imam-hatip liseleri ders kitabı

advertisement
İMAM-HATİP LİSELERİ
KELAM
DERS KİTABI
YAZARLAR
Dr. Ramazan YILDIRIM
Musa ŞİMŞEKÇAKAN
Dr. Eşref ALTAŞ
Dr. Mehmet AKGÜL
Dr. İlhami GÜNAY
Mehmet Akif ÖZKİRAZ
DEVLET KİTAPLARI
BEŞİNCİ BASKI
......................................, 2014
MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI ................................................................................. : 4828
DERS KİTAPLARI DİZİSİ ...................................................................................... : 1419
14.?.Y.0002.3970
Her hakkı saklıdır ve Millî Eğitim Bakanlığına aittir. Kitabın metin, soru ve şekilleri
kısmen de olsa hiçbir surette alınıp yayınlanamaz.
Editör
: Ahmet EKŞİ
Dil Uzmanı
: Dr. Secaattin TURAL
Görsel Tasarım
: Ertuğrul ÇAKIR
Dilek ANDER
Emre ANDER
Rehberlik Uzmanı
: Erdal USLUER
Program Geliştirme Uzmanı : Dr. Yalçın BAY
Eğitim Teknolojisi Uzmanı
: Ahmet KOPMAZ
Veysel KUBAT
ISBN: 978-975-11-3340-3
Millî Eğitim Bakanlığı, Talim Terbiye Kurulunun 18.12.2009 gün ve 287 sayılı kararı ile
ders kitabı olarak kabul edilmiş, Destek Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 28.03.2014 gün
ve 1310094 sayılı yazısı ile beşinci defa 96.243 adet basılmıştır.
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl.
Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Ruhumun senden İlâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli.
Bu ezanlar -ki şehadetleri dinin temeliEbedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
Medeniyyet dediğin tek dişi kalmış canavar?
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerîhamdan İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-ı mücerret gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın;
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyyet;
Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl!
Mehmet Âkif Ersoy
GENÇLİĞE HİTABE
Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini,
ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en
kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek
isteyecek dâhilî ve hâricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti
müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın
vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok
namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek
düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili
olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün
tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil
işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere,
memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet
içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini,
müstevlîlerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr u zaruret içinde
harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen,
Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret,
damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
Mustafa Kemal Atatürk
İÇİNDEKİLER
1. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ VE TEMEL SORUNLARI
1. Kelam Biliminin Tanımı, Konusu ve Amacı............................................................................................ 10
2. Kelam Biliminin Yöntemi........................................................................................................................ 13
3. Kelam Biliminin Doğuşu ve Gelişmesi................................................................................................... 15
4. Kelam Biliminin, İslam Bilimleri Arasındaki Yeri.................................................................................. 17
5. Kelam ile Felsefe Arasındaki İlişki.......................................................................................................... 18
6. Varlık Sorunu........................................................................................................................................... 19
6.1. Allah-Âlem İlişkisi.......................................................................................................................... 20
6.2. Madde............................................................................................................................................. 22
6.3. Hayat............................................................................................................................................... 23
6.4. İnsan................................................................................................................................................ 24
7. Bilgi Sorunu............................................................................................................................................. 25
7.1. Bilginin Tanımı............................................................................................................................... 26
7.2. Bilginin Kaynakları......................................................................................................................... 27
7.2.1. Akıl........................................................................................................................................ 27
7.2.2. Vahiy...................................................................................................................................... 29
7.2.3. Duyular.................................................................................................................................. 30
7.3. Bilgi-Değer İlişkisi.......................................................................................................................... 31
7.4. Bilgi-İnanç İlişkisi.......................................................................................................................... 33
2. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR
1. Yorum Farklılıklarının Ortaya Çıkış Sebepleri........................................................................................ 37
2. Belli Başlı İtikadi Mezhepler................................................................................................................... 39
2.1. Havariç............................................................................................................................................ 40
2.2. Şia................................................................................................................................................... 41
2.3. Mürcie............................................................................................................................................. 42
2.4. Mutezile.......................................................................................................................................... 43
2.5. Ehl-i Sünnet.................................................................................................................................... 44
2.5.1. Eş’ariye.................................................................................................................................. 46
2.5.2. Maturidiye............................................................................................................................. 47
3. İslam Düşüncesinde Fıkhi Yorumlar........................................................................................................ 48
4. Tasavvufi Bir Yorum Olarak Alevilik-Bektaşilik..................................................................................... 51
4.1. Alevilik ve Bektaşilik Kavramları.................................................................................................. 52
4.2. Tarihsel Gelişim.............................................................................................................................. 53
4.3. Hacı Bektaş Veli ve Dört Kapı Kırk Makam.................................................................................. 53
4.4. Alevilik-Bektaşilik Düşüncesinde Temel Unsurlar......................................................................... 54
4.4.1. Allah Sevgisi.......................................................................................................................... 54
4.4.2. Peygamber Sevgisi................................................................................................................ 55
4.4.3. Ehl-i Beyt Sevgisi.................................................................................................................. 56
4.4.4. Tevella, Teberra..................................................................................................................... 57
4.4.5. On İki İmam.......................................................................................................................... 58
4.4.6. Musahiplik............................................................................................................................. 59
4.4.7. Ayin-i Cem............................................................................................................................. 59
4.4.8. Üç Sünnet Yedi Farz.............................................................................................................. 61
3. ÜNİTE: İMAN, BİLGİ VE AMEL
1. İmanın Sözlük ve Terim Anlamları.......................................................................................................... 64
2. Tasdik ve İnkâr......................................................................................................................................... 65
3. İman Bilgi İlişkisi.................................................................................................................................... 68
4. İman-Amel İlişkisi................................................................................................................................... 69
5. İmanda Artma-Eksilme............................................................................................................................ 71
4. ÜNİTE: ALLAH’IN VARLIĞI VE BİRLİĞİ: TEVHİT
1. Allah’ın Varlığı ve Birliğinin Delilleri..................................................................................................... 75
2. Allah’ın Varlığı ve Birliğine İnanma........................................................................................................ 82
3. Allah’ın Sıfatları....................................................................................................................................... 84
4. Kur’an’da Allah’ın İsimleri..................................................................................................................... 91
5. ÜNİTE: MELEKLER
1. Meleklerin Varlığı.................................................................................................................................... 95
2. Meleklerin Görevleri . ............................................................................................................................. 96
VII
3. Meleklere İmanın Önemi ........................................................................................................................ 99
4. Cin ve Şeytan......................................................................................................................................... 100
6. ÜNİTE: NÜBÜVVET VE İLAHÎ KİTAPLAR
1. Resul, Nebi ve Vahiy Kavramları.......................................................................................................... 104
2. Allah’ın Peygamber ve Vahiy Göndermesinin Nedenleri...................................................................... 105
3. Peygamberlerin Nitelikleri..................................................................................................................... 107
4. Peygamberliğin Kanıtı Olarak Mucize.................................................................................................. 110
5.Peygamberlere Gönderilen Kitaplar....................................................................................................... 111
5.1. Tevrat............................................................................................................................................ 112
5.2. Zebur............................................................................................................................................. 113
5.3. İncil............................................................................................................................................... 113
5.4. Kur’an........................................................................................................................................... 114
6. Hz. Muhammed’in Peygamberliği......................................................................................................... 116
6.1. Mesajı............................................................................................................................................ 116
6.2. Örnekliği....................................................................................................................................... 117
6.3. Son Peygamber Oluşu................................................................................................................... 119
7. ÜNİTE: MEAD: AHİRET İNANCI
1. Hayat Amaçsız Değildir....................................................................................................................... 122
2. Ölüm Bir Hayat Gerçeğidir.................................................................................................................. 124
3. İnsanların Ölümden Sonra Dirilmesi (Ba’s, Haşr ve Mahşer Kavramları........................................... 126
4. İnsanların Sorgulanması (Hesap, Sual ve Mizan Kavramları.............................................................. 131
5. Cennet ve Cehennem........................................................................................................................... 134
6. Ahirete İmanın Dünya Hayatını Anlamlandırmaya Katkısı................................................................. 139
8. ÜNİTE: İNSAN VE KADERİ
1. Kader ve Kaza Kavramları..................................................................................................................... 144
2. İnsanın Kaderle İlgili Bazı Özellikleri................................................................................................... 148
2.1. Akıl Sahibi Olmak......................................................................................................................... 148
2.2. Özgür Olmak................................................................................................................................. 149
2.3. Sorumlu Olmak............................................................................................................................. 150
3. Kaderle İlişkilendirilen Bazı Kavramlar................................................................................................ 152
3.1. Ecel ve Ömür................................................................................................................................ 152
3.2. Rızık.............................................................................................................................................. 153
3.3. Afet................................................................................................................................................ 154
3.4. Sağlık ve Hastalık......................................................................................................................... 156
3.5. Başarı ve Başarısızlık.................................................................................................................... 156
3.6. Tevekkül........................................................................................................................................ 158
3.7. Hayır ve Şer.................................................................................................................................. 159
3.8. Hidayet ve Dalalet......................................................................................................................... 160
9. ÜNİTE: KELAM İLMİNİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU
1. Günümüzde Kelam İlmi......................................................................................................................... 165
2. Çağdaş Kelam Problemleri.................................................................................................................... 166
2.1. Deizm (Yaradancılık..................................................................................................................... 166
2.2. Çok Tanrıcılık (Politeizm.............................................................................................................. 167
2.3. Gizemcilik (Mistisizm.................................................................................................................. 170
2.4. Bilinemezcilik (Agnostisizm........................................................................................................ 171
2.5. Pozitivizm (Olguculuk.................................................................................................................. 172
2.6. Tanrı Tanımazlık (Ateizm............................................................................................................. 173
2.7. Nihilizm (Hiççilik......................................................................................................................... 175
2.8. Satanizm........................................................................................................................................ 177
2.9. Tenasüh ve Reenkarnasyon........................................................................................................... 177
3. Yeni İlm-i Kelam.................................................................................................................................... 179
10. ÜNİTE: DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ
1. İslam Dininin Özgürlüğe Verdiği Önem................................................................................................ 183
2. Din Seçme Özgürlüğü............................................................................................................................ 186
3. Din İçinde Özgürlük.............................................................................................................................. 189
4. Laiklik.................................................................................................................................................... 190
SÖZLÜK................................................................................................................................................... 194
KAYNAKÇA............................................................................................................................................ 198
VIII
KELAM
I.ÜNİTE
KELAM BİLİMİ VE TEMEL SORUNLARI
ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM
1. Kelam ilmine hangi isimler verilmiştir? Araştırınız.
2. “Aklı olmayanın dini de yoktur.” sözünden ne anlıyorsunuz?
Belirtiniz.
3. Ahzâb suresinin 72. ayetini okuyunuz. Ayette geçen “emanet” kelimesi
ile ne kastedilmiş olabilir? ‘‘Hak Dini Kur’an Dili’’ adlı tefsirden bu
ayetin tefsirini okuyunuz.
4. Bilgi, değer ve inanç kavramlarının anlamlarını felsefi terimler
sözlüğünden okuyunuz.
9
KELAM
1. Kelam Biliminin Tanımı, Konusu ve Amacı
Kelam konuşma, söz ve ibare anlamına gelir. Örneğin kelamullah, Allah (c.c.)1’ın sözü demektir.
Kur’an-ı Kerim’e “Kelamullah” isminin verilmesinin sebebi budur. Kelam ilmi açısından konuşma;
Allah, evren ve insan hakkında vahyin ilkeleri doğrultusunda düşünerek ve araştırarak anlamlı şekilde konuşmadır.
Bir ilim dalı olarak kelam, çeşitli açılardan tarif edilmiştir. Kelam ilmi amacı açısından, kesin
deliller kullanarak ortaya çıkacak şüpheleri gideren, İslam inanç esaslarını ispata güç kazandıran bir
ilimdir.
Allah’a, peygamberlere ve ahirete iman İslam dininin temel inanç konularıdır. Kelam ilmi de
bu konular hakkında vahyin bildirdikleri çerçevesinde aklî açıklamalar yapar. Buna göre konusu
açısından kelam, Allah’ın zatından ve sıfatlarından, peygamberlik ile ilgili konulardan, yaratılmışların başlangıç (mebde) ve sonundan (mead: ahiret) vahyin ilkeleri ışığında bahseden bir ilim olarak
tanımlanır.
Kelamın üç ana konusu
Allah’ın zat ve sıfatları
Peygamberlik ile ilgili
konular
Varlıkların başlangıç (mebde:
yaratılış) ve sonu (mead: ahiret) ile ilgili durumlar
Kelam öncelikle Allah’ın varlığının delillerini, Allah’ın birliğini, sıfatlarını ve fiillerini konu edinir. Allah’ın birliği, onun hiçbir varlığa benzememesi, zaman ve mekândan münezzeh olması, yaratan, bilen, gören, duyan ve işiten olması gibi özelliklerini ele alır. Kelam ilmi, Allah’ın varlığını
bazen Kur’an ayetlerinden hareketle, bazen insanın özelliklerinden hareketle, bazen de Allah’ın ayeti
olarak kabul edilen tabiattan hareketle ispat eder. Bu nedenle varlığın niceliği ve niteliği ile ilgili
bilgiler kelam ilminin alt konularını oluşturur. Böylece evrenin düzeni, evrendeki varlıkların çeşitliliği ve düzenliliği Allah’ın varlığının ve birliğinin en büyük işaretleri olarak kabul edilmektedir. Bu
nedenle Kur’an-ı Kerim insanı evren hakkında
düşünmeye çağırmaktadır.
ǶÊ
È ǂÉ ǯÉ ǀÌ Èȇ ǺȇÊ
È ǀōdzơÈ “
Ì ȀÊƥȂÉǼƳÉ ȄÈ ǴÈ ǟÈ ȁÈ ơƽÅ ȂǠÉ ǫÉ ȁÈ ƢǷÅ ƢÈȈÊǫ Èƅơ ǹȁ
ō ǨÈƬÈȇȁÈ
Ê ȁÈ ƢǸÈ Ljdzơ
ƪÌ
È ǂÉ ǰÈ
Ê ǁÌ ȋÈ ơȁÈ Ʃơ
È ǷÈ ƢÈǼōƥǁÈ Ǒ
È ǧ ǹȁ
È ǬǴÈ ƻƢ
ō ǪÊ ǴÌ ƻȆÊ
Å ǗÊ ƢÈƥơǀÈ ǿÈ
”ǁÊ ƢōǼdzơƣơ
È ǀÈ ǟÈ ƢÈǼǬÊ ǧÈ ǮÈ ÈǻƢƸÈ ƦÌ LJ
ÉȐ
“Onlar ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin
derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabb’imiz!
Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!”2
Kelam ilminde evrendeki düzen ve uyum, Allah’ın
varlığını ispat eden bir delil olarak kabul edilmiştir.
1 Celle Celâluhû: Şanı yücedir.
2 Âl-i İmrân suresi, 191. ayet.
10
I. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ ve TEMEL SORUNLARI
Bir insanın mümin olabilmesi için Kur’an’ın belirttiği şekliyle Allah’ın varlığına ve birliğine
inanması gerekir. Bundan dolayı iman, sadece sözle değil, kişinin düşünerek, sorgulayarak ulaşabileceği kalbî tasdik ile ortaya çıkmalıdır. Çünkü Kur’an’da “Şüphesiz göklerde ve yerde inananlar
için birçok ayetler vardır.”3 buyrularak inanan insanın evrendeki delillere bakarak Allah’ın varlığı
ve fiilleri hakkında düşünmesi istenir. İnsandan neye inandığının farkında olması, düşünmesi ve
sorgulaması beklenir. Bu yönüyle kelam, benzer konuları ele alan akâit ve usûl-i din gibi ilimlerden
de farklılaşır. Çünkü akaid ve usûli-d-din de daha çok inanç esasları açıklanır.İnançları delillendirme
yoluna gidilmez.
Kelamın ikinci konusu, nübüvvettir ve peygamberlere imanı içerir. Allah mesajlarını vahiy yoluyla
peygamberlere ulaştırır. İnsanlar da peygamberlerin tebliğ ettiği kutsal kitaplar aracılığıyla bu mesajlara ulaşır. Buna göre nübüvvet; peygamberliğin imkânını, vahyi, kutsal kitapları, Hz. Muhammed’in
peygamberliğinin ispatını ve diğer peygamberlerin risaletini içeren geniş bir konudur.
Kelamın üçüncü konusu ise ahiret inancıdır. Kelam, ahiretin varlığını ve aşamalarını Kur’an’da
anlatıldığı şekliyle ispatlamaya çalışır.
Allah, nübüvvet ve ahiret, kelamın temel konuları olmakla birlikte çağdan çağa, toplumdan
topluma kelam konularında bazı değişiklikler olmuştur. İslam’ın yayılması, Müslümanların farklı
kültürlerle karşılaşmaları, çağımızda olduğu gibi içinde yaşanılan zamanın sosyal ve kültürel değişimlerine bağlı olarak ortaya çıkan problemler kelamın konularının genişlemesine sebep olmuştur.
Bundan dolayı bazı kelamcılar, kelamın felsefeye benzer şekilde fiilen var olan her varlığı (mevcud)
ele aldığını, hatta bilinebilen her şeyin
BELİRTELİM
(malum) bu ilmin konusu olduğunu be-
Konularını ve amaçlarını dikkate
alarak kelam ilminin inanç esaslarının
açıklanması ve savunulmasındaki rolünü belirtiniz.
lirtmişlerdir.
Kelamın amacı, Kur’an’da belirtilen
inanç esaslarını açıklamaktır. Allah’ın
varlığı ve birliği, peygamberlik ve ahi-
ret inancının ispat edilmesi, bu inançların detaylarının doğru bir şekilde belirlenmesi bu amacın birer
parçasıdır.
Yaratılışı gereği aşkın, yüce bir varlığa inanma ihtiyacı olan insanoğlu, tarih boyunca gerçek yaratıcı olan Allah’ın yanında, ruhlara, atalar kültüne, totem ve put diye tanımlanabilecek canlı cansız
varlıklara yönelmiş ve onları kendilerine ilah edinerek söz konusu inanma ihtiyacını gidermeye çalışmıştır. Kur’an’da bu tür inanışlar Hz. İbrahim’in dilinden şöyle anlatılır: “İbrahim, babası Âzer’e:
‘Birtakım putları tanrılar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni de kavmini de apaçık bir sapıklık
içinde görüyorum’, demişti.”4 Cehaletten kaynaklanan bu inanışların düzeltilmesi inanç alanında
doğru bilgilenme ile mümkündür. İşte kelam ilmi de doğru bilgi vererek insanları yanlış inançlardan korumayı ve doğru inancı bilgi ile temellendirmeyi amaçlamıştır. İslam âlimleri, imanın tasdik
3 Câsiye suresi, 3. ayet.
4 En’âm suresi, 74. ayet.
11
KELAM
boyutu yanında bilgi boyutunun olduğuna da dikkat çekmişlerdir. Kur’an müşriklerin tanrı inançları konusunda açık bir delilleri olmadığını anlatır: “Şu bizim kavmimiz Allah’tan başka tanrılar
edindiler. Bari bu tanrılar konusunda açık bir delil getirseler. (Ne mümkün!) Öyle ise Allah
hakkında yalan uydurandan daha zalimi var mı?”5 Kelam ilmi ise inanan insanın Allah hakkında
sağlam bir bilgi, açık bir bilinç ve huzur veren bir iman içinde olmasını ister.
Kelam, müminin imanını taklidin karanlığından kurtarmak ve araştırıp düşünerek oluşturduğu
tahkiki imanın aydınlığına yükseltmek ister. Bunun için inanç esaslarının delillerini, nedenlerini ve
sonuçlarını açıklar. Bunu yaparken kelam, Kur’an’ın anadan babadan, atadan dededen görerek çevresinin etkisiyle körü körüne oluşmuş batıl inanç biçimini eleştirmesini kendine örnek alır. Doğru
inancın nasıl olması gerektiğini anlatırken diğer yandan da yanlış inançları tanıtır. Böylece insanlar
da İslam’a uygun olmayan inançları bilir, hurafe ve batıl inançlardan kurtulma imkânına kavuşur.
Kelamın amaçlarından biri de İslam’a ve onun inanç esaslarına yönelik eleştirileri cevaplamak ve
onları geçersiz kılmaktır. Örneğin, kelam Allah’ı inkâr edenlerin delillerinin çürüklüğünü göstererek
Allah’ın varlığını ispat etmeye çalışır. Böylece Müslüman toplumları etkileyen yanlış inanç biçimlerinin olumsuz etkilerini gidermeyi amaç edinir.
İnançlar, kültür ve medeniyetlerin temelini oluşturur. İnançlar göz ardı edildiğinde bir milletin
kültür ve medeniyetinin maddî ve manevî ürünlerini anlamak mümkün değildir. Bunun için geçmiş
kültürün anlaşılmasında inanç sisteminin bilinmesi önemlidir. Daha da önemlisi toplumsal değişme
açısından inançların mevcut şartlara göre yeniden ele alınması, yorumlanması ve elde edilen bilgilerin temellendirilmesidir.
Toplumsal değişimi takip et-
dünya ve ahiret
mutluluğunu
sağlamak ister.
meyen bir kelam ilmi, inanç
ilkelerini açıklama ve ileri sürülen eleştirilere karşı savunma görevini hakkıyla yerine
kültür ve
medeniyetin
anlaşılmasını
sağlar.
getiremez. Bu nedenle kelam
ilmi, inanç ilkelerini, şartları
ve ihtiyaçları gözeterek anlatmalı ve savunmalıdır. Ke-
inanç esaslarını
açıklar ve akılla
temellendirir.
Kelam,
eleştirilere karşı
inanç esaslarını
savunur.
inanç konularında
doğru bilgiler
verir.
müminin imanını
taklidden tahkike
yükseltir.
lam ilmi bu yönüyle inanan
insanların hayatın anlamı ve
amacını kavramalarına katkı
sağlar.
5 Kehf suresi, 15. ayet.
12
I. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ ve TEMEL SORUNLARI
2. Kelam Biliminin Yöntemi
Kelam ilminin ele aldığı iman esasları vahiy ile belirlenmiştir. İnanç esasları vahiyle belirlendiği
için aklın bu aşamada bir rolü yoktur. Fakat vahyin anlaşılması ve yorumlanmasında, inanç esaslarının temellendirilmesinde kelam ilmine göre insanın aklından ve duyularından başka kullanabileceği
bir araç da yoktur. Bu nedenle kelam ilmi, ele aldığı konuları mantık kanunlarına uygun olarak aklî
bir yöntemle açıklar.
Kelam ilmi fizik âlem ile ilgili olarak duyu organlarının verilerini, akli konularda aklın ilkelerini,
fizik âlemin ötesindeki gayb âlemi ve inanç alanı ile ilgili konularda ise vahyi esas almaktadır. Ancak
inanç esaslarının ispat edilmesinde ve açıklanmasında kelam ilmi akla dayanır. Böylece vahiy ile aklın uyumu sağlanarak inanç esasları ispat
edilir. Vahyin ve aklın uyumunun önemine
BİLİYOR MUYDUNUZ?
dikkat çeken kelam âlimleri, sahih nakil
İbn Teymiyye, kaynakları doğile akl-ı selimin birbiriyle çatışmayacağını
rulanmış bir nakil (Kur’an ve sünbelirtirler. Ancak herhangi bir çatışma dunet) ile sağlam bir aklın uyumunu
rumunda aklın nakli yorumlayabileceğini
göstermek üzere “açık nakil verileri ile doğru
söylerler. Akıl, insanın her türlü dinî emir
akıl verilerinin uyumunun açıklanması” anve yasaklara uymakla mükellef tutulmasılamına gelen “Beyânu Muvafakâtı Sahihi’lnın temel şartıdır. Bu nedenle akıldan yokMenkûl li Sarihi’l-Ma’kûl” ismiyle bir eser
sun bulunanlara hiçbir dinî, ahlakî ya da
yazmıştır.
hukukî sorumluluk yüklenmez.
Kur’an’da Allah’ın yaratmasını ve yaratılışın inceliklerini konu edinen ayetler bizleri tek tek olgu
ve olaylardan hareket ederek genel sonuçlara ulaşmaya yönlendirir. Bu yöntem, mantıkta tümevarım
(endüksiyon) adı verilen ve tikel olguların gözlenmesinden hareketle genel bir hükme varmaya çalışan akıl yürütmedir. Bu yöntemi kullanan kelamcı, varlıkların, yaratılışlarındaki mükemmelliklerinden hareketle evrenin düzenine ve Allah’ın varlığına ulaşır.
Kur’an’da, Allah’ın insanı ahirette nasıl yeniden yaratacağını soran müşriklere Hz. Peygamber
(s.a.v.)6 “Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek…”7 diye cevap verdiği belirtilir. Bu ayette olduğu gibi iki farklı şey arasındaki ortak özellikten hareketle biri hakkındaki hükmün diğerine de
verilmesi, temsil (analoji) olarak adlandırılır. Görünene dayanarak görünmeyeni delillendirmek ya
da bilinenden hareketle bilinmeyenin bilgisine ulaşmak şeklindeki temsil yöntemi,
DÜŞÜNELİM - TARTIŞALIM
kelamın en fazla başvurduğu akıl yürütme
yöntemlerinden biridir. “Doğrudan algılanabileni temel alarak doğrudan algılanamayanın dolaylı olarak çıkarılması” şeklinde açıklayabileceğimiz bu akıl yürütme,
kelamda “gaibin şahide kıyası” şeklinde
isimlendirilir.
Üzerinde yaşadığımız dünyayı gözlemlediğiniz zaman hangi durumlar,
Allah’ın yaratması hakkında sizi düşünmeye sevk ediyor? Tartışınız.
6 Sallallâhu aleyhi vesellem: Salat ve selam onun üzerine olsun.
7 Yâsin suresi, 78, 79. ayetler.
13
KELAM
Kur’an ayetleri Allah’ın birer mucizeleridir. Yine Kur’an görünen âlemdeki
OKUYALIM – BULALIM
her şeyi bir delil, ayet ve Allah’ın var-
“Şüphesiz göklerin ve yerin ya-
lığına işaret olarak nitelemektedir. Ke-
ratılmasında, gece ile gündüzün
lam âlimleri de Allah’ın varlığını ifade
birbiri peşinden gelmesinde, in-
eden ayetler yanında Allah’ın varlığına
sanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak de-
işaret eden tabiat ayetlerini inceleye-
nizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten
rek Allah’ın varlığını ispat eder. Tabiat
indirip de ölü hâldeki toprağı canlandırdığı
Allah’ın varlığının, sıfatlarının ve fi-
suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasın-
illerinin göstergesi olan bir semboller
da, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre
kitabıdır. Bu görünen sembollerden
hareket ederek sembollerin gösterdiği
ama görünmeyen yüce bir varlığı ispat
hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde
düşünen bir toplum için (Allah’ın varlığını ve
birliğini ispatlayan) birçok deliller vardır.”
(Bakara suresi, 164. ayet.)
etmeye çalışmak kelamın yöntemlerinden biridir.
Kelamcıların yöntemlerini anlatan
en iyi örnekler arasında Allah’ın varlığının ispatlanmasında kullanılan akıl
“(İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına,
göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl
dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bir
bakmazlar mı?”
yürütmeler sayılabilir. Kur’an’da da
(Gâşiye suresi, 17-20. ayetler.)
örnek gösterilen insanın yaratılma sü-
Bu ayetler, bizleri hangi gerekçelerden hare-
reçlerini ele alan kelamcı şöyle bir akıl
ketle, hangi konuda düşünmeye çağırmaktadır?
yürütmede bulunur. İnsan, biyolojik
açıdan diğer canlılara yakın bir gelişim
içerisindedir. Fakat onu diğer canlılardan üstün kılan birçok özelliği vardır.
Bunların başlıcaları, akıl ve irade sahibi
olmasıdır. Her ne kadar üstün özellikleri
olsa da insanın kendi kendini ve hatta en
ufak bir organını dahi yaratamayacağını
biliriz. Buradan hareketle insan akıl yürütme ile kendini bir damla sudan yetkin
bir varlığa dönüştürüp yaratan bir üstün
gücün olduğu sonucuna ulaşır. Böylece
duyularla gelişimi takip edilen bir olaydan, görünmeyen hakkında bir sonuca
ulaşılabilir.
İnsan, biyolojik gelişiminin aşamalarını düşünerek bir yaratıcısı olduğu sonucuna ulaşabilir.
14
I. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ ve TEMEL SORUNLARI
3. Kelam Biliminin Doğuşu ve Gelişmesi
İslam dini, Peygamberimiz hayattayken tamamlanmıştır. Allah’tan aldığı vahiyleri insanlara tebliğ
eden Peygamberimiz, aynı zamanda zihinleri meşgul eden problemlere de cevap vermiştir. Peygamberimizin vefatı ile Müslümanlar Kur’an’la ve kendi düşünceleri ile baş başa kalmışlar ve böylece
yeni bir süreç başlamıştır. Bu süreçte Müslümanlar artık inançla ilgili her türlü sorunlarının çözümü
için Kur’an’ı yorumlamak, Peygamberimizin yaşayışını örnek almak ve akıllarını kullanmak zorunda kalmışlardır. Böylece kelam dâhil dinle ilgili bütün ilimlerin ortaya çıkış süreci de başlamıştır.
İslam’ın yayılması sonucunda farklı kültürlerle karşılaşılması ve sosyal değişimin getirdiği zorunluluklar Müslümanlar arasında birçok yeni düşüncenin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu durum
inançla ilgili bazı konular hakkında tartışmaları ve yeni yorumları da berberinde getirmiştir. Peygamberimizin vefatından sonra yaşanan siyasi olaylar nedeniyle ortaya çıkan büyük günah işleyenin
durumu, iman amel ilişkisi, insan hürriyetinin sınırları gibi konular da bu süreci hızlandırmıştır. Böylece geniş bir fikir hürriyeti çerçevesinde Hasan el-Basrî ve İbrahim en-Nehâî gibi önde gelen tabiîn
âlimleri, bu problemlerle ilgili görüşler ileri sürmeye başlamışlardır. Hicri birinci asrı içine alan bu
süreç kelam ilminin doğmasına zemin hazırlayan “ilk fikrî hareketler” devridir.
Kelamın doğmasına zemin hazırlayan bu dönemin inançla ilgili konuları ele alan en önemli eseri
İmam-ı Azam Ebu Hanife (öl. 150/767)’ye nispet
edilen ‘‘Fıkh-ı Ekber’’ adlı risaledir. Bu eserin adında geçen fıkıh kelimesi, ilmihâl ve muamelât ilmini
ifade eden fıkıh değildir. Ebu Hanife, kelime olarak
“derinlemesine anlama” anlamındaki fıkhı, “kişinin
ebedî mutluluk yönünden lehinde ve aleyhinde olan
şeyleri bilmesi” şeklinde inanç, ibadet ve ahlakı kapsayacak şekilde tanımlamıştır. ‘‘Fıkh-ı Ekber’’ ise
onun literatüründe inanç konularını içeren ilmin adı
olmuştur.
Hicri ikinci asırdan itibaren Müslümanlar arasınİmam-ı Azam Ebu Hanife’nin inanç konularını ele alan Fıkh-ı Ekber adlı eseri.
da görüş ayrılıkları artmış, siyasi ve itikadi mezhepler ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu dönemde Mutezile
ekolü, inanç bakımından tevhid ve adaleti savunarak
vahyin yorumlanmasında akla başvurmuştur. Eski Yunan, İran ve Hint kültürlerinden yapılan felsefi
eserlerin tercümelerinin de etkisiyle Mutezile, yabancı kültürlere karşı inanç esaslarının savunulmasında ve inançla ilgili problemlerin çözümünde akla dayalı yöntemleri sıklıkla kullanmıştır. Böylece
Mutezilenin yaptığı, inançla ilgili ayetlerin aklın ilkeleri ışığında yorumlaması faaliyetine kelam
15
KELAM
metodu adı verilmiştir. “Kelamın doğuşu” olarak adlandırılan bu dönemde özellikle büyük günah
işleyenin durumu, imamet, Kur’an’ın yaratılıp yaratılmadığı, Allah’ın görülmesi, Allah’ın sıfatları
ve kader meselesi gibi hususlar temel tartışma konularını oluşturmuştur.
Hicri üçüncü asırda inanç alanındaki ana akımlar
ortaya çıkmış ve bu akımlar görüşlerini kendi metotlarıyla savunmuşlardır. Müslümanların büyük çoğunlu-
Maturidi,
Kitabu’t-Tevhid
ğunu temsil eden Ehl-i Sünnet düşüncesi de bu asırda
itikadî konuları aklî metotlarla desteklemeye başlamıştır. İbn Küllab (öl. 240/854) ve Haris el-Muhasibî (öl.
kapak resmi
243/857)’nin bu çerçevedeki çabaları, daha sonra tamamen sistemleşecek olan Ehl-i Sünnet düşüncesinin habercisi olarak kabul edilebilir.
Hicri dördüncü asırda Ehl-i Sünnet düşüncesi
Ebu’l-Hasan el-Eşarî (öl. 324/935) ve İmam Maturidî
(öl. 333/944) tarafından sistemleştirilmiştir. İmam
Maturidî’nin Ebu Hanife çizgisinde oluşturduğu düşünceleri vahyin ve aklın uyumunu gösteren yorumları
Kitabu’t-Tevhid adıyla yazdığı eserinde savunulmuştur. Bu eser, kelam ilminin bu döneminin Tevhid ilmi
olarak da adlandırıldığını göstermektedir. Eş’arî ve
Maturidî’nin Kitâbü’t-Tevhid isimli eserinin
Türkçe tercümesinin kapağı.
Maturidî’nin çabaları sonucunda Ehl-i sünnet, itikadî
meselelerde aklın rolünü kabul etmiştir. Gerektiğinde iman meselelerini aklî yollarla izah ve teyid
edip tevile başvurarak kelamî metodu kullanır hâle gelmiştir. İmam Eşarî’nin yorumlarını geliştiren
Bakıllânî (öl. 403/1013) ve Cüveynî (öl. 478/1085) ile İmam Maturidî’nin yorumlarını geliştiren
Ebu’l-Muîn en-Nesefî (öl. 508/1115) bu dönemin diğer meşhur kelam âlimleridir. Bu dönem kelamın
“klasik dönem (mütekaddimîn)”i olarak adlandırılmaktadır.
Bu dönemden sonra İmam Gazalî (öl. 555/1111) bir yandan felsefî düşünceyi eleştirirken diğer
yandan da mantığı kelama dâhil etmiş ve Fahreddin er-Râzî (öl. 606/1210) de bu yeni yönteme
uygun eserler meydana getirmiştir. Kelam ve
felsefenin iç içe geçtiği bu dönemden son-
BELİRTELİM
raki kelam ilmine kelamın “sonraki dönem
(müteahhirîn)”i adı verilmiştir. Daha sonra ya-
Kitâbü’t-Tevhid’i
şamış ünlü kelam âlimleri arasında Âmidî (öl.
sınıfa
getirerek inceleyiniz. Hangi
631/1233), Beydâvî (öl. 685/1286), Taftâzânî
konuların yer aldığını belirtiniz.
(öl. 793/1391) ve Cürcânî (öl. 816/1413)
sayılabilir.8
8 Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi (Giriş), s. 20 vd.
16
I. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ ve TEMEL SORUNLARI
4. Kelam Biliminin, İslam Bilimleri Arasındaki Yeri
İslam dini inanç, ibadet ve ahlak vb. çeşitli yönlerden ele alınabilir. Ancak bütün bunların hepsi
kelime-i tevhid ile ifade edilen tevhit inancı üzerine kurulmuştur. Kelam ilminin Allah’ın varlığı ve
birliği, nübüvvet ve ahiret gibi inanç esaslarını sağlam bir şekilde temellendirmesi İslam ilimleri açısından önemlidir. Meleklere, peygamberlere, kitaplara ve ahiret gününe iman, ancak Allah’ın varlığının ve birliğinin kabul edilmesinden sonra ele alınabilir. Dinle ilgili diğer bütün ilke ve uygulamalar
da Allah’ın varlığıyla anlam kazanır.
Kelam ilminde yapılan tartışma ve açıklamalar tefsir ilminde inançla ilgili ayetlerin yorumlanmasında etkili olmuştur. Kur’an’ı yorumlayan tefsir ilmi, Allah’ın varlığının ve kitapların hakikatinin kabulü ile anlam kazanır. Peygamberimizin söz ve fiillerinin öğrenilmesi, nakledilmesi ve yorumlanmasını ele alan hadis ilmi
ise, peygamberliğin ispat edilmesi
OKUYALIM - YORUMLAYALIM
ile bir anlam kazanır. Bundan do-
“Dinî ilimler içinde küllî olan kelamdır.
layı Allah’ın varlığını, melekleri,
peygamberliği, kutsal kitapları ve
ahireti ispat eden kelam ilmi, İslam
ilimlerinin teorik temeli sayılmıştır.
Kelam ile fıkıh arasında da çe-
Fıkıh, usul-i fıkıh, hadis ve tefsir gibi diğer ilimler ise cüzî ilimlerdir. … Kelamcının inceleme
ve araştırması, öncelikle en genel şeyden yani mevcuttan başlayıp detaya doğru iner. Bu detay içerisinde diğer
şitli ilişkiler vardır. Örneğin; kelam
dinî ilimlerin, Kitap, Sünnet ve Peygamberin ispatı gibi
âlimi mükelleflerin özgür eylemle-
ilkelerini ortaya koyar.
rinin bulunduğunu ispat eder. Fakih
ise fiillerin hükümlerini açıklar. Kelam ile fıkıh arasındaki ilişkilerin
Bu noktadan sonra müfessir, kelamcının inceleme alanına giren şeyler arasından özel birini yani Kitab’ı alır ve
bir kısmı da fıkhî hükümlerin akılla
onun tefsiriyle uğraşır. Muhaddis, kelamcının inceleme
yorumlanıp
yorumlanamayacağı
alanına giren şeyler arasından özel birini yani Sünnet’i
gibi teorik konularda odaklanmış-
alır ve bunun sübût yollarını araştırır. Fakih bunlar ara-
tır.
sından özel birini, yani mükellefin fiilini alır ve hükümKelama en yakın ilim dalların-
dan biri mezhepler tarihidir. Kelam,
itikadî fikirlerle ilgilenirken mez-
lerini belirtir. … Öyleyse kelam ilmi bütün dinî ilimlerin
ilkelerini ispat görevini yüklenmiş olmaktadır.”
hepler tarihi bu fikirlerin sosyal,
Gazalî, el-Mustasfa, C 1, s. 5-7.
siyasal arka planını ve bu fikirleri
Metne göre, kelam ilminin diğer ilimlerle ilişkisini
savunan grupların görüşlerini kendi
kaynaklarına dayanarak anlatmaya
yorumlayınız.
çalışır.
17
KELAM
İslam bilginleri ilimleri sınıflandırırken kelam ilminin asıl olma
özelliğini öne çıkarmışlardır. Bundan dolayı da kelama “dinin asılları” anlamında “usûli’d-din” adı verilmiştir. Buna karşılık fıkıh
gibi diğer ilimler bu esaslara bağlı ikincil konularla ve dinin
ayrıntılarıyla uğraşmışlardır.
Fıkıh:
İbadet ve uygulamalar
alanı
Kelam, İslam ilimlerinin aslını oluşturmakla birlikte
bütün ilimler önemlidir ve hepsinin fonksiyonu farklıdır. Bir bütün olarak ele alındığında İslam ilimlerinin
Kelam :
İnanç ve düşünceler alanı:
hepsi Allah’ın mesajının anlaşılması, yorumlanması
ve uygulanmasında belli bir görev üstlenir. Kelam,
konuları itibariyle Allahın varlığı ve birliğini ele
Ahlâk:
Davranışlar
alanı
Kelam, İslam ilimlerinin temelini oluşturur.
alır; amacı itibariyle inanç meselelerini temellendi-
rir ve onları savunur; yöntemi itibariyle de hem vahyi hem de aklı esas alır. Bu nedenle İslam ilimlerinin temelini oluşturan ilim olarak kabul edilir.
5. Kelam İle Felsefe Arasındaki İlişki
Felsefe; varlık, bilgi ve değerler alanıyla ilgili problemleri akılcı, tenkitçi yöntemlerle inceleyen
ve temellendiren sistemli fikri faaliyetler bütünüdür. Felsefe gerçeği araştırırken aklî temellendirmeler yapmak zorundadır. Felsefe günlük hayatta birçoğumuzun doğru olarak kabul ettiği inançları ve
değerleri tartışmaya açıp sorgular ve eleştirir. Bu sorgulama varlığın bütününe, varlığın yaratıcısına,
insana ve bazen de dinin kendisine yönelerek onun inançlarının tutarlı olup olmadığını içine alır.
Felsefe; yaratıcı, yüce bir varlığın bulunduğu konusunda da deliller sunabilir ancak bunu herhangi
bir kutsal metinden değil aklın ilkelerinden hareketle yapar.
Kelam ilmi de varlık, bilgi ve değerlerle ilgilenir. Varlığın anlamı ve özellikle niçin yaratıldığı
üzerine düşünceler ileri sürer. Bunu yaparken kelam, felsefenin verilerinden faydalanabilir. Kelam
varlık ve bilgi araştırmasında aklın ilkelerini
dikkate alır. Fakat felsefeden ayrı olarak ke-
NOT EDELİM
lam aynı zamanda vahyi hem bir bilgi kayna-
“Hikmet (felsefe), şeriatın
ğı hem de bilgilerin değerlendirilmesinde bir
(dinin) yoldaşı ve sütkardeşi-
ölçü olarak kabul eder. Her ne kadar felsefe
dir. Bunlar tabiatları itibariyle yoldaş,
gibi kelam da konularını akla dayanarak te-
cevher ve karakterleri itibariyle candan
mellendirmekte ise de kelamın felsefeden ayrı
dostturlar.”
olarak İslam’ı savunmak ve İslam inançlarının delillerini göstermek gibi başka görevleri
İbn Rüşd, Faslu’l-Makâl, s. 115.
de vardır.
18
I. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ ve TEMEL SORUNLARI
KARŞILAŞTIRALIM
Aşağıda kelam ve felsefenin konu, yöntem ve amaçlarından bazıları verilmiş, ortak yönlerine işaret edilmiştir. Siz de kelam ve felsefe arasındaki fark ve benzerlikleri bularak aşağıdaki boşluklara yazınız.
İslam ilimlerinin
ilkelerini belirler.
Amacı ................
...............................
İnanca bağlıdır.
Kaynağı ..................
.................................
Konusu .....................
Kelam ve felsefenin her ikisi de
bilginin temellendirilmesinde akla
dayanırlar.
Akıl ve duyular kelam ve
felsefede ortak
bilgi kaynaklarındandır.
Sosyal ve tabii
bilimlerin ilkelerini
belirler.
Yöntemi ..................
...............................
İnanca dayanmaz.
FELSEFE
KELAM
Konusu
...............................
Allah ve ahlakı
akla dayanarak
temellendirebilir.
Kelam ve felsefe arasındaki ilişkiler her zaman canlılığını korumuştur. İlk ortaya çıkışında aklî
temellendirme konusunda felsefeden etkilenen kelam daha sonra da mantığı yöntemleri arasına almıştır. Kelam tarihinde özellikle Gazalî ve Fahreddin er-Râzî kelam ile felsefe ilişkilerinin geliştirilmesinde önemli roller üstlenmişlerdir.
6. Varlık Sorunu
Allah ezelî ve ebedî olan zorunlu varlıktır. Çünkü onun varlığı başkasına muhtaç değildir. Onun
dışındaki varlıklar ise sınırlı ve mümkün varlıklardır. Çünkü bu varlıklar, var olmak için Allah’a
muhtaçtırlar. Allah yaratandır, diğer varlıklar ise yaratılandır. Kur’an’da Allah’ın yaratan, diğer varlıkların yaratılan olduğu açık ve kesin bir şekilde belirtilir: “Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a mahsustur…”9
Varlıklar, duyularımız tarafından algılanan nesneler âlemi (şahadet âlemi) ve duyularımızın ötesinde bulunan varlıklar (gayb âlemi) şeklinde ikiye ayrılır. Duyularımızla algıladığımız varlıklar,
Allah’ın varlığını gösteren işaretlerdir. Kur’an’da bu konuda şöyle buyrulmuştur: “Göklerin ve
yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için
gerçekten açık ibretler vardır.”10 Bu nedenle de kelam âlimleri, âlemin yaratılışı, madde ve hayatın içeriği, insanın yaratılış amacı üzerinde düşünerek Allah’ın varlığının ispatına götüren delilleri
bulmaya çalışmışlardır.
9 En’âm suresi, 1. ayet.
10 Âl-i İmrân suresi, 190. ayet.
19
KELAM
6.1. Allah-Âlem İlişkisi
İnsan, canlı ve cansız varlıklardan oluşan bir çevrede yaşar. Dağlar taşlar, bin bir çeşit bitki, çeşitli türde hayvanlar; uzayın derinliklerinde bulunan milyonlarca gezegen ve yıldızlar insanı kuşatır.
Kelamcılara göre âlem, Allah’ın dışında, duyu ve akıl yoluyla kavranabilen ve varlığı düşünülebilen
varlık ve olayların tamamını ifade eder. Kısaca Allah’ın dışındaki her “mevcut” yani “var olan” her
şey, âlemin bir parçasıdır.
Allah-âlem ilişkisi kelam ilminin
en önemli konularından biridir. Tarih boyunca felsefe ve tabii bilimler
de âlemi konu edinerek onun nasıl
var olduğunu, âlemi oluşturan unsurları ve özelliklerini farklı açılardan
ele almıştır. Örneğin fizik, âlemdeki
maddeyi ve maddeler arası ilişkileri
ele alırken, kelam âlemin yaratılışı ve
yaratıcıya delalet etmesi açısından ele
almaktadır.
YORUMLAYALIM
“Şüphesiz ki Rabb’iniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra
Arş’a istivâ eden, geceyi, durmadan
kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten;
güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş
durumda yaratan Allah’tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de ona mahsustur. Âlemlerin
Rabb’i Allah ne yücedir!”
Kur’an’da birçok ayet göklerin ve
yerin yaratılışındaki muhteşem gü(A’râf suresi, 54. ayet.)
zellik ve düzenden hareketle Allah’ın
varlığına dikkat çeker. Kelam ilmi de
“Yeri sizin için yerleşim alanı, göğü de
bu ayetlerden hareketle Allah’ın varlıbir bina kılan, size şekil verip de şeklinizi güğını ispat etmeye çalışır. Kelama göre
zel yapan ve sizi temiz besinlerle rızıklandıâlem sürekli bir oluş içindedir. Bir şey
ran Allah’tır. İşte Allah, sizin Rabb’inizdir.
varken yok olur, daha önce yok olanlar da var olur. Varlıklar sürekli bir
Âlemlerin Rabb’i Allah, yücelerden yücedir.”
değişim içindedirler. Allah’tan başka
(Mü’min suresi, 64. ayet.)
hiçbir varlık sürekli ve varlığı zorunlu değildir. Kelam ilmi bu anlamda
Yukarıdaki ayetleri Allah-âlem ilişkisi açısınvarlığı sürekli ve zorunlu olan için
dan yorumlayınız.
“vacib”, Allah’ın varlığının sürekli
ve zorunluluğunu ifade etmek için de
“Vâcibu’l-vucûd” ifadesini kullanır.
Oysa âlem, daha önce yokken var olmuş ve varken yok olan varlıklardan oluşmaktadır. Bundan dolayı kelamcılar, âlemi oluşturan bütün varlıklara sonradan yaratılmış anlamında “hâdis” adını verirler.
Âlemin yok iken sonradan var olması, bizlere onun bir yaratıcısının olduğunu gösterir.
Kur’an-ı Kerim’de “Rabbü’l-âlemîn” yani “Âlemlerin Rabb’i” ifadesi oldukça sık geçmektedir.
Bu ifade, Allah’ın canlı ve cansız bütün varlıkların ilâhı olduğunu vurgular. Allah âlemi en güzel biçimde yaratmış, ona nizam vermiş ve her varlığın mukadderatını tayin etmiştir. Bunun için Kur’an’da
“Göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı Allah’ındır.”11 buyrulmaktadır.
11 Bakara suresi, 107. ayet.
20
I. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ ve TEMEL SORUNLARI
ALLAH
Âlemin mutlak sahibi ve hükümranıdır.
Allah’ın emrine
boyun eğer.
Allah’ın varlığının
işaretidir.
Âlemi ilim, rahmet ve
kudretiyle kuşatandır.
Allah’ı tesbih eder,
ona secde eder.
Âlemi sürekli
yaratandır.
Allah’a kendisini
teslim etmiştir.
Âlemi düzenleyip
yönetendir.
ÂLEM
Allah, “Âlemlerin Rabb’i” olarak yaratandır. Âlem ise Allah’ın varlığının bir işaretidir.
Kelam ilmi, Kur’an’ın yol göstericiliğinde evrene bakarak ondaki sonsuz düzeni açıklamaya çalışır. Âlemdeki her varlığın Allah’a teslim olduğunu, onun emri altına girdiğini, onun düzeninden
dışarı çıkmadığını ve onu tespih ettiğini görmek kelamcı için Allah’ın sonsuz kudretinin ve sınırsız
rahmetinin bir işaretidir.
ARAŞTIRALIM - KONUŞALIM
Bakara suresi, 116. ayet; Mü’min suresi, 64. ayet; Câsiye suresi, 36. ayet;
Bakara suresi, 107. ayet; Ra’d suresi, 13, 15. ayetler; Hac suresi, 18. ayet; Yunus
suresi, 6. ayet.
Yukarıdaki ayetlerin meallerini bularak okuyunuz. Bu ayetler üzerinde konuşunuz.
21
KELAM
6.2. Madde
Maddenin niteliği, felsefe ve tabiat bilimlerini en fazla meşgul eden problemlerden birisidir. Eski
Yunan’dan itibaren filozoflar, âlemi oluşturan ilkenin ne olduğunu araştırmış, bu ilkenin su, ateş,
hava ve toprak şeklindeki dört temel unsurdan ya da bunların karışımından oluştuğunu ileri sürmüşlerdir. Örneğin; eski Yunan filozoflarından Demokritos varlığın bölünemez en küçük yapıtaşları olan
atomlardan oluştuğunu ileri sürmüştür. Varlığı sırf maddeye dayanarak açıklamanın yetersizliğini
gören Eflatun, Aristo ve İbn Sina gibi filozoflar ise madde dışında varlığı “ide, form, ruh ve gaye”
gibi kavramları da temel alarak açıklamaya çalışmışlardır.
Kelam ilmi, fizik biliminde olduğu gibi maddenin yapısı ve onun en küçük yapı taşıyla ilgilenmez. Madde, yaratılmış ve sonlu olması bakımından kelam ilmine konu olmuştur. Kelamcılar varlıkların temelini oluşturan kısmına “cevher”; renk, koku, uzunluk gibi zamanla değişen niteliklerine ise
“araz” adını vermişlerdir. Araz kavramından hareketle de Allah’ın sürekli bir yaratışla âlemi yarattığını, maddenin başlangıcı ve sonu olduğunu ve bir yaratıcıya muhtaç olduğunu açıklamışlardır.
Tabiat bilimlerinin gelişimi ve buna bağlı olarak pozitizm ve materyalizmin yaygınlaşmasıyla
bazı düşünürler, neden sonuç yasasına dayalı katı bir gerekircilik (determinizm) ilkesine bağlı, madde dışında âlemde başka bir varlığın olmadığını ileri sürmüşlerdir. Onlara göre madde, canlılar dâhil
her türlü varlığın kaynağıdır. Varoluş madde ve tesadüfün eseri sayılmış, “Tanrı, ruh ve gaye” gibi
kavramlarsa gerçeklikten uzak kabul edilerek reddedilmiştir. Kelam ilmine göre ise madde farklı
teorilerle açıklanabilir ve yaratılışın kanıtlarından biri olabilir. Bir başka deyişle âlemdeki varlık ve
hayatın tek başına “madde”ye indirgenmesine karşı çıkar ve maddeyi hayatı meydana çıkaran yegane
güç olarak kabul etmez. Bunun için yüzyılımızda yaşayan birçok kelamcı, “Tanrı, gaye ve ruh” gibi
gerçeklikleri reddeden bu tür teorilerin yanlışlığını ortaya koymak için çaba göstermişlerdir. Nitekim
bugünün modern fiziği de bu tür bir kaba materyalizm fikrinin savunulamayacağını göstermiştir.
Modern fizik, klasik fiziğin mekanik anlayışına eleştiriler yöneltmiş, klasik fiziğin neden sonuç
arasındaki zorunluluğa dayanan determinist anlayışının mikro ve makro evrende geçerli olmadığını
söyleyerek rölativite kuramını (izafiyet) geliştirmiştir. Diğer yandan da klasik fiziğin atomun parçalanamayacağını öne süren iddiası da deneysel olarak çürütülmüş ve onu atom altı parçacıkların oluşturduğu (kuantum teorisi) belirlenmiştir. Kuantum ve rölativite teorilerinden; sonlu evren fikrinden
hareket eden modern fizik, kelam için de yeni veriler sunmaktadır. Bu verilerden hareketle katı bir
mekanizm ve determinizm fikri rahatlıkla reddedilebildiği gibi sonlu maddenin her şeyin yaratıcısı
olduğu düşüncesi de çürütülmektedir.
Bilimsel düşüncenin geldiği nokta, elbette son nokta değildir. Bilim farklı teorilerle sürekli değişecek ve gelişecek, maddeyi açıklamak bilim adamının temel özlemi olmaya devam edecektir. Ancak
kelam ilmi maddenin nasıl açıklandığı ile değil, Allah’ın varlığına işaret eden yönüyle ilgilenmektedir ve yeni verilerden hareket ederek Allah’ın sonsuz kudretini görmeye devam edecektir. Evrendeki
muazzam canlılık ve hayat, onun ilim ve kudret sahibi yüce bir yaratıcı tarafından yaratıldığını göstermektedir. Çağımızda yeni teorilerle bilimi geliştiren öncü bilim adamlarının, kendilerinden elli yıl
önce Allah’ı inkâr eden pozitivist ve materyalist bilim adamlarının tersine Allah’ın varlığından söz
etmeleri bu açıdan anlamlıdır.
22
I. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ ve TEMEL SORUNLARI
6.3. Hayat
Yeryüzünde varlıklar arasındaki en belirgin farklardan biri hayattır. Bitki, hayvan ve insan hayat
sahibi iken, taşlar ve madenler hayattan yoksundurlar. Bunun için varlıkların hayatının kaynağı bütün toplumların merak ettikleri bir konu olmuştur. Bu konu bilim adamlarının kafalarını meşgul eden
bir problem olduğu gibi dinlerin de ele aldığı konulardan biridir.
Maddeci görüş canlılığı ve hayatı,
maddeden kaynaklanan bir özellik olarak kabul eder. Bu görüşe göre madde
yeryüzündeki bütün hayatın temel ilkesidir. Bazı ilk çağ filozofları ve tabiatçı
(naturalist) filozoflar da madde dışında
hayatın ilkesi olabilecek bir manevî öğe
ya da ruh kabul etmemişlerdir. Buna
karşın Aristo ve İbn Sînâ gibi bazı filozoflar da insan canlılığının kaynağını,
bedenini yöneten nefse (ruh) bağlamışlardır. Eski ve Yeni Ahit’te de hayatın
kaynağı olarak ruh ve nefs kavramları
belirtilmiş ve hayat verenin Allah olduğu söylenmiştir.
Evrendeki hayatın kaynağı el-Muhyî (hayat veren) olan Allah’tır.
Kur’an’da Allah’ın diri (el-hayy) ve dirilten ve can
veren (el-muhyî)12 olduğu ifade edilmiştir. Kur’an’a göre
Allah, hayatın sebebidir.13 Allah, gökten indirdiği su ile
ölü toprağı canlandırıp, bütün canlıları sudan diri kıldığı
gibi14 cansız iken insana da can vermiştir. İnsanı öldürüp
tekrar diriltecek olan yine odur.15 Ayrıca Hz. Âdem ve
Hz. İsa’nın yaratılışları örneğinde olduğu gibi Allah insanın bedenini düzenlemiş ve ona can vermiştir.16 Kısaca
Kur’an’a göre canlandırma veya diriltme fiilinin gerçek
faili, el-hayy ve el-muhyî isimleriyle Allah’tır ve hayat
bedene ilâhî bir soluk vermenin neticesidir.
KONUŞALIM
Allah’ın isimlerinden el-Hâlık, el-Bârî,
el-Musavvir, er-Rezzâk, elMuhyî, el-Mumît, el-Hayy’ın
anlamlarını araştırınız. Öğrendikleriniz çerçevesinde Allah’ın
yaratması ve hayat vermesi hakkında konuşunuz.
Kelam ilmi Kur’an’dan hareketle biyolojik anlamda
hayatın ilim, kudret ve hayat sahibi olan Allah’a dayandığını belirtmekte ve Allah’ın hayat veren olmasının inkâr edilerek biyolojik anlamda bir hayatın
düşünülemeyeceğini ifade etmektedir. Böylece kelam ilmi hayatın kaynağını maddeden bağımsız
olarak ele almıştır. Hayat daha çok ruh ve nefs kavramlarıyla açıklanmıştır. Ancak kelam ilmi ha12 Bakara suresi, 255. ayet; Rûm suresi, 50. ayet.
13 Âl-i İmrân suresi, 27. ayet; En’âm suresi, 95. ayet; Yûnus suresi, 31. ayet; Rûm suresi, 19. ayet.
14 Hac suresi, 66. ayet; Kâf suresi, 11. ayet; Enbiyâ suresi, 30. ayet.
15 Bakara suresi, 28. ayet; Hac suresi, 66. ayet; Rûm suresi, 40. ayet; Câsiye suresi, 26. ayet.
16 Hicr suresi, 29. ayet; Sa’d suresi, 72. ayet; Nisâ suresi, 171. ayet; Enbiyâ suresi, 91. ayet; Tahrîm suresi, 12. ayet.
23
KELAM
yatı açıklarken beden ve ruh arasını tamamen kopuk ve birbirinden bağımsız olarak ele almaz. Çünkü
insan bir bütündür ve onun duygusal, zihinsel ve bedensel eylemleri arasında bir bütünlük söz konusudur. Bu âlemdeki her canlı hayatını bu anlamda maddeye dayandırmaya mecburdur. Bunun için de
her canlı doğar, büyür, yaşlanır ve ölür.
Kelam ilmi, hayatın kaynağının Allah olduğunu açıklarken bundan başka bir ilkeye daha
dikkat çeker. Bu da hayatın amacının ne olduğu ve ahlâkîliğin kaynağı ile ilgilidir. Çünkü
Kur’an’a göre hayat ve ölüm insanlardan hangisinin daha iyi işler yapacağını sınamak için
yaratılmıştır. Dünya hayatı geçici, oyalayıcı
olup esasen bir imtihandır. Ölüm gerçeği karşısında insan gerçek ve tükenmez hayatın ahiret
hayatı olduğunu bilmelidir. Dolayısıyla insan
hayatını ve ölümünü hiçbir ortağı bulunmayan
âlemlerin Rabb’i Allah’a adamalıdır.17
KONUŞALIM
“O ki, hanginizin daha güzel
davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. ...” (Mülk suresi, 2. ayet.)
“De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin
Rabbi Allah içindir.” (En’âm suresi, 162.
ayet.)
Yukarıdaki ayetlere göre hayatın amacı
nedir? Konuşunuz.
6.4. İnsan
Kur’an, insanın Allah tarafından en güzel
şekilde yaratıldığını ve onun yaşaması için yeryüzünün uygun şartlarda düzenlendiğini ifade
eder. O, rahmetiyle gökyüzünden yağmurlar
indirir, yeryüzünde insanın beslenmesi ve gelişmesi için her türlü nimeti yaratır. Bunlardan
başka insana düşünebilme ve özgür seçim yapabilme yeteneği vermiştir. Aklını ve özgür
iradesini kullanarak doğru seçimler yapabilmesi için de vahiy ve peygamberler göndermiştir.
Bunun için Allah izzet, kudret, iyilik, ihsan, af,
rahmet, nimet ve kerem sahibidir.
İnsana verilen nimetler onun sorumluluk
emanetini yüklenmesini gerektirir. Bu emanet,
insanın yaratıcısının birliğini tanıması (tevhid)
ve yeryüzünde ahlaka ve adalete dayalı bir haDua, insanın Allah ile iletişim biçimlerinden biridir.
18
yat sürme sorumluluğudur. İnsan; Allah’tan
aldığı vahiy, sahip olduğu akıl, özgür iradesi, fıtratı ve ahlak duygusu ile bu sorumluluğunu yerine
getirir, Allah’a ibadet ve dua eder, şükür ve takva sahibi olursa dünya ve ahiret mutluluğuna ulaşır.
17 Mülk suresi, 2. ayet; En’âm suresi, 32, 162. ayetler; Ankebût suresi, 64. ayet; Câsiye suresi 21. ayet.
18 Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir, C. 25, s. 235, 236.
24
I. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ ve TEMEL SORUNLARI
ALLAH
Yaratan
Takva, iman
ve şükür
Gazap, şiddet
ve adalet
sahibi
Nankörlük,
inkâr ve fücur
Yaratılan
Vahiy ve
Kevnî Ayetler
Haberleşme Münasebeti
Ahlakî Münasebet
Varlık Bakımından
(Ontolojik) Münasebet
İyilik, ihsan,
merhamet, af,
nimet sahibi
Dua ve
Namaz
İNSAN
Kelam ilmi, Kur’an’da farklı açılardan anlatılan Allah-insan münasebetlerini de ele alır.
Özgür iradesini kullanabilmesi için iyilik ve adalet duygusunun yanında, insanın yaratılışında
aynı zamanda kötülüğe ve zulme meyil (fücûr), böbürlenme, cehalet, nankörlük ve cimrilik gibi
olumsuz özellikler de vardır. Yaratıcısını inkâr eden, şeytanın adımlarını takip eden, gerçek hayatı
unutup dünya hayatına dalan, sosyal düzeni bozup ahlakî ve sosyal sorumluluklarını yerine getirmeyen insan, özgür iradesiyle yaptıklarının sorumluluğunu üstlenir ve karşılığını görür. Ancak insanın
günahlarından tövbe edip arınması mümkündür. Çünkü Allah tövbeleri kabul edendir. O, aynı zamanda gazap, celâl, kudret ve adalet sahibidir.
Kur’an’ın insana yüklediği sorumluklardan hareket eden kelam ilmi, yaratıcısını inkâr ederek
insanı tanrılaştıran ve onu bütün ahlaki sorumluluklardan sıyıran düşüncelerin zararlarını açıklar.
Kelam ilmine göre bu düşünceler insanı yüceltmek için onun yaratıcısını inkâr etmiş, insanın özgürlüğünü sağlamak isterken onu bütün sorumluluklardan uzaklaştırarak başıboş, amaçsız bırakmıştır.
Bunun için kelam ilmi bir yandan insanın özgür iradesi nedeniyle ahlaki sorumluluğu olduğunu, bu
anlamıyla insanın özgür olduğunu vurgularken, diğer yandan da amaçsız, ahlakî değerlerden yoksun,
başıboş bir özgürlüğe karşı çıkar. Kelam, yerlerin ve göklerin mutlak hükümranlığının, mutlak irade
ve kudret sahibi Allah’a ait olduğunu belirtir.
7. Bilgi Sorunu
Kur’an’ın Allah, âlem ve insan hakkında söylediklerinin doğru anlaşılabilmesi doğru bilgiye
bağlıdır. Bunun için kelam ilmi bilginin tanımı ve kaynakları üzerinde durmuştur. Ayrıca hem görünür âlemin hem de duyu organlarımızın algısının ötesinde olan âlemin bilgisinin mümkün olup
olmadığını konu edinmiştir.
25
KELAM
7.1. Bilginin Tanımı
Kur’an-ı Kerim’de bilgi anlamındaki “el-ilm” kavramı, günlük bilgi anlamının dışında Allah’ın insanlara gönderdiği bilgiyi yani vahyi ifade eder. Vahiy bilgisi, Allah’tan geldiği için kesindir ve cahiliye
dönemi müşriklerinin arzu ve heveslerine dayanan cehaletlerinin de karşıtı olarak kullanılmıştır.
Kelamcılar, konuların teorik bir çerçevesini oluşturmak için eserlerine bilginin tanımını vererek
başlarlar. Bilgiyi kelam konularının teorik çerçevesini oluşturacak şekilde bağımsız bir konu olarak ilk
ele alan, Maturidî’nin “Kitâbü’t-Tevhid” adlı eseridir. Maturidî’ye göre bilgi “bilen insan ile bilinen
eşya arasındaki ilişkidir.” Bilen ve bilinen arasındaki bu bağ gerçektir. Bu bağ sonucunda meydana
gelen bilgi de gerçektir. Çünkü eşya sanal değildir, onun sabit bir gerçekliği vardır. İnsan vahiyden ve
duyularla algıladığı kâinattan Allah’ın bilgisine ulaşabilir.
Kelam âlimleri bilgiyi “bilgiye konu olan şeyi, olduğu hâl üzere bilmek” olarak da tanımlarlar. Bu
tanımdaki “şey” kavramı bilinebilen her türlü varlığı içermektedir. Çünkü bildiğimiz bir takım varlıklar
masa ve sandalye gibi somut nesneler
iken bir kısmı da matematiksel ifade-
OKUYALIM - TARTIŞALIM
ler de olduğu gibi soyut varlıklardır.
Kelamcılar aynı şekilde somut ve so-
Maturidî kelamcı Ömer en-Nesefî (ö.537
yut varlıkları kapsamak üzere bilginin
H), Akaid risalesine sofistleri eleştiren şu
konusu olan şeyleri “malum” olarak
cümlelerle başlar:
adlandırmışlardır. Bilinen anlamındaki “malum”, “var olan şey” olarak
da tanımlanmıştır. Tanımda kullanılan
“olduğu hâl üzere” ifadesi ile de insanın eşya hakkındaki bilgisinin gerçeğe
uygun olması gerektiğini ifade etmişlerdir.
Maturidî ve ondan sonra bilgi
hakkında görüşler ileri süren kelam
âlimleri Allah ve eşya hakkında bilgi
sahibi olmanın mümkün olmadığını
َ ‫“قاَ َل أَ ْه ُل ْال َح ِّق َحقاَ ِئ ُق‬
ً‫الفا‬
َ ‫األ ْشياَ ِء ثاَ ِب َتة َو ْال ِع ْل ُم ِبهاَ ُم َت َح ِّق ٌق ِخ‬
ٌ
َ ‫لسو ِف ْسطاَ ِئيَّة َوأَ ْسباَ ُب ْال ِع ْلم لِْل َخ ْلق َث‬
،‫السلِي َم ُة‬
ُّ ‫ اَ ْل َح َو‬:‫ال َث ٌة‬
َّ ‫اس‬
ُّ ِ‫ل‬
ِ
ِ
ْ َ َ
ُْ ْ
ُ ‫َو ْال َخ َب ُر الص‬
‫ْر َف ِة‬
َ ‫اإل ْلهاَ ُم لَي‬
ِ ‫ْس ِم ْن أ ْسبا ِب ال َمع‬
ِ ‫ َو‬... .‫ َوال َعقل‬،‫َّا ِدق‬
َّ ‫ص َّح ِة‬
ْ ‫الش ْي ِء ِع ْن َد‬
”.‫أه ِل ْال َح ِّق‬
ِ ‫ِب‬
“Ehl-i hak, Sofistlerin aksine eşyanın gerçekliğinin sabit olduğunu ve eşya hakkında bilginin
gerçekleşebileceğini belirtmişlerdir. İnsanın bilgisinin üç yolu vardır: Sağlam duyular, doğru haber ve akıl. … İlham ise ehl-i hakka göre bir şeyin
doğruluğunu bilmenin yollarından değildir.”
iddia eden sofistlere karşı çeşitli görüşler geliştirmişlerdir. Çünkü onlar
bilgi elde etmenin imkânsız olduğunu ve eşya hakkındaki bilginin kişiye
(Nesefî, Akâidü’n-Nesefî, s.1.)
Nesefî, eserine neden bilgi elde etmenin mümkün olmadığını söyleyenlerin eleştirisiyle başlamış
olabilir? Metni de göz önüne alarak tartışınız.
göre değiştiğini iddia etmişlerdir.
26
I. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ ve TEMEL SORUNLARI
Kelam âlimleri “Eşyanın gerçekliği sabittir.” ifadesiyle bilgiye konu olan nesnelerin kendinde bir
gerçekliklerinin olduğunu kast ederler. Çünkü nesne, özneden ve nesneyi algılayan zihinden ve öznenin
nesneyi kavramasından bağımsız bir varlığa sahiptir. Bunun için bilgi mümkündür, nesneler hakkında
bilgi edinebiliriz. Allah’ın varlığını da onlara bakarak çıkarabiliriz.
7.2. Bilginin Kaynakları
Allah insana çevresini algılayabileceği duyu organları ve algıladığı verileri değerlendirebilecek
akıl vermiştir. Duyu organları vasıtasıyla dış dünyadan edinilen veriler, akılda işlenerek kavramlara
sonra da kavramlar arasında çeşitli bağlar kurularak çeşitli hükümlere ulaşılır. Böylece akıl iyi ile
kötüyü, güzel ile çirkini birbirinden ayırır.
İnsanoğlu, hayatını anlamlı kılabilmek için yaratılış sebebi; niçin, nasıl ve hangi ölçülere göre
yaşaması gerektiği; ölümden sonrası ile ilgili bir takım sorular sorar ve cevaplarını arar. Ancak bu
sorular duyu organlarının verileriyle cevaplanamaz. Bu tür soruları cevaplayan vahiydir. Bunun için
kelam ilmi, fizikî âleme ilişkin verilerin kaynağını duyu organları, inanç alanının haber kaynağını
vahiy olarak kabul etmiş; bunları anlamlandırıp açıklama görevini de akla yüklemiştir.
7.2.1. Akıl
Akıl, insanı diğer canlılardan farklı kılan ve doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırarak onu sorumlu
kılan temyiz gücüdür. Akıl, aynı zamanda düşünme ve anlama melekesidir. Bunun için Kur’an, insanlara hitap ederek oldukça sık bir şekilde “Akıl erdiremiyor musunuz?”,19 “Düşünmez misiniz?”20
ve “İbret almaz mısınız?”21 ifadeleriyle onları akıllarını kullanmaya çağırmaktadır.
Kelam ilmine göre akıl, bilgi elde etme
yollarından biridir. İmam Maturidî aklı “aynı
TARTIŞALIM
nitelikte olanları bir araya toplayan ve farklı
“Şer’î deliller, aklî prensiplere
nitelikte olanları ayıran şey” olarak tanımla-
ters düşmez.”
yarak, aklın varlıkları ve onlarla ilgili bilgileri
tasnif ederek sonuçlar çıkarıp kıyas yapabi-
Şatibî
len bir zihnî güç olmasına dikkat çekmiştir.
(Mehmet Erdoğan, Akıl-Vahiy Dengesi
Kelam âlimlerinin birçok akıl tanımı vardır.
Açısından Sünnet, s. 41.)
Fakat hepsinin ortak görüşü aklı, insanda doğuştan mevcut olan ruhî bir güç olarak kabul
Yukarıdaki sözün vermek istediği mesaj
üzerinde tartışınız.
etmeleridir.
19 En’âm suresi, 32. ayet.
20 En’âm suresi, 50. ayet.
21 En’âm suresi, 80. ayet.
27
KELAM
Kelam ilminde akıl, iki türlü bilginin kaynağıdır: Akıl ilk olarak bütün insanlarda ortak olan ve
kendiliğinden apaçık olan aklî bilgilerin (bedihî bilgi: aksiyom) kaynağıdır. Bedihî bilgiler duyu ya
da haberle elde edilmeyip kendiliğinden bilinen, bilinmesi apaçık olanlardır. Örneğin iki zıddın bir
arada bulunmasının imkânsızlığı, parçanın bütünden büyük olamayacağı gibi bilgiler kendiliğinden
bilinen apaçık bilgilerdir.
İkinci olarak akıl, tümdengelim (talil) ve tümevarım (istikra) gibi akıl yürütmeler yoluyla sonradan kazanılmış (aposteriori) bilgilerin kaynağıdır. Akıl, duyu organlarından gelen bilgileri kullanarak
yeni bilgilere ulaşabilir ve bu tür bilgilere ‘çıkarımla ulaşılmış bilgiler’ anlamında ‘istidlâlî bilgiler’
adı verilmektedir.
Kelam âlimleri vahyin kesin olarak belirlediği inançlar dışında bir şeyin doğru ya da yanlış olduğunun açıklanması ve yorumlanmasında aklın ilkelerini, aklın apaçık bilgilerini ve akıl yürütme
yoluyla elde edilmiş bilgileri dikkate almışlardır. Bunun yanı sıra insanın haz, elem, sevinç gibi aklın
algıladığı tecrübeleri de önemli sayılmıştır.
Bazı Kelam Ekollerine Göre Aklın Rolü
Mutezile
Mutezile’nin büyük çoğunluğu, insanların peygamberler tarafından getirilen
vahiy bilgilerine muhtaç olduğunu kabul etmekle birlikte aklı mutlak bir bilgi
kaynağı olarak görmüşler,
ona daima nakil karşısında hata yapmaz bir hakem
rolü vermişlerdir.
Zira onlara göre akıl,
Allah’ın varlığını bilmesi,
iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini belirleyebilmesi yanında Allah’ın sıfatları ve ahiret
hayatının mahiyetini bilebilecek bir yeterliliktedir.
Eşarilik
Maturidilik
Ebu’l-Hasan el-Eşarî,
Yaratıcının varlığını bil-
başta Allah’ın varlığına
mek ve nasları anlamak için
iman konusu olmak üzere
akla başvurulması gerekir.
bütün dinî bilgilerin kay-
Allah’a iman etmek naklen
nağını akla değil vahye
değil aklen vaciptir. Ancak
bağlı görmüştür. Ona göre
yine de akıl naklin önüne
akıl Allah’ın varlığının
geçemez. Çünkü akıl bü-
bilgisine ulaşsa da güzel
tün dinî gerçekleri idrak et-
ve çirkini, iyiyi ve kötüyü,
mekte yeterli değildir. Akıl
doğruyu ve yanlışı tanı-
duyguların, eğitim-öğretim
yabilse de bunların doğ-
ve kültürün tesiri altında ka-
ruluğuna inanmayı zaruri
labildiği için güzelin çirkin,
kılan vahiydir; bu sebeple
iyinin kötü, doğrunun yanlış
insanın sorumlu oluşu di-
olduğuna hükmedebilir. Kı-
nin varlığına bağlıdır.
saca Allah akılla, diğer dinî
hükümler vahiyle bilinir.
28
I. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ ve TEMEL SORUNLARI
7.2.2. Vahiy
İnsanın dış dünyaya açılan penceresi duyu organları ise gaybî konulara açılan penceresi de vahiydir. Vahiy, insanı bilgi bakımından yüce âleme bağlamakta ve onu sadece kendi aklıyla baş başa
kalmaktan kurtarmaktadır. Kelam ilmine göre vahiy, bilgi kaynaklarından biridir ve vahyin bildirdiği
bilgi doğruluk bakımından kesindir. Çünkü Kur’an’da toplanan vahiyler, sübût bakımından kesindir.
Yani Allah’ın Peygamberine ulaştırdığı şekliyle bugün elimizde bulunmaktadır.
Allah insanların bilmediklerini peygamberlere vahiy yoluyla bildirmiştir. Bu vahiyler Kur’an’da
toplanarak insanların gayb âlemine ilişkin bilgilerinin kaynağı olmuştur. Örneğin; Allah’ın sıfatları,
ahiretin varlığı, melek inancı gibi, insanların akıllarıyla bilmesine imkân olmayan gaybî konular vahiyle bildirilen konular arasında önemli bir yer tutar. Bu bakımdan vahiy olmaksızın iman esaslarının
belirlenmesi mümkün değildir. Kur’an’da bunu ifade etmek üzere “İşte böylece sana da emrimizle
Kur’an’ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu
göstermektesin.”22 buyrulmuştur.
Vahiy, insanın hayatının amacı üzerinde de durarak hayatını anlamlı kılması için
NOT EDELİM
yol gösterir. İnsanın kim olduğu, hayatıİbn Hazm’a göre “Kur’anî olan
nın kaynağı, hayatının amacı ve öldükten
her şey aklîdir. Aklî olan her şey
sonra ne olacağı bu yol göstericiliğin birer
Kur’anî’dir.”
parçasıdır. İnsanın Allah ile ilişkilerinin
(Câbirî, Arap Aklının Oluşumu, s. 432.)
nasıl olacağı bu çerçevede ele alınabilir.
Örneğin; dua ve ibadet, vahiy sayesinde
öğrenilebilir. İnsan, Allah’ın varlığını bilse
de ona nasıl ibadet edeceğini bilmesi mümkün değildir. Vahiy yine insana ahlakî değerler hakkında
ve ahiret hayatı hakkında da bilgi verir. Kıyamet, cennet ve cehennem ahiret hayatının birer parçası
olarak vahyin bildirdiği önemli konular arasında yer alır.
BELİRTELİM
“(Resûlüm!) Bunlar, bizim sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz
gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem’i himayesine alacak
diye kura çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar (bu yüzden) çekişirken de yanlarında değildin.”
(Âl-i İmrân suresi, 44. ayet.)
Yukarıdaki ayet, vahyin hangi yönüne dikkat çekmektedir? Belirtiniz.
22 Şûrâ suresi, 52. ayet.
29
KELAM
Vahyin bilgi verdiği alanlardan biri de geçmiş milletlerin ve peygamberlerin hayatlarına ilişkin
bazı olaylardır. Kur’an geçmiş peygamberlerin hayatlarından ibret verici olayları anlatarak hem bizleri bilgi sahibi yapmakta hem de ibret almamızı istemektedir. Kur’an’da bunu ifade etmek üzere
“Ey Muhammed!) Biz, sana bu Kur’an’ı vahyetmekle geçmiş milletlerin haberlerini sana en
güzel bir şekilde anlatıyoruz. Gerçek şu ki, sen bundan önce (bu haberleri) elbette bilmeyenlerden idin.”23 buyrulmaktadır.
Kelam ilmi inanç konularının gaybî özelliklerinden hareketle haber kaynağı kabul edilebilecek
naklî deliller konusunda bazı şartlar ileri sürmüştür. Bir naklin kelam ilminde haber kaynağı ve delil
olarak sayılabilmesi için sübutunun ve konuya delaletinin kesin olması gerekir. Baştan sona Allah’tan
vahiy olarak geldiğinde hiçbir şüphe olmayan Kur’an, kelam ilminin naklî delilidir. Vahiy dışında sübutu kesin sayılan mütevatir hadisler kelam ilminde haber kaynağı olarak kabul edilirken, mütevatir
dışındaki meşhur ve âhad hadisler kelamda tek başına bir delil olarak kabul edilmemiştir.24
7.2.3. Duyular
Kur’an-ı Kerim’de insanın dış dünyadaki varlıkları algılaması için duyu
organlarının yaratıldığı, bu organlarını doğru kullanmayanların kınanacağı
belirtilmekte ve insanın bu organları kendine veren Allah’a şükretmesi
istenmektedir.25 Kur’an’da bu konuya
dikkat çeken ayetlerden birinde şöyle buyrulur: “(Resûlüm!) De ki: Sizi
yaratan, size işitme duyusu, gözler ve kalpler veren odur. Ne az
şükrediyorsunuz!”26 Böylece Kur’an,
insana verilen organların bilgi kaynakları olmalarının yanında ahlakî
olarak da şükrü gerektirdiğine dikkat
çekmiştir.27
Kur’an’ın duyularla ilgili sunduğu
bakış açısından hareket eden kelam
ilmi, insanın bilgi elde etme yollarından birini duyular olarak kabul etmiştir.
NOT EDELİM
Doğru Bilginin Dereceleri
İslam düşünce tarihinde doğru bilginin kesinlik dereceleri Kur’an-ı Kerim’de
geçen ifadelerden hareketle “ilme’l-yakîn”,
“ayne’l- yakîn” ve “hakka’l-yakîn” olmak üzere üç kategoride toplanmıştır.
1. “İlme’l-yakîn (kesin zihnî bilgi)” akli
veya naklî delil ile bilinen bilgidir. Mutfaktaki
balı duyarak ya da bazı işaretlerden hareketle
bilmek gibi.
2. “Ayne’l-yakîn (kesin açık gözlem)” duyu
yoluyla elde edilen bilgiyi ifade eder. Mutfaktaki balı görerek bilmek gibi.
3. “Hakka’l-yakîn (yaşayarak bilmek)” ise iç
duyu veya iç tecrübe vasıtasıyla insanda meydana gelen en kesin bilgiyi ifade eder. Mutfaktaki
balı tadarak bilmek gibi.
23 Yûsuf suresi, 3. ayet.
24 Bekir Topaloğlu, Kelâm İlmi (Giriş), s.73.
25 A’râf suresi, 179. ayet; Yûnus suresi, 31. ayet; Nahl suresi, 78, 108. ayetler; İsrâ suresi, 36. ayet; Hac suresi, 46. ayet;
Secde suresi, 9. ayet; Câsiye suresi, 23. ayet.
26 Mülk suresi, 23. ayet.
27 En’âm suresi, 46. ayet.
30
I. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ ve TEMEL SORUNLARI
Duyu organları deri, göz, kulak, dil ve burun insana dış dünyadan sürekli veriler aktarır. Bu beş duyu
organı insanın dış dünyaya açılan pencereleri gibidir. Bu duyu organları vasıtasıyla elde edilen bilgiler, Kelam ilmine göre inkârı mümkün olmayan zorunlu bilgiler (zarurî) kategorisindendir.
Kelam âlimlerine göre duyu organlarıyla elde edilen bilgilerin, kesin bilgiler olarak kabul edilmesi
için duyu organlarının sağlam ve sağlıklı olması gerekir. Çünkü çeşitli nedenlerle duyu organlarımızın
verdiği bilgiler bizi yanıltabilir. Üstelik bu organlarımızın kapasiteleri de sınırlıdır. Örneğin; gözümüz
sadece belli ışın dalgalarını görebilir, kulağımız sadece belli aralıktaki ses frekanslarını işitebilir.
Kelam ilmi, duyu organlarını bilgi kaynağı olarak kabul eder. Bununla birlikte yanılma olasılığı
olan duyularla elde edilen bilgiyi, vahyin ve aklın denetlemede önemli bir rolü olduğunu da belirtir.
KONUŞALIM
Dinî sorunları çözmede kelamın yöntemlerinden olan akıl, vahiy ve duyular
konusu üzerinde sınıfta konuşunuz. Akıl, vahiy ve duyuların bize hangi alanlarda bilgi verdiklerini, kesinlik derecelerini ve fonksiyonlarını belirleyiniz. Daha sonra
bunları bir kavram haritası üzerinde gösteriniz.
7.3. Bilgi-Değer İlişkisi
İnsan, eylemlerinde bir amaç gözetir. Amacı belirlenmemiş davranışın bir anlamı yoktur. İnsanlar
bir tercih yaptıklarında, bir eylemde bulunduklarında belli bir değere göre hareket ederler. Bir eşya
yararlı ya da yararsız, bir davranış iyi ya da kötü, bir bilgi doğru ya da yanlış ve bir resim güzel ya da
çirkin olduğu için tercih edilir ya da tercih edilmez. Söz konusu eşya, davranış, bilgi ve resim hakkında verdiğimiz yararlı, iyi, güzel doğru gibi hükümler, olanla olması gereken arasındaki farkı da
belirler. Örneğin; zulüm, olmaması gereken bir davranıştır. Olması gereken adalettir. Çünkü insanlar
değer bakımından zulmü “kötü”, adaleti ise “iyi” olarak nitelerler.
Buna göre değeri, bir takım eylemleri doğru veya yanlış, iyi veya kötü, güzel ya da çirkin şeklinde
nitelememizi sağlayan ölçütler olarak kabul edebiliriz. Bu durumda yararlı ve zararlı gibi nesne değerlerden, güzel ve çirkin gibi estetik (sanat) değerlerden, iyi ve kötü gibi ahlakî değerlerden, doğru
ve yanlış gibi mantıkî değerlerden bahsetmek mümkündür.
Kur’an’da değer belirten ifadeler çokça tekrarlanır. İnsanların bazı söz ve davranışları iyi, güzel
ve doğru olarak nitelenirken, bazı söz ve davranışları ise kötü, çirkin ve yanlış olarak nitelenir. Böylece inanan insan, vahyin bildirdiği olumlu değerlere uygun söz ve eylemlerde bulunmak ve olumsuz
değerlere uygun söz ve eylemlerden de kaçınmak ister. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de “Muhakkak
ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da
yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”28 buyrulmuştur.
28 Nahl suresi, 90. ayet.
31
KELAM
İnsan kendine bildirilen vahiyden
OKUYALIM - BULALIM
ve aklını kullanarak oluşturduğu değerlerden hareket ederek, hırsızlık
yapmayı, yalan söylemeyi, haksızlık
yapmayı kötü olarak niteler. İyilik
yapmayı, doğru söylemeyi ve emeğiyle çalışıp kazanmayı da güzel
olarak niteler. Değerler ne kadar kabul edilir ve tekrar edilirse o oranda
yaygınlaşır ve nesnellik kazanır. İslam âlimleri değerlerin nesnelliğini
vurgulamak için “ahlak” kelimesini
davranışların zorlanma olmaksızın
insanın kendinden çıkan huy şeklindeki tarif etmişlerdir. Kur’an’da da
ahiret hayatını dışlayan putperest ve
kabileci müşriklerin dünyevî zevkleri
temel alan Cahiliyye Dönemi değerlerinin herkes tarafından kabul edilemez olduğu vurgulanmaktadır.
Ahlaki değerlerin nasıl bilindiği
“Kendisine verilen müjdenin
kötülüğünden dolayı kavminden
gizlenir. Onu, aşağılık duygusu
içinde yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı
gömsün! Bakın ki, verdikleri hüküm ne kadar kötüdür!” (Nahl suresi, 59. ayet.)
“Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve
sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller
işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!” (Câsiye
suresi, 21. ayet.)
“Dediler ki: Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak
zaman helâk eder. Bu hususta onların hiçbir
bilgisi de yoktur. Onlar sadece zanna göre hüküm veriyorlar.” (Câsiye suresi, 24. ayet.)
Yukarıdaki ayetler, müşriklerin bazı düşünce ve davranışlarının çirkin, kötü ve yanlışlığını
konu edinmektedir. Bu düşünce ve davranışlar
hangileridir? Müşriklerin bunlar hakkında verdikleri hükümler nelerdir? Bulunuz.
konusunda kelam âlimleri iki farklı
görüş öne sürmüşlerdir. Eş’arî âlimler insan eylemlerinin kendinde iyi-kötü gibi bir değerlerinin
olmadığını, bu yüzden aklın neyin iyi neyin kötü olduğuna karar veremeyeceğini ve bilemeyeceğini, iyi ve kötünün ancak vahyin ifadesiyle anlaşılabileceğini iddia etmişlerdir. Mutezilî ve Maturidî
âlimler ise fiillerin kendinde iyi-kötü gibi ahlakî değerleri olduğunu, aklın onlara iyi ya da kötü hükmü vermediğini ancak evrensel olan bu değerlerin akıl ile bilinebileceğini belirtmişlerdir.
Maturidî ve Mutezilî âlimlerine göre inancı olmasa da birçok insanın ahlakî değerlere uygun
davranabilmesi, bu değerlerin insanlardan bağımsız bir gerçeklikleri olduğunu gösterir. Bu nedenle
özgür iradeye sahip insanın bu değerlere uygun davranması ve davranışlarının sorumluluğunu yüklenmesi gerekir. Kur’an’a göre inandıktan sonra özgür iradesiyle ahlakî değerlere uygun yaşayan
insan, bu dünyada mutlu olduğu gibi ahirette de karşılığını alacaktır. Çünkü Kur’an’da “Allah güzel
davrananları sever.”29 buyrulmuştur.
29 Bakara suresi, 195. ayet.
32
I. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ ve TEMEL SORUNLARI
BULALIM
Aşağıda bazı ahlakî, mantıkî ve estetik değerler verilmiş; bu değerlere
uygun davranışlar Kur’an-ı Kerim’den örneklendirilmiştir. Siz de verilen değerlere uygun örnekler bulunuz ve söyleyiniz.
Ahlakî (Etik) Değerler
Mantıkî (Bilgi) Değerler
Estetik (Sanat) Değerler
İyi
Kötü
Doğru
Yanlış
Güzel
Cömertlik
(İsrâ suresi,
29. ayet.)
Savurganlık
(İsrâ suresi,
29. ayet.)
Doğru söz
söylemek
(Yusuf suresi,
27. ayet.)
Zanna göre
hareket etmek,
yalan söz
(En’am suresi,
116. ayet.)
Cennet (Âl-i
İmrân 14.
ayet);
Allah’ın
isimleri
(A’râf suresi,
180. ayet.)
Çirkin
Fuhşiyat (Bakara suresi,
169. Ayet,
Nahl suresi,
90. ayet.)
Merkep sesi
(Lokman suresi, 19. ayet.)
7.4. Bilgi-İnanç İlişkisi
İnsan duyu organları vasıtasıyla
çevresiyle sürekli bir etkileşim içerisindedir. Bu etkileşim insana çevresinden birçok veriyi taşır ve insan
zihni de bu verileri çeşitli şekillerde
kategorize ederek kavramlara ulaşır.
Örneğin; çevremizdeki tek tek ağaçlardan hareketle zihnimiz bir “ağaç”
kavramına ulaşır. İnsan aklı bu kavramlarla yetinmez. Kavramlar arasında çeşitli ilişkilerle varlıklar hakkında
yeni hükümler oluşturur. İnsan aklının elde ettiği kavramlar ve kavramlardan hareketle elde ettiği hükümler
bilgi olarak tanımlanabilir.
İnanç ise deney ötesi olana, görünmez olan gayba bağlanma anlamında bilgiden farklıdır. Psikolojik
anlamda derûnî, şahsî ve bireysel bir
tecrübe olan “Allah vardır ve ben ona
inanıyorum.” şeklindeki bir önerme,
ilke olarak mantıkî anlamda doğrulu-
TARTIŞALIM
“Onlara: Allah’ın indirdiğine uyun,
denildiği zaman onlar, ‘Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola
uyarız’ dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?”
(Bakara suresi, 170. ayet.)
“Bunlar (putlar), sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar
ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar. Hâlbuki kendilerine Rableri tarafından yol
gösterici gelmiştir.” (Necm suresi, 23. ayet.)
“…De ki: Yanınızda bize açıklayacağınız
bir bilgi var mı? Siz zandan başka bir şeye
uymuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.” (En’âm suresi, 148. ayet.)
Yukarıdaki ayetlerde müşriklerin inancının
niçin eleştirildiğini tartışınız.
33
KELAM
ğu sorgulanamayan bir önermedir. Kelam âlimleri bunu ifade etmek üzere imanın aklın değil kalbin
bir fiili ve tasdiki olduğunu ifade etmişlerdir. Ancak bu, inancın bilgiden yoksun olduğu ya da onu
dışladığı anlamına gelmez.
Kur’an’da müşriklerin vahye dayanmayan bilgisizce oluşturdukları batıl inançları eleştirilmiştir.
Çünkü onlar arzularına uyarak bilgileri olmadan cinleri Allah’a ortak koşuyorlar, Allah’a oğullar ve
kızlar yakıştırıyorlar, putlara tapıyorlar, ahireti inkâr ederek zanlarına göre hayatlarının sadece bu
dünya ile sınırlı olacağını söylüyorlardı. Bunun için Kur’an, insanları düşünmek suretiyle inançlarını
temellendirmeye ve akıl yürütme güçlerini kullanmaya şu şekilde davet etmiştir. “De ki: İşte benim yolum: Ben şuurlu bir şekilde Allah’a çağırıyorum, bana uyanlar da…”30 Yine Kur’an’da
“Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi
ondan sorumludur.”31 buyrularak, hem duyuya dayalı aklî tasdikte hem de kalbî tasdikte bilginin
önemine dikkat çekilmiştir.
Kur’an’ın ilk inen ayetinin “oku” olması vahiyle inen ayetlerin okunması anlamına geldiği gibi
evrende Allah’ın yaratışına delalet eden varlıkların gözlenmesi ve araştırılması gerektiği anlamını da
ifade eder. Çünkü Kur’an’da “… Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu”32 ve “Kulları içinden
ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar.”33 buyrulmuştur. Böylece iman, bilgiyi engellemediği
gibi, cehalete dayalı bir iman da batıl inançlardan uzak kalamaz.
YORUMLAYALIM
“İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsin ya nice okumaktır.
Okumaktan mana ne, kişi Hakk’ı bilmektir
Çün okudun bilmezsin ha bir kuru emektir.
(Yunus Emre)
Yunus Emre, bu dörtlükte bilginin amacını ne olarak belirlemiştir? Yorumlayınız.
30 Yûsuf suresi, 108. ayet.
31 İsrâ suresi, 36. ayet.
32 Zümer suresi, 9. ayet.
33 Fâtır suresi, 28. ayet.
34
I. ÜNİTE: KELAM BİLİMİ ve TEMEL SORUNLARI
ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM
A. Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplandırınız.
1. Kelam ilmini konusu açısından tanımlayınız.
2. Kelam ilmi hangi yöntemleri kullanır? Kısaca açıklayınız.
3. Kelam ilmi hangi aşamalardan geçerek bir ilim dalı hâline gelmiştir? Belirtiniz.
4. Kelam ilmi ile diğer İslam ilimleri arasındaki ilişki nasıldır? Örnekler veriniz.
B. Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru seçeneklerini işaretleyiniz.
1. Aşağıdakilerden hangisi kelam ilminin amaçları arasında yer almaz.
A) İslam inançları ile ilgili ayetleri yorumlamak
B) İnsanın dünya ve ahiret mutluluğunu temin için çaba göstermek
C) İslam inanç esaslarını eleştirilere karşı savunmak
D) İbadetlerin nasıl yerine getirileceğini açıklayıp göstermek
E) İnanç esaslarının ispatını vahiy ve aklın verileriyle yaparak kişinin imanını taklitten kurtarmak
2. (I) Allah, evreni varlığının bir işareti olarak nitelemektedir.
(II) Evrendeki her varlık, Allah’ın yarattığı ölçüye göre hareket eder.
(III) İnsan kendisine verilen nimetlere karşı Allah’a şükreder.
Yukarıdaki ifadelerden hangisi ya da hangileri Allah-âlem ilişkisiyle ilgilidir?
A) Yalnız I
B) Yalnız II
C) I-II
D) II-III
E) I-IIII
3. “O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır...”
(Mülk suresi, 2. ayet.)
Yukarıda meali verilen ayet aşağıdakilerden hangisine öncelikle dikkat çekmektedir?
A) Hayatın ahlakî amacına
B) Allah’ın sıfatlarına
C) İbadetlerin gerekliliğine
D) İnsanın olumsuz özelliklerine
E) Ahirete iman etmenin gerekliliğine
C. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri verilen uygun ifadelerle doldurunuz.
(vahiy, iman, kesin)
1. Kelam ilmine göre insanın bilgi kaynakları duyular, akıl ve ……….…den oluşur.
2. Vahyin verdiği bilgi kelam ilmine göre ……………. dir.
Ç. Aşağıda verilen bilgilerden doğru olanı “D”, yanlış olanı “Y” ile işaretleyiniz.
(…) Kelam ilminde ele alınan konular Allah’ın varlığı ve birliği konusuna indirgenebilir.
(…) Naklin yorumunda aklı da kullanan kelam yöntemi ilk defa Mutezile ile doğmuştur.
(…) İmam Eş’arî’ye göre kişi aklıyla dinî hükümleri bilebilir.
(…) İmam Maturidî kişinin aklıyla Allah’ın varlığını bulabileceğini belirtmiştir.
35
KELAM
II.ÜNİTE
İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR
ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM
1. ‘‘Fırka, mezhep ve tarikat’’ kelimelerinin anlamlarını araştırınız.
2. ‘‘Hakem Olayı’’ hakkında bilgi toplayınız.
3. “Fikirlerin çarpışmasından hakikat ışığı doğar.” sözünün anlamı
üzerinde düşünerek düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız.
4. Din anlayışları ve din arasındaki farkı araştırınız.
5. Alevilik ve Bektaşilik hakkında bilgi toplayınız.
36
II. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR
1. Yorum Farklılıklarının Ortaya Çıkış Sebepleri
İslam dininin temel kaynakları Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamberin sünnetidir. Hz. Peygamber
hayattayken Müslümanların inanç ve ibadet alanıyla ilgili tüm sorunlarına çözüm getirdiği için Müslümanlar arasında dinî konularda farklılaşmaya sebep olacak görüş ayrılıkları ortaya çıkmamıştır.
Hz. Peygamberin vefat etmesiyle birlikte Müslümanlar arasında ortaya çıkan siyasi ve dinî sorunlar
ve bu sorunlara getirilen çeşitli cevaplar farklı yorumların ortaya çıkmasını da beraberinde getirmiştir. Yorum veya mezhep, dinin anlaşılması ve uygulanmasıyla ilgili olarak ortaya çıkan fikrî ve beşerî
oluşumlardır.
Müslümanlar arasında dinî konularla ilgili olan farklı yorumların ortaya çıkmasının birçok sebebi
vardır. Bunların başında toplumsal, kültürel, siyasi, coğrafî, insanî farklılıklar, dinî metinler ve bireysel anlayış farklılıklarından kaynaklanan sebepler gelmektedir.
İslam Düşüncesinde Yorum Farklılıklarının Ortaya Çıkış Sebepleri
Dinî Metinlerden
Kaynaklanan Sebepler
İnsanın Yapısından
Kaynaklanan Sebepler
Sosyal
sebepler
Kültürel
Sebepler
Siyasî
Sebepler
Coğrafî
Sebepler
İnsanın Yapısından Kaynaklanan Sebepler: Dinin anlaşılması ve yaşanması için dinî metinlerin doğru bir şekilde anlaşılarak yorumlanması gerekir. Bu anlama ve yorumlama, insan tarafından
yapılır. İnsan ise düşünen, sorgulayan, sebep ve sonuçları araştıran akıl sahibi bir varlıktır. İnsanların
anlayış ve düşünceleri birbirinden farklıdır. Bu farklılık Allah’ın onlara verdiği akıl, tefekkür ve düşünce kabiliyetinin doğal bir sonucudur.
İnsanların kabiliyetleri, huyları, ilgileri, ihtiyaç ve beklentileri, dünyaya bakışları ve algılamaları
birbirinden farklıdır. Mesela aynı resme bakan kişiler, birbirinden farklı duygular hissederler, aynı
kitabı okuyanlar, onun üzerine değişik yorumlar yapar ve farklı sonuçlar elde ederler. Aynı resim
üzerinde farklı duyguların hissedilmesi ve aynı kitaptan farklı sonuçlar elde edilmesi insanların olay
ve olgulara farklı yaklaşımlarının bir sonucudur. Dolayısıyla düşünce ve sorgulama yeteneğine sahip
insanın yapısındaki farklılıklar dini anlama ve açıklamalarına da yansır. Böylece çeşitli ekol ve mezheplerin ortaya çıkmasına neden olur.
Sosyal sebepler: Sosyal hayat sürekli bir değişme, gelişme ve yenilenme içindedir. Her zaman
ve mekânda geçerliliğini koruyan evrensel nitelikli ilkeler varlığını sürdürürken yerel nitelik taşıyan
unsurlar da zamanla varlıklarını yitirirler. Dolayısıyla sosyal bir ortam içinde yaşayan bir varlık olan
insanın sosyal sebeplere bağlı olarak sürekli bir değişim ve yenilenme içinde olması kaçınılmazdır.
37
KELAM
Sosyal hayatın kendine özgü yapısı her alanda olduğu gibi İslam düşüncesinde de farklı yorum
biçimlerinin ortaya çıkması üzerinde etkili olmuştur. Mesela köy yaşamı ile şehir yaşamının sosyal
yapısı birbirine benzemez. Bundan dolayı da şehir ve köylerdeki dinî hayat ve dinî anlayışların birbirinin aynı olmaması doğaldır. Ayrıca, toplumları derinden etkileyen savaş, doğal afet, siyasi ve
ekonomik krizler de sosyal yapıları doğrudan etkilediği için çeşitli yorumların ortaya çıkmasının
önemli nedenlerindendir.
Kültürel Sebepler: İslam dini kısa bir zaman içinde Arabistan Yarımadası’nın dışına yayıldı
ve Suriye, İran, Irak, Mısır gibi bölgeler İslam coğrafyasının bir parçası haline geldi. Bu bölgelerde Hristiyanlık, Yahudilik, Mecusilik ve Zerdüştlük gibi inançlar yaygın bir şekilde bulunuyordu.
Müslümanlar fethettikleri bu bölgelerde karşılaştıkları din ve inanç mensuplarıyla bir arada yaşamak zorunda kalmışlardır. Dolayısıyla bazı Müslümanlar yaşadıkları coğrafyadaki kültür, örf, adet
ve geleneklerinden etkilenerek İslam dininin anlaşılması, yorumlanması ve yaşanmasında farklı bir
yaklaşım benimseyebiliyordu. Ayrıca yeni Müslüman olan bireyler de daha önceki din, kültür, örf
ve adetlerinden tamamen sıyrılamadıkları için dinî konuları anlamada ve yorumlamada bunların etkisinden tamamen kurtulamıyorlardı. Mesela hicri birinci asırdan itibaren kelamî tartışma konuları
arasında yer alan cebr, ihtiyar, Allah’ın zatı ve sıfatları gibi konular İslamiyetten önce diğer din mensupları tarafından tartışılmıştır.
Müslümanların yaşamış oldukları bölgeler birbirlerinden tamamen farklı kültürel ortamlara sahiptir. Bu sebeple aynı dinî sorunlara farklı çözümler üretilmiştir. Ancak bu farklı çözümler dinin
değişmez esaslarıyla ilgili değildir.
Coğrafî Sebepler: Fetihlerle birlikte İslam coğrafyası farklı iklimlere sahip, çeşitli kültür ve
dinlere mensup milletleri içine alan geniş topraklardan oluşuyordu. İslam dini, sıcak ve kurak bir
coğrafyada doğmuş olmasına rağmen kısa bir süre içerisinde birçok farklı iklim ve coğrafyalara
ulaşmıştır. Akdeniz sahillerindeki iklim ile Kafkasya ve Orta Asya coğrafyasındaki iklim birbirinden
farklı olduğu gibi Hindistan yağmur ormanlarından oluşan coğrafya ile kurak ve sıcak bir iklime
sahip olan Arabistan Yarımadası da birbirinden farklı özelliklere sahiptir.
Çeşitli coğrafyalarda yaşayan Müslümanların yaşam şekilleri ve ihtiyaçları da bulundukları bölgenin özel koşullarından etkilenir. Dolayısıyla coğrafî sebeplere dayanan yaşam biçimlerindeki çeşitlilik dinin uygulamaya yönelik alanlarına farklı şekilde yansıyarak değişik yorum ve uygulamaların
ortaya çıkması üzerinde etkili olmuştur. Mesela coğrafî sebeplere bağlı olarak kıyafet, yemek kültürü
ve diğer alanlardaki örf ve adetlerin çeşitlilik arz etmesi İslam düşüncesindeki yorumlar üzerinde de
belirgin bir biçimde etkisini göstermiştir.
38
II. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR
Siyasi Sebepler: İslam düşüncesindeki birçok yorum farklılığının ortaya çıkmasının başlıca nedenlerinden biri siyasî sebeplerdir. Siyasî sebepler dinin anlaşılmasında ve uygulanmasında doğrudan
veya dolaylı olarak etkisini göstermiştir. Belirli bir dinî yorumun öne çıkarılması, diğer yorumların
görmemezlikten gelinmesi veya siyasi iktidarın zaaflarını herhangi bir dinî yorumla meşrulaştırılması
gibi hususlar bu sebepler arasında yer almaktadır.
Hz. Peygamber ve ilk dört halife dönemlerinde meydana gelen bazı olayların farklı şekillerde
yorumlanması Müslümanlar arasında çeşitli mezheplerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Mesela
peygamberimizin vefatından sonra kimin halife olacağıyla ilgili tartışmalar, ileri sürülen görüşler ve
her görüşün ayet ve hadislerle delillendirilmesi çabaları birçok mezhebi ortaya çıkarmıştır. Şiîlik ile
Sünnîlik bu meselelerin çözümü konusundaki farklılıkların bir sonucudur. Hz. Ali ile Hz. Aişe arasında
meydana gelen Cemel Vakası ile Hz. Ali ve Muaviye b. Ebu Süfyan arasında meydana gelen Sıffin savaşı; Haricîlik ve Şiîlik gibi siyasî - itikadî ekollerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Ayrıca bu savaşlarda ölen ve öldürülen Müslümanların dünya ve ahiretteki durumlarının ne olacağıyla ilgili tartışmalar
da Mürcie ve Mutezile gibi itikadî yorumların doğmasına zemin hazırlamıştır.
Dinî Metinlerden Kaynaklanan Sebepler: İslam dininin ana kaynakları olan Kur’an-ı Kerim ve
hadisler dinî metinlerin başında yer alır. Ayet ve hadislerin tamamı anlam bakımından açık ve seçik
değildir. Bazıları daha kolay anlaşılırken bazılarının anlamı kapalıdır ve bu sebeple yoruma açıktır. Bu
metinlerde geçen bazı kavram ve ifadeler farklı anlayış ve yorumların ortaya çıkmasında etkili olmuştur.
Örneğin Kur’an-ı Kerim’de zor anlaşılan, benzer
anlamlar içeren ya da birden fazla anlama gelen
PAYLAŞALIM
müteşabih ayetler vardır. Bu ifadeler yorum farklılığına zemin hazırlamıştır. Mesela Kur’an’daki
İslam düşüncesinde ortaya çı“Allah’ın eli”1 ve “Allah’ın yüzü”2 gibi ifakan çeşitli yorumlar bir sapma mı
deler, bazı İslam âlimleri tarafından herhangi bir
yoksa zenginlik midir? Düşüncelerinizi
yoruma tabi tutulmadan anlaşılmış, bazı alimler
arkadaşlarınızla paylaşınız.
de bu ifadeleri “Allah’ın kudreti” ve “Allah’ın
zatı” şeklinde yorumlamayı tercih etmişlerdir.
2. Belli Başlı İtikadî Mezhepler
İslam düşüncesinde çeşitli siyasi, itikadi ve ameli sorunların çözümü için ileri sürülen yorumların
kurumsallaşması mezhepleri doğurmuştur. Mezhep kelimesi sözlükte görüş, tutum, fikir, takip edilen
yöntem ve gidilen yol anlamında kullanılır. Terim olarak ise mezhep, kendi içinde tutarlı bir metot ve
düşünce sistemine sahip olup belli fikir ve şahıslar etrafında oluşan hareketlerdir. İslam düşüncesinde
mezhepler itikadî ve amelî-fıkhî olmak üzere ikiye ayrılır. İtikadî mezhepler dinin inanç alanıyla ilgili konular üzerinde yoğunlaşırken amelî –fıkhî mezhepler dinin uygulama alanıyla ilgili konuları ele
alır.
1 Fetih suresi, 10. ayet.
2 Kasas suresi, 88. ayet.
39
KELAM
Kolaylıktır.
Düşünce
zenginliğidir.
Din değil, dinin
yorumudur.
MEZHEP
Sorunlara
çözüm
arayışıdır.
İnsan
ürünüdür.
Değişime
açıktır.
Fikir ve düşünce özgürlüğünün bir ürünü olan ve akla önem veren çeşitli yorum ve mezheplerin
ortaya çıkması doğal bir durumdur. Bundan dolayı da tarih boyunca Müslümanlar arasında dinî konularda pekçok görüş ve düşünce ileri sürülmüştür. Bu yorum zenginliğinin hakikatin ortaya çıkmasına katkı sağlayan çabalar olarak görülmesi gerekir. Bunun için de İslam dünyasında ortaya çıkan
ve vahyin özüne ters düşmeyen tüm mezhepler ve yorumlar kültürel zenginlik olarak görülmeli ve
hoşgörü temelinde değerlendirilmelidir.
Havaric, Şia, Mürcie, Mutezile, Eş’ariye ve Maturidiye gibi oluşumlar müslümanların inanç ve
siyaset konusunda karşılaştıkları sorunların çözümü için farklı görüş ve düşünceler ileri sürmüş başlıca itikadî ve siyasi mezheplerdir.
2.1. Havariç
Müslümanlar arasında ortaya çıkan ilk itikadî fırka haricîliktir. Sıffin Savaşı’nda Hz. Ali’yi destekleyen bir grup savaşın sonlarında gündeme gelen Hakem Olayı ile birlikte desteğini çekerek ayrılmıştır. Haricîler, “Lâ hükme illâ lillah” (Hüküm yalnızca Allah’a aittir.) sloganıyla ortaya çıkmış,
Hakem Olayını kabul ettiği için Hz. Ali’yi de reddetmiş ve belli bir süre sonra da itikadî boyut kazanmış bir gruptur. Daha sonraları kendi aralarında da siyasî ve itikadî birçok konuda ihtilafa düşerek
çok farklı fırkalara ayrılmışlardır.
Haricîlere göre İslam’ın en ideal uygulaması Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer dönemlerinde gerçekleşmiştir. Hz. Osman hilafetinin son altı yılındaki uygulamalarıyla, Hz. Ali de Muaviye karşısındaki
haklı davasını hakeme götürmeyi kabul ettiği için küfre düşmüşlerdir. Halife olmak için Kureyşli
olmak diye bir şart yoktur ve köle bile olsa ilim ve cesaret sahibi her Müslüman halife olabilir. Ayrıca Haricîlere göre amel ve iman birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğu için büyük günah işleyen bir
kimse İslam dairesi dışına çıkmış olur.
40
II. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR
Haricîlik, birçok konuda benimsemiş olduğu değişik fikir, düşünce ve tutumlarından dolayı İslam
dünyasında fazla tutunamamış ve zamanla yok olmuştur. Ancak hariciliğin bir alt kolu olarak ortaya
çıkan İbadiyye ekolü günümüze kadar varlığını devam ettirerek gelmiştir. Günümüzde İbadîler, daha
çok Fas, Tunus, Cezayir, Madagaskar, Zengibar ve Umman Sultanlığında yaşamaktadırlar.
2.2. Şia
Şia, Hz. Ali’nin Hz. Peygamberden sonra nass ve tayinle imam olduğuna, imametin kıyamete
kadar onun soyunda devam ettiğine inanan şahıs veya toplulukların müşterek adıdır. Şiîler, imamet
konusunu inanç esaslarından biri olarak kabul ederler. Onlara göre imamet konusu hem ayetlerle
hem de Hz. Peygamberin vasiyetiyle sabit olmuştur ve her ikisi de Hz. Ali için gerçekleşmiştir.
Dolayısıyla Hz. Ali’den önce hilafet makamına gelenlerin yönetimleri meşru değildir. Tarih içinde
gelişerek itikadî, siyasî ve fıkhî konularda kendine özgü fikirleriyle bağımsız bir ekol olarak varlığını
sürdürmüştür.
Şiîlik zamanla kendi içinde birçok konuda farklı tutum ve görüşler benimseyerek değişik kollara
ayrılmıştır. Zeydiye, İsmailiye ve İsnâ Aşeriye-İmamiye bu ana kollardan günümüze ulaşarak varlığını devam ettirmişlerdir. Günümüzde Şiilik denildiği zaman imamiye ekolü anlaşılır. Nas ve tayinle
imam olanların sayısının on iki olduğuna inandıkları için “İsnâ aşeriyye” olarak da isimlendirilen
İmamiye İran’da resmi mezhep olarak benimsenmiştir. İmamiye ekolüne göre dinin temel esasları
tevhit, nübüvvet, imamet, ahiret ve adalet olmak üzere beştir. İman esasları içinde yer alan imamet
inancına göre imamların sayısı on ikidir ve on ikinci imam halen sağdır ve günü geldiğinde tekrar
taraftarları arasına dönecek ve yeryüzünü adaletle dolduracaktır.
Şianın diğer önemli bir ekolü olan Zeydiye, İmamiyenin dördüncü imamı Ali Zeynelabidin’in
oğlu Zeyd’i imam kabul eder. Bugün Yemen’de yoğun olarak yaşayan Zeydîler, imamet konusundaki
bazı görüşleriyle diğer şiî fırkalardan ayrılırlar. Onlara göre Hz. Peygamber isim ve şahıs belirterek
kimseyi imam olarak tayin etmemiştir. Haşimoğullarına mensup, ilim, cesaret ve takva sahibi bir
kimse imametini ilan ederek ayaklanırsa imamlığı hak etmiş olur. İmamlar hatasız ve günahsız değillerdir. İmamların sayısı oniki değildir.
İsmailiye ekolü ise Cafer-i Sadık’ın ölümünden sonra imametin oğlu İsmail’e ve onun soyundan
gelenlere ait olduğunu iddia ederler. İsmailîler, Fatımî Devleti’nin kurulmasıyla güçlenmişler, ancak
bu devletin yıkılmasıyla zayıflamışlardır.
41
KELAM
BİLİYOR MUYDUNUZ?
12. Muhammed Mehdi
1. Hz. Ali
2. Hz. Hasan
3. Hz. Hüseyin
11. Hasan Askeri
10. Ali Naki
4. Ali Zeynelabidin
ŞİA’NIN 12 İMAMI
5. Muhammed Bakır
9. Muhammed Taki
8. Ali Rıza
7. Musa Kazım
6. Cafer-i Sadık
2.3. Mürcie
Mürcie, irca kelimesinden türemiş olup tehir eden, erteleyen, geriye bırakan anlamlarına gelir.
Terim anlamına gelince mürcie, büyük günah işleyenin ahlaksız (fasık) mümin olduğunu, ancak
ahiretteki durumunun Allah’a bırakılması gerektiğini kabul eden şahıs veya toplulukların müşterek
adıdır. Onlara göre büyük günah işleyen dinden ve imandan çıkmaz. Genel olarak Haricîliğe karşı
bir tepki olarak doğan Mürcie, Müslümanlar arasında yaşanan siyasî çatışmalara karışanlar ve bunun sonucunda ölen ve öldürülenleri tekfir edenler karşısında sessiz kalmayı tercih etmiştir. Çünkü
onlara göre bir kişi iman ettikten sonra işlediği günahlar imanına zarar vermez. Günah işlemekle
iman eksilmez, amelleri yerine getirmekle de iman artmaz. Onlara göre Allah dilerse affeder, dilerse
cezalandırır.
Mürcie Hz. Osman, Hz. Ali ve Sıffin ile Cemel olaylarına karışanları tekfir etmemiş, onların ve
büyük günah işleyenlerin durumlarını Allah’ın vereceği karara bırakmış, bunların cennetlik veya
cehennemlik oldukları konusunda görüş belirtmemiş bir gruptur.
Mürcienin doğuşunda dönemin siyasî olayları etkili olmuştur. Haricîlerin aşırı fikirleri ve şiddet
içerikli eylemleri, Emevî-Haşimî çekişmesi gibi olaylar karşısında Mürcie İslam toplumunun birliğini savunmuş, siyasî olaylara karışmamış ve bu tavrını da itikadî alana taşıyarak ilkeleştirmiştir.
Mürcie tarafından benimsenen fikirler daha çok Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer taraftarlarının yoğun
olarak yaşadıkları Mekke ve Medine’de ortaya çıkmıştır. Daha sonra Basra, Kufe ve diğer şehirlerde
yayılmıştır. Özellikle Orta Asya’da ve Horasan’da yayılmış ve türklerin islamlaşmasında önemli katkıda bulunmuştur. Ayrıca Maturidiliğin sistemleşmesinde de bazı fikirleriyle önemli rol oynamıştır.3
Mürcieye göre; iman bilgi ve tasdikten ibarettir, iman artmaz ve eksilmez. Ayrıca işlenen günahlar
da imana zarar vermez.
3 Sönmez Kutlu, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürciye ve Tesirleri, s. 274.
42
II. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR
OKUYALIM – ANLAYALIM
MÜRCİE’NİN BAZI TEMEL GÖRÜŞLERİ
1. Bir Müslüman işlediği büyük günah sebebiyle imandan çıkmaz ve küfre düşmez.
Bu dünyada mümin muamelesi görür ancak işlediği günah dolayısıyla fasıktır. Onun ahiretteki durumu Allah’ın dilemesine bağlıdır. Allah isterse onun günahını bağışlar isterse
onu cezalandırır.
2. Şartlı ve şüpheli iman olmaz. Bir mümin imanını ve mümin olduğunu hiçbir kuşkuya yer bırakmadan ifade etmelidir ve “ben gerçekten müminim” demesi gerekir.
3. İslam’ı benimseyen biri Allah’ın birliğini ve Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu gönülden benimsediğini diliyle söylemekle mümin sıfatını kazanmış olur.
4. Ameller imanın bir parçası olmadığı için amelleri işlemekle iman artmaz, onları terk
etmekle veya günah işlemekle de azalmaz. Böyle bir kişi sadece günahkâr olur ve cezasını
çeker. Ancak hafife alarak veya günah olduklarını inkâr ederek işlerse imanını kaybeder.
5. Bütün Müslümanlar iman bakımından birbirine eşittir. Birinin imanı diğerinden
daha üstün veya daha az değildir. Farklılık sadece amellerde söz konusudur.
(Sönmez Kutlu, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürciye ve Tesirleri, s. 101-147.)
2.4. Mutezile
İslam toplumunu derinden etkileyen iç savaşlar ve bu savaşlarda ölenlerin durumlarıyla ilgili sorunlara çözümler üretmek amacıyla ortaya çıkan fırkalardan biri de Muteziledir. Hasan Basri’nin ilim
meclisinde iç savaşa katılanlar ile büyük günah işleyenlerin durumları tartışılırken Vasıl b. Ata büyük
günah işleyenlerin ne mümin ne de kafir olduğunu, bu iki yer arasında bir yerde olduklarını ileri
sürerek Mutezilenin temellerini atmıştır. Emeviler, kendi iktidarlarını sağlam temellere oturtmak ve
toplumdaki muhalefet hareketlerinin direncini kırmak için her şeyi Allah’ın iradesiyle ilişkilendirmek istiyorlardı. İlahi irade sonucu iktidara geldiklerini, toplumdaki buhranların ve yönetimdeki
olumsuzlukların kendileriyle bir ilgisinin olmadığını ve her şeyin Allah’ın takdiriyle olduğunu ileri
sürüyorlardı. İşte Emevi iktidarının bu olumsuz yaklaşımları ve insan iradesini yok saymaları sonucu
Mutezilenin savunduğu fikirlerin yaygınlaşmasına zemin hazırlamıştır.
Mutezile, İslam dünyasının genişlemesi, farklı din ve kültürlerle karşılaşılması ve başlayan tercüme faaliyetleriyle birlikte İslam dünyasına giren ve İslam’ın inanç esaslarına ters düşen dini ve felsefi görüşlerle mücadele etmiştir. Mutezile, İran ve Hint kökenli inançlar ile Yahudilik ve Hristiyanlık
gibi dinlere karşı İslam’ın inanç ve ibadetle ilgili esaslarını savunmuştur. Abbasiler döneminde faaliyetlerini artıran Mutezile, İslam’ın inanç esaslarını açıklamada ve savunmada naklî deliller yanında
43
KELAM
akli ve felsefi delilleri de kullanarak Kelam ilminin temellerini de atmıştır. Mutezilenin görüşleri
tevhid, adalet, vaad ve vaîd, el- menzile beyne’l-menzileteyn, el-emru bi’l-ma’ruf ve’n-nehyu ani’lmünker şeklinde beş esas olarak sistemleştirilmiştir. Ayrıca Mutezile, Allah’ın ahirette kesinlikle
görülemeyeceğini, Kur’an’ın mahluk olduğunu ve bir şeyin iyi ya da kötü olduğunun akıl yoluyla
bilinebileceğini söylemiştir.
OKUYALIM – YORUMLAYALIM
MUTEZİLE’NİN BEŞ TEMEL ESASI
1. Tevhid: Allah zatında, sıfatlarında ve fiillerinde birdir. Kıdem Allah’a mahsus en
özel sıfattır. Allah’ın diğer sıfatları onun zatının aynısıdır. Allah zatı ile bilir, zatı ile görür
ve zatı ile işitir.
2. Adalet: Allah, çirkin ve kötü olan şeyleri yaratmaz. İnsan özgür ve sorumlu bir varlıktır, kendi fiillerinin yaratıcısıdır. Eğer insan fiillerinin yaratıcısı Allah olsaydı, Allah’ın
iradesine uymayan fiillerinden dolayı bu insanı cezalandırması anlamsız olurdu. İnsanın
yaptıklarından sorumlu tutulması için tam bir irade ve eylem hürriyetine sahip olması
gerekir. Dolayısıyla insanın özgür bir iradesi vardır ve Allah bu iradeye müdahale etmez.
Çünkü insanın iradesine müdahale Onun ilahi adaletiyle bağdaşmaz.
3. Vaad ve vaîd: Allah’ın, dünyada güzel amel ve davranışlarda bulunan kimseleri
ahirette mükâfatlandıracağına söz vermesi vaad, Allah’ın kötü ameller işleyenleri cezalandırmakla tehdit etmesine de vaîd denir. Bu durum adalet ilkesinin doğal bir sonucudur.
İyilik yapana mükâfat, kötülük yapana da ceza vermek Allah için vaciptir. Çünkü Allah ne
vaadinden ne de vaîdinden döner.
4. el- menzile beyne’l-menzileteyn: Büyük günah işleyen kimse ne mümindir ne de
kafirdir, iman ile küfür arasında bir yerdedir.
5. el-emru bi’l-ma’ruf ve’n-nehyu ani’l-münker: İyiliği emredip kötülükten sakındırmak her Müslüman için farz olan bir görevdir.
2.5. Ehl-i Sünnet
Hz. Muhammed’in sünnetine uyan, onun ve ashabının yolunda yürüyen kimseler Ehl-i sünnet olarak adlandırılmıştır. Hz. Peygamber hayattayken Ehl-i sünnet dahil hiçbir mezhep yoktu. İslam ve ona
gönül verenlerin tümü için Müslüman kavramı kullanılmıştır. Zamanla birçok siyasî, kültürel ve sosyal
sebeplerden dolayı Müslümanlar arasında dinî konularla ilgili olarak bazı görüş farklılıkları ortaya çıktı
ve buna bağlı olarak da bu farklı yorumlar, toplumda taban buldu. Haricîlik, Mürcie, Mutezile ve Şia
gibi bazı mezhepler, fikir ve tutumlarıyla ana bünyeyi ve çoğunluğu oluşturan Müslümanlardan farklılaşmışlardır. İşte bu gruplardan herhangi birine mensup olmayan ve ana merkezde yer alan çoğunluğun
temsil ettiği çizgiyi sürdürmeye çalışanlar Ehl-i sünnet olarak isimlendirilmişlerdir.
44
II. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR
Ehl-i sünnetin inanç ve amel konusundaki görüşlerinin şekillenmesinde Hasan Basri’nin önemli
katkıları olmuştur. Ayrıca bu ekolün inançla ilgili görüşlerinin şekillenmesinde İmam Azam Ebu
Hanife’nin fikirleri yoğun bir şekilde belirleyici olmuştur. Diğer mezheplerin inançla ilgili görüşleri
belirginleşmeye başlayınca Ehl-i sünnet çizgisinde yer alan alimler de bazı prensipler tespit ederek
Ehl-i sünnetin bir ekol olarak varlığını sürdürmesine katkı sağlamışlardır.
Ehl-i sünnet İslam dininin temel inanç esaslarında genel olarak aynı düşündüğü hâlde bu inanç
esaslarının yorumlanmasında ve açıklanmasında farklı görüşler benimseyerek kendi içerisinde MaNOT EDELİM
EHL-İ SÜNNETİN BAZI TEMEL GÖRÜŞLERİ
1. Allah vardır, birdir, eşi benzeri yoktur. Allah’ın kendine özgü çeşitli sıfatları vardır.
2. Allah, kâinatın tamamını yaratan yegâne yaratıcıdır.
3. İman, dil ile ikrar ve kalp ile tasdiktir. İman ve amel birbirinden farklıdır.
4. İnsanlar özgür irade sahibi varlıklardır ve yaptıklarından sorumludurlar.
5. İnsanlık tarihinin her döneminde peygamberler gönderilmiştir. Allah, Hz.
Muhammed’i son peygamber, İslam’ı da son din olarak göndermiştir.
6. Kur’an-ı Kerim, Allah tarafından Hz. Muhammed’e indirilmiş vahiydir. Hiç bozulmadan vahyedildiği günden kıyamete kadar varlığını koruyacaktır.
7. İnsanlar öldükten sonra tekrar diriltilerek yaptıklarının karşılığını cennette veya cehennemde göreceklerdir.
8. İlk dört halifenin hilafet sırası Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali
şeklindedir.
9. Günah işleyen bir Müslüman bu işlediği günahtan dolayı dinden çıkmaz. Bir Müslümana her ne sebeple olursa olsun kâfir demek doğru değildir.
10. Ehl-i kıble olan hiçbir kimse tekfir edilemez.
turidilik ve Eş’arilik olmak üzere iki ana ekole ayrılmıştır. Bu ikisine ilaveten önceleri hadis taraftarları olarak bilinen, daha sonra Selefilik adı verilen bir grup daha vardır. Selefiliğin en belirgin
özelliği inanç konularında akla yer vermeden ayet ve hadislerle yetinmek, anlamı açık bir şekilde
anlaşılmayan, yoruma ihtiyaç duyan ve başka anlamlara gelme ihtimali bulunan ayet ve hadisleri
yorumlamaktan kaçınmaktır.
45
KELAM
2.5.1. Eş’ariye
Ehl-i sünneti meydana getiren mezheplerden biri Eş’arîliktir. Ebu’l-Hasan el-Eş’arî’nin itikadî
görüşlerini benimseyenlere Eş’ariye denilmiştir. Gazzalî ve Fahreddin Razî gibi âlimler Eş’arîliğin
temel görüşlerini benimseyerek yazdıkları eserlerle bu mezhebin geniş bir şekilde yaygınlaşmasını
sağlamışlardır.
İmam Eş’arî, itikadî konuların açıklanmasında akla değer vererek ayet ve hadislerin yanında akli
delilleri de kullanmıştır. Eş’arîliğin temel görüşleri şunlardır: Allah birdir, eşi ve benzeri yoktur.
Allah’ın zatı ile birlikte var olan ezeli sıfatları vardır. Kur’an-ı Kerim Allah’ın kelamıdır ve mahlûk
değildir. Allah ahiret gününde müminler tarafından görülebilecektir. İnsanların fiilleri Allah tarafından yaratılmaktadır.
Eş’arî’ye göre iman bilgi ve kalp ile tasdikten ibarettir. Büyük günah işleyen bir kimse günahkâr
olur ama imandan çıkmaz. Günah işleyenin durumu Allah’a kalmıştır. Allah dilerse bu kimseyi bağışlar veya cezalandırır. Kendilerine dinî tebliğ ulaşmayan kimseler, akıllarıyla Allah’ı bulmak ve
iman etmekle yükümlü değildir. İyi ve kötü, güzel ve çirkin akıl ile değil vahiyle bilinebilir. Bir şey
Allah emrettiği için güzel, yasakladığı için çirkindir. Allah, kulları arasından seçtiği kişileri peygamber olarak gönderir. Peygamberlerin erkek olması şart değildir. Ahiret hayatıyla ilgili konular ancak
nassla bilinir ve akıl ise bunların imkan dahilinde olduğunu kabul eder.
Malikîlerin hemen hemen hepsi, Şafiîlerin büyük bir kısmı Hanbelî ve Hanefîlerin de çok az bir
kısmı itikadî konularda Eş’arîliği benimsemişlerdir. Eş’arîlik daha çok Hicaz, Kuzey Afrika, Mısır,
Irak, Suriye ve Endonezya’da yaşayan Müslümanlar arasında yaygındır.
BİLGİ KUTUSU
İMAM EŞ’ARÎ KİMDİR?
Ebu’l-Hasan el-Eş’arî, M. 874 yılında Basra’da doğmuş ve M. 936 yılında Bağdat’ta
vefat etmiştir. Yemenli meşhur sahabi, Ebu Musa Eş’arî’nin soyundan gelen Eş’arî, Mutezile âlimlerinden olan üvey babasının himayesinde ilim tahsilini sürdürdü. Onun etkisinde kalarak gençlik yıllarında Mutezile mezhebinin görüşlerini benimsedi ve bu mezhebi
savunan eserler kaleme aldı. Ancak daha sonraları, hocasıyla yaptığı ilmî tartışmalarla
yeni fikir arayışlarına girdi ve bu mezhebin görüşlerini eleştirmeye başlayarak Mutezile
mezhebini terk etti. Selefiyenin imamı olarak kabul edilen Ahmed b. Hanbel’in yanında
bir süre kaldıktan sonra Eş’arîlik olarak ortaya çıkan mezhebin temellerini oluşturan görüşleri savunmuştur.
Bazı Eserleri:
1. el-İbane an usûli’d-diyâne
2. el-Lum’a fi’r-reddi alâ ehli’z-zeyği ve’l-bid’a
3. Makâlâtu’l-İslamiyyîn
46
II. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR
2.5.2. Maturidiye
Akaid konusunda İmam Maturidi’nin görüşlerini benimseyenlerin oluşturduğu Ehl-i sünnet mezheplerinden bir diğeri de Maturidiliktir. Maturidî mezhebi, dinî konularda nakli önceleyen hadis
taraftarları ile aklı önceleyen Mutezile arasında orta bir yolu tercih etmiştir. Bunun için de akaid
alanında ayet ve hadislerle birlikte dinin anlaşılması için aklı da bir temel olarak kabul etmiştir. İmam
Maturidi, İmam Azam Ebu Hanife’nin anlayışı doğrultusundaki fikirleri sistemleştirerek, daha sonra
Ehl-i sünnet adıyla ünlenecek olan itikadî bir yapıya kavuşturmuştur. Maturidi, dinî konularda akla
önem vermekle Mutezile’ye yakın bir çizgide yer almışsa da akıl ve nakil arasında kendine özgü bir
denge kurmayı başarmıştır. Ona göre iman, tasdikten ibarettir, dilin ikrarı ise ikinci derecede yer alır.
Amel imana dahil edilemez, çünkü yüce Allah, Kur’an’ın birçok ayetinde iman ve amele ayrı ayrı
değinmiştir.
Maturidiliğin genel prensipleri şöyledir: Allah vardır, birdir, eşi ve benzeri yoktur. İnsanın, akıl
yoluyla Allah’ın varlığına ulaşması mümkündür. Çünkü Allah, insandan aklını kullanmasını, düşünmesini ve ibret almasını istemektedir. Bunun için de akıl Allah’ı tanıma konusunda bağımsızdır ancak yükümlülük ifade eden hükümleri tanıma konusunda bağımsız ve yetkin değildir. Allah her şeyi
bir hikmet üzere yaratır. Hiçbir şeyi boşuna yaratmamıştır. Din ve şeriat birbirinden farklıdır. Din
tektir, şeriat birden fazladır. Kur’an-ı Kerim Allah kelamıdır ve Allah’ın kelam sıfatı onun zatıyla
birlikte var olan ezeli bir sıfattır. Kur’an’ın harfleri ve sesleri sonradan yaratılmıştır. İnsanın fiilleri
yaratma bakımından Allah’a kesb (kazanma) yönünden insana aittir. İnsana cüz’î irade verilmiştir.
Bundan dolayı da insan tüm fiillerinden sorumlu olan bir varlıktır. İnsan bir şeyi yapmak istediği
zaman Allah, bu fiilin gerçekleşmesi için kudret yaratır ve insan da bu kudretle o fiili gerçekleştirir.
Büyük günah işlemek insanı dinden çıkarmaz. İman ve amel ayrı şeyler olduğu için büyük günah
işleyen kimsenin günahı imanına zarar vermez.
Maturidî’nin dini anlama ve yorumlama sistemi, kendisinden sonraki birçok din bilginine ilham
kaynağı olmuştur. Birçoğu Türk olan bu bilginler, onun ekolünü zenginleştiren ve yayan eserler
yazmıştır. Maturidî’nin ekolü, ilk önceleri Maveraünnehir ve Horasan’da sonları da Afganistan,
Doğu Türkistan, Pakistan, Hindistan, Malezya, Endonezya, Kafkaslar, Rusya, Türkiye, Orta Doğu
ve Balkanlar’da yaşayan Müslümanların büyük bir kısmı tarafından benimsenmiştir.
BİLGİ KUTUSU
İMAM MATURİDİ KİMDİR?
Türk kökenli bir aileye mensup olan İmam Maturidî, M. 852 yılında Semerkant şehrinde doğmuş ve M. 944’de aynı yerde vefat etmiştir. Maturidî’nin yetiştiği Semerkant, Ebu
Hanife’nin görüşlerinin yaygın olduğu bir ilim merkeziydi. Maturidî, genç yaşta ilim tahsil
ettiği medresenin başına geçmiştir. Maturidî, kelam, mezhepler, tefsir ve fıkıh alanında birçok eser vermiş ve Kur’an-ı Kerim’i tefsir eden “Te’vilatu’l-Kur’an” isimli kitabıyla önemli
tefsirciler arasında yer almıştır. Ayrıca Maturidi’nin günümüze ulaşan “Kitabü’t-Tevhid”
isimli eseri Türkçeye de tercüme edilmiştir. Büyük siyasi çalkantıların yaşandığı bir coğrafyada yetişen Maturidî, yeni müslüman olmuş Türk dünyasının büyük bir kesimi üzerinde
etkili olan ve kendi adıyla anılan Maturidîlik mezhebinin temellerini atmıştır.
47
KELAM
MATURİDÎLİK İLE EŞ’ARÎLİK ARASINDAKİ BAZI FARKLAR
KONULAR
MATURİDÎLİK
EŞ’ARÎLİK
İRADE-KESB
İnsanda bağımsız bir cüz’î irade vardır. İnsan
işleyeceği fiili belirler, Allah da o fiili yaratır.
İnsanda bağımsız bir irade
yoktur.
AKIL
İnsan, aklıyla Allah’ın varlığı fikrine ulaşabilir. Bunun için de Allah’ı bilmek aklen
vaciptir.
Allah’ı bilmek dinen
vaciptir.
İYİ-KÖTÜ
(Husun-Kubuh)
İyi veya kötü olan akılla bilinir. Din aklen
kötü olanı yasaklar, iyi olanı da emreder.
Husun ve kubuh meselesi
ancak Allah’ın bildirmesiyle bilinebilir.
İMAN
İman, dil ile ikrar kalp ile tasdik etmektir.
İman artmaz ve eksilmez.
İman bilgi ve kalp ile tasdik olup artar ve eksilir.
PEYGAMBERLİK
Peygamberlerde aranan özelliklerden biri
erkek olmaktır. Bu nedenle kadın peygamber
gönderilmemiştir.
Erkek olmak peygamberliğin şartlarından değildir.
3. İslam Düşüncesinde Fıkhî Yorumlar
İslam düşüncesindeki fıkhî yorumlar, İslam dininin ibadet ve muamelat alanıyla ilgili sorunlara
çözüm üretmek amacıyla büyük fakihlerin yetiştiği hicri ikinci asrın başlarından itibaren ortaya çıkmaya başlamıştır. Fıkhî mezhepler genellikle kurucuları kabul edilen müctehid imamların isimleriyle
anılmaktadır. İmam Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Şafiî, İmam Ahmed b. Hanbel ve İmam Cafer
Sadık gibi büyük fakihler bugün İslam dünyasında yaşamakta olan Hanefî, Malikî, Şafiî, Hanbelî ve
Caferî mezheplerinin oluşmasına öncülük yapmışlardır.
Hanefî mezhebi, Sünnî fıkıh ekollerinden biri olup İmam Azam Ebu
Hanife’nin görüşlerine dayanır. Ebu
Hanife, kendinden önceki fıkhî görüş
ve rivayetleri, dönemindeki şartları ve
ihtiyaçları dikkate alarak değerlendirmiştir. Dinin genel ilkelerini göz önünde bulunduran Ebu Hanife, nakil ile akıl
ve hadis ile re’y arasında dengeli bir
yol benimsemeye çalışmıştır. Dinî bilgi
üretirken ve fıkhi ictihatlarda bulunurken akla ve akıl yürütmeye başvurması
ve aklın nüfuz alanını genişletmesi sebebiyle Ebu Hanife ve taraftarlarına rey
(akıl) taraftarları da denilmiştir. Dinin
genel ilkelerini, toplumun geleneklerini
ve insan için faydalı olanı dikkate ala-
İMAM EBU HANİFE KİMDİR?
Asıl adı Numan b. Sabit olan Ebu Hanife 80/699
yılında Kufe’de doğmuş ve 150/767 yılında vefat etmiştir. Irak’ın ünlü âlimlerinden ders alarak bilgisini
geliştirdi. Hocası Hammad b. Ebu Süleyman’ın vefatı
üzerine onun yerine geçti ve ders vermeye başladı.
Kısa sürede ünü tüm ilim çevrelerinde yayıldı ve öğrencileri arttı. Ticaretle de uğraşan Ebu Hanife, müctehid düzeyinde birçok talebe yetiştirdi. Fıkıh bilgisi
ve birçok konudaki pratik çözümleri sayesinde İmamı Azam ismiyle anıldı. Ömrünün büyük bir kısmını
ilim öğrenmek ve öğrenci yetiştirmekle geçiren Ebu
Hanife, kendisine teklif edilen kadılık görevini tüm
baskılara rağmen kabul etmemiştir.
48
II. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR
rak yapmış olduğu ictihadlar, Hanefî mezhebinin yaygınlaşmasını sağlamıştır. Ebu Hanife’nin önde
gelen öğrencilerinden İmam Muhammed ve Ebu Yusuf gibi âlimlerin bu mezhebin gelişmesine ve
yayılmasına önemli katkıları olmuştur.
Irak’ta doğan Hanefî mezhebi, Abbasîler döneminden itibaren İslam coğrafyasının özellikle doğu
bölgelerinde yaygınlaşarak büyük bir gelişme göstermiştir. Hanefîlik, günümüzde daha çok Türkiye,
Balkanlar, Hindistan, Pakistan, Afganistan, Irak, Suriye ve Türk Cumhuriyetlerinde yaşayan Müslümanlar arasında yaygındır.
Malikî mezhebi, büyük hadis ve fıkıh âlimi
olan Malik b. Enes’in görüşlerine dayanır. Görüş ve uygulamalarında Kur’an, sünnet, sahabe
İMAM MALİK KİMDİR?
ve tabiin sözlerine sırasıyla riayet eder. Malikî
Malik b. Enes, 93/712 yılında
Medine’de dünyaya geldi. İlmi tahsilini burada tamamladı. Medine, o
dönemde Hz. Peygamberin hadisleri,
sahabe ve tabiîn fetvaları bakımından önemli bir merkezdi. Dönemin
büyük âlimlerinden ilim öğrenen
İmam Malik, Mescid-i Nebevî’de
ders ve fetva vermeye başladı. Medine fıkhının imamı olarak tanınan
Malik b. Enes, 179/795 yılında vefat etti. Muvatta isimli hadis kitabı
İmam Malik’in hadislerden ve sahabe sözleriyle tabiîn fetvalarından
derlediği en önemli eseridir.
mezhebinin en önemli özelliği, Medine halkının uygulamalarına diğer mezheplerden daha
fazla önem vermesidir. Bunun için de Medine
halkının örfü, dinin anlaşılmasında önceliklidir. Çünkü Hz. Peygamber, yaklaşık on yıl burada yaşamış, onların örf ve âdetlerinden dine
aykırı olanları kaldırmış, bir kısmını düzeltmiş
ve bazılarına da dokunmamıştır.
İmam Malik’in görüşleri Hicaz bölgesinde yayılmış, ardından öğrencileri aracılığıyla
Mısır, Kuzey Afrika ve Endülüs’e taşınmıştır.
İspanya’da kurulan Endülüs Emevî Devleti,
bir dönem Malikîliği resmi mezhep olarak benimsemiştir. Günümüzde Malikî Mezhebi Mısır, Tunus, Cezayir, Fas ve Sudan’da yaşayan
Müslümanlar arasında yaygındır.
Şafiî mezhebi, Muhammed b. İdris eş-Şafiî’nin dinî yorum ve görüşlerini esas alır. Dönemin birçok ilim merkezini gezen ve buralardaki gelenekler hakkında bilgi sahibi olan İmam Şafiî, bazı fetvalarını bulunduğu çevrenin şartları doğrultusunda zaman zaman gözden geçirmiştir. Bundan dolayı da
onun Bağdat’ta bulunduğu dönemde yaptığı içtihatlar için mezheb-i kadîm (eski görüşü), Mısır’daki
içtihatları için de mezheb-i cedid (yeni görüşü) tabirleri kullanılmıştır.
Şafiî mezhebi de diğer mezhepler gibi herhangi bir meselenin çözümü için ilk önce Kur’an ve
sünnete başvurur. Eğer bir mesele hakkında hüküm Kur’an ve sünnette varsa başka delile başvurulmaz, yoksa önce icma ardından da kıyas deliline gidilir. Şafiî mezhebi, Ülkemizin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri ile Mısır, Suriye, Filistin, Irak ve Endonezya gibi ülkelerde yaşayan Müslümanlar arasında yaygındır.
49
KELAM
İMAM ŞAFİÎ KİMDİR?
İmam Şafiî, 150/767 yılında Filistin’in Gazze şehrinde doğdu. Küçük yaşlarda
Medine’ye yerleşerek tahsilini burada tamamladı. Döneminde Hicaz ve Irak olarak
belirginleşen fıkıh ekollerinin yaklaşımlarını ve yöntemlerini öğrenerek bu iki fıkhı
birleştirmeye çalıştı. Hem ehl-i re’yin hem de ehl-i hadisin metotlarına derinlemesine
vakıf olan İmam Şafiî, fıkıhta kendi yöntemini ortaya koyarak birçok öğrenci yetiştirmiştir. Ömrünün sonlarına doğru Mısır’a yerleşen İmam Şafiî, buranın örf ve âdetlerini
göz önünde bulundurarak bazı fetvalarından vazgeçerek bunların yerine yeni görüşler ortaya koydu. Fıkıh usulünün temellerini ‘‘e’r-Risale’’ isimli eserinde kaleme alan
İmam Şafiî, 204/820 yılında Mısır’da vefat etti.
Hanbelî mezhebi, ünlü hadis ve fıkıh
âlimi Ahmed b. Hanbel’in görüşlerini esas
İMAM AHMED B. HANBEL
alan bir yorumdur. Hanbelî mezhebi, riva-
KİMDİR?
yetlere önem vermekle birlikte naslardan
hüküm çıkarma konusunu da ihmal etme-
164/781 yılında Bağdat’ta doğan
miştir. İbadet konularında nasları ve önceki
Ahmed b. Hanbel küçük yaşlardan
âlimlerin eserlerini önceleyen Hanbelî mez-
itibaren İmam Muhammed, Ebu
hebi, muamelat konularında da “Eşyada asıl
Yusuf ve İmam Şafiî gibi dönemin
olan mübahlıktır.” ilkesine dayanmıştır. Ta-
âlimlerinden ilim tahsil etmiştir.
biin fetvalarını da kaynak olarak benimser
İslam dünyasının birçok bölgesini
ve hakkında hüküm bulunmayan konularda
dolaşarak hadis derlemiş ve bunları
icma ve sahabe kavline başvurur.
el-Müsned isimli hadis kitabında bir
Hanbelî mezhebinin en önemli özelliği
araya getirmiştir. Kur’an’ın mahluk
re’y ve kıyastan daha çok ayet, hadis ve sa-
olmadığını dile getirdiği için Abba-
habe kavli gibi nakli delillere dayanmasıdır.
Bunun için de mezhepte hadise dayalı bir
siler Döneminde baskıya maruz kal-
fıkıh anlayışı hakimdir. Bağdat’ta ortaya çı-
mıştır. İmam Şafiî’nin fıkıh bilgisini
kan Hanbelî mezhebi, Ahmed b. Hanbel’in
ve hüküm çıkarma yöntemini be-
önde gelen öğrencileri tarafından İslam dün-
nimseyen Ahmed b. Hanbel, sadece
yasının diğer bölgelerine de yayılmıştır. Bu
rivayetlerle yetinmemiş ve bunların
mezhep günümüzde daha çok Hicaz bölgesi,
fıkhî amaçlarını da araştırmıştır. Ah-
Irak, Suriye, Filistin ve Mısır’da yaygındır.
med b. Hanbel 241/855 yılında vefat
Ayrıca Hanbelî mezhebi, Suudi Arabistan’da
etmiştir.
resmi mezhep konumundadır.
50
II. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR
Caferî mezhebi, İmam Cafer-i
Sadık’ın inanç, ibadet ve muamelat
konusundaki görüşlerini esas alan bir
oluşumdur. Caferîler, dinî konularda
Kur’an-ı Kerim ve sünnetin yanı sıra
masum kabul ettikleri on iki imamın
sözlerini de delil olarak kullanırlar.
Dinî konularda içtihat etme yetkisine sahip olmayanlar hayatta olan bir
müçtehidi kendisine rehber edinerek taklit etmek zorundadır. Sözleri
hadis kabul edilen on iki imamdan
nakledilen rivayetlerle birlikte diğer
hadisleri de içinde barındıran dört
temel eser Caferî mezhebinin ana
kaynaklarını oluşturur.
Günümüzde İran, Irak, Suriye,
bazı körfez ülkeleri ile Afganistan
ve Pakistan gibi yerlerde yaşayan
Müslümanlar arasında yaygın olan
Caferîlik, ülkemizin bazı yörelerinde sınırlı düzeyde benimsenen bir
mezheptir.
İMAM CAFER-İ SADIK KİMDİR?
Cafer-i Sadık Medine’de doğmuştur.
İsnâaşeriyye’nin beşinci imamı Muhammed el-Bâkır’ın oğludur. İlk tahsilini dedesi ve babasından almıştır. Babasından
sonra imamet görevini üstlenerek Şia’nın
altıncı imamı olmuştur. İmamet konusunda
Zeydîler hariç Şia’nın tüm kolları Cafer-i
Sadık’ın imam olduğu konusunda ittifak
etmişlerdir.
Fazilet ve takva sahibi olan
İmam Cafer-i Sadık, tüm Müslümanların
saygı ve sevgisini kazanmıştır. Hadis ve
fıkıh ilminde büyük bir yeri olan Cafer-i
Sadık, Ebu Hanife gibi döneminin önemli âlimleriyle de görüşerek ilmî konular
hakkında görüş alışverişinde bulunmuş ve
148/765 yılında Medine’de vefat etmiştir.
4. Tasavvufi Bir Yorum Olarak
Alevilik-Bektaşilik
İslam’ın itikadî ve fıkhî yorumları olduğu gibi tasavvufî yorumları da vardır. Tasavvufî yorumlar,
İslam’ın ahlak esasları üzerinde yoğunlaşarak insanın manevi açıdan arınmasını amaçlar. Tasavvufî
yorumlar, İslam dininin farklı kültür ve medeniyetlere mensup insanlara ulaşmasında büyük bir rol
oynamıştır. İslamiyetin Horasan, Hindistan, Türkistan, İran, Anadolu, Balkanlar ve Kuzey Afrika’ya
yayılmasında da tasavvufî düşüncenin önemli katkıları olmuştur.
İnsanların ve toplumların manevî açıdan eğitilmesine ve yücelmesine katkı sağlamış birçok tasavvufi yorum kültürümüzü ve dinî hayatımızı şekillendirmiştir. Hoca Ahmed Yesevî, Yunus Emre,
Hacı Bektaş Velî, Mevlana, Ahi Evran ve Hacı Bayram Velî gibi şahsiyetler Anadolu’da sevgi, saygı
ve hoşgörü kültürünün yaygınlaşmasını sağlamışlardır. Bu şahsiyetlerin temel görüşlerini esas alarak ortaya çıkan tasavvufi yorumların başında Yesevilik Kadirilik, Nakşilik, Kadirilik,Mevlevilik ve
Alevilik-Bektaşilik gelmektedir.
51
KELAM
4.1. Alevîlik ve Bektaşîlik Kavramları
Alevi kelimesi sözlükte “Ali’ye mensup, Ali taraftarı, Ali’yi seven, sayan ve ona bağlı olan Ali’ye
ait ve Ali’nin soyundan gelen” gibi anlamlarda kullanılır.4 Bu anlamda Hz. Ali’yi seven, sayan ve ona
taraftar olan kişiye de Alevi denir. Terim olarak Alevilik, Hz. Ali’yi en üstün sahabe olarak gören,
onun Hz. Muhammed’den sonra halifeliğe Allah ve Hz. Peygamber tarafından tayin edildiğine inananlar için kullanılır. Bektaşîlik, Hacı Bektaş Veli’ye bağlı olan ve onun yolundan gidenlerin oluşturduğu yolun adıdır. Hacı Bektaş Veli, kendisinden sonra gelen birçok kimseye mürşitlik yapmış,
Bektaşiliğin temellerini oluşturan birçok konuya ışık tutmuş bir şahsiyettir.
Hacı Bektaş Veli, Anadolu’da yaşayan toplulukları Bektaşîlik adı altında bir araya toplamış ve
onlara önderlik yapmıştır. Kendisinden sonra gelen birçok Alevî-Bektaşî ozanına ve mürşidine ruh
vermiştir.5 Alevilik adı, Anadolu’da yaşayan Bektaşi ve Kızılbaşlar için 19. Asrın ortalarından itibaren kullanılmıştır. Daha önce günümüzde Alevi olarak bilinen dinî-toplumsal yapıya farklı isimler
verilmekteydi. Mesela Kızılbaş, Bektaşi, Babaî, Torlak, Işıklar, Abdallar ve Tahtacılar bu isimler arasında yer almaktaydı. Alevîliğin törenleri, cemleri, semahları, ağızdan ağza dolaşan deyiş, duvaz ve
nefesleri hep onun tasavvufi düşüncesini
dile getirmiştir. Bunun için de Alevîlik
ve Bektaşilik iç içe geçmiş bir tasavvufi
ÖĞRENELİM
yorum olarak varlığını günümüze kadar
devam ettirmiştir.
Alevîlik-Bektaşîlik düşüncesi diğer
tasavvufi oluşumlar gibi İslam’ın ahlaki prensipleri üzerinde önemle durur ve
bu prensiplerin insanlar arasında yaygınlaşmasını sağlar. Alevîlik-Bektaşilik
yolunun sevgi ve dostluk yolu olduğunu
gösteren temel ahlaki prensipler şu şekilde dile getirilir: “Yolumuz sevgi ve dostluk üzerine kurulmuştur. Dergâhımızda
kışkırtıcı, bozguncu ve karıştırıcılara yer
yoktur. Çekememezlik, kıskançlık, kendini beğenme, kin, inat, arkadan konuşma, dedikodu, başkasını suçlama, iftira,
küfür, zulüm, yalan ve cinayet Tanrı’nın
yasak ettiği işlerdir. Bir talip tüm bu kötülükleri benliğinden uzaklaştırıp yüreğinden silmelidir. Talip, gerekmezse söz
söylemez. Eli ile koymadığını almaz.
Gözü ile görmediğine “gördüm”, kulağı
ile duymadığına “duydum” demez…”6
Günümüz Alevîlerinin
Alevîlik Tanımı
“Alevîlik İslam’dır. Hak- MuhammedAli yolunun Kırklar Meclisinde olgunlaştığı ve On iki imamlarla devam eden,
İmam Cafer-i Sadık’ın akıl ölçüsünü
rehber olarak alan, Horasan erenlerinin
himmetleriyle Anadolu’ya gelen, Hazreti Pir’le ve ulu ozanlarımızın nefesleriyle hayat bulan inancın adıdır.”
(Türkiye Alevi Dedeler Kurultayı, Sonuç Bildirgesi, 29-30 Ekim 2005, Karacaahmet Sultan Dergâhı)
4 Ethem Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtikadî İslam Mezhepleri, s. 233.; Sönmez Kutlu, Alevîlik-Bektaşîlik Yazıları, s. 16.
5 Mehmet Yaman, Alevilik, s. 107
6 Buyruk, Neşr. Fuat Bozkurt, s. 39.
52
II. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR
4.2. Tarihsel Gelişim
Alevîlik-Bektaşîlik düşüncesi, kültürümüzde önemli etkileri olan tasavvufi bir yorumdur. Bektaşilik düşüncesinin kurucusu Hacı Bektaş Velî’dir. Hacı Bektaşı Velî, Pîr-i Türkistan olarak anılan Hoca
Ahmet Yesevî’nin Allah sevgisi ve güzel ahlakı esas alan öğretilerini Anadolu’da yaygınlaştırmıştır.
Bilindiği gibi Horasan ve diğer Türk bölgeleri Moğol istilasına uğrayınca Türkler Anadolu’yu yurt
edinmişlerdir. Anadolu’ya göç eden Türklerin siyasi istikrara kavuşmasında, ekonomik olarak güçlenmesinde, birlik-beraberlik içinde yaşamayı sağlayan manevi bağların gelişmesinde Hacı Bektaş
Velî ve Mevlana gibi mutasavvıfların büyük katkıları olmuştur. Hacı Bektaş Velî, Ahmet Yesevi’nin
manevi ocağında yetişmiş bir Horasan ereni olarak Anadolu’da ahlak, insan sevgisi ve bir arada yaşama kültürünü yaygınlaştırmıştır.
Hacı Bektaş Velî, kısa süre içerisinde Anadolu’dan Balkanlar’a uzanan tasavvufi bir yorumun ilk
mimarı olmuştur. Bir mutasavvıf ve gönül eri olarak Anadolu halkının etkilendiği manevi önderler
arasındaki yerini almıştır. “Horasan’dan gelen diğer erenlerle birlikte Hacı Bektaş Velî, hakikat çerağını Anadolu’da yakmış, etrafına topladığı insanlara tasavvufun inceliklerini anlatmıştır.” 7 AlevîlikBektaşilik düşüncesi Geyikli Baba ve Abdal Musa gibi şahsiyetlerle Anadolu ve Balkanlar’da toplumsal hayatı etkilemiş tasavvufi bir akım olarak günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.
4.3. Hacı Bektaş Veli ve Dört Kapı Kırk Makam
Alevîlik-Bektaşilik düşüncesinin şekillenmesinde Hacı
Bektaş Velî’nin Makâlât isimli eserinin önemli bir etkisi
vardır. Hacı Bektaş Veli, bu eserinde İslam’ın itikat, ibadet
ve ahlak konularındaki görüşlerini dile getirmiştir. Hacı
Bektaş Velî, bu konularla ilgili görüşlerini “dört kapı kırk
makam” prensibine göre açıklar. Ona göre bunlar birbirlerini tamamlayan şeylerdir. Bunlardan birinin eksikliği diğerini de eksik kılar. Kul, Allah’a kırk makamla ulaşır, dost
olur. Bu kırk makamın onu şeriat içindedir, onu marifet
içindedir, onu tarikat içindedir, onu da hakikat içindedir.”8
Dört Kapı Kırk Makam şunlardan oluşmaktadır:9
A. Şeriat Kapısı ve On Makamı: 1. İman getirmek: Allah’a ve buyruklarına, meleklere, Kur’an’a
ve diğer kitaplarına, peygamberlerine, dostlarına ve ahiret gününe iman. 2. İlim öğrenmek. 3. Namaz
(kılmak), oruç (tutmak), zekât (vermek), hacca (gitmek), cihat (etmek) ve cünüplükten temizlenmek
(gusül). 4. Helal kazanmak ve faizi haram bilmek. 5. Nikâh kıymak. 6. Hayız ve loğusalıkta cinsî
münasebeti haram bilmek. 7. Sünnet ve Cemaat Ehli’nden olmak. 8. Şefkâtli olmak. 9. Temiz yemek
ve temiz giyinmek. 10. İyiliği emredip kötülüklerden sakındırmak
7 Osman Eğri, Bektaşilikte Tasavvufi Eğitim, s. 15.
8 Sönmez Kutlu, Alevîlik-Bektaşîlik Yazıları, s. 156.
9 Hacı Bektaş Veli, Makâlât, s.181-193.
53
KELAM
B. Tarikat Kapısı ve On Makamı: 1. Pirden el alıp tövbe etmek. 2. Mürit olmak. 3. Saç kesmek,
giyim ve kuşamını döndürmek. 4. Nefis savaşında olgunlaşmak, pişmek. 5. Hizmet etmek. 6. Havf
tutmak. 7. Ümit. 8. Hırka, zenbil, makas, seccade, tespih, iğne ve hidayet. 9. Cemaat, nasihat, kanaat
ve muhabbet sahibi olmak. 10. Aşk, şevk, sefa ve fakirlik.
C. Marifet Kapısı ve On Makamı:
1. Edeb. 2. Korku. 3. Perhizkârlık. 4. Sabır ve kanaat. 5. Utanmak. 6. Cömertlik.
7. İlim. 8. Miskinlik. 9. Marifet. 10. Kendini bilmek.
D. Hakikat Kapısı ve On Makamı: 1. Toprak olmak (mütevazı olmak).
2. Yetmiş iki millete aynı gözle bakıp
hiç kimseyi ayıplamamak. 3. Elinden
gelen iyiliği hiç kimseye esirgememek.
4. Dünyada yaratılmış bütün varlıkların
kendisinden emin olması. 5. Mülk sahibine yüzünü sürüp, yüzsuyunu bulmak
(Yaratılış sebebi olan Muhammed nurunu bulmak). 6. Sohbette hakikat sırlarını
söylemek. 7. Seyrüsülûk. 8. Sır saklamak. 9. Münâcaat. 10. Tanrı’ya vuslatkavuşma.
4.4. Alevîlik-Bektaşîlik Düşüncesinde Temel Unsurlar
Alevîlik-Bektaşîlik düşüncesinin temel unsurları, kendi klasik yazılı kaynaklarında açıkça dile
getirilir. Alevîlik- Bektaşîlik isimli tasavvufi yorumun başlıca kaynakları Kur’an, Hz. Peygamberin
sözleri, Velâyetnâmeler, Buyruklar, Menâkıbnâmeler, Erkannâmeler ve başta “yedi ulu ozan” olmak
üzere Alevî-Bektaşî düşüncesine gönül vermiş olan ozanların şiir ve nefesleridir.
Allah, Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisi, Tevella, Teberra, On iki İmam, Musahiplik, Ayin-i Cem
ile Üç Sünnet Yedi Farz gibi konular Alevilik-Bektaşilik düşüncesinin temel unsurlarını oluşturur.
4.4.1. Allah Sevgisi
Allah sevgisi, Alevîlik – Bektaşîlik düşüncesinin temel yazılı kaynaklarında önemli bir yere
sahiptir. Allah’ın varlığı ve birliği konusu tasavvufi anlayış çerçevesinde anlatılır. İnsanın Allah’ı
sevmesi ve tanıması için öncelikle kendisini bilmesi gereklidir. Kendisini tanımayan Allah’ı da tanıyamaz. Buna göre kendisini tanıyan insan, Allah’ı kendi içinde hissedecek ve onun büyüklüğünü
anlayacaktır. Tüm davranış ve düşüncelerinde daima Allah’ın huzurunda olduğunu unutmayacak ve
bu bilinçle hareket ederek gerçek tevhidi gerçekleştirecektir.
54
II. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR
Alevî-Bektaşî düşüncesinde yer alan
hakikat makamı Allah sevgisine dayanır ve bunun için de tek amacın Allah
sevgisi olması gerekir. “Çünkü gönüller birdir ve murat ettikleri Allah’tır. Bu
makamda Allah’tan başkası yoktur, eğer
varsa o zaman kişi hakikat makamında
olmaz, ancak riya makamında olur. Ve
riyayla ibadet, şirkle taat olmaz. İbadetinin ona faydası olmaz ve ona hakikat
ehli diyenler yalancıdır. Çünkü hakikat,
Hak evidir, onda hak olur batıl olmaz.
Hem iman evidir, onda küfür olmaz.
Ayrıca birlik makamıdır, hiç ikilik olmaz. Çünkü Hak birdir iki olmaz.”10
Böylece tevhid inancı ile Allah sevgisi
birbiriyle sıkı sıkıya ilişkilendirilir.
CABBAR KULU DİYOR Kİ:
“Demek ki bir kul Allah’ı anarsa, dünya
nurla dolar. Dünya cennete döner. Bağ ve
bahçelerde meyveler yetişir. Meyvelerin lezzeti dünyayı kaplar. Allah’ı anan kimse herkese yetiştirdiği meyvelerden satar. Allah’a
ulaşır ve mükemmel bir insan (insan-ı kâmil)
olur. Her şey için Allah’a şükreder. Lütuf sahibi olan Allah, ona pek çok nimetler verir.
Gözünden perdeyi kaldırır. Kendisiyle kulu
arasında perde kalmaz. Dünyada olan her şeyi
keşfederek onların özünü bilir…”
(Kitab-ı Cabbar Kulu, Hazırlayan: Osman Eğri, s. 129.)
4.4.2. Peygamber Sevgisi
Alevî-Bektaşî tasavvufî anlayışta, “Hak-Muhammed-Ali” ifadesinde Hz. Peygamber’e ikinci
sırada yer verilir. Hz. Muhammed peygamber olarak kabul edilir. Hz. Peygamber, saygı ve sevgi
ifadeleriyle anılarak ona ve ehli beytine salât ve selam getirilir. Hz. Peygamberin cemali ve yüzünün
güzelliği güle benzetilerek gülbanklarda “Resulullah’ın gül cemaline salâvat” getirilir. Bundan dolayı da güle “remz-i Muhammedi” yani Hz. Muhammed’in sembolü adı verilir.
Birçok Alevî-Bektaşi önderi, Hz. Peygamberi konu alan naatlar, şiirler ve nefesler söylemişlerdir.
Çünkü Hz. Peygamber Ehl-i Beyt’in reisidir ve Ehl-i Beyt sevgisinin kaynağıdır. “Mesela Kaygusuz
Abdal hacca gittiğinde Hz. Peygamberin kabrini ziyaret etmiş ve “Gevher-nâme” adıyla bilinen ve
baştan sona buram buram Hz. Peygamber özlemi ve sevgisi kokan 70 beyitten oluşan bir şiir yazmıştır. Alevi-Bektaşi şairlerinden Hatayi de şiirlerinde Hz. Peygambere olan derin sevgi, aşk ve saygısını
‘Canım Mustafa, Ya Muhammed Mustafa ve Âlemin Nuru Muhammed Mustafa’ gibi ifadelerle dile
getirmiştir…”11
Hz. Peygamberin konu edildiği naatlar, Alevî-Bektaşî edebiyatının önemli unsurları içerisinde yer
alır. Hz. Peygambere olan sevgisini, “Cismimi kıldım feda aşk ile canan Ahmed’e / Yalnız cismim
değil olsun feda can Ahmed’e” şeklinde dile getiren Hilmi Dedebaba bir naatında Hz. Peygamberi
şöyle anlatır:
“Enver-i arşı Güzinsin Ya Muhammed Mustafa
Rahmeten lilâleminsin Ya Muhammed Mustafa
Nûr-ı Kur’an-ı Mübînsin Ya Muhammed Mustafa
Cümle âlem halkı muhtaçtır senin ihsanına!”12
10 Erkânnâme, Hazırlayan: Doğan Kaplan, s. 181.
11 Sönmez Kutlu, Alevîlik-Bektaşîlik Yazıları, s. 166.
12 Müfid Yüksel, Bektaşilik ve Mehmed Ali Hilmi Dedebaba, s. 114.
55
KELAM
PİR SULTAN ABDAL DİYOR Kİ:
Muhammed’dir gönlümüzün aynası
Salavat verenin nur olsun sesi
Onsekiz bin âlemin Mustafa’sı
Ya Muhammed sana imdada geldim.
Kâbe’nin yapısı bina yapısı
İman etse asilerin hepisi
Beş vakit okunur ayetu’l-kürsi
Ya Muhammed sana imdada geldim.
( Pir Sultan Abdal Divanı, s. 134. )
4.4.3. Ehl-i Beyt Sevgisi
Ehl-i Beyt kavramı, Hz. Peygamberin ailesi, ocağı ve evi anlamında kullanılır. Ehl-i Beyt sevgisi bütün tasavvufi yorumlarda olduğu gibi Alevi-Bektaşi kültüründe de önemli bir yere sahiptir.
Ehl-i Beyt, Kur’an-ı Kerim’de üç ayette geçmiştir.13 “Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde
olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Ey
Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”14 ayetindeki Ehl-i Beyt kavramıyla Hz. Peygamberin
ailesi kastedilmiştir. Hz. Peygamber, eşi Ümmü
Seleme’nin yanında olduğu bir esnada bu ayet
nazil olmuştur. Bunun üzerine Hz. Peygamber
yanında bulunan Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan
ile Hz. Hüseyin’i etrafına toplayarak “Allah’ım.
Bunlar benim ehl-i beytimdir. Onlardan kusurları gider ve onları tertemiz kıl.”15 diyerek dua
etmiştir.
Alevi-Bektaşi kültüründe Hz. Muhammed, Hz.
Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin isimleri beş parmaktan el ile sembolleştirilmiş ve Ali Pençesi adıyla levhalaştırılmıştır. Bu levha, Hz. Peygamberin
abasıyla üzerlerini örttüğü ve kendisi dahil olmak
13 Hûd suresi, 73. ayet; Kasas suresi, 12. ayet; Ahzâb suresi, 33. ayet.
14 Ahzâb suresi, 33. ayet.
15 Tirmizî, Menakıb, 32.
56
II. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR
üzere abasının altındaki beş kişiyi
sembolize etmektedir. Ayrıca bu
BİLİYOR MUYDUNUZ?
beş isim için Al-i Aba (abanın al-
Hz. Peygamberin Hz. Fatıma dışındaki
tındakiler) ve Hamse-i Al-i Aba
tüm çocukları kendisinden önce vefat et-
(abanın altındaki beş kişi) adı da
mişlerdir. Onun pâk nesli kızı Hz. Fatıma
kullanılmıştır. Alevi-Bektaşilere
validemiz yoluyla devam etmiştir. Hz. Hasan’ın so-
göre Ehl-i Beyt içinde Hz. Ali’nin
yundan gelenlere “şerif”, Hz. Hüseyin’in soyundan
ayrı bir yeri ve önemi vardır. Bu-
gelenlere ise “seyyid” denir.
nun için Alevi-Bektaşiliğe göre
Hz. Peygamber, ümmetini Hz.
Ali’ye emanet etmiş, kızı Fatıma’yı onunla evlendirmiş ve onu kendisine musahip ilan etmiştir.
Alevilik-Bektaşilik düşüncesinde, Ehl-i Beyt sevgisi dolayısıyla Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin soyundan gelenlere de sevgi beslenir. Muharrem ayında Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesinin
matemi için on iki gün oruç tutulur. Bu süre içerisinde normal hayatta yapılan bazı davranışlardan
kaçınılır. Genellikle muharrem orucunun tamamlandığı on ikinci akşamı cem ayini yapılır.
Ehli-Beyt’e ve onu sevmeye Türk İslam edebiyatında da önemli bir yer verilir. Mesela Yusuf
Has Hacib, Kutadgu Bilig isimli eserinde yöneticilerin Ehl-i Beyt’e nasıl davranması gerektiği
konusunda şöyle demektedir: “Devlet görevlileri ve beyin adamları ile halkın dışında ilişki kuracağın kimseler arasında Hz. Peygamberin nesli vardır. Bunlara hürmet edersen mutluluk bulursun.
Bunları canı gönülden sev. Onlara iyi bak, yardımcı ol. Bunlar Ehl-i Beyt’tir, sevgili peygamberin
soyudur. Onun için onları peygamber hakkı için sev.”16
4.4.4. Tevellâ, Teberrâ
Tevellâ, birisini dost edinmek ve sevmek anlamına gelen Arapça bir kelimedir. Alevi-Bektaşi
kültüründe ise tevellâ, âl-i abanın velayetini tanımak, onları sevmek, onlardan medet ve şefaat
beklemek ve onları dost bilmek demektir.17 Teberra, beri olmak, sevmeyip yüz çevirmek ve uzaklaşmak anlamında kullanılan Arapça bir kelimedir. Alevi-Bektaşi kültüründe Emevilerin ikinci hükümdarı olan Yezid ile onun soyundan gelenleri ve taraftarlarını sevmemek anlamında kullanılan
bir kavramdır.18
Genel olarak tevella Ehl-i Beyti candan sevmek, teberra ise Ehl-i Beyt’e düşman olanları sevmemek ve onlardan uzak durmaktır. Ehl-i Beyt’i sevmek, onlara tabi olmak, Müslümanlar için son
derece önemlidir.
16 Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, s. 178.
17 Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C 3, s. 482.
18 Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C 3, s. 430.
57
KELAM
4.4.5. On iki İmam
Alevî-Bektaşî kültüründe on iki imam, Hz. Ali ile başlayan ve İmam Mehdi ile son bulan toplam
on iki kişiden oluşur. On iki imamın isimleri, Alevi-Bektaşi şiir ve nefeslerinde düvaz, düvaz-imam
ve düvazdeh gibi başlıklar altında yer almıştır. Bu şiirler cem törenlerinde söylenir ve huşu içerisinde
dinlenir.
On iki imamın ilki Hz. Ali olup diğer imamların tamamı onun soyundan gelmiştir. Alevi-Bektaşiler
Hz. Muhammed’in getirmiş olduğu mesajın bu imamlar aracılığıyla devam ettiğine inanırlar. Bu
imamların tamamı masum olarak kabul edildikleri için dinî, ahlakî konularda insanlara rehberlik
yapan kimseler olarak görülürler.19
OKUYALIM - YORUMLAYALIM
17. yüzyılda yaşamış bir Bektaşi ozanı olan Derviş Muhammed, düvaz
imamı bir şiirine şu şekilde konu etmiştir:
Allah meded, yâ Muhammed yâ Ali!
Zeynel’in canına kıldılar cefâ,
Bizi dergâhından mahrum eyleme,
Muhammed Bakır’dır sırr-ı Murtazâ,
Pirim Hünkâr Hacı Bektâş Velî,
İmam Cafer, Kâzım ve Musa-yı Rızâ,
Bizi dergâhından mahrum eyleme.
Bizi dergâhından mahrum eyleme.
Âdem Safiyyullah atam hakkıyçün,
Muhammed’im eydür: Hey Ganî Kâdir,
Muhammed Mustafa Hâtem hakkıyçün,
Tâkî, Nâkî, Asker-i Rahman’ımdır,
Eyyub’a sürdüğün sitem hakkıyçün,
Muhammed Mehdi’ye niyazım budur,
Bizi dergâhından mahrum eyleme.
Bizi dergâhından mahrum eyleme.
Hasan’ın aşkına kılarım zârî,
(İsmail Özmen, Alevî-Bektaşî Şiirleri
Hüseyin’dir dinimizin serveri,
Antolojisi, s. 404. )
Âlemler canısın Cenab-ı Bârî,
Bizi dergâhından mahrum eyleme.
19 İhsan Ünlü, Alevilik Müslümanlık mı, s. 117.
58
II. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR
4.4.6. Musahiplik
Sohbet ve arkadaşlık yapmak, kardeş edinmek anlamlarına gelen musahiplik, Alevilik-Bektaşilikte
iki insanın birbiriyle yol kardeşliği kurmasıdır. Hz. Peygamber, Mekke’den Medine’ye hicret ettikten
sonra göç eden her Mekke’li bir Müslümanı Medine’de yaşayan bir Müslümanla kardeş ilan etmiştir.
Bu uygulama kapsamında Hz. Peygamber kendisinin de Hz. Ali’yle kardeş olduğunu ilan etmiştir.
Musahiplik geleneği başta Buyruklar olmak üzere birçok Alevi-Bektaşi kaynaklarında yer alır. Bu
geleneğin Hz. Muhammed ile Hz. Ali’den itibaren uygulandığı belirtilir. Buna göre Hz. Muhammed
miraçtan döndükten sonra ashabıyla görüşerek onlara her iki kişinin birbiriyle musahip olmasını
istemiş ve kendisinin de Hz. Ali’yle musahip olduğunu ilan etmiştir.20 Birbirleriyle musahip olmak
isteyen kimselerin yaş, ekonomik durum ve yaşadıkları yer gibi bazı hususlarda her ikisinin eşit
olması gerekir. Birbirleriyle musahip olan kişiler, artık kardeş olmuşlardır ve birbirlerinden sorumludurlar. Musahiplerden biri bir hata işlediğinde diğeri onu uyarır. Birbirlerinin sıkıntılarını paylaşarak
dayanışma içine girerler.
Birbiriyle musahip olmak isteyenler anne ve babalarının da rızasını aldıktan sonra dedeye haber
veririler. Musahiplik için bir tören düzenlenir. Dede, bu törende musahiplerin sorumluluklarını açıklar ve kabul edip etmediklerini sorar. Onlar da kabul ettiklerini açıkça beyan ettiklerinde kendilerine
‘eline – diline – beline’ sahip olmaları telkin edilir. Musahiplik töreninde 12 hizmet yerini alır, saz,
semah ve irşad eşliğinde lokmalar dağıtılır.21
4.4.7. Ayin-i Cem
Cem, toplanmak, bir araya gelmek, ayin kanun, töre ve adet ve dinî tören anlamlarına gelir.
Bu anlamlara göre Ayin-i cem, “cem töresi, toplantı töresi, bir araya gelme yolu, âdeti” anlamında
kullanılmaktadır.22
Alevilik- Bektaşilik düşüncesine göre cemaatle yapılan törenlere cem denir. Cem törenine dedeler ve babalar önderlik yapar. Ozanlar tarafından bağlama eşliğinde, Hz. Muhammed, Hz. Ali, Ehl-i
Beyt, On iki İmam ve Kerbelâ üzerine deyişler, mersiyeler, düvaz imam ve tevhid nefesleri, miraclama ve dualar okunur. Bu cemlerde küskünler barıştırılır, sevgi ve kardeşlik mesajları verilir, semah
dönülür, kurbanlar kesilir ve lokmalar dağıtılır.
Cem törenlerinde “Biismi Şah, Allah Allah” diye başlayan değişik gülbanklar okunur. Cem törenlerinde; dede, rehber, gözcü, çerağcı, zakir, ferraş, saka - ibriktar, sofracı- kurbancı, semahcı, peyik,
iznikçi ve bekçi olmak üzere toplam on iki hizmet sahibi tarafından gerçekleştirilen on iki hizmet
vardır. Cemler eskiden dergâhlarda, meydan evi denilen mekanlarda gerçekleştirilirdi. Kentleşmeyle
birlikte cemevi adı verilen mekânlarda gerçekleştirilmeye başlanmıştır.
20 İlyas Üzüm, Tarihsel ve Kültürel Boyutlarıyla Alevilik, s. 162.
21 Mehmet Yaman, Alevilik, s. 214.
22 Mehmet Eröz, Türkiye’de Alevilik ve Bektaşilik, s. 99.
59
KELAM
İkrar cemi, Musahiplik erkanı, Görgü erkanı, Abdal Musa Kurbanı, Dardan indirme erkanı, Düşkünlük erkanı ve Kerbela-Muharrem erkanı gibi bazı merasimler Alevilik-Bektaşilik düşüncesinin
önemli gelenekleri arasında yer alır. Örneğin söz vermek ve karar kılıp kabul etmek anlamına gelen
ikrar verme ceminde, Kur’an’da geçen “Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?”23 sorusuna “Tabii ki,
sen bizim Rabb’imizsin.” şeklinde cevap verilir. Cemde dile getirilen ikrar sözü şöyledir: “Allahu azîmuşşanın kuluyum, Âdem safiyyullahın neslindenim. İbrahim halilullahın milletindenim.
Dinimiz, din-i İslam; kitabımız, Kur’an; kıblemiz Kâbe, Muhammed aleyhisselâmın ümmetindenim.
Şah-ı Merdan-ı Mürteza Ali’nin bendesiyim. Gürühu nacidenim. İmam-ı Cafer Sadık mezhebindenim. Allahu Ekber, Allâhu Ekber, Lâilâhe illellâhu vallâhu ekber, Allâhu Ekber ve lillâhi’l-hamd.”24
Ayrıca cem törenlerinde değişik gülbanklar eşliğinde salavatlar okunur. Bunlardan biri şu şekildedir:
“Dede, Tevbe suresinin 119. ayeti olan (ś
È ǫÊƽƢǐdzơ
ō ǞÈ ǷÈơȂÉǻȂǯÉ ȁÈ ÈƅơơȂÉǬōƫơơȂÉǼǷÈ ơÙ Ǻȇǀ
È ōdzơƢȀÈ ŎȇÈơƢÈȇ) ‘Ey iman edenler!
Allah’ı sevip sayın ve doğrularla beraber olun.’ ibaresini okur ve: ‘Tövbe günahlarımıza estağfirullah. Elimizle, dilimizle, belimizle işlediğimiz günahlarımıza tövbe estağfirullah, isyanlarımıza
tövbe estağfirullah’ der. Sonra ‘ber cemâl-i Muhammed, kemâl-i Hasan, Hüseyin, Ali râ bülend-i
salavât’ der ve bütün cem erenlerini salavata davet eder. Onlar da topluca ‘Allahümme salli alâ
seyyidinâ Muhammed ve alâ âl-i Muhammed’ diye salavat verirler.”25
23 Arâf suresi, 172. ayet.
24 Cemal Sofuoğlu-Avni İlhan, Alevilik Bektaşilik Tartışmaları, s. 118.
25 İlyas Üzüm, Günümüz Aleviliği, s. 107.
60
II. ÜNİTE: İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR
NOT EDELİM
Dede yönetiminde yapılan cemlerde on iki hizmet yerine getirilir. Bu on iki
hizmet on iki kişi tarafından belirli bir düzen ve kurallar içinde yürütülür. On iki
hizmet Hz. Ali başta olmak üzere onun soyundan gelen toplam on iki imamı temsil etmektedir. On iki kişi ve on iki hizmet şöyledir:
1. Dede: Cemi yönetir.
2. Rehber: Görgüsü yapılanlara ve ceme katılanlara yardımcı olur. Dedenin bulunmadığı zamanlarda onun yerine cemleri idare eder.
3. Gözcü: Cemdeki düzen ve sükûneti sağlar.
4. Çerağcı: Çerağı yakmakla (cemin yapılacağı meydanı aydınlatmak) görevlidir.
5. Zâkir: Cem esnasında deyiş, düvaz ve miraclama söylerek semahı idare eder.
6. Ferraş: Süpürgeci, gerekli durumlarda rehbere yardım eder.
7. Sakka: İbrikdâr da denir. Suyu dağıtır.
8. Sofracı: Kurbancı da denir. Kurban ve yemek işlerine bakar.
9. Pervâne: Semahcı da denir. Semaha öncülük eder.
10. Peyik: Cemin yapılacağını haber vermek ve duyurmak görevine bakar.
11. İznikçi: Cemin yapılacağı mekânın düzenini sağlar.
12. Bekçi: Cemin yapıldığı mekânın kapısında durarak gelen gideni kontrol eder.
4.4.8. Üç Sünnet Yedi Farz
Alevilik-Bektaşilik düşüncesinin temel kaynaklarından biri olan Buyruklarda yer alan en önemli
hususlardan biri “üç sünnet, yedi farz” kavramıdır. Sünnet ve farz kavramları ilke, kural, prensip ve
kesin hüküm anlamında kullanılmıştır. Üç sünnet yedi farz kavramının sıralanışı farklı verilmekle
beraber Buyruk isimli kitabın Hacı Bektaş nüshasında şu şekilde yer almaktadır:26
A. Üç Sünnet
1. Hakkı zikretmek
2. Kalpte düşmanlığa yer vermemek
3. Yola teslim olmak
B. Yedi Farz
1. Sırrını izhar etmemek
2. Gördüğünü örtmek
3. Özür ile niyaz eylemek
4. Mürebbi hakkını gözetmek
5. Musahip hakkını gözetmek
6. Tövbe almak
7. Taç giyip özünü üstada teslim etmek
26 İlyas Üzüm, Kültürel Kaynaklarına Göre Alevilik, s. 127.
61
KELAM
ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM
A. Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplandırınız.
1. Mezhep ne demektir? Kısaca açıklayınız.
2. İslam düşüncesinde yorum farklılıklarının ortaya çıkış sebeplerini açıklayınız.
3. Mutezilenin beş temel esası nedir? Kısaca açıklayınız.
4. Fıkhî mezhep imamları hakkında bilgi veriniz.
5. Alevîlik ve Bektaşîlik kavramlarını tanımlayarak kısaca açıklayınız.
B. Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru seçeneklerini işaretleyiniz.
1. Aşağıdakilerden hangisi yorum farklılıklarını doğuran sosyal sebeplerden değildir?
A) Köy hayatı ve sosyal yapısı
B) Şehir hayatı ve sosyal yapısı
C) Ekonomik krizler
D) Doğal afetler ve sonuçları
E) İnsan yapısı
2. Aşağıdakilerden hangisi fıkhî bir mezhep değildir?
A) Hanefilik
B) Şafiilik
C) Malikilik D) Hanbelilik
E) Maturidilik
3. Aşağıdakilerden hangisi Ehl-i sünnete ait bir görüş değildir?
A) İman ve amel birbirinden farklıdır.
B) Allah’ı ahiret gününde görmek mümkün değildir.
C) Günahlar kişiyi dinden çıkarmaz.
D) Ehl-i kıble tekfir edilmez.
E) Allah, kâinatın tamamını yaratan yegâne yaratıcıdır.
4. Aşağıdakilerden hangisi Alevilik-Bektaşilik düşüncesindeki dört kapı arasında yer almaz?
A) Şeriat
B) Tarikat
C) Marifet
D) Hakikat
E) Musahiplik
5. “Birisini dost edinmek ve sevmek anlamında kullanılan Arapça bir kelimedir. Al-i Abanın
velayetini tanımak, onları sevmek, onlardan medet ve şefaat beklemek ve onları dost bilmek
anlamına gelir.” tanımı aşağıdakilerden hangisi için yapılmıştır?
A) Teberra
B) Tevella
C) Pervane
D) Çerağcı
E) Lokmacı
C. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri verilen uygun ifadelerle doldurunuz.
(vaad, vaid, düşünce, akıl, tasdik, Ali taraftarı, Cafer-i Sadık)
1. İman dil ile ikrar kalp ile ……….tir.
2. Mezhepler ………………. zenginliğidir.
3. ………………… Caferiliğin kurucusudur.
4. Alevi kelimesi sözlükte ………………… anlamına gelir.
5. Dünyada amelleri güzel olanların ahirette mükâfatlandırılmasına ………., amelleri kötü
olanların cezalandırılmasına da ……… denir.
62
KELAM
III.ÜNİTE
İMAN, BİLGİ VE AMEL
ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM
1. ‘‘İman, tasdik, ikrar, marifet ve amel’’ kavramlarının anlamlarını araştırınız.
2. ‘‘Mümin, münafık, kafir ve müşrik’’ kavramları hakkında bilgi toplayınız.
3. İmanın gereklerine uygun bir şekilde yaşamak için neler yapılmalıdır?
Tartışınız.
4. İman artıp azalabilir mi? Fetih suresinin 4 ve Bakara suresinin 285.
ayetlerini dikkate alarak araştırınız.
5. İman ve bilgi arasındaki ilişki ne olabilir? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla
paylaşınız.
63
KELAM
1. İmanın Sözlük ve Terim Anlamları
İman sözlükte, “Sözü onaylamak, doğrulamak, gönül huzuruyla benimsemek, karşısındakine güven vermek, güvende olmak, tereddütsüz içten ve yürekten kabullenmek” anlamlarına gelmektedir.
İmanın tanımı ‘kalbin tasdiki, dilin ikrarı, kalbin bilmesi (marifet), amel etmek’ açılarından farklı
şekillerde yapılmıştır. Bunlardan en yaygını, Eş’arî ve Maturidî kelamcıların şu tanımıdır: ‘İman;
Peygamberimizi, Allah’tan getirdiği kesin olarak bilinen hükümlerde onaylamak, onun haber verdiklerini tereddütsüz kabul edip gerçek ve doğruluğuna gönülden inanmaktır.’
İmanın bilgiye, araştırmaya ve delillere dayandırılarak gönülde kökleştirilmesine tahkîkî iman
denilmektedir. Her mümin için asıl olan, bilinçli bir şekilde inanmayı ifade eden bu imandır. Allah
böyle bir imana sahip kimselerin özelliklerinden bazılarını, “Müminler ancak o kimselerdir ki;
Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Onun ayetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler. Onlar namazı dosdoğru kılan,
kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir. İşte onlar
gerçekten müminlerdir. Onlara, Rableri katında yüksek mertebeler, bağışlanma ve cömertçe
verilmiş rızık vardır.”1 ayetlerinde açıklamıştır.
Delillere dayanmaksızın sadece yaşanan çevrenin telkiniyle elde edilen imana taklîdî iman denir.
Taklîdî iman geçerlidir, ancak inkârcıların şüphe ve itirazlarıyla sarsılmaması için, aklî ve dinî delillerle güçlendirerek korumak gerekir.
İmanın geçerli olabilmesi için, hür
iradeye dayalı kesin bir tercih olmalı,
baskı, tehdit veya son nefeste (ye’s
durumunda)
gerçekleşmemelidir.2
Mümin, imanın şartlarından birini bile inkâr anlamına gelecek
tutum ve davranışlardan kaçınmalı; Allah’ın rahmetinden ümidini
kesmemeli,3 ancak azabından da
korkmalıdır.4
Çünkü
korkunun
ağır basması kulu ümitsizliğe sevk
ederken, kurtuluşunu garantide
görmesi de dünya hayatında onu
OKUYALIM-ÖĞRENELİM
İcmâlî iman; inanılması gereken
hususlara kısaca ve toptan inanmaktır.
Kelime-i şahadet ve tevhitte belirtilen Allah ve Resulüne inanmayı ifade etmektedir.
Peygamberimizin Allah’tan getirdiği bütün inanç,
ibadet, muamelat (haram ve helalleri) ve ahlak ilkelerini tasdik etmek ise tafsîlî imandır. Müslüman olmayan birinin İslam’a girmesi ve mümin sayılmak
için icmâlî iman yeterlidir. Ancak, imanın olgunlaşması ve kökleşmesi için tafsili imanın gereklerine
uymak zorunludur.
gevşekliğe iter.5
1 Enfâl suresi, 2-4. ayetler.
2 Mü’min suresi, 84, 85. ayetler.
3 Yûsuf suresi, 87. ayet.
4 A‘râf suresi, 99. ayet; Secde suresi, 16. ayet.
5 Hülya Alper, İmanın Psikolojik Yapısı, s. 60.
64
III. ÜNİTE: İMAN, BİLGİ ve AMEL
2. Tasdik ve İnkâr
İman, akıl sahibi bir kişinin hür iradesiyle ve kalben tasdikiyle gerçekleşir. Eş’arî ve Maturîdî
kelamcılara göre iman için kalp ile tasdik yeterlidir. İnanan kişi/mümin, neye inandığını kesin olarak
bilir ve inandığı esasları özgür iradesiyle gönülden kabullenir. Allah bu durumu: “…İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir…”6 ayetleriyle
beyan etmektedir. Mümine cennet ödülü, inkârcıya cehennem cezası verilmesinin dayanağı da bu
samimi bağlılığın ve tasdikin bulunup bulunmamasıdır.7
Bir kimse, kalbiyle tasdik etmeksizin yalnız diliyle inandığını söylemekle mümin olamaz:“Ey
Peygamber! Kalpten inanmadıkları hâlde, ağızlarıyla “İnandık” diyenler (münafıklar) ile Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin…”8 Buna karşılık kişi gönülden inandığı hâlde, dilsizlik veya tehdit sebebiyle inandığını söyleyememekle, hatta aksini söylemekle iman dairesinden
çıkmaz. Nitekim Ammâr b. Yâsir (r.a.) müşriklerin baskılarına dayanamayarak kalbi imanla dolu
iken diliyle inkâr etmiştir. Kur’an’da bu konuyla ilgili olarak “Kalbi imanla dolu olduğu hâlde
zorlanan kimse hariç, inandıktan sonra Allah’ı inkâr eden ve böylece göğsünü küfre açanlara
Allah’tan gazap iner ve onlar için büyük bir azap vardır.”9 buyrulmaktadır.
Hanefi fıkıhçılar imanın, ‘dil ile ikrar’ ve ‘kalp ile tasdik’ olmak üzere iki rüknü olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre bu rükünlerden birinin eksik olmasıyla iman gerçekleşmez.
Mürcie ve Kerramiye mezhepleri, dil ile ikrarı iman için yeterli görmüşlerdir. Bu görüş doğru kabul edildiği takdirde münafıkların mümin sayılması gerekir ki bu Kur’an’a10 aykırıdır. Kalbin tasdiki
imanın aslî unsuru olmakla birlikte bunun dille de söylenmesi, kişinin Müslüman kabul edilmesi için
yeterlidir.
Cehmiye mezhebi ise imanı, ‘tasdik olmaksızın Allah ve Resulünün bildirdiklerini kalbin bilmesidir (marifet)’ şeklinde tanımlamıştır. Tasdik ve marifet, kalbî bir iş olmakla birlikte birbirinden
farklıdır. Tasdik iradeli bir gayret sonucu kalpte oluşurken; marifet/bilgi, iradesiz ve gayretsiz kalpte
belirivermekle oluşur. Maturidî kelamcılar, ‘marifet bilgisizliğin, iman ise küfrün zıddıdır. Dolayısıyla Cehmiye’nin tanımına göre her cahilin imansız, her bilginin de mümin olması gerektiğini
söyleyerek bu tanımın tutarsızlığını ifade etmişlerdir.11
Hariciler, Mutezile ve Zeydiye mezhepleri, selef alimleri ve hadisçiler ise imanı; kalbin tasdiki,
dilin ikrarı ve dinin temel rükünlerini işlemekten ibaret görmüşlerdir.
İmanın gereklerini gönülden onaylamak, dinin emir ve yasaklarına severek riayet etmeyi sağlar.
İmanın bu seviyesi mümini iç ve dış dünyasında huzurlu ve güvenli kılar ve ahirette de cennetle ödüllendirilmesini sağlar. “Allah da onlara hem dünya nimetini, hem de ahiretin güzel mükâfatını
verdi. Allah, güzel davrananları sever.”12
6 Mâide suresi, 41. ayet; Mücâdele suresi, 22. ayet; En‘âm suresi, 125. ayet; Yûsuf suresi, 17. ayet; Hucurât suresi, 14. ayet.
7 Buhârî, Îmân/15; Müslim, Îmân/82.
8 Mâide suresi, 41. ayet; Bakara suresi, 8. ayet.
9 Nahl suresi, 106. ayet.
10 Bakara suresi, 8. ayet; Hucurât suresi, 14. ayet; Münâfikûn suresi, 1. ayet.
11 A. Saim Kılavuz, İslam Akaidi ve Kelam’a Giriş, s. 39, 40.
12 Âl-i İmrân suresi, 148. ayet; Ra’d suresi, 29. ayet; Yûnus suresi, 26. ayet.
65
KELAM
Dinin bütün gereklerine kalben
inanmayan, fakat diliyle inandığını
söyleyen kişiye münafık denir. Münafığın sözü özünü, özü sözünü yalanlar. Bu özellikleri: “...Allah, o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar
olduklarına elbette şahitlik eder...”13
ayetiyle açıklanmıştır. Münafıkların,
niyetini gizleyen, gösteriş için namaz
kılan ve fakire sahip çıkmayan kimseler oldukları ayetlerle haber verilmiştir: “Münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar… Onlar, namaza
kalktıkları zaman tembel tembel
kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az anarlar.”14
“…Ufacık bir yardıma bile engel
olurlar.”15 Dışarıdan mümin görünen
münafıklar gerçekte kâfirlerdir16 ancak İslam toplumunu gizlice bozmaya
çalıştıkları için aleni kâfirlerden daha
tehlikelidirler. Münafıklar, diliyle
ikrarları sebebiyle dünyada Müslüman muamelesi görürler. Lakin ahirette cehennemin en alt tabakasında
cezalandırılacaklardır.17
OKUYALIM-DEĞERLENDİRELİM
“Tasdik; bir hakikati, benimsemeyi,
doğrulama, teyit etme ve ispat etmeyi,
gerçekleştirmeyi dile getirmektir. Tasdik eden kimsenin, tasdik ettiği şeyleri
bilmesi ve onları ruhen benimsediği gibi, davranışlarıyla da gerçekleştirmesi ve desteklemesi gereklidir. O halde bir şeyi ‘tasdik ederim’ demek, ‘onu
hem zihnimde, hem de gerçekte, yani zihin dışında
kabul ederim’ demektir. Bir başka deyişle, ‘o şey
hakkında zihnimde düşündüklerimle, gerçekte ortaya koyduklarım ve onunla ilgili ifadelerim birbirine uygundur; aralarında zıtlık yoktur, yani içim
dışıma uymaktadır’ demektir. İman tanımında yer
alan tasdik, imanın zihni yönünü, yani inanca ve
bilgiye dayanan yönünü ifade ettiği gibi hakikatin samimi olarak benimsenip özümsenmesini ve
gereğinin yapılmasını, dolayısıyla insan hayatına
nüfuz edip onu yönlendirmesini gerektiren yönünü
de ifade etmektedir.’’
(Hanifi Özcan, Epistomolojik Açıdan İman,
s. 73’ den uyarlanarak alınmıştır.)
Yukarıdaki metni iman-bilgi bakımından değerlendiriniz.
Dinî esasların bir veya birkaçını yahut da tamamını açıkça inkâr etmek, beğenmemek, önemsememek ve değersiz saymak ise küfürdür. Böyle söyleyen veya düşünen kimseye kâfir denir. Meselâ
namazın farz, faizin haram oluşunu, meleklerin varlığını inkar etmek gibi. Sözlükte “örten” anlamına
gelen kâfire bu isim, gerçek ve doğru inancı batıl ile örttüğü için verilmiştir. Kendisini yaratan ve sayısız nimetleriyle yaşatan Allah’ı ve onun dinini inkâr ederek ölen kimse, ebedî olarak cehennemde
kalacaktır.18
Müslüman bilinen birinin hangi hâllerde imandan çıkmış sayılacağı kelamın bir diğer konusudur. Tekfir, Kur’an ve sünnete göre inkâr özelliği taşıyan inanç, söz veya davranışından dolayı sahibini kâfir saymaktır. Tekfiri ilk defa Hariciler, hakem olayını kabul etmesi sebebiyle Hz. Ali ve
onu destekleyenler için kullanmışlardır. Mutezile “büyük günah işleyen” mümin için nisbî tekfirde
13 Münâfikûn suresi, 1-3. ayetler.
14 Nisâ suresi, 142. ayet; Tevbe suresi, 54-56. ayetler.
15 Mâûn suresi, 7. ayet.
16 Bakara suresi, 8. ayet.
17 Nisâ suresi, 145. ayet.
18 Bakara suresi, 161-162. ayet; Nisâ suresi, 56. ayet; Tevbe suresi, 49. ve Zuhruf suresi, 75. ayetler.
66
III. ÜNİTE: İMAN, BİLGİ ve AMEL
bulunmuş, Şiiler ise “imameti” kabul
etmeyenleri kâfir saymıştır.19 Ehl-i
sünnet âlimleri bu konuda hüsnü zannı esas almışlar, şüpheye dayanarak
ehl-i kıblenin tekfir edilemeyeceğini
belirtmişlerdir.20 Tekfir ancak, küfür
olan bir inancı gönülden benimsediği
iyi tespit edilmiş veya söz ve davranışının İslâm içinde kalmasına müsait hiçbir tevile ihtimal kalmayan kişi
için yapılabilir. Müslüman muamelesi
görmeyi engellemek gibi ağır sonuçlar
doğuran tekfiri, yersiz yapan kimsenin
kendisi kafir olur. Bu yüzden siyasi ve
ameli konular inanç sorunu yapılmak
suretiyle tekfire gidilmemeli ve tevhidin birleştiriciliği zedelenmemelidir.
Bir Müslümanın kendi irade ve ifadesiyle dinden çıkmasına irtidad, bu kişiye de mürted denir.
Yüce Allah’ın zat, sıfat, fiil ve isimlerinde, eşi, dengi ve ortağı bulunduğuna inanmak ise şirktir. Allah’ın varlığına inanan, fakat ona eşdeğer saydığı
güç ve varlıkları da ilâh edinen kişiye
müşrik denir. Şirkin birçok çeşidi vardır, hatta riyakârlık yapmak bile gizli
şirktir. Nitekim Allah, dini yalanlayan
kimselerin özellikleri arasında gösteriş
için namaz kılmayı da saymaktadır.21
Ayrıca farkında olmaksızın “kötü
duygularını kendisine tanrı edinen
kimse...”22 de şirkin bir çeşidi içerisindedir. Allah’a şirk koşmak günahların
en büyüğüdür: “Allah, kendine ortak
koşulmasını asla bağışlamaz; ondan
başka günahları dilediği kimse için
BULALIM
İNCELEYELİM
“O muttakîler gayba inanırlar,
namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah
yolunda harcarlar. Onlar sana indirilene de,
senden önce indirilenlere de inanırlar. Ahirete de
kesin olarak inanırlar. İşte onlar Rab’lerinden (gelen) bir doğru yol üzeredirler ve kurtuluşa erenler
de işte onlardır.” (Bakara suresi, 3-5. ayetler)
“Küfre saplananlara gelince, onları uyarsan da,
uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar. Allah,
onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir.
Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.” (Bakara suresi, 6, 7. ayetler)
“Yine bunun gibi, Allah’a ortak koşanların çoğuna, koştukları ortaklar, çocuklarını öldürmelerini güzel gösterdi…” (En’âm suresi, 137. ayet); “Andolsun, “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler
kesinlikle kâfir oldu. Oysa Mesih şöyle demişti:
“Ey İsrailoğulları! Yalnız, benim de Rabbim, sizin
de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Kim Allah’a
ortak koşarsa, artık, Allah ona cenneti muhakkak
haram kılmıştır. Onun barınağı da ateştir. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.”(Maide suresi, 72.
ayet); “Ne Kitab ehlinden inkâr edenler ve ne de
Allah’a ortak koşanlar, Rabbinizden size bir iyilik
gelmesini isterler.” (Bakara suresi, 105. ayet)
“İnsanlardan, inanmadıkları hâlde, “Allah’a ve
ahiret gününe inandık” diyenler de vardır.”; “Bunlar
Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir.”
(Bakara suresi, 8, 9. ayetler)
Mümin, kafir, müşrik ve münafıkların temel özelliklerinden bazılarını yukarıdaki ayetlerden hareketle
tespit ediniz.
19 Mustafa Öz, Avni İlhan, İmamet, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 22, s. 202.
20 Nahl suresi, 106. ayet; A’râf suresi, 33. ayet.
21 Mâûn suresi, 1-7. ayetler.
22 Furkân suresi, 43. ayet.
67
KELAM
bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır.”23 Kur’an’a göre, göklerde ve yerde
hâkimiyetin tek sahibi ve yaratıcısı Allah’tır. Her şeyde onun hükmü geçerlidir. Bütün bu vasıflarında
hiçbir varlık ona asla ortak olamaz.24
Şirk ile küfür birbirine yakın iki kavramdır. Aralarındaki fark, küfrün daha genel, şirkin ise daha
özel olmasıdır. Bu anlamda her müşrik kâfirdir, fakat her kâfir müşrik değildir. Çünkü şirk sadece
Allah’ın, zât, isim ve sıfatlarına da ortak koşma sonucu meydana gelir. Küfür ise küfür olduğu bilinen birtakım inançların kabulü ile gerçekleşir. Meselâ Mecûsîlik’te olduğu gibi iki tanrının varlığını
kabul etmek şirk olduğu gibi aynı zamanda küfürdür. Hâlbuki ahiret gününe inanmamak küfürdür,
ama şirk değildir.25 Beyyine suresinin 1. ve 6. ayetlerinde müşriklerle ehl-i kitap, kâfirlerin iki zümresi sayılmıştır.
3. İman Bilgi İlişkisi
İmanın, içtenlikle tasdike bağlı olması, onun bilgiyle alakalı olduğunu gösterir. Çünkü bir haber
veya bilgi varsa onu onaylamak veya reddetmek söz konusu olabilir.
İnsana sonsuz gibi görünen bu kâinat çok hassas ve muhteşem bir denge üzerine kurulmuştur. Bütün varlıkların yaratılması ve varlığını dengeli şekilde sürdürmesi kainatın tek hakimi ve sahibince
yapılmaktadır. Evrendeki bütün varlıklar, kendisine yüklenen görevi mükemmel yapmakta ve insana
hizmet etmektedir. Allah bu bilgilerle bir taraftan insanın evrenle ilgili merak ve sorularını cevaplarken, diğer taraftan onu âlem üzerinden kendisiyle iletişim kurmaya sevk etmektedir. Böylece bilimin
gözlem alanına yönlendirilen akıl, gerçeği düşünmeye ve sonrasında inanmaya yol bulabilecektir.
Kur’an-ı Kerim’de eş anlamlılarıyla birlikte beş yüzden fazla ayet insanları incelemeye ve düşünmeye çağırmaktadır.26 Bunun amacı akıl sahibi insanları imana ulaştırmaktır.
Gerçeği düşünebilmek ve görebilmek için
ilimle geliştirilmiş ve ön yargıdan arındırılmış27
salim bir akla ihtiyaç vardır.28 Akıl, fizik ötesiyle ilgili konularda vahye dayandığında daha da
güçlenmiş ve kalbi huzurlu kılmış olur.29 Böylece akıl din ile doğruyu bulmuş, din de onun yardımıyla anlaşılarak yaşanabilir hale gelmiştir.
23 Nisâ suresi, 48, 116. ayetler; Lokmân suresi, 13. ayet.
24 Sebe’ suresi, 22, 23. ayetler.
25 Heyet İlmihâl, C 1, s. 78.
26 Yûnus suresi, 100. ; A’râf suresi, 179. ayet.
27 Bakara suresi, 170. ; Zümer suresi, 17, 18. ayetler.
28 Hac suresi, 46. ayet.
29 M. Said Özvarlı, Kelamda Yenilik Arayışları, s. 71.
68
III. ÜNİTE: İMAN, BİLGİ ve AMEL
Taassuptan arınmış aklî bilgi, naklî bilginin karşıtı değil, birbirini destekleyen iki unsurdur. Her
ikisi de güvenilirdir, bilinçli bir fikri faaliyet olan iman için sağlam ve yeterli delillerdir.30
Kalpteki bilginin imana dönüşebilmesi için istekli bir boyun eğiş ve teslimiyet taşıması gerekir.
Aksi takdirde her bilgilinin mümin, her cahilin ise kâfir olması gerekir ki bu imkânsızdır. Nitekim
ehl-i kitap, peygamberimizi; şeytan da Allah’ı bildiği hâlde mümin değillerdir.31 İman, duygusal bir
kabuldür. İnsan, inandığı şeyin objektif bir gerçeklik olduğunu hissetme ihtiyacı duyar. “Varlığımızın delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi içlerinde onlara göstereceğiz…”32 ayetinin
işaret ettiği gibi, iman insanın aklî/dış ve hissî/iç algılarının karşılıklı etkileşiminden doğmaktadır.33
Kevnî ayetlerle gösterilen aklî deliller bu etkileşimi hızlandırmakta ve insanda ‘hizmetime sunulan
bütün varlıklar görevini aksatmadan yerine getiriyor. Benim de onların yaratıcısı yüce varlığa karşı
sorumluluğum ve vefa borcum olmalı’ fikir ve duygusunu harekete geçirmekte ve imanına zemin
hazırlamaktadır.
Delile dayalı doğru bilgi ve kalpten bağlılıkla oluşan (tahkikî) iman asıldır. Bu iki özellikten yoksun
olan taklidi iman ise eksiktir. Bu sebeple her mümin,
imanını bilgi, duygu ve delille besleyerek kökleştirmekle yükümlüdür. Nitekim Gazalî iman hayatının;
taklit, ilim ve zevk/hoşnutluk aşamalarında geliştiğini, ilim safhasında akideyi destekleyen delillerin
sağlanması gerektiğini söylemektedir.34 Her ne kadar
iman gaybî ise de inandığımız en yüce varlığı anlatan
kâinatın/ilmin sesine de kulak vermek gereklidir.
ARAŞTIRALIM
ÖĞRENELİM
Akıl ile öğrenmenin ilişkisini Ankebût suresi 43., Âl-i
İmrân suresi, 7. ve Zümer suresi, 9.
ayetleri kapsamında araştırınız.
4. İman-Amel İlişkisi
Bilinçli olarak yapılan iş, davranış ve eyleme amel denilmektir. Aslında tasdik ve ikrar da ameldir. Bununla birlikte
amelden, kalp ve dil dışındaki organların fiili anlaşılmıştır. Kalbin tasdikinden ibaret olan iman, gaye bakımından
sadece vicdanî bir kabulden ibaret değildir. İman, insanın
kalp ve vicdanında gerçekleştirdiği değişiklikleri davranış/
amel yoluyla dışa yansıtmayı gerektiren bir itikattır.35 Bu
yüzden İslam’da iman ile amel birbirinden pek ayrılmamış
ve çok dengeli bir şekilde yer almıştır.
30 MEB, Kelam Ders Kitabı, s. 56.
31 A. Saim Kılavuz, İslam Akaidi ve Kelam’a Giriş, s. 39, 40.
32 Fussilet suresi, 53. ayet.
33 Ali Köse, İman, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 22, s. 214.
34 Hanifi Özcan, İman, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 22, s. 218.
35 Şerafettin Gölcük, Süleyman Toprak, Kelam, s.104.
69
TARTIŞALIM
Amelsiz (ibadetsiz,
haram-helallere ve toplumsal görevlere duyarsız) bir imanın, kişi
ve toplumda meydana getireceği problemleri arkadaşlarınızla
tartışınız.
KELAM
Kur’an-ı Kerim, fikrî olduğu kadar amelî
eğitim-öğretimi de vurgulamış36 ve pek çok
ayetinde iman ile sahih ameli peş peşe zikretmiştir. Kur’an’da amel; namaz, oruç, hac
gibi şekil ve zamanı belirlenmiş ve fakire
yardım etmek gibi hayatın her anında yapılabilecek ibadetler hâlinde gösterilmiştir.37 Salih amel, insanın yaratılış gayesi ve hayatın
amacıyla da ilişkilendirilmiştir. Kur’an’da
bu konuda: “O, hanginizin daha güzel amel
yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı
yaratandır…”38 buyrulmaktadır. Müminlerin ısrarla salih amele/bireysel ve sosyal
faaliyetlere teşvik edildiği ayetlerden39 birisi
şöyledir:
DEĞERLENDİRELİM
“Yüce Allah, Bakara suresi, 143. ayetiyle “Allah sizin
imanınızı yani namazınızı zayi
edecek değildir”
buyurarak
ayetinde namaza “iman” ismini vermiştir. Çünkü iman ancak namazla
olgunlaşır. Aynı zamanda namaz niyet,
söz ve ameli kapsadığı için imanı da içermektedir. Amel imanın aynı değildir, amel
imanın dışında da değildir. Ancak amel,
imandandır.”
(Mustafa İslamoğlu, İman Risalesi, s.
315’den uyarlanarak alınmıştır).
Yukarıdaki metni, iman-amel açısından
değerlendiriniz.
ّ‫ َه‬ǹÊ
È ǐdzơ
ǺȇÊ
ō ƛÊƧȐ
ō ǞÈ ǷÈ ƅơ
ō ȁÈ ÊǂƦÌ ǐdzƢÊ
ō ƥÌơȂÉǼȈÊǠÈƬLJơÌ
Ì ơȂÉǼǷÈ ƕǺȇÊ
È ǂÊƥƢǐdzơ
È ǀōdzơƢȀÈ ŎȇÈƗƢÈȇ
“Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki,
Allah sabredenlerle beraberdir.” Salih amel, kalpteki sevgiye ve bilgiye dayalı samimi imanın
meyvesi ve vahyin hayata dönüşmesidir. Aslında iman etmek, inancın gereklerini yapmaya hazır hâle
gelmektir. Bu manada salih amel, Allah’a karşı kulluk görevini gerçek anlamda yerine getirmenin
en önemli göstergesidir. Salih amel, imanın kuvvetlenmesine, olgunlaşmasına ve ebedi nimetlere
eriştirmeye vesiledir. İmanla salih amel birbirini besler ve güçlendirir. İnsan imanın ibadet boyutunu
ihmal ettikçe dine bağlılığı azalır, kalpteki tasdikin de yok olmasına sebep olur.
İlk dönem büyük din bilginleri ve ehl-i sünnet âlimlerine göre amel, imanın olmazsa olmaz parçası değildir. Bu sebeple dinin bütün esaslarını kalpten benimsemiş, fakat emir ve yasakların gereğini
yapmayan kimse (fâsık/fâcir), işlediği günahı helâl saymadıkça günahkâr mümindir. Bu kimse için
tövbe kapısı açıktır. Tövbe etmeden ölürse Allah onu dilerse affeder, dilerse günahı kadar azap eder.
Ancak tasdiki sebebiyle sonunda cennete girer. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, “İman edenler ve salih amel işleyenler...”40 diye başlayan pek çok ayette iman edenlerle salih amel işleyenler ayrı ayrı
zikredilmiştir. Kur’an, imanı, amelin geçerli olabilmesi için şart kılmıştır: “Kim de inanmış olarak
salih ameller işlerse, o, ne zulme uğramaktan korkar, ne yoksun bırakılmaktan.”41 Allah’ın,
adam öldürme fiili gibi büyük günahı işleyen kimse hakkında “mümin” ifadesi kullanması42 da amelin imandan bir cüz olmadığına delildir.
36 Ömer Aydın, Kur’an-ı Kerim’de İman Amel İlişkisi, s. 46, 47.
37 Nisâ suresi, 103. ayet; Enfâl suresi, 3. ayet; Zümer suresi, 9. ayet; Mâûn suresi, 3. ayet.
38 Mülk suresi, 2. ayet; Zâriyât suresi, 56. ayet.
39 Bakara suresi, 153, 172, 178, 208, 254, 278, 282. ayet; Âl-i İmrân suresi, 102, 130, 149, 156, 200. ayetler; Nisâ suresi, 29. ayet; Mâide suresi,
35. ayet; Tevbe suresi, 119. ; İsrâ suresi, 23-39. ayetler.
40 Bakara suresi, 277. ayet; Yûnus suresi, 9. ayet; Hûd suresi, 23. ayet; Lokmân suresi, 8. ayetler.
41 Tâ-Hâ suresi, 112. ayet.
42 Hucurât suresi, 9. ayet; Bakara suresi, 178. ayet; Tahrîm suresi, 8. ayetler.
70
III. ÜNİTE: İMAN, BİLGİ ve AMEL
Hariciler, Mutezile ve Şia gibi âlimler de ameli, imanın bir parçası saymışlardır. Onlara göre iman;
kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve amelin toplamıdır. Selef âlimlerinin Hariciler, Mutezile ve Şia’dan bu
konudaki farkı, onlar gibi amelî imanın vazgeçilmez parçası görmeyip, imanın olgunluğunun şartı
saymalarıdır. Dolayısıyla onlara göre imanı olduğu hâlde günah işleyen veya ameli terk eden kişi asi
mümindir. Oysa bu kişiyi Hariciler kâfir saymış, Mutezile ve Şia ise iman-küfür arasında bir yerde/
fısk konumlandırmıştır.
Konuyu özetleyecek olursak, bir mümin; tembellikten, hevâsından veya sosyal şartlardan dolayı
ameli terk etmekle dinden çıkmaz ancak günahkâr olur. Tövbe ederek ibadete dönmedikçe de imanın
kemalini kaybetmiş ve onu tehlikeye düşürmüş olur. Tıpkı dalları uygunsuz kesilmiş ağacın güzelliğini kaybetmesi ve kuruma tehlikesiyle karşılaşması gibi.43 Başka bir deyişle iman; marifet, tasdik,
ikrar ve amelle olgunlaşır. Akide, hayat binasının plan ve projesi, amel ise bu binanın projeye uygun
bir biçimde inşasıdır. İmanı tanımlayıcı sayıp “Müslüman” ismini kimlik olarak benimsemek muazzam bir iddiada bulunmaktır. İddialar ispat ister. İman iddiası da elbette ispata muhtaçtır. Bu iddiayı
ispatlamanın tek yolu ise ameldir. Özgürlük imanın gıdasıdır. İman girdiği bir kalpte tutsak ise, onun
orada yaşama şansı azalır. İmanın özgür olduğunun göstergesi de eyleme yansıması, kendini amel
diliyle ifade edebilmesidir.44
5. İmanda Artma-Eksilme
İmanda artma ve eksilme konusu genel olarak, iman-amel ilişkisi açısından incelenmiştir. İman,
sadece kalbin tasdiki, yalnız dilin ikrarı veya kalbin tasdikiyle beraber dilin ikrarı olarak tanımlandığında iman, artma ve eksilme kabul etmez. Amel imanın bir cüzü/parça kabul edildiğinde onda artma
ve eksilme söz konusu olabilir.
Ehl-i sünnet kelamcılarına göre iman, inanılması gereken hususlar yönünden artmaz ve eksilmez.
Hangi seviyede olursa olsun bütün müminler, inanmakla yükümlü oldukları şartları kalp ile tasdik ve
dil ile ikrar etmekle eşittir. Bir mümin kesin ve güven duyarak bir defa tasdik etmişse artık imanında
artma ve eksilme olmaz. Amelleri ise farklıdır ve onun karşılığını verecek olan da Yüce Allah’tır. Bir
kimse iman esaslarının hepsini kabul edip de bir veya bir kaçına inanmasa iman etmiş sayılmaz. Bu
durumda iman gerçekleşmediğinden artması ve eksilmesi söz konusu olamaz. İmanın artması, küfrün azalmasıyla mümkün olabilir. Hâlbuki bir mümin aynı anda hem mümin hem de kâfir olamaz.
43 A. Hamdi Akseki, İslam Dini, s. 55.
44 Mustafa İslamoğlu, İman Risalesi, s. 320, 349, 350.
71
KELAM
Ehl-i sünnete göre iman, nitelik yönünden artar
ve azalır. Kişilerin imanı kuvvet ve zayıflık, kalbin
DÜŞÜNELİM
derinliklerine sinme ve yüzeysel olup olmama yö-
Bir gözlem evinde araştırmacı olduğunuzu ve “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile
gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır.” “onlar…
(her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin
ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler…” (Âl-i İmrân suresinin 190-191.) ayetlerini dikkate alarak
gök cisimlerini gözlemlediğinizi farzedin. Bunun imanınızın artmasına katkı
sağlayıp sağlamayacağını düşünün.
nüyle farklıdır. Bazılarının imanı düşünmeye bağlı
bilgi ve inanç/ilme’l-yakîn seviyesindedir. Diğer
bazılarının imanı görmeye dayalı bilgi ve inanç/
ayne’l-yakîn düzeyindedir. Bazılarının da yaşamaya, gönülden duymaya ve iç tecrübeye dayalı bilgi ve inanç/hakka’l-yakîn seviyesindedir. Nitekim
Hz. İbrahim ölüleri nasıl dirilttiğini göstermesini
Allah’tan istemiş, Allah’ın “…yoksa inanmadın
mı?” sorusuna “…inandım fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim)…”45 cevabını
vermiştir.46
Hariciler, Mutezile ve Selefîlere göre iman, nicelik ve nitelik açısından artar ve eksilir. Bu durumda, işlenen iyi fiillerle iman artarken, günahlarla eksilmektedir. Onların, bu konudaki fikirlerini
desteklediği ayetlerden biri şöyledir: “…İman edenlere gelince (her inen sure) daima onların
imanlarını arttırır...”.47 Ehl-i sünnet ‘Bu ayetlerdeki imanın artışı, tasdik yönünden değil, amel ve
itaatin kalbe tesiri yönündendir. İşlenen günahlar yüzünden itaatin kalbe tesir etmemesi de imanın
eksilmesidir.’ şeklinde yorumlamıştır.
Canlı bir organizma olan insanda meydana gelen imanın, tabiatı gereği canlı bir yapısı vardır.
İnsanla beraber gelişir, olgunlaşır veya zayıflar. Hareketli bir yapı taşır. İman, geçmişte bir defa gerçekleşmiş tasdik ve ikrar olarak bırakılmamalı, bütün bir ruh ile her gün yenilenmelidir.48 Nitekim
yaptığımız bütün ibadetler, iyilikler, Allah’a hamt ve şükürler, iman ahdimizi yenilemenin göstergeleridir. Mümin bütün bu salih amellere sarıldıkça imanını daha da kuvvetlendirmekte, terkettikçe de
zayıflatmaktadır.
45 Bakara suresi, 260. ayet.
46 Heyet İlmihâl, C 1, s. 74.
47 Tevbe suresi, 124. ayet.; Fetih suresi, 4. ayet.; Enfâl suresi, 2. ayet; Ahzâb suresi, 22. ayet; Müddessir suresi, 31. ayet; Âl-i İmrân
suresi, 173. ayet.
48 Hülya Alper, İmanın Psikolojik Yapısı, s. 65.
72
III. ÜNİTE: İMAN, BİLGİ ve AMEL
ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM
A. Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız.
1. İmanın lügat ve terim manalarını açıklayınız.
2. Tasdik, ikrar ve inkar ne demektir? Yazınız.
3. İman ile bilgi arasındaki ilişkiyi kısaca açıklayınız.
4. Ehl-i sünnet ve Mutezile kelam ekollerinin iman-amel ilişkisi hakkındaki görüşlerini kısaca özetleyiniz.
5. İmanın artması ve eksilmesinin hangi durumlarda mümkün olup olmadığını açıklayınız.
B. Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru seçeneklerini işaretleyiniz.
1. Aşağıdakilerden hangisi iman ile ilgili olarak söylenemez?
A) İmanın lügat manası, sözü onaylamak, güven vermek, güvende olmaktır.
B) İman, peygamberimizin Allah’tan getirdiklerini kalp ile tasdik ve dil ile ikrardan ibarettir.
C) İman için, kalbin tasdiki olmaksızın sadece dilin ikrarı yeterlidir.
D) Kalbi imanla dopdolu iken bir zorunluluk sonucu diliyle inkâr etmek imanı kaybettirmez.
E) Taklidi imana sahip mümin, dinî ve akli delillerle imanını güçlendirmekle yükümlüdür.
2. Aşağıdakilerden hangisi münafık ile ilgili olarak söylenemez?
A) Münafık, kalbi inkâr ettiği hâlde diliyle Müslüman olduğunu söyleyen kimsedir.
B) Münafığın öne çıkan yönü, yalancı olmasıdır.
C) Allah’ı aldatmaya çalışmak, gösteriş yapmak ve yardıma engel olmak münafıkların diğer
özelliklerindendir.
D) Diliyle Müslüman olduğunu söylemesine rağmen münafıkları tespit etmek mümkündür.
E) Münafıklar cehennemin en alt tabakasında cezalandırılacaklardır.
3. Aşağıdakilerden hangisi şirk ve müşrik hakkında doğru bilgiyi içermemektedir?
A) Allah’ın varlığına inanan fakat ona ortak koşan kişiye müşrik denir.
B) Allah müşrikleri, kâfirlerin iki grubundan birisi olarak saymıştır.
C) Müşrik; Allah’ın zat, sıfat, fiil ve isimlerinde ona eş isnat etmektedir.
D) En büyük günah, Allah’a ortak koşmaktır.
E) Allah’a ortak koşan büsbütün sapıtmıştır, iman da etse asla bağışlanmaz.
C. Aşağıda verilen cümlelerdeki boşlukları verilen uygun ifadelerle doldurunuz.
(aklî, günah, küfür, iman)
1. Naklî/vahyî bilgi ve taassuptan arınmış……….bilgi, imanın kökleşmesinde birbirinin yardımcısıdır.
2. Amel ………… ‘ın parçası değildir. Ancak onu güçlendiren bir unsurdur.
3. Dinî esasları açıkça inkâr etmek, beğenmemek, önemsememek ve değersiz saymak.................dür.
73
KELAM
IV.ÜNİTE
ALLAH’IN VARLIĞI VE BİRLİĞİ: TEVHİT
ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM
1. Tevhit kelimesinin anlamını sözlüklerden araştırınız.
2. İhlâs suresini meal veya tefsirlerden okuyarak geliniz.
3. Allah’ın “Kıyam bi Nefsihi” sıfatı ne anlama gelir? Araştırınız.
4. Dua ederken Allah’ın hangi isimlerini kullanıyorsunuz? Belirtiniz.
5. İnsanın zor zamanlarında Allah’ı anması size ne ifade ediyor? Açıklayınız.
74
IV. ÜNİTE: ALLAH’IN VARLIĞI ve BİRLİĞİ: TEVHİT
1. Allah’ın Varlığı ve Birliğinin Delilleri
İnsan, Allah’ın varlığına ve birliğine inanmanın kendi
DÜŞÜNELİM
hayatındaki yerini ve önemini çok iyi kavramalıdır. Allah’ın
Allah’ın varlığını
varlığının ve sıfatlarının yaratılmış olan şeylerle ilgili olarak
ispat etmeniz gerekinsan hayatında bir karşılığı vardır. Bu yüzden; bakan, bakseydi ne derdiniz?
tıklarını gören ve gördükleri üzerinde düşünen insan için
Düşününüz.
Allah’ın varlığı ve birliği çok açıktır. Kur’an’da Allah’ın varlığına ve birliğine inanma ona gönülden bağlanma mümin olmanın temel şartıdır. Tevhit, İslam dininin özünü oluşturur. İslam dininde de tevhit inancının kesin
bilgiye dayalı olarak temellendirilmesi gerekir.
Kur’an’ın iniş süreci, “Yaratan Rabb’inin ismiyle oku.”1
ayetiyle başlamıştır. Bu okuma, indiriliş süreci devam eden
“kitab”ın ayetlerini takip etmek anlamına geldiği gibi yaratılışa
şahitlik etmek anlamına da gelir. Böylece insandan, yaratılmış
olanlardan hareketle bir yaratıcının varlığını ve büyüklüğünü
kabul etmesi beklenir. Nuh suresinin 13. ayetinde, evrende var
olan nimetlerin Allah’ın yaratmadaki üstünlüğünü açıkça ifade
ettiği vurgulanarak şöyle buyrulmuştur:
YORUMLAYALIM
Allah’ın birliğine inanmak insan hayatına nasıl
etki eder? Yorumlayınız.
“‫ِﷲِ َوَﻗﺎ ًرا‬
‫ﻮن‬
َ ‫” َﻣﺎ ﻟَ ُﻜ ْﻢ َﻻ ﺗَـ ْﺮ ُﺟ‬
“Size ne oluyor ki, Allah’a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz?”
Evren, insanın yaşantısını sürdürmesine imkân verecek şekilde yaratılmış bilinçli bir tasarım harikası
ve bir sanat eseridir. Allah, kendi varlığının ve birliğinin delillerini gerek insanın nefsinde gerekse tabiatta göstermiş ve bunların üzerinde düşünülmesini istemiştir. Başka bir ifadeyle Kur’an’da, insan da dâhil olmak üzere evrende Allah’ın yarattığı
her şeye “ayet” denilmiştir. Bu konuda, “Göklerde ve yerde nice ayetler, işaretler var ki, onlar
(üzerinde düşünmeden) sırtlarını çevirerek yanlarından geçip giderler! Onların çoğu, Allah’a
ortak koşmadan bir türlü inanmazlar.”2 buyrulmuştur.
Evrendeki her şey, Allah’ın varlığına ve birliğine işaret etmesi açısından bir delildir. Bu yüzden
Allah; insanın yaratılışı, yağmurun ölü toprağı canlandırması, içilen su, tutuşturulan ateş, göklerin
ve yerin yaratılışı, güneş ve ay, bulutlar, rüzgâr, denizde seyreden gemiler ve gece ile gündüzün
birbiri ardınca gelişi örneklerinde olduğu gibi insanı yaratılışa tanıklık etmeye çağırır.3 İnsanın,
âlemi yaratan yüce bir gücün varlığına şahit olması beraberinde kendi tutum ve davranışlarını
kontrol etmesini sağlar.
1 Alak suresi, 1. ayet.
2 Yûsuf suresi, 105, 106. ayetler.
3 Vâkıa suresi, 57–72. ayetler, Bakara suresi, 164. ayet, Hac suresi, 5. ayet.
75
KELAM
Rengi, dili, ırkı, dini, mezhep ve
DEĞERLENDİRELİM
meşrebi farklı olmasına rağmen yeryüzünde yaşayan insanların büyük çoğun-
“Göklerin ve yerin yaratılışında,
luğu yaratıcı bir gücün varlığında itti-
gece ile gündüzün birbiri ardınca
fak etmiş, kendi dillerince ona bir isim
gelip gidişinde selim akıl sahipleri
vermiş4 ve onu kabullenmişlerdir.5 Her
için elbette ibretler vardır. Onlar ki ayakta
asırda insanlar, varlık ve olaylara baka-
dururken, otururken ve uyumak için uzan-
rak evreni yaratan ve kontrolü altında
dıklarında Allah’ı anar (ve) göklerin ve ye-
tutan üstün bir kudretin mevcudiyetini
rin yaratılışı üzerinde inceden inceye düşü-
kavramaya ve kanıtlamaya çalışmışlar-
nürler ve şöyle derler; ‘Ey Rabbimiz! Sen
dır. Kur’an’da, “Kesin inanmak isteyenler için yeryüzünde birçok deliller
vardır. Bizzat kendi varlıklarınızda
bunları(n hiç birini) anlamsız ve amaçsız
yaratmadın. Sen yücelikte sınırsızsın! Bizi
ateşin azabından koru!’”
da böyle deliller vardır. Hâlâ gör-
(Âl-i İmrân suresi, 190, 191. ayetler.)
meyecek misiniz?”6 buyrulmuştur. Bu
Yukarıdaki ayeti yaratılış üzerinde düşünüp
anlamda Kelam ilminin en temel amaçlarından biri Allah’ın varlığını ispat etmektir. Allah’ın var olması bir zorunlu-
insanın dünyasını anlamlandırması açısından
değerlendiriniz.
luk olarak görüldüğü için bu konudaki
çalışmalara “İspat-ı Vacip” denilmiştir.
Bu delillerden bazıları şunlardır:
a. Hudûs Delili
Hâdis, sözlükte “Yok iken sonradan var olan şey” anlamındadır. Çoğulu hudûstur. Sonradan meydana gelen,
YORUMLAYALIM
dolayısıy­la yaratılmış olan şeye hadis,
“Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa
kendileri mi yaratıcıdırlar?”
onun yara­tıcısına da muhdis denir.
Evren, her şeyiyle sonradan meydana
gelmiş (hadis) bir varlıktır. Buna göre
evrenin yaratılmış olmasından hareketle bir var edicinin (muhdis) bulun­ması
aklî bir zorunluluktur.
(Tûr suresi, 35. ayet.)
Yukarıdaki ayeti hudûs delilini dikkate alarak
yorumlayınız.
4 İsrâ suresi, 110. ayet.
5 Bekir Topaloğlu, İsbat-ı Vacip, s. 110.
6 Zâriyât suresi, 20, 21. ayetler.
76
IV. ÜNİTE: ALLAH’IN VARLIĞI ve BİRLİĞİ: TEVHİT
Hiçbir şey kendiliğinden meydana gelmemiştir. Kur’an’da yer
alan, “Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar?”7 ayeti buna delildir.
Kur’an’da; arının, insanın, devenin, göğün, dağların ve yeryüzünün yaratılışı örnek verilerek Allah dışında kimsenin bir sinek bile
yaratamayacağı bildirilir.8 Bir kitabın kendi kendine yazılamayacağı ya da bir binanın bir yapıcısı olmadan durup dururken ortaya
çıkamayacağı gibi kâinat da bir yaratıcı olmadan meydana gelemez. Meydana getirilen şeylerin sonsuza kadar kalamayacağı da
bellidir. Nitekim sonu olan şeylerin mutlaka bir başlangıcı vardır.
Her başlangıç ise bir başlatana ihtiyaç gösterir. Bu durumda kendi
kendini yaratamayacak olan âlemi yaratan Allah’tır. Bunu şu şekilde de ifade edebiliriz: Âlem, sonradan meydana gelmiştir ve sonradan meydana gelen her şeyin bir
yaratıcısı vardır. O hâlde âlemin de bir yaratıcısı vardır ki o da Allah Teâlâ’dır.
b. İmkân Delili
Varlığı zorunlu olup yokluğu düşünülemeyen
sadece Allah’tır ki bu yüzden ona “Vâcibu’lÖRNEKLENDİRELİM
Vücûd” denilmiştir. Allah’ın varlığı kendi zatıAllah (c.c.), Kur’an’da Tânın gereğidir ve yokluğu düşünülemez. O, var
Hâ suresinin 114. ayetinde
olmak için başka bir sebebe muhtaç değildir.
insana, “…Rabb’im ilmimi arttır.”
Onun dışında var olan her şey aynı zamanda yok
şeklinde dua etmesini öğütlemiştir. Bu
olur. Yokluğu kabul edene ya da var olmak için
ayetle ilişkili olarak felsefe, psikoloji ve
başka bir sebebe ihtiyaç duyana da “mümkün”
tabiat alanında bilgi sahibi olmak imandenir. Mümkün olan varlığın var olması da yok
la ilgili konuların daha iyi kavranabilolması da imkân dâhilindedir. Evren, her şeyiyle
mesi açısından nasıl katkı sağlayabilir?
mümkün bir varlıktır. Kendisini varlık sahasına
Örneklendiriniz.
çıkaracak bir yaratıcıya muhtaçtır. Sonsuz sayıda seçeneklerin içinden çıkıp evrenin bu mevcut
şeklini alması bir tercihin sonucudur. Evrenin varlığını, yokluğuna tercih edecek bir var edici olmak
zorundadır. Bu yüce kudret şöyle de tanımlanabilir; Âlem, içindeki her şeyle beraber mümkün bir
varlıktır ve her mümkün, kendisini var eden bir vacibe ihtiyaç duyduğuna göre de bu vacip, varlığı
zorunlu olan Allah’tır.
c. Kemal Delili
Allah dışında hiçbir şey mükemmel değildir. Kur’an’da onun yüce sıfatları söz konusu edilmiştir.
Yetkinlik ve kusursuzluğa dair nitelikler yalnızca Allah’a aittir. Bunun karşısında evrendeki her şey,
bir yönüyle eksiktir ve kemale doğru bir özlem duyar. Örneğin; güzel ahlak, şeref, gibi duygularla
olgunluk, yetkinlik ve sonsuzluğa ulaşma düşüncesi, üstün ve kemal sahibi bir varlığa ulaşma arzusundan kaynaklanır. Ayrıca insandaki sonsuzluk arzusu ve ölümsüzlük isteği onun sonlu olan şey7 Tûr suresi, 35. ayet.
8 Mü’minûn suresi, 12-14. ayetler; Gâşiye suresi, 17-20. ayetler; Hac suresi, 70. ayet.
77
KELAM
lerle tatmin olmadığını gösterir. Bu sonsuzluk ve kemal düşüncesi
insana ne kendisinden ne de dış âlemden gelebilir. Çünkü her ikisi
de eksik ve sonludur. Bütün vasıflarıyla kemal derecesinde olan
bir yaratıcı olduğu düşüncesi ve buradan hareketle kemale ulaşma
isteği Allah’ın varlığının bir delili olduğu gibi sonsuzluk fikri de
ona işaret eder ve bizi şu sonuca götürür; Ben kâmil (yetkin) ve
ebedî bir varlık olmadığım hâlde bu düşünceye sahibim. Bu fikrin
bana kendi benliğimden gelmesi ise mümkün değildir. Öyleyse bu
düşünce kemal sahibi ve ebedî bir varlıktan geliyor olmalı ki o da
Allah Teâlâ’dır.
YORUMLAYALIM
“İşte böylece İbrahim’e göklerdeki ve yerdeki hükümranlığı ve nizamı
gösteriyorduk ki kesin ilme erenlerden olsun. Üzerine gece karanlığı basınca, bir yıldız gördü. ‘İşte Rabbim!’ dedi. Yıldız batınca da, “Ben öyle batanları sevmem.’ dedi. Ay’ı doğarken görünce de, ‘İşte Rabb’im!’ dedi. Ay da batınca,
‘Andolsun ki, Rabb’im bana doğru yolu göstermezse, mutlaka ben de sapıklardan
olurum.’ dedi. Güneşi doğarken görünce de, ‘İşte benim Rabb’im! Bu daha büyük.’
dedi.’ O da batınca (kavmine dönüp), ‘Ey kavmim! Ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Ben, hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri
yaratana döndürdüm. Ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim.’ dedi.”
(En’âm suresi, 75–79. ayetler.)
Yukarıdaki ayetleri, Hz. İbrahim’in arayışı ve çevresine vermek istediği mesaj açısından
yorumlayınız.
d. Gaye ve Düzen Delili
İslam dinine göre evreni ve içindeki her şeyi
yaratan Allah’tır. Evrendeki varlıkların hiçbiri
gereksiz, gayesiz ve boşuna yaratılmamıştır.9
Allah, kâinatı yaratmasının yanı sıra yarattığı
şeylere bir ölçü ve hedef belirlemiştir.10 Her şeyin yaratılmasının bir sebebi ve hikmeti vardır
ki buna “gaye” denir.
9 Kıyâmet suresi, 36. ayet; Enbiyâ suresi, 16. ayet.
10 Tâ-Hâ suresi, 50. ayet.
78
IV. ÜNİTE: ALLAH’IN VARLIĞI ve BİRLİĞİ: TEVHİT
Evrende var olan bütün varlıklar; bir ölçü, düzen
ve uyum içinde hareket ederler. Yaratılan hiçbir şey
başıboş olmayıp kendisi için belirlenmiş bir amaca
doğru yol alır. Örneğin bütün yaratılmış varlıkların insana hizmet etmek için planlandığı rahatlıkla
gözlemlenebilir. Kur’an’da yaratılışta bir kusur ve
eksiklik olmadığı ifade edilmiştir.11 Örneğin, Kamer suresinin 49. ayetinde, “Gerçekten biz, her
şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.” buyrulur. Bu
anlamda âlemde harikulade bir ahenk ve uyum
vardır.12 Yeryüzündeki varlıklar belli bir sistemin
devam etmesi için birbirlerinin yaşantısına destek
verip yardım etmektedir. İnsandan hayvana, bitki-
FİLM İZLEYELİM
Evrendeki varlıkların
oluşumunun yanı sıra onlardaki düzen ve uyumu anlatan bir film/
slayt izleyerek aşağıdaki sorulara cevap
arayınız.
-Varlıktaki uyum ve düzen bize neyi
göstermektedir.
-Bu oluşumda tesadüfe yer var mıdır?
-Varlıktaki bu uyumlu süreç bize
Allah’ın birliğini nasıl gösterir?
lerden en küçük organizmalara kadar hiçbir şey
gelişi güzel hareket etmez. Beslenmelerini, barınmalarını ve korunmalarını belli bir sistem ve plan
içinde gerçekleştirirler. Güneş, ay ve diğer yıldızlar belli bir ahenk içindedirler. Dağlar, ormanlar ve
bitkiler, yaşam kaynağı oksijeni sağlayıp havayı
temizlerler, bitkiler hayvanlara besin kaynağı olur,
onlar da bitkilerin bir anda yeryüzünü kaplayıp sarmasını önlerler. Evren ve evrendeki düzenin kendiliğinden veya şuursuz maddeler eliyle gerçekleştiği düşünülemez. Varlıklar arasındaki bu karşılıklı
yardımlaşma ve dayanışmalar bilinçli bir tasarıma
işaret etmektedir. Çünkü gayeli olarak yapılan her
iş onu planlayan bir gücün varlığını gerekli kılar.
Örneğin Kur’an’da, “Sizin Rabb’iniz kim, ey
Musa?” sorusuna Hz. Musa’nın cevabı şöyle olmuştur; “Rabb’imiz, her şeye yaratılışını (varlığını ve biçimini) verip sonra onu doğru yola
ileten (yaratılış gayesine uygun yola yönelten)
DEĞERLENDİRELİM
“Yeryüzünde
birbirine komşu kara parçaları,
üzüm bağları, ekinler; bir kökten çıkan çok gövdeli ve tek gövdeli hurma
ağaçları vardır ki hepsi aynı su ile
sulanır. Ama biz ürünleri konusunda
bir kısmını bir kısmına üstün kılıyoruz. Şüphesiz bunda aklını kullanan
bir kavim için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.”
(Rad suresi, 4. ayet.)
“Allah’ın rahmetinin eserlerine (bir)
bak! Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl
diriltiyor. Şüphe yok ki o, ölüleri de elbette diriltecektir. O, her şeye hakkıyla
gücü yetendir.”
dir.”13 Bu cevapta olduğu gibi her şeyi belli bir dü-
(Rûm suresi, 50. ayet.)
zen içerisinde yaratan ve onlara amaç belirleyerek
Yukarıdaki ayetleri yaratılıştaki mükemmelliğin İsbât-ı Vâcib’e konu olması açısından değerlendiriniz.
yarattıkları arasında gerekli uyumu sağlayan bir
yaratıcı olmalıdır ki bu da Allah’tır.
11 Mülk suresi, 3, 4. ayetler; Ra’d suresi, 2. ayet.
12 Yasin suresi, 40. ayet; Mülk suresi, 3. ayet.
13 Tâ-Hâ suresi, 49, 50. ayetler.
79
KELAM
İnsan kendini ve çevresini tanımaya ve yaratılıştaki hikmetleri kavramaya çalışmalıdır. Bu anlamda iyi bir mümin iyi bir gözlemcidir. İnancın
kesin bir hal alması ve sahibini tatmin etmesi bu
gözlemler sonucu oluşmaktadır.14 Bu sebeple insan, sürekli olarak şahit olduğu olaylar ve eserler
üzerinde düşünmeye davet edilir.15 Yapacağı gözlemler ve düşünceler sonunda insan, belirli bir ölçü
ve denge içerisinde hareket eden âlemi var eden
bir düzenleyiciyi kabul etmek zorunda kalır. Bu
durumda şu önermede bulunmak kaçınılmazdır;
Kâinat, birbiriyle uyumlu bir sebepler ve gayeler
sistemi arz eder. Bu gaye ve düzense ancak yaratıcı
ve düzenleyici bir iradenin eseri olabilir. Öyleyse
evren, yüce bir yaratıcının eseridir ki bu da Allah
Teâlâ’dır.16
İLİŞKİLENDİRELİM
Engin denizin ortasında azgın dalgalar ve sert rüzgârlarla
çevrilmiş kaptansız bir geminin yol
almasıyla bu âlemin bir yaratıcı ve
yönlendirici olmadan idare edilmesi
arasında ilişki kurunuz.
e. Fıtrat Delili
İnsanın yaratılışı başlı başına bir sanat harikasıdır. Kur’an’da Allah’ın varlığı konusu, temiz bir
fıtrata sahip insan için oldukça tabii bir hadise kabul edilmiştir.17 Örneğin Kur’an’da insanın Allah’a
kulluk için yaratıldığı vurgulanır.18 İnsanın yaratılışındaki bu hikmet onun bütün âlemi sevk ve idare eden bir İlah anlayışından uzak kalamayacağını
gösterir. Bu anlayış, inanmanın insan için bir ihtiyaç olduğunu gösterdiği gibi bu ihtiyacı giderecek
bir yaratıcının varlığına da işaret eder.
YORUMLAYALIM
“Böylece sen, batıl olan her şeyden uzaklaşarak yüzünü kararlı bir şekilde (hak olan) dine çevir ve Allah’ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun
davran: (ki,) Allah’ın yarattığında bir bozulma ve çürümeye meydan verilmesin. Bu,
sahih (bir) din(in gayesi)dir; ama çoğu insanlar onu bilmezler.”
(Rûm suresi, 30. ayet.)
Yukarıdaki ayeti insan-fıtrat ilişkisi açısından yorumlayınız.
14 En’âm suresi. 75. ayet.
15 A’râf suresi, 185. ayet; Neml suresi, 61. ayet.
16 İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelam, s. 206.
17 Rûm suresi, 30. ayet; En’âm suresi, 63. ayet; Zümer suresi, 39. ayet.
18 Zâriyât suresi, 56. ayet.
80
IV. ÜNİTE: ALLAH’IN VARLIĞI ve BİRLİĞİ: TEVHİT
Kur’an’da yaratılış aşamasında, “Ben sizin
Rabbiniz değil miyim?” sorusuna insanın, “Evet.”
diye cevap verdiği ifade edilir.19 Bu mecazî anlatım, yaratıcıyla eseri arasındaki yakın ilişkiyi ve
insanın normal şartlarda bundan gafil kalamayacağını gösterir. Bu yüzden insan, vicdan ve idrakini;
gaflet, kibir ve inatla örtmediği sürece20 bir yaratıcının varlığına inanmakta zorluk çekmez. Her şeye
gücü yeten ve kendisine sığınılan bir yaratıcı fikri herkesin içinde vardır. Nitekim insanın yardıma ihtiyaç
hissettiği zor zamanlarında hemen her şeyden vazgeçerek Allah’a yöneldiği görülür. İnsan zorda kaldığı
her anda ona sığınıp ondan yardım ister. Bu yöneliş,
Allah’ın varlığının apaçık delillerinden sayılır.
f. Temanu Delili
Temanu, sözlükte birbirine mani olma, engelleme ve çekişme demektir. Bu delil, birden fazla
ilah olamayacağını anlatmak için kullanılır. İlah,
kendisinden daha üstün hiçbir gücün olmadığı varlık demektir. İlah’ın bu anlamı onun ortak kabul
etmeyeceğini gösterir. Kur’an’da Mü’minûn suresinin 91. ayetinde, “Onunla birlikte hiçbir ilah
yoktur. Aksi takdirde her ilah kendi yarattığını
sevk ve idare eder ve bir gün mutlaka onlardan
biri diğerine üstün gelirdi.” buyrularak bu durum
izah edilir. Birden fazla ilah olması ve onların aralarında çekişme halinin tasavvuru da mümkün değildir. Bu çekişme durumunda âlemin yok olacağı
ve düzenin bozulacağı açıktır.21 Bütün bunlar tek
bir ilah anlayışını zorunlu kılmaktadır. Kur’an’da,
“…Dikkat edin, yaratmak da, emretmek de
yalnız ona aittir…”22 buyrularak Allah’ın ortağı
olamayacağı ifade edilmiştir.
YORUMLAYALIM
“O, sizi karada ve denizde gezdirip dolaştırandır.
Öyle ki gemilerle denize
açıldığınız ve gemilerinizin içindekilerle birlikte uygun bir rüzgârla seyrettiği,
yolcuların da bununla sevindikleri bir
sırada ona şiddetli bir fırtına gelip çatar ve her taraftan dalgalar onlara hücum eder de çepeçevre kuşatıldıklarını
(batıp boğulacaklarını) anlayınca dini
sadece Allah’a has kılarak “Andolsun,
eğer bizi bundan kurtarırsan, mutlaka
şükredenlerden olacağız” diye Allah’a
yalvarırlar.”
(Yûnus suresi, 22. ayet.)
Yukarıdaki ayeti fıtrat delili olması
açısından yorumlayınız.
GRUP ÇALIŞMASI
YAPALIM
- Allah’ın varlığı ve birliğini
ispat konusuyla ilgili olarak sınıfta dört ayrı grup oluşturunuz.
- Her bir grup Kelam ve İslam felsefecilerinin ortaya koyduğu delillerden
biri üzerinde çalışsın.
- Yaptığınız çalışmaları sunu hâline
getirerek sınıfta arkadaşlarınızla paylaşınız.
Allah’ın varlığını ve birliğinin sayısız delilleri
vardır. Burada söz konusu edilenlerin yanı sıra; hareket delili, ahlak, şefkat ve merhamet delili gibi
isbât-ı vâcip konusu olabilecek pek çok delilden daha söz etmek mümkündür.
19 A’râf suresi, 172. ayet.
20 Nûr suresi, 40. ayet; Neml suresi. 14. ayet; Lokman suresi, 32. ayet.
21 Enbiyâ suresi, 22. ayet; İsrâ suresi, 42. ayet.
22 A’râf suresi, 54. ayet.
81
KELAM
2. Allah’ın Varlığı ve Birliğine İnanma
Allah’ın varlığına ve birliğine inanıp ona gönülden bağlanmak İslam inancının en temel ilkesi ve
mümin olmanın ilk şartıdır. İman, varlığı yaratan
ve ona şekil verip idare eden bir yaratıcının varlığını kabul etmektir.23 Kur’an’da, “Sizin ilahınız bir
tek ilahtır. Ondan başka ilah yoktur…”24 buyrulmuştur. İslam dininde Allah’ın birliğine “tevhit” adı verilmektedir. Tevhit, bir şeyin bir ve tek
olduğuna hükmetmek olduğu gibi Allah’ın zatını,
aklın tasavvur edeceği ve zihnin canlandırabileceği
her şeyden tenzih etmek (uzak tutmak) anlamına
da gelir.25
Tevhit, bütün iyiliklerin ve güzelliklerin kaynağının bir olduğunu anlatır ve bu yönüyle İslam
dininin özünü oluşturur. Allah, dinde ayrılığa düşmemizi istememiştir. Gönderdiği elçilerin tamamı
iman açısından aynı ilkeler üzerinde durmuştur. Bu
anlamda tevhit, hakikatin bir ve evrensel olduğunu
gösteren peygamberler tarihinin bir özeti gibidir.26
Bütün insanları tek bir yaratıcının kulu olarak
görmek insanları ayıran ya da ayrıştıran suni engellerin ortadan kalkması anlamına gelir. Nitekim
PAYLAŞALIM
“Allah size bir örnek
olay anlatmaktadır: Tümü
birbiriyle ihtilaflı birçok
ortağı olan kimsenin emrindeki adam
ile tamamen bir kişiye bağlı bulunan
adam(ın durumu); içinde bulundukları şartlar açısından bu iki adam
eşit olabilir mi? (Hayır,) bütün övgüler (yalnız) Allah’a mahsustur; fakat
çoğu bunu anlamaz.”
tek ve her şeye hâkim olan Allah inancı, hayatın
(Zümer suresi, 29. ayet.)
bir bütünlük içinde kavranmasını da sağlar. Allah
Yukarıdaki ayette vurgulandığı gibi
“Tevhit ve bunun insan ve tabiattaki
yansımaları” konusunda Kur’an, hadis
ve görsel materyallerden yararlanarak
bir sunu hazırlayıp sınıfta arkadaşlarınızla paylaşınız.
inancının insanın bilinç dünyasından çıkması ya
da yanlış bir anlam kazanması insan hayatındaki
anlam ve gayenin yok olması demektir. Tek olan
Allah inancı; yaratılışın amacı ve hayatın anlamı
ile ilgili olarak insanın sorduğu sorulara anlamlı
bir bütün içinde cevaplar bulmasını sağlar. Böylece mümin, tek bir ilah tarafından evrenin bir uyum
ve düzen içerisinde hareket ettiğini kavrar. Bu işleyişin bozulmamasına özen gösterir. Kendisine ve
çevresine zarar verebilecek şeylerden uzak durur. Yaratılan şeylere saygı duymak ve onların sağlıklı
23 Âl-i İmrân suresi, 6. ayet; Mü’minûn suresi, 14. ayet.
24 Bakara suresi, 163. ayet.
25 Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi (Giriş), s. 45, İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelam, s. 260.
26 Mevlüt Uyanık, Tevhit, Kâinatın Dili, s. 141, 142.
82
IV. ÜNİTE: ALLAH’IN VARLIĞI ve BİRLİĞİ: TEVHİT
işleyişine katkı sağlamak inanan bir kişi için önemli bir sorumluluktur. Ayrıca insanın yaratılmış
olması yönüyle kendisine ve çevresine verdiği değer bütün evren için bir güvenlik ve barış ortamı
oluşturur. Tevhit inancı, insanın yaratılışına uygun hareket etmesidir. Çünkü insan fıtratı, tek bir ilah
inancını kabule uyumlu olarak yaratılmıştır. Bu yaklaşım kişinin şahsiyet bütünlüğünü koruması
açısından önemlidir.
Tevhit, insanın güven duygusunu geliştirir. Bir
ÖRNEKLENDİRELİM
olan Allah’a iman, aynı zamanda emniyette olmak
Allah’ın bir kabul edilmeanlamına gelir. İnsan, Allah’ın emirlerini yerine
sinin
adalet ve eşitlik açısıngetirip yaratılış gayesine uygun hareket ettiğinde
dan nasıl etkileri olabileceğikendisini güvende hisseder. Buna göre Rabb’ine
ni örneklendiriniz.
duyduğu güven sayesinde mümin çok çalışması
gerektiğini ve emeklerinin semeresini mutlaka alacağını bildiği için hiçbir şart altında iyilik yapmayı terk etmez. Tevhit inancı, insanlar arasında eşitlik
ve adalet duygusunu da besler. Örneğin üstünlüğü/yüceliği sadece Allah’a has kılarak insanlar arasında eşitlik esasını getirir. Bütün insanlar tek bir ilahın kulu olarak Âdem’in çocuklarıdır ve hiçbir
insan yaratılış bakımından diğerinden üstün değildir. Üstünlük sadece takvâ iledir. Yani sorumluluk
bilinci ve bu bilinç doğrultusunda iyilik yapmakla oluşur. En iyi insan, en üstün insandır. Nitekim
toplumsal barış ve refah, insanlar arasında adalet ve eşitliğin sağlanmasıyla oluşur.
Tevhit, insanı özgürleştirir. İnsanı kötülükDEĞERLENDİRELİM
“Halis inancın yalnız
Allah’a yönelmesi gerekmez mi? Ondan başkasını
dost ve koruyucu edinenler, ‘Biz bunlara sırf bizi Allah’a
daha çok yaklaştırsınlar diye kulluk
ediyoruz!’ (derler). Şüphesiz Allah,
(Kıyamet Günü) onlar arasında (hakikatten saptıkları) her konuda mutlaka hüküm verecektir, çünkü Allah,
(kendi kendine) yalan söyleyen ve
inatla nankörlük yapan hiç kimseyi
rahmetiyle doğru yola ulaştırmaz!”
(Zümer suresi, 3. ayet.)
Yukarıda verilen ayetten hareketle
şirk anlayışını ve yol açabileceği olumsuz sonuçları değerlendiriniz
lerden uzaklaştırır. Yaşamında Allah’tan başka
hiçbir gücün etkisi olamayacağını bilmek insan
açısından oldukça rahatlatıcıdır. Eşi, benzeri
olmayan ve kendisine ortak tanımayan bir ilah
tasavvuru insanı sahte ya da sanal güç telakkilerine bağımlılıktan kurtarır. İnsanı özgürleştiren bu özelliği yüzünden Kur’an ayetleri
Allah’ın varlığından daha çok birliği üzerinde
durmuştur. Nitekim Kur’an’da yaratılışı ve evrendeki uyumlu işleyişi kimin gerçekleştirdiği
ile ilgili sorulara insanların her defasında “Allah” diye cevap verdikleri hatırlatılır.27 Ancak
insanlar bu cevaplarının gereğini yerine getirmedikleri ve tevhide aykırı hareket ettikleri
için uyarılırlar. Bu yüzden onun eşi, benzeri ve
ortağı olmadığı ısrarla ifade edilerek Allah’ın
kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaya-
27 Zuhruf suresi, 87. ayet; Müminûn suresi, 84-89. ayetler; Zümer suresi, 38. ayet.
83
KELAM
cağı bildirilmektedir.28 Allah’a ortak koşmak
onunla beraber başka bir varlığa aynı vasıfları vermek demektir. Bunun belirli bir yer, put,
ARAŞTIRALIM
dışında bu yetkin sıfatları kendinde topladığı
“Güzel iş yapanlara (karşılık olarak) daha güzeli ve
bir de fazlası vardır.”
düşünülen her tasavvur, insanın onun karşısın-
(Yunus suresi, 26. ayet.)
da küçülmesi anlamına gelir. Hâlbuki insan,
Yukarıdaki ayette “…bir de fazlası
vardır.” sözünden ne kastedilmiş olabileceğini araştırınız.
hayvan veya şahıs olması fark etmez.29 Allah
Allah’ın yarattığı en şerefli varlık olarak kendi
eliyle oluşturduğu güçler önünde saygınlığını
yitirmemelidir.
Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmiş ve bu imanın gereğini yerine getirmiş olanlar için sayısız mükâfatlar vaat edilmiştir. Şüphesiz bu ödüllerin en önemlisi, Allah’ın ahirette keyfiyetsiz bir
şekilde görülmesidir. Bu görünüş, insan aklına gelebilecek her türlü vasıf ve şekillerden hiçbirine
benzemeyen bir şekilde gerçekleşecektir. Kur’an’da, “O gün bir takım yüzler Rablerine bakıp
parıldayacaktır.”30 buyrulmuştur. Bu ayet ahirette, Rabb’in kendisini inanan kullarına göstereceğini
ifade eder. Şüphesiz bu inananlar için büyük bir mükâfat olacaktır.
3. Allah’ın Sıfatları
Allah, gönderdiği peygamberler ve kitaplarla da kendini tanıtmış, varlığını ve birliğini
vurgulamıştır. Kur’an’da onun doğru tanınmasının önemi üzerinde hassasiyetle durulur. Allah, kendisi hakkında zanda bulunulmasını hoş
karşılamaz.31 Bu yüzden onu kendisini tanıttığı
DEĞERLENDİRELİM
Aşağıdaki ayeti Allah hakkında
bilgi sahibi olmak açısından değerlendiriniz.
gibi doğru tanımak gerekir.32 Aziz ve celil olan
Allah, duyu organlarıyla idrak edilemez. Benzeri, eşi ve dengi bulunmadığından herhangi
bir şekilde tahmin ve tasavvur da edilemez.
Çünkü o yarattıklarının hiçbirine benzemez.
Ona ait yetkin ve kusursuz sıfatlar başkalarına da verilemez. O, sıfatlarıyla ve eserleriyle
tanınır. Bu yüzden Kur’an’da Allah’ın sıfatları sıkça geçer.
“İnsanlardan kimi; bir bilgisi, bir
yol göstereni, ve (vahye dayanan)
aydınlatıcı bir kitabı olmadığı hâlde
Allah hakkında tartışır.”
(Hac suresi, 8. ayet.)
28 Nisâ suresi, 48. ayet.
29 Ra’d suresi, 16. ayet.
30 Kıyâmet suresi, 22, 23. ayetler.
31 Fetih suresi, 6. ayet; Fussilet suresi, 22, 23. ayetler; A’râf suresi, 169. ayet.
32 En’âm suresi, 91. ayet.
84
IV. ÜNİTE: ALLAH’IN VARLIĞI ve BİRLİĞİ: TEVHİT
A. Subûti Sıfatlar:
Allah’ın; hayat, ilim, semi, basar, kudret, irade, kelam ve tekvin sıfatlarına subûti sıfatlar denir.
Subûti sıfatlar, Allah’ın “ne olduğu” ile ilgilidir. Bu sıfatları bilmek onu tanımak açısından önemlidir.
1. Hayat
Hayat sıfatı, Allah’ın diri ve canlı olduğu anlaNOT EDELİM
mına gelir. O, sonu olmayan ebedî bir varlık ola“Sen, o ölümsüz ve daima
rak ölümsüzdür. Allah’ın hayatı, yarattıklarında
diri
olana (Allah’a) güven…”
olduğu gibi geçici değildir. Varlığının kaynağı yine
kendisidir. Hiç ölmeyen ve kendi kendine yeten bir
(Furkân suresi, 58. ayet.)
yaratıcı olması ona olan güveni arttırır. Hayat sahibi olan Allah, aynı zamanda hayat verendir. Bize yaşamamız için gerekli her şeyi veren, yaratan,
öldüren ve yeniden diriltecek olan odur. Her şey, canlılığını ona borçludur. Nefes almamızı, sağlıklı
olmamızı ve ihtiyaç duyduğumuz diğer şeyleri sağlayan odur. O, bütün yaşamın kaynağıdır.
2. İlim
İlim sıfatı, Allah’ın her şeyi bildiği anlamına
gelir. Hiçbir şey ona gizli kalmaz. O, ilmiyle her
DEĞERLENDİRELİM
şeyi kuşatır. O, her şeyi hakkıyla bilir ve onun ilmi
“De ki: ‘İçinizdekini gizhiçbir şeyle sınırlandırılamaz. Kur’an’da, “Gökleseniz de, açığa vursanız
lerdeki ve yerdeki her şeyi Allah’ın bildiğini
da Allah onu bilir. Zira o,
görmüyor musun? Üç kişi gizlice konuşmaz
göklerdeki ve yeryüzündeki her şeyi
ki, dördüncüleri o olmasın. Beş kişi gizlice kobilir...’ ”
nuşmaz ki altıncıları o olmasın. Bundan daha
(Âl-i İmrân suresi, 29. ayet.)
az yahut daha çok da olsalar nerede olurlarsa
olsunlar o mutlaka onlarla beraberdir. Sonra
Yukarıdaki ayetin vermek istediği
onlara yaptıklarını kıyamet günü haber veremesajı arkadaşlarınızla değerlendiriniz.
cektir. Allah, her şeyi hakkıyla bilir.”33 buyrulmuştur. İnsanların ilim adına bildikleri her şeyi yaratan ve onları anlama, öğrenme ve ifade etme kabiliyetleriyle donatan odur. Sahip olduğumuz bütün
ilmî veriler onun bize bir lütfudur. Kur’an’da insana verilen nimetlerle ilgili olarak “…Rabbinizin
nimetlerini hatırlayıp ‘(Bütün) bunları bizim hizmetimize veren o ne yücedir, çünkü (o olmasaydı) biz bunları elde edemezdik.’ (demelisiniz).” diyerek şükretmemiz istenmektedir. Bu ayetin
devamında, “Biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz.”34 denilir. Bu anlamda insanın sahip olduğu bilgiyi ve imkânları nasıl kullandığıyla ilgili olarak hesap vereceğine dikkat çekilmiştir. Allah, her şeyi
bildiği için insanların yaptıklarına karşılık mükâfat veya ceza verecek olan da odur.
3.Semi
Semi sıfatı, Allah’ın her şeyi işittiği anlamına gelir. Hiç bir şey ona gizli kalmaz. O, hiçbir maddi
araca ihtiyaç duymadan her şeyi duyar. O’nun işitmesine hiçbir şey engel olamaz. Allah’ın her şeyi
33 Mücadele suresi, 7. ayet.
34 Zuhruf suresi, 13, 14. ayetler.
85
KELAM
işittiğini bilmek, kişinin ifade ve söylemlerini kontrol etmesini sağlar. Kur’an’da, “Onlar
yaptıklarını insanlardan gizleyebildiler ama
Allah’tan gizleyemezler; çünkü gecenin karanlığında, Allah’ın tasvip etmediği düşünce ve inançları her ne zaman konuşsalar,
Allah onların yanı başındadır. Ve Allah onların bütün yaptıklarını (ilmiyle) kuşatır.”35
buyrulmuştur. Allah’ın her şeyi işitmesi, insanın söz ve davranışlarında dengeli ve tutarlı
olmasını, kötü söz ve düşüncelerden uzak durmasını gerektirir.
YORUMLAYALIM
“…Allah, her şeyi işitir ve
bilir.”
(Bakara suresi, 256. ayet.)
Yukarıdaki ayeti kişinin davranışlarına yön vermesi açısından yorumlayınız.
4. Basar
Basar sıfatı, Allah’ın her şeyi gördüğü anlamına gelir. Onun görmesi yaratılmışlarla kıyaslanamaz. Hiçbir şey ona gizli kalmaz ve görüş alanının dışına çıkamaz. Allah’ın her şeyi görmesi kişinin
davranışlarında dikkatli olması sonucunu doğurur. Kur’an’da, Alak suresinin 14. ayetinde kötülük
yapanlar için, “O, (kimse) Allah’ın her şeyi gördüğünü bilmiyor mu?” buyrulmuştur. Üstelik
NOT EDELİM
Allah’ın her şeyi görmesi iyilik yapmak için önemli
“…Onun görmesi de, işitbir vesiledir. Öncelikle Allah’ın bizim için yarattımesi de şayanı hayrettir (O ne
ğı nimetleri görmemiz ve bu ikram karşısında şükeşsiz bir görücü, ne eşsiz bir
retmemiz gerekir. Bununla ilgili olarak Kur’an’da,
işiticidir!)…”
“Kendiniz için her ne iyilik işlemiş olursanız,
(Kehf suresi, 26. ayet.)
Allah katında onu bulursunuz. Şüphesiz Allah
bütün yaptıklarınızı görür.”36 buyrulmuştur.
5. Kudret
Kudret sıfatı, Allah’ın her şeye kadir olduğu anlamına gelir. Onun her şeye gücü yeter. Hiçbir
şey onu aciz bırakamaz. O, hiç kimseyle de bu gücünü paylaşmaz. Bütün kâinat onun tasarrufu altındadır. Onun her şeye muktedir olması haksızlıklarla mücadele eden insana sabır, güven ve ümit
verir. Çünkü gücü ve merhametiyle iyi ve doğru olanı destekleyen odur. Bu aynı zamanda hakikatin
de güçlü olduğu anlamına gelir. Bu anlamda onun
gücü karşısında saygıyla eğilen insan hesap veBİLGİ KUTUSU
receğinden hareketle kendini kötülük yapmaktan
alıkoyar. Kur’an’da, “…O, takvaya (kendisine
karşı gelmekten sakınılmaya) layık olandır, bağışlamaya ehil olan da odur.”37 buyrulmuştur. Bu
durumda her şeye gücü yeten Rabb’imiz karşısında sorumluluklarımızın farkında olmamız gerekir.
35 Nisâ suresi, 108. ayet.
36 Bakara suresi, 110. ayet.
37 Müddessir suresi, 56. ayet.
86
“…Şüphesiz Allah her
şeye kadirdir.”
(Bakara suresi,148. ayet.)
IV. ÜNİTE: ALLAH’IN VARLIĞI ve BİRLİĞİ: TEVHİT
6. İrade
DEĞERLENDİRELİM
İrade sıfatı, Allah’ın irade sahibi olduğu anlamına gelir. O, bir şeyi yapmayı istediğinde ona sa“…Rabb’in, istediğini hakdece ”Ol.” der ve o da hemen oluverir.38 Hiçbir şey
kıyla yapandır.”
onun iradesi önünde duramaz. O dilemeden hiçbir
(Hûd suresi, 107. ayet.)
şey gerçekleşmez. Kur’an’da, Kehf suresinin 22.
Yukarıdaki ayeti irade sıfatı çerçeveve 23. ayetlerinde, “Hiçbir konuda Allah izin
sinde değerlendiriniz.
verirse (dilerse) demeden yarın şu işi mutlaka
yapacağım deme…” buyrulmuştur. Kur’an’da onun insanlar için doğru, güzel ve kolay olan şeyleri
istediği vurgulanır.39 Bu yüzden insanlar kendi iradeleriyle giriştikleri işlerde onun iradesini dikkate
almalıdırlar.
7. Kelam
Kelam sıfatı, Allah’ın konuşması anlamına gelir. O, herhangi bir maddi araca ihtiyaç duymadan
DÜŞÜNELİM
konuşur. Kur’an’a da Allah’ın sözü anlamında
“Allah, bir insanla an“Kelâmullah” denir.40 Allah’ın peygamberlerine
vahyetmesi, gönderdiği kitaplar ve yarattıklarına
cak vahiy yoluyla yahut
ilettiği ilhamlar bu kelam sıfatının sonuçlarıdır.
perde arkasından konuşur. Yahut bir
Örneğin, “…Allah, Musa ile konuştu.”41 ayeelçi gönderip, izniyle ona dilediğini
tinde belirtildiği gibi Allah, gönderdiği elçilerin
vahyeder. Şüphesiz o yücedir, hüküm
bazılarıyla konuşmuştur. Şüphesiz bu konuşmalar
ve hikmet sahibidir.”
karşılıklı değildir. Bir perde arkasından, melek ya
(Şûrâ suresi, 51. ayet.)
da vahiy aracılığıyladır. Ayrıca bütün mahlûkat birer ayet olarak yaratıcısının imzasını taşır ve bir
Yukarıdaki ayeti dikkate alarak vahmesaj içerir. Bu mesajlar, Allah’ın varlığı ve biryin geliş şekilleri üzerinde düşününüz.
liğini ifade eder. Kur’an’da, “De ki: ‘Rabb’imin
sözleri(ni yazmak) için denizler mürekkep olsa
ayrıca deniz üstüne deniz katsak yine de Rabb’imin sözleri bitmeden denizler tükenirdi.’42 buyrulmuştur. Evrendeki harikulade yaratılış onun iradesinin bir tecellisi olabileceği gibi hakikati ifade
eden bütün doğru sözler de onun kelamının bir tezahürüdür.
8. Tekvin
Tekvin sıfatı, Allah’ın yaratıcı olduğu anlamına gelir. O, bu ezelî sıfatıyla yoktan var eden ve
benzersiz yaratandır. Onun rızık vermesi ve cezalandırması gibi bütün fiilleri bu yaratma sıfatıyla
ilgilidir. Bütün âlem, onun eseridir. “Göklerde ve yerde bulunan herkes ondan ister. O, her an
yaratma hâlindedir.”43 ayeti onun her an yeni bir yaratma içinde olduğunu gösterir. Bu yaratma işi
bir defada olup biten bir şey olmayıp sürekli ve devam eden bir faaliyettir. Kur’an’da Yunus suresinin
38 Nahl suersi, 40. ayet.
39 Bakara suresi, 185. ayet; Âl-i İmrân suresi, 108. ayet; Mâide suresi, 6. ayet.
40 İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelam, s. 273.
41 Nisâ suresi, 164. ayet.
42 Kehf suresi, 109. ayet.
43 Rahmân suresi, 29. ayet.
87
KELAM
34. ayetinde, “De ki: ‘O sizin tanrılaştırdığınız
NOT EDELİM
varlıklar arasında (hayatı) yoktan var edip de
“…O, her türlü yaratmayı
sonra onu tekrar tekrar yaratan var mı?’ De
gayet
iyi bilir.”
ki: ‘(Ancak) Allah’tır, (bütün karmaşıklığıyla
hayatı) yoktan var eden ve sonra tekrar tekrar
(Yâsin suresi, 79. ayet.)
yaratan. Hâl böyleyken, nasıl oluyor da, yanlış
hükmediyorsunuz!’ ” buyrulmuştur. Hayata anlam ve değer katan bu yeniden ve yepyeni yaratılışlardır. Bu anlamda insan, yaratılışı takip edip her
yeni günün yeniden yaratılışlara konu olduğunu düşünerek şükretmelidir.
B. Zatî Sıfatlar:
Allah’ın vücud, kıdem, beka, vahdaniyet, muhalefetü’n li’l-havâdis, kıyam bi nefsihi gibi sıfatlarına zatî (selbî) sıfatlar denir. Bu sıfatları bilmek onu tenzih etmek açısından önemlidir. Tenzih
etmek, onu eksiklik ve noksanlıklardan uzak tutmak olduğu gibi onun hakkında kötü zan, yanlış
düşünce ve tasavvurlardan da kaçınmak anlamına gelir. Bu sıfatlarla ortaya konan anlamların zıddı
reddedilir. Bu anlamda selbî sıfatlar, Allah’ın “ne olmadığı” nı açıklar.
1. Vücud
Vücud, sıfatı Allah’ın var
olması demektir. O, varlığında
şüphe olmayan ve yokluğu düşünülemeyendir. Yarattığı her şey
onun varlığının delillerindendir. Bu yönüyle o hem görünen
YORUMLAYALIM
“Onlar görmüyorlar mı ki, biz geceyi içinde rahat etsinler diye, gündüzü de
(her şeyi) gösterici (aydınlık) olarak yarattık. Şüphesiz bunda inanan bir toplum için elbette
(Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.”
hem de gizli olandır. Biz onun
(Neml suresi, 86. ayet.)
zatını ve mahiyetini bilemeyiz.
Yukarıdaki ayeti Allah’ın varlığının delili olarak yorumlayınız.
Kur’an’da, “Gözler onu idrak
edemez ama o, gözleri idrak
eder…”44 buyrulmuştur. Bizler ancak akıl ve duygularımızla eserlerini gözlemleyerek Allah’ın var
olduğunu biliriz. Onun varlığı inanan kullarına huzur ve güven verir, adalet duygusunu güçlendirir.
Bütün bunlar ise hayatın zorluklarına karşı önemli bir destek anlamına gelir.
2. Kıdem
Kıdem sıfatı, Allah’ın ezelî olduğu anlamına gelir. Onun başlangıcı yoktur. Sonradan yaratılmış
değildir. O, öncesi olmayan ilktir. Zaman, Allah tarafından yaratılmıştır. Dolayısıyla onun için önce
ve sonra diye bir düşünce olamaz. Allah’ın öncesinin olmaması bütün âlemin onun tarafından yaratıldığını gösterir. Çünkü madde ezelî değildir. Ezelî olan sadece Allah’tır ve her şeyi o yaratmış ve
44 En’âm suresi, 103. ayet.
88
IV. ÜNİTE: ALLAH’IN VARLIĞI ve BİRLİĞİ: TEVHİT
şekillendirmiştir. Bu anlamda, “Hepinizin dönüşü ancak onadır. Allah, bunu bir gerçek olarak
vaat etmiştir. Şüphesiz o, başlangıçta yaratmayı
yapar, sonra, iman edip salih ameller işleyenleri adaletle mükâfatlandırmak için onu (yaratmayı) tekrar eder…”45 ayeti başlangıcı olmayan
Allah’ın her şeyi başlatan olduğunu ifade eder.
Böylece yaratılan şeylerin bir sonu olduğu anlaşılır. Nitekim sonlu bir varlık olarak yaptıklarından
sorumlu olan sadece insandır.46
BİLGİ KUTUSU
“O, ilk ve sondur; hem
(eserleri ve varlığının delilleriyle gün gibi açık bir)
zahirdir hem de (mahiyeti kavranamaz, niceliği ve nasıllığı bilinemez
bir) batındır. O, her şeyi hakkıyla
bilendir.”.
(Hadîd suresi, 3. ayet.)
3. Beka
Beka sıfatı, Allah’ın ebedî olduğu anlamına
gelir. Onun sonu yoktur. O, ölmeyen diridir. Ondan sonra da hiçbir şey yoktur. Zira başlangıcı olmayanın sonu da olamaz. Allah’ın baki (sonsuz)
olması ahiret hayatının devamıyla ilgili olarak
insana ümit verir. Özellikle cennet ve içindeki
nimetlerin sürekliliği, hayırda yarışmak adına iyi
bir teşviktir. İnanan kişi, Rabb’inin sonsuzluğu
karşısında kendisinin sonlu (ölümlü) olduğunun
ve yaşamın kaynağının o olduğunu da bilir. Çün-
DEĞERLENDİRELİM
“Göklerde ve yerde var
olan her şey yok olup gitmeye mahkûmdur; ama kudret ve
ihtişam sahibi olan Rabb’inizin zatı
sonsuza dek kalıcıdır.”
(Rahmân suresi, 26, 27. ayetler.)
Yukarıdaki ayetleri beka sıfatı çerçevesinde değerlendiriniz.
kü Allah’tan bağımsız bir ebedilik düşüncesi hesap verme sorumluluğunu kaldırır. Dikkat edilirse
şeytanın Hz. Âdem’i saptırmak için teklif ettiği
şeylerden biri bu ebedî kalma arzusudur ki onun
cennetten çıkmasına sebep olmuştur.47
YORUMLAYALIM
“De ki: O Allah birdir.
Allah Samed’dir (Her şey
4. Vahdaniyet
ona muhtaçtır ve o, hiçbir
Vahdaniyet sıfatı, Allah’ın bir olduğu anlamına
gelir. O, benzeri olmayan bir tektir. Eşi ve ortağı
yoktur. Baba ya da oğul değildir. Kur’an’da, İhlas
suresi onun birliğini vurgulayan en önemli surelerden biridir. Bu anlamda insanın, kendisi gibi bir insana ya da başka varlıklara kul olması yasaklanmış
ve Allah’tan başkasına ibadet/kulluk etmek redde45 Yûnus suresi, 4. ayet.
46 Enbiyâ suresi, 23. ayet.
47 A’râf suresi, 20. ayet.
89
şeye muhtaç değildir.). O, doğurmamıştır, doğurulmamıştır. Onun hiçbir dengi de yoktur.”
(İhlâs suresi)
Yukarıdaki ayetleri Allah’ın birliği
konusunda yorumlayınız.
KELAM
dilmiştir. Ona ait vasıflar başka varlıklara verilmez. Böylece insanlar arasında adalet ve eşitlik sağlanmış olur. Örneğin insanların doğuştan sahip olduğu haklar ve imkânlar başka bir hemcinsinin ikramı
ve lütfu değildir. Bu imkânları veren ve insanları özgür kılan Allah’tır. Bu durumda kişi hak ettiği şeyler
için kimseye minnet borçlu olamaz ve haklarını almak için de bir bedel ödemek zorunda bırakılamaz.
Böylece Allah’ın birliği, kişiyi ve toplumu, haklarına sahip çıkma noktasında bilinçlendirir.
5. Muhâlefetün li’l-Havâdis
Muhâlefetün li’l-Havâdis sıfatı, Allah’ın yarattıklarından hiçbirine benzemediği anlamına gelir.
O, gerek sıfatlarında gerekse fiillerinde, sonradan yaratılmış olanlara benzemez. Allah, zamanla ve
mekânla kayıtlı değildir. Yani zaman ve mekandan münezzehtir. O, herhangi bir şekilde tasavvur
edilemez. O, sıfatlarında da eşsizdir. Örneğin güç ve kudretinde sınır olmadığı gibi merhametinde
de benzeri yoktur. Hiçbir şey hiçbir konuda onun dengi ya da benzeri olamaz. Bu yüzden mümin,
yaratıcısını başka hiçbir şeyle mukayese etmez ve bu mükemmel yetkinlik vasıflarını başka hiçbir
varlığa vermez. Allah, rızık vermesi ve yardım etmesinde olduğu gibi affetmesi ve cezalandırmasıyla da başkalarına benzemez. Bu anlamda her türlü
NOT EDELİM
yetkinliğe sahip kusursuz bir ilah anlayışı, gerçe“…Onun benzeri hiçbir şey
ğin peşinde koşan insana ümit verir. Nitekim insan,
yoktur…”
güzel ve iyi olan şeylerden ümit kesmedikçe iyi olmaya ve iyilik yapmaya devam edecektir.
(Şûrâ suresi, 11. ayet.)
6. Kıyam bi Nefsihî
Kıyam bi Nefsihî sıfatı, Allah’ın
hiçbir şeye ihtiyaç duymaksızın bizDEĞERLENDİRELİM
zat var olması anlamına gelir. Ondan
“Allah, kendisinden başka ilah
başka her şey var olmak ve varlığıolmayan, sonsuza kadar diri ve kaynı devam ettirebilmek için başka bir
yumdur (hayatın ve varlığın kendi kendine yevarlığa ihtiyaç duyar. Allah’ın varlığı
terli yegâne kaynağı ve dayanağı olan, her şeyi
kendindendir. O, hiçbir şeye ihtiyacı
hükmüne, iradesine bağlı kılan yaratıcıdır.)”
olmayan yegâne ilahtır. Bu anlamda
(Âl-i İmrân suresi, 2. ayet.)
sınırsız zengin ve sonsuz güç sahibiYukarıdaki ayeti Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı
dir. Asla aciz bırakılamaz. Bu mükemolmaması açısından değerlendiriniz.
mel sıfatlarıyla kendisine sığınılmaya
ve yardımı beklenmeye layık olan sadece odur. Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı olmaması veya kendi kendine yeterli olması ortaya koyduğu bütün emir ve yasakların sadece insanların kendi faydalarına olduğunu hatırlatır. Bizim var
olmak ve yaşamak için Rabb’imize ihtiyacımız vardır. Kendi başımıza başkaları olmadan yalnız da
yaşayamayız, sevgi, ilgi ve şefkat isteriz. Zayıf veya aciz kaldığımız yönler, destek ya da yardım
aradığımız durumlar her zaman olur. Bunun bilincinde olan insan başkalarına karşı kibirli ve müstağni bir tavır içerisine girmez. Elindekileri paylaşmasını ve yardımlaşmayı öğrenir. Var olmak
için ihtiyaç duyacağı sebeplere sarılmayı terk etmez. Dolayısıyla bu sebepleri yaratan Rabb’ine
karşı sorumluluk duymaktan kendini alıkoyamaz.
90
IV. ÜNİTE: ALLAH’IN VARLIĞI ve BİRLİĞİ: TEVHİT
4. Kur’an’da Allah’ın İsimleri
İsim, bir kimseyi, bir şeyi anlatmaya, tanımlamaya, açıklamaya ve
bildirmeye yarayan söz demektir. Bir
varlığın ismini bilmek onu tanımanın
ilk adımıdır. Bu anlamda isimle, kendisine işaret edilen şeyin varlığı ve
özellikleri söz konusu edilir.48 Allah’ın
isimleri denince de onun varlığı ve sıfatları akla gelir. Kur’an’da, “En güzel isimler Allah’ındır. Ona o güzel
isimlerle dua edin…”49 buyrulmuştur. Buna göre Allah’ın isimlerine “elEsmâu’l-Hüsnâ” (En Güzel İsimler) denir.
Bu isimlerin her biri onun ilahlığının birer
ifadesidir. Allah’ı isimleriyle tanımak ve
bu isimlerden hareketle onun vasıflarını
öğrenmek gerekir. Şüphesiz onun isimleriyle ifade edilen en üstün ve yetkin vasıflar ona aittir. O, bütün isim ve sıfatlarıyla
kusursuz ve mükemmeldir.
YORUMLAYALIM
“(Allah) göklerin, yerin ve bu ikisi
arasındakilerin Rabb’idir. Şu hâlde
ona ibadet et ve ona ibadet etmede
sabırlı ol. Hiç onun adını taşıyan bir başkasını
biliyor musun?”
(Meryem suresi, 65. ayet.)
Yukarıdaki ayeti Allah’ın isimleri konusu çerçevesinde yorumlayınız.
ARAŞTIRALIM - BULALIM
“O Allah ki, ondan başka ilah
yoktur. Görülmeyeni (gaybı), de görüleni de bilir. Rahman, Rahîm olan
odur. O Allah ki, ondan başka ilah yoktur. Melik’tir; Kuddûs’tür; Selam’dır;
Mü’min’dir; Müheymin’dir; Aziz’dir;
Cebbar’dır; Mütekebbir’dir. Allah, (müşriklerin kendisine) koştukları ortaklardan
münezzehtir. O Allah ki Halik, Bâri (ve)
Musavvir’dir! En güzel isimler/Esmâü’lHüsnâ onundur. Göklerde ne var, yerde ne
varsa hepsi onu tespih eder. O, Aziz (ve)
Hâkimdir.”
İnanan bir insan kendisini yaratan ve
yaşatan Allah’ı daha yakından tanımak
için onun isim ve sıfatlarını öğrenmelidir. Böylece onun yüceliğini daha iyi anlayacaktır. Kur’an’da en güzel isimlerin
Allah’a ait olduğunun vurgulandığı ayetler, onun yüceliğini ve hâkimiyetini konu
edinir. Söz konusu ayetler, Allah’ın yetkinliğinin tasdik edilmesi ve kusursuzluğu
sebebiyle ona saygı duymanın gerekliliği
(Haşr suresi, 22–24. ayetler.)
üzerinde dururlar. Bu yücelik karşısında
insanı sorumluluk duymaya çağırırlar.
Yukarıdaki ayetlerde geçen Allah’ın isimDolayısıyla insan, Allah’a ve onun ayetlerinin anlamlarını ve hayatınızdaki karşılıklerine karşı ilgisizliğinin doğuracağı kötü
larını bulunuz.
sonuçlara karşı uyarılır. Ayrıca bu kusursuz niteliklerin başka kimse ya da nesnelere yakıştırılmasının doğru olmayacağı vurgulanır. Onun adlarını başka anlamlara çekenlerden, o
adları başkalarına verenlerden ve onu lâyık olmayan adlarla çağıranlardan uzak durulması gerektiği
hatırlatılır.50 Nitekim Kelamcıların genel kanaatine göre Allah’a hakikat dışında mecaz ve kinaye
yoluyla isim ve sıfat nispet etmek caiz değildir.51
48 Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, s. 312.
49 A’râf suresi, 180. ayet; İsrâ suresi, 110. ayet; Tâ-Hâ sures, 8. ayet; Haşr suersi, 24. ayet.
50 Tâ-Hâ suresi, 8. ayet; İsra suresi,110. ayet; Haşr suresi, 24. ayet.
51 Saim Yeprem, Kader, s.190.
91
KELAM
“Allah” lafzı, söz konusu isimlerin en kapsamlı olanıdır.
Allah denince onun bütün diğer isimleri de içinde yer alır. Bu
isim başka hiçbir varlık için kullanılamaz. Mümin, Allah’ın
diğer isimlerinin anlamlarını bilerek yerine göre kullanmalıdır. Burada amaç, isimleri ifade ettiği anlam ve içerikten
kopararak tekrar tekrar söylemek değildir. İçinde bulunulan
duruma göre Allah’ın isimlerinden birini seçerek kullanmak
daha anlamlıdır. Böylece insanın talebinin yerine gelmesi
açısından sağlıklı ve bilinçli bir iletişim kurulmuş olacaktır.
Çünkü Kur’an’da, bu isimlerle ona dua edilmesi öğütlenmiştir. Allah’ın güzel isimlerinin bazıları onun yarattığı canlılara
olan lütuf ve şefkatini gösterir. Örneğin merhamete ihtiyacı
olan biri, onun Rahman, Rahîm veya Selam gibi isimleriyle
dua eder. Bolluk isteyen biri Rezzak, Vehhab veya Latif gibi
isimlerini kullanır. İzzet ve itibar arayan biri onun Aziz, Celil
veya Mecîd isimleriyle çağrıda bulunur. İçinde yaşadığımız
âlem çok güçlü ve merhametli olan Allah tarafından yaratılmıştır. Varlığa hayat veren ve bunu sürdüren odur. Evrendeki bu harikulade işleyiş karşısında insan; mutlu olmanın,
sevmenin ve sevilmenin yollarını aramaktadır. Kur’an’da;
öldüren, dirilten, güldüren, ağlatan ve zengin edip kanaat sahibi yapanın Allah olduğu ifade edilir. 52 Bu durumda mutlu
olmak isteyen insanın ona karşı saygısı, sevgisi ve ilgisi sürekli olmalıdır.
NOT EDELİM
Allah ismi, inananların gönlünde ve dilinde;
ümit, hayr ve samimiyet
duygularıyla ifade edilir. O hâlde
herhangi bir şekilde kötülüğe
vesile olacak ya da kişinin zarar
görmesine yol açacak konularda
onun ismi gelişi güzel kullanılmamalıdır. Kur’an’da Bakara
suresinin 224. ayetinde, “Allah
adına (onun ismini kullanarak)
yaptığınız yeminler, erdemliliğe, Allah’a karşı sorumluluk
bilincine ve insanlar arasında
barışın getirilmesine engel teşkil etmesin. Zira Allah, her şeyi
duyan, her şeyi bilendir.” buyrulmuştur.
Allah’ı isim ve vasıflarıyla tanıyan birinin davranışları
olumlu yönde gelişir. Bu isimlerin ifade ettiği anlamlardaki doğru ve güzel karşılıklar kişinin onlardan
etkilenerek olumlu davranışlar geliştirmesine ve ahlakını olgunlaştırmasına vesile olur. Allah’ın her bir
isminin bir anlamı vardır. Bu anlamlar onun hayatın içinde olduğunu gösterirler. Allah’ı bu isimleriyle
düşünmek insana yaratma ve yönlendirmenin sürekli devam ettiği şuurunu kazandırır. Bu anlamda bu
isimleri kullanan kulun yaşantısında bu sıfatlarla ilgili olarak doğruluk, adalet ve güvenlik gibi değerler
canlılığını korur. Bu canlılık, içinde kişi; daha ümitli, inançlı, cesaretli ve kararlı olur.
BULALIM
Aşağıda Allah’ın bazı isimlerinin (sıfatlarının) anlamları verilmiştir.
Karşısına ilgili isimleri yazınız.
Yaratıcı
Dualara karşılık veren
A
Rızık veren
L
Ölümsüz
Güvenilen
L
Adil
Yardımcı ve dost
A
Bağışlayıcı
Yenilmeyen yegâne galip
H
Her şeye gücü yeten
Yol gösteren
Koruyucu
Övülmeye layık
Rezzak
Çok seven, çok sevilen
52 Necm suresi, 43–48. ayetler.
92
Vedûd
IV. ÜNİTE: ALLAH’IN VARLIĞI ve BİRLİĞİ: TEVHİT
ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM
A- Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız.
1. Allah’ın varlığını ispat eden bir delil açıklayınız.
2. Gaye ve düzen delilini açıklayınız.
3. Allah’ın bir olmasının inanan bir kişi açısından önemini anlatınız.
4. Allah’ın kudret sıfatını örneklendirerek izah ediniz.
5. Muhâlefetün li’l-Havâdis sıfatını açıklayınız.
B- Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru seçeneklerini işaretleyiniz.
1. Aşağıdakilerden hangisi fıtrat deliline ait bir önermedir.
A) Âlem, sonradan meydana gelmiştir.
B) Âlem, içindeki her şeyle beraber mümkün bir varlıktır.
C) Sonsuzluk fikrinin bana kendi benliğimden gelmesi mümkün değil.
D) Kâinat, birbiriyle uyumlu bir sebepler ve gayeler sistemi arz eder.
E) İnsan yardıma ihtiyaç duyduğu zor anlarında ona sığınıp ondan yardım ister.
2. Aşağıdaki ifadelerden hangisi “Allah’ın en güzel isimleri” anlamındadır?
A) Kadîr-i Mutlak
B) el-Esmâu’l-Hüsnâ
D) Rabbu’l-Âlemin
E) Semiu’l-Basîr
C) Allâmu’l-Guyûb
3. Aşağıdakilerden hangisi subûti sıfatlardan değildir?
A) Hayat
B) İlim
C) Semi
D) Basar
E) Vahdaniyet
C- Aşağıda cümlelerde boş bırakılan yerleri uygun ifadelerle doldurunuz.
(başlangıcı, bekâ, sonu, basar, sem’i)
1. Sonu olan her şeyin mutlaka bir ………… vardır.
2. Başı olan her şeyi mutlaka bir …………… vardır.
3. Allah’ın ebedî olduğu anlamına gelen sıfatı …………… dır.
4. Allah’ın her şeyi gördüğü anlamına gelen sıfatı …………… dır.
Ç- Allah’ın isimlerinden üç tanesinin anlamlarını ve hayatınızdaki karşılıklarını
bularak yazınız.
93
KELAM
V.ÜNİTE
MELEKLER
ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM
1. Meleklerin özellikleri hakkında bilgi toplayınız.
2. Meleklerin varlığına inanmanın hayatımıza etkisi neler olabilir?
Düşününüz.
3. Cin ve şeytan hakkında kullandığımız deyimler hakkında bilgi toplayınız.
4. Cin ve şeytan hakkında ayet mealleri bularak sınıfınızda okuyunuz.
5. Şeytanla insan arasındaki ilişkiden bahseden üç ayet bularak mealini
sınıfınızda okuyunuz.
94
V. ÜNİTE: MELEKLER
1. Meleklerin Varlığı
İslam’da imanın temel esaslarından biri de meleklere iman etmektir.1 Haberci, elçi, kuvvet ve
iktidar sahibi anlamına gelen melek, gözle görülemeyen, Allah’ın emriyle verilen görevleri yerine
getiren, güçlü, hızlı ve zor işlere gücü yeten bir varlıktır.
Kur’an’da; melekler, iman konuları arasında yer alır. Yüce Allah: “…Peygamber,
Rabb’inden
kendisine
indirilene
iman
etti, mü’minler de (iman ettiler). Her biri;
Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler…”2 buyurmaktadır. Yüce kitabımızda meleklerin bazıları özel
isimleriyle bazıları da görevleriyle anılmıştır.
Diğer semavi dinler de meleklerin varlığını kabul etmişlerdir.
Melekler, Allah’a isyan etmezler ve asla
günah işlemezler. Emrolundukları işleri aksatmadan yaparlar3. Kur’an-ı Kerim’de meleklerin ellere ve kanatlara sahip oldukları
bildirilmiştir.4 Kanatlarının çokluğu, Allah’ın
emrini yapmakta ve vahyini getirmekteki
gücü, süratleri ve derecelerinin büyüklüğü olarak anlaşılmıştır. Melekler; yemekten, içmekten, cinsellikten, uyumaktan, yorulmaktan,
usanmaktan, yaşlanmaktan ve benzeri özelliklerden arınmış varlıklardır.5 Bu üstün özellik-
BULALIM
lerine rağmen melekler gaybı bilemezler. Bu
Meleklerin özelliklerinin
anlatıldığı ayet meallerinden
bularak sınıfta okuyunuz.
hususta Kur’an’da: “De ki: Göklerde ve yerde, Allah’tan başka kimse gaybı bilmez.”6
buyrulmaktadır.
1 Bakara suresi, 177, 285, 98. ayetler; Nisâ suresi, 136. ayet; Enbiyâ suresi, 19, 20. ayetler; Necm suresi, 27, 28. ayetler.
2 Bakara suresi, 285. ayet; Bakara suresi 177. ayet; Nisâ suresi, 136. ayet.
3 Nahl suresi, 50. ayet; Enbiyâ suresi, 19, 20, 26-28. ayetler; Tahrîm suresi, 6. ayet; Zümer suresi, 75. ayet; A’râf suresi 206. ayet.
4 En’âm suresi, 93. ayet; Fâtır suresi, 1. ayet; Hâkka suresi, 17. ayet; Meâric suresi, 4. ayet.
5 Enbiyâ suresi, 19, 20. ayetler, Zuhruf suresi, 19. ayet; Sâffât suresi, 149. ayet; Necm suresi, 27, 28. ayetler; Hûd suresi, 69, 70. ayetler.
6 Bakara suresi, 31-33. ayetler; En’âm suresi, 59. ayet.
95
KELAM
Allah, meleklerin kıyamet gününde insanlar gibi öleceklerini Zümer suresinin 68. ayetiyle haber
vermektedir: “Sûr’a üflenir ve Allah’ın dilediği kimseler dışında göklerdeki herkes ve yerdeki
herkes ölür...” Meleklerin insanlar için şefaatçi olmaları konusunda ise Kur’an’da şu bilgi verilmektedir: “Göklerde nice melekler vardır ki onların şefaatleri; ancak Allah’ın izniyle, dilediği ve
hoşnut olduğu kimselere yarar sağlar.”7
İnsana nispetle farklı ve üstün özelliklerle yaratılan ve Allah’a itaat eden meleklere dünya ve
ahirette bazı görevler yüklenmiştir.
2. Meleklerin Görevleri
Hiçbir varlık gayesiz yaratılmamıştır. Ayet ve
hadislerde sayıları pek çok olduğu anlaşılan meleklerin de görevleri vardır. Meleklerin esas vazifeleri Allah’a kulluk ve onun emirlerini yerine
getirmektir. Bunlardan Cebrâil, Mîkâil, İsrâfil ve
Azrâil büyük meleklerdir.
Kur’an’da Cebrâil’e; temiz, saygın, latif, üstün güce ve kesin bilgiye sahip anlamında ‘Cibrîl,
Rûhu’l-emîn/güvenilir ruh, Rûhu’l-kudüs/kutsal
ruh, rasûl/elçi’ isimleri verilmiştir.8 Cebrâil peygamberlere ve meleklere vahiy getirmekle görevlidir.9
Peygamberimize iki defa asli şekliyle10 ve Hz. Meryem’e Hz. İsa’yı müjdelerken normal bir insan
suretinde görünmüştür.11 Cebrâil, Peygamberimizin dostu, müminlerin destekleyicisidir.12
Mîkâil, doğa olaylarıyla ilgili görevli melek.Kur’an-ı Kerim’de “Mîkâl” şeklinde yer almaktadır.
Cebrâil ve Mikâîl’in “Her kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrâil’e ve Mîkâil’e
düşman olursa bilsin ki, Allah da inkar edenlerin düşmanıdır.”13 ayetinde özel isimleriyle yer
alması Allah katındaki kıymetlerini ve büyüklüklerini göstermektedir.
İsrâfil’in adı Kur’an’da “Münâdî/çağırıcı” şeklinde geçmekte, hadislerde ise “İsrâfil” ismi zikredilmektedir. Bu hadislerden birisi şöyledir: “Rasulullah (s.a.v.) gece namazına ‘Ey …yerin, göklerin, Cebrâil, Mîkâil ve İsrâfil’in yaratıcısı Rabbim!’ duasını okuyarak başlardı…”14 Kıyameti
7 Necm suresi 26. ayet.
8 Bakara suresi, 97, 98. ayetler; Nisâ suresi, 163. ayet; Tahrîm suresi, 4. ayet; Şuarâ suresi, 193, 194. ayetler; Nahl suresi, 102. ayet.
9 Yunus Şevki Yavuz, Zeki Ünal, Cebrâil, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 7, s. 202.
10 Necm suresi, 13, 14. ayetler; Tekvîr suresi, 23. ayet.
11 Meryem suresi, 17-21. ayetler.
12 Tahrîm suresi, 4. ayet; Kadr suresi, 4. ayet; (Lütfullah Cebeci, Mikâîl, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 30, s. 45.)
13 Bakara suresi, 98. ayet.
14 Müslim, ed-Duâ fî Salâti’l-Leyl, 16.
96
V. ÜNİTE: MELEKLER
koparacak ilk ve yeniden dirilişi başlatacak ikinci üflemeyi (nefh)15 İsrâfil yapacaktır. “Seslenenin yakın
DÜŞÜNELİM
bir yerden sesleneceği güne kulak ver…”16 ayetle-
“Şüphesiz ‘Rabb’imiz
rinde bildirilen insanları mahşere çağırma görevi de
İsrâfil’e aittir.17
dosdoğru olanlar var ya, onların
üzerine akın akın melekler iner ve
Bir diğer melek olan Azrâil’in ismi İbranicedir, Kur’an’da ve sahih hadislerde geçmemektedir.
18
Allah’tır’ deyip de sonra
Kur’an’daki adı ‘ölüm meleği’dir. “De ki: ‘Sizin
için görevlendirilen ölüm meleği canınızı alacak,
derler ki: ‘Korkmayın, üzülmeyin,
size (dünyada iken) va’dedilmekte
olan cennetle sevinin! Biz dünya
hayatında da ahirette de sizin dostlarınızız.”
sonra Rabbinize döndürüleceksiniz’.”19 ayetindeki
(Fussilet suresi, 30, 31. ayetler.)
‘melekü’l-mevt’ten (ölüm meleği) Azrâil kastedil-
Yukarıdaki ayetleri dikkate ala-
miştir. Ölüm meleğinden çoğul şekliyle (melâike) de
rak meleklerin varlığı üzerinde dü-
bahsedilmesi,20 Azrâil’in yardımcılarının olduğunu
şününüz.
göstermektedir.
Dört büyük meleğin dışında da çok sayıda melek
vardır. Bunlar hakkında Nisâ suresi 172. ayette: “…
Allah’a yakın melekler de, Allah’a kul olmaktan
asla çekinmezler…”21 ifadesi kullanılmıştır. Meleklerin gönülden itaat ettikleri, “Şüphesiz Rabb’in
katındaki (melek)ler ona ibadet etmekten büyüklenmezler. Onu tespih ederler ve yalnız ona secde
ederler.”22 ayetiyle bildirilmiştir. Kur’an’da zikredilen
Hârût ve Mârût isimli melekler23 ise insanları imtihan
için gönderilmiştir.
15 Neml suresi, 87. ayet; Zümer suresi, 68. ayet.
16 Kâf suresi, 41, 42. ayetler; Kamer suresi, 6-8. ayetler.
17 Lütfullah Cebeci, İsrâfil, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 23, s. 181.
18 Secde suresi, 11. ayet.
19 Enfal suresi, 50. ayet; Nahl suresi, 32, 33. ayetler.
20 Ahzâb suresi, 56. ayet; Nisâ suresi, 172. ayet; Zümer suresi 75. ayet.
21 A‘râf suresi, 206. ayet.
22 Bakara suresi, 102. ayet.
97
KELAM
‘Kirâmen Kâtibîn, Rakîb-Atîd’
veya ‘hafaza’ melekleri insanın iyi
ve kötü, gizli ve açık amellerini
yazmak ve onu korumakla görevlidir. Bu meleklerden Kur’an’da:
“Yoksa onların sırlarını ve gizli
konuşmalarını
duymadığımızı
mı sanıyorlar? Hayır öyle değil,
yanlarındaki elçilerimiz (melekler) yazmaktadırlar”24 , “İnsanı
önünden ve ardından takip eden
melekler vardır. Allah’ın emriyle
onu korurlar…”25 ayetlerinde bahsedilmiştir.
Allah’ın, müminlerin kalbine sebatı, doğruyu ve hakkı ilham eden26
ve onlara dua eden meleklerin varlığı: bir ayette şöyle bildirilir:“…
Melekler ise, Rablerini hamt ile tespih ederler ve yeryüzündekiler için bağışlanma dilerler…”
ayetleriyle bildirilmiştir. 27 Bunlara ilave olarak bazı melekler müminlerin dünyevi ve uhrevi darlıklarında yardım etmekle görevlendirilmiştir.28 Müminlerin dostu melekler, onların ahiret yolculuğunda da
yanlarında bulunacaklar ve onları teselli edeceklerdir.29
Ahirette müminleri selamla karşılayacak, onlara hizmet ve arkadaşlık edecek melekler de vardır.
Kur’an’da bu konu şöyle anlatılır:“…Melekler de her bir kapıdan yanlarına girerler (ve şöyle derler): Sabretmenize karşılık selam sizlere. Dünya yurdunun sonucu (olan cennet) ne güzeldir!”
30
Başka bir ayette ise “Üzerinde on dokuz (görevli melek) vardır. Biz, cehennemin görevliler -
ni ancak meleklerden kıldık. Onların sayısını inkâr edenler için bir imtihan vesilesi yaptık…”
buyrulmuştur.31 Cennette görevli meleklerin temsilcisine Rıdvân, cehennem görevlilerinin temsilcisine
de Mâlik denilmektedir.32
24 Zuhruf suresi, 80. ayet.
25 Ra’d suresi 10, 11. ayetler; İnfitâr suresi, 10-12. ayetler; Kâf suresi, 21. ayet; En’âm suresi, 61. ayet.
26 Enfâl suresi, 12. ayet; Tirmizî, Tefsîr, 3.
27 Şûrâ suresi, 5. ayet; Ahzâb suresi, 43. ayet; Mü’min suresi, 7-9. ayetler; Necm suresi, 26. ayet.
28 Bakara suresi, 87, 253. ayet; Nisâ suresi, 110. ayet; Fussilet suresi, 30, 31. ayetler; Enfâl suresi, 9, 10. ayetler; Âl-i İmrân
suresi, 123. ayet; Ahzâb suresi, 9. ayet; Necm suresi, 26. ve Mü’min suresi, 7-9. ayetler.
29 Fussilet suresi 30, 31. ayetler.
30 Ra’d suresi, 23, 24. ayetler; Enbiyâ suresi, 103. ayet; Zümer suresi 73. ayet.
31 Müddessir suresi, 30, 31. ayetler; Zuhruf suresi, 77. ayet.
32 Zümer suresi, 71, 72. ayetler; Zuhruf suresi, 77. ayet; Tahrîm suresi, 6. ayet; Alak suresi, 18. ayet.
98
V. ÜNİTE: MELEKLER
3. Meleklere İmanın Önemi
Meleklerin varlığının hikmetini gerçek manada ancak Allah bilir. İnsana düşen vazife, hikmet
sahibi Yüce Allah’ın, Kur’an-ı Kerim’de özelliklerini ve görevlerini anlattığı meleklerin varlığına
inanmak ve bu imanın gereğini davranışlara yansıtmaktır.Melekler ve onların varlığına iman üzerinde düşünüldüğünde bunun insana bazı faydalar sağladığı ve onu olumlu yönde etkilediği görülecektir.
Meleklerin günah işlemeyecek şekilde yaratılmaları bir yana, onlar görevlerini kusursuz yerine
getirmektedirler. İyilik ve hayır üzerinde oluşları onları hiçbir zaman gevşekliğe ve övünmeye sevk
etmemekte, görevlerini aksatmayı asla düşünmemektedirler. Bu yönüyle melekler, şuurlu varlık olan
insan için Allah’a karşı kulluk görevlerini yerine getirmekte güzel bir örneklik oluşturmaktadır.
Meleklerin varlığına inanan kimse, Allah tarafından
görevlendirilmiş yazıcı meleklerce gözetlendiği bilinciyle
hayırlı işler yapmaya yönelmekte ve ölçülü davranmaktadır. Bu inanç kişiyi kötülük yapmaktan alıkoymaktadır.
Zihnini ve davranışlarını kötülükten korumakla da huzur-
TARTIŞALIM
Meleklerin varlığına
iman etmenin, insanın
günlük hayatına ne gibi
etkileri vardır? Sınıfta
tartışınız.
lu bir hayata kavuşturmaktadır.
Melekler iyiliğin, güzelliğin ve doğruluğun sembolüdürler. Meleklere iman eden kimse, onların
telkin ettikleri erdemlere ait her çağrıya kulak vermekte ve onları içselleştirerek ‘melek gibi insan’
unvanını kazanmaktadır. Mümin bu olumlu yaklaşımın etkisiyle daha da olgunlaşmakta; yüklendiği
görev ve sorumluluğun kendisini melekten üstün kılacağı şuuruyla ahlaki güzelliklerini daha da arttırma yollarını aramaktadır.
Meleklerin darda kalan müminlere yardım ettiğine inanan kişi, ümidini kaybetmemekte ve zorluklar karşısında azim ve iradesini yitirmemektedir. Allah’a inanan ve bu inancı uğrunda yola koyulan kimsenin Allah’ın kendisini melekleriyle destekleyeceğini bilmesi gaybe imanının bir ödülü
olmaktadır.33
Melekler manevi varlıklar olduğu için vahiy bilgisinden habersiz insanlar, onlara bilgisizce vasıflar yüklemişlerdir. Mesela bazı müşrikler melekleri, yeterince değer vermedikleri kız evlatlarına benzeterek ‘Allah’ın kızları’ iftirasında bulunmuşlar,34 bazıları ise onları putları gibi kendilerine şefaatçi
saymışlardır.35 Allah “Rahmân’ın kulları olan melekleri…”36 doğru şekilde tanıtmış ve insanları
buna benzer batıl hurafe ve evhamlardan kurtarmıştır.
33 Mustafa İslamoğlu, İman Risalesi s. 271.
34 Sâffât suresi, 149, 150. ayetler.
35 Necm suresi, 26. ayet.
36 Zuhruf suresi, 19. ayet.
99
KELAM
4. Cin ve Şeytan
Görülemeyen ve duyu organlarıyla algılanamayan varlıklar meleklerden ibaret değildir. Kur’an’ın
aynı türden olduğunu bildirdiği cinler ve şeytanlar da görülemeyen varlıklardandır.37 Bu ruhanî varlıklardan melekler; hayırlı, Allah’a itaatkâr ve insana iyi şeyler ilham eden varlıklardır. Şeytanlar ise
insanı aldatan ve şerre yönelten varlıklardır.
Kur’an-ı Kerim ve sahih hadisler cinlerden bahsetmektedir. Cinlerin yalın ateşten ve insan türünden önce yaratıldıkları, “Cinleri de daha önce dumansız ateşten yaratmıştık”38 ayetinde beyan
edilmiştir. Cinler iradeli varlıklardır ve Allah’a kulluk için yaratılmışlardır. Allah bu konuda: “Ben
cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”39 buyurmuştur.
Cinlerin de gayba dair bilgileri yoktur. Ancak Kur’an’da gökten bilgi çalmak için gökleri yokladıkları ve oradan ateş huzmeleriyle kovuldukları haber verilmektedir.40 Allah cinlerin kutsallaştırılmasını yasaklamıştır. Çünkü onlar da kullukla yükümlüdür41 ve kendilerine peygamberler gönderildiği: “Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size ayetlerimi anlatan ve bu gününüzün gelip
çatacağı hakkında sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?...”42ayetiyle bildirilmiştir. Cinlerin
Müslüman olanları müminlerle beraber cennette, kâfir olanları da inkârcılarla birlikte cehennemde
kalacaklardır.43
Melekler gibi görülemeyen fakat varlığı Kur’an-ı Kerim ve sahih hadislerde kesin biçimde haber
verilen şeytan ise ateşten yaratılmıştır. Şeytan, azgınlık ve kötülükte aşırı giden, kibirli ve insanları
ısrarla haktan saptırmaya çalışan44 cinlerin genel adıdır. Cinlerin atası İblis’tir. İblis Allah’a ibadetle
yücelerek melekler arasında yer almıştır. Allah’ın, Âdem’e secde etmesi emrine, ondan üstün olduğu
iddiasıyla isyan ederek haktan sapmıştır. Allah’ın lânetine uğramış ve onun huzurundan kovulmuştur. Bu hadise Kur’an’da şöyle anlatılmaktadır: “Hani biz meleklere, ‘Âdem için saygı ile eğilin’
demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabb’inin emri
dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz?
Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar…”45 Allah’ın huzurundan kovulan İblis’ insanları
doğru yoldan saptıracağına and içmiştir. Hz. Âdem ve eşi Havvâ’yı yanıltarak cennetten çıkarılmalarına sebep olmuş ve soylarını Hak’tan uzaklaştırmak için yoğun bir faaliyete girişmiştir.46
Allah insanları şeytanın düşmanlığına, hilesine ve aldatmacasına karşı uyarmış, şerrinden kendisine sığınılmasını istemiştir. Allah, kendisine içtenlikle iman ve tevekkül eden kimseler üzerinde
onun hiçbir etki ve hakimiyetinin olmadığını “Gerçek şu ki; şeytanın, inanan ve yalnız Rablerine
37 A’râf suresi, 27. ayet.; Kur’an’ın 72. suresi, “cin” ismini taşımakta ve bazı özelliklerinden bahsetmektedir.
38 Hicr suresi, 27. ayet.
39 Zâriyât suresi, 56. ayet.
40 Cin suresi, 8, 9. ayetler; Hicr suresi 17. ayet; Mülk suresi, 5. ayet.
41 Rahmân suresi, 15. ayet; Hicr suresi, 26, 27. ayetler; Kehf suresi, 50, 51. ayetler; Zâriyât suresi, 56. ayet.
42 En’âm suresi, 130. ayet.
43 Erbaş, Ali, Melekler Âlemi, s. 36.
44 A’râf suresi 16, 17. ayetler.
45 Kehf suresi, 50. ayet.
46 A’râf suresi, 12, 19-24. ayetler; Bakara suresi, 34-38. ayetler; Kehf suresi, 50, 51. ayetler. Sâd suresi, 74-83. ayetler.
100
V. ÜNİTE: MELEKLER
tevekkül eden kimseler üzerinde bir hâkimiyeti yoktur.”47 ayetlerinde beyan etmiştir. Şeytanı
güçlü gösteren, insanın irade ve ahlaki zayıflığı, ümitsizliği ve kararsızlığıdır. Bu yüzden Şeytanın şerrinden; Allah’a dua ederek, ona tevekkül ederek ve nefsani arzulara uymayarak korunmak
gerekir. İlahi ölçülere uymayanların, şeytanın kuşatmasına maruz kalacakları Kur’an’da: “Kim,
Rahmân’ın Zikri’ni görmezlikten gelirse, biz onun başına bir şeytan sararız. Artık o, onun ayrılmaz dostudur. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar. Onlar ise doğru yolda
olduklarını sanırlar…” ayetleriyle haber verilmiştir.48 Şeytanın kuşatmasına karşı direnemeyenler
sonunda onun gönüllü askerleri ve esiri olurlar. Ancak böyle kişiler büyük bir pişmanlıkla ahirette
şeytanı suçlayacaklardır. Şeytan, dostlarının ahiretteki bu suçlamaları karşısında sadece kendilerini
suçlamaları gerektiğini söyleyecektir.49
Allah, şeytan kelimesini sıfat veya mecaz anlamlarda insan ve cinlerin şerlileri için kullanılmıştır.
“De ki: İnsanların kalplerine vesvese sokan, (insan Allah’ı andığında) pusuya çekilen cin ve
insan şeytanının şerrinden… insanların İlahına sığınırım!”50. “İşte böylece biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı laflar fısıldarlar. Rabb’in dileseydi, bunu yapamazlardı…” meâlindeki ayetler buna örnek olarak
gösterilebilir.51
Allah, varlıkları insanlar farklarını kolaylıkla anlayabilsin diye varlıkları zıtlarıyla yaratmıştır. Melekler; temizliğin, hakkın ve iyiliğin, şeytan ise onun zıddı özelliklerin temsilcisidir. İnsanın iyi yönüne
karşılık melek, kötü yönüne karşılık da şeytan yaratılmış ve bunun birini model almakla sınanmıştır.
VARLIKLARIN
ÖZELLİKLERİ
BULALIM
VARLIKLARIN TÜRLERİ
+ Melek + - Şeytan -
Menşe/Yaratılış
…………
İrade/Yükümlülük
………… ………… Yükümlü …………
Yok
………… ………… …………
Yok
………… …………
…………
Gayb Bilgisi
Başkasına Hakimiyet
Ateş
- Cin +
- İnsan +
…………
Toprak
Yukarıdaki varlıkların temel özelliklerine uyan kelimeleri bularak karşısındaki
boşluklara yazınız.
47 Nahl suresi, 98-100. ayetler; İsrâ suresi, 65. ayet; A’râf suresi, 201. ayet. Hicr suresi, 41. ayet.
48 Zuhruf suresi, 36, 37. ayetler.
49 A’râf suresi, 200-202. ayetler; Nahl suresi, 98. ayet; İsrâ suresi, 65. ayet; A‘râf suresi, 21. ayet; Sebe’ suresi, 21. ayet;
Mü’minûn suresi, 97, 98. ayetler; Mücâdele suresi, 14-22. ayetler; İbrâhîm suresi, 22. ayet.
50 Nâs suresi, 1-6. ayetler.
51 En’âm suresi, 112. ayet; Bakara suresi, 14. ayet.
101
KELAM
ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM
A. Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız.
1. Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen melekler hangileridir? Yazınız.
2. Kur’an-ı Kerim’de şeytan hangi özellikleriyle tanıtılmaktadır? Belirtiniz.
3. Şeytanın hile ve aldatmalarını önleme yollarından beş tanesini sayınız.
4. Melek, cin ve şeytanı, gaybı bilip-bilmemeleri açısından değerlendiriniz.
B. Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru seçeneklerini işaretleyiniz.
1. Aşağıdakilerden hangisi melekler için söylenemez?
A) Cebrâil, Azrail, Mikâîl ve İsrâfil meleklerin en büyükleridir.
B) Melekler insan suretinde, peygamberlere görünmüşlerdir.
C) Melekler daima Allah’ın hükmü ve emri altındadır.
D) Melekler de bizim gibi hata yapabilen varlıklardır.
E) Melekler cennette müminlere hizmet ve arkadaşlık edecektir.
2. Aşağıdaki seçeneklerden hangisi cinlerin özelliklerinden birini belirtmez?
A) Dumansız ateşten yaratılmış manevi varlıklardır.
B) Allah’ın meleklere verdiği gaybi bilgileri çalma özelliğine sahiptirler.
C) İnsanlar gibi kulluk yapmakla yükümlüdürler.
D) Allah’ın izni olmaksızın asla zarar veremezler.
E) Mümin ve kafir olanları vardır ve ahirette bizler gibi hesaba çekileceklerdir.
3. Aşağıdakilerden hangisi şeytanın özelliklerinden biri değildir?
A) Şeytanın bir adı da İblis’tir ve isyan etmeden önce takvasıyla meleklerin arasında bulunmuştur.
B) İnsanları zorla kendi egemenliğine alabilecek özellikte yaratılmıştır.
C) Şeytan insanlardan önce ve ateşten yaratılmıştır.
D) Şeytanlar da gaybı bilemezler.
E) Çok sinsi ve ısrarcı bir varlıktır.
C. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri verilen kelimelerden uygun olanı ile doldurunuz.
(Cebrail, şeytan, insan)
1. Cibril, Rûhu’l-emîn, Rûhu’l-Kudüs ve Ruh …………… adlı meleğin diğer isimleridir.
2. Melek, hakkın ve iyiliğin; ………… ise onun zıddı özellikleri temsil etmektedir.
102
KELAM
VI.ÜNİTE
NÜBÜVVET VE İLAHÎ KİTAPLAR
ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM
1. ‘‘Peygamber, resul ve nebi’’ kavramlarının anlamlarını sözlüklerden
araştırınız.
2. ‘‘Sıdk, fetanet, ismet’’ kavramlarının anlamlarını “dini terimler
sözlüğü”nden bulup öğreniniz.
3. Kutsal kitaplar hakkında bilgi toplayınız.
4. Kur’an’ın mucize oluşu hakkında bilgi toplayınız.
5. Hz. Peygamberin örnekliği ve son peygamber oluşu hakkında bilgi
toplayınız.
103
KELAM
1. Resul, Nebi ve Vahiy Kavramları
Sözlükte “bir kimsenin sözünü başka bir kimseye tebliğ eden kişi, elçi” anlamına gelen resul,
risalet görevini yerine getiren kimsedir. Buna mürsel de denir. Elçilik görevine ise “risalet” denir.
Kur’an’ı Kerim’de resul kelimesi pek çok ayette yer almaktadır. Kur’an’da, “Andolsun biz resullerimizi (peygamberlerimizi) açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için
beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik…”1 buyrulmaktadır.
Nebi, sözlükte, “haber getiren” anlamına gelir. Terim olarak Allah’tan gelen vahyi insanlara haber
veren kimsedir. Haber verme işine ise “nübüvvet” denir. Risâlet ve nübüvvet kelimeleri mastar olup,
her ikisi de peygamberlik anlamına gelmektedir. Farsça bir sözcük olan peygamber ise, “haber veren
ve haber getiren” demektir. Kur’an-ı Kerim’de bu sözcüğün yerine nebi ve resul kavramları kullanılmıştır. Her üç kelime bazen birbirlerinin yerine de kullanılmaktadır.
Peygamber olabilmek için Allah tarafından vahiy gönderilmesi gerekir. Vahiy, Allah
DÜŞÜNELİM
Teâlâ’nın insanlara iletmek istediği mesajlarını
Aşağıda verilen ayetleri
peygamberlerine, özel bir biçimde, gizli ve süokuyarak “nebi” kelimesinin
ratli olarak bildirmesidir. Peygamberler, kenanlamı üzerinde düşününüz.
dilerine gönderilen vahyi hiçbir tasarrufta buBakara suresi 213; Âl-i İmrân suresi
lunmadan insanlara aktarmakla görevlidirler.
79, 81; Câsiye suresi 16; Ankebût suresi
Kur’an-ı Kerim’de bu husus şöyle dile getiril27; Hadîd suresi 26. ayetler.
miştir: “Eğer (peygamber) bize isnat ederek
bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu
kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka koparırdık. Hiçbiriniz de bu
cezayı engelleyip ondan savamazdı.”2
Peygamberlik, Allah vergisidir. Çalışma, ibadet ve taatla elde edilemez. Peygamber olabilmek
için Yüce Allah tarafından seçilmiş olmak en temel şarttır. Yüce Allah temiz ve seçkin kulları arasından kimi peygamber yapacağını kendisi belirler ve dilediğini elçilikle görevlendirir. Allah, peygamberliğin tümüyle kendi seçimi olduğunu şöyle ifade etmektedir: “Bu, Allah’ın lutfudur. Onu
dilediğine verir...”3 Bu seçimde mal, mülk, şan, şöhret ve makam belirleyici değildir.
İlk gönderilen peygamber, aynı zamanda ilk insan olan Hz. Âdem (as.)’dir. Son peygamber ise Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. Kur’an’ın “… Fakat o, Allah’ın Resulü ve peygamberlerin
sonuncusudur…”4 ifadesi peygamberliğin Hz. Muhammed (s.a.v.)’le son bulduğunu bildirmektedir.
Önceki peygamberlere gönderilen vahyin korunamamış olmasına karşılık, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e
gelen vahiy, hiç bir değişikliğe uğramadan Allah’tan geldiği şekliyle, olduğu gibi korunmuştur. Bundan dolayı, Hz. Muhammed (s.a.v.)’den sonra peygamber gönderilmesine gerek kalmamıştır. Çünkü
Kur’an, kıyamete kadar bütün insanlığa yol gösterecek evrensel bir kitaptır.
1 Hadîd suresi, 25. ayet.
2 Hâkka suresi, 44-47. ayetler.
3 Cum’a suresi, 4. ayet.
4 Ahzâb suresi, 40. ayet.
104
VI. ÜNİTE: NÜBÜVVET ve İLAHİ KİTAPLAR
Kur’an’da da belirtildiği gibi yüce Allah, tarih boyunca peygamberler göndermiş, insanları onlar aracılığıyla gerçeği benimseyip yaşamaya çağırmıştır. Kendilerine peygamber gelmemiş hiçbir
topluluk ve ümmet bulunmadığı Kur’an’da şöyle dile getirilmektedir: “Allah’a andolsun ki biz
senden önceki ümmetlere de peygamberler göndermişizdir...”5 Gönderilen her peygamber görevlendirildiği toplumun dili ile tebliğini yapmış, onları Allah’a inanmaya çağırmıştır. Yüce Allah bu
konuda şöyle buyurmaktadır. “Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki,
onlara (Allah’ın emirlerini) iyice açıklasın. Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola
iletir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”6 Bu durum peygamberlerin toplumla
aralarındaki iletişimi kolaylaştırmıştır. Kur’an’da bazı peygamberlerin isimleri açıkça zikredilmektedir. Ancak gönderilen bütün peygamberler bunlardan ibaret değildir. Kur’an’da, bu konuda şöyle
buyrulmaktadır:” Ey Muhammed! And olsun ki senden önce birçok peygamberler gönderdik;
sana onların kimini anlattık, kimini anlatmadık...”7
İslam inancına göre, peygamberlik dinin en önemli müesseselerinden birisidir. Her Müslümanın,
Hz. Âdem (as.)’den Hz. Muhammed (s.a.v.)’e kadar insanlığa gönderilmiş, aralarında herhangi bir
ayırım yapmadan bütün peygamberlere ve bunların Allah’tan getirdiği bütün bilgilerin gerçek ve
doğru olduğuna iman etmesi farzdır. Bu konuda Yüce Allah Kur’an’da “Peygamber, Rabbinden
kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: ‘Onun peygamberlerinden hiçbirini
(diğerinden) ayırt etmeyiz.’…”8 buyurmaktadır.
2. Allah’ın Peygamber ve Vahiy Göndermesinin Nedenleri
İnsanların gerçek birer yol gösterici olan peygamberlere ihtiyacı vardır. Allah’ın insanlara peygamber göndermesi, onun kullarını sevdiğinin ve onlara merhametli olduğunun bir göstergesidir.
Nitekim Kur’an’ı Kerim’de bu husus şöyle belirtilmiştir: “Andolsun, Allah, müminlere kendi içlerinden; onlara ayetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitab ve hikmeti öğreten
bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir
sapıklık içinde idiler.”9
Allah insanı en güzel şekilde yaratmış, ona akıl, irade ve düşünme gibi bir takım yetenekler vermiştir. İnsan bu yetenekleri sayesinde kendisi, çevresi ve diğer varlıklar hakkında bazı bilgiler edinmiş olsa da bütün bunlar sınırlı ve kendi gücü oranındadır. Örneğin, insan aklıyla Allah’ın varlığını,
birliğini anlayabilse de ona ait birtakım sıfatları tamamen kavrayamaz. Allah’a nasıl ibadet edeceğini, ölüm sonrasında neler olacağını bilemez. Dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşmak, fikir ve ahlak
yönüyle yükselmek, ancak peygamberlerin öğrettiği buyrukları yerine getirmekle mümkün olabilir.
5 Nahl suresi, 63. ayet; Yûnus suresi, 47.ayet.
6 İbrahim suresi, 4.ayet.
7 Mü’min suresi, 78.ayet.
8 Bakara suresi, 285. ayet.
9 Âl-i İmrân suresi, 164. ayet.
105
KELAM
İşte yüce Allah, insanların bu ihtiyacını gider-
İNCELEYELİM
mek için peygamberler göndermiştir.
“Ey Peygamber, biz seni
hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak
gönderdik. Allah’ın izniyle
bir davetçi ve aydınlatan bir kandil
olarak (gönderdik).”
(Ahzâb suresi, 45, 46. ayetler.)
Yukarıdaki ayeti dikkate alarak Hz.
Peygamberin hangi amaç için gönderildiğini inceleyiniz?
İnsanın belli işlerle sorumlu ve yükümlü
tutulabilmesi için de peygamber gönderilmesine ihtiyaç vardır. Böylelikle ahirette insanların
“bilmiyorduk, peygamber gönderilmedi” diye
Allah’a karşı mazeret ileri sürmelerinin peşinen önüne geçilmiş olmaktadır. Kur’an’da bu
hususta “Biz müjdeleyici ve uyarıcı olarak
peygamberler gönderdik ki artık peygamberlerden sonra insanların, Allah’a karşı
bir bahaneleri olmasın...”10 buyrulmaktadır.
Allah, insanlara birtakım sorumluluklar yüklemiş ve bunların neler olduğunu ve nasıl yerine getirilmesi gerektiğini açıklamak için de peygamberler göndermiştir. Örneğin, Kur’an’da zekâtın farz
olduğu ve kimlere verilmesi gerektiği açıklanmıştır. Fakat hangi mallardan ne kadar verileceği ayrıntılı bir şekilde anlatılmamıştır. İnsanlar bu ve benzeri durumlarda peygamberlerin açıklamalarına
ihtiyaç duyarlar. Peygamberler gerekli açıklamaları yaptıktan sonra Allah, insana yaptıklarından sorumlu tutacağını haber vermiştir. Eğer peygamberler gelmeseydi, insanlar Allah’ın varlık ve birliğini
bilmenin dışında, hiçbir dinî hükümle mükellef tutulamazlardı. Nitekim ayette de: “… Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz.”11 buyrulmuştur.
Ayrıca peygamberler aile hayatı, toplumsal yaşam, ticari ilişkiler gibi hayatın her alanında insanlara örnek olmaları için gönderilmiştir. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de: “Resulullah sizin için en
güzel örnektir…”12 şeklinde ifade edilmiştir.
Tarih boyunca bütün peygamberler, aynı inanç esaslarına inanıp bağlanmayı insanlara telkin
etmişlerdir. Bunlar; Allah’a, meleklere, peygamberlere, kitaplara, ahirete, kaza ve kadere imandır.
Ancak yüz yıllar içinde insan ihtiyaçları farklılaşmış, toplumların hayat şartları değişmiştir. Dolayısıyla toplumsal ihtiyaçların karşılanması, insan ilişkilerinin şartlara göre düzenlenmesi hususunda
sonra gelen peygamberlerin getirdiklerinde öncekilere göre farklılıklar olmuştur. Bu, medenî hayatın
gelişimine bağlı sosyal değişimle ilgili doğal bir sonuçtur. Bu değişim, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in
getirdikleriyle son şeklini almıştır.13
Peygamberler de sonuç olarak birer beşerdir ve içinde bulundukları toplumun birer ferdidir. Dolayısıyla diğer insanlar gibi yeme, içme, giyinme ve barınmaya ihtiyaç duymuşlar ve bu ihtiyaçlarını karşılamak için herkes gibi onlar da çalışmışlardır. İnsanlardan farklı olarak Allah’tan vahiy
almışlardır. Peygamberlerin insanlardan seçilmesi, vahyin insanlar tarafından anlaşılmasında, kabul
edilmesinde ve uygulanmasında büyük kolaylıklar sağlamıştır. Çünkü peygamberler, içinde yaşa10 Nisâ suresi, 165. ayet.
11 İsrâ suresi, 15. ayet.
12 Ahzâb suresi, 21. ayet.
13 Hüseyin Algül, İslam’a Giriş Gençliğin İslam Bilgisi, s.161.
106
VI. ÜNİTE: NÜBÜVVET ve İLAHİ KİTAPLAR
dıkları toplumun problemlerine tanık olan insanlardır. Onlar Allah’tan aldıkları vahiy doğrultusunda
toplumun problemlerine çözüm yolları göstermişler ve bu konuda onlara önderlik etmişlerdir. Nitekim peygamberlerin kendileri gibi birer insanî özellik taşımalarını kabul etmek istemeyen kimselere
Kur’an’da şöyle cevap verilmiştir: “De ki: Eğer yeryüzünde, (insanlar yerine) yerleşip dolaşan
melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir melek peygamber indirirdik.”14
Peygamberlerin insan olarak gönderilmesinin en
önemli sebeplerinden birisi, insanlara örneklik yapacak kişinin yine insan olmasıdır. İnsan ancak kendisi
gibi bir insanı örnek alabilir. Bu nedenle peygamberler örnek olsunlar diye Allah tarafından insanlar
arasından seçilerek gönderilmişlerdir. Peygamberler,
Allah’tan aldığı emir ve yasakları sadece insanlara
iletmekle kalmazlar, onlara öncülük ederek de örnek
olurlar.
LİSTELEYELİM
Peygamberlerin gönderiliş amaçlarını listeleyiniz.
1. İnsanlara sorumluluklarının
neler olduğunu açıklamıştır.
2. ..................................
3. ..................................
3. Peygamberlerin Nitelikleri
Peygamberler de diğer insanlar gibi beşeri özelliklere sahiptirler. Oturup kalkar, yer içer, gezer, çoluk çocuk sahibi olur, hastalanır ve ölürler. Ancak peygamber olmaları bakımından diğer
insanlardan farklı olarak bazı sıfat ve özelliklere sahip bulunmaktadırlar. Bu sayede onlar,
kendilerine verilen elçilik görevini başarılı ve
en iyi şekilde yapabilmişlerdir. Allah’tan aldıkları mesajları insanlara tam olarak iletmek için
“doğruluk, güvenilirlik, akıllı ve zeki olmak,
TARTIŞALIM
Peygamberler niçin diğer insanlardan farklı niteliklere sahiptirler? Tartışınız.
günahlardan korunmuş olmak” gibi özelliklerle donatılmışlardır.
a. Sıdk (Doğru Olmak): Sıdk sözlükte doğru olmak demektir. Kişinin söz ve fiilinin birbirine
uygun olmasıdır ve peygamberlerin en önemli özelliklerinden biridir. Allah’ın öğütlerini ve buyruklarını insanlara iletmek görevini üstlenen kişinin öncelikle dürüst ve doğru olması gereklidir.
Peygamberler, sözlerinde, işlerinde, düşüncelerinde ve davranışlarında doğru kimselerdir. Bu nitelik,
peygamberlerin ilahî buyrukları insanlara bildirmede de doğru sözlü ve sadık davrandıkları anlamına
gelir. Peygamberler asla yalan söylemezler. Eğer yalan söyleyecek olsalardı kendilerine inanan halkın güven duygusunu kaybederlerdi.
Peygamberler kendilerine vahiy gelmeden ve henüz tebliğe başlamadan önce de içinde yaşadıkları toplum tarafından ahlak yönünden en üstün kişi olarak kabul görmüşlerdir. Kur’an-ı Kerim’de
bu husus üzerinde yoğun olarak durulmuş ve bütün peygamberler gibi Hz. Muhammed (s.a.v.)’in de
14 İsrâ suresi, 95. ayet.
107
KELAM
sadık olduğu, yalancılardan olmadığı vurgulanmıştır. Hz. Peygamber, risaletin öncesinde ve sonrasında, bir başka deyişle yalnız müminler tarafından değil, içinde yaşadığı toplumun her kesiminin
şahadetiyle “Sâdıkul-Va’dil-Emîn” olarak vasıflandırılmıştır.15
Kur’an-ı Kerim bazı peygamber için doğruluk (sadık) niteliği kullanırken, “Kitapta İsmail’i
de an. Şüphesiz o, sözünde duran (sadık) bir kimse idi. Bir resul, bir nebî idi.”16 bazıları için
de “sıddîk” kelimesini kullanmıştır. Ayette bu husus “Kitapta İbrahim’i de an. Gerçekten o, son
derece dürüst (sıddık) bir peygamber idi”.17 şeklinde yer almaktadır.
b. Emanet (Güvenilir Olmak): Emin ve güvenilir olmak demektir. Kendisine bırakılan bir şeye
veya kendisine yüklenilen bir görev ve sorumluluğa riayet etmektir. Konu hakkında bir ayette şöyle
buyrulur: “Bir peygambere, emanete hıyanet etmesi yaraşmaz…”18 Emanet sıfatının zıddı olan
hıyanet, onlar hakkında düşünülemez.
Peygamberler gerek risalet ve nüKONUŞALIM
büvvet görevlerini yerine getirmede
gerekse bütün diğer hususlarda güvenilir ve emin kimselerdir. Kur’an-ı
Kerim’de peygamberlerin bu özelli-
Doğru ve güvenilir olmanın sosyal
hayattaki önemi nedir? Arkadaşlarınızla konuşunuz.
ği ile ilgili birçok ayet vardır. “Size
Rabb’imin sözlerini bildiriyorum.
Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.”19 ayeti buna örnektir. Peygamberler için en büyük emanet,
dini buyrukların, Allah’ın öğütlerinin insanlara ulaştırılmasıdır. Onlar, bu konudaki sorumluluklarını
en iyi şekilde yerine getirmişlerdir. Kendilerine verilen emaneti korumuşlardır.
Peygamberler sadece peygamberlikleri döneminde değil kendilerine bu görev verilmeden önce
de, bu sıfatları ile tanınırlar. Bunun en güzel örneği ise kuşkusuz peygamberimiz Hz. Muhammed
(s.a.v.)’dir. O, gerek peygamberlikten önce ve gerekse peygamberliği sırasında toplum içinde en
güvenilir üstün bir kişiliğe sahipti. Bundan dolayı da cahiliye döneminde, Mekke’nin müşrikleri
tarafından “el-Emin” yani güvenilir olarak isimlendirilmiştir.
c. Fetanet (Akıllı ve Zeki Olmak): Peygamberlerin akıllı, zeki, kavrayışlı ve anlayışlı olmaları
demektir. Peygamberler üstün bir akıl ve zekâya, kuvvetli bir hafızaya ve yüksek bir mantık ve ikna
kabiliyetine sahiptirler. Peygamberlik büyük sorumluluklar gerektiren bir görevdir. Bu sorumluluğu
yerine getirebilmek için keskin bir zekâya ve üstün kabiliyetlere sahip olmak gerekir. Bu üstün yetenekleri sayesinde Allah’ın mesajlarını çok iyi kavramışlar ve insanların sorunlarını çözüme kavuşturmuşlardır.
15 Komisyon, İmam Hatip Liseleri Kelam Ders Kitabı, s.93.
16 Meryem suresi, 54. ayet.
17 Meryem suresi, 41. ayet.
18 Âl-i İmrân suresi, 161. ayet.
19 A’râf suresi, 68. ayet.
108
VI. ÜNİTE: NÜBÜVVET ve İLAHİ KİTAPLAR
YORUMLAYALIM
Kâbe’nin inşası sırasında, Hacer-i Esved’i
yerine koyma şerefine nail olmak
için Kureyş kabileleri arasında
ihtilaf çıkmıştı. Hz. Muhammed
(sav.)’in peygamberlikten önce,
bu ihtilafta hakem tayin edilmesi
neticesinde gösterdiği üstün maharet, çıkmak üzere olan bir savaşı önlemiştir.
Bu olayı, Hz. Muhammed’in
güvenilirliği ve zekası açısından
yorumlayınız.
Kur’an-ı Kerim’de bu sıfatla ilgili olarak Hûd
(as.)’un kavmine hitabı şöyle geçmektedir:
“Hûd, şöyle dedi: “Ey kavmim! Bende akıl kıtlığı yok. Aksine ben âlemlerin Rabbi tarafından
gönderilmiş bir peygamberim.”20 Kısaca Yüce Allah
gönderdiği bütün peygamberlerine üstün bir zekâ, büyük bir dikkat ve olgunlaşmış bir akıl ihsan etmiştir.
d. Tebliğ (Allah’tan Aldığı Mesajları İnsanlara bildirmek): “Tebliğ” sözlükte bildirmek ve iletmek demektir. Peygamberlerin Allah’tan aldıkları vahyi gizlemeden, eksiltmeden ve her hangi bir ilavede bulunmadan aynen insanlara bildirmesine tebliğ denir. Bu
özellik onların en önemli görevidir. Peygamberlerin
bu özelliği Kur’an’da şöyle dile getirilmiştir: “Ey Resul! Rabb’inden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu
yapmazsan onun elçiliğini yapmamış olursun…”21
Diğer bir ayette ise şöyle buyrulur: “Ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve size nasihat ediyorum. Sizin bilmediğiniz şeyleri de
Allah tarafından gelen vahiy ile biliyorum.”22 Peygamberler Allah’tan aldıkları vahiyde artırma ve
eksiltme de yapmamışlardır.23 Herhangi bir peygamberin Allah’tan aldığı ilahî mesajı insanlara tebliğ
etmemesi söz konusu değildir.
e. İsmet (Günahlardan Korunma): Günah işlemekten kaçınmak demektir. Peygamberler, peygamberlik görevini üstlenmeden önce ve sonra her türlü küfür, şirk ve büyük günahlardan uzak durmuşlardır, hayatlarında bilerek hiçbir günah işlememişlerdir. İnsan olmaları sebebiyle günah derecesinde olmayan zelle denen birtakım küçük hataları olmuştur. Ancak onlar bu hatalarını Yüce Allah’ın
kendilerini uyarmasıyla derhal düzeltmişlerdir. Bu özellik Kur’an’da şöyle dile getirilmiştir: “Eğer
seni sebatkâr kılmasaydık, gerçekten, nerdeyse onlara birazcık meyledecektin. ”24 Peygamberler örnek ve önder kişiler oldukları için konumlarını zedeleyecek davranışlardan korunmuş ve kaçınmışlardır.
YAZALIM
PEYGAMBERLERİN ORTAK NİTELİKLERİ
SIDK
Meryem suresi,
54. ayet
…………..
İsrâ suresi,
74. ayet
…………
Â’râf suresi,
67. ayet
…………….
Â’râf suresi,
68. ayet
……………
Nahl suresi,
82. ayet
Yukarıdaki verilen ayet meallerinden çıkardığınız özellikleri boşluklara yazınız.
20 A’râf suresi, 67. ayet.
21 Mâide suresi, 67.ayet.
22 A’râf suresi, 62. ayet.
23 Hâkka suresi, 44-46.
24 İsrâ suresi, 74. ayet.
109
KELAM
4. Peygamberliğin Kanıtı Olarak Mucize
Mucize sözlükte “aciz bırakan, güçsüz kılan, karşı konulmaz, harika olay” anlamlarına gelir.
Kur’an-ı Kerim’de mucize yerine çoğu kez “ayet, âyât, beyyine ve delil” kelimeleri kullanılmıştır.
Ayet; belli olan bir alâmet, bir şeyi ispat eden delil veya işaret demektir. Bu nedenle mucize ya bir
işaret, delil ve ispat ya “ilâhî bir haber” ya da “tebliğ edilen söz” anlamına gelir.25 Terim olarak ise
peygamberlik iddiasında bulunan kişinin doğruluğunu ispat ve inkârcılara meydan okumak için peygamberlerin Allah’ın izniyle ortaya koydukları olağanüstü olaylardır. Mucizenin benzerini ortaya
koymak mümkün değildir. Herhangi bir olayın mucize olabilmesi için onun nübüvvet görevi verilmiş
kişilerin elinde zuhur etmesi gerekir. Dolayısıyla herhangi bir kimseBULALIM
nin gösterdiği harikulade olaya
Aşağıda verilen ayetleri meallerden
mucize denmez. Mucize gerçekte
okuyarak peygamberlerin mucizeleAllah’ın fiilidir, “peygamber mucirinin neler olduğunu öğrenip siz de
zesi” denilmesi mecazîdir.
Kur’an’dan peygamberlere ait muciMucize, peygamber aracılığıyla tabiat kanunlarının çok üstünde
ve onlara aykırı olmalıdır. Ayrıca
mucize iddiaya uygun olarak ortaya konulması, bir yalanlama ya da
inkârdan sonra meydana gelmesi
ve insanoğlunun aciz kaldığı bir
olay türünden gerçekleşmesi gerekir. Bu nedenle mucizeyi akıl ile
izah etmek mümkün değildir.
Allah’ın destek ve yardımı olmadan hiç bir peygamber kendiliğinden mucize gösteremez. Bu
özellik onları, inkârcılara karşı
haklı çıkarır. Bu husus, Kur’an-ı
Kerim’de şu şekilde ifade edilmektedir: “Andolsun ki senden önce
de peygamberler gönderdik ve
zelere örnekler bulunuz.
- Hz. İbrahim, Bâbil Hükümdarı Nemrud tarafından
ateşe atılmış ve ateş Allah’ın “Ey Ateş, İbrahim’e karşı
serin ve zararsız ol” emrine uyarak onu yakmamıştır.
(Enbiyâ suresi, 58-69. ayetler.)
- Hz. Musa’nın elindeki asanın yılan hâline gelmesi
(Tâ-Hâ suresi,17-21. ayetler.); Elini koynuna sokup çıkardığında elinin bembeyaz olması (Tâ-Hâ suresi 22.;
Neml suresi, 12.; Kasas suresi, 32. ayetler.); Asasının
Firavun’un huzurundaki sihirbazların ip ve sopalarını yutuvermesi (Tâ-Hâ suresi, 65-70. ayetler); Asasını
denize vurunca denizin yarılıp, İsrâiloğulları’nın açılan
yoldan geçmesi, Firavun ve ordusu geçeceği sırada denizin tekrar kapanıp onları boğması. (Şuarâ suresi, 61-66.
ayetler)
- Hz. İsa’nın Allah’ın izniyle çamurdan kuş yapıp,
onu üflediği zaman canlı bir kuş olup uçması, ölüleri
diriltmesi, anadan doğma körü ve alaca hastalığına yakalanmış kimseyi iyileştirmesi (Mâide suresi, 110. ayet);
Havârilerin isteği üzerine gökten bir sofra indirmesi.
(Mâide suresi, 114, 115. ayetler.)
onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah’ın izni olmadan hiç
bir peygamberin mucize gösterme imkânı yoktur...”26.
25 Komisyon, İmam Hatip Liseleri Kelam Ders Kitabı, s.91.
26 Ra’d suresi, 38. ayet.
110
VI. ÜNİTE: NÜBÜVVET ve İLAHİ KİTAPLAR
Allah mucizelerle peygamberlerini desteklemiş ve her peygambere zamanının koşullarına göre
birtakım mucizeler vermiştir. Bir peygambere verilen mucize her peygambere verilmemiştir. Kur’an,
Hz. Muhammed (s.a.v.)’den önceki peygamberlere çeşitli mucizeler verildiğini bize bildirmektedir.
Peygamberimizin en büyük mucizesi ise bir hidayet ve rahmet kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’dir.
Herhangi bir ilim tahsil etmemiş bir kimsenin Kur’an gibi bir kitap getirmesi, Kur’an’ın mucizeliğine
şahit olarak yeterlidir. Kur’an her çağdaki akıl sahibi insana hitap eden, akıllara durgunluk verecek
derecede büyük ve ebedî bir mucizedir. Diğer peygamberlerin mucizeleri dönemleri geçince bittiği,
onları yalnız o dönemde yaşayanlar gözlediği halde, Kur’an mucizesi kıyamete kadar sürecek bir
mucizedir. Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadislerinde, “Hiçbir peygamber yoktur ki, onlara kendi
zamanlarındaki insanların inandıkları bir mucize verilmiş olmasın. Bana mucize olarak verilen
ise, ancak Allah’ın bana vahyettiğidir”27 buyurmuştur. Yüce Allah da Hz. Peygamberin en büyük
mucizesinin Kur’an-ı Kerîm olduğunu bizlere bildirmiştir. “Dediler ki: ‘Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!’ De
ki: ‘Mucizeler ancak Allah katındadır ve ben ancak apaçık bir uyarıcıyım’. Kendilerine okunan kitabı sana indirmiş olmamız onlara
yetmedi mi? Şüphesiz bunda inanan
bir kavim için bir rahmet ve bir
öğüt vardır.”28 Kur’an-ı Kerîm,
hem söz hem de anlam yönünden
mucizedir. O, Arap edebiyatının
zirvede olduğu bir dönemde inmiş,
Araplara kendisinin bir benzerini
getirmeleri için meydan okumuş,
üslûbu, şaşırtıcı lafzı, fesahat ve
belagatıyla onları aciz bırakmıştır.
5. Peygamberlere Gönderilenilen Kitaplar
Allah, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’den itibaren bütün peygamberlere vahiy göndermiştir. Ayette bu konu şu şekilde açıklanmıştır: “Biz senden önce de, ancak kendilerine vahiy verdiğimiz erkekleri peygamber gönderdik. Şayet bilmiyorsanız, bunu bilenlere sorunuz.”29 Kur’an-ı
Kerim’de Yüce Allah (cc.)’ın insanlara vahyi üç şekilde gönderdiği anlatılmaktadır: “Allah, bir
insanla ancak vahiy yoluyla yahut perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip, izniyle
ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz o yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir.”30
27 Buharî, İ‘tisâm, 1.
28 Ankebût suresi, 50, 51.ayetler.
29 Enbiyâ suresi, 7. ayet.
30 Şûrâ suresi, 51. ayet.
111
KELAM
Allah insanlara yol göstermek, onlara iyiyi, güzeli öğretmek, onları uyarmak, emir ve yasaklarını
bildirmek için ilahî kitaplar göndermiştir. Bu konu bir ayette şöyle açıklanmıştır: “İnsanlar bir tek
ümmet idi. Sonra anlaşmazlığa düştükleri konularda, insanlar arasında hüküm vermeleri için,
Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi. Onlarla beraber hak yolu gösteren kitaplar da indirdi…”31
Yüce Allah’ın kullarına yol göstermek ve aydınlatmak üzere peygamberlerine vahyettiği sözlere
veya bunun yazıya geçirilmiş şekline “ilahî kitap” adı verilir. Kitabın çoğulu “kütüb”dür. İlahî kitaplara Allah katından indirilmiş olması sebebiyle “kütüb-i münzele” veya “semavî kitaplar” da denilir.
Vahiy, suhûf (sahifeler) ve kitaplar olmak üzere ikiye ayrılır:
Kur’an’dan önce indirilmiş olan ve birkaç sayfadan oluşan vahiy metinlerine “suhuf” denir. Vahiy
metinlerinin geniş hacimli olanlarına ise “kitap” denilir.
Suhûfların hiçbiri günümüze kadar ulaşmamıştır. Bunlar hakkında Kur’an-ı Kerim’de ayrıntılı
bilgi verilmemiştir. Bunlar toplam 100 sahife olup, Hz. Âdem, Hz. Şit, Hz. İdris ve Hz. İbrahim
peygamberlere indirilmiştir.
SAHİFELER
HZ. ÂDEM
10 SAHİFE
HZ. ŞİT
50 SAHİFE
HZ. İDRİS
30 SAHİFE
HZ. İBRAHİM
10 SAHİFE
Suhufa göre daha hacimli ve kitap şeklinde olan ve evrensel mesajlar içeren ilahî kitaplar ise
Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an-ı Kerim’dir.
5.1. Tevrat
Tevrat İbrânîce bir kelime olup “kanun, şeriat
ve öğreti” anlamlarına gelir. Hz. Musa’ya indirilmiştir. Tevrat’a Ahd-i Atîk ve Ahd-i Kadîm de
(Eski Ahit) denilir. Yahudiler bu kitaba “Tora”
derler. Yahudi inancına göre Tevrat, Tanrı’nın Hz.
Musa’ya Sina Dağı’nda vahyettiği kitabın adıdır.
Beş bölümden oluşur: Yaratılış, Çıkış, Levililer,
Sayılar ve Tesniye. Tevrat, Hz. Mûsâ aracılığıyla
İsrâiloğulları’na İbranice olarak indirilmiştir. Günümüzde diğer dillere de çevrilmiştir.
31 Bakara suresi, 213. ayet.
112
VI. ÜNİTE: NÜBÜVVET ve İLAHİ KİTAPLAR
5.2. Zebur
BİLİYOR MUYDUNUZ?
Kelime olarak “yazılı şey ve mektup”
anlamına gelen Zebur, Hz. Davud’a indirilmiş olan ilahî kitabın adıdır. Bu konuda
Kur’an’da şöyle buyrulur: “...Gerçekten
biz, peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık. Davud’a da Zebur’u verdik”32
Bugün Mezmûrlar adıyla Eski Ahid’de yer
alan Zebur, lirik söyleyiş ve ilâhîlerden,
Allah’a övgü ve hikmetli sözlerden ve birtakım nasihatlardan oluşmaktadır. Mezmur,
Zebur’un bölümlerine verilen addır ve toplam 150 mezmur vardır.
Allah, Hz. Davud’a güzel bir
ses vermişti. Hz. Davud Zebur’u
okurken insanlar ve hayvanlar etrafında
halka olur, onu dinlerlerdi. Zebur’u Hz.
Davud’tan dinleyenler okuyuşuna hayran kalırdı.
(bkz:Sebe’ suresi, 10. ayet;
Sâd suresi, 17-20. ayetler)
5.3. İncil
İncil kelime olarak “müjde, talim ve öğretici” anlamlarına gelir. Hz. İsa aracılığıyla İsrailoğulları’na indirilmiştir. Bu husus
Kur’an-ı Kerim’de şöyle açıklanmaktadır:
“Kendinden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak peygamberlerin izleri üzerinde, Meryem oğlu İsa’yı arkalarından gönderdik. Ve ona, içinde doğruya rehberlik
ve nur bulunmak, önündeki Tevrat’ı tasdik etmek, sakınanlara bir hidayet ve öğüt
olmak üzere İncil’i verdik”33 İncil’e Ahd-i
Cedîd (Yeni Ahit) de denilir. Eldeki en eski
İncil metni Grekçedir. Bugün Hristiyanların
çoğunun kabul ettiği İnciller dört tanedir.
Bunlar Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleridir.
BİLGİ KUTUSU
Hristiyanlar Kitab-ı
Mukaddes’i kabul ederler.
Kitab-ı Mukaddes yalnızca İncil’i değil, Tevrat ve Zebur da
dâhil, Hz. Musa’dan Hz. İsa’ya kadar
olan diğer peygamberlere gelen kitapları da içinde bulundurur. Eski Ahit 39,
Yeni Ahit 27 kitap olmak üzere toplam
66 kitaptır.
Tevrat’ta sıklıkla dini kurallara vurgu yapılırken İncil’de bu kuralların daha çok ahlaki boyutuna öncelik verildiği görülmektedir.
İncil’de Hz. İsa’nın yaşamı, insanları Allah’a
inanmaya çağırırken karşılaştığı güçlükler,
sevgi, dürüstlük ve alçak gönüllülük gibi ahlaki değerler dile getirilir. İnsanların birbirlerini sevmeleri istenir ve ilahî buyrukların
özüne dikkat çekilir.
32 İsrâ suresi, 55. ayet.
33 Mâide suresi, 46. ayet.
113
KELAM
5.4. Kur’an
Sözlükte “toplamak, okumak, bir araya getirmek” anlamına gelen Kur’an, Allah tarafın­dan
Cebrâil vasıtasıyla son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)’e indirilen, hiç değişmeden günümüze
kadar ulaşan, okunmasıyla ibadet edilen, başkalarının benzerini getir­mekten âciz kaldığı Arapça
PAYLAŞALIM
bir ke­lâmdır. Yûsuf suresinin 2. ayetinde, “AnlaKur’an-ı Kerim’e Kiyasınız diye biz onu Arapça bir Kur’an olarak
tap,
Furkan, Zikir, Nur diye
indirdik.” buyrulmuştur. Ancak tüm insanlar
isimlendirilmesinin sebepleri ne olabiArapça bilmedikleri için çeşitli dillere çevirileri,
lir? Görüşlerinizi arkadaşlarınızla paymeal ve tefsirleri yapılmıştır. Kur’an-ı Kerim’in
laşınız.
“Kitap, Furkan, Zikir, Nur” gibi başka isimleri
de vardır.
Hz. Muhammed (s.a.v.) son peygamber, Kur’an-ı Kerim ise son ilahî kitaptır. Dolayısıyla kıyamete kadar başka ilahî kitap gelmeyecektir.
Kur’an-ı Kerim 610 yılının Ramazan ayında, Kadir Gecesi’nde indirilmeye başlanmış ve indiriliş
süreci yaklaşık 23 yılda tamamlanmıştır. Peygamberimiz, gelen ayetleri hemen ezberlemiş ve vahiy
kâtiplerine yazdırmıştır. Vahiy kâtipleri gelen ayetleri o günün yazı malzemelerinin üzerine yazmışlardır. Yazılan ayetler özenle korunmuştur. Böylece 632 yılında Peygamberimizin vefatından önce
Kur’an-ı Kerim’in indirilişi tamamlanmış ve yazılmıştır.
Hz. Peygamberin vefatından sonra Hz. Ebu Bekir tarafından Kur’an sahifeleri bir araya toplanarak kitap hâline getirilmiştir. Hz. Osman döneminde ise bu nüsha esas alınarak birkaç tane daha
yazılmış ve her biri o dönemin büyük şehirlerine gönderilmiştir.
Kur’an’daki bölümlerin her birine
sure, surelerin içerisindeki cümlelere ise
ayet denilir. Kur’an-ı Kerim toptan değil
ayet ayet, sure sure indirilmiştir. Çünkü
bazı ayetler, belli bir olayın ardından
gelip o olayla ilgili açıklama getirmekteydi. Böylece Müslümanların Kur’an-ı
Kerim’i daha iyi anlayıp özümsemesi
sağlanmıştır.
Kur’an-ı Kerim’de “Allah, tabiat, insan ve hayat (dünya ve ahiret hayatı) ve
nübüvvet” konuları üzerinde önemle durulmuş ve kendisinden başka bir ilahî kitabın gelmeyeceği vurgulanarak insanoğlunun kıyamete kadar onunla amel edeceği Yüce Allah tarafından buyrulmuştur.
Müslümanların diğer kutsal kitaplar hakkındaki bilgisi de Kur’an’a dayanır.
114
VI. ÜNİTE: NÜBÜVVET ve İLAHİ KİTAPLAR
OKUMA METNİ
Kur’an-ı Kerim’in özelliklerini şu şekilde maddeleştirebiliriz:
1. Kur’an-ı Kerim, Cebrail aracılığı ile Hz. Muhammed’e vahyedilmiştir. Lafız ve mana bakımından Allah’a aittir. Ona peygamberin sözü de başkasının sözü de karışmamıştır. Kur’an, Allah’ın
kelamıdır.
2. Gelen her ayet ve sure, bizzat Hz. Peygamber tarafından vahiy kâtiplerine harfi harfine yazdırılmıştır. Ayrıca, yüzlerce sahabe tarafından da ezberlenmiştir.
3. Kur’an, Hz. Muhammed’den bize kadar tevatür yoluyla gelmiştir. Bugün elimizde mevcut olan
Kur’an, Cebrail’in Hz. Muhammed’e getirdiği ve Hz. Muhammed’in de vahiy kâtiplerine yazdırdığı
Kur’an’ın aynısıdır. Kur’an’ın bütün dünyadaki nüshaları da aynıdır. Zaten Kur’an’ın korunmasını
bizzat Yüce Allah üstlenmiştir. Allah: “Doğrusu Kur’an’ı biz indirdik, onun koruyucusu da elbette biziz” (Hicr suresi, 9.ayet.) buyurmaktadır.
4. Kur’an, lafzen ve manen mucizedir. Fasih, beliğ ve veciz olma bakımından insan kudretini
aşmaktadır. Bu konuda Kur’an, bütün insanlara meydan okumuştur: ‘‘Ey Muhammed! Senin için
Kur’an’ı uydurdu mu diyorlar? De ki: Onun surelerine benzer bir sure meydana getirin; iddianızda samimi iseniz, Allah’tan başka çağırabileceklerinizi de çağırın” (Yûnus suresi, 38.ayet.)
Bütün şair ve edipler onun benzerini ortaya koymaktan aciz kalmışlardır. Kur’an, mana yönünden
de mucizedir. Onda ilim, tecrübe ve akılla doğruluğu sabit olan hakikatlere ve kanunlara aykırı hiçbir
husus yoktur. İlim ve tekniğin gelişmesi, Kur’an’ın daha iyi anlaşılmasına imkân sağlamaktadır.
5. Kur’an, kendisinden sonra başkasının gelmeyeceği son ilahî kitaptır. Kur’an’ın muhatabı bütün
insanlardır. İhtiva ettiği hükümler geneldir. O, belli bir ırkın veya milletin, bir bölgenin veya belli bir
zaman diliminin kitabı değil; âlemin ve tüm insanlığın kutsal kitabıdır. Müslüman, Kur’an’ı, bütün
insanlığın sorunlarına çözüm getirecek bir şekilde anlama sorumluluğu ile karşı karşıyadır.
6. Kur’an, lafzının okunması bile ibadet sayılan bir kitaptır. Onu anlayarak okumanın ise Allah
katında sevabı büyüktür. Yüce Allah, Kur’an’ın anlaşılmak için Arapça gönderildiğini bildirmektedir. (Yûsuf suresi, 2. ayet.) Kur’an-ı Kerim’i okumanın zamanı ve şartı yoktur. Onun neresi okunursa
okunsun, her yerde amacı, vermek istediği öğüt, gösterdiği yol ve taşıdığı ruh aynıdır. Kur’an, bütün
insanlığı iyiye, doğruya, adalete ve güzele çağıran ilahî kitaptır.
7. Kur’an, insanlara, insanı, eşyayı, olay ve olguları, gerçek yüzüyle göstermek; onu her türlü
şartlanmadan korumak için gelmiş bir kitaptır.
(Komisyon, Kelam Ders Kitabı, s. 83, 84.)
115
KELAM
6. Hz. Muhammed’in Peygamberliği
6.1. Mesajı
Hz. Muhammed (s.a.v.), kendisine gelen vahyin ışığıyla içinde yaşadığı toplumu dönüştürmeye
başlamıştır. Getirdiği evrensel hükümlerle insanlığın yönünü değiştirmiştir. İnsanları hür veya köle
ayırım yapmaksızın dine davet etmiştir.
Peygamberimiz 23 yıllık risalet görevinde tevhit, ahiret, insanın kendine ve topluma karşı ahlakî
görevlerinin ne olması gerektiği ile ilgili Allah’ın mesajlarını iletmiştir. Bu çerçevede Hz. Muhammed (s.a.v.), insanlar arasında tek üstünlük ölçüsü olarak “Allah’a saygı”yı esas almıştır. Bütün hayatı boyunca, insanlara Kur’an’ın ilkeleri doğrultusunda davranmıştır.
Mekke döneminde Müslümanlar, önce gönüllerini putperestliğin izlerinden temizlemişlerdir.
Mekke’de inen ayetler insan hayatının anlamı üzerinedir. Bu ayetler insanları, ibadet etmeye, dürüst
yaşamaya, adalet ve yardımseverliğe çağırır. Medine’de inen ayetlerdeyse bir toplumun ve kültürün
inşası amaçlanır.
Veda Hutbesi’nde Müslümanların doğru yoldan ayrılmamaları için mutlaka dikkat etmeleri gereken ilkelere değinilmiş ve birçok önemli konu dile getirilmiştir. Müslümanların, Kur’an’a ve sünnete
dayalı bir din anlayışına sahip oldukları sürece, dünyada ve ahirette özledikleri mutluluğa kavuşabilecekleri ifade edilmiştir.
DEĞERLENDİRELİM
Veda Hutbesi’nde, fert ve toplum hayatında son derece önemi olan şu hususlara
dikkat çekilmiştir:
1. Herkesin can, mal ve namusu tecavüzden korunmuştur.
2. Kimsenin, kimseye zarar vermeye hakkı yoktur.
3. Bütün Müslümanlar kardeştir.
4. Bütün borçlar iade edilecek ve borç olarak alınanın dışında bir fazlalık (faiz) ödenmeyecektir.
5. Kan davaları ve adaleti şahsen yerine getirmek yasaklanmıştır.
6. Kadınlar, erkeklerin hayat arkadaşlarıdır. Buna göre onlara iyi muamele edilmesi emredilmiş, onların da tıpkı erkekler gibi mal ve mülke şahsî tasarruf hakları olduğu öngörülmüştür.
7. İnsanların ırk ve renk farkı gözetilmeksizin birbirine eşit oldukları belirtilmiştir.
8. Aile ve toplum hayatına zarar veren zina vb. davranışlar yasaklanmıştır.
9. Kur’an-ı Kerim’in, insanlara bir emanet olarak bırakıldığı ve ona sımsıkı sarılmaları
tavsiye edilmiştir.
10. Cahiliye döneminde Araplar arasında ihtilâf konusu olan gün, ay ve yıl hesaplamasına
açıklık getirilmiştir. Çıkar için bazı ayların helâl, bazı ayların haram sayılması ve bunların
yerlerinin değiştirilmesi yasaklanmıştır. Bir yıl on iki ay olarak tespit edilmiştir. Ayrıca Mekke ve çevresinin kutsallığına işaret edilmiştir.
11. Emanetlerin, sahiplerine mutlaka iadesi vurgulanmıştır.
Yukarıdaki maddeleri Hz. Peygamberin verdiği evrensel mesajlar açısından değerlendiriniz.
116
VI. ÜNİTE: NÜBÜVVET ve İLAHİ KİTAPLAR
Hz. Muhammed (s.a.v.), önceki peygamberlerin aksine belli bir topluma ve zamana değil, bütün
insanlığa gönderilmiştir. Onun getirmiş olduğu ilahî dinin mesajları evrenseldir. Evrensel bir din
olan İslam, Müslümanların evrensel değerlere sahip olmalarını, evrensel düşünmelerini istemektedir.
Bu konuyla ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de şöyle denilmektedir: “Biz seni bütün insanlara ancak
müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik…”34
İslamiyet, insanı insan yapan yüksek ahlakî ve evrensel değerleri insanlara kazandırmak için vardır. Bu konuda bizler için tek örnek, âlemlere rahmet olarak gönderilen peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. O, bir yandan Allah katından almış olduğu vahiyle insanları uyarırken, diğer yandan
da, İslam’ı önce kendisi yaşamış ve herkese örnek olmaya çalışmıştır.
6.2. Örnekliği
Peygamberimiz bir yandan aldığı vahyi insanlara iletirken diğer taraftan da İslam’ın anlaşılması
için örnek bir hayat ortaya koymuştur. O, İslam’ın doğru anlaşılması konusunda, Müslümanlara örnek olmuştur. Yüce Allah’ın insanlığa en büyük ihsanı ve rahmeti olan ve Kur’an-ı Kerim’de “büyük bir ahlak üzere”35 olduğu bildirilen Peygamberimiz (s.a.v.), insanı insan yapan erdemleri ve
değerleri kendisinde bulunduran yüce bir şahsiyettir. İslam’ın öngördüğü kâmil insan modeli onun
hayatında şekil bulmuştur.Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de:
‫ﻮﻝ ﱠ‬
َ ‫ﺍﷲِ ﺃُ ْﺳ َﻮ ٌﺓ َﺣ َﺴﻨٌَﺔ ﻟ َِﻤ ْﻦ َﻛﺎ َﻥ ﻳَ ْﺮ ُﺟﻮ ﺍﷲﱠَ َﻭﺍﻟْﻴَ ْﻮ َﻡ ﺍﻵَْ ِﺧ َﺮ َﻭﺫ‬
ِ ‫“ ’’ﻟَ َﻘ ْﺪ َﻛﺎ َﻥ ﻟَ ُﻜ ْﻢ ﻓِﻲ َﺭ ُﺳ‬Andolsun ki
‘‘‫َﻛ َﺮ ﺍﷲﱠَ َﻛﺜِﲑًﺍ‬
Resûlullah’ta sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı zikredenler
için mükemmel bir örnek vardır.”36 buyrularak, onun hayatı bizlere ‘yaşanabilir en güzel örnek’
olarak takdim edilmektedir. Ancak, onun örnekliğinin ve temsil ettiği değerlerin iyi anlaşılması bilinçli bir çaba içinde olmayı gerektirir. Peygamberimizin örnekliğini ve sünnetini belirli alanlara ve
davranış biçimlerine indirgemek yerine, onun temsil ettiği değerlerin bütününü anlamak ve hayatımıza o değerler ışığında yön vermemiz gerekir. Bunun anlamı tarihe gitmek ve gömülmek değil, onun
insanlığın huzur ve mutluluğu için yaptığı çağrıyı güncelleştirerek ahlakını ve öğretilerini davranışlarımızın temeli hâline getirmektir. Onun örnekliği, sadece Müslümanlar için değil, bütün insanlığın
mutluluğuna ve kurtuluşuna ışık tutabilecek niteliktedir.
Hz. Muhammed (s.a.v.), hem peygamber olmadan önceki dönemde, hem de peygamber olduktan
sonra güzel ahlakıyla dikkat çekmiştir. O, kendisinin güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildiğini
belirtmektedir.
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ahlakının kaynağının Kur’an-ı Kerim olduğu eşi Hz. Aişe tarafından da
şöyle ifade edilmiştir: “Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? Onun ahlakı Kur’an ahlâkıdır.”37
34 Sebe’ suresi, 28. ayet ;Ahzâb suresi, 40. ayet.
35 Kalem suresi, 4. ayet.
36 Ahzâb suresi, 21.ayet.
37 Müslim, Müsafirîn, 139.
117
KELAM
KONUŞALIM
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Örnek Kişiliği
Hz. Peygamber, iyi niyetli, şefkatli, merhametli, çalışkan, gayretli, yardımsever, cömert,
sabırlı, temiz, tertipli, dürüst, mütevazı ve vefalı idi. Dağınıklıktan, kabalıktan, kötü
niyet taşımaktan, kötü zan ve önyargılı davranmaktan, dedikoduculuktan, tembellikten,
acımasızlıktan, yalancılıktan, savurganlıktan ve gururlanıp büyüklenmekten uzak dururdu.
İnsanları sevip sayar, onlara samimi olarak destek verirdi. Derin bir sorumluluk duygusuna
ve üstün bir görev bilincine sahipti. Planlı ve tedbirliydi, titiz ve dikkatliydi. Paylaşmayı,
selamlaşmayı, barış ve dayanışmayı severdi. Karışıklıktan, ihtilafa düşmekten, kardeş
kavgası çıkarmaktan uzak dururdu. Güler yüzlü idi; onu görenler onunla konuşma
konusunda herhangi bir endişeye kapılmazlar, aksine rahatlık hissederlerdi. Gerek bireysel
ilişkilerinde gerekse kamu hizmetlerinde fedakâr ve adaletliydi. Zulüm ve haksızlıktan
nefret ederdi. Sabır ve şükür onun en belirgin özellikleri arsındaydı. İbadetlerini, dua ve
zikirlerini, özetle kulluğun gereklerini sürekli ve huşu ile/içtenlikle yapardı. İbadetlere
ayırdığı zamanın dışında istirahata, aile bireylerine, ev işlerine ve halk hizmetine de zaman
ayırır, görev ve hizmetlerini tam bir denge içinde yerine getirirdi. Hak sahiplerine haklarını
eksiksiz verirdi; onun olduğu yere haksızlık giremezdi. Bilerek insanları asla üzmez, gönül
kırmazdı, yanlışlıkla birinin kalbini kırmışsa özür diler ve helallik isterdi. İntikamdan
değil, insanları kazanmaktan yana idi. O, hiçbir zaman lanet okumazdı. O, af ve rahmet
peygamberi idi, hoşgörü sahibiydi. Cesaretli davranılması gereken yerlerde ise kelimenin
tam anlamıyla cesurdu, ataktı, üretkendi. Meşru olan her yeniliğe açıktı, istişareye, önemli
konularda danışmaya/görüş alışverişine önem verirdi.
(Hüseyin Algül, İslam’a Giriş Gençliğin İslam Bilgisi, s.176.)
Peygamberimizin örnek kişiliğinin, İslam mesajını insanlara ulaştırmadaki etkisini
konuşunuz.
118
VI. ÜNİTE: NÜBÜVVET ve İLAHİ KİTAPLAR
6.3. Son Peygamber Oluşu
Allah (c.c.) Peygamberimizi yüce bir ahlakla38 ve örnek hayatıyla39 âlemlere rahmet olarak40 tüm
insanlığa göndermiştir.41 Hz. Peygamber de “…Benden evvel her peygamber sadece kendi kavmine gönderiliyordu; ben bütün insanlığa elçi olarak gönderildim.”42 buyurmuştur. Bu sebeple Hz.
Peygamberin getirdiği mesajların sorumluluğu tüm insanları içine almaktadır.
Yüce Allah, Hz. Âdem ile başlayan peygamberler zincirini Hz. Muhammed (s.a.v.) ile sona erdirmiştir. Artık bundan sonra kıyamete kadar başka bir peygamber gelmeyecektir. Bu nedenle Hz.
Muhammed’e “peygamberlerin sonuncusu” anlamında ‘hâtemu’l- enbiyâ’ denir. Kur’an-ı Kerim’de
Peygamberimiz (s.a.v.)’in bu özelliği şöyle ifade edilmektedir: “Muhammed içinizden hiç birinizin babası değildir. Fakat o, Allah’ın resulü ve peygamberlerin de sonuncusudur…”43 Hz. Peygamber de “Ben peygamberlerin sonuncusuyum,44 benden sonra peygamber gelmeyecektir.”45
demiştir. Başka bir hadisinde de “...Ben bütün insanlara gönderildim. Peygamberlik de benimle
son buldu”46 ifadesini kullanmıştır.
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in son Peygamber oluşu, Müslümanlara önemli sorumluluklar yüklemektedir. Her şeyden önce her Müslüman, Hz. Peygamberin “tebliğ” görevini üstlenmek zorundadır.
Bunun için de, İslam’ı vahye uygun olarak bilmesi ve anlaması gereklidir.47
38 Kalem suresi, 4. ayet.
39 Ahzâb suresi, 21. ayet.
40 Enbiyâ suresi, 107. ayet.
41 Sebe’ suresi. 28. ayet.
42 Buharî, Teyemmüm, 1; Salat, 56; Müslim, Mesâcid, 3.
43 Ahzâb suresi, 40. ayet.
44 Buharî, Menâkıb, 18; Müslim, Fedâil, 23.
45 Tirmizî, Fiten, 43.
46 Müslim, Mesâcid, 5.
47 Komisyon, İmam Hatip Liseleri Kelam Ders Kitabı, s. 99.
119
KELAM
ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM
A. Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız.
1. Peygamberler niçin gönderilmiştir? Söyleyiniz.
2. Peygamberlerin sıfatları nelerdir? Belirtiniz.
3. İlahî kitapların gönderilmesinin sebepleri nelerdir? Açıklayınız.
4. Suhuf ne demektir? Hangi peygamberlere kaçar suhuf gönderilmiştir?
5. Dört ilahî kitab hangi peygamberlere gönderilmiştir? Belirtiniz.
6. Kur’an-ı Kerim’i diğer ilahî kitaplardan ayıran en belirgin özellikler nelerdir? Açıklayınız.
7. Peygamberlerin insanlar arasından seçilme nedenleri nelerdir? Açıklayınız.
B. Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru seçeneklerini işaretleyiniz.
1. Aşağıdakilerden hangisi peygamberlerin gönderiliş amacı olamaz?
A) İnsanları Allah’ın dinine davet etmek.
B) İnsanlara Allah’a nasıl ibadet edeceklerini göstermek.
C) İnsanların eski inanç, âdet ve geleneklerini devam ettirmek.
D) İnsanlara ahlaki yönden güzel örnek olmak.
E) İnsanlara sorumluluklarını bildirmek.
2. “Peygamberler akıllı ve zekidirler.” ifadesinde geçen özellik, peygamberlerin hangi sıfatıdır? A) Sıdk B) Emanet C) Fetanet D) İsmet
E) Tebliğ
.
3. Aşağıdaki hangi seçenekte dört ilahî kitabın indiriliş zamanı gözetilerek peygamberler
doğru şekilde sıralanmıştır?
A) Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Davud, Hz. Muhammed.
B) Hz. İsa, Hz. Davud, Hz. Musa, Hz. Muhammed.
C) Hz. Musa, Hz. Davud, Hz. İsa, Hz. Muhammed.
D) Hz. Muhammed, Hz. İsa, Hz. Davud, Hz. Musa.
E) Hz. Muhammed, Hz. Musa, Hz. İsa, Hz.Davud.
C. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri verilen kelimelerden uygun olanı ile doldurunuz.
(vahiy, kitap, resul, Kur’an-ı Kerim, hadis)
1. Risalet görevini yerine getiren elçiye …………….. denir.
2. Allah Teâlâ’nın insanlara iletmek istediği mesajlarını peygamberlerine, özel bir biçimde,
gizli ve süratli olarak bildirmesine ………….. denir.
3. Yüce Allah’ın kullarına yol göstermek ve aydınlatmak üzere peygamberlerine vahyettiği
sözlere veya bunun yazıya geçirilmiş şekline ……………… adı verilir.
4. Peygamberimizin en büyük mucizesi……………….dir.
120
KELAM
VII.ÜNİTE
MEAD: AHİRET İNANCI
ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM
1. Mü’minûn suresi, 115. ayetinde işaret edilmek istenen hususu bir tefsirden
okuyarak geliniz.
2. Dünya hayatında yaptığı her şeyin karşılığını mutlaka göreceğine inanmak
insan davranışlarını nasıl etkiler? Düşününüz.
3. İyilik ve kötülüğün karşılıksız kalmayacağını konu edinen atasözleri
bularak defterinize yazınız.
4. “Ba’s, mahşer ve mizan” kavramlarının anlamlarını araştırınız.
5. Bir Kur’an mealinden, cennet ve cehennem ile ilgili ayetler bularak
defterinize not ediniz.
121
KELAM
1. Hayat Amaçsız Değildir
Büyük bir caminin yahut muhteşem bir sarayın yapılışının
amaçsız olabileceğini düşünebilir miyiz? Elbette hayır. Çünkü
bir yerde bilinçli bir tasarım varsa, kesinlikle bir amaç var demektir. Bu nedenle, caminin ibadet etmek, sarayın ise yaşamak
amacıyla yapılmış olduğu, mimari özellikleri ve donanımından
apaçık anlaşılmaktadır.
Evrenin yapısı ile ilgili sahip olduğumuz bilgiler, atomdan
hücreye, ondan dev galaksilere kadar her şeyin planlanmış olduğunu, bu nedenle yaratılışın amaçsız olamayacağını göstermektedir. Örneğin, atmosferdeki gaz oranlarının uygunluğu,
dünyanın eksen eğimindeki, mevsimlerin oluşumunu sağlayan
ince hesaplama gibi sayısız örnek yaratılışta bir amacın gözetildiğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu amaç hayatın kendisidir.
Öyle ki bu amaç için dünya adlı gezegen adres olarak seçilmiş
ve evrenin dengeleri de bu amaca hizmet edecek şekilde ayarlanmıştır. Bir ayette bu gerçeğe şöyle işaret edilmektedir:
َ ‫اَل ِع ِب‬
“‫ين‬
َْ‫ات َو أ‬
َ ‫ال ْر‬
‫ض َو َما َبي َْن ُه َما‬
َ ‫الس َم‬
ِ ‫او‬
َّ ‫” َو َما َخلَ ْق َنا‬
“Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri bir oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık.”1
DÜŞÜNELİM
Bir kalemin yazmak için, bir kitabın
da okunmak için tasarlandığı apaçık bellidir. Bir
anahtarın bir kilide uygunluğu, anahtarın, o kapıyı açma
amacıyla yapıldığını apaçık
göstermektedir.
Sayısız gök cismi arasında,
yaşam için gerekli şartların,
yalnızca dünyamızda bir araya getirilmiş olması, hayatın
da bilinçli bir tasarımın ürünü
olduğunu göstermektedir.
O hâlde hayatın amaçsız
olması düşünülebilir mi ?
Yeryüzü insan yaşamı için düzenlendiğine göre; hayatın anlamı ve amacı nedir? İşte insan açısından cevaplanması gereken temel soru budur. Yüce Allah “Sizi boş ve anlamsız yere yarattığımızı
ve bize dönmek zorunda olmadığınızı mı sanıyorsunuz?”2 buyurarak insanı hayatın amacı konusunda düşünmeye yönlendirmektedir.
S
ayısız gök cismi arasında yaşam için gerekli şartların dünyamızda
bir araya getirilmiş olması, hayatın amaçsız
olmadığını gösterir.
1 Duhân suresi, 38. ayet.
2 Mü’minûn suresi, 115. ayet.
122
VII. ÜNİTE: MEAD: AHİRET İNANCI
Kur’an’da “hayat” kavramı hem dünya ve hem de ahiret hayatını ifade etmek için ortak kullanılır.
Yüce Allah şöyle buyurur: “Ölü iken size hayat veren, sizi ölüme götüren, sonra da tekrar hayata
kavuşturan ve (sonunda) kendisine döndürüleceğiniz Allah’ı nasıl inkâr edersiniz?”3 Bu ayete
göre ölümle sadece dünya hayatı son bulmakta, Allah’ın yeniden yaratmasıyla da insan için yeni bir
hayat başlamaktadır. Böylece Kur’an, “… Hayat, ancak dünya hayatımızdır. Artık biz bir daha
dirilecek de değiliz”4 şeklindeki ahiret hayatını yok sayan anlayışı reddetmiş olmaktadır. Kur’an’a göre dünya hayatının en önemli özelliği insan için bir imtihan oluşudur. Bu özellik bir
ayette şöyle açıklanır: “O, hem ölümü, hem de hayatı yaratmıştır ki sizi sınamaya tabi tutsun (ve
böylece) davranış yönünden hanginiz daha iyidir (onu göstersin). O, üstündür, bağışlayandır.”5
Bu açıdan bakıldığında, insan için dünya hayatı ahiretin tarlasına dönüşmektedir. Zira insan, dünya
hayatında yapıp ettiklerinin karşılığını ahiret hayatında görecektir.
Dünya hayatının amacı, insanın yaratıcısını tanıyıp, kulluk bilinciyle yaşamasıdır. “Ben cinleri
ve insanları ancak bana ibadet etsinler (beni tanıyıp, kulluk etsinler) diye yarattım.”6 ayeti bu
amaca vurgu yapmaktadır. Ayetteki “ibadet” kavramı ile kast edilen; Allah’ı tanımak ve onun rızasını
gözeterek yaşamaktır. İnsanın Allah’ı tanıması, varlığının kaynağını ve amacını bilmesi demektir.
Allah’ın rızasını gözeterek yaşaması ise yaratılış amacı doğrultusunda bir hayat sürmesini gerektirir.
Bu anlamda namaz kılmak, oruç tutmak birer ibadet olduğu gibi, çalışmak, insanlığa hizmet etmek,
hakkın, hukukun yanında olmak, kötülüklere karşı çıkmak vb. bütün güzel davranışlar ibadet sayılmaktadır. Böylece insan yaptığı iyi ve faydalı işlerle hayatının bütününü ibadete dönüştürebilme
şansına sahip olmaktadır.
Dünya hayatının nihai amacı ahiret hayatını
kazanmak olmalıdır. Çünkü Kur’an’ın bildirdiği gibi dünya hayatı geçicidir. Asıl hayat, ebedî
olan ahiret hayatıdır. Bu konuyla ilgili bir ayette şöyle buyrulur: “Bu dünya hayatı (tek başına) geçici zevkler ve oyalanmadan başka bir
şey değildir; ahiret yurduna gelince işte asıl
hayat odur. Keşke bunu bilselerdi!”7 Ayette
verilen mesaj, insanın yaşamında amaçlarını
doğru belirlemesi ve dünya-ahiret dengesini
doğru kurması bakımından çok önemlidir. Zira
insan, ebedî ahiret hayatını unutarak yaşarsa
büyük bir aldanışa sürüklenir. Bu aldanış hayat
sınavının kaybedilmesi demektir. Kur’an bu
konuda da insanı şöyle uyarır:“Ey insanlar!
Haberiniz olsun ki, Allah’ın (yeniden diriltme) vaadi gerçektir. Sakın bu dünya hayatı
sizi aldatmasın, sakın o aldatıcı şeytan sizi,
Allah hakkında da aldatmasın.”8
YORUMLAYALIM
Aşağıdaki ayeti dünya hayatının
amaçları açısından yorumlayınız.
“De ki. ‘Allah’ın kulları için
yarattığı güzelliği, rızkın iyisini, temizini yasaklayan kim?’ De ki: ‘Bunlar dünya hayatında imana erenler içindir; Kıyamet gününde ise yalnızca onlara özgü olacaklardır.’
Anlama-kavrama yeteneği olan insanlar için
bu mesajları, Biz işte böyle açık açık dile getiriyoruz.”
(A’râf suresi, 32. ayet.)
3 Bakara suresi, 28. ayet.
4 En’âm suresi, 29. ayet.
5 Mülk suresi, 2. ayet.
6 Zariyât suresi, 56. ayet.
7 Ankebût suresi, 64. ayet.
8 Fâtır suresi, 5. ayet.
123
KELAM
Ahiret hayatının kazanılacağı yer dünya hayatıdır. Dünya hayatında ise maddi ve manevi nimetler
ile zorluk ve sıkıntılar iç içedir. O hâlde insandan bu hayatta sabretmesi ve şükretmesi istenmektedir. Bu nedenle insan, hayatın zorlukları karşısında yılmamalı, haksızlıklara karşı çıkmalı, nefsinin kötü arzularına karşı da direnmelidir. Aynı zamanda insan hayatı bütün güzellikleriyle yaşamalı
Allah’ın kendisi için yarattığı sayısız nimet ve imkânlar için de şükretmelidir. Şükretmek, bu nimet
ve imkânları kullanırken Allah’ın koyduğu sınırları gözetmeyi gerektirir. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı hayatın güzelliklerinden kendinizi yoksun bırakmayın ama Allah’ın sınırlarını da aşmayın: Allah, sınırları aşanları sevmez.”9
Sonuçta dünya hayatı geçici olmasına rağmen insan için, sonsuz ahiret hayatını kazandıracak
büyük bir fırsattır. Bu durumda insan dünya hayatını en güzel şekilde değerlendirmelidir. Doğru bir
inanç üzere dürüstçe bir yaşam sürmelidir. Bilgi, sevgi, saygı ve adalet gibi erdemlere sahip olmalıdır. Kötü ve çirkin davranışlardan uzak durmalı, yeryüzünde bozgunculuktan kaçınmalıdır. İnsanı
dünya ve ahiret mutluluğuna ulaştıracak
şey Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle
YORUMLAYALIM
bir yaşam sürmesidir. Yüce Allah şöyle
“Allah’ın sana verdiğinden
buyurur: “Ey inananlar! Allah’a karşı
(onun yolunda harcayarak) ahiret
sorumluluğunuzun bilincinde olun;
yurdunu gözet, ama dünyadan da
nasibini unutma! Allah’ın sana ihherkes yarına ne hazırladığına baksan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yersın. Allah’tan sakının, çünkü Allah
yüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki
Allah, bozguncuları sevmez.”
yaptıklarınızdan haberdardır. Allah’ı
unutan bunun sonucunda, Allah’ın
kendilerini (yine) bizzat kendilerine
unutturduğu kimseler gibi olmayın!
(Çünkü) onlar yoldan sapmış (fâsık)
kimselerdir.”10
(Kasas suresi, 77. ayet.)
Yukarıdaki ayeti dünya ahiret dengesi açısından yorumlayınız.
2. Ölüm Bir Hayat Gerçeğidir
Kur’an-ı Kerim’de ölümün bir hayat gerçeği olduğu ve bundan kaçışın mümkün olmadığı vurgulanır. Örneğin “Her can ölümü tadacaktır …”11 ve “(Ey Resulüm) de ki: Nerede olursanız olun
ölüm size ulaşır. Sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile.”12 ayetlerinde bu gerçeğe işaret edilir.
Ölüm hayatın bir gerçeği olmasına rağmen, insanların çoğunun korktuğu ve istenmediği bir durumdur. Bir ayette bu durum şöyle dile getirilir: “Ölüm sarhoşluğu gerçekten geldiğinde, ‘Ey
insan! İşte bu senin öteden beri kaçtığın şeydir’ denir.”13 İnsanın ölümden korkmasının iki temel
sebebi vardır: Bunlardan birisi, ölümle ebediyen yok olma korkusu; diğeri ise sevdiği ve sahip olduğu şeyleri kaybetme endişesidir. Bu iki korkunun insan yaşamına etkileri büyüktür. Hayatı sadece
9 Mâide suresi, 87. ayet.
10 Haşr suresi, 18, 19. ayetler.
11 Enbiyâ suresi, 35. ayet.
12 Nisâ suresi, 78. ayet.
13 Kâf suresi, 19. ayet.
124
VII. ÜNİTE: MEAD: AHİRET İNANCI
dünyadan ibaret kabul eden insanların, zorluk
ve sıkıntılar karşısında karamsarlığa kapılmaları ve zamanla hayatı anlamsız bulmaya başlamaları daha kolay olmaktadır. Stresin temelinde yatan önemli sebeplerden biri de budur.14
YORUMLAYALIM
BİTER
Kakılır bir yerde kalır oyuncak,
Ahirete inanmayan insanlar ölüm gerçeği
Kurgular biter.
karşısında hayatın anlamıyla ilgili farklı tuÖlüm.. O geldi mi ne var korkacak?
tumlar geliştirmişlerdir. Bazıları, ölüm varken
dünya hayatının anlamsız olduğunu söyleyeKorkular biter.
rek, dünyevi işleri ve sorumlulukları dışlayan
Fikir, açmaz artık beyinde kuyu;
bir yaşam tarzı benimsemişlerdir. Bazıları ise
Burgular biter.
ölümü düşünmenin anlamsız olduğunu, bu neUnuturuz hayat adlı uykuyu,
denle ölümü yok kabul ederek yaşamak gerektiğini savunmuşlardır. Bu ikinci grup; “YaşarUykular biter.
ken ölüm yoktur, ölünce de biz olmayacağımıBiter, her şey biter; ses, şekil ve renk
za göre ölümü düşünmek anlamsızdır.” şeklinKokular biter.
de de bir felsefe geliştirmiştir.15 Her iki görüş
de insanın dünya hayatını doğru bir şekilde
Kabir sualiyle kapanır kepenk,
anlamlandırması açısından gerçekçi ve doğru
Sorgular biter.
yaklaşımlar değildir. Çünkü her iki durumda da
(Necip Fazıl Kısakürek,
ölüm, insan için ebediyen yok olmaktan başÇile, s. 128.)
ka bir anlam ifade etmemektedir. Bu durumda
ölümü sürekli düşünmek ahirete inanmayan
Yukarıdaki şiiri, ölümün hayatın bir
insanın yaşam sevincini zayıflatır, onu hayatgerçeği olması açısından yorumlayınız.
tan koparır. Aynı şekilde, insanın sürekli ölüm
gerçeğiyle karşılaştığı bir hayatta, onu yok farz
ederek yaşaması da mümkün değildir. Bu durumda insanı yok olma korkusundan kurtaracak ve hayata doğru bir şekilde bağlayacak şey ahiret inancıdır. Çünkü ahirete inanan insan, öncelikle, ölümle
yok olmayacağına, tam aksine yeni ve sonsuz bir hayatın başlayacağına inanır. Üstelik bu yeni yaşam, inanan ve iyi işler yapan kimseler için sınırsız nimetlerle donatılmıştır. O hâlde yapılması gereken şey, ölümden kaçmak değil; hayatı en güzel biçimde değerlendirerek ahireti kazanmaktır.
Hz. Peygamber ölümün hayatın bir gerçeği olduğunu unutmamamızı ve Allah’ın razı olduğu davranışlarda bulunarak ona hazırlanmamızı tavsiye etmektedir. Kendisine “İnsanların en akıllısı ve olgunu kimdir?” diye sorulduğunda da “Ölümü çokça düşünen ve ona hazır bulunandır. İşte onlar
zeki insanlardır.”16 buyurmuştur.
Ölüm insana sessiz ve kelimesiz dersler veren bir öğretmen gibidir. Bu öğretmen düşünen kimseler için hayatî mesajlar verir. Bu mesajlar bazen o kadar etkili olur ki, insanı gaflet uykusundan
14 Necati Öner, Stres ve Dini İnanç, s. 33.
15 Necati Öner, Stres ve Dini İnanç, s. 18.
16 İbn-i Mace , Zühd, 31.
125
KELAM
uyandırır; hakikatle yüzleştirir ve insanı kötü alışkanlıkların ve dizginlenemez hırsların esaretinden
kurtarır. Hz. Peygamber ölümün hayatımıza yapacağı bu olumlu etkiye dikkatimizi çeker ve şöyle
buyurur; “Size iki nasihatçi bıraktım. Bunlardan
biri susar, diğeri konuşur. Susan nasihatçi ölüm,
konuşan ise Kur’an-ı Kerim’dir.”17 “Bütün dünyevi saplantıları bıçak gibi kesen (ölümü) çokça
hatırlayınız.”18
İmam Gazali, ölümle ilgili algılamalarına göre
insanları dört gruba ayırır. Birinci grup; dünyaya
dalmış, hayatın geçiciliğini unutmuş ve yaşamı yalnızca zevk ve menfaatten ibaret sayan insanlardır.
Bu kimseler ölümü hatırlamak istemezler. Çünkü
ölüm bunların keyfini kaçırır. İkinci grup; hatalarının farkında olup, tövbe ile kulluğa yönelmeye çalışan kimselerdir. Bunlar için de ölüm istenmeyen bir
olaydır. Çünkü günahlarıyla ölüme yakalanmaktan
korkarlar. Bu kimseler, gerçekte Allah’a dönüşe inanırlar ancak bu kavuşmaya layık olabilmek için ölümün gecikmesini isterler. Üçüncü grup ise, Allah’ı
bilen ve ona aşk ile bağlanmış olanlardır. Onlar için
ölüm sevgiliye kavuşmak anlamı taşır. Bu nedenle ölüm korkulacak bir şey değildir. Bir dördüncü
grup vardır ki, bunlar derece ve irfan olarak en üst
düzeyde olanlardır. Bunlar için her şeyin en iyisi,
Allah’ın uygun gördüğüdür. O, neyi dilemişse sevilmeye layık olan odur.19
3. İnsanların Ölümden Sonra Dirilmesi (Ba’s,
Haşr ve Mahşer Kavramları)
“Ba’s” sözlükte “Birini kaldırıp harekete geçirmek, uykudan uyandırmak, diriltmek” anlamındadır. İslami literatürde ise “Allah’ın ahiret hayatını
başlatmak üzere, kıyamet gününde ölüleri yeniden
diriltmesi, onları kabirlerinden çıkararak hayata
döndürmesi” demektir.
17 Fezailu’l-A’mal, s. 383.
18 Tirmizî, Zühd, 4; Nesai, Cenaiz, 3.
19 Gazali, İhya, çev.:Ahmet Serdaroğlu, C 4, s. 804-806.
126
MEVLANA DİYOR Kİ:
“Öldüğüm gün tabutumu omuzlar
üzerinde gördüğün zaman, bende bu
cihânın derdi var sanma... Bana ağlama yazık yazık, vah vah deme. Şeytanın tuzağına düşersen, vah vah’ın
sırası o vakittir. Yazık yazık o zaman
denir. Cenazemi gördüğünde, ayrılık
deme. Benim buluşmam, görüşmem o
zamandır. Beni mezara koyduklarında, elveda elveda deme. Mezar Cennet
Kapısı’nın perdesidir. Batmayı gördün
ya, doğmayı da seyret. Güneş ile aya
batmadan ne ziyan gelir?.. Sana batma görünür ama, o aslında doğmaya
hazırlıktır. Mezar ise hapishane gibi
görünür ama aslında canın hapisten
kurtuluşudur…”
“Bilin ki dirildim.. Gözyaşı idim;
tebessüm oldum.. Aşk deryasına daldım; nihayet baki olan devlete eriştim.
Yere hangi tohum atıldı da bitmedi..
Neden insan tohumuna gelince, yeşermeyecek zannına düşüyorsun? Hangi
kova suya salındı da dolu olarak çıkmadı? Can Yusuf’u kuyuya düşünce niye ağlasın?.. Canı sen aldıktan
sonra, ölmek şeker gibi tatlı bir şey.
Seninle olduktan sonra, ölüm candan
daha tatlıdır.”
(Divan-ı Kebir’den seçmeler,
Derleme: Şefik Can, C 2, beyit; 911;
C 3, Beyit; 1393.)
VII. ÜNİTE: MEAD: AHİRET İNANCI
Ahiret hayatına inanmak İslam dininin iman esaslarından biridir. Kur’an’da Allah’a imandan
sonra en çok üzerinde durulan konu ahiret inancıdır. Ba’s da ahiret hayatının başlangıç aşaması olarak bir çok ayette haber verilir. Kur’an’da ba’s kavramı yanında; “yeniden diriliş günü” anlamında
“yevmü’l-ba’s”20; “topraktan çıkış günü” anlamında “yevmü’l-hurûc”21 ve “pişmanlık günü” anlamında “yevmü’l-hasre”22 ifadeleri de yer almaktadır.
Kur’an ahiret hayatının aşamaları hakkında ayrıntılı bilgiler verir. Dünya hayatından ahiret hayatına geçiş aşaması kıyamettir. Kur’an kıyametin nasıl gerçekleşeceğine dair dikkat çekici tablolar
çizer.23 Buna göre kıyamet “sûra üflenince” başlayacak ve kıyametin kopması sonucu evrendeki
düzen bozulup hayat son bulacaktır24. Bundan başka Kur’an’da sûra ikinci üflemenin ardından ba’s
olayının gerçekleşeceği, Allah’ın insanları tekrar dirilterek yerden ot bitirir gibi topraktan çıkaracağı25
ve insanların aynı hedefe doğru koşarak26 Rablerinin huzuruna çıkacakları haber verilir27.
KUR’AN’DA KIYAMET SAHNELERİ
Yer, o (son) müthiş sarsıntı ile sarsıldığında,
ve yeryüzü ağırlıklarını attı(ğında),
ve insan (şaşkın bir hâlde): “Buna ne oluyor?” diye bağırdı(ğında),
O gün yer, bütün haberlerini ortaya dökecek,
Rabb’inin vahyettiği şekilde.
O gün insanlar, yapıp ettikleri gösterilsin diye (kabirlerinden) çıkıp
bölük bölük (yüce divana) dururlar.
Ve kim zerre kadar iyilik yapmışsa, onu(n karşılığını) görecek,
Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu(n karşılığını) görecektir.
(Zilzâl suresi, 1-8. ayetler.)
20 Rûm suresi, 56. ayet.
21 Kâf suresi, 42. ayet.
22 Meryem suresi, 39. ayet.
23 Kıyamet suresi, 6-15. ayetler; İnfitar suresi, 1-5. ayetler; Zilzâl suresi, 1-8. ayetler.
24 Zümer suresi, 68. ayet.
25 Nûh suresi, 17-18. ayetler.
26 Meâric suresi, 43. ayet.
27 Yâsin suresi, 51. ayet.
127
KELAM
Ölüm sonrası hayat insan için gaybtır. Yani insan bu hayata ilişkin gözlemde bulunamaz, deney
ve tecrübeye başvuramaz. İnsanın bu konudaki bilgisi yalnızca Allah’ın bildirdiklerinden ibarettir.
Bunun içindir ki Kur’an, ölümden sonra tekrar dirilişin insan tarafından hayretle karşılanmasını ve
bu konuda insanın ikna edilmeye olan ihtiyacını gerçekçi ve makul bir durum olarak kabul eder.
Örneğin bir ayette şöyle buyrulur: “Bir vakit de İbrahim: ‘Ya Rabb’i, ölüleri nasıl dirilteceğini
bana gösterir misin?’ demişti. Allah: ‘Ne o, yoksa buna inanmadın mı?’ dedi. İbrahim: ‘Elbette inandım, lakin sırf kalbim tatmin olsun diye bunu istedim.’ dedi. (Allah da ona): ‘Dört
kuş tut, onları kendine alıştır. Sonra kesip her dağın başına onlardan birer parça koy. Sonra
da onları çağır! Koşa koşa sana geleceklerdir. İyi bil ki Allah azizdir, hakîmdir. (Üstün kudret
ve hikmet sahibidir).28
Kur’an, ölümden sonra yeniden dirilişi anlatırken insanın aklına hitap eder. Bunu yaparken de
hemen her insanın anlayabileceği bir mantık dili kullanır. İnsanı, kendi yaşamından tecrübe edilebilir örnekler üzerinden düşünmeye yönlendirerek ölüm sonrası yeniden dirilişi kavramasına yardımcı olur. Örneğin bir ayette, “Çürüyüp toz olmuş şu kemiklere kim hayat verebilir?”29 diyerek
ölümden sonraki dirilişi inkâr eden kimseye Kur’an şu cevabı verir: “İnsan kendisini bir nutfeden
yarattığımızı görmüyor mu? Hemen apaçık bir hasım kesiliyor ve kendi yaradılışını unutup:
‘Çürümüş kemiklere kim hayat verecek’ diyerek, bize misâl vermeye kalkıyor. De ki: ‘Onları
ilk defa yaratan diriltecektir.’ O, her türlü yaratmayı bilendir.”30 Ayette ilk bakışta fark ettiğiYORUMLAYALIM
miz temel mantık şudur: Bir işi ikinci defa yapmak,
“Ey insanlar! Eğer yeniden
dirilmekten şüphede iseniz,
ilk defa yapmaktan daha kolaydır. Diğer bir deyişle
şunu bilin ki, biz sizi toprakbir şeyi ilk defa yapan kimsenin, aynı şeyi ikinci
tan, sonra nutfeden, sonra alakadan (aşıdefada yapamayacağını düşünmek mantık dışıdır.
lanmış yumurtadan), sonra uzuvları (önce)
Bu durumda anne rahmindeki ilk yaratılış, ölümbelirsiz, (sonra) belirlenmiş canlı et parçaden sonraki ikinci yaratılışın kanıtı olmaktadır.
sından (ceninden) yarattık ki size (kudretiBir başka ayette ise Yüce Allah, kuruyup çomizi) gösterelim. Ve dilediğimizi, belirlenraklaşmış toprağı, yağmurla canlandırıp yeniden
miş bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz;
sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız.
diriltmesini örnek verir ve insandan bu olay ile
Sonra güçlü çağınıza ulaşmanız için (sizi
ölümden sonraki diriliş arasında benzerlik kurmabüyütürüz). İçinizden kimi vefat eder; yine
sını ister. Zira insan aklı bir şeyi öldürüp diriltenin,
içinizden kimi de ömrün en verimsiz çağıbaşka bir şeyi de öldürüp yeniden diriltebileceğini
na kadar götürülür; ta ki bilen bir kimse
kolayca kavrayabilmektedir. Yüce Allah şöyle buolduktan sonra bir şey bilmez hâle gelsin.
yurur: “O Allah’ın ayetlerin den biri de (şudur):
Sen, yeryüzünü de kupkuru ve ölü bir
Sen, toprağı, boynu bükük (kupkuru) görürhâlde görürsün; fakat biz, üzerine yağmur
sün. Fakat biz onun üzerine su indirince hemen
indirdiğimizde o, kıpırdanır, kabarır ve her
harekete geçer ve (hayata) uyanıverir! Onu diçeşitten iç açıcı bitkiler verir.”
rilten (Allah), elbette ölüleri de diriltir. O, her
(Hac suresi, 5. ayet.)
şeye kâdirdir.”31
Yukarıdaki ayeti sınıfınızda yorumlayınız.
28 Bakara suresi, 260. ayet.
29 Yâsîn suresi, 78. ayet.
30 Yâsîn suresi, 77-79. ayetler.
31 Fussilet suresi, 39. ayet.
128
VII. ÜNİTE: MEAD: AHİRET İNANCI
Kur’an Yüce Allah’ın, yeşil ağaçtan ateşi çıkarmasını örnek vererek bunu insanın yeniden yaratılışına delil olarak gösterir. Zira su ve ateş birbirinin zıddı iken toprak ve insan böyle değildir. Bu
durumda topraktan yaratılıp, ölünce de toprağa karışan insan bedeninin, ölüm sonrası tekrar eski
hâline döndürülmesi, sudan ateş çıkarılmasına göre daha kolaydır. Bir ayette bu durum şöyle açıklanır: “Yeşil ağaçtan size ateş çıkaran Allah’tır. Siz de ondan ateş yakarsınız. Peki bu böyleyken;
gökleri, yeri yaratan Allah, kendilerinin benzerini bir daha yaratmaya gücü yetmez mi? Elbette yeter. Çünkü o, yaratan ve bilendir. Bir şeyin olmasını istediği zaman, Allah’ın buyruğu
sadece, o şeye ‘ol’ demektir, o şey hemen oluverir.”32
Kur’an-ı Kerim’in ölümden sonra diriliş için getirdiği bir diğer delil ise şudur: Zor ve büyük bir
işi yapanın, ondan daha kolay ve küçük bir işi yapamayacağını düşünmek akla uygun düşmez. Bu
nedenledir ki yerleri ve gökleri, içindeki tüm varlıklarla birlikte yoktan yaratmış olan Allah’ın, insanı
ölüm sonrası ikinci kez yaratması daha kolay olacaktır. Zira bir şeyin bütününü yapanın parçayı daha
kolayca yapması gerekir. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurur: “Göklerin ve yerin yaratılması,
insanların yaratılmasından daha büyük bir şeydir. Fakat insanların çoğu bilmezler.”33 “
“Gökleri ve yeri yaratan,
bunları yaratmakla yorulmayan Allah’ın, ölüleri diriltmeğe
de kâdir olduğunu görmüyorlar
mı? Evet, O her şeye kâdirdir.”
(Ahkâf suresi, 33. ayet.)
Dünya hayatında adalet her zaman yerini bulamamakta birçok insan yaptığı kötülüklerin karşılığını görmeden göçüp gitmektedir. Bu dünyada zalim-mazlumdan; iyi-kötüden tam olarak ayırt
edilememekte, mutlak adalet gerçekleşmeden bu hayat sona ermektedir. Bu durum herkesin hakkını
alacağı ve yaptıklarının hesabını vereceği yeni bir hayatı zorunlu kılmaktadır. Bu Yüce Allah’ın
adalet ve hikmetinin gereğidir. Zira şu evrende her bir varlığı adalet ve hikmetiyle belli bir anlam
ve amaç için yaratan Yüce Yaratıcının en mükerrem ve seçkin varlık olarak yarattığı insanı mutlak
adaletinden mahrum etmesi düşünülemez. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurur: “Resulüm! Sakın,
Allah’ı zalimlerin yaptıklarından gafil sanma! Ancak, Allah onları cezalandırmayı, korku­dan
gözlerinin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor…”34 Diğer bir ayette ise şöyle buyrulur: “Rabb’in
hakkı için, mutlaka onların hepsini yaptıkla­rından dolayı sorguya çekeceğiz.”35
32 Yâsin suresi, 80-82. ayetler.
33 Mü’min suresi, 57. ayet.
34 İbrahim suresi, 42. ayet.
35 Hicr suresi, 92, 93. ayetler.
129
KELAM
Ahiret hayatında ba’s’tan sonraki aşama “haşr”dır.
“Haşr” sözlükte; “Bir topluluğu bulunduğu yerden çıkarıp
bir meydanda toplamak” manasına gelir. Bir kavram olarak
ise; “Kıyamet gününde yeniden diriltilen insanların hesaba çekilmek üzere Allah’ın huzurunda toplanmasıdır.” Bu
durumda haşr ahiret hayatında ba’s’tan sonraki aşamayı
oluşturur. Toplanılacak yere “mahşer” denir. Aynı anlamda
“mevkıf” ya da “Arasat” kavramları da kullanılır.
Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde ahiretteki haşrın tasviri yapılır. Bu ayetlere göre yeryüzü yarılacak, insanlar kabirlerinden çıkıp Rablerinin huzuruna doğru akın edeceklerdir. Bu durum bir ayette şöyle anlatılır: “Sûra üfürülür.
Bir de bakarsın, onlar kabirlerden çıkmış, Rablerine
doğru akın akın gitmektedirler.”36
Mahşer günü insanlar, inançlarına ve amellerine göre
farklı hâllerde bulunacaklardır. Bu hâller Kur’an tarafından çarpıcı anlatımlarla tasvir edilir. Örneğin bir ayette
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “O gün gelince takva
sahiplerini rahmanın huzurunda ağır konuklar olarak
toplayacağız. Fakat günaha gömülüp gitmiş olanları bir
sürü gibi cehenneme doğru süreceğiz. O gün Rahmân
(olan Allah)’ın nezdinde söz ve izin alandan başkalarının şefaate güçleri yetmeyecektir.” 37 Diğer bir ayette
ise şöyle buyrulur: “Kıyamet gününde o inkârcıları kör,
dilsiz ve sağır bir hâlde yüzükoyun haşrederiz.” 38
YORUMLAYALIM
Aşağıdaki ayeti İmam
Gazali’ye ait sözün de yardımıyla yorumlayınız.
“Onlar hâlâ: ‘Bu dünyadaki hayatımızdan başka bir şey yok!’ derler,
‘Dünyaya geldiğimiz gibi ölürüz ve bizi
ancak zaman yok eder’. Fakat onların
bu konuda hiçbir bilgileri yok, onlar
sadece zannederler.”
(Câsiye suresi, 24. ayet)
Gazali diyor ki; Ölümden sonraki
dirilme ile ilgili şüpheler, bu dünyadaki
benzer olayları iyi kavrayamamaktan ileri
gelmektedir. Örneğin canlıların üremesi
ve ceninin oluşumu hakkında bilgi sahibi
olmayan bir kimseye, insan gibi değerli
bir varlığın nutfe denilen basit bir sıvıdan
yaratıldığı söylenecek olsa bunu kabul
etmekte güçlük çekecektir. Şu hâlde dünyadaki yaratılışın olağanüstülüğü üzerinde iyice düşünülürse, ölüm sonrası yaratılışın imkânı da kolayca anlaşılacaktır.
(Gazali, İhya, C 4, s. 511.)
DEĞERLENDİRELİM
Aşağıda verilen mahşer gününü tasvir eden ayet ve hadisi değerlendiriniz.
“Ve o kulakları sağır eden çağrı duyulduğunda, İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden ve babasından, eşinden ve evlatlarından kaçar. O gün, herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır. O gün bir
takım yüzler parlak, güleç ve sevinçlidir. Yine o gün bir takım yüzleri de keder bürümüş, hüzünden kapkara
kesilmiştir. İşte bunlar kâfirlerdir, günahkârlardır.” (Abese suresi, 33-42. ayetler.)
Hz. Peygamber şöyle buyuruyor:
“Başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde yüce Allah, yedi sınıf insanı, arşının gölgesinde barındıracaktır. Bu kimseler; adaletli devlet başkanı, Yalnızca Rabb’ine kulluk ederek tertemiz bir hayat süren
genç, kalbi mescitlere bağlı olan Müslüman, birbirlerini Allah için seven, bir araya gelmeleri de, ayrılmaları
da Allah rızası için olan iki insan, güzel ve mevki sahibi bir kadının kendisiyle beraber olma arzusuna ‘Ben
Allah’tan korkarım’ diyerek reddedip ona yaklaşmayan kişi, sağ elinin verdiğini sol eli görmeden gizlice sadaka
veren kimse ve tenhada Allah’ı anıp gözyaşı döken kimse. (Buharî, Ezan, 36; Müslim, Zekât, 91.)
36 Yâ­sîn suresi, 51. ayet.
37 Meryem suresi, 85-87. ayetler.
38 İsrâ suresi, 97. ayet.
130
VII. ÜNİTE: MEAD: AHİRET İNANCI
4. İnsanların Sorgulanması (Hesap, Sual ve Mizan Kavramları)
Yüce Allah insanı söz ve davranışlarından sorumlu tutmaktadır. Çünkü insan akıl ve irade sahibi
bir varlıktır. Aklıyla doğruyu yanlıştan ayırt edebilir ve iradesiyle de doğru olanı seçip uygulayabilir.
Bu özellikleriyle insana kendi yolunu belirleme özgürlüğü verilmiştir. İşte insanı Allah katında sorumlu kılan bu özgürlüğüdür.
Kur’an-ı Kerim insana yeryüzündeki sorumluluğunu hatırlatırken aynı zamanda bu sorumluluğun
niteliğini ve şartlarını da belirlemektedir. Örneğin “Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez …”39 ayeti insanın gücünü aşan şeylerden yükümlü tutulamayacağı ilkesini getirmekte;
“Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez …”40 ayeti ise her insanın ancak kendi yaptıklarından sorumlu tutulabileceği ölçüsünü koymaktadır.
Kur’an ayetleri bir bütün olarak incelendiğinde, ahiret hayatındaki olayların “sorgu-sual”, “amel
defterlerinin verilmesi”, “mizan” ve “hesap” şeklinde bir sıralama ile gerçekleşeceği görülmektedir.
Buna göre önce peygamberler ilahî tebliği ulaştırıp ulaştırmadıklarından, diğer insanlar ise bu tebliği
benimseyip benimsemediklerinden sual olunacaklardır. Bir ayette bu durum şöyle açıklanır: “Elbette kendilerine peygamber gönderilenlere de gönderilmiş olan peygamberlere de soracağız. Ve
onlara olup bitenleri tam bir bilgi ile mutlaka anlatacağız. Zaten biz onlardan uzak değiliz41.”
Ardından herkese amel defteri (kitabı) verilecek daha sonra bu defterde kaydedilmiş olan iyilik ve
kötülükler tartılacak (mizan) ve nihayet ortaya çıkan sonuçtan dolayı herkes hesaba çekilecektir42
Amel defterleri, bir kısım insanlara sağdan,
diğer bir kısmına da soldan veya arkadan verilir.
YAZALIM
Amel defterini sağdan alanlar cennete girmeyi hak
Ayette verilen mesajları yazınız.
eden mü’minlerdir. Onların hesabı kolay ve sevinci
“Kitapları sağdan verilenler suçlulara: Sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir? diye sorarlar. Onlar
derler ki; ‘Namaz kılanlardan değildik, düşkünü doyurmuyorduk. Bâtıla
dalanlarla beraber biz de dalardık.
Ceza gününü yalanlardık. Bu durumumuz, ölüm bize gelinceye kadar devam etti.”
fazla olacaktır. Bu kimseler sınıfını geçen öğrencinin yaşadığı karne sevincine benzer bir şekilde
gördüğü kimselere “… Alın, kitabımı okuyun,
doğrusu böylesi bir hesap­laşma ile karşılaşacağımı umuyordum derler.”43 Amel defterlerini soldan veya arkadan alanlar ise çetin bir hesap sonucu cehenneme gidecek kimselerdir. Bunlara amel
defterleri verilirken: “Şimdi oku kitabını, bugün
kendi hesabını kendin görecek durumdasın!.” 44
denilecektir.
39 Bakara suresi 286. ayet.
40 Fâtır suresi 18. ayet.
41 A’râf suresi, 6, 7. ayetler.
42 TDV İslam Ansiklopedisi, C 17, s. 240.
43 Hâkka suresi, 19, 20. ayetler.
44 İsrâ suresi, 14. ayet.
131
(Müddessir suresi, 42-47. ayetler.)
KELAM
İnsanların dünyadayken yaptıkları gizli açık her şey belgelenip ortaya çıkarıldıktan sonra “mizan” kurulur. Mizan, Allah’ın adaletinin herkes tarafından açıkça görülmesi için, ahirette günah ve
sevapların iyilik ve kötülüklerin ölçülüp tartılması anlamına gelmektedir. Yüce Allah şöyle buyurur:
“Kıyamet günü doğru teraziler kurarız; hiç bir kimse, hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Hardal
tanesi kadar olsa bile, yapılanı ortaya koyarız. Hesap gören olarak biz yeteriz 45.”
Mizan kurulup insanların iyilik ve kötülükleri tartıldıktan sonra “hesap” başlar. “Hesap” insanların ahirette sorgulanmasıdır. Kur’an’da “hesap” kavramı dışında; “hesap günü” anlamında “yevmü’lhisab”46 ve “hesabın yapılacağı gün” anlamında “yevme yekûmü’l-hisab”47 ifadeleri yer alır. Ayrıca
“mükafat ve ceza günü” anlamında “yevmü’d-din”48 ifadesi de kullanılmaktadır.
Her insanın ahirette yaptıklarından dolayı
hesaba çekileceği bir ayette şöyle haber verilir.
“Her insanın boynuna işlediklerini dolarız
öyle ki, kıyamet günü onun önüne, her şeyi
açık açık kaydedilmiş bulacağı bir kitap çıkarırız; ve ‘haydi şimdi oku kitabını, bugün
kendi hesabını kendin görecek durumdasın!’ (deriz).”49 Ahiretteki hesap küçük, büyük her şeyi kapsar. Yüce Allah şöyle buyurur:
“Her kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse,
onun karşılığını görecek. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun karşılığını
görecektir.”50 Ayet küçük de olsa insanları her
tür güzel davranışa teşvik ederken, aynı şekilde
her tür kötülükten sakındırmaktadır. Zira küçük
de olsa devamlı işlenen günahlar zamanla kötülüğün o insan için doğallaşmasına yol açar.
YORUMLAYALIM
Müflis Kimdir ?
Bir gün Hz. Peygamber
arkadaşlarına: “Söyleyin bakalım müflis (iflas eden kimse) kime
denir? diye sordu. Onlar da: “Parasını,
malını, mülkünü kaybeden kimsedir”
dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber
gerçek müflisi şöyle anlattı: “Bir Müslüman kıyamet günü Allah’ın huzuruna çıkar. Kıldığı namaz, tuttuğu oruç,
verdiği zekatla pek çok sevap kazanmıştır. Ama kimine sövüp hakaret etmiş,
kimine iftira atmış; onun malını yemiş,
bunun kanını dökmüş, şunun canını
yakmıştır. Hesap görülmeye başlanınca
yaptığı ibadetlerin sevabı hakaret ettiği, iftira attığı, canını yaktığı kimselere
dağıtılmış, daha üzerindeki kul hakları
bitmeden sevapları tükenivermiş. Verecek sevabı kalmadığı için, haklarını
yediği kimselerin günahı sırtına vurulmuş ve cehennemin yolunu tutmuştur.
İşte asıl müflis bu kimsedir.”
Kur’an’a göre ahiretteki hesapta Allah’ın
affetmeyeceği en büyük suç “şirk”tir. Bir ayette şöyle buyrulur: “Şüphesiz Allah şirki (kendisine herhangi bir şeyin denk tutulmasını)
bağışlamaz. Bunun dışında dilediğini bağışlar. Allah’a ortak koşan, muhakkak ki, derin
bir sapıklığa düşmüştür.”51 İslam’a göre insanın ahirette mutlaka hesaba çekileceği diğer
45 Enbiyâ suresi, 47. ayet.
46 Sâd suresi, 53. ayet.
47 İbrahim suresi, 41. ayet.
48 Fâtiha suresi, 3. ayet; İnfitâr suresi 15-19. ayetler.
49 İsrâ suresi, 13-14. ayetler.
50 Zilzâl suresi, 6-8. ayetler.
51 Nisâ suresi, 116. ayet.
(Müslim, Birr, 59.)
Yukarıdaki hadisi kul hakları ve sorumluluk bilinci açısından yorumlayınız.
132
VII. ÜNİTE: MEAD: AHİRET İNANCI
bir günah ise “kul hakkı”dır. Kul hakkının affı, ancak hakkın sahibine verilmesi ile mümkündür.
İftira, gıybet, hırsızlık, çevremizdekilere rahatsızlık verecek söz ve davranışlar, çalışanın hakkını
vermemek, kamu hizmetlerinin bedelini ödememek, kısacası her hak sahibinin hakkını yemek, kul
hakkı kapsamındaki suçlardandır. Hz. Peygamber kul hakkını gözetmeden yaşayan kimselerin ahiretteki hesapta müflis durumuna düşeceklerini bildirmektedir.
Yüce Allah hesap gününü ciddiye almadan
yaşayan kimselerin ahirette karşılaşacakları durumu şöyle anlatır: “Onlar ki, dinlerini oyun
ve eğlence edindiler, ve o dünya hayatı kendilerini aldattı. Onlar bu (hesap) gününün
gelip çatacağını nasıl göz ardı edip unuttular ve ayetlerimizi nasıl inkâr ettilerse biz de
bugün onları unutup göz ardı edeceğiz.” 52
YORUMLAYALIM
Hz. Muhammed buyuruyor;
“İnsanların en akıllısı, ölümü
unutmayan ve ona hazır bulunan kimselerdir.”
(İbn-i Mace, Zühd, 31.)
Yukarıdaki hadisi ölümü hatırlamak
açısından yorumlayınız.
Kur’an’ın bildirdiğine göre o dehşetli gün gelip de insanlar hesaba çekilmeye başlanınca pişmanlık duymanın hiçbir yararı olmayacaktır. Hesap gününde amel defterleri yanında, insanın elleri,
ayakları ve derilerinin de şahitlik edeceği bildirilmiştir. Bir ayette bu durum şöyle tasvir edilir: “O
gün Allah’ın düşmanları toplanıp cehenneme sevk olunmak üzere, baştan sona tutuklanırlar
ve onlar (ateşe) yaklaştıklarında, kulakları, gözleri ve derileri onlar aleyhine tanıklık yapar
ve yaptıklarını anlatırlar. Derilerine: ‘Niçin aleyhimizde şahitlik ettiniz?’ deyince ‘Her şeyi
konuşturan Allah, bizi de konuşturmuştur. Sizi yoktan var eden odur (şimdi) yine Ona döndürülüyorsunuz derler.”53
İman edip salih ameller işleyenlere gelince; onlar için hesap gününde korku ve üzüntü
olmayacaktır.54 Onlar yaptıklarına karşılık Rablerinin kendilerine hazırladığı nimetlere kavuşacaklar55 ve kolay bir hesaptan geçirileceklerdir. Yüce Allah bu kullarına merhametinin genişliğini hatırlatır ve hesap günü için Allah’ın rahmetinden ümit kesmemelerini öğütler56.
Yaptıklarımızın bir karşılığının olması, sadece ahirette hesaba çekileceğimiz anlamına gelmez.
Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: “İnsanların elleriyle işledikleri (günahları) yüzünden, karada ve denizde fesat çıktı. Belki dönerler diye, (Allah) onlara, yaptıklarının bir kısmını
(karşılığını) tattırıyor.”57 Ayet davranışlarımızın karşılığını kısmen de olsa dünyada göreceğimize
açıkça işaret eder. Örneğin çağımızda ekolojik dengenin bozulması, hastalıklarda ve suç oranlarındaki artışlar yaptığımız yanlışların bu dünyadaki karşılığıdır. Allah’ın bu konudaki ilahî adaleti (sünnetullah) değişmez. İnsan ektiğini biçer ve eğer iradesini yanlış yönde kullanırsa karşılığını görür.
52 A’râf suresi, 51. ayet.
53 Fussilet suresi, 19-21. ayetler.
54 Bakara suresi, 62. ayet.
55 Sâd suresi, 49-52. ayetler.
56 Zümer suresi, 53. ayet.
57 Rûm suresi, 41. ayet.
133
KELAM
YORUMLAYALIM
“Başınıza gelen herhangi bir
musibet, kendi ellerinizle
işledikleriniz yüzündendir.
(Bununla beraber) Allah
çoğunu affeder.”
(Şûrâ suresi, 30. ayet.)
“… Allah, onlara zulmetmez, fakat onlar kendilerine
zulmetmektedirler.”
(Âl-i İmrân suresi, 117. ayet.)
Yukarıdaki ayetleri ahirette
hesap verme açısından yorumlayınız.
5. Cennet ve Cehennem
Cennet, örtmek, gizlemek anlamına gelen “cenn” kökünden türemiş bir isimdir. Sözlük anlamı,
bitki ve ağaçlarıyla toprağı örten bahçe demektir. Çoğulu “cinân ve “cennât”tır. Kur’an’da, müminlerin ahiretteki “ebedi nimet ve saadet yurdu” için isim olarak kullanılır.
Kur’an’da ahiret hayatı ile ilgili konular oldukça geniş yer tutar. Kur’an dünya hayatının geçici
bir sınav olduğunu58 ve bu sınavı kazananların cennet ile ödüllendirileceklerini, kaybedenlerin ise
cehennem ile cezalandırılacaklarını bildirmektedir.59
Kur’an-ı Kerim’de cennet ile ilgili en fazla vurgulanan özellik onun ebedî oluşudur. Bir ayette
şöyle buyrulur: “İman edip yararlı iş yapanlara gelince onlar da cennetliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.”60 Ayet ve hadislerden anlaşıldığı gibi farklı tabakalardan oluşan ve farklı özelliklere
sahip, birden fazla cennet vardır61. İnsanlar ahiret hayatında Allah katındaki değerlerine uygun olarak
hak ettikleri cennetle ödüllendirileceklerdir. Enfâl suresi, 4. ayetinde bu durum şöyle açıklanır: “İşte
onlar gerçek müminlerdir. Onlar için Rableri katında nice dereceler, bağışlanma ve tükenmez
bir rızık vardır.”
Ayet ve hadislerde cennetin nimetleri ve güzellikleri oldukça etkileyici tasvirler ve mecazi anlatımlarla dile getirilir. Öyle ki bu tasvirler sonucu soyut kavramlar bir şekil ve hareket kazanır,
duygular tablolaşır, insan tipleri canlı hâl alır. Ahirette yaşanacak olaylar ise adeta sahnelenen canlı
bir oyuna dönüşür. Örneğin A’râf suresi, 40. ayette, hesap gününde inkârcıların mazeretlerinin Allah
tarafından kabul edilmeyeceği ve asla cennete giremeyecekleri şöyle tasvir edilir: “Ayetlerimizi
yalanlayanlara ve inanmaya tenezzül etmeyenlere gök kapıları açılmayacak ve deve iğne deliğinden geçmedikçe onlar da cennete giremeyeceklerdir. İşte biz, suçlu kâfirleri böyle cezalandırırız.”
58 Mülk suresi, 2. ayet.
59 Haşr suresi, 18-20. ayetler.
60 Bakara suresi, 82. ayet.
61 Furkân suresi, 75 ayet; Müslim, İmâre, 116.
134
VII. ÜNİTE: MEAD: AHİRET İNANCI
Kur’an-ı Kerim cennet ve cehennem
hayatını tasvir ederken insanın anlayabilmesi için dünya hayatına ait örnekler
üzerinden benzetmeler yapar. Ancak
ayetlerde yer alan benzerlik mahiyet
benzerliği olmayıp isim benzerliğinden
ibarettir. Bu durum bir ayette şöyle anlatılır: “Yaptıklarına karşılık olarak,
cennetlikler için göz kamaştırıcı nice
nimetlerin saklandığını hiç kimse
bilemez.”62
Ayetlerde yer alan tasvirlere göre
cennetin genişliği, göklerin ve yerin
genişliği kadardır.63 Bu ifade, cennetin tasavvur edilemeyecek kadar geniş
olduğu şeklinde anlaşılmıştır. Cennet,
«... Ne (yakıcı) bir güneş, ve ne de
dondurucu bir soğuk...»64 şeklinde tarif edilen hoş bir iklime sahiptir.
NOT EDELİM
CENNET HAYATININ
BAZI TEMEL ÖZELLİKLERİ
1. Cennette ölüm yoktur.
2. Cennetteki nimetler ve imkânlar sınırsızdır.
3. Cennet nimetleri ve güzellikleri insan aklı ve
hayalinin ötesindedir.
4. Cennetteki yaşam bedenen ve ruhen olacak
ve cennet ehli bedenen ve ruhen üstün meziyetlere
sahip olacaktır.
5. Cennette sürekli barış ve huzur vardır. Cennette, eksiklik ve noksanlığa kötülük ve çirkinliğe;
korku ve endişeye yer yoktur.
6. Cennet ehli Allah’ı görüp onunla konuşacak
ve cennet ehli ile Rabbi arasında tam bir rıza ve
hoşnutluk olacaktır.
7. Cennet inanan ve salih ameller işleyenler
Ayetlerin birçoğunda “zemininden
65
için hazırlanmıştır. Kafir, münafık ve müşrikler
ırmaklar akan cennetler”den bahsedilir.
cennete giremezler.
Muhammed suresi, 15. ayetinde dört
farklı nehir şöyle tasvir edilir: “Muttakilere va’d olunan cennetin durumu
şöyledir: İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır…” Bazı ayetlerde ise cennette
durmaksızın fışkırıp-akan pınarların bulunduğu66 ve takva sahiplerinin bu pınarların başında sefa
sürecekleri anlatılır.67
Cennet yemyeşil bir bitki örtüsü ve meyvelerle donatılmıştır. Bu güzellik İnsan suresi, 14. ayette şöyle
tasvir edilir: “Cennet ağaçlarının gölgeleri, üzerlerine sarkar, kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur.” Zümer suresi 20. ayette ise “… Altlarından ırmaklar akan köşkler ...” in hazırlandığı
haber verilir. Bir hadiste de cennette içi oyulmuş inciden yapılmış çadırlardan bahsedilir.68 Cennet
ehli cevherlerle işlenmiş tahtların, altın ve gümüşten kaplar ve kristal kadehlerin, ipekten elbiselerin,
incilerle bezenmiş takıların olduğu lüks bir hayat yaşarlar.69
62 Secde suresi, 16, 17. ayetler.
63 Âl-i İmrân suresi, 133. ayet.
64 İnsan suresi, 13. ayet.
65 Bakara suresi, 25. ayet ; Tevbe suresi, 72. ayet.
66 Rahmân suresi, 66. ayet.
67 Hicr suresi, 45. ayet.
68 Müslim, Cennet, 23-25.
69 Vâkıa suresi, 15, 16. ayetler; İnsan suresi, 15-21. ayetler; Hac suresi, 23. ayet.
135
KELAM
NOT EDELİM
KUR’AN’DA CENNET İSİMLERİ
“İman edip iyi davranışlarda bulunanlara
gelince, onların buyur edileceği konuk evi en
görkemli cennetler (Firdevs cenneti) olacaktır.”
(Kehf suresi, 107. ayet.)
“Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar
için Rableri katında Naîm cennetleri vardır.”
(Kalem suresi, 34. ayet.)
“Allah mü’min erkeklerle mü’min kadınlara
içlerinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel
meskenler vaad etti. Allah’ın rızası ise hepsinden
daha üstündür. İşte en büyük saadet budur.”
(Tevbe suresi, 72. ayet.)
“İman edip salih amel işleyenler için, yapmakta olduklarına karşılık bir mükâfat olarak
Me’vâ cennetleri vardır.”
(Secde suresi, 19. ayet.)
Cennette kusursuz bir yaşamın, tam bir dostluk ve kardeşliğin hüküm süreceği haber verilmektedir.70
Cennet ehlinin kavuşacağı en büyük nimetler ise şöyle açıklanmıştır:”…Allah’ın rızası ise hepsinden daha üstündür. İşte en büyük saadet budur.”71 “Yüzler var ki, o gün ışıl ışıl parlar. Rabbine
bakar.”72 “Çok esirgeyen Rabb’dan onlara bir de sözlü ‘Selam’ (vardır).” 73
Unutulmamalıdır ki cennet insana Allah’ın bir hediyesidir. Ancak bu hediye insanın yaptıklarının
birebir karşılığı değildir. Çünkü cennetin nimetleri sınırsız; insanın iyilikleri ise sınırlıdır. Bu durumda insanın cennetle ödüllendirilmesi ancak Yüce Allah’ın sınırsız cömertliği ile açıklanabilir.
Cehennem
İslâm’ın hedeflediği şey kişinin Allah’a itaat etmesi buna karşılık Allah’ın dünya ve ahirette kulunu mükâfatlandırmasıdır. Ceza asli unsur olmayıp, kötülüklerin önlenmesi için bir tedbirdir. Ayet
ve hadislerde hakim olan temaya göre insanla Allah arasındaki asli münasebet, sevgi ve rahmete dayanır. Nitekim, Allah’ın isimlerinden (el-Esmâu’l-Hüsnâ) sadece bir kaçı kahr ve gazab ifade etmekteyken diğerleri Allah ile insan arasında karşılıklı rıza, sevgi ve muhabbet anlamlarını içermektedir.
70 Hicr suresi, 47. ayet; Müslim, Cennet, 16, 17; A’râf suresi, 43. ayet.
71 Tevbe suresi, 72. ayet.
72 Kıyâme suresi, 23, 24. ayetler.
73 Yâsîn suresi, 58. ayet.
136
VII. ÜNİTE: MEAD: AHİRET İNANCI
Kur’an’da cehennemi ifade etmek üzere
farklı isimler kullanılmıştır. Bunların başlıcaları: “çılgın ateş” anlamında “Saîr”74; “yakıp kavuran ateş” anlamında “Sakar”75; “ derin çukur,
uçurum” anlamında “Hâviye”76; “yüreklere kadar tırmanan ateş” anlamında “Hutame”77; “Kat
kat yanan ateş” anlamında “Cahîm”78; “kaynar
su” anlamında “Hamîm”79; “helak yurdu” anlamında ”Daru’l-Bevâr80” ve “kötü yurt” anlamında “Sûü’d-Dâr81” olarak sayılabilir.
NOT EDELİM
CEHENNEM HAYATININ
BAZI TEMEL ÖZELLIKLERI
1. Cehennem ebedîdir. Cehennem
ehli için ölüm yoktur,
2. Cehennemdeki cezalar çok şiddetli olup,
insan tarafından gerçek anlamlarıyla kavranması mümkün değildir,
3. Cehennemdeki yaşam bedenen ve ruhen
olacaktır,
Kur’an’daki cennet tasvirleri ne kadar çekici ve etkileyici ise cehennem tasvirleri de bir
o kadar ürkütücü ve korkutucudur. Bu özelliğiyle cennetten bahseden ayetler insanı iyiliğe
ve doğruluğa yönlendirirken, cehennemden
bahseden ayetler, kötü ve çirkin işlerden caydırıcı bir etki oluştururlar. Bu durum Müddessir suresi 35. ayette şöyle açıklanmaktadır: “
Şüphe yok ki bu (cehennem ateşi) gerçekten büyük (bir uyarı)dır.” Ayrıca Kur’an’da
cehennem tasvirleri yapılırken insanların akibetlerinin neden böyle olduğuna değinilerek
yaşayanlar için uyarı mesajları verilmektedir.
4. Kâfirler, münafıklar ve müşrikler cehennemde ebedî olarak kalacaktır. Günahkâr
mü’minler ise Allah’ın affetmemesi halinde
günahlarının karşılığı olan cezayı çekerler.
Ancak cehennemde ebedî kalmazlar. Cezaları
bitince cennete girer ve orada ebedî kalırlar.
Cehennem ehlinden bahseden ayetler incelendiğinde bu kimselerin Allah’ın hakları, kul
hakları ve diğer varlıkların haklarını gözetmeyen kimselerden oluştuğu görülmektedir. İnkâr, şirk ve nifak Kur’an’da Allah hakkına ihlal sayılan
durumların başlıcalarıdır. İnsanlara zulmetmek, cana kıymak, inananlara işkence yapmak, yetim
malı yemek gibi birçok davranış da kul hakkını ihlal olarak değerlendirilir.
Kur’an-ı Kerim cehennem ehlinin durumunu, insanı derinden sarsacak, etkileyici tasvirlerle anlatır. Bu tasvirlere göre, cehennemlikler boyunlarında bukağılar olduğu hâlde82 yüz üstü cehenneme
sürüklenirler.83 Çok sert ve heybetli melekler cehennemin bekçiliğini yaparlar.84 Cehennemin kapıları
üzerlerine kilitlenir ve üzerlerine ateş salıverilir.85
74 Mülk suresi, 5. ayet.
75 Müddessir suresi, 28, 29. ayetler.
76 Kâri’a suresi, 9. ayet.
77 Hümeze suresi, 4-7. ayetler.
78 Mâide suresi, 10. ayet.
79 Vâkı’a suresi, 42. ayet.
80 İbrahim suresi, 28. ayet.
81 Ra’d suresi, 25. ayet.
82 Ra’d suresi, 5. ayet; Nûr suresi, 33. ayet.
83 İsrâ suresi, 97. ayet; Furkân suresi, 34. ayet.
84 Tahrîm suresi, 6. ayet; Müddessir suresi, 30, 31. ayetler.
85 Beled suresi, 20. ayet.
137
KELAM
Cehennem ehli kendilerini kuşatan azaptan kaçıp kurtulmak istediklerinde; demirden
kamçılarla dövülerek tekrar ateşe sürülürler.86
Cezanın hafifletilmesi için feryat ederler ancak kabul edilmez. Ölüp kurtulmak isterler,
ancak onlara ölüm de yoktur.87 Mü’min suresi 49-50. ayetlerinde şöyle buyrulur: “Ateşte
olanlar, cehennem bekçilerine: ‘Rabb’inize
yalvarın da hiç değilse bir gün azabımızı hafifletsin’ derler. Cehennem bekçileri:
‘Size peygamberleriniz belgelerle gelmemiş
miydi?’deyince ‘Evet, gelmişti.’ derler. ‘O
hâlde kendiniz yalvarın. Ancak inkârcıların
yalvarışı boşunadır’ (denir).”
LİSTELEYELİM
Ayetlerde cehennem ehlinin bazı
özellikleri sıralanmaktadır? Listeleyelim.
“Cennette olanlar günahkârlara: Sizi
şu yakıcı ateşe sokan nedir?diye sorarlar. Onlar ‘Biz namaz kılmazdık, yoksulu doyurmuyorduk. Boş şeylere dalanlarla birlikte dalıyorduk. Ceza gününü
de yalanlıyorduk. Sonunda ölüm bize
gelip çattı’ derler.”
(Müddessir suresi, 40-47. ayetler.)
“Mal toplayıp durmadan sayan, inAyetlerden anlaşıldığına göre cehennem
sanları arkadan çekiştiren, kaş göz işaehli için fizyolojik cezalardan başka, psikoloretiyle alay eden her kişinin vay hâline!
jik cezalar da vardır. Bunların başlıcaları ‘dünMalının kendisini ebedi yaşatacağını
yada Allah’ı unutmalarına karşın ahirette Allah
zanneder.”
tarafından unutulmaları, horlanıp aşağılanma(Hümeze suresi,1-3. ayetler.)
ları, Allah’a eş koştukları varlıklar tarafından
terk edilmeleri, el, ayak ve derilerinin aleyh“Alabildiğine inat eden, Allah yolerine şahitlik etmesi, derin pişmanlık yaşalunda harcamaya ve hayırlı işlere var
maları’ olarak sayılabilir. Bu psikolojik cezalar
gücüyle engel olan, Allah’a ortak koşan
bazı ayetlerde şöyle tasvir edilir: “Onu yakaşüpheci nankör.”
layın (ey cehennem güçleri) ve yanan ateşin
(Kâf suresi, 24-26. ayetler.)
ortasına sürükleyin; sonra başının üstüne
“Yemin edip duran, aşağılık, daima
yakıcı ümitsizliğin acısını boşaltın! (Sonra
ona şöyle deyin): Tat bakalım azabı, çünkü
kusur arayıp kınayan, durmadan laf
sen çok kudretli ve ulu bir adamsın!... İşte
götürüp getiren, iyiliği hep engelleyen,
88
bu da, şüphelenip durduğun şeydir.” Diğer
mütecâviz, günaha dadanmış, kaba ve
bir ayette ise “O gün, zalim kimse iki elini
haşin.”
ısırarak; ‘ne olurdu ben de peygamberlerle
(Kalem suresi, 10-13. ayetler.)
beraber bir yol tutsaydım’ diyecektir. ‘Vay
başıma gelene! Keşke falancayı dost ve lider
edinmeseydim. Andolsun ki bana gelen Kur’an’dan o saptırdı beni. Şeytan insanı yapayalnız
ve yardımcısız bırakıyor.”89 buyurularak cehennemde yaşanan pişmanlıklar dile getirilir.
86 Hac suresi 21, 22. ayetler; Secde suresi, 20. ayet.
87 İbrahim, suresi, 16, 17. ayetler.
88 Duhân suresi, 47-50. ayetler.
89 Furkân suresi, 26-29. ayetler.
138
VII. ÜNİTE: MEAD: AHİRET İNANCI
6. Ahirete İmanın Dünya Hayatını Anlamlandırmaya Katkısı
Bir varlığa anlam kazandıran unsur, onun yaratılış sebebidir. Örneğin, insanın doğum öncesi hayatını anlamlı kılan; dünyada yaşayacağı hayattır. Dünya hayatı olmasaydı, bebek için anne rahmindeki
hayatın bir anlamı kalmayacaktı.
İnsanın dünya hayatını anlamlı kılan şey ise ahiret hayatıdır. Çünkü insanın yaratılıştan sahip olduğu özellikler onun geçici değil, sonsuz bir hayat için yaratıldığını göstermektedir. Örneğin insanın
doğuştan sahip olduğu ebediyet duygusu ve arzusu, onun ebedî bir hayat için yaratıldığını gösterir. Ayrıca insana diğer varlıklardan farklı olarak akıl ve irade verilmiştir. Bu ise insanın dünya hayatında bir
sınavda olduğunu gösterir. Akıl ve irade, insana düşünme ve seçme ayrıcalığı kazandırmakta; bu ise insanı sorumluluk sahibi kılmaktadır. Bu durumda insanın dünya hayatı, ancak, bu dünyada yaptıklarının
karşılığını göreceği yeni bir hayatla anlam kazanmaktadır. Zira bir sınavı anlamlı kılan şey sonucunun
değerlendirilmesidir. Yüce Allah şöyle buyurur: “Zamanın akışı içinde öyle uzun bir süre geçti ki
o dönemde insanın adı bile anılmazdı. Biz
YORUMLAYALIM
insanı karışım hâlindeki nutfeden yaratAşağıda
verilen temsili hikayeyi yotık. Onu denemek istiyoruz. Bu sebeple
rumlayınız.
kendisini işiten ve gören bir varlık yaptık.
Ona yolu da gösterdik: Artık ister şükreder, ister nankörlük eder.”90
Bu hayatın kendisi için bir sınav olduğunu bilen insan yeryüzündeki sorumluluğunu
doğru algılar. Bu sorumluluk duygusuyla
dünya hayatında yapıp ettiği hiçbir şeyin
karşılıksız kalmayacağı bilinci ile hareket
Anne rahmindeki ikizlerden biri diğerine:
“Baksana kardeşim herhâlde bizi seven ve ihtiyaçlarımızı bilen biri var. Aylardır karşılıksız her ihtiyacımız karşılanıyor. Bak, bu eller, ayaklar, gözler
boşuna mı oluşuyor? Herhâlde yeni bir hayata hazırlanıyoruz. Hem artık buraya da sığamaz olduk.
Gittikçe büyüyoruz. Evet, evet, kesinlikle burada
geçiciyiz. Bizi bekleyen yeni ve gerçek bir hayat
var.” der.
eder. Artık onun için dünya hayatı geçici bir
oyalanma yeri değil, sonsuz ahiret hayatı
için bir hazırlıktır. Bu inanç, insan için, çok
güçlü bir moral ve kalıcı bir mutluluğun kaynağı olur. Zira, bu durumda hayat insan için
Allah’ın rızasını ve cenneti kazandıracak bir
fırsata dönüşmüş olmaktadır. İşte bu, hayatın anlam ve amacını keşfetmek demektir.
Bu husus ayette şöyle yer alır: “Bu dünya
hayatı (tek başına) bir oyun ve oyalanmadan başka bir şey değildir. Ancak ahiret
hayatı, Allah’a karşı sorumluluklarının
bilincinde olanlar için çok daha güzeldir.
Öyleyse aklınızı kullanmaz mısınız?”91
90 İnsan suresi, 1-3. ayetler.
91 En’âm suresi, 32. ayet.
Kardeşi ona cevap verir; ‘‘Yine hayali şeylerden bahsediyorsun. Gerçekler sadece gördüklerimizden ibarettir. Görmediğim şeye inanmam. Evet
dediğin gibi yakında buraya sığamaz olacağız.
Ancak, o zaman bizim için hayat ebediyen sona
erecek. İşte bu kadar...’’
139
KELAM
Dünya hayatının anlam ve amacını keşfeden
insan hayatın zorluklarına sabreder. Her zaman
mütevekkil olur. Çünkü onun için karşılaşılan
her zorluk geçici hayat sınavının bir parçasıdır.
Haksızlıklar karşısında umutsuzluğa kapılmaz.
Çünkü mutlak adaletin ahirette gerçekleşeceğini bilir ve teselli bulur. Allah’a ve ahiret gününe
gerçekten inanan insanlar “Başlarına bir musibet geldiği zaman: ‘Biz Allah’a aitiz ve ona
döneceğiz’ derler.”92
KONUŞALIM
Eğer yaptıklarının karşılığını
göreceği yeni bir hayat olmasaydı,
insana dünya hayatında seçme özgürlüğünün verilmesinin bir anlamı
olur muydu?
Eğer insan için hayat, diğer canlılar gibi
sadece biyolojik bir süreçten ibaret olsaydı,
akıl, irade gibi üstün özelliklerin insanda
bulunmasının bir anlamı kalır mıydı?
Arkadaşlarınızla konuşunuz.
Ahiret inancı insanı cesaretli ve
güçlü kılar ve insanın inandığı değerler için ölümü göze almasını sağlar. Çünkü ahirete inanan insan için
ölüm bir son değil, yeni bir hayatın başlangıcıdır. İnsanlık tarihi, bu
inançla, nice zayıf toplulukların, çok
daha güçlü topluluklara karşı kazandıkları zaferlerin örnekleriyle doludur. Kur’an-ı Kerim peygamberlerin
hayatlarını anlatırken bizlere bunun
örneklerini verir. Yakın tarihimizde
yaşanmış olan Çanakkale Zaferi de
bunun güzel örneklerinden biridir.
^
(M. Âkif ERSOY, Safahat)
Ahiret inancı insanı kanaatkar
yapar. Çünkü ahirete gerçekten inanan bir insan için dünyevi menfaatler geçici birer araçtır. Amaç Yüce Allah’ın rızasını kazanmaktır.
Bu nedenle dünya hayatının aldatıcı menfaatleri için başkasına zarar vermeye değmez. Bu hususa Hz.
Peygamber “Bu dünyada gerçekte insana ait olan üç şey vardır. Bunlar; yiyip tükettiği, giyip
eskittiği ve diğeri de sadaka verip ahiret azığı yaptığı şeylerdir.”93 şeklinde işaret etmektedir.
Ahirete inanan insanın suç işlemesi zorlaşır. Çünkü yaptığı her şeyin ahirette hesabını vereceğine
inanması insanda güçlü bir oto kontrol bilinci oluşturur. İnsanın iç dünyasında onu kötülüklerden
caydırıcı böyle bir güce her zaman ihtiyaç vardır. Çağımızın maddi kalkınmasını gerçekleştirmiş
toplumlarında bile intihar ve suç oranlarının yüksek oluşu bu ihtiyacı açıkça ortaya koymaktadır.
Ahiret inancı insanda erdemli bir yaşam ideali oluşturur. Çünkü sergilenen her erdemli davranış
Allah katında hak ettiği karşılığı bulacaktır. Bu idealin gereği olarak insan dürüst ve adaletli olmaya
çalışır. Allah hakkı, kul hakkı ve diğer varlıkların haklarını titizlikle gözetir. İyilik yapmayı, diğer
varlıklara hizmet etmeyi, iyi insan olmanın gereği olarak kabul eder. Yeryüzünde imar ve ıslah edici
olmak için çalışır, üretir. İki günü eşit olan kimsenin zararda olduğuna inanır.
92 Bakara suresi, 156. ayet.
93 Müslim, Zühd, 3, 4.
140
VII. ÜNİTE: MEAD: AHİRET İNANCI
ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM
A. Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız.
1. Yaratılıştaki düzen ve ahenkten hareketle hayatın amaçsız olamayacağını nasıl açıklarsınız?
Yazınız.
2. “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” ayetindeki (Zâriyât suresi, 56. ayet.)
“ibadet” kavramını nasıl anlamalıyız? Belirtiniz.
3. Ba’s ve mahşer kavramları hakkında bilgi veriniz.
4. Kur’an’a göre, ahirette yeniden diriltilmenin delilleri nelerdir? Yazınız.
5. Ahiret inancının dünya hayatını anlamlandırmaya katkısı nasıldır? Yazınız.
B. Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru seçeneklerini işaretleyiniz.
1. Aşağıdakilerden hangisi ahiret inancının sonuçlarından biri değildir ?
A) Ahiret inancı ölüm korkusunu azaltır.
B) Ümitsizliği engeller.
C) Suç oranlarını düşürür.
D) Çalışma isteğini zayıflatır.
E) Sıkıntılara karşı insanın direncini artırır.
2. Aşağıdakilerden hangisi ölümden sonra tekrar yaratılışın kanıtlarındandır ?
A) Tabiatın baharla yeniden dirilip hayat bulması.
B) Hücrelerin sürekli yenilenmesi.
C) Evrenin yokken yaratılışı (İlk yaratılış).
D) Yerlerin ve göklerin yaratılışı.
E) Hepsi.
3. Sayısız gök cismi içerisinde hayat için gerekli şartların sadece dünyada bulunması bize neyi gösterir?
A) Tesadüfün gücünü.
B) Maddenin akıllı olduğunu.
C) Maddi varlıkların aralarında iletişim olduğunu.
D) Doğa yasalarının bilinçli olduğunu.
E) Dünyanın yaşam için özel bir amaçla tasarlanmış olduğunu.
141
KELAM
4. Aşağıdakilerden hangisi cennetin özellikleriyle ilgili yanlış bir bilgidir ?
A) Cennet iman edenler için hazırlanmıştır.
B) Cennetteki yaşam ebedidir.
C) Cennetin dereceleri vardır.
D) İnkârcılar günahlarının cezasını çektikten sonra cennete girerler.
E) Cennette nimetler sınırsızdır.
5. Aşağıdakilerden hangisi cehennemin özellikleriyle ilgili yanlış bir bilgidir ?
A) Cehennem ebedîdir.
B) Cehennemin farklı tabakaları vardır.
C) Cehennem azabı çok şiddetlidir.
D) Cehennem yalnızca inkârcılar için hazırlanmıştır.
E) İnananlar cehennemde ebedî kalmazlar
C. Aşağıda verilen bilgilerden doğru olanı “D”, yanlış olanı “Y” ile işaretleyiniz.
( … ) Tabiat bizim için yaratılmıştır. İstediğimiz gibi kullanabiliriz.
( … ) Ölüm korkusunu aşabilmenin yolu ölümü düşünmemektir.
( … ) Mutlak adaletin gerçekleşeceği yer ahirettir.
( ... ) Dünya hayatını anlamlandıran şey ahiret inancıdır.
( … ) Ahiret yaşamına inanmak, insanın kendi kendini denetleme bilincini pekiştirir.
Ç. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri verilen kelimelerden uygun olanı ile doldurunuz.
(zerre, hayır, zerre, hesap, şer, ba’s, mizan, ahiret)
1. “Her kim …..… kadar …….. yaparsa onun karşılığını görecek. Her kim de ………..… kadar
…………… yaparsa onun karşılığını görecektir.” (Zilzâl suresi, 7-8. ayetler.)
2. İnsanların ölüm sonrası, Allah tarafından tekrar yaratılıp diriltilmelerine ……….. denir.
3. İnsanların yaptıkları iyilik ve kötülüklerin ahirette tartılıp belirlenmesine …………… denir.
4. Kur’an’da Allah’ın birliği (tevhit) konusundan sonra en çok yer verilen konu ..…… inancıdır.
142
KELAM
VIII.ÜNİTE
İNSAN VE KADERİ
ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM
1. “Kader, kaza ve alın yazısı” kavramlarının anlamlarını sözlüklerden
bulunuz.
2. Doğal afetlerde yaşanan ölümlerle kader arasında nasıl bir ilişki
kurabilirsiniz? Araştırınız.
3. Bazı ülkelerde insanların daha uzun ömürlü olması ne anlama gelir?
Düşününüz.
4. “Evrenin yaratılış kanunları kaderdir.” sözünden ne anlıyorsunuz?
Açıklayınız.
5. Tevekkül ile insanın sorumluluğu arasında nasıl bir ilişki vardır?
Arkadaşlarınızla tartışınız.
143
KELAM
1. Kader ve Kaza Kavramları
Kader, sözlükte bir şeyin sınırı, ölçüsü, miktarı ve kıymeti anlamına gelmektedir. Kur’an’da ise; ölçme, güç yetirme,
kudret, ölçerek ve takdir ederek tayin ve ölçüp-biçip hüküm
vermek gibi anlamlarda kullanılmıştır.1 Bu kelimenin terim
anlamı, Allah’ın ezelden ebede kadar olmuş ve olacak şeylerin zaman, mekân ve özelliklerini bilip ezelde o şekilde takdir
etmesidir. Kur’an’ın birçok ayetinde geçen kader kelimesi ve
türevlerinin ortak anlamı “her şeyi bir ölçü ve nizama göre
tanzim” etmektir. Kur’an’da, Kamer suresinin 49. ayetinde
şöyle buyrulmaktadır:
É ōǻÊơ”
“ǁÇ ƾÈ ǬÈ ÊƥǽÉ ƢÈǼǬÌ ǴÈ ƻÇ
È Dzō ǯƢ
È ƔķÌ Nj
“Biz her şeyi bir ölçüye göre yaratmışızdır.”
Buna göre kader, Allah’ın bütün kâinatı içindekilerle beraber bir ölçü ve düzene göre yarattığını ve yaratılanlar arasında
bir uyumu gözettiğini ifade eder.2
Kaza, sözlükte; hükmetmek, emretmek, ödemek, kaza etmek, ihtiyacını gidermek, mahkeme etmek gibi manalara
gelir.3 Kaza kelimesinin temelinde bir şeyi tam bir güvenle
gerçekleştirmek anlamı vardır. Kur’an’da; emir, hüküm,
karar, yargılama, ilan, beyan ve yaratma gibi anlamlarda
kullanılmıştır. Kelimenin ıstılahi manası ise Allah’ın ezelde takdir ettiği şeylerin, zamanı gelince bu takdire uygun
olarak meydana gelmesidir. Kader ve kaza kavramları, zaman zaman birbirinin yerine de kullanılmaktadır.
Varlık âleminde her şeyin ölçülebilir değerler açısından
bir yeri vardır. Bu yüzden kader kavramı bugün ifade edilen yaygın anlayıştan farklı bir içeriğe sahiptir. Kelamcılar, yaratılmış olan âlemde söz konusu edilen bu ölçüleri
tercih eden bir yaratıcının takdirini gerekli görmüşlerdir.4
Bu anlamda kader, yaratılıştaki ölçü ve uyuma işaret eder.
Allah’ın her şeyi bilmesine ve varlıkları bir ölçüye göre yaratmasına kader denir. Evren içindekilerle beraber; boşuna,
gelişi güzel ve amaçsız yaratılmamış ve yaratılışta eksik
bir şey bırakılmamıştır.5 Yaratılıştaki ölçü, varlıkların sahip olduğu bütün kabiliyet, güç ve imkânları içerir. Varlığa
bu güç ve imkânları veren ise Allah’tır. Yaratılıştaki düzen,
onun kaderidir. Hiçbir şey kendisi için Allah’ın takdir ettiği
sınırlar dışına çıkamaz.
DÜŞÜNELİM
İnsanların bazı durumlarda kaderci bir
eğilim göstermesinin nedenleri
üzerinde düşününüz.
BİLGİ KUTUSU
İslam öncesi cahiliye
döneminde Allah’ın yaratma işi
hayatın başında ve sonunda insan
hayatına yaptığı müdahaleden ibaret sayılırdı. Onlara göre Allah, insanı yarattıktan sonra onun işlerine
karışmazdı. Bu arada insan, adına
“dehr” denilen zamanın kollarında kâbus dolu bir yok oluşa doğru
ilerlerdi. İslam geldikten sonra bu
kötümser anlayışı düzeltti. Hayatın bütün yönleriyle Allah’ın
kontrolü altında olduğu ve başka
hiçbir gücün etkisi olamayacağı
vurgulandı.
(İzutsu, Kur’an’da Allah ve
İnsan, s. 164’ten düzenlenmiştir.)
1 Dinî Kavramlar Sözlüğü, s. 353. Râgıb, Müfredat, s. 657- 660.
2 Talâk suresi, 3. ayet; A’lâ suresi, 2, 3. ayetler; Ra’d suresi, 8. ayet; Vakı’a suresi, 60. ayet.
3 Dinî Kavramlar Sözlüğü, s. 366.
4 Saim Yeprem, Kader, s. 186.
5 Mülk suresi, 3, 4. ayetler.
144
VIII. ÜNİTE: İNSAN ve KADERİ
NOT EDELİM
Rahmân suresi, 5–8. ayetlerinde, yaratılan her şeyin Allah’ı tespih ve secde ettiği
bildirilir. Bu yaklaşım, varlıkların kendileri için belirlenen yasalar çerçevesinde hareket
ederek bir yaratıcının varlığına ve gücüne işaret etmeleri anlamına gelir.
İNCELEYELİM
Aşağıda verilen Allah’ın yaratmasındaki ölçüye ilişkin kavram haritasını inceleyiniz.
“Biz her şeyi
bir ölçüye göre yaratmışızdır.”
UYUM
DÜZEN
KURALLAR
YARATMA
Dünya ile Güneş
arasındaki uzaklık
Gece ile gündüzün
oluşması
Her cismin bir yörüngede hareket etmesi
Cansız varlıkları
yaratmıştır
Atmosfer tabakasının kalınlığı
Gelgit olayı
Mevsimlerin
sürekliliği
Canlı varlıkları
yaratmıştır
Ay’ın Dünya’ya
olan uzaklığı
Mevsimlerin
oluşması
Gece ve gündüzün
birbirini takip
etmesi
Tabiat olaylarını
yaratmıştır
Dünya’nın kendi
etrafındaki dönüş
hızı
Yer çekiminin
olması
Evrenin yaratılışı kaderdir. İçinde yaşadığımız evren bir düzen içinde yaratılmıştır. Kur’an’da,
Hicr suresinin 21. ayetinde, “Hiçbir şey yoktur ki, kaynağı bizim katımızda olmasın ve biz hiçbir
şey indirmeyiz ki, kusursuzca belirlenmiş bir ölçüye, bir uyuma dayanmasın.” buyrulmuştur.
Her şey, Allah’ın koyduğu biyolojik, fizikî ve sosyal kanunlara göre hareket etmektedir. Allah’ın evrendeki uyumu sağlamak için koyduğu yasalara “sünnetullah” denir. Buna kader de denilir. Her şey
ilahî bir ölçüye göre oluşur,gelişir ve hayatiyetini sürdürür. Zamanı geldiğinde ise varlığı son bulur.
Kur’an’da bu konuda bir değişiklik ya da sapma olamayacağı vurgusu vardır.6 Güneşin ve ayın vakit
ölçüsü yapılması, gecenin gündüzü izlemesi, güneş ile ay arasındaki mesafe ve insanın yaratılışında
olduğu gibi iyi ve kötü tutumların mükâfat ve ceza ile karşılanması da birer kaderdir.7 Üstelik bu
yaratma işi olmuş bitmiş bir şey de değildir. Sürekli devam etmektedir.8
6 Fâtır suresi, 43. ayet; Fetih suresi, 23. ayet.
7 Bakara suresi, 189. ayet; Yâsîn suresi, 40. ayet; En’âm suresi, 96. ayet; Kehf suresi, 55. ayet.
8 Rahmân suresi, 29. ayet; Neml suresi, 64. ayet.
145
KELAM
YORUMLAYALIM
Evrendeki yasaları gösteren kavram haritasını inceleyerek aşağıda verilen ayeti
yorumlayınız.
ALLAH’IN YASALARI
(Sünnetullah)
BİYOLOJİK YASALAR
Canlıların oluşumu
TOPLUMSAL YASALAR
Sosyolojinin alanıdır
FİZİKSEL YASALAR
Maddeler arası ilişkilerle
ilgilidir
Canlıların gelişimi
İnsan ve toplum arasındaki
ilişkileri konu edinir
Hareketi incelenir
Canlılık özellikleriyle
ilgili yasalardır
Neden – sonuç
ilişkisi vardır
Maddenin ve enerjinin
yapısı ve değişimi
Her canlı farklı
biyolojiye sahiptir
Evrenseldir
Deney, gözlem ve araştırmalarla ortaya konulmuştur
Sonuçları
test edilebilir
Bilimsel olarak ortaya
konulmuştur
Evrenseldir
Evrenseldir
“…Her şeyi yaratan ve her şeyi belli yasalar örgüsüne göre düzene koyan odur.”
(Furkân suresi, 2. ayet.)
İnsanın yaratılışı da kaderdir. İnsanın sahip olduğu her şey, Allah tarafından yaratılan ve kendisine verilen imkânlardan oluşur. İnsanın, iyilik ve kötülük yapabilecek şekilde yaratılması, akıl ve
irade gücünü kullanması gibi kendisine verilen kabiliyetler onun kaderini oluşturur.9 Örneğin insanın
fıtratı, yaratıcı bir gücün varlığına inanmaya ve bu doğrultuda hareket etmeye ihtiyaç hissedecek
şekilde yaratılmıştır.10 Bunun gibi insanın yemesi, içmesi, uyuması, dinlenmesi ve yürümesi gibi
özellikleri yanında sevinmesi ve üzülmesi gibi duyguları vardır. Psikolojisi de belli bir ölçü ve denge
içinde olmak zorundadır. Bu anlamda insanın bir anne ve babaya sahip olması, ölümlü olması veya
9 Şems suresi, 8. ayet.
10 Rûm suresi, 30. ayet.
146
VIII. ÜNİTE: İNSAN ve KADERİ
ten rengi gibi değiştiremeyeceği şeyler vardır. İnsan, bazı sınırlılıklara rağmen aklını ve iradesini
kullanıp seçimlerini yaparak kendi davranışlarının şekillenmesinde etkin bir rol oynar. Sonuçta iyi ya
da kötü olanı tercih eder. Kur’an’da, “Biz her insanın kaderini (kendi) boynuna dolamışızdır…”11
buyrularak bu ölçü ve sınırlar içerisinde herkesin yaptığı tercih ve seçimlerinden sorumlu olduğu
vurgulanmıştır.
DEĞERLENDİRELİM
Aşağıda verilen kavram haritasını insanın kaderiyle ilgili olarak değerlendiriniz.
İNSANIN KADERİNİ ETKİLEYEN UNSURLAR
Kişinin annesi
ve babası
Boyu, ten
rengi
Yaşayacağı
ömrü
Yaşadığı
coğrafya
İnsanın
iradesi
İNSANIN KADERİ
EYLEMLER
İnsan eylemlerinden sorumludur.
İnsan özgür
bir varlıktır.
İnsana akıl
verilmiştir.
İnsana düşünme yeteneği
verilmiştir.
YORUMLAYALIM
Kaderle ilgili toplumda yaygın olan deyim,
atasözü ve şarkı sözlerinden bir derleme hazırlayıp toplumdaki yanlış kader anlayışlarını tespit
ederek aranızda tartışınız. Ulaştığınız sonuçları doğru kader anlayışı çerçevesinde yorumlayınız.
11 İsrâ suresi, 13. ayet.
147
İnsan iyiyi
kötüyü ayırt
edebilecek
özelliktedir.
İnsana vahiyle doğru
yol gösterilmiştir.
KELAM
2. İnsanın Kaderle İlgili Bazı Özellikleri
Evrendeki her varlığın bir kaderi ve her şeyin bir ölçüsü olduğu gibi, insanın da kendine özgü bir
kaderi ve uymak zorunda olduğu ölçüler ve sınırlar vardır. İnsan, akıllı, özgür ve sorumlu bir varlıktır. Onun kaderini belirleyen başlıca özellikleri şunlardır:
2. 1. Akıl Sahibi Olmak
İnsan, akıllı bir varlıktır. Akıl, insanın tercihlerini belirleyen önemli bir
araçtır. İnsan, Allah’ın kendisine verdiği aklı kullanmak zorundadır. Kur’an’da
aklını kullanmayanların zarara uğrayacağı açıkça belirtilmiştir.12 Bizzat Hz.
Peygamberden de akla uygun, bilinç ve duyarlıkla donanmış bir kavrayış ve
basiretle hareket etmesi istenmiştir.13 Kur’an’da, “Ve elbette bizden Müslüman olanlar da var, zulmedenler de. İşte (Allah’a) teslim olanlar, artık onlar ‘gerçeği ve doğruyu’ araştırıp bulanlardır.”14 buyrularak insandan körü
körüne taklit ve şuursuz bir teslimiyet istenmemiş ve böyle davrananlar zalim
olarak nitelenmiştir.
Akıllı insan düşünerek hareket
eder. Olaylar ve konular arasında seçim yapma özgürlüğünün onu farklı
kıldığını anlar. Bu seçimlerinin ona
sorumluluk yüklediğini fark eder. Bu
sorumluluğun bilincinde olarak davranışlarını kontrol eder. Başarmak ve
kazanmak için çalışması gerektiğini
bilir. Bu anlamda mümin aklını kullanmaktan asla vazgeçmez. Akıllı olmasının bir gereği olarak imanını salih
amellerle destekler. Çünkü emek harcamadığı konularda bir beklenti içinde
olmak doğru kabul edilmemiştir. Bu
konuda Kur’an’da şöyle buyrulmuştur; “Müslüman olmalarını bir lütufta bulunmuş gibi sana hatırlatıyorlar. De ki: ‘Müslüman olmanızı bir
lütuf gibi bana hatırlatıp durmayın.
Tam tersine eğer doğru kimselerseniz sizi imana erdirmesinden dolayı
NOT EDELİM
“Kaderin önceden tayin, belirleme veya önceden takdir anlamında alınması ve nasların,
özellikle hadislerin bu anlamı destekleyecek tarzda yorumlanması, insan sorumluluğu kavramıyla bağdaştırılamaz. Bunun yanı sıra Allah’ın adalet ve hikmet sıfatları
başta olmak üzere diğer sıfatlarıyla olduğu kadar birçok
Kur’an ayetleriyle de bağdaştırılamaz. Bu bağlamda mütalaa edilen ecel, rızık gibi kavramlar için de durum bundan farklı değildir. İnsanların saîd (Allah katında mutlu, iyi insan) veya şakî (Allah katında cezalandırılacak,
günahkâr ve kötü insan) olacaklarının ana karnında ezelde takdir edildiği şeklindeki rivayetlerin ya sıhhatlerinde
ya da muhtevaya bağlı olarak yorumlarında problemler
vardır. Bu durumda özellikle hadis âlimlerinin sıhhatinde
en küçük tereddüt gösterdikleri bu çeşit rivayetleri reddetmek, sahih ve sağlam görünenleri ise tevil etmek gerekir. Ayrıca bu türden rivayetleri o devrin genel-geçer
sosyal kültürünün bir ifadesi olarak, tarihî boyut içinde
ele almak en ihtiyatlı yol olacaktır.”
(Saim Yeprem, Kader,
s. 186, 187’den uyarlanmıştır.)
12 Yûnus suresi, 100. ayet.
13 Yûsuf suresi, 108. ayet.
14 Cin suresi, 14. ayet.
148
VIII. ÜNİTE: İNSAN ve KADERİ
Allah size lütufta bulunmuş oluyor.’ “15 İnsan aklını kullanarak düşünür, planlar yapar, kararlar
alır ve uygular. Mutlu olmak için çabalayan, gelişmek ve ilerlemek için çalışan, bir amaca ulaşmak
için emek harcayan insana bu faaliyetlerini yürütmesi için verilen ölçüler, sunulan imkânlar ve sahip
olduğu kabiliyetler onun kaderidir.
İNCELEYELİM
İnsanın çalışmasıyla ilgili olarak aşağıda verilen kavram haritasını inceleyiniz.
Plan yapmayı
sağlar
Karşılığını
alır
Dinin
emridir
İnsanın çalışması
Mutluluk
verir
Tevekkül
gerektirir
İlerlemeyi
sağlar
2. 2. Özgür Olmak
Özgür olmak, insan için önemli bir ölçüdür. İnsan, Allah tarafından yeryüzünde iyi ve ahlaklı
olma görevini gerçekleştirmek için özgür bırakılmıştır.16 Bu amaca ulaşmak için çaba gösterecek
olan insanın kendisidir. İnsanın sorumlu olması için hür olması gerekir. Allah, insana özgürce hareket
edebileceği geniş bir alan açmış ve onu özgürlüğü oranında da sorumlu tutmuştur. İnsanın kaderi,
fiillerinde özgür olması ve istediğini yapabilmesidir. İnsan, yapmadığı veya gerçekten yapmak zorunda kaldığı hiçbir şey için hesap vermez.
HAZIRLAYALIM
Aşağıda insan hürriyeti ve eylemlerine ilişkin olarak verilen kavram haritasını
dikkate alarak bir konuşma metni hazırlayınız.
İnsan
Seçimlerinde özgürdür.
Eylemlerinden sorumludur.
Baskı ve zorlama yoktur.
15 Hucurât suresi, 17. ayet.
16 Kehf suresi, 7. ayet; Hûd suresi, 7. ayet.
149
İradeyle şekillenir.
KELAM
İnsan; iyi ve kötü, doğru ve yanlış, güzel ve çirkin olan şeyleri ayırt edebilecek, karşılaştığı şeylere
değer atfedebilecek ve bu değerler arasında seçim
yapabilecek kabiliyettedir. İnsana bu güç ve imkânı
veren Allah’tır. Bu imkânı, insan özgür iradesi doğrultusunda kullanır. Özgürlük, hem iyiliğin hem
de kötülüğün kaynağı olarak insanın lehinde veya
aleyhinde sonuçlanabilir. Bu anlamda inkâr etmek
ya da şirk koşmak dahi insana verilen özgürlük sınırları içindedir. Allah, insanlara özgür iradesiyle
tercihlerini doğru yapabilmesi için yardımcı olmak
üzere peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Sonra
da “…Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik.
İster şükredici olsun, ister nankör.”17 ayetinde
belirtildiği gibi inanıp inanmama konusunda insanı serbest bırakmıştır. Özgür olmak yaptıklarından
sorumlu olmak anlamına gelir. Bu sorumluluğu
reddeden müşrikler, Allah’ın dilemesinin kulun
tercihlerine göre oluştuğunu kabul etmemişler ve
kendi seçimlerinin ilahî takdir sonucu olduğunu
iddia etmişlerdir. Bu konuda Kur’an’da, “Allah’a
ortak koşanlar diyecekler ki: “Eğer Allah dileseydi, biz de ortak koşmazdık, babalarımız da…
De ki: ‘Sizin elinizde ortaya koyacağınız bir bilgi, bir belge varsa hemen çıkarıp gösterin. Ama
gerçek şu ki: Siz sadece kuru bir zannın ardından gidiyor ve düpedüz yalan söylüyorsunuz.’ ”18
buyrularak onların bu haksız yakıştırmaları reddedilmiştir.
YORUMLAYALIM
Aşağıdaki ayeti insanın özgürlüğü açısından
yorumlayınız.
“Eğer Rahman dileseydi, biz onlara (meleklere) kulluk etmezdik” dediler. Bu konuda hiçbir bilgileri yoktur.
Onlar sadece yalan söylüyorlar.”
(Zuhruf suresi, 20. ayet.)
2. 3. Sorumlu Olmak
Sorumlu olmak, insan için önemli bir ölçüdür. İnsan, kendisinde
potansiyel olarak var olan seçme ve tercih yapabilme yeteneğini kullanır ve bu yönüyle diğer varlıklardan ayrılır. İnsan, sorumluluğunun
farkında olarak hesap vereceği bilinciyle hareket etmeli ve iyilik yapmanın yollarını aramalıdır. Çünkü Kur’an’a göre o zerre kadar da olsa
yaptıklarının hesabını verecektir.19 İnsan, özgür iradesi sonucu ortaya
çıkan eylemlerinin sorumluluğundan kaçamaz.
17 İnsan suresi, 3. ayet.
18 En’âm suresi, 148. ayet; Nahl suresi, 35. ayet.
19 Zilzâl suresi, 7, 8. ayetler.
150
VIII. ÜNİTE: İNSAN ve KADERİ
Kişinin hiç emek harcamadan kendini olayDEĞERLENDİRELİM
ların akışına bırakması, başarı veya mutluluğun
ayaklarına gelmesini beklemesi doğru değildir.
İnsanın kişisel ve toplumKur’an’da, hayatın akışı içinde hiçbir şeyi sorgulasal sorumluluklarını yerine
madan hareket eden ya da olaylar karşısında körü
getirmesi açısından Nisâ suresinin 75.
körüne teslimiyet gösteren insanların, “Batıla daayetini Kur’an mealinden bularak de20
ğerlendiriniz.
lanlarla birlikte biz de dalardık.” dedikleri anlatılır. Bilinçten yoksun böylesine bir taklidin insanı hayra ulaştırmayacağı çok açıktır. İnsanların, yanlış anlayış ve geleneklerin etkisinde kalarak değiştirme ve düzeltme imkânı bulamadıkları ve hoşlarına gitmeyen durumlar karşısında, “Ne yapalım kader
böyleymiş.” diyerek sorumluluğu terk ettiği veya başkalarına devrettiği görülür. Bu durum genellikle;
“kader”, “alın yazısı”, “yazgı”, “talih”, “kötü talih” olarak nitelenerek suç ya da suçlular gizlenir. Hatta
sorumluluktan kaçmak isteyen bazı insanların kötü bir durum karşısında başlarına gelen musibetleri
Allah’tan gelen birer ceza gibi değerlendirdikleri görülür.21 Hâlbuki ortaya çıkan kötülüklerin sonuçlarının Allah’a ait kılınması mümkün değildir. Çünkü o kullarına hiçbir zaman zulmetmez ve onların
kötülüğünü hiçbir şekilde asla istemez. Bu konuyla ilgili olarak Şûrâ suresinin 30. ayetinde, “Başınıza
her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir…” buyrulmuştur. Bu ayet insanın yapıp
ettiklerinden sorumlu olduğuna işaret etmektedir. İnsanların kaderi, sorumluluklarını örten bir sığınak
olarak görmeleri doğru değildir. Böylesine yanlış sığınmaların, sorumlu olanlara hesap sormayı veya
olaylardan ders alınmasını engelleyeceğini de unutmamalıdır.
BULALIM
Kaderle ilgili olarak aşağıda verilen kavram haritasında boş bırakılan yere
uygun bir karşılık bulunuz.
Kader
Sorumluluktan
kaçmamızın
nedeni olamaz
Kazayla
gerçeklik
kazanır
Eylemlerin
sonucudur
İradeye
göre oluşur
…………………
LİSTELEYELİM
“İnsan akıl sahibi, özgür ve sorumlu bir varlık olmasa ne tür sorunlar ortaya
çıkardı?” sorusu çerçevesinde örnek olaylar bularak sınıfta arkadaşlarınızla tartışınız. Ulaştığınız sonuçları listeleyiniz.
20 Müddessir suresi, 45. ayet.
21 Ankebût suresi, 10. ayet.
151
KELAM
3. Kaderle İlişkilendirilen Bazı Kavramlar
Kader söz konusu edildiğinde onunla ilişkilendirilen bazı kavramlar vardır. Ecel, ömür, rızık, afet, sağlık ve hastalık, başarı ve başarısızlık, tevekkül, hayır ve şer ile hidayet ve delâlet gibi kavramlar
bunlardan bazılarıdır.
3.1. Ecel ve Ömür
Ecel kelimesi, sözlükte; hayatın sonu, müddet
ve süre gibi anlamlara gelmektedir. Bu kavram
insanın ömrünün bittiğini, dünya hayatının sona
erdiğini anlatır. Ömür ise insanın doğumundan ölümüne kadar geçen süreye verilen addır.
Kur’an’da canlılarda olduğu gibi toplumların da
bir ömrü olduğundan bahsedilir.22
Ölüm, asla karşı çıkılamayacak bir gerçektir.23
Kur’an’da insana düşünüp tercihlerini yapabileceği kadar uzun bir ömür verildiği hatırlatılır.24
Burada insanın düşünüp karar vermesi için yeterince zamanı olduğu vurgusu vardır ve sorumluluklarını askıya alarak daha çok yaşama arzusu
hoş karşılanmamıştır.25 Bu anlamda Kur’an’da,
“Hiç kimse, tayin edilmiş belli bir vadeden önce,
Allah’ın izni olmadan ölmez…”26 buyrulmuştur.
Allah, her canlıya doğal bir yaşam süresi takdir
ve tayin etmiştir. İnsan, normal şartlarda sağlıklı ve
yeterli beslendiği ve çevre faktörlerinden olumsuz
yönde etkilenmediği sürece doğal ömrünü tamamlar. İnsan için Allah’ın takdir ettiği doğal yaşam
süresini olumsuz yönde etkileyen sebeplerin asgariye indirildiği bazı ülkelerde insanların daha uzun
yaşadığı görülmektedir. Bu tespit, doğal ömrü tamamlamaya engel teşkil eden harici sebeplerin
önceden tayin edilmiş olamayacağını gösterir.
Bu konuda Kur’an’da, “…Yaşayan bir varlığa
daha çok ömür verilmesi de onun ömründen
22 A’râf suresi, 34. ayet.
23 Enbiyâ suresi, 44. ayet.
24 Fâtır suresi, 37. ayet.
25 Bakara suresi, 96. ayet; Yâsîn suresi, 68. ayet.
26 Âl-i İmrân suresi, 145. ayet; Lokman suresi, 34. ayet.
152
DEĞERLENDİRELİM
Aşağıdaki ayeti dikkate
alarak ömür konusunu değerlendiriniz.
“Odur sizi balçıktan yaratan ve
sonra (sizin için) bir ömür tayin eden,
(yalnızca) onun bildiği bir ömür…”
(En’âm suresi, 2. ayet.)
YORUMLAYALIM
Aşağıdaki ayet çerçevesinde insanın doğal ömür süresini yorumlayınız.
“Eğer Allah, insanları yaptıkları zulümler yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı
bırakmazdı. Fakat onları belirli bir
süreye kadar erteler. Ecelleri geldiği
zaman ise ne bir an geri kalabilirler, ne
de öne geçebilirler.”
(Nahl suresi, 61. ayet.)
VIII. ÜNİTE: İNSAN ve KADERİ
biraz azaltılması da mutlaka bir Kitap’ta yazılıdır…”27
buyrulmuştur. Öyleyse insanın kaliteli bir yaşam sürmesini sağlayan dolayısıyla ömrünü uzatan şartların oluşturulması için Allah’ın yeryüzünde koyduğu ölçülerin dikkate
alınması gerekir. Bütün insanların kendilerine Rableri tarafından verilen ömrü tamamlamaları bir haktır. Bu yüzden Kur’an’da, “…Eğer bir kimse bir insanı öldürürse
bütün insanlığı öldürmüş gibidir ve bir kimse bir hayat kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış gibi olur…”28
buyrulmuştur.
3. 2. Rızık
Rızık, sözlükte, nasip, pay, nimet ve bağış gibi
bütün canlıların faydalandıkları şeydir. Terim olarak Allah’ın bütün canlılara lutfettiği nimetlerdir.
Bu nimetler maddi olabileceği gibi manevi de olabilir. Kur’an’da, “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur
ki, rızkı Allah’a ait olmasın…”29 buyrulmuştur.
Allah, “…Yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın…”30 buyurarak rızkın temin
edilmesi için insanları teşvik etmiştir. Aynı şekilde
Allah’ın emirlerine riayet eden peygamberlerin tamamı bir meslek veya sanat sahibi olarak rızkını
aramış, alın teri dökmüş ve bu konuda örnek olmuşlardır.
Allah, yeryüzünü insanın yaşayabileceği bir
mekân olarak hazırlamış ve bütün nimetlerini onun
hizmetine sunmuştur. Yağan yağmur, yeşeren toprak ve gemileri taşıyan denizler gibi her şey insanın emrine verilmiştir. Hatta yeryüzünde onun
lutfundan istemeyi kendi varlığının ve kudretinin
delillerinden saymıştır.31 Nahl suresinin 18. ayetinde, “Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız,
asla böyle bir işin altından kalkamazsınız! Şüphesiz Allah, çok bağışlayan (ve) çok merhamet
edendir.” buyrularak bu nimetler onun rahmetinin
bir eseri sayılmıştır. Allah, bütün canlılara yete27 Fâtır suresi, 11. ayet.
28 Mâide suresi, 32. ayet.
29 Hûd suresi, 6. ayet.
30 Cuma suresi, 10. ayet.
31 Rûm suresi, 23. ayet.
153
DEĞERLENDİRELİM
Aşağıdaki hadisi rızık
elde etmek ile ilgili olarak
değerlendiriniz.
“Hiç kimse, elinin emeği ile kazandığını yemekten daha hayırlı
bir kazanç yememiştir. İşte Allah’ın
peygamberi Davut da elinin emeğini
yerdi.”
(Buharî, Buyû, 15.)
KELAM
cek kadar nimet yaratmış ve bu nimetlerin
paylaşılması noktasında ekonomik, sosyal
ve ahlakî konularda öğütler vermiştir. Ayrıca Allah, servetin sadece zenginler arasında dolaşarak tekelleşmesini kınamış ve
paylaşılması gerektiğini vurgulamıştır.32
Kur’an’da bazı insanların daha zengin olmasının bir imtihan sebebi olduğu ve zenginlikleri oranında sorumluluk taşıdıkları
belirtilmiştir. Kaybetme korkusuyla nimetleri paylaşmamanın şeytanın bir oyunu olduğuna dikkat çekilerek infak edilmesi hâlinde daha çok verileceği vurgulanmıştır. Burada gizli
ya da açık başkalarına yardım etmek, inanmanın bir gereği olarak teşvik edilmiştir.33 Kur’an’da,
nimetleri paylaşmamak bir hak gaspı olarak nitelenir ve rızkın Allah’tan olduğunu inkâr etmekle
bir tutulur.34 Bütün bu emir ve tavsiyeler, açlık ya da fakirliğin bir kader olmadığını gösterir. İnsanların geçim noktasında zor durumda kalması kendilerinin ya da başkalarının tutumları ile ilgilidir.
Yeryüzündeki imkânlar, üzerinde yaşayan herkese yetecek kadardır ve bu imkânlardan faydalanmak
herkesin hakkıdır. Ancak fakirliğin ilahî takdire göre oluştuğunu iddia eden müşrikler kaderci bir
tavır takınarak bu paylaşımı reddetmişlerdir. Bununla ilgili olarak Kur’an’da şöyle buyrulmuştur;
“Kendilerine, ‘Allah’ın size verdiği rızıktan başkaları için harcayın!’ denildiğinde, hakikati
inkâra şartlanmış olanlar, inananlara, ‘Rabb(iniz) dileseydi (kendisinin) besleyebileceği kimseleri biz mi besleyip doyuralım? Doğrusu siz açık bir yanılgı içindesiniz!’ derler.”35 Şüphesiz
rızkın yaratılması Allah’ın takdiridir. Ancak rızkın dağılımında insanların bulundukları konumlara
göre yerine getirmeleri gereken sorumlulukları vardır.
3. 3. Afet
Yeryüzünde deprem, sel, erozyon ve orman yangınları gibi insanların karşılaştıkları pek çok doğal afet vardır. Kur’an’da “Göğü Allah yükseltti ve mîzanı (dengeyi) o koydu. Sakın dengeyi
bozmayın.”36 buyrulmuştur. Bu dünyanın fiziki yasalarını koyan Allah’tır. Merhamet ve adaletinin
tezahürü olarak yeryüzünü bir denge içinde yaratan ve bu dengeyi korumamızı isteyen de yine odur.
O, anlamsız ve amaçsız hiçbir şey yapmaz. Bu anlamda afetlerin önemli bir kısmı bizzat insanların
kendi elleriyle yol açtıkları sorunlardan kaynaklanabileceği gibi pek çok konuda gerekli tedbirleri
almamanın sonuçlarıyla da karşılaşılabilmektedir.
32 Haşr suresi, 7. ayet.
33 Bakara suresi, 268. ayet; İbrahim suresi, 7. ayet; Nahl suresi, 75. ayet.
34 Meâric suresi, 24. ayet; Nahl suresi, 71. ayet.
35 Yâsîn suresi, 47. ayet.
36 Rahmân suresi, 7, 8. ayetler.
154
VIII. ÜNİTE: İNSAN ve KADERİ
Kur’an’a göre Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez.37
Dolayısıyla insanlar önce afetleri oluşturan
sebepleri ortadan kaldırmaya çalışmalı ve bu
afetlerle mücadele edip onlardan en az zararla
kurtulmanın yollarını bulmalıdırlar. Örneğin
insanların depreme karşı bir takım tedbirlerle
korunabildiği düşünüldüğünde, ilahî takdirin
bu önlemleri almaktan yoksun insanları hedef
almış olması düşünülemez. Nitekim yapılması
mümkün kötülüklerden hiçbirisiyle ilgisi olmayan çocuk, genç ve yaşlı kimselerin beton
yığınları arasında ölmesinin takdire bağlanması doğru değildir. Üstelik sağlam yapılaşma
yöntemlerinin depreme karşı yeterince korunma sağladığı çok açıktır. Gerekli tedbirleri alıp
can ve mal kaybının önlenmesi mümkün iken
bu afeti alın yazısı veya kader olarak karşılamak doğru değildir. İnsan aklını kullanarak
bu tür afetlere karşı önlemler alabilir. Zamanımızda deprem haritaları oluşturulup gerekli
önlemler alınmak suretiyle bu afet bir sürpriz
olmaktan gittikçe uzaklaşmaktadır. Ahiret ve
hesap bilinci, afetlerle mücadeleden insanın
sorumlu olduğunu anlatır. Daha güzel ve güvenli bir dünyada yaşamak için Kur’an’ın çağrısı, “Onlar, Allah’a ve ahiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten menederler; hayırlı işlere koşuşurlar. İşte bunlar iyi
insanlardandır.”38 şeklindedir.
YORUMLAYALIM
Aşağıdaki ayette verilen
mesajı yorumlayınız.
“(Allah’ın
buyruklarını
umursamaz hale gelen şu) insanların
kendi elleriyle yapıp-ettikleri sonucunda karada ve denizlerde çürüme ve bozulma başladı. Bu şekilde (Allah), belki
(doğru yola) geri dönerler diye yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını onlara tattıracaktır.”
(Rûm suresi, 41. ayet.)
TARTIŞALIM
Aşağıdaki paragrafta anlatılan konuyu takdir ya da tenkit ederek arkadaşlarınızla tartışınız.
“Deprem örneğinde olduğu gibi afetler,
iyi şartlarda yaşayan ve bu yıkımlardan zarar
görmeyen insanlarla, kötü durumda hayat süren ve çok şeyini kaybedenler arasındaki sosyal farkların ortaya çıkmasına ve belirginleşmesine yol açmaktadır. Bu anlamda afetler,
içinde yaşadığımız dünyanın yaratılış amacının, adil ve paylaşımcı bir ortamı zorunlu
kıldığını ve asgari yaşam koşullarının, herkes
için insana yakışan bir ortam içermesi gerektiğini göstermektedir. Afetlerin yol açtığı
zararlar, doğru ve sağlıklı yaşamak açısından
gerekli tedbirleri almayan ya da alamayan insanların ödediği bir bedeldir. Şüphesiz bir takım tedbirlerle önlenebilecek bir zarar, kader
olamaz. Bu konuda kader, olsa olsa insanların
ihmalleri ve vurdumduymazlıkları sonucunda kaçınılmaz olarak zarara uğramalarıdır.”
37 Bakara suresi, 286. ayet.
38 Âl-i İmrân suresi, 114. ayet.
155
KELAM
3. 4. Sağlık ve Hastalık
İnsan için en önemli nimetlerden birisi sağlıklı
olmaktır. İslam dini kişinin sağlıklı olması için ona
pek çok önerilerde bulunmuştur. İslam’da temizlik
ve sağlığa uygunluk şartları oldukça ciddiye alınmıştır. Allah, kulunun temizliğine önem verdiğini
indirdiği ayetlerde göstermiştir. Örneğin abdest ve
gusül konusu bu temizliğin sağlanması için başlı
başına bir etkinliktir. Aynı şekilde benzer bir hassasiyet yiyecek-içecek konusunda da gösterilerek
“Yeryüzündeki şeylerin helâl ve temiz olanlarından yiyin!..”39 buyrulmuştur.
GRUP ÇALIŞMASI
YAPALIM
a) İnsanların hastalıklarını kader olarak görmesinin fayda ve zararlarını konu edinerek sınıfta iki ayrı grup
oluşturunuz.
b) Her bir grup fayda ve zarar açısından elde edeceği düşünceler ve deliller
üzerinde çalışsın.
Allah, her hastalığın çaresini yaratmıştır. İnsan,
c) Yaptığınız çalışmaları sunu hâline
bu çareleri bulmak ve tedavi olmak zorundadır.
getirerek sınıfta arkadaşlarınızla tartışınız.
Nitekim Allah’a ibadet edebilmek için dahi sağlıklı olmak gerekir. İnsan, hastalık vb. sıkıntılarda
sabretmeli, tedavi olmalı ve iyileşmek için gayret etmelidir. Ancak buradaki sabır, içinde bulunduğu
duruma katlanmak ya da bunu kader saymak değil aksine kurtulmak için mücadele etmek anlamındadır. Nitekim dua dahi kişinin sıkıntılı durumunu değiştirme isteği ve çabasıdır. İnsanların, silahlanmak ve savaşmak için gösterdikleri gayret ve harcadıkları parayı; hastalanmamak, hastalıkların
çaresini bulmak ve kurtulmak için harcamaları hâlinde dünya daha sağlıklı olacaktır.
3. 5. Başarı ve Başarısızlık
İnsan, iradesini doğru yolda kullanıp güzel şeylere yönelirse başarı kazanır. Buna “tevfik” denir.
Bu, Allah’ın rızası yönünde hareket eden kulun işlerinde muvaffak kılınması anlamına gelir. İnsanın
yanlışa yönelmesi ve kötü olanı tercih etmesiyle
başarısızlık gelir. Buna da “hızlan” denir. Hızlan,
Allah’ın yanlış yönde hareket eden kulundan yardımını kesmesidir.40 Hud suresinin 88. ayetinde, “…
Başarım ancak Allah’ın yardımı iledir. Ben sadece ona güvenip dayanıyor ve her zaman, her
konuda ona yöneliyorum!” buyrularak başarılı
olmak Allah’ın yardımına bağlanmıştır.
BULALIM
Aşağıdaki ayette sözü edilen doğru davranmak ile başarılı
olmak arasındaki ilişkiyi bulunuz.
“Allah, şöyle diyecek: ‘Bugün, doğrulara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür.’ Onlara içinden ırmaklar
akan, içinde ebedî kalacakları cennetler
vardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte
bu büyük başarıdır.”
(Mâide suresi, 119. ayet.)
39 Bakara suresi, 125, 168, 172. ayetler.
40 Hûd suresi 88. ayet; İsrâ suresi, 22. ayet; Furkân suresi, 29. ayet.
156
VIII. ÜNİTE: İNSAN ve KADERİ
İnsan, başarılı olmak ister. Bunun için çaba sarf eder.
Kur’an’da A’raf suresinin 128. ayetinde, “Sonuç (gelecek)
Allaha karşı sorumluluk bilincine sahip olanlarındır!”
buyrularak başarılı olmak için sorumluluklarını yerine getirmenin önemi üzerinde durulur. Bu anlamda başarı bir kader ya
da yazgı sonucu çalışmadan kendiliğinden gerçekleşen bir şey
değildir. Kur’an’da, “İnsan ancak kendi çalışmasının karşılığını elde edebilir.”41 buyrulmuştur. Peygamberlerin hayatı,
çektikleri sıkıntılar ve başarılı olmak için gösterdikleri gayretler bu konuda yeterince örnek oluşturmaktadır.
Kur’an’da insanın karşılaşabileceği tehlikeler açıklanmış onu mutsuz ve başarısız kılacak sebepler
anlatılmıştır. Bütün bu uyarılara rağmen insan seçimlerinde özgür bırakılmıştır. Başarı gibi başarısızlık da tamamen insanın kendi kazancıdır. İnsanın başarısız olması kendisi dışında çevre faktörlerinden
de kaynaklanıyor olabilir. Ancak bu ilahî bir takdirin onu mecbur etmesi şeklinde olamaz. Yeryüzünde ortaya çıkan gerek toplumsal gerek fizikî anarşi ya da bozulmaların sorumlusu insandır.42 Çevreyi
kirleten, savaşlar çıkaran, öldüren, eziyet eden, başkalarını düşünmeyen hep insandır. Kur’an’a göre
gerçek başarı ise sonuç itibariyle ahiret hayatında mükâfatla karşılanmak ve Allah’ın razı olmasıdır.43
Bu anlamda başarılı olmak için kişinin gayret göstermesi ve özellikle ahlaki sorumluluklarını yerine
getirmesi gerekir. Bu yüzden kişi çok çalışarak
başarılı olmayı Allah’tan beklemeli ve başarı-
YORUMLAYALIM
larını başkalarının mağduriyetine dayandırma-
“Allah, kendisine karşı
malıdır. Kur’an’da, “Yaptıklarından ötürü
gelmekten sakınanları (mut-
sevinen, öbür taraftan yapmadıkları işler-
takileri) başarıları sebebiyle
den dolayı övülmek isteyen kimselerin sakın
kurtarır. Onlara kötülük dokunmaz.
azaptan yakayı kurtaracaklarını sanma!...”44
Onlar üzülmezler de.”
buyrulmuştur. Bu anlamda inanan kişi, her şeyi
kendisinin yaptığını iddia edecek kadar kibir-
(Zümer suresi, 61. ayet.)
li veya hiçbir şey yapmadan başarılı olmayı
Yukarıdaki ayeti dikkate alarak, “Başa-
bekleyecek kadar tembel olmamalıdır. Allah,
rısızlık, bir kader değildir.” sözünü yorum-
kişinin yapmadığı şeylerle övünmesini doğru
layınız.
bulmaz.45
41 Necm suresi, 39. ayet.
42 Rûm suresi, 41. ayet; Âl-i İmrân suresi, 182. ayet.
43 Tevbe suresi, 72, 89. ayetler; Mâide suresi, 119. ayet; Nisâ suresi, 13. ayet.
44 Âl-i İmrân suresi, 188. ayet.
45 Sâf suresi, 2. ayet.
157
KELAM
3. 6. Tevekkül
ŞİİR - YORUM
Tevekkül, sözlükte; güvenmek,
dayanmak ve işi başkasına havale
Aşağıdaki şiiri tevekkül anlayışı çerçeveetmek demektir. Terim olarak, kisinde değerlendiriniz.
şinin gerçekleştirmek istediği işi
konusunda elinden geleni yaptıkAzimden Sonra Tevekkül
tan sonra Allah’a güvenip dayan“Allah’a dayandım!” diye sen çıkma yataktan…
ması ve onun yardımını beklemesi anlamına gelir. Zaten mümin
Ma’nâ-yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nâdan!
bir anlamda hem güven veren
Ecdadını zannetme asırlarca uyurdu;
hem de Allah’a güvenen insan
Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?
demektir. Bu konuda Kur’an’da
Nisâ suresinin 81. ayetinde, “…
Üç kıt’ada, yer yer, kanayan izleri şahid:
Hiç kimse Allah kadar güvene
Dinlenmedi bir gün o büyük nesl-i mücâhid.
layık olamaz.” buyrulmuştur.
Âlemde “tevekkül” demek olsaydı “atalet”,
Mümin, yaptığı ve yapacağı işlerde Allah’a güvenip dayanır. Bu
Mîrâs-ı diyânetle yaşar mıydı bu millet?
güven onu kötü şeyler yapmaktan
Çoktan kürenin meş’al-i tevhîdi sönerdi;
alıkoyduğu gibi zor anlarında da
ona ümit aşılar. Allah’ın rızası ve
Kur’an duramaz, nezd-i İlâhiye dönerdi.
yardımı olmadan gerçekleşen iş(M. Âkif Ersoy, Safahât,
lerde veya çalışmadan ya da hak
Gölgeler (Yedinci Kitap), s. 453.)
etmeden kazanılan servette hayır
yoktur. İnanan bir kişi her işinde
Allah’ın rızasını gözeterek doğru ve dürüst davranır. Bir konuda elinden geleni yaptıktan sonra sonucun
kendisi için hayırlı olmasını ümit ederek Allah’a tevekkül eder. İnsanın aciz kaldığı veya güç yetiremediği durumlar dışında hiç emek harcamadığı bir konuda beklenti içinde olması doğru değildir.
Tevekkül, güzel bir davranış ve ahlaki bir tavırdır. Allah, kendisine inananları savunacağını ve hemen her konuda onlara yardım edeceğini söylemiştir.46 Allaha güvenip dayanan kişi Allah’ın mutlaka
doğru hüküm ve hikmetle kendisine yardım edeceğini, gaybı/geleceği onun bildiğini ve bütün hayrın
onun elinde olduğunu bilir. Âl-i İmrân suresi, 122. ayetinde buyrulduğu gibi, “…Müminler yalnız
Allah’a güven duymalıdırlar.” Bu yüzden inanan kişi, Allah’ın emir ve yasaklarını dikkate alarak
işleri konusunda elinden gelen çabayı gösterir. Karşılaşacağı muhtemel zorluk ve kötülüklere karşı
onun desteğini ve korumasını ümit eder. Nitekim Allah, kendisine güvenerek çalışıp çabalayan hiçbir
kulunu yalnız ve yardımcısız bırakmamıştır. Onun sınırsız kudreti, rahmeti ve yüceliği bu güveni hiç
boşa çıkarmamıştır. Bu konuda Kur’an’da, Hac suresinin 38. ayetinde, “Allah inananları (bütün
kötülüklere karşı) mutlaka koruyacaktır…” buyrulmuştur. Hiçbir önlem almadan ve elinden geleni yapmadan kişinin Allah’a tevekkül etmesi İslam’ın sorumluluk anlayışı ile bağdaşmaz ve tutarlı
bir tavır olarak da görülemez.
46 Âl-i İmrân suresi, 160. ayet; Mâide suresi, 11. ayet; Enfâl suresi, 49, 61. ayet.
158
VIII. ÜNİTE: İNSAN ve KADERİ
YORUMLAYALIM
Aşağıdaki ayetleri tevekkül anlayışını dikkate alarak yorumlayınız.
“İnananlar ancak o kimselerdir ki, her ne zaman Allahtan söz edilse
kalpleri korkuyla titrer ve kendilerine her ne zaman onun ayetleri ulaştırılsa inançları güçlenir ve Rablerine güven beslerler.”
(Enfâl suresi, 2. ayet.)
“…Bir konuda karar verince (artık) Allah’a güven. Zira Allah, ona güven
duyanları sever.”
(Âl-i İmrân suresi, 159. ayet.)
3. 7. Hayır ve Şer
NOT EDELİM
Hayır, sözlükte iyi ve faydalı iş demektir.
Terim olarak; Allah’ın emrettiği, razı oldu-
Hayrın ve şerrin her ikisinin de
ğu ve sevdiği davranışlar anlamına gelir. Şer
Allah’a izafe edilmesinin sebebi,
ise, kötü ve fena iş demektir. Terim olarak ise
hayır ve şer tanrısına inanan cahil insanla-
Allah’ın yasakladığı ve hoşnut olmadığı, so-
rın dualist batıl anlayışlarına engel olmaktır.
nuçta yerilen ve cezayı hak eden davranışlar
Böylece özellikle şerre bulaşan insanların
anlamına gelir.
içinde bulundukları sıkıntıdan kurtulmak
İnsanın filleri iyi ve kötü (hüsun ve kubuh)
ve bu fillerinin sonuçları da hayır ve şer olarak
adına Allah dışında başka bir güç vehmet-
bir değer taşır. Bu fiillere bu değerleri takdir
melerinin önüne geçilmek istenmiştir.
eden Allah’tır. İnsan aklı ise bunları kavrama
(Saim Yeprem, Kader, s. 188.)
ve bulma yeteneği ile donatılmıştır.47 Allah
hayrı mükâfatlandıracak şerri ise cezalandıracaktır. Bu yüzden insanın hayır işlemesi ve
LİSTELEYELİM
şerden kaçınması gerekmektedir. İnsanın hayra
Kader anlayışı çerçevesinde
ulaşması ya da şerre yönelmesi kendi elindedir.
Allah’ın iradesi ile kulun iradesi ara-
Bu konuda Allah’ın takdiri kulun davranışla-
sındaki ilişki üzerine bir konuşma or-
rına göre şekillenir. Hayra ulaştıran, Allah’tır.
tamı oluşturup elde ettiğiniz sonuçları
Şer ise hayrın yokluğundan ya da terkinden
listeleyiniz.
kaynaklanır ve bizzat insan elinden çıkar.
47 Saim Yeprem, Kader, s. 187.
159
KELAM
3. 8. Hidayet ve Dalalet
Hidayet; doğru yol, hidayete ermek ise doğru yolu bulmak demektir. Kur’an’da, “…(Asıl) doğru
yol Allah’ın yoludur…”48 buyrulmuştur. Bu anlamda hidayet, doğru yolu göstermek, işaret etmek
ve bu yolda rehberlik yapmak anlamına gelir. Şüphesiz Allah’ın rehberliği gelişi güzel bir rehberlik
değildir. En ince ayrıntısı dikkate alınmış, rahmetle düşünülmüş ve hayırla sonuçlanacak bir amaca
göre ayarlanmış bir rehberliktir. Hidayet, terim olarak; küfür ve şirk gibi kötü yollardan kurtularak
kişinin amacına ulaşması ve doğru yolu bulması anlamında olumlu bir içeriğe sahiptir.
Dalâlet yanlış yol; dalâlete düşmek ise yoldan çıkmak, şaşırmak, kaybolmak, sapıklık
veya sapkınlık demektir. Kur’an’da, “…Gazaba uğrayanlarınkine ve sapkınların (yoluna bizi iletme.)”49 buyrulmuştur. Bu anlamda
dalâlet, yoldan ayrılarak doğru olanı terk etmek anlamına gelir. Dalâlet terim olarak; kişinin Allah’ın gösterdiği doğru yoldan saparak
başka yollara girmesidir.
ÖRNEKLENDİRELİM
Aşağıdaki ayeti Kur’an ve hidayet çerçevesinde örneklendiriniz.
“Gerçekten bu Kur’an en doğru olan
yola götürür…”
(İsrâ suresi, 9. ayet.)
Evrende insanın yönelebileceği bütün yolDEĞERLENDİRELİM
ları Allah yaratmıştır. Bu yollardan birini tercih
eden ise insandır. Allah, insanlara peygamberler
Aşağıdaki ayetleri insanın umve kitaplar göndererek onlara doğru ve yanlış
duğuna ermesi açısından değeryolları göstermiştir. Bütün evreni insanın emlendiriniz.
rine amade kılmıştır. İnsana kulak, göz, kalp,
“Allah’a iman edip ona sımsıkı sarıferaset ve irade vererek onu diğer canlılardan
lanları ise (Allah), kendisinden bir rahüstün tutmuştur. Ayrıca insanın kendi nefsinde
met ve lütfa kavuşturacak ve onları kenve tabiatta varlığının ve birliğinin işaretlerini
disine varan doğru bir yola iletecektir.”
varetmiştir. İnsana akıl vermiş, onu iyi ve kö(Nisâ suresi, 175. ayet.)
tüyü anlayacak kabiliyette yaratmıştır. Allah’ın
insanın doğru yolu seçmesi konusundaki na“Doğrusu, imana erişip doğru ve
50
sihatleri, bir nevi adres tarifi gibidir. Allah,
yararlı işler yapanlara gelince, Rableri
insanın seçimlerinin hangi noktada son bulacaimanlarından dolayı onları doğru yola
ğı konusunda dikkatli davranmasını ister. Hiç
eriştirmektedir…”
ayrım yapmadan öğüt verip yol gösterir.İnsan
(Yûnus suresi, 9. ayet.)
suresinin 3. ayetinde, “Gerçek şu ki, biz ona
(insana) doğru yolu/yöntemi gösterdik; şükredici ya da nankör (olması artık kendisine kalmıştır).” buyrulmuş ve doğru tercih yapması gerektiği vurgulanmıştır. Kişinin kötü yolları seçerek dalalete düşmesi, onun kendi tercihidir.
48 Bakara suresi, 120. ayet.
49 Fâtiha suresi, 7. ayet.
50 Tevbe suresi, 115. ayet.
160
VIII. ÜNİTE: İNSAN ve KADERİ
Kur’an; küfürde ısrar etmek, aşırı yalancılık, günah
ve zulüm işlemek gibi davranışlarını kişinin dalalet içine düşmesi ve hidayete erememesinin sebepleri arasında sayar.51 Uzun süre yanlış bir yol tutmak ve kötülüğün
âdet hâline getirmek kişide buna uygun bir ahlak oluşturur. Dolayısıyla kişi bir zaman sonra gittiği yolun yanlışlığını anlayamaz ve geri dönemez hale gelebilir. Bu
yüzden Kur’an’da, “…Allah, kimi saptırırsa artık onu
doğru yola iletecek yoktur.”52 buyrularak bu psikolojik
hâle dikkat çekilmiş ve bu duruma karşı insan uyarılmıştır. Başka bir ifade ile kötü yolu tercih ederek geri dönülemez konumda kalmak Allah’ın koyduğu psikolojik bir
gerçek, ölçü veya kaderdir. Ancak bu yolu tercih etmek
ya da terk etmek insanın elindedir. Fâtiha suresindeki,
“Bizi doğru yola ilet.” ayeti, insanın sürekli bir gerçek arayışı içinde olması gerektiğini hatırlatır.
Allah, inanan ve salih ameller işleyenlere yardım edeceğini vaat etmiştir. Örneğin Kur’an’da, “Bizim uğrumuzda didinenleri biz, yollarımıza elbette ulaştıracağız. Allah, güzel düşünüp güzel
davrananlarla mutlaka beraberdir.”53 buyrulmuştur. Bu birliktelik, doğru adrese ulaşmak isteyenler için onları umduklarına kavuşturan önemli bir destektir. Başka bir ifade ile adres tarifi herkes için
açıktır ama sadece doğru adrese ulaşmak için gayret edenlere yardım edilmektedir.
ARAŞTIRALIM - BULALIM
İnsan kaderinin ilişkili olduğu kavramları gösteren tabloda boş yerleri
doldurunuz.
İnsanın Kaderi
Evrendeki yasalar
İradi olmayan davranışlar
İradi davranışlar
Ay tutulması
İnsanın ten rengi
İnsanın eğitimi
51 Zümer suresi, 3. ayet; Mü’min suresi, 28. ayet; Ahkâf suresi, 10. ayet; Neml suresi, 81. ayet.
52 Ra’d suresi, 33. ayet.
53 Ankebût suresi, 69. ayet.
161
KELAM
İnsan, özgürce doğru ya da yanlış yolları kendi seçer. Bunun sorumluluğunu da üstlenir. Kur’an, kişinin
hidayetinin kendi lehine dalaletinin ise kendi aleyhine
olduğunu ısrarla vurgulayarak bu konuda bir zorlamanın fayda vermeyeceğini bildirir.54 Hatta kişinin kendisi
istemedikçe Hz. Peygamberin talebi ya da sevgisinin
dahi bir işe yaramayacağı belirtilmiştir.55 Hiç kimse
yapmadığı veya mecbur kaldığı bir işten dolayı kınanamaz ve cezalandırılamaz. İnanmak ya da inanmamak,
iyilik yapmak veya kötü davranmak insanın kendi elindedir. Allah, hak etmeyen kimseyi doğru yola iletmez.
İyi olana doğru bir adım atmadan veya kötü olandan
uzaklaşmadan durup dururken kimseye hak etmediği bir
karşılık verilmez.56 Kur’an’da, “Yoksa senin Rabb’in,
halkı (birbirlerine karşı) dürüst davrandıkları sürece, bir toplumu (sırf) (çarpık inançları)
yüzünden asla helak etmez.”57 buyrulmaktadır. İnsanlar arasında bazı şeyler vardır ki o konuda
hiçbir gayret göstermedikleri hâlde “nasip”, “kısmet” “takdir-i ilahî” diyerek bekledikleri görülür.
Şüphesiz Allah’ın dilemesi olmadan hiçbir şey gerçekleşmez. Ancak onun dilemesi ve yaratması
için kulun adım atması gerekir.
54 Yûnus suresi, 108. ayet.
55 Kasas suresi, 56. ayet; Bakara suresi, 272. ayet.
56 Bakara suresi, 264. ayet; Âl-i İmrân suresi, 186. ayet.
57 Hûd suresi, 117. ayet.
162
VIII. ÜNİTE: İNSAN ve KADERİ
ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM
A. Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız.
1. Kader kelimesinin sözlük anlamını açıklayınız.
2. Akıl sahibi olmanın insanın kaderini nasıl etkilediğini açıklayınız.
3. İnsanın özgürlüğü ile kaderi arasındaki ilişki hakkında bilgi veriniz.
4. İnsanların daha uzun yaşaması ile kader arasında nasıl bir ilişki vardır? Açıklayınız.
5. Doğru bir tevekkül anlayışı nasıl olmalıdır? Açıklayınız.
B. Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru seçeneklerini işaretleyiniz.
1. Aşağıdakilerden hangisi evren açısından kader anlayışının bir görüntüsü değildir?
A) Güneş’in doğması
B) Ay’ın hâlleri
D) Yağmurun yağması
E) Gök gürültüsü
C) Çevre kirlenmesi
2. Afetlerle ilgili olarak aşağıdaki seçeneklerden hangisi doğrudur?
A) Afetlerden korunulabilir.
B) Afetlerden korunmak mümkün değildir.
C) Afetlere özel bir anlamyüklemek gerekmez.
D) Afetler kötü insanlar içindir.
E) Afetleri anlamaya çalışmamalıyız.
3. Tevekkül ile ilgili sıralamada aşağıdaki seçeneklerden hangisi doğrudur?
A) Düşünmek-yapmak-Allah’a sığınmak
B) Allah’a sığınmak-düşünmek-yapmak
C) Yapmak-düşünmek-Allah’a sığınmak
D) Düşünmek-beklemek-yapmak
E) Allah’a sığınmak-yapmak-düşünmek
C. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri verilen kelimelerden uygun olanı ile doldurunuz.
(düzen, kader, zaman, çalıştığının)
1. Allah’ın evrende koyduğu yasalara ………………. denir.
2. Evrendeki her şey bir …………….e göre yaratılmıştır.
3. “İnsan ancak kendi ………………… karşılığını elde edebilir.” (Necm suresi, 39. ayet.)
Ç. Kader anlayışı insanların önemli bir problemidir. Bu anlamda insanların sahip olduğu
kader anlayışının yol açtığı olumlu ya da olumsuz etkileri arkadaşlarınızla tartışınız.
163
KELAM
IX.ÜNİTE
KELAM İLMİNİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU
ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM
1. Günümüzde inanç esaslarına yönelik ne tür eleştiriler duydunuz?
Belirtiniz.
2. Kelam ilminin toplumdaki inançların ve ahlakın korunmasında rolü ne
olabilir? Araştırınız.
3. Deizm, agnostisizm, pozitivizm ve nihilizm kavramlarını felsefe
sözlüklerinden araştırınız. Bunları arkadaşlarınızla paylaşınız.
4. İnsanın yaratılış amacı nedir? Araştırınız.
164
IX. ÜNİTE: KELAM İLMİNİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU
1. Günümüzde Kelam İlmi
Hz. Muhammed, Allah’tan aldığı vahyi sahabelere iletmiş; aynı zamanda onların zihinlerini meşgul eden çeşitli soruları da cevaplandırmıştır. Örneğin inanç konusunda içindeki vesveseden bahseden bir sahabeye Peygamberimiz “Bu imanın kendisidir.”1 buyurmuş ve imanın taklitten kurtularak
düşünüp sorgulamayla elde edilen bir imana (tahkik) dönüşmesinin önemini vurgulamıştır.2
Peygamberimizin vefatından sonra da Müslümanlar, itikatla ilgili ortaya çıkan sorunlarına çözüm
aramaya devam etmişlerdir. Bu yeni sorunların ortaya çıkmasında Kur’an ayetlerinin anlaşılması ve
siyasi olaylar gibi iç dinamikler; yeni fethedilen topraklarda karşılaşılan kültürlerle etkileşim gibi dış
dinamikler etkili olmuştur. Müslüman toplumlar, itikatla ilgili çözümlerinde kelam ilminin metotlarından faydalanmışlardır. Böylece geniş bir fikir hürriyeti ortamında inançla ilgili çeşitli görüş ve
düşünceler ortaya çıkmıştır.
Kelam ilminin açıkladığı ve savunduğu inanç esaslarında başlangıçtan bu güne kadar herhangi bir
değişiklik olmamıştır. Ancak günümüzde de Müslüman toplumlar birçok itikadî sorunla karşı karşıya
kalmışlardır. Bu nedenle İslam inançlarının günümüzde yöneltilen eleştirilere karşı bugünün bilgi,
zihniyet, kültür ve yöntemleri ile savunulması bir zorunluluktur.
Klasik dönem kelam kitapları Allah’ın varlığını ispat (isbât-ı vacip) için hudus ve imkân delilleri
gibi birçok delile yer vermişlerdir. Ancak bu ispat yöntemlerinin hepsi bugün için yeterli ve geçerli olmayabilir. Çünkü klasik kelam kitaplarının yazıldığı çağlarda din inancı toplumlar arasında
hâkimdi, ateizm gibi inkârcı akımlar ise pek yaygın değildi. Bugün ise yaygın olan bu tür inkârcı
akımların ortaya çıkardığı inanç problemlerine kelam ilmi, yeni metotlar ve söylemlerle çözümler
geliştirmektedir. Böylece bu ilim dalı günümüzde de insanların doğru inancı nasıl gerçekleştirebileceklerinin yanında farklı inançları kendisine konu edinmektedir.
Günümüz kelam ilmi, İslam’ın inanç ilkeleri etrafında oluşan klasik kelam kültürünü eleştirel bir
yöntemle incelemekte ve geçmişle bağını koparmadan yeni dinî düşüncenin oluşmasına katkı sağlamaktadır. Müslüman toplumlarda bugün kelam ilmi, inanç alanında naklin yanında, yeni bilimsel
verilerden hareketle akla daha fazla rol vermenin önemini belirten akademik seviyedeki çalışmalar
ile varlığını sürdürmektedir. Bu çerçevede yapılan çalışmaların bir kısmı klasik kelam kültürünün
tekrarı mahiyetinde ve kelam tarihi ile ilgilidir. Büyük bir kısmı ise çağdaş akımların etkisiyle ortaya
çıkan yeni kelam problemlerini konu edinmektedir.
Günümüz kelam ilmi çerçevesinde yürütülen
ilmi çalışmalar, klasik kelam literatüründe olduğu gibi sadece vahiy, aklî çıkarımlar ve duyuları
esas almamaktadır. Bunun yanı sıra sosyal ve
pozitif bilimlerin sonuçlarından çıkan yorumları
da dikkate almaktadırlar. Böylece kelam ilminin
sosyal bilimlerle ilişkisi dikkat çekici bir şekilde gelişmektedir. Örneğin toplum-din ilişkileri
çerçevesinde yapılan alan araştırmaları kelam
ilmi için artık önemli veriler sunmaktadır.
TARTIŞALIM
Günümüzde kelam ilminde
niçin yeni metotların kullanılmasına ihtiyaç duyulmaktadır.
Tartışınız.
1 Müslim, İman, 209, 211.
2 Ebu Davut, Edeb, 109.
165
KELAM
Vahye dayanan inanç alanında akıl sınırsız bilgi üretemeyeceği için kelamın konuları değişmemekte ama bu konuların işlenmesindeki yöntemler değişmektedir. Kelam ilmi, inanç esaslarına yöneltilen yeni eleştiriler ve sosyal değişmeler nedeniyle sürekli gelişmekte ve yenilenmektedir. Bu nedenle bugünün kelam ilmi, insanın hem zihnine hem de gönlüne hitap edecek şekilde iman şuurunu
ve dinî hayatı canlı tutan bir yöntem geliştirmek istemektedir.
2. Çağdaş Kelam Problemleri
Rönesans ve Reform hareketleri, tabii bilimler ve felsefenin yenilenen metotları nedeniyle Batıda
Hristiyanlık inancına bağlı düşünce sistemleri yerini akla bağlı yeni felsefi akımlara terk etmiştir.
Aydınlanma hareketiyle birlikte Tanrı’nın yeryüzüne müdahalesinin söz konusu olmadığını ve Tanrı
fikrinin ispat edilmesinin mümkün olmadığını belirten akımlar doğmuştur. 19. yüzyılda ortaya çıkan
çeşitli akımlar ise Tanrı tanımazlıkları ve ahlakî değerlerin inkârı ile öne çıkmışlardır. İnançsızlığın
yayılmasına, toplumsal yapının çözülmesine neden olan bu tür düşünceler, zamanla Müslüman toplumlar arasında da yaygınlaşmıştır. Çağımızda ortaya çıkan Yeni İlm-i Kelam ise bu akımların tutarsızlıklarını göstermeye, dine yönelttikleri eleştirileri cevaplamaya gayret etmiştir. Bugün pozitivizm,
nihilizm ve ateizm gibi Tanrı’yı inkâr eden akımlar eski canlılıklarını kaybetmişlerse de bir bilinç ve
tavır olarak varlıklarını sürdürmektedirler. Bu nedenle Tanrı ve ahlakı inkâr eden akımlar, günümüz
kelamının en önemli konuları arasında yer almaya devam etmektedir.
2.1. Deizm (Yaradancılık)
Deizm, başlangıçta Tanrı’nın varlığını ve evrenin yaratıcısı olduğunu kabul etmekle birlikte
NOT EDELİM
Hristiyanlığı ve onun kutsal metinlerini reddeden
bir akım olarak başlamıştır. Günümüzde ise deizm, vahyedilmiş herhangi bir dine bağlı olmaksızın Tanrı’nın varlığını kabul etmekle birlikte onun
ilim ve irade gibi sıfatlarını reddeden, onun evrende fiilini, hikmet ve inayetini kabul etmeyen, vahyi, nübüvveti ve ahireti inkâr eden akım anlamında
kullanılmaktadır. Örneğin 18. y.y’da Aydınlanma
hareketinin öncülerinden Voltaire, Hristiyanlığa
ait kutsal metin ve dinî kurumları daima alaycı bir
üslupla eleştirmiştir. Yine fikirleriyle 18. yüzyıla
damgasını vuran ve Fransız ihtilalinin düşünsel
hazırlayıcılarından olan Rousseau da vahyin yol
göstericiliğine muhtaç olmadan, aklın iyi ve kötüyü ayırt edebileceğini iddia etmiştir.
166
Deizmin Temel Fikirleri
- Dinlerin değil, aklın deney öncesi
yapısı ile varlığına ulaşıp ispat ettiği
Tanrı’ya inanmak
- Tanrı evreni yaradandır, ancak bunun dışında onun evrene müdahalesi
söz konusu değildir.
- Vahyi ve peygamberliği reddetmek
- Mucizeyi kabul etmemek
- Akıl kurtuluşu sağlayan ahlak ilkelerini koyabilir.
IX. ÜNİTE: KELAM İLMİNİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU
İslam inancı Allah, âlem ve insan arasındaki ilişkilerin canlılığına dikkat çeker. Çünkü Allah yaratıcı faaliyeti, ilmi, hikmeti ve lütfuyla âleme her an
müdahale eden yüce varlıktır. Allah bir defada olup
bitmiş bir yaratmanın faili değildir, sürekli ve her an
yaratma hâlindedir. Bu konuda Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır.:
Èْ‫ أ‬ȁÈ Ʃơ
ÉǑ
Ê ȁÈ ƢǸÈ LjdzơȆÊ
”ǹÇ ƘÌ NjȆÊ
È ǧȂÈ ǿÉ ǵÇ ȂÌ ÈȇDzō ǯ
Ê ǁÌ ȋơ
ō ǧǺÌ ǷÈ ǾÉ ÉdzÈƘLjÌ Èȇ“
“Göklerde ve yerde bulunan herkes, ondan ister. O, her an yaratma halindedir.”3
İslam inancı Allah, âlem ve insan arasındaki
ilişkilerin canlılığına dikkat çeker.
Allah her an evreni yarattığı gibi vahiyle de insan hayatına ve tarihe müdahale eder. O, seçtiği peygamberler aracılığıyla insanlara mesaj göndermiştir. Vahiy, Allah’ın doğrudan tarihe ve insana müdahalesidir. İnsan da bu mesaja verdiği cevapla Allah katında inancı, ibadeti ve duasıyla bir değer kazanır.
Bu ise insanın yaratıcısıyla iletişimidir. Böylece âlemi yaratan Allah; Allah’ın koyduğu kanunlara göre
işleyip ona boyun eğen âlem; insana mesaj gönderen Allah ve Allah’a dua ve ibadet ederek cevap veren
insan arasındaki ilişkiler, İslam’ın yaratan-yaratılan, nübüvvet ve ibadet anlayışında ifadesini bulmuştur. İslam inancında Allah-âlem-insan arasındaki ilişki, deizmin bir defa olup bitmiş yapan-yapılan
ilişkisi değildir. Sürekli yaratma, vahiy ve rahmetle Allah’tan âleme ve insana doğru inen; boyun eğme,
dua ve ibadetle de âlemden ve insandan Allah’a yükselen dinamik ve canlı bir ilişkidir.
LİSTELEYELİM
“Andolsun ki senden önceki ümmetlere de elçiler gönderdik. Ardından boyun
eğsinler diye onları darlık ve hastalıklara uğrattık.” (En’âm suresi, 42. ayet.)
“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona
şah damarından daha yakınız.” (Kâf suresi, 16. ayet.)
“Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O hâlde (kullarım da) benim davetime uysunlar
ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.” (Bakara suresi, 186. ayet.)
Yukarıdaki ayetlerde deizmin hangi fikirleri reddedilmiştir? Listeleyiniz.
2.2.Çok Tanrıcılık (Politeizm)
Allah, Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberleri ortak bir mesajla göndermiştir. Bu ortak mesaj tevhittir ve tevhidin özünü Allah’ın birliği oluşturur. Kur’an’da “Andolsun ki biz,
“Allah’a kulluk edin ve Tâğut’tan sakının” diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı
hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, inkâr edenlerin sonu nasıl olmuştur!”4 buyrulmaktadır.
3 Rahmân suresi, 29. ayet.
4 Nahl suresi, 36. ayet.
167
KELAM
Dinler tarihi alanında yapılan araştırmalar da ilk inanışların Allah’ın birliğine dayalı olduğunu, çok
tanrıcılığın (politeizmin) bir sapma olarak sonradan ortaya çıktığını göstermektedir.5
Tarih boyunca Allah’ı bırakıp kendilerine başka tanrılar edinen
insanlar var olmuştur. Bunlardan bir kısmı tabiat güçlerini, bir kısmı ruhları, bir kısmı da kendi yaptıkları putları tanrılar olarak kabul etmişler ya da Allah’ın yanında başka tanrıların da olduğuna
inanmışlardır. Bazı toplumlarda ise çok tanrı inancı her kabileye ait
tanrılar olarak kendini göstermiştir. Her ne şekilde olursa olsun çok
tanrıcılık (politeizm) bu tür birden fazla tanrı inanışlarının ortak adı
olarak kullanılmaktadır. Çok tanrıcı inanışlar Babil ve Asurlularda,
Eski Yunan’da, Eski Mısır’da, Afrika dinlerinde ve Cahiliyye dönemi Arap toplumunda var olmuştur.
İslam öncesi Araplar, çok tanrılı bir inanca
sahiptiler. Onlar, “Allah”, “Aziz” ve “Alim”
olarak adlandırdıkları yüce tanrının kendilerini
ve bütün kâinatı yarattığına, güneşi ve ayı belli bir nizama bağladığına, yağmur yağdırmak
suretiyle yeryüzünü canlıların beslenmesine elverişli kıldığına inanıyorlardı.6 Onun adına yemin ediyorlar, hayatlarının sıkıntılı ve tehlikeli
dönemlerinde ona sığınıyorlar ve onu Kâbe’nin
Rabb’i olarak kabul ediyorlardı.7 Ancak onlar,
bu yüce Allah inancının yanında kendilerini
ona yaklaştıracağına ve onun katında şefaatçi
olacağına inandıkları putlara da tapıyorlardı.8
Bazılarının Kur’an’da da adı geçen bu putların her biri bir kabileye aitti ve sayıları yüzleri
bulmaktaydı. Bu şekilde Allah’tan başka tanrı
edinmek ve Allah’a ortak koşmak Kur’an’da
“şirk”, şirk içinde bulunup Allah’a ortak koşanlar da “müşrik” olarak adlandırılmaktadır.
OKUYALIM
BULALIM
“Onlar Allah’ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve:
“Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir”, diyorlar. De ki: Siz
Allah’a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?
Hâşâ! O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir.”
(Yûnus suresi, 18. ayet.)
“De ki: Söylesenize! Allah’ı bırakıp taptığınız şeyler yeryüzünde ne
yaratmışlar; göstersenize bana! Yoksa
onların göklere ortaklıkları mı vardır? Eğer doğru söyleyenlerden iseniz,
bundan evvel (size indirilmiş) bir kitap
yahut bir bilgi kalıntısı varsa onu bana
getirin.”
Hz. Muhammed ve ondan önceki bütün
peygamberler şirkle mücadele etmiş ve insanları yalnızca Allah’a kulluk etmeye çağırmışlardır. Bu anlamıyla insanlık tarihi, Allah’ın
birliğini ifade eden tevhit ile ona ortak koşmayı
ifade eden şirk arasındaki bir mücadele olarak
(Ahkâf suresi, 4. ayet.)
Yukarıdaki ayetlerde müşriklerin puta
tapıcılıkları niçin reddedilmektedir? Bulunuz.
5 Günay Tümer, “Din”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 9, s. 317.
6 Ankebût suresi, 61-63. ayetler; Zuhruf suresi, 9. ayet.
7 En’âm suresi, 40, 41, 109. ayetler; Nahl suresi, 38. ayet; Yûnus suresi, 22. ayet; Kureyş suresi, 3. ayet.
8 Yûnus suresi, 18. ayet; Zümer suresi, 3. ayet.
168
IX. ÜNİTE: KELAM İLMİNİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU
da yorumlanabilir. Örneğin, Kur’an’da Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Salih, Hz. Şuayb, Hz. Yunus ve
diğer peygamberlerin insanları sadece Allah’a ibadet etmeye çağırdıkları anlatılır.
Kur’an-ı Kerim’in Allah’ın varlığından daha çok, birliği üzerinde durması anlamlıdır. Nitekim
insanlar her zaman yaratıcı bir gücün varlığına inanmışlardır. Ancak Kur’an’da, “Onların çoğu,
ancak ortak koşarak Allah’a iman ederler.”9 buyrularak olması gerekenin şirksiz bir inanç
olduğu vurgulanmıştır. Bu açıdan Kur’an’da insanın sadece putları değil, bunlar dışında hevâ ve
hevesini, dünyevi arzularını, bazı insanları ve şeytanı putlaştırabileceği, böylece inancına şirk karıştırabileceğine dikkat çekilmiştir.
Kur’an’ın anlatımına göre şirk sadece basit bir inanç biçimi değildir. Bunun ötesinde Kur’an’da
Allah’a ortak koşan insanlar kibirli, azgın, saldırgan, yalancı, kaba ve zorba gibi bireysel özellikleriyle de ele alınmıştır. Şirkin sosyal hayattaki görünümü ise insanları hor ve hakir görmek, iyiliklere engel olmak, insanları çeşitli sınıflara ayırmak, eşitlik ve adaletten uzak bir toplum anlayışına
sahip olmaktır. Bunun içindir ki Kur’an’ın tevhid inancı müminin, insanlara ve çevresine karşı
ahlakî duyarlılığa ve kişilik bütünlüğüne sahip olmasını ister. Kur’an sosyal ve ekonomik dengeyi
bozan gasp, hırsızlık gibi eylemleri yasaklayarak; hac ve zekât gibi sosyal birlikteliği sağlayan
ibadetleri teşvik ederek Allah’ın birliği ilkesinin toplumun sosyal ve ekonomik eşitliği ilkesiyle de
ilgili olduğunu göstermiştir. Bunun içindir ki Peygamberimiz, çeşitli putlarıyla renk ve ırk ayrımına dayanan, parçalanmış, kabileci bir toplum yapısını sürdüren şirk inancı yerine; birlik içinde
inananların eşitliğine dayanan bir toplum inşa eden tevhid inancını yerleştirmiştir.
Kur’an yalnızca Allah’ın varlığına inanılmasını istemez. Aynı zamanda her şeyi yaratan, her şeye anlam ve hayat veren tek bir
ilaha inanılmasını ister. Bu, inanan insanın
özgürleşerek sağlıklı bir kişiliğe kavuşması
için de gereklidir. Her şeyi yaratan, kudret sahibi, rahmeti her şeyi kuşatan tek Allah inancı, eşitlik ve adalet duygusunu besler; hayatın
bütünlük içinde kavranmasını sağlar ve bütün
güzelliklerin kaynağının bir olduğunu hatırlatır. Kur’an’ın ifade ettiği gibi şirk, insanın ve
toplumun hüsranının nedenidir. Kur’an’da bu
durum “(Resulüm!) Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki:
Andolsun (bilfarz) Allah’a ortak koşarsan,
işlerin mutlaka boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun!”10 şeklinde ifade edil-
BELİRTELİM
“O, öyle Allah’tır ki, kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur.
O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selâmet verendir, emniyete
kavuşturandır, gözetip koruyandır,
üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden
münezzehtir.” (Haşr suresi, 23. ayet.)
Ayete göre şirkten uzak Allah inancı
nasıl olmalıdır? Belirtiniz.
miştir.
9 Yûsuf suresi, 106. ayet.
10 Zümer suresi, 65. ayet.
169
KELAM
2.3. Gizemcilik (Mistisizm)
Gizemcilik, çeşitli dinlerin ve inançların terimleriyle farklı şekillerde tanımlanmıştır. Bununla
birlikte gizemcilik, görünenin ötesine veya görünmez olana geçme tecrübesi olarak bütün dinlerin
mensupları arasında farklı isimlerle ortaya çıkmıştır. Gizemcilik, insanın görünen nesnelerin (zâhir)
ardındaki görünmeyen birlik ve gerçekliğe (bâtın) ulaşma yönündeki ruhî tecrübesine ve bu tecrübeyi ifade eden düşünceye denilmektedir.
Mistik tecrübenin en belirgin yönü mistiklerin Tanrı ile vasıtasız temas kurdukları iddiasıdır. Örneğin; mutlak hakikat, ilahî dinlere inanan mistikler tarafından canlı bir Tanrı ile ifade edilirken,
beşeri dinlere inanan ve felsefî ekollere bağlanan mistikler tarafından “nirvana”, “bir”, “iyi” gibi
canlı olmayan varlıklarla ifade edilmektedir. Gizemcilere göre mutlak hakikat aşkındır. Fakat aynı
zamanda mutlak hakikat zaman ve mekânda bulunan bütün bir evrenin iç ve özsel varlığıdır.
Bütün mistik ekoller, insanın normal sınırNOT EDELİM
larını aşarak ruhunda var olan üstün bir idrakle
yücelebileceğine ve Tanrı ile bir olabileceğine
Mistisizmin Temel Fikirleri
inanırlar. Bu akıma göre insanda iki “ben” var-
- Görünenin ötesinde görünmeyen bir
gerçeklik vardır.
dır. Bunlardan aşağı ve bencil olan ben, mistik
tecrübenin önündeki en büyük engeldir. Ruhu
- İnsanın görünen “beninin” ötesinde
bir başka “iç beni” vardır.
temizleme, nefse hâkim olarak dünya zevklerinden uzaklaşma yoluyla aşılan bu benin öte-
- İnsan normal sınırları aşarak
Tanrı’ya ulaşabilir.
sinde ise evrenin iç birliğini kavrayan ve mutlak hakikat ile bir olabilme yeteneğine sahip
- Gerçeğin bilgisine ancak keşif ve ilham ile ulaşılabilir.
olan yüce bir ben vardır.
Bilgi kaynağını keşif ve ilham olarak kabul
etmesi nedeniyle gizemcilik aynı zamanda gnos-
tisizm (irfaniyye) olarak da bilinmektedir. Gnostisizme göre Tanrıya ve eşyanın gerçek bilgisine duyulara ait niceliksel deneyleri ve aklı dışta tutarak, sezgi gücü ve vecd ile ulaşılabilir. Müslüman mistikler
de akıl ve duyunun ötesinde keşf ve ilhamı gerçek bilginin kaynağı olarak kabul etmişlerdir.
İlhamın bir bilgi kaynağı olmadığını ilk ifade eden İmam Maturidî ve onun izinden giden kelamcılar insanın bilgi kaynaklarını vahiy, akıl ve duyular olarak kabul etmişlerdir. Kelam âlimleri, insan
kalbine bazı bilgilerin ilham edilmesinin mümkün olduğunu, bununla birlikte ilhamın subjektif
olduğunu ve genel geçerliliği bulunan kesin bilgi
kaynağı teşkil etmediğini belirtmişlerdir. Bu noktadan hareketle Kelam ilmi, ilhamın dinî alanda
delil olarak kullanılamayacağını kabul etmiştir.
170
TARTIŞALIM
Gizemcilikte savunulan görüşler niçin İslam dininin ilkeleriyle bağdaşmaz. Tartışınız.
IX. ÜNİTE: KELAM İLMİNİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU
2.4. Bilinemezcilik (Agnostisizm)
NOT EDELİM
Türkçede bilinemezcilik olarak ifade edilen agnostisizm, insan aklının Tanrı ve evren
hakkında mutlak gerçeği bilemeyeceğini ileri
süren felsefî akımın adıdır.11 Bilinemezcilik ilk
olarak Antik Yunan’da Protagoras’ın fikirleri
çerçevesinde gelişmiştir. O, tanrının varlığı ve
ne olduğu konusunda bilgi edinmenin insanın
gücünü aştığı görüşündedir.12 Modern Batı’da
agnostik terimini ilk defa 1869’da kullanan
Huxley’dir. Huxley, her türlü düşünce akımının kendince Tanrı’yı ispat ettiğini oysa Tanrı
hakkındaki bilginin insan aklının sınırları içinde gerçekleşmesinin mümkün olmadığını ifade
etmiştir.
İslam kelamında sofistler üç
grupta ele alınmışlardır:
Agnostikler/lâedriyyûn: Bilginin elde
edilmesinin mümkün olmadığını iddia
edenler.
Septikler/inadiyyûn: Bilginin imkânından ve elde edilen bütün bilgilerden
şüphe duyanlar.
Subjektivistler, rölâtivistler/indiyyûn:
Nesnel bilginin mümkün olmadığını, bilginin öznel olduğunu iddia edenler.
İslam tarihinde ise agnostisizm akımına bağlı olanlar, objektif bilginin imkânından şüphe eden
sofistlerin bir kolu olan lâedriyyûn (bilinemezciler) olarak tanınmaktadırlar. Bunlara göre insan, hakikatin ve bilginin var olup olmadığını bilemez.13 Agnostiklere göre “tanrı vardır” denilemez, “tanrı
yoktur” da denilemez, çünkü bilinemez. İslam tarihindeki bilinemezcilerin özellikle Tanrı’nın bilinip
bilinemeyeceği çerçevesindeki şüpheci tutumları Mutezile ve ehlisünnet kelamcıları tarafından eleştirilmiştir. Kelamcılar, insan aklının ve duyularının objektif bilgiye ve Tanrı’nın varlığının bilgisine
ulaşabileceğini ifade etmişlerdir. Özellikle İmam Gazzâlî’nin objektif bilginin imkânını savunarak
şüpheciliği reddetmeye yönelik çabaları, bu akımın Müslümanlar arasında yaygınlık kazanmasını
engellemiştir.
NOT EDELİM
Güncel anlamda tipik bir agnostik, Tanrı’nın
yokluğunu kanıtlamak için özel bir çaba içine
girmemekle birlikte, kendi hayatını da Tanrı’nın
var olduğu düşüncesine göre düzenlemeyen kişidir. Kur’an ise insanın sorumlu varlık oluşunu
Allah ve ahiret inancı üzerine bina eder. Eğer
agnostiklerin kabul ettiği gibi varlık hakkında
bilgi mümkün değilse Allah, peygamber ve
ahiret hakkında da bilgi mümkün olmayacak,
ortak ahlakî değerlerden bahsetmek imkânsız
olacaktır. Allah’ın varlığının ispatının mümkün
olmaması inançsızlığın yaygınlaşmasına sebep
olacağı gibi ortak değerlerin inkârı da bütün-
Kelam ilminde agnostisizm, “bilmiyorum” anlamına gelen “lâedrî”
fiilinden türetilmiş “lâedriyyûn” terimiyle
ifade edilmiştir. İslam inancına göre bir
kişinin iman etmesi için iman edeceği şey
hakkında kesin bir bilgiye sahip olması
gerekir. Dolayısıyla iman ve tasdik, bilinemezcilik öğretisiyle birlikte bulunmaz.
Çünkü kesin bilgi olmaksızın kalp ile tasdik mümkün olmaz. İman, şüphe tereddüt
ve kararsızlık kabul etmez.
11 Süleyman Hayri Bolay, Felsefî Doktrinler ve Terimler Sözlüğü, s. 54, 55.
12 Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, s. 43 vd.
13 Cürcânî, et-Ta’rifât, s. 244.
171
KELAM
leşmiş ve aynı hedefe yönelmiş bir toplum oluşturmanın önündeki en büyük engellerden biri hâline
gelecektir. Oysa Kur’an, insanın Allah’ın varlığına ve birliğine inanması; yeryüzünde ahlaka ve adalete dayalı bir toplum inşa etme yönünde özgür iradesini kullanması gerektiğini bildirmektedir.
2.5. Pozitivizm (Olguculuk)
Pozitivizm, Fransız filozof Auguste Comte (1798-1857) ile ortaya çıkan bir akımdır. Bu akıma
göre insan, ancak pozitif olayların ve görülebilen olguların tespitine dayanan deneysel bilgiyi elde
edebilir. Doğrudan doğruya deneyle sağlanamayan her bilgi hayal ürünü olarak teolojik ve metafiziktir. Böylece Auguste Comte fizik-matematik bilimleri kabul ederken din ve metafiziği duyularla
algılayamayacağımız ve deneyle ispat edemeyeceğimiz gerekçesiyle reddeder.
Pozitivizmin temel iddialarından biri düşüncenin tarihî gelişimiyle ilgilidir. Bu iddiaya göre insanlar, evrendeki varlıkları önce canlı olarak tasavvur etmişler, ardından evrendeki olayları yöneten
çeşitli tanrılara inanmışlardır. Daha sonra insanlar, çok tanrı yerine evreni tek başına yaratan, yöneten
ve gerektiğinde yarattığı düzeni mucizelerle bozan tek bir tanrıya ulaşmışlardır. Bugün ise insanlar
deneysel olarak ispat edilemeyen her bilgiyi reddetmektedirler.14 Böylece pozitivizm, dindarlığın insan düşüncesinin başlangıç dönemini teşkil ettiğini, fikren değişen insanoğlunun 19. asırdan itibaren
artık pozitif bilimlerden başka bir şeye bağlanamayacağını iddia etmektedir.
Dinler tarihi alanındaki yeni araştırmalar, insanlık tarihinin başından beri tek tanrıcılığın var olduğunu, sonradan ortaya çıkmadığını göstermektedir. İnanma sadece ilkel toplulukların değil bütün
insanların ihtiyacıdır. İnsanın Allah’a inanması bilimi yadsıması anlamına gelmeyeceği gibi ibadet
ve dua da düşünmeye ve deneyin gerekliliğine inanmamayı doğurmaz. Çünkü iman; akıl yürütmeye engel değildir. Tam tersine din, felsefe ve bilim insanın maddi ve manevi problemlerine çözüm
üretmek için vardır ve dini doğru algılayan bir
kişi için felsefe ve bilim ufuk açıcıdır. Dini topTARTIŞALIM
lumun ilkel dönemlerinin eseri sayan ve bilimin
Pozitivizmin Temel İddiaları
ilerlemesiyle insanoğlunun artık dine ihtiyacı
- İnsan sadece görülebilir olguların
kalmayacağını düşünen A. Comte dahi hayatıbilgisini elde edebilir.
nın son döneminde Tanrısı insanlık, mucizesi
- Fizik ve matematik bilimler dışında
bilimsel keşifler olan pozitif bir din kurmak isdin
ve metafizik reddedilir.
temiştir.
Kur’an’a göre ilk insan olan Hz. Âdem aynı
zamanda ilk peygamberdir. Kur’an’da, Peygamberimizden önce de peygamberlerin gönderildiği hatırlatılmakta ve onun ilk defa ortaya çıkan bir elçi olmadığı vurgulanmaktadır.15
Böylece Allah inancı, bazı durumlarda hak yoldan sapan toplumlar dışında insanların sahip
14 Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, s. 466.
15 Ahkâf suresi, 9. ayet.
172
- İnanç insanlığın ilk dönemlerine ait
bir olgudur.
- İnanç ortadan kalkacak, insanlar sadece pozitif bilimlere bağlanacaktır.
Yukarıdaki maddelerin tutarsızlığını
arkadaşlarınızla tartışınız.
IX. ÜNİTE: KELAM İLMİNİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU
oldukları bir inançtır. Bütün peygamberler de bu inancı tebliğ etmişler ve insanları tevhid, adalet
ve ahlaka çağırmışlardır.
İnsanın inanma ihtiyacı, pozitivizmin iddialarının geçersizliğini ortaya koyan en büyük engellerden biridir. Diğer yandan ilkel toplumlar üzerine yapılan din araştırmaları ve bilimdeki yeni gelişmeler pozitivizme şiddetli eleştiriler yöneltilmesine sebep olmuştur. Böylece pozitivizm çağımızda
etkisini büyük oranda kaybetmiştir. Fakat günümüzde de akıl ve bilim adına hareket ettiklerini iddia
eden pozitivist bilinç ve tavra sahip birçok insan, inanç eleştirisi yapmakta, dinî ve ahlakî değerleri
reddetmek istemektedir. İslam için “çağdışı” ve “bin dört yüz yıl öncesinin dini …” diye başlayan
olumsuz nitelemeler bu pozitivist tavrın yansımaları olarak görülebilir. Fakat çağımızda yeni teorilerle bilimi geliştiren öncü bilim adamlarının, kendilerinden elli yıl önce Allah’ı inkâr eden pozitivist
bilim adamlarının tersine Allah’ın varlığından söz etmeleri, pozitivizm fikrinin artık savunulamaz bir
hâle geldiğini açıkça göstermektedir.
2.6. Tanrı Tanımazlık (Ateizm)
Ateizm, geniş anlamıyla Allah’ın varlığına inanmazlık anlamına gelir. Diğer bir ifade ile ateizm,
sadece Allah’a inanmamakla kalmayıp onun varlığını deliller göstererek reddeden bir akımdır. Bu
şekliyle ateizm, âdeta karşıt bir iman şeklinde, Tanrı’nın yokluğuna inanan ve akıl yürütmelere dayanarak Tanrı’nın olmadığına karar veren ve ona göre davranan kişilerin savunduğu bir görüştür. Ateist
ise her şeyi yaratan, evrendeki işleyişi kontrol eden Allah’ın varlığını kabul etmeyen ve bu iddiasını
ispat etmek için çaba gösteren kişi olarak tanımlanabilir.
Tanrı tanımazlık, tarihin farklı dönemlerinde bireysel de olsa varlığını sürdürmüştür. Allah inancı
karşısında tepkisel bir düşünce olan ateizm, Batı dünyasının bazı filozofları tarafından benimsenmiş
ancak günümüzde düşünsel dayanaklarını yitirerek zayıflamıştır.
ATEİZMİN TÜRLERİ VE TEMEL İDDİALARI
Mutlak Ateizm:
İnsanın doğuştan
inançsız olduğunu
iddia eder.
Bu akıma göre insanın zihninde Allah
kavramı yokturki
reddetmeye gerek
olsun.
Teorik Ateizm:
Allah’ı ispat eden
kanıtlar eleştirilmekte
ve onun yokluğuna
dair kanıtlar ileri
sürümektedir. Allah
inancıyla ilgili olan
melek, mucize, vahiy,
peygamberlik ve ahiret inkâr edilmektedir.
Pratik Ateizm:
Sanki Allah yokmuş
gibi yaşamak ve
Allah’ı günlük hayata
sokmamak şeklindeki
tavırdır. Bu tavra sahip
ateist, Allah’la alâkalı
olarak en ufak bir
şey düşünmemekte,
kendini dinden ibadetlerden de uzak tutmata
çalışmaktadır.
173
İlgisizlerin
Ateizmi:
Allah’ın varlığını
ya da yokluğunu
tartışmak anlamsızdır.
Allah’ın varlığını
iddia edenler de yokluğunu kanıtlamaya
çalışanlar da yanılgıya
düşmüşlerdir.
İdeolojik Ateizm:
Ateizm bazen ideolojik bir ilke olarak
savunulmuş ve politik
görüşlerin temeli
yapılmıştır. Sosyalist yönetimlerde
savunulan bu ateizm
sonucu, toplumdaki
bütün dinî inançlar,
kurumlar, ibadetler,
törenler, alışkanlıklar,
âdet ve gelenekler
şiddetler reddedilmiş
ve yasaklanmıştır.
KELAM
Müslüman toplumlar arasında ateizm kavramı “kâfir” ve “zındık” gibi kelimeler yanında özellikle ilhad terimi ile karşılanmıştır. İlhad, Allah’ın varlığı ve birliği, ahiret gibi dinin temel esaslarını inkâr etmek, bunlar hakkında kuşku beslemek ve kuşku uyandırmak anlamında kullanılmıştır.
Müslüman toplumlarda Allah’ın birliğini reddeden, peygamberliği ve ahireti inkâr eden, maddenin
yaratılmadığını kabul eden akımlar ortaya çıkmışsa da ateizm ciddi bir problem olmamıştır. Kur’an-ı
Kerim’de de Allah’ın varlığını inkâr edenlerden daha çok ona ortak koşarak onun birliğini reddedenler üzerinde durulmuştur.
Kelam
ilmi
hudus,
imkân,
gaye ve nizam gibi çeşitli delillerle Allah’ın varlığını ispat etmiştir.
“…İBRAHİM, İSMAİL VE İSHAK’IN
Allah’ın varlığını ispat için filozof-
İLÂHI OLAN TEK ALLAH’A KULLUK
lar tarafından daha başka deliller de
EDECEĞİZ…” (Bakara suresi, 133. ayet.)
ileri sürülmüştür. Ontolojik delil,
ahlak delili ve dinî tecrübe delili
bunlar arasında sayılabilir. Ateistler ise Allah’ın varlığını ispat eden
“Tanrı öldü” yargısı karşısında herkesin şu
üç soruya cevap bulması gerekir: Ölen hangi
Tanrı’dır? Kim öldürdü onu? Ve niçin öldür-
bu delilleri eleştirmektedirler ancak
dü? Eğer ölen; günahın, ümitsizliğin, korku ve
onun yokluğunu gösterecek kesin
dehşetin kaynağı olan bir kavram ise varsın
bir kanıt ileri sürememektedirler.
ölsün. Eğer metafizik, yüzyıllar boyunca kurdu-
Evreni yaratanın Allah olduğunu
ğu bir yapıyı, kendi içinden gelen bir çözülme
söyleyenlere karşı ise evrenin olu-
ve nihilizm ile bugün yıkıyorsa, varsın yıksın.
şumunu tesadüfe bağlamaktadırlar.
Ama eğer öldürülmek istenen Tevrat’ın, İncil’in
Kur’an’da, Allah’ın varlığının
ve Kur’an’ın ortaklaşa kullandıkları ifadeyle
delillerinin hem insanın kendinde
“İbrahim’in, İsmail’in ve İshâk’ın Rabb’i” ise
hem de dış dünyada olduğu vurgula-
bu güne kadar hiçbir ateistin bu konuda başarılı
nır. Kur’an’a göre; insanın fıtratında
olduğunu söylememiz mümkün değildir.”
Allah inancı vardır ve onu inkâr sa-
Mehmet S. Aydın, Din Felsefesi, s.227.
dece bir yanılsamadan ibarettir. Dış
dünya ise Allah’ın varlığını gösteren işaretlerle doludur. Bu konuda
Kur’an’da şöyle buyrulur: “O, göklerde ve yerde bulunan her şeyi kendinden bir lütuf olarak
sizin hizmetinize vermiştir. Şüphesiz bunda düşünen topluluklar için ibret ve deliller vardır.”16
Kur’an, evrenin düzen ve ahenk içerisindeki mükemmel yapısı, insan hayatı için dünyanın elverişli
kılınması gibi konuları işleyerek bütün bunların gören göz, düşünen akıl ve ibret alan gönüller için
Allah’ın varlığı ve birliğinin belgeleri olduğunu ifade eder.
16 Câsiye suresi, 13. ayet.
174
IX. ÜNİTE: KELAM İLMİNİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU
OKUMA METNİ
Yeryüzündeki Yaşam Bir Tesadüf müdür?
Elinize on tane marka alın, her birini birden ona kadar numaralayın ve hepsini cebinize koyup karıştırın. Sonra bu markaları, birden ona kadar numara sırası ile cebinizden
teker teker çekmeye çalışın; sonuç şu olacaktır.
1 numaralı markayı çekebilme şansı onda bir; 1 ve 2 numaralı markayı yüzde bir;
1, 2, 3 ve 4 numaralı markaları sıra ile çekebilme şansı ise on binde bir oranındadır.
Böylece, markaları birden ona kadar sıra ile çekebilme şansının on milyarda bir olacağı
görülecektir.
Bu basit örneği vermemizdeki amaç, rastlantılara karşı rakamların korkunç bir biçimde nasıl çoğaldığını okuyucuya göstermektir.
Yeryüzündeki yaşam, şüphesiz ki birçok temel koşula bağlıdır. Bu koşulların herhangi
bir yerde, herhangi bir zaman süreci içinde ve sadece rastlantı sonucu olarak birbirine
önemli bağlarla bağlı bulunmaları, matematiksel olarak imkânsızdır. Öyle ise doğada,
(her şeye yön veren) gerçek yönetici bir kuvvet vardır. Bunu da doğru olarak kabul edersek hedef ve amacın varlığına tanık oluruz.
(Cressy Morrisson, İlim İman Etmeyi Gerektirir, s.5.)
2.7. Nihilizm (Hiççilik)
Nihilizm, mevcut olan değerlere, inançlara, siyasi düzene karşı çıkan ve varlığın hiçbir realitesinin bulunmadığını savunan felsefi bir akımdır. Nihilist, felsefî yönden hiçbir gerçek kabul etmeyen,
sosyal yönden var olan toplum düzenini benimsemeyen, siyasî yönden her türlü otoriteyi reddeden,
ahlakî yönden hiçbir ahlakî değer tanımayan kişidir.
Nihilizmin temelleri Schopenhauer (ö.1860)’ın karamsar dünya görüşüne dayanır. Ona göre bu
dünyanın hiçbir anlamı yoktur, dünya bütünüyle kötüdür ve var olmaktansa var olmamak iyidir.
Müslüman kelamcılar Allah’ın olabilecek en iyi dünyayı yarattığını kabul ederken Schopenhauer,
dünyanın düşünülebilecek en kötü dünya olduğunu, bu dünyayı oluşturan iradenin kör olduğunu,
zekâ ve bilincinin de olmadığını ifade eder.
Bu karamsar dünya görüşünün izinden giden Nietzsche bütün ahlakî değerleri inkâr eden, sıkıntılı
bir ruh hâlinin yansıması olarak gayesiz, olumsuz ve kötümser bir nihilizm anlayışını ortaya atmıştır.
Nihilizm iyi ve kötü gibi ahlakî değerlerin yokluğunu ve varoluşun amaçsızlığını kötümser bir tarzda
ifade etmekle kalmaz, aynı zamanda inanmadığını yıkmak isteyen bir tavrı da içerir. Nietzsche, insanın özgürlüğünü gerçekleştirebilmesi için kendi özünü kendisinin oluşturmak zorunda olduğunu,
Tanrı’nın varlığının kabulüyle bunun mümkün olmadığını belirtmektedir.
175
KELAM
Nihilizm, evrendeki kötülüklere
odaklanarak bunalımlı bir ruh hâliyle
evreni tek yanlı okumaktadır. İslam
inancına göre evrenin kötülüklerden ibaret olduğu düşüncesi, Allah’ın
rahmet, lütuf ve inayetine aykırıdır.
Kur’an, evrenin insanın yaşamasına
uygun bir şekilde yaratıldığını, yeryüzündeki türlü nimetlerin insanın
hizmetine sunulduğunu, insana temiz
ve güzel rızıkların verildiğini ifade etmektedir. İnsanın bu güzel nimetlerden
faydalanması, giyinmesi, yiyip içmesi,
yeryüzünü gezmesi ve güzel nimetlerden istifade etmesi teşvik edilir. Ancak insandan bu nimetler karşılığında
şükretmesi ve çevresine ibret nazarıyla
bakabilmesi istenir. Bunun için evrendeki güzellikleri görmeyen, karamsar
bir ruh hâlinin Müslüman için uygun
bir durum olduğu söylenemez.
İslam inancına göre insan başıboş
yaratılmamıştır. Onun amacı, Allah’a
ibadet etmek ve erdemli davranarak
dünya ve ahiret mutluluğunu elde etmektir. Ancak insanın bu amacını gerçekleştirip gerçekleştirmemesi kendi
özgür iradesine bağlıdır. İnsanın başıboş yaratılmamış olması onu amaçsızlıktan ve karamsarlıktan kurtarır.
Çünkü rahmeti, lütfu ve bağışı bol
olan Allah’a inanmak, insanın ümit
ve huzur içinde olmasına sebep olur.
Aynı zamanda insan, özgür iradesiyle
gerçekleştirdiği eylemlerinin sorumluluğunu üstleneceği hesap gününden ve
kendini yaratanın rızasını alamamaktan da korkarak ahlakî benliğini oluşturur. Ahlakın ve salih amellerin inanç
temeli ise Allah’a ve ahiret gününe
inanmaktır.
BİLİYOR MUYDUNUZ?
Nietzsche’nin düşüncelerini doğrudan
İslamiyet’e yöneltilmiş bir eleştiri olarak
düşünmemek gerekir. Çünkü bu düşünürün
reddettiği Tanrı, İslam’ın Allah’ı değildir. Nietzsche, İsa’nın trajik bir biçimde çarmıha gerildiğine inanıldığı, insanların günahkâr doğduğu
ve kiliseye gidip vaftiz olmadıkça aklanamadığı,
insanların günah işlediğinde acımasızca ateşe
atıldığı, ölümden sonra da cehennemle korkutulduğu bir kültürde yetişmiştir. Yıllar süren din savaşlarının ve kilise baskısının altında ezilen bir
toplumun fikrî özgürlüğünü seslendirmiştir. Dolayısıyla onun fikirlerini kendi şartları içerisinde
anlamak ve değerlendirmek gerekmektedir.
(Aydın Topaloğlu, Ateizm ve Eleştirisi,
s.153-154’ten uyarlanmıştır.)
OKUYALIM
YORUMLAYALIM
“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!” (Kıyamet suresi,
36. ayet.)
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana
kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyat suresi, 56. ayet.)
“…Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası
Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.” (Yûsuf
suresi, 87. ayet.)
Yukarıdaki ayetleri, nihilizmin İslam inancına neden uygun olmadığı çerçevesinde yorumlayınız.
176
IX. ÜNİTE: KELAM İLMİNİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU
2.8. Satanizm
Satanizm, şeytana tapıcılık anlamına
gelmektedir. Satanizm, başlangıç itibariyle ortaçağ büyücülerine ve Hristiyanlıktan
uzaklaşan ayrılıkçı gruplara kadar dayandırılmaktadır. Geleneksel satanizm olarak
adlandırılan bu satanizm Hristiyanlığın
şeytan anlayışına, hayat, dünya ve ahlâk
görüşüne karşıt olarak doğmuştur.
BİLİYOR MUYDUNUZ?
Modern Satanizm, ABD’li Macar
asıllı Anton Szandor LaVey tarafından
1966’da San Francisco’da kurulan Şeytanın
Kilisesi ile ortaya çıkmıştır. LaVey, faaliyetlerini kilise mensupları dışındakilere çevirmiş ve kitaplar yazmıştır. Onun satanizmin
temel fikirleri ve ayinlerini anlatan kitapları
Amerika’da ortaya çıkan modern sataarasından en önemlileri “The Satanic Bible
nizm ise şeytanın en önemli özelliği ola(Şeytan’ın Kutsal Kitabı)” ve “The Satanic
rak kabul edilen muhalefet ve başkaldırıyı
Rituals (Satanist Ayinler)” olarak sayılabilir.
esas almıştır. Buna göre satanizm özel olarak Hristiyanlığın, genel olarak da bütün
dinlerin ve dini değerlerin karşısında fakat şeytanın ve onun temsil ettiği her şeyin yanında yer alma
hareketidir. Satanistler, genellikle bazı problemleri olan gençleri hedef kitle olarak görerek düşüncelerini onlara benimsetmeye çalışırlar. Satanistler ayinlerinde insan ve hayvanlara işkence, intihar ve
cinayet gibi şiddet içeren fiilleri teşvik ederler.
Satanizm bireysel açıdan ruhsal bir bozulmanın işaretidir. Toplumsal açıdan ise ahlakî çöküntü,
toplumu bir arada tutan temel değerlerde yozlaşma, sosyal ve kültürel dokudaki zedelenme, millî ve
manevî duygulara yabancılaşma gibi olumsuzlukların kaynağıdır. Satanizm aile bağlarını koparmakta, gençleri intihar ve çeşitli sapkın hareketlere sürüklemektedir.
Kur’an, insanın sadece Allah’a tapmasını ve iyilerle beraber olmasını ister. Allah’a karşı gelmiş
ve huzurdan kovulmuş şeytanın adımlarını takip etmek, boş vaatlerin, aldatmanın, çirkinliğin ve
kötülüğün ardına düşmek demektir. Çünkü Allah’a isyan eden şeytan, insanın da düşmanıdır. Bu
konuda Kur’an’da “Ey insanlar! … ŞeyBULALIM
tanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin
Şeytanın insanı nasıl aldataçık bir düşmanınızdır. O size ancak
tığını anlatan ayetler bulunuz.
kötülüğü, çirkini ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.”17
buyrulmaktadır.
2.9. Tenasüh ve Reenkarnasyon
Tenasüh kelime olarak bir şeyin diğerini takip etmesi, bir şeyi elden ele dolaştırmak, bir şeyin
dolaşarak diğerinin yerini alması anlamlarına gelir. Terim olarak ise ölen insanların ruhunun bir
hayvan ya da bir insan bedenine girmesi inancını ifade eder. Türkçede “ruh göçü” olarak adlandırılan
tenasüh, batı dillerinde “reenkarnasyon” kelimesiyle ifade edilmektedir.
17 Bakara suresi, 168, 169. ayetler.
177
KELAM
Tenasüh inancı Hindistan’da Hinduizm dininde ortaya çıkmış ve buradan Budizm’e ve diğer
Uzakdoğu dinlerine yayılmıştır. Tenasüh inancını kabul eden dinler, ahiret inancını kabul etmezler.
Bunun için bu dinlere göre iyiliklerin mükâfatı, ruhun bir insan bedenine girerek yükselmesi; kötülüklerin cezası da bir hayvan bedenine girerek alçalmasıdır. Örneğin Hinduizm’de “karma” denilen
neden sonuç yasası vardır. Buna göre ölümsüz olan insan ruhu, insanın geçmişte yaptıklarının karşılığı olarak başka bir bedende tekrar dünyaya gelecektir. Ruhun bedenden bedene dolaşması onu
kemale erdirebilir. İnsan ruhu, hayvan veya insan bedenlerinde çok sayıda varoluşlar yaşadıktan
sonra saflaşırsa (temizlenirse) saadete ulaşır ve yaratıcı tanrı Brahma’yla birleşir. Budizme göre ise
bir ruh intikali en küçük böcekten insana varıncaya kadar bütün canlıları kapsayacak şekilde cereyan
eder. Ruhun kurtuluşu (Nirvana), insan
varlığı safhasında ruhun bütün arzularını
YORUMLAYALIM
yenerek dünya ile alakasını kesmesiyle
“Nihayet onlardan her birine ölüm
gerçekleşebilir.
gelip çattığında: “Rabb’im! der, beni
Hinduizmdeki dinsel ve sosyal sınıfgeri gönder; ta ki boşa geçirdiğim dünyalar arası (kast sistemi) geçişler de anda iyi iş (ve hareketler) yapayım.” Hayır,
cak ruh göçü ile sağlanabilir. Örneğin;
asla! Bu onun ağzından çıkan (boş) bir lafkast sisteminin işçi ve köle sınıfındaki
tan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden
bir insan iyi bir köle olursa bir sonraki
dirilecekleri güne kadar (süren) bir engel
hayatında bir üst tabakaya yükselebilir.
(berzah) vardır. Sûra üflendiği zaman arBu inanç aynı zamanda üst sınıfların alt
tık aralarında akrabalık bağları kalmamışsınıflardaki insanları kontrol altında tuttır; birbirlerini de arayıp sormazlar. Artık
masını sağlayan bir inançtır.
kimlerin (sevap) tartıları ağır basarsa, işte
asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir. Kimlerin
Diğer semavî dinlerde olduğu gibi
de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da
İslam inancında da tenasüh inancı redkendilerine yazık etmişlerdir; (çünkü ondedilmiştir. Çünkü Kur’an, insanların
iyi ve kötü davranışlarının hesabının
lar) ebedî cehennemdedirler.” (Mü’minûn
ahirette görüleceğini bildirir. Kur’an’da
suresi, 99-103. ayetler.)
bildirildiğine göre kötülere uyan insanYukarıdaki ayetleri tenasüh ve ahiret inanlar yaptıklarının karşılığını gördüklerincı açısından yorumlayınız.
de, güzel işler yapabilmek için dünyaya
dönmenin mümkün olmasını arzulayacaklardır. Bakara suresi, 167. ayet bu durumu şöyle tasvir eder: “(Kötülere) uyanlar şöyle derler:
Ah, keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık! Böylece Allah onlara, işlerini, pişmanlık ve üzüntü
kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar.”
KONUŞALIM
Davranışlarımızın güzelleştirilmesinde ahiret inancının rolü ne olabilir?
Fikirlerinizi söyleyiniz.
178
IX. ÜNİTE: KELAM İLMİNİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU
Ahiret inancına sahip olan İslam dini, insanın öldükten sonra ruhunun yeni bir bedende dirilmesini kabul etmez. Kur’an’da dünya hayatını iyi amellerle geçirmemiş kimselerin ölüm geldiğinde bu
dünyaya yeniden dönme isteklerinin boş bir arzu olduğu ifade edilmiştir. Hesap gününde iyilikleri
ağır basan insanlar, herhangi bir korku ve üzüntü içinde olmaksızın mutlulukla yüzleri parlayarak
Allah’ın nimetlerle donattığı cennette ağırlanırlar. Kötü amellerle hesap gününe varanlar ise korku
içinde yüzleri kararmış olarak cehenneme varacaklardır. Bu anlamda ahiret, insanın özgür iradesiyle
gerçekleştirdiği fiillerinin sorumluluğunu yükleneceği öteki hayattır. Böylece ahiret inancına sahip
bir insanın; ruhun bir bedenden diğer bir beden göç edip durmasına inanması bir çelişki olacaktır.
3. Yeni İlm-i Kelam
Kelam ilmi, iman esaslarını açıklar ve bu esaslara yöneltilen eleştirilere cevap verir. Kelam ilmi
uzun tarihi boyunca sorunlara Kur’an ve sünnetin ilkelerine uygun bir şekilde her çağdaki entelektüel birikimlerden faydalanarak cevaplar üretmiştir. Örneğin klasik kelam kitapları kendi çağlarındaki evren ve madde anlayışlarından hareketle konularını işlemişlerdir. Fakat son yüzyıllarda gelişen
bilimler, ortaya çıkan felsefî akımlar ve yeni metotlar, kelamın da kendinde bir yenilenme gereğini
ortaya çıkarmıştır.
Avrupa’da dinî hayatı yeniden düzenleyen reformun ve felsefede gelişen yeni metotların etkisiyle
felsefî düşünüş yeni bir çığır açmıştır. Yeni metotlar ve gelişen bilimler yeni felsefî akımlar doğurmuş ve bu akımlar özellikle 19. yüzyıldan itibaren Müslüman toplumlarda da etkisini göstermiştir.
Materyalizm, pozitivizm ve nihilizm gibi felsefî akımların Müslüman toplumlarda ortaya çıkardığı
inançsızlık ve ahlakî değerleri tanımama şeklindeki olumsuz etkilerine karşı klasik kelam kitaplarında bir eleştiri ve cevap bulmak mümkün değildir. İşte Yeni İlm-i Kelam son yüzyıllarda ortaya çıkan
bu problemlere cevap bulmak amacıyla ortaya çıkmış çağımızın kelamıdır.
Yeni İlm-i Kelam, bütün şekilleriyle inançsızlığı
(ateizm, agnostisizm, pozitivizm, nihilizm vb.) reddeden, dine karşı yapılan her türlü tenkide cevap veren,
çağımıza uygun metotlarla Allah’ın varlığını ispat eden
ve İslam inanç esaslarını açıklayıp savunan bir ilimdir.
LİSTELEYELİM
Yeni ilm-i kelamı doğuran sebepleri listeleyiniz.
Yeni dönem kelamcıları arasında İzmirli İsmail Hakkı, İsmail Fenni Ertuğrul, Filibeli Ahmed
Hilmi, Cemaleddîn el-Afgânî, Muhammed Abduh ve Muhammed İkbal en fazla bilinenlerdir. Yeni
İlm-i Kelamı oluşturan bu kelamcılar, geçmişten bize ulaşan bilgileri olduğu gibi kabul etmek yerine
Kur’an ve sünnetin ilkeleri çerçevesinde yeniden düşünmeyi, taklit yerine akıl yürütmeyi önemsemişlerdir. Belli grupları esas alan yaklaşımlar yerine bütün ümmeti dikkate alan yorumlar geliştirmişlerdir. Klasik kelam problemlerini gözden geçirip tartışmaya açmışlar ve eserlerinde günümüz
inanç problemlerini işlemişlerdir.
Yeni İlm-i Kelama dair yazılan eserlerin bir kısmı akaidin temel konularını yeni akımların oluşturduğu problemleri dikkate alarak işleyen eserlerdir. Bunların ilki Abdullatif el-Harpûtî’nin “TenkîhulKelam fi Akaid-i Ehl-i İslam (Kelamî Perspektiften İslam İnanç Esasları)” adlı eseridir.18 Yine aynı
konuda Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi’nin “Üss-i İslam-Yeni Akaid”, Muhammed Abduh’un
“Risâletü’t-Tevhid (Tevhid Risalesi)” ve Muhammed İkbal’in “The Reconstruction of Religious
Thought in Islam (Dinî Düşüncenin Yeniden Doğuşu)” adlı eserleri Yeni İlm-i Kelam eserleri arasında yer alır. Yeni İlm-i Kelam döneminin en meşhur eseri ise İzmirli İsmail Hakkı’nın bu döneme
adını da veren “Yeni İlm-i Kelam” adlı kitabıdır.
18 Abdullatif el-Harputî, Tenkîhu’l-Kelam fî Akaid-i Ehl-i İslam (Kelamî Perspektiften İslam İnanç Esasları), s. 9.
179
KELAM
Yeni İlm-i Kelam döneminde yazılan eserlerin bir kısmı ise
inkârcı akımları reddederek Allah’ın varlığını ispat etmeyi amaçlayan eserlerdir. Bunların ilk örneklerinden biri Cemaleddin el
Afgânî’nin “er Red ‘ale’d-Dehriyyîn (Tabiatçılığı Red)” adlı eseridir. Yine bu eserler arasında Filibeli Ahmed Hilmi’nin “Allah’ı
İnkâr Mümkün müdür”, İsmail Fenni Ertuğrul’un “Maddiyyûn
Mezhebinin İzmihlâli” adlı eserleri yer alır.
Yeni İlm-i Kelam döneminde yazılan eserlerde ele alınan konular, klasik döneme ait eserlerdeki konulardan bazı farklılıklar
göstermektedir. Klasik dönemde Allah’ın zat ve sıfatları üzerinde
daha fazla durulurken yeni dönemde temel problem olarak Allah’ın
varlığının ispatı görülmüştür. Mekanizm fikrinin temelsizliğinden
hareketle materyalizm, bilimsel yöntemlerle kanıtlanamadığından hareketle evrimcilik, insanların
dinden vazgeçmediklerinden hareketle pozitivizm eleştirilmiştir. Kader inancının insanın irade ve
eylem gücünü ortadan kaldırmadığı üzerinde durulmuş, peygamberlik hissî mucizeler yerine peygamberlerin getirdikleri hidayete ilişkin bilgilerle temellendirilmiştir. Klasik dönemde tartışılmayan din-bilim ilişkisi, kadının toplumsal statüsü gibi konular ele alınmıştır. Pozitivist dönemin gayb
âlemini ve gaybî bilgileri dışlayan akılcılığı ve bilimciliği yerine vahyi de dikkate alan bir akılcılık
geliştirme çabası yeni dönem kelamının önemli konularından birini oluşturmuştur.19
KARŞILAŞTIRALIM
Aşağıda klasik dönem kelam konuları ile Yeni İlm-i Kelam konularının değişimi verilmiştir. Bu değişime neden olan günümüz inanç problemlerini de dikkate alarak değişim konularını karşılaştırınız.
Klasik Dönem Kelamı
Günümüz İnanç Problemleri
Yeni İlm-i Kelam
Allah’ın zat ve sıfatları üzerinde daha fazla durulmuştur.
Allah’ın varlığını inkâr eden
ateizm gibi akımlar
Allah’ın varlığını ispat ve
tevhit üzerine odaklanılmıştır.
Kader inancının Allah’ın
ilim, irade ve kudretiyle
ilişkisi üzerinde daha fazla
durulmuştur.
İnsanın özgürlüğünü ancak
Allah’ın inkârıyla mümkün
gören nihilizm gibi varoluşçu
ateistlerin iddiaları
Kader inancının insanın irade
ve gücünü ortadan kaldırmadığı üzerinde daha fazla
durulmaktadır.
Naklî bilgiler esas alınmış,
duyuların ve aklın sınırları
üzerinde durulmuştur.
Pozitivist dünya görüşlerinin
sadece duyuya dayalı bilgilerin mümkün olduğu fikri
Vahye dayalı bir akılcılık tesis edilmeye çalışılmaktadır.
Klasik dönem evren anlayışı
ve bilimleri esas alınmıştır.
Pozitivizmin dinin geçmiş
bir olgu olduğu, bilimin dini
ortadan kaldırdığı iddiası
Din ve bilim ilişkileri ele alınmakta, dini inancın doğuştan
olduğu vurgulanmakta ve
bilimsel gelişmelerin kelam
ilmine dönük yararları önemsenmektedir.
19 M. Sait Özervarlı, Kelamda Yenilik Arayışları, s. 11, 12, 17-35.
180
IX. ÜNİTE: KELAM İLMİNİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU
ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM
A. Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız.
1. Yeni İlm-i Kelam’ın doğuş sebepleri nelerdir? Belirtiniz.
2. Çağdaş kelam problemleri nelerdir? Yazınız.
3. Günümüz kelam ilmi klasik dönem kelam ilminden ayrılan yönleri nelerdir? Belirtiniz.
B. Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru seçeneklerini işaretleyiniz.
1. “Nihayet onlardan her birine ölüm gelip çattığında: “Rabb’im! der, beni geri gönder; ta
ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve hareketler) yapayım.” Hayır, asla! Bu onun ağzından
çıkan (boş) bir laftan ibarettir.” (Mü’minûn suresi, 99, 100. ayetler.) ayetinde aşağıdaki inançlardan
hangisi reddedilmektedir?
A) Politeizm
B) Nihilizm
C) Mistisizm
D) Deizm
E) Tenasüh
2. “Yeni İlm-i Kelam” adlı eserin yazarı aşağıdakilerden hangisidir?
A) İzmirli İsmail Hakkı
B) İsmail Fenni Ertuğrul
D) Filibeli Ahmed Hilmi
E) Muhammed İkbal
C) Cemaleddin el-Afgani
3. Kur’an’a göre “deizm”in doğru olmadığını ifade etmek isteyen kimse aşağıda verilen ayet
meallerinden hangisini bir delil olarak kullanabilir?
A) “Onlar Allah’ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar…”
(Yûnus suresi, 18. ayet)
B) “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!” (Kıyamet suresi, 36. ayet.)
C) “Göklerde ve yerde bulunan herkes, ondan ister. O, her an yaratma halindedir.”
(Rahmân suresi, 29. ayet.)
D) “Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay haline!”
(Hümeze suresi, 1. ayet.)
E) “Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ayetler vardır.” (Zariyât suresi, 20. ayet.)
C. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri, verilen ifadelerden uygun olanı ile doldurunuz.
(politeizm, ruh göçü, mistisizm)
1. Tenasühün Türkçe karşılığı …… …….…..dır.
2. …………………, Kur’an’da en fazla üzerinde durulup reddedilen çok tanrılı inanç biçimidir.
Ç. Aşağıda verilen bilgilerden doğru olanı “D”, yanlış olanı “Y” ile işaretleyiniz.
(…) Tanrı inancının geçmiş çağlara ait bir inanç olduğunu iddia eden akım agnostisizmdir.
(…) Allah’ın varlığını inkâr eden felsefi akıma ateizm denir.
( ...) Allah’ın varlığını akıl yoluyla kabul eden ama onun evrene ve tarihe müdahalesini kabul
etmeyen akım deizm olarak adlandırılır.
181
KELAM
X.ÜNİTE
DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ
ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM
1. Din ve özgürlük kavramlarının anlamlarını araştırınız.
2. İslam’ın inanç özgürlüğüne verdiği önemi gösteren örnekler belirleyip
arkadaşlarınızla paylaşınız.
3. “İnanç özgürlüğü” beraberinde hangi özgürlükleri kapsamaktadır?
Araştırınız.
4. TC Anayasası’nın “Din ve Vicdan Özgürlüğü” ile ilgili maddelerini
inceleyiniz ve sınıfta arkadaşlarınızla paylaşınız.
182
X. ÜNİTE: DİN ve VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ
1. İslam Dininin Özgürlüğe Verdiği Önem
Özgürlük insanın söz, düşünce ve davranışlarında başkalarının hakkını ihlal etmeden serbest olması, kendi iradesiyle tercihte bulunup karar verebilmesi ve kararlarının gereklerini yerine getirme
imkanına sahip olmasıdır.
Özgürlüğün temeli seçmektir. Seçmek farklı alternatifler arasında yapılan tercihtir. Bir şeyi seçmek bilinçli olmayı gerektirir. Bilinç ise muhakeme ve mukayese sonucunda oluşur. Bu durumda
seçmek için; özgür bir iradenin, farklı seçeneklerin ve bilincin bulunması gerekir. “Seçme”den sonra
“eylem” gelir. İnsanın seçtiği şeyi yapma hakkının olmaması, seçme hakkını da anlamsız kılar. Bu
durumda gerçek anlamda özgürlük; “seçme” ve “eylem” hakkına sahip olmak demektir.
Her insanın doğuştan sahip olduğu haklar vardır. Bunlar İslam’ın korumayı amaçladığı “can, mal,
akıl, nesil, din” olmak üzere beş temel değerin güvencesi ile ilgili haklardır. Özgürlük, insanın doğuştan sahip olduğu bu hakları hiçbir engelleme olmaksızın kullanabilmesidir. Hak ve özgürlüklerin
olmaması durumunda insanca yaşama imkanı ortadan kalkar. Bu nedenle dini, dili, ırkı, milliyeti,
rengi, cinsiyeti, makam ve mevkii ne olursa olsun bu temel hak ve özgürlükler, her insan için geçerli
olan vazgeçilemez ve devredilemez evrensel değerlerdir. Kur’an-ı Kerim de söz konusu bu değerlere
sıkça vurgu yaparak insanların temel hak ve özgürlüklerinin kısıtlanmasını yasaklar ve böyle bir tutumun insanlık adına nelere malolacağı konusunda uyarıda bulunur. Bir ayette şöyle buyrulur:
Èْ‫ أ‬ǧơȂÌ ÈưǠÌ Èƫȏَ‫ ا‬ȁÈ ǶÌ ǿÉ ƔƢÈȈNjÌ ÈƗDžƢ
Ê ǨǷÉ Ǒ
“ǺȇÊ
Ê ǁÌ ȋơȆÊ
È ōǼdzơơȂLjÉ ƼÈ ƦÌÈƫȏَ‫ ا‬ȁÈ ”
È ƾLjÌ
“İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık
çıkarmayın.”1
İslam dini, insanın bireysel ve toplumsal hayata ilişkin tüm hak ve özgürlüklerini tanımakta ve
kanun önünde eşitlik, yargı önünde eşitlik ve fırsat eşitliği ilkelerini koyarak bu hak ve özgürlükleri
garanti altına almaktadır. Bu hak ve özgürlükler İslâm hukukunda siyasi ve genel (umumi) hak ve
özgürlükler olarak tasnif edilmektedir. Seçme, seçilme ve yönetime katılma özgürlüğü başlıca siyasi
haklardır. Sağlıklı bir yaşam sürme özgürlüğü, inanç ve ibâdet özgürlüğü, düşünce ve düşüncelerini
açıklama özgürlüğü, eğitim özgürlüğü, iş özgürlüğü, mülk edinme özgürlüğü, mesken özgürlüğü ve
seyahat özgürlüğü ise genel (umûmi) özgürlükler olarak ele alınmıştır.2
İnsanın özgürlüğü akıl ve irade sahibi olmasıyla ilgili bir durumdur. İnsan aklını kullanarak kararlar verir ve iradesiyle bu kararlar doğrultusunda adımlar atar. Bu özellik diğer varlıklara verilmemiştir. İnsan dışındaki varlıklar yalnızca kendileri için belirlenmiş olan yaratılış proğramı çerçevesinde hareket ederler. Seçme hakları yoktur.
Yüce Allah insanı üstün özelliklerle, mükerrem bir varlık olarak yarattığını ve her şeyi ona hizmekar kıldığını bildirmektedir.3 İnsanın üstünlüğünün onun özgürlüğüyle ilgili bir durum olduğu
anlaşılmaktadır. Çünkü Allah katında insanı değerli kılan şey; özgür bırakıldığı halde iradesini doğru
yönde kullanarak iyi davranışlarda bulunmasıdır.4 Bu, Allah’ın hoşnut olduğu ve ödüllendirmeye
değer bulduğu bir durumdur.5 Bu durum Yüce Allah’ın özgürlüğe verdiği değeri göstermektedir.
1 Şuarâ suresi, 183. ayet.
2 Hayrettin Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku, C. 1, s. 109-116.
3 Lokman suresi, 20. ayet.
4 Nisâ suresi, 125. ayet.
5 Âl-i İmrân suresi, 133. ayet.
183
KELAM
İslam’ın insan özgürlüğüne verdiği değer kendisini en belirgin biçimde tevhid inancında gösterir. Tevhid inancı, her şeyin üstünde, her şeye gücü yeten, her şeyin gerçek sahibi olan Allah’a
inanıp, yanlızca ona boyun eğmesi. Tevhidin zıttı “şirk”tir. Şirk insanın kendisi için araç olabilecek
şeyleri, amaç edinmesi ve bunları hayatın en üstün ve belirleyici değerleri konumuna yükselterek
ilahlaştırmasıdır. Kur’an’a göre bu sahte ilahlar insanın Allahı sever gibi sevdiği6, Allah’tan korkar
gibi korktuğu7, kendisinde olağanüstü güçler vehmettiği8, kayıtsız şartsız boyun eğip itaat ettiği9
şeylerdir. Şirk Kur’an’ın ifadesiyle “insanın kendi elleriyle icat ettiği”10 putlara tapınması ve böylece
özgürlüğünü kaybetmesidir. Tevhid ise özgürlüğünü kısıtlayıp insanı köleleştiren şirke son
DEĞERLENDİRELİM
verir. Yüce Allah her gönderdiği peygamberle
Aşağıdaki ayetlerde düşünme,
tevhid mesajını yineleyerek insanın özgürlüğü-
araştırma ve öğrenme özgürlüğü-
ne verdiği değeri göstermektedir.
ne yapılan vurguyu, fen bilimleri ve dinî
Kur’an-ı Kerim düşünmeye ve akletmeye
ilimlerin gelişmesine katkı sağlaması yö-
sık sık vurgu yapar. Bu vurgu aklını kullanma-
nüyle değerlendiriniz.
sı, düşünmesi ve araştırıp öğrenmesi konusun-
“Kuşkusuz, göklerin ve yerin yara-
da insanı özgür bırakmanın ötesinde teşvik edi-
tılışında, gece ile gündüzün birbirini
ci niteliktedir. İlmin ve âlimin değeriyle ilgili
takip edişinde; insanlara faydalı yük-
ayet ve hadisler bir bütün olarak incelendiğinde
İslam’ın araştırma ve öğrenme özgürlüğünü ne
lerle denizlerde seyreden gemilerde;
kadar önemsediği anlaşılmaktadır. Örneğin bir
Allah’ın gökten indirerek onunla ölü
ayette Yüce Allah şöyle buyurur: “Ve nasıl ki
toprağa can verdiği ve her çeşit canlı-
insanlar, canlılar ve evcil hayvanlar (uyum-
nın çoğalmasını sağladığı yağmurlar-
lu) bir farklılığın renklerini taşıyorlar. İşte
da; rüzgarların (yönünün) değişme-
(insanlar kendi aralarında da) böyledir. Allah’a
sinde ve gökle yer arasında kendileri
kulları içinde yalnızca âlimler (bu yaratılışın
için tayin edilmiş belirli güzergahlarda
hikmetini ve amacını bilenler) hakkıyla saygı
akan bulutlarda: (bütün bunlarda) dü-
duyarlar. (Zira onlar bilirki) Allah çok üstün
şünüp, akıllarını kullananlar için nice
ve yücedir, çok bağışlayıcıdır.”11
ayetler (mesajlar) vardır.”
İslam’ın düşünme, araştırma ve öğrenme
(Bakara suresi, 164. ayet.)
alanında insana tanıdığı geniş özgürlük alanı
“Biz sana feyizli ve bereketli bir ki-
bilimsel gelişmelerin önünü açıcı niteliktedir.
kâinattaki her bir varlığı
tap indirdik ki insanlar onun ayetlerini
Allah’ın bir ayeti olarak isimlendirir ve insan-
iyice düşünsünler ve aklı yerinde olan-
dan Allah’ın ayetleri üzerinde düşünmesini
lar ders ve ibret alsınlar.”
Şöyle ki; Kur’an
(Sâd suresi, 29. ayet.)
6 Bakara suresi, 165. ayet.
7 Nahl suresi, 51. ayet.
8 Sebe suresi, 41. ayet.
9 Mü’minûn suresi, 47. ayet.
10 Sâffât suresi, 95. ayet.
11 Fâtır suresi, 28. ayet.
184
X. ÜNİTE: DİN ve VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ
ister. Kur’an’a göre Allah’ın kitabı (Kur’an)
TARTIŞALIM
sözlü ayetlerden oluşurken, kâinat kitabı da
kevni ayetlerden (varlıklardan) oluşmaktadır.
İnsanın bazı davranışlarının kısıtlanması, özgürlüğünün kısıtlanması anlamına gelir mi?
Allah’ın sözlü ayetleri üzerinde düşünmek,
dinî ilimlerin gelişmesini sağlar. Kevni ayetler
(varlıklar) üzerinde düşünüp, araştırma yapmak
Somut örnekler
ise fen bilimlerinin gelişmesinin önünü açar.
üzerinden
arkadaşlarınızla
Özgürlük, hak ve hukukun kabul gördüğü,
tartışınız.
adaletin egemen olduğu ortamlarda gelişir. Hak
ve hukun gözetilmediği, adaletin sağlanamadı-
ğı toplumlarda özgürlükten de söz edilemez. Bu nedenle, insanların belli kural ve kaidelere uyarak
yaşamaları kaçınılmaz bir durumdur. Çünkü bir arada topluluk halinde yaşayan insanlar arasında
düzenin sağlanması hakların ve sorumlulukların belirlenmesi ve bunlara uyulması ile mümkündür.
Aksi takdirde toplumsal yaşamda kargaşa ve kaos egemen olur. İşte insanın özgürlüğünün sınırlarını
belirleyen şey uyması gereken bu kaide ve kurallardır. Bu noktada önemli olan insanların hak ve
sorumluluklarının doğru olarak belirlenmesidir.
Yüce Allah insan için doğru olan sınırları belirlemiş ve bu sınırları gözeterek yaşamasını istemiştir. Ancak insana irade vererek özgür bırakmış ve kendi yolunu belirlemesini istemiştir. Yüce Allah
şöyle buyurur: “De ki: Gerçek Rabb’inizdendir. Isteyen inansın, isteyen inkar etsin ….“12 Bu
durumda hayat bir sınava dönüşmekte, insanın özgürlüğü ise bir sınav özgürlüğü niteliği kazanmaktadır. Bu bir öğrencinin gireceği sınava çalışıp çalışmamakta özgür olmasına benzemektedir. Ancak
unutulmamalıdır ki bu öğrenci, sınavın sonucuna katlanmak zorundadır. Bu nedenle insan kendisine
bahşedilen özgürlüğün kıymetini bilmeli, özgürlüğünü kendisine zarar verecek biçimde kullanmamalıdır. Bir ayette şöyle buyrulur: “O, hem ölümü, hem de hayatı yaratmıştır ki sizi sınamaya
tabi tutsun (ve böylece) davranış yönünden hanginiz daha iyidir (onu göstersin). O, üstündür,
bağışlayandır.”13
Yüce Allah özgürlüğün anlamını ve amacını doğru değerlendirip iradesini doğru yönde kullananları ahirette sınırsız nimetlerle donatılmış sonsuz bir hayatla ödüllendireceğini müjdelemektedir. Bir
ayette şöyle buyrulur: “…. İmana erip doğru ve yararlı işler yapanları ise (cennetin) çiçek dolu
bahçelerinde (bulacaksın). Onlar Rablerinin katında diledikleri her şeye sahip olacaklardır.
İşte bu büyük lütuftur.”14 Diğer varlıkların değil de yalnızca insanın böylesi büyük bir mükafatla
ödüllendirilmesi, insanın seçme hakkına sahip özgür bir varlık olmasıyla ilgili bir durumdur.
12 Kehf suresi, 29. ayet.
13 Mülk suresi, 2. ayet.
14 Şûrâ suresi, 22. ayet.
185
KELAM
2. Din Seçme Özgürlüğü
İnanmak, insana özgüdür ve tarihin her döneminde dinî inançlar şeklinde tezahür etmiştir. Tarih boyunca dinsiz bir toplumun görülmeyişi, insan fıtratı ile din arasında zorunlu bir sebep-sonuç
ilşkisinin varlığını göstermektedir15. Bunu her insanın acıkma duygusuna sahip olmasının, insanın
doğuştan yeme ihtiyacını taşıdığını göstermesine benzetebiliriz. Bu durumda insan doğuştan inanan
bir varlıktır. Ancak neye nasıl inanacağı konusunda özgür bırakılmıştır.
İnanmak gönüllülük işidir. İnsanın bir dine
TARTIŞALIM
inanması, o dinin ilke ve kurallarını beğendiAşağıdaki sözün gerçekliği üzeğini ve gönülden benimsediğini gösterir. Bu
rinde arkadaşlarınızla tartışınız.
nedenle baskı ve zorlamayla gerçek bir inanç
“Geçmişte olduğu gibi, bugün de ilimoluşturmak mümkün değildir. Özgür iradeyle
siz sanatsız, felsefesiz toplum vardır, fakat
gönülden benimsenmemiş bir dindarlık ikiyüzdinsiz toplum asla.”
lülük (nifak) anlamına gelir. Böyle bir dindar( Henry Bergson, Ahlak İle Dînin İki
lığın Allah katında hiçbir değeri yoktur. Ayrıca
Kaynağı, çev.: Mehmet Karahasan, s.127.)
zor kullanarak bir dini benimsetmeye çalışmak,
farklı seçenekleri ortadan kaldırdığı ve insanın
seçme özgürlüğünü elinden aldığı için dünya hayatını imtihan alanı olmaktan çıkarır. Yüce Allah bilinçli ve özgür yarattığı insanın seçme özgürlüğüne kendisinin dahi müdahele etmediğini söyleyerek
insanları da bundan sakındırır. Bir ayette şöyle buyrulur: “Rabb’in eğer öyle olmasını dileseydi,
yeryüzünde yaşayan herkes topyekun imana erişirdi: Hâl böyleyken, insanları inanıncaya kadar zorlayabileceğini mi sanıyorsun.” 16 Diğer bir ayette ise şöyle buyrulur: “(Ey Peygamber) Onlara öğüt ver; senin görevin yalnız öğüt vermektir: sen onları (inanmaya) zorlayamazsın.” 17
Yüce Allah insanı, hakikati tanıyabilecek ve kabullenecek bir fıtrat üzere yaratmıştır. Diğer bir
deyişle insan doğuştan taşıdığı özelliklerle doğru olan inanca yönelme imkânına sahiptir.18 Ayrıca
ilahî vahyin gelmesiyle doğru yanlıştan apaçık ayrılmıştır. Bakara suresi, 256. ayette şöyle buyrulur:
“Dinde zorlama yoktur. Artık doğru ile yanlış, birbirinden ayrılmıştır: Şu hâlde kim, (yeryüzünde ilahlık taslayan) şeytani güçleri reddeder de Allah’a inanırsa, kesinlikle kopmaz bir
kulpa yapışmış olur. Zira Allah her şeyi işitendir, her şeyi bilendir.” Bu durumda herhangi bir
dini seçmesi için insanları zorlamak doğru değildir. Belki yapılması gereken yalnızca doğru olanı
hatırlatmak ve tebliğ etmektir.
Kur’an-ı Kerim insanların özgür iradeleriyle bir din seçme ve inancının gerektirdiği gibi yaşama
haklarının ellerinden alınmasını “fitne” olarak isimlendirmekte ve fitneyi insan öldürmekten daha
büyük bir suç saymaktadır. Bir ayette şöyle buyrulur: “Sana haram ayda savaşmayı soruyorlar. De
ki: “O ayda savaş büyük bir günahtır. Allah’ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i
Haram’ın ziyaretine engel olmak ve halkını oradan çıkarmak, Allah katında daha büyük günahtır. Fitne (zulüm ve baskı) ise adam öldürmekten daha büyük (bir günahtır) ….”19 Bir başka
15 M. Abdullah Draz, Din ve Allah İnancı, s. 96, 97.
16 Yûnus suresi, 99. ayet.
17 Gâşiye suresi, 21, 22. ayetler.
18 Rûm suresi, 30. ayet.
19 Bakara suresi, 191. ayet.
186
X. ÜNİTE: DİN ve VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ
ayette ise Yüce Allah, inanalardan yeryüzünde zulüm ve baskının egemen olmasına izin vermemelerini
istemiştir ve yeryüzünde tam bir din ve vicdan özgürlüğünü sağlamak için cihadı meşru kılmıştır20. Bu
anlamda cihad İslam’ı zorla benimsetmek için yapılan savaş değil tam aksine insanların özgür iradeleriyle bir dini seçmelerinin önündeki engelleri kaldırma mücadelesidir. İlgili ayetlerin bütünlüğünden
anlaşıldığına göre insan için özgürlük hayat hakkından daha önemlidir. Zira insanı insan yapan en önemli
özellik özgür irade sahibi olmasıdır. Bu nedenle, iradesi elinden alınan, inandığı gibi yaşayamayan insanlar insanlık onurlarını kaybetmiş sayılırlar. Bu ise insan için ölümden daha kötü bir durumdur.
Hz. Peygamber uygulamalarında din seçme özgürlüğü konusunda çok titiz davranmıştır. Başlangıçta özgür iradeleriyle Allah’ın dinini seçen Müslümanlar dinlerinden dönmeleri için çok ağır işkencelere
maruz kalmışlar. Bu baskılara karşın Hz. Peygamber “... Sizin dininiz size benim dinim de banadır.”21
diyerek bir toplumda farklı inanç mensuplarının bir arada barış içerisinde yaşayabilmelerinin çözümünü ortaya koymuştur. Baskılar devam edince Müslümanlar yaşadıkları yeri terkedip Medine’ye hicret
etmişlerdir. Hz. Peygamber güçlenerek Mekke’ye döndüğünde ve orada söz sahibi olduğunda ise her
şeye rağmen Müslüman olmaları için hiç kimseye baskı yapmamıştır.
Din seçme özgürlüğü bir dinin sadece kabul
edilebilmesi hakkından ibaret değildir. Her dinin
buyrukları vardır. Bu buyruklar inanan insan için
doğru ve uygulanması gereken buyruklardır. Bir
dini benimseyip onun uygulamalarını gereksiz
görmek mümkün değildir. Bu nedenle inancının
gerektirdiğini yaşayabilmek din özgürlüğünün
ayrılmaz bir parçasıdır.
DEĞERLENDİRELİM
Hz. Peygamberin Necranlı Hristiyanlarla yaptığı anlaşmada yer
alan aşağıdaki ifadeyi, İslam’ın inanç özgürlüğüne verdigi değer açısından değerlendiriniz.
“Onların mallarına, canlarına,
dini hayat ve uygulamalarına, ailelerine, ibadet yerlerine, onların mülkiyetinde bulunan her şeye şamil olmak
üzere Allah’ın himayesi ve Resulullah
Muhammed’in zimmeti Necranlılar ve
onların tabileri üzerine haktır. Hiçbir
din adamı kendi dini vazife mahalli
dışında, hiçbir papaz kendi vazifesini
gördüğü kilise dışında, hiçbir rahip
içinde yaşadığı manastır dışında başka
bir yere alınıp götürülmeyecektir ...”
İnsanlar din seçme özgürlüğüne sahip oldukları gibi ibadet etme hakkına da sahiptirler.
İbadet özgürlüğü inanç özgürlüğünün ayrılmaz
bir parçasıdır. İbadet hakkı bireysel ya da cemaat hâlinde kişinin inandığı dinin buyruklarını
yerine getirebilme haklarını kapsar. İslam dini
bu konuda diğer dinlere karşı her zaman hoşgörülü davranmıştır. İslam tarihi bunun örnekleriyle doludur. Örneğin Necranlı bir heyet Hz.
Peygamberle gorüşmek için Medine’ye gelir ve
mescitte Peygamberimizin huzuruna çıkarlar.
Görüşmeden sonra ibadet vakitleri geldiği için
ibadet etmek isterler, Hz. Peygamber mescidi
onlara bırakarak dışarı çıkar.22 Aynı düşüncenin
sonucu olarak Osmanlı Döneminde İstanbul
Darülaceze’de kilise, havra ve mescit yan yana
yapılmış ve farklı din mensuplarının ibadet edebilmeleri için uygun ortamlar hazırlanmıştır.
(Muhammed Hamidullah,
İslam Peygamberi, C 1,
s. 622’den sadeleştirilmiştir.)
20 Enfâl suresi, 39. ayet.
21 Kâfirûn suresi, 6. ayet.
22 Servet Armağan, İslam Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler, s. 620.
187
KELAM
Bir dinin ibadethanelerinin yapılması
ve korunması İbadet özgürlüğünün gereği olan bir haktır. Bu konuda bir ayette
şöyle buyrulur: “Allah’ın mescitlerinde
onun adının anılmasına engel olan ve
onların harap olması için çalışanlardan
daha zalim kim olabilir ? ....”23 Müslümanlar kendi ibadethaneleri konusunda
gösterdikleri saygıyı diğer din mensuplarının ibadethanelerine de göstermişlerdir.
Müslümanların bütün ibadethaneleri koruma yönündeki bu tutumu Kur’an’a dayanmaktadır. Bir ayette bu konuda şöyle
buyrulur: “...Eğer Allah insanların bir
kısmının zararını diğer bir kısmı ile savmasaydı manastırlar, kiliseler, havralar ve Allah’ın
adının çokça anıldığı mescidler yıkılır giderdi. Dinine yardım edene Allah da yardım edecektir.
Muhakkakki Allah (her şeyi hükmü altında tutan) en yüce iktidar sahibidir.” 24
İnsanın bilmediği bir şeye inanması doğru değildir. Bu nedenle insanların doğru tercihte bulunabilmeleri için dinleri doğru bir şekilde öğrenme imkânının bulunması gerekir. Ayrıca bir
BİLİYOR MUYDUNUZ?
dine inanmış bir insanın dinini öğrenememesi
zamanla bâtıl inanç ve hurafelere kapılmasına
1948 Birleşmiş Milletler İnsan
neden olur. İnanç gruplarının kendi dinlerini
Hakları Sözleşmesi’nin 18. madhatta diğer dinleri bilmemeleri toplumda iletidesinde ve 1950 Avrupa İnsan Hakları
şim zorluğuna ve zamanla bağnazlığa yol açaSözleşmesi’nin 9. maddesinde dinin egibilir. Bu nedenle din seçme özgürlüğü, o dinin
tim ve ögretimi ve tebliği din ve vicdan
eğitim-öğretiminin yapılabilmesi hakkını da
özgürlüğünün zorunlu unsurları olarak
içermektedir.
yer almaktadır.
(Saffet Köse,
Bir dinin varlığını devam ettirebilmesi kenDin ve Vicdan Hürriyeti, s. 17.)
disini serbestçe ifade edebilmesi, yapılan eleştirilere karşı kendisini ifade edip, savunabilmesine bağlıdır. Bu nedenle her dinin baskı ve şiddete başvurmamak şartıyla savunma ve tebliğ hakkı
vardır. Bu hakkın engellenmesi durumunda bir süre sonra o dinin yaşam hakkı tehlikeye girer. Bu nedenle Kur’an-ı Kerim inananlara kendilerini savunma hakkını vermekte ancak bunu yaparken haddi
aşmamalarını istemektedir.25 Ayrıca Kur’an dinin iyi ve güzel gördüğü şeyleri tebliğ etmeyi, kötü ve
çirkin gördüğü şeylerden de sakındırmayı (emr-i bi’l-ma’ruf nehyi ani’l-münker) ihmal edilmemesi
gereken önemli bir görev olarak açıklamaktadır.26
23 Bakara suresi, 114. ayet.
24 Hâc suresi, 40. ayet.
25 Bakara suresi, 190. ayet.
26 Âl-i İmrân suresi, 104. ayet.
188
X. ÜNİTE: DİN ve VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ
3. Din İçinde Özgürlük
Kur’anda “din” kelimesinin ifade ettiği temel anlamlardan biri; insanın Allah’a itaat ve teslimiyetidir. Bu durum ilk bakışta insanın din içindeki özgürlüğü konusunda bir tereddüt oluşturabilir.
Ancak iyi düşünüldüğünde dinin öngördüğü itaatin, insanı kötü ve çirkin işlerden uzak tutarak ruhen
yüceltip özgürleştirdiği görülmektedir. Çünkü Allah’ın insanlardan istediği şey, yalnızca kötülüklerden uzak durmaları ve erdemli bir yaşam sürmeleridir.
İslam’da insanın özgürlüğünü koruyup geliştiren iki temel ilke; “tevhid” ve “takva”dır. Tevhid inancı, Allah’tan başkasını ilahlaştırmama bilinci kazandırır. Böylece insanın kendinden aşağı varlıkları
yücelterek özgürlüğünü kaybetmesini engeller. Aynı şekilde takva da insanı günahlardan uzak tutar.
Her tür kötü alışkanlığa bağımlılıktan korur. Böylece insanın ruhen özgür kalmasını sağlar. Kur’an’da
“takva”, insanın Allah katındaki değerinin ölçüsü olarak kabul edilir.27 Kur’an’ın getirdiği takva ölçüsü, İslam’ın tüm insanları doğuştan Allah katında eşit kabul ettiğini gösterir. Her insanın doğuştan
sahip olduğu bu eşitlik, bazı insanların ırk, renk, cinsiyet, zenginlik veya sosyal statü gibi gerekçelerle
üstünlük iddiasında bulunup, diğer insanların hak ve özgürlüklerini kısıtlamasını engeller.
İslam, din içerisinde düşünce özgürlüğüne
büyük önem verir. Bunun önemli bir göstergesi “ictihad”dır. İctihad; insanın karşılaşacağı yeni problemler karşısında vahyin ışığında
aklını kullanarak çözümler üretmesi demektir.
Hz. Peygamber yeri geldikçe bizzat kendisi içtihatta bulunmuş ve sahabilerini de buna
teşvik etmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber, kendi
döneminde sahabenin karşılaştığı problemlerle
ilgili ictihadda bulunarak çözümler üretmelerini olumlu karşılamıştır. Hz. Peygamberin bu
tür onayları “takrîrî sünnet” adı altında dinin
kaynakları arasında yerini almıştır.
DEĞERLENDİRELİM
Hz. Peygamber’in
Muaz b.
Cebel’i Yemen’e vali olarak gönderirken aralarında geçen aşağıdaki konuşmayı din içerisinde düşünce özgürlüğü açısından değerlendiriniz.
- Hz.Peygamber: “Ey Muaz! Sana arzedilen meseleler karşısında ne ile karar
vereceksin?
- Muaz: “Allah’ın kitabıyla”
İslam dininin ictihad yoluyla tanıdığı bu
düşünce özgürlüğü, ayet ve hadisleri anlama
ve yorumlama çalışmalarının önünü açmış; bu
ise tarihi süreç içerisinde, mezheplerin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Mezhepler, İslam
toplumunun dinî ihtiyaçlarını karşılamak ve
karşılaştıkları problemlere çözümler üretmek
amacıyla ortaya çıkan dinî yorumların kurumsallaşmış biçimleridir. Müslümanlar, İslam düşünce sindeki bu tür yorum farklılıklarını gerçeğe ulaşma çabaları olarak görmüşler ve tıpkı
gök kuşağının farklı renkleri gibi zenginlik
olarak kabul etmişlerdir. Bu nedenle İslam’ın
ruhuna ters düşmeyen ekoller hoşgörüyle karşılanmış, mezhep farklılığının kavga konusu
yapılması doğru bulunmamıştır.
- Hz. Peygamber: “Onda bir hüküm bulamazsan”
- Muaz: “Resulullah’ın sünnetiyle”
- Hz. Peygamber: “Onda da bir hüküm
bulmazsan”
- Muaz: “O zaman ayet ve hadisler ışığında kendi görüşümle karar veririrm.”
demiştir.
- Hz. Peygamber de Muaz’ın bu cevabını beğenmiştir.
(Ebu Davut, Akdiye, 11.)
27 Hucurât suresi, 13. ayet.
189
KELAM
İslam dininin düşünce özgürlüğüne verdiği
değer onun evrensel bir din olmasıyla da ilgilidir. Eğer İslam zaman ve mekana bağlı olarak ortaya çıkan ihtiyaçlara çözümler üretecek
ictihad mekânizmasını işletmeseydi bu kadar
yayılma imkânı bulamaz ve her çağda yaşanan
bir din olma özelliğini koruyamazdı.
YORUMLAYALIM
Aşağıdaki ayeti insanın hayatın
nimetlerinden faydalanma özgürlüğü açısından yorumlayınız.
“De ki: ‘Allahın kulları için yarattığı
güzelliği, rızkın iyisini, temizini yasaklayan kim?’ De ki: ‘Bunlar dünya hayatında imana erenler için (meşru)durlar; Kıyamet Gününde ise yalnızca onlara özgü
olacaklardır.’ Anlama-kavrama yeteneği
olan insanlar için bu mesajları Biz işte
böyle açık açık dile getiriyoruz”
(A’râf suresi, 32. ayet.)
İslam dini insana yaşam içinde geniş bir
özgürlük alanı tanımaktadır. “Eşyada aslolan mübahlıktır” ilkesi bunun göstergesidir.
Kur’an yeryüzünün bütün nimetleriyle insanın istifadesi için yaratıldığını haber verir.28 O
hâlde yasak istisnai bir durumdur ve yalnızca
insanın beden ve ruh sağlığını olumsuz etkileyecek şeyler yasaklanmıştır. Bu nedenle İslam
dininde haramlar az bir yer tutar. Helal dairesi
ise çok geniştir. Bunun içindir ki Kur’an, Allah’a yakınlaşma adına, Allah’ın helal kıldığı şeyleri
yasaklayarak insanın özgürlük alanını daraltan yaklaşımları reddetmektedir.29
İslam’da günah işlemek insanı dinden çıkarmaz. Bir ayette şöyle buyrulur: “De ki: (Allah şöyle
buyuruyor:) ‘Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmekte ileri giden kullarım!
Allah’ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar; O, çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır”30 Günah işleyen kimsenin dinden dışlanmaması insanın davranışlarında
özgür olduğunun ifadesidir. Ancak bu, insana kötülük yapma hakkının verilmesi anlamına gelmez. Tam
aksine İslam dininin, insanın hem günah hem de sevap işleyebilme ile ilgili çift yönlü yaratılışını ve
çevrenin insan üzerindeki etkisini dikkate alan gerçekçi bir din olduğunu göstermektedir.
4. Laiklik
Laiklik kelimesi dilimize Fransızcadan geçmiş bir sözcüktür. Bu sözcük de Yunanca “laikos” kelimesinden gelmektedir. Laik, halktan olan yani ruhban sınıfına mensup olmayan kimse demektir.31
Terim olarak laiklik, din ve devlet işlerinin birbirlerinden ayrılmış olarak yürütülmesidir.
Laiklik, ilk olarak Avrupa’da Hristiyan din adamlarının anlayış ve uygulamalarına tepki olarak
ortaya çıkmıştır. Batı dünyasında üstünlüğü kabul edilen merkezî bir kilise iktidarı vardı. Bu iktidarın
başı papaydı. Papa hem dinî lider hem de siyasi iktidarın başıydı. Kilise aynı zamanda eğitim kurumlarının da tek hâkimiydi. Kilisenin baskıcı uygulamaları halkın kiliseye olan güvenini sarsıyordu.
Zamanla kilise din işlerini düzenleyen bir müessese değil, korkulan bir müessese hâline gelmişti.
Din adamlarının baskısı fikir hayatı üzerinde de etkisini göstermekteydi. Kendi kanatları dışında
gelişen fikirlere karşı savaş açmışlardı. Kilisenin kurduğu Engizisyon mahkemeleri bilim ve düşünce
adamlarını cezalandırıyordu.
28 İbrahim suresi, 32-34. ayetler.
29 Hadîd suresi, 27. ayet; Maide suresi, 87, 88. ayetler.
30 Zümer suresi, 53. ayet.
31 Hamza Eroğlu, Türk İnkılap Tarihi, s. 422, 423.
190
X. ÜNİTE: DİN ve VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ
Avrupa’da kilise-siyasi iktidar mücadelesi 15. yüzyıldan başlayıp, 18. yüzyıla kadar devam etti.
Bu süreç içerisinde kilise otoritesine içeriden ilk başkaldırıyı Martin Luther gerçekleştirdi. Daha
sonraları ise gelişip, güçlenen “Liberalizm” akımı; “Siyasi iktidar milletin oyuna dayanır ve ona karşı
sorumludur.”32 diyerek vicdan hürriyeti fikrini ileri sürdü. Vicdan hürriyeti, kişilere istediği dini seçme
veya hiçbir dini seçmeme hakkı veriyordu. Bu durum kilise ile siyasi iktidarın birbirinden ayrılması
sonucunu doğurdu.
1789 Fransız Devrimi’yle kilisenin otoritesi son buldu. Papazlar cumhuriyete bağlılık yemini etmekle mükellef tutuldu. 1905’te Fransız Parlamentosunun kabul ettiği bir kanunla din ve devlet işleri
resmen birbirinden ayrıldı. Böylece laik devlet dönemi başlamış oldu. Hristiyanlık dünyasında laiklik
ilkesinin benimsenmesinden sonra Hristiyanlık birçok alanda etkisini yitirmeye başladı.
Fransız ihtilâliyle doğan laiklik düşüncesinin
genel, felsefi, hukuki ve siyasi olmak üzere çok
çeşitli tanımları yapılmıştır. Farklı uygulamalarıyla farklı devletler tarafından yönetimde benimsenmiştir. Kimi yönetimler laikliğin devleti
dinden ayıran yönünü öne çıkaran bir uygulama
içine girerken kimi yönetimler din ve vicdan özgürlüğünü öne çıkarmışlardır.
ARAŞTIRALIM
Laikliğin yerleşmesini sağlamak amacıyla 1924 yılında çıkarılan kanunlar hangileridir? Araştıralım.
Laiklik yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinin ilk Anayasa’sında yer almamış ancak takip eden yıllarda yönetimde alınan birçok karar üzerinde belirleyici bir ilke olmuştur. Laiklik ilkesi, Atatürk’ün inkılaplarının temelini oluşturur. Laiklik ilkesi gereği, 1924’te halifelik kaldırılmış,
1928’de Anayasadaki “Devletin dini İslam dinidir.” maddesi kaldırılmış. 1937’de ise Türkiye Cumhuriyetinin laik bir devlet olduğu Anayasa’ya yazılı olarak girmiştir.
Laik devlet anlayışında yasama, yürütme ve yargı dinsel ilkelere göre düzenlenmez. Bu nedenle,
laik devlet, din ve devlet işlerini birbirinden tamamen ayırır. Laik devlette dinî kurallar ve kuruluşlar
yönetime karışamaz.33 Din kurumları devletin fonksiyonlarını yerine getiremeyeceği gibi devlet kurumları da dinin fonksiyonlarını ifa edemez.34 Atatürk bu konuda şöyle demektedir: “...Benim manevi
mirasım, ilim ve akıldır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler bu temel mihver üzerinde akıl ve
ilmin rehberliğini kabul ederlerse manevi mirasçılarım olurlar.”35
Laiklik anlayışına göre din bir vicdan meselesidir ve bireyi esas alır. Din, vicdanının sesini dinleyen ahlaklı bireyler yetiştirerek toplumsal düzenin sağlanmasına katkıda bulunur. Bu nedenle dinin
vicdanlarda özgürce yaşanmasına müdahale edilmemelidir. Ancak din sosyal hayatı düzenleyici bir
olgu olarak öne çıkarılamaz. Mustafa Kemal Atatürk, “Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının
emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz, düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini millet ve devlet işleri ile karıştırmamaya çalışıyoruz.”36 demektedir.
32 Genelkurmay Bşk., Atatürkçülük, 1. kitap, s. 344.
33 Ayten Sezer (Editör), Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, s. 457.
34 Ali Güler, Atatürk ve Cumhuriyet, s. 245.
35 Atatürkçülük, 1. kitap, s. 288.
36 Atatürkçülük, I, 45.
191
KELAM
Laiklik, din ile devlet işlerinin birbirinden ayırmanın yanında, tüm vatandaşların vicdan, ibadet
ve din hürriyetini tekeffül eder.37 Laik devlette din hürriyeti, belli bir dine inanma ve onun gereklerini yerine getirme hürriyetini ifade ettiği gibi kişinin isterse hiçbir dine inanmama ve hiçbir dini
ibadetlerini yerine getirmeme hürriyetini de kapsar. Ayrıca laik anlayışa göre ayırım gözetilmeden
farklı dinlerin mensuplarına kanun önünde eşit işlem yapılır. Atatürk’e göre, “Vicdan hürriyeti
mutlak ve taarruz edilmez, ferdin tabii haklarının en mühimlerinden tanınmalıdır. Her birey istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre malik olmak, mensup olduğu
bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine maliktir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hâkim olunmaz.”38
DEĞERLENDİRELİM
Aşağıdaki yasa maddelerini din ve vicdan özgürlüğünün sınırları açısından değerlendiriniz.
Anayasa`nın 14. Maddesi :
III. Temel Hak ve Hürriyetlerin
Kötüye Kullanılamaması
Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı
amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.
Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan
bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.
Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir.
Anayasa`nın 24. Maddesi :
VI. Din ve Vicdan Hürriyeti
Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.
14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî ayin ve törenler serbesttir.
Kimse, ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.
Din ve ahlak eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak
öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine
bağlıdır.
Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa
olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.
37 Atatürkçülük, 2. kitap, s. 331.
38 Atatürkçülük, 3. Kitap, s. 238.
192
X. ÜNİTE: DİN ve VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ
ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM
A. Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız.
1. Özgürlük ne demektir? Belli başlı özgürlük alanları nelerdir? Belirtiniz.
2. İslamiyetin din seçme özgürlüğü konusundaki tutumu nedir? Anlatınız.
3. Dinin içindeki özgürlük ne demektir? Yazınız.
4. İnsanın diğer varlıklardan üstün olması ile irade sahibi özgür bir varlık olarak yaratılmış
olması arasındaki ilişkiyi açıklayınız.
6. Mezheplerin bir zenginlik sayılmasını, İslam’da düşünce özgürlüğü açısından açıklayınız..
7. Batıda laiklik düşüncesini doğuran nedenler nelerdir? Yazınız.
B. Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru seçeneklerini işaretleyiniz.
1. Aşağıdakilerden hangisi din ve vicdan özgürlüğünün zorunlu bir parçası değildir?
A) İnsan istediği dini seçebilir.
B) İnsanlar inançlarından dolayı kınanamazlar.
C) İnsan inancının gerektirdiği ibadetleri yapabilir.
D) İnsanlar dinlerini öğrenme ve isteyene öğretme hakkına sahiptirler.
E) İnsanlar dinlerini yaymak için istedikleri yöntemi kullanabilirler.
2. Laiklik ilkesi TC Anayasası’na kaç yılında girmiştir?
A) 1919
B) 1920
C) 1923
D) 1924
E) 1937
3. Aşağıdakilerden hangisi “Laik Devlet”in özelliklerinden biri değildir?
A) Laik devlette din ile devlet işleri birbirinden ayrılmıştır.
B) Laik devlet dini kişisel bir vicdan meselesi olarak görür.
C) Laik devlet düzenlemelerinde dini esas almaz.
D) Laik devlet bütün dinlere eşit mesafede durur.
E) Laik devlet dinin yaşanma biçimini belirlemeye kalkışmaz.
C. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri verilen kelimelerden uygun olanı ile doldurunuz.
(14., tevhit, 24., iştihat, vahiy)
1. TC Anayasas’ında, din ve vicdan özgürlüğünü düzenleyen ..…. maddedir.
2. TC Anayasası’nda din ve vicdan özgürlüğüyle ilgili sınırlamaları belirleyen ..… maddedir.
3. İslam’ın, kötü ve çirkin işlerden uzak tutarak insanı ruhen özgürleştirme ilkesine ……. denir.
4. İslam’da, insanının yeni problemler karşısında vahyin ışığında aklını kullanarak çözümler
üretmesine …………………. denir.
193
KELAM
SÖZLÜK
D
dergâh:Eskiden, tarikattan olanların toplandıkları yer.
deyim: Genellikle gerçek anlamından az çok ayrı, ilgi çekici
A
abâ: Yünün dövülmesiyle yapılan kalın ve kaba kumaş. Bu
bir anlam taşıyan kalıplaşmış söz öbeği, tabir.
kumaştan yapılmış yakasız ve uzun üstlük.
din: Allah’ın insanları dünya ve ahirette rahat, huzur ve saa-
ahkâm: Hükümler.
dete (mutluluğa) kavuşturmak için peygamberleri vasıtasıyla
alenen: Açıktan açığa, herkesin gözü önünde, herkesin içinde,
bildirdiği yol, emirler ve yasaklar. gizlemeden, açıkça.
dua: Yakarış. Allah’a yalvarma, yakarış için söylenen dinî metin.
amel: Yapılan iş, edim, fiil. Bir kimsenin dinin buyruklarını
yerine getirmek için yaptıkları.
E-F
amel-i salih: Dine göre makbul olan işler.
ebedî: Sonsuz, ölümsüz.
analiz: Çözümleme.
atasözü: Uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak söylenmiş
ve halka mal olmuş, öğüt verici nitelikte söz, darbımesel.
edebî: Edebiyatla ilgili, edebiyata ilişkin, yazınsal.
ekol: Bir bilim ve sanat kolunda ayrı nitelik ve özellikleri bulunan yöntem veya akım, okul.
atıf: Yöneltme, çevirme. İlişkili bulma. Gönderme.
atom: Birkaç türü birleştiğinde çeşitli molekülleri, bir tek türü
ise bir kimyasal ögeyi oluşturan parçacık.
ehl-i kitap: İslam literatüründe Yahudi ve Hristiyanlar.
enbiya: Nebiler, peygamberler.
ayet: Kur’an surelerini oluşturan kısımlardan her biri.
ayin: Dinî tören.
azim: Bir işteki engelleri yenme kararlılığı.
erdem: . Ahlakın övdüğü iyi olma, alçak gönüllülük, yiğitlik,
B
ba’s: Yeniden dirilme, diriltme.
bağlam: Bir düşüncenin, bir yapıtın, bir öğretinin bölümleri
arasındaki çelişmeye yer vermeyen bağlantı.
bâtıl inanç: Doğaüstü olaylara, gizli ve akıl dışı güçlere, kehanetlere aşırı derecede bağlı boş inanç.
bâtın: Gizli, görünmeyen.
belâgat: İyi konuşma, sözle inandırma yeteneği. Söz sanatlarını inceleyen bilgi dalı, retorik. Konuyu bütün yönleriyle kavrayarak hiçbir yanlış ve eksik anlayışa yer bırakmayan, yorum
gerektirmeyen, yapmacıktan uzak, düzgün anlatma sanatı..
bid’at: İslam dininde Hz. Muhammed zamanından sonra ortaya çıkan ve dinden bir parça olarak algılanan değişik yargılar
ve ilkeler.
bukağı: Ağır cezalıların ayaklarına takılıp ucuna pranga bağlanan demir halka. Kaçmaması için hayvanların ayağına takılan zincir, demir köstek.
burhan: kanıt, delil.
büyü: Tabiat kanunlarına aykırı sonuçlar elde etmek iddiasında olanların başvurdukları gizli işlem ve davranışlara verilen
genel ad, efsun, sihir.
doğruluk vb. niteliklerin genel adı, fazilet.
Esma-i Hüsna: Allah’ın en güzel, en şerefli isimleri.
ezelî: Başlangıcı olmayan, öncesiz.
farz: Müslümanlıkta, özür olmadıkça yapılması zorunlu, yapılmaması günah sayılan ibadet.
fesâhat: Kurallı, etkileyici, heyecan verici, inandırıcı, sanatlı
söz söyleme.
fıkhî: Fıkıhla ilgili.
fıtrat: Yaradılış, hilkat. İnsanın yaratılıştan sahip olduğu fiziki
özellikler.
fıtri: Doğuştan.
filozof: Felsefe ile uğraşan ve felsefenin gelişmesine katkıda
bulunan kimse, felsefeci, feylesof.
form: Biçim, şekil.
G
gelenek: Bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmış olmaları
dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım
gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar, anane. C-Ç
günah: Dinî bakımdan suç sayılan iş veya davranış, vebal.
cevher: Bir şeyin esası, öz, maya. Güç, enerji.
cüz: Kur’an’ın bölünmüş olduğu otuz parçadan her biri,
Kur’an’ın yirmi sayfası.
çerağ: Mum, kandil, lamba vb. ışık veren araç, çırağ. Işık.
çorak: Verimsiz, bitek olmayan, kıraç toprak.
H
hadis: Hz. Muhammed’in söz ve davranışları. Bu söz ve davranışları inceleyen bilim.
hafız: Kur’an’ı bütünüyle ezbere bilen kimse.
halife: Hz. Muhammed’in vekili olarak Müslümanların imam-
194
SÖZLÜK
lığını ve din koruyuculuğunu yapmakla görevli kimse.
inkâr: Yaptığını, söylediğini, tanık olduğunu saklama, gizle-
haram: Din kurallarına aykırı olan, dinî bakımdan yasak olan,
me, yadsıma.
helal karşıtı. Yasak.
İsrailiyyat: Kitab-ı Mukaddes kaynaklı kıssalar, yorumlar.
havari: Hz. İsa’nın öğüt ve inançlarını yayma işiyle görevlen-
istişare: Görüş alışverişinde bulunma, fikir alma, danışma.
dirdiği on iki yardımcısından her biri.
İtikat: inanma, inan, inanç.
havas: Bir toplumun seçkin kişileri, aydınları.
İttifak: Anlaşma, uyuşma, bağlaşma. Oy birliği.
havf: Korku.
havra: Yahudi tapınağı.
K-L
hayâ: Utanma duygusu, utanç, utanma, sıkılma.
Kâbe: Mekke’de bulunan, Müslümanlarca ziyaret ve tavaf
helal: Dinin kurallarına aykırı olmayan, dinî bakımdan yasak-
edilen kutsal yer.
lanmamış olan, haram karşıtı. Kurallara, geleneklere uygun.
kandil: İçinde sıvı bir yağ ve fitil bulunan kaptan oluşmuş ay-
hicret: İslam takviminde tarih başı sayılan Hz. Muhammed’in
dınlatma aracı.
Mekke’den Medine’ye göç etmesi.
kaos: Evrenin düzene girmeden önceki biçimden yoksun,
hidayet: Doğru yol, hak olan Müslümanlık yolu.
uyumsuz ve karışık durumu. Kargaşa.
hikmet: Bilgelik. Neden, gizli neden. Allah’ın insanlarca an-
kavim: Aralarında töre, dil ve kültür ortaklığı bulunan, boy ve
laşılamayan amacı. Kapsamlı olarak hikmet; bilginin ilahî, be-
soy bakımından da birbirine bağlı insan topluluğu, budun.
şerî vb. bütün cüzlerini içeren alan. Özlü söz, vecize.
kefaret: Bir günahı Tanrı’ya bağışlatmak umuduyla verilen
hitabet: Etkili söz söyleme sanatı.
sadaka veya tutulan oruç.
hurafe: Dine sonradan girmiş yanlış, batıl inanç.
kevnî: İnsan veya kainatın yaratılışıyla ilgili olan.
kırâat: Okuma. Kur’an’ı belli kural ve işaretlere göre okuma.
I-İ
kıssa: Ders alınması gereken kısa hikâye.
ıslah: Düzeltme, iyileştirme.
kıyamet: Dünyanın sonu ve bütün ölülerin dirilerek mahşerde
ıstılah: Terim.
toplanacağı zaman, kıyamet günü, mahşer günü.
ibadet: Allah’ın buyruklarını yerine getirme, Allah’a yönelen
kıyas: Bir tutma, denk sayma. Karşılaştırma, oranlama, mu-
saygı davranışı.
kayese.
İbranice: Bugün İsrail’de kullanılan Sami dili.
kibir: Kendini beğenme, başkalarından üstün tutma, büyük-
i’caz: Az sözle çok şey anlatma. Mucizevî.
lenme, benlik.
icma: Toplama. Aynı dönemde yaşamış İslam bilginlerinin bir
kilise: Hristiyanların ibadet etmek için toplandıkları yer.
konuda fikir birliği etmeleri.
kinaye: Üstü kapalı, sitemli, dokunaklı söz.
içgüdü: Herhangi bir canlı türünün öğrenme gerekmeden ör-
Kitab-ı Mukaddes: Tevrat, Zebur, İncil’e verilen ortak ad.
gütlü, uyuma yararlı ve sürekli olarak davranma eğilimi.
kuantum: Enerjinin esas ünitesi.
içtihat: Görüş, özel görüş, anlayış, kavrayış.
kudret: Güç, azamet.
ide: Düşünce.
kutsal: Güçlü bir dinî saygı uyandıran veya uyandırması gere-
iffet: Temizlik. Namus.
ken, kutsi, mukaddes. Tapınılacak veya yolunda can verilecek
iftira:. Bir kimseye kasıtlı ve asılsız suç yükleme, kara çalma,
derecede sevilen. Allah ve peygamberin önem verdiği, dinî
bühtan.
değeri olan şey.
ihtilaf: Ayrılık, anlaşmazlık, aykırılık, uyuşmazlık.
kültür: Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan
ikrar: Saklamayıp doğruca söyleme, açıkça söyleme. Benim-
bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, son-
seme, onama, kabul, tasdik.
raki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal
iktisadî: Ekonomi ile ilgili.
çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü,
ilham: Allah’ın, peygamberlerin yüreğine doldurduğu ilahî
hars, ekin.
âleme özgü duygu ve düşünceler.
lütuf: Önem verilen, sayılan birinden gelen iyilik, yardım, ih-
inanç: Bir düşünceye gönülden bağlı bulunma. Allah’a, bir
san, inayet, atıfet.
dine inanma, iman, itikat.
lügat: Sözlük.
indeks: Bir belgenin ya da bir kitabın içindeki bilgilerin bulundukları yerlere yollama yapan ya da bunun için anahtar niteliği
taşıyan göstergeler listesi. Dizin.
195
KELAM
M
N
mahrem: Yakın akrabadan olduğu için nikâh düşmeyen kimse.
nahiv: Arapçada söz dizim, sentaks.
Başkalarına söylenmeyen, gizli.
nass: Kat’ilik, kesinlik, açıklık. Kur’an’da yoruma ihtiyaç ol-
mahşer: Kıyamet günü dirilenlerin toplanacakları yer. Büyük
mayan söz veya delil.
kalabalık.
nebi: Kendisine kitap indirilmemiş peygamber.
meal: Anlam, kavram, mefhum. Tercüme, çeviri.
nefs: Öz varlık, kişilik.
mecaz: Bir ilgi veya benzetme sonucu gerçek anlamından baş-
nihai: En son.
ka anlamda kullanılan söz. Bir kelimeyi veya kavramı kabul
nüsha: Bir yapıtın, bir yazının basılmış ya da yazılmışla-
edilenin dışında başka anlamlara gelecek biçimde kullanma,
rından her biri.
metafor.
medeniyet: Uygarlık.
Ö
menâkıbnâme: Din uluları ile ermiş kimselerin, yaşantılarını
örf: Yasalarla belirlenmemiş olan, halkın kendiliğinden uydu-
ve yaptıkları olağanüstü olayları anlatan yapıt.
ğu gelenek, âdet.
mescit: Genellikle minaresiz, küçük cami.
özdeyiş: Bir düşünceyi, bir duyguyu, bir ilkeyi kısa ve kesin
meşakkat: Zorluk, güçlük.
bir biçimde anlatan, genellikle kim tarafından söylendiği bili-
meşrep: Yaradılış, huy, karakter, mizaç.
nen özlü söz, vecize, kelamıkibar.
meşru: Yasal, uygun.
metafizik: Fizik ötesi.
P
mezhep: Bir dinin görüş, yorum ve anlayış ayrılıkları sebebiyle
pâk: Temiz, arı, duru.
ortaya çıkan kollarından her biri.
peygamber: İnsanlara Allah’ın buyruklarını bildiren, onları
mizan: Terazi. Tartı, ölçü aleti. Ölçü.
dine çağıran kimse, elçi, resul.
mucize: Peygamberlerin kendilerine inanmayan insanlara
pîr: Herhangi bir zanaatın, tarikatın kurucusu, ulusu.
peygamberliklerini ispat etmek amacıyla Allah’ın iznine bağlı
psikoloji: Ruh bilimi, ruhiyat. Bir grubu, bir bireyi belirleyen
olarak gösterdikleri olağanüstü olaylar, hâller. İnsanları hayran
hareket etme, düşünme, duygulanma biçimlerinin bütünü.
bırakan, tabiatüstü sayılan olay.
put: Doğaüstü güç ve etkisi olduğuna inanılan canlı veya can-
mûcizât: Mucizeler.
sız nesne.
muhtelif: Çeşit çeşit, çeşitli, birbirini tutmayan.
mushaf: Aslında türlü sayfalardan oluşan kitap anlamı taşıyan,
R
sonradan Kur’an anlamına kullanılan bir terim.
Rahîm: Koruyan, acıyan, merhamet eden Allah.
musibet: Ansızın gelen felaket, sıkıntı veren şey.
Rahman: Herkese, her canlıya merhamet eden Allah.
mutasavvıf: Tasavvuf inançlarını benimseyerek kendini
rahmet: Birinin suçunu bağışlama, merhamet etme. Halk ağ-
Allah’a adamış kimse, sofi.
zında yağmur.
mutmain: İnanmış, gönlü kanmış, emin olan.
reform: Daha iyi duruma getirmek için yapılan değişiklik, iyi-
müçtehit: Ayet ve hadislere dayanarak yargıya varan, karar ve-
leştirme, düzeltme, ıslahat.
ren din düşünürü.
resul: İnsanlara Allah’ın buyruklarını bildiren, onları dine ça-
münafık: Dinî kurallara inanmadığı hâlde inanmış gibi görü-
ğıran kimse, elçi, peygamber.
nen.
re’y: Düşünce, görüş, fikir.
münezzeh: Temiz, arı.
riya: İkiyüzlülük, gösteriş.
müphem: Açık ve belirgin olmaksızın.
rölativite: Görelik.
mürit: Bir tarikat şeyhine bağlanarak ondan tasavvufun yollarını öğrenen, onun doğrultusunda ilerleyen kimse.
S-Ş
müspet bilimler: Fizik, kimya, matematik gibi bilimler. Fen
bilimleri.
sahabe: Hz. Muhammed’i görmüş ve onun sohbetinde bulun-
müstakil: Kullanış yönünden başka bir yapı ile bağlantısı ol-
muş Müslümanlar, Hz. Muhammed’in arkadaşları.
mayan, bağımsız.
salavat: Hz. Muhammed’e saygı bildirmek için okunan dua.
müşrik: Allah’a ortak koşan kimse.
sanal: Gerçekte yeri olmayıp zihinde tasarlanan, mevhum, fa-
mütevazi: Alçak gönüllü. Gösterişsiz, iddiasız.
razi, tahminî.
196
SÖZLÜK
sarf: Dil bilgisi, yapı bilgisi.
teşbih: Benzetme.
sentez: Yalından karmaşık olana, külliden cüziye, zorunludan
tetkik: İnceleme. Araştırma.
olasıya, ilkeden onun uygulanmasına, genel yasadan bireysel
tevazu: Alçak gönüllülük.
duruma, nedenden etkiye, öncülden varılan sonuca giden dü-
tevekkül: Herhangi bir işte elinden geleni yapıp daha sonrasını
şünme biçimi, bireşim.
Allah’a bırakma.
server: Baş, başkan, reis, ulu.
tevhit: Allah’ın birliğine inanma, bir sayma, bir olarak bakma.
sistematik: Belli bir sistem üzerine kurulu, yönteme dayalı.
tevil: Yorum, açıklama.
sosyoloji: Toplum bilimi.
teyit: Onay, kabul.
subjektif: Öznel, objektif karşıtı.
tövbe: İşlediği bir günah veya suçtan pişman olarak bir daha
suhuf: Dört büyük kitap dışında bazı peygamberlere gönderi-
yapmamaya karar verme.
len ilahî bildirim.
sûr: İsrafil’in kıyamet kopmadan önce ve yeniden dirilişi bil-
U-Ü-V-Z
dirmek üzere üflediği niteliğini bilmediğimiz alet.
usül: Bir amaca erişmek için izlenen düzenli yol, tutulan yol,
sure: Kur’an’ın yüz on dört bölümünden her biri.
yöntem, tarz.
sünnet: Hz. Muhammed’in Müslümanlarca uyulması gerekli
ümmet: Hz. Muhammed’e inanarak, onun yaptıklarını ve söy-
sayılan davranışları ve herhangi bir konuda söylemiş olduğu söz.
lediklerini uygulayarak, onun ilkeleri etrafında toplanan Müs-
şirk: Allah’ın birden çok olduğuna inanma, Allah’a ortak ta-
lümanların tümü.
nıma, eş koşma.
üslup: Anlatma, oluş, deyiş veya yapış biçimi, tarz.
vacip: İslam dinine göre yapılması gerekli olan.
vahiy: Bir buyruk veya düşüncenin Allah tarafından peygam-
T
taassup: Bağnazlık, aşırı taraftarlık, körü körüne bağlılık, tu-
berlere bildirilmesi.
tuculuk.
vect: Sevgi veya heyecandan doğan coşkunluk, kendinden
tabiin: Sahabeleri görmüş olan Müslümanlara verilen isim.
geçme, esrime.
tahlil: Çözümleme.
zahir: Açık, belli.
tahrif: Bir şeyin aslını bozma, kalem oynatma, değiştirme
zikir: Anma, söyleme, sözünü etme. Bir tarikata bağlı olanla-
takrir: Yerleştirme, yerleştirilme. Anlatma, anlatış, ders verme.
rın Allah’ın adını art arda söylemesi.
takva: Allah’tan korkma. Dinin yasak ettiği şeylerden sakınıp
zooloji: Hayvan bilimi.
buyurduklarını yerine getirme, züht.
zulüm: Güçlü bir insanın yasaya veya vicdana aykırı olarak
tarikat: Aynı dinin içinde birtakım yorum ve uygulama fark-
başkasını uğrattığı kötü durum, kaygı, acımasızlık, haksızlık, cefa.
lılıklarına dayanan, bazı ilkelerde birbirinden ayrılan, Allah’a
züht: Tasavvufta yalnızca ibadetle meşgul olma.
ulaşma ve onu tanıma yollarından her biri.
tasarım: Zihinde canlandırılan biçim. Bir sanat eserinin, yapının veya teknik ürünün ilk taslağı, desen, tasar çizim, dizayn.
tasavvuf: İslam dininde varlık birliğini, kamutanrıcılığı temel
düşünce olarak alan, felsefeye bağlı, gizemci bir özel inanış
ve anlayış.
tasnif: Bölümleme, sınıflama.
tasvip: Bir düşünce veya davranışın doğru olduğunu belirtme,
onama, uygun bulma.
tebeu’t tabiin: İslam dininde tabiini görmüş Müslümanlar.
tebliğ: İnsanları dine davet etme. Bildirme, haber verme.
tefekkür: Düşünme, düşünüş.
telkin: Bir duyguyu, bir düşünceyi aşılama.
tenkit: Eleştiri.
teori: Bir olay, bir yapı yada düzenin nedenlerini açıklamak
isteyen genel düşünce, görüş; kuram.
terkip: Birleşim, birleştirme, bir araya getirme. Tamlama.
197
KELAM
KAYNAKÇA
Akseki, A. Hamdi, İslam Dini, İtikat, İbadet, Ahlak, Nur Yayınları, Ankara, 1983.
Akgül, Mehmet, Kur’an’da Din Kavramı ( Basılmamış Doktora Tezi)
Algül, Hüseyin, İslam’a Giriş Gençliğin İslam Bilgisi, Hz. Muhammed’i Bilmek, DİB, İstanbul, 2007.
Atatürk ve Türkiye, (Editör:Ayten Sezer), Siyasal Kitabevi, Ankara, 2003.
Atatürkçülük, Genelkurmay Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1984.
Alper, Hülya, İmanın Psikolojik Yapısı, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2002.
Aydın, Mehmet S., Din Felsefesi, Selçuk Yayınları, Ankara, 1997.
Aydın, Ömer, Kur’an-ı Kerim’de İman Amel İlişkisi, İşaret Yayınları, İstanbul, 2007.
Armağan, Servet, İslam Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler, DİB Yayınları, Ankara, 1992.
Bergson, Henry, Ahlak İle Dinin İki Kaynağı (çev.: Mehmet Karahasan), Ankara, 1962.
Bolay, Süleyman Hayri, Felsefî Doktrinler ve Terimler Sözlüğü, Akçağ, İstanbul, 1997.
Buharî, el-Câmiu’s-sahih, Darü’t-Tıbbatü’l Amire, İstanbul, 1315 H.
Buyruk, (hzl.: Fuat Bozkurt), İstanbul, 1982.
Câbirî, M. Abid, Arap Aklının Oluşumu (çev.: İbrahim Akbaba), İz Yayıncılık, İstanbul, 1997.
Can, Şefik, Divan-ı Kebir’den Seçmeler, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1998.
Cebeci, Lütfullah, “İsrâfîl”, DİA, C 23.
Cebeci, Lütfullah, “Mikail”, DİA, C 30.
Cürcânî, et-Ta’rifât (thk. İbrahim Ebyârî), Dâru’d-Diyan, yy., ty.
Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB Yayınları, Ankara, 2006.
Draz, M. Abdullah, Din ve Allah İnancı (çev., Bekir Karlığa), Bir Yayıncılık, İstanbul, 1958.
Ebu’l-A’la Mevdûdi, Tefhîmu’l-Kur’an, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996.
Eğri, Osman, Bektaşilikte Tasavvufi Eğitim, Horasan Yayınları, İstanbul, 2003.
Erbaş, Ali, Melekler Âlemi, Nun Yayıncılık, İstanbul, 1998.
Erdoğan, Mehmet, Akıl-Vahiy Dengesi Açısından Sünnet, İFAV, İstanbul, 1995.
Erkânnâme, (hazırlayan: Doğan Kaplan), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2007.
Eroğlu, Hamza, Türk İnkılap Tarihi, Savaş Yayınları, Ankara, 1990.
Eröz, Mehmet, Türkiye’de Alevilik ve Bektaşilik, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990.
Ersoy, Mehmet Âkif, Safahat (hzl.: M. Ertuğrul Düzdağ), İz Yayıncılık, İstanbul, 1991.
Esed, Muhammed, Kur’an Mesajı Meal-Tefsir ( çev.:Ahmet Ertürk, Cahit Koytak), İşaret Yayınları, İstanbul,
1999.
Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1981.
Fığlalı, Ethem Ruhi, Çağımızda İtikadî İslam Mezhepleri, Selçuk Yayınları, İzmir, 1990.
Gazalî, Muhammed, el-Mustasfâ min ilmi’l-usûl, Bulak, I-II, 1322.
Gazalî, Muhammed, İhyâ-u Ulumi’d-Din (çev.: Ahmet Serdaroğlu), Bedir Yayınları, İstanbul, 2002.
Gökberk, Macit, Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1996.
Gölcük, Şerafettin; Toprak, Süleyman, Kelam, Selçuk İlahiyat Fakültesi Yayınları, Konya, 1988.
Güler, Ali, Atatürk ve Cumhuriyet, Türkar Yayınları, Ankara, 2003.
Hacı Bektaş Veli, Makâlât (hzl.: Abdurrahman Güzel), Akçağ yayınları, Ankara, 2002.
Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi (çev.: Salih Tuğ), İrfan Yayınları, İstanbul, 1991.
Harputî, Abdullatif, Tenkîhu’l-Kelam fî Akaid-i Ehl-i İslam, TDV Yayınları, Elazığ, 2000.
Heyet, İlmihal, TDV Yayınları, Ankara, 2004.
İbn Rüşd, Faslu’l-Makâl (çev.: Bekir Karlığa), İşaret Yayınları, İstanbul, 1992.
İslamoğlu, Mustafa, İman Risalesi, Denge Yayınları, (3. Baskı), İstanbul, 1993.
İzmirli, İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelam, Ümran Yayınları, Ankara, 1981.
İzutsu, Toshihiko, Kur’an’da Allah ve İnsan (çev.: Süleyman Ateş), Ankara Üniversitesi. İlahiyat Fakültesi
Yayınları, Ankara 1975.
Karaman, Hayrettin, Mukayeseli İslam Hukuku, İrfan Yayınevi, İstanbul, 1982.
Karaman, Hayrettin; Özek, Ali; Dönmez, İbrahim Kâfi; Çağrıcı, Mustafa; Gümüş Sadrettin; Turgut, Ali,
198
KAYNAKÇA
Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, TDV Yayınları, Ankara, 1993.
Kılavuz, Ahmet Saim, “Cin”, DİA, C 8.
Kılavuz, A. Saim, İslam Akaidi ve Kelam Giriş, Ensar Neşriyat, (13. Baskı), İstanbul, 2007.
Kılavuz, A. Saim, “Azrail”, DİA, C 4.
Kısakürek, Necip Fazıl, Çile, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1962.
Kitab-ı Cabbar Kulu, (hzl.: Osman Eğri) Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2007.
Köse, Ali, “İman”, DİA, C 22.
Köse, Saffet, Din ve Vicdan Hürriyeti, İz Yayıncılık, İstanbul, 2003.
Kutlu, Sönmez, Alevîlik-Bektaşîlik Yazıları, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2006.
Kutlu, Sönmez, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
Ankara, 2002.
Morrisson, A. Cressy, İlim İman Etmeyi Gerektirir (çev.: Nureddin Boyacılar), DİB Yayınları, Ankara, 1972.
Muhammed, Fuad Abdulbaki, Mu’cemu’l-müfehres li elfâzi’l-Kur’ani’l-Kerîm, Çağrı Yayınları, İstanbul,
1986.
Onat, Hasan; Aydınlı, Osman; Demir, Hilmi, Kelam Ders Kitabı, MEB, İstanbul, 2008
Öner, Necati, Stres ve Dini İnanç, Ankara, 1989.
Öz, Mustafa; İlhan Avni, “İmamet”, DİA, C 22.
Özcan, Hanifi, Epistomolojik Açıdan İman, İFAV, İstanbul, 1992.
Özmen İsmail, Alevî-Bektaşî Şiirleri Antolojisi, Saypa Yayınları, Ankara, 1995
Özvarlı, M. Said, Kelamda Yenilik Arayışları, TDV İSAM Yayınları, İstanbul, 1998.
Pakalın, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, MEB Yayınları, Ankara, 1993.
Pascal, Blaise, Düşünceler (çev.: Metin Karabaşoğlu), Kaknüs Yayınları, İstanbul, 1996.
Pir Sultan Abdal Divanı, Ant Yayınları, İstanbul, 1994.
Ragıb El- İsfehanî, Müfredat, Daru’l-Kalemî, Suriye, 1996.
Sofuoğlu, Cemal; İlhan, Avni, Alevilik Bektaşilik Tartışmaları, TDV Yayınları, Ankara, 2005.
Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, İslam’ın Esası/ Üss-i İslam (hzl.: Adnan Baloğlu, Halife Keskin) DİB
Yayınları, Ankara, 1997.
Şeriati, Ali, Dinler Tarihi (çev.: Abdullah Şahin, Abdülhamid Özer), Seçkin Yayıncılık, İstanbul, 1988.
TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1992.
Tirmizî, Sünen-i Tirmizî (çev.: O. Zeki Mollamehmetoğlu), Yunus Emre Yayınları, İstanbul.
Topaloğlu, Aydın, Ateizm ve Eleştirisi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2004.
Topaloğlu, Bekir, İslam Kelamcıları ve Filozoflarına Göre Allah’ın Varlığı (İsbat-ı Vacib), DİB. Yayınları,
Ankara, 1987.
Topaloğlu, Bekir, Kelam İlmi, Damla Yaynları, İstanbul, 1988.
Tümer, Günay, “Din”, DİA, C 9.
Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, Ankara, 2005.
Uyanık, Mevlut, Tevhit, DİB Yayınları, Ankara, 2006.
Ünlü, İhsan, Alevilik Müslümanlık mı?, Popüler- Bilge Yayıncılık, İstanbul, 2006.
Üzüm, İlyas, Günümüz Aleviliği, Türkiye Diyanet Vakfı, İSAM Yayınları, İstanbul, 2000.
Üzüm, İlyas, Tarihsel ve Kültürel Boyutlarıyla Alevilik, İslam Araştırma Merkezi, İstanbul, 2008.
Üzüm, İlyas, Kültürel Kaynaklarına Göre Alevilik, Horasan Yayınları, İstanbul, 2004.
Yaman, Mehmet, Alevilik, İstanbul, 1994.
Yavuz, Yunus Şevki; Ünal, Zeki, “Cebrail”, DİA, C 7.
Yazım Kılavuzu, Türk Dil Kurumu, Ankara, 2005.
Yeprem, Saim, Kader, DİB Yayıları, Ankara, 2006.
Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig (hzl.:Yaşar Çağbayır), TDV Yayınları, Ankara, 2005.
Yüksel, Müfid, Bektaşilik ve Mehmed Ali Hilmi Dedebaba, Bakış Yayınları, İstanbul, 2002.
199
Download