah’tır’ deyip de sonra Kur’an’daki adı ‘ölüm meleği’dir. “De ki: ‘Sizin için görevlendirilen ölüm meleği canınızı alacak, derler ki: ‘Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) va’dedilmekte olan cennetle sevinin! Biz dünya hayatında da ahirette de sizin dostlarınızız.” sonra Rabbinize döndürüleceksiniz’.”19 ayetindeki (Fussilet suresi, 30, 31. ayetler.) ‘melekü’l-mevt’ten (ölüm meleği) Azrâil kastedil- Yukarıdaki ayetleri dikkate ala- miştir. Ölüm meleğinden çoğul şekliyle (melâike) de rak meleklerin varlığı üzerinde dü- bahsedilmesi,20 Azrâil’in yardımcılarının olduğunu şününüz. göstermektedir. Dört büyük meleğin dışında da çok sayıda melek vardır. Bunlar hakkında Nisâ suresi 172. ayette: “… Allah’a yakın melekler de, Allah’a kul olmaktan asla çekinmezler…”21 ifadesi kullanılmıştır. Meleklerin gönülden itaat ettikleri, “Şüphesiz Rabb’in katındaki (melek)ler ona ibadet etmekten büyüklenmezler. Onu tespih ederler ve yalnız ona secde ederler.”22 ayetiyle bildirilmiştir. Kur’an’da zikredilen Hârût ve Mârût isimli melekler23 ise insanları imtihan için gönderilmiştir. 15 Neml suresi, 87. ayet; Zümer suresi, 68. ayet. 16 Kâf suresi, 41, 42. ayetler; Kamer suresi, 6-8. ayetler. 17 Lütfullah Cebeci, İsrâfil, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 23, s. 181. 18 Secde suresi, 11. ayet. 19 Enfal suresi, 50. ayet; Nahl suresi, 32, 33. ayetler. 20 Ahzâb suresi, 56. ayet; Nisâ suresi, 172. ayet; Zümer suresi 75. ayet. 21 A‘râf suresi, 206. ayet. 22 Bakara suresi, 102. ayet. 97 KELAM ‘Kirâmen Kâtibîn, Rakîb-Atîd’ veya ‘hafaza’ melekleri insanın iyi ve kötü, gizli ve açık amellerini yazmak ve onu korumakla görevlidir. Bu meleklerden Kur’an’da: “Yoksa onların sırlarını ve gizli konuşmalarını duymadığımızı mı sanıyorlar? Hayır öyle değil, yanlarındaki elçilerimiz (melekler) yazmaktadırlar”24 , “İnsanı önünden ve ardından takip eden melekler vardır. Allah’ın emriyle onu korurlar…”25 ayetlerinde bahsedilmiştir. Allah’ın, müminlerin kalbine sebatı, doğruyu ve hakkı ilham eden26 ve onlara dua eden meleklerin varlığı: bir ayette şöyle bildirilir:“… Melekler ise, Rablerini hamt ile tespih ederler ve yeryüzündekiler için bağışlanma dilerler…” ayetleriyle bildirilmiştir. 27 Bunlara ilave olarak bazı melekler müminlerin dünyevi ve uhrevi darlıklarında yardım etmekle görevlendirilmiştir.28 Müminlerin dostu melekler, onların ahiret yolculuğunda da yanlarında bulunacaklar ve onları teselli edeceklerdir.29 Ahirette müminleri selamla karşılayacak, onlara hizmet ve arkadaşlık edecek melekler de vardır. Kur’an’da bu konu şöyle anlatılır:“…Melekler de her bir kapıdan yanlarına girerler (ve şöyle derler): Sabretmenize karşılık selam sizlere. Dünya yurdunun sonucu (olan cennet) ne güzeldir!” 30 Başka bir ayette ise “Üzerinde on dokuz (görevli melek) vardır. Biz, cehennemin görevliler - ni ancak meleklerden kıldık. Onların sayısını inkâr edenler için bir imtihan vesilesi yaptık…” buyrulmuştur.31 Cennette görevli meleklerin temsilcisine Rıdvân, cehennem görevlilerinin temsilcisine de Mâlik denilmektedir.32 24 Zuhruf suresi, 80. ayet. 25 Ra’d suresi 10, 11. ayetler; İnfitâr suresi, 10-12. ayetler; Kâf suresi, 21. ayet; En’âm suresi, 61. ayet. 26 Enfâl suresi, 12. ayet; Tirmizî, Tefsîr, 3. 27 Şûrâ suresi, 5. ayet; Ahzâb suresi, 43. ayet; Mü’min suresi, 7-9. ayetler; Necm suresi, 26. ayet. 28 Bakara suresi, 87, 253. ayet; Nisâ suresi, 110. ayet; Fussilet suresi, 30, 31. ayetler; Enfâl suresi, 9, 10. ayetler; Âl-i İmrân suresi, 123. ayet; Ahzâb suresi, 9. ayet; Necm suresi, 26. ve Mü’min suresi, 7-9. ayetler. 29 Fussilet suresi 30, 31. ayetler. 30 Ra’d suresi, 23, 24. ayetler; Enbiyâ suresi, 103. ayet; Zümer suresi 73. ayet. 31 Müddessir suresi, 30, 31. ayetler; Zuhruf suresi, 77. ayet. 32 Zümer suresi, 71, 72. ayetler; Zuhruf suresi, 77. ayet; Tahrîm suresi, 6. ayet; Alak suresi, 18. ayet. 98 V. ÜNİTE: MELEKLER 3. Meleklere İmanın Önemi Meleklerin varlığının hikmetini gerçek manada ancak Allah bilir. İnsana düşen vazife, hikmet sahibi Yüce Allah’ın, Kur’an-ı Kerim’de özelliklerini ve görevlerini anlattığı meleklerin varlığına inanmak ve bu imanın gereğini davranışlara yansıtmaktır.Melekler ve onların varlığına iman üzerinde düşünüldüğünde bunun insana bazı faydalar sağladığı ve onu olumlu yönde etkilediği görülecektir. Meleklerin günah işlemeyecek şekilde yaratılmaları bir yana, onlar görevlerini kusursuz yerine getirmektedirler. İyilik ve hayır üzerinde oluşları onları hiçbir zaman gevşekliğe ve övünmeye sevk etmemekte, görevlerini aksatmayı asla düşünmemektedirler. Bu yönüyle melekler, şuurlu varlık olan insan için Allah’a karşı kulluk görevlerini yerine getirmekte güzel bir örneklik oluşturmaktadır. Meleklerin varlığına inanan kimse, Allah tarafından görevlendirilmiş yazıcı meleklerce gözetlendiği bilinciyle hayırlı işler yapmaya yönelmekte ve ölçülü davranmaktadır. Bu inanç kişiyi kötülük yapmaktan alıkoymaktadır. Zihnini ve davranışlarını kötülükten korumakla da huzur- TARTIŞALIM Meleklerin varlığına iman etmenin, insanın günlük hayatına ne gibi etkileri vardır? Sınıfta tartışınız. lu bir hayata kavuşturmaktadır. Melekler iyiliğin, güzelliğin ve doğruluğun sembolüdürler. Meleklere iman eden kimse, onların telkin ettikleri erdemlere ait her çağrıya kulak vermekte ve onları içselleştirerek ‘melek gibi insan’ unvanını kazanmaktadır. Mümin bu olumlu yaklaşımın etkisiyle daha da olgunlaşmakta; yüklendiği görev ve sorumluluğun kendisini melekten üstün kılacağı şuuruyla ahlaki güzelliklerini daha da arttırma yollarını aramaktadır. Meleklerin darda kalan müminlere yardım ettiğine inanan kişi, ümidini kaybetmemekte ve zorluklar karşısında azim ve iradesini yitirmemektedir. Allah’a inanan ve bu inancı uğrunda yola koyulan kimsenin Allah’ın kendisini melekleriyle destekleyeceğini bilmesi gaybe imanının bir ödülü olmaktadır.33 Melekler manevi varlıklar olduğu için vahiy bilgisinden habersiz insanlar, onlara bilgisizce vasıflar yüklemişlerdir. Mesela bazı müşrikler melekleri, yeterince değer vermedikleri kız evlatlarına benzeterek ‘Allah’ın kızları’ iftirasında bulunmuşlar,34 bazıları ise onları putları gibi kendilerine şefaatçi saymışlardır.35 Allah “Rahmân’ın kulları olan melekleri…”36 doğru şekilde tanıtmış ve insanları buna benzer batıl hurafe ve evhamlardan kurtarmıştır. 33 Mustafa İslamoğlu, İman Risalesi s. 271. 34 Sâffât suresi, 149, 150. ayetler. 35 Necm suresi, 26. ayet. 36 Zuhruf suresi, 19. ayet. 99 KELAM 4. Cin ve Şeytan Görülemeyen ve duyu organlarıyla algılanamayan varlıklar meleklerden ibaret değildir. Kur’an’ın aynı türden olduğunu bildirdiği cinler ve şeytanlar da görülemeyen varlıklardandır.37 Bu ruhanî varlıklardan melekler; hayırlı, Allah’a itaatkâr ve insana iyi şeyler ilham eden varlıklardır. Şeytanlar ise insanı aldatan ve şerre yönelten varlıklardır. Kur’an-ı Kerim ve sahih hadisler cinlerden bahsetmektedir. Cinlerin yalın ateşten ve insan türünden önce yaratıldıkları, “Cinleri de daha önce dumansız ateşten yaratmıştık”38 ayetinde beyan edilmiştir. Cinler iradeli varlıklardır ve Allah’a kulluk için yaratılmışlardır. Allah bu konuda: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”39 buyurmuştur. Cinlerin de gayba dair bilgileri yoktur. Ancak Kur’an’da gökten bilgi çalmak için gökleri yokladıkları ve oradan ateş huzmeleriyle kovuldukları haber verilmektedir.40 Allah cinlerin kutsallaştırılmasını yasaklamıştır. Çünkü onlar da kullukla yükümlüdür41 ve kendilerine peygamberler gönderildiği: “Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size ayetlerimi anlatan ve bu gününüzün gelip çatacağı hakkında sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?...”42ayetiyle bildirilmiştir. Cinlerin Müslüman olanları müminlerle beraber cennette, kâfir olanları da inkârcılarla birlikte cehennemde kalacaklardır.43 Melekler gibi görülemeyen fakat varlığı Kur’an-ı Kerim ve sahih hadislerde kesin biçimde haber verilen şeytan ise ateşten yaratılmıştır. Şeytan, azgınlık ve kötülükte aşırı giden, kibirli ve insanları ısrarla haktan saptırmaya çalışan44 cinlerin genel adıdır. Cinlerin atası İblis’tir. İblis Allah’a ibadetle yücelerek melekler arasında yer almıştır. Allah’ın, Âdem’e secde etmesi emrine, ondan üstün olduğu iddiasıyla isyan ederek haktan sapmıştır. Allah’ın lânetine uğramış ve onun huzurundan kovulmuştur. Bu hadise Kur’an’da şöyle anlatılmaktadır: “Hani biz meleklere, ‘Âdem için saygı ile eğilin’ demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabb’inin emri dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar…”45 Allah’ın huzurundan kovulan İblis’ insanları doğru yoldan saptıracağına and içmiştir. Hz. Âdem ve eşi Havvâ’yı yanıltarak cennetten çıkarılmalarına sebep olmuş ve soylarını Hak’tan uzaklaştırmak için yoğun bir faaliyete girişmiştir.46 Allah insanları şeytanın düşmanlığına, hilesine ve aldatmacasına karşı uyarmış, şerrinden kendisine sığınılmasını istemiştir. Allah, kendisine içtenlikle iman ve tevekkül eden kimseler üzerinde onun hiçbir etki ve hakimiyetinin olmadığını “Gerçek şu ki; şeytanın, inanan ve yalnız Rablerine 37 A’râf suresi, 27. ayet.; Kur’an’ın 72. suresi, “cin” ismini taşımakta ve bazı özelliklerinden bahsetmektedir. 38 Hicr suresi, 27. ayet. 39 Zâriyât suresi, 56. ayet. 40 Cin suresi, 8, 9. ayetler; Hicr suresi 17. ayet; Mülk suresi, 5. ayet. 41 Rahmân suresi, 15. ayet; Hicr suresi, 26, 27. ayetler; Kehf suresi, 50, 51. ayetler; Zâriyât suresi, 56. ayet. 42 En’âm suresi, 130. ayet. 43 Erbaş, Ali, Melekler Âlemi, s. 36. 44 A’râf suresi 16, 17. ayetler. 45 Kehf suresi, 50. ayet. 46 A’râf suresi, 12, 19-24. ayetler; Bakara suresi, 34-38. ayetler; Kehf suresi, 50, 51. ayetler. Sâd suresi, 74-83. ayetler. 100 V. ÜNİTE: MELEKLER tevekkül eden kimseler üzerinde bir hâkimiyeti yoktur.”47 ayetlerinde beyan etmiştir. Şeytanı güçlü gösteren, insanın irade ve ahlaki zayıflığı, ümitsizliği ve kararsızlığıdır. Bu yüzden Şeytanın şerrinden; Allah’a dua ederek, ona tevekkül ederek ve nefsani arzulara uymayarak korunmak gerekir. İlahi ölçülere uymayanların, şeytanın kuşatmasına maruz kalacakları Kur’an’da: “Kim, Rahmân’ın Zikri’ni görmezlikten gelirse, biz onun başına bir şeytan sararız. Artık o, onun ayrılmaz dostudur. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar. Onlar ise doğru yolda olduklarını sanırlar…” ayetleriyle haber verilmiştir.48 Şeytanın kuşatmasına karşı direnemeyenler sonunda onun gönüllü askerleri ve esiri olurlar. Ancak böyle kişiler büyük bir pişmanlıkla ahirette şeytanı suçlayacaklardır. Şeytan, dostlarının ahiretteki bu suçlamaları karşısında sadece kendilerini suçlamaları gerektiğini söyleyecektir.49 Allah, şeytan kelimesini sıfat veya mecaz anlamlarda insan ve cinlerin şerlileri için kullanılmıştır. “De ki: İnsanların kalplerine vesvese sokan, (insan Allah’ı andığında) pusuya çekilen cin ve insan şeytanının şerrinden… insanların İlahına sığınırım!”50. “İşte böylece biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı laflar fısıldarlar. Rabb’in dileseydi, bunu yapamazlardı…” meâlindeki ayetler buna örnek olarak gösterilebilir.51 Allah, varlıkları insanlar farklarını kolaylıkla anlayabilsin diye varlıkları zıtlarıyla yaratmıştır. Melekler; temizliğin, hakkın ve iyiliğin, şeytan ise onun zıddı özelliklerin temsilcisidir. İnsanın iyi yönüne karşılık melek, kötü yönüne karşılık da şeytan yaratılmış ve bunun birini model almakla sınanmıştır. VARLIKLARIN ÖZELLİKLERİ BULALIM VARLIKLARIN TÜRLERİ + Melek + - Şeytan - Menşe/Yaratılış ………… İrade/Yükümlülük ………… ………… Yükümlü ………… Yok ………… ………… ………… Yok ………… ………… ………… Gayb Bilgisi Başkasına Hakimiyet Ateş - Cin + - İnsan + ………… Toprak Yukarıdaki varlıkların temel özelliklerine uyan kelimeleri bularak karşısındaki boşluklara yazınız. 47 Nahl suresi, 98-100. ayetler; İsrâ suresi, 65. ayet; A’râf suresi, 201. ayet. Hicr suresi, 41. ayet. 48 Zuhruf suresi, 36, 37. ayetler. 49 A’râf suresi, 200-202. ayetler; Nahl suresi, 98. ayet; İsrâ suresi, 65. ayet; A‘râf suresi, 21. ayet; Sebe’ suresi, 21. ayet; Mü’minûn suresi, 97, 98. ayetler; Mücâdele suresi, 14-22. ayetler; İbrâhîm suresi, 22. ayet. 50 Nâs suresi, 1-6. ayetler. 51 En’âm suresi, 112. ayet; Bakara suresi, 14. ayet. 101 KELAM ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM A. Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız. 1. Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen melekler hangileridir? Yazınız. 2. Kur’an-ı Kerim’de şeytan hangi özellikleriyle tanıtılmaktadır? Belirtiniz. 3. Şeytanın hile ve aldatmalarını önleme yollarından beş tanesini sayınız. 4. Melek, cin ve şeytanı, gaybı bilip-bilmemeleri açısından değerlendiriniz. B. Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru seçeneklerini işaretleyiniz. 1. Aşağıdakilerden hangisi melekler için söylenemez? A) Cebrâil, Azrail, Mikâîl ve İsrâfil meleklerin en büyükleridir. B) Melekler insan suretinde, peygamberlere görünmüşlerdir. C) Melekler daima Allah’ın hükmü ve emri altındadır. D) Melekler de bizim gibi hata yapabilen varlıklardır. E) Melekler cennette müminlere hizmet ve arkadaşlık edecektir. 2. Aşağıdaki seçeneklerden hangisi cinlerin özelliklerinden birini belirtmez? A) Dumansız ateşten yaratılmış manevi varlıklardır. B) Allah’ın meleklere verdiği gaybi bilgileri çalma özelliğine sahiptirler. C) İnsanlar gibi kulluk yapmakla yükümlüdürler. D) Allah’ın izni olmaksızın asla zarar veremezler. E) Mümin ve kafir olanları vardır ve ahirette bizler gibi hesaba çekileceklerdir. 3. Aşağıdakilerden hangisi şeytanın özelliklerinden biri değildir? A) Şeytanın bir adı da İblis’tir ve isyan etmeden önce takvasıyla meleklerin arasında bulunmuştur. B) İnsanları zorla kendi egemenliğine alabilecek özellikte yaratılmıştır. C) Şeytan insanlardan önce ve ateşten yaratılmıştır. D) Şeytanlar da gaybı bilemezler. E) Çok sinsi ve ısrarcı bir varlıktır. C. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri verilen kelimelerden uygun olanı ile doldurunuz. (Cebrail, şeytan, insan) 1. Cibril, Rûhu’l-emîn, Rûhu’l-Kudüs ve Ruh …………… adlı meleğin diğer isimleridir. 2. Melek, hakkın ve iyiliğin; ………… ise onun zıddı özellikleri temsil etmektedir. 102 KELAM VI.ÜNİTE NÜBÜVVET VE İLAHÎ KİTAPLAR ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM 1. ‘‘Peygamber, resul ve nebi’’ kavramlarının anlamlarını sözlüklerden araştırınız. 2. ‘‘Sıdk, fetanet, ismet’’ kavramlarının anlamlarını “dini terimler sözlüğü”nden bulup öğreniniz. 3. Kutsal kitaplar hakkında bilgi toplayınız. 4. Kur’an’ın mucize oluşu hakkında bilgi toplayınız. 5. Hz. Peygamberin örnekliği ve son peygamber oluşu hakkında bilgi toplayınız. 103 KELAM 1. Resul, Nebi ve Vahiy Kavramları Sözlükte “bir kimsenin sözünü başka bir kimseye tebliğ eden kişi, elçi” anlamına gelen resul, risalet görevini yerine getiren kimsedir. Buna mürsel de denir. Elçilik görevine ise “risalet” denir. Kur’an’ı Kerim’de resul kelimesi pek çok ayette yer almaktadır. Kur’an’da, “Andolsun biz resullerimizi (peygamberlerimizi) açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik…”1 buyrulmaktadır. Nebi, sözlükte, “haber getiren” anlamına gelir. Terim olarak Allah’tan gelen vahyi insanlara haber veren kimsedir. Haber verme işine ise “nübüvvet” denir. Risâlet ve nübüvvet kelimeleri mastar olup, her ikisi de peygamberlik anlamına gelmektedir. Farsça bir sözcük olan peygamber ise, “haber veren ve haber getiren” demektir. Kur’an-ı Kerim’de bu sözcüğün yerine nebi ve resul kavramları kullanılmıştır. Her üç kelime bazen birbirlerinin yerine de kullanılmaktadır. Peygamber olabilmek için Allah tarafından vahiy gönderilmesi gerekir. Vahiy, Allah DÜŞÜNELİM Teâlâ’nın insanlara iletmek istediği mesajlarını Aşağıda verilen ayetleri peygamberlerine, özel bir biçimde, gizli ve süokuyarak “nebi” kelimesinin ratli olarak bildirmesidir. Peygamberler, kenanlamı üzerinde düşününüz. dilerine gönderilen vahyi hiçbir tasarrufta buBakara suresi 213; Âl-i İmrân suresi lunmadan insanlara aktarmakla görevlidirler. 79, 81; Câsiye suresi 16; Ankebût suresi Kur’an-ı Kerim’de bu husus şöyle dile getiril27; Hadîd suresi 26. ayetler. miştir: “Eğer (peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka koparırdık. Hiçbiriniz de bu cezayı engelleyip ondan savamazdı.”2 Peygamberlik, Allah vergisidir. Çalışma, ibadet ve taatla elde edilemez. Peygamber olabilmek için Yüce Allah tarafından seçilmiş olmak en temel şarttır. Yüce Allah temiz ve seçkin kulları arasından kimi peygamber yapacağını kendisi belirler ve dilediğini elçilikle görevlendirir. Allah, peygamberliğin tümüyle kendi seçimi olduğunu şöyle ifade etmektedir: “Bu, Allah’ın lutfudur. Onu dilediğine verir...”3 Bu seçimde mal, mülk, şan, şöhret ve makam belirleyici değildir. İlk gönderilen peygamber, aynı zamanda ilk insan olan Hz. Âdem (as.)’dir. Son peygamber ise Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. Kur’an’ın “… Fakat o, Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur…”4 ifadesi peygamberliğin Hz. Muhammed (s.a.v.)’le son bulduğunu bildirmektedir. Önceki peygamberlere gönderilen vahyin korunamamış olmasına karşılık, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e gelen vahiy, hiç bir değişikliğe uğramadan Allah’tan geldiği şekliyle, olduğu gibi korunmuştur. Bundan dolayı, Hz. Muhammed (s.a.v.)’den sonra peygamber gönderilmesine gerek kalmamıştır. Çünkü Kur’an, kıyamete kadar bütün insanlığa yol gösterecek evrensel bir kitaptır. 1 Hadîd suresi, 25. ayet. 2 Hâkka suresi, 44-47. ayetler. 3 Cum’a suresi, 4. ayet. 4 Ahzâb suresi, 40. ayet. 104 VI. ÜNİTE: NÜBÜVVET ve İLAHİ KİTAPLAR Kur’an’da da belirtildiği gibi yüce Allah, tarih boyunca peygamberler göndermiş, insanları onlar aracılığıyla gerçeği benimseyip yaşamaya çağırmıştır. Kendilerine peygamber gelmemiş hiçbir topluluk ve ümmet bulunmadığı Kur’an’da şöyle dile getirilmektedir: “Allah’a andolsun ki biz senden önceki ümmetlere de peygamberler göndermişizdir...”5 Gönderilen her peygamber görevlendirildiği toplumun dili ile tebliğini yapmış, onları Allah’a inanmaya çağırmıştır. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır. “Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah’ın emirlerini) iyice açıklasın. Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”6 Bu durum peygamberlerin toplumla aralarındaki iletişimi kolaylaştırmıştır. Kur’an’da bazı peygamberlerin isimleri açıkça zikredilmektedir. Ancak gönderilen bütün peygamberler bunlardan ibaret değildir. Kur’an’da, bu konuda şöyle buyrulmaktadır:” Ey Muhammed! And olsun ki senden önce birçok peygamberler gönderdik; sana onların kimini anlattık, kimini anlatmadık...”7 İslam inancına göre, peygamberlik dinin en önemli müesseselerinden birisidir. Her Müslümanın, Hz. Âdem (as.)’den Hz. Muhammed (s.a.v.)’e kadar insanlığa gönderilmiş, aralarında herhangi bir ayırım yapmadan bütün peygamberlere ve bunların Allah’tan getirdiği bütün bilgilerin gerçek ve doğru olduğuna iman etmesi farzdır. Bu konuda Yüce Allah Kur’an’da “Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: ‘Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.’…”8 buyurmaktadır. 2. Allah’ın Peygamber ve Vahiy Göndermesinin Nedenleri İnsanların gerçek birer yol gösterici olan peygamberlere ihtiyacı vardır. Allah’ın insanlara peygamber göndermesi, onun kullarını sevdiğinin ve onlara merhametli olduğunun bir göstergesidir. Nitekim Kur’an’ı Kerim’de bu husus şöyle belirtilmiştir: “Andolsun, Allah, müminlere kendi içlerinden; onlara ayetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.”9 Allah insanı en güzel şekilde yaratmış, ona akıl, irade ve düşünme gibi bir takım yetenekler vermiştir. İnsan bu yetenekleri sayesinde kendisi, çevresi ve diğer varlıklar hakkında bazı bilgiler edinmiş olsa da bütün bunlar sınırlı ve kendi gücü oranındadır. Örneğin, insan aklıyla Allah’ın varlığını, birliğini anlayabilse de ona ait birtakım sıfatları tamamen kavrayamaz. Allah’a nasıl ibadet edeceğini, ölüm sonrasında neler olacağını bilemez. Dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşmak, fikir ve ahlak yönüyle yükselmek, ancak peygamberlerin öğrettiği buyrukları yerine getirmekle mümkün olabilir. 5 Nahl suresi, 63. ayet; Yûnus suresi, 47.ayet. 6 İbrahim suresi, 4.ayet. 7 Mü’min suresi, 78.ayet. 8 Bakara suresi, 285. ayet. 9 Âl-i İmrân suresi, 164. ayet. 105 KELAM İşte yüce Allah, insanların bu ihtiyacını gider- İNCELEYELİM mek için peygamberler göndermiştir. “Ey Peygamber, biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Allah’ın izniyle bir davetçi ve aydınlatan bir kandil olarak (gönderdik).” (Ahzâb suresi, 45, 46. ayetler.) Yukarıdaki ayeti dikkate alarak Hz. Peygamberin hangi amaç için gönderildiğini inceleyiniz? İnsanın belli işlerle sorumlu ve yükümlü tutulabilmesi için de peygamber gönderilmesine ihtiyaç vardır. Böylelikle ahirette insanların “bilmiyorduk, peygamber gönderilmedi” diye Allah’a karşı mazeret ileri sürmelerinin peşinen önüne geçilmiş olmaktadır. Kur’an’da bu hususta “Biz müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdik ki artık peygamberlerden sonra insanların, Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın...”10 buyrulmaktadır. Allah, insanlara birtakım sorumluluklar yüklemiş ve bunların neler olduğunu ve nasıl yerine getirilmesi gerektiğini açıklamak için de peygamberler göndermiştir. Örneğin, Kur’an’da zekâtın farz olduğu ve kimlere verilmesi gerektiği açıklanmıştır. Fakat hangi mallardan ne kadar verileceği ayrıntılı bir şekilde anlatılmamıştır. İnsanlar bu ve benzeri durumlarda peygamberlerin açıklamalarına ihtiyaç duyarlar. Peygamberler gerekli açıklamaları yaptıktan sonra Allah, insana yaptıklarından sorumlu tutacağını haber vermiştir. Eğer peygamberler gelmeseydi, insanlar Allah’ın varlık ve birliğini bilmenin dışında, hiçbir dinî hükümle mükellef tutulamazlardı. Nitekim ayette de: “… Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz.”11 buyrulmuştur. Ayrıca peygamberler aile hayatı, toplumsal yaşam, ticari ilişkiler gibi hayatın her alanında insanlara örnek olmaları için gönderilmiştir. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de: “Resulullah sizin için en güzel örnektir…”12 şeklinde ifade edilmiştir. Tarih boyunca bütün peygamberler, aynı inanç esaslarına inanıp bağlanmayı insanlara telkin etmişlerdir. Bunlar; Allah’a, meleklere, peygamberlere, kitaplara, ahirete, kaza ve kadere imandır. Ancak yüz yıllar içinde insan ihtiyaçları farklılaşmış, toplumların hayat şartları değişmiştir. Dolayısıyla toplumsal ihtiyaçların karşılanması, insan ilişkilerinin şartlara göre düzenlenmesi hususunda sonra gelen peygamberlerin getirdiklerinde öncekilere göre farklılıklar olmuştur. Bu, medenî hayatın gelişimine bağlı sosyal değişimle ilgili doğal bir sonuçtur. Bu değişim, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in getirdikleriyle son şeklini almıştır.13 Peygamberler de sonuç olarak birer beşerdir ve içinde bulundukları toplumun birer ferdidir. Dolayısıyla diğer insanlar gibi yeme, içme, giyinme ve barınmaya ihtiyaç duymuşlar ve bu ihtiyaçlarını karşılamak için herkes gibi onlar da çalışmışlardır. İnsanlardan farklı olarak Allah’tan vahiy almışlardır. Peygamberlerin insanlardan seçilmesi, vahyin insanlar tarafından anlaşılmasında, kabul edilmesinde ve uygulanmasında büyük kolaylıklar sağlamıştır. Çünkü peygamberler, içinde yaşa10 Nisâ suresi, 165. ayet. 11 İsrâ suresi, 15. ayet. 12 Ahzâb suresi, 21. ayet. 13 Hüseyin Algül, İslam’a Giriş Gençliğin İslam Bilgisi, s.161. 106 VI. ÜNİTE: NÜBÜVVET ve İLAHİ KİTAPLAR dıkları toplumun problemlerine tanık olan insanlardır. Onlar Allah’tan aldıkları vahiy doğrultusunda toplumun problemlerine çözüm yolları göstermişler ve bu konuda onlara önderlik etmişlerdir. Nitekim peygamberlerin kendileri gibi birer insanî özellik taşımalarını kabul etmek istemeyen kimselere Kur’an’da şöyle cevap verilmiştir: “De ki: Eğer yeryüzünde, (insanlar yerine) yerleşip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir melek peygamber indirirdik.”14 Peygamberlerin insan olarak gönderilmesinin en önemli sebeplerinden birisi, insanlara örneklik yapacak kişinin yine insan olmasıdır. İnsan ancak kendisi gibi bir insanı örnek alabilir. Bu nedenle peygamberler örnek olsunlar diye Allah tarafından insanlar arasından seçilerek gönderilmişlerdir. Peygamberler, Allah’tan aldığı emir ve yasakları sadece insanlara iletmekle kalmazlar, onlara öncülük ederek de örnek olurlar. LİSTELEYELİM Peygamberlerin gönderiliş amaçlarını listeleyiniz. 1. İnsanlara sorumluluklarının neler olduğunu açıklamıştır. 2. .................................. 3. .................................. 3. Peygamberlerin Nitelikleri Peygamberler de diğer insanlar gibi beşeri özelliklere sahiptirler. Oturup kalkar, yer içer, gezer, çoluk çocuk sahibi olur, hastalanır ve ölürler. Ancak peygamber olmaları bakımından diğer insanlardan farklı olarak bazı sıfat ve özelliklere sahip bulunmaktadırlar. Bu sayede onlar, kendilerine verilen elçilik görevini başarılı ve en iyi şekilde yapabilmişlerdir. Allah’tan aldıkları mesajları insanlara tam olarak iletmek için “doğruluk, güvenilirlik, akıllı ve zeki olmak, TARTIŞALIM Peygamberler niçin diğer insanlardan farklı niteliklere sahiptirler? Tartışınız. günahlardan korunmuş olmak” gibi özelliklerle donatılmışlardır. a. Sıdk (Doğru Olmak): Sıdk sözlükte doğru olmak demektir. Kişinin söz ve fiilinin birbirine uygun olmasıdır ve peygamberlerin en önemli özelliklerinden biridir. Allah’ın öğütlerini ve buyruklarını insanlara iletmek görevini üstlenen kişinin öncelikle dürüst ve doğru olması gereklidir. Peygamberler, sözlerinde, işlerinde, düşüncelerinde ve davranışlarında doğru kimselerdir. Bu nitelik, peygamberlerin ilahî buyrukları insanlara bildirmede de doğru sözlü ve sadık davrandıkları anlamına gelir. Peygamberler asla yalan söylemezler. Eğer yalan söyleyecek olsalardı kendilerine inanan halkın güven duygusunu kaybederlerdi. Peygamberler kendilerine vahiy gelmeden ve henüz tebliğe başlamadan önce de içinde yaşadıkları toplum tarafından ahlak yönünden en üstün kişi olarak kabul görmüşlerdir. Kur’an-ı Kerim’de bu husus üzerinde yoğun olarak durulmuş ve bütün peygamberler gibi Hz. Muhammed (s.a.v.)’in de 14 İsrâ suresi, 95. ayet. 107 KELAM sadık olduğu, yalancılardan olmadığı vurgulanmıştır. Hz. Peygamber, risaletin öncesinde ve sonrasında, bir başka deyişle yalnız müminler tarafından değil, içinde yaşadığı toplumun her kesiminin şahadetiyle “Sâdıkul-Va’dil-Emîn” olarak vasıflandırılmıştır.15 Kur’an-ı Kerim bazı peygamber için doğruluk (sadık) niteliği kullanırken, “Kitapta İsmail’i de an. Şüphesiz o, sözünde duran (sadık) bir kimse idi. Bir resul, bir nebî idi.”16 bazıları için de “sıddîk” kelimesini kullanmıştır. Ayette bu husus “Kitapta İbrahim’i de an. Gerçekten o, son derece dürüst (sıddık) bir peygamber idi”.17 şeklinde yer almaktadır. b. Emanet (Güvenilir Olmak): Emin ve güvenilir olmak demektir. Kendisine bırakılan bir şeye veya kendisine yüklenilen bir görev ve sorumluluğa riayet etmektir. Konu hakkında bir ayette şöyle buyrulur: “Bir peygambere, emanete hıyanet etmesi yaraşmaz…”18 Emanet sıfatının zıddı olan hıyanet, onlar hakkında düşünülemez. Peygamberler gerek risalet ve nüKONUŞALIM büvvet görevlerini yerine getirmede gerekse bütün diğer hususlarda güvenilir ve emin kimselerdir. Kur’an-ı Kerim’de peygamberlerin bu özelli- Doğru ve güvenilir olmanın sosyal hayattaki önemi nedir? Arkadaşlarınızla konuşunuz. ği ile ilgili birçok ayet vardır. “Size Rabb’imin sözlerini bildiriyorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.”19 ayeti buna örnektir. Peygamberler için en büyük emanet, dini buyrukların, Allah’ın öğütlerinin insanlara ulaştırılmasıdır. Onlar, bu konudaki sorumluluklarını en iyi şekilde yerine getirmişlerdir. Kendilerine verilen emaneti korumuşlardır. Peygamberler sadece peygamberlikleri döneminde değil kendilerine bu görev verilmeden önce de, bu sıfatları ile tanınırlar. Bunun en güzel örneği ise kuşkusuz peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. O, gerek peygamberlikten önce ve gerekse peygamberliği sırasında toplum içinde en güvenilir üstün bir kişiliğe sahipti. Bundan dolayı da cahiliye döneminde, Mekke’nin müşrikleri tarafından “el-Emin” yani güvenilir olarak isimlendirilmiştir. c. Fetanet (Akıllı ve Zeki Olmak): Peygamberlerin akıllı, zeki, kavrayışlı ve anlayışlı olmaları demektir. Peygamberler üstün bir akıl ve zekâya, kuvvetli bir hafızaya ve yüksek bir mantık ve ikna kabiliyetine sahiptirler. Peygamberlik büyük sorumluluklar gerektiren bir görevdir. Bu sorumluluğu yerine getirebilmek için keskin bir zekâya ve üstün kabiliyetlere sahip olmak gerekir. Bu üstün yetenekleri sayesinde Allah’ın mesajlarını çok iyi kavramışlar ve insanların sorunlarını çözüme kavuşturmuşlardır. 15 Komisyon, İmam Hatip Liseleri Kelam Ders Kitabı, s.93. 16 Meryem suresi, 54. ayet. 17 Meryem suresi, 41. ayet. 18 Âl-i İmrân suresi, 161. ayet. 19 A’râf suresi, 68. ayet. 108 VI. ÜNİTE: NÜBÜVVET ve İLAHİ KİTAPLAR YORUMLAYALIM Kâbe’nin inşası sırasında, Hacer-i Esved’i yerine koyma şerefine nail olmak için Kureyş kabileleri arasında ihtilaf çıkmıştı. Hz. Muhammed (sav.)’in peygamberlikten önce, bu ihtilafta hakem tayin edilmesi neticesinde gösterdiği üstün maharet, çıkmak üzere olan bir savaşı önlemiştir. Bu olayı, Hz. Muhammed’in güvenilirliği ve zekası açısından yorumlayınız. Kur’an-ı Kerim’de bu sıfatla ilgili olarak Hûd (as.)’un kavmine hitabı şöyle geçmektedir: “Hûd, şöyle dedi: “Ey kavmim! Bende akıl kıtlığı yok. Aksine ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.”20 Kısaca Yüce Allah gönderdiği bütün peygamberlerine üstün bir zekâ, büyük bir dikkat ve olgunlaşmış bir akıl ihsan etmiştir. d. Tebliğ (Allah’tan Aldığı Mesajları İnsanlara bildirmek): “Tebliğ” sözlükte bildirmek ve iletmek demektir. Peygamberlerin Allah’tan aldıkları vahyi gizlemeden, eksiltmeden ve her hangi bir ilavede bulunmadan aynen insanlara bildirmesine tebliğ denir. Bu özellik onların en önemli görevidir. Peygamberlerin bu özelliği Kur’an’da şöyle dile getirilmiştir: “Ey Resul! Rabb’inden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun elçiliğini yapmamış olursun…”21 Diğer bir ayette ise şöyle buyrulur: “Ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve size nasihat ediyorum. Sizin bilmediğiniz şeyleri de Allah tarafından gelen vahiy ile biliyorum.”22 Peygamberler Allah’tan aldıkları vahiyde artırma ve eksiltme de yapmamışlardır.23 Herhangi bir peygamberin Allah’tan aldığı ilahî mesajı insanlara tebliğ etmemesi söz konusu değildir. e. İsmet (Günahlardan Korunma): Günah işlemekten kaçınmak demektir. Peygamberler, peygamberlik görevini üstlenmeden önce ve sonra her türlü küfür, şirk ve büyük günahlardan uzak durmuşlardır, hayatlarında bilerek hiçbir günah işlememişlerdir. İnsan olmaları sebebiyle günah derecesinde olmayan zelle denen birtakım küçük hataları olmuştur. Ancak onlar bu hatalarını Yüce Allah’ın kendilerini uyarmasıyla derhal düzeltmişlerdir. Bu özellik Kur’an’da şöyle dile getirilmiştir: “Eğer seni sebatkâr kılmasaydık, gerçekten, nerdeyse onlara birazcık meyledecektin. ”24 Peygamberler örnek ve önder kişiler oldukları için konumlarını zedeleyecek davranışlardan korunmuş ve kaçınmışlardır. YAZALIM PEYGAMBERLERİN ORTAK NİTELİKLERİ SIDK Meryem suresi, 54. ayet ………….. İsrâ suresi, 74. ayet ………… Â’râf suresi, 67. ayet ……………. Â’râf suresi, 68. ayet …………… Nahl suresi, 82. ayet Yukarıdaki verilen ayet meallerinden çıkardığınız özellikleri boşluklara yazınız. 20 A’râf suresi, 67. ayet. 21 Mâide suresi, 67.ayet. 22 A’râf suresi, 62. ayet. 23 Hâkka suresi, 44-46. 24 İsrâ suresi, 74. ayet. 109 KELAM 4. Peygamberliğin Kanıtı Olarak Mucize Mucize sözlükte “aciz bırakan, güçsüz kılan, karşı konulmaz, harika olay” anlamlarına gelir. Kur’an-ı Kerim’de mucize yerine çoğu kez “ayet, âyât, beyyine ve delil” kelimeleri kullanılmıştır. Ayet; belli olan bir alâmet, bir şeyi ispat eden delil veya işaret demektir. Bu nedenle mucize ya bir işaret, delil ve ispat ya “ilâhî bir haber” ya da “tebliğ edilen söz” anlamına gelir.25 Terim olarak ise peygamberlik iddiasında bulunan kişinin doğruluğunu ispat ve inkârcılara meydan okumak için peygamberlerin Allah’ın izniyle ortaya koydukları olağanüstü olaylardır. Mucizenin benzerini ortaya koymak mümkün değildir. Herhangi bir olayın mucize olabilmesi için onun nübüvvet görevi verilmiş kişilerin elinde zuhur etmesi gerekir. Dolayısıyla herhangi bir kimseBULALIM nin gösterdiği harikulade olaya Aşağıda verilen ayetleri meallerden mucize denmez. Mucize gerçekte okuyarak peygamberlerin mucizeleAllah’ın fiilidir, “peygamber mucirinin neler olduğunu öğrenip siz de zesi” denilmesi mecazîdir. Kur’an’dan peygamberlere ait muciMucize, peygamber aracılığıyla tabiat kanunlarının çok üstünde ve onlara aykırı olmalıdır. Ayrıca mucize iddiaya uygun olarak ortaya konulması, bir yalanlama ya da inkârdan sonra meydana gelmesi ve insanoğlunun aciz kaldığı bir olay türünden gerçekleşmesi gerekir. Bu nedenle mucizeyi akıl ile izah etmek mümkün değildir. Allah’ın destek ve yardımı olmadan hiç bir peygamber kendiliğinden mucize gösteremez. Bu özellik onları, inkârcılara karşı haklı çıkarır. Bu husus, Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde ifade edilmektedir: “Andolsun ki senden önce de peygamberler gönderdik ve zelere örnekler bulunuz. - Hz. İbrahim, Bâbil Hükümdarı Nemrud tarafından ateşe atılmış ve ateş Allah’ın “Ey Ateş, İbrahim’e karşı serin ve zararsız ol” emrine uyarak onu yakmamıştır. (Enbiyâ suresi, 58-69. ayetler.) - Hz. Musa’nın elindeki asanın yılan hâline gelmesi (Tâ-Hâ suresi,17-21. ayetler.); Elini koynuna sokup çıkardığında elinin bembeyaz olması (Tâ-Hâ suresi 22.; Neml suresi, 12.; Kasas suresi, 32. ayetler.); Asasının Firavun’un huzurundaki sihirbazların ip ve sopalarını yutuvermesi (Tâ-Hâ suresi, 65-70. ayetler); Asasını denize vurunca denizin yarılıp, İsrâiloğulları’nın açılan yoldan geçmesi, Firavun ve ordusu geçeceği sırada denizin tekrar kapanıp onları boğması. (Şuarâ suresi, 61-66. ayetler) - Hz. İsa’nın Allah’ın izniyle çamurdan kuş yapıp, onu üflediği zaman canlı bir kuş olup uçması, ölüleri diriltmesi, anadan doğma körü ve alaca hastalığına yakalanmış kimseyi iyileştirmesi (Mâide suresi, 110. ayet); Havârilerin isteği üzerine gökten bir sofra indirmesi. (Mâide suresi, 114, 115. ayetler.) onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah’ın izni olmadan hiç bir peygamberin mucize gösterme imkânı yoktur...”26. 25 Komisyon, İmam Hatip Liseleri Kelam Ders Kitabı, s.91. 26 Ra’d suresi, 38. ayet. 110 VI. ÜNİTE: NÜBÜVVET ve İLAHİ KİTAPLAR Allah mucizelerle peygamberlerini desteklemiş ve her peygambere zamanının koşullarına göre birtakım mucizeler vermiştir. Bir peygambere verilen mucize her peygambere verilmemiştir. Kur’an, Hz. Muhammed (s.a.v.)’den önceki peygamberlere çeşitli mucizeler verildiğini bize bildirmektedir. Peygamberimizin en büyük mucizesi ise bir hidayet ve rahmet kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’dir. Herhangi bir ilim tahsil etmemiş bir kimsenin Kur’an gibi bir kitap getirmesi, Kur’an’ın mucizeliğine şahit olarak yeterlidir. Kur’an her çağdaki akıl sahibi insana hitap eden, akıllara durgunluk verecek derecede büyük ve ebedî bir mucizedir. Diğer peygamberlerin mucizeleri dönemleri geçince bittiği, onları yalnız o dönemde yaşayanlar gözlediği halde, Kur’an mucizesi kıyamete kadar sürecek bir mucizedir. Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadislerinde, “Hiçbir peygamber yoktur ki, onlara kendi zamanlarındaki insanların inandıkları bir mucize verilmiş olmasın. Bana mucize olarak verilen ise, ancak Allah’ın bana vahyettiğidir”27 buyurmuştur. Yüce Allah da Hz. Peygamberin en büyük mucizesinin Kur’an-ı Kerîm olduğunu bizlere bildirmiştir. “Dediler ki: ‘Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!’ De ki: ‘Mucizeler ancak Allah katındadır ve ben ancak apaçık bir uyarıcıyım’. Kendilerine okunan kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Şüphesiz bunda inanan bir kavim için bir rahmet ve bir öğüt vardır.”28 Kur’an-ı Kerîm, hem söz hem de anlam yönünden mucizedir. O, Arap edebiyatının zirvede olduğu bir dönemde inmiş, Araplara kendisinin bir benzerini getirmeleri için meydan okumuş, üslûbu, şaşırtıcı lafzı, fesahat ve belagatıyla onları aciz bırakmıştır. 5. Peygamberlere Gönderilenilen Kitaplar Allah, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’den itibaren bütün peygamberlere vahiy göndermiştir. Ayette bu konu şu şekilde açıklanmıştır: “Biz senden önce de, ancak kendilerine vahiy verdiğimiz erkekleri peygamber gönderdik. Şayet bilmiyorsanız, bunu bilenlere sorunuz.”29 Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah (cc.)’ın insanlara vahyi üç şekilde gönderdiği anlatılmaktadır: “Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla yahut perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz o yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir.”30 27 Buharî, İ‘tisâm, 1. 28 Ankebût suresi, 50, 51.ayetler. 29 Enbiyâ suresi, 7. ayet. 30 Şûrâ suresi, 51. ayet. 111 KELAM Allah insanlara yol göstermek, onlara iyiyi, güzeli öğretmek, onları uyarmak, emir ve yasaklarını bildirmek için ilahî kitaplar göndermiştir. Bu konu bir ayette şöyle açıklanmıştır: “İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra anlaşmazlığa düştükleri konularda, insanlar arasında hüküm vermeleri için, Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi. Onlarla beraber hak yolu gösteren kitaplar da indirdi…”31 Yüce Allah’ın kullarına yol göstermek ve aydınlatmak üzere peygamberlerine vahyettiği sözlere veya bunun yazıya geçirilmiş şekline “ilahî kitap” adı verilir. Kitabın çoğulu “kütüb”dür. İlahî kitaplara Allah katından indirilmiş olması sebebiyle “kütüb-i münzele” veya “semavî kitaplar” da denilir. Vahiy, suhûf (sahifeler) ve kitaplar olmak üzere ikiye ayrılır: Kur’an’dan önce indirilmiş olan ve birkaç sayfadan oluşan vahiy metinlerine “suhuf” denir. Vahiy metinlerinin geniş hacimli olanlarına ise “kitap” denilir. Suhûfların hiçbiri günümüze kadar ulaşmamıştır. Bunlar hakkında Kur’an-ı Kerim’de ayrıntılı bilgi verilmemiştir. Bunlar toplam 100 sahife olup, Hz. Âdem, Hz. Şit, Hz. İdris ve Hz. İbrahim peygamberlere indirilmiştir. SAHİFELER HZ. ÂDEM 10 SAHİFE HZ. ŞİT 50 SAHİFE HZ. İDRİS 30 SAHİFE HZ. İBRAHİM 10 SAHİFE Suhufa göre daha hacimli ve kitap şeklinde olan ve evrensel mesajlar içeren ilahî kitaplar ise Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an-ı Kerim’dir. 5.1. Tevrat Tevrat İbrânîce bir kelime olup “kanun, şeriat ve öğreti” anlamlarına gelir. Hz. Musa’ya indirilmiştir. Tevrat’a Ahd-i Atîk ve Ahd-i Kadîm de (Eski Ahit) denilir. Yahudiler bu kitaba “Tora” derler. Yahudi inancına göre Tevrat, Tanrı’nın Hz. Musa’ya Sina Dağı’nda vahyettiği kitabın adıdır. Beş bölümden oluşur: Yaratılış, Çıkış, Levililer, Sayılar ve Tesniye. Tevrat, Hz. Mûsâ aracılığıyla İsrâiloğulları’na İbranice olarak indirilmiştir. Günümüzde diğer dillere de çevrilmiştir. 31 Bakara suresi, 213. ayet. 112 VI. ÜNİTE: NÜBÜVVET ve İLAHİ KİTAPLAR 5.2. Zebur BİLİYOR MUYDUNUZ? Kelime olarak “yazılı şey ve mektup” anlamına gelen Zebur, Hz. Davud’a indirilmiş olan ilahî kitabın adıdır. Bu konuda Kur’an’da şöyle buyrulur: “...Gerçekten biz, peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık. Davud’a da Zebur’u verdik”32 Bugün Mezmûrlar adıyla Eski Ahid’de yer alan Zebur, lirik söyleyiş ve ilâhîlerden, Allah’a övgü ve hikmetli sözlerden ve birtakım nasihatlardan oluşmaktadır. Mezmur, Zebur’un bölümlerine verilen addır ve toplam 150 mezmur vardır. Allah, Hz. Davud’a güzel bir ses vermişti. Hz. Davud Zebur’u okurken insanlar ve hayvanlar etrafında halka olur, onu dinlerlerdi. Zebur’u Hz. Davud’tan dinleyenler okuyuşuna hayran kalırdı. (bkz:Sebe’ suresi, 10. ayet; Sâd suresi, 17-20. ayetler) 5.3. İncil İncil kelime olarak “müjde, talim ve öğretici” anlamlarına gelir. Hz. İsa aracılığıyla İsrailoğulları’na indirilmiştir. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle açıklanmaktadır: “Kendinden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak peygamberlerin izleri üzerinde, Meryem oğlu İsa’yı arkalarından gönderdik. Ve ona, içinde doğruya rehberlik ve nur bulunmak, önündeki Tevrat’ı tasdik etmek, sakınanlara bir hidayet ve öğüt olmak üzere İncil’i verdik”33 İncil’e Ahd-i Cedîd (Yeni Ahit) de denilir. Eldeki en eski İncil metni Grekçedir. Bugün Hristiyanların çoğunun kabul ettiği İnciller dört tanedir. Bunlar Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleridir. BİLGİ KUTUSU Hristiyanlar Kitab-ı Mukaddes’i kabul ederler. Kitab-ı Mukaddes yalnızca İncil’i değil, Tevrat ve Zebur da dâhil, Hz. Musa’dan Hz. İsa’ya kadar olan diğer peygamberlere gelen kitapları da içinde bulundurur. Eski Ahit 39, Yeni Ahit 27 kitap olmak üzere toplam 66 kitaptır. Tevrat’ta sıklıkla dini kurallara vurgu yapılırken İncil’de bu kuralların daha çok ahlaki boyutuna öncelik verildiği görülmektedir. İncil’de Hz. İsa’nın yaşamı, insanları Allah’a inanmaya çağırırken karşılaştığı güçlükler, sevgi, dürüstlük ve alçak gönüllülük gibi ahlaki değerler dile getirilir. İnsanların birbirlerini sevmeleri istenir ve ilahî buyrukların özüne dikkat çekilir. 32 İsrâ suresi, 55. ayet. 33 Mâide suresi, 46. ayet. 113 KELAM 5.4. Kur’an Sözlükte “toplamak, okumak, bir araya getirmek” anlamına gelen Kur’an, Allah tarafın­dan Cebrâil vasıtasıyla son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)’e indirilen, hiç değişmeden günümüze kadar ulaşan, okunmasıyla ibadet edilen, başkalarının benzerini getir­mekten âciz kaldığı Arapça PAYLAŞALIM bir ke­lâmdır. Yûsuf suresinin 2. ayetinde, “AnlaKur’an-ı Kerim’e Kiyasınız diye biz onu Arapça bir Kur’an olarak tap, Furkan, Zikir, Nur diye indirdik.” buyrulmuştur. Ancak tüm insanlar isimlendirilmesinin sebepleri ne olabiArapça bilmedikleri için çeşitli dillere çevirileri, lir? Görüşlerinizi arkadaşlarınızla paymeal ve tefsirleri yapılmıştır. Kur’an-ı Kerim’in laşınız. “Kitap, Furkan, Zikir, Nur” gibi başka isimleri de vardır. Hz. Muhammed (s.a.v.) son peygamber, Kur’an-ı Kerim ise son ilahî kitaptır. Dolayısıyla kıyamete kadar başka ilahî kitap gelmeyecektir. Kur’an-ı Kerim 610 yılının Ramazan ayında, Kadir Gecesi’nde indirilmeye başlanmış ve indiriliş süreci yaklaşık 23 yılda tamamlanmıştır. Peygamberimiz, gelen ayetleri hemen ezberlemiş ve vahiy kâtiplerine yazdırmıştır. Vahiy kâtipleri gelen ayetleri o günün yazı malzemelerinin üzerine yazmışlardır. Yazılan ayetler özenle korunmuştur. Böylece 632 yılında Peygamberimizin vefatından önce Kur’an-ı Kerim’in indirilişi tamamlanmış ve yazılmıştır. Hz. Peygamberin vefatından sonra Hz. Ebu Bekir tarafından Kur’an sahifeleri bir araya toplanarak kitap hâline getirilmiştir. Hz. Osman döneminde ise bu nüsha esas alınarak birkaç tane daha yazılmış ve her biri o dönemin büyük şehirlerine gönderilmiştir. Kur’an’daki bölümlerin her birine sure, surelerin içerisindeki cümlelere ise ayet denilir. Kur’an-ı Kerim toptan değil ayet ayet, sure sure indirilmiştir. Çünkü bazı ayetler, belli bir olayın ardından gelip o olayla ilgili açıklama getirmekteydi. Böylece Müslümanların Kur’an-ı Kerim’i daha iyi anlayıp özümsemesi sağlanmıştır. Kur’an-ı Kerim’de “Allah, tabiat, insan ve hayat (dünya ve ahiret hayatı) ve nübüvvet” konuları üzerinde önemle durulmuş ve kendisinden başka bir ilahî kitabın gelmeyeceği vurgulanarak insanoğlunun kıyamete kadar onunla amel edeceği Yüce Allah tarafından buyrulmuştur. Müslümanların diğer kutsal kitaplar hakkındaki bilgisi de Kur’an’a dayanır. 114 VI. ÜNİTE: NÜBÜVVET ve İLAHİ KİTAPLAR OKUMA METNİ Kur’an-ı Kerim’in özelliklerini şu şekilde maddeleştirebiliriz: 1. Kur’an-ı Kerim, Cebrail aracılığı ile Hz. Muhammed’e vahyedilmiştir. Lafız ve mana bakımından Allah’a aittir. Ona peygamberin sözü de başkasının sözü de karışmamıştır. Kur’an, Allah’ın kelamıdır. 2. Gelen her ayet ve sure, bizzat Hz. Peygamber tarafından vahiy kâtiplerine harfi harfine yazdırılmıştır. Ayrıca, yüzlerce sahabe tarafından da ezberlenmiştir. 3. Kur’an, Hz. Muhammed’den bize kadar tevatür yoluyla gelmiştir. Bugün elimizde mevcut olan Kur’an, Cebrail’in Hz. Muhammed’e getirdiği ve Hz. Muhammed’in de vahiy kâtiplerine yazdırdığı Kur’an’ın aynısıdır. Kur’an’ın bütün dünyadaki nüshaları da aynıdır. Zaten Kur’an’ın korunmasını bizzat Yüce Allah üstlenmiştir. Allah: “Doğrusu Kur’an’ı biz indirdik, onun koruyucusu da elbette biziz” (Hicr suresi, 9.ayet.) buyurmaktadır. 4. Kur’an, lafzen ve manen mucizedir. Fasih, beliğ ve veciz olma bakımından insan kudretini aşmaktadır. Bu konuda Kur’an, bütün insanlara meydan okumuştur: ‘‘Ey Muhammed! Senin için Kur’an’ı uydurdu mu diyorlar? De ki: Onun surelerine benzer bir sure meydana getirin; iddianızda samimi iseniz, Allah’tan başka çağırabileceklerinizi de çağırın” (Yûnus suresi, 38.ayet.) Bütün şair ve edipler onun benzerini ortaya koymaktan aciz kalmışlardır. Kur’an, mana yönünden de mucizedir. Onda ilim, tecrübe ve akılla doğruluğu sabit olan hakikatlere ve kanunlara aykırı hiçbir husus yoktur. İlim ve tekniğin gelişmesi, Kur’an’ın daha iyi anlaşılmasına imkân sağlamaktadır. 5. Kur’an, kendisinden sonra başkasının gelmeyeceği son ilahî kitaptır. Kur’an’ın muhatabı bütün insanlardır. İhtiva ettiği hükümler geneldir. O, belli bir ırkın veya milletin, bir bölgenin veya belli bir zaman diliminin kitabı değil; âlemin ve tüm insanlığın kutsal kitabıdır. Müslüman, Kur’an’ı, bütün insanlığın sorunlarına çözüm getirecek bir şekilde anlama sorumluluğu ile karşı karşıyadır. 6. Kur’an, lafzının okunması bile ibadet sayılan bir kitaptır. Onu anlayarak okumanın ise Allah katında sevabı büyüktür. Yüce Allah, Kur’an’ın anlaşılmak için Arapça gönderildiğini bildirmektedir. (Yûsuf suresi, 2. ayet.) Kur’an-ı Kerim’i okumanın zamanı ve şartı yoktur. Onun neresi okunursa okunsun, her yerde amacı, vermek istediği öğüt, gösterdiği yol ve taşıdığı ruh aynıdır. Kur’an, bütün insanlığı iyiye, doğruya, adalete ve güzele çağıran ilahî kitaptır. 7. Kur’an, insanlara, insanı, eşyayı, olay ve olguları, gerçek yüzüyle göstermek; onu her türlü şartlanmadan korumak için gelmiş bir kitaptır. (Komisyon, Kelam Ders Kitabı, s. 83, 84.) 115 KELAM 6. Hz. Muhammed’in Peygamberliği 6.1. Mesajı Hz. Muhammed (s.a.v.), kendisine gelen vahyin ışığıyla içinde yaşadığı toplumu dönüştürmeye başlamıştır. Getirdiği evrensel hükümlerle insanlığın yönünü değiştirmiştir. İnsanları hür veya köle ayırım yapmaksızın dine davet etmiştir. Peygamberimiz 23 yıllık risalet görevinde tevhit, ahiret, insanın kendine ve topluma karşı ahlakî görevlerinin ne olması gerektiği ile ilgili Allah’ın mesajlarını iletmiştir. Bu çerçevede Hz. Muhammed (s.a.v.), insanlar arasında tek üstünlük ölçüsü olarak “Allah’a saygı”yı esas almıştır. Bütün hayatı boyunca, insanlara Kur’an’ın ilkeleri doğrultusunda davranmıştır. Mekke döneminde Müslümanlar, önce gönüllerini putperestliğin izlerinden temizlemişlerdir. Mekke’de inen ayetler insan hayatının anlamı üzerinedir. Bu ayetler insanları, ibadet etmeye, dürüst yaşamaya, adalet ve yardımseverliğe çağırır. Medine’de inen ayetlerdeyse bir toplumun ve kültürün inşası amaçlanır. Veda Hutbesi’nde Müslümanların doğru yoldan ayrılmamaları için mutlaka dikkat etmeleri gereken ilkelere değinilmiş ve birçok önemli konu dile getirilmiştir. Müslümanların, Kur’an’a ve sünnete dayalı bir din anlayışına sahip oldukları sürece, dünyada ve ahirette özledikleri mutluluğa kavuşabilecekleri ifade edilmiştir. DEĞERLENDİRELİM Veda Hutbesi’nde, fert ve toplum hayatında son derece önemi olan şu hususlara dikkat çekilmiştir: 1. Herkesin can, mal ve namusu tecavüzden korunmuştur. 2. Kimsenin, kimseye zarar vermeye hakkı yoktur. 3. Bütün Müslümanlar kardeştir. 4. Bütün borçlar iade edilecek ve borç olarak alınanın dışında bir fazlalık (faiz) ödenmeyecektir. 5. Kan davaları ve adaleti şahsen yerine getirmek yasaklanmıştır. 6. Kadınlar, erkeklerin hayat arkadaşlarıdır. Buna göre onlara iyi muamele edilmesi emredilmiş, onların da tıpkı erkekler gibi mal ve mülke şahsî tasarruf hakları olduğu öngörülmüştür. 7. İnsanların ırk ve renk farkı gözetilmeksizin birbirine eşit oldukları belirtilmiştir. 8. Aile ve toplum hayatına zarar veren zina vb. davranışlar yasaklanmıştır. 9. Kur’an-ı Kerim’in, insanlara bir emanet olarak bırakıldığı ve ona sımsıkı sarılmaları tavsiye edilmiştir. 10. Cahiliye döneminde Araplar arasında ihtilâf konusu olan gün, ay ve yıl hesaplamasına açıklık getirilmiştir. Çıkar için bazı ayların helâl, bazı ayların haram sayılması ve bunların yerlerinin değiştirilmesi yasaklanmıştır. Bir yıl on iki ay olarak tespit edilmiştir. Ayrıca Mekke ve çevresinin kutsallığına işaret edilmiştir. 11. Emanetlerin, sahiplerine mutlaka iadesi vurgulanmıştır. Yukarıdaki maddeleri Hz. Peygamberin verdiği evrensel mesajlar açısından değerlendiriniz. 116 VI. ÜNİTE: NÜBÜVVET ve İLAHİ KİTAPLAR Hz. Muhammed (s.a.v.), önceki peygamberlerin aksine belli bir topluma ve zamana değil, bütün insanlığa gönderilmiştir. Onun getirmiş olduğu ilahî dinin mesajları evrenseldir. Evrensel bir din olan İslam, Müslümanların evrensel değerlere sahip olmalarını, evrensel düşünmelerini istemektedir. Bu konuyla ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de şöyle denilmektedir: “Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik…”34 İslamiyet, insanı insan yapan yüksek ahlakî ve evrensel değerleri insanlara kazandırmak için vardır. Bu konuda bizler için tek örnek, âlemlere rahmet olarak gönderilen peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. O, bir yandan Allah katından almış olduğu vahiyle insanları uyarırken, diğer yandan da, İslam’ı önce kendisi yaşamış ve herkese örnek olmaya çalışmıştır. 6.2. Örnekliği Peygamberimiz bir yandan aldığı vahyi insanlara iletirken diğer taraftan da İslam’ın anlaşılması için örnek bir hayat ortaya koymuştur. O, İslam’ın doğru anlaşılması konusunda, Müslümanlara örnek olmuştur. Yüce Allah’ın insanlığa en büyük ihsanı ve rahmeti olan ve Kur’an-ı Kerim’de “büyük bir ahlak üzere”35 olduğu bildirilen Peygamberimiz (s.a.v.), insanı insan yapan erdemleri ve değerleri kendisinde bulunduran yüce bir şahsiyettir. İslam’ın öngördüğü kâmil insan modeli onun hayatında şekil bulmuştur.Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de: ﻮﻝ ﱠ َ ﺍﷲِ ﺃُ ْﺳ َﻮ ٌﺓ َﺣ َﺴﻨٌَﺔ ﻟ َِﻤ ْﻦ َﻛﺎ َﻥ ﻳَ ْﺮ ُﺟﻮ ﺍﷲﱠَ َﻭﺍﻟْﻴَ ْﻮ َﻡ ﺍﻵَْ ِﺧ َﺮ َﻭﺫ ِ “ ’’ﻟَ َﻘ ْﺪ َﻛﺎ َﻥ ﻟَ ُﻜ ْﻢ ﻓِﻲ َﺭ ُﺳAndolsun ki ‘‘َﻛ َﺮ ﺍﷲﱠَ َﻛﺜِﲑًﺍ Resûlullah’ta sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı zikredenler için mükemmel bir örnek vardır.”36 buyrularak, onun hayatı bizlere ‘yaşanabilir en güzel örnek’ olarak takdim edilmektedir. Ancak, onun örnekliğinin ve temsil ettiği değerlerin iyi anlaşılması bilinçli bir çaba içinde olmayı gerektirir. Peygamberimizin örnekliğini ve sünnetini belirli alanlara ve davranış biçimlerine indirgemek yerine, onun temsil ettiği değerlerin bütününü anlamak ve hayatımıza o değerler ışığında yön vermemiz gerekir. Bunun anlamı tarihe gitmek ve gömülmek değil, onun insanlığın huzur ve mutluluğu için yaptığı çağrıyı güncelleştirerek ahlakını ve öğretilerini davranışlarımızın temeli hâline getirmektir. Onun örnekliği, sadece Müslümanlar için değil, bütün insanlığın mutluluğuna ve kurtuluşuna ışık tutabilecek niteliktedir. Hz. Muhammed (s.a.v.), hem peygamber olmadan önceki dönemde, hem de peygamber olduktan sonra güzel ahlakıyla dikkat çekmiştir. O, kendisinin güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildiğini belirtmektedir. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ahlakının kaynağının Kur’an-ı Kerim olduğu eşi Hz. Aişe tarafından da şöyle ifade edilmiştir: “Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? Onun ahlakı Kur’an ahlâkıdır.”37 34 Sebe’ suresi, 28. ayet ;Ahzâb suresi, 40. ayet. 35 Kalem suresi, 4. ayet. 36 Ahzâb suresi, 21.ayet. 37 Müslim, Müsafirîn, 139. 117 KELAM KONUŞALIM Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Örnek Kişiliği Hz. Peygamber, iyi niyetli, şefkatli, merhametli, çalışkan, gayretli, yardımsever, cömert, sabırlı, temiz, tertipli, dürüst, mütevazı ve vefalı idi. Dağınıklıktan, kabalıktan, kötü niyet taşımaktan, kötü zan ve önyargılı davranmaktan, dedikoduculuktan, tembellikten, acımasızlıktan, yalancılıktan, savurganlıktan ve gururlanıp büyüklenmekten uzak dururdu. İnsanları sevip sayar, onlara samimi olarak destek verirdi. Derin bir sorumluluk duygusuna ve üstün bir görev bilincine sahipti. Planlı ve tedbirliydi, titiz ve dikkatliydi. Paylaşmayı, selamlaşmayı, barış ve dayanışmayı severdi. Karışıklıktan, ihtilafa düşmekten, kardeş kavgası çıkarmaktan uzak dururdu. Güler yüzlü idi; onu görenler onunla konuşma konusunda herhangi bir endişeye kapılmazlar, aksine rahatlık hissederlerdi. Gerek bireysel ilişkilerinde gerekse kamu hizmetlerinde fedakâr ve adaletliydi. Zulüm ve haksızlıktan nefret ederdi. Sabır ve şükür onun en belirgin özellikleri arsındaydı. İbadetlerini, dua ve zikirlerini, özetle kulluğun gereklerini sürekli ve huşu ile/içtenlikle yapardı. İbadetlere ayırdığı zamanın dışında istirahata, aile bireylerine, ev işlerine ve halk hizmetine de zaman ayırır, görev ve hizmetlerini tam bir denge içinde yerine getirirdi. Hak sahiplerine haklarını eksiksiz verirdi; onun olduğu yere haksızlık giremezdi. Bilerek insanları asla üzmez, gönül kırmazdı, yanlışlıkla birinin kalbini kırmışsa özür diler ve helallik isterdi. İntikamdan değil, insanları kazanmaktan yana idi. O, hiçbir zaman lanet okumazdı. O, af ve rahmet peygamberi idi, hoşgörü sahibiydi. Cesaretli davranılması gereken yerlerde ise kelimenin tam anlamıyla cesurdu, ataktı, üretkendi. Meşru olan her yeniliğe açıktı, istişareye, önemli konularda danışmaya/görüş alışverişine önem verirdi. (Hüseyin Algül, İslam’a Giriş Gençliğin İslam Bilgisi, s.176.) Peygamberimizin örnek kişiliğinin, İslam mesajını insanlara ulaştırmadaki etkisini konuşunuz. 118 VI. ÜNİTE: NÜBÜVVET ve İLAHİ KİTAPLAR 6.3. Son Peygamber Oluşu Allah (c.c.) Peygamberimizi yüce bir ahlakla38 ve örnek hayatıyla39 âlemlere rahmet olarak40 tüm insanlığa göndermiştir.41 Hz. Peygamber de “…Benden evvel her peygamber sadece kendi kavmine gönderiliyordu; ben bütün insanlığa elçi olarak gönderildim.”42 buyurmuştur. Bu sebeple Hz. Peygamberin getirdiği mesajların sorumluluğu tüm insanları içine almaktadır. Yüce Allah, Hz. Âdem ile başlayan peygamberler zincirini Hz. Muhammed (s.a.v.) ile sona erdirmiştir. Artık bundan sonra kıyamete kadar başka bir peygamber gelmeyecektir. Bu nedenle Hz. Muhammed’e “peygamberlerin sonuncusu” anlamında ‘hâtemu’l- enbiyâ’ denir. Kur’an-ı Kerim’de Peygamberimiz (s.a.v.)’in bu özelliği şöyle ifade edilmektedir: “Muhammed içinizden hiç birinizin babası değildir. Fakat o, Allah’ın resulü ve peygamberlerin de sonuncusudur…”43 Hz. Peygamber de “Ben peygamberlerin sonuncusuyum,44 benden sonra peygamber gelmeyecektir.”45 demiştir. Başka bir hadisinde de “...Ben bütün insanlara gönderildim. Peygamberlik de benimle son buldu”46 ifadesini kullanmıştır. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in son Peygamber oluşu, Müslümanlara önemli sorumluluklar yüklemektedir. Her şeyden önce her Müslüman, Hz. Peygamberin “tebliğ” görevini üstlenmek zorundadır. Bunun için de, İslam’ı vahye uygun olarak bilmesi ve anlaması gereklidir.47 38 Kalem suresi, 4. ayet. 39 Ahzâb suresi, 21. ayet. 40 Enbiyâ suresi, 107. ayet. 41 Sebe’ suresi. 28. ayet. 42 Buharî, Teyemmüm, 1; Salat, 56; Müslim, Mesâcid, 3. 43 Ahzâb suresi, 40. ayet. 44 Buharî, Menâkıb, 18; Müslim, Fedâil, 23. 45 Tirmizî, Fiten, 43. 46 Müslim, Mesâcid, 5. 47 Komisyon, İmam Hatip Liseleri Kelam Ders Kitabı, s. 99. 119 KELAM ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM A. Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız. 1. Peygamberler niçin gönderilmiştir? Söyleyiniz. 2. Peygamberlerin sıfatları nelerdir? Belirtiniz. 3. İlahî kitapların gönderilmesinin sebepleri nelerdir? Açıklayınız. 4. Suhuf ne demektir? Hangi peygamberlere kaçar suhuf gönderilmiştir? 5. Dört ilahî kitab hangi peygamberlere gönderilmiştir? Belirtiniz. 6. Kur’an-ı Kerim’i diğer ilahî kitaplardan ayıran en belirgin özellikler nelerdir? Açıklayınız. 7. Peygamberlerin insanlar arasından seçilme nedenleri nelerdir? Açıklayınız. B. Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru seçeneklerini işaretleyiniz. 1. Aşağıdakilerden hangisi peygamberlerin gönderiliş amacı olamaz? A) İnsanları Allah’ın dinine davet etmek. B) İnsanlara Allah’a nasıl ibadet edeceklerini göstermek. C) İnsanların eski inanç, âdet ve geleneklerini devam ettirmek. D) İnsanlara ahlaki yönden güzel örnek olmak. E) İnsanlara sorumluluklarını bildirmek. 2. “Peygamberler akıllı ve zekidirler.” ifadesinde geçen özellik, peygamberlerin hangi sıfatıdır? A) Sıdk B) Emanet C) Fetanet D) İsmet E) Tebliğ . 3. Aşağıdaki hangi seçenekte dört ilahî kitabın indiriliş zamanı gözetilerek peygamberler doğru şekilde sıralanmıştır? A) Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Davud, Hz. Muhammed. B) Hz. İsa, Hz. Davud, Hz. Musa, Hz. Muhammed. C) Hz. Musa, Hz. Davud, Hz. İsa, Hz. Muhammed. D) Hz. Muhammed, Hz. İsa, Hz. Davud, Hz. Musa. E) Hz. Muhammed, Hz. Musa, Hz. İsa, Hz.Davud. C. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri verilen kelimelerden uygun olanı ile doldurunuz. (vahiy, kitap, resul, Kur’an-ı Kerim, hadis) 1. Risalet görevini yerine getiren elçiye …………….. denir. 2. Allah Teâlâ’nın insanlara iletmek istediği mesajlarını peygamberlerine, özel bir biçimde, gizli ve süratli olarak bildirmesine ………….. denir. 3. Yüce Allah’ın kullarına yol göstermek ve aydınlatmak üzere peygamberlerine vahyettiği sözlere veya bunun yazıya geçirilmiş şekline ……………… adı verilir. 4. Peygamberimizin en büyük mucizesi……………….dir. 120 KELAM VII.ÜNİTE MEAD: AHİRET İNANCI ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM 1. Mü’minûn suresi, 115. ayetinde işaret edilmek istenen hususu bir tefsirden okuyarak geliniz. 2. Dünya hayatında yaptığı her şeyin karşılığını mutlaka göreceğine inanmak insan davranışlarını nasıl etkiler? Düşününüz. 3. İyilik ve kötülüğün karşılıksız kalmayacağını konu edinen atasözleri bularak defterinize yazınız. 4. “Ba’s, mahşer ve mizan” kavramlarının anlamlarını araştırınız. 5. Bir Kur’an mealinden, cennet ve cehennem ile ilgili ayetler bularak defterinize not ediniz. 121 KELAM 1. Hayat Amaçsız Değildir Büyük bir caminin yahut muhteşem bir sarayın yapılışının amaçsız olabileceğini düşünebilir miyiz? Elbette hayır. Çünkü bir yerde bilinçli bir tasarım varsa, kesinlikle bir amaç var demektir. Bu nedenle, caminin ibadet etmek, sarayın ise yaşamak amacıyla yapılmış olduğu, mimari özellikleri ve donanımından apaçık anlaşılmaktadır. Evrenin yapısı ile ilgili sahip olduğumuz bilgiler, atomdan hücreye, ondan dev galaksilere kadar her şeyin planlanmış olduğunu, bu nedenle yaratılışın amaçsız olamayacağını göstermektedir. Örneğin, atmosferdeki gaz oranlarının uygunluğu, dünyanın eksen eğimindeki, mevsimlerin oluşumunu sağlayan ince hesaplama gibi sayısız örnek yaratılışta bir amacın gözetildiğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu amaç hayatın kendisidir. Öyle ki bu amaç için dünya adlı gezegen adres olarak seçilmiş ve evrenin dengeleri de bu amaca hizmet edecek şekilde ayarlanmıştır. Bir ayette bu gerçeğe şöyle işaret edilmektedir: َ اَل ِع ِب “ين َْات َو أ َ ال ْر ض َو َما َبي َْن ُه َما َ الس َم ِ او َّ ” َو َما َخلَ ْق َنا “Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri bir oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık.”1 DÜŞÜNELİM Bir kalemin yazmak için, bir kitabın da okunmak için tasarlandığı apaçık bellidir. Bir anahtarın bir kilide uygunluğu, anahtarın, o kapıyı açma amacıyla yapıldığını apaçık göstermektedir. Sayısız gök cismi arasında, yaşam için gerekli şartların, yalnızca dünyamızda bir araya getirilmiş olması, hayatın da bilinçli bir tasarımın ürünü olduğunu göstermektedir. O hâlde hayatın amaçsız olması düşünülebilir mi ? Yeryüzü insan yaşamı için düzenlendiğine göre; hayatın anlamı ve amacı nedir? İşte insan açısından cevaplanması gereken temel soru budur. Yüce Allah “Sizi boş ve anlamsız yere yarattığımızı ve bize dönmek zorunda olmadığınızı mı sanıyorsunuz?”2 buyurarak insanı hayatın amacı konusunda düşünmeye yönlendirmektedir. S ayısız gök cismi arasında yaşam için gerekli şartların dünyamızda bir araya getirilmiş olması, hayatın amaçsız olmadığını gösterir. 1 Duhân suresi, 38. ayet. 2 Mü’minûn suresi, 115. ayet. 122 VII. ÜNİTE: MEAD: AHİRET İNANCI Kur’an’da “hayat” kavramı hem dünya ve hem de ahiret hayatını ifade etmek için ortak kullanılır. Yüce Allah şöyle buyurur: “Ölü iken size hayat veren, sizi ölüme götüren, sonra da tekrar hayata kavuşturan ve (sonunda) kendisine döndürüleceğiniz Allah’ı nasıl inkâr edersiniz?”3 Bu ayete göre ölümle sadece dünya hayatı son bulmakta, Allah’ın yeniden yaratmasıyla da insan için yeni bir hayat başlamaktadır. Böylece Kur’an, “… Hayat, ancak dünya hayatımızdır. Artık biz bir daha dirilecek de değiliz”4 şeklindeki ahiret hayatını yok sayan anlayışı reddetmiş olmaktadır. Kur’an’a göre dünya hayatının en önemli özelliği insan için bir imtihan oluşudur. Bu özellik bir ayette şöyle açıklanır: “O, hem ölümü, hem de hayatı yaratmıştır ki sizi sınamaya tabi tutsun (ve böylece) davranış yönünden hanginiz daha iyidir (onu göstersin). O, üstündür, bağışlayandır.”5 Bu açıdan bakıldığında, insan için dünya hayatı ahiretin tarlasına dönüşmektedir. Zira insan, dünya hayatında yapıp ettiklerinin karşılığını ahiret hayatında görecektir. Dünya hayatının amacı, insanın yaratıcısını tanıyıp, kulluk bilinciyle yaşamasıdır. “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler (beni tanıyıp, kulluk etsinler) diye yarattım.”6 ayeti bu amaca vurgu yapmaktadır. Ayetteki “ibadet” kavramı ile kast edilen; Allah’ı tanımak ve onun rızasını gözeterek yaşamaktır. İnsanın Allah’ı tanıması, varlığının kaynağını ve amacını bilmesi demektir. Allah’ın rızasını gözeterek yaşaması ise yaratılış amacı doğrultusunda bir hayat sürmesini gerektirir. Bu anlamda namaz kılmak, oruç tutmak birer ibadet olduğu gibi, çalışmak, insanlığa hizmet etmek, hakkın, hukukun yanında olmak, kötülüklere karşı çıkmak vb. bütün güzel davranışlar ibadet sayılmaktadır. Böylece insan yaptığı iyi ve faydalı işlerle hayatının bütününü ibadete dönüştürebilme şansına sahip olmaktadır. Dünya hayatının nihai amacı ahiret hayatını kazanmak olmalıdır. Çünkü Kur’an’ın bildirdiği gibi dünya hayatı geçicidir. Asıl hayat, ebedî olan ahiret hayatıdır. Bu konuyla ilgili bir ayette şöyle buyrulur: “Bu dünya hayatı (tek başına) geçici zevkler ve oyalanmadan başka bir şey değildir; ahiret yurduna gelince işte asıl hayat odur. Keşke bunu bilselerdi!”7 Ayette verilen mesaj, insanın yaşamında amaçlarını doğru belirlemesi ve dünya-ahiret dengesini doğru kurması bakımından çok önemlidir. Zira insan, ebedî ahiret hayatını unutarak yaşarsa büyük bir aldanışa sürüklenir. Bu aldanış hayat sınavının kaybedilmesi demektir. Kur’an bu konuda da insanı şöyle uyarır:“Ey insanlar! Haberiniz olsun ki, Allah’ın (yeniden diriltme) vaadi gerçektir. Sakın bu dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın o aldatıcı şeytan sizi, Allah hakkında da aldatmasın.”8 YORUMLAYALIM Aşağıdaki ayeti dünya hayatının amaçları açısından yorumlayınız. “De ki. ‘Allah’ın kulları için yarattığı güzelliği, rızkın iyisini, temizini yasaklayan kim?’ De ki: ‘Bunlar dünya hayatında imana erenler içindir; Kıyamet gününde ise yalnızca onlara özgü olacaklardır.’ Anlama-kavrama yeteneği olan insanlar için bu mesajları, Biz işte böyle açık açık dile getiriyoruz.” (A’râf suresi, 32. ayet.) 3 Bakara suresi, 28. ayet. 4 En’âm suresi, 29. ayet. 5 Mülk suresi, 2. ayet. 6 Zariyât suresi, 56. ayet. 7 Ankebût suresi, 64. ayet. 8 Fâtır suresi, 5. ayet. 123 KELAM Ahiret hayatının kazanılacağı yer dünya hayatıdır. Dünya hayatında ise maddi ve manevi nimetler ile zorluk ve sıkıntılar iç içedir. O hâlde insandan bu hayatta sabretmesi ve şükretmesi istenmektedir. Bu nedenle insan, hayatın zorlukları karşısında yılmamalı, haksızlıklara karşı çıkmalı, nefsinin kötü arzularına karşı da direnmelidir. Aynı zamanda insan hayatı bütün güzellikleriyle yaşamalı Allah’ın kendisi için yarattığı sayısız nimet ve imkânlar için de şükretmelidir. Şükretmek, bu nimet ve imkânları kullanırken Allah’ın koyduğu sınırları gözetmeyi gerektirir. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı hayatın güzelliklerinden kendinizi yoksun bırakmayın ama Allah’ın sınırlarını da aşmayın: Allah, sınırları aşanları sevmez.”9 Sonuçta dünya hayatı geçici olmasına rağmen insan için, sonsuz ahiret hayatını kazandıracak büyük bir fırsattır. Bu durumda insan dünya hayatını en güzel şekilde değerlendirmelidir. Doğru bir inanç üzere dürüstçe bir yaşam sürmelidir. Bilgi, sevgi, saygı ve adalet gibi erdemlere sahip olmalıdır. Kötü ve çirkin davranışlardan uzak durmalı, yeryüzünde bozgunculuktan kaçınmalıdır. İnsanı dünya ve ahiret mutluluğuna ulaştıracak şey Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle YORUMLAYALIM bir yaşam sürmesidir. Yüce Allah şöyle “Allah’ın sana verdiğinden buyurur: “Ey inananlar! Allah’a karşı (onun yolunda harcayarak) ahiret sorumluluğunuzun bilincinde olun; yurdunu gözet, ama dünyadan da nasibini unutma! Allah’ın sana ihherkes yarına ne hazırladığına baksan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yersın. Allah’tan sakının, çünkü Allah yüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.” yaptıklarınızdan haberdardır. Allah’ı unutan bunun sonucunda, Allah’ın kendilerini (yine) bizzat kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın! (Çünkü) onlar yoldan sapmış (fâsık) kimselerdir.”10 (Kasas suresi, 77. ayet.) Yukarıdaki ayeti dünya ahiret dengesi açısından yorumlayınız. 2. Ölüm Bir Hayat Gerçeğidir Kur’an-ı Kerim’de ölümün bir hayat gerçeği olduğu ve bundan kaçışın mümkün olmadığı vurgulanır. Örneğin “Her can ölümü tadacaktır …”11 ve “(Ey Resulüm) de ki: Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır. Sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile.”12 ayetlerinde bu gerçeğe işaret edilir. Ölüm hayatın bir gerçeği olmasına rağmen, insanların çoğunun korktuğu ve istenmediği bir durumdur. Bir ayette bu durum şöyle dile getirilir: “Ölüm sarhoşluğu gerçekten geldiğinde, ‘Ey insan! İşte bu senin öteden beri kaçtığın şeydir’ denir.”13 İnsanın ölümden korkmasının iki temel sebebi vardır: Bunlardan birisi, ölümle ebediyen yok olma korkusu; diğeri ise sevdiği ve sahip olduğu şeyleri kaybetme endişesidir. Bu iki korkunun insan yaşamına etkileri büyüktür. Hayatı sadece 9 Mâide suresi, 87. ayet. 10 Haşr suresi, 18, 19. ayetler. 11 Enbiyâ suresi, 35. ayet. 12 Nisâ suresi, 78. ayet. 13 Kâf suresi, 19. ayet. 124 VII. ÜNİTE: MEAD: AHİRET İNANCI dünyadan ibaret kabul eden insanların, zorluk ve sıkıntılar karşısında karamsarlığa kapılmaları ve zamanla hayatı anlamsız bulmaya başlamaları daha kolay olmaktadır. Stresin temelinde yatan önemli sebeplerden biri de budur.14 YORUMLAYALIM BİTER Kakılır bir yerde kalır oyuncak, Ahirete inanmayan insanlar ölüm gerçeği Kurgular biter. karşısında hayatın anlamıyla ilgili farklı tuÖlüm.. O geldi mi ne var korkacak? tumlar geliştirmişlerdir. Bazıları, ölüm varken dünya hayatının anlamsız olduğunu söyleyeKorkular biter. rek, dünyevi işleri ve sorumlulukları dışlayan Fikir, açmaz artık beyinde kuyu; bir yaşam tarzı benimsemişlerdir. Bazıları ise Burgular biter. ölümü düşünmenin anlamsız olduğunu, bu neUnuturuz hayat adlı uykuyu, denle ölümü yok kabul ederek yaşamak gerektiğini savunmuşlardır. Bu ikinci grup; “YaşarUykular biter. ken ölüm yoktur, ölünce de biz olmayacağımıBiter, her şey biter; ses, şekil ve renk za göre ölümü düşünmek anlamsızdır.” şeklinKokular biter. de de bir felsefe geliştirmiştir.15 Her iki görüş de insanın dünya hayatını doğru bir şekilde Kabir sualiyle kapanır kepenk, anlamlandırması açısından gerçekçi ve doğru Sorgular biter. yaklaşımlar değildir. Çünkü her iki durumda da (Necip Fazıl Kısakürek, ölüm, insan için ebediyen yok olmaktan başÇile, s. 128.) ka bir anlam ifade etmemektedir. Bu durumda ölümü sürekli düşünmek ahirete inanmayan Yukarıdaki şiiri, ölümün hayatın bir insanın yaşam sevincini zayıflatır, onu hayatgerçeği olması açısından yorumlayınız. tan koparır. Aynı şekilde, insanın sürekli ölüm gerçeğiyle karşılaştığı bir hayatta, onu yok farz ederek yaşaması da mümkün değildir. Bu durumda insanı yok olma korkusundan kurtaracak ve hayata doğru bir şekilde bağlayacak şey ahiret inancıdır. Çünkü ahirete inanan insan, öncelikle, ölümle yok olmayacağına, tam aksine yeni ve sonsuz bir hayatın başlayacağına inanır. Üstelik bu yeni yaşam, inanan ve iyi işler yapan kimseler için sınırsız nimetlerle donatılmıştır. O hâlde yapılması gereken şey, ölümden kaçmak değil; hayatı en güzel biçimde değerlendirerek ahireti kazanmaktır. Hz. Peygamber ölümün hayatın bir gerçeği olduğunu unutmamamızı ve Allah’ın razı olduğu davranışlarda bulunarak ona hazırlanmamızı tavsiye etmektedir. Kendisine “İnsanların en akıllısı ve olgunu kimdir?” diye sorulduğunda da “Ölümü çokça düşünen ve ona hazır bulunandır. İşte onlar zeki insanlardır.”16 buyurmuştur. Ölüm insana sessiz ve kelimesiz dersler veren bir öğretmen gibidir. Bu öğretmen düşünen kimseler için hayatî mesajlar verir. Bu mesajlar bazen o kadar etkili olur ki, insanı gaflet uykusundan 14 Necati Öner, Stres ve Dini İnanç, s. 33. 15 Necati Öner, Stres ve Dini İnanç, s. 18. 16 İbn-i Mace , Zühd, 31. 125 KELAM uyandırır; hakikatle yüzleştirir ve insanı kötü alışkanlıkların ve dizginlenemez hırsların esaretinden kurtarır. Hz. Peygamber ölümün hayatımıza yapacağı bu olumlu etkiye dikkatimizi çeker ve şöyle buyurur; “Size iki nasihatçi bıraktım. Bunlardan biri susar, diğeri konuşur. Susan nasihatçi ölüm, konuşan ise Kur’an-ı Kerim’dir.”17 “Bütün dünyevi saplantıları bıçak gibi kesen (ölümü) çokça hatırlayınız.”18 İmam Gazali, ölümle ilgili algılamalarına göre insanları dört gruba ayırır. Birinci grup; dünyaya dalmış, hayatın geçiciliğini unutmuş ve yaşamı yalnızca zevk ve menfaatten ibaret sayan insanlardır. Bu kimseler ölümü hatırlamak istemezler. Çünkü ölüm bunların keyfini kaçırır. İkinci grup; hatalarının farkında olup, tövbe ile kulluğa yönelmeye çalışan kimselerdir. Bunlar için de ölüm istenmeyen bir olaydır. Çünkü günahlarıyla ölüme yakalanmaktan korkarlar. Bu kimseler, gerçekte Allah’a dönüşe inanırlar ancak bu kavuşmaya layık olabilmek için ölümün gecikmesini isterler. Üçüncü grup ise, Allah’ı bilen ve ona aşk ile bağlanmış olanlardır. Onlar için ölüm sevgiliye kavuşmak anlamı taşır. Bu nedenle ölüm korkulacak bir şey değildir. Bir dördüncü grup vardır ki, bunlar derece ve irfan olarak en üst düzeyde olanlardır. Bunlar için her şeyin en iyisi, Allah’ın uygun gördüğüdür. O, neyi dilemişse sevilmeye layık olan odur.19 3. İnsanların Ölümden Sonra Dirilmesi (Ba’s, Haşr ve Mahşer Kavramları) “Ba’s” sözlükte “Birini kaldırıp harekete geçirmek, uykudan uyandırmak, diriltmek” anlamındadır. İslami literatürde ise “Allah’ın ahiret hayatını başlatmak üzere, kıyamet gününde ölüleri yeniden diriltmesi, onları kabirlerinden çıkararak hayata döndürmesi” demektir. 17 Fezailu’l-A’mal, s. 383. 18 Tirmizî, Zühd, 4; Nesai, Cenaiz, 3. 19 Gazali, İhya, çev.:Ahmet Serdaroğlu, C 4, s. 804-806. 126 MEVLANA DİYOR Kİ: “Öldüğüm gün tabutumu omuzlar üzerinde gördüğün zaman, bende bu cihânın derdi var sanma... Bana ağlama yazık yazık, vah vah deme. Şeytanın tuzağına düşersen, vah vah’ın sırası o vakittir. Yazık yazık o zaman denir. Cenazemi gördüğünde, ayrılık deme. Benim buluşmam, görüşmem o zamandır. Beni mezara koyduklarında, elveda elveda deme. Mezar Cennet Kapısı’nın perdesidir. Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret. Güneş ile aya batmadan ne ziyan gelir?.. Sana batma görünür ama, o aslında doğmaya hazırlıktır. Mezar ise hapishane gibi görünür ama aslında canın hapisten kurtuluşudur…” “Bilin ki dirildim.. Gözyaşı idim; tebessüm oldum.. Aşk deryasına daldım; nihayet baki olan devlete eriştim. Yere hangi tohum atıldı da bitmedi.. Neden insan tohumuna gelince, yeşermeyecek zannına düşüyorsun? Hangi kova suya salındı da dolu olarak çıkmadı? Can Yusuf’u kuyuya düşünce niye ağlasın?.. Canı sen aldıktan sonra, ölmek şeker gibi tatlı bir şey. Seninle olduktan sonra, ölüm candan daha tatlıdır.” (Divan-ı Kebir’den seçmeler, Derleme: Şefik Can, C 2, beyit; 911; C 3, Beyit; 1393.) VII. ÜNİTE: MEAD: AHİRET İNANCI Ahiret hayatına inanmak İslam dininin iman esaslarından biridir. Kur’an’da Allah’a imandan sonra en çok üzerinde durulan konu ahiret inancıdır. Ba’s da ahiret hayatının başlangıç aşaması olarak bir çok ayette haber verilir. Kur’an’da ba’s kavramı yanında; “yeniden diriliş günü” anlamında “yevmü’l-ba’s”20; “topraktan çıkış günü” anlamında “yevmü’l-hurûc”21 ve “pişmanlık günü” anlamında “yevmü’l-hasre”22 ifadeleri de yer almaktadır. Kur’an ahiret hayatının aşamaları hakkında ayrıntılı bilgiler verir. Dünya hayatından ahiret hayatına geçiş aşaması kıyamettir. Kur’an kıyametin nasıl gerçekleşeceğine dair dikkat çekici tablolar çizer.23 Buna göre kıyamet “sûra üflenince” başlayacak ve kıyametin kopması sonucu evrendeki düzen bozulup hayat son bulacaktır24. Bundan başka Kur’an’da sûra ikinci üflemenin ardından ba’s olayının gerçekleşeceği, Allah’ın insanları tekrar dirilterek yerden ot bitirir gibi topraktan çıkaracağı25 ve insanların aynı hedefe doğru koşarak26 Rablerinin huzuruna çıkacakları haber verilir27. KUR’AN’DA KIYAMET SAHNELERİ Yer, o (son) müthiş sarsıntı ile sarsıldığında, ve yeryüzü ağırlıklarını attı(ğında), ve insan (şaşkın bir hâlde): “Buna ne oluyor?” diye bağırdı(ğında), O gün yer, bütün haberlerini ortaya dökecek, Rabb’inin vahyettiği şekilde. O gün insanlar, yapıp ettikleri gösterilsin diye (kabirlerinden) çıkıp bölük bölük (yüce divana) dururlar. Ve kim zerre kadar iyilik yapmışsa, onu(n karşılığını) görecek, Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu(n karşılığını) görecektir. (Zilzâl suresi, 1-8. ayetler.) 20 Rûm suresi, 56. ayet. 21 Kâf suresi, 42. ayet. 22 Meryem suresi, 39. ayet. 23 Kıyamet suresi, 6-15. ayetler; İnfitar suresi, 1-5. ayetler; Zilzâl suresi, 1-8. ayetler. 24 Zümer suresi, 68. ayet. 25 Nûh suresi, 17-18. ayetler. 26 Meâric suresi, 43. ayet. 27 Yâsin suresi, 51. ayet. 127 KELAM Ölüm sonrası hayat insan için gaybtır. Yani insan bu hayata ilişkin gözlemde bulunamaz, deney ve tecrübeye başvuramaz. İnsanın bu konudaki bilgisi yalnızca Allah’ın bildirdiklerinden ibarettir. Bunun içindir ki Kur’an, ölümden sonra tekrar dirilişin insan tarafından hayretle karşılanmasını ve bu konuda insanın ikna edilmeye olan ihtiyacını gerçekçi ve makul bir durum olarak kabul eder. Örneğin bir ayette şöyle buyrulur: “Bir vakit de İbrahim: ‘Ya Rabb’i, ölüleri nasıl dirilteceğini bana gösterir misin?’ demişti. Allah: ‘Ne o, yoksa buna inanmadın mı?’ dedi. İbrahim: ‘Elbette inandım, lakin sırf kalbim tatmin olsun diye bunu istedim.’ dedi. (Allah da ona): ‘Dört kuş tut, onları kendine alıştır. Sonra kesip her dağın başına onlardan birer parça koy. Sonra da onları çağır! Koşa koşa sana geleceklerdir. İyi bil ki Allah azizdir, hakîmdir. (Üstün kudret ve hikmet sahibidir).28 Kur’an, ölümden sonra yeniden dirilişi anlatırken insanın aklına hitap eder. Bunu yaparken de hemen her insanın anlayabileceği bir mantık dili kullanır. İnsanı, kendi yaşamından tecrübe edilebilir örnekler üzerinden düşünmeye yönlendirerek ölüm sonrası yeniden dirilişi kavramasına yardımcı olur. Örneğin bir ayette, “Çürüyüp toz olmuş şu kemiklere kim hayat verebilir?”29 diyerek ölümden sonraki dirilişi inkâr eden kimseye Kur’an şu cevabı verir: “İnsan kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmüyor mu? Hemen apaçık bir hasım kesiliyor ve kendi yaradılışını unutup: ‘Çürümüş kemiklere kim hayat verecek’ diyerek, bize misâl vermeye kalkıyor. De ki: ‘Onları ilk defa yaratan diriltecektir.’ O, her türlü yaratmayı bilendir.”30 Ayette ilk bakışta fark ettiğiYORUMLAYALIM miz temel mantık şudur: Bir işi ikinci defa yapmak, “Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekten şüphede iseniz, ilk defa yapmaktan daha kolaydır. Diğer bir deyişle şunu bilin ki, biz sizi toprakbir şeyi ilk defa yapan kimsenin, aynı şeyi ikinci tan, sonra nutfeden, sonra alakadan (aşıdefada yapamayacağını düşünmek mantık dışıdır. lanmış yumurtadan), sonra uzuvları (önce) Bu durumda anne rahmindeki ilk yaratılış, ölümbelirsiz, (sonra) belirlenmiş canlı et parçaden sonraki ikinci yaratılışın kanıtı olmaktadır. sından (ceninden) yarattık ki size (kudretiBir başka ayette ise Yüce Allah, kuruyup çomizi) gösterelim. Ve dilediğimizi, belirlenraklaşmış toprağı, yağmurla canlandırıp yeniden miş bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz; sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız. diriltmesini örnek verir ve insandan bu olay ile Sonra güçlü çağınıza ulaşmanız için (sizi ölümden sonraki diriliş arasında benzerlik kurmabüyütürüz). İçinizden kimi vefat eder; yine sını ister. Zira insan aklı bir şeyi öldürüp diriltenin, içinizden kimi de ömrün en verimsiz çağıbaşka bir şeyi de öldürüp yeniden diriltebileceğini na kadar götürülür; ta ki bilen bir kimse kolayca kavrayabilmektedir. Yüce Allah şöyle buolduktan sonra bir şey bilmez hâle gelsin. yurur: “O Allah’ın ayetlerin den biri de (şudur): Sen, yeryüzünü de kupkuru ve ölü bir Sen, toprağı, boynu bükük (kupkuru) görürhâlde görürsün; fakat biz, üzerine yağmur sün. Fakat biz onun üzerine su indirince hemen indirdiğimizde o, kıpırdanır, kabarır ve her harekete geçer ve (hayata) uyanıverir! Onu diçeşitten iç açıcı bitkiler verir.” rilten (Allah), elbette ölüleri de diriltir. O, her (Hac suresi, 5. ayet.) şeye kâdirdir.”31 Yukarıdaki ayeti sınıfınızda yorumlayınız. 28 Bakara suresi, 260. ayet. 29 Yâsîn suresi, 78. ayet. 30 Yâsîn suresi, 77-79. ayetler. 31 Fussilet suresi, 39. ayet. 128 VII. ÜNİTE: MEAD: AHİRET İNANCI Kur’an Yüce Allah’ın, yeşil ağaçtan ateşi çıkarmasını örnek vererek bunu insanın yeniden yaratılışına delil olarak gösterir. Zira su ve ateş birbirinin zıddı iken toprak ve insan böyle değildir. Bu durumda topraktan yaratılıp, ölünce de toprağa karışan insan bedeninin, ölüm sonrası tekrar eski hâline döndürülmesi, sudan ateş çıkarılmasına göre daha kolaydır. Bir ayette bu durum şöyle açıklanır: “Yeşil ağaçtan size ateş çıkaran Allah’tır. Siz de ondan ateş yakarsınız. Peki bu böyleyken; gökleri, yeri yaratan Allah, kendilerinin benzerini bir daha yaratmaya gücü yetmez mi? Elbette yeter. Çünkü o, yaratan ve bilendir. Bir şeyin olmasını istediği zaman, Allah’ın buyruğu sadece, o şeye ‘ol’ demektir, o şey hemen oluverir.”32 Kur’an-ı Kerim’in ölümden sonra diriliş için getirdiği bir diğer delil ise şudur: Zor ve büyük bir işi yapanın, ondan daha kolay ve küçük bir işi yapamayacağını düşünmek akla uygun düşmez. Bu nedenledir ki yerleri ve gökleri, içindeki tüm varlıklarla birlikte yoktan yaratmış olan Allah’ın, insanı ölüm sonrası ikinci kez yaratması daha kolay olacaktır. Zira bir şeyin bütününü yapanın parçayı daha kolayca yapması gerekir. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurur: “Göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyük bir şeydir. Fakat insanların çoğu bilmezler.”33 “ “Gökleri ve yeri yaratan, bunları yaratmakla yorulmayan Allah’ın, ölüleri diriltmeğe de kâdir olduğunu görmüyorlar mı? Evet, O her şeye kâdirdir.” (Ahkâf suresi, 33. ayet.) Dünya hayatında adalet her zaman yerini bulamamakta birçok insan yaptığı kötülüklerin karşılığını görmeden göçüp gitmektedir. Bu dünyada zalim-mazlumdan; iyi-kötüden tam olarak ayırt edilememekte, mutlak adalet gerçekleşmeden bu hayat sona ermektedir. Bu durum herkesin hakkını alacağı ve yaptıklarının hesabını vereceği yeni bir hayatı zorunlu kılmaktadır. Bu Yüce Allah’ın adalet ve hikmetinin gereğidir. Zira şu evrende her bir varlığı adalet ve hikmetiyle belli bir anlam ve amaç için yaratan Yüce Yaratıcının en mükerrem ve seçkin varlık olarak yarattığı insanı mutlak adaletinden mahrum etmesi düşünülemez. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurur: “Resulüm! Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından gafil sanma! Ancak, Allah onları cezalandırmayı, korku­dan gözlerinin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor…”34 Diğer bir ayette ise şöyle buyrulur: “Rabb’in hakkı için, mutlaka onların hepsini yaptıkla­rından dolayı sorguya çekeceğiz.”35 32 Yâsin suresi, 80-82. ayetler. 33 Mü’min suresi, 57. ayet. 34 İbrahim suresi, 42. ayet. 35 Hicr suresi, 92, 93. ayetler. 129 KELAM Ahiret hayatında ba’s’tan sonraki aşama “haşr”dır. “Haşr” sözlükte; “Bir topluluğu bulunduğu yerden çıkarıp bir meydanda toplamak” manasına gelir. Bir kavram olarak ise; “Kıyamet gününde yeniden diriltilen insanların hesaba çekilmek üzere Allah’ın huzurunda toplanmasıdır.” Bu durumda haşr ahiret hayatında ba’s’tan sonraki aşamayı oluşturur. Toplanılacak yere “mahşer” denir. Aynı anlamda “mevkıf” ya da “Arasat” kavramları da kullanılır. Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde ahiretteki haşrın tasviri yapılır. Bu ayetlere göre yeryüzü yarılacak, insanlar kabirlerinden çıkıp Rablerinin huzuruna doğru akın edeceklerdir. Bu durum bir ayette şöyle anlatılır: “Sûra üfürülür. Bir de bakarsın, onlar kabirlerden çıkmış, Rablerine doğru akın akın gitmektedirler.”36 Mahşer günü insanlar, inançlarına ve amellerine göre farklı hâllerde bulunacaklardır. Bu hâller Kur’an tarafından çarpıcı anlatımlarla tasvir edilir. Örneğin bir ayette Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “O gün gelince takva sahiplerini rahmanın huzurunda ağır konuklar olarak toplayacağız. Fakat günaha gömülüp gitmiş olanları bir sürü gibi cehenneme doğru süreceğiz. O gün Rahmân (olan Allah)’ın nezdinde söz ve izin alandan başkalarının şefaate güçleri yetmeyecektir.” 37 Diğer bir ayette ise şöyle buyrulur: “Kıyamet gününde o inkârcıları kör, dilsiz ve sağır bir hâlde yüzükoyun haşrederiz.” 38 YORUMLAYALIM Aşağıdaki ayeti İmam Gazali’ye ait sözün de yardımıyla yorumlayınız. “Onlar hâlâ: ‘Bu dünyadaki hayatımızdan başka bir şey yok!’ derler, ‘Dünyaya geldiğimiz gibi ölürüz ve bizi ancak zaman yok eder’. Fakat onların bu konuda hiçbir bilgileri yok, onlar sadece zannederler.” (Câsiye suresi, 24. ayet) Gazali diyor ki; Ölümden sonraki dirilme ile ilgili şüpheler, bu dünyadaki benzer olayları iyi kavrayamamaktan ileri gelmektedir. Örneğin canlıların üremesi ve ceninin oluşumu hakkında bilgi sahibi olmayan bir kimseye, insan gibi değerli bir varlığın nutfe denilen basit bir sıvıdan yaratıldığı söylenecek olsa bunu kabul etmekte güçlük çekecektir. Şu hâlde dünyadaki yaratılışın olağanüstülüğü üzerinde iyice düşünülürse, ölüm sonrası yaratılışın imkânı da kolayca anlaşılacaktır. (Gazali, İhya, C 4, s. 511.) DEĞERLENDİRELİM Aşağıda verilen mahşer gününü tasvir eden ayet ve hadisi değerlendiriniz. “Ve o kulakları sağır eden çağrı duyulduğunda, İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden ve babasından, eşinden ve evlatlarından kaçar. O gün, herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır. O gün bir takım yüzler parlak, güleç ve sevinçlidir. Yine o gün bir takım yüzleri de keder bürümüş, hüzünden kapkara kesilmiştir. İşte bunlar kâfirlerdir, günahkârlardır.” (Abese suresi, 33-42. ayetler.) Hz. Peygamber şöyle buyuruyor: “Başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde yüce Allah, yedi sınıf insanı, arşının gölgesinde barındıracaktır. Bu kimseler; adaletli devlet başkanı, Yalnızca Rabb’ine kulluk ederek tertemiz bir hayat süren genç, kalbi mescitlere bağlı olan Müslüman, birbirlerini Allah için seven, bir araya gelmeleri de, ayrılmaları da Allah rızası için olan iki insan, güzel ve mevki sahibi bir kadının kendisiyle beraber olma arzusuna ‘Ben Allah’tan korkarım’ diyerek reddedip ona yaklaşmayan kişi, sağ elinin verdiğini sol eli görmeden gizlice sadaka veren kimse ve tenhada Allah’ı anıp gözyaşı döken kimse. (Buharî, Ezan, 36; Müslim, Zekât, 91.) 36 Yâ­sîn suresi, 51. ayet. 37 Meryem suresi, 85-87. ayetler. 38 İsrâ suresi, 97. ayet. 130 VII. ÜNİTE: MEAD: AHİRET İNANCI 4. İnsanların Sorgulanması (Hesap, Sual ve Mizan Kavramları) Yüce Allah insanı söz ve davranışlarından sorumlu tutmaktadır. Çünkü insan akıl ve irade sahibi bir varlıktır. Aklıyla doğruyu yanlıştan ayırt edebilir ve iradesiyle de doğru olanı seçip uygulayabilir. Bu özellikleriyle insana kendi yolunu belirleme özgürlüğü verilmiştir. İşte insanı Allah katında sorumlu kılan bu özgürlüğüdür. Kur’an-ı Kerim insana yeryüzündeki sorumluluğunu hatırlatırken aynı zamanda bu sorumluluğun niteliğini ve şartlarını da belirlemektedir. Örneğin “Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez …”39 ayeti insanın gücünü aşan şeylerden yükümlü tutulamayacağı ilkesini getirmekte; “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez …”40 ayeti ise her insanın ancak kendi yaptıklarından sorumlu tutulabileceği ölçüsünü koymaktadır. Kur’an ayetleri bir bütün olarak incelendiğinde, ahiret hayatındaki olayların “sorgu-sual”, “amel defterlerinin verilmesi”, “mizan” ve “hesap” şeklinde bir sıralama ile gerçekleşeceği görülmektedir. Buna göre önce peygamberler ilahî tebliği ulaştırıp ulaştırmadıklarından, diğer insanlar ise bu tebliği benimseyip benimsemediklerinden sual olunacaklardır. Bir ayette bu durum şöyle açıklanır: “Elbette kendilerine peygamber gönderilenlere de gönderilmiş olan peygamberlere de soracağız. Ve onlara olup bitenleri tam bir bilgi ile mutlaka anlatacağız. Zaten biz onlardan uzak değiliz41.” Ardından herkese amel defteri (kitabı) verilecek daha sonra bu defterde kaydedilmiş olan iyilik ve kötülükler tartılacak (mizan) ve nihayet ortaya çıkan sonuçtan dolayı herkes hesaba çekilecektir42 Amel defterleri, bir kısım insanlara sağdan, diğer bir kısmına da soldan veya arkadan verilir. YAZALIM Amel defterini sağdan alanlar cennete girmeyi hak Ayette verilen mesajları yazınız. eden mü’minlerdir. Onların hesabı kolay ve sevinci “Kitapları sağdan verilenler suçlulara: Sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir? diye sorarlar. Onlar derler ki; ‘Namaz kılanlardan değildik, düşkünü doyurmuyorduk. Bâtıla dalanlarla beraber biz de dalardık. Ceza gününü yalanlardık. Bu durumumuz, ölüm bize gelinceye kadar devam etti.” fazla olacaktır. Bu kimseler sınıfını geçen öğrencinin yaşadığı karne sevincine benzer bir şekilde gördüğü kimselere “… Alın, kitabımı okuyun, doğrusu böylesi bir hesap­laşma ile karşılaşacağımı umuyordum derler.”43 Amel defterlerini soldan veya arkadan alanlar ise çetin bir hesap sonucu cehenneme gidecek kimselerdir. Bunlara amel defterleri verilirken: “Şimdi oku kitabını, bugün kendi hesabını kendin görecek durumdasın!.” 44 denilecektir. 39 Bakara suresi 286. ayet. 40 Fâtır suresi 18. ayet. 41 A’râf suresi, 6, 7. ayetler. 42 TDV İslam Ansiklopedisi, C 17, s. 240. 43 Hâkka suresi, 19, 20. ayetler. 44 İsrâ suresi, 14. ayet. 131 (Müddessir suresi, 42-47. ayetler.) KELAM İnsanların dünyadayken yaptıkları gizli açık her şey belgelenip ortaya çıkarıldıktan sonra “mizan” kurulur. Mizan, Allah’ın adaletinin herkes tarafından açıkça görülmesi için, ahirette günah ve sevapların iyilik ve kötülüklerin ölçülüp tartılması anlamına gelmektedir. Yüce Allah şöyle buyurur: “Kıyamet günü doğru teraziler kurarız; hiç bir kimse, hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar olsa bile, yapılanı ortaya koyarız. Hesap gören olarak biz yeteriz 45.” Mizan kurulup insanların iyilik ve kötülükleri tartıldıktan sonra “hesap” başlar. “Hesap” insanların ahirette sorgulanmasıdır. Kur’an’da “hesap” kavramı dışında; “hesap günü” anlamında “yevmü’lhisab”46 ve “hesabın yapılacağı gün” anlamında “yevme yekûmü’l-hisab”47 ifadeleri yer alır. Ayrıca “mükafat ve ceza günü” anlamında “yevmü’d-din”48 ifadesi de kullanılmaktadır. Her insanın ahirette yaptıklarından dolayı hesaba çekileceği bir ayette şöyle haber verilir. “Her insanın boynuna işlediklerini dolarız öyle ki, kıyamet günü onun önüne, her şeyi açık açık kaydedilmiş bulacağı bir kitap çıkarırız; ve ‘haydi şimdi oku kitabını, bugün kendi hesabını kendin görecek durumdasın!’ (deriz).”49 Ahiretteki hesap küçük, büyük her şeyi kapsar. Yüce Allah şöyle buyurur: “Her kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun karşılığını görecek. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun karşılığını görecektir.”50 Ayet küçük de olsa insanları her tür güzel davranışa teşvik ederken, aynı şekilde her tür kötülükten sakındırmaktadır. Zira küçük de olsa devamlı işlenen günahlar zamanla kötülüğün o insan için doğallaşmasına yol açar. YORUMLAYALIM Müflis Kimdir ? Bir gün Hz. Peygamber arkadaşlarına: “Söyleyin bakalım müflis (iflas eden kimse) kime denir? diye sordu. Onlar da: “Parasını, malını, mülkünü kaybeden kimsedir” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber gerçek müflisi şöyle anlattı: “Bir Müslüman kıyamet günü Allah’ın huzuruna çıkar. Kıldığı namaz, tuttuğu oruç, verdiği zekatla pek çok sevap kazanmıştır. Ama kimine sövüp hakaret etmiş, kimine iftira atmış; onun malını yemiş, bunun kanını dökmüş, şunun canını yakmıştır. Hesap görülmeye başlanınca yaptığı ibadetlerin sevabı hakaret ettiği, iftira attığı, canını yaktığı kimselere dağıtılmış, daha üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları tükenivermiş. Verecek sevabı kalmadığı için, haklarını yediği kimselerin günahı sırtına vurulmuş ve cehennemin yolunu tutmuştur. İşte asıl müflis bu kimsedir.” Kur’an’a göre ahiretteki hesapta Allah’ın affetmeyeceği en büyük suç “şirk”tir. Bir ayette şöyle buyrulur: “Şüphesiz Allah şirki (kendisine herhangi bir şeyin denk tutulmasını) bağışlamaz. Bunun dışında dilediğini bağışlar. Allah’a ortak koşan, muhakkak ki, derin bir sapıklığa düşmüştür.”51 İslam’a göre insanın ahirette mutlaka hesaba çekileceği diğer 45 Enbiyâ suresi, 47. ayet. 46 Sâd suresi, 53. ayet. 47 İbrahim suresi, 41. ayet. 48 Fâtiha suresi, 3. ayet; İnfitâr suresi 15-19. ayetler. 49 İsrâ suresi, 13-14. ayetler. 50 Zilzâl suresi, 6-8. ayetler. 51 Nisâ suresi, 116. ayet. (Müslim, Birr, 59.) Yukarıdaki hadisi kul hakları ve sorumluluk bilinci açısından yorumlayınız. 132 VII. ÜNİTE: MEAD: AHİRET İNANCI bir günah ise “kul hakkı”dır. Kul hakkının affı, ancak hakkın sahibine verilmesi ile mümkündür. İftira, gıybet, hırsızlık, çevremizdekilere rahatsızlık verecek söz ve davranışlar, çalışanın hakkını vermemek, kamu hizmetlerinin bedelini ödememek, kısacası her hak sahibinin hakkını yemek, kul hakkı kapsamındaki suçlardandır. Hz. Peygamber kul hakkını gözetmeden yaşayan kimselerin ahiretteki hesapta müflis durumuna düşeceklerini bildirmektedir. Yüce Allah hesap gününü ciddiye almadan yaşayan kimselerin ahirette karşılaşacakları durumu şöyle anlatır: “Onlar ki, dinlerini oyun ve eğlence edindiler, ve o dünya hayatı kendilerini aldattı. Onlar bu (hesap) gününün gelip çatacağını nasıl göz ardı edip unuttular ve ayetlerimizi nasıl inkâr ettilerse biz de bugün onları unutup göz ardı edeceğiz.” 52 YORUMLAYALIM Hz. Muhammed buyuruyor; “İnsanların en akıllısı, ölümü unutmayan ve ona hazır bulunan kimselerdir.” (İbn-i Mace, Zühd, 31.) Yukarıdaki hadisi ölümü hatırlamak açısından yorumlayınız. Kur’an’ın bildirdiğine göre o dehşetli gün gelip de insanlar hesaba çekilmeye başlanınca pişmanlık duymanın hiçbir yararı olmayacaktır. Hesap gününde amel defterleri yanında, insanın elleri, ayakları ve derilerinin de şahitlik edeceği bildirilmiştir. Bir ayette bu durum şöyle tasvir edilir: “O gün Allah’ın düşmanları toplanıp cehenneme sevk olunmak üzere, baştan sona tutuklanırlar ve onlar (ateşe) yaklaştıklarında, kulakları, gözleri ve derileri onlar aleyhine tanıklık yapar ve yaptıklarını anlatırlar. Derilerine: ‘Niçin aleyhimizde şahitlik ettiniz?’ deyince ‘Her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturmuştur. Sizi yoktan var eden odur (şimdi) yine Ona döndürülüyorsunuz derler.”53 İman edip salih ameller işleyenlere gelince; onlar için hesap gününde korku ve üzüntü olmayacaktır.54 Onlar yaptıklarına karşılık Rablerinin kendilerine hazırladığı nimetlere kavuşacaklar55 ve kolay bir hesaptan geçirileceklerdir. Yüce Allah bu kullarına merhametinin genişliğini hatırlatır ve hesap günü için Allah’ın rahmetinden ümit kesmemelerini öğütler56. Yaptıklarımızın bir karşılığının olması, sadece ahirette hesaba çekileceğimiz anlamına gelmez. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: “İnsanların elleriyle işledikleri (günahları) yüzünden, karada ve denizde fesat çıktı. Belki dönerler diye, (Allah) onlara, yaptıklarının bir kısmını (karşılığını) tattırıyor.”57 Ayet davranışlarımızın karşılığını kısmen de olsa dünyada göreceğimize açıkça işaret eder. Örneğin çağımızda ekolojik dengenin bozulması, hastalıklarda ve suç oranlarındaki artışlar yaptığımız yanlışların bu dünyadaki karşılığıdır. Allah’ın bu konudaki ilahî adaleti (sünnetullah) değişmez. İnsan ektiğini biçer ve eğer iradesini yanlış yönde kullanırsa karşılığını görür. 52 A’râf suresi, 51. ayet. 53 Fussilet suresi, 19-21. ayetler. 54 Bakara suresi, 62. ayet. 55 Sâd suresi, 49-52. ayetler. 56 Zümer suresi, 53. ayet. 57 Rûm suresi, 41. ayet. 133 KELAM YORUMLAYALIM “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.” (Şûrâ suresi, 30. ayet.) “… Allah, onlara zulmetmez, fakat onlar kendilerine zulmetmektedirler.” (Âl-i İmrân suresi, 117. ayet.) Yukarıdaki ayetleri ahirette hesap verme açısından yorumlayınız. 5. Cennet ve Cehennem Cennet, örtmek, gizlemek anlamına gelen “cenn” kökünden türemiş bir isimdir. Sözlük anlamı, bitki ve ağaçlarıyla toprağı örten bahçe demektir. Çoğulu “cinân ve “cennât”tır. Kur’an’da, müminlerin ahiretteki “ebedi nimet ve saadet yurdu” için isim olarak kullanılır. Kur’an’da ahiret hayatı ile ilgili konular oldukça geniş yer tutar. Kur’an dünya hayatının geçici bir sınav olduğunu58 ve bu sınavı kazananların cennet ile ödüllendirileceklerini, kaybedenlerin ise cehennem ile cezalandırılacaklarını bildirmektedir.59 Kur’an-ı Kerim’de cennet ile ilgili en fazla vurgulanan özellik onun ebedî oluşudur. Bir ayette şöyle buyrulur: “İman edip yararlı iş yapanlara gelince onlar da cennetliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.”60 Ayet ve hadislerden anlaşıldığı gibi farklı tabakalardan oluşan ve farklı özelliklere sahip, birden fazla cennet vardır61. İnsanlar ahiret hayatında Allah katındaki değerlerine uygun olarak hak ettikleri cennetle ödüllendirileceklerdir. Enfâl suresi, 4. ayetinde bu durum şöyle açıklanır: “İşte onlar gerçek müminlerdir. Onlar için Rableri katında nice dereceler, bağışlanma ve tükenmez bir rızık vardır.” Ayet ve hadislerde cennetin nimetleri ve güzellikleri oldukça etkileyici tasvirler ve mecazi anlatımlarla dile getirilir. Öyle ki bu tasvirler sonucu soyut kavramlar bir şekil ve hareket kazanır, duygular tablolaşır, insan tipleri canlı hâl alır. Ahirette yaşanacak olaylar ise adeta sahnelenen canlı bir oyuna dönüşür. Örneğin A’râf suresi, 40. ayette, hesap gününde inkârcıların mazeretlerinin Allah tarafından kabul edilmeyeceği ve asla cennete giremeyecekleri şöyle tasvir edilir: “Ayetlerimizi yalanlayanlara ve inanmaya tenezzül etmeyenlere gök kapıları açılmayacak ve deve iğne deliğinden geçmedikçe onlar da cennete giremeyeceklerdir. İşte biz, suçlu kâfirleri böyle cezalandırırız.” 58 Mülk suresi, 2. ayet. 59 Haşr suresi, 18-20. ayetler. 60 Bakara suresi, 82. ayet. 61 Furkân suresi, 75 ayet; Müslim, İmâre, 116. 134 VII. ÜNİTE: MEAD: AHİRET İNANCI Kur’an-ı Kerim cennet ve cehennem hayatını tasvir ederken insanın anlayabilmesi için dünya hayatına ait örnekler üzerinden benzetmeler yapar. Ancak ayetlerde yer alan benzerlik mahiyet benzerliği olmayıp isim benzerliğinden ibarettir. Bu durum bir ayette şöyle anlatılır: “Yaptıklarına karşılık olarak, cennetlikler için göz kamaştırıcı nice nimetlerin saklandığını hiç kimse bilemez.”62 Ayetlerde yer alan tasvirlere göre cennetin genişliği, göklerin ve yerin genişliği kadardır.63 Bu ifade, cennetin tasavvur edilemeyecek kadar geniş olduğu şeklinde anlaşılmıştır. Cennet, «... Ne (yakıcı) bir güneş, ve ne de dondurucu bir soğuk...»64 şeklinde tarif edilen hoş bir iklime sahiptir. NOT EDELİM CENNET HAYATININ BAZI TEMEL ÖZELLİKLERİ 1. Cennette ölüm yoktur. 2. Cennetteki nimetler ve imkânlar sınırsızdır. 3. Cennet nimetleri ve güzellikleri insan aklı ve hayalinin ötesindedir. 4. Cennetteki yaşam bedenen ve ruhen olacak ve cennet ehli bedenen ve ruhen üstün meziyetlere sahip olacaktır. 5. Cennette sürekli barış ve huzur vardır. Cennette, eksiklik ve noksanlığa kötülük ve çirkinliğe; korku ve endişeye yer yoktur. 6. Cennet ehli Allah’ı görüp onunla konuşacak ve cennet ehli ile Rabbi arasında tam bir rıza ve hoşnutluk olacaktır. 7. Cennet inanan ve salih ameller işleyenler Ayetlerin birçoğunda “zemininden 65 için hazırlanmıştır. Kafir, münafık ve müşrikler ırmaklar akan cennetler”den bahsedilir. cennete giremezler. Muhammed suresi, 15. ayetinde dört farklı nehir şöyle tasvir edilir: “Muttakilere va’d olunan cennetin durumu şöyledir: İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır…” Bazı ayetlerde ise cennette durmaksızın fışkırıp-akan pınarların bulunduğu66 ve takva sahiplerinin bu pınarların başında sefa sürecekleri anlatılır.67 Cennet yemyeşil bir bitki örtüsü ve meyvelerle donatılmıştır. Bu güzellik İnsan suresi, 14. ayette şöyle tasvir edilir: “Cennet ağaçlarının gölgeleri, üzerlerine sarkar, kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur.” Zümer suresi 20. ayette ise “… Altlarından ırmaklar akan köşkler ...” in hazırlandığı haber verilir. Bir hadiste de cennette içi oyulmuş inciden yapılmış çadırlardan bahsedilir.68 Cennet ehli cevherlerle işlenmiş tahtların, altın ve gümüşten kaplar ve kristal kadehlerin, ipekten elbiselerin, incilerle bezenmiş takıların olduğu lüks bir hayat yaşarlar.69 62 Secde suresi, 16, 17. ayetler. 63 Âl-i İmrân suresi, 133. ayet. 64 İnsan suresi, 13. ayet. 65 Bakara suresi, 25. ayet ; Tevbe suresi, 72. ayet. 66 Rahmân suresi, 66. ayet. 67 Hicr suresi, 45. ayet. 68 Müslim, Cennet, 23-25. 69 Vâkıa suresi, 15, 16. ayetler; İnsan suresi, 15-21. ayetler; Hac suresi, 23. ayet. 135 KELAM NOT EDELİM KUR’AN’DA CENNET İSİMLERİ “İman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onların buyur edileceği konuk evi en görkemli cennetler (Firdevs cenneti) olacaktır.” (Kehf suresi, 107. ayet.) “Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında Naîm cennetleri vardır.” (Kalem suresi, 34. ayet.) “Allah mü’min erkeklerle mü’min kadınlara içlerinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaad etti. Allah’ın rızası ise hepsinden daha üstündür. İşte en büyük saadet budur.” (Tevbe suresi, 72. ayet.) “İman edip salih amel işleyenler için, yapmakta olduklarına karşılık bir mükâfat olarak Me’vâ cennetleri vardır.” (Secde suresi, 19. ayet.) Cennette kusursuz bir yaşamın, tam bir dostluk ve kardeşliğin hüküm süreceği haber verilmektedir.70 Cennet ehlinin kavuşacağı en büyük nimetler ise şöyle açıklanmıştır:”…Allah’ın rızası ise hepsinden daha üstündür. İşte en büyük saadet budur.”71 “Yüzler var ki, o gün ışıl ışıl parlar. Rabbine bakar.”72 “Çok esirgeyen Rabb’dan onlara bir de sözlü ‘Selam’ (vardır).” 73 Unutulmamalıdır ki cennet insana Allah’ın bir hediyesidir. Ancak bu hediye insanın yaptıklarının birebir karşılığı değildir. Çünkü cennetin nimetleri sınırsız; insanın iyilikleri ise sınırlıdır. Bu durumda insanın cennetle ödüllendirilmesi ancak Yüce Allah’ın sınırsız cömertliği ile açıklanabilir. Cehennem İslâm’ın hedeflediği şey kişinin Allah’a itaat etmesi buna karşılık Allah’ın dünya ve ahirette kulunu mükâfatlandırmasıdır. Ceza asli unsur olmayıp, kötülüklerin önlenmesi için bir tedbirdir. Ayet ve hadislerde hakim olan temaya göre insanla Allah arasındaki asli münasebet, sevgi ve rahmete dayanır. Nitekim, Allah’ın isimlerinden (el-Esmâu’l-Hüsnâ) sadece bir kaçı kahr ve gazab ifade etmekteyken diğerleri Allah ile insan arasında karşılıklı rıza, sevgi ve muhabbet anlamlarını içermektedir. 70 Hicr suresi, 47. ayet; Müslim, Cennet, 16, 17; A’râf suresi, 43. ayet. 71 Tevbe suresi, 72. ayet. 72 Kıyâme suresi, 23, 24. ayetler. 73 Yâsîn suresi, 58. ayet. 136 VII. ÜNİTE: MEAD: AHİRET İNANCI Kur’an’da cehennemi ifade etmek üzere farklı isimler kullanılmıştır. Bunların başlıcaları: “çılgın ateş” anlamında “Saîr”74; “yakıp kavuran ateş” anlamında “Sakar”75; “ derin çukur, uçurum” anlamında “Hâviye”76; “yüreklere kadar tırmanan ateş” anlamında “Hutame”77; “Kat kat yanan ateş” anlamında “Cahîm”78; “kaynar su” anlamında “Hamîm”79; “helak yurdu” anlamında ”Daru’l-Bevâr80” ve “kötü yurt” anlamında “Sûü’d-Dâr81” olarak sayılabilir. NOT EDELİM CEHENNEM HAYATININ BAZI TEMEL ÖZELLIKLERI 1. Cehennem ebedîdir. Cehennem ehli için ölüm yoktur, 2. Cehennemdeki cezalar çok şiddetli olup, insan tarafından gerçek anlamlarıyla kavranması mümkün değildir, 3. Cehennemdeki yaşam bedenen ve ruhen olacaktır, Kur’an’daki cennet tasvirleri ne kadar çekici ve etkileyici ise cehennem tasvirleri de bir o kadar ürkütücü ve korkutucudur. Bu özelliğiyle cennetten bahseden ayetler insanı iyiliğe ve doğruluğa yönlendirirken, cehennemden bahseden ayetler, kötü ve çirkin işlerden caydırıcı bir etki oluştururlar. Bu durum Müddessir suresi 35. ayette şöyle açıklanmaktadır: “ Şüphe yok ki bu (cehennem ateşi) gerçekten büyük (bir uyarı)dır.” Ayrıca Kur’an’da cehennem tasvirleri yapılırken insanların akibetlerinin neden böyle olduğuna değinilerek yaşayanlar için uyarı mesajları verilmektedir. 4. Kâfirler, münafıklar ve müşrikler cehennemde ebedî olarak kalacaktır. Günahkâr mü’minler ise Allah’ın affetmemesi halinde günahlarının karşılığı olan cezayı çekerler. Ancak cehennemde ebedî kalmazlar. Cezaları bitince cennete girer ve orada ebedî kalırlar. Cehennem ehlinden bahseden ayetler incelendiğinde bu kimselerin Allah’ın hakları, kul hakları ve diğer varlıkların haklarını gözetmeyen kimselerden oluştuğu görülmektedir. İnkâr, şirk ve nifak Kur’an’da Allah hakkına ihlal sayılan durumların başlıcalarıdır. İnsanlara zulmetmek, cana kıymak, inananlara işkence yapmak, yetim malı yemek gibi birçok davranış da kul hakkını ihlal olarak değerlendirilir. Kur’an-ı Kerim cehennem ehlinin durumunu, insanı derinden sarsacak, etkileyici tasvirlerle anlatır. Bu tasvirlere göre, cehennemlikler boyunlarında bukağılar olduğu hâlde82 yüz üstü cehenneme sürüklenirler.83 Çok sert ve heybetli melekler cehennemin bekçiliğini yaparlar.84 Cehennemin kapıları üzerlerine kilitlenir ve üzerlerine ateş salıverilir.85 74 Mülk suresi, 5. ayet. 75 Müddessir suresi, 28, 29. ayetler. 76 Kâri’a suresi, 9. ayet. 77 Hümeze suresi, 4-7. ayetler. 78 Mâide suresi, 10. ayet. 79 Vâkı’a suresi, 42. ayet. 80 İbrahim suresi, 28. ayet. 81 Ra’d suresi, 25. ayet. 82 Ra’d suresi, 5. ayet; Nûr suresi, 33. ayet. 83 İsrâ suresi, 97. ayet; Furkân suresi, 34. ayet. 84 Tahrîm suresi, 6. ayet; Müddessir suresi, 30, 31. ayetler. 85 Beled suresi, 20. ayet. 137 KELAM Cehennem ehli kendilerini kuşatan azaptan kaçıp kurtulmak istediklerinde; demirden kamçılarla dövülerek tekrar ateşe sürülürler.86 Cezanın hafifletilmesi için feryat ederler ancak kabul edilmez. Ölüp kurtulmak isterler, ancak onlara ölüm de yoktur.87 Mü’min suresi 49-50. ayetlerinde şöyle buyrulur: “Ateşte olanlar, cehennem bekçilerine: ‘Rabb’inize yalvarın da hiç değilse bir gün azabımızı hafifletsin’ derler. Cehennem bekçileri: ‘Size peygamberleriniz belgelerle gelmemiş miydi?’deyince ‘Evet, gelmişti.’ derler. ‘O hâlde kendiniz yalvarın. Ancak inkârcıların yalvarışı boşunadır’ (denir).” LİSTELEYELİM Ayetlerde cehennem ehlinin bazı özellikleri sıralanmaktadır? Listeleyelim. “Cennette olanlar günahkârlara: Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?diye sorarlar. Onlar ‘Biz namaz kılmazdık, yoksulu doyurmuyorduk. Boş şeylere dalanlarla birlikte dalıyorduk. Ceza gününü de yalanlıyorduk. Sonunda ölüm bize gelip çattı’ derler.” (Müddessir suresi, 40-47. ayetler.) “Mal toplayıp durmadan sayan, inAyetlerden anlaşıldığına göre cehennem sanları arkadan çekiştiren, kaş göz işaehli için fizyolojik cezalardan başka, psikoloretiyle alay eden her kişinin vay hâline! jik cezalar da vardır. Bunların başlıcaları ‘dünMalının kendisini ebedi yaşatacağını yada Allah’ı unutmalarına karşın ahirette Allah zanneder.” tarafından unutulmaları, horlanıp aşağılanma(Hümeze suresi,1-3. ayetler.) ları, Allah’a eş koştukları varlıklar tarafından terk edilmeleri, el, ayak ve derilerinin aleyh“Alabildiğine inat eden, Allah yolerine şahitlik etmesi, derin pişmanlık yaşalunda harcamaya ve hayırlı işlere var maları’ olarak sayılabilir. Bu psikolojik cezalar gücüyle engel olan, Allah’a ortak koşan bazı ayetlerde şöyle tasvir edilir: “Onu yakaşüpheci nankör.” layın (ey cehennem güçleri) ve yanan ateşin (Kâf suresi, 24-26. ayetler.) ortasına sürükleyin; sonra başının üstüne “Yemin edip duran, aşağılık, daima yakıcı ümitsizliğin acısını boşaltın! (Sonra ona şöyle deyin): Tat bakalım azabı, çünkü kusur arayıp kınayan, durmadan laf sen çok kudretli ve ulu bir adamsın!... İşte götürüp getiren, iyiliği hep engelleyen, 88 bu da, şüphelenip durduğun şeydir.” Diğer mütecâviz, günaha dadanmış, kaba ve bir ayette ise “O gün, zalim kimse iki elini haşin.” ısırarak; ‘ne olurdu ben de peygamberlerle (Kalem suresi, 10-13. ayetler.) beraber bir yol tutsaydım’ diyecektir. ‘Vay başıma gelene! Keşke falancayı dost ve lider edinmeseydim. Andolsun ki bana gelen Kur’an’dan o saptırdı beni. Şeytan insanı yapayalnız ve yardımcısız bırakıyor.”89 buyurularak cehennemde yaşanan pişmanlıklar dile getirilir. 86 Hac suresi 21, 22. ayetler; Secde suresi, 20. ayet. 87 İbrahim, suresi, 16, 17. ayetler. 88 Duhân suresi, 47-50. ayetler. 89 Furkân suresi, 26-29. ayetler. 138 VII. ÜNİTE: MEAD: AHİRET İNANCI 6. Ahirete İmanın Dünya Hayatını Anlamlandırmaya Katkısı Bir varlığa anlam kazandıran unsur, onun yaratılış sebebidir. Örneğin, insanın doğum öncesi hayatını anlamlı kılan; dünyada yaşayacağı hayattır. Dünya hayatı olmasaydı, bebek için anne rahmindeki hayatın bir anlamı kalmayacaktı. İnsanın dünya hayatını anlamlı kılan şey ise ahiret hayatıdır. Çünkü insanın yaratılıştan sahip olduğu özellikler onun geçici değil, sonsuz bir hayat için yaratıldığını göstermektedir. Örneğin insanın doğuştan sahip olduğu ebediyet duygusu ve arzusu, onun ebedî bir hayat için yaratıldığını gösterir. Ayrıca insana diğer varlıklardan farklı olarak akıl ve irade verilmiştir. Bu ise insanın dünya hayatında bir sınavda olduğunu gösterir. Akıl ve irade, insana düşünme ve seçme ayrıcalığı kazandırmakta; bu ise insanı sorumluluk sahibi kılmaktadır. Bu durumda insanın dünya hayatı, ancak, bu dünyada yaptıklarının karşılığını göreceği yeni bir hayatla anlam kazanmaktadır. Zira bir sınavı anlamlı kılan şey sonucunun değerlendirilmesidir. Yüce Allah şöyle buyurur: “Zamanın akışı içinde öyle uzun bir süre geçti ki o dönemde insanın adı bile anılmazdı. Biz YORUMLAYALIM insanı karışım hâlindeki nutfeden yaratAşağıda verilen temsili hikayeyi yotık. Onu denemek istiyoruz. Bu sebeple rumlayınız. kendisini işiten ve gören bir varlık yaptık. Ona yolu da gösterdik: Artık ister şükreder, ister nankörlük eder.”90 Bu hayatın kendisi için bir sınav olduğunu bilen insan yeryüzündeki sorumluluğunu doğru algılar. Bu sorumluluk duygusuyla dünya hayatında yapıp ettiği hiçbir şeyin karşılıksız kalmayacağı bilinci ile hareket Anne rahmindeki ikizlerden biri diğerine: “Baksana kardeşim herhâlde bizi seven ve ihtiyaçlarımızı bilen biri var. Aylardır karşılıksız her ihtiyacımız karşılanıyor. Bak, bu eller, ayaklar, gözler boşuna mı oluşuyor? Herhâlde yeni bir hayata hazırlanıyoruz. Hem artık buraya da sığamaz olduk. Gittikçe büyüyoruz. Evet, evet, kesinlikle burada geçiciyiz. Bizi bekleyen yeni ve gerçek bir hayat var.” der. eder. Artık onun için dünya hayatı geçici bir oyalanma yeri değil, sonsuz ahiret hayatı için bir hazırlıktır. Bu inanç, insan için, çok güçlü bir moral ve kalıcı bir mutluluğun kaynağı olur. Zira, bu durumda hayat insan için Allah’ın rızasını ve cenneti kazandıracak bir fırsata dönüşmüş olmaktadır. İşte bu, hayatın anlam ve amacını keşfetmek demektir. Bu husus ayette şöyle yer alır: “Bu dünya hayatı (tek başına) bir oyun ve oyalanmadan başka bir şey değildir. Ancak ahiret hayatı, Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar için çok daha güzeldir. Öyleyse aklınızı kullanmaz mısınız?”91 90 İnsan suresi, 1-3. ayetler. 91 En’âm suresi, 32. ayet. Kardeşi ona cevap verir; ‘‘Yine hayali şeylerden bahsediyorsun. Gerçekler sadece gördüklerimizden ibarettir. Görmediğim şeye inanmam. Evet dediğin gibi yakında buraya sığamaz olacağız. Ancak, o zaman bizim için hayat ebediyen sona erecek. İşte bu kadar...’’ 139 KELAM Dünya hayatının anlam ve amacını keşfeden insan hayatın zorluklarına sabreder. Her zaman mütevekkil olur. Çünkü onun için karşılaşılan her zorluk geçici hayat sınavının bir parçasıdır. Haksızlıklar karşısında umutsuzluğa kapılmaz. Çünkü mutlak adaletin ahirette gerçekleşeceğini bilir ve teselli bulur. Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanan insanlar “Başlarına bir musibet geldiği zaman: ‘Biz Allah’a aitiz ve ona döneceğiz’ derler.”92 KONUŞALIM Eğer yaptıklarının karşılığını göreceği yeni bir hayat olmasaydı, insana dünya hayatında seçme özgürlüğünün verilmesinin bir anlamı olur muydu? Eğer insan için hayat, diğer canlılar gibi sadece biyolojik bir süreçten ibaret olsaydı, akıl, irade gibi üstün özelliklerin insanda bulunmasının bir anlamı kalır mıydı? Arkadaşlarınızla konuşunuz. Ahiret inancı insanı cesaretli ve güçlü kılar ve insanın inandığı değerler için ölümü göze almasını sağlar. Çünkü ahirete inanan insan için ölüm bir son değil, yeni bir hayatın başlangıcıdır. İnsanlık tarihi, bu inançla, nice zayıf toplulukların, çok daha güçlü topluluklara karşı kazandıkları zaferlerin örnekleriyle doludur. Kur’an-ı Kerim peygamberlerin hayatlarını anlatırken bizlere bunun örneklerini verir. Yakın tarihimizde yaşanmış olan Çanakkale Zaferi de bunun güzel örneklerinden biridir. ^ (M. Âkif ERSOY, Safahat) Ahiret inancı insanı kanaatkar yapar. Çünkü ahirete gerçekten inanan bir insan için dünyevi menfaatler geçici birer araçtır. Amaç Yüce Allah’ın rızasını kazanmaktır. Bu nedenle dünya hayatının aldatıcı menfaatleri için başkasına zarar vermeye değmez. Bu hususa Hz. Peygamber “Bu dünyada gerçekte insana ait olan üç şey vardır. Bunlar; yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve diğeri de sadaka verip ahiret azığı yaptığı şeylerdir.”93 şeklinde işaret etmektedir. Ahirete inanan insanın suç işlemesi zorlaşır. Çünkü yaptığı her şeyin ahirette hesabını vereceğine inanması insanda güçlü bir oto kontrol bilinci oluşturur. İnsanın iç dünyasında onu kötülüklerden caydırıcı böyle bir güce her zaman ihtiyaç vardır. Çağımızın maddi kalkınmasını gerçekleştirmiş toplumlarında bile intihar ve suç oranlarının yüksek oluşu bu ihtiyacı açıkça ortaya koymaktadır. Ahiret inancı insanda erdemli bir yaşam ideali oluşturur. Çünkü sergilenen her erdemli davranış Allah katında hak ettiği karşılığı bulacaktır. Bu idealin gereği olarak insan dürüst ve adaletli olmaya çalışır. Allah hakkı, kul hakkı ve diğer varlıkların haklarını titizlikle gözetir. İyilik yapmayı, diğer varlıklara hizmet etmeyi, iyi insan olmanın gereği olarak kabul eder. Yeryüzünde imar ve ıslah edici olmak için çalışır, üretir. İki günü eşit olan kimsenin zararda olduğuna inanır. 92 Bakara suresi, 156. ayet. 93 Müslim, Zühd, 3, 4. 140 VII. ÜNİTE: MEAD: AHİRET İNANCI ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM A. Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız. 1. Yaratılıştaki düzen ve ahenkten hareketle hayatın amaçsız olamayacağını nasıl açıklarsınız? Yazınız. 2. “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” ayetindeki (Zâriyât suresi, 56. ayet.) “ibadet” kavramını nasıl anlamalıyız? Belirtiniz. 3. Ba’s ve mahşer kavramları hakkında bilgi veriniz. 4. Kur’an’a göre, ahirette yeniden diriltilmenin delilleri nelerdir? Yazınız. 5. Ahiret inancının dünya hayatını anlamlandırmaya katkısı nasıldır? Yazınız. B. Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru seçeneklerini işaretleyiniz. 1. Aşağıdakilerden hangisi ahiret inancının sonuçlarından biri değildir ? A) Ahiret inancı ölüm korkusunu azaltır. B) Ümitsizliği engeller. C) Suç oranlarını düşürür. D) Çalışma isteğini zayıflatır. E) Sıkıntılara karşı insanın direncini artırır. 2. Aşağıdakilerden hangisi ölümden sonra tekrar yaratılışın kanıtlarındandır ? A) Tabiatın baharla yeniden dirilip hayat bulması. B) Hücrelerin sürekli yenilenmesi. C) Evrenin yokken yaratılışı (İlk yaratılış). D) Yerlerin ve göklerin yaratılışı. E) Hepsi. 3. Sayısız gök cismi içerisinde hayat için gerekli şartların sadece dünyada bulunması bize neyi gösterir? A) Tesadüfün gücünü. B) Maddenin akıllı olduğunu. C) Maddi varlıkların aralarında iletişim olduğunu. D) Doğa yasalarının bilinçli olduğunu. E) Dünyanın yaşam için özel bir amaçla tasarlanmış olduğunu. 141 KELAM 4. Aşağıdakilerden hangisi cennetin özellikleriyle ilgili yanlış bir bilgidir ? A) Cennet iman edenler için hazırlanmıştır. B) Cennetteki yaşam ebedidir. C) Cennetin dereceleri vardır. D) İnkârcılar günahlarının cezasını çektikten sonra cennete girerler. E) Cennette nimetler sınırsızdır. 5. Aşağıdakilerden hangisi cehennemin özellikleriyle ilgili yanlış bir bilgidir ? A) Cehennem ebedîdir. B) Cehennemin farklı tabakaları vardır. C) Cehennem azabı çok şiddetlidir. D) Cehennem yalnızca inkârcılar için hazırlanmıştır. E) İnananlar cehennemde ebedî kalmazlar C. Aşağıda verilen bilgilerden doğru olanı “D”, yanlış olanı “Y” ile işaretleyiniz. ( … ) Tabiat bizim için yaratılmıştır. İstediğimiz gibi kullanabiliriz. ( … ) Ölüm korkusunu aşabilmenin yolu ölümü düşünmemektir. ( … ) Mutlak adaletin gerçekleşeceği yer ahirettir. ( ... ) Dünya hayatını anlamlandıran şey ahiret inancıdır. ( … ) Ahiret yaşamına inanmak, insanın kendi kendini denetleme bilincini pekiştirir. Ç. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri verilen kelimelerden uygun olanı ile doldurunuz. (zerre, hayır, zerre, hesap, şer, ba’s, mizan, ahiret) 1. “Her kim …..… kadar …….. yaparsa onun karşılığını görecek. Her kim de ………..… kadar …………… yaparsa onun karşılığını görecektir.” (Zilzâl suresi, 7-8. ayetler.) 2. İnsanların ölüm sonrası, Allah tarafından tekrar yaratılıp diriltilmelerine ……….. denir. 3. İnsanların yaptıkları iyilik ve kötülüklerin ahirette tartılıp belirlenmesine …………… denir. 4. Kur’an’da Allah’ın birliği (tevhit) konusundan sonra en çok yer verilen konu ..…… inancıdır. 142 KELAM VIII.ÜNİTE İNSAN VE KADERİ ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM 1. “Kader, kaza ve alın yazısı” kavramlarının anlamlarını sözlüklerden bulunuz. 2. Doğal afetlerde yaşanan ölümlerle kader arasında nasıl bir ilişki kurabilirsiniz? Araştırınız. 3. Bazı ülkelerde insanların daha uzun ömürlü olması ne anlama gelir? Düşününüz. 4. “Evrenin yaratılış kanunları kaderdir.” sözünden ne anlıyorsunuz? Açıklayınız. 5. Tevekkül ile insanın sorumluluğu arasında nasıl bir ilişki vardır? Arkadaşlarınızla tartışınız. 143 KELAM 1. Kader ve Kaza Kavramları Kader, sözlükte bir şeyin sınırı, ölçüsü, miktarı ve kıymeti anlamına gelmektedir. Kur’an’da ise; ölçme, güç yetirme, kudret, ölçerek ve takdir ederek tayin ve ölçüp-biçip hüküm vermek gibi anlamlarda kullanılmıştır.1 Bu kelimenin terim anlamı, Allah’ın ezelden ebede kadar olmuş ve olacak şeylerin zaman, mekân ve özelliklerini bilip ezelde o şekilde takdir etmesidir. Kur’an’ın birçok ayetinde geçen kader kelimesi ve türevlerinin ortak anlamı “her şeyi bir ölçü ve nizama göre tanzim” etmektir. Kur’an’da, Kamer suresinin 49. ayetinde şöyle buyrulmaktadır: É ōǻÊơ” “ǁÇ ƾÈ ǬÈ ÊƥǽÉ ƢÈǼǬÌ ǴÈ ƻÇ È Dzō ǯƢ È ƔķÌ Nj “Biz her şeyi bir ölçüye göre yaratmışızdır.” Buna göre kader, Allah’ın bütün kâinatı içindekilerle beraber bir ölçü ve düzene göre yarattığını ve yaratılanlar arasında bir uyumu gözettiğini ifade eder.2 Kaza, sözlükte; hükmetmek, emretmek, ödemek, kaza etmek, ihtiyacını gidermek, mahkeme etmek gibi manalara gelir.3 Kaza kelimesinin temelinde bir şeyi tam bir güvenle gerçekleştirmek anlamı vardır. Kur’an’da; emir, hüküm, karar, yargılama, ilan, beyan ve yaratma gibi anlamlarda kullanılmıştır. Kelimenin ıstılahi manası ise Allah’ın ezelde takdir ettiği şeylerin, zamanı gelince bu takdire uygun olarak meydana gelmesidir. Kader ve kaza kavramları, zaman zaman birbirinin yerine de kullanılmaktadır. Varlık âleminde her şeyin ölçülebilir değerler açısından bir yeri vardır. Bu yüzden kader kavramı bugün ifade edilen yaygın anlayıştan farklı bir içeriğe sahiptir. Kelamcılar, yaratılmış olan âlemde söz konusu edilen bu ölçüleri tercih eden bir yaratıcının takdirini gerekli görmüşlerdir.4 Bu anlamda kader, yaratılıştaki ölçü ve uyuma işaret eder. Allah’ın her şeyi bilmesine ve varlıkları bir ölçüye göre yaratmasına kader denir. Evren içindekilerle beraber; boşuna, gelişi güzel ve amaçsız yaratılmamış ve yaratılışta eksik bir şey bırakılmamıştır.5 Yaratılıştaki ölçü, varlıkların sahip olduğu bütün kabiliyet, güç ve imkânları içerir. Varlığa bu güç ve imkânları veren ise Allah’tır. Yaratılıştaki düzen, onun kaderidir. Hiçbir şey kendisi için Allah’ın takdir ettiği sınırlar dışına çıkamaz. DÜŞÜNELİM İnsanların bazı durumlarda kaderci bir eğilim göstermesinin nedenleri üzerinde düşününüz. BİLGİ KUTUSU İslam öncesi cahiliye döneminde Allah’ın yaratma işi hayatın başında ve sonunda insan hayatına yaptığı müdahaleden ibaret sayılırdı. Onlara göre Allah, insanı yarattıktan sonra onun işlerine karışmazdı. Bu arada insan, adına “dehr” denilen zamanın kollarında kâbus dolu bir yok oluşa doğru ilerlerdi. İslam geldikten sonra bu kötümser anlayışı düzeltti. Hayatın bütün yönleriyle Allah’ın kontrolü altında olduğu ve başka hiçbir gücün etkisi olamayacağı vurgulandı. (İzutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, s. 164’ten düzenlenmiştir.) 1 Dinî Kavramlar Sözlüğü, s. 353. Râgıb, Müfredat, s. 657- 660. 2 Talâk suresi, 3. ayet; A’lâ suresi, 2, 3. ayetler; Ra’d suresi, 8. ayet; Vakı’a suresi, 60. ayet. 3 Dinî Kavramlar Sözlüğü, s. 366. 4 Saim Yeprem, Kader, s. 186. 5 Mülk suresi, 3, 4. ayetler. 144 VIII. ÜNİTE: İNSAN ve KADERİ NOT EDELİM Rahmân suresi, 5–8. ayetlerinde, yaratılan her şeyin Allah’ı tespih ve secde ettiği bildirilir. Bu yaklaşım, varlıkların kendileri için belirlenen yasalar çerçevesinde hareket ederek bir yaratıcının varlığına ve gücüne işaret etmeleri anlamına gelir. İNCELEYELİM Aşağıda verilen Allah’ın yaratmasındaki ölçüye ilişkin kavram haritasını inceleyiniz. “Biz her şeyi bir ölçüye göre yaratmışızdır.” UYUM DÜZEN KURALLAR YARATMA Dünya ile Güneş arasındaki uzaklık Gece ile gündüzün oluşması Her cismin bir yörüngede hareket etmesi Cansız varlıkları yaratmıştır Atmosfer tabakasının kalınlığı Gelgit olayı Mevsimlerin sürekliliği Canlı varlıkları yaratmıştır Ay’ın Dünya’ya olan uzaklığı Mevsimlerin oluşması Gece ve gündüzün birbirini takip etmesi Tabiat olaylarını yaratmıştır Dünya’nın kendi etrafındaki dönüş hızı Yer çekiminin olması Evrenin yaratılışı kaderdir. İçinde yaşadığımız evren bir düzen içinde yaratılmıştır. Kur’an’da, Hicr suresinin 21. ayetinde, “Hiçbir şey yoktur ki, kaynağı bizim katımızda olmasın ve biz hiçbir şey indirmeyiz ki, kusursuzca belirlenmiş bir ölçüye, bir uyuma dayanmasın.” buyrulmuştur. Her şey, Allah’ın koyduğu biyolojik, fizikî ve sosyal kanunlara göre hareket etmektedir. Allah’ın evrendeki uyumu sağlamak için koyduğu yasalara “sünnetullah” denir. Buna kader de denilir. Her şey ilahî bir ölçüye göre oluşur,gelişir ve hayatiyetini sürdürür. Zamanı geldiğinde ise varlığı son bulur. Kur’an’da bu konuda bir değişiklik ya da sapma olamayacağı vurgusu vardır.6 Güneşin ve ayın vakit ölçüsü yapılması, gecenin gündüzü izlemesi, güneş ile ay arasındaki mesafe ve insanın yaratılışında olduğu gibi iyi ve kötü tutumların mükâfat ve ceza ile karşılanması da birer kaderdir.7 Üstelik bu yaratma işi olmuş bitmiş bir şey de değildir. Sürekli devam etmektedir.8 6 Fâtır suresi, 43. ayet; Fetih suresi, 23. ayet. 7 Bakara suresi, 189. ayet; Yâsîn suresi, 40. ayet; En’âm suresi, 96. ayet; Kehf suresi, 55. ayet. 8 Rahmân suresi, 29. ayet; Neml suresi, 64. ayet. 145 KELAM YORUMLAYALIM Evrendeki yasaları gösteren kavram haritasını inceleyerek aşağıda verilen ayeti yorumlayınız. ALLAH’IN YASALARI (Sünnetullah) BİYOLOJİK YASALAR Canlıların oluşumu TOPLUMSAL YASALAR Sosyolojinin alanıdır FİZİKSEL YASALAR Maddeler arası ilişkilerle ilgilidir Canlıların gelişimi İnsan ve toplum arasındaki ilişkileri konu edinir Hareketi incelenir Canlılık özellikleriyle ilgili yasalardır Neden – sonuç ilişkisi vardır Maddenin ve enerjinin yapısı ve değişimi Her canlı farklı biyolojiye sahiptir Evrenseldir Deney, gözlem ve araştırmalarla ortaya konulmuştur Sonuçları test edilebilir Bilimsel olarak ortaya konulmuştur Evrenseldir Evrenseldir “…Her şeyi yaratan ve her şeyi belli yasalar örgüsüne göre düzene koyan odur.” (Furkân suresi, 2. ayet.) İnsanın yaratılışı da kaderdir. İnsanın sahip olduğu her şey, Allah tarafından yaratılan ve kendisine verilen imkânlardan oluşur. İnsanın, iyilik ve kötülük yapabilecek şekilde yaratılması, akıl ve irade gücünü kullanması gibi kendisine verilen kabiliyetler onun kaderini oluşturur.9 Örneğin insanın fıtratı, yaratıcı bir gücün varlığına inanmaya ve bu doğrultuda hareket etmeye ihtiyaç hissedecek şekilde yaratılmıştır.10 Bunun gibi insanın yemesi, içmesi, uyuması, dinlenmesi ve yürümesi gibi özellikleri yanında sevinmesi ve üzülmesi gibi duyguları vardır. Psikolojisi de belli bir ölçü ve denge içinde olmak zorundadır. Bu anlamda insanın bir anne ve babaya sahip olması, ölümlü olması veya 9 Şems suresi, 8. ayet. 10 Rûm suresi, 30. ayet. 146 VIII. ÜNİTE: İNSAN ve KADERİ ten rengi gibi değiştiremeyeceği şeyler vardır. İnsan, bazı sınırlılıklara rağmen aklını ve iradesini kullanıp seçimlerini yaparak kendi davranışlarının şekillenmesinde etkin bir rol oynar. Sonuçta iyi ya da kötü olanı tercih eder. Kur’an’da, “Biz her insanın kaderini (kendi) boynuna dolamışızdır…”11 buyrularak bu ölçü ve sınırlar içerisinde herkesin yaptığı tercih ve seçimlerinden sorumlu olduğu vurgulanmıştır. DEĞERLENDİRELİM Aşağıda verilen kavram haritasını insanın kaderiyle ilgili olarak değerlendiriniz. İNSANIN KADERİNİ ETKİLEYEN UNSURLAR Kişinin annesi ve babası Boyu, ten rengi Yaşayacağı ömrü Yaşadığı coğrafya İnsanın iradesi İNSANIN KADERİ EYLEMLER İnsan eylemlerinden sorumludur. İnsan özgür bir varlıktır. İnsana akıl verilmiştir. İnsana düşünme yeteneği verilmiştir. YORUMLAYALIM Kaderle ilgili toplumda yaygın olan deyim, atasözü ve şarkı sözlerinden bir derleme hazırlayıp toplumdaki yanlış kader anlayışlarını tespit ederek aranızda tartışınız. Ulaştığınız sonuçları doğru kader anlayışı çerçevesinde yorumlayınız. 11 İsrâ suresi, 13. ayet. 147 İnsan iyiyi kötüyü ayırt edebilecek özelliktedir. İnsana vahiyle doğru yol gösterilmiştir. KELAM 2. İnsanın Kaderle İlgili Bazı Özellikleri Evrendeki her varlığın bir kaderi ve her şeyin bir ölçüsü olduğu gibi, insanın da kendine özgü bir kaderi ve uymak zorunda olduğu ölçüler ve sınırlar vardır. İnsan, akıllı, özgür ve sorumlu bir varlıktır. Onun kaderini belirleyen başlıca özellikleri şunlardır: 2. 1. Akıl Sahibi Olmak İnsan, akıllı bir varlıktır. Akıl, insanın tercihlerini belirleyen önemli bir araçtır. İnsan, Allah’ın kendisine verdiği aklı kullanmak zorundadır. Kur’an’da aklını kullanmayanların zarara uğrayacağı açıkça belirtilmiştir.12 Bizzat Hz. Peygamberden de akla uygun, bilinç ve duyarlıkla donanmış bir kavrayış ve basiretle hareket etmesi istenmiştir.13 Kur’an’da, “Ve elbette bizden Müslüman olanlar da var, zulmedenler de. İşte (Allah’a) teslim olanlar, artık onlar ‘gerçeği ve doğruyu’ araştırıp bulanlardır.”14 buyrularak insandan körü körüne taklit ve şuursuz bir teslimiyet istenmemiş ve böyle davrananlar zalim olarak nitelenmiştir. Akıllı insan düşünerek hareket eder. Olaylar ve konular arasında seçim yapma özgürlüğünün onu farklı kıldığını anlar. Bu seçimlerinin ona sorumluluk yüklediğini fark eder. Bu sorumluluğun bilincinde olarak davranışlarını kontrol eder. Başarmak ve kazanmak için çalışması gerektiğini bilir. Bu anlamda mümin aklını kullanmaktan asla vazgeçmez. Akıllı olmasının bir gereği olarak imanını salih amellerle destekler. Çünkü emek harcamadığı konularda bir beklenti içinde olmak doğru kabul edilmemiştir. Bu konuda Kur’an’da şöyle buyrulmuştur; “Müslüman olmalarını bir lütufta bulunmuş gibi sana hatırlatıyorlar. De ki: ‘Müslüman olmanızı bir lütuf gibi bana hatırlatıp durmayın. Tam tersine eğer doğru kimselerseniz sizi imana erdirmesinden dolayı NOT EDELİM “Kaderin önceden tayin, belirleme veya önceden takdir anlamında alınması ve nasların, özellikle hadislerin bu anlamı destekleyecek tarzda yorumlanması, insan sorumluluğu kavramıyla bağdaştırılamaz. Bunun yanı sıra Allah’ın adalet ve hikmet sıfatları başta olmak üzere diğer sıfatlarıyla olduğu kadar birçok Kur’an ayetleriyle de bağdaştırılamaz. Bu bağlamda mütalaa edilen ecel, rızık gibi kavramlar için de durum bundan farklı değildir. İnsanların saîd (Allah katında mutlu, iyi insan) veya şakî (Allah katında cezalandırılacak, günahkâr ve kötü insan) olacaklarının ana karnında ezelde takdir edildiği şeklindeki rivayetlerin ya sıhhatlerinde ya da muhtevaya bağlı olarak yorumlarında problemler vardır. Bu durumda özellikle hadis âlimlerinin sıhhatinde en küçük tereddüt gösterdikleri bu çeşit rivayetleri reddetmek, sahih ve sağlam görünenleri ise tevil etmek gerekir. Ayrıca bu türden rivayetleri o devrin genel-geçer sosyal kültürünün bir ifadesi olarak, tarihî boyut içinde ele almak en ihtiyatlı yol olacaktır.” (Saim Yeprem, Kader, s. 186, 187’den uyarlanmıştır.) 12 Yûnus suresi, 100. ayet. 13 Yûsuf suresi, 108. ayet. 14 Cin suresi, 14. ayet. 148 VIII. ÜNİTE: İNSAN ve KADERİ Allah size lütufta bulunmuş oluyor.’ “15 İnsan aklını kullanarak düşünür, planlar yapar, kararlar alır ve uygular. Mutlu olmak için çabalayan, gelişmek ve ilerlemek için çalışan, bir amaca ulaşmak için emek harcayan insana bu faaliyetlerini yürütmesi için verilen ölçüler, sunulan imkânlar ve sahip olduğu kabiliyetler onun kaderidir. İNCELEYELİM İnsanın çalışmasıyla ilgili olarak aşağıda verilen kavram haritasını inceleyiniz. Plan yapmayı sağlar Karşılığını alır Dinin emridir İnsanın çalışması Mutluluk verir Tevekkül gerektirir İlerlemeyi sağlar 2. 2. Özgür Olmak Özgür olmak, insan için önemli bir ölçüdür. İnsan, Allah tarafından yeryüzünde iyi ve ahlaklı olma görevini gerçekleştirmek için özgür bırakılmıştır.16 Bu amaca ulaşmak için çaba gösterecek olan insanın kendisidir. İnsanın sorumlu olması için hür olması gerekir. Allah, insana özgürce hareket edebileceği geniş bir alan açmış ve onu özgürlüğü oranında da sorumlu tutmuştur. İnsanın kaderi, fiillerinde özgür olması ve istediğini yapabilmesidir. İnsan, yapmadığı veya gerçekten yapmak zorunda kaldığı hiçbir şey için hesap vermez. HAZIRLAYALIM Aşağıda insan hürriyeti ve eylemlerine ilişkin olarak verilen kavram haritasını dikkate alarak bir konuşma metni hazırlayınız. İnsan Seçimlerinde özgürdür. Eylemlerinden sorumludur. Baskı ve zorlama yoktur. 15 Hucurât suresi, 17. ayet. 16 Kehf suresi, 7. ayet; Hûd suresi, 7. ayet. 149 İradeyle şekillenir. KELAM İnsan; iyi ve kötü, doğru ve yanlış, güzel ve çirkin olan şeyleri ayırt edebilecek, karşılaştığı şeylere değer atfedebilecek ve bu değerler arasında seçim yapabilecek kabiliyettedir. İnsana bu güç ve imkânı veren Allah’tır. Bu imkânı, insan özgür iradesi doğrultusunda kullanır. Özgürlük, hem iyiliğin hem de kötülüğün kaynağı olarak insanın lehinde veya aleyhinde sonuçlanabilir. Bu anlamda inkâr etmek ya da şirk koşmak dahi insana verilen özgürlük sınırları içindedir. Allah, insanlara özgür iradesiyle tercihlerini doğru yapabilmesi için yardımcı olmak üzere peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Sonra da “…Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör.”17 ayetinde belirtildiği gibi inanıp inanmama konusunda insanı serbest bırakmıştır. Özgür olmak yaptıklarından sorumlu olmak anlamına gelir. Bu sorumluluğu reddeden müşrikler, Allah’ın dilemesinin kulun tercihlerine göre oluştuğunu kabul etmemişler ve kendi seçimlerinin ilahî takdir sonucu olduğunu iddia etmişlerdir. Bu konuda Kur’an’da, “Allah’a ortak koşanlar diyecekler ki: “Eğer Allah dileseydi, biz de ortak koşmazdık, babalarımız da… De ki: ‘Sizin elinizde ortaya koyacağınız bir bilgi, bir belge varsa hemen çıkarıp gösterin. Ama gerçek şu ki: Siz sadece kuru bir zannın ardından gidiyor ve düpedüz yalan söylüyorsunuz.’ ”18 buyrularak onların bu haksız yakıştırmaları reddedilmiştir. YORUMLAYALIM Aşağıdaki ayeti insanın özgürlüğü açısından yorumlayınız. “Eğer Rahman dileseydi, biz onlara (meleklere) kulluk etmezdik” dediler. Bu konuda hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar.” (Zuhruf suresi, 20. ayet.) 2. 3. Sorumlu Olmak Sorumlu olmak, insan için önemli bir ölçüdür. İnsan, kendisinde potansiyel olarak var olan seçme ve tercih yapabilme yeteneğini kullanır ve bu yönüyle diğer varlıklardan ayrılır. İnsan, sorumluluğunun farkında olarak hesap vereceği bilinciyle hareket etmeli ve iyilik yapmanın yollarını aramalıdır. Çünkü Kur’an’a göre o zerre kadar da olsa yaptıklarının hesabını verecektir.19 İnsan, özgür iradesi sonucu ortaya çıkan eylemlerinin sorumluluğundan kaçamaz. 17 İnsan suresi, 3. ayet. 18 En’âm suresi, 148. ayet; Nahl suresi, 35. ayet. 19 Zilzâl suresi, 7, 8. ayetler. 150 VIII. ÜNİTE: İNSAN ve KADERİ Kişinin hiç emek harcamadan kendini olayDEĞERLENDİRELİM ların akışına bırakması, başarı veya mutluluğun ayaklarına gelmesini beklemesi doğru değildir. İnsanın kişisel ve toplumKur’an’da, hayatın akışı içinde hiçbir şeyi sorgulasal sorumluluklarını yerine madan hareket eden ya da olaylar karşısında körü getirmesi açısından Nisâ suresinin 75. körüne teslimiyet gösteren insanların, “Batıla daayetini Kur’an mealinden bularak de20 ğerlendiriniz. lanlarla birlikte biz de dalardık.” dedikleri anlatılır. Bilinçten yoksun böylesine bir taklidin insanı hayra ulaştırmayacağı çok açıktır. İnsanların, yanlış anlayış ve geleneklerin etkisinde kalarak değiştirme ve düzeltme imkânı bulamadıkları ve hoşlarına gitmeyen durumlar karşısında, “Ne yapalım kader böyleymiş.” diyerek sorumluluğu terk ettiği veya başkalarına devrettiği görülür. Bu durum genellikle; “kader”, “alın yazısı”, “yazgı”, “talih”, “kötü talih” olarak nitelenerek suç ya da suçlular gizlenir. Hatta sorumluluktan kaçmak isteyen bazı insanların kötü bir durum karşısında başlarına gelen musibetleri Allah’tan gelen birer ceza gibi değerlendirdikleri görülür.21 Hâlbuki ortaya çıkan kötülüklerin sonuçlarının Allah’a ait kılınması mümkün değildir. Çünkü o kullarına hiçbir zaman zulmetmez ve onların kötülüğünü hiçbir şekilde asla istemez. Bu konuyla ilgili olarak Şûrâ suresinin 30. ayetinde, “Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir…” buyrulmuştur. Bu ayet insanın yapıp ettiklerinden sorumlu olduğuna işaret etmektedir. İnsanların kaderi, sorumluluklarını örten bir sığınak olarak görmeleri doğru değildir. Böylesine yanlış sığınmaların, sorumlu olanlara hesap sormayı veya olaylardan ders alınmasını engelleyeceğini de unutmamalıdır. BULALIM Kaderle ilgili olarak aşağıda verilen kavram haritasında boş bırakılan yere uygun bir karşılık bulunuz. Kader Sorumluluktan kaçmamızın nedeni olamaz Kazayla gerçeklik kazanır Eylemlerin sonucudur İradeye göre oluşur ………………… LİSTELEYELİM “İnsan akıl sahibi, özgür ve sorumlu bir varlık olmasa ne tür sorunlar ortaya çıkardı?” sorusu çerçevesinde örnek olaylar bularak sınıfta arkadaşlarınızla tartışınız. Ulaştığınız sonuçları listeleyiniz. 20 Müddessir suresi, 45. ayet. 21 Ankebût suresi, 10. ayet. 151 KELAM 3. Kaderle İlişkilendirilen Bazı Kavramlar Kader söz konusu edildiğinde onunla ilişkilendirilen bazı kavramlar vardır. Ecel, ömür, rızık, afet, sağlık ve hastalık, başarı ve başarısızlık, tevekkül, hayır ve şer ile hidayet ve delâlet gibi kavramlar bunlardan bazılarıdır. 3.1. Ecel ve Ömür Ecel kelimesi, sözlükte; hayatın sonu, müddet ve süre gibi anlamlara gelmektedir. Bu kavram insanın ömrünün bittiğini, dünya hayatının sona erdiğini anlatır. Ömür ise insanın doğumundan ölümüne kadar geçen süreye verilen addır. Kur’an’da canlılarda olduğu gibi toplumların da bir ömrü olduğundan bahsedilir.22 Ölüm, asla karşı çıkılamayacak bir gerçektir.23 Kur’an’da insana düşünüp tercihlerini yapabileceği kadar uzun bir ömür verildiği hatırlatılır.24 Burada insanın düşünüp karar vermesi için yeterince zamanı olduğu vurgusu vardır ve sorumluluklarını askıya alarak daha çok yaşama arzusu hoş karşılanmamıştır.25 Bu anlamda Kur’an’da, “Hiç kimse, tayin edilmiş belli bir vadeden önce, Allah’ın izni olmadan ölmez…”26 buyrulmuştur. Allah, her canlıya doğal bir yaşam süresi takdir ve tayin etmiştir. İnsan, normal şartlarda sağlıklı ve yeterli beslendiği ve çevre faktörlerinden olumsuz yönde etkilenmediği sürece doğal ömrünü tamamlar. İnsan için Allah’ın takdir ettiği doğal yaşam süresini olumsuz yönde etkileyen sebeplerin asgariye indirildiği bazı ülkelerde insanların daha uzun yaşadığı görülmektedir. Bu tespit, doğal ömrü tamamlamaya engel teşkil eden harici sebeplerin önceden tayin edilmiş olamayacağını gösterir. Bu konuda Kur’an’da, “…Yaşayan bir varlığa daha çok ömür verilmesi de onun ömründen 22 A’râf suresi, 34. ayet. 23 Enbiyâ suresi, 44. ayet. 24 Fâtır suresi, 37. ayet. 25 Bakara suresi, 96. ayet; Yâsîn suresi, 68. ayet. 26 Âl-i İmrân suresi, 145. ayet; Lokman suresi, 34. ayet. 152 DEĞERLENDİRELİM Aşağıdaki ayeti dikkate alarak ömür konusunu değerlendiriniz. “Odur sizi balçıktan yaratan ve sonra (sizin için) bir ömür tayin eden, (yalnızca) onun bildiği bir ömür…” (En’âm suresi, 2. ayet.) YORUMLAYALIM Aşağıdaki ayet çerçevesinde insanın doğal ömür süresini yorumlayınız. “Eğer Allah, insanları yaptıkları zulümler yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları belirli bir süreye kadar erteler. Ecelleri geldiği zaman ise ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.” (Nahl suresi, 61. ayet.) VIII. ÜNİTE: İNSAN ve KADERİ biraz azaltılması da mutlaka bir Kitap’ta yazılıdır…”27 buyrulmuştur. Öyleyse insanın kaliteli bir yaşam sürmesini sağlayan dolayısıyla ömrünü uzatan şartların oluşturulması için Allah’ın yeryüzünde koyduğu ölçülerin dikkate alınması gerekir. Bütün insanların kendilerine Rableri tarafından verilen ömrü tamamlamaları bir haktır. Bu yüzden Kur’an’da, “…Eğer bir kimse bir insanı öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibidir ve bir kimse bir hayat kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış gibi olur…”28 buyrulmuştur. 3. 2. Rızık Rızık, sözlükte, nasip, pay, nimet ve bağış gibi bütün canlıların faydalandıkları şeydir. Terim olarak Allah’ın bütün canlılara lutfettiği nimetlerdir. Bu nimetler maddi olabileceği gibi manevi de olabilir. Kur’an’da, “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın…”29 buyrulmuştur. Allah, “…Yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın…”30 buyurarak rızkın temin edilmesi için insanları teşvik etmiştir. Aynı şekilde Allah’ın emirlerine riayet eden peygamberlerin tamamı bir meslek veya sanat sahibi olarak rızkını aramış, alın teri dökmüş ve bu konuda örnek olmuşlardır. Allah, yeryüzünü insanın yaşayabileceği bir mekân olarak hazırlamış ve bütün nimetlerini onun hizmetine sunmuştur. Yağan yağmur, yeşeren toprak ve gemileri taşıyan denizler gibi her şey insanın emrine verilmiştir. Hatta yeryüzünde onun lutfundan istemeyi kendi varlığının ve kudretinin delillerinden saymıştır.31 Nahl suresinin 18. ayetinde, “Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız, asla böyle bir işin altından kalkamazsınız! Şüphesiz Allah, çok bağışlayan (ve) çok merhamet edendir.” buyrularak bu nimetler onun rahmetinin bir eseri sayılmıştır. Allah, bütün canlılara yete27 Fâtır suresi, 11. ayet. 28 Mâide suresi, 32. ayet. 29 Hûd suresi, 6. ayet. 30 Cuma suresi, 10. ayet. 31 Rûm suresi, 23. ayet. 153 DEĞERLENDİRELİM Aşağıdaki hadisi rızık elde etmek ile ilgili olarak değerlendiriniz. “Hiç kimse, elinin emeği ile kazandığını yemekten daha hayırlı bir kazanç yememiştir. İşte Allah’ın peygamberi Davut da elinin emeğini yerdi.” (Buharî, Buyû, 15.) KELAM cek kadar nimet yaratmış ve bu nimetlerin paylaşılması noktasında ekonomik, sosyal ve ahlakî konularda öğütler vermiştir. Ayrıca Allah, servetin sadece zenginler arasında dolaşarak tekelleşmesini kınamış ve paylaşılması gerektiğini vurgulamıştır.32 Kur’an’da bazı insanların daha zengin olmasının bir imtihan sebebi olduğu ve zenginlikleri oranında sorumluluk taşıdıkları belirtilmiştir. Kaybetme korkusuyla nimetleri paylaşmamanın şeytanın bir oyunu olduğuna dikkat çekilerek infak edilmesi hâlinde daha çok verileceği vurgulanmıştır. Burada gizli ya da açık başkalarına yardım etmek, inanmanın bir gereği olarak teşvik edilmiştir.33 Kur’an’da, nimetleri paylaşmamak bir hak gaspı olarak nitelenir ve rızkın Allah’tan olduğunu inkâr etmekle bir tutulur.34 Bütün bu emir ve tavsiyeler, açlık ya da fakirliğin bir kader olmadığını gösterir. İnsanların geçim noktasında zor durumda kalması kendilerinin ya da başkalarının tutumları ile ilgilidir. Yeryüzündeki imkânlar, üzerinde yaşayan herkese yetecek kadardır ve bu imkânlardan faydalanmak herkesin hakkıdır. Ancak fakirliğin ilahî takdire göre oluştuğunu iddia eden müşrikler kaderci bir tavır takınarak bu paylaşımı reddetmişlerdir. Bununla ilgili olarak Kur’an’da şöyle buyrulmuştur; “Kendilerine, ‘Allah’ın size verdiği rızıktan başkaları için harcayın!’ denildiğinde, hakikati inkâra şartlanmış olanlar, inananlara, ‘Rabb(iniz) dileseydi (kendisinin) besleyebileceği kimseleri biz mi besleyip doyuralım? Doğrusu siz açık bir yanılgı içindesiniz!’ derler.”35 Şüphesiz rızkın yaratılması Allah’ın takdiridir. Ancak rızkın dağılımında insanların bulundukları konumlara göre yerine getirmeleri gereken sorumlulukları vardır. 3. 3. Afet Yeryüzünde deprem, sel, erozyon ve orman yangınları gibi insanların karşılaştıkları pek çok doğal afet vardır. Kur’an’da “Göğü Allah yükseltti ve mîzanı (dengeyi) o koydu. Sakın dengeyi bozmayın.”36 buyrulmuştur. Bu dünyanın fiziki yasalarını koyan Allah’tır. Merhamet ve adaletinin tezahürü olarak yeryüzünü bir denge içinde yaratan ve bu dengeyi korumamızı isteyen de yine odur. O, anlamsız ve amaçsız hiçbir şey yapmaz. Bu anlamda afetlerin önemli bir kısmı bizzat insanların kendi elleriyle yol açtıkları sorunlardan kaynaklanabileceği gibi pek çok konuda gerekli tedbirleri almamanın sonuçlarıyla da karşılaşılabilmektedir. 32 Haşr suresi, 7. ayet. 33 Bakara suresi, 268. ayet; İbrahim suresi, 7. ayet; Nahl suresi, 75. ayet. 34 Meâric suresi, 24. ayet; Nahl suresi, 71. ayet. 35 Yâsîn suresi, 47. ayet. 36 Rahmân suresi, 7, 8. ayetler. 154 VIII. ÜNİTE: İNSAN ve KADERİ Kur’an’a göre Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez.37 Dolayısıyla insanlar önce afetleri oluşturan sebepleri ortadan kaldırmaya çalışmalı ve bu afetlerle mücadele edip onlardan en az zararla kurtulmanın yollarını bulmalıdırlar. Örneğin insanların depreme karşı bir takım tedbirlerle korunabildiği düşünüldüğünde, ilahî takdirin bu önlemleri almaktan yoksun insanları hedef almış olması düşünülemez. Nitekim yapılması mümkün kötülüklerden hiçbirisiyle ilgisi olmayan çocuk, genç ve yaşlı kimselerin beton yığınları arasında ölmesinin takdire bağlanması doğru değildir. Üstelik sağlam yapılaşma yöntemlerinin depreme karşı yeterince korunma sağladığı çok açıktır. Gerekli tedbirleri alıp can ve mal kaybının önlenmesi mümkün iken bu afeti alın yazısı veya kader olarak karşılamak doğru değildir. İnsan aklını kullanarak bu tür afetlere karşı önlemler alabilir. Zamanımızda deprem haritaları oluşturulup gerekli önlemler alınmak suretiyle bu afet bir sürpriz olmaktan gittikçe uzaklaşmaktadır. Ahiret ve hesap bilinci, afetlerle mücadeleden insanın sorumlu olduğunu anlatır. Daha güzel ve güvenli bir dünyada yaşamak için Kur’an’ın çağrısı, “Onlar, Allah’a ve ahiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten menederler; hayırlı işlere koşuşurlar. İşte bunlar iyi insanlardandır.”38 şeklindedir. YORUMLAYALIM Aşağıdaki ayette verilen mesajı yorumlayınız. “(Allah’ın buyruklarını umursamaz hale gelen şu) insanların kendi elleriyle yapıp-ettikleri sonucunda karada ve denizlerde çürüme ve bozulma başladı. Bu şekilde (Allah), belki (doğru yola) geri dönerler diye yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını onlara tattıracaktır.” (Rûm suresi, 41. ayet.) TARTIŞALIM Aşağıdaki paragrafta anlatılan konuyu takdir ya da tenkit ederek arkadaşlarınızla tartışınız. “Deprem örneğinde olduğu gibi afetler, iyi şartlarda yaşayan ve bu yıkımlardan zarar görmeyen insanlarla, kötü durumda hayat süren ve çok şeyini kaybedenler arasındaki sosyal farkların ortaya çıkmasına ve belirginleşmesine yol açmaktadır. Bu anlamda afetler, içinde yaşadığımız dünyanın yaratılış amacının, adil ve paylaşımcı bir ortamı zorunlu kıldığını ve asgari yaşam koşullarının, herkes için insana yakışan bir ortam içermesi gerektiğini göstermektedir. Afetlerin yol açtığı zararlar, doğru ve sağlıklı yaşamak açısından gerekli tedbirleri almayan ya da alamayan insanların ödediği bir bedeldir. Şüphesiz bir takım tedbirlerle önlenebilecek bir zarar, kader olamaz. Bu konuda kader, olsa olsa insanların ihmalleri ve vurdumduymazlıkları sonucunda kaçınılmaz olarak zarara uğramalarıdır.” 37 Bakara suresi, 286. ayet. 38 Âl-i İmrân suresi, 114. ayet. 155 KELAM 3. 4. Sağlık ve Hastalık İnsan için en önemli nimetlerden birisi sağlıklı olmaktır. İslam dini kişinin sağlıklı olması için ona pek çok önerilerde bulunmuştur. İslam’da temizlik ve sağlığa uygunluk şartları oldukça ciddiye alınmıştır. Allah, kulunun temizliğine önem verdiğini indirdiği ayetlerde göstermiştir. Örneğin abdest ve gusül konusu bu temizliğin sağlanması için başlı başına bir etkinliktir. Aynı şekilde benzer bir hassasiyet yiyecek-içecek konusunda da gösterilerek “Yeryüzündeki şeylerin helâl ve temiz olanlarından yiyin!..”39 buyrulmuştur. GRUP ÇALIŞMASI YAPALIM a) İnsanların hastalıklarını kader olarak görmesinin fayda ve zararlarını konu edinerek sınıfta iki ayrı grup oluşturunuz. b) Her bir grup fayda ve zarar açısından elde edeceği düşünceler ve deliller üzerinde çalışsın. Allah, her hastalığın çaresini yaratmıştır. İnsan, c) Yaptığınız çalışmaları sunu hâline bu çareleri bulmak ve tedavi olmak zorundadır. getirerek sınıfta arkadaşlarınızla tartışınız. Nitekim Allah’a ibadet edebilmek için dahi sağlıklı olmak gerekir. İnsan, hastalık vb. sıkıntılarda sabretmeli, tedavi olmalı ve iyileşmek için gayret etmelidir. Ancak buradaki sabır, içinde bulunduğu duruma katlanmak ya da bunu kader saymak değil aksine kurtulmak için mücadele etmek anlamındadır. Nitekim dua dahi kişinin sıkıntılı durumunu değiştirme isteği ve çabasıdır. İnsanların, silahlanmak ve savaşmak için gösterdikleri gayret ve harcadıkları parayı; hastalanmamak, hastalıkların çaresini bulmak ve kurtulmak için harcamaları hâlinde dünya daha sağlıklı olacaktır. 3. 5. Başarı ve Başarısızlık İnsan, iradesini doğru yolda kullanıp güzel şeylere yönelirse başarı kazanır. Buna “tevfik” denir. Bu, Allah’ın rızası yönünde hareket eden kulun işlerinde muvaffak kılınması anlamına gelir. İnsanın yanlışa yönelmesi ve kötü olanı tercih etmesiyle başarısızlık gelir. Buna da “hızlan” denir. Hızlan, Allah’ın yanlış yönde hareket eden kulundan yardımını kesmesidir.40 Hud suresinin 88. ayetinde, “… Başarım ancak Allah’ın yardımı iledir. Ben sadece ona güvenip dayanıyor ve her zaman, her konuda ona yöneliyorum!” buyrularak başarılı olmak Allah’ın yardımına bağlanmıştır. BULALIM Aşağıdaki ayette sözü edilen doğru davranmak ile başarılı olmak arasındaki ilişkiyi bulunuz. “Allah, şöyle diyecek: ‘Bugün, doğrulara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür.’ Onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu büyük başarıdır.” (Mâide suresi, 119. ayet.) 39 Bakara suresi, 125, 168, 172. ayetler. 40 Hûd suresi 88. ayet; İsrâ suresi, 22. ayet; Furkân suresi, 29. ayet. 156 VIII. ÜNİTE: İNSAN ve KADERİ İnsan, başarılı olmak ister. Bunun için çaba sarf eder. Kur’an’da A’raf suresinin 128. ayetinde, “Sonuç (gelecek) Allaha karşı sorumluluk bilincine sahip olanlarındır!” buyrularak başarılı olmak için sorumluluklarını yerine getirmenin önemi üzerinde durulur. Bu anlamda başarı bir kader ya da yazgı sonucu çalışmadan kendiliğinden gerçekleşen bir şey değildir. Kur’an’da, “İnsan ancak kendi çalışmasının karşılığını elde edebilir.”41 buyrulmuştur. Peygamberlerin hayatı, çektikleri sıkıntılar ve başarılı olmak için gösterdikleri gayretler bu konuda yeterince örnek oluşturmaktadır. Kur’an’da insanın karşılaşabileceği tehlikeler açıklanmış onu mutsuz ve başarısız kılacak sebepler anlatılmıştır. Bütün bu uyarılara rağmen insan seçimlerinde özgür bırakılmıştır. Başarı gibi başarısızlık da tamamen insanın kendi kazancıdır. İnsanın başarısız olması kendisi dışında çevre faktörlerinden de kaynaklanıyor olabilir. Ancak bu ilahî bir takdirin onu mecbur etmesi şeklinde olamaz. Yeryüzünde ortaya çıkan gerek toplumsal gerek fizikî anarşi ya da bozulmaların sorumlusu insandır.42 Çevreyi kirleten, savaşlar çıkaran, öldüren, eziyet eden, başkalarını düşünmeyen hep insandır. Kur’an’a göre gerçek başarı ise sonuç itibariyle ahiret hayatında mükâfatla karşılanmak ve Allah’ın razı olmasıdır.43 Bu anlamda başarılı olmak için kişinin gayret göstermesi ve özellikle ahlaki sorumluluklarını yerine getirmesi gerekir. Bu yüzden kişi çok çalışarak başarılı olmayı Allah’tan beklemeli ve başarı- YORUMLAYALIM larını başkalarının mağduriyetine dayandırma- “Allah, kendisine karşı malıdır. Kur’an’da, “Yaptıklarından ötürü gelmekten sakınanları (mut- sevinen, öbür taraftan yapmadıkları işler- takileri) başarıları sebebiyle den dolayı övülmek isteyen kimselerin sakın kurtarır. Onlara kötülük dokunmaz. azaptan yakayı kurtaracaklarını sanma!...”44 Onlar üzülmezler de.” buyrulmuştur. Bu anlamda inanan kişi, her şeyi kendisinin yaptığını iddia edecek kadar kibir- (Zümer suresi, 61. ayet.) li veya hiçbir şey yapmadan başarılı olmayı Yukarıdaki ayeti dikkate alarak, “Başa- bekleyecek kadar tembel olmamalıdır. Allah, rısızlık, bir kader değildir.” sözünü yorum- kişinin yapmadığı şeylerle övünmesini doğru layınız. bulmaz.45 41 Necm suresi, 39. ayet. 42 Rûm suresi, 41. ayet; Âl-i İmrân suresi, 182. ayet. 43 Tevbe suresi, 72, 89. ayetler; Mâide suresi, 119. ayet; Nisâ suresi, 13. ayet. 44 Âl-i İmrân suresi, 188. ayet. 45 Sâf suresi, 2. ayet. 157 KELAM 3. 6. Tevekkül ŞİİR - YORUM Tevekkül, sözlükte; güvenmek, dayanmak ve işi başkasına havale Aşağıdaki şiiri tevekkül anlayışı çerçeveetmek demektir. Terim olarak, kisinde değerlendiriniz. şinin gerçekleştirmek istediği işi konusunda elinden geleni yaptıkAzimden Sonra Tevekkül tan sonra Allah’a güvenip dayan“Allah’a dayandım!” diye sen çıkma yataktan… ması ve onun yardımını beklemesi anlamına gelir. Zaten mümin Ma’nâ-yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nâdan! bir anlamda hem güven veren Ecdadını zannetme asırlarca uyurdu; hem de Allah’a güvenen insan Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu? demektir. Bu konuda Kur’an’da Nisâ suresinin 81. ayetinde, “… Üç kıt’ada, yer yer, kanayan izleri şahid: Hiç kimse Allah kadar güvene Dinlenmedi bir gün o büyük nesl-i mücâhid. layık olamaz.” buyrulmuştur. Âlemde “tevekkül” demek olsaydı “atalet”, Mümin, yaptığı ve yapacağı işlerde Allah’a güvenip dayanır. Bu Mîrâs-ı diyânetle yaşar mıydı bu millet? güven onu kötü şeyler yapmaktan Çoktan kürenin meş’al-i tevhîdi sönerdi; alıkoyduğu gibi zor anlarında da ona ümit aşılar. Allah’ın rızası ve Kur’an duramaz, nezd-i İlâhiye dönerdi. yardımı olmadan gerçekleşen iş(M. Âkif Ersoy, Safahât, lerde veya çalışmadan ya da hak Gölgeler (Yedinci Kitap), s. 453.) etmeden kazanılan servette hayır yoktur. İnanan bir kişi her işinde Allah’ın rızasını gözeterek doğru ve dürüst davranır. Bir konuda elinden geleni yaptıktan sonra sonucun kendisi için hayırlı olmasını ümit ederek Allah’a tevekkül eder. İnsanın aciz kaldığı veya güç yetiremediği durumlar dışında hiç emek harcamadığı bir konuda beklenti içinde olması doğru değildir. Tevekkül, güzel bir davranış ve ahlaki bir tavırdır. Allah, kendisine inananları savunacağını ve hemen her konuda onlara yardım edeceğini söylemiştir.46 Allaha güvenip dayanan kişi Allah’ın mutlaka doğru hüküm ve hikmetle kendisine yardım edeceğini, gaybı/geleceği onun bildiğini ve bütün hayrın onun elinde olduğunu bilir. Âl-i İmrân suresi, 122. ayetinde buyrulduğu gibi, “…Müminler yalnız Allah’a güven duymalıdırlar.” Bu yüzden inanan kişi, Allah’ın emir ve yasaklarını dikkate alarak işleri konusunda elinden gelen çabayı gösterir. Karşılaşacağı muhtemel zorluk ve kötülüklere karşı onun desteğini ve korumasını ümit eder. Nitekim Allah, kendisine güvenerek çalışıp çabalayan hiçbir kulunu yalnız ve yardımcısız bırakmamıştır. Onun sınırsız kudreti, rahmeti ve yüceliği bu güveni hiç boşa çıkarmamıştır. Bu konuda Kur’an’da, Hac suresinin 38. ayetinde, “Allah inananları (bütün kötülüklere karşı) mutlaka koruyacaktır…” buyrulmuştur. Hiçbir önlem almadan ve elinden geleni yapmadan kişinin Allah’a tevekkül etmesi İslam’ın sorumluluk anlayışı ile bağdaşmaz ve tutarlı bir tavır olarak da görülemez. 46 Âl-i İmrân suresi, 160. ayet; Mâide suresi, 11. ayet; Enfâl suresi, 49, 61. ayet. 158 VIII. ÜNİTE: İNSAN ve KADERİ YORUMLAYALIM Aşağıdaki ayetleri tevekkül anlayışını dikkate alarak yorumlayınız. “İnananlar ancak o kimselerdir ki, her ne zaman Allahtan söz edilse kalpleri korkuyla titrer ve kendilerine her ne zaman onun ayetleri ulaştırılsa inançları güçlenir ve Rablerine güven beslerler.” (Enfâl suresi, 2. ayet.) “…Bir konuda karar verince (artık) Allah’a güven. Zira Allah, ona güven duyanları sever.” (Âl-i İmrân suresi, 159. ayet.) 3. 7. Hayır ve Şer NOT EDELİM Hayır, sözlükte iyi ve faydalı iş demektir. Terim olarak; Allah’ın emrettiği, razı oldu- Hayrın ve şerrin her ikisinin de ğu ve sevdiği davranışlar anlamına gelir. Şer Allah’a izafe edilmesinin sebebi, ise, kötü ve fena iş demektir. Terim olarak ise hayır ve şer tanrısına inanan cahil insanla- Allah’ın yasakladığı ve hoşnut olmadığı, so- rın dualist batıl anlayışlarına engel olmaktır. nuçta yerilen ve cezayı hak eden davranışlar Böylece özellikle şerre bulaşan insanların anlamına gelir. içinde bulundukları sıkıntıdan kurtulmak İnsanın filleri iyi ve kötü (hüsun ve kubuh) ve bu fillerinin sonuçları da hayır ve şer olarak adına Allah dışında başka bir güç vehmet- bir değer taşır. Bu fiillere bu değerleri takdir melerinin önüne geçilmek istenmiştir. eden Allah’tır. İnsan aklı ise bunları kavrama (Saim Yeprem, Kader, s. 188.) ve bulma yeteneği ile donatılmıştır.47 Allah hayrı mükâfatlandıracak şerri ise cezalandıracaktır. Bu yüzden insanın hayır işlemesi ve LİSTELEYELİM şerden kaçınması gerekmektedir. İnsanın hayra Kader anlayışı çerçevesinde ulaşması ya da şerre yönelmesi kendi elindedir. Allah’ın iradesi ile kulun iradesi ara- Bu konuda Allah’ın takdiri kulun davranışla- sındaki ilişki üzerine bir konuşma or- rına göre şekillenir. Hayra ulaştıran, Allah’tır. tamı oluşturup elde ettiğiniz sonuçları Şer ise hayrın yokluğundan ya da terkinden listeleyiniz. kaynaklanır ve bizzat insan elinden çıkar. 47 Saim Yeprem, Kader, s. 187. 159 KELAM 3. 8. Hidayet ve Dalalet Hidayet; doğru yol, hidayete ermek ise doğru yolu bulmak demektir. Kur’an’da, “…(Asıl) doğru yol Allah’ın yoludur…”48 buyrulmuştur. Bu anlamda hidayet, doğru yolu göstermek, işaret etmek ve bu yolda rehberlik yapmak anlamına gelir. Şüphesiz Allah’ın rehberliği gelişi güzel bir rehberlik değildir. En ince ayrıntısı dikkate alınmış, rahmetle düşünülmüş ve hayırla sonuçlanacak bir amaca göre ayarlanmış bir rehberliktir. Hidayet, terim olarak; küfür ve şirk gibi kötü yollardan kurtularak kişinin amacına ulaşması ve doğru yolu bulması anlamında olumlu bir içeriğe sahiptir. Dalâlet yanlış yol; dalâlete düşmek ise yoldan çıkmak, şaşırmak, kaybolmak, sapıklık veya sapkınlık demektir. Kur’an’da, “…Gazaba uğrayanlarınkine ve sapkınların (yoluna bizi iletme.)”49 buyrulmuştur. Bu anlamda dalâlet, yoldan ayrılarak doğru olanı terk etmek anlamına gelir. Dalâlet terim olarak; kişinin Allah’ın gösterdiği doğru yoldan saparak başka yollara girmesidir. ÖRNEKLENDİRELİM Aşağıdaki ayeti Kur’an ve hidayet çerçevesinde örneklendiriniz. “Gerçekten bu Kur’an en doğru olan yola götürür…” (İsrâ suresi, 9. ayet.) Evrende insanın yönelebileceği bütün yolDEĞERLENDİRELİM ları Allah yaratmıştır. Bu yollardan birini tercih eden ise insandır. Allah, insanlara peygamberler Aşağıdaki ayetleri insanın umve kitaplar göndererek onlara doğru ve yanlış duğuna ermesi açısından değeryolları göstermiştir. Bütün evreni insanın emlendiriniz. rine amade kılmıştır. İnsana kulak, göz, kalp, “Allah’a iman edip ona sımsıkı sarıferaset ve irade vererek onu diğer canlılardan lanları ise (Allah), kendisinden bir rahüstün tutmuştur. Ayrıca insanın kendi nefsinde met ve lütfa kavuşturacak ve onları kenve tabiatta varlığının ve birliğinin işaretlerini disine varan doğru bir yola iletecektir.” varetmiştir. İnsana akıl vermiş, onu iyi ve kö(Nisâ suresi, 175. ayet.) tüyü anlayacak kabiliyette yaratmıştır. Allah’ın insanın doğru yolu seçmesi konusundaki na“Doğrusu, imana erişip doğru ve 50 sihatleri, bir nevi adres tarifi gibidir. Allah, yararlı işler yapanlara gelince, Rableri insanın seçimlerinin hangi noktada son bulacaimanlarından dolayı onları doğru yola ğı konusunda dikkatli davranmasını ister. Hiç eriştirmektedir…” ayrım yapmadan öğüt verip yol gösterir.İnsan (Yûnus suresi, 9. ayet.) suresinin 3. ayetinde, “Gerçek şu ki, biz ona (insana) doğru yolu/yöntemi gösterdik; şükredici ya da nankör (olması artık kendisine kalmıştır).” buyrulmuş ve doğru tercih yapması gerektiği vurgulanmıştır. Kişinin kötü yolları seçerek dalalete düşmesi, onun kendi tercihidir. 48 Bakara suresi, 120. ayet. 49 Fâtiha suresi, 7. ayet. 50 Tevbe suresi, 115. ayet. 160 VIII. ÜNİTE: İNSAN ve KADERİ Kur’an; küfürde ısrar etmek, aşırı yalancılık, günah ve zulüm işlemek gibi davranışlarını kişinin dalalet içine düşmesi ve hidayete erememesinin sebepleri arasında sayar.51 Uzun süre yanlış bir yol tutmak ve kötülüğün âdet hâline getirmek kişide buna uygun bir ahlak oluşturur. Dolayısıyla kişi bir zaman sonra gittiği yolun yanlışlığını anlayamaz ve geri dönemez hale gelebilir. Bu yüzden Kur’an’da, “…Allah, kimi saptırırsa artık onu doğru yola iletecek yoktur.”52 buyrularak bu psikolojik hâle dikkat çekilmiş ve bu duruma karşı insan uyarılmıştır. Başka bir ifade ile kötü yolu tercih ederek geri dönülemez konumda kalmak Allah’ın koyduğu psikolojik bir gerçek, ölçü veya kaderdir. Ancak bu yolu tercih etmek ya da terk etmek insanın elindedir. Fâtiha suresindeki, “Bizi doğru yola ilet.” ayeti, insanın sürekli bir gerçek arayışı içinde olması gerektiğini hatırlatır. Allah, inanan ve salih ameller işleyenlere yardım edeceğini vaat etmiştir. Örneğin Kur’an’da, “Bizim uğrumuzda didinenleri biz, yollarımıza elbette ulaştıracağız. Allah, güzel düşünüp güzel davrananlarla mutlaka beraberdir.”53 buyrulmuştur. Bu birliktelik, doğru adrese ulaşmak isteyenler için onları umduklarına kavuşturan önemli bir destektir. Başka bir ifade ile adres tarifi herkes için açıktır ama sadece doğru adrese ulaşmak için gayret edenlere yardım edilmektedir. ARAŞTIRALIM - BULALIM İnsan kaderinin ilişkili olduğu kavramları gösteren tabloda boş yerleri doldurunuz. İnsanın Kaderi Evrendeki yasalar İradi olmayan davranışlar İradi davranışlar Ay tutulması İnsanın ten rengi İnsanın eğitimi 51 Zümer suresi, 3. ayet; Mü’min suresi, 28. ayet; Ahkâf suresi, 10. ayet; Neml suresi, 81. ayet. 52 Ra’d suresi, 33. ayet. 53 Ankebût suresi, 69. ayet. 161 KELAM İnsan, özgürce doğru ya da yanlış yolları kendi seçer. Bunun sorumluluğunu da üstlenir. Kur’an, kişinin hidayetinin kendi lehine dalaletinin ise kendi aleyhine olduğunu ısrarla vurgulayarak bu konuda bir zorlamanın fayda vermeyeceğini bildirir.54 Hatta kişinin kendisi istemedikçe Hz. Peygamberin talebi ya da sevgisinin dahi bir işe yaramayacağı belirtilmiştir.55 Hiç kimse yapmadığı veya mecbur kaldığı bir işten dolayı kınanamaz ve cezalandırılamaz. İnanmak ya da inanmamak, iyilik yapmak veya kötü davranmak insanın kendi elindedir. Allah, hak etmeyen kimseyi doğru yola iletmez. İyi olana doğru bir adım atmadan veya kötü olandan uzaklaşmadan durup dururken kimseye hak etmediği bir karşılık verilmez.56 Kur’an’da, “Yoksa senin Rabb’in, halkı (birbirlerine karşı) dürüst davrandıkları sürece, bir toplumu (sırf) (çarpık inançları) yüzünden asla helak etmez.”57 buyrulmaktadır. İnsanlar arasında bazı şeyler vardır ki o konuda hiçbir gayret göstermedikleri hâlde “nasip”, “kısmet” “takdir-i ilahî” diyerek bekledikleri görülür. Şüphesiz Allah’ın dilemesi olmadan hiçbir şey gerçekleşmez. Ancak onun dilemesi ve yaratması için kulun adım atması gerekir. 54 Yûnus suresi, 108. ayet. 55 Kasas suresi, 56. ayet; Bakara suresi, 272. ayet. 56 Bakara suresi, 264. ayet; Âl-i İmrân suresi, 186. ayet. 57 Hûd suresi, 117. ayet. 162 VIII. ÜNİTE: İNSAN ve KADERİ ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM A. Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız. 1. Kader kelimesinin sözlük anlamını açıklayınız. 2. Akıl sahibi olmanın insanın kaderini nasıl etkilediğini açıklayınız. 3. İnsanın özgürlüğü ile kaderi arasındaki ilişki hakkında bilgi veriniz. 4. İnsanların daha uzun yaşaması ile kader arasında nasıl bir ilişki vardır? Açıklayınız. 5. Doğru bir tevekkül anlayışı nasıl olmalıdır? Açıklayınız. B. Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru seçeneklerini işaretleyiniz. 1. Aşağıdakilerden hangisi evren açısından kader anlayışının bir görüntüsü değildir? A) Güneş’in doğması B) Ay’ın hâlleri D) Yağmurun yağması E) Gök gürültüsü C) Çevre kirlenmesi 2. Afetlerle ilgili olarak aşağıdaki seçeneklerden hangisi doğrudur? A) Afetlerden korunulabilir. B) Afetlerden korunmak mümkün değildir. C) Afetlere özel bir anlamyüklemek gerekmez. D) Afetler kötü insanlar içindir. E) Afetleri anlamaya çalışmamalıyız. 3. Tevekkül ile ilgili sıralamada aşağıdaki seçeneklerden hangisi doğrudur? A) Düşünmek-yapmak-Allah’a sığınmak B) Allah’a sığınmak-düşünmek-yapmak C) Yapmak-düşünmek-Allah’a sığınmak D) Düşünmek-beklemek-yapmak E) Allah’a sığınmak-yapmak-düşünmek C. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri verilen kelimelerden uygun olanı ile doldurunuz. (düzen, kader, zaman, çalıştığının) 1. Allah’ın evrende koyduğu yasalara ………………. denir. 2. Evrendeki her şey bir …………….e göre yaratılmıştır. 3. “İnsan ancak kendi ………………… karşılığını elde edebilir.” (Necm suresi, 39. ayet.) Ç. Kader anlayışı insanların önemli bir problemidir. Bu anlamda insanların sahip olduğu kader anlayışının yol açtığı olumlu ya da olumsuz etkileri arkadaşlarınızla tartışınız. 163 KELAM IX.ÜNİTE KELAM İLMİNİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM 1. Günümüzde inanç esaslarına yönelik ne tür eleştiriler duydunuz? Belirtiniz. 2. Kelam ilminin toplumdaki inançların ve ahlakın korunmasında rolü ne olabilir? Araştırınız. 3. Deizm, agnostisizm, pozitivizm ve nihilizm kavramlarını felsefe sözlüklerinden araştırınız. Bunları arkadaşlarınızla paylaşınız. 4. İnsanın yaratılış amacı nedir? Araştırınız. 164 IX. ÜNİTE: KELAM İLMİNİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU 1. Günümüzde Kelam İlmi Hz. Muhammed, Allah’tan aldığı vahyi sahabelere iletmiş; aynı zamanda onların zihinlerini meşgul eden çeşitli soruları da cevaplandırmıştır. Örneğin inanç konusunda içindeki vesveseden bahseden bir sahabeye Peygamberimiz “Bu imanın kendisidir.”1 buyurmuş ve imanın taklitten kurtularak düşünüp sorgulamayla elde edilen bir imana (tahkik) dönüşmesinin önemini vurgulamıştır.2 Peygamberimizin vefatından sonra da Müslümanlar, itikatla ilgili ortaya çıkan sorunlarına çözüm aramaya devam etmişlerdir. Bu yeni sorunların ortaya çıkmasında Kur’an ayetlerinin anlaşılması ve siyasi olaylar gibi iç dinamikler; yeni fethedilen topraklarda karşılaşılan kültürlerle etkileşim gibi dış dinamikler etkili olmuştur. Müslüman toplumlar, itikatla ilgili çözümlerinde kelam ilminin metotlarından faydalanmışlardır. Böylece geniş bir fikir hürriyeti ortamında inançla ilgili çeşitli görüş ve düşünceler ortaya çıkmıştır. Kelam ilminin açıkladığı ve savunduğu inanç esaslarında başlangıçtan bu güne kadar herhangi bir değişiklik olmamıştır. Ancak günümüzde de Müslüman toplumlar birçok itikadî sorunla karşı karşıya kalmışlardır. Bu nedenle İslam inançlarının günümüzde yöneltilen eleştirilere karşı bugünün bilgi, zihniyet, kültür ve yöntemleri ile savunulması bir zorunluluktur. Klasik dönem kelam kitapları Allah’ın varlığını ispat (isbât-ı vacip) için hudus ve imkân delilleri gibi birçok delile yer vermişlerdir. Ancak bu ispat yöntemlerinin hepsi bugün için yeterli ve geçerli olmayabilir. Çünkü klasik kelam kitaplarının yazıldığı çağlarda din inancı toplumlar arasında hâkimdi, ateizm gibi inkârcı akımlar ise pek yaygın değildi. Bugün ise yaygın olan bu tür inkârcı akımların ortaya çıkardığı inanç problemlerine kelam ilmi, yeni metotlar ve söylemlerle çözümler geliştirmektedir. Böylece bu ilim dalı günümüzde de insanların doğru inancı nasıl gerçekleştirebileceklerinin yanında farklı inançları kendisine konu edinmektedir. Günümüz kelam ilmi, İslam’ın inanç ilkeleri etrafında oluşan klasik kelam kültürünü eleştirel bir yöntemle incelemekte ve geçmişle bağını koparmadan yeni dinî düşüncenin oluşmasına katkı sağlamaktadır. Müslüman toplumlarda bugün kelam ilmi, inanç alanında naklin yanında, yeni bilimsel verilerden hareketle akla daha fazla rol vermenin önemini belirten akademik seviyedeki çalışmalar ile varlığını sürdürmektedir. Bu çerçevede yapılan çalışmaların bir kısmı klasik kelam kültürünün tekrarı mahiyetinde ve kelam tarihi ile ilgilidir. Büyük bir kısmı ise çağdaş akımların etkisiyle ortaya çıkan yeni kelam problemlerini konu edinmektedir. Günümüz kelam ilmi çerçevesinde yürütülen ilmi çalışmalar, klasik kelam literatüründe olduğu gibi sadece vahiy, aklî çıkarımlar ve duyuları esas almamaktadır. Bunun yanı sıra sosyal ve pozitif bilimlerin sonuçlarından çıkan yorumları da dikkate almaktadırlar. Böylece kelam ilminin sosyal bilimlerle ilişkisi dikkat çekici bir şekilde gelişmektedir. Örneğin toplum-din ilişkileri çerçevesinde yapılan alan araştırmaları kelam ilmi için artık önemli veriler sunmaktadır. TARTIŞALIM Günümüzde kelam ilminde niçin yeni metotların kullanılmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Tartışınız. 1 Müslim, İman, 209, 211. 2 Ebu Davut, Edeb, 109. 165 KELAM Vahye dayanan inanç alanında akıl sınırsız bilgi üretemeyeceği için kelamın konuları değişmemekte ama bu konuların işlenmesindeki yöntemler değişmektedir. Kelam ilmi, inanç esaslarına yöneltilen yeni eleştiriler ve sosyal değişmeler nedeniyle sürekli gelişmekte ve yenilenmektedir. Bu nedenle bugünün kelam ilmi, insanın hem zihnine hem de gönlüne hitap edecek şekilde iman şuurunu ve dinî hayatı canlı tutan bir yöntem geliştirmek istemektedir. 2. Çağdaş Kelam Problemleri Rönesans ve Reform hareketleri, tabii bilimler ve felsefenin yenilenen metotları nedeniyle Batıda Hristiyanlık inancına bağlı düşünce sistemleri yerini akla bağlı yeni felsefi akımlara terk etmiştir. Aydınlanma hareketiyle birlikte Tanrı’nın yeryüzüne müdahalesinin söz konusu olmadığını ve Tanrı fikrinin ispat edilmesinin mümkün olmadığını belirten akımlar doğmuştur. 19. yüzyılda ortaya çıkan çeşitli akımlar ise Tanrı tanımazlıkları ve ahlakî değerlerin inkârı ile öne çıkmışlardır. İnançsızlığın yayılmasına, toplumsal yapının çözülmesine neden olan bu tür düşünceler, zamanla Müslüman toplumlar arasında da yaygınlaşmıştır. Çağımızda ortaya çıkan Yeni İlm-i Kelam ise bu akımların tutarsızlıklarını göstermeye, dine yönelttikleri eleştirileri cevaplamaya gayret etmiştir. Bugün pozitivizm, nihilizm ve ateizm gibi Tanrı’yı inkâr eden akımlar eski canlılıklarını kaybetmişlerse de bir bilinç ve tavır olarak varlıklarını sürdürmektedirler. Bu nedenle Tanrı ve ahlakı inkâr eden akımlar, günümüz kelamının en önemli konuları arasında yer almaya devam etmektedir. 2.1. Deizm (Yaradancılık) Deizm, başlangıçta Tanrı’nın varlığını ve evrenin yaratıcısı olduğunu kabul etmekle birlikte NOT EDELİM Hristiyanlığı ve onun kutsal metinlerini reddeden bir akım olarak başlamıştır. Günümüzde ise deizm, vahyedilmiş herhangi bir dine bağlı olmaksızın Tanrı’nın varlığını kabul etmekle birlikte onun ilim ve irade gibi sıfatlarını reddeden, onun evrende fiilini, hikmet ve inayetini kabul etmeyen, vahyi, nübüvveti ve ahireti inkâr eden akım anlamında kullanılmaktadır. Örneğin 18. y.y’da Aydınlanma hareketinin öncülerinden Voltaire, Hristiyanlığa ait kutsal metin ve dinî kurumları daima alaycı bir üslupla eleştirmiştir. Yine fikirleriyle 18. yüzyıla damgasını vuran ve Fransız ihtilalinin düşünsel hazırlayıcılarından olan Rousseau da vahyin yol göstericiliğine muhtaç olmadan, aklın iyi ve kötüyü ayırt edebileceğini iddia etmiştir. 166 Deizmin Temel Fikirleri - Dinlerin değil, aklın deney öncesi yapısı ile varlığına ulaşıp ispat ettiği Tanrı’ya inanmak - Tanrı evreni yaradandır, ancak bunun dışında onun evrene müdahalesi söz konusu değildir. - Vahyi ve peygamberliği reddetmek - Mucizeyi kabul etmemek - Akıl kurtuluşu sağlayan ahlak ilkelerini koyabilir. IX. ÜNİTE: KELAM İLMİNİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU İslam inancı Allah, âlem ve insan arasındaki ilişkilerin canlılığına dikkat çeker. Çünkü Allah yaratıcı faaliyeti, ilmi, hikmeti ve lütfuyla âleme her an müdahale eden yüce varlıktır. Allah bir defada olup bitmiş bir yaratmanın faili değildir, sürekli ve her an yaratma hâlindedir. Bu konuda Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır.: Èْ أȁÈ Ʃơ ÉǑ Ê ȁÈ ƢǸÈ LjdzơȆÊ ”ǹÇ ƘÌ NjȆÊ È ǧȂÈ ǿÉ ǵÇ ȂÌ ÈȇDzō ǯ Ê ǁÌ ȋơ ō ǧǺÌ ǷÈ ǾÉ ÉdzÈƘLjÌ Èȇ“ “Göklerde ve yerde bulunan herkes, ondan ister. O, her an yaratma halindedir.”3 İslam inancı Allah, âlem ve insan arasındaki ilişkilerin canlılığına dikkat çeker. Allah her an evreni yarattığı gibi vahiyle de insan hayatına ve tarihe müdahale eder. O, seçtiği peygamberler aracılığıyla insanlara mesaj göndermiştir. Vahiy, Allah’ın doğrudan tarihe ve insana müdahalesidir. İnsan da bu mesaja verdiği cevapla Allah katında inancı, ibadeti ve duasıyla bir değer kazanır. Bu ise insanın yaratıcısıyla iletişimidir. Böylece âlemi yaratan Allah; Allah’ın koyduğu kanunlara göre işleyip ona boyun eğen âlem; insana mesaj gönderen Allah ve Allah’a dua ve ibadet ederek cevap veren insan arasındaki ilişkiler, İslam’ın yaratan-yaratılan, nübüvvet ve ibadet anlayışında ifadesini bulmuştur. İslam inancında Allah-âlem-insan arasındaki ilişki, deizmin bir defa olup bitmiş yapan-yapılan ilişkisi değildir. Sürekli yaratma, vahiy ve rahmetle Allah’tan âleme ve insana doğru inen; boyun eğme, dua ve ibadetle de âlemden ve insandan Allah’a yükselen dinamik ve canlı bir ilişkidir. LİSTELEYELİM “Andolsun ki senden önceki ümmetlere de elçiler gönderdik. Ardından boyun eğsinler diye onları darlık ve hastalıklara uğrattık.” (En’âm suresi, 42. ayet.) “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kâf suresi, 16. ayet.) “Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O hâlde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.” (Bakara suresi, 186. ayet.) Yukarıdaki ayetlerde deizmin hangi fikirleri reddedilmiştir? Listeleyiniz. 2.2.Çok Tanrıcılık (Politeizm) Allah, Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberleri ortak bir mesajla göndermiştir. Bu ortak mesaj tevhittir ve tevhidin özünü Allah’ın birliği oluşturur. Kur’an’da “Andolsun ki biz, “Allah’a kulluk edin ve Tâğut’tan sakının” diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, inkâr edenlerin sonu nasıl olmuştur!”4 buyrulmaktadır. 3 Rahmân suresi, 29. ayet. 4 Nahl suresi, 36. ayet. 167 KELAM Dinler tarihi alanında yapılan araştırmalar da ilk inanışların Allah’ın birliğine dayalı olduğunu, çok tanrıcılığın (politeizmin) bir sapma olarak sonradan ortaya çıktığını göstermektedir.5 Tarih boyunca Allah’ı bırakıp kendilerine başka tanrılar edinen insanlar var olmuştur. Bunlardan bir kısmı tabiat güçlerini, bir kısmı ruhları, bir kısmı da kendi yaptıkları putları tanrılar olarak kabul etmişler ya da Allah’ın yanında başka tanrıların da olduğuna inanmışlardır. Bazı toplumlarda ise çok tanrı inancı her kabileye ait tanrılar olarak kendini göstermiştir. Her ne şekilde olursa olsun çok tanrıcılık (politeizm) bu tür birden fazla tanrı inanışlarının ortak adı olarak kullanılmaktadır. Çok tanrıcı inanışlar Babil ve Asurlularda, Eski Yunan’da, Eski Mısır’da, Afrika dinlerinde ve Cahiliyye dönemi Arap toplumunda var olmuştur. İslam öncesi Araplar, çok tanrılı bir inanca sahiptiler. Onlar, “Allah”, “Aziz” ve “Alim” olarak adlandırdıkları yüce tanrının kendilerini ve bütün kâinatı yarattığına, güneşi ve ayı belli bir nizama bağladığına, yağmur yağdırmak suretiyle yeryüzünü canlıların beslenmesine elverişli kıldığına inanıyorlardı.6 Onun adına yemin ediyorlar, hayatlarının sıkıntılı ve tehlikeli dönemlerinde ona sığınıyorlar ve onu Kâbe’nin Rabb’i olarak kabul ediyorlardı.7 Ancak onlar, bu yüce Allah inancının yanında kendilerini ona yaklaştıracağına ve onun katında şefaatçi olacağına inandıkları putlara da tapıyorlardı.8 Bazılarının Kur’an’da da adı geçen bu putların her biri bir kabileye aitti ve sayıları yüzleri bulmaktaydı. Bu şekilde Allah’tan başka tanrı edinmek ve Allah’a ortak koşmak Kur’an’da “şirk”, şirk içinde bulunup Allah’a ortak koşanlar da “müşrik” olarak adlandırılmaktadır. OKUYALIM BULALIM “Onlar Allah’ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve: “Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir”, diyorlar. De ki: Siz Allah’a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir.” (Yûnus suresi, 18. ayet.) “De ki: Söylesenize! Allah’ı bırakıp taptığınız şeyler yeryüzünde ne yaratmışlar; göstersenize bana! Yoksa onların göklere ortaklıkları mı vardır? Eğer doğru söyleyenlerden iseniz, bundan evvel (size indirilmiş) bir kitap yahut bir bilgi kalıntısı varsa onu bana getirin.” Hz. Muhammed ve ondan önceki bütün peygamberler şirkle mücadele etmiş ve insanları yalnızca Allah’a kulluk etmeye çağırmışlardır. Bu anlamıyla insanlık tarihi, Allah’ın birliğini ifade eden tevhit ile ona ortak koşmayı ifade eden şirk arasındaki bir mücadele olarak (Ahkâf suresi, 4. ayet.) Yukarıdaki ayetlerde müşriklerin puta tapıcılıkları niçin reddedilmektedir? Bulunuz. 5 Günay Tümer, “Din”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 9, s. 317. 6 Ankebût suresi, 61-63. ayetler; Zuhruf suresi, 9. ayet. 7 En’âm suresi, 40, 41, 109. ayetler; Nahl suresi, 38. ayet; Yûnus suresi, 22. ayet; Kureyş suresi, 3. ayet. 8 Yûnus suresi, 18. ayet; Zümer suresi, 3. ayet. 168 IX. ÜNİTE: KELAM İLMİNİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU da yorumlanabilir. Örneğin, Kur’an’da Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Salih, Hz. Şuayb, Hz. Yunus ve diğer peygamberlerin insanları sadece Allah’a ibadet etmeye çağırdıkları anlatılır. Kur’an-ı Kerim’in Allah’ın varlığından daha çok, birliği üzerinde durması anlamlıdır. Nitekim insanlar her zaman yaratıcı bir gücün varlığına inanmışlardır. Ancak Kur’an’da, “Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah’a iman ederler.”9 buyrularak olması gerekenin şirksiz bir inanç olduğu vurgulanmıştır. Bu açıdan Kur’an’da insanın sadece putları değil, bunlar dışında hevâ ve hevesini, dünyevi arzularını, bazı insanları ve şeytanı putlaştırabileceği, böylece inancına şirk karıştırabileceğine dikkat çekilmiştir. Kur’an’ın anlatımına göre şirk sadece basit bir inanç biçimi değildir. Bunun ötesinde Kur’an’da Allah’a ortak koşan insanlar kibirli, azgın, saldırgan, yalancı, kaba ve zorba gibi bireysel özellikleriyle de ele alınmıştır. Şirkin sosyal hayattaki görünümü ise insanları hor ve hakir görmek, iyiliklere engel olmak, insanları çeşitli sınıflara ayırmak, eşitlik ve adaletten uzak bir toplum anlayışına sahip olmaktır. Bunun içindir ki Kur’an’ın tevhid inancı müminin, insanlara ve çevresine karşı ahlakî duyarlılığa ve kişilik bütünlüğüne sahip olmasını ister. Kur’an sosyal ve ekonomik dengeyi bozan gasp, hırsızlık gibi eylemleri yasaklayarak; hac ve zekât gibi sosyal birlikteliği sağlayan ibadetleri teşvik ederek Allah’ın birliği ilkesinin toplumun sosyal ve ekonomik eşitliği ilkesiyle de ilgili olduğunu göstermiştir. Bunun içindir ki Peygamberimiz, çeşitli putlarıyla renk ve ırk ayrımına dayanan, parçalanmış, kabileci bir toplum yapısını sürdüren şirk inancı yerine; birlik içinde inananların eşitliğine dayanan bir toplum inşa eden tevhid inancını yerleştirmiştir. Kur’an yalnızca Allah’ın varlığına inanılmasını istemez. Aynı zamanda her şeyi yaratan, her şeye anlam ve hayat veren tek bir ilaha inanılmasını ister. Bu, inanan insanın özgürleşerek sağlıklı bir kişiliğe kavuşması için de gereklidir. Her şeyi yaratan, kudret sahibi, rahmeti her şeyi kuşatan tek Allah inancı, eşitlik ve adalet duygusunu besler; hayatın bütünlük içinde kavranmasını sağlar ve bütün güzelliklerin kaynağının bir olduğunu hatırlatır. Kur’an’ın ifade ettiği gibi şirk, insanın ve toplumun hüsranının nedenidir. Kur’an’da bu durum “(Resulüm!) Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun (bilfarz) Allah’a ortak koşarsan, işlerin mutlaka boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun!”10 şeklinde ifade edil- BELİRTELİM “O, öyle Allah’tır ki, kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selâmet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.” (Haşr suresi, 23. ayet.) Ayete göre şirkten uzak Allah inancı nasıl olmalıdır? Belirtiniz. miştir. 9 Yûsuf suresi, 106. ayet. 10 Zümer suresi, 65. ayet. 169 KELAM 2.3. Gizemcilik (Mistisizm) Gizemcilik, çeşitli dinlerin ve inançların terimleriyle farklı şekillerde tanımlanmıştır. Bununla birlikte gizemcilik, görünenin ötesine veya görünmez olana geçme tecrübesi olarak bütün dinlerin mensupları arasında farklı isimlerle ortaya çıkmıştır. Gizemcilik, insanın görünen nesnelerin (zâhir) ardındaki görünmeyen birlik ve gerçekliğe (bâtın) ulaşma yönündeki ruhî tecrübesine ve bu tecrübeyi ifade eden düşünceye denilmektedir. Mistik tecrübenin en belirgin yönü mistiklerin Tanrı ile vasıtasız temas kurdukları iddiasıdır. Örneğin; mutlak hakikat, ilahî dinlere inanan mistikler tarafından canlı bir Tanrı ile ifade edilirken, beşeri dinlere inanan ve felsefî ekollere bağlanan mistikler tarafından “nirvana”, “bir”, “iyi” gibi canlı olmayan varlıklarla ifade edilmektedir. Gizemcilere göre mutlak hakikat aşkındır. Fakat aynı zamanda mutlak hakikat zaman ve mekânda bulunan bütün bir evrenin iç ve özsel varlığıdır. Bütün mistik ekoller, insanın normal sınırNOT EDELİM larını aşarak ruhunda var olan üstün bir idrakle yücelebileceğine ve Tanrı ile bir olabileceğine Mistisizmin Temel Fikirleri inanırlar. Bu akıma göre insanda iki “ben” var- - Görünenin ötesinde görünmeyen bir gerçeklik vardır. dır. Bunlardan aşağı ve bencil olan ben, mistik tecrübenin önündeki en büyük engeldir. Ruhu - İnsanın görünen “beninin” ötesinde bir başka “iç beni” vardır. temizleme, nefse hâkim olarak dünya zevklerinden uzaklaşma yoluyla aşılan bu benin öte- - İnsan normal sınırları aşarak Tanrı’ya ulaşabilir. sinde ise evrenin iç birliğini kavrayan ve mutlak hakikat ile bir olabilme yeteneğine sahip - Gerçeğin bilgisine ancak keşif ve ilham ile ulaşılabilir. olan yüce bir ben vardır. Bilgi kaynağını keşif ve ilham olarak kabul etmesi nedeniyle gizemcilik aynı zamanda gnos- tisizm (irfaniyye) olarak da bilinmektedir. Gnostisizme göre Tanrıya ve eşyanın gerçek bilgisine duyulara ait niceliksel deneyleri ve aklı dışta tutarak, sezgi gücü ve vecd ile ulaşılabilir. Müslüman mistikler de akıl ve duyunun ötesinde keşf ve ilhamı gerçek bilginin kaynağı olarak kabul etmişlerdir. İlhamın bir bilgi kaynağı olmadığını ilk ifade eden İmam Maturidî ve onun izinden giden kelamcılar insanın bilgi kaynaklarını vahiy, akıl ve duyular olarak kabul etmişlerdir. Kelam âlimleri, insan kalbine bazı bilgilerin ilham edilmesinin mümkün olduğunu, bununla birlikte ilhamın subjektif olduğunu ve genel geçerliliği bulunan kesin bilgi kaynağı teşkil etmediğini belirtmişlerdir. Bu noktadan hareketle Kelam ilmi, ilhamın dinî alanda delil olarak kullanılamayacağını kabul etmiştir. 170 TARTIŞALIM Gizemcilikte savunulan görüşler niçin İslam dininin ilkeleriyle bağdaşmaz. Tartışınız. IX. ÜNİTE: KELAM İLMİNİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU 2.4. Bilinemezcilik (Agnostisizm) NOT EDELİM Türkçede bilinemezcilik olarak ifade edilen agnostisizm, insan aklının Tanrı ve evren hakkında mutlak gerçeği bilemeyeceğini ileri süren felsefî akımın adıdır.11 Bilinemezcilik ilk olarak Antik Yunan’da Protagoras’ın fikirleri çerçevesinde gelişmiştir. O, tanrının varlığı ve ne olduğu konusunda bilgi edinmenin insanın gücünü aştığı görüşündedir.12 Modern Batı’da agnostik terimini ilk defa 1869’da kullanan Huxley’dir. Huxley, her türlü düşünce akımının kendince Tanrı’yı ispat ettiğini oysa Tanrı hakkındaki bilginin insan aklının sınırları içinde gerçekleşmesinin mümkün olmadığını ifade etmiştir. İslam kelamında sofistler üç grupta ele alınmışlardır: Agnostikler/lâedriyyûn: Bilginin elde edilmesinin mümkün olmadığını iddia edenler. Septikler/inadiyyûn: Bilginin imkânından ve elde edilen bütün bilgilerden şüphe duyanlar. Subjektivistler, rölâtivistler/indiyyûn: Nesnel bilginin mümkün olmadığını, bilginin öznel olduğunu iddia edenler. İslam tarihinde ise agnostisizm akımına bağlı olanlar, objektif bilginin imkânından şüphe eden sofistlerin bir kolu olan lâedriyyûn (bilinemezciler) olarak tanınmaktadırlar. Bunlara göre insan, hakikatin ve bilginin var olup olmadığını bilemez.13 Agnostiklere göre “tanrı vardır” denilemez, “tanrı yoktur” da denilemez, çünkü bilinemez. İslam tarihindeki bilinemezcilerin özellikle Tanrı’nın bilinip bilinemeyeceği çerçevesindeki şüpheci tutumları Mutezile ve ehlisünnet kelamcıları tarafından eleştirilmiştir. Kelamcılar, insan aklının ve duyularının objektif bilgiye ve Tanrı’nın varlığının bilgisine ulaşabileceğini ifade etmişlerdir. Özellikle İmam Gazzâlî’nin objektif bilginin imkânını savunarak şüpheciliği reddetmeye yönelik çabaları, bu akımın Müslümanlar arasında yaygınlık kazanmasını engellemiştir. NOT EDELİM Güncel anlamda tipik bir agnostik, Tanrı’nın yokluğunu kanıtlamak için özel bir çaba içine girmemekle birlikte, kendi hayatını da Tanrı’nın var olduğu düşüncesine göre düzenlemeyen kişidir. Kur’an ise insanın sorumlu varlık oluşunu Allah ve ahiret inancı üzerine bina eder. Eğer agnostiklerin kabul ettiği gibi varlık hakkında bilgi mümkün değilse Allah, peygamber ve ahiret hakkında da bilgi mümkün olmayacak, ortak ahlakî değerlerden bahsetmek imkânsız olacaktır. Allah’ın varlığının ispatının mümkün olmaması inançsızlığın yaygınlaşmasına sebep olacağı gibi ortak değerlerin inkârı da bütün- Kelam ilminde agnostisizm, “bilmiyorum” anlamına gelen “lâedrî” fiilinden türetilmiş “lâedriyyûn” terimiyle ifade edilmiştir. İslam inancına göre bir kişinin iman etmesi için iman edeceği şey hakkında kesin bir bilgiye sahip olması gerekir. Dolayısıyla iman ve tasdik, bilinemezcilik öğretisiyle birlikte bulunmaz. Çünkü kesin bilgi olmaksızın kalp ile tasdik mümkün olmaz. İman, şüphe tereddüt ve kararsızlık kabul etmez. 11 Süleyman Hayri Bolay, Felsefî Doktrinler ve Terimler Sözlüğü, s. 54, 55. 12 Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, s. 43 vd. 13 Cürcânî, et-Ta’rifât, s. 244. 171 KELAM leşmiş ve aynı hedefe yönelmiş bir toplum oluşturmanın önündeki en büyük engellerden biri hâline gelecektir. Oysa Kur’an, insanın Allah’ın varlığına ve birliğine inanması; yeryüzünde ahlaka ve adalete dayalı bir toplum inşa etme yönünde özgür iradesini kullanması gerektiğini bildirmektedir. 2.5. Pozitivizm (Olguculuk) Pozitivizm, Fransız filozof Auguste Comte (1798-1857) ile ortaya çıkan bir akımdır. Bu akıma göre insan, ancak pozitif olayların ve görülebilen olguların tespitine dayanan deneysel bilgiyi elde edebilir. Doğrudan doğruya deneyle sağlanamayan her bilgi hayal ürünü olarak teolojik ve metafiziktir. Böylece Auguste Comte fizik-matematik bilimleri kabul ederken din ve metafiziği duyularla algılayamayacağımız ve deneyle ispat edemeyeceğimiz gerekçesiyle reddeder. Pozitivizmin temel iddialarından biri düşüncenin tarihî gelişimiyle ilgilidir. Bu iddiaya göre insanlar, evrendeki varlıkları önce canlı olarak tasavvur etmişler, ardından evrendeki olayları yöneten çeşitli tanrılara inanmışlardır. Daha sonra insanlar, çok tanrı yerine evreni tek başına yaratan, yöneten ve gerektiğinde yarattığı düzeni mucizelerle bozan tek bir tanrıya ulaşmışlardır. Bugün ise insanlar deneysel olarak ispat edilemeyen her bilgiyi reddetmektedirler.14 Böylece pozitivizm, dindarlığın insan düşüncesinin başlangıç dönemini teşkil ettiğini, fikren değişen insanoğlunun 19. asırdan itibaren artık pozitif bilimlerden başka bir şeye bağlanamayacağını iddia etmektedir. Dinler tarihi alanındaki yeni araştırmalar, insanlık tarihinin başından beri tek tanrıcılığın var olduğunu, sonradan ortaya çıkmadığını göstermektedir. İnanma sadece ilkel toplulukların değil bütün insanların ihtiyacıdır. İnsanın Allah’a inanması bilimi yadsıması anlamına gelmeyeceği gibi ibadet ve dua da düşünmeye ve deneyin gerekliliğine inanmamayı doğurmaz. Çünkü iman; akıl yürütmeye engel değildir. Tam tersine din, felsefe ve bilim insanın maddi ve manevi problemlerine çözüm üretmek için vardır ve dini doğru algılayan bir kişi için felsefe ve bilim ufuk açıcıdır. Dini topTARTIŞALIM lumun ilkel dönemlerinin eseri sayan ve bilimin Pozitivizmin Temel İddiaları ilerlemesiyle insanoğlunun artık dine ihtiyacı - İnsan sadece görülebilir olguların kalmayacağını düşünen A. Comte dahi hayatıbilgisini elde edebilir. nın son döneminde Tanrısı insanlık, mucizesi - Fizik ve matematik bilimler dışında bilimsel keşifler olan pozitif bir din kurmak isdin ve metafizik reddedilir. temiştir. Kur’an’a göre ilk insan olan Hz. Âdem aynı zamanda ilk peygamberdir. Kur’an’da, Peygamberimizden önce de peygamberlerin gönderildiği hatırlatılmakta ve onun ilk defa ortaya çıkan bir elçi olmadığı vurgulanmaktadır.15 Böylece Allah inancı, bazı durumlarda hak yoldan sapan toplumlar dışında insanların sahip 14 Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, s. 466. 15 Ahkâf suresi, 9. ayet. 172 - İnanç insanlığın ilk dönemlerine ait bir olgudur. - İnanç ortadan kalkacak, insanlar sadece pozitif bilimlere bağlanacaktır. Yukarıdaki maddelerin tutarsızlığını arkadaşlarınızla tartışınız. IX. ÜNİTE: KELAM İLMİNİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU oldukları bir inançtır. Bütün peygamberler de bu inancı tebliğ etmişler ve insanları tevhid, adalet ve ahlaka çağırmışlardır. İnsanın inanma ihtiyacı, pozitivizmin iddialarının geçersizliğini ortaya koyan en büyük engellerden biridir. Diğer yandan ilkel toplumlar üzerine yapılan din araştırmaları ve bilimdeki yeni gelişmeler pozitivizme şiddetli eleştiriler yöneltilmesine sebep olmuştur. Böylece pozitivizm çağımızda etkisini büyük oranda kaybetmiştir. Fakat günümüzde de akıl ve bilim adına hareket ettiklerini iddia eden pozitivist bilinç ve tavra sahip birçok insan, inanç eleştirisi yapmakta, dinî ve ahlakî değerleri reddetmek istemektedir. İslam için “çağdışı” ve “bin dört yüz yıl öncesinin dini …” diye başlayan olumsuz nitelemeler bu pozitivist tavrın yansımaları olarak görülebilir. Fakat çağımızda yeni teorilerle bilimi geliştiren öncü bilim adamlarının, kendilerinden elli yıl önce Allah’ı inkâr eden pozitivist bilim adamlarının tersine Allah’ın varlığından söz etmeleri, pozitivizm fikrinin artık savunulamaz bir hâle geldiğini açıkça göstermektedir. 2.6. Tanrı Tanımazlık (Ateizm) Ateizm, geniş anlamıyla Allah’ın varlığına inanmazlık anlamına gelir. Diğer bir ifade ile ateizm, sadece Allah’a inanmamakla kalmayıp onun varlığını deliller göstererek reddeden bir akımdır. Bu şekliyle ateizm, âdeta karşıt bir iman şeklinde, Tanrı’nın yokluğuna inanan ve akıl yürütmelere dayanarak Tanrı’nın olmadığına karar veren ve ona göre davranan kişilerin savunduğu bir görüştür. Ateist ise her şeyi yaratan, evrendeki işleyişi kontrol eden Allah’ın varlığını kabul etmeyen ve bu iddiasını ispat etmek için çaba gösteren kişi olarak tanımlanabilir. Tanrı tanımazlık, tarihin farklı dönemlerinde bireysel de olsa varlığını sürdürmüştür. Allah inancı karşısında tepkisel bir düşünce olan ateizm, Batı dünyasının bazı filozofları tarafından benimsenmiş ancak günümüzde düşünsel dayanaklarını yitirerek zayıflamıştır. ATEİZMİN TÜRLERİ VE TEMEL İDDİALARI Mutlak Ateizm: İnsanın doğuştan inançsız olduğunu iddia eder. Bu akıma göre insanın zihninde Allah kavramı yokturki reddetmeye gerek olsun. Teorik Ateizm: Allah’ı ispat eden kanıtlar eleştirilmekte ve onun yokluğuna dair kanıtlar ileri sürümektedir. Allah inancıyla ilgili olan melek, mucize, vahiy, peygamberlik ve ahiret inkâr edilmektedir. Pratik Ateizm: Sanki Allah yokmuş gibi yaşamak ve Allah’ı günlük hayata sokmamak şeklindeki tavırdır. Bu tavra sahip ateist, Allah’la alâkalı olarak en ufak bir şey düşünmemekte, kendini dinden ibadetlerden de uzak tutmata çalışmaktadır. 173 İlgisizlerin Ateizmi: Allah’ın varlığını ya da yokluğunu tartışmak anlamsızdır. Allah’ın varlığını iddia edenler de yokluğunu kanıtlamaya çalışanlar da yanılgıya düşmüşlerdir. İdeolojik Ateizm: Ateizm bazen ideolojik bir ilke olarak savunulmuş ve politik görüşlerin temeli yapılmıştır. Sosyalist yönetimlerde savunulan bu ateizm sonucu, toplumdaki bütün dinî inançlar, kurumlar, ibadetler, törenler, alışkanlıklar, âdet ve gelenekler şiddetler reddedilmiş ve yasaklanmıştır. KELAM Müslüman toplumlar arasında ateizm kavramı “kâfir” ve “zındık” gibi kelimeler yanında özellikle ilhad terimi ile karşılanmıştır. İlhad, Allah’ın varlığı ve birliği, ahiret gibi dinin temel esaslarını inkâr etmek, bunlar hakkında kuşku beslemek ve kuşku uyandırmak anlamında kullanılmıştır. Müslüman toplumlarda Allah’ın birliğini reddeden, peygamberliği ve ahireti inkâr eden, maddenin yaratılmadığını kabul eden akımlar ortaya çıkmışsa da ateizm ciddi bir problem olmamıştır. Kur’an-ı Kerim’de de Allah’ın varlığını inkâr edenlerden daha çok ona ortak koşarak onun birliğini reddedenler üzerinde durulmuştur. Kelam ilmi hudus, imkân, gaye ve nizam gibi çeşitli delillerle Allah’ın varlığını ispat etmiştir. “…İBRAHİM, İSMAİL VE İSHAK’IN Allah’ın varlığını ispat için filozof- İLÂHI OLAN TEK ALLAH’A KULLUK lar tarafından daha başka deliller de EDECEĞİZ…” (Bakara suresi, 133. ayet.) ileri sürülmüştür. Ontolojik delil, ahlak delili ve dinî tecrübe delili bunlar arasında sayılabilir. Ateistler ise Allah’ın varlığını ispat eden “Tanrı öldü” yargısı karşısında herkesin şu üç soruya cevap bulması gerekir: Ölen hangi Tanrı’dır? Kim öldürdü onu? Ve niçin öldür- bu delilleri eleştirmektedirler ancak dü? Eğer ölen; günahın, ümitsizliğin, korku ve onun yokluğunu gösterecek kesin dehşetin kaynağı olan bir kavram ise varsın bir kanıt ileri sürememektedirler. ölsün. Eğer metafizik, yüzyıllar boyunca kurdu- Evreni yaratanın Allah olduğunu ğu bir yapıyı, kendi içinden gelen bir çözülme söyleyenlere karşı ise evrenin olu- ve nihilizm ile bugün yıkıyorsa, varsın yıksın. şumunu tesadüfe bağlamaktadırlar. Ama eğer öldürülmek istenen Tevrat’ın, İncil’in Kur’an’da, Allah’ın varlığının ve Kur’an’ın ortaklaşa kullandıkları ifadeyle delillerinin hem insanın kendinde “İbrahim’in, İsmail’in ve İshâk’ın Rabb’i” ise hem de dış dünyada olduğu vurgula- bu güne kadar hiçbir ateistin bu konuda başarılı nır. Kur’an’a göre; insanın fıtratında olduğunu söylememiz mümkün değildir.” Allah inancı vardır ve onu inkâr sa- Mehmet S. Aydın, Din Felsefesi, s.227. dece bir yanılsamadan ibarettir. Dış dünya ise Allah’ın varlığını gösteren işaretlerle doludur. Bu konuda Kur’an’da şöyle buyrulur: “O, göklerde ve yerde bulunan her şeyi kendinden bir lütuf olarak sizin hizmetinize vermiştir. Şüphesiz bunda düşünen topluluklar için ibret ve deliller vardır.”16 Kur’an, evrenin düzen ve ahenk içerisindeki mükemmel yapısı, insan hayatı için dünyanın elverişli kılınması gibi konuları işleyerek bütün bunların gören göz, düşünen akıl ve ibret alan gönüller için Allah’ın varlığı ve birliğinin belgeleri olduğunu ifade eder. 16 Câsiye suresi, 13. ayet. 174 IX. ÜNİTE: KELAM İLMİNİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU OKUMA METNİ Yeryüzündeki Yaşam Bir Tesadüf müdür? Elinize on tane marka alın, her birini birden ona kadar numaralayın ve hepsini cebinize koyup karıştırın. Sonra bu markaları, birden ona kadar numara sırası ile cebinizden teker teker çekmeye çalışın; sonuç şu olacaktır. 1 numaralı markayı çekebilme şansı onda bir; 1 ve 2 numaralı markayı yüzde bir; 1, 2, 3 ve 4 numaralı markaları sıra ile çekebilme şansı ise on binde bir oranındadır. Böylece, markaları birden ona kadar sıra ile çekebilme şansının on milyarda bir olacağı görülecektir. Bu basit örneği vermemizdeki amaç, rastlantılara karşı rakamların korkunç bir biçimde nasıl çoğaldığını okuyucuya göstermektir. Yeryüzündeki yaşam, şüphesiz ki birçok temel koşula bağlıdır. Bu koşulların herhangi bir yerde, herhangi bir zaman süreci içinde ve sadece rastlantı sonucu olarak birbirine önemli bağlarla bağlı bulunmaları, matematiksel olarak imkânsızdır. Öyle ise doğada, (her şeye yön veren) gerçek yönetici bir kuvvet vardır. Bunu da doğru olarak kabul edersek hedef ve amacın varlığına tanık oluruz. (Cressy Morrisson, İlim İman Etmeyi Gerektirir, s.5.) 2.7. Nihilizm (Hiççilik) Nihilizm, mevcut olan değerlere, inançlara, siyasi düzene karşı çıkan ve varlığın hiçbir realitesinin bulunmadığını savunan felsefi bir akımdır. Nihilist, felsefî yönden hiçbir gerçek kabul etmeyen, sosyal yönden var olan toplum düzenini benimsemeyen, siyasî yönden her türlü otoriteyi reddeden, ahlakî yönden hiçbir ahlakî değer tanımayan kişidir. Nihilizmin temelleri Schopenhauer (ö.1860)’ın karamsar dünya görüşüne dayanır. Ona göre bu dünyanın hiçbir anlamı yoktur, dünya bütünüyle kötüdür ve var olmaktansa var olmamak iyidir. Müslüman kelamcılar Allah’ın olabilecek en iyi dünyayı yarattığını kabul ederken Schopenhauer, dünyanın düşünülebilecek en kötü dünya olduğunu, bu dünyayı oluşturan iradenin kör olduğunu, zekâ ve bilincinin de olmadığını ifade eder. Bu karamsar dünya görüşünün izinden giden Nietzsche bütün ahlakî değerleri inkâr eden, sıkıntılı bir ruh hâlinin yansıması olarak gayesiz, olumsuz ve kötümser bir nihilizm anlayışını ortaya atmıştır. Nihilizm iyi ve kötü gibi ahlakî değerlerin yokluğunu ve varoluşun amaçsızlığını kötümser bir tarzda ifade etmekle kalmaz, aynı zamanda inanmadığını yıkmak isteyen bir tavrı da içerir. Nietzsche, insanın özgürlüğünü gerçekleştirebilmesi için kendi özünü kendisinin oluşturmak zorunda olduğunu, Tanrı’nın varlığının kabulüyle bunun mümkün olmadığını belirtmektedir. 175 KELAM Nihilizm, evrendeki kötülüklere odaklanarak bunalımlı bir ruh hâliyle evreni tek yanlı okumaktadır. İslam inancına göre evrenin kötülüklerden ibaret olduğu düşüncesi, Allah’ın rahmet, lütuf ve inayetine aykırıdır. Kur’an, evrenin insanın yaşamasına uygun bir şekilde yaratıldığını, yeryüzündeki türlü nimetlerin insanın hizmetine sunulduğunu, insana temiz ve güzel rızıkların verildiğini ifade etmektedir. İnsanın bu güzel nimetlerden faydalanması, giyinmesi, yiyip içmesi, yeryüzünü gezmesi ve güzel nimetlerden istifade etmesi teşvik edilir. Ancak insandan bu nimetler karşılığında şükretmesi ve çevresine ibret nazarıyla bakabilmesi istenir. Bunun için evrendeki güzellikleri görmeyen, karamsar bir ruh hâlinin Müslüman için uygun bir durum olduğu söylenemez. İslam inancına göre insan başıboş yaratılmamıştır. Onun amacı, Allah’a ibadet etmek ve erdemli davranarak dünya ve ahiret mutluluğunu elde etmektir. Ancak insanın bu amacını gerçekleştirip gerçekleştirmemesi kendi özgür iradesine bağlıdır. İnsanın başıboş yaratılmamış olması onu amaçsızlıktan ve karamsarlıktan kurtarır. Çünkü rahmeti, lütfu ve bağışı bol olan Allah’a inanmak, insanın ümit ve huzur içinde olmasına sebep olur. Aynı zamanda insan, özgür iradesiyle gerçekleştirdiği eylemlerinin sorumluluğunu üstleneceği hesap gününden ve kendini yaratanın rızasını alamamaktan da korkarak ahlakî benliğini oluşturur. Ahlakın ve salih amellerin inanç temeli ise Allah’a ve ahiret gününe inanmaktır. BİLİYOR MUYDUNUZ? Nietzsche’nin düşüncelerini doğrudan İslamiyet’e yöneltilmiş bir eleştiri olarak düşünmemek gerekir. Çünkü bu düşünürün reddettiği Tanrı, İslam’ın Allah’ı değildir. Nietzsche, İsa’nın trajik bir biçimde çarmıha gerildiğine inanıldığı, insanların günahkâr doğduğu ve kiliseye gidip vaftiz olmadıkça aklanamadığı, insanların günah işlediğinde acımasızca ateşe atıldığı, ölümden sonra da cehennemle korkutulduğu bir kültürde yetişmiştir. Yıllar süren din savaşlarının ve kilise baskısının altında ezilen bir toplumun fikrî özgürlüğünü seslendirmiştir. Dolayısıyla onun fikirlerini kendi şartları içerisinde anlamak ve değerlendirmek gerekmektedir. (Aydın Topaloğlu, Ateizm ve Eleştirisi, s.153-154’ten uyarlanmıştır.) OKUYALIM YORUMLAYALIM “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!” (Kıyamet suresi, 36. ayet.) “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyat suresi, 56. ayet.) “…Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.” (Yûsuf suresi, 87. ayet.) Yukarıdaki ayetleri, nihilizmin İslam inancına neden uygun olmadığı çerçevesinde yorumlayınız. 176 IX. ÜNİTE: KELAM İLMİNİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU 2.8. Satanizm Satanizm, şeytana tapıcılık anlamına gelmektedir. Satanizm, başlangıç itibariyle ortaçağ büyücülerine ve Hristiyanlıktan uzaklaşan ayrılıkçı gruplara kadar dayandırılmaktadır. Geleneksel satanizm olarak adlandırılan bu satanizm Hristiyanlığın şeytan anlayışına, hayat, dünya ve ahlâk görüşüne karşıt olarak doğmuştur. BİLİYOR MUYDUNUZ? Modern Satanizm, ABD’li Macar asıllı Anton Szandor LaVey tarafından 1966’da San Francisco’da kurulan Şeytanın Kilisesi ile ortaya çıkmıştır. LaVey, faaliyetlerini kilise mensupları dışındakilere çevirmiş ve kitaplar yazmıştır. Onun satanizmin temel fikirleri ve ayinlerini anlatan kitapları Amerika’da ortaya çıkan modern sataarasından en önemlileri “The Satanic Bible nizm ise şeytanın en önemli özelliği ola(Şeytan’ın Kutsal Kitabı)” ve “The Satanic rak kabul edilen muhalefet ve başkaldırıyı Rituals (Satanist Ayinler)” olarak sayılabilir. esas almıştır. Buna göre satanizm özel olarak Hristiyanlığın, genel olarak da bütün dinlerin ve dini değerlerin karşısında fakat şeytanın ve onun temsil ettiği her şeyin yanında yer alma hareketidir. Satanistler, genellikle bazı problemleri olan gençleri hedef kitle olarak görerek düşüncelerini onlara benimsetmeye çalışırlar. Satanistler ayinlerinde insan ve hayvanlara işkence, intihar ve cinayet gibi şiddet içeren fiilleri teşvik ederler. Satanizm bireysel açıdan ruhsal bir bozulmanın işaretidir. Toplumsal açıdan ise ahlakî çöküntü, toplumu bir arada tutan temel değerlerde yozlaşma, sosyal ve kültürel dokudaki zedelenme, millî ve manevî duygulara yabancılaşma gibi olumsuzlukların kaynağıdır. Satanizm aile bağlarını koparmakta, gençleri intihar ve çeşitli sapkın hareketlere sürüklemektedir. Kur’an, insanın sadece Allah’a tapmasını ve iyilerle beraber olmasını ister. Allah’a karşı gelmiş ve huzurdan kovulmuş şeytanın adımlarını takip etmek, boş vaatlerin, aldatmanın, çirkinliğin ve kötülüğün ardına düşmek demektir. Çünkü Allah’a isyan eden şeytan, insanın da düşmanıdır. Bu konuda Kur’an’da “Ey insanlar! … ŞeyBULALIM tanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin Şeytanın insanı nasıl aldataçık bir düşmanınızdır. O size ancak tığını anlatan ayetler bulunuz. kötülüğü, çirkini ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.”17 buyrulmaktadır. 2.9. Tenasüh ve Reenkarnasyon Tenasüh kelime olarak bir şeyin diğerini takip etmesi, bir şeyi elden ele dolaştırmak, bir şeyin dolaşarak diğerinin yerini alması anlamlarına gelir. Terim olarak ise ölen insanların ruhunun bir hayvan ya da bir insan bedenine girmesi inancını ifade eder. Türkçede “ruh göçü” olarak adlandırılan tenasüh, batı dillerinde “reenkarnasyon” kelimesiyle ifade edilmektedir. 17 Bakara suresi, 168, 169. ayetler. 177 KELAM Tenasüh inancı Hindistan’da Hinduizm dininde ortaya çıkmış ve buradan Budizm’e ve diğer Uzakdoğu dinlerine yayılmıştır. Tenasüh inancını kabul eden dinler, ahiret inancını kabul etmezler. Bunun için bu dinlere göre iyiliklerin mükâfatı, ruhun bir insan bedenine girerek yükselmesi; kötülüklerin cezası da bir hayvan bedenine girerek alçalmasıdır. Örneğin Hinduizm’de “karma” denilen neden sonuç yasası vardır. Buna göre ölümsüz olan insan ruhu, insanın geçmişte yaptıklarının karşılığı olarak başka bir bedende tekrar dünyaya gelecektir. Ruhun bedenden bedene dolaşması onu kemale erdirebilir. İnsan ruhu, hayvan veya insan bedenlerinde çok sayıda varoluşlar yaşadıktan sonra saflaşırsa (temizlenirse) saadete ulaşır ve yaratıcı tanrı Brahma’yla birleşir. Budizme göre ise bir ruh intikali en küçük böcekten insana varıncaya kadar bütün canlıları kapsayacak şekilde cereyan eder. Ruhun kurtuluşu (Nirvana), insan varlığı safhasında ruhun bütün arzularını YORUMLAYALIM yenerek dünya ile alakasını kesmesiyle “Nihayet onlardan her birine ölüm gerçekleşebilir. gelip çattığında: “Rabb’im! der, beni Hinduizmdeki dinsel ve sosyal sınıfgeri gönder; ta ki boşa geçirdiğim dünyalar arası (kast sistemi) geçişler de anda iyi iş (ve hareketler) yapayım.” Hayır, cak ruh göçü ile sağlanabilir. Örneğin; asla! Bu onun ağzından çıkan (boş) bir lafkast sisteminin işçi ve köle sınıfındaki tan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden bir insan iyi bir köle olursa bir sonraki dirilecekleri güne kadar (süren) bir engel hayatında bir üst tabakaya yükselebilir. (berzah) vardır. Sûra üflendiği zaman arBu inanç aynı zamanda üst sınıfların alt tık aralarında akrabalık bağları kalmamışsınıflardaki insanları kontrol altında tuttır; birbirlerini de arayıp sormazlar. Artık masını sağlayan bir inançtır. kimlerin (sevap) tartıları ağır basarsa, işte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir. Kimlerin Diğer semavî dinlerde olduğu gibi de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da İslam inancında da tenasüh inancı redkendilerine yazık etmişlerdir; (çünkü ondedilmiştir. Çünkü Kur’an, insanların iyi ve kötü davranışlarının hesabının lar) ebedî cehennemdedirler.” (Mü’minûn ahirette görüleceğini bildirir. Kur’an’da suresi, 99-103. ayetler.) bildirildiğine göre kötülere uyan insanYukarıdaki ayetleri tenasüh ve ahiret inanlar yaptıklarının karşılığını gördüklerincı açısından yorumlayınız. de, güzel işler yapabilmek için dünyaya dönmenin mümkün olmasını arzulayacaklardır. Bakara suresi, 167. ayet bu durumu şöyle tasvir eder: “(Kötülere) uyanlar şöyle derler: Ah, keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık! Böylece Allah onlara, işlerini, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar.” KONUŞALIM Davranışlarımızın güzelleştirilmesinde ahiret inancının rolü ne olabilir? Fikirlerinizi söyleyiniz. 178 IX. ÜNİTE: KELAM İLMİNİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU Ahiret inancına sahip olan İslam dini, insanın öldükten sonra ruhunun yeni bir bedende dirilmesini kabul etmez. Kur’an’da dünya hayatını iyi amellerle geçirmemiş kimselerin ölüm geldiğinde bu dünyaya yeniden dönme isteklerinin boş bir arzu olduğu ifade edilmiştir. Hesap gününde iyilikleri ağır basan insanlar, herhangi bir korku ve üzüntü içinde olmaksızın mutlulukla yüzleri parlayarak Allah’ın nimetlerle donattığı cennette ağırlanırlar. Kötü amellerle hesap gününe varanlar ise korku içinde yüzleri kararmış olarak cehenneme varacaklardır. Bu anlamda ahiret, insanın özgür iradesiyle gerçekleştirdiği fiillerinin sorumluluğunu yükleneceği öteki hayattır. Böylece ahiret inancına sahip bir insanın; ruhun bir bedenden diğer bir beden göç edip durmasına inanması bir çelişki olacaktır. 3. Yeni İlm-i Kelam Kelam ilmi, iman esaslarını açıklar ve bu esaslara yöneltilen eleştirilere cevap verir. Kelam ilmi uzun tarihi boyunca sorunlara Kur’an ve sünnetin ilkelerine uygun bir şekilde her çağdaki entelektüel birikimlerden faydalanarak cevaplar üretmiştir. Örneğin klasik kelam kitapları kendi çağlarındaki evren ve madde anlayışlarından hareketle konularını işlemişlerdir. Fakat son yüzyıllarda gelişen bilimler, ortaya çıkan felsefî akımlar ve yeni metotlar, kelamın da kendinde bir yenilenme gereğini ortaya çıkarmıştır. Avrupa’da dinî hayatı yeniden düzenleyen reformun ve felsefede gelişen yeni metotların etkisiyle felsefî düşünüş yeni bir çığır açmıştır. Yeni metotlar ve gelişen bilimler yeni felsefî akımlar doğurmuş ve bu akımlar özellikle 19. yüzyıldan itibaren Müslüman toplumlarda da etkisini göstermiştir. Materyalizm, pozitivizm ve nihilizm gibi felsefî akımların Müslüman toplumlarda ortaya çıkardığı inançsızlık ve ahlakî değerleri tanımama şeklindeki olumsuz etkilerine karşı klasik kelam kitaplarında bir eleştiri ve cevap bulmak mümkün değildir. İşte Yeni İlm-i Kelam son yüzyıllarda ortaya çıkan bu problemlere cevap bulmak amacıyla ortaya çıkmış çağımızın kelamıdır. Yeni İlm-i Kelam, bütün şekilleriyle inançsızlığı (ateizm, agnostisizm, pozitivizm, nihilizm vb.) reddeden, dine karşı yapılan her türlü tenkide cevap veren, çağımıza uygun metotlarla Allah’ın varlığını ispat eden ve İslam inanç esaslarını açıklayıp savunan bir ilimdir. LİSTELEYELİM Yeni ilm-i kelamı doğuran sebepleri listeleyiniz. Yeni dönem kelamcıları arasında İzmirli İsmail Hakkı, İsmail Fenni Ertuğrul, Filibeli Ahmed Hilmi, Cemaleddîn el-Afgânî, Muhammed Abduh ve Muhammed İkbal en fazla bilinenlerdir. Yeni İlm-i Kelamı oluşturan bu kelamcılar, geçmişten bize ulaşan bilgileri olduğu gibi kabul etmek yerine Kur’an ve sünnetin ilkeleri çerçevesinde yeniden düşünmeyi, taklit yerine akıl yürütmeyi önemsemişlerdir. Belli grupları esas alan yaklaşımlar yerine bütün ümmeti dikkate alan yorumlar geliştirmişlerdir. Klasik kelam problemlerini gözden geçirip tartışmaya açmışlar ve eserlerinde günümüz inanç problemlerini işlemişlerdir. Yeni İlm-i Kelama dair yazılan eserlerin bir kısmı akaidin temel konularını yeni akımların oluşturduğu problemleri dikkate alarak işleyen eserlerdir. Bunların ilki Abdullatif el-Harpûtî’nin “TenkîhulKelam fi Akaid-i Ehl-i İslam (Kelamî Perspektiften İslam İnanç Esasları)” adlı eseridir.18 Yine aynı konuda Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi’nin “Üss-i İslam-Yeni Akaid”, Muhammed Abduh’un “Risâletü’t-Tevhid (Tevhid Risalesi)” ve Muhammed İkbal’in “The Reconstruction of Religious Thought in Islam (Dinî Düşüncenin Yeniden Doğuşu)” adlı eserleri Yeni İlm-i Kelam eserleri arasında yer alır. Yeni İlm-i Kelam döneminin en meşhur eseri ise İzmirli İsmail Hakkı’nın bu döneme adını da veren “Yeni İlm-i Kelam” adlı kitabıdır. 18 Abdullatif el-Harputî, Tenkîhu’l-Kelam fî Akaid-i Ehl-i İslam (Kelamî Perspektiften İslam İnanç Esasları), s. 9. 179 KELAM Yeni İlm-i Kelam döneminde yazılan eserlerin bir kısmı ise inkârcı akımları reddederek Allah’ın varlığını ispat etmeyi amaçlayan eserlerdir. Bunların ilk örneklerinden biri Cemaleddin el Afgânî’nin “er Red ‘ale’d-Dehriyyîn (Tabiatçılığı Red)” adlı eseridir. Yine bu eserler arasında Filibeli Ahmed Hilmi’nin “Allah’ı İnkâr Mümkün müdür”, İsmail Fenni Ertuğrul’un “Maddiyyûn Mezhebinin İzmihlâli” adlı eserleri yer alır. Yeni İlm-i Kelam döneminde yazılan eserlerde ele alınan konular, klasik döneme ait eserlerdeki konulardan bazı farklılıklar göstermektedir. Klasik dönemde Allah’ın zat ve sıfatları üzerinde daha fazla durulurken yeni dönemde temel problem olarak Allah’ın varlığının ispatı görülmüştür. Mekanizm fikrinin temelsizliğinden hareketle materyalizm, bilimsel yöntemlerle kanıtlanamadığından hareketle evrimcilik, insanların dinden vazgeçmediklerinden hareketle pozitivizm eleştirilmiştir. Kader inancının insanın irade ve eylem gücünü ortadan kaldırmadığı üzerinde durulmuş, peygamberlik hissî mucizeler yerine peygamberlerin getirdikleri hidayete ilişkin bilgilerle temellendirilmiştir. Klasik dönemde tartışılmayan din-bilim ilişkisi, kadının toplumsal statüsü gibi konular ele alınmıştır. Pozitivist dönemin gayb âlemini ve gaybî bilgileri dışlayan akılcılığı ve bilimciliği yerine vahyi de dikkate alan bir akılcılık geliştirme çabası yeni dönem kelamının önemli konularından birini oluşturmuştur.19 KARŞILAŞTIRALIM Aşağıda klasik dönem kelam konuları ile Yeni İlm-i Kelam konularının değişimi verilmiştir. Bu değişime neden olan günümüz inanç problemlerini de dikkate alarak değişim konularını karşılaştırınız. Klasik Dönem Kelamı Günümüz İnanç Problemleri Yeni İlm-i Kelam Allah’ın zat ve sıfatları üzerinde daha fazla durulmuştur. Allah’ın varlığını inkâr eden ateizm gibi akımlar Allah’ın varlığını ispat ve tevhit üzerine odaklanılmıştır. Kader inancının Allah’ın ilim, irade ve kudretiyle ilişkisi üzerinde daha fazla durulmuştur. İnsanın özgürlüğünü ancak Allah’ın inkârıyla mümkün gören nihilizm gibi varoluşçu ateistlerin iddiaları Kader inancının insanın irade ve gücünü ortadan kaldırmadığı üzerinde daha fazla durulmaktadır. Naklî bilgiler esas alınmış, duyuların ve aklın sınırları üzerinde durulmuştur. Pozitivist dünya görüşlerinin sadece duyuya dayalı bilgilerin mümkün olduğu fikri Vahye dayalı bir akılcılık tesis edilmeye çalışılmaktadır. Klasik dönem evren anlayışı ve bilimleri esas alınmıştır. Pozitivizmin dinin geçmiş bir olgu olduğu, bilimin dini ortadan kaldırdığı iddiası Din ve bilim ilişkileri ele alınmakta, dini inancın doğuştan olduğu vurgulanmakta ve bilimsel gelişmelerin kelam ilmine dönük yararları önemsenmektedir. 19 M. Sait Özervarlı, Kelamda Yenilik Arayışları, s. 11, 12, 17-35. 180 IX. ÜNİTE: KELAM İLMİNİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM A. Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız. 1. Yeni İlm-i Kelam’ın doğuş sebepleri nelerdir? Belirtiniz. 2. Çağdaş kelam problemleri nelerdir? Yazınız. 3. Günümüz kelam ilmi klasik dönem kelam ilminden ayrılan yönleri nelerdir? Belirtiniz. B. Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru seçeneklerini işaretleyiniz. 1. “Nihayet onlardan her birine ölüm gelip çattığında: “Rabb’im! der, beni geri gönder; ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve hareketler) yapayım.” Hayır, asla! Bu onun ağzından çıkan (boş) bir laftan ibarettir.” (Mü’minûn suresi, 99, 100. ayetler.) ayetinde aşağıdaki inançlardan hangisi reddedilmektedir? A) Politeizm B) Nihilizm C) Mistisizm D) Deizm E) Tenasüh 2. “Yeni İlm-i Kelam” adlı eserin yazarı aşağıdakilerden hangisidir? A) İzmirli İsmail Hakkı B) İsmail Fenni Ertuğrul D) Filibeli Ahmed Hilmi E) Muhammed İkbal C) Cemaleddin el-Afgani 3. Kur’an’a göre “deizm”in doğru olmadığını ifade etmek isteyen kimse aşağıda verilen ayet meallerinden hangisini bir delil olarak kullanabilir? A) “Onlar Allah’ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar…” (Yûnus suresi, 18. ayet) B) “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!” (Kıyamet suresi, 36. ayet.) C) “Göklerde ve yerde bulunan herkes, ondan ister. O, her an yaratma halindedir.” (Rahmân suresi, 29. ayet.) D) “Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay haline!” (Hümeze suresi, 1. ayet.) E) “Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ayetler vardır.” (Zariyât suresi, 20. ayet.) C. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri, verilen ifadelerden uygun olanı ile doldurunuz. (politeizm, ruh göçü, mistisizm) 1. Tenasühün Türkçe karşılığı …… …….…..dır. 2. …………………, Kur’an’da en fazla üzerinde durulup reddedilen çok tanrılı inanç biçimidir. Ç. Aşağıda verilen bilgilerden doğru olanı “D”, yanlış olanı “Y” ile işaretleyiniz. (…) Tanrı inancının geçmiş çağlara ait bir inanç olduğunu iddia eden akım agnostisizmdir. (…) Allah’ın varlığını inkâr eden felsefi akıma ateizm denir. ( ...) Allah’ın varlığını akıl yoluyla kabul eden ama onun evrene ve tarihe müdahalesini kabul etmeyen akım deizm olarak adlandırılır. 181 KELAM X.ÜNİTE DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM 1. Din ve özgürlük kavramlarının anlamlarını araştırınız. 2. İslam’ın inanç özgürlüğüne verdiği önemi gösteren örnekler belirleyip arkadaşlarınızla paylaşınız. 3. “İnanç özgürlüğü” beraberinde hangi özgürlükleri kapsamaktadır? Araştırınız. 4. TC Anayasası’nın “Din ve Vicdan Özgürlüğü” ile ilgili maddelerini inceleyiniz ve sınıfta arkadaşlarınızla paylaşınız. 182 X. ÜNİTE: DİN ve VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ 1. İslam Dininin Özgürlüğe Verdiği Önem Özgürlük insanın söz, düşünce ve davranışlarında başkalarının hakkını ihlal etmeden serbest olması, kendi iradesiyle tercihte bulunup karar verebilmesi ve kararlarının gereklerini yerine getirme imkanına sahip olmasıdır. Özgürlüğün temeli seçmektir. Seçmek farklı alternatifler arasında yapılan tercihtir. Bir şeyi seçmek bilinçli olmayı gerektirir. Bilinç ise muhakeme ve mukayese sonucunda oluşur. Bu durumda seçmek için; özgür bir iradenin, farklı seçeneklerin ve bilincin bulunması gerekir. “Seçme”den sonra “eylem” gelir. İnsanın seçtiği şeyi yapma hakkının olmaması, seçme hakkını da anlamsız kılar. Bu durumda gerçek anlamda özgürlük; “seçme” ve “eylem” hakkına sahip olmak demektir. Her insanın doğuştan sahip olduğu haklar vardır. Bunlar İslam’ın korumayı amaçladığı “can, mal, akıl, nesil, din” olmak üzere beş temel değerin güvencesi ile ilgili haklardır. Özgürlük, insanın doğuştan sahip olduğu bu hakları hiçbir engelleme olmaksızın kullanabilmesidir. Hak ve özgürlüklerin olmaması durumunda insanca yaşama imkanı ortadan kalkar. Bu nedenle dini, dili, ırkı, milliyeti, rengi, cinsiyeti, makam ve mevkii ne olursa olsun bu temel hak ve özgürlükler, her insan için geçerli olan vazgeçilemez ve devredilemez evrensel değerlerdir. Kur’an-ı Kerim de söz konusu bu değerlere sıkça vurgu yaparak insanların temel hak ve özgürlüklerinin kısıtlanmasını yasaklar ve böyle bir tutumun insanlık adına nelere malolacağı konusunda uyarıda bulunur. Bir ayette şöyle buyrulur: Èْ أǧơȂÌ ÈưǠÌ Èƫȏَ اȁÈ ǶÌ ǿÉ ƔƢÈȈNjÌ ÈƗDžƢ Ê ǨǷÉ Ǒ “ǺȇÊ Ê ǁÌ ȋơȆÊ È ōǼdzơơȂLjÉ ƼÈ ƦÌÈƫȏَ اȁÈ ” È ƾLjÌ “İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.”1 İslam dini, insanın bireysel ve toplumsal hayata ilişkin tüm hak ve özgürlüklerini tanımakta ve kanun önünde eşitlik, yargı önünde eşitlik ve fırsat eşitliği ilkelerini koyarak bu hak ve özgürlükleri garanti altına almaktadır. Bu hak ve özgürlükler İslâm hukukunda siyasi ve genel (umumi) hak ve özgürlükler olarak tasnif edilmektedir. Seçme, seçilme ve yönetime katılma özgürlüğü başlıca siyasi haklardır. Sağlıklı bir yaşam sürme özgürlüğü, inanç ve ibâdet özgürlüğü, düşünce ve düşüncelerini açıklama özgürlüğü, eğitim özgürlüğü, iş özgürlüğü, mülk edinme özgürlüğü, mesken özgürlüğü ve seyahat özgürlüğü ise genel (umûmi) özgürlükler olarak ele alınmıştır.2 İnsanın özgürlüğü akıl ve irade sahibi olmasıyla ilgili bir durumdur. İnsan aklını kullanarak kararlar verir ve iradesiyle bu kararlar doğrultusunda adımlar atar. Bu özellik diğer varlıklara verilmemiştir. İnsan dışındaki varlıklar yalnızca kendileri için belirlenmiş olan yaratılış proğramı çerçevesinde hareket ederler. Seçme hakları yoktur. Yüce Allah insanı üstün özelliklerle, mükerrem bir varlık olarak yarattığını ve her şeyi ona hizmekar kıldığını bildirmektedir.3 İnsanın üstünlüğünün onun özgürlüğüyle ilgili bir durum olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Allah katında insanı değerli kılan şey; özgür bırakıldığı halde iradesini doğru yönde kullanarak iyi davranışlarda bulunmasıdır.4 Bu, Allah’ın hoşnut olduğu ve ödüllendirmeye değer bulduğu bir durumdur.5 Bu durum Yüce Allah’ın özgürlüğe verdiği değeri göstermektedir. 1 Şuarâ suresi, 183. ayet. 2 Hayrettin Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku, C. 1, s. 109-116. 3 Lokman suresi, 20. ayet. 4 Nisâ suresi, 125. ayet. 5 Âl-i İmrân suresi, 133. ayet. 183 KELAM İslam’ın insan özgürlüğüne verdiği değer kendisini en belirgin biçimde tevhid inancında gösterir. Tevhid inancı, her şeyin üstünde, her şeye gücü yeten, her şeyin gerçek sahibi olan Allah’a inanıp, yanlızca ona boyun eğmesi. Tevhidin zıttı “şirk”tir. Şirk insanın kendisi için araç olabilecek şeyleri, amaç edinmesi ve bunları hayatın en üstün ve belirleyici değerleri konumuna yükselterek ilahlaştırmasıdır. Kur’an’a göre bu sahte ilahlar insanın Allahı sever gibi sevdiği6, Allah’tan korkar gibi korktuğu7, kendisinde olağanüstü güçler vehmettiği8, kayıtsız şartsız boyun eğip itaat ettiği9 şeylerdir. Şirk Kur’an’ın ifadesiyle “insanın kendi elleriyle icat ettiği”10 putlara tapınması ve böylece özgürlüğünü kaybetmesidir. Tevhid ise özgürlüğünü kısıtlayıp insanı köleleştiren şirke son DEĞERLENDİRELİM verir. Yüce Allah her gönderdiği peygamberle Aşağıdaki ayetlerde düşünme, tevhid mesajını yineleyerek insanın özgürlüğü- araştırma ve öğrenme özgürlüğü- ne verdiği değeri göstermektedir. ne yapılan vurguyu, fen bilimleri ve dinî Kur’an-ı Kerim düşünmeye ve akletmeye ilimlerin gelişmesine katkı sağlaması yö- sık sık vurgu yapar. Bu vurgu aklını kullanma- nüyle değerlendiriniz. sı, düşünmesi ve araştırıp öğrenmesi konusun- “Kuşkusuz, göklerin ve yerin yara- da insanı özgür bırakmanın ötesinde teşvik edi- tılışında, gece ile gündüzün birbirini ci niteliktedir. İlmin ve âlimin değeriyle ilgili takip edişinde; insanlara faydalı yük- ayet ve hadisler bir bütün olarak incelendiğinde İslam’ın araştırma ve öğrenme özgürlüğünü ne lerle denizlerde seyreden gemilerde; kadar önemsediği anlaşılmaktadır. Örneğin bir Allah’ın gökten indirerek onunla ölü ayette Yüce Allah şöyle buyurur: “Ve nasıl ki toprağa can verdiği ve her çeşit canlı- insanlar, canlılar ve evcil hayvanlar (uyum- nın çoğalmasını sağladığı yağmurlar- lu) bir farklılığın renklerini taşıyorlar. İşte da; rüzgarların (yönünün) değişme- (insanlar kendi aralarında da) böyledir. Allah’a sinde ve gökle yer arasında kendileri kulları içinde yalnızca âlimler (bu yaratılışın için tayin edilmiş belirli güzergahlarda hikmetini ve amacını bilenler) hakkıyla saygı akan bulutlarda: (bütün bunlarda) dü- duyarlar. (Zira onlar bilirki) Allah çok üstün şünüp, akıllarını kullananlar için nice ve yücedir, çok bağışlayıcıdır.”11 ayetler (mesajlar) vardır.” İslam’ın düşünme, araştırma ve öğrenme (Bakara suresi, 164. ayet.) alanında insana tanıdığı geniş özgürlük alanı “Biz sana feyizli ve bereketli bir ki- bilimsel gelişmelerin önünü açıcı niteliktedir. kâinattaki her bir varlığı tap indirdik ki insanlar onun ayetlerini Allah’ın bir ayeti olarak isimlendirir ve insan- iyice düşünsünler ve aklı yerinde olan- dan Allah’ın ayetleri üzerinde düşünmesini lar ders ve ibret alsınlar.” Şöyle ki; Kur’an (Sâd suresi, 29. ayet.) 6 Bakara suresi, 165. ayet. 7 Nahl suresi, 51. ayet. 8 Sebe suresi, 41. ayet. 9 Mü’minûn suresi, 47. ayet. 10 Sâffât suresi, 95. ayet. 11 Fâtır suresi, 28. ayet. 184 X. ÜNİTE: DİN ve VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ ister. Kur’an’a göre Allah’ın kitabı (Kur’an) TARTIŞALIM sözlü ayetlerden oluşurken, kâinat kitabı da kevni ayetlerden (varlıklardan) oluşmaktadır. İnsanın bazı davranışlarının kısıtlanması, özgürlüğünün kısıtlanması anlamına gelir mi? Allah’ın sözlü ayetleri üzerinde düşünmek, dinî ilimlerin gelişmesini sağlar. Kevni ayetler (varlıklar) üzerinde düşünüp, araştırma yapmak Somut örnekler ise fen bilimlerinin gelişmesinin önünü açar. üzerinden arkadaşlarınızla Özgürlük, hak ve hukukun kabul gördüğü, tartışınız. adaletin egemen olduğu ortamlarda gelişir. Hak ve hukun gözetilmediği, adaletin sağlanamadı- ğı toplumlarda özgürlükten de söz edilemez. Bu nedenle, insanların belli kural ve kaidelere uyarak yaşamaları kaçınılmaz bir durumdur. Çünkü bir arada topluluk halinde yaşayan insanlar arasında düzenin sağlanması hakların ve sorumlulukların belirlenmesi ve bunlara uyulması ile mümkündür. Aksi takdirde toplumsal yaşamda kargaşa ve kaos egemen olur. İşte insanın özgürlüğünün sınırlarını belirleyen şey uyması gereken bu kaide ve kurallardır. Bu noktada önemli olan insanların hak ve sorumluluklarının doğru olarak belirlenmesidir. Yüce Allah insan için doğru olan sınırları belirlemiş ve bu sınırları gözeterek yaşamasını istemiştir. Ancak insana irade vererek özgür bırakmış ve kendi yolunu belirlemesini istemiştir. Yüce Allah şöyle buyurur: “De ki: Gerçek Rabb’inizdendir. Isteyen inansın, isteyen inkar etsin ….“12 Bu durumda hayat bir sınava dönüşmekte, insanın özgürlüğü ise bir sınav özgürlüğü niteliği kazanmaktadır. Bu bir öğrencinin gireceği sınava çalışıp çalışmamakta özgür olmasına benzemektedir. Ancak unutulmamalıdır ki bu öğrenci, sınavın sonucuna katlanmak zorundadır. Bu nedenle insan kendisine bahşedilen özgürlüğün kıymetini bilmeli, özgürlüğünü kendisine zarar verecek biçimde kullanmamalıdır. Bir ayette şöyle buyrulur: “O, hem ölümü, hem de hayatı yaratmıştır ki sizi sınamaya tabi tutsun (ve böylece) davranış yönünden hanginiz daha iyidir (onu göstersin). O, üstündür, bağışlayandır.”13 Yüce Allah özgürlüğün anlamını ve amacını doğru değerlendirip iradesini doğru yönde kullananları ahirette sınırsız nimetlerle donatılmış sonsuz bir hayatla ödüllendireceğini müjdelemektedir. Bir ayette şöyle buyrulur: “…. İmana erip doğru ve yararlı işler yapanları ise (cennetin) çiçek dolu bahçelerinde (bulacaksın). Onlar Rablerinin katında diledikleri her şeye sahip olacaklardır. İşte bu büyük lütuftur.”14 Diğer varlıkların değil de yalnızca insanın böylesi büyük bir mükafatla ödüllendirilmesi, insanın seçme hakkına sahip özgür bir varlık olmasıyla ilgili bir durumdur. 12 Kehf suresi, 29. ayet. 13 Mülk suresi, 2. ayet. 14 Şûrâ suresi, 22. ayet. 185 KELAM 2. Din Seçme Özgürlüğü İnanmak, insana özgüdür ve tarihin her döneminde dinî inançlar şeklinde tezahür etmiştir. Tarih boyunca dinsiz bir toplumun görülmeyişi, insan fıtratı ile din arasında zorunlu bir sebep-sonuç ilşkisinin varlığını göstermektedir15. Bunu her insanın acıkma duygusuna sahip olmasının, insanın doğuştan yeme ihtiyacını taşıdığını göstermesine benzetebiliriz. Bu durumda insan doğuştan inanan bir varlıktır. Ancak neye nasıl inanacağı konusunda özgür bırakılmıştır. İnanmak gönüllülük işidir. İnsanın bir dine TARTIŞALIM inanması, o dinin ilke ve kurallarını beğendiAşağıdaki sözün gerçekliği üzeğini ve gönülden benimsediğini gösterir. Bu rinde arkadaşlarınızla tartışınız. nedenle baskı ve zorlamayla gerçek bir inanç “Geçmişte olduğu gibi, bugün de ilimoluşturmak mümkün değildir. Özgür iradeyle siz sanatsız, felsefesiz toplum vardır, fakat gönülden benimsenmemiş bir dindarlık ikiyüzdinsiz toplum asla.” lülük (nifak) anlamına gelir. Böyle bir dindar( Henry Bergson, Ahlak İle Dînin İki lığın Allah katında hiçbir değeri yoktur. Ayrıca Kaynağı, çev.: Mehmet Karahasan, s.127.) zor kullanarak bir dini benimsetmeye çalışmak, farklı seçenekleri ortadan kaldırdığı ve insanın seçme özgürlüğünü elinden aldığı için dünya hayatını imtihan alanı olmaktan çıkarır. Yüce Allah bilinçli ve özgür yarattığı insanın seçme özgürlüğüne kendisinin dahi müdahele etmediğini söyleyerek insanları da bundan sakındırır. Bir ayette şöyle buyrulur: “Rabb’in eğer öyle olmasını dileseydi, yeryüzünde yaşayan herkes topyekun imana erişirdi: Hâl böyleyken, insanları inanıncaya kadar zorlayabileceğini mi sanıyorsun.” 16 Diğer bir ayette ise şöyle buyrulur: “(Ey Peygamber) Onlara öğüt ver; senin görevin yalnız öğüt vermektir: sen onları (inanmaya) zorlayamazsın.” 17 Yüce Allah insanı, hakikati tanıyabilecek ve kabullenecek bir fıtrat üzere yaratmıştır. Diğer bir deyişle insan doğuştan taşıdığı özelliklerle doğru olan inanca yönelme imkânına sahiptir.18 Ayrıca ilahî vahyin gelmesiyle doğru yanlıştan apaçık ayrılmıştır. Bakara suresi, 256. ayette şöyle buyrulur: “Dinde zorlama yoktur. Artık doğru ile yanlış, birbirinden ayrılmıştır: Şu hâlde kim, (yeryüzünde ilahlık taslayan) şeytani güçleri reddeder de Allah’a inanırsa, kesinlikle kopmaz bir kulpa yapışmış olur. Zira Allah her şeyi işitendir, her şeyi bilendir.” Bu durumda herhangi bir dini seçmesi için insanları zorlamak doğru değildir. Belki yapılması gereken yalnızca doğru olanı hatırlatmak ve tebliğ etmektir. Kur’an-ı Kerim insanların özgür iradeleriyle bir din seçme ve inancının gerektirdiği gibi yaşama haklarının ellerinden alınmasını “fitne” olarak isimlendirmekte ve fitneyi insan öldürmekten daha büyük bir suç saymaktadır. Bir ayette şöyle buyrulur: “Sana haram ayda savaşmayı soruyorlar. De ki: “O ayda savaş büyük bir günahtır. Allah’ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram’ın ziyaretine engel olmak ve halkını oradan çıkarmak, Allah katında daha büyük günahtır. Fitne (zulüm ve baskı) ise adam öldürmekten daha büyük (bir günahtır) ….”19 Bir başka 15 M. Abdullah Draz, Din ve Allah İnancı, s. 96, 97. 16 Yûnus suresi, 99. ayet. 17 Gâşiye suresi, 21, 22. ayetler. 18 Rûm suresi, 30. ayet. 19 Bakara suresi, 191. ayet. 186 X. ÜNİTE: DİN ve VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ ayette ise Yüce Allah, inanalardan yeryüzünde zulüm ve baskının egemen olmasına izin vermemelerini istemiştir ve yeryüzünde tam bir din ve vicdan özgürlüğünü sağlamak için cihadı meşru kılmıştır20. Bu anlamda cihad İslam’ı zorla benimsetmek için yapılan savaş değil tam aksine insanların özgür iradeleriyle bir dini seçmelerinin önündeki engelleri kaldırma mücadelesidir. İlgili ayetlerin bütünlüğünden anlaşıldığına göre insan için özgürlük hayat hakkından daha önemlidir. Zira insanı insan yapan en önemli özellik özgür irade sahibi olmasıdır. Bu nedenle, iradesi elinden alınan, inandığı gibi yaşayamayan insanlar insanlık onurlarını kaybetmiş sayılırlar. Bu ise insan için ölümden daha kötü bir durumdur. Hz. Peygamber uygulamalarında din seçme özgürlüğü konusunda çok titiz davranmıştır. Başlangıçta özgür iradeleriyle Allah’ın dinini seçen Müslümanlar dinlerinden dönmeleri için çok ağır işkencelere maruz kalmışlar. Bu baskılara karşın Hz. Peygamber “... Sizin dininiz size benim dinim de banadır.”21 diyerek bir toplumda farklı inanç mensuplarının bir arada barış içerisinde yaşayabilmelerinin çözümünü ortaya koymuştur. Baskılar devam edince Müslümanlar yaşadıkları yeri terkedip Medine’ye hicret etmişlerdir. Hz. Peygamber güçlenerek Mekke’ye döndüğünde ve orada söz sahibi olduğunda ise her şeye rağmen Müslüman olmaları için hiç kimseye baskı yapmamıştır. Din seçme özgürlüğü bir dinin sadece kabul edilebilmesi hakkından ibaret değildir. Her dinin buyrukları vardır. Bu buyruklar inanan insan için doğru ve uygulanması gereken buyruklardır. Bir dini benimseyip onun uygulamalarını gereksiz görmek mümkün değildir. Bu nedenle inancının gerektirdiğini yaşayabilmek din özgürlüğünün ayrılmaz bir parçasıdır. DEĞERLENDİRELİM Hz. Peygamberin Necranlı Hristiyanlarla yaptığı anlaşmada yer alan aşağıdaki ifadeyi, İslam’ın inanç özgürlüğüne verdigi değer açısından değerlendiriniz. “Onların mallarına, canlarına, dini hayat ve uygulamalarına, ailelerine, ibadet yerlerine, onların mülkiyetinde bulunan her şeye şamil olmak üzere Allah’ın himayesi ve Resulullah Muhammed’in zimmeti Necranlılar ve onların tabileri üzerine haktır. Hiçbir din adamı kendi dini vazife mahalli dışında, hiçbir papaz kendi vazifesini gördüğü kilise dışında, hiçbir rahip içinde yaşadığı manastır dışında başka bir yere alınıp götürülmeyecektir ...” İnsanlar din seçme özgürlüğüne sahip oldukları gibi ibadet etme hakkına da sahiptirler. İbadet özgürlüğü inanç özgürlüğünün ayrılmaz bir parçasıdır. İbadet hakkı bireysel ya da cemaat hâlinde kişinin inandığı dinin buyruklarını yerine getirebilme haklarını kapsar. İslam dini bu konuda diğer dinlere karşı her zaman hoşgörülü davranmıştır. İslam tarihi bunun örnekleriyle doludur. Örneğin Necranlı bir heyet Hz. Peygamberle gorüşmek için Medine’ye gelir ve mescitte Peygamberimizin huzuruna çıkarlar. Görüşmeden sonra ibadet vakitleri geldiği için ibadet etmek isterler, Hz. Peygamber mescidi onlara bırakarak dışarı çıkar.22 Aynı düşüncenin sonucu olarak Osmanlı Döneminde İstanbul Darülaceze’de kilise, havra ve mescit yan yana yapılmış ve farklı din mensuplarının ibadet edebilmeleri için uygun ortamlar hazırlanmıştır. (Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, C 1, s. 622’den sadeleştirilmiştir.) 20 Enfâl suresi, 39. ayet. 21 Kâfirûn suresi, 6. ayet. 22 Servet Armağan, İslam Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler, s. 620. 187 KELAM Bir dinin ibadethanelerinin yapılması ve korunması İbadet özgürlüğünün gereği olan bir haktır. Bu konuda bir ayette şöyle buyrulur: “Allah’ın mescitlerinde onun adının anılmasına engel olan ve onların harap olması için çalışanlardan daha zalim kim olabilir ? ....”23 Müslümanlar kendi ibadethaneleri konusunda gösterdikleri saygıyı diğer din mensuplarının ibadethanelerine de göstermişlerdir. Müslümanların bütün ibadethaneleri koruma yönündeki bu tutumu Kur’an’a dayanmaktadır. Bir ayette bu konuda şöyle buyrulur: “...Eğer Allah insanların bir kısmının zararını diğer bir kısmı ile savmasaydı manastırlar, kiliseler, havralar ve Allah’ın adının çokça anıldığı mescidler yıkılır giderdi. Dinine yardım edene Allah da yardım edecektir. Muhakkakki Allah (her şeyi hükmü altında tutan) en yüce iktidar sahibidir.” 24 İnsanın bilmediği bir şeye inanması doğru değildir. Bu nedenle insanların doğru tercihte bulunabilmeleri için dinleri doğru bir şekilde öğrenme imkânının bulunması gerekir. Ayrıca bir BİLİYOR MUYDUNUZ? dine inanmış bir insanın dinini öğrenememesi zamanla bâtıl inanç ve hurafelere kapılmasına 1948 Birleşmiş Milletler İnsan neden olur. İnanç gruplarının kendi dinlerini Hakları Sözleşmesi’nin 18. madhatta diğer dinleri bilmemeleri toplumda iletidesinde ve 1950 Avrupa İnsan Hakları şim zorluğuna ve zamanla bağnazlığa yol açaSözleşmesi’nin 9. maddesinde dinin egibilir. Bu nedenle din seçme özgürlüğü, o dinin tim ve ögretimi ve tebliği din ve vicdan eğitim-öğretiminin yapılabilmesi hakkını da özgürlüğünün zorunlu unsurları olarak içermektedir. yer almaktadır. (Saffet Köse, Bir dinin varlığını devam ettirebilmesi kenDin ve Vicdan Hürriyeti, s. 17.) disini serbestçe ifade edebilmesi, yapılan eleştirilere karşı kendisini ifade edip, savunabilmesine bağlıdır. Bu nedenle her dinin baskı ve şiddete başvurmamak şartıyla savunma ve tebliğ hakkı vardır. Bu hakkın engellenmesi durumunda bir süre sonra o dinin yaşam hakkı tehlikeye girer. Bu nedenle Kur’an-ı Kerim inananlara kendilerini savunma hakkını vermekte ancak bunu yaparken haddi aşmamalarını istemektedir.25 Ayrıca Kur’an dinin iyi ve güzel gördüğü şeyleri tebliğ etmeyi, kötü ve çirkin gördüğü şeylerden de sakındırmayı (emr-i bi’l-ma’ruf nehyi ani’l-münker) ihmal edilmemesi gereken önemli bir görev olarak açıklamaktadır.26 23 Bakara suresi, 114. ayet. 24 Hâc suresi, 40. ayet. 25 Bakara suresi, 190. ayet. 26 Âl-i İmrân suresi, 104. ayet. 188 X. ÜNİTE: DİN ve VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ 3. Din İçinde Özgürlük Kur’anda “din” kelimesinin ifade ettiği temel anlamlardan biri; insanın Allah’a itaat ve teslimiyetidir. Bu durum ilk bakışta insanın din içindeki özgürlüğü konusunda bir tereddüt oluşturabilir. Ancak iyi düşünüldüğünde dinin öngördüğü itaatin, insanı kötü ve çirkin işlerden uzak tutarak ruhen yüceltip özgürleştirdiği görülmektedir. Çünkü Allah’ın insanlardan istediği şey, yalnızca kötülüklerden uzak durmaları ve erdemli bir yaşam sürmeleridir. İslam’da insanın özgürlüğünü koruyup geliştiren iki temel ilke; “tevhid” ve “takva”dır. Tevhid inancı, Allah’tan başkasını ilahlaştırmama bilinci kazandırır. Böylece insanın kendinden aşağı varlıkları yücelterek özgürlüğünü kaybetmesini engeller. Aynı şekilde takva da insanı günahlardan uzak tutar. Her tür kötü alışkanlığa bağımlılıktan korur. Böylece insanın ruhen özgür kalmasını sağlar. Kur’an’da “takva”, insanın Allah katındaki değerinin ölçüsü olarak kabul edilir.27 Kur’an’ın getirdiği takva ölçüsü, İslam’ın tüm insanları doğuştan Allah katında eşit kabul ettiğini gösterir. Her insanın doğuştan sahip olduğu bu eşitlik, bazı insanların ırk, renk, cinsiyet, zenginlik veya sosyal statü gibi gerekçelerle üstünlük iddiasında bulunup, diğer insanların hak ve özgürlüklerini kısıtlamasını engeller. İslam, din içerisinde düşünce özgürlüğüne büyük önem verir. Bunun önemli bir göstergesi “ictihad”dır. İctihad; insanın karşılaşacağı yeni problemler karşısında vahyin ışığında aklını kullanarak çözümler üretmesi demektir. Hz. Peygamber yeri geldikçe bizzat kendisi içtihatta bulunmuş ve sahabilerini de buna teşvik etmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber, kendi döneminde sahabenin karşılaştığı problemlerle ilgili ictihadda bulunarak çözümler üretmelerini olumlu karşılamıştır. Hz. Peygamberin bu tür onayları “takrîrî sünnet” adı altında dinin kaynakları arasında yerini almıştır. DEĞERLENDİRELİM Hz. Peygamber’in Muaz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak gönderirken aralarında geçen aşağıdaki konuşmayı din içerisinde düşünce özgürlüğü açısından değerlendiriniz. - Hz.Peygamber: “Ey Muaz! Sana arzedilen meseleler karşısında ne ile karar vereceksin? - Muaz: “Allah’ın kitabıyla” İslam dininin ictihad yoluyla tanıdığı bu düşünce özgürlüğü, ayet ve hadisleri anlama ve yorumlama çalışmalarının önünü açmış; bu ise tarihi süreç içerisinde, mezheplerin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Mezhepler, İslam toplumunun dinî ihtiyaçlarını karşılamak ve karşılaştıkları problemlere çözümler üretmek amacıyla ortaya çıkan dinî yorumların kurumsallaşmış biçimleridir. Müslümanlar, İslam düşünce sindeki bu tür yorum farklılıklarını gerçeğe ulaşma çabaları olarak görmüşler ve tıpkı gök kuşağının farklı renkleri gibi zenginlik olarak kabul etmişlerdir. Bu nedenle İslam’ın ruhuna ters düşmeyen ekoller hoşgörüyle karşılanmış, mezhep farklılığının kavga konusu yapılması doğru bulunmamıştır. - Hz. Peygamber: “Onda bir hüküm bulamazsan” - Muaz: “Resulullah’ın sünnetiyle” - Hz. Peygamber: “Onda da bir hüküm bulmazsan” - Muaz: “O zaman ayet ve hadisler ışığında kendi görüşümle karar veririrm.” demiştir. - Hz. Peygamber de Muaz’ın bu cevabını beğenmiştir. (Ebu Davut, Akdiye, 11.) 27 Hucurât suresi, 13. ayet. 189 KELAM İslam dininin düşünce özgürlüğüne verdiği değer onun evrensel bir din olmasıyla da ilgilidir. Eğer İslam zaman ve mekana bağlı olarak ortaya çıkan ihtiyaçlara çözümler üretecek ictihad mekânizmasını işletmeseydi bu kadar yayılma imkânı bulamaz ve her çağda yaşanan bir din olma özelliğini koruyamazdı. YORUMLAYALIM Aşağıdaki ayeti insanın hayatın nimetlerinden faydalanma özgürlüğü açısından yorumlayınız. “De ki: ‘Allahın kulları için yarattığı güzelliği, rızkın iyisini, temizini yasaklayan kim?’ De ki: ‘Bunlar dünya hayatında imana erenler için (meşru)durlar; Kıyamet Gününde ise yalnızca onlara özgü olacaklardır.’ Anlama-kavrama yeteneği olan insanlar için bu mesajları Biz işte böyle açık açık dile getiriyoruz” (A’râf suresi, 32. ayet.) İslam dini insana yaşam içinde geniş bir özgürlük alanı tanımaktadır. “Eşyada aslolan mübahlıktır” ilkesi bunun göstergesidir. Kur’an yeryüzünün bütün nimetleriyle insanın istifadesi için yaratıldığını haber verir.28 O hâlde yasak istisnai bir durumdur ve yalnızca insanın beden ve ruh sağlığını olumsuz etkileyecek şeyler yasaklanmıştır. Bu nedenle İslam dininde haramlar az bir yer tutar. Helal dairesi ise çok geniştir. Bunun içindir ki Kur’an, Allah’a yakınlaşma adına, Allah’ın helal kıldığı şeyleri yasaklayarak insanın özgürlük alanını daraltan yaklaşımları reddetmektedir.29 İslam’da günah işlemek insanı dinden çıkarmaz. Bir ayette şöyle buyrulur: “De ki: (Allah şöyle buyuruyor:) ‘Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmekte ileri giden kullarım! Allah’ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar; O, çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır”30 Günah işleyen kimsenin dinden dışlanmaması insanın davranışlarında özgür olduğunun ifadesidir. Ancak bu, insana kötülük yapma hakkının verilmesi anlamına gelmez. Tam aksine İslam dininin, insanın hem günah hem de sevap işleyebilme ile ilgili çift yönlü yaratılışını ve çevrenin insan üzerindeki etkisini dikkate alan gerçekçi bir din olduğunu göstermektedir. 4. Laiklik Laiklik kelimesi dilimize Fransızcadan geçmiş bir sözcüktür. Bu sözcük de Yunanca “laikos” kelimesinden gelmektedir. Laik, halktan olan yani ruhban sınıfına mensup olmayan kimse demektir.31 Terim olarak laiklik, din ve devlet işlerinin birbirlerinden ayrılmış olarak yürütülmesidir. Laiklik, ilk olarak Avrupa’da Hristiyan din adamlarının anlayış ve uygulamalarına tepki olarak ortaya çıkmıştır. Batı dünyasında üstünlüğü kabul edilen merkezî bir kilise iktidarı vardı. Bu iktidarın başı papaydı. Papa hem dinî lider hem de siyasi iktidarın başıydı. Kilise aynı zamanda eğitim kurumlarının da tek hâkimiydi. Kilisenin baskıcı uygulamaları halkın kiliseye olan güvenini sarsıyordu. Zamanla kilise din işlerini düzenleyen bir müessese değil, korkulan bir müessese hâline gelmişti. Din adamlarının baskısı fikir hayatı üzerinde de etkisini göstermekteydi. Kendi kanatları dışında gelişen fikirlere karşı savaş açmışlardı. Kilisenin kurduğu Engizisyon mahkemeleri bilim ve düşünce adamlarını cezalandırıyordu. 28 İbrahim suresi, 32-34. ayetler. 29 Hadîd suresi, 27. ayet; Maide suresi, 87, 88. ayetler. 30 Zümer suresi, 53. ayet. 31 Hamza Eroğlu, Türk İnkılap Tarihi, s. 422, 423. 190 X. ÜNİTE: DİN ve VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ Avrupa’da kilise-siyasi iktidar mücadelesi 15. yüzyıldan başlayıp, 18. yüzyıla kadar devam etti. Bu süreç içerisinde kilise otoritesine içeriden ilk başkaldırıyı Martin Luther gerçekleştirdi. Daha sonraları ise gelişip, güçlenen “Liberalizm” akımı; “Siyasi iktidar milletin oyuna dayanır ve ona karşı sorumludur.”32 diyerek vicdan hürriyeti fikrini ileri sürdü. Vicdan hürriyeti, kişilere istediği dini seçme veya hiçbir dini seçmeme hakkı veriyordu. Bu durum kilise ile siyasi iktidarın birbirinden ayrılması sonucunu doğurdu. 1789 Fransız Devrimi’yle kilisenin otoritesi son buldu. Papazlar cumhuriyete bağlılık yemini etmekle mükellef tutuldu. 1905’te Fransız Parlamentosunun kabul ettiği bir kanunla din ve devlet işleri resmen birbirinden ayrıldı. Böylece laik devlet dönemi başlamış oldu. Hristiyanlık dünyasında laiklik ilkesinin benimsenmesinden sonra Hristiyanlık birçok alanda etkisini yitirmeye başladı. Fransız ihtilâliyle doğan laiklik düşüncesinin genel, felsefi, hukuki ve siyasi olmak üzere çok çeşitli tanımları yapılmıştır. Farklı uygulamalarıyla farklı devletler tarafından yönetimde benimsenmiştir. Kimi yönetimler laikliğin devleti dinden ayıran yönünü öne çıkaran bir uygulama içine girerken kimi yönetimler din ve vicdan özgürlüğünü öne çıkarmışlardır. ARAŞTIRALIM Laikliğin yerleşmesini sağlamak amacıyla 1924 yılında çıkarılan kanunlar hangileridir? Araştıralım. Laiklik yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinin ilk Anayasa’sında yer almamış ancak takip eden yıllarda yönetimde alınan birçok karar üzerinde belirleyici bir ilke olmuştur. Laiklik ilkesi, Atatürk’ün inkılaplarının temelini oluşturur. Laiklik ilkesi gereği, 1924’te halifelik kaldırılmış, 1928’de Anayasadaki “Devletin dini İslam dinidir.” maddesi kaldırılmış. 1937’de ise Türkiye Cumhuriyetinin laik bir devlet olduğu Anayasa’ya yazılı olarak girmiştir. Laik devlet anlayışında yasama, yürütme ve yargı dinsel ilkelere göre düzenlenmez. Bu nedenle, laik devlet, din ve devlet işlerini birbirinden tamamen ayırır. Laik devlette dinî kurallar ve kuruluşlar yönetime karışamaz.33 Din kurumları devletin fonksiyonlarını yerine getiremeyeceği gibi devlet kurumları da dinin fonksiyonlarını ifa edemez.34 Atatürk bu konuda şöyle demektedir: “...Benim manevi mirasım, ilim ve akıldır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse manevi mirasçılarım olurlar.”35 Laiklik anlayışına göre din bir vicdan meselesidir ve bireyi esas alır. Din, vicdanının sesini dinleyen ahlaklı bireyler yetiştirerek toplumsal düzenin sağlanmasına katkıda bulunur. Bu nedenle dinin vicdanlarda özgürce yaşanmasına müdahale edilmemelidir. Ancak din sosyal hayatı düzenleyici bir olgu olarak öne çıkarılamaz. Mustafa Kemal Atatürk, “Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz, düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini millet ve devlet işleri ile karıştırmamaya çalışıyoruz.”36 demektedir. 32 Genelkurmay Bşk., Atatürkçülük, 1. kitap, s. 344. 33 Ayten Sezer (Editör), Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, s. 457. 34 Ali Güler, Atatürk ve Cumhuriyet, s. 245. 35 Atatürkçülük, 1. kitap, s. 288. 36 Atatürkçülük, I, 45. 191 KELAM Laiklik, din ile devlet işlerinin birbirinden ayırmanın yanında, tüm vatandaşların vicdan, ibadet ve din hürriyetini tekeffül eder.37 Laik devlette din hürriyeti, belli bir dine inanma ve onun gereklerini yerine getirme hürriyetini ifade ettiği gibi kişinin isterse hiçbir dine inanmama ve hiçbir dini ibadetlerini yerine getirmeme hürriyetini de kapsar. Ayrıca laik anlayışa göre ayırım gözetilmeden farklı dinlerin mensuplarına kanun önünde eşit işlem yapılır. Atatürk’e göre, “Vicdan hürriyeti mutlak ve taarruz edilmez, ferdin tabii haklarının en mühimlerinden tanınmalıdır. Her birey istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre malik olmak, mensup olduğu bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine maliktir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hâkim olunmaz.”38 DEĞERLENDİRELİM Aşağıdaki yasa maddelerini din ve vicdan özgürlüğünün sınırları açısından değerlendiriniz. Anayasa`nın 14. Maddesi : III. Temel Hak ve Hürriyetlerin Kötüye Kullanılamaması Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz. Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz. Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir. Anayasa`nın 24. Maddesi : VI. Din ve Vicdan Hürriyeti Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî ayin ve törenler serbesttir. Kimse, ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. Din ve ahlak eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır. Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz. 37 Atatürkçülük, 2. kitap, s. 331. 38 Atatürkçülük, 3. Kitap, s. 238. 192 X. ÜNİTE: DİN ve VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM A. Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız. 1. Özgürlük ne demektir? Belli başlı özgürlük alanları nelerdir? Belirtiniz. 2. İslamiyetin din seçme özgürlüğü konusundaki tutumu nedir? Anlatınız. 3. Dinin içindeki özgürlük ne demektir? Yazınız. 4. İnsanın diğer varlıklardan üstün olması ile irade sahibi özgür bir varlık olarak yaratılmış olması arasındaki ilişkiyi açıklayınız. 6. Mezheplerin bir zenginlik sayılmasını, İslam’da düşünce özgürlüğü açısından açıklayınız.. 7. Batıda laiklik düşüncesini doğuran nedenler nelerdir? Yazınız. B. Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru seçeneklerini işaretleyiniz. 1. Aşağıdakilerden hangisi din ve vicdan özgürlüğünün zorunlu bir parçası değildir? A) İnsan istediği dini seçebilir. B) İnsanlar inançlarından dolayı kınanamazlar. C) İnsan inancının gerektirdiği ibadetleri yapabilir. D) İnsanlar dinlerini öğrenme ve isteyene öğretme hakkına sahiptirler. E) İnsanlar dinlerini yaymak için istedikleri yöntemi kullanabilirler. 2. Laiklik ilkesi TC Anayasası’na kaç yılında girmiştir? A) 1919 B) 1920 C) 1923 D) 1924 E) 1937 3. Aşağıdakilerden hangisi “Laik Devlet”in özelliklerinden biri değildir? A) Laik devlette din ile devlet işleri birbirinden ayrılmıştır. B) Laik devlet dini kişisel bir vicdan meselesi olarak görür. C) Laik devlet düzenlemelerinde dini esas almaz. D) Laik devlet bütün dinlere eşit mesafede durur. E) Laik devlet dinin yaşanma biçimini belirlemeye kalkışmaz. C. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri verilen kelimelerden uygun olanı ile doldurunuz. (14., tevhit, 24., iştihat, vahiy) 1. TC Anayasas’ında, din ve vicdan özgürlüğünü düzenleyen ..…. maddedir. 2. TC Anayasası’nda din ve vicdan özgürlüğüyle ilgili sınırlamaları belirleyen ..… maddedir. 3. İslam’ın, kötü ve çirkin işlerden uzak tutarak insanı ruhen özgürleştirme ilkesine ……. denir. 4. İslam’da, insanının yeni problemler karşısında vahyin ışığında aklını kullanarak çözümler üretmesine …………………. denir. 193 KELAM SÖZLÜK D dergâh:Eskiden, tarikattan olanların toplandıkları yer. deyim: Genellikle gerçek anlamından az çok ayrı, ilgi çekici A abâ: Yünün dövülmesiyle yapılan kalın ve kaba kumaş. Bu bir anlam taşıyan kalıplaşmış söz öbeği, tabir. kumaştan yapılmış yakasız ve uzun üstlük. din: Allah’ın insanları dünya ve ahirette rahat, huzur ve saa- ahkâm: Hükümler. dete (mutluluğa) kavuşturmak için peygamberleri vasıtasıyla alenen: Açıktan açığa, herkesin gözü önünde, herkesin içinde, bildirdiği yol, emirler ve yasaklar. gizlemeden, açıkça. dua: Yakarış. Allah’a yalvarma, yakarış için söylenen dinî metin. amel: Yapılan iş, edim, fiil. Bir kimsenin dinin buyruklarını yerine getirmek için yaptıkları. E-F amel-i salih: Dine göre makbul olan işler. ebedî: Sonsuz, ölümsüz. analiz: Çözümleme. atasözü: Uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak söylenmiş ve halka mal olmuş, öğüt verici nitelikte söz, darbımesel. edebî: Edebiyatla ilgili, edebiyata ilişkin, yazınsal. ekol: Bir bilim ve sanat kolunda ayrı nitelik ve özellikleri bulunan yöntem veya akım, okul. atıf: Yöneltme, çevirme. İlişkili bulma. Gönderme. atom: Birkaç türü birleştiğinde çeşitli molekülleri, bir tek türü ise bir kimyasal ögeyi oluşturan parçacık. ehl-i kitap: İslam literatüründe Yahudi ve Hristiyanlar. enbiya: Nebiler, peygamberler. ayet: Kur’an surelerini oluşturan kısımlardan her biri. ayin: Dinî tören. azim: Bir işteki engelleri yenme kararlılığı. erdem: . Ahlakın övdüğü iyi olma, alçak gönüllülük, yiğitlik, B ba’s: Yeniden dirilme, diriltme. bağlam: Bir düşüncenin, bir yapıtın, bir öğretinin bölümleri arasındaki çelişmeye yer vermeyen bağlantı. bâtıl inanç: Doğaüstü olaylara, gizli ve akıl dışı güçlere, kehanetlere aşırı derecede bağlı boş inanç. bâtın: Gizli, görünmeyen. belâgat: İyi konuşma, sözle inandırma yeteneği. Söz sanatlarını inceleyen bilgi dalı, retorik. Konuyu bütün yönleriyle kavrayarak hiçbir yanlış ve eksik anlayışa yer bırakmayan, yorum gerektirmeyen, yapmacıktan uzak, düzgün anlatma sanatı.. bid’at: İslam dininde Hz. Muhammed zamanından sonra ortaya çıkan ve dinden bir parça olarak algılanan değişik yargılar ve ilkeler. bukağı: Ağır cezalıların ayaklarına takılıp ucuna pranga bağlanan demir halka. Kaçmaması için hayvanların ayağına takılan zincir, demir köstek. burhan: kanıt, delil. büyü: Tabiat kanunlarına aykırı sonuçlar elde etmek iddiasında olanların başvurdukları gizli işlem ve davranışlara verilen genel ad, efsun, sihir. doğruluk vb. niteliklerin genel adı, fazilet. Esma-i Hüsna: Allah’ın en güzel, en şerefli isimleri. ezelî: Başlangıcı olmayan, öncesiz. farz: Müslümanlıkta, özür olmadıkça yapılması zorunlu, yapılmaması günah sayılan ibadet. fesâhat: Kurallı, etkileyici, heyecan verici, inandırıcı, sanatlı söz söyleme. fıkhî: Fıkıhla ilgili. fıtrat: Yaradılış, hilkat. İnsanın yaratılıştan sahip olduğu fiziki özellikler. fıtri: Doğuştan. filozof: Felsefe ile uğraşan ve felsefenin gelişmesine katkıda bulunan kimse, felsefeci, feylesof. form: Biçim, şekil. G gelenek: Bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar, anane. C-Ç günah: Dinî bakımdan suç sayılan iş veya davranış, vebal. cevher: Bir şeyin esası, öz, maya. Güç, enerji. cüz: Kur’an’ın bölünmüş olduğu otuz parçadan her biri, Kur’an’ın yirmi sayfası. çerağ: Mum, kandil, lamba vb. ışık veren araç, çırağ. Işık. çorak: Verimsiz, bitek olmayan, kıraç toprak. H hadis: Hz. Muhammed’in söz ve davranışları. Bu söz ve davranışları inceleyen bilim. hafız: Kur’an’ı bütünüyle ezbere bilen kimse. halife: Hz. Muhammed’in vekili olarak Müslümanların imam- 194 SÖZLÜK lığını ve din koruyuculuğunu yapmakla görevli kimse. inkâr: Yaptığını, söylediğini, tanık olduğunu saklama, gizle- haram: Din kurallarına aykırı olan, dinî bakımdan yasak olan, me, yadsıma. helal karşıtı. Yasak. İsrailiyyat: Kitab-ı Mukaddes kaynaklı kıssalar, yorumlar. havari: Hz. İsa’nın öğüt ve inançlarını yayma işiyle görevlen- istişare: Görüş alışverişinde bulunma, fikir alma, danışma. dirdiği on iki yardımcısından her biri. İtikat: inanma, inan, inanç. havas: Bir toplumun seçkin kişileri, aydınları. İttifak: Anlaşma, uyuşma, bağlaşma. Oy birliği. havf: Korku. havra: Yahudi tapınağı. K-L hayâ: Utanma duygusu, utanç, utanma, sıkılma. Kâbe: Mekke’de bulunan, Müslümanlarca ziyaret ve tavaf helal: Dinin kurallarına aykırı olmayan, dinî bakımdan yasak- edilen kutsal yer. lanmamış olan, haram karşıtı. Kurallara, geleneklere uygun. kandil: İçinde sıvı bir yağ ve fitil bulunan kaptan oluşmuş ay- hicret: İslam takviminde tarih başı sayılan Hz. Muhammed’in dınlatma aracı. Mekke’den Medine’ye göç etmesi. kaos: Evrenin düzene girmeden önceki biçimden yoksun, hidayet: Doğru yol, hak olan Müslümanlık yolu. uyumsuz ve karışık durumu. Kargaşa. hikmet: Bilgelik. Neden, gizli neden. Allah’ın insanlarca an- kavim: Aralarında töre, dil ve kültür ortaklığı bulunan, boy ve laşılamayan amacı. Kapsamlı olarak hikmet; bilginin ilahî, be- soy bakımından da birbirine bağlı insan topluluğu, budun. şerî vb. bütün cüzlerini içeren alan. Özlü söz, vecize. kefaret: Bir günahı Tanrı’ya bağışlatmak umuduyla verilen hitabet: Etkili söz söyleme sanatı. sadaka veya tutulan oruç. hurafe: Dine sonradan girmiş yanlış, batıl inanç. kevnî: İnsan veya kainatın yaratılışıyla ilgili olan. kırâat: Okuma. Kur’an’ı belli kural ve işaretlere göre okuma. I-İ kıssa: Ders alınması gereken kısa hikâye. ıslah: Düzeltme, iyileştirme. kıyamet: Dünyanın sonu ve bütün ölülerin dirilerek mahşerde ıstılah: Terim. toplanacağı zaman, kıyamet günü, mahşer günü. ibadet: Allah’ın buyruklarını yerine getirme, Allah’a yönelen kıyas: Bir tutma, denk sayma. Karşılaştırma, oranlama, mu- saygı davranışı. kayese. İbranice: Bugün İsrail’de kullanılan Sami dili. kibir: Kendini beğenme, başkalarından üstün tutma, büyük- i’caz: Az sözle çok şey anlatma. Mucizevî. lenme, benlik. icma: Toplama. Aynı dönemde yaşamış İslam bilginlerinin bir kilise: Hristiyanların ibadet etmek için toplandıkları yer. konuda fikir birliği etmeleri. kinaye: Üstü kapalı, sitemli, dokunaklı söz. içgüdü: Herhangi bir canlı türünün öğrenme gerekmeden ör- Kitab-ı Mukaddes: Tevrat, Zebur, İncil’e verilen ortak ad. gütlü, uyuma yararlı ve sürekli olarak davranma eğilimi. kuantum: Enerjinin esas ünitesi. içtihat: Görüş, özel görüş, anlayış, kavrayış. kudret: Güç, azamet. ide: Düşünce. kutsal: Güçlü bir dinî saygı uyandıran veya uyandırması gere- iffet: Temizlik. Namus. ken, kutsi, mukaddes. Tapınılacak veya yolunda can verilecek iftira:. Bir kimseye kasıtlı ve asılsız suç yükleme, kara çalma, derecede sevilen. Allah ve peygamberin önem verdiği, dinî bühtan. değeri olan şey. ihtilaf: Ayrılık, anlaşmazlık, aykırılık, uyuşmazlık. kültür: Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan ikrar: Saklamayıp doğruca söyleme, açıkça söyleme. Benim- bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, son- seme, onama, kabul, tasdik. raki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal iktisadî: Ekonomi ile ilgili. çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü, ilham: Allah’ın, peygamberlerin yüreğine doldurduğu ilahî hars, ekin. âleme özgü duygu ve düşünceler. lütuf: Önem verilen, sayılan birinden gelen iyilik, yardım, ih- inanç: Bir düşünceye gönülden bağlı bulunma. Allah’a, bir san, inayet, atıfet. dine inanma, iman, itikat. lügat: Sözlük. indeks: Bir belgenin ya da bir kitabın içindeki bilgilerin bulundukları yerlere yollama yapan ya da bunun için anahtar niteliği taşıyan göstergeler listesi. Dizin. 195 KELAM M N mahrem: Yakın akrabadan olduğu için nikâh düşmeyen kimse. nahiv: Arapçada söz dizim, sentaks. Başkalarına söylenmeyen, gizli. nass: Kat’ilik, kesinlik, açıklık. Kur’an’da yoruma ihtiyaç ol- mahşer: Kıyamet günü dirilenlerin toplanacakları yer. Büyük mayan söz veya delil. kalabalık. nebi: Kendisine kitap indirilmemiş peygamber. meal: Anlam, kavram, mefhum. Tercüme, çeviri. nefs: Öz varlık, kişilik. mecaz: Bir ilgi veya benzetme sonucu gerçek anlamından baş- nihai: En son. ka anlamda kullanılan söz. Bir kelimeyi veya kavramı kabul nüsha: Bir yapıtın, bir yazının basılmış ya da yazılmışla- edilenin dışında başka anlamlara gelecek biçimde kullanma, rından her biri. metafor. medeniyet: Uygarlık. Ö menâkıbnâme: Din uluları ile ermiş kimselerin, yaşantılarını örf: Yasalarla belirlenmemiş olan, halkın kendiliğinden uydu- ve yaptıkları olağanüstü olayları anlatan yapıt. ğu gelenek, âdet. mescit: Genellikle minaresiz, küçük cami. özdeyiş: Bir düşünceyi, bir duyguyu, bir ilkeyi kısa ve kesin meşakkat: Zorluk, güçlük. bir biçimde anlatan, genellikle kim tarafından söylendiği bili- meşrep: Yaradılış, huy, karakter, mizaç. nen özlü söz, vecize, kelamıkibar. meşru: Yasal, uygun. metafizik: Fizik ötesi. P mezhep: Bir dinin görüş, yorum ve anlayış ayrılıkları sebebiyle pâk: Temiz, arı, duru. ortaya çıkan kollarından her biri. peygamber: İnsanlara Allah’ın buyruklarını bildiren, onları mizan: Terazi. Tartı, ölçü aleti. Ölçü. dine çağıran kimse, elçi, resul. mucize: Peygamberlerin kendilerine inanmayan insanlara pîr: Herhangi bir zanaatın, tarikatın kurucusu, ulusu. peygamberliklerini ispat etmek amacıyla Allah’ın iznine bağlı psikoloji: Ruh bilimi, ruhiyat. Bir grubu, bir bireyi belirleyen olarak gösterdikleri olağanüstü olaylar, hâller. İnsanları hayran hareket etme, düşünme, duygulanma biçimlerinin bütünü. bırakan, tabiatüstü sayılan olay. put: Doğaüstü güç ve etkisi olduğuna inanılan canlı veya can- mûcizât: Mucizeler. sız nesne. muhtelif: Çeşit çeşit, çeşitli, birbirini tutmayan. mushaf: Aslında türlü sayfalardan oluşan kitap anlamı taşıyan, R sonradan Kur’an anlamına kullanılan bir terim. Rahîm: Koruyan, acıyan, merhamet eden Allah. musibet: Ansızın gelen felaket, sıkıntı veren şey. Rahman: Herkese, her canlıya merhamet eden Allah. mutasavvıf: Tasavvuf inançlarını benimseyerek kendini rahmet: Birinin suçunu bağışlama, merhamet etme. Halk ağ- Allah’a adamış kimse, sofi. zında yağmur. mutmain: İnanmış, gönlü kanmış, emin olan. reform: Daha iyi duruma getirmek için yapılan değişiklik, iyi- müçtehit: Ayet ve hadislere dayanarak yargıya varan, karar ve- leştirme, düzeltme, ıslahat. ren din düşünürü. resul: İnsanlara Allah’ın buyruklarını bildiren, onları dine ça- münafık: Dinî kurallara inanmadığı hâlde inanmış gibi görü- ğıran kimse, elçi, peygamber. nen. re’y: Düşünce, görüş, fikir. münezzeh: Temiz, arı. riya: İkiyüzlülük, gösteriş. müphem: Açık ve belirgin olmaksızın. rölativite: Görelik. mürit: Bir tarikat şeyhine bağlanarak ondan tasavvufun yollarını öğrenen, onun doğrultusunda ilerleyen kimse. S-Ş müspet bilimler: Fizik, kimya, matematik gibi bilimler. Fen bilimleri. sahabe: Hz. Muhammed’i görmüş ve onun sohbetinde bulun- müstakil: Kullanış yönünden başka bir yapı ile bağlantısı ol- muş Müslümanlar, Hz. Muhammed’in arkadaşları. mayan, bağımsız. salavat: Hz. Muhammed’e saygı bildirmek için okunan dua. müşrik: Allah’a ortak koşan kimse. sanal: Gerçekte yeri olmayıp zihinde tasarlanan, mevhum, fa- mütevazi: Alçak gönüllü. Gösterişsiz, iddiasız. razi, tahminî. 196 SÖZLÜK sarf: Dil bilgisi, yapı bilgisi. teşbih: Benzetme. sentez: Yalından karmaşık olana, külliden cüziye, zorunludan tetkik: İnceleme. Araştırma. olasıya, ilkeden onun uygulanmasına, genel yasadan bireysel tevazu: Alçak gönüllülük. duruma, nedenden etkiye, öncülden varılan sonuca giden dü- tevekkül: Herhangi bir işte elinden geleni yapıp daha sonrasını şünme biçimi, bireşim. Allah’a bırakma. server: Baş, başkan, reis, ulu. tevhit: Allah’ın birliğine inanma, bir sayma, bir olarak bakma. sistematik: Belli bir sistem üzerine kurulu, yönteme dayalı. tevil: Yorum, açıklama. sosyoloji: Toplum bilimi. teyit: Onay, kabul. subjektif: Öznel, objektif karşıtı. tövbe: İşlediği bir günah veya suçtan pişman olarak bir daha suhuf: Dört büyük kitap dışında bazı peygamberlere gönderi- yapmamaya karar verme. len ilahî bildirim. sûr: İsrafil’in kıyamet kopmadan önce ve yeniden dirilişi bil- U-Ü-V-Z dirmek üzere üflediği niteliğini bilmediğimiz alet. usül: Bir amaca erişmek için izlenen düzenli yol, tutulan yol, sure: Kur’an’ın yüz on dört bölümünden her biri. yöntem, tarz. sünnet: Hz. Muhammed’in Müslümanlarca uyulması gerekli ümmet: Hz. Muhammed’e inanarak, onun yaptıklarını ve söy- sayılan davranışları ve herhangi bir konuda söylemiş olduğu söz. lediklerini uygulayarak, onun ilkeleri etrafında toplanan Müs- şirk: Allah’ın birden çok olduğuna inanma, Allah’a ortak ta- lümanların tümü. nıma, eş koşma. üslup: Anlatma, oluş, deyiş veya yapış biçimi, tarz. vacip: İslam dinine göre yapılması gerekli olan. vahiy: Bir buyruk veya düşüncenin Allah tarafından peygam- T taassup: Bağnazlık, aşırı taraftarlık, körü körüne bağlılık, tu- berlere bildirilmesi. tuculuk. vect: Sevgi veya heyecandan doğan coşkunluk, kendinden tabiin: Sahabeleri görmüş olan Müslümanlara verilen isim. geçme, esrime. tahlil: Çözümleme. zahir: Açık, belli. tahrif: Bir şeyin aslını bozma, kalem oynatma, değiştirme zikir: Anma, söyleme, sözünü etme. Bir tarikata bağlı olanla- takrir: Yerleştirme, yerleştirilme. Anlatma, anlatış, ders verme. rın Allah’ın adını art arda söylemesi. takva: Allah’tan korkma. Dinin yasak ettiği şeylerden sakınıp zooloji: Hayvan bilimi. buyurduklarını yerine getirme, züht. zulüm: Güçlü bir insanın yasaya veya vicdana aykırı olarak tarikat: Aynı dinin içinde birtakım yorum ve uygulama fark- başkasını uğrattığı kötü durum, kaygı, acımasızlık, haksızlık, cefa. lılıklarına dayanan, bazı ilkelerde birbirinden ayrılan, Allah’a züht: Tasavvufta yalnızca ibadetle meşgul olma. ulaşma ve onu tanıma yollarından her biri. tasarım: Zihinde canlandırılan biçim. Bir sanat eserinin, yapının veya teknik ürünün ilk taslağı, desen, tasar çizim, dizayn. tasavvuf: İslam dininde varlık birliğini, kamutanrıcılığı temel düşünce olarak alan, felsefeye bağlı, gizemci bir özel inanış ve anlayış. tasnif: Bölümleme, sınıflama. tasvip: Bir düşünce veya davranışın doğru olduğunu belirtme, onama, uygun bulma. tebeu’t tabiin: İslam dininde tabiini görmüş Müslümanlar. tebliğ: İnsanları dine davet etme. Bildirme, haber verme. tefekkür: Düşünme, düşünüş. telkin: Bir duyguyu, bir düşünceyi aşılama. tenkit: Eleştiri. teori: Bir olay, bir yapı yada düzenin nedenlerini açıklamak isteyen genel düşünce, görüş; kuram. terkip: Birleşim, birleştirme, bir araya getirme. Tamlama. 197 KELAM KAYNAKÇA Akseki, A. Hamdi, İslam Dini, İtikat, İbadet, Ahlak, Nur Yayınları, Ankara, 1983. Akgül, Mehmet, Kur’an’da Din Kavramı ( Basılmamış Doktora Tezi) Algül, Hüseyin, İslam’a Giriş Gençliğin İslam Bilgisi, Hz. Muhammed’i Bilmek, DİB, İstanbul, 2007. Atatürk ve Türkiye, (Editör:Ayten Sezer), Siyasal Kitabevi, Ankara, 2003. Atatürkçülük, Genelkurmay Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1984. Alper, Hülya, İmanın Psikolojik Yapısı, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2002. Aydın, Mehmet S., Din Felsefesi, Selçuk Yayınları, Ankara, 1997. Aydın, Ömer, Kur’an-ı Kerim’de İman Amel İlişkisi, İşaret Yayınları, İstanbul, 2007. Armağan, Servet, İslam Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler, DİB Yayınları, Ankara, 1992. Bergson, Henry, Ahlak İle Dinin İki Kaynağı (çev.: Mehmet Karahasan), Ankara, 1962. Bolay, Süleyman Hayri, Felsefî Doktrinler ve Terimler Sözlüğü, Akçağ, İstanbul, 1997. Buharî, el-Câmiu’s-sahih, Darü’t-Tıbbatü’l Amire, İstanbul, 1315 H. Buyruk, (hzl.: Fuat Bozkurt), İstanbul, 1982. Câbirî, M. Abid, Arap Aklının Oluşumu (çev.: İbrahim Akbaba), İz Yayıncılık, İstanbul, 1997. Can, Şefik, Divan-ı Kebir’den Seçmeler, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1998. Cebeci, Lütfullah, “İsrâfîl”, DİA, C 23. Cebeci, Lütfullah, “Mikail”, DİA, C 30. Cürcânî, et-Ta’rifât (thk. İbrahim Ebyârî), Dâru’d-Diyan, yy., ty. Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB Yayınları, Ankara, 2006. Draz, M. Abdullah, Din ve Allah İnancı (çev., Bekir Karlığa), Bir Yayıncılık, İstanbul, 1958. Ebu’l-A’la Mevdûdi, Tefhîmu’l-Kur’an, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996. Eğri, Osman, Bektaşilikte Tasavvufi Eğitim, Horasan Yayınları, İstanbul, 2003. Erbaş, Ali, Melekler Âlemi, Nun Yayıncılık, İstanbul, 1998. Erdoğan, Mehmet, Akıl-Vahiy Dengesi Açısından Sünnet, İFAV, İstanbul, 1995. Erkânnâme, (hazırlayan: Doğan Kaplan), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2007. Eroğlu, Hamza, Türk İnkılap Tarihi, Savaş Yayınları, Ankara, 1990. Eröz, Mehmet, Türkiye’de Alevilik ve Bektaşilik, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990. Ersoy, Mehmet Âkif, Safahat (hzl.: M. Ertuğrul Düzdağ), İz Yayıncılık, İstanbul, 1991. Esed, Muhammed, Kur’an Mesajı Meal-Tefsir ( çev.:Ahmet Ertürk, Cahit Koytak), İşaret Yayınları, İstanbul, 1999. Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1981. Fığlalı, Ethem Ruhi, Çağımızda İtikadî İslam Mezhepleri, Selçuk Yayınları, İzmir, 1990. Gazalî, Muhammed, el-Mustasfâ min ilmi’l-usûl, Bulak, I-II, 1322. Gazalî, Muhammed, İhyâ-u Ulumi’d-Din (çev.: Ahmet Serdaroğlu), Bedir Yayınları, İstanbul, 2002. Gökberk, Macit, Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1996. Gölcük, Şerafettin; Toprak, Süleyman, Kelam, Selçuk İlahiyat Fakültesi Yayınları, Konya, 1988. Güler, Ali, Atatürk ve Cumhuriyet, Türkar Yayınları, Ankara, 2003. Hacı Bektaş Veli, Makâlât (hzl.: Abdurrahman Güzel), Akçağ yayınları, Ankara, 2002. Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi (çev.: Salih Tuğ), İrfan Yayınları, İstanbul, 1991. Harputî, Abdullatif, Tenkîhu’l-Kelam fî Akaid-i Ehl-i İslam, TDV Yayınları, Elazığ, 2000. Heyet, İlmihal, TDV Yayınları, Ankara, 2004. İbn Rüşd, Faslu’l-Makâl (çev.: Bekir Karlığa), İşaret Yayınları, İstanbul, 1992. İslamoğlu, Mustafa, İman Risalesi, Denge Yayınları, (3. Baskı), İstanbul, 1993. İzmirli, İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelam, Ümran Yayınları, Ankara, 1981. İzutsu, Toshihiko, Kur’an’da Allah ve İnsan (çev.: Süleyman Ateş), Ankara Üniversitesi. İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1975. Karaman, Hayrettin, Mukayeseli İslam Hukuku, İrfan Yayınevi, İstanbul, 1982. Karaman, Hayrettin; Özek, Ali; Dönmez, İbrahim Kâfi; Çağrıcı, Mustafa; Gümüş Sadrettin; Turgut, Ali, 198 KAYNAKÇA Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, TDV Yayınları, Ankara, 1993. Kılavuz, Ahmet Saim, “Cin”, DİA, C 8. Kılavuz, A. Saim, İslam Akaidi ve Kelam Giriş, Ensar Neşriyat, (13. Baskı), İstanbul, 2007. Kılavuz, A. Saim, “Azrail”, DİA, C 4. Kısakürek, Necip Fazıl, Çile, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1962. Kitab-ı Cabbar Kulu, (hzl.: Osman Eğri) Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2007. Köse, Ali, “İman”, DİA, C 22. Köse, Saffet, Din ve Vicdan Hürriyeti, İz Yayıncılık, İstanbul, 2003. Kutlu, Sönmez, Alevîlik-Bektaşîlik Yazıları, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2006. Kutlu, Sönmez, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2002. Morrisson, A. Cressy, İlim İman Etmeyi Gerektirir (çev.: Nureddin Boyacılar), DİB Yayınları, Ankara, 1972. Muhammed, Fuad Abdulbaki, Mu’cemu’l-müfehres li elfâzi’l-Kur’ani’l-Kerîm, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1986. Onat, Hasan; Aydınlı, Osman; Demir, Hilmi, Kelam Ders Kitabı, MEB, İstanbul, 2008 Öner, Necati, Stres ve Dini İnanç, Ankara, 1989. Öz, Mustafa; İlhan Avni, “İmamet”, DİA, C 22. Özcan, Hanifi, Epistomolojik Açıdan İman, İFAV, İstanbul, 1992. Özmen İsmail, Alevî-Bektaşî Şiirleri Antolojisi, Saypa Yayınları, Ankara, 1995 Özvarlı, M. Said, Kelamda Yenilik Arayışları, TDV İSAM Yayınları, İstanbul, 1998. Pakalın, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, MEB Yayınları, Ankara, 1993. Pascal, Blaise, Düşünceler (çev.: Metin Karabaşoğlu), Kaknüs Yayınları, İstanbul, 1996. Pir Sultan Abdal Divanı, Ant Yayınları, İstanbul, 1994. Ragıb El- İsfehanî, Müfredat, Daru’l-Kalemî, Suriye, 1996. Sofuoğlu, Cemal; İlhan, Avni, Alevilik Bektaşilik Tartışmaları, TDV Yayınları, Ankara, 2005. Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, İslam’ın Esası/ Üss-i İslam (hzl.: Adnan Baloğlu, Halife Keskin) DİB Yayınları, Ankara, 1997. Şeriati, Ali, Dinler Tarihi (çev.: Abdullah Şahin, Abdülhamid Özer), Seçkin Yayıncılık, İstanbul, 1988. TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1992. Tirmizî, Sünen-i Tirmizî (çev.: O. Zeki Mollamehmetoğlu), Yunus Emre Yayınları, İstanbul. Topaloğlu, Aydın, Ateizm ve Eleştirisi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2004. Topaloğlu, Bekir, İslam Kelamcıları ve Filozoflarına Göre Allah’ın Varlığı (İsbat-ı Vacib), DİB. Yayınları, Ankara, 1987. Topaloğlu, Bekir, Kelam İlmi, Damla Yaynları, İstanbul, 1988. Tümer, Günay, “Din”, DİA, C 9. Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, Ankara, 2005. Uyanık, Mevlut, Tevhit, DİB Yayınları, Ankara, 2006. Ünlü, İhsan, Alevilik Müslümanlık mı?, Popüler- Bilge Yayıncılık, İstanbul, 2006. Üzüm, İlyas, Günümüz Aleviliği, Türkiye Diyanet Vakfı, İSAM Yayınları, İstanbul, 2000. Üzüm, İlyas, Tarihsel ve Kültürel Boyutlarıyla Alevilik, İslam Araştırma Merkezi, İstanbul, 2008. Üzüm, İlyas, Kültürel Kaynaklarına Göre Alevilik, Horasan Yayınları, İstanbul, 2004. Yaman, Mehmet, Alevilik, İstanbul, 1994. Yavuz, Yunus Şevki; Ünal, Zeki, “Cebrail”, DİA, C 7. Yazım Kılavuzu, Türk Dil Kurumu, Ankara, 2005. Yeprem, Saim, Kader, DİB Yayıları, Ankara, 2006. Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig (hzl.:Yaşar Çağbayır), TDV Yayınları, Ankara, 2005. Yüksel, Müfid, Bektaşilik ve Mehmed Ali Hilmi Dedebaba, Bakış Yayınları, İstanbul, 2002. 199