öz CİLT 25 • SAYI 2 • 2012 G İSTANBUL TABİP ODASI’NIN SÜRELİ BİLİMSEL YAYINIDIR Klinik Gelişim Göz İlk Söz Bir Hazin Hürriyet Satarsın gözlerinin dikkatini, ellerinin nurunu, bir lokma bile tatmadan yoğurursun bütün nimetlerin hamurunu. Büyük hürriyetinle çalışırsın el kapısında, ananı ağlatanı Karun etmek hürriyetiyle hürsün! Sen doğar doğmaz dikilirler tepene, işler ömrün boyunca durup dinlenmeden yalan değirmenleri, büyük hürriyetinle parmağın şakağında düşünürsün vicdan hürriyetiyle hürsün! Nazım Hikmet Ran İçindekiler 1 Refraktif Cerrahi Ahmet GÜCÜKOĞLU 7 Glokom Belgin İZGİ 12 16 20 26 35 40 50 Katarakt ve Tedavisi Nilüfer GÖZÜM Diyabetik Retinopati Zafer CEBECİ, Koray AKARÇAY Vitreo - Retinal Cerrahi, “Dünü - Bugünü...” Tunç OVALI Üveitlere Genel Bakış İlknur TUGAL TUTKUN Kornea Nakli Nilüfer ALPARSLAN Binoküler Görme ve Şaşılık Acun GEZER Çocukluk Çağı Göz Kapağı Hastalıkları Lale KÖZER BİLGİN 56Retinoblastom Samuray TUNCER 66 Bakteriyel Keratit Yonca AYDIN AKKOVA, Sirel GÜR GÜNGÖR Klinik Gelişim İstanbul Tabip Odası’nın Süreli Bilimsel Yayınıdır Üç ayda bir yayımlanır • Cilt: 25 • Sayı: 2 • 2012 SAHİBİ İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu Adına Doç. Dr. Gökhan METİN Prof. Dr. Taner GÖREN SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Dr. Halit TOGAY EDİTÖR Prof. Dr. Tunçalp DEMİR İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz YAYIN KURULU Prof. Dr. Ali Serdar FAK Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları, Kardiyoloji Prof. Dr. Nahit ÇAKAR İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Prof. Dr. Özgür KASAPÇOPUR İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Prof. Dr. Raşit TÜKEL İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Prof. Dr. Süleyman ÖZYALÇIN İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Dr. Ali ÖZYURT Dr. Siyami Ersek Göğüs-Kalp-Damar Cerrahisi Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon DANIŞMA KURULU Prof. Dr. A. Özdemir AKTAN Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Prof. Dr. Ahmet ERÖZENCİ İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Üroloji Doç. Dr. Arda SAYGILI Acıbadem Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Fizyoloji YAYIN KOORDİNATÖRÜ Prof. Dr. Gürsu KIYAN Pervin ALTUNTAŞ Prof. Dr. Hüseyin Cem ALHAN GRAFİK TASARIM Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Acıbadem Fulya Hastanesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Prof. Dr. İsmail ÇEPNİ İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Prof. Dr. Levent KABASAKAL Prof. Dr. Levent SALTIK Mithat HAMARAT İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Kardiyolojisi YAZIŞMA ADRESİ Doç. Dr. Muzaffer BAŞAK Klinik Gelişim Dergisi Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyodiagnostik Prof. Dr. N. İlknur TUĞAL TUTKUN İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları Doç. Dr. Nadi BAKIRCI Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Tel: 0212 514 02 92 - 94 Faks: 0212 526 65 65 Prof. Dr. Nurhayat YILDIRIM www.klinikgelisim.org. tr www.istabip.org. tr/klinikgelisim Prof. Dr. M. Orhan ÇİZMECİ YAYIN HAZIRLIĞI Prof. Dr. M. Önder ERGÖNÜL Asimetrik ve Paralel Tanıtım Reklam ve Org. San. Tic. Ltd. Şti. İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıklarıve Klnik Mikrobiyoloji Doç. Dr. Önder KILIÇOĞLU İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji Prof. Dr. R. Peykan GÖKALP Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Psikiyatri Prof. Dr. Pınar SAİP Prof. Dr. Beyhan ÖMER İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Biyokimya ve Kilinik Biyokimya Doç. Dr. H. Cihangir YURDOĞLU Bayındır İçerenköy Hastanesi, Ortopedi ve Travmatoloji Doç. Dr. Coşkun YORULMAZ İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Adli Tıp Doç. Dr. Çetin VURAL Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Doç. Dr. Fügen AKER Haydarpaşa Numune E. A. H, Patoloji Doç. Dr. Gökhan AYGÜN İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Tel: 0216 465 64 44 (Pbx) Faks: 0216 465 64 45 [email protected] www.asimetrikparalel.com Prof. Dr. Sedat Sadık KOCA BASKI İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Golden Print Prof. Dr. Selma KARABEY Prof. Z. Serhan TUĞLULAR 100. Yıl Ma­hal­le­si Mat­ba­acı­lar Si­tesi 1. Cad­de No: 88 Bağcı­lar/İs­tan­bul Prof. Dr. Şahika YÜKSEL Tel: (0212) 629 00 24/25 Prof. Dr. Talat KIRIŞ Bu dergi, ülkede tıp biliminin yayılmasını amaçladığından, KDV’den muaftır. Doç. Dr. Baki ARPACI Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji Göksu Mah. Akkavak Cad. Oya Çiçeği Sok. B158b Anadoluhisarı Beykoz/İstanbul Prof. Dr. Sabahattin SAİP İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Prof. Dr. Berrak YEĞEN İstanbul Tabip Odası Türkocağı Cad. No: 17 34440 Cağaloğlu/İST. Prof. Dr. Nergis ERDOĞAN Doç. Dr. Arzu UZUNER Prof. Dr. Mazhar Osman Bakırköy Ruh Sağlığı Hastalıkları E. A. H. Nöroloji Prof. Dr. Ahmet GÜL WEB TASARIM İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği KAPAK FOTOĞRAFI İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Prof. Dr. Arzu DENİZBAŞI Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Acil Hekimlik Emin PETEK İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları, Nefroloji İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Prof. Dr. Tülay ERKAN İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Prof. Dr. Nazire Yeşim AFŞAR FAK Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Prof. Dr. Pınar KADIOĞLU İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları ISSN: 1300-0675 © Copyright Türk Tabipleri Birliği - İstanbul Tabip Odası Baskı Tarihi: Nisan 2012 Editörden “Göz bu, başka şeye benzemez” Oftalmoloji pratiğinde hastalarımızdan sıklıkla duyduğumuz bu sözler, toplumda göz sağlığına verilen önemin belki de en saf ifadesidir. Buna karşılık 6 yıllık tıp eğitimi içinde Göz Hastalıkları sadece küçük stajlardan biri olup, sınırlı ve anlaşılması güç konulardan biri olarak kalmaktadır. Branş dışı hekimlerin bilgilerinin geliştirilmesi ve güncellenmesi hastaların doğru bilgilendirilmesi ve yönlendirilmesi için şarttır. Bu nedenle Klinik Gelişim Dergisi’nin bu sayısının Göz Hastalıkları konusuna ayrılmasına olanak veren Yayın Kurulu ve Editörlerine teşekkür ederim. Oftalmoloji son yıllarda en hızlı gelişme kaydeden tıp dallarından biridir. Yeni cihazlar ve yöntemler pek çok göz hastalığının tanı ve tedavi yaklaşımını değiştirmiştir ve değiştirmektedir. Mikrocerrahi tekniklerdeki gelişmeler, çeşitli laser cihazlarının kullanıma girmesi, yeni cerrahi materyal ve implantlar göz cerrahisinde yeni bir çığır açmıştır. Göz hastalıkları, sıklıkla göz küresinin boyutu ile ilişkilendirilerek “küçük bir saha” olarak tanımlanmaktadır. Ancak, çağın gereksinimleri doğrultusunda göz hastalıkları da üst düzey uzmanlık ve bilgi birikimi gerektiren çok sayıda alt birime ayrılmaktadır. Konularında uzman meslektaşlarımızın katkılarıyla gerçekleşen bu sayının göz hastalıkları konusunda bilgilerini güncellemek isteyen okurlara yararlı olmasını umuyorum. Saygılarımla, Prof. Dr. İlknur Tuğal Tutkun Refraktif Cerrahi Ahmet GÜCÜKOĞLU İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Refraktif cerrahi önce korneada başlayan, hızla artan ilgi ve güvenle uygulama alanı refraktif lens cerrahi teknikleri ile genişleyen çağımızda en fazla heyecan veren cerrahidir. 1970 lerden bu yana tüm dünyada 50 milyonu aşkın insanda görme kusurlarının tedavi edilmesi ile değişik bir özgünlük sağlanmıştır. Bu özgürlük onlara gözlük yada kontakt lens kullanırken yaşamadıkları değişik alternatifler sunmuştur. Excimer Laser’in kullanım alanına girmesi ile oftalmolojide yeni bir çığır açılmıştır. Günümüzde 25-45 yaş grubunda nüfusun %25-40’ında refraktif kusurların düzeltilmesinde istek ve uygulamada Excimer Laser ilk şeçenek olmaktadır. Doğal bir görünüm, spor aktivitelerinden sınırsız yararlanma, rüzgar, yağmur, toz gibi ortamlarda az rahatsızlık, ömür boyu maddi giderden ekonomik kurtulma refraktif cerrahi önde gelen avantajlarıdır. Gözün optik gücü başlıca korneal ön yüzeyin eğriliğinden kaynaklanmaktadır. Bu gözün toplam kırma gücünün 2/3 üne eşittir. (+48D). Keratorefraktif işlemler olarak sınıflandırılan işlemlerde korneanın şeklini değiştirerek gözde yeni kırma gücü kazandırılır. Bu son durumda gözün kırılma kusuru yok olmuş veya iyice azalmıştır. Önceki yıllarda kornea dokusundaki excimer laser uygulamaları refraktif cerrahi sınırlarını belirlerken, günümüzde gözün ikinci büyük kırıcı ortamı olan lensin cerrahisi ve göz dokusuna yapılan ilaveler ile refraktif cerrahi çeşitliliği artmaktadır. Refraktif Cerrahi Çeşitleri Refraktif cerrahi 1970 de İnzisyonel Refraktif cerrahi olarak başladı, Yüzey Kornea Ablasyonu ile devam etti. 1995 de Lasik ile populer oldu, 2009 da kişiye özel cerrahi teknikleri ve femtosaniye laser ile güven artttı, sonuçları hasta memnuniyeti açısından gelişti. Refraktif cerrahi, cerrahi tekniğin değişen teknolojiye sıkısıkı bağımlı olduğu özgür bir alandır. Bu alanda gelişme sürmektedir. Geçen 20 yıllık süre içinde refraktif amaçlı lens cerrahisi teknik olarak çok gelişti, kullanılan göziçi lensleri modernize oldu, küçük kesi ve üstün fako aleti ile refraktif cerrahide destek ve kombine uygulama şartlarını sağladı. Kompakt göz cerrahisi kavramı doğdu. Teknoloji ile katarakt ameliyatı sonrası astigmatizma küçük kesi ameliyatları ile aşıldı. Yeni dioptri hesaplamaları ile göziçi mercek dioptri şeçimi daha duyarlı oldu. Katlanabilir multifokal, torik, akomodatif göziçi mercekleri ile refraktif amaçlı ameliyatlar rutin kullanılır hale geldi. Klinik Gelişim Korneal ve göziçi refraktif cerrahinin birlikte uygulandığı BİOPTİKS sayesinde büyük değerdeki refraktif kusurlar göziçi mercekleri ile birlikte ince ayar laser cerrahisi aracılığı ile sonuçlandırıldı. Günümüzde Korneal Refraktif uygulama %80-90 oranında iken Refraktif Lens Cerrahisi %10-15 uygulanmaktadır. Bu orana katarakt sonrası dioptri sapmaları dahil değildir. Refraktif cerrahi için uygun olmayan hasta grubunun azımsanmayacak kadar var olduğu bilinmelidir. Laser için başvuran hastalarda %30 a yakın uygunluk bulunmayabilir. Refraktif Cerrahi; a- Korneal b- Lentiküler olarak iki grubta toplanabilir. Ayrıca Kombine uygulamalar dikkati çekmektedir. Keratorefraktif - Korneal işlemleri: 1- İnsizyonel cerrahi 2-Laser ablasyonu 3-Lameller yöntemler 4-Korneal implantlar 5-Korneal büzüşme uygulamaları şeklinde geniş bir yelpaze olarak Refraktif Cerrahi içinde yer almaktadır Refraktif Lentiküler - Lens işlemleri: 1-Fakik göziçi merceği implantasyonu 2-Şeffaf lens cerrahisi 3-Üstüste çift göziçi lensi uygulama vs dir. Bu yazıda bu konuda detaylı bilgi bulunmamaktadır. Cerrahinin benimsenme, gelişme ve terkedilme zamanları olabilir. Refraktif amaçlı İnsizyonel işlem olan Radial Keratomide kesiler sonunda merkezde düzleşme olur, ancak bu iyi görmede günlük oynamalar yaptığından diğer yöntemlerin gelişmesine bağlı olarak terk edilmiş durumdadır. Günümüzde astigmatizmanın düzeltilmesinde azda olsa kullanılmaktadır. Ametropi düzeltmek için korneanın inlay ve onlay işlemleri uzun zamandır bilinmektedir. Son çalışmalarda Presbiyopinın Alloplastik Keratofaki İnlay’leri başarılı bulundu. başarılı bulundu. Lasik yönteminde Excimer Laser ile yapılan kornea ablasyonu duruma göre merkezde veya periferide değişiklik yapar. Miyopide sentral kornea dokusunda uzaklaştırma söz konusudur. Hipermetropda ortaperiferik kornea tedavi görür. Sonuçta merkez dikleşir. Kullanılan laser tedavi zon büyüklüğü hipermetropta optik zondan büyük olmalıdır. Miyoplarda önemli olmayan bu konu ameliyat sonrası halo ve yansıma ile ilgilidir. Göz Kırılma Kusurları Miyopi Miyopi gözlerin yakındaki cisimleri net olarak gördüğü ama uzaktaki cisimleri net olarak göremediği bir durum1 2012; 25: 1-6 dur. Miyopi kelimesi Latince “kapalı göz” kelimesinden gelir çünkü miyop kişiler uzağı daha iyi görmek için gözlerini kısarlar. Miyopi sıklıkla kalıtımsaldır ve 8-12 yaşlarında çocuklarda ortaya çıkar. Gençlik yıllarında vücut büyüdükçe miyopi de artar ve erişkin yaşta belli bir seviyede kalır. Miyopiyi etkileyen en önemli faktör kalıtım yani ailede miyop bulunmasıdır. Aşırı okuma, gözleri az ışıkta kullanma ya da beslenme yetersizliği miyopiye sebep olabilir. Miyopinin sebebi genellikle gözün oval oluşudur ve göz merceğinin uzaktaki cisimlerden gelen ışınları retina üzerinde odaklaştırmaya yetecek derecede şeklini değiştirmesi imkansızdır. Nadiren miyopinin sebebi korneanın şeklinde bir değişiklik ya da göz merceğinin şeklinde bir değişikliktir. Hemen hemen bütün miyoplarda vücudun büyümesiyle artan basit miyopi vardır. Miyopi artsa bile bu normal büyümenin sonucudur. Ergenlik çağında çocuğun vücudu büyüdükçe gözün uzunluğu da değişir ve 6 ayda bir yeni gözlük gerekebilir. Bu tıpkı büyüyen ayaklara uygun büyük ayakkabı almaya benzer. Miyopi bir kaç yıl hızla ilerler, daha sonra çok az değişir. Yirmi yaşlarında meydana gelen erişkin tipi miyopi de vardır ama genellikle 20-40 yaş arasında çok az değişiklik olur. Gözlük ya da kontak lenslerle düzeltilir. Bunlar alttaki nedeni ortadan kaldırmazlar, sadece ışınları retina üzerinde odaklaşacak şekilde kırarak gözün uzunluğunu dengelerler. Günümüzde uygun şartlarda cerrahi tedavi yapılmaktadır Patolojik miyopi: Gözlük ya da kontakt lenslerle düzeltilemeyen, görme kaybına neden olabilen bir miyopi tipidir. Genellikle kalıtımsaldır. Hızla ilerleyerek retinanın yırtılmasına ve gözün arkasından kalkmasına yol açabilir. Göz dibinde bu gibi değişiklikleri belirlemek için göz doktoruna sık sık muayene olmak gerekmektedir. Kornea ve Lens de refraktif cerrahi için uygunluk aranmalıdır. Hipermetropi Göz küresi genellikle normalden daha kısadır (miyopinin tersi, miyopide göz uzundur.) Bu kısalık göz merceğinin yakındaki cisimlerden gelen ışınları retina üzerinde odaklaştırmasını güçleştirir. Nadiren korneanın düzlüğü ya da göz merceğinin incelmesi de hipermetropiye neden olabilir. Normalde bütün çocuklar orta derecede hipermetropturlar. Gençlik yıllarında bu giderek azalır. Bebeğin küçük ve hipermetrop olan gözü büyüyüp uzadıkça hipermetropi azalır. Hipermetrop olan küçük çocuklar genellikle hem uzağı hem yakını iyi görürler. Çünkü göz merceğinin odaklama yeteneği gözün kısalığını karşılamaya yetecek kadar kuvvetlidir. Hipermetropi çocuklarda şaşılıkla birlikte olabilir, çünkü göz kasları yakını görmek için kuvvetle kasılmak zorundadır. Çocuklarda başağrısı ve okumaya karşı ilgisizlik gibi görme dışı 2 belirtiler hipermetropi için uyarıcı işaretlerdir. Miyopi gibi hipermetropi de kalıtımsaldır. Refraktif cerrahi için uygun hastalarda yüksek değerlerde regresyon-geriye dönme riski bulunur. Astigmatizma Astigmatizmanın nedeni genellikle korneanın düzensizliği ya da çarpıklığıdır. Normal görme için kornea düzgün ve her yönde eşit eğimde olmalıdır. Astigmatizmada korneanın eğimi bir yönde daha fazladır. Başka bir deyimle kornea basketbol topundan çok oval amerikan futbol topuna benzer. Astigmatizmada görüntü yüzeyi dalgalı aynada ya da sirklerdeki çok uzun, çok şişman ya da zayıf gösteren aynalardaki görüntüye benzer. Astigmatizma da kalıtımsaldır. Doğumda olabilir ve genellikle hayat boyu değişmeden kalır. Düşük derecede astigmatizma çok sık görülür ve genellikle düzeltilmesi gerekmez. Eğer kıvrılma düzenli ise ya da düz çizgi halindeyse astigmatizmanın düzeltilmesi zor değildir. Böyle durumda bu kıvrılmayı nötralize edecek bir gözlük verilebilir. Bununla birlikte göz yaralanmasından sonra nedbe oluşması gibi bazı durumlarda korneadaki kıvrılma düzensiz olabilir. Düzensiz astigmatizma denen bu durumu düzeltmek daha zordur. Astigmatizmada bulanık görme gözlük ya da kontakt lensle düzeltilir. Presbiyopi İnsanlar yaşlandıkça, yakındaki nesneleri görmeleri güçleşir, okuma ve yakın çalışma için gözlük kullanmaları gerekir. Bu duruma presbiyopi (yaşlı göz) denir. 40 yaşına gelindiğinde gözün merceği esnekliğini kaybeder ve yakındaki cisimler üzerinde odaklanamaz. Presbiyopi orta yaşın kaçınılmaz bir değişikliğidir. Genellikle okuma gözlükleriyle düzeltilir. İlerlemesini azaltmak için herhangi bir diyet ya da egzersiz gibi bir tedavisi yoktur. Miyopi, hipermetropi, astigmatizma gibi bir refraksiyon kusuru olan presbiyop hastalara bifokal ya da multifokal camlar verilebilir. Refraktif cerrahi ile başarılı sonuçlar alınabilmektedir. Hipermetrop presbiyopide göziçi multifokal mercekle yapılan ameliyatların sonuçları yüz güldürücüdür. İntracor femtosaniye laserle yapılan işlemlerde ameliyat sonrası yakın görme normale yaklaşmaktadır. Eksimer Laser Gözde kırılma kusurlarını düzeltmek için kullanılan laserdir. 1986 yılı başından beri uygulanmaktadır. ArF-ultraviole 193 nm Laserdir. Üretilen ışığın özelliği, üzerine düştüğü yerdeki kornea dokusunun monekülleri arasında karbon bağlarını çözerek istenilen bölgede ve istenilen miktarda dokuyu ortadan kaldırmak suretiyle korneaya yeni şekil verilmesidir. Korneal kollojen moneküllerideki peptid iskeletini oluşturan karbon ve karbon-nitrojen bağlarını doğrudan kıracak yeterli enerji 193 nm fotoablasyonla mümkündür. Diğer ablasyon yöntemleri olan PRK, LASEK, Epilasik yüzeyel ablasyon teknikleridir. Lasik de ise korneada lameller bir flep altınKlinik Gelişim A. GÜCÜKOĞLU da laser uygulanır. En populer uygulama olsada sınırları vardır. Aslında sonuçlar PRK ile aynı değerdedir. Lasik de daha az ağrı, daha hızlı iyileşme, daha az topografik düzensizlikler ortaya çıkar. Yüksek derecelerde kornea saydamlığı etkilenebilir. Flep hazırlığı mikrokeratom bıçakları veya femtolaser bıçaksız laser ile elde edilir. Excimer Laser unit içinde eye-tracker (Göz İzleme Modu) vardır. Hasta gözünü oynatsa bile laser ışınını kontrol eden sistem bunu telafi eder. Ablasyon, geniş ışın (broad-beam), tarayıcı yarık (scanning-slit) ve uçuşan nokta (flying-spot) olarak üç çeşittir. Son şekilde meskeleme gerekmez, yüzeyin üzerine yansıtılan patern kullanılır. Hız ve enerji uygulamanın süresini kısaltır, yüzey düzeni için yüksek hız, uygun enerji ayarı yapılmalıdır. Kırılma kusurlarının eksimer laser ile düzeltilmesinde standart ve kişiye özel olmak üzere iki temel yaklaşım kullanılmaktadır. Kişiye özel yaklaşımda wavefront ve topografik ablasyon olarak iki grupta değerlendirilir. Bu tedavide mevcut kırma kusurunun tamamının düzeltilmesi planlanır. Yeniden şekillendirme işlemi mikronlar ile ölçülebilecek boyuttadır. Standart tedavide halo, kontrast değişiklikleri görme kalitesini etkileyen olaylar prolat korneanın oblat kornea haline dönmesi ile ilgilidir. Gerek aberometre verileri gerekse femtosaniye ile korneal flep hazırlığı ve aberasyon sonunda kişiye özel tedavi olarak yukardaki şikayetler azalır ve aberasyon miktarını ifade eden rms –root mean square görmeyi olumlu şekilde etkiler.. Uygulama Sınırları LASİK ABLASYON- 8. 00 ve + 5. oo arası astigmat 4 D e kadar YÜZEY ABLASYON FAKİK GÖZİÇİ LENSİ - 6. 00 ve - 20. 00 arası Astigmat Torik IOL REFRAKTİF LENS DEĞİŞİMİ Hipermetrop veendike her dioptri Flep Hazırlığı Eksimer laser uygulama öncesi Lasik tekniğinde kornea lameller olarak ayrılır. Buna flep hazırlığı adı verilir (şe- kil 1). Mikrokeratom ile yapılan bu işlem son dönemde femtosecond laserler ile hazırlanan bıçaksız uygulamalarla yer değiştirmektedir. Mikrokeratom ile flep kalınlığı bıçak geçiş sürati, hasta yaşı, kornea kalınlığı, astigmatizma değerine bağlı farklılık gösterebilir. Flep kalınlığı 100-120 mikron olmalıdır. Mikrokeratomlarda mekanik sorunlar olumsuzlar yapabilir. Korneal stromal yatakta tümsek oluşu sonuçu bozar. Geride kalan stromal kalınlık en az 280-300 mikron olmalıdır. Kornea limbustan limbusa yaklaşık 200 paralel lameller içinde sıralanmış kollojen fibrillerden oluşur. Prepupiller alanda daha sık paketlenmişlerdir. Epitelial hasar altta uzanan keratositleri apoptosize eder, kalanlar glikozaminogligan ve kollojen üretir. Saydamlık değişir. Lameller kesi sonrası bu yanıt yüzeyel ablasyona göre daha geç başlamaktadır ve sınırlıdır. Saydamlık bozulmaz. Femtosaniye Laser (Tarayıcı İntrastromal laser), kornea stromal yatak temizliği, lameller yapının kolay ayrılması ve yerine yapışması nedenleriyle tercih edildi. Burada laser atışları pikosaniye cinsinden saniyenin katrilyonda biri değerindedir. Binlerce bitişik atışlar lameller fleple sonuçlanır. Bu işlemde ensık raster tarama kullanılır. Bıçaksız laser adı verilen bu teknikle yara daha hızla iyileşir, daha az komplikasyon nedenidir ve daha net görme kısa zamanda elde edilir. Gece görme sorunları daha nadirdir. Mekanik keratomlar, keratom kafasından dışarı çıkan kornea dokusu içinde bir lamellar kesi oluşturarak, menüsküs flep oluştururlarken; femtosaniye lazer keratomlar, yüzeyi düzleştirilmiş korneada belli derinlikte yatay kesi ve bunun kenarlarında dikey kesi oluşturarak planar flep oluştururlar. Daha iyi derinlik kontrolu, flep boyutu ve konumu femtosaniye laserle sağlanır. Kalınlık yanında flep çapı, menteşe yeri, menteşe açısı, yatak enerjisi, spot aralığını içeren değişkenlerı ayarlamak mümkündür. Ameliyat süresi biraz daha uzundur, fazla enerji DLK (keratit) nedeni olabilir. Hasta Değerlendirilmesi Refraktif cerrahi kişi isteğe bağlı bir işlemdir. Gören gözde yapılacak cerrahi işlem için hastanın bilinçli olarak uygulamadaki kararı gereklidir. Bilgilendirme yanında detaylı ve yorucu bir ön muayene ve tetkikler gerektirir. Hasta beklentilerinin anlaşılması, düz ve ilaçla refraksiyon, önsegment ve gözdibi muayenelerini içeren tam temel test sınavı her hastaya eksiksiz olarak yapılmalıdır. Fayda ve riskler tartışılmalıdır. Hastadan Aydınlatılmış Onam alınması gereklidir. Objeleri çok yakından inceleme olanağı bulunan miyop hastalar ameliyat sonrası yakın noktanın uzaklaşması nedeniyle özellikle 40 yaş üzerinde durumdan hoşlanmayabilirler. Pakimetri kalınlık değerlerini ultrason kullanarak bulur. Şekil 1: Korneal flep Klinik Gelişim Bağ dokusu hastalıkları yara iyileşmesinde olumsuz rol oynarlar. İzotretinoin (Accutane), Amiodaron (Cordarone), Sumatriptan (İmiptrex) kullanan hastalarda uygula3 2012; 25: 1-6 ma sakıncalıdır. Emzirme ve hamilelik durumları tedavi için kontrendikasyondur. Gözde Blefarit, Retina yırtığı bulunmamalıdır. Kontakt lens kullananlardan 1-2 hafta tedavi öncesi bırakmaları istenir. Hasta yaşı hasta memnuniyeti açısından önemlidir. 40 yaş miyopi düzeltmesinden sonra yakın görme durumu açıklanmalıdır, bu hastalara monovizyon tanıtılmalıdır. Düzeltilmiş görme keskinliği saptanan genç hastalarda manifest değerler üzerinden düzeltme yapılır. Pupilla çapı önemlidir. Geniş gözbebeği çapı olanlarda ameliyat sonrası kamaşma ve hale şikayetleri beklenilir. Tedavide optik zonun pupilla çapından büyük seçilmesi uygundur. Dar palpebral aralığı olan, geniş kaş aralığı olanlarda göze vakum yapan halkaların yerleştirilmesinde zorluk çıkabilir. Gerçekci beklentiler; Laser cerrahisi olmak için karar vermek hastanın kendisine düşmektedir. beklentilerin uygun olması, kararın umut ve yanlış kavramlardan ziyade gerçeklere dayandırılması gerekmektedir. Refraktif cerrahinin amaçı kişinin gözlük yada kontakt lensler bağımlılığının ortadan kalkmasıdır. Kişisel doku iyileşme şekli farklı olabilir. Laser tedavisi her zaman tam görme sağlamamaktadır. Yakın görme laserleri yanıltıcı olabilmektedir. Snellen görme keskinliği iyi, ancak görme yakınmaları ve önemli derecede yüksek düzey ablasyonları olan hastalar wavefront rehberli reoperasyon denenebilir Uygulama Karar verildiğinde kontakt lens bırakılmış olmalıdır. Kozmetikler bir süre kullanılmamalıdır. Operasyonda gözler sadece topikal damla ile uyuşturulur. Hastanın sakin olması gerekir. Stres için önlem alınır. Göz silinerek temizlenir. İşlem mikroskop altında yapılmaktadır. Kornea sabitlenmesi ve sertleşmesi için vakum halkası kullanılır. Görme bozulur. Flep hazılrlığı tamamlandıktan sonra flep ayrılır ve alttaki temiz ve düz kornea yatağında Eksimer Laser ablasyonu yapılır (şekil 2). Süre enerji ve spot yapısı önceden bellidir. Bazı cihazlarda bulunan iris tanıma özelliği ile işlem güveni arttırılır. Flep kapatılır, yerine oturması için dikkat gösterilir ve gerekirse bandaj kontakt lens konularak işlem sonlandırılır. Refraktif cerrahyi kırılma kusurlarının Şekil 2: Laser Ablasyonu 4 düzeltilmesinde farklılık gösterebilir. Uygulama göz yapısı ve hasta isteğine bağlı değişebilir. LASEK-Epi Lasik sadece epitelyum tabakasının alkol yardımı ile kaldırılması ve yüzeyel ablasyon yapılma şeklidir. İnce kornea kalınlığı saptanan kişilere yapılır. Döğüş sporu yapan kişilere önerilir. İ-Lasik, Lasik en sık uygulama şekilleri olmuştur. PRK, Lasek, Epilasik daha seyrek kullanılır. Yakın görme laserleri yanıltıcı olabilmektedir Femtosaniye Laserlerle korneada lameller flep hazırlama, eksimer laser uygulaması öncesi kişiye özel wavefront değerlendirme ve uygulamada iris tanıma yönteminin kullanılması en benimsenmiş güncel tedavi şeklidir.. Böylelikle gerek görme kalitesi gerekse ameliyat sonrası sorunların azlığı sağlanmış bulunmaktadır. Az sayıda hastada hedefden sapma veya regresyon sorunu yaşanabilir. Bunun 3-6 ay sonraki değerlendirmede korneal flep kaldırılarak yeniden tedavi gerekebilir. Uygulama Sonrası Lasik tedavisinde yanma sulanma bulanık görme kişiden kişiye farklı derecede 1-2 gün sürer. Yüzeyel tedavilerde daha uzun sürede elde edilir. Görme bu sürede açılır netleşir. Kesin iyileşme 2-4 ayı bulur. Hastalar kısa sürede işlerine dönerler. Aktivite sınırı yoktur. Renkli gözlük kullanılması hastayı rahatlatır. Çoğu hastada kuru göz belirtisi yanma, acıma şikayetlerinin giderilmesi için yapay göz yaşı damlaları kullanılır.. Bu belirtiler 4-6 ay sürer. Antibiotik ve kortizon damlaları 1-2 hafta düzenle kullanılır. Kortizon damlaları yüzey ablasyonlarında daha sık ve uzun süre kullanılmalıdır. Gece araba kullanma sorunları günümüz tedavi protokollerinde azalmış durumdadır. Komplikasyon sınırlıdır. Aşırı düzeltme, yetersiz düzeltme, sentral adacık, optik ablasyonlar, desentralize ablasyon sorun veren ameliyat sonrası durumlardır. Daha büyük zon, daha düzenli ve sentralize iyi bir optik zon ile gece daha kaliteli görme saptanır. Wavefront ve Topografik Değerlendirmeler Wavefront Analizi; Kornea Topografisi ve Retinoskopi kombinasyonudur. Kişiye özel tedavi için geliştirilmiştir. En sık Hartmann Shack aberometresi kullanılır. Wavefront, virgül (koma) Yonca (trefoil) Dörtyaprak (tetrafoil) gibi düzensiz astigmatların incelenmesinde olanak sağlar. Bu nedenle kişiye özel tedavilerin sonuçlarına olumlu sonuç getirir. Wavefront aberasyonları yüzeyleri tanımlamaya yarayan basit formüller olan Zernike polinomlarıyla açıklanır. Bunlar üç boyutludur. Sapmanın ortalaması olan rms (root mean square) hatanın değerini açıklar. Bu tür tedaviler standart tedavi yanında daha fazla dokunun ablasyonuna gerek duyulan tedavilerdir. Wavefont Optimize teknikte periferik atış sayısını arttırarak sferik şeklin korunması mümkün olur. Sferik aberasyon gelişimini engeller. Yüksek sıralı aberasyonlar Klinik Gelişim A. GÜCÜKOĞLU üzerinde etkisi yoktır. Wavefront Rehberli uygulamada iris tanıma gerekir, aberometre kullanılır. Wavefront analizi objektif- subjektif refraksiyon ölçümü yapar. Manifest refraksiyon ile bu alet değerleri birbirinden çok farklı ise hasta iyi bir aday olmayabilir. Aberasyon sapmalarının varlığını işaretler. Küçük çaplı pupillası olanlarda wavefront tedavi mümkün olmayabilir Korneal topografi korneal eğrilik incelemesi için renkli haritalar sunar. Topografi düzensiz astigmat değerlendirmede çok yararlıdır. Plasido tabanlı sistemde korneal yüzey incelenir. Hastaların üçte ikisinde yuvarlak-oval veya papyon şeklinde simetrik astigmatizma örneğine sahip normal kornea vardır. İnferior düzleşme, superior dikleşme, asimetrik papyon şekli anormal olarak aranılanların başında gelmektedir. Kontakt lens ile olan dikleşme, keratokonus, travma sekeli, dejeneratif kornea yapısını değerlendirmek mümkündür. Ayrıca bu yöntemle evvelce yapılan tedavinin sonuçunu değerlendirebiliriz. Tam gelişmemiş tabloların izlenmesi yapılır. (Forme-Fruste) Korneal şekli ilgilendiren bir başka durum ise geleneksel keratorefraktif cerrahiler sonrası sferik refraktif kusur ve astigmatın azalması yanında korneal yüzey düzeni açısından değerlerin artması olacağıdır. Bu durum topografide düzensiz astigmatizma veya wavefront analizinde yüksek sıralı sapmalar olarak izlenir. Bu durum cerrahi sonrası oluşan optik komplikasyonlara yol açmaktadır. Merkez kornea periferik korneadan dikse prolat düzse oblattı. Prolat kornealar sferik sapmaları azaltır, oblat olanlar arttırır. Yüksek sıralı aberasyonların görmeye etkileri farklı ve karışıktır. Ve pupilla çapı ile ilgilidir, bu nedenle aydınlığın azaldığı ortamda belirtiler belirginleşir. Femtosaniye Laserler Femtosaniye laserler, kornea içinde odaklayarak, komşu dokularda hasar yaratmadan, intrastromal kesiler oluşturabilmektedir. Femtosaniye laserler, günümüzde en sık LASIK flebi oluşturma ve kornea içi halka implantasyonu için intrastromal kanal oluşturma amacıyla kullanılmaktadırlar. Kullanılabilecekleri diğer klinik uygulamalar ise, anterior ve posterior lamellar keratoplasti, penetran keratoplastide grefon ve yatak kenar şekillerinin ayarlanması, kornea için inlay implantasyonları için cep oluşturulması, keratoprotez uygulamaları, astigmatik keratotomi ve limbal transplantasyon olarak sayılabilir. odaklandığında, yerde kornea içinde bir mikroplazma yaratılır. Bu mikroplazma, yaklaşık 1 mikrondan 5-12 mikrona genişleyen bir gaz ve su kabarcığı oluşturur ve kornea lamellerini ayırır. Bu fotodağıtım mekanizmasının yan ürünleri olan CO2, N2 ve H2O korneanın endotel tabakası tarafından emilerek kaybolur ve kornea içinde bir rezeksiyon yüzeyi bırakır (şekil 3). Mekanik keratomlar, menüsküs flep oluştururlarken; femtosaniye laser keratomlar, yüzeyi düzleştirilmiş korneada belli derinlikte yatay kesi ve bunun kenarlarında dikey kesi oluşturarak planar flep oluştururlar. Yüksek frekansta çalışan cihazlarda, operasyon süresi azalmakta, daha az enerji kullanıldığı için daha düzgün yatak yüzeyi elde edilmekte ve daha az inflamasyona neden olunmakta ve ayrıca daha sık aralıklarla spot yerleşimi sağlanması nedeniyle flep ayırma işlemi daha kolay ve atravmatik olmaktadır. Kornea içi halka; Keratorefraktif flep cerrahisi dışındaki femtosaniye laserlerin en sık kullanım yeri, kornea içi halka implantasyonudur. Kornea içi halkaların mekanik yöntemle implantasyonunda en sık karşılaşılan problemler, homojen derinlikte kanal oluşturamama, perforasyon, halkaların kırılması, manipulasyonlarına bağlı olarak postoperatif ağrı ve görsel iyileşme yavaşlığıdır Penetran keratoplasti ve lameller kerotoplastide daha kullanır duruma gelmesi beklenilmektedir. Femtosaniye laser altında gerçekleştirilen kesilerden sonra, hasta ameliyathaneye nakledilene kadar korneasının muhafaza edilmesidir. Astigmatik Keratotomi, Femtosaniye lazerler, sadece periferik dikey kesilerin istenen derinlikte yapılmasıyla, operasyonlarında da kullanılabilir. Kornea içi yatay lamellar insizyon oluşumu mümkündür. Ayrıca femtosaniye laserlerle, limbal kök hücre yetmezliklerinde limbal transplantasyon mümkündür. Kornea Kollajen Büzüşme İnsanda 60-65 0C ısıya maruz kalan kollajen fibrilleri 2/3 büzüşür. Kornea dokusunda bu oran %7 dir. Daha üst ısılarda nekroz olur. İstenmez. ve kullanılmaz. Günümüzde KK (Kondüktif Keratoplasti) adı verilen bu teknik yakın görme tedavisinde yer almaktadır. Bu yöntem düşük dioptri değerlerinde olumlu bulunmaktadır. Önceleri Holmiyum Laser aynı amaçla kullanıldı. ARS, ayarlanabilir refraktif cerrahi tedavi şeçenekleri geliştik- Mevcut en popüler femtosaniye laser cihazları olan IntraLase, 100-120 mikrometre kalınlığına ve 9.3 mm çapına kadar varan boyutlarda LASIK flebi oluşturulabilir. LASIK flebinin oluşması için gereken toplam süre, 15kHz frekensla çalışan cihazda 59 saniye, 150kHz frekansla çalışan cihazda 13 sn inmektedir. Femtosaniye laser uygulamalarında, cam aplanasyon yüzeyi ile kornea düzleştirilir ve lazer kafası ile kornea içi odak noktası arasında hassas mesafe ayarlaması yapılır. Bir laser enerji atımı, kornea içinde hassas bir yerleşime Klinik Gelişim Şekil 3: Femtosaniye ile laser 5 2012; 25: 1-6 çe populer olmaya namzet gelişmelerdir.. Çalışmaların artması ile sabit tedavi şekilleri belirlenecektir. Ultraviole ışığı altında riboflavin damlatılarak kornea dokusunun sertleştirlmesi olayı (crosslink) esas olarak keratokonus hastaları olmak üzere ameliyat sonrası refraktif cerrafi ektazi durumlarında, korneal halkalarını doku içinde sabitlenmesi için kullanılma alanı bulmaktadır. 3. Stanley PF, Tanzer DJ Schallhorn SC Laser refractive surgery in the navy; Curr Opin Ophthalmol 2008 19(4) 321-324 4. Chan, Ou J Manche EE; Comparison of the femtosecond laser and keratome for laser in situ keratomileusis Arch Ophthalmol 2008, 126-129 5. Durrie DS, Kezırıan GM, Femtosecond laser versus mechanical keratome wavefront-guided laser insitu keratomileusis. Cataract Refract Surg 2005, 31 (1) 120-126 Bıçaksız laser teknolojisi, i LASİK baştan sona Laser yöntemi haline gelmiştir. Böylece bıçak komplikasyonları azaltıldığı yanında wavefront analiz değerleri, İR iris tanıma protokolu ile daha güvenli ve hızlı iyileşme sağlanmaktadır. Refraktif lens değişimi göz içi merceklerinin gelişimine (Standart Multifokal, Fakik IOL, ICL, Torik Multifokal) paralel olarak daha geniş endikasyonla kabul görmektedir. Küçük kesi fakoemülsifikasyon cihazları güven ve sonuç üzerine etkilidir. 6. Ruiz LA İntrastromal refractive correction with no flep Ophthalmology Congress Jun 2008, Hong-KONG 7. Sekondo W, Kunert K, Russmann C, First efficacy and safety state femtosecond lenticule extraction for the correction of myopie Cataract Refract Surg 2008 34 -1513-1520 8. Gücükoğlu A; Görmenin değerlendirilmesi ed A Gücükoğlu, Türkiye Klinikleri J Surg Med Sci 2007, 2-3(43) 9. Şener B, (ed B Şener), Femtosaniye Laser UygulamalarıTürkiye Klinikleri J Surg Med Sci 2010, 3-3(37) Kaynaklar 1. Aydın Pınar (çeviri ed). Temel ve Klinik Bilimler Kursu Cild 13, Refraktif Cerrahi 2008-2009, AAO, Güneş Tıp Kitapevleri, 2010 2. Özdemir NV, Kişiye özel Laser Uygulamaları, (ed B Şener), Türkiye Klinikleri J Surg Med Sci 2010, 3-3(33) 6 10. Çakır H Korneada Laserle Presbiyopi tedavisi, (ed B Şener), Türkiye Klinikleri J Surg Med Sci 2010, 3-3(36) 11. Azar DT, Gatinel D THANH H, Refractive Surgery 2. nd ed Philadelphia, Elsevier, Mosby, 2007 12. Boyd BF, S. Agarwal eds LASİK and beyond LASİK Wavement Analysis and customized ablations El Dorado, Panama. Highlights of Ophthalmolgly 2001 13. Kanellopoulos J; Wavefront-Guided treatments; Past Present and Future, Cataract and Refractive Surgery today Europe Februrary 2011, 48-52 Klinik Gelişim Glokom Belgin İZGİ İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Glokom patogenezinde en önemli risk faktörü yüksek göz içi basınç (GİB) olan ve tedavisiz bırakıldığında körlüğe götüren kronik, ilerleyici optik nöropatidir. Glokomun Epidemiyolojisi Glokom kalıcı körlüğün en büyük nedenlerindendir. Amerika Birleşik Devletlerinde genel nüfusta üçüncü büyük körlük sebebiyken, Afrika kökenli Amerikalılarda körlüğün en yaygın sebebidir. Bu yüzyılın başında dünyada 70 milyon üzerinde glokomlu hasta olduğu tahmin edilmektedir. Beyaz ve siyah ırkta primer açık açılı glokom (PAAG) tüm glokomluların yaklaşık 2/3’üdür. Glokom nedeniyle görmesini kaybeden 7 milyondan fazla insan vardır. Beyazlara göre siyahlarda glokomun yol açtığı körlük 7 kat daha fazladır. Bu hastaların yarıdan fazlası PAAG olup, çoğu iki taraflıdır.1 Gelişmiş olan ülkelerde glokomlu hastaların ancak yarısı kayıt altındayken gelişmekte olan ülkelerde bu oran çok daha fazladır. Glokom prevalansı toplumların yapısının farklı olması ve metod farklılıklarına bağlı olarak değişiktir. PAAG prevalansı 40 yaş üzeri beyazlarda %2 iken siyahlarda 4 kat daha fazladır. Avrupa kökenlilerde PAAG Afrikalılara göre daha genç yaşta ve az sıklıkta görülmektedir. Yaş ilerledikçe prevalans artmaktadır. Ancak cinsler arasında farklılık yoktur. Asya toplumunda ise açı kapanması glokomu diğer glokom tiplerinden 3 kat fazladır.2,3 Glokom insidansı yaşla artar. 80 yaşlarında glokom insidansı 40 lı yaşlara göre 18 kat daha fazladır. Glokomda Risk Faktörleri PAAG da en büyük risk faktörü göziçi basıncıdır. Çalışmalar GİB arttıkça pevalansın arttığını göstermektedir. Glokomlu gözlerde GİB yüksek olanlarda görme alanı kaybı fazlayken, basınç düştükçe alan kaybının hızı azalmaktadır.4,5 Ortalama GİB 16±3 mmHg dır. Artan basınç optik sinirin perfüzyonunu bozarak hasar oluşturmaktadır. Ancak her birey farklı basınç seviyelerine hassasiyet göstermektedir. GİB 21 veya daha yüksek olanlarda PAAG gelişme riski 21 den küçük olanlara göre 3,4 kat daha fazladır. GİB değerlendirilmesinde en önemli faktör kornea kalınlığıdır. GİB ince kornealarda daha düşük, kalın kornealarda daha yüksek ölçülmektedir. Bu nedenle glokom şüphesi olan herkeste santral kornea kalınlığı ölçülmelidir. Klinik Gelişim Aile öyküsü: PAAG ların %13’ünde ailede glokom öyküsü bulunmaktadır. Ailede olmaksızın spontan olarakda ortaya çıkabilir. Glokomlu kişilerin akrabalarında daha çok glokom görülmesi, son yıllarda glokomla ilgili genlerin bulunması hastalığın herediter yönü olduğunu göstermektedir.6 Sistemik risk faktörleri: Diyabetes mellitus göreceli risk faktörü olarak değerlendirilmektedir. 60 yaşın altında ve sistemik hipertansiyonu olanlarda glokom sıklığı normal topluma oranla daha azdır çünki bu hastalarda diyastolik kan basıncıda yüksektir ve geceleri düşmez. Aynı zamanda otoregülasyon mekanizmaları optik siniri korumaktadır. 70 yaş üzerindeki olgularda glokom hasarı daha fazladır. İleri yaşlardaki hipertansiyon damarlarda sekonder değişiklikler sebep olarak kan akımını azaltır ve optik sinir iyi beslenemez, otoregülasyon mekanizmaları bozulur. Diyastolik basıncın 30-40 mm Hg nın altında olmasıda optik sinirin perfüzyonunu azaltarak glokom hasarına sebep olur. Glokom riski bu olgularda 6 kez daha fazladır. Hiperkolesterolemi ve hiperlipidemide damarsal parametreleri etkileyerek göreceli risk oluşturur. Miyopinin glokom riskini arttırdığı kesin değildir. Bazı yayınlarda genç PAAG lularda miyop sıklığının daha fazla olduğu bildirilmiştir. Yüksek hipermetropi ise hem akut hemde kronik açı kapanması glokomu için risk faktörüdür. Sigara ve alkol kullanımı ile glokom arasında bir ilişki bulunmamıştır. Glokomun ortaya çıkışında rol oynayan pekçok faktöre rağmen hasarın ortaya çıkışı GİB’nı düzenleyen faktörlere ve optik sinir başının mekanik, damarsal etkenler olan duyarlılığına ve dayanıklılığına bağlıdır. Örneğin bazı kişilerde GİB normal sınırlar içinde seyrederken glokom hasarı ortaya çıkmasına karşın bazı kişilerde yüksek basınçta bile hasar gelişmez. Glokomda Genetik Körlüğün en önemli nedenlerinden biri olan açık açılı glokom ve bazı glokom tiplerinin sebebi tam olarak bilinmemektedir. Bugün glokomun bazı tiplerinin kalıtsal olabileceği gösterilmiştir. Ailesinde glokom olanlarda risk daha yüksektir. Ailevi glokom olguları %13-47arasındadır. Bu oran normal toplumun yaklaşık 5-20 katıdır. Moleküler genetik alanındaki gelişmeler sayesinde 7 2012; 25: 7-11 glokom genetiği alanındaki araştırmalar artmıştır. Gözün embriogenesisi ve gelişiminde rol oynayan yapısal proteinleri oluşturan ve bunların meydana gelmesini sağlayan enzimleri kodlayan genlerin bulunması gerekmektedir. Kodlama yapan genlerdeki hata birçok parametreyi etkileyerek doğuştan yada sonradan oluşan glokoma yol açmaktadır. Glokomun patogenezinde birden çok faktör vardır. Bunlardan herbiri ayrı kalıtsal özellik gösterebilir. Bu şekilde tek bir gende hata olabilir veya multifaktöryal olabilir. Yapılan çalışmalar PAAG için 3 gen lokusu bildirilmiştir. 1. kromozomda GLC1A geni, 2. kromozomda GLC1B geni, 3. kromozomda GLC1C geni. GLC1B geninin normotansif glokomla ilgili olduğu düşünülmektedir.7 Bazı açık açılı glokomlularda sklera, silyer cisim ve trabeküler ağda bulunan TIGR (trabecular meshwork induced glucocorticoid response) geninde mutasyon gösterilmiştir.8 Açık açılı bazı glokom tiplerindede genetik özellikler gösterilmiştir. Şimdiye kadar moleküler genetik çalışmaları ile glokom ile ilgili toplam 12 kromozom üzerinde 18 lokus saptanmıştır. Glokomda Sınıflama Açık açılı glokomlar • • • • Primer açık açılı glokom Primer jüvenil glokom Normal tansiyonlu glokom Oküler hipertansiyon Sekonder açık açılı glokomlar • • • • • • • • • • • • Psödoeksfolyatif sendrom ve glokom Pigmenter glokom Lense bağlı glokom Travmaya bağlı glokom Göziçine kanamaya bağlı glokom Üveite bağlı glokom Fakomatozlar ve göziçi tümörlere bağlı glokom Retina dekolmanına eşlik eden glokom Kortikosteroid glokomu Göz cerrahisi ve lasere bağlı glokom Gözdışı hastalıklara bağlı glokom Episkleral venöz basınç artışına bağlı glokom Açı kapanması glokomu • Primer açı kapanması glokomu • Sekonder açı kapanması glokomu Konjenital glokom Bundan sonraki bölümde dünya üzerinde glokomun en sık görülen formu olan primer açık açılı glokom anlatılacaktır. Primer Açık Açılı Glokomda Etyoloji ve Patogenez Primer açık açılı glokomda en büyük risk faktörü GİB’nın artmasıdır. GİB artışının sebebi ise aközün dışa akımında azalmadır. Silyer cisim proceslerinde yapılarak arka ka8 maraya salgılanan aköz pupilla alanından ön kamaraya geçerek %80-90’ı trabeküler sistemden (konvansiyonel yol), %10-20’si ise uveoskleral yoldan drene olur. Uveoskleral drenajda aköz silyer cisim adele lifleri arasından suprasilyer, suprakoroidal boşluğa ve uveal damarlara ulaşır ve bu sistem GİB’dan bağımsızdır. Konvansiyonel drenajda ise aköz trabekulum, Schlemm kanalı, kollektör kanallar ve episkleral venler yoluyla sistemik dolaşıma katılmaktadır. GİB’nın sabit tutulabilmesi sistemdeki dirence bağlıdır. Trabeküler yapıdaki endotel hücreleri hem glikozaminoglikan ve glikoproteinden oluşan eksrasellüler matriksin yapımında rol oynarlar, hemde hücre artıklarını fagositoz görevleri vardır. İşte trabeküler sistemdeki direncin artması GİB’nı yükselten ana patolojiyi oluşturur. Trabeküler ağ ve çevresindeki dokularda biriken maddelerin direnci arttırdığı çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir. Bunlar glikozaminoglikan, pigment, kan hücreleri, amorf materyal ve protein gibi maddelerdir. Trabekulum ve Schlemm kanalının birleşme yeri olan jukstakanaliker ağda endotel hücreleri arasındaki por ve vakuollerin sayı ve çaplarında azalma ile birlikte endotel hücre sayısında azalma vardır. Endotel hücrelerinin fagositoz yeteneği azalmıştır. Aköz dışa akımında endotelin ve NO’ın de etkisi vardır. Endotelin GİB’nı yükseltirken, NO dışa akımı arttırarak GİB düşürmektedir. PAAG da NO sentetaz aktivitesinde azalma olduğu gösterilmiştir. PAAG fizyopatolojisinde önemli bir unsurda glokomatöz optik nöropatinin nasıl geliştiğidir. Hastalığın başlangıcında önce sinir lifi ve optik disk hasarı olur. Hasarın ilerlemesi ile retina ganglion hücre kaybı ortaya çıkar. Optik diskte çukurlaşma, lamina kribrosada arkaya çanaklaşma, laminer kanalllarda uzama ve distorsiyon aksoplazmik akımı bozar ve optik atrofiye sebep olur. Nöroretinal kenardaki sinir aksonlarında hasar oluşur. Glial hücrelerde ve vasküler yapıdada kayıp ortaya çıkar. Optik nöropatinin ortaya çıkışında en büyük risk faktörü olarak GİB sorumlu olsa bile başka faktörlerinde rol oynayabileceği düşünülmektedir. Optik sinir hasarının GİB’na bağlı olarak mekanik nedenlerlemi, yoksa vasküler nedenlemi oluştuğu günümüzde halen tartışmalıdır. Nörotrofik nedenler ve nörotoksisitenin etkisi de günümüzde yoğun olarak araştırılan konulardır. Glokomda GİB artışı ile gelişen sinir lifi hasarı eksitatuar aminoasit glutamat artışına sebep olur. Glutamat artışı NMDA reseptörlerini aktive ederek NO sentetaz enziminin aktive olmasına sebep olur. NO serbest oksijen radikalleri birleşerek mitokondrilerde peroksit anyonlarını oluşturur. Bunlarda apoptozise sebep olur. Enflamasyonsuz normal hücre ölümü olan apoptozis bu şekilde erken aktive edilir. Yine NMDA reseptörlerinin aktive olması ile kalsiyum artışı olur ve Caspase sistemi aktive olarak hücre içi yıkım başlar. Günümüzde glokomaz hasarın tek bir faktöre bağlı olmayıp karmaşık birçok faktöre bağlı olarak ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Klinik Belirti ve Bulgular Glokom iki gözüde tutan, yavaş ilerleyen sinsi bir hastalıktır. İki gözde tutulum aynı zamanda olmayabilir. Klinik Gelişim B. İZGİ Erken dönemde hemen hemen hiçbir belirti yoktur. Duyarlı kişilerde bazen hafif perioküler ağrı şikayeti olabilir. Belirgin görme alanı kayıpları ve görme bozuklukları ortaya çıkana kadar aylar, bazen yıllar geçebilir. Bu GİB yüksekliğine ve kişinin optik diskinin dayanıklılığına bağlı olarak kişiden kişiye değişebilir. Makula tutulumu hastalığın son evresinde olduğundan hastalarda görme bozukluğu şikayeti son ana kadar yoktur. Ortaya çıktığında ise tama yakın görme alanı kaybı ve optik atrofi oluşmuştur. Bu sinsi gidişten dolayı herhangibir nedenle muayeneye gelen hastalara oftalmolojik muayene eksiksiz olarak yapılmalıdır. Hastalarda GİB genellikle 20 mmHg nın üzerindedir. Ölçümlerde kornea kalınlığının etkisi gözönüne alınmalıdır. Yüksek GİB ile birlikte optik disk değişiklikleri ve görme alanı kaybı olan hastalarda tanıda sorun yoktur. Yüksek basınca rağmen glokomatöz disk ve görme alanı kaybı olmayan oküler hipertansiyonlu hastalar ve düşük GİB ile birlikte glokomatöz hasarı olan normal basınçlı glokom hastaları dikkatle değerlendirilmeli, risk faktörleri araştırılmalıdır. Glokomda optik disk değişimleri çukurluk artışı, nöroretinal rim incelmesi ve optik disk solukluğunu kapsar. Damarlarda nasale itilme ve dirseklenme belirgindir. (Resim 1) Bazı olgularda optik disk etrafında mum alevi kanamalar görülebilir. Ancak bunlar kısa sürede kaybolur. Peripapiller atrofi glokomlu olgularda normal kişilere oranla daha fazla görülür. Normal göz muayesi içinde olan bu muayenede optik disk ve retina sinir lifi tabakasında değişimlerin görülmesi GİB normal sınırlarda ölçülse bile glokomdan şüphelenilmesine ve tetkiklerin bu yönde yapılmasını sağlar. Glokomda esas olarak gangliyon hücre kaybı olduğundan optik diskte nöral doku azaldıkça optik disk çukurluğu genişler. Normalde optik siniri oluşturan ganglion hücre aksonları lamina kribrosadaki deliklerden geçerken ortada bir fizyolojik bir çukurluk oluştururlar. Çukurlukla disk kenarı arasında ise nöral doku bulunur. Normalde çukurluğun optik diske oranı 1/3 tür. Normal kişilerin %7 sinde bu çukurluk daha büyüktür. Büyük disklerde çukurluğun daha büyük, küçük disklerde ise daha küçük olması da glokom tanısında yanlışlara sebep olmaktadır. Glokomda çukurluğun vertikal olarak genişlemesi glokom lehine tipik bir bulgudur. Yine iki göz arasında asimetrik çukurlukta glokom lehinedir. Normalde sinir lifleri tarafından kapatılan lamina kribrosadaki delikler sinir lifi kaybına bağlı olarak görülür hale gelir. Optik disk çukurluğu büyüdükçe damarlar nasale itilme ve dirseklenme görülür. Glokomda sinir lifi kaybına bağlı olarak diffüz veya lokal nöral halka incelir. Sinir lifi kaybı lokal veya diffüz retina olabilir. Lokal olanlar başlangıçta kama şeklinde olup disk sınırı yakınından başlayarak peripapiller bölgeye doğru genişleme gösterirler. Üst ve alt arkuat saha içinde parlak çizgili alanlar içinde karanlık bölgeler olarak görülürler. Diffüz defektler genellikle retina sinir lifinin total kaybını gösterir ve lokalize defektler göre daha zor saptanırlar. Glokomlu hastalarda karanlık adaptasyonu, kontrast duyarlılığı ve renk görmede bozukluklar olur. Ayırıcı Tanı Ayırıcı tanıda oküler hipertansiyon, normal basınçlı glokom, sekonder açık açılı glokomlar, kronik açı kapanması glokomu, iskemik optik nöropati, optik disk patolojileri, optik atrofi hatırlanmalıdır. Oküler hipertansiyon GİB normal kabul edilen sınırların üstünde olmasına rağmen, optik diski, yapısal ve fonksiyonel testleri normal olan klinik tabloyu ifade ederken, normal basınçlı glokom GİB normal olmasına rağmen glokoma özgün hasarı olanları gösterir. Glokomda Tanı Yöntemleri Göziçi Basıncı Ölçümü (Tonometri) GİB ön ve arka kamarayı dolduran aköz hümörün kornea ve skleraya karşı oluşturduğu gerilimdir. Normal şartlarda aköz hümörün yapımı ile çıkışı arasında bir denge vardır. Normalde GİB populasyonda bir çan eğrisi oluşturmaktadır. Bu eğride basınç 10-20 mmHg arasındadır. Ancak kesin bir üst sınır yoktur. Çan eğrisi içinde kalan normal grup %95’tir. İki gözün basınçları birbirine benzer. Farkın 4 mm kadar olması normal kişilerin %4 ünde görülür. Yüksek GİB glokomda en önemli risk faktörüdür. 22 mmHg üzeri GİB de glokom oluşma riski 8. 5 kat artar. Ancak yüksek basınç glokom oluşmasında tek faktör değildir. Yapılan çalışmalarda populasyonun %20-30’unda glokom gelişenlerde GİB’in hiçbir zaman 22 mmHg nın üzerine çıkmadığı gösterilmiştir.9 Normal kişilerde gün içinde GİB değişimi 3-6 mmHg arasındadır. Glokomlularda bu fark 30 mmHg’ye kadar çıkabilmektedir. Bu nedenle doğru tanı içinde gün içinde tek ölçüm yeterli değildir. Genel olarak tercih edilmesi gereken gün içinde belli aralıklarla ölçümler yapılmasıdır. GİB’e genetik, yaş, cinsiyet, ırk, postural değişiklikler, hormonal faktörlerle, mevsimler, yiyecek ve ilaçlar gibi çevresel faktörlerde etkilidir. Resim 1: Glokomda optik diskte çukurluk artışı ve damarlarda dirseklenme. Klinik Gelişim Son yıllarda GİB nın doğru ölçülmesinde en önemli etken olarak santral kornea kalınlığının (SKK) dikkate 9 2012; 25: 7-11 alınması vurgulanmaktadır. Normal SKK 530±30 μm kadardır. Kalın kornealarda daha yüksek basınç elde edilirken ince kornealarda daha düşük basınç ölçülmektedir. Oküler hipertansiyon çalışma grubuna göre ince korneası olanlarada glokom gelişme riski daha fazla bulunmuştur.10 Normotansif glokomlularda ise SKK normal gruba göre daha ince bulunmuştur. Bu sonuç bu hastalarda kornea kalınlığına göre GİB değerlendirilse hastaların bir kısmının tanısının primer açık açılı glokom olarak değişebileceğini göstermektedir. Yine son yıllarda geniş uygulama alanı bulan miyopik laser refraktif cerrahi uygulamalarından sonra SKK azalmakta ve GİB daha düşük ölçülmektedir.11 önemli dezavantajıdır. En gelişmiş versiyonu HRT 3 tür. OCT ise biyolojik dokuların iç mikroyapılarının yüksek çözünürlükte elde edilmesini sağlayan, gerçek zamanlı, optik-ışık esaslı görüntüleme yöntemidir. Optik doku biyopsisi olarak kabul edilmektedir. Ultrason ile aynıdır, ancak ses yerine ışık yansıması olur. En son nesil OCT 3’te (spektral OCT) görüntü çözünürlüğü 5 mikrona kadardır. 800 nm kızılötesi ışığı kullanır. Oftalmolojide glokomdan başka birçok ön segment ve retina hastalıklarının tanı ve takibinde kullanılmaktadır. Glokomda retina sinir lifi tabakası kalınlığı ölçümünde, makula kalınlığı ölçümünde ve optik disk parametrelerinin ölçümünde kullanılmaktadır. GİB ölçümü korneayı çökertme ile (indentasyon tekniği) veya düzleştirme (aplanasyon tekniği) ile yapılır. Çökertme yöntemi daha kolay ve ucuz bir yöntemdir. Ancak hatalı ölçüme sebep olabilir. Aplanasyon yöntemi ise deneyim ve pahalı cihazlar gerektiren bir yöntemdir. Ancak bugün için tanı ve takipte en çok kullanılan ve doğru sonuç veren Goldmann aplanasyon tonometresidir. Bunun yanısıra basıncı göze temas olamadan ölçen nonkontakt tonometreler, kolay ölçüm yapan ve taşınabilen tonopen, pnömotonometre, Paskal dinamik kontur tonometresi, oküler yanıt analizörü gibi birçok cihazlar geliştirilmiştir. Glokom tanısında karanlık adaptasyon testi, kontrast duyarlılık testi ve görsel uyarana kortikal yanıt (VER), elektroretinografi (ERG) gibi elektrofizyolojik testlerde diğer yöntemlere ilave olarak kullanılmaktadır. Optik Disk Muayenesi Günümüzde glokomda yapısal değişikliklerin (optik disk ve retina sinir lifi tabakasındaki kayıplar) fonksiyonel hasardan (görme alanı kayıpları) önce ortaya çıktığı yaygın olarak kabul edilmektedir. Optik disk muayene yöntemleri şunlardır: Oftalmoskopik muayene: En basit yöntemdir. Direkt olarak oftalmoskop ile veya biyomikroskopta Goldmann lensi gibi temas lensleri veya yüksek diyoptrili nonkontakt lensler kullanılarak yapılır. Bunlar ile kolayca çukurluk oranı, nöroretinal halka, solukluk, damar yapıları, peripapiller solukluk gibi bulgular kolayca görülür. Ancak gözlemciler arasında farklılık, hatta aynı gözlemcinin bile zaman içinde değerlendirmesinde farklılıklar olabilir. Ayrıca bazen fizyolojik olarak çukurluğu büyük olanlardan glokomatöz diski ayırmak zor olabilir. Optik sinir başı fotografisi: Zaman içindeki değişimlerin saptanmasında en basit yöntemdir. Optik sinir başının bilgisayarlı analizi: Son yıllarda çok büyük aşama kaydeden objektif, tekrarlanabilirliği yüksek, kantitatif analiz yapabilen, standardize edilmiş ve zaman içindeki çok küçük değişimleri saptayabilen tekniklerdir. Heidelberg Retina Tomografisi (HRT) ve Optik Cohorens Tomografi (OCT), Scanning Laser Polarimetre (GDx) en çok kullanılan cihazlardır. HRT optik disk ve peripapiller retinanın 3 boyutlu görüntüsünü alabilen, tekrarlanabilirliği yüksek konfokal tarayıcı laser oftalmoskoptur. 670 nm dalda boylu diod laser ışını retina yüzeyini taramak için kullanılır. Optik diskten seri görüntüler alınarak bunlar 3 boyutlu tekbir görüntü haline getirilir ve optik disk parametreleri kantitatif olarak tayin edilir. Optik disk sınırlarının kullanıcı tarafından çizilmesi en 10 Gonyoskopi Gonyoskopi ile ön kamara açısı muayene edilir. Bir tanı yönteminden çok glokom tipini ayırt etmeyi sağlayan ve açıda yeni damar oluşumu, pigment, eksfoliyasyon materyali veya tümör gibi oluşumların görülmesini sağlayan bir yöntemdir. Görme Alanı Muayenesi (Perimetri) Görme alanı muayenesi pekçok göz ve sistemik hastalığın tanı ve izleminde kullanılan bir muayene yöntemidir. Ancak glokom tanı ve izleme aşamalarının zorunlu parçasıdır. Görme fonksiyonu kaybı yaşam kalitesi üzerine etkili olduğundan her hastanın görme alanı kaybının bilinmesi her zaman gereklidir. Büyük kontrollu, randomize glokom çalışmalarında hastalığın normal basınç seviyelerinde bile ilerlediği gösterilmiştir. Bundan dolayı tek başına GİB takibi yeterli değildir ve mutlaka görme alanı ile takip yapılmalıdır. Görme alanı testi sabit olarak aydınlatılmış bir zemin üzerinde bir uyaranın görülebilmesi için gerekli olan en az ışık miktarının (ayırdedici ışık eşiği) ölçülmesidir. 1970 li yıllara kadar Goldmann kinetik perimetresi kullanılmıştır. Bundan sonra bilgisayar teknolojisinin görme alanı muayenesine girmesi ile otomatik perimetreler geliştirilmiştir. Bunlar farklı boy ve ışık şiddetinde uyaran üretebilen, önceden belirlenmiş test lokalizasyonlarında retinanın ışk duyarlılığını ölçen, istatistiksel olarak aynı yaş grubuna göre normalden sapmayı veren ve zaman içindeki değişimleri saptayabilen cihazlardır. Kullanan kişiden bağımsızdır ve hasta cevaplarının güvenilirliği ölçülür. En önemli dezavantajı ise sübjektif olması, testlerin uzun olmasına bağlı olarak hastanın yorulması ve dikkatinin azalmasıdır. Ancak halen glokom hastalığının tanı ve takibinde altın standart olarak kabul edilmektedir. Bugün en çok kullanılan ve en gelişmiş cihazlar olan Humprey ve Octopus perimetrelerinin merkezi 30 dereceyi kapsayan testlerinde standart olarak beyaz zemin üzerinde beyaz uyaranlarla görme alanı ölçülür. Bu standart otomatik perimetreler ganglion hücre ayrımı yapmadan ölçüm yapar. Glokomda erken dönemde bazı Klinik Gelişim B. İZGİ ganglion hücrelerinin daha erken hasar gördüğü görüşünden yola çıkarak kısa dalga boylu perimetri, frekans çiftleştirme perimetresi, yüksek rezolüsyonlu perimetre vb. gibi farklı ganglıon hücrelerini uyaran cihazlar geliştirilmiştir. Ancak bunlarında çeşitli dezavantajları vardır ve her hastaya mutlaka standart otomatik perimetri yapılmalıdır. Glokom retina ganglion hücresi ve sinir lifi kaybı ile karakterize bir hastalık olduğundan görme alanı kayıpları sinir lifi tabakasının anatomik gidişine uygunluk gösterir. Genellikle lokalize defektler olarak başlar, horizontal meridyeni geçmezler ve santral 30 derece içinde sinir lifi demet defektleridir. Bunlar erken dönemde fiksasyondan 10 derecelik alan içinde relatif veya absolu skotom, nasal basamak veya parasantral skotomların genişleyip birleşmesi ile kör noktadan başlayıp makula çevresinden ark şeklinde dolaşarak nasale uzanan defektlerdir. İleri dönemde üst ve alt yarı alandaki arkuat skotomlar birleşerek çift arkuat skotomları oluşturur. Defektler genişleyerek santrale yaklaşır ve derinleşir. Son dönemde en dirençli olan papilomaküler bölge ve nasalden gelen sinir lifleriniden oluşan küçük bir merkezi veya temporal adacık kalır. (Resim 2) Daha nadir olarakta genel retinal duyarlık azalmasını gösteren diffüz defektler ortaya çıkabilir. Bunlar belli bir sinir lifi demeti kaybını göstermezler ve tanı değeri daha azdır. Çünkü bu defektler ortam bulanıklığı, yaş ve bazı hastalıklara bağlı olarakta ortaya çıkabilir. Görme alanları yaş, refraksiyon kusuru, pupilla çapı, ortam bulanıklığı ve hasta cevaplarının güvenilirliği gözönüne alınarak değerlendirilmelidir. Tedavi Glokom tedavi edilebilir bir hastalık değildir. Ancak tedavi ile kontrol altına alınır ve tedavi yaşam boyu devam eder. Avrupa Glokom Derneği glokom tedavisini hastanın tahmin edilen yaşam süresi boyunca, normal faaliyetlerini engellemeden, karşılanabilir bir maliyetle, minimum yan etkiyle veya yan etki olmaksızın bireyin ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde görme fonksiyonunun korunması olarak tanımlamıştır. Yaşam kalitesi görme fonksiyonu ile yakından ilgilidir. Hafif ve orta glokom hasarı olan hastalarda görme fonksiyonu iyidir ve yaşam kalitesi etkilenmezken ağır hasarlı hastaların yaşam kalitesi bozulur. Genel olarak kabul edilen glokomun başlangıç tedavisi topikal ilaç tedavisidir. GİB ilaçla düşmüyor yada progresyon devam ediyorsa cerrahi tedavi uygulanır. Başlangıç GİB çok yüksekse veya hastada ilaçlara uyum sağlamayacağı düşünülürse cerrahi ilk seçenek olarak düşünülebilir. Laser trabeküloplasti cerrahi öncesinde, özellikle yaşlı hastalarda uygulanabilir. Her hastanın emniyetli GİB seviyesi farklıdır. Bu nedenle glokom tedavisi bireyselleştirilmiş tedavi olmalıdır. Önce hasta için bir hedef basınç belirlenir. Hedef basınç progresyonu engellemesi beklenen yada ilerlemeyi en aza indirebilecek en yüksek basınç seviyesidir. Hedef basıncın belirlenmesinde tedavi öncesi GİB seviyesi, glokomun evresi, izlem sırasında ilerleme hızı, hastanın yaşı ve yaşam beklentisi ve diğer risk faktörlerinin varlığı dikkate alınır. Tedavi öncesi basıncın düşük olması, glokom hasarının fazla olması, genç yaş ve ilerlemenin hızlı olması daha düşük basıncı gerektirir. Ancak hedef basıncın doğru olup olmadığının anlaşılması için hastalığın ilerlemesi gerekir. Kaynaklar 1. Tielsch JM, Katz J, Sommer A et al. Racial variations in the prevalance of primary open angle glaucoma: Baltimore Eye Survey. JAMA 1991: 266: 369 2. Klein BE, Klein R, Sponsel WE, et al. Prevalance of glaucoma: The Beaver dam Eye Study. Opthalmology 1992: 99: 1499. 3. Tielsch JM, Katz J, Singh K, et al. A population based evaluation of glaucoma screening: The Baltimore Eye Survey. Am J Epidemiol 1991: 134: 1102. 4. Armly MF, Krueger DE, Maunder L, et al. Bioistatistical analysis of the colloborative glaucoma study. Arch Ophthalmol 1980: 98: 2163. 5. Sommer A, Tielsch JM, Katz J, et al. relationsheep between intraocular pessure and primary open angle glaucoma among white and black Americans. Arch Ophthalmol. 1991: 109: 1090. 6. Weight LM, Mekesh BN, et al. Association of demographic, familial, medical, and ocular factors whit intraocular pressure. Arch Ophthalmol 2001: 119: 875. 7. Suyugül N. Glokomun sınıflandırılması, epidemiyolojisi ve genetiği. Glokom. Ed: Turaçlı E, Önol M, Yalvaç IS. 2003: 63. 8. Adam MF, Belmouden A, Binisti P, et al. Recurrent mutations in a single exon encoding the evolutionarily conserved olfactomedinhomology domain of TIGR in familial open angle glaucoma. Hum Mol Genet 1997: 6(12): 2091-7. 9. Collaborative Normal Tension Glaucoma Study Group. Comparision of glaucomatous progression between untreated patient with normal tension glaucoma and patient therapeutically reduced intraocular pressures. Am J Ophthalmol 1998: 126: 487-97. 10. Gordon MO, Beisler JA, Brandt DJ. The Ocular Hypertension Treatment Study: baseline factors that predict the onset of primary open angle glaucoma. Arch Ophthalmol 2002: 120: 714-20. Resim 2: Glokomda görme alanında sağda daha az, solda ileri derecede hasar. Klinik Gelişim 11. Abbasoğlu OE, Bowman RW, Cavanag HD. Reliability of intraocular pressure measurments after myopic excimer photorefractive keratectomy. Ophthalmology 1998: 105: 2193-6. 11 Katarakt ve Tedavisi Nilüfer GÖZÜM İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Normalde saydam olan lensin progresif olarak kesifleşmesi ve bulanıklaşması olan katarakt, retinada net bir görüntünün oluşmasını engeller. Dünyadaki en yaygın körlük ve görme azalması nedenidir. Yaşa bağlı katarakt tüm dünyadaki körlüklerin yaklaşık yarısından sorumludur ve sıklığı yaşla birlikte artar. Kataraktın tek tedavisi cerrahiyle bulanıklaşmış lensin boşaltılması ve yerine yapay bir göz içi merceğinin takılmasıdır. Tarihçe Çok eski çağlardan beri katarakt ameliyatı tarif edilmiştir. Hindistan’da merceğin kıvrık bir iğne ile itilerek vitreus içine düşmesi sağlanmaktaydı. Antik Roma ve Arap kayıtlarında da benzer tür işlemlerden söz edilmektedir. Ancak katarakt cerrahisi son on yılda çok büyük bir ilerleme kaydederek tüm tıbbi işlemler içinde en başarılı ve sonuçları en yüz güldürücü girişim haline gelmiştir. Sıklık Artan yaş katarakt prevalansını da artırır. Prevalans 40 yaşından sonra her dekadda 2 katına çıkarak artar. Altmış beş yaş civarında katarakt prevalansı %5 iken, 75 yaşında %50’ye yükselir. Tüm dünyada her yıl 5-10 milyon görmeyi azaltacak düzeyde yeni katarakt olgusu ortaya çıkmaktadır. Sınıflama Katarakt birkaç şekilde sınıflanır. En sık olarak yaşa göre sınıflanır. Konjenital katarakt doğumda var olan katarakttır. En sık rastlanan tip senil katarakttır. Yaşla birlikte ortaya çıkıp sıklığı yaşla artar. Yaşlandıkça lens daha fazla tabakalar oluşturur ve tıpkı halkaları oluşturan ağaçlardaki gibi nukleus yani lensin tam ortası daha yoğunlaşır ve sonunda sertleşip bulanıklaşır. Bir diğer sınıflama nedene yöneliktir çünkü çeşitli olaylar kataraktı başlatıp hızlandırabilir. Bunlar travma (akut veya geç dönemde), sistemik ilaçlar (en bilineni steroidler), sistemik hastalıklar (diabet) veya uzun süren göz enflamasyonlarıdır. Lensin Anatomisi Lens, pupilla ve irisin arkasında yer alan gözün saydam ve kırıcı ortamlarından ikincisidir. Kristalin lens de denilen bu yapı, bikonveks biçimde olduğu için mercimeğe (lentil) benzetilmiştir. Lens arka kamarada, irisin arka 12 yüzeyi ile vitreus arasında yer alır. Lensin ekvatorunun etrafına 360 derece yapışmış olan zonül lifleri, lensi silyer cisme bağlar. Bu lifler lensi yerinde tutar ve silyer kasın gerdirici kuvvetini iletir. Lensin üç görevi bulunur. 1) Saydam ortam sağlayarak ışığı retinaya iletmek. 2) Kırıcı ortam sağlayarak ışığı retinanın üstüne odaklamak (lens yaklaşık 16-20 dioptrilik kırma gücüne sahiptir). 3) Uyum ile farklı uzaklıktaki cisimleri retinanın üstüne odaklamak. Lens kapsül, epitel, korteks ve nukleustan oluşur. Lens kapsülü tüm lensi saran bir elastik bazal membrandır. Zonüller kapsülün dış yüzeyine yapışır. Uyum sırasında şeklini değiştirebilir. Kapsülün en kalın olduğu yerler ön ve arka ekvator bölgesi, en ince yeri ise arka kapsülün merkezidir (2-4 mikron). Zonüller, silyer cismin pigmentsiz epitel hücrelerinden köken alır ve ekvatordan itibaren önde ve arkada yaklaşık 1.5 mm’lik bir alanda kapsüle yapışır. Lens epiteli, ön kapsülün hemen arkasında tek katlı epitel hücre tabakası olarak yer alır. Yani, bu epitelin bazal membranı lens ön kapsülüdür. Bu hücreler metabolik olarak aktiftir. Korteks ve nukleus arasında kesin bir morfolojik ayırım yoktur. Yeni oluşan lifler yüzeye yığılarak korteksi oluştururken eski lifler merkezde yoğunlaşarak nukleusu oluşturur. Embriyonal yaşamda ilk oluşan lifler en merkezde kalıp sırasıyla embriyonal ve fetal nukleus ve daha sonra oluşanlar infantil ve yetişkin nukleusu meydana getirip bu şekilde adlandırılır. Lens sinir ve damar içermez. Lensin Embriyolojisi ve Büyümesi Fetal gelişimin ilk ayında yüzey ektodermi primitif optik vezikülün içine girer. Daha sonra yüzey ektodermden ayrılarak lens vezikülünü oluşturur; içi boştur ve tek katlı epitelle döşelidir. 6. haftada vezikülün arka hücreleri öne doğru uzayarak primer lens liflerini oluşturur ve vezikülü doldurarak embriyoner çekirdeği meydana getirir. Öndeki hücreler de lens epitelini oluşturur. 2. aydan itibaren epitel hücreleri ekvatorda lens liflerine dönüşür. Bu yeni lens lifleri primer lifleri merkeze iter ve etrafında fetal çekirdeğin oluşmasını sağlar. Tüm yaşam boyu devam edecek olan ekvatorda lens lifi üretimi sırasıyla infantil ve erişkin çekirdeğini oluşturur. Lens kapsülü tarafından tamamen sarılan lens hiçbir hücresini kaybetmez ve dokusu sürekli olarak sıkıştırılır. Klinik Gelişim N. GÖZÜM Lensin Metabolizması ve Yaşlanması Lens ön kamaradan difüzyonla beslenir. Lens hücrelerinin metabolizması kendileri tarafından sağlanır. Lensin saydamlığının korunması ve işlevlerinin sürdürülebilmesi için sürekli metabolik aktivite gerekir. Lens epiteli, iyon dengesinin sağlanmasına ve maddelerin lense taşınmasına yardımcı olur. “Pompa-sızıntı sistemi” denilen bu sistemle ön kamara sıvısından lensin içine sodyum, potasyum, kalsiyum ve amino asitlerin aktif transportu sağlanır ve arka kapsülden pasif difüzyon olur. Bu dengenin korunması lensin saydamlığı için gereklidir Yaşla lensin su içeriği azalırken suda çözünmeyen lens proteinlerinin (albuminoid) miktarı artar. Lens sertleşir, esnekliği (uyumun yaşla azalması) ve saydamlığı azalır. Yaşla lensin saydamlığının azalması aslında normal yaşlanma sürecinin bir parçasıdır. Lens nukleusunun merkezi kısmı yaşla skleroze olur ve hafifçe sararır. Katarakt Gelişimi Lensin saydamlığı hastanın görmesini bozacak biçimde azaldığında katarakt söz konusudur. Kataraktın ve semptomlarının gelişimi genellikle yavaş oluşan bir süreçtir. Hastaların çeşitli derecelerde görme azalması, kontrastlı görmede azalma, sisli, puslu, bulanık görme, bazen çift görme, kamaşma ve gece araba kullanamama yakınmaları olur. Senil kataraktın patogenezi karmaşık olup henüz tam olarak aydınlatılmamıştır. Lensin ağırlığı ve kalınlığı yaşla beraber artıp uyum gücü azalır. Senil katarakt temel olarak 3 kısımda incelenir: 1. Nükleer 2. Kortikal 3. Arka subkapsüler Ancak bu sınıflama daha çok kataraktların erken dönemi için doğrudur çünkü katarakt ilerlediğinde bu ayırıma ait saf özellikler ayrımlanamaz. Yani senil ve ilerlemiş kataraktlarda nukleus, korteks ve kapsül altı kesiflikler kaçınılmazdır ve bir arada olur. Nükleer katarakt lensteki fizyolojik sklerotik değişikliklerin sonucudur. Yaşla birlikte lens nukleusu (çekirdeği) sertleşir ve rengi koyulaşır. Normal yaşlılarda lensteki fizyolojik değişikliklere rağmen görme düzeyi korunur. Nükleer kataraktta lensin yoğunluğu ve kırıcılığı artar. Yalancı miyopi gelişir. Bu hastaların uzak görmeleri bozulurken, yakın görmeleri düzelir veya yakın gözlük camlarının dioptrisinde azalma olur. Bu nedenle bazı hastalar bu durumdan memnun olur. Başlangıçta konkav camlarla düzeltilebilen görme keskinliği sklerotik değişikliklerin artmasıyla giderek azalır. Bu değişim bazen çok yavaş olup 5-10 seneyi bulabilir. Başlangıçta ve merkezdeki küçük kesifliklerde, monoküler diplopi (tek gözle çift görme) yakınması olur ve ileri dönemlerde renk tonlarının ayırt edilmesinde güçlük olur. Nükleer kataraktlar lensin yapısal proteinlerinin (a, b, c kristalin) fizyokimyasal değişime uğramasıyla ilişkilidir. Oksidasyon, non-enzimatik glikozilasyon, proteoliz, Klinik Gelişim deamidasyon, fosforilasyon ve karbamilasyona bağlı olarak yüksek molekül ağırlıklı proteinlerin oluşumu ve agregasyonu gözlenir. Bu yüksek molekül ağırlıklı proteinlerin ara yüzde agregasyonu ışığın geçişine engel olur ve nükleer katarakttaki ışık saçılmasına (light scattering) yol açıp parlak ışıkta kamaşmaya neden olur. Alaca karanlıktaki görme sıklıkla gündüzdekinden iyidir çünkü pupillanın genişlemesiyle ışık bu kesiflikleri aşar. Zamanla lens proteinlerinin modifikasyonuyla lensin rengi önce sarıya, daha sonra kahverengine ve ilerlemiş olgularda siyaha yakın bir renge (katarakta nigra) döner. Kortikal kataraktlar, en yaygın olan tiptir. Lens sıvıyı ön kamara sıvısından absorbe eder. Elektrolit dengesizliğinde aşırı hidrasyon olunca, lenste hidrasyon artışı olur. Erken bulgular, lenste vakuollerin izlenmesi ya da lens liflerindeki ayrılmadır. Periferde kama şeklinde kesiflikler ve lens içinde lameller ayrılmalar dikkat çeker. Yarıklar pupilla alanına geldiğinde, fokal aydınlatma ile beyaz-gri renkli ışınsal kesiflikler izlenir. Sonuçta korteks bulanıklaşır, ardından proteinler koagüle olur ve kesiflikler şekillenir. Böylelikle, değişik kortikal katarakt tipleri ortaya çıkar. Güneş ışığındaki UV ışınları gözün supraorbital yapıları tarafından korunan lensin üst yarısına ulaşamadığı için bu kesifliklerin özellikle alt kadranda ortaya çıktığı düşünülmektedir. Bu tip kataraktta lensin merkezi geç etkilendiği için hastalar uzak görmelerinin iyi olduğunu söyler. Kortikal kataraktlar en iyi retroiluminasyonla gözlenir. Arka subkapsüler katarakt, daha çok merkezde lokalizedir. Diğerlerinden daha az sıklıkta görülür ancak daha erken yakınmalara neden olur ve hızlı ilerler. Uyum sırasındaki miyozis nedeniyle santraldeki bu kesiflik üzerinden geçen ışığın saçılmasına ve görüntünün fovea üzerinde odaklanmasının engellenmesine neden olur. Bu nedenle yakın görme daha çok bozulur. Hastalar kamaşmadan (güneş, kar, araba farları) çok etkilenir. Tipik olarak koyu gözlükleri ve geniş siperli şapkaları tercih ederler. Alaca karanlıkta ve geceleyin görme belirgin şekilde artar veya hasta rahatlar. Katarakt ilerledikçe kalsifiye plak haline gelirler. Arka subkapsüler kataraktın arka kapsül ve korteks arasındaki potansiyel boşlukta hücresel debrisin birikmesi veya kapsül epitel hücrelerinin göçünden dolayı oluştuğu düşünülür. Arka subkapsüler katarakt, radyasyon ve steroid alımı sonucu oluşabilir, diabetes mellitus, yüksek miyopi ve pigmenter retinopati gibi dejeneresanslar sonucu da oluşabilir. İlerlemiş katarakt, sıklıkla tüm katarakt tiplerinin ilerlemesi sonucu oluşur. Bunlara genellikle olgun katarakt denir. Korteks ve nuklesun kesifleşmesi sonucu retina reflesi alınamaz. Lens beyazdır ve tarihte katarakt sözcüğünün’şelale’anlamına gelmesinin nedeni budur. İlerleyen evrelerde korteksin sıvılaşmasıyla ve kahverengi sert nukleusun yerçekiminin etkisiyle aşağı doğru inmesiyle “Morgagnian katarakt” adını alır. Eğer lens kapsülündeki permeabilite artışına bağlı olarak sıvı çekip şişerse şişkin (entümesan) katarakt adını alır. Kortikal sıvının kapsül dışına biraz kaçması sonucu lens gümüşümsü beyaz ve kuru bir hal alır ve “hipermatür katarakt” olarak adlandırılır. 13 2012; 25: 12-15 Senil katarakt en sık rastlanılan katarakt nedeni olsa da, çeşitli sistemik ve oküler hastalıklar, ilaçlar ajanlar ve etkenler lenste kesifleşmeye yol açabilir. Bunlar ana başlık halinde bu şekilde sıralanabilir: 1. Göziçi hastalıklarıyla ilişkili olanlar: Üveit/enflamasyon, retina dekolmanı, retina dejeneresansları (pigmenter retinopati, girat atrofi), fetal persistan vaskülatür, aniridi, Peters anomalisi, sklerokornea, mikroftalmi, Norrie hastalığı, retinoblastom, prematür retinopatisi, yüksek miyopi, retinal anoksi, ön segment iskemisi veya nekrozu. 2. Sistemik hastalıklarla ilişkili olanlar: Metabolik hastalıklar (diabet, galaktozemi, hipoparatiroidi/hipokalsemi, Lowe, Albright, Wilson, Fabry ve Refsum hastalıkları, homosistinüri, tetani), deri hastalıkları (atopik dermatit, Werner ve Rothmund-Thompson sendromu, konjenital ektodermal displazi), bağ ve iskelet dokusu hastalıkları (miyotonik distrofi, Conradi ve Marfan sendromları), renal hastalıklar (Lowe ve Alport hastalıkları, diyaliz). 3. Zararlı ajanlara bağlı gelişenler: İyonizan radyasyon (x-ışını, ultraviyole ışınları, kızılötesi, mikrodalgalar), ilaçlar (steroidler, lovastatin, ouabain, ergot, klorpromazin, psoralens, paradiklorobenzen, busulfan, sodyum selenit...) Kataraktın Tedavisi Günümüzde, kataraktın gelişmesini önleyecek, geciktirecek ya da geriye döndürecek hiçbir konservatif/tıbbi tedavi yöntemi yoktur. Galaktozemik kataraktlar bu kuralın tek istisnasıdır. Kataraktın tedavisi cerrahidir ve katarakt cerrahisi oftalmolojinin en sık uygulanan girişimidir. Katarakt cerrahisi endikasyonu, hastanın görme düzeyi ve yakınmalarına dayanarak konur. Bu konuda katı ve kesin çizgiler yoktur. Hastanın yaşı, yaşam biçimi, aktivite düzeyi, görme gereksinimi, kataraktın tek ya da çift taraflı olması gibi parametreler göz önünde bulundurulur. Burada hastanın kendi ifadeleri çok önemlidir. Örneğin, görece hareketsiz yaşayan yaşlı bir kişide gelişen ve uzak görme düzeyini orta derecede azaltan bir nükleer katarakt, yakın görmesini azaltmadığı sürece kişide fazla bir yakınmaya neden olmayabilirken, aktif yaşam süren ve araba kullanan bir genç erişkinde yakınmalara neden olabilir. Bu nedenle, her hasta kendi içinde değerlendirilmeli, ancak Alzheimer hastalığı gibi kişinin algı ve ifadesinin azaldığı durumlarda, sert ve şişkin kataraktın ameliyatı daha sorunlu olabileceği ve hastanın görmesindeki artışın kişinin yaşam kalitesi ve çevre algısında olumlu sonuçlara yol açabileceği için ameliyat fazla geciktirilmemelidir. Bunun yanı sıra, katarakt cerrahisinin tıbbi endikasyonları da vardır. Olgun kataraktın varlığında, bir fakolitik/fakomorfik glokomu önlemek için hastanın bir an önce ameliyat olması önerilebilir. Ya da, bir retina hastalığı durumunda (diabetik retinopati, yaşa bağlı makula dejeneresansı, retina yırtığı gibi), tanı ve tadavi için optik eksenin açılması amacıyla katarakt ameliyatı yapılabilir. 14 Katarakt cerrahisi, ameliyat mikroskopu altında, mikrocerrahi yöntemle uygulanmakta olup teknolojinin gelişmesi, alet ve materyellerin hergün daha da mükemmelleşmesiyle görece kısa süren, son derece başarılı bir yöntemdir. Yine de, komplikasyonlar tamamen ortadan kaldırılmadığı için ameliyat öncesi risklerin hastayla tartışılması çok önemlidir. Genellikle, ayaktan cerrahi olarak uygulanır. Ancak, tek başına yaşayan yaşlı hastalar ameliyattan hemen sonraki dönemde kendilerine bakamayabilir ve ilaçlarını uygun biçimde kullanamayabilir. Bu nedenle, bir süre hastanede gözetim altında tutulabilir. Günümüzde katarakt ameliyatlarının büyük çoğunluğu lokal anestezi altında uygulanır. Genel anestezi, çok az sayıda hastada, örneğin çocuklarda, ileri derecede endişeli, sinirli ya da zeka geriliği olan veya demanstaki hastalarda uygulanır. Lokal anestezi, retrobülber, peribülber veya topikal olarak uygulanır. Göz küresi civarına hiçbir iğnenin yapılmadığı topikal (anestezik maddenin damlatılmasıyla uygulanan) anestezi en sık uygulanan biçimdir. 1980’lere kadar, kullanılan seçkin cerrahi yöntem intrakapsüler katarakt ekstraksiyonu idi. Bu yöntem, lensin kapsülüyle birlikte tamamının kriyofakla dondurulup geniş bir üst kornea kesisinden dışarı alınmasını kapsar. Görsel rehabilitasyon için, büyük ve ağır afak gözlükler kullanılır. Daha sonra geliştirilen ekstrakapsüler katarakt cerrahisi yönteminde ise, ön kapsül açılarak sadece lensin korteksi ve nukleusu boşaltılır ve geride kalan kapsüle yapay göziçi merceği yerleştirilir. Günümüzde ise uygulanan cerrahi yöntem fakoemulsifikasyondur. Bu yöntemde, lens ön kapsülü yuvarlak biçimde açılarak yüksek frekanslı ultrasonik iğneyle lens çekirdeği emulsifiye edilip aspire edilir. Daha sonra, korteks irigasyon/aspirasyon yötemiyle gözün dışına alınır ve geride kalan kapsüler torbanın içine küçük kesiden katlanarak giren yapay katlanabilir göziçi merceği yerleştirilir. Kesi çok küçük olduğu için (2.5 mm’den küçük) kesinin sütürasyonu gerekmez. Göziçi lensinin gücü ameliyat öncesi biyometriyle hesaplanarak belirlenir. Hata payı genellikle düşüktür. Göziçi lensleri çeşitli tiplerde olabilir: Monofokal. Sadece tek odağı (yakın ya da uzak) bulunur. Optik açıdan çok kaliteli görme sağlarlar. Multifokal. Tıpkı multifokal gözlükler gibi yakındaki ve uzaktaki nesnelerin odakta görünmesini sağlar. Ancak, monofokal merceklerin optik görüntü kalitesine erişemeyebilir, kontrast görmede azalma, kamaşma ve geceleri haloya neden olabilir. Bu nedenle, hasta seçiminde çok dikkatli olunmalıdır. Torik. Sadece sferik kırma kusurunu düzeltmez, aynı zamanda 3 dioptriye kadar astigmatizmayı da düzeltir. Akomodatif. Uyuma izin vermek için gözün içinde öne ve arkaya hareket etmek üzere tasarlanmıştır. Ancak, uyum gücü kısıtlıdır. Katarakt cerrahisinin komplikasyonları, çok düşük sıklıkta da olsa olasıdır. Bunlar, kornea ödemi, göziçi basınç Klinik Gelişim N. GÖZÜM artışı, arka kapsül rüptürü, nukleus/lens materyelinin vitreus boşluğuna düşmesi ve geç dönemde arka kapsül kesifliği, kistoid makula ödemi, endoftalmi ve retina dekolmanıdır. Bunların içinde en sık olanı, arka kapsül kesifliğidir. Kapsül yerinde bırakıldığı için, ekvatordaki germinatif epitel lens epiteli üretimini sürdürür ve görme eksenini tuttuğunda görmeyi azaltan ve kamaşmaya yol açan sekonder katarakta neden olur. Bunun tedavisinde, göziçi cerrahisine gerek kalmadan bir tür laserle (YAG laser) arka kapsülde görme ekseninde bir açıklık oluşturulur. Görme hemen düzelir. Sonuç olarak, katarakt özellikle yaşla birlikte ortaya çıkan ve sık rastlanılan bir göz hastalığıdır. Bunun tedavisi cerrahidir ve katarakt cerrahisi günümüzde en sık uygulanan ve sonuçları oldukça yüz güldürücü olan bir girişimdir. Kaynaklar 1. World Health Organization: Programme for the Prevention of Blindness and Deafness, Global Initiative for the Elimination of Avoidable Blindness. WHO7pbl/97. 61 1998: 1-2 Klinik Gelişim 2. Weingeist TA, Liesegang TJ, Grand MG: American Academy of Ophthalmology, Basic and Clinical Science Course 2000-2001, Lens and Cataract Anatomy, Chapter 1: 5-9 3. Kuzsak JR, Brown HG: Embryology and anatomy of the lens. In: Albert DM, Jakobiec FA, ed. Principles and Practice of Ophthalmology. Basic Sciences, Philadelphia: WB Saunders; 1994: 82-96. 4. Bengisu Ü: Lens. In: Bengisu Ü, ed. Göz Hastalıkları. 4. Basım. Ankara: Palme Yayıncılık; 1998: 123-137. 5. Klein BE, Klein R, Linton KL. Prevalence of age related opacities in a population: The Beaver Dam Eye Study. Ophthalmology 1992; 99: 546-552. 6. Özçetin H. Lens, Katarakt ve Cerrahisi. Özçetin H, ed. 1. Basım İstanbul, Scala. 2005: 3-30. 7. Özçetin H. Lens ve Hastalıkları, Bölüm 5, Klinik Göz Hastalıkları, Nobel Tıp Kitabevi, 2003, 104. 8. Wong TY, Hyman L. Population-based studies in ophthalmology. American Journal of Ophthalmology 2008; 146: 656-663. 9. Ederer F, Hiller R, Taylor H: Senile lens changes and diabetes in two population studies. American Journal of Ophthalmology 1981; 91: 381. 10. Leske MC, Sperduto RD. The Epidemiology of Senile Cataracts: A review. American Journal of Epidemiology 1983; 118-152. 11. Yılmaz ÖF. Fakoemulsifikasyon aygıtları ve sıvı dinamiği. Tüek Oftalmoloji Derneği Eğitim Yayınları No 2: 2004, 11-30. 15 Diyabetik Retinopati Zafer CEBECİ, Koray AKARÇAY İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Diyabetik retinopati, diyabetes mellitusu (DM) olan bir bireyde retinal mikrovasküler lezyonların varlığı olarak tanımlanabilir. Dünya nüfusunun yaklaşık %1,5-2’sinde diyabet mevcuttur. Diyabetik hastalarında yaklaşık %25’inin herhangi bir evrede diyabetik retinopatiye sahip olduğu düşünülmektedir.1 Dünya Sağlık Örgütünün 2002 yılı verilerine göre; Dünyada otuz yedi milyon yasal olarak kör birey bulunmakta ve diyabetik retinopati bu körlüklerin %4,8’ine neden olmaktadır.2 Wisconsin diyabetik retinopati epidemiyoloji çalışmasına göre başlangıçta retinopatisi olmayan Tip 1 Diyabeti olan hastaların ondört yıllık takipleri sonunda %96’sında retinopati geliştiği saptanmıştır.3 Bir başka çalışmada ise ilk kontrollerinde retinopatisi olmayan tip 2 DM’li hastaların 6 yıllık takipleri sonunda %41’inde retinopati geliştiği saptanmıştır.4 Çeşitli biyokimyasal mekanizmalar glukoz metabolizmasını değiştirerek diyabetik retinopatinin gelişmesi ve ilerlemesine sebep olmaktadır. Uzun süren hiperglisemi varlığında retinadaki aldoz redüktaz enzimatik (sorbitol yolu) veya proteinlerin enzimatik olmayan glikozilasyonu metabolik anomaliler oluşmaktadır.5 Bunların dışında protein kinaz C aktivasyonu, anjiyotensin enzim ve vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF) ekspresyonu metabolik dengesizliğe yol açmaktadır. Bu metabolik bozulma sonucunda; kapiller endotelyal bazal membran kalınlaşması, kapiller endotel, perisit hucre hasarı ve endotelyal proliferasyona, defektif oksijen transportu ve trombosit fonksiyon bozukluğu meydana gelir. Bu değişiklikler ve diyabette kan viskozitesindeki artış sonucunda retinada fokal intraretinal kapiller tıkanıklıklar ile vasküler geçirgenlikte artış ile sızıntılar ortaya cıkar. Risk Faktörleri Diyabeti olan her birey diyabetik retinopati gelişimi açısından risk altındadır. Diyabetin süresi, diyabetik retinopati prevelansının belirlenmesinde en kuvvetli belirleyici faktördür. Erken prepubertal tanılı diyabetes mellitusu olan bireylerde daha erken dönemde diyabetik retinopati gelişme olasılığı vardır. Diyabet tipinin; diyabetik retinopati gelişimi açısından değerlendiren eski çalışmalarda Tip 1 DM’un Tip2 DM’a göre aynı süre içerisinde daha sık diyabetik retinopati geliştiği gösterilmiş, fakat son çalışmalarda Tip 2 DM’da bu sıklığın Tip 1’e göre daha arttığı ve bununda Tip 1 hastalarda günümüzde daha iyi metabolik kontrol sağlanmasına bağlanmıştır.6 16 Diyabetik retinopati gelişimi açısından en önemli sistemik risk faktörü glisemik kontroldür. Bunu kan basıncı ve kan lipid düzeylerinin kontrolü takip eder. HbA1c düzeyinin düşürülmesi, diyabetik retinopati gelişimi ve ilerlemesini engelleyebilir. DM’uolan bireylerde hedef HbA1c düzeyi %7’nin altında olmalıdır.7 Kan basıncının düşürülmesi (sistolik kan basıncının 130 mmHg altında olması) ve normal sınırlar içinde olması diyabetik retinopati gelişimi ve ilerlemesini engelleyebilir. Normal kan lipid düzeyleride, özellikle diyabetik maküla ödemi gelişimini azaltabilir. Diyabetik retinopati gelişimi açısından diğer risk faktörleri; renal bozukluk, gebelik, sigara kullanımı ve bazı sorumlu genlerin varlığı sayılabilir. Proteinüri, yükselmiş kan üre ve kreatinin değerlerinin varlığı diyabetik retinopati için iyi göstergelerdir. Diyabetik retinopatisi var olan bireylerde 5 yıl içerisinde nefropati gelişme riski %50, 12 yıl sonunda ise risk %75’tir.8 Mikroalbüminüri varlığı ise yakın zamanda retinopati gelişebileceğinin habercisidir. DM’u olup gebeliğin başlangıcında retinopatisi olmayanlar veya minimal lezyonları olan gebelerde, gebelik boyunca %12’sinde retinopati ortaya çıkmış veya ilerlemiştir.9 Sınıflama Diyabetik retinopati erken tedavi çalışma grubu’nun (ETDRS) sınıflamasına göre 2’e ayrılmaktadır: NonProliferatif Diyabetik Retinopati (NPDRP) ve Proliferatif Diyabetik Retinopati (PDR) 1-Non_Proliferatif Diyabetik Retinopati a) Hafif Non-Proliferatif Diyabetik Retinopati (NPDR): Seyrek mikroanevrizma (MA) b)Orta Evre NPDR: Yaygın retinal hemorajiler ve/ veya MA, iki kadrandan az venöz boncuklanma (VB), yumuşak eksuda, hafif intraretinal mikrovasküler anomaliler (İRMA) c) İleri Evre NPDR: Şiddetli NPDR: 4-2-1 kuralına göre aşağıdaki özelliklerden herhangi birinin olmasıdır. • 4 kadrandan yoğun retinal hemoraji • 2 veya daha fazla kadranda VB • 1 veya daha fazla kadranda İRMA Klinik Gelişim Z. CEBECİ, K. AKARÇAY d) Şiddetli NPDR: İleri evre NPDR özelliklerinden iki veya daha fazlasının olması. 2- Proliferatif Diyabetik Retinopati (PDR) a) Erken PDR: Retinal neovaskülarizasyon (NV) veya 1/4-1/3 disk çapından küçük veya eşit optik disk neovaskülarizasyonu (ODNV) b) Yüksek riskli PDR: Aşağıdaki özelliklerden herhangibirisinin olması • 1/4-1/3 disk çapından daha büyük ODNV • 1/4-1/3 disk çapından küçük veya eşit ODNV ile birlikte preretinal hemoraji veya intravitreal hemoraji (İVH) • Retinal NV ile birlikte preretinal hemoraji veya İVH.10 Diyabetik retinopatinin her aşamasında ortaya çıkabilen diyabetik makülopati nonproliferatif evredeki görme kayıplarının %80’ninden sorumludur. Diyabetik makülopati aşağıdaki şekilde sınıflandırılabilir. A. Maküla iskemisi B. Maküla ödemi Fokal diyabetik maküla ödemi Diffüz diyabetik maküla ödemi C. Mikst tip maküla ödemi.11 İskemik makülopatideki kapiller non-perfüzyon alanları klinik muayenede perifoveal tıkalı beyazlaşmış kapillerler, derin retina hemorajileri ve yumuşak eksudalar ile anlaşılabilir. Maküla merkezinden itibaren bir disk çapı (1500 mikron) uzaklıktaki bir alanda yer alan herhangi bir retina kalınlaşması ya da sert eksüda oluşumları fokal diyabetik maküla ödemi olarak adlandırılır.10 Olguların birçoğunda dış retinal (iç ve dış pleksiform) veya subretinal katmanda yerleşen eksuda plazma lipoproteinlerinden oluşmuştur. Bu da iç kan retina bariyerinin bozulduğu anlamına gelir. Diffüz maküla ödemi; maküla merkezini, yani foveal avasküler zonu da içine alan, iki veya daha fazla disk çapı büyüklükteki retina kalınlaşmaları diffüz diyabetik maküla ödemi olarak tanımlanır.12 Perifoveal bölgedeki kapiller yatakta tıkanma geriye kalan vasküler yapılarda diffüz dilatasyon ve geçirgenlik artışına neden olur. Yani iç kan-retina bariyeri diffüz olarak yıkılır. Bu tıkanma alanları ve diffüz sızıntı FFA ile belirlenebilir Mikst tip maküla ödemi ise; diabetik maküla ödemli bir gözde hem fokal hem de diffüz ödem özelliklerinin bir arada bulunmasıdır.13 Tanı Diyabeti ve/veya diyabetik retinopatisi olan her bireyde belirli aralıklarla rutin göz muayenesi yapılmalıdır. Bu Klinik Gelişim rutin göz muayenesi görme keskinliği değerlendirmesi, biyomikroskopik muayene, göz içi basınçları ölçümü ve pupilla dilatasyonu sonrası göz dibi incelemesi (oftalmoskopi) ile yapılmaktadır. Bunun yanında ek yardımcı tanı yöntemleride vardır. Günümüzde diabetik retinopati tanı ve takibinde şu yöntemler kullanılmaktadır: • • • • • Oftalmoskopi Fundus Flöresein Anjiografisi (FFA) Optik Koherens Tomografi (OKT) Retina Kalınlık Analizörü (RTA) Fundus Fotoğraflama Oftalmoskopi iki türlü yapılabilir; Direkt ve indirekt oftalmoskopi şeklinde olabilir. Direkt oftalmoskopi yüksek büyütmeli bir görüntü sağlamasına rağmen steroskopik görüntü elde edilemediğinden en ideal yöntem biyomikroskopik indirekt oftalmoskopidir. Biyomikroskopik indirekt oftalmoskopi fundus kontakt lensleri ile (Goldman, Hruby Lensi) veya 60 D, 78 D, 90 D asferik lenslerle yapılabilir. Pupilla dilatasyonu yapılarak yapılan göz dibi muayenesi diyabetik retinopati taramasındaki duyarlılığı %50 oranında arttırdığı saptanmıştır.14 Diyabetik retinopati tanısı, tedavi planlaması ve takibinde klinikte en çok kullanılan yardımcı tanı yöntemi olan FFA oldukça yararlı bilgiler verir. Normal retinal damarlar flöresein moleküllerinin ekstravasküler alana geçisine izin vermezken, flöresein kaçaklarının görüldügü alanlar anormal vasküler permeabilite oldugunu gösterir. FFA tedavi planlaması içinde yardımcı olup geç fazlarda çekilen görüntülerle retina kalınlığı ile kaçakların seviyesi ve lokalizasyonunu tahmin etmede faydalıdır. Oftalmoskopide retinopatisi olmayan veya fundus fotoğraflamasında herhangi bir retinal lezyonu olmayan hastalarda FFA ile erken retinopati varlığı gösterilmiştir.15 Amerikan Oftalmoloji Birliği günümüzde diyabetik retinopatide FFA’yı açıklanamayan görme azalması, kapiller non-perfüzyon alanlarının ve/veya maküla ödemi tespiti ve klinik anlamlı maküla ödemi tedavisi için kullanılmasını önermektedir.16 OKT, diyabetik retinopatide ve özellikle diyabetik makülopatinin tanımlanması ve tedavisinin planlanması ile takibinde çok yararlı nonkontakt, noninvaziv bir görüntüleme yöntemidir. Retina yapılarından yansıyan ışığı yakalayarak ışık mikroskobundaki histolojik kesitler ile karsılaştırılabilen retinanın yatay kesitlerini oluşturur. Retinanın iki boyutlu görüntülerini oluşturarak 10 μm’lik yüksek çözünürlüklü çapraz kesitlerini alır ve kalınlık ölçümleri ile niceliksel olarak değerlendirme yapar. OKT; maküla ödemi değerlendirmesinde etkili kalitatif ve kantitatif bir yöntem olup, maküler kalınlığın erken dönemdeki artışı, tedavi sonrası maküler ödemin progresyon veya regresyonu takibinde önemlidir.17 Retina kalınlık analizörü; retina yüzeyine oblik bir açıyla laser sliti gönderir ve vitreoretinal, korioretinal yüzeyden yansımaları değerlendirerek retina kalınlığı hakkında bilgi verir. RTA’nın maküler ödemde duyarlılığının %69100 arasında olduğu gösterilmiştir.18 17 2012; 25: 16-19 Renkli fundus fotoğraflaması ile stereoskopik veya non stereoskopik 20-35-50 derecelik kameralar kullanılarak görüntüler alınır. Hastalığın ilerleyişinin takibi ve tedavinin etkinliğini değerlendirmek için gereklidir. Tedavi Retinal Laser (Fotokoagülasyon) Fotokoagülasyon, ışık enerjisinin hedef hücrelerce absorbe edilip ısıya çevrildiği ve irreversibl termal denatürasyonun oluştuğu harap edici bir tedavi çeşididir. Sızdıran damarlar ya da anormal vasküler yapıların yakılması temel amaçtır. Argon yeşil, kripton red, sarı ve kırmızı dye laser kullanılır. Retina laser tedavisinin randomize çalışmalarda diyabetik retinopatiye bağlı yasal körlüklerin %95’inin engelleyebildiğini göstermiştir.19 ETDRS çalışmasının sonuçlarına göre diyabetik maküla ödemindeki fokal laser uygulamasının faydalı olduğunu göstermiştir.20 Bu tedaviden etkili sonuç elde edebilmek için laser tedavisinde iyi zamanlama ve tedavi sonrası düzenli takip önemlidir. Laser tedavisinin kaybedilen görmenin geri kazanılmasına yardımı olmamaktadır. Bu yüzden düzenli tarama amaçlı muayenelerin; asemptomatik görmeyi tehdit eden dönemdeki diyabetik retinopatinin tespiti açısından önemlidir. Medikal Tedavi İlaç tedavileri arasında göz içerisine (intravitreal) steroid ve anti-VEGF ajanların uygulanmaları vardır. İntravitreal steroidler enjeksiyonluk şekilde veya implant şeklinde olabilirler. İntravitreal steroidler arasında en sık kullanılan triamsinolon asetoniddir. Steroidlerin antiproliferatif, antiödematöz, antienflamatuar ve anjiyostatik etkilerinden dolayı maküla ödeminde kullanılmaktadır ve 4 mg/0.1 ml uygulanır ve etkisi yaklaşık altı ay sürmektedir. Bir çalışmada intravitreal triamsinolon asetonid uygulanan maküla ödemli hastalarda takiplerinde görme keskinliğinde artış ve OKT ile gösterilen maküla kalınlığında hızlı azalma gösterilmiştir.21 Fakat steroid enjeksiyonunun göz içi basıncı artışı, katarakt, steril vitrit ve endoftalmi gibi komplikasyonları olduğundan bu işlem dikkatlice ve seçilmiş hastalarda yapılmadır. Bir diğer medikal tedavi şekli günümüzde daha yaygın olarak kullanılmaya başlanılan anti-VEGF ilaçların intravitreal uygulanmasıdır. Vasküler Endotelyal Growth Faktör (VEGF), kapiller kaybından ve/veya mikroanevrizma formasyonundan hipoksiye cevap olarak üretilir. Böylelikle VEGF aktivitesinin inhibisyonu PDR’nin önlenmesinde çok önemli bir rol oynayabilir. Retinal endotel hucrelerinde, diğer endotel hucrelerine gore daha yüksek sayıda VEGF reseptorü vardır. VEGF vasküler endotel hücrelerindeki özgül reseptörlere bağlanarak vasküler gecirgenliği arttırır. Klinikte uygulanan antiVEGF ajanlar arasında pegabtanib sodyum, bevacizumab, ranibizumab bulunmaktadır. Ön planda yaşa bağlı maküla dejeneresansında kullanılan bu ilaçlarla diabetik maküla ödemini değerlendiren geniş serili ve uzun süreli çalışmalar halen devam etmektedir. 18 Vitrektomi Vitreus kontraksiyonu proliferatif diyabetik retinopatinin geç komplikasyonudur. Bu durum makülayı tutan traksiyonel dekolman ve vitre içi hemorajiye yol açarak görme kaybı oluşturur. Diyabetik Retinopati Vitrektomi Çalışma grubunun sonuçlarına göre; açılmayan vitre hemorajisi veya traksiyonel retina dekolmanı olan gözlerde uygun zamanlama ile yapılan vitrektomi tedavisi sonucu başarılı sonuçlar elde edilmiştir.22 Diyabete Ait Diğer Göz Bozuklukları Refraktif Değişiklikler Kötü glisemik kontrolü olan DM’li hastalar bu dönemler içerisinde görmelerinde değişmelerden bahsedebilirler. Özellikler net gördükleri cisimleri zaman zaman daha bulanık gördüklerini ifade edebilirler. Bunun sebebi göz lensindeki glukoz metabolizmasının osmotik değişimlere bağlıdır. Hastalarda yüksek glukoz düzeyi varlığında geçici miyopi ortaya çıkabilmektedir. Bu değişimler geri dönüşümlüdür ve glukoz düzeylerinin regüle edilmesiyle görme düzeyleride stabilize edilebilir. Katarakt Diyabet artmış katarakt ve katarakt cerrahisi geçirme riski ile ilişkilidir.23 Diyabetik retinopatinin katarakt cerrahisi sonrası progresyon göstermesi ise; cerrahi sırasındaki diyabetik kontrol, Tip2 DM varlığı ve proliferatif diyabetik retinopati varlığı ile ilişkilidir.24 Diyabeti hastalarda cerrahi sonrası araka kapsül kesifliği gelişme olasılığı normal bireylere görede daha yüksektir. Bunların yanında diyabet; ekstraoküler kas hareketleri engelleyen kranyal sinir felçlerine (3., 4. ve 6. kranyal sinirler) ve oküler kan akımında değişiklik, buna bağlı optik sinir hasarı ve glokoma yol açabilir. Sonuç olarak DM’u olan bireylerde göz ile ilgili sorunların oluşmaması için bazı yapılması gerekenler vardır. Bunlardan birincisi kan şeker düzeyini düzenli ve normal sınırlar içerisinde tutmaktır. İkincisi kan basıncı değerlerini istenilen seviyelerde tutmaktır. Üçüncü olarakta önerilen düzenli göz muayenelerini yaptırmaktır. Amerikan Diyabet Birliğinin önerisine göre eğer birey 10 ila 29 yaşları arasındaysa ve en az 5 yıl tanılı DM’si varsa, 30 yaşın üstünde ise ne kadar süredir tanılı DM’u olduğuna bakılmaksızın yılda bir kez rutin göz muayenesi yapılmalıdır.25 DM’u olan hamile kadınlar ise mutlaka rutin göz muayenesi yaptırmalılardır. Tarama sürelerinin uzatılması hasta ile iletişimin kopmasına ve erken önlem alınabilecek göz komplikasyonlarının geciktirilmesine sebep olabilir. Eğer bireyin görmesinde herhangi bir değişiklik hissettiğinde ise rutin göz muayenesi zamanını beklemeden hemen bir göz doktoruna başvurmalıdır. Gelişmiş tanı ve tedavi yöntemlerine rağmen diyabetik retinopati halen yeryüzündeki önlenebilir körlük sebeplerinin en başlarında yer almaktadır. Diyabetik retinopatinin patofizyolojisini oluşturan biyokimyasal yolların daha iyi anlaşılması ve halen sürmekte olan ve yapılacak Klinik Gelişim Z. CEBECİ, K. AKARÇAY çalışmalarla retinopatinin önlenmesi ve tedavisinin gelecekte daha iyi yapılabilmesine olanak tanıyacaktır. Kaynaklar 13. Smith RT, Lee CM. Quantification of diabetic macular edema. Arch Ophthalmol 1987; 105: 218-222. 14. Pandit, RJ, Taylor, R. Mydriasis and glaucoma: exploding the myth. A systematic review. Diabet. Med. 2000; 17: 693-699. 1. Klein R, Klein BEK, Epidemiology of proliferative diabetic retinopathy diabetes care. 1992; 15: 1875-91. 15. Ivanisevic, M, Stanic, R. Importance of fluorescein angiography in the early detection and therapy of diabetic retinopathy. Ophthalmologica. 1990; 201: 9-13. 2. Resnikoff, S, Pascolini, D, Etya’ale, D et al. Global data on visual impairment in the year 2002. Bull. World Health Organ. 2004; 82: 844-851. 16. American Academy of Ophthalmology. Preferred Practice Pattern: Diabetic Retinopathy. 2003. American Academy of Ophthalmology. 3. Klein, R, Klein, BE, Moss, SE, Cruickshanks, KJ. The Wisconsin Epidemiologic Study of Diabetic Retinopathy: XVII. The 14-year incidence and progression of diabetic retinopathy and associated risk factors in type 1 diabetes. Ophthalmology. 1998; 105: 18011815. 17. Panozzo, G, Gusson, E, Parolini, B, Mercanti, A. Role of OCT in the diagnosis and follow up of diabetic macular edema. Semin. Ophthalmol. 2003; 18: 74-81. 4. Stratton, IM, Kohner, EM, Aldington, SJ et al. UKPDS 50: risk factors for incidence and progression of retinopathy in Type II diabetes over 6 years from diagnosis. Diabetologia. 2001; 44: 156-163. 5. Robert N Frank. On the Pathogenesis of Diabetic Retinopathy. Opht. 1991; 98: 586-593. 6. Henricsson, M, Nystrom, L, Blohme, G et al. The incidence of retinopathy 10 years after diagnosis in young adult people with diabetes: results from the nationwide population-based Diabetes Incidence Study in Sweden (DISS). Diabetes Care. 2003; 26: 349-354. 7. Mohamed, Q, Gillies, MC, Wong, TY. Management of diabetic retinopathy: a systematic review. JAMA. 2007; 298: 902-916. 8. Ballone, E, Colagrande, V, Di Nicola, M, Di Mascio, R, Di Mascio, C, Capani, F. Probabilistic approach to developing nephropathy in diabetic patients with retinopathy. Stat. Med. 2003; 22: 38893897. 9. Sunness, JS. The pregnant woman’s eye. Surv. Ophthalmol. 1988; 32: 219-238. 10. Diabetic Retinopathy Study Research Group: Design methods and baseline results. DRS report no. 6. Invest Ophthalmol 1991; 21: 149-209. 11. Connan P. Ai E. The early treatment of diabetic retinopathy. Ophthal Clin North Am 1990; 3: 359-372. 12. Bresnick GH. Diabetic maculopathy: a critical review highlighting diffuse macular edema. Ophthalmology 1983; 90: 1301-17. Klinik Gelişim 18. Guan, K, Hudson, C, Flanagan, JG. Comparison of Heidelberg Retina Tomograph II and Retinal Thickness Analyzer in the assessment of diabetic macular edema. Invest Ophthalmol. Vis. Sci. 2004; 45: 610-616. 19. Harper CA. Treatment of Diabetic Retinopathy. Clin Exp Optom 1999; 82: 98-101. 20. Early Treatment Diabetic Retinopathy Study Research Group: Photocoagulation for diabetic macular edema. ETDRS report no. 1. Arch Ophthalmol 1989; 103: 1796-806. 21. Jonas, JB, Kamppeter, BA, Harder, B, Vossmerbaeumer, U, Sauder, G, Spandau, UH. Intravitreal triamcinolone acetonide for diabetic macular edema: a prospective, randomized study. J Ocul. Pharmacol. Ther. 2006; 22: 200-207. 22. Diabetic Retinopathy Vitrectomy Study Research Group: Two-year course of visual acuity in severe proliferative diabetic retinopathy with conventional management. DRVS report no. 1. Ophthalmology 1985; 92: 492-502. 23. Rowe, NG, Mitchell, PG, Cumming, RG, Wans, JJ. Diabetes, fasting blood glucose and agerelated cataract: the Blue Mountains Eye Study. Ophthalmic Epidemiol. 2000; 7: 103-114. 24. Romero-Aroca, P, Fernandez-Ballart, J, Almena-Garcia, M, Mendez-Marin, I, Salvat-Serra, M, Buil-Calvo, JA. Nonproliferative diabetic retinopathy and macular edema progression after phacoemulsification: prospective study. J Cataract Refract. Surg. 2006; 32: 1438-1444. 25. American Diabetes Association: Eye Care. http://www.diabetes. org/living-with-diabetes/complications/eye-complications/eyecare. html 19 Vitreo - Retinal Cerrahi, “Dünü - Bugünü...” Tunç OVALI Fulya Retina Merkezi, İstanbul Retina Dekolmanının Tedavisininde İlk Adımlar Retinanın ayrıntılı biçimde incelenmesi 1851’de Alman bilim adamı Helmholtz’un 1851 yılında oftalmoskopu (Augenspiegel) geliştirmesiyle mümkün olmuştur (resim 1). Retinanın cerrahi olarak tedavi edilebilecek en önemli hastalığının, yani retina dekolmanın özellikleri bu şekilde gün ışığına çıkabilmiştir. 1853’de Coccius retina yırtığını, 1854’de von Greafe retina dekolmanının klinik seyrini tarif etmişlerdir. 1861’de binoküler oftalmoskobun geliştirilmesi ile (Giraud - Teulon) retina dekolmanın özellikleri daha ayrıntılı biçimde incelenmiştir. Bugünkü bilgilerimizin ışığında retina dekolmanınına retina yırtığının yol açtığı çok doğal gelmektedir. Ancak o dönemde bunun irdelenmesi ancak 1919’da Jules Gonin tarafından mümkün olmuştur (resim 2). Gonin ilk defa retina yırtığının retina dekolmanına yol açtığına savunan kişi olmuş ve 1929’da retina dekolmanı olan olgularda subretinal sıvı drenajı ve diatermi ile retinopeksi (retinanın retina pigment epiteli ve koryokapiller doku ile arasında fibrozise yol açarak sabitlenmesi) uygulanması ile %70 oranında retinanın yatıştığını yayınlamıştır. (vitreoretinal traksiyon) ve retinayı yerinde tutan kuvvetler (retinokoroidal adhezyon) arasındaki dengenin bozulması retina yırtığına yol açar (resim 3). Vitreoretinal traksiyonun kuvvetli olması durumunda retina yırtıklarının önemli bir kısmı sıvılaşmış vitreusun subretinal alana geçmesi sonucu retina dekolmanına neden olur (resim 4). 1949’da Custodis retina dekolmanlarında vitreus traksiyonunun gevşetilmesi ve retina yırtıklarının tamponadı için skleranın dıştan çökertilmesi yöntemini tarif etmiştir. Bu şekilde retina dekolmanlarının cerrahi tedavisinde başarı oranı belirgin biçimde artmıştır. Skleranın dıştan çökertilmesi sayesinde gözün yapısı ve dolayısıyla içindeki boşluğun (vitreus kavitesi) şekli değişmiş, retinayı çeken vitreusun traksiyonu gevşetilebilmiştir (resim 5). Retina yırtığı anormal vitreoretinal yapışıklıklar sonucu oluşur ve retina dekolmanlarının büyük bir kısmı bir retina yırtığı ile ilişkilidir. Arka vitreus dekolmanın gelişimini takiben vitreusun periferik retinayı çekmesi Resim 1: Helmholtz’un geliştirdiği ilk oftalmoskop sayesinde retinanın ayrıntılı muayenesi mümkün olmuştur. 20 Resim 2: Jules Gonin retina yırtığının retina dekolmanına yol açtığını bildirerek bu hastalığın tedavi edilebilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Klinik Gelişim T. OVALI 1990’ların başına kadar retina dekolmanlarının tedavisinde çökertme cerrahisi altın standart olarak kabul edilmiştir. Günümüzde hala bazı olgularda çökertme cerrahisinin yeri vardır. Resim 5: Skleranın dıştan çökertilmesi ile retina pigment epiteli - vitreus tarafından içe doğru çekilmiş olan retinaya yaklaşmış olur. Böylece retina ile onu besleyen retina pigment epiteli / koryokapilaris tabakası birbirine temas eder. Pars Plana Vitrektominin Gelişimi Resim 3: Arka vitreus dekolmanı geliştikten sonra vitreusun periferik retinaya uyguladığı traksiyon retinanın yırtılması ile sonlanabilir. Vitreoretinal cerrahi ile ilgili çalışmalar daha önce başlamış olsa da modern vitrektominin öncülüğünü 1970’de Robert Machemer yapmıştır (resim 6). Machemer 1970’de kendi geliştirdiği cihazla kapalı sistem vitrektomi uygulayan ilk kişi olmuştur. Bu cihaz aspirasyon, kesme ve infuzyon fonksiyonlarını bir arada gerçekleştiriyordu (vitreus-infusion-suction-cutter, VİSC) (resim 7). Machemer’in geliştirdiği cihaz sayesinde, vitreus traksiyonunun çok kuvvetli olduğu ve skleranın dıştan çökertilmesi ile gevşetilemeyen traksiyonları içten vitreusun kesilmesi sayesinde ortadan kaldırmak mümkün olabilecekti. Machemer ilk vitrektomunu (VİSC) tanıttıktan kısa bir süre sonra cihazına fiberoptik aydınlatmayı da ilave etmiştir. Bunu takip eden yıllarda vitrektomi Resim 6: Robert Machemer kendi olanakları ile klinik kullanımı olabilecek ilk vitrektomu geliştirmiş, daha sonra bunun üzerinde bir dizi değişiklik yapmıştır. Bu vitrektomun klinikte kullanılması ile retina cerrahisinde yeni bir döneme girilmiştir. Resim 4: Vitreusun sıvılaşması ile jel vitreus kendi içine çöker ve arka vitreus dekolmanı meydana gelir. Arka vitreus dekolmanının periferik retinada neden olduğu traksiyon sonucunda sıvılaşmış vitreus subretinal alana geçerek retina dekolmanına yol açar. Klinik Gelişim Resim 7: Robert Machemer’ in geliştirdiği vitreusinfusion-suction-cutter (VİSC) cihazı aspirasyon, kesme ve infuzyon fonksiyonlarını bir arada gerçekleştiriyordu. 21 2012; 25: 20-25 cihazları hızlı bir gelişim göstermiş, daha ince, hafif ve hızlı kesen aletler geliştirilmiştir. Bütün fonksiyonların tek bir parçada toplanması yerine üç ayrı giriş kullanılarak daha ince olmaları sağlanmıştır. Böylece günümüzde standart haline gelmiş olan üç girişli pars plana vitrektomi sistemi ortaya çıkmıştır. Üç girişin birine infüzyon bağlanmakta, diğer iki girişten biri ışık, diğeri vitrektom için kullanılmaktadır. Vitreoretinal cerrahinin iki dönemi olmuştur: Birinci dönemde (vitreus cerrahisi) temel girişim, daha önce mümkün olmayan, vitreus bulanıklıklarının (örn. vitreus hemorajilerinin) temizlenmesi olmuştur. Ancak daha komplike vitreoretinal patolojilerin tedavisi için retina üzerinde manipülasyonunun kaçınılmaz olduğu görülmüş, bu girişimlere uygun hassas makas ve forsepsler geliştirilmiştir. Retina yüzeyindeki membranların soyulması, gerektiğinde retinektomilerin uygulanması ile günümüzdeki biçimiyle modern vitreoretinal cerrahi dönemine geçilmiştir. Bu dönemin önemli bir özelliği de vitreoretinal cerrahide kullanılan aletlerdeki gelişmelerin yanı sıra sülfürheksaflorür ve perfluoropropan gazları gibi geçici veya silikon yağı gibi kalıcı internal tamponadların kullanılmaya başlanmasının cerrahi başarıyı artırması olmuştur. Gününümüzde Vitreoretinal Cerrahi Vitreoretinal cerrahinin gelişimi son derece hızlı olmuş ve tedavisi çok zor gözüken hastalıkların cerrahisi büyük oranda yüz güldürücü sonuçlar vermeye başlamıştır. Ayrıca cerrahilerin endikasyon alanı genişlemekle kalmamış, komplikasyon oranı azalmış, ortalama cerrahi süresi kısalmış ve vitreoretinal cerrahi hastalar için ameliyat sonrası dönemde daha az rahatsızlık veren bir girişim biçimine dönüşmüştür. Bunun böyle olmasında bir dizi teknik gelişmeler son derece önemli rol oynamıştır. Bunları kısaca şu şekilde özetleyebiliriz: 1. Ağır sıvıların kullanılması: Retinanın dekole olması sonucu optik sınır dışındaki kısımları vitreus kavitesi içinde yüzer durumda olur. Retinanın altındaki sıvıyı çıkarmak için sıvı perfluorokarbonlardan (ağır sıvılar) yararlanılmaktadır. Sıvı perfluorokarbonlar sudan ağır oldukları için vitrektomi sırasında göz içine enjekte edildikleri zaman arka kutupta retinanın yatışmasını sağlarlar. Böylece subretinal sıvı periferik retina bölgesindeki yırıktan kolayca çıkarılmış olur. Ayrıca ağırlıkları nedeniyle retinanın yatışmasını ve retinanın altta sabit kalmasını sağlamaları nedeniyle retina yüzeyindeki membranların daha kolay soyulmasını sağlarlar. Bu özellikleri ile bir bakıma cerrah için retinayı aşağı çeken - retinayı aşağıda fikse eden “üçüncü bir el” gibi değerlidirler. Ağır sıvılar uzun süreli gözün içinde bırakıldıklarında doku hasarına yol açmaları nedeniyle ameliyatın sonunda çıkarılırlar. 2. Geniş görüntü sistemleri: Vitrektomi ameliyatı sırasında ameliyat mikroskobundan bakıldığında kornea kırıcılığının yüksek olması nedeniyle retinayı görmek mümkün değildir. Bu nedenle vitrektomi sırasında kornea yüzeyine yerleştirilen bir lens aracılığıyla korneanın kırıcılığının etkisi ortadan kaldırılır ve vitreus kavitesi 22 ve retina yüzeyini görmek mümkün olur. Ancak kornea yüzeyine yerleştirilen bu lensler ile retina yüzeyinde en fazla 30 derecelik bir alanı görmek mümkün olur. Dar bir alanı görerek cerrahinin uygulanması zordur. Son 20 yıl içinde geniş görüntü sistemleri kullanılmaya başlanmıştır. Ameliyat mikroskobuna monte edilen bu cihazlar sayesinde retina yüzeyinin 90 - 120 derecelik bir bölümünü görmek mümkün olabilmiştir. Daha geniş bir alanın görülebilmesi sayesinde retina patolojisini değerlendirmek daha kolay olmuş, cerrahi manipülasyonun bütün retina yüzeyine etkisini gözlemek daha rahat olduğu için cerrahi girişim daha güvenli hale gelmiştir. 3. Yüksek kesme hızına sahip vitrektomların üretilmesi: Vitrektomi cihazları standart özelliklerine 80’li yılların başında kavuştuklarında vitrektomun ucundaki vitreusu keserek aspire edilmesini sağlayan giyotin şeklindeki bıçağın açılıp kapanma hızı dakikada 600’dü. Bu yüksek bir hız gibi görünsede retina yüzeyine yapışık vitreusun kesilmesi sırasında retina da hareket ediyor ve vitrektomun ucuna doğru sürüklenebiliyordu. Retina yüzeyine yakın vitreusun yenmesi sırasında istemsiz olarak retina hasarına yol açmak mümkün olabiliyordu (iatrojenik retinotomi). Bunlar cerrahinin bitiminde mutlaka ayrıntılı bir muayene ile aranıp bulunuyor ve endolaser ile fotokoagulasyonu gerekiyordu. Günümüzde modern vitrektomi cihazları dakikada 3000 kesi hızına çıkıyorlar. Hatta yakın zamanda dakikada 8000 kesi hızıyla çalışan vitrektomlar günlük hayatımıza girmiş olacaklar. Dakikadaki kesme hızı ne kadar fazla olursa kesilip aspire edilen vitreus parçası da o kadar küçük olacağı için vitreus retina yüzeyinden tıraşlanırken retina traksiyonu minimale ineceği için iatrojenik retinektomi olasılığı da o kadar az olacaktır. Bu da retina yüzeyinin vitreusdan daha titiz arındırılması sağladığı gibi, iatrojenik retinektomi olasılığının azalması nedeniyle bunların yol açağı komplikasyon tehlikesini de ortadan kaldırmaktadır. 4. Transkonjonktival Vitrektomi: Standart pars plana vitrektomide konjonktiva açıldıktan sonra sklera yüzeyine diatermi yapılmakta ve 20 G (0. 9 mm) çapında sklerotomiler oluşturulmaktadır (resim 8). Cerrahinin Resim 8: Standart 20 G pars plana vitrektomide konjonktiva açıldıldıktan sonra endodiatermi yapılır ve sklerotomiler oluşturulr. Klinik Gelişim T. OVALI Resim 9: Transkonjonktival vitrektomide 23 veya 25 G cihazların içinden geçebileceği kanül sistemleri kullanılır. Bu kanüller konjonktiva hafif kenara kaydırıldıktan sonra konjonktiva açılmadan yerleştirilir. başında infüzyon kanülü skleraya sütüre edilmekte, ameliyatın sonunda da diğer sklerotomiler ve konjonktiva sütüre edilmektedir. Son 16 - 17 yıldır transkonjonktival vitrektomi uygulanmaya başlanmıştır. Her geçen gün daha fazla retina cerrahı tarafından kullanılan transkonjonktival vitrektomide konjonktiva açılmadan içinden 23 G veya 25 G kalınlığında cerrahi aletlerin geçebileceği kanüller skleraya yerleştirilmektedir (resim 9). Cerrahi sırasında kullanılan aletler bu kanüllerin içinden geçirilerek gözün içine sokulmakta ve cerrahinin bitiminde kanüller çıkarılmaktadır. Böylece 20 G vitrektomi sistemine göre daha ince alet / kanül sistemi kullanıldığı için konjonktivayı açmaya gerek kalmamakta ve kanüller çıkarıldıktan sonra eğer sızdıran bir sklerotomi varsa konjonktiva üzerinden tek bir 8/0 sütür yeterli olmaktadır (resim 10a, b). Olguların çoğunda sütürasyona gerek kalmadığı için bu yöntem sütürsüz vitrektomi olarak da tanımlanmaktadır (resim 11). Hasta için cerrahi sonrası iritasyonun minimal olması nedeniyle günümüzde artan sayıda retina cerrahı transkonjonktival vitrektomiyi tercih etmektedir. 5. Avize ışık: Modern vitreoretinal ekipmanın sağladığı önemli yeniliklerden biri de kuvvetli ışık kaynaklarıdır. Resim 10a: Transkonjonktival cerrahinin sonunda kanüller çıkarıldığında eğer sklerotomiler sızdırıyorsa konjonktiva üzerinden atılan tek bir 8/0 sütür ile yara dudaklarının bir araya gelmesi sağlanır. Resim 10b: Transkonjonktival vitrektominin sonunda, konjonktiva üzerinden sütür atılmış olsa bile sonuçta iritasyona yol açabilecek yüzey travması son derece hafiftir. Klinik Gelişim Resim 11: Transkonjonktival vitrektomi olgularının önemli bir kısmında cerrahi bitiminde sütür atmak gerekmediği için cerrahiyi takip eden günde hastanın minimal iritasyonla rahat etmesi mümkün olmaktadır. Resim 12: Skleraya yerleştirilen 27G veya 29 G fiberoptik kablolar sayesinde ( avize ışık ) retina yüzeyi aydınlatılabilmekte, her iki sklerotomi aktif cerrahi aletler için kullanılabilmektedir. 23 2012; 25: 20-25 Resim 13: Traksiyonel retina dekolmanında bimanuel disseksiyon özellikle önemlidir. Bir eldeki forsepsle membran tutulurken diğer eldeki makas ile membranlar daha güvenli biçimde kesilmektedir. Resim 14: Alt nazal kadranda yer alan büyük atnalı yırtık ve bunun yol açtığı retina dekolmanı görülmektedir. Resim 15a: Diyabetik traksiyonel retina dekolmanına yol açan ve retina yüzeyine yayılmış olan fibröz membranlar görülmektedir. 24 Resim 15b: 15 a’daki olgunun cerrahi sonrası görünümü. Resim 16a: Yaklaşık 500 mikron çapında oval şekildeki makula deliği ve deliğin çevresinde deliğin oluşmasına yol açan epiretinal membran. Resim 16b: 16 a’ daki olgunun cerrahi sonrası deliğin kapanmış hali ile görüntüsü. Klinik Gelişim T. OVALI sim 13). Bimanuel cerrahi sayesinde komplike olgularda başarı oranı artmış, komplikasyon oranı düşmüştür. Vitreoretinal cerrahideki gelişmelere paralel olarak cerrahi endikasyon alanı da genişlemiştir. Günümüzde başlıca şu cerrahi endikasyonlarda vitreoretinal cerrahi uygulanmaktadır: Resim 17: Ön kamarada hipopyon ile karakterize endoftalmi olgusu. Kuvvetli ışık kaynakları sayesinde ek bir sklerotomiden fiberoptik kablonun göze yönlendirilesi sayesinde retina yüzeyi aydınlatılmakta, cerrahın boşta kalan elini ikinci bir mikrocerrahi alet için kullanmasına fırsat doğmaktadır (resim 12). Böylece zor olgularda cerrah bir eliyle mikroforsepsi diğer eliyle mikromakası tutarak daha güvenli disseksiyon uygulayabilir (bimanuel cerrahi) (re- Klinik Gelişim 1. Retina dekolmanı (RD) • Yırtıklı RD (resim 14) • Psödofak RD • Dev yırtıklı RD • Travmatik RD 2. Vitreus hemorajisi 3. Traksiyonel retina dekolmanı (resim 15 a, b) 4. Vitreoretinal yüzey patolojileri • Epirtinal membran • Makula deliği (resim 16 a, b) • Vitreomaküler traksiyon 5. Endoftalmi (resim 17) 6. Glob içi yabancı cisimler 7. Vitreus kavitesine lükse lens materyali / göz içi lens Modern vitreoretinal cerrahi ile günümüzde anatomik başarı oranı büyük artış göstermiştir. Ancak fonksiyonel kazanç buna paralellik göstermeyebilir. Bu nedenle cerrahinin sonuçları hastanın gecikmeden retina cerrahına ulaşması ile yakın ilişkilidir. 25 Üveitlere Genel Bakış İlknur TUGAL TUTKUN İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Üveit Tanımı Göz küresinin damar ve pigmentten zengin orta tabakası olan uvea tabakasının iltihabına üveit denir. Ancak bu terim, yakın komşulukları nedeniyle iltihaba katılan retina, vitreus, papilla gibi göz içi yapıların da etkilenmesi veya bu yapılarda meydana gelen iltihaba uvea dokusunun da katılması nedeniyle genel olarak intraoküler inflamasyon anlamında kullanılır. Ayrıca üveit tanımı klinikte nonsüpüratif intraoküler inflamasyonlar için kullanılmakta, cerrahi girişim veya penetran göz yaralanmaları sonucu piyojenik mikroorganizmaların göz içine inokülasyonu ile oluşan süpüratif uvea iltihaplarına endoftalmi denilmektedir. Üveitlerin Sınıflaması Üveitler, anatomik, etyolojik ve klinik özelliklerine göre sınıflandırılmaktadır. Ön planda iltihaplanan yapıya göre de isimlendirme yapılır: iridosiklit, retinit, retinal vaskülit, koroidit, vb. Anatomik Sınıflandırma Ön üveit: Primer inflamasyon odağı iris ve siliyer cisim olup, iritis ve iridosiklit olarak ta isimlendirilir. Arka üveit: Primer inflamasyon gözün arka segmentinde koroid veya retinada olup, retinit, koroidit, retinal vaskülit, nöroretiniti içerir. İntermediyer (orta) üveit: Primer inflamasyon vitreusta olup, pars planit, arka siklitisi içerir. Panüveit: Tüm intraoküler yapılar inflamasyona katılmıştır, bir odaktan kaynaklanma söz konusu değildir.1 Etyolojik özelliklerine göre üveitler üç ana gruba ayrılır: a) İnfeksiyöz üveit: Bakteriyel, viral, fungal, parazitik ve diğer infeksiyonlar üveite yol açabilir. Tüberküloz, sifiliz, lepra, bruselloz, viral infeksiyonlar (HSV, VZV, CMV), toksoplazma, toksokara, kedi tırmığı hastalığı, ayrıca hematojen yolla göze ulaşan mantar infeksiyonları üveite yol açabilir. b) İnfeksiyöz olmayan üveitler: Bir sistemik hastalıkla ilişkili veya sistemik hastalık olmadan gelişebilirler. Behçet hastalığı, sarkoidoz, seronegatif spondiloartropatiler (HLA-B27 sendromları), juvenil idiyopatik artrit, multipl skleroz, Vogt-Koyanagi-Harada hastalığı ve sistemik vaskülitlerin seyrinde üveit gelişebilir. Herhangi bir sistemik 26 hastalık ilişkisi olmadan gelişen özgün üveit antiteleri ve özgün bir patern göstermeyen idiyopatik üveitler de vardır. c) Üveiti taklit eden durumlar: Neoplazik hastalıklar ve pigment dispersiyon sendromu, retinitis pigmentosa, vb non-neoplazik hastalıklar üveite benzer bir klinik görünüme yol açabilirler.2 Klinik seyrine göre üveitler akut, tekrarlayıcı, kronik şeklinde sınıflanır.1 Ayrıca klinik bulgulara göre üveitler granülomatöz ve nongranülomatöz şeklinde sınıflanır. Ülkemizde üveit insidans ve prevalansını gösteren topluma dayalı epidemiyolojik bir çalışma henüz yapılmamıştır. Türkiye’de 8 üniversite kliniğinde 1 Ocak-31 Aralık 2004 tarihleri arasında ilk kez görülen toplam 761 üveit hastasının verileri incelendiğinde, ortalama yaşın 35,5, erkek: kadın oranının 1,04:1 olduğu saptanmıştır.3 Hastaların yarısının 20-40 yaş aralığında olduğu, %6,3 oranında hastanın 16 yaşından genç, %6,6 hastanın da 60 yaşından yaşlı olduğu görülmüştür. Bu demografik veriler üveitin genç ve üretken toplum kesimini etkilediğini teyit etmektedir. Üveitin anatomik sınıflamasına bakıldığında, %52,5 ön üveit, %28, 1 panüveit, %12,7 arka üveit ve %6,7 intermediyer üveit olarak dağılım belirlenmiştir. %43 hastada üveitin etyolojik sınıflandırması yapılamamış, en sık tanının %32 oranıyla Behçet hastalığı olduğu görülmüş, bunu takip eden en sık tanıların oküler toksoplazmozis, Fuchs üveit sendromu ve HLA-B27 ve/veya seronegatif spondiloartropatilerle ilişkili üveit olduğu bildirilmiştir. Yaş gruplarına göre etyoloji incelendiğinde çocuklarda juvenil idiopatik artrit ile ilişkili ön üveit, oküler toksoplazmozis ve Behçet üveiti en sık tanı konulan antiteler olmuştur. Çocuklarda %58 oranında bildirilen idiyopatik üveitlerin çoğunluğunu idiopatik intermediyer üveit (pars planit) oluşturmaktadır. 60 yaşından büyük hastalarda ise viral ön üveitler ilk sırayı almaktadır.3 Üveit Semptomları Gözün ön segmentinin inflamasyonunda hastaların başlıca şikayetleri ağrı, ışıktan rahatsız olma (fotofobi), kırmızı göz ve sulanmadır. Akut ön üveitlerde ve kronik üveitlerin seyrinde akut alevlenmeler olduğunda bu semptomlar belirgindir. Ancak sinsi başlangıçlı kronik ön üveitlerde ciddi komplikasyonlar gelişene kadar hasta asemptomatik kalabilir. Ağrı, fotofobi ve sulanma trigeKlinik Gelişim İ. TUGAL TUTKUN minal sinirin iritasyonundan kaynaklanır. Işık karşısında hastanın ağrısı artar. Gözün arka segmentinin inflamasyonunda görme ile ilgili şikayetler ön plandadır. Görme keskinliğinde azalma, sisli görme, uçuşan cisimler, lekeler gibi şikayetler olur. Görme keskinliğinde azalma, optik diskin iltihabı, arka kutupta yer alan bir retinit/retinokoroidit odağı, makula ödemi ve/veya ortam bulanıklığından kaynaklanabilir. Vitreus içine dökülen iltihap hücreleri ve kondanse fibriller, opasiteler ve bantlar hasta tarafından uçuşan cisimler veya örümcek ağları şeklinde algılanır. Üveit Bulguları Biyomikroskopik muayenede saptanabilen ön üveit bulguları perilimbal (siliyer) hiperemi, kornea endoteline yapışan iltihabi hücrelerin oluşturduğu presipiteler (keratik presipiteler), kamaralar sıvısında (hümör aköz) hücre ve bulanıklık, iris ödemi, pupillada miyozis, ön kamara açısında ve pupilla kenarı ile lens ön kapsülü arasında yapışıklıklar, iris nodülleri ve ön vitreusta hücrelerdir. Ön kamaradaki yoğun lökosit infiltrasyonu hipopyon oluşumuna, yani yer çekimi ile altta birikerek seviye yapmasına yol açabilir. (Şekil 1) Gözün arka segmentinin inflamasyonlarında vitreusta hücre infiltrasyonu ve protein birikiminin yol açtığı bir bulanıklık oluşur ve kalıcı kondensasyon, bantlar, opasitelere yol açabilir. Vitreus bulanıklığı nedeniyle gözdibi detayları seçilemeyebilir. Koroid ve retinadaki iltihap odakları beyaz-sarı renkli genellikle sınırları silik lezyonlar olarak görülür. Koroid ve retinayı tutan iltihap odakları gerilediğinde yerinde atrofik, pigmentli veya fibrotik bir skar bırakır. Retina damarlarında iltihap özellikle damar duvarında kan sütunu çevresinde segmenter veya diffuz beyaz bulanık kılıf şeklinde görülür. Aktif damar iltihabı geriledikten sonra damar duvarı boyunca beyaz parlak çizgilenme şeklinde sekel bırakabilir. Venlerde kılıflanma (periflebit) arteriol iltihabına (periarterit) göre daha sık bir bulgudur. İltihaba sekonder retinal ven tıkanıklıkları (okluzif vaskülit), ilgili kadranda retina ödemi ve kanamalarına yol açar. Arter tıkanıklığında iskemik retina ödemi olur. Tıkanmış damarlar, ileri dönemde içinde kan sütunu olmayan beyaz kordonlar (hayalet damarlar) şeklinde görülür. Şiddetli arka üveitlerde ko- Şekil 1: Akut ön üveiti olan bir gözde perilimbal hiperemi ve hipopyon Klinik Gelişim roid iltihabına veya retina damarlarından aşırı serum sızmasına sekonder eksudatif retina dekolmanı gelişebilir. Optik disk ödem ve hiperemisi genellikle arka üveitlere eşlik eder. Üveit Komplikasyonları Üveit göz içinde kalıcı yapısal değişikliklere ve görme fonksiyonunu bozan komplikasyonlara neden olabilir. Bant keratopati, özellikle çocukluk çağının kronik üveitlerinde gelişen ve korneada subepitelyal kalsiyum tuzlarının birikimi ile karakterize kesifliktir. İris kökü ile kornea arasında ve pupilla kenarı ile lens ön kapsülü arasında kalıcı yapışıklıklar meydana gelebilir. (Şekil 2) Kronik inflamasyonun lens metabolizmasını bozması ve kullanılan kortikosteroid tedavileri katarakta yol açar. Normalde saydam olan vitreus sıvısı inflamatuar artıkların birikimi ve yapısının bozulması sonucu kesifleşir. Kronik inflamasyonun yol açtığı hasar ve kortikosteroidlerin kullanımı kronik açık açılı glokoma, açıda oluşan yapışıklıklar kapalı açılı glokoma, pupilla alanının tamamen kapanması yapışıklıklar veya membranla kapanması akut glokoma yol açabilir. Arka segmentte en sık görülen ve görme prognozunu en fazla etkileyen komplikasyon makula ödemidir. Epiretinal membran gelişimi, foveada dejeneratif değişiklikler ve makula deliği gibi kalıcı makulopati gelişebilir. Özellikle arka üveitlerin seyrinde retina dekolmanı gelişebilir. Kronik üveitlerde siliyer cisim atrofisi veya oluşan membranlarla traksiyonu sonucu kamaralar sıvısının salgısının azalması ve göz içi basıncının giderek düşmesi ile göz küresinin formunu kaybederek küçülmesine ftizis bulbi denir. Klinikte en sık görülen üveit komplikasyonları pupilla kenarında yapışıklıklar, katarakt ve makula ödemidir. Üveitlerin Tanı Ve Takibinde Kullanılan Yardımcı Tetkikler Laser Flare Fotometre Ön kamara sıvısında proteinlerin yol açtığı bulanıklığın objektif olarak ölçülmesini sağlar. Ön kamaraya yönlendirilen bir laser ışınında proteinlerin yol açtığı saçılma Şekil 2: Akut ön üveit sekeli olarak pupilla kenarında kalıcı yapışıklık ve lens ön kapsülü üzerinde pigment birikimi 27 2012; 25: 26-34 bir ölçüm penceresi içinde taranır ve foton/milisaniye saçılma miktarı ölçülür. Kan-göz bariyer yıkımının en güvenilir göstergesi olup üveitli hastaların takibinde objektif bir parametre olarak kullanılır.4 Fundus Flöresein Anjiyografi Retina patolojilerini saptamak, özellikle damar yapısındaki değişiklikleri belirlemek için kullanılır. İnflamasyona sekonder damar duvar bütünlüğünün bozulması damarlarda duvar boyanması ve flöresein boya kaçağı olarak görülür. (Şekil 3) Okluzif retinal vaskülitlerde tıkalı damarlarda dolaşım olmadığı, kapiller yatağın dolmadığı saptanır. Neovaskülarizasyonlardan yoğun flöresein kaçağı, retina pigment epitelyum atrofisi olduğunda pencere defekti olarak tanımlanan hiperflöresans, aktif iltihabi infiltrasyonların flöreseinle boyanması, eksudatif dekolmanda subretinal flöresein göllenmesi gibi anjiyografik bulgular saptanabilir. Ayrıca makula ödem ve iskemisinin belirlenmesinde yararlanılır.5 İndosiyanin Yeşili Anjiyografi Büyük moleküllü boya ve uzun dalga boyu ışık kullanılması nedeniyle koroidi tutan inflamatuar patolojilerin saptanmasında yararlanılır.5 Optik Koherens Tomografi Üveitli hastalarda makula ödeminin saptanması ve takibinde kullanılan noninvazif bir tekniktir. (Şekil 4) B-Scan Ultrasonografi Ortam bulanıklığı nedeniyle arka segmenti görülemeyen hastalarda vitreus infiltrasyonu, retina ve koroid dekolmanı gibi patolojilerin saptanmasında kullanılır. Özellikle arka skleritlerin eksudatif retina dekolmanına yol açabilen diğer üveit antitelerinden ayırıcı tanısında yararlıdır. Ultrason Biyomikroskopi Üveitli hastalarda siliyer cisim patolojilerinin saptanmasında, pars plana iltihap ve infiltrasyonlarının takibinde kullanılır. İnfeksiyöz Üveitler Oküler Toksoplazmozis Ülkemizde infeksiyöz arka üveitlerin en sık nedenidir. Gebelik sırasında geçirilen akiz infeksiyonda plasenta yoluyla fetusa ulaşan parazit ilk trimesterde abortusa, gebeliğin daha ileri dönemlerinde konjenital toksoplazmozise yol açar. Bu bebekler tipik olarak makulayı tutan geniş bir koryoretinal skar ile doğarlar; ancak periferik yerleşimli skarlar ve başka göz anomalileri de görülebilir. Postnatal akiz toksoplazma infeksiyonunda parazitin kan yoluyla retinaya ulaşması söz konusu olsa da aktif göz tutulumu nadir olup, daha sıklıkla retinada parazitin kistik formunun latent kaldığı düşünülmektedir. Hayatın daha ileri döneminde görülen aktif toksoplazma retinokoroiditi konjenital infeksiyonun reakstivasyonundan veya postnatal subklinik geçirilmiş toksoplazma retinokoroiditinden veya retinada latent kalmış akiz infeksiyonun aktivasyonundan kaynaklanır. Tipik klinik bulgusu skara komşu krem renkli bir infiltrasyon odağıdır. (Şekil 5) Beraberinde ön kamara ve vitreusta hücre infiltrasyonu ve retinal perivaskülit vardır. Fovea ve optik diske komşu lezyonlar ciddi görme kaybına yol açabilir. Tipik klinik bulguların varlığında serumda herhangi bir titrede anti-toksoplasma IgG antikorlarının saptanması ile tanı konur. Şüpheli durumlarda tanıyı teyit etmek için göziçi sıvılardan örnek alınarak PCR analizi ile parazit antijeninin gösterilmesi veya lokal antikor üretimine bakılması Şekil 3: Fundus flöresein anjiyografide inflame retina damarlarından flöresein boya kaçağı görülmekte Şekil 4: Optik koherens tomografi görüntülemede kistik makula ödemi 28 Şekil 5: Oküler toksoplazmoziste arka kutupta pigmentli skar ve komşuluğunda aktif retinokoroidit odağı görülmekte Klinik Gelişim İ. TUGAL TUTKUN gerekebilir. Tedavide primetamin, klindamisin, trimetoprim-sulfametoksazol, azitromisin, rovamisin gibi antiparaziter ilaçlar yanında sistemik steroid kullanılır. Aktif lezyon skar bırakarak iyileşir. İmmunyetmezliği olmayan hastalarda oküler toksoplazmozisin spontan iyileşebilmesine karşılık, immunyetmezliği olanlarda antiparaziter tedavi uygulanmaz ise ilerleyici nekrotizan retinit gelişir. Antiparaziter ilaçlar verilmeden uygulanan yüksek doz sistemik veya lokal steroid tedavisi de iyatrojenik immunsupresyona yol açarak ilerleyici bir infeksiyon gelişmesine neden olabilir.6,7 Oküler Toksokaryazis Nadir bir enfeksiyöz üveit nedenidir. Hastalık çocuklarda erişkinlerden daha fazla görülür. Genellikle tek gözde tutulum vardır. Viseral larva migrans olan çocuklarda göz tutulumu görülmezken, subklinik infeksiyon olanlarda tek bir parazitin göze ulaşmasıyla akut bir endoftalmi tablosu olabileceği gibi, arka kutup veya fundusun periferinde bir granülom şeklinde de görülebilir. Tüberküloz Granülomatöz ön veya panüveit, koroidit, papillit, retinal vaskülit gibi değişen formlarda göz tutulumu olabilir. Miliyer tüberküloz seyrinde multipl koroidit odakları görülür. Ülkemizde tüberkülozun endemik olması nedeniyle tüm üveit hastalarında akciğer grafisi ve tüberkülin deri testi yapılmalı tüberküloz dışlanmadan hastalara sistemik steroid veya immunsupresif tedavi başlanmamalıdır. Son yıllarda kullanıma giren gamma interferon testleri latent tüberküloz ile ilişkili üveit antitelerinin tanımlanmasına yol açmıştır. Oküler tüberküloz olgularında üçlü veya dörtlü antitüberküloz tedavi ile birlikte kortikosteroidler kullanılır. Tedavinin 1-2 yıl sürdürülmesi gerekebilir.8,9 Sifiliz Her tipte intraoküler inflamasyona yol açabildiğinden tüm üveit hastalarında rutin olarak nonspesifik (VDRL, RPR) ve spesifik (TPHA, FTA-ABS) serolojik testler istenmektedir. Sekonder veya daha sıklıkla tersiyer veya latent sifilizde göz tutulumu görülür. Oküler sifiliz tanısı konulan hastaların nörosifiliz açısından değerlendirilmesi şarttır. Nörosifiliz saptanmasa bile oküler sifiliz hastalarında nörosifiliz tedavi rejimi uygulanır.10 Viral Ön Üveitler Herpes simpleks virusu, herpes zoster ve daha nadiren sitomegalovirus immun yetmezliği olmayan bireylerde ön üveite neden olabilir. Herpes simpleks ve herpes zoster infeksiyonunda keratit en sık bulgudur. Ancak keratite eşlik eden üveit veya kornea tutulumu olmadan da ön üveit görülebilir. Tipik olarak tek gözde tutulum vardır ve hastalık aynı gözde reaktivasyonlarla seyreder. Granülomatöz keratik presipiteler, geçici göz içi basıncı yüksekliği, iriste fokal veya sektöryel atrofi ile karakterize tipik klinik bulguların görülmesi ile tanı konur.11 Şüpheli olgularda hümör aközün PCR analizi ile viral antijenin gösterilmesi ile tanı doğrulanabilir. Oftalmik zonada tiKlinik Gelişim pik olarak cilt lezyonları geriledikten sonra üveit ortaya çıkar. Herpes simpleks ve herpes zoster ön üveitinde oral asiklovir ile birlikte topikal steroidler kullanılır. Sık ve şiddetli atak geçiren hastalarda uzun süre profilaktik oral asiklovir tedavisi önerilir. Sitomegalovirus ön üveitinde antiglokomatöz tedaviye dirençli glokom riski yüksektir ve tedavisinde oral valgansiklovir uygulanır.12 Viral Arka Üveitler Akut retinal nekroz immun yetmezliği olmayan bireylerde herpes simpleks, herpes zoster ve nadiren sitomegalovirusun yol açabildiği özgün bir üveit antitesidir. Unilateral veya bilateral retina periferinden başlayan ve hem çevresel hem de arka kutba doğru ilerleyen nekrotizan retinit, retinal arteriolit, papillit ve vitritis ile karakterize ve tedavi edilmediğinde körlük ile sonuçlanabilen ciddi bir infeksiyondur.13 Tanı olguların çoğunda klinik olarak konur. Oküler sıvılarda PCR analizi ile virus antijeninin gösterilmesi etkenin saptanması ve kesin tanı için gerekebilir.13 Tanı konulduğunda tedaviye acil olarak başlanmalı ve intravenöz asiklovir tedavisi uygulanmalıdır. Asiklovire dirençli olgularda gansiklovir veya foskarnet gibi diğer antiviral ajanlar sistemik ve/veya intravitreal olarak verilebilir. Antiviral tedaviye ilk cevabın gözlenmesinden sonra inflamasyonu baskılamak amacıyla oral kortikosteroidler tedaviye eklenebilir. Başarıyla tedavi edilen olgularda bile yırtıklı retina dekolmanı riski yüksektir ve görme prognozu kötüdür. Dekolman gelişen olgularda pars plana vitrektomi ve silikon yağı enjeksiyonu gerekir.14,15 Sitomegalovirus retiniti daima immun yetmezliği olan hastalarda görülen fırsatçı bir infeksiyondur. Akiz immun yetmezlik sendromunda, kemoterapi alan kanser hastalarında, immun veya inflamatuar hastalıklar için immunsupresif tedavi alan hastalarda, lenfoma hastalarında veya intraoküler kortikosteroid enjeksiyonu yapılan hastalarda görülebilir.16-19 Ağır immun yetmezliği olan ve özellikle CD4 lenfosit sayılarında belirgin düşme olan hastaların tarama amaçlı oftalmoskopik muayenelerinin yapılması önerilir. Sitomegalovirus retiniti, damarlar çevresinde yoğun infiltrasyon ve kanamalar veya retina periferinde granüler beyaz infiltrasyon alanları şeklinde görülür. Tanı konulduğunda sistemik antiviral, gansiklovir veya foskarnet, tedavisi başlanır. Mümkünse hastanın immun yetmezliğinin düzeltilmesi, kemoterapinin kesilmesi gerekir. Akiz immun yetmezlik sendromunda HAART (aktif antiretroviral tedavi) tedavisinin kullanıma girmesinden sonra sitomegalovirus retiniti insidansı azalmıştır. Endojen Endoftalmi Penetran göz yaralanmaları veya intraoküler cerrahi girişimler sırasında göz içi dokularına bakteri veya mantarların inoküle olması sonucu gelişen süpüratif intraoküler inflamasyonlara eksojen endoftalmi denir. Bakteri veya mantarların hematojen yolla göze ulaşması sonucu gelişen ve tüm intraoküler yapıların iltihabı ile sonuçlanan klinik tabloya ise endojen endoftalmi denilmektedir. Genellikle en yüksek kan akımına sahip olan koroid do29 2012; 25: 26-34 kusu primer olarak tutulur. Diyabet gibi sistemik hastalıklar, intravenöz ilaç bağımlılığı, kateterizasyon gibi risk faktörleri olmakla birlikte göz bulguları ortaya çıktığında herhangi bir sistemik şikayet olmayabilir. Hastada sistemik bir infeksiyon odağının araştırılması, hemokültür yapılması gerekir. Kesin tanı oküler sıvılarda infeksiyon ajanının saptanması ile konur. Kültür sonucuna göre sistemik antibiyotik veya antifungal tedavi uygulanır. Şiddetli infeksiyon olan olgularda vitrektomi ve intravitreal ilaç enjeksiyonu gerekir. İnfeksiyöz Olmayan Sistemik Hastalıklarla İlişkili Üveitler Behçet Hastalığı Ülkemizde referans merkezlerinde görülen üveitlerin %32’inde Behçet hastalığı tanısı konmaktadır.3 Üveit, Behçet hastalarının %50’den fazlasında gelişir. Genç erkeklerde üveit riski daha yüksektir ve hastalık daha şiddetli seyreder. Behçet hastalığı üveiti, bilateral nongranülomatöz panüveit ve retinal vaskülit olarak tanımlanır ve hastalık tekrarlayan ataklar ve spontan remisyonlarla seyreder.20 Ataklar bir veya heriki gözde aynı anda gelişebilir ve ön ve/veya arka segmentte ağırlıklı olarak inflamatuar bulgular görülebilir. Atakların sıklığı ve şiddeti değişkenlik gösterir. İzole ön üveit özellikle kadın hastaların küçük bir kısmında görülmekle birlikte uzun süreli takipte olguların çoğunda hem ön hem de arka segment tutulumu gözlenmektedir. Hastalığın seyrinde lezyonlar spontan değişiklik gösterdiğinden, muayene bulguları hastaların atak başlangıcında, atağın gerileme döneminde, remisyon döneminde veya terminal evrede muayene edilmelerine göre değişiklikler gösterir. Şekil 6: Behçet üveiti olan bir hastanın sol gözünde alt temporal retinal ven dal trombozunun bulguları olarak tıkalı damar ve dalları boyunca inflamatuar kılıflanma ve retinal hemorajiler görülmekte 30 Hastalığın klasik tanımında belirtilmiş olan hipopyonlu iridosiklit, Behçet üveiti dışında başta HLA-B27 ile ilişkili akut ön üveitler olmak üzere diğer üveit antitelerinde de görülmektedir. Aslında hipopyon gelişen Behçet ataklarında tipik olarak gözün arka segmentinde de şiddetli inflamasyon olduğundan, hipopyonlu panüveit daha doğru bir tanımlamadır. Behçet hastalarında hipopyonun beyaz bir gözde görülebilmesi, düzgün bir seviye yapması, yerçekimi ile kolayca yer değiştirmesi, kendiliğinden hızla kaybolabilmesi ve hemen daima şiddetli arka segment tutulumu ile birlikte olması HLA-B27 üveitlerinde görülen hipopyondan ayırıcı tanısını kolaylaştırır. Arka segment tutulumu olan gözlerde retina damarlarında inflamasyon ve vitreusta hücre infiltrasyonu gelişir. Vitreus bulanıklığı atağın şiddetine göre değişkendir ve atak başlangıcında en yoğundur, yeni ataklar olmadıkça vitreus bulanıklığı giderek açılır ve hastalar bunu artıp azalan sisli görme olarak tanımlar. Her boy ve tipte damar tutulumu olmakla birlikte, retinal venlerin periflebit ve okluzif vaskuliti en belirgin klinik tutulum tipidir. (Şekil 6) Atak sırasında çeşitli yer ve derinlikte retina infiltrasyonları görülebilir. (Şekil 7) Yumuşak eksudaya benzer yüzeyel infiltrasyonlar, geniş nekrotizan retinit alanları, retinal hemorajiler, diffuz retinal ödem, hatta eksudatif retina dekolmanı gözlenebilir. Optik disk inflamasyonunun mutad bir arka segment bulgusu olmasına karşılık, optik nörit ve iskemik optik nöropati daha nadir görülür. Behçet üveitinin patognomonik özelliği atak başlangıcında görülebilen birçok aktif inflamatuar bulgunun kendiliğinden gerileyebilmesidir. Atak sırasında ortaya çıkan inflamatuar bulguların yeri ve şiddeti dokuda meydana gelen kalıcı hasarı ve kalıcı görme kaybını belirler. Arka kutuptaki infiltrasyon ve okluzif vaskülit alanları periferik lezyonlara göre görmeyi daha fazla tehdit eder. Atak sonrası ön üveit ve arka segmentteki akut bulgular hızla kaybolsa da gözün tamamen sakinleşmesi aylar alabilir. Yüzeyel retinal Şekil 7: Behçet üveiti olan bir gözde multipl retinal infiltrasyonlar görülmekte Klinik Gelişim İ. TUGAL TUTKUN infiltrasyonların çoğunlukla belirgin bir klinik sekel bırakmadan günler içinde kaybolmasına karşılık nekrotizan retinit görünümünde olan daha derin lezyonlar sekel bırakabilir. Retinal kanamaların tam rezolusyonu aylar alır. Ağır tutulum olan ve sık atak geçiren olgularda tam bir remisyon haline ulaşılamaz, vitreus bulanıklığı artıp azalmakla birlikte süreklidir ve kalıcı retina damar permeabilite bozukluğunun bir göstergesidir. Hastaların takibinde bu klinik seyrin bilinmesi ve monitorizasyonu önemlidir. Retina damarlarının geçirgenliğinin monitorizasyonu, damar tıkanıklığı, retinanın nonperfuzyonu, ve makula patolojilerinin değerlendirilmesinde flöresein anjiyografiden yararlanılır. Kapiller yatakta flöresein kaçağı saptanan gözlerde yeni atak geçirme riski, kistoid makula ödemi ve optik disk neovaskülarizasyonu gibi komplikasyonların gelişme riski yüksektir. Makula ödemi Behçet üveitinin en sık komplikasyonu olup makuladaki kalıcı hasar en sık görme azlığı nedenidir.20 Ön segmentte en sık gözlenen komplikasyonlar ise katarakt, kalıcı arka yapışıklıklar ve göziçi basıncı yüksekliğidir. Sık ve şiddetli atak geçiren hastalarda gelişen diffuz retinal atrofi ve optik atrofi kalıcı görme kaybına yol açar.20 İntraoküler dokularda kalıcı hasar riskini azaltmak amacıyla akut üveit ataklarının güçlü ve hızlı bir şekilde anti-inflamatuar tedavisi gerekir. Bu amaçla yüksek doz kortikosteroidler kullanılır.21,22 Hastalığın uzun vadeli morbiditesini azaltmak ve görmeyi korumak için atak önleyici tedavi olarak azatioprin, siklosporin gibi immunsupresif ajanlar kullanılır. Her iki ajanın da göz tutulumunda etkinliği kontrollü çalışmalarda gösterilmiştir.23,24 Ciddi nefrotoksisite riski nedeniyle günümüzde siklosporin en yüksek 5mg/kg/gün dozunda kullanılmaktadır. Siklosporin ile azatioprin kombinasyonu her iki ajanla monoterapiden daha güçlü etkiye sahiptir; ancak özellikle infeksiyon riski açısından hastalar yakın takip altında olmalıdır. Siklosporin başlanacak olan hastalarda nörolojik tutulum olmadığından emin olunmalıdır. Nörolojik tutulum varlığında siklosporin kontrendikedir.25 Dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli konu, siklosporin tedavisi alan hastaların kompliyansının iyi olması gerektiğidir. Tedavinin ani sonlandırılması veya doz atlanması durumunda “rebound” şiddetli ataklar ortaya çıkmaktadır. Klasik immunsupresif tedaviye dirençli ve/veya bu ajanları tolere edemeyen olgularda biyolojik ajanlar uygulanmaktadır.26 Göz tutulumu tedavisi için bu ajanlarla yapılmış kontrollü bir çalışma henüz olmamasına rağmen, klinik serilerde hastaların %90’nın interferon alfa tedavisine cevap verdiği ve hatta önemli oranda kalıcı remisyon elde edilebildiği görülmektedir.27-32 Diğer tüm tedavilere dirençli olgularda ise infliksimab infuzyonlarına başvurulmaktadır. Şiddetli göz tutulumu olan Behçet hastalarında infliksimab infüzyonlarının sık tekrarlanması (4 hafta arayla) gerekmektedir.33,34 İnfliksimab tedavisinin en önemli dezavantajı, uygulandığı sürece etkili olması, tedavi sonlandırıldığında atakların tekrarlamasıdır. Ayrıca anti-şimerik antikorlar gelişerek infliksimab tedavisine direnç gelişebilmektedir. Humanize monoklonal anti-TNF alfa antikoru olan adalimumab’ın alternatif bir ajan olarak kullanılabildiği olgular bildirilmiştir.35,36 Klinik Gelişim Uluslararası çok merkezli retrospektif bir çalışmada göz tutulumu olan Behçet hastalarının dörtte birinde görmenin 0.1 altında olduğu bildirilmiştir.37 Kliniğimizden bildirilen geniş bir seride, 10 yılda yararlı görme kaybı riskinin erkeklerde %30, kadınlarda %17 olduğu bildirilmiştir.20 Yine aynı çalışmada 1990 yılından sonra başvuran hastalarda daha önce başvuran hasta grubuna göre prognozun daha iyi olduğu; bu iyileşmenin daha erken ve daha yoğun immunsupresif tedavi uygulanması ve siklosporinin kullanıma girmesi ile açıklanabileceği bildirilmiştir. Çin’den bildirilen bir seride görme kaybı riskinin çok daha yüksek olduğu görülmektedir. (10 yılda yararlı görme kaybı riski erkeklerde %65, kadınlarda %33).38 Yazarlar ekonomik nedenler ve uzak mesafelerden ulaşım güçlükleri nedeniyle hastalarında takip ve tedaviye uyum sorunları olduğunu, erken tedavi başlanan ve tedaviye uyan hastalarda prognozun daha iyi olduğunu bildirmişlerdir. Bu çalışmalarda bildirilen hastalar konvansiyonel tedavi almış olan hastalardır. Son yıllarda dirençli olgularda biyolojik ajanların kullanıma girmesi ile görme prognozunun daha iyileşmesi beklenebilir. Seronegatif Spondiloartropatiler Ankilozan spondilit, reaktif artrit, inflamatuar barsak hastalıkları olan hastalarda tekrarlayan akut ön üveit atakları gelişebilmektedir. Sistemik hastalığı olmayan ancak HLA-B27 doku antijeni taşıyan bireylerde de aynı şekilde ön üveit görülebilmektedir. Atakların topikal steroid ve sikloplejiklerle ve lokal steroid enjeksiyonları ile tedavisi genellikle yeterli olup görme prognozu iyidir.39 Psöriatik artritli hastalarda kronik ön üveit gelişebilmektedir ve uzun süreli tedavisi gerekebilmektedir. İnflamatuar barsak hastalıkları ile ilişkili arka üveit ve retinal vaskülit de nadiren gelişebilmektedir. Juvenil İdiyopatik Artrit Çocukluk çağının idiyopatik artritine eşlik eden sinsi başlangıçlı kronik seyirli ön üveittir. Oligoartiküler tipte tutulum olan ve antinükleer antikor pozitif çocuklarda üveit riski daha yüksektir. Gözde ağrı, kızarıklık yapmadığından ve küçük çocukların şikayetlerini anlatamaması nedeniyle ciddi komplikasyonlar gelişene kadar üveitin tanısı gecikebilir. Bu nedenle artrit tanısı konulduktan sonra çocuklar rutin tarama programına alınarak 3-6 ay aralarla biyomikroskopik muayeneye çağırılmalıdır. En sık gelişen komplikasyonlar bant keratopati, posterior sineşi, katarakt ve glokomdur. Ayrıca erken çocukluk çağında ortam bulanıklığına yol açan komplikasyonlar ambliyopiye (göz tembelliği) neden olur. Tedavisiz olgularda ve tedaviye rağmen üveit aktivitesi tam baskılanamayan olgularda kalıcı görme kaybı riski yüksektir. Tedavide topikal ve kısa süreli sistemik steroidler yanında başta antimetabolitler olmak üzere immunsupresif ajanlar kullanılır. Artrit tedavisinde kullanılan nonsteroid antiinflamatuar ajanların üveite etkisi yoktur. İmmunsupresiflere dirençli hastalarda biyolojik ajanlara başvurulmaktadır.40-42 Sarkoidozis Sarkoidozis hastalarında unilateral veya bilateral ön, arka, intermediyer veya panüveit şeklinde tutulum gö31 2012; 25: 26-34 rülebilir. Sarkoidozis tanısına yönlendiren göz bulguları, granülomatöz ön üveitle (Şekil 8), tek odaklı veya multifokal korodit, vitreusta kartopu opasiteler ve segmenter periflebit olarak sayılabilir. Aktif sarkoidozis üveiti kortikosteroid tedavisine genellikle iyi cevap verir. Olgularımızın takibinde 6 ayda relaps görülme riski %30’dur. Bu hastaların bir kısmında hastalık kronikleşir ve immunsupresif tedavi gerekebilir. Yine de Behçet üveitine göre görme prognozu çok daha iyidir.43 Vogt-Koyanagi - Harada hastalığı Melanositlere karşı nedeni bilinmeyen otoimmun bir reaksiyon sonucu gelişen ve nörolojik sistem, iç kulak, göz ve deri bulguları ile karakterize bir sendromdur. Hastalığın başlangıcında meningeal bulgular, serebrospinal sıvıda lenfosit artışı, işitme kaybı, kulak çınlamasını takiben göz şikayetleri ortaya çıkar. Bilateral granülomatöz panüveite yol açar. Diffuz koroidit sonucu gelişen eksudatif retina dekolmanı tipik bulgusudur. Geç dönemde gözdibinde progresif pigment kaybı ile birlikte alopesi, poliosis, vitiligo gibi bulgular gelişir. Akut dönemde yüksek doz sistemik kortikosteroid ile tedavi edilir. Steroid tedavisine yeterli cevap alınamayan veya kronik üveit gelişen hastalarda immunsupresif tedavi gerekir.44,45 Multipl Skleroz Multipl skleroz ile ilişkili en sık göz bulgusu optik nöropatidir. Ancak multipl skleroz hastalarının %1’inde üveit gelişebilmektedir. En sık intermediyer üveit olmak üzere, granülomatöz ön üveit, periflebit, panüveit şeklinde de tutulum görülebilir. Göz semptomları olan multipl skleroz hastalarının sadece optik nöropati için değil, üveit açısından da değerlendirilmesi gerekir.46-48 İnfeksiyöz Olmayan Özgün Üveit Antiteleri Fuchs Üveit Sendromu (Fuchs Heterokromik İridosikliti) Unilateral, sinsi başlangıçlı, kronik seyirli ve iyi prognozlu bir üveittir. Konjonktival hiperemi olmaması, tüm kornea endotel yüzeyinde yaygın keratik presipiteler görülmesi, iris stromasında diffuz atrofi ve göz renginde açılma olması, posterior sineşi olmaması ve sıklıkla arka Şekil 8: Granülomatöz üveitte görülen iri keratik presipiteler ve kalıcı yapışıklıklar nedeniyle pupilla düzensizliği 32 subkapsüler katarakt görülmesi gibi klinik bulguların birlikteliğine dayanarak tanı konur.49-51 Olguların bir kısmında vitreusta kronik hücre ve debris birikerek ortam bulanıklığına yol açabilir. Ancak retinal vaskülit, makula ödemi gibi arka segment bulgu veya komplikasyonları görülmez. Sekonder glokom gelişimi açısından olgular takip edilir. Üveitin tedavisine yönelik steroid tedavisine gerek yoktur. Çünkü steroid tedavisi etkisizdir ve ayrıca katarakt ve glokom riskini artırdığı için önerilmez. Son yıllarda yapılan çalışmalarda Fuchs üveit sendromu olan hastaların bir kısmında hümör aköz analizi ile rubella virus ve sitomegalovirus antijenleri bulunmuş ve bu infeksiyon ajanlarının etyolojide rol oynayabileceği ileri sürülmüştür.52,53 Fuchs üveit sendromu olan hastaların katarakt cerrahisi sonuçları başarılıdır. Sempatik Oftalmi Bir gözün penetran yaralanması veya tekrarlayan intraoküler cerrahi girişimleri sonucunda her iki gözde gelişen nadir bir bilateral granülomatöz panüveit antitesidir. Yaralanan gözde açığa çıkan melanosit antijenleri immun sistemi uyararak sağlam gözü de etkileyen otoimmun bir üveite yol açmaktadır. Yaralanmadan günler veya yıllar sonra gelişebilir. Tanı klinik olarak konur, yoğun sistemik steroid ve immunsupresif tedavi gerekir. Tedaviye dirençli olgularda görme kaybı riski yüksektir. Yaralanan gözde fonksiyonel görme kaybı zaten mevcutsa sempatik oftalmi başladığında ilk on gün içinde o gözün enükleasyonu klasik bir yaklaşım olarak uygulanmış olsa da sağlam gözde bu yaklaşımla üveitin ilerlemesi durdurulamayabilir. Ayrıca son yıllarda kullanıma giren güçlü immunmodulatuar ajanlar sayesinde her iki gözün de korunması tercih edilmektedir.54 Pars Planit İdiyopatik intermediyer üveitlerin bir alt grubunu teşkil eder. Pars planada eksuda birikimi tanı koydurucu klinik bulgusudur. Çocuklarda daha şiddetli seyreder. Sinsi başlangıçlı, gözde ağrı ve kızarıklığa yol açmayan, kronik bir üveit formu olması nedeniyle küçük çocuklar ciddi komplikasyonlar gelişene kadar asemptomatik kalabilir. En sık komplikasyonları vitre kondensasyonu, makula ödemi ve optik disk ödemidir. Erken çocukluk yaşlarında başladığında bant keratopati ve ambliyopi gelişimine de neden olur. En sık ve görme prognozunu en fazla etkileyen komplikasyonu makula ödemi olup, bu komplikasyonun geliştiği olgularda yoğun antiinflamatuar tedavi gerekir. Ayrıca özellikle çocuklarda periferik retinoskizis, eksudatif veya traksiyonel retina dekolmanı, neovaskülarizasyon ve tekrarlayan vitre içi kanamalar gibi diğer ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Hastalığın şiddetli seyrettiği olgularda immunsupresif ve hatta biyolojik ajanlarla tedavi gerekebilir.55-57 Koroidi Tutan İdiyopatik Üveit Antiteleri Serpijinöz koroidopati, multifokal koroidit ve panüveit, multiple geçici beyaz nokta sendromu, akut posterior multifokal plakoid pigment epiteliyopati gibi koryokapillaris ve daha derin koroid damarlarını tutabilen Klinik Gelişim İ. TUGAL TUTKUN iltihabi hastalıklar vardır. Bunların bir kısmında hastalık spontan gerilediği için tedavi gerekmezken, serpijinöz koroidit, multifokal koroidit gibi hastalıklarda kronik seyir ve ciddi görme kaybı riski nedeniyle yoğun ve uzun süreli tedavi gerekir. Üveit Tedavisi Üveitli hastaların tedavisi planlanırken mutlaka öncelikle üveitin infeksiyöz olup olmadığı saptanmalıdır. İnfeksiyöz üveitlerde etkene yönelik antibakteriyel, antiviral veya antiparaziter tedavi verilmesi gerekir. Aksi takdirde, etkene yönelik ilaç verilmeden steroid veya immunsupresif tedavi başlanması, gözün kaybına neden olabilir, hatta hayatını tehdit eden komplikasyonlara yol açabilir. Topikal Tedavi İritis veya iridosiklit olan gözlerde ön segmetteki inflamasyonu baskılamak için topikal kortikosteroidler kullanılır. Prednizolon asetat, prednizolon fosfat, deksametazon gibi güçlü kortikosteroid içeren preparatlar kullanılır. İnflamasyonun şiddetine göre her saat başı bir damla olarak başlanıp inflamasyon geriledikçe doz aralıkları azaltılarak kullanılır. Arka yapışıklık oluşumunu önlemek ve siliyer spazmı çözerek ağrıyı azaltmak amacıyla sikloplejik ve midriyatik damlalardan yararlanılır. Lokal ve Göz İçi Steroid Uygulamaları Steroidler peribulber, retrobulber, subtenon, subkonjonktival ve intravitreal enjeksiyonla veya intravitreal implantlar şeklinde olarak uygulanabilir. Unilateral üveitlerde sistemik steroidlerin yan etkisinden kaçınarak üveitin tedavisi için, kistik makula ödemi gelişen gözlerde ödemin tedavisi için lokal steroid enjeksiyonlarına başvurmak gerekebilir. Sistemik Steroid Tedavisi Aktif inflamasyonun baskılanması için inflamasyonun şiddetine göre, intravenöz pulse, intramuskuler veya oral steroid tedavisi uygulanır ve inflamasyon geriledikçe doz azaltılarak kesilmeye çalışılır. Uzun süreli sistemik steroid tedavisinin potansiyel yan etkilerinden kaçınmak gerekir. Steroid tedavisi azaltıldığında veya kesildiğinde reaktivasyon olan steroide bağımlı hastalarda, steroid tedavisine yeterli cevap alınamayan hastalarda, steroid tedavisinin verilemediği hastalarda ve körlük riski yüksek olan ve daha yoğun tedavi gereken üveit hastalarında immunsupresif ajanları kullanmak gerekir. Sistemik İmmunsupresif Tedavi Antimetabolitler, alkilleyici ajanlar ve kalsinörin inhibitörleri uzun yıllardır üveitli hastaların tedavisinde kullanılmıştır. Alkilleyici ajanlar yan etki riskleri nedeniyle günümüzde daha az kullanılmakta, daha çok sistemik vaskülite eşlik eden oküler inflamasyonlarda tercih edilmektedir. Biyolojik Ajanlar Son yıllarda kullanıma giren interferon özellikle Behçet hastalığının klasik tedaviye dirençli üveitinde kullanılKlinik Gelişim maktadır. Üveitlerin tedavisinde biyolojik ajanlar ruhsatlı kullanıma sahip değildir. Anti-TNF alfa monoklonal antikorları, dirençli üveiti olup ciddi görme kaybı riski taşıyan hastalarda sistemik bir kontrendikasyon yoksa son çare olarak verilebilmektedir. TNF inhibitörlerine dirençli hastalarda farklı biyolojik ajanlar denenebilmektedir. Üveit Komplikasyonlarının Cerrahi Tedavisi Üveit hastalarında gelişen katarakt, medikal tedaviye dirençli glokom, yırtıklı veya traksiyonel retina dekolmanı, makula deliği gibi komplikasyonların cerrahi tedavisi mümkünse hastanın intraoküler inflamasyonu tamamen baskılandıktan sonra elektif şartlarda yapılmalıdır. İnflame bir gözde yapılan cerrahi bir girişim postoperatif yoğun inflamatuar reaksiyona ve ciddi komplikasyonlara yol açar. Acil cerrahi girişim gereken hastalarda, yüksek doz steroid tedavisi altında hasta ameliyata alınıp ameliyat sonunda göz içine steroid enjeksiyonu yapılarak ve postoperatif yüksek doz kortikosteroidler kullanılarak cerrahi girişimin başarı şansı artırılmaya çalışılır. Kaynaklar 1. Jabs DA, Nussenblatt RB, Rosenbaum JT. Standardization of Uveitis Nomenclature (SUN) Working Group. Standardization of uveitis nomenclature for reporting clinical data. Results of the First International Workshop. Am J Ophthalmol 2005; 140: 509-516. 2. Deschenes J, Murray PI, Rao NA, Nussenblatt RB. International Uveitis Study Group (IUSG) Clinical Classification of Uveitis. Ocul Immunol Inflamm 2008; 16: 1-2. 3. Kazokoglu H, Onal S, Tugal-Tutkun I, et al Demographic and clinical features of uveitis in tertiary centers in Turkey. Ophthalmic Epidemiol 2008; 15: 285-293. 4. Tugal-Tutkun I, Herbort CP. Laser flare photometry: a noninvasive, objective, and quantitative method to measure intraocular inflammation. Int Ophthalmol 2010; 30: 453-464. 5. Tugal-Tutkun I, Herbort CP, Khairallah M; The Angiography Scoring for Uveitis Working Group (ASUWOG). Scoring of dual fluorescein and ICG inflammatory angiographic signs for the grading of posterior segment inflammation (dual fluorescein and ICG angiographic scoring system for uveitis). Int Ophthalmol 2010; 30: 539-552. 6. Holland GN. Ocular toxoplasmosis: a global reassessment. Part II: disease manifestations and management. Am J Ophthalmol 2004; 137: 1-17. 7. Tugal-Tutkun I, Corum I, Ötük B, Urgancioglu M. Active ocular toxoplasmosis in Turkish patients: A report on 109 cases. Int Ophthalmol 2005; 26: 221-228. 8. Gupta V, Gupta A, Rao NA. Intraocular tuberculosis - an update. Surv Ophthalmol. 2007; 52: 561-587. 9. Sumru Önal, İlknur Tuğal-Tutkun. Oküler tüberküloz I: Epidemiyoloji, patogenez ve klinik özellikler. Turk J Ophthalmol 2011; 41: 171-181. 10. Teasley LA, Foster CS. Syphilis: an ophthalmologic update. Int Ophthalmol Clin. 2007; 47: 133-144. 11. Tugal-Tutkun I, Otük-Yasar B, Altinkurt E. Clinical features and prognosis of herpetic anterior uveitis: a retrospective study of 111 cases. Int Ophthalmol. 2010; 30: 559-565. 12. van Boxtel LA, van der Lelij A, van der Meer J, Los LI. Cytomegalovirus as a cause of anterior uveitis in immunocompetent patients. Ophthalmology. 2007; 114: 1358-1362. 13. Usui Y, Goto H. Overview and diagnosis of acute retinal necrosis syndrome. Semin Ophthalmol. 2008; 23: 275-283. 33 2012; 25: 26-34 14. Kawaguchi T, Spencer DB, Mochizuki M. Therapy for acute retinal necrosis. Semin Ophthalmol. 2008; 23: 285-290. 15. Tibbetts MD, Shah CP, Young LH, et al. Treatment of acute retinal necrosis. Ophthalmology. 2010; 117: 818-824. 16. Hoover DR, Peng Y, Saah A, et al. Occurrence of cytomegalovirus retinitis after human immunodeficiency virus immunosuppression. Arch Ophthalmol. 1996; 114: 821-827. 17. Kuo IC, Kempen JH, Dunn JP, et al. Clinical characteristics and outcomes of cytomegalovirus retinitis in persons without human immunodeficiency virus infection. Am J Ophthalmol. 2004; 138: 338-346. 18. Tugal-Tutkun I, Kır N, Gül A, et al: Cytomegalovirus retinitis in a patient with Wegener’s granulomatosis. Ophthalmologica 2000; 214: 149-152. 19. Tugal-Tutkun I, Araz B, Cagatay A. CMV retinitis after intravitreal triamcinolone acetonide injection in a patient with Behçet’s uveitis. Int Ophthalmol 2010; 30: 591-593. 20. Tugal-Tutkun I, Onal S, Altan-Yaycioglu R, et al. Uveitis in Behçet’s disease: An analysis of 880 patients. Am J Ophthalmol 2004: 138: 373-380. 21. Yalçindag FN, Can E, Ozdemir O. Intravenous methylprednisolone pulse therapy for acuteposterior segment uveitis attacks in Behçet’s disease. Ann Ophthalmol 2007; 39: 194-197. 22. Toker E, Kazokoglu H, Acar N. High dose intravenoussteroid therapy for severe posterior segment uveitis in Behçet’s disease. Br J Ophthalmol 2002; 86: 521-523. 23. Yazici H, Pazarli H, Barnes CG, et al. A controlled trial of azathioprine in Behçet’s syndrome. N Engl J Med 1990; 322: 281-285. 24. Masuda K, Urayama A, Kogure M, et al. Double-masked trial of cyclosporine versus colchicines and long-term open study of cyclosporine in Behçet’s disease. Lancet 1989; 50: 1093-1096. 25. Akman-Demir G, Ayranci O, Kurtuncu M, et al. Cyclosporine for Behçet’s uveitis: is it associated with an increased risk of neurological involvement? Clin Exp Rheumatol 2008; 26(Suppl 50): S84-S90. 26. Hatemi G, Silman A, Bang D, et al. EULAR recommendations for the management of Behçet disease: Ann Rheum Dis 2008; 67: 1656-1662. 27. Kotter I, Zierhut M, Eckstein AK, et al. Human recombinant interferon alfa-2a for the treatment of Behçet’s disease with sight threatening posterior or panuveitis. Br. J Ophthalmol 2003; 87: 423-431. 28. Tugal-Tutkun I, Güney-Tefekli E, Urgancioglu M. Results of interferon-alfa therapy in patients with Behçet uveitis. Graefes Arch Clin Exp Ophthalmol 2006; 244: 1692-1695. 35. Mushtaq B, Saeed T, Stunayeke RD, Murray PI. Adalimumab for sight-threatening uveitis in Behçet’s disease. Eye 2007; 21: 824825. 36. van Laar JM, Missotten T, van Daele PLA, et al. Adalimumab; a new modality for Behçet’s disease? Ann Rheum Dis 2007; 66: 565-566. 37. Kitaichi N, Miyazaki A, Iwata D, et al. Ocular features of Behçet’s disease: An international collaborative study. Br J Ophthalmol 2007; 91: 1578-1582. 38. Yang P, Fang W, Meng Q, et al. Clinical features of Chinese patients with Behçet’s disease. Ophthalmology 2008; 115: 312-318. 39. Tuncer S, Adam YS, Urgancioglu M, Tugal-Tutkun I. Clinical features and outcomes of HLA-B27-positive and HLA-B27-negative acute anterior uveitis in a Turkish patient population. Ocul Immunol Inflamm 2005; 13: 367-373. 40. Tugal Tutkun I. Çocukluk çağı romatizmal hastalıklarında göz tutulumu. Türkiye Klinikleri Pediatrik Bilimler Pediatrik Romatoloji Özel Sayısı 2008; 4: 139-143. 41. Wright T, Cron RQ. Pediatric rheumatology for the adult rheumatologist II: uveitis in juvenile idiopathic arthritis. J Clin Rheumatol 2007; 13: 205-210. 42. Qian Y, Acharya NR. Juvenile idiopathic arthritis-associated uveitis. Curr Opin Ophthalmol. 2010; 21: 468-472. 43. Tugal-Tutkun I, Aydin-Akova Y, Guney-Tefekli E, Aynaci-Kahraman B. Referral patterns, demographic and clinical features, and visual prognosis of Turkish patients with sarcoid uveitis. Ocul Immunol Inflamm 2007; 15: 337-343. 44. Tugal-Tutkun I, Ozyazgan Y, Akova YA, et al. The spectrum of Vogt-Koyanagi-Harada disease in Turkey. Int Ophthalmol 2007; 27: 111-123. 45. Altınkurt E, Tefekli EG, Tuğal Tutkun İ. Vogt-Koyanagi-Harada olgusunda tekrarlayan eksudatif retina dekolmanı. T Oft Gaz 2009; 39: 236-240. 46. Chen L, Gordon LK. Ocular manifestations of multiple sclerosis. Curr Opin Ophthalmol 2005; 16: 315-320. 47. Biousse V, Trichet C, Bloch-Michel E, Roullet E. Multiple sclerosis associated with uveitis in two large clinic-based series. Neurology 1999; 52: 179-181. 48. Le Scanff J, Seve P, Renoux C, et al. Uveitis associated with multiple sclerosis. Mult Scler 2008; 14: 415-417. 49. Jones NP. Fuchs’heterochromic uveitis: an update. Surv Ophthalmol 1993; 37: 253-272. 50. Mohamed Q, Zamir E. Update on Fuchs’uveitis syndrome. Curr Opin Ophthalmol 2005; 16: 356-363. 29. Krause L, Altenburg A, Pleyer U, et al. Longterm visual prognosis of patients with ocular Adamantiades-Behçet’s disease treated with interferon--2a. J Rheumatol 2008; 35: 896-903. 51. Tugal-Tutkun I, Güney-Tefekli E, Kamaci-Duman F, Corum I. A cross-sectional and longitudinal study of Fuchs uveitis syndrome in Turkish patients. Am J Ophthalmol 2009; 148: 510-515. 30. Gueudry J, Wechsler B, Terrada C, et al. Long-term Efficacy and safety of low-dose interferon alpha2a therapy in severe uveitis associated with Behçet disease. Am J Ophthalmol 2008; 146: 837-844. 52. de Groot-Mijnes JDF, de Visser L, Rothova A, et al. Rubella virus is associated with Fuchs heterochromic iridocyclitis. Am J Ophthalmol 2006; 141: 212-214. 31. Sobaci G, Erdem U, Durukan AH, et al. Safety and effectiveness of interferon alpha-2a in treatment of patients with Behçet’s uveitis refractory to conventional treatments. Ophthalmology. 2010; 117: 1430-1435. 32. Onal S, Kazokoglu H, Koc A, et al. Long-term efficacy and safety of low-dose and dose-escalating interferon alfa-2a therapy in refractory Behçet uveitis. Arch Ophthalmol. 2011 Mar; 129(3): 288-294. 53. Chee SP, Jap A. Presumed Fuchs heterochromic iridocyclitis and Posner-Schlossman syndrome: comparison of cytomegaloviruspositive and negative eyes. Am J Ophthalmol 2008, 146: 883-889. 54. Castiblanco CP, Adelman RA. Sympathetic ophthalmia. Graefes Arch Clin Exp Ophthalmol. 2009; 247: 289-302. 55. de Boer J, Berendschot TT, van der Does P, Rothova A. Long-term follow-up of intermediate uveitis in children. Am J Ophthalmol. 2006; 141: 616-621. 33. Tugal-Tutkun I, Mudun A, Urgancioglu M, et al.. Efficacy of infliximab in the treatment of uveitis that is resistant to treatment with the combination of azathioprine, cyclosporine, and corticosteroids in Behçet’s disease. Arthritis Rheum 2005; 52: 2478-2484. 56. Kalinina Ayuso V, ten Cate HA, van den Does P, et al. Young age as a risk factor for complicated course and visual outcome in intermediate uveitis in children. Br J Ophthalmol. 2011; 95: 646-651. 34. Tugal Tutkun İ, Yıldırım Ö, Gül A. Konvansiyonel immunsupresif ve/veya interferon-alfa tedavisine dirençli Behçet üveiti olgularında infliksimab tedavisi. T Oft Gaz 2008; 38: 485-493. 57. Tugal-Tutkun I, Ayranci O, Kasapcopur O, Kir N. Retrospective analysis of children with uveitis treated with infliximab. J AAPOS 2008; 12: 611-613. 34 Klinik Gelişim Kornea Nakli Nilüfer ALPARSLAN İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları Anabilim Dalı ve İstanbul Tıp Fakültesi Lions Göz Bankası, İstanbul Kornea Nakli ve Göz Bankası Tarihçesi Kesifleşmiş bir korneanın değiştirilmesi ve onun yerine cam takılması fikri ilk kez 1789 De Quengsy tarafından ortaya atılmıştır. Kesif korneanın saydam bir kornea ile değiştirilmesi fikrini ise 1813 te Karl Himly öne sürmüştür ve bu kornea nakli işlem için “Keratoplasti” terimi de 1849 da Frank Reisinger tarafından kullanılmıştır. İnsana ilk lamellar keratoplasti 1844 de gerçekleştirildi ve Richard Sharp Kissam domuz korneasını insana transplante etmiştir ancak bir ay sonra bu greft kesifleşmiştir. Daha sonraki yıllarda da çeşitli heterogreftler denenmiştir. Homogreft ise ilk kez 1886 da Arthur Von Hippel tarafından lameller keratoplasti olarak uygulanmıştır. 1905 te Eduard Konrad Zirm homogrefti kullanarak ilk başarılı penetran (tam kat) keratoplastiyi yapmıştır. Verici sklera yaralanması nedeni ile gözü enüklee edilen bir çocuk, alıcı ise kimyasal yanık nedeni ile korneası kesifleşmiş bir erişkindi. Daha sonraki 30 yıl boyunca keratoplasti girişimlerinde yaşayan vericilerin enüklee edilmiş gözlerinden alınan kornealar kullanıldı.1,2 1937 de Vladamir Filatov Rusya da kornea naklinde verici olarak ilk kez kadavrayı kullanmıştır. Yayınladığı serisinde ölümden sonra birkaç saat içinde glob enüklee edilmiş ve nakilden önce 4 derecede 20-56 saat saklamıştır.3 Gerek oftalmolojide cerrahi tekniklerin gelişmesi gerekse 1930 ve 1940larda kortikosteroidlerin ve antibiyotiklerin kullanılmaya başlanması kornea nakli sonuçlarını olumlu yönden etkilemiş ve kornea naklinin daha yaygın uygulanmasına yol açmıştır. Ancak doku kaynağının kadavra olmasına rağmen yeterli sayıda doku bulunamaması problem olmaya başlamıştır. Verici kornea temini sorunu çözmek için Amerikada 1944 te Townley Paton tarafından Avrupada ise Fransa da 1948 de ilk göz bankaları kurulmuştur.1,2 Göz bankacılığı açısından önemli bir gelişme de korneanın 48 saatten daha fazla saklanılmasına imkan veren saklama yöntemlerinin geliştirilmesidir. Kadavradan alınan globlar 4 derecede en fazla 48 saat kadar saklanabiliyordu. Bu süre dokunun incelenmesi ve dağıtılması için süre yeterli olmuyor ve kornea naklinin acil olarak uygulanması gerekiyordu. Kornea 1973 de organ kültürü yöntemi ile ve 1974 de de McCarey-Kaufman (MK) solüsyonunda saklanmaya başlandı ve 48 saatten daha uzun sure saklamaya imkan veren bu kornea saklama Klinik Gelişim teknikleri keratoplastiyi ne zaman doku bulunursa yapılan değil de programlanmış bir girişim haline getirdi.1,2,4,5 Vericideki hastalığın alıcıya bulaştığını ve dokunun kontaminasyonu sonucu alıcı gözde enfeksiyonları bildiren ilk yayınların 1970 lerde ortaya çıkması ile doku kalitesinin önemi anlaşıldı.6-10 Hasta seçimi ve seçime uygun cerrahi öncesi ve sonrası ilave tıbbi hazırlık ve tedavilerin geliştirilmesi kornea nakli başarısını olumlu yönde etkilemiştir. Teknolojik gelişmeler 1970 lerden sonra kornea naklinin çok daha mükemmel uygulanabilmesini sağlamıştir. Bu gelişmeler arasında ameliyat mikroskobunun ve mikrocerrahi aletlerinin oftalmolojiye girmesi ve atravmatik iğne ve sütürlerin geliştirilmesi yer almaktadır. Kornea Nakli ve Göz Bankasının Türkiyedeki Tarihçesi ve Yasal Düzenlemesi Türkiye de ilk kornea nakli İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde Prof. Dr. Joseph Igersheimer tarafından gerçekleştirilmiştir ve Türkiyede bulunduğu 1935 ve 1939 yılları arasında 34 kornea nakli yapmıştır. 1940 lı yıllarda İstanbul Tıp Fakültesinde Prof. Dr. Naci Bengisu ve Prof. Dr. Nuri Fehmi Ayberk kadavradan penetran keratoplasti yapmaya devam etmişlerdir.11,12 Türkiyede ilk göz bankası kurulması girişimi Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde Prof. Dr. Cahit Örgen tarafından yapıldı. Göz Bankası Derneği adını alan bu göz bankası aracılığı ile yaklaşık 10 yılda 432 kornea nakli gerçekleştirildi.13 Kornea dokusunun kadavradan alınmasına hukuki zemini sağlayan yasa 1979 da çıkarılmıştır. 2238 nolu’Organ ve Doku Alınması, Aşılanması ve Nakli Hakkında Kanun’da yer alan’Aksine bir vasiyet veya beyan yoksa, kornea gibi ceset üzerinde bir değişiklik yapmayan dokular alınabilir.’cümlesi ile kornea alımı düzenlenmiştir. Bu cümle ile kornea dokusunun (kornea skleral doku) alımına kolaylık getirilmiş hem de bu işlem için yasal düzenleme oluşturulmuştur.14 Ancak globun bütününün alımı için organların alımı için gerekli bağış prosedürü uygulanması zorunludur. 2000 yılında çıkan 24066 sayılı Organ ve Doku Nakli Yönetmeliği ve 2001 yılında çıkan 1832 sayılı Göz Bankası ve Kornea Nakli Merkezleri Yönergesi ile göz bankalarının kurulması, işleyişi, denetlenmesi düzenlenmiştir. 1.1.2005 tarihinden itiba35 2012; 25: 35-39 ren de faaliyetlerini T. C. Sağlık Bakanlığının onayladığı göz bankalarının dışında korneanın kadavradan alınması yasaklanmıştır.15,16 Bakanlık onayı ile Türkiyenin çeşitli şehirlerinde açılmış 17 göz bankası faaliyet göstermektedir (Tablo 1). 2010 yılında Türkiyede gerçekleştirilen kornea nakli sayısı TC Sağlık Bakanlığı verilerine gore 1553tür. Başarılı bir kornea nakli için iyi kalitede bir doku vazgeçilmez bir şarttır. Kornea uygun vericiden alınmazsa alıcıda hem gözünü hem de hayatını tehdit edebilecek kadar vahim sonuçlar gelişebilir. Göz bankasının görevi güvenli ve sağlıklı dokuyu nakil için temin etmektir. Vericiden kornea alımı kadavradan yapılmakta ve ölümü takip eden 15 saat içinde vericiden kornea alımı işlemi gerçekleştirilir. Verici Olarak Kabul Edilmeme Kriterleri17,18 1. Nedeni bilinmeyen ölüm 2. Tanısı bilinmeyen nörolojik bir hastalıktan ölüm 3. Creutzfeldt- Jakob hastalığı 4. Subakut sklerozan panensefalit 5. Progresif multifokal lökoensefalopati 6. Konjenital rubella 7. Reye sendromu 8. Aktif viral ensefalitler 9. Aktif septisemi (bakteremi, viremi, fungemi) 10.Aktif bakteriyal ve fungal endokardit 11.Aktif viral hepatit, hepatit C seropozitif, hepatit B Ag pozitif 12.Kuduz 13.Lösemi 14.Lenfoma 15.HIV seropozitif veya HIV risk grubu kişiler (uyuşturucu kullananlar, sık cinsel eş değiştirenler, hemofili hastaları) 16.HTLV 1 ve 2 infeksiyonu 17.Göz hastalıkları a. Retinoblastom b. Göz de primer veya metastatik tümör c. Aktif oküler yüzey veya göziçi inflamasyonu d. Geçirilmiş kornea cerrahisi ve göziçi ameliyatları e. Kornea hastalıkları Kornea Saklama Yöntemleri Halen günümüzde kullanılan çeşitli kornea saklama yöntemleri üç grupta yer almaktadır. Kısa Süreli Saklama Korneayı 4 güne kadar saklama imkanı veren yöntemlerdir. Globun 4C de saklanması: Bu yöntemde globun enükleasyonundan sonra glob nemli kamara diye adlandırılan özel şişelerin içine yerleştirilip buzdolabında 48 saate kadar saklanabilir. Bu yöntem bugün globun enüklee edildiği durumlarda gözbankasında korneanın eksize edilmesine kadar ki sürede saklama yöntemi olarak kullanılmaktadır. 1973 te geliştirilen MK saklama solüsyonu korneanın + 4 C de 4 gün saklanmasına imkan sağlamıştır. Daha sonra geliştirilen saklama solüsyonları ile daha uzun süre saklama imkanı ortaya çıktığından M-K solüsyonu eskisi kadar yaygın kullanılmamaktadır.4 Tablo 1: Türkiye Sağlık Bakanlığı onayı ile faaliyet gösteren bankalar 36 1 Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara “Uluslararası Ankara Göz Bankası” 2 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göz Bankası, İstanbul 3 İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, İstanbul “İstanbul Tıp Fakültesi Lions Göz Bankası” 4 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göz Bankası, Antalya 5 Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göz Bankası, İstanbul 6 Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göz Bankası, İstanbul 7 Elazığ Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göz Bankası, Elazığ 8 İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göz Bankası, İzmir 9 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Bankası, Göz Bankası, İzmir 10 GATA Göz Bankası, Göz Bankası, Ankara 11 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Bankası, İzmir 12 Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Bankası, Eskişehir 13 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Bankası, Ankara 14 Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Bankası, Manisa 15 Eskişehir Yunus Emre Devlet Hastanesi, Göz Bankası, Eskişehir 16 Ulucanlar Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göz Bankası, Ankara 17 Konya Numune Hastanesi Göz Bankası, Konya Klinik Gelişim N. ALPARSLAN Tablo 2: İstanbul Tıp Fakültesi Lions Göz Bankasından 1996- 2008 yılları arasında keratoplasti için kullanılan 1527 korneanın alıcıların tanılarına gore dağılımı Tanı Yüzde Psödo/afak büllöz keratopati 26. 7 Keratokonus 22 Lökom 19 Regreft 9. 6 Distrofi 9. 1 Travma 6. 2 Keratit 5. 1 Dejenerasyon 0. 9 Diğer hastalıklar 1. 4 Orta Süreli Saklama Bu grupta yer alan saklama solüsyonları ile 7 ile 14 gün arasında korneanın 4 C de saklanması mümkün olmaktadır. Tüm saklama solüsyonları temel olarak doku kültürü ortamı, dekstran, kondroitin sulfat, pH sabit tutmak için bikarbonat ve Hepes bafırı, antioksidan, aminoasitler ve antibiyotikler içermektedirler. Uzun Süreli Saklama Yöntemleri • Optik amaçlı keratoplasti: Bu tür keratoplastilerde hedef görme düzeyini arttırmaktır. Keratoplasti en sık optik amaçlı gerçekleştirilmektedir. • Tektonik amaçlı keratoplasti: Kornea perforasyonu nedeni ile glob bütünlüğünün kaybolduğu acil durumlarda glob bütünlüğünün tekrar sağlanması için uygulanan keratoplastiler • Terapötik keratoplasti: Kornea yüzeyindeki aktif bir enfeksiyonun veya enflamasyonun medikal tedavi ile yeterince kontrol altına alınamadığı durumlarda enfekte veya enflame dokunun uzaklaştırılması için yapılan keratoplastiler. • Kozmetik amaçlı keratoplasti: Görme düzeyinde bir artış beklenmediği halde korneanın bozulmuş görüntüsünün düzeltilmesi amacı ile yapılan keratoplastiler Bazen uygulacak bir keratoplasti kararı içinde yukarıda sıralanmış olan birçok amaçta bulunabilir. İstanbul Tıp Fakültesi Lions Göz Bankası yayınlanmamış verilerine göre bu göz bankasından temin edilen kornealar ile gerçekleştirilen keratoplastilerde alıcılardaki tanıların dağılımı tablo 2 de görülmektedir. Keratoplasti Teknikleri Kornea histolojik olarak epitel, Bowman, stroma, Descemet ve endotel tabakaları olmak üzere toplam 5 tabakadan oluşmakdır. Kornea merkezde 500 periferinde ise yaklaşık 700 mikron kalınlığındadır (Resim 2). Organ Kültürü Yöntemi Organ kültürü yönteminde doku 31-34 C de saklanılmaktadır. Bu yöntemde korneayı 3-4 haftaya kadar saklamak mümkün olmaktadır.5 Türkiyedeki göz bankalarında kullanılan saklama yöntemi 4C de orta süreli saklama solüsyonu ile korneaların saklanmasıdır (Resim 1) Keratoplasti Endikasyonları • Keratoplasti kornea hastalıklarından kaynaklanan görme kayıplarının cerrahi olarak tedavisi için yaygın olarak uygulanan bir doku nakli girişimidir. Kan naklinden sonra en sık gerçekleştirilen doku naklidir. Keratoplasti endikasyonları 4 ana başlıkta toplanabilir Resim 1: Saklama solüsyonu içinde korneaskleral verici kornea Klinik Gelişim Resim 2: Korneanın histolojik yapısı 37 2012; 25: 35-39 Korneada keratoplasti uygulanmasını gerektiren patolojilerin önemli bir bölümü korneanın belli tabakalarının hastalıklarıdır ve bu tabakalar dışındaki kornea tabakaları ise tamamen sağlıklı olabilir. Bu nedenle sadece patolojinin olduğu tabakanın değiştirilmesi sağlıklı olanın ise korunması ideal bir yaklaşım olacaktır. Örneğin büllöz keratopatide sorun endotel tabakası yetmezliğidir ve bu tabakanın değiştirilmesi ile endotel yetmezliği nedeni ile ödemlenmiş olan stroma tekrar saydamlığına kavuşacaktır. Bir stroma distrofisinde ise patoloji stromada olduğundan sağlıklı endotelin korunarak sadece stroma tabakasının değiştirilmesi keratoplasti cerrahisinin en önemli sorunu olan endotel redlerinin önlenmesi açısından önemlidir. Ancak 2000’li yıllara kadar teknik güçlükler nedeni ile lamellar cerrahide optik sonuçlar yüz güldürücü değildi ve bu nedenle de tüm kornea nakillerinde tam kat (penetran) keratoplasti uygulanması tercih ediliyordu. Keratoplasti Tipleri 1. Penetran keratoplasti: En yaygın uygulanan tekniktir. Optik olarak lamellar cerrahiye göre üstünlükler taşımaktadır. Lameller cerrahi de alıcı yüzey ile verici yüzey arasındaki ara yüzey sorunları görme kalitesi üzerine olumsuz etkiler bu teknikte ara yüzey olmadığından bu sorun görülmemektedir. Bu tekniğin uygulanması sırasında gözde açık (open- sky) olarak çalışılması ve endotelde patoloji olmadığı endikasyonlar endoteli de nakledilmesi ile endotel riskinin ortaya çıkması en önemli dezavantajıdır. Ön lameller keratoplasti: 20. Yüzyılın başından beri dönem dönem uygulanmış ama ara yüzey sorunlarından dolayı yeterli düzeyde görsel başarının elde edilememesi nedeni ile yaygınlaşamamış bir teknikti Ancak stromanın Descemet membranı düzeyine kadar uzaklaştırılmasının artık teknik olarak mümkün hale gelmesi ön lamellar keratoplastiyi penetran keratoplasti ile görsel açıdan kıyaslanabilir seviyeye getirmiştir.19,22 2. Çeşitli ön lamellar cerrahi teknikleri içinde “derin ön lameller keratoplasti” görsel sonuçları itibari ile en başarılı olan tekniktir. Bu teknikte open- sky çalışmaması nedeni ile cerrahi sırasında penetran keratoplastide çok nadir olarak görülse de ağır görme kaybı Resim 3: Penetran keratoplasti sonrası saydam greft 38 ile sonuçlanabilecek ekspulsif hemoraji riski ortadan kalkmaktadır. Erken cerrahi sonrası enfeksiyon ihtimali düşmekte ve penetran keratoplastinin başarısını düşüren endotel redleri bu teknikte alıcının endoteli korunduğu için görülmemektedir. Redten korunma amaçlı topikal steroid kullanımı süresi kısalmakta ve topikal steroid kullanımının neden olabileceği glokom ve katarakt gibi yan etkiler azalmaktadır.22 3. Endotel keratoplastisi: Endotel yetmezliğinin neden olduğu psödöfak büllöz keratopati, Fuchs’endotel distrofisi ve endotel reddi neden ile greft yetmezliği gibi kornea patolojileri keratoplasti endikasyonları içinde önemli bir yer tutmaktadır. Bu olgulara penetran keratoplasti uygulanması ameliyat sonrası önceden ön görülemeyecek oranda yüksek astigmatizma veya sferik kusurlara yol açabilmektedir. Bu refraktif problemler ortaya çıkmasa bile penetran keratoplasti de görsel rehabilitasyon için aylar 6 ay geçmesi gerekmektedir. Penetran keratoplasti tekniği, girişimden yıllar sonra bile globun travmaya karşı direncinin zayıf kalmasına neden olmaktadır. Endotel keratoplastisinin bu üstünlüklerine karşın teknikteki problemler nedeni nakil sırasında nakledilecek endotel tabakada oldukça yoğun endotel kaybı olmakta bu da cerrahinin başarı oranını olumsuz etkileyebilmektedir. Ara yüzey problemlerinden kaynaklanan görme kalitesi ile ilgili sorunlar ve yerleştirilen endotel greftinin sık görülen dislokasyonuna yapılan ilave girişimler bu keratoplasti tekniğinin olumsuz yönlerini oluşturmaktadır.23-26 Femtosaniye Laser Yardımı ile Yapılan Keratoplasti Femtosaniye laser yardımı ile yapılan keratoplastilerin henüz 5-6 yıllık klinik geçmişleri vardır.27,28,29 Yukarıda söz edilen cerrahi tekniklerdeki hem alıcı hem de vericideki dokuların kesilerinin femtosaniye laser ile yapılması hem kesilerin mükemmel olmasına ve kesi konfigirasyonunun kesi ağızlaşmasının daha mükemmel hale getirilerecek yeni konfigirasyonlar oluşturmasına imkan sağlamaktadır. Bu da keratoplastinin sorunlarından biri olan yüksek astigmatizmanın kontrol altına alınmasına yardımcı olmaktadır. Femtosaniye ile yapılan lamellar kesilerin yüzeyleri de manüel kesilere gore daha düzgün olduğu için ara yüzey sorunu kısmen kontrol altına alınmaktadır.30 Resim 4: Penetran keratoplasti sonrası endotel reddi ve kesif greft Klinik Gelişim N. ALPARSLAN Keratoplasti cerrahisinde son 10 yılda mikrocerrahinin ve laser cerrahisinin katkıları ile kavramlar değişmiş ve sağlıklı anatomik yapıların korunduğu bir yaklaşım ile keratoplasti gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Kaynaklar 1. 2. Moffatt SL, Cartwright VA, Stumpf THh: Centennial review of corneal transplantation, Clinical and Experimental Ophthalmology 2005; 33: 642–657 Laibson PR: History of corneal transplantation. In: McDonnel PJ, McGhee CHJ, Farjo AA, Serdarevic ON; eds. Corneal Surgery Theory, Technique and Tissue. 4th ed. Mosby Pr, 2009: 1-7 3. Filatov VP. Transplantation of the cornea from preserved cadavers’eyes. Lancet 1937; 1: 1395–7. 4. McCarey B, Kaufman HE. Improved corneal storage. Invest Ophthalmol 1974; 13: 165–73 5. Doughman DJ, Harris JE, Schmidt MK. Penetrating keratoplasty using 37oC organ-cultured corneas. Trans Am Acad Ophthalmol Otol 1976; 81: 778–93 6. Beyut BE. Waltman SR. Cryptococcal endophthalmitis after corneal transplantation. N Engl Med 1978 298: 825 7. Centers for Disease Control. Human- to- human transmission of rabies by a corneal transplant. Idaho MMWR Morb Mortal Wkly Rep 1979, 28: 109 8. Duffy P, Wolf J, Collins G, et al. Possible person-to-person transmission of Creutzfeldt-Jakob disease. N Engl J Med. 1974; 290: 692–693 9. Shaw EL, Aquavella JV. Pneumococcal endophthalmitis following grafting of corneal tissue from a (cadaver) kidney donor. Ann Ophthalmol 1977. 9: 435 10. Khodadoust AA, Franklin RM. Transfer of bacterial infection by donor cornea penetrating keratoplasty. Am J Ophthalmol 1979 87: 130 11. Ayberk NF. İki keratoplasti vak’ası münasebetile, Türk Oftalmoloji Gazetesi 1941, 3: 405-411 12. Bengisu N. Keratoplasti. Türk Oftalmoloji Gazetesi 1941, 3: 515-535 13. Örgen C. 500 gözde keratoplasti sonuçları. TOD Ulusal Kongre Kitabı 1966; 380-9 14. 2238 numaralı Organ ve Doku Alınması, Saklanması, Aşılanması ve Nakli Hakkında Kanun. Resmi Gazete 03. 06. 1979 sayı: 16655 15. Sağlık Bakanlığı, Organ ve Doku Nakli Hizmetleri Yönetmeliği. Resmi Gazete 01. 06. 2000 sayı: 24066 Klinik Gelişim 16. Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü. Göz Bankası ve Kornea Nakil Merkezleri Yönergesi. Resmi Gazete 26. 02. 2001 sayı 1832 17. European Eye Bank Association. www.Europeaneyebanks.org 18. Eye Bank Association of America Medical Advisory Board. Medical Standarts. Washington DC: Eye Bank Association of America; November 2008 19. Anwar M. Technique in lamellar keratoplasty. Trans Ophthalmol Soc Uk 1974; 94 163-171 20. Melles GRJ, Lander F, Rietveld FJR: A new surgical technique for deep stromal anterior keratoplasty. Br J Ophthalmol 1999: 83: 327-333 21. Anwar M, Teicman KD: Big – bubble technique to bare Descemet’s membrane to anterior lamellar keratoplasty. J Cataract Refract Surg 2002; 28; 398-403 22. Bahar J, KaisermanI, Srinivasan S: Comparison of three different techniques of corneal transplantation for keratoconus. Am J Ophthalmol 2008; 146: 905-912 23. Melles Gr. Posterior lamellar keratoplasty: DLEK to DSEK to DMEK Cornea 2006; 25: 879-881 24. Price MO, Price FW: Descemet’s stripping with endothelial keratoplasty: comparative outcomes with microkeratom-dissected and manually disseceted donor tissue. Ophthalmology 2006; 113: 1936-1942 25. BusinM, BhattPR, Scorcia V. A modified technique for Descemet membrane stripping automated endothelial keratoplasty to minimize endothelial cell loss. Arch Ophthalmol 2008; 126: 1133-1137 26. Ham I, Van der Wees J, Melles GRJ. Causes of primary donor failure in Descemet membrane endothelial keratoplasty. Am J Ophthalmol 2008; 145: 639-644 27. Ignacio TS, Nguyen TB, Chuck RS, Kurtz RM, Sarayba MA: Tophat wound configuration for penetrating keratoplasty using the femtosecond laser: a laboratory model. Cornea 2006; 25: 336-340 28. Steinert RF, Ignacio TS, Sarayba MA: Top-hat shaped penetrating keratoplasty using the femtosecond laser. Am J Ophthalmol 2007; 143: 689-691 29. Holzer MP, Rabsilber TM, Auffarth GU: Penetrating keratoplasty using femtosecond laser: Am J Ophthalmol 2007; 143: 524-526. 30. Jones YJ, Goins KM, Stutphin JE, Mullins R, Skele JM. Comparison of the femtosecond laser (Intralase) versus manual microkeratome (Moria ALT) in dissection of the donor endothelial keratoplasty(initial study in eye bank eyes) Cornea 2008; 27: 88-93 39 Binoküler Görme ve Şaşılık Acun GEZER İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Şaşılığın Tanımı Şaşılık objektif olarak, uzaktaki bir cisme baktığında görme eksenlerinin normal paralelliğinin bozulmuş olması halidir. Subjektif olarak ise şaşılık, hastanın bir gözünün foveası ile cisme bakarken diğer gözünde görüntünün fovea dışında bir başka noktaya düşmesi sonucu çift görmeden (diplopi) yakınması yada çift görmemek için beynin kayan gözdeki görüntüyü baskılaması (supresyon) veya yeni koşullara adapte (anormal retina korrespondansı) olmasıdır. Binoküler Görme Supresyon ve anormal retina korespondans genellikle erken yaşlarda başlayan şaşılıklarda gelişebilen binoküler görme defektleri olduğundan pediatrik yaş döneminde şaşılık bazen zannedildiğinin tersine sadece estetik bir sorun değil, öncelikle bir binoküler görme sorunu olarak ele alınmalıdır. Binoküler görmenin tek gözle görmeye oranla üstünlükleri vardır. Bunlar görme alanının iki göze ait alanların birleşmesi nedeniyle genişlemesi, fizyolojik kör noktaların diğer gözün görme alanı tarafından kompanse edilmesi, binoküler görme derecesinin tek gözle görmeden yüksek olması ve gerçek bir derinlik algısının ancak binoküler görmeyle mümkün olmasıdır. Binoküler Görmenin Gelişimi Ve Ambliopi Binoküler görme, doğumda var olmayan, ancak doğumdan itibaren gelişmeye başlayan bir işlevdir. Yeni doğmuş bebekte iki göz arasında refleks bir ilişki vardır. Ancak binoküler görme işlevleri doğum anında tam olarak henüz kazanılmış değildir. Yeni doğmuş bir bebeğin kırkıncı günden başlayarak dikkati örneğin ışıklı bir cisme çekildiğinde buna bakabilir. Başı yada boynu başka yöne çevrildiğinde dahi bakmaya devam eder. Buna kompansatuar fiksasyon refleksi adı verilmektedir. İki gözü ilgilendiren bu ilkel reflekse zamanla başka binoküler refleksler eklenir. 3-4 aydan sonra akomodasyon refleksi ve füzyonel vergens refleksinin oluşmaya başladığı görülür. Akomodasyon refleksi nedeniyle bebek konvergens yaparak fovealarını yöneltebildiği yakındaki cisimleri fark etmekle kalmaz onları net görmeyi de öğrenir. Füzyonel vergens refleksi ise konvergens ile akomodasyon arasındaki uyumlu ilişkiyi düzenler. Örneğin fazla akomodasyonun neden olabileceği fazla konvergensi, yani içe kaymayı 40 gidererek gözlerin paralelizmini sürdürebilir. Özellikle füzyonel vergens refleksi aracılığıyla gözler işlevsel olarak birbirine bağlanmakta, normal binoküler görme oluşabilmekte, dolayısıyla şaşılığa olanak verilmemektedir. Ancak, şaşılığın oluşmaması için gözlerin görmelerini engelleyen ya da göz hareketlerini zorlaştıran bir engelin bulunmaması lazımdır. Ambliopi Ambliopi, klasik kitaplarda gözde organik bir patoloji olmamasına rağmen görmenin düşük olması hali olarak tanımlansa da aslında bu tanım bugünün bilgileri ışığında artık doğru değildir. Zira ambliopide organik defekt olarak nitelenebilecek histolojik düzeyde hücre anomalileri vizüel kortekste mevcuttur ve bu defekte neden olan faktörlerin de önemli bir kısmı gözde bulunur. Ambliopi’nin daha doğru tanımı, vizüel matürasyonun gerçekleştiği ilk 8-10 yıllık süreçte gözlerin net, kaliteli ve birbiriyle korrespondan birer görüntüyü kortekse iletmesini engelleyen hallerde ortaya çıkarak kortekste binoküler input alan hücrelerin gelişiminin geri kalması ve bu nedenle gözlerden en azından birinin görme yeteneğinin azalması halidir. Bu süreçte gözlerle her iki taraftaki vizüel korteks arasındaki çapraz projeksiyonların oluştuğu ilk 3 ayın özellikle çok kritik önemi vardır (Şekil 1). Ambliopi’ye neden olan faktörler ne kadar erken ortaya çıkmışsa, oluşacak görme kaybı da o derece ağır olur. Ambliopi, toplumda yaklaşık %2.5 oranında görülür. Belli bir yaştan sonra giderilememesi nedeniyle toplum sağlığı açısından en önemli görme sorunlarından birini oluşturur. Ambliopinin sınıflaması da neden olan başlıca faktörlere göre yapılır. 1. Deprivasyon ambliopisi: Net bir görüntünün retina fotoreseptörlerine ulaşmasını fiziksel olarak engelleyen faktörlerle oluşur. Örnek olarak konjenital ptozis, doğuştan kornea opasiteleri, konjenital katarakt gibi patolojiler verilebilir. Görme kaybı açısından en Yüksek Düşük Doğum ±8 yaş 2 3 4 5 6 7 Şekil 1: Binoküler görmenin “plastik dönemi” Klinik Gelişim A. GEZER ağır ambliopi formudur. Deprivasyon, “yoksunluk” anlamına gelir ve bu terim ambliopinin bu şeklinde, gözlerin doğuştan itibaren ışıktan ve görüntüden mahrum kalmış olduğunu ifade eder. Küçük bebeklerde bazen her hangi bir organik sorun olmadığı halde böcek sokması veya allerjik reaksiyonlarla oluşan gözü kapatacak kadar şiddetli kapak ödemleri veya daha dramatik olarak bilinçsizce yapılacak bir gözün bandajla kapatılması girişimleri de ciddi bir deprivatif etki ile ambliopiye yol açabilir. Bu nedenle küçük bebeklerde zorunlu haller dışında bir gözün kapatılmasından kaçınılmalı, bunun kaçınılmaz olduğu durumlarda ise asimetrik gelişimi önlemek için diğer gözü de kapatma yoluna gidilmelidir. Ayrıca göze ışığın girmesini, retinada görüntü oluşmasını engelleyen doğumsal anomalilerde tedavi imkanı varsa bunun hiç vakit kaybedilmeden yapılması şarttır. Bu durumun en sık rastlanan örneği konjenital katarakt’tır. Katarakt ile doğan bir bebekte bunun cerrahi yoldan giderilmesi her yaşta mümkün olabilmekte, hatta ileri yaşlarda operasyon daha kolay gerçekleştirilebilmektedir. Ancak ilk 3 aydan önce cerrahi yoldan tedavi edilmeyen konjenital katarakt olgularında ambliopi’nin giderilmesi ve binoküler görmenin kayıpsız gelişmesi çok zordur. Dolayısı ile fonksiyonal bir iyileşme sağlanabilmesi için bu gibi patolojilerin hem erken tanısı, hem de erken tedavisi kritik önem taşır. Bunlar sağlanamadığında ileri yaşlarda yapılacak cerrahi girişim, ancak anatomik iyileşme sağlayacak, ancak göz görme yeteneğine hiçbir zaman tam olarak kavuşamayacaktır. Bu bakımdan yeni doğan bebeklerde gözün optik ortamlarının saydamlığını kontrol etmek amacıyla pupilla alanı aydınlatıldığında izlenen parlak kırmızı reflenin kontrolu mutlaka yapılmalıdır (Brückner testi, Resim 1). 2. Strabismik ambliopi: Şaşılık sonucu gözlerin her ikisi de aynı objeye bakamıyorsa, giderek kayan gözün kortekse gönderdiği görüntü supresse edilmeye başlar ve zamanla ambliopik hale gelir. 3. Anizometropik ambliopi: Kırılma kusurunun tek bir gözde olduğu veya her iki göz arasında 1.50 dioptriden daha fazla fark olduğu durumlarda daha yüksek refraktif kusuru olan göz daha bulanık göreceği için ambliopi gelişir. 4. İzoametropik ambliopi: İki taraflı kırılma kusurları, 5.00 dioptrinin üzerindeyse, hipermetroplarda daha fazla olmak üzere her iki gözde de ambliopi gelişir. Resim 1: Bruckner testi ile saptanan sağ gözdeki lens opasitesi Klinik Gelişim Ambliop gözlerde afferent pupilla defekti, VEP kayıtlarında bozukluk gibi bulgulara rastlansa da en önemli bulgusu görme keskinliğinin azalmış olmasıdır. Tedavi Ambliopi’nin en etkili tedavisi profilaksidir. Ambliopiye yol açan faktörlerin erken tanısı ve tedavisi ile önlenemediği takdirde gelişen görme kaybını telafi etmek ise ancak vizüel sistemin matürasyon sürecinin devam ettiği ilk 8-10 yıl içinde mümkündür. Bu süreç içinde de tedavinin etkinliği yaş ile giderek azaldığından tedaviye ne kadar erken başlanırsa alınacak sonuç da o denli olumlu olacaktır. Ambliopi tedavisi, az gören gözün kullanılmaya zorlanması esasına dayanır. Bu amaçla iyi gören gözün kapatılması, yani oklüzyon hala bilinen en eski ve en etkili tedavi yöntemidir. Son yıllarda gelişen teknoloji ile birlikte ortaya çıkan ve genellikle bilgisayar kontrollu uyaranların kullanıldığı alternatif yöntemlerin etkinliği de aslında egzersizler sırasında yapılan oklüzyon’a dayanır. Neden olan faktörün eliminasyonu ile birlikte hastayı az gören gözü kullanmaya zorlayacak biçimde diğer gözün kapatılması uygulamasında günlük kapama süresi, ambliopinin ağırlığına, nedenine ve çocuğun yaşına göre ayarlanır. Ancak tedavinin aylar, hatta yıllar boyu istikrar ile devam etmesi gerekebileceği aileye çok iyi anlatılmalıdır. Düzensiz uygulanan veya zamanından önce terkedilen tedavilerle başarı oranı düşüktür. Kapama yapmakta ciddi engel ile karşılaşılan özel hallerde alternatif olarak yine oklüzyon prensibine dayalı, ancak kontrolu daha kolay olabilen CAM tedavisi, maküler stimulasyon gibi yöntemler kullanılabilir. Kapamaya çok dirençli durumlarda ise kapama yerine iyi gören gözün görmesinin optik veya farmakolojik olarak bulandırıldığı penalizasyon yöntemleri yarar sağlayabilir, ancak bu yöntemlerin etkinliği hafif ambliopiler dışında okluzyon kadar yüksek değildir. Sınıflama ve Terminoloji Şaşılığı çeşitli biçimlerde sınıflandırmak mümkündür: 1. Kas paralizisi varlığına göre: a. Nonparalitik şaşılık (konkomitant şaşılık) b. Paralitik şaşılık (inkomitant şaşılık) Bu sınıflama kas hareketinin kısıtlanması sonucu oluşan ve restriktif şaşılık diye adlandırılan küçük bir grup olguyu tam olarak kapsamamamasına rağmen yine de en çok kullanılan sınıflamadır. Çünkü bir şaşılığın paralitik olup olmaması klinik tablo üzerinde çok belirgin bir takım farklılıklara yol açarak bu iki ana grubun birbirinden ayırdedilebilmesini sağlar. Buradaki komitans kavramı, kayma açısının tüm bakış yönlerinde sabit olup olmamasını tanımlar. Tüm yönlerde aynı kayma açısına sahip şaşılıklarda konkomitans’tan, bakış yönlerine göre açı farklılığı gösteren şaşılıklarda ise inkomitans’tan söz edilebilir. Paralitik ve restriktif şaşılık41 2012; 25: 40-49 larda kayma açısı paralitik veya restrikte kasın aktif olduğu yönde artar, aksi yönde ise azalır. Nonparalitik şaşılıklarda bu özellik yoktur ve kayma açısı bütün yönlerde aynıdır. Buna bağlı olarak paralitik ve restriktif şaşılıklarda hasta, kayma açısını azaltabilmek amacıyla başına farkında olmadan anormal bir pozisyon verir. Bu baş pozisyonu şaşılığın yönüne bağlı olarak bazen başı bir tarafa döndürmek, bazen bir omuza eğmek, bazen çeneyi yukarı kaldırmak veya aşağı indirmek şeklinde tezahür edebilir. 2. Şaşılık yönüne göre: a. b. c. d. e. İçe şaşılık (esotropya) Dışa şaşılık (ekzotropya) Yukarı şaşılık (hipertropya) Aşağı şaşılık (hipotropya) İçe (insiklotropya) veya dışa (eksiklotropya) rotasyonel şaşılıklar 3. Şaşılığın akomodasyonla ilişkisine göre: a. Akomodatif şaşılık: Hasta akomodasyon yapamadığında şaşılık yoktur yada azdır. Akomodasyona zorlandıkça şaşılık açısı artar. b. Nonakomodatif şaşılık: Hastada akomodasyon yapmadığında da şaşılık vardır. Akomodasyona zorlandığında şaşılık açısı artmaz. c. Kısmi akomodatif şaşılık: Akomodasyon gözlükle devre dışı bırakıldığında da kayma azalır, ama tam düzelmez. 4. Şaşılığın bulunduğu göze göre: a. Monoküler şaşılık: Her zaman aynı göz kaymaktadır. b. Alternan şaşılık: Şaşılık bazen bir gözde bazen diğer gözdedir. 5. Kaymanın zaman içinde görülme özelliğine göre: a. Sabit şaşılık (konstant şaşılık): Şaşılık açısı farklı olabilmekle beraber, her zaman şaşılık vardır. b. İntermittan şaşılık: Her zaman şaşılık yoktur, zaman zaman ortaya çıkar. 6. Şaşılığın belirgin ya da gizli olmasına göre: a. Belirgin şaşılık (manifest şaşılık): Hastaya karşıdan bakıldığında fark edilebilen şaşılıktır. Yani hastanın iki gözü açıkken var olan şaşılıktır. b. Gizli şaşılık (latent şaşılık): Hastanın bir gözü kapatıldığında ortaya çıkartılan, iki gözü açıkken, yani binoküler baktığında görülmeyen şaşılıktır. Belirgin şaşılıklar “tropya”, gizli şaşılıklar “forya” olarak anılırlar. Örneğin manifest dışa şaşılık ekzotropya, latent dışa şaşılık ekzoforya’dır. I. Nonparalitik Şaşılıklar Daha çok 6 yaşın altındaki çocuklarda görülen, şaşılık açısı tüm bakış pozisyonlarında eşit yada eşite yakın olan, etyolojisinde herhangi bir paralitik unsur bulunmayan şaşılıklardır. Etyoloji Bu tür şaşılıklara neden olan etyolojik faktörler çok geniş bir dağılım ve çeşitlilik gösterir. 42 Duyusal Nedenler Retina üzerinde net bir görüntü oluşmasını engelleyen tüm sorunlar neden olacakları duyusal kayıp nedeniyle şaşılığa yol açabilirler. a. Dış etkenler: Küçük çocuklarda göz kapak anomalileri, ödemi, ptosis gibi nedenlerle veya bilinçsiz tedavi girişimleriyle bir gözün uzun süre kapalı kalması halinde binoküler görme engellenmiş olur ve predispoze olgularda şaşılık ortaya çıkabilir. b. Dioptrik bozukluklar: Kırılma kusurları, kornea anomalileri ve benzeri gibi göz dibinde net bir görüntünün oluşmasını engelleyen durumlardır. Kırılma kusurlarının şaşılık etyolojisinde önemli bir yeri vardır. Retina’da net bir görüntünün oluşmasını önlemesi dışında özellikle akomodatif şaşılıkların oluşmasında önemli rol oynar c. Retino-nöral bozukluklar: Retina ve görme yollarında patolojiler göz dibinde net görüntünün oluşamaması yada oluşan görüntünün vizüel kortekse iletilmemesi sonucunu doğurur. d. Proprioseptif refleks bozuklukları: Ekstraoküler kaslar, boyun kasları ve iç kulak labirentinden doğan ve normalde var olan reflekslerin bilinmeyen bozuklukların gözde kaymaya neden olabildiği düşünülmektedir. Mekanik Etkenler Göz hareketlerini engelleyen mekanik etkenlerdir. Bu etkenler kafatası ve orbita kemik yapısındaki şekil bozuklukları, ekstraoküler kaslar ve bunların göze yapışma mekanikleri ile ilgili yapısal anomaliler olabilir. Santral Etkenler Mental gerilik, hipo yada hipereksitabilite, spastisite ya da göz hareketlerini kontrol eden yüksek kortikal merkezlerinin işlev yetersizlikleri etkendir. Bu tür predispozisyonu olan olgularda ateşli bir hastalıktan sonra şaşılığın ortaya çıkmasının bu işlevin geçici olarak bozulmasından ileri gelmesi olasıdır. Heredite Bu tür şaşılıklarda genellikle neden olan faktörlerin genetik temeli şaşılığın oluşmasında rol oynar. Orbita ve ekstraoküler kaslara ait bu tür yapısal anomaliler, başka sistemik anomalilerle birlikte veya izole olarak görülebilmektedir. Muayene Yöntemleri Öykü Hastanın özgeçmişi ve şaşılığın başlangıç öyküsü, tanı açısından çok önem taşır. a. Ailede şaşılık varlığı b. Şaşılığın başladığı yaş: Şaşılık ne kadar küçük yaşta başlamışsa binoküler görme kaybı o oranda yüksek olacaktır. c. Hangi gözün ne sıklıkta kaydığı öğrenilir. Bazen her iki göz de dönüşümlü olarak kayabilir (alternans). Klinik Gelişim A. GEZER Kayma sürekli veya zaman zaman görülebilir (intermittans). d. Şaşılığın fark edildiği zamana uyan bir travmanın varlığı sorulur. Travma, paralitik şaşılığı düşündürmeli, doğuştan şaşılıklarda doğum travması araştırılmalıdır. Görme Derecesinin Saptanması Eşel üzerindeki resimlerin sorulması yada E harflerinin yönünün sorulması küçük çocuklarda bile görme derecesinin saptanmasında fikir verebilir. Ancak bunun için çocuğun koopere olması gerekir. Koopere olmayan çocuklarda her iki gözün ayrı ayrı objeleri takip ve fiksasyon kalitesi değerlendirilmelidir. Alternan şaşılıklarda her iki gözün görme dereceleri birbirine eşit, monokuler şaşılıklarda kayan gözde görme derecesi normalden düşük bulunabilir. Kayan gözde görülen bu görme azlığına ambliopi adı verilir. (göz tembelliği). Kaymanın Saptanması ve Açısının Ölçümü Gözlerde gerçekten bir şaşılık hali olup olmadığının saptanması çok önemlidir. Çünkü bazı hallerde gözde kayma varmış gibi göründüğü halde gerçekte şaşılık olmayabileceği gibi (psödostrabismus), tam tersine bariz bir kayma farkedilmediği halde şaşılık bulunabilir. Hirschberg testi (Resim 2) çok hassas olmamasına rağmen son derece pratik bir test olduğu için gerçek bir şaşılığın varlığını saptamak ve açısını kestirmek açısından oldukça sık başvurulan bir yöntemdir. Muayeneyi yapan, hastayı elinde tuttuğu noktasal bir ışık kaynağına baktırdığında bu ışığın yansıması normalde her iki göz pupillalarının ortalarında belirir. Eğer şaşılık varsa bu yansımaların pupilla üzerindeki konumu asimetrik olur ve en azından biri tam merkezde yer almaz. Kayan gözdeki yansıma pupilla ortasında olması gerekirken pupilla kenarında ise yaklaşık 15 derece, pupilla ile iris kökü arasında ise yaklaşık 20-25 derece, limbus üzerinde ise yaklaşık 40 derecelik bir kayma açısı kestirilebilir. Kapatma Testi Hastada şaşılığın var olup olmadığını, şaşılığın hangi gözde olduğunu, şaşılığın akomodasyonla ilgisini ortaya koyabilen bir başka yöntem de kapatma testi’dir. Muayeneyi yapan, hastadan önce tam karşısında 30-35 cm uzaklıkta tuttuğu bir cisme bakmasını ister. Hasta söylenilen cisme bakmaktayken gözlerinin biri gözlemcinin eli ya da başka bir kapatıcı cisimle örtülür. Eğer hastanın Resim 2: Hirschberg testi: Çocuğun fikse ettiği ışık kaynağının yansımasının sol gözde tam pupilla merkezinde olmaması, bu gözde bir esotropyaya işaret eder Klinik Gelişim açıkta kalan gözü kayıyor ise, bu kayan göz gözlemcinin elinde de tuttuğu objeye bakmak üzere bir re-fiksasyon hareketi yapacaktır. Foveanın cisme yöneltilmesi için yapılan bu hareket içten dışa doğru ise o gözde bir içe şaşılık, dıştan içe doğru ise dışa şaşılık olduğunda hükmedilir. Eğer hastanın kapatılan gözü kayıyor ise ise açıkta kalan diğer gözde herhangi bir re-fiksasyon hareketi olmayacaktır. Çünkü hasta objeye zaten foveasıyla bakmaktadır ve görüntü fovea üzerindedir. Bu durumda kapatılan göz değiştirilir ve aynı test hastanın bu kez diğer gözü kapatılarak tekrarlanmalıdır. Eğer fiksasyon objesi olarak parlak bir ışık kaynağı kullanılırsa hastada akomodasyon fazla uyarılmaz. Ama kaymada akomodasyonun rolü anlaşılmak istendiğinde parlak ışık kaynağı yerine küçük bir resim gibi detaylı bir obje kullanılırsa hasta yakındaki objeyi net görmek için akomodasyon yapmak zorunda kalacağından akomodasyon uyarılmış olur. Bu durumda şaşılık akomodatif tipte ise şaşılık derecesinin arttığı görülür. Aynı testi, hastayı en az 6 metre uzaktaki bir başka objeye baktırılak da tekrarlanması saptanan şaşılığın oluşmasında akomodasyonun rolünü belirlemek açısından önemlidir. Kapatma - Açma Testi Latent şaşılıkların ortaya çıkarılmasını sağlar. Uygulama biçimi kapatma testi gibidir. Ancak fark, örtülmeyen gözün değil örtülmüş olan gözün örtücü cisim gerisinde hareket edip etmediğini izlemektedir. Hareketin görülmesi latent şaşılık varlığını gösterir. Çünkü latent şaşılıklar iki göz açıkken değil, bir göz kapatıldığında belirgin olurlar. Göz Hareketlerinin Muayenesi Tüm şaşılık olgularında dört ana yön (iç, dış, yukarı, aşağı) ve bunların ara pozisyonları ile düz karşıya bakış pozisyonu olan primer bakış pozisyonundan oluşan 9 diagnostik pozisyonda göz hareketleri dikkatlice gözlemlenmelidir. Bu gözlem özellikle paralitik ve restriktif şaşılıklarda tanı açısından önem taşır. Binoküler Görme Muayenesi Şaşılığın neden olabileceği iki gözle birarada görme işlevi bozukluklarını ortaya koymak için yapılmalıdır. a. Sinoptofor Sinoptofor, şaşılık kliniklerinde kullanılan bir aygıttır. Bu aygıt yardımıyla, göz eksenlerinin paralelliğinin bozulmasıyla ortaya çıkan duyusal adaptasyon değişimleri ortaya çıkartıldığı gibi şaşılığa neden olan füzyon yetersizliği gibi bazı sorunların tanısı ve tedavisi de yapılabilir. Duyusal adaptasyon, aslında çoğu zaman hastayı çift görme rahatsızlığından koruyan bir mekanizmadır. Diğer bir deyişle vizüel korteks şaşılığa ayak uydurmaya uymaya çalışmaktadır. Bu amaçla kayan gözde fovea dışında oluşan ve fovea dışında olduğu için çift görmeye neden olan görüntü ya korteks tarafından düştüğü retina alanında fizyolojik bir skotom oluşturularak silinebilir (supresyon), ya da fovea dışındaki bu alana fovea görevi verilip diğer gözün foveası ile 43 2012; 25: 40-49 korrespondan duruma gelmesi sağlanabilir (anormal retina korrespondansı). b. Worth dört nokta testi Hastanın karşısında 2 tanesi yeşil, 1 tanesi kırmızı ve 1 tanesi beyaz olmak üzere 4 ışıklı nokta vardır. Gözlerden birinin önüne yeşil diğerinin önüne kırmızı cam konarak karşısındaki noktalara bakması istenir. Hasta kırmızı camın gerisindeki gözle baktığında 2 tane kırmızı nokta görür. Yeşil camın gerisindeki gözle baktığında ise 3 tane yeşil nokta görünür. Hastada normal binoküler görme varsa iki gözle baktığında 2 yeşil, 1 kırmızı, 1 tanede kırmızı yeşil karışımı olmak üzere 4 nokta gördüğünü ifade eder. Sadece 2 kırmızı yada sadece 3 yeşil noktanın görülmesi diğer gözde süpresyon bulunduğunu, 3 kırmızı ve 2 yeşil yani 5 noktanın görülmesi diplopi gösterir. Konverjan Şaşılıklar (Esotropyalar) Tüm şaşılıklar içerisinde sayısal olarak önemli bir bölümü oluştururlar. Genellikle 1.5 – 4 yaşları arasında görülürler. Hastalarda çoğunlukla çeşitli düzeyde hipermetropi vardır. Tam akomodatif tipte şaşılıkta kayma tamamen hastanın normalden fazla akomodasyon yapmasından kaynaklanır ve akomodasyon faktörü elimine edildiğinde kayma tamamen düzelir. Başlıca nedeni yüksek hipermetropi’dir. Hipermetropi, her ne kadar genelde “yakını görememe” olarak bilinen bir kırılma kusuru olsa da “uzağı görememe” ye neden olan myopinin tam tersi olarak anlaşılmamasını gerektiren çok önemli bir fark barındırır. Hipermetropide, gözün kırma gücünün yetersiz veya ön-arka ekseninin normalden daha kısa oluşu nedeniyle görüntü retinanın arkasında oluşmaktadır. Myopide ise bunun tam tersine kırma gücünün gereğinden fazla veya ön-arka eksenin gereğinden uzun olması sonucu görüntü retinanın önünde oluşur. Gözün, myopideki durumu kompanse etme imkanı yoktur. Ancak hipermetropideki durum gözün normalde sadece yakına bakarken kullanması gereken akomodasyon (uyum) mekanizması ile telafi edilebilir. Eğer gözün akomodasyon gücü, mevcut hipermetropi düzeyini karşılıyorsa hipermetrop olan bir kişi herşeyi net görebilir. Bu görme keskinliği, akomodasyonun normalden fazla ve sürekli kullanımı ile mümkün olur. Ancak akomodasyon mekanizması santral kontrolu itibarıyla tek başına çalışan bir mekanizma değildir ve beraberinde bir konverjans da oluşturur. Bu durum hipermetroplarda konverjans yükünün artmasına ve gözlerin içe kaymasına bir predispozisyon hazırlar. Füzyonel vergens refleksi düzgün çalışan bir çocukta bu durum herhangi bir kaymaya neden olmadan kontrol edilebilir. Ancak füzyonel vergens refleksinin yetersiz kaldığı durumlarda fazla konverjans bir şaşılığa zemin hazırlayabilir. Bu tür akomodatif kaymalar, genellikle zamanında farkedilip neden olan hipermetropi uygun refraktif düzeltme ile nötralize edilirse sadece gözlük kullanımı ile kontrol 44 altına alınabilir. Bu tür kaymalara tam akomodatif refraktif şaşılık denir. Bazen de herhangi bir kırma kusuruna bağlı olmaksızın, akomodasyon – konverjans refleksininin santral düzenlemesinde var olan anomali nedeniyle küçük bir akomodasyon, gereğinden fazla bir konverjans cevabı yaratır. Akomodasyon/konverjans oranındaki bozukluk sonucu oluşan bu tür şaşılıklara da akomodatif –nonrefraktif şaşılık denir. Bazı olgularda gözlük ile hipermetropinin düzeltilmesiyle kayma açısı azalır, ancak tamamen düzelmez. Bu tür kaymalara da kısmi akomodatif şaşılık denir. Nonakomodatif şaşılıkların başlangıç yaşı ise, genellikle tam akomodatif olanlardan daha erkendir. Şaşılık genellikle monoküler, doğumdan sonra ilk 6 ay içerisinde başlamışsa alternan tiptedir. İnfantil Esotropya Doğumdan sonra ilk altı ay içinde başlangıç gösteren içe şaşılıklar infantil esotropya olarak adlandırılır. Bu olgular genellikle ileri refraktif bir kusur göstermezlerken, kayma açısı oldukça fazla olabilir. Genellikle beraberinde latent nistagmus, primer alt oblik kas hiperfonksiyonu, dissosye vertikal deviasyon gibi merkezi sinir sisteminin duyusal kontrol mekanizmalarında defekte işaret eden bulgular da görülür. Altı aydan önce başlayan bu şaşılıkların en önemli yanı, binoküler görme gelişiminin en kritik dönemine denk gelmesi nedeniyle vizüel kortekste binoküler görmeyi oluşturan altyapının gelişme bozukluğuna neden olmalarıdır. Mümkün olduğunca erken bir dönemde giderilmedikleri takdirde oluşacak binoküler görme kaybının yaşamın daha ileri dönemlerinde telafisi neredeyse imkansızdır. Bebeklerde doğumdan sonraki ilk birkaç ay gelip geçici ve küçük açılı kaymalar gelişen vizüel sistemin henüz matüre olmamasından dolayı olağan olabilirken bu ilk birkaç aydan sonra devam eden ve sabitleşen bir kayma kesinlikle patolojiktir. İnfantil esotropia tedavisinin esası cerrahidir. Mümkün olan en erken dönemde ve en geç 2 yaşına kadar cerrahi tedavi ile kayma binoküler görme gelişimini engellemeyecek bir düzeye indirilmelidir. Erken cerrahi tedavinin ileride re-operasyon ihtimalini bir miktar arttırması gibi bir külfeti olmakla birlikte binoküler görmeyi kurtarmak için tek şans olduğu unutulmamalıdır. Cerrahiye alternatif olarak önerilen botulinum toksin uygulamaları ise cerrahi tedaviden bir üstünlüğü olmamasının yanısıra kalıcı ve stabil bir düzelme sağlanmasının zaman alması ve tedaviyi başarısızlığa götürebilecek komplikasyonların sıklığı gibi sorunlar nedeniyle istisnai haller dışında tercih edilmemesi gereken bir yöntemdir. İnfantil esotropyalarda erken cerrahi tedavinin yanısıra refraktif kusurların takibi ve gözlükle düzeltilmesi, ambliopiyi giderecek tedavilerin uygulanması da önem taşır ve bütün bu nedenlerle bu çocukların erken erişkin Klinik Gelişim A. GEZER dönemlere kadar binoküler görme rehabilitasyonu açısından takibi ve tedavisinin devamı gerekir. Diverjan Şaşılıklar (Ekzotropyalar) İntermittan diverjan şaşılık genellikle 2 yaşlarında başlar. Başlangıçta zaman zaman ortaya çıkan şaşılık çocuk büyüdükçe devamlı biçime dönüşür. İntermittan şaşılıklar genellikle alternandırlar. Devamlı diverjan şaşılıklar doğuştan itibaren görülebilirler ya da intermittan şaşılığın ileri devrelerinde oluşurlar. Devamlı şaşılıklar genellikle monokülerdirler. Devamlı diverjan şaşılıklarda amblopiye rastlanabilir. İntermittan şaşılıklarda ambliopi ender olmakla birlikte kayma anında oluşan supresyon görülebilir. Özellikle erken başlayan diverjan şaşılıklar da tıpkı infantil esotropia gibi binoküler görmeye ağır hasar verebileceği için cerrahi tedavi ön plandadır. Daha ileri yaşlarda başlayan diverjan şaşılıklarda ise optik, ortoptik ve anti-supressif tedavi ile hastanın füzyon mekanizmaları uyarılarak kayma kontrolunun sağlanmasına çalışılır. Bunda yeterli sonuç alınamayan olgularda ise cerrahi tedavi çözümdür. “Gizli” Şaşılıklar (Latent Strabismus, Forya) Binoküler görme refleksleri, yani gözleri birbirine bağlayan refleksler nedeniyle kompanse edilebilen şaşılıklardır. Gözlerden biri örtüldüğünde bu refleks bağ çözülerek şaşılık ortaya çıkar. Füzyon yetersizliği gibi bu refleks bağın çok sağlam olmadığı olgularda görülür. Klinik olarak kapatma açma testi ile ortaya çıkarılır. Gizli şaşılığı olan olguların yakınmaları, zaman zaman çift görme, gözlerin çabuk yorulması, okurken satır karıştırma, bulanık görme, dikkat dağınıklığı, konsantrasyon eksikliği, başağrısı gibi astenopi şikayetleridir. Tedavisinde füzyon kapasitesini geliştiren ortoptik egzersizlere sık başvurulur. Nonparatik Şaşılıkların Tedavisi 1 – Kırılma kusurunun düzeltilmesi: Gözlükle bu kusuru düzeltmek şaşılığın düzelmesine iki biçimde yardımcı olur. a. Tüm şaşılık olgularında göz dibinde net bir görüntü oluşturarak bifoveal odaklamaya imkan tanır. b. Akomodatif şaşılıklarda hipermetropik mercekler gözlerin aşırı akomodasyon ihtiyacını ve dolayısıyla fazla konverjans yaparak içe kaymasını önler. Gözlük bazen görüntüyü netleştirmek için değil bilakis bulandırmak için de kullanılabilir. Ambliopik bir gözün daha fazla kullanılmasını teşvik etmek amacıyla diğer gözün görmesi optik yoldan bir miktar bulanıklaştırılmasıyla yapılan bu ve benzeri uygulamalara penalizasyon denir. Gözlükle tam akomodatif şaşılıklar tümüyle düzelir, kısmi akomodatif şaşılıklarda ise kayma açısı azalır, ancak nonakomodatif şaşılıklarda kayma açısı değişmez. Klinik Gelişim 2 – Ambliyopinin giderilmesi: Oklüzyon (kapatma) tedavisiyle olur. Sağlam göz kapatılarak tembel göz (ambliop göz) açıkta bırakılır, böylece hasta az gören bu gözü kullanmaya zorlanmış ve bu göze çalışma olanağı verilmiş olur. Oklüzyon tedavisine ne kadar erken başlanırsa yararı o kadar fazla olur. Bu bakımdan gözlerinde kayma fark edilen bebekler mümkün olduğunca erken tedaviye alınmalıdırlar. “Bebek büyüdükçe şaşılığı düzelecektir” düşüncesiyle beklemek oluşacak ambliopinin iyice yerleşip derinleşmesine fırsat tanımak demektir. Oklüzyon tedavisinde kapama süresi ambliopinin ve neden olan faktörün ağırlığına ve çocuğun yaşına göre düzenlenmelidir. Gereğinden fazla uygulanacak oklüzyon özellikle küçük yaştaki çocuklarda bu defa kapatılan gözde bir ambliopiye yol açabilir. Buna okluzyon ambliopisi denir. Bu nedenle ambliopi tedavisi sırasında hastaların sık kontrolu gerekebilir. 3 – Binoküler görmeyi düzeltmek: Süpresyon ve anormal retina korrespondans gibi binoküler görme defektlerini düzeltmek gerekir. Süpresyonun giderilmesinde oklüzyon ve sinoptoforda özel ortoptik egzersizler kullanılır. Alternan kapama tedavisi de yararlı olabilir. Anormal retina korrespondansını normale dönüştürmek uzun egzersizleri gerektirdiği gibi çoğunlukla gayretler başarısız kalmaktadır. 4 – Cerrahi: Şaşılık tedavisinde cerrahi, son uygulanması gereken bir yöntem değil, gerektiğinde gecikilmeden yapılması gereken bir girişimdir. Ameliyatın zamanı tedavi eden doktorun kararına bağlıdır. Bazı olgularda ilk uygulanan yöntem de olabilir. Cerrahi girişiminde temel prensip, kayan gözü orta hatta diğer gözün vizüel ekseni ile paralel hale getirecek biçimde, kayma tarafına baktıran kası zayıflatmak, karşı yöne baktıran kası, yani antagonistini güçlendirmektir. Güçlendirme işlemi kası yapışma yerinden ayırdıktan sonra bir kısmını rezeke edip çıkarmak ve eski yapışma yerine tekrar süture ederek kasın boyunu kısaltmak suretiyle yapılır. Zayıflatma ise göze yapışan ekstraoküler kasın yapışma yerinin daha geriye alınması ile sağlanır. Bunun dışında kaslara kısmi veya tam myotomi, katlama (tucking), daha geriye yerleştirilen süturlarla göz küresine etki eden vektörel kuvvetin geriye alınması gibi birçok başka yöntem de vardır. II. Paralitik Şaşılıklar Gözleri hareket ettiren kaslardan birinde ya da birkaçında paralizi oluştuğunda paralitik kas işlev dışı kalacağından sağlam olan kasların etkisiyle göz karşı yöne kayar, yani şaşılık oluşur. Bu tür şaşılıklar çoğunlukla edinsel olmakla birlikte konjenital de olabilir. Daha çok erişkinlerde görülen bu tip şaşılığın ilk subjektif belirtisi çift görmedir (diplopi). Şu halde çift görme yakınması olan hastalarda öncelikle bir ekstraokuler kas paralizisi düşünülmektedir. 45 2012; 25: 40-49 Muayene Yöntemleri Diplopi muayenesi: Paralizinin hangi kasa ait olduğunu ortaya çıkarmak için yapılır. Gözlemci elinde tuttuğu bir cismi, örneğin kalemi hastadan, başını hareketsiz tutmak şartıyla gözleriyle izlenmesini ister. Cisimle hasta arasındaki uzaklık 1 metre ya da daha iyisi 5 metre olabilir. Cisim önce yatay, yönde sonra dikey yönde bir çok kez hareket ettirilerek hastanın takip etmesi sağlanır. Bu şekilde iç, dış, yukarı, aşağı ve bunların ara yönlerinden oluşan 8 pozisyonla düz karşıya bakış pozisyonundan (primer pozisyon) oluşan 9 diagnostik bakış pozisyonunda çift görüp görmediği öğrenilir. Çift görme varsa görüntülerden hangisinin hangi göze ait olduğu gözlerden biri kapatılıp görüntülerden hangisinin kaybolduğunu sormakla bulunur. Sağ göz kapatıldığında görüntülerden sağ tarafta kalanı kaybolmuşsa “Düz diplopi” (Homonim diplopi), sol taraftaki kaybolmuşsa “çapraz diplopi” (heteronim diplopi)’den bahsedilir. Abdüktör (uzaklaştırıcı) kasların paralizinde düz diplopi, addüktör (yakınlaştırıcı) kasların paralizisinde çaprazlaşan diplopi görülür. Diplopiyi daha belirgin hale getirmek için test hastanın bir gözü önüne kırmızı, diğer gözü önüne yeşil cam uygulanarak da yapılabilir. Paralitik kasın bulunmasında dikkat edilmesi gerekenler şunlardır: a. Çift görmenin yatay yada dikey olması: Görüntüler yan yana ise paralizi yatay yönde etkili kaslarda, dikey ise dikey etkili kaslardadır. b. Görüntüler arasındaki uzaklığın en fazla olduğu bakış pozisyonu hastadan sorularak saptanır. Paralizi, gözleri o pozisyona baktıran kaslardan birindedir. c. Hangi göze ait olan görüntünün distalde kaldığı: Görüntüler arasındaki uzaklığın en fazla olduğu pozisyonda hastanın bir gözü kapatılarak görüntülerden hangisinin kaybolduğu öğrenilir. Paralizin bulunduğu göz kapatılmışsa distalde kalan görüntü, diğer göz kapatılmışsa proksimalde kalan görüntü kaybolacaktır. Yani distaldeki görüntünün sahibi olan göz daima paralitik kasın bulunduğu gözdür. Kapatma testi: Nonparalitik şaşılıklarda da uygulanır. Paralitik şaşılık olgularında dikkat edilmesi gereken husus hastanın sağlam gözü kapatılıp paralitik gözle bakmaya zorlandığında şaşılık açısının çok arttığının saptanmasıdır. Sağlam gözle bakarken ölçülen şaşılık açısına primer deviasyon, hasta gözle bakmaya zorlandığında ölçülen şaşılık açısına ise sekonder deviasyon denir. Ekstraokuler paralizilerde sekonder deviasyonun primer deviasyondan fazla olmasının nedeni Hering yasasına dayanmaktadır. Nonparalitik şaşılıklarda ise primer ve sekonder deviasyon birbirine eşittir. Göz Hareketlerinin İncelenmesi a. Duksiyon, yani tek gözün hareketlerinin muayenesi gözlerden biri kapalıyken, diğer göze ışıklı bir cisim izletilerek gözlenir. Belirli bir yönde hareket kısıtlığı 46 ya da yokluğu gözü o yöne baktıran kasın paralizisini yada mekanik bir engeli gösterir. b. Versiyon, yani iki gözün birlikte olan hareketlerinin muayenesi için iki göz birden açıkken hastadan bir ışık kaynağının izlemesi istenir. Işık kaynağı tüm bakış pozisyonlarında dolaştırılır. Bu pozisyonlarda fazla çalışan ya da yetersiz kalan kaslar varsa gözlerin yetersiz bakmasından yada fazla dönmesinden ortaya çıkartılabilirler. Bir ekstraokuler kasta paralizi varsa bu kasın yöndeşi ve antagonist kası fazla çalışırlar, yöndeşin antogonisti ise az çalışır. Etyoloji Kranyal sinirlere ait travmalar, sifiliz, ensefalit, menenjit gibi infeksiyöz, diabet, kanama, tromboz, anevrizma, arterioskleroz gibi vasküler nedenler, ayrıca tümöral ve toksik faktörler rol oynar. Ekstraoküler kaslara ait travmatik, myopatik veya infiltratif lezyonlar da şaşılığa neden olabilir, ancak bu tür şaşılıklar paralitik olmaktan ziyade restriktif özellikler gösterirler. III. Sinir Paralizi (Nervus okulomotoryus paralizisi) Nervus okulomotoryus’un tüm dallarının paralizisinde bu sinirle ilgili bütün kasların işlevleri ortadan kalkar. Yani levator palpebralis kasının felci ile üst göz kapağı düşer (ptosis). Kapak kaldırıldığında gerisindeki gözün sağlam kalan dış rektus ve üst oblik kaslarının etkisiyle dışa ve aşağı kaymış olduğu görülür. Üst, alt ve iç rektus kası ile alt oblik kas ise paralitiktir. Pupilla sfinkter kasının katılımı ile midriasis görülür. Tüm okulomotor dallarının tutulmadığı olgular da vardır. Örneğin, üst, iç veya alt rektus veya alt obliğin izole felçlerine de rastlanabilir. Ptosisin olmadığı hastalarda çift görme yakınması mevcuttur. Genellikle paralizinin nedeni ne kadar göze yakınsa o kadar az sinir dalı tutulur, dolayısıyla izole kas felçleri daha sık görülür. İnternal oftalmopleji: III. Sinirden dal alan göz içi kaslarından muskulus konstrikör pupilla ve siliyer kaslarının tutulmasından ileri gelir. Hastada midriazis ve uyum felci vardır. Göz küresinin hareketleri normaldir. Sifilizde yada silier ganglionu tutan lezyonlarda görülür. IV. Sinir Paralizisi (Nervus Troklearis Felci) Üst oblik kasını innerve eden bu kranyal sinirin paralizisinde hasta, özellikle aşağı bakma pozisyonunda çift görme yaşar, bu nedenle de okuma, merdiven inme gibi aktivitelerde sıkıntı çeker. Paralizisinin bulunduğu gözde aşağı ve içeri hareket felcin derecesine bağlı olarak kısıtlanmış ya da ortadan kalkmıştır. Diplopi en fazla bu bakış pozisyonlarında belirgindir. Klinik Gelişim A. GEZER Uzun süren IV. sinir paralizilerinde hasta çift görmeyi en aza indirmek amacıyla başına özel bir duruş şekli vardır. Paralizinin neden olduğu dikey ve torsiyonel kaymayı en aza indirecek ve paralitik kasın en az kullanılmasına olanak sağlayacak bu anormal baş pozisyonu, konjenital IV. sinir paralizilerinde okuler tortikolis’e neden olur. III. ve VI. Sinire kıyasla IV. Sinir’in konjenital paralizileri oldukça sıktır. Edinsel felçlerin ise en sık rastlanan nedeni kapalı kafa travmasıdır. VI. Sinir Paralizisi (Nervus Abdusens Felci) Dış rektus kasının işlevini yapmaması nedeniyle paralizinin bulunduğu göz içe kaymıştır. Yani hastada bir konverjan şaşılık vardır. Felçli gözün abdüksiyonu kısıtlanmıştır. Hasta düz karşıya baktığında ve özellikle paralitik kasın faaliyet yönüne gözlerini çevirmek istediğinde diplopi belirginleşir. Başlangıçta bir gözünü yumarak çift görmeden sakınırken ilerlemiş olgularda paralitik dış rektusunu en az kullanma zorunda kalacağı pozisyona başını döndürerek kendini ayarlar ve baş felçli kasın olduğu göz tarafına dönük tutulur. Paralizinin başlıca nedenleri vasküler ve tümöral hastalıklardır. Eksternal Oftalmopleji Göz küresine hareketlilik veren sinirleri, yani III, IV ve VI. sinirlerin ekstraoküler kaslara giden dallarını tutan bu hastalıkta genellikle her iki göz de paralitiktir. Göz kapakları değişik derecelerde düşüktür, göz kürelerinin tüm yönlere hareketleri kısıtlanmıştır. Pupilla ve akomodasyon normaldir. Eksternal oftalmoloji yavaş ilerleyen bir hastalıktır. Tam oftalmopleji hali ancak yıllar sonucu oluşur. Hastalığın nedeni kesin olarak bilinmemektedir. Herediter muskuler distrofinin gözleri tutan biçimi olarak kabul edilebilir. Total Oftalmopleji III, IV ve VI. sinirin tüm dallarının tutulmasından ortaya çıkan klinik bir tablodur. Yani eksternal ve internal oftalmopleji birarada gelişmiştir. Göz kapağı düşük, göz hareketleri kısıtlanmış, pupilla genişlemiş ve akomodasyon bozulmuştur. Orbita apeks sendromu adı verilen bu tablonun nedeni genellikle, ekzoftalmi varsa orbita apeksinde yerleşen tümörlerdir. Myasthenia Gravis Postsinaptik asetilkolin reseptörlerini bloke eden antikorların varlığında nöromüsküler iletinin bozulduğu sistemik bir hastalıktır. Tüm iskelet kaslarını etkileyen generalize bir hastalık olarak görülebileceği gibi sadece ekstraoküler kasların tutulduğu oküler bir tutulumla da seyredebilir. Klinik tabloda genellikle değişken açılı bir kayma görülür. Hastalar kaymanın ve diplopinin gün içerisinde arttığını tarif ederler. Tanıda Tensilon testi, sakkadik velosite analizi ve elektromyografi yardımcıdır. Prizmaların ve cerrahi tedavinin yararı sınırlıdır. Temelde sinir – kas iletisindeki defekt nedeniyle paralitik bir şaşılık olmasına rağmen patofizyolojik özellikleri nedeniyle diğer paralitik şaşılıklardan farklı olarak cerrahi yaklaşımdan kalıcı bir yarar beklememek gerekir. Tedavisi medikal yoldan yapılmalıdır. Nonparalitik ve Paralitik Şaşılıkların Ayırıcı Tanısı Bir şaşılığın paralitik yada nonparalitik olduğunu ayırabilmek gerek prognoz, gerekse de teşhis ve tedavi yönünden çok önemlidir. Örneğin bir içe şaşılık olgusunda dış rektus felcini teşhis edememek hastanın yaşam prognozunu etkileyebilecek kadar kötü sonuçlar doğurabilir (beyin tümörleri). 1 – Anamnez: Travma ve nörolojik yakınmalar, paralitik şaşılığı ailede başka bir şaşılık olgusu varlığı nonparalitik şaşılığı düşündürür. 2 – Hastanın yaşı: Çocuklarda nonparalitik, erişkinlerde paralitik şaşılıklar daha sık görülürler. 3 – Diplopi: Her iki tipin başlangıcında diplopi vardır. Fakat çocuklarda kısmen verbal yetersizlik nedeniyle bunu ifade edememe, kısmen de kısa zaman içinde süpresyon ya da anormal retina korrespondansının gelişmesi diplopiye çok ender rastlanılmasına sebep olur. Erişkinlerin paralitik şaşılıklarında binoküler görme tam yerleşmiş ve çok zor değişebilir olduğundan diplopi uzun süre devam eder ve en belirgin semptomdur. Total oftalmopleji iki gözde de oluşmuşsa beyin sapından çok geniş bir lezyonu (konjenital, vasküler ya da iltihabi), sinire anatomik yakınlık gösteren sinus kavernosus ya da orbita lezyonlarını düşünmek gerekir. 4 – Bakış pozisyonlarında şaşılık derecesinde farklılık: Nonparalitik şaşılıklarda kayma açısı gözler hangi yöne bakarsa baksınlar eşit ya da eşite yakındır. Paralitik şaşılıklarda ise kas işlevi eksikliğinden dolayı bu açı paralitik kasın aktif olduğu bakış yönlerinde en fazladır. Fissura orbitalis superior lezyonlarında III, IV ve VI. sinir paralizisi yanında V. sinirin oftalmik dalı da tutulur. Böylece total oftalmoplejiye kornea duyarlılığının azalması eklenir (paralizi sensitivomotoris). Buna sfenoidal sendrom ismi verilmektedir. 5 – Primer ve sekonder deviasyon: Nonparalitik şaşılarda primer deviasyon sekonder deviasyona eşittir. Paralitik şaşılıklarda ise sekonder deviasyon primer deviasyondan daha fazladır. Orbita tepesi lezyonlarında sfenoidal sendroma optik sinir bulguları eklenir. Böylece hastalarda ek olarak görme azalması vardır. (Paralizi sensitivosensoryomotoris). Paralitik Şaşılıkların Tedavisi Klinik Gelişim Paralitik şaşılıklarda sebep olan faktör genellikle merkezi sinir sisteminde olduğundan kesinlikle nörolojik muaye47 2012; 25: 40-49 ne gerekir. Nörolojik ve nöroşirurjik bir etkenin saptandığı olgularda tedavi ilk etapta buna yönelik olmalıdır. Bazı kranyal sinir felçleri yaklaşık 6-12 aylık bir süre içinde tam veya kısmi regresyon gösterir. Bu nedenle ilk 12 ay içinde kayma açısı ve hastanın bulguları değişkenlik gösterir. Özellikle diabetik felçler 3-4 ay gibi kısa sürelerde tamamen gerileyebilir. Paralitik bir şaşılıkta kayma açısının stabilize olması için en azından 12 ay süreyle cerrahi bir girişimden kaçınmak gerekir. Ancak bu dönemde hastanın özellikle çift görme gibi çok rahatsız edici bir duruma karşı korunması için bazı önlemler almak gerekir. Botulinum toksini: Bu ilk bir yıllık dönemde paralitik kasın antagonistine botulinum toksini uygulaması ile hem kayma büyük oranda nötralize edilir, hem de bu sayede hastanın hem diplopi hem de anormal baş pozisyonu yaşaması önlenmiş olur. Botulinum toksini injeksiyonları 3-4 ayda bir tekrarlanabilir. Prizmatik gözlük: Hastanın kayma açısı görece stabil ise diplopiyi gidermek için kaymayı nötralize edecek güçte prizmatik camlardan faydalanılabilir. Oklüzyon: İlk bir yıllık dönemde hastaların rahatsız edici çift görmeden kurtulmak için çoğu zaman hekim önerisine bile gerek kalmadan kendiliklerinden keşfettikleri bir çözümdür. Ani başlayan çift görmesi olan paralitik şaşılıklı hastalar kayan gözlerini kapattıklarında rahatlarlar. Her ne kadar bu durum sosyal ve psikoolojik açıdan kabulü zor bir çözüm de olsa bazı hallerde tek çare olabilir. Bu nedenle sağlam göz tarafı buzlu camla kapatılmış bir gözlük geçici olarak önerilebilir. Bu çözüm paralitik gözün daha çok kullanılması ile çalışan kaslarda gelişen kontraktür gibi sekonder değişimleri azaltmak açısından da yararlıdır. Cerrahi: Kalıcı paralitik şaşılıkta oluşan hareket dengesizliğini ve kaymayı gidermek için tek çözüm cerrahidir. 9-12 ay içinde gerilemeyen ve çift görmeleri süren hastalarda kayma açısı stabilize olduktan sonra cerrahi tedavi uygulanmalıdır. Cerrahi girişimde temel ilke, paralitik kasın işlevini diğer sağlam kaslardan yararlanılarak mümkün olduğunca düzeltmektir. Cerrahiye engel sistemik sorunları olan hastalarda prizmatik camlar ile fovea dışında oluşan görüntü fovea üzerine saptırılır ve çift görme yakınması palyatif olarak giderilmiş olur. Konjenital paralitik şaşılarda, şaşılığın yaptığı kozmetik bozukluk fazla ise yada anormal baş pozisyonu belirgin ise cerrahi girişim uygulanmalıdır. Restriktif Şaşılıklar Ekstraoküler kasların travma, myopati veya infiltratif lezyonlara maruz kaldığında oluşan şaşılıklardır. Burada şaşılığa neden olan işlev kaybı, paraliziden ziyade kasların veya antagonistinin hareketinin mekanik olarak kısıtlanmış olmasıdır. 48 Travma Orbita çevresine isabet eden künt travmalar sonucu oluşabilen kemik kırıkları, komşu ekstraoküler kasın kırık hattı içinde sıkışmasına neden olabilir. En sık görülen örneği orbita taban kırığı (blow-out kırığı) nedeniyle alt rektus kasının etkilenmesidir. Bu tabloda alt rektus kası, antagonisti olan üst rektusun kontraksiyonuna direnç göstererek gözün yukarı hareketini kısıtlar, aynı zamanda göz aşağı doğru kayar (hipotropya). Tiroid Oftalmopatisi Graves hastalığının seyri sırasında görülür. Gözdeki diğer bulgulara ek olarak ekstraoküler kaslarda lenfositik infiltrasyon ve buna bağlı ödem, inflamasyon ve fibrozis görülür. En sık tutulan kas alt rektus kası olup bunu sırasıyla iç rektus, üst rektus ve dış rektus takip eder. Oluşan kayma çoğunlukla hipotropya şeklindedir. Bazen esotropya veya her ikisi birlikte de görülebilir. Kayma, tutulan kasın elastikiyetini kaybetmesi sonucu aksi yöndeki hareketi kısıtlayan bir engele dönüşmesi ile oluşur. Diplopi, anormal baş pozisyonu ve geniş açılı kayma olması strabismus cerrahisini gerektirir. Ancak aktif inflamasyon varlığında kayma açısı da stabil olmayacağından cerrahi için hastalığın aktif olduğu dönemin geçmesi beklenmelidir. Aktif dönemde hastaları diplopiden kurtarmak için prizmalar kısmen yararlı olabilir. Konjenital Ekstraoküler Kas Fibrozis Sendromları Çoğunlukla III. sinirin innerve ettiği ekstraoküler kasların fibrozisi sonucu gelişen ve bazen restriktif, bazen de paralitik bir şaşılık tablosuna neden olan muhtelif kromozom defektlerine bağlı herediter tablolardır. Ailevi olgulara sık rastlanır. Duane Sendromu Bir gözde abduksiyon kısıtlılığı ile birlikte adduksiyon sırasında kapak aralığının daralması ile karakterizedir. Bu daralma, adduksiyon sırasında gözün orbita içine doğru retraksiyonundan kaynaklanır. Retraksiyonun nedeni ise adduksiyon sırasında iç rektus kasının kasılması sırasında antagonisti olan dış rektus kasının gevşemek yerine kısmen kontrakte olmasıdır. Her iki horizontal rektus kasının beraberce kontrakte olması, globun orbita içine retraksiyonuna neden olur. Duane sendromuna neden olan bu patolojik mekanizmanın kökeni VI. kranyal sinirin (N. abducens) bir gelişim bozukluğudur. İntrauterin dönemde dış rektus kası abducens siniriyle bağlantı kuramayınca III. kranyal sinir (N. Oculomotorius) ile aberran bağlantılar oluşur. Böylece III. sinir, birbiri ile ters yönde etkili iki kası birden innerve etmeye başlar. Dış rektusa verilen bağlantı zayıf olduğu için bu kasın uyarılması bir abduksiyon oluşturacak kadar güçlü olmaz. Buna karşın, iç rektusun uyarılması sırasında oluşan ko-kontraksiyon gözü orbita içinde retrakte olmasına neden olur. Klinik Gelişim A. GEZER Duane sendromunun başlıca 3 klinik tipi mevcuttur. Tip I’de, sadece abduksiyon kısıtlılığı, Tip II’de ise adduksiyon kısıtlılığı vardır. Tip III’te ise hem adduksiyon, hem abduksiyon kısıtlıdır. En sık görülen Tip I olgularda gözler esotropik olup, tutulan göz tarafına dönük bir baş pozisyonu görülür. Tip II’de ise kayma daha çok ekzotropya şeklindedir. Anormal baş pozisyonunun belirgin olduğu olgularda cerrahi gereklidir. Brown Sendromu Paralitik bir nedene dayalı olmasa da, IV. sinirin innerve ettiği üst oblik kasın işlevini etkileyen restriktif bir patolojidir. Konjenital veya edinsel olabilir. Klinik olarak gözün adduksiyon sırasında yukarı bakışının kısıtlılığı ile karakterizedir. Nedeni çoğu zaman üst oblik kasın içinden geçtiği ve orbita üst nazal köşesinde yer alan troklea’nın doğuştan yapısal anomalisi veya hasar Klinik Gelişim görmesidir. Edinsel olgular travmatik olabileceği gibi bilhassa troklea bölgesinde inflamasyon ve iltihabi infiltrasyon görülen kollajen doku hastalıkları ile birlikte de görülebilir. Hastalar bazen çeneyi yukarı kaldırma, bazen de tutulan tarafa döndürerek bir baş pozisyonu geliştirebilirler. Tedavi cerrahi yoldan yapılır. Kaynaklar 1. Sezen F, Şaşılık. Göz Hastalıkları Ders Kitabı. s. 233-253. İ. Ü. Basımevi, 1999, İstanbul 2. Decker D, Amann J, Lang GK. Göz Hareketleri ve Şaşılık. Göz Hastalıkları El Kitabı (ed. GK Lang), s. 459-494. Palme Yayıncılık 2001, Ankara 3. Von Noorden GK, Binocular Vision and Ocular Motility: Theory and Management of Strabismus, Mosby, 1990, St Louis 4. Pediatric Ophthalmology and Strabismus. in Basic and Clinical Science Course, section 6. American Academy of Ophthalmology, 1989, San Fransisco 49 Çocukluk Çağı Göz Kapağı Hastalıkları Lale KÖZER BİLGİN İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Çocukluk çağında görülen kapak hastalıklarının bir kısmı doğumsal bir kısmı edinsel hastalıklardır. Doğumsal kapak bozuklukları nadir olmakla birlikte gözün korunması, çocuğun yüz görünümünün düzeltilmesi ve görmenin sağlanması açısından önemlidir. Genellikle intrauterin hayatta embriyolojik gelişim bozukluğu sonucu oluşurlar. Kriptooftalmi Kapak kıvrımının tam gelişme yetmezliğidir. Nadir görülür. Cilt kesintisiz olarak gözün üzerinden, alından yanağa uzanır. Kapak cildi genellikle gözün defektif (malforme) korneası ile harmanlanmışdır. Kaş, palpebral aralık, kirpik ve konjonktiva kısmen veya tam olarak oluşmaz. Globun ön segment adneksleri kısmen gelişerek birleşir. Tek yada çift taraflı olabilir. Geçiş otozomal ressesifdir, Diğer anomalilerle birlikte olur. Kriptooftalminin tam (komplet), parsiyel kriptooftalmi ve konjenital simblefaron olarak 3 morfolojik tipi tanımlanır.1-3 Kriptoftalminin patogenezi tam bilinmez. Histopatolojik olarak glob mikroftalmikdir. Ön segment belirgin olarak disorganizedir. Arka segment daha iyi korunmuştur. Tedavisi: Tam kriptooftalminin rekonstrüksiyonu zor ve başarısızdır. Gözkapağını yeniden yaratmak için cerrahi sırasında 4 fonksiyonel kapak tabakası yeniden yapılmalıdır. Mikroblefaron ve Ablefaron Mikroblefaron kapağın vertikal kısalığıdır. Hafif vertikal kısalıktan kolobom ve hatta kapağın yokluğuna kadar farklı tipleri oluşabilir. Ablefaron kapağın tam oluşmamasıdır (Resim 1). Muhtemel patolojik mekanizma primer kapak plisinin yetersizliğidir. Mezodermal ve ektodermal oluşma defektidir. Mikroblefaron korneanın keratinizasyonu ve açıkta kalmasına yol açar. Bir çok olguda entropium oluşur. Tedavi: Eğer glob normal ise tedavi globu korumaya yönelikdir. Hafif olgularda lubrikanlar yeterli olur. İleri olgularda cerrahi uygulanır.1,3-4 Konjenital Kapak Kolobomu Konjenital kapak kolobomu embriyolojik bir yarılma olup kapak kenarının primer defektidir. Göz kapağına birlikte gelen ektoderm veya mesodermin (fetal tabakalar) migrasyonundaki bir yetmezlik kapak kenarında ayrılmaya neden olur. Defektin kenarı yuvarlaktır ve konjonktiva ile örtülüdür. Kapakta tam kat küçük bir çentikten kapağın tam yokluğuna kadar farklı şekilde olabilir (Resim 2). Genellikle üst kapakta isole olarak oluşur. Tipik olarak iç ve orta 1/3 kapak parçasının birleşme yerinde oluşur. Alt kapakta ise 1/3 dış ve orta parçanın birleşme yerinde görülür. Kolobom damak yarığı, lakrimal anomaliler, dermoidler ve diş defektleri gibi Parsiyel kriptoftalmide cerrahi başarılıdır. Konjenital simblefaronda yapışıklar açılır. Resim 1: Ablefaron 50 Resim 2: Bir gözde tam kriptooftalmi diğer gözde kapak kolobomu Klinik Gelişim L. KÖZER BİLGİN konjenital anomalilerle birlikte de olabilir. Kolobomu bir sendromla birlikte ise herediter faktör vardır. İsole ise yoktur. Kolobom ile birlikte görülen sendromlardan en sık karşılaşılan Goldenhar sendromunda (Okuloaurikulo vertebral displazi) yüz anomalilerin çoğu unilateraldir ama %10 olguda bilateral olur. Kolobom oluş etiyolojisi kesin bilinmemekle birlikte bir çok teori ileri sürülmüştür. Kolobomda göz kuruma yönünden gözlenmeli ve korneayı korumak amacıyla lubrikanlar (suni göz yaşları) çok sık aralıklarla kullanılmalıdır. Genellikle kolobom defekti iyi tolere edilir. Kapak kolobomu cerrahisi korneanın açıkta kalmasına bağlı keratit gelişmedikçe acil değildir. Kolobomun ideal cerrahi zamanı 6-12 ay arasıdır. Bir çok olgu kapak dokusunun elastikiyeti artsın diye 2-3 yaşına kadar bekletilebilir.1,5-8 Ankiloblefaron Alt ve üst kapak kenarlarının konjenital yapışıklığıdır. Palbebral aralığın kısalmasına yol açar. En sık dış açıda oluşur. Ankiloblefaron genetik özellik taşır ama sebebi veya mekanizması tam bilinmez. Nadir bir türü kapaklar arası bantların uzandığı ankiloblefaron filiforme adnatum’dur (Resim 3). Tedavi: Cerrahidir. Kapakların birbirinden ayrılmasıdır.1,3,9 Konjenital Ektropium Kapak kenarının dışa dönmesidir (Resim 4). Kapağın ön laminasının vertikal kısalığıyla oluşur. Genellikle alt kapakta görülür. Ektropium lateral kısımda daha belirgindir. Nadiren isole olarak oluşur. Bazen konjenital göz kapağı sendromuna (blefarofimozis) eşlik eder. Mikroftalmi, buftalmi ve orbita kistleri ile birlikte olabilir. Konjenital ektropiumun bir varyansı yeni doğanda bilateral üst kapak eversiyonudur (Resim 5). Levatora yapışan orbital septumun yetersizliği, ön lamelin vertikal eksikliği ve orbikularis hipotonisi düşünülen patofizyolojik mekanizmalardır. Doğum travmasının eversiyonu başlattığı düşünülür. Zamanla kendiliğinden düzelebilir. Kornea irritasyonu varsa acilen 48-72 saat sıkı bandaj yapılması everte kapakların düzelmesi için yeterli bir başlangıç tedavisidir. Konservatif tedavi ile düzelmezse cerrahi yapılır. Tedavi: Hafif konjenital ektropium tedavi gerektirmez. Eğer horizontal gevşeklik varsa horizontal kısaltma yapılır.1,5 Konjenital Entropium Kapak kenarının tamamının içe dönmesidir (Resim 6). Tarsın distal kısmının kıvrılması veya içe dönmesiyle oluşur. Konjenital entropium son derece nadirdir. Aile- Resim 3: Ankiloblefaron filforme adnatum Resim 5: Üst Kapak Eversiyonu Resim 4: Ektropium Klinik Gelişim Resim 6: Alt kapakta entropium 51 2012; 25: 50-55 sel olabilir. Alt ve üst her iki kapağı tutabilir. Pretarsal orbikuler adele liflerinin hipertrofisi ve tars eksikliği gibi farklı patofizyolojik mekanizmalar ile oluşur. Konjenital entropiumda kapak kenarı epiblefarondan farklı olarak içe dönüktür. Böylece kirpikler kornea hasarına neden olurlar. Entropium semptomları akıntı, epifora olduğu için konjenital dakriyosistit ile ayırıcı tanı yapılmalıdır. Tedavi: Primer konjenital entropium da korneayı korumak için acil cerrahi yapılır.1,9-10 Üst kapağın konjenital entropiumu: Vertikal kink(tarsal kink) yada üst kapağın tarsal katlanması konjenital entropiumun bir şeklidir. İntrauterin hayatta üst tarsa gelişir. Kapak kenarının direkt yönü globa doğrudur. Bebek üst göz kapağı arkaya eğimli ve açık doğar. Ekseriya üst tars 180 derece kıvrılmıştır. Orijini net bilinmez. Kornea tehdit altındadır. kornea ülserasyonu ile sonuçlanır. Küçük katlanmalar tarsın elle çekip düzelterek açılması ve 1-2 gün sıkı basınçlı bandaj ile düzelir. Daha şiddetli olgularda tarsın cerrahisi uygulanır. Epiblefaron Kirpiklerin vertikal pozisyonda durmasına izin veren horizontal cilt kıvrımının varlığı ile karakterizedir. Bundan dolayı kapak kenarı globa göre normal pozisyondadır. Sıklıkla sadece altkapakta oluşur (Resim 7). Pretarsal cild ve adele kapak üzerine biner ve kirpikler globa doğru döner. Kirpiklerin kornea irritasyonu iyi tolere edilir. Ekseriya aileseldir. Daha çok asya ırkında ve bilateraldir. Epiblefaron hayatın ilk yıllarında burun köprüsünün büyümesi ile yani yüz kemiklerin farklılaşmasıyla kendiliğinden düzelmeye meyillidir. Tedavi: Genellikle tedavi gerektirmez. Lubrikanlar verilir. Nadiren mekanik keratit geliştiğinde cerrahi gerekir. Euryblefaron Horizontal palpebral fissurun primer simetrik geniş olmasıdır (Resim 8). Genellikle alt kapağın temporal kısmında oluşur. Tutulan kapakların horizontal uzaması ve vertikal kısalmasıyla birliktedir. Kapak açıklığı lateral kantal tendonun aşağıya doğru yer değiştirmesiyle anti mongol çekikliktedir. Kırpma refleksi zayıflar, glob zor kapanır ve lagoftalmi, korneanın açıkta kalmasına bağlı gelişen keratite neden olur. Herediterdir, otozomal dominant geçer. Tek başına olabilir. Tedavi: Hafif olgularda takiptir. Lubrikanlar kullanılabilir. Zamanla bu durum düzelir. Eğer semptomlar tedavi gerektiriyorsa tam kat fazla kapak uzunluğunun kısaltılması yapılır.4,5 Epikantus İç kantusu konkav kaplayan buruna doğru vertikal olarak uzanan yarım ay şeklinde cilt kıvrımıdır. Cilt ve cilt altı dokunun aşırı kıvrımı veya gelişmemiş yüz kemikleri nedeniyle medial kantusda fazla deri birikimidir. Genellikle bilateraldir. Çocuklar esotropik (içe şaşılık) gibi görünürler. Bazı olgularda herediterdir. 4 tip epikantus tanımlanır. Epikantus inversus hemen daima konjenital göz kapağı sendromu (blefarofimozis) ile birliktedir (Resim 9). Özellikle blefarofimozis sendromu otozomal dominant geçer. Yüz kemiklerinin gelişimi epikantusu düzeltebilir. Tedavi: Epikantus inversus cerrahiyi gerektirir. İzole epikantusda cerrahi okul öncesi dönemde yapılır.1,11 Telekantus Resim 7: Epiblefaron Normal interpupiller mesafe ile birlikte interkantal mesafenin geniş olmasıdır (Resim 10). Ayırıcı tanısı hipertelorizm ile yapılmalıdır. Hipertelorizm orbitanın medial duvarları arasındaki mesafenin artmasıdır. Resim 8: Euryblefaron Resim 9: Epikantus ve blefarofimozis 52 Klinik Gelişim L. KÖZER BİLGİN Telekantus ekseriya epikantus ve blefarofimozis ile birlikte olmasına rağmen tek başına da olabilir veya travma sonrası oluşur.1,12 Distrikiasis Kirpikler dermal eklerdir ve kapak zeiss bezlerinin farklılaşması ile birlikte oluşur. Yüzey epiteli yağ bezleri ile ilgili yapıları (pilosebase) oluşturmak için kapak kenarı boyunca invajine olur. Ektodermin bazı invajinasyonu meibomius bezlerinin oluşumunda da oluşur. Distrikiazisde gelişimsel değişiklik pilosebase yapıların gelişim anomalisi sonucu meibomius bezi orifislerinden 2. bir sıra kirpik büyümesidir (Resim 11). Otozomal dominant farklı geçiş gösterir. Şaşılık, ptozis, damak yarığı, konjenital sağırlık, trisomi 18 ve mandibulofasiyal distosis ile birliktedir. Ekseriya iyi tolere edilir ve tedavi gerektirmez. Hasta semptomatik veya kornea irritasyonu varsa tedavi gerekir. Lubrikanlar ve terapötik kontakt lens faydalı olabilir. 2. sıra kirpik folüküllerinin çıkarılması için yarım kat kalınlıkta kapak rezeksiyonu yapılabilir.1,13 Blefarofimozis Blefarofimozis kapak açıklığının horizontal yönde anormal darlığıdır ve bunun sonucunda iç kantus laterale deviye olur, epikantus inversus, blefaroptozis (kapak düşüklüğü) ve telekantus tetradı olarak klinik ve herediter özellikleri tanımlanmıştır (Resim 12). İleri derecede ptozis mevcuttur. Levator adalesi hipoaktif ve fibrotik olup çok az levator fonksiyonu ile uyumlu olarak üstündeki cilt düzdür ve üst kapak plisi oluşmaz Aşırı ptozisi kompanse etmek için baş geriye doğru, çene öne doğrudur. Blefarofimozisde horizontal kapak kenarı uzunluğu 25-30 mm den 18-22 mm ye kadar azalır. Epikantus inversus kıvrımları alt kapaktan orijin alır. İç kantusun üzerinden mediale ve yukarıya doğru uzayıp gider. Karankül ve plika semilunaris tam gelişmemiştir ve epikantus inversus kıvrımı altında kalırlar. Trikiazis bir çok olguda bildirilmiştir. Lakrimal sistem ekseriya etkilenir. Yüksek penetrasyonla otosomal dominant geçiş gösterir ve erkeklerde daha sık görülür. Sporadik olgular da fox Lx2 gen mutasyonu gösterilmiştir. Blefarofimozis sendromlu çocuklarda ambliyopi gelişme riski (%56.4) yüksektir. Tanı yüz ve kapakların görünümü ile kolaylıkla konur. Tedavininin amacı fonksiyonel kapakla birlikte daha normal bir görüntü elde etmenin yanı sıra ambliyopinin önlenmesidir.1,14-16 Konjenital Dakriyosistit Lakrimal drenaj sisteminin konjenital tıkanıklığı yeni doğanların yaklaşık %6’sında mevcuttur ve genellikle hasner valvülünün yakınlarında kanalize olmamış bir membran nedeniyle oluşur. Bu membran spontan olarak veya konservatif tedavi yöntemleri olguların yaklaşık %90’ında kanalize olur. Konservatif tedavi yöntemleri olarak lakrimal kese masajı, kapak hijyeni ve topikal antibiyotikler kullanılabilir. 21-22 Konjenital nasolakrimal kanal tıkanıklığı klinikte epifora, kirpiklerin birbirine yapışması, tekrarlayan konjonktivit şeklinde bulgu verir ve tedavi edilmediği takdirde nadiren dakriosistit ve orbital selülite neden olabilir (Resim 13). Resim 10: Telekantus Resim 12: Blefarofimozis sendromu Resim 11: Distrikiasis Klinik Gelişim Resim 13: Konjenital dakriyosistit 53 2012; 25: 50-55 Konjenital nasolakrimal kanal tıkanıklığı olan çocuklarda konservatif tedavi olarak gözyaşı kesesi üzerine günde 3-4 kez masaj yapılır. Masaj yaparken dikkat edilmesi gereken en önemli nokta masaj yapanın parmağının hem alt hem üst punktumu kapatacak tarzda (punktumlar kapatıldığında kesedeki gözyaşı basınç etkisi ile nazolakrimal kanala geçer ve parmak ıslanmaz) kese hizasına çok kısa aralıklarla (2-3 saniye) bastırıp kaldırarak basınç uygulaması öğretililmelidir, bu işlemin en az 20 kere günde 3 kez yapılması önerilmektedir. Masaj ile sulanması geçmeyen ancak enfeksiyonu olmayan bebeklerde lakrimal yolun kendiliğinden açılacağı 1 yaşına kadar masaja devam edilmelidir.21 Konservatif tedavi yöntemleriyle nasolakrimal kanalın açılmadığı çocuklarda primer tedavi yöntemi olarak çoğunlukla sonda-lavaj uygulanmaktadır. Bikanaliküler silikon nasolakrimal tüp uygulaması sonda-lavaj’ın başarısızlığa uğradığı olgularda veya ikinci kez genel anestezinin potansiyel komplikasyonlarından kaçınmak amacıyla ilk cerrahi olarak lavaj ve sonda ile açılmayan olgularda uygulanabilir.21,23-24 Ptozis Çocuklarda en sık görülen miyojenik ptozis tüm ptozis olgularının yaklaşık %60` ını oluşturur. Levator adalesindeki çizgili liflerin gelişme bozukluğuna bağlıdır. Elastik olmayan adale göz kapağını yeterince kaldıramaz. Bazı olgularda üst rektus adalesinde de zayıflığa bağlı olarak yukarı bakış kısıtlılığı da vardır (%16). Doğumdan itibaren mevcuttur. Karakteristik olarak kapak lateral S şeklinde düşük olup, tek veya iki taraflı olabilir (Resim 14). Levator adalesinin elastikiyetinin azalması nedeni ile aşağı bakışta kapak retraksiyonu ile göz kapaklarının tam olarak kapanamaması da diğer özelliklerini oluşturmaktadır. Birçok olguda aile öyküsü olmakla birlikte spontan mutasyon sonucu da görülebilir. Levator adalesindeki distrofi çoğunlukla izole olmakla birlikte aynı taraf üst rektus zayıflığı ile de birlikte olabilir. Beard konjenital distrofik ptozisi başlıca dört gruba ayırmıştır.24 1. 2. 3. 4. Normal üst rektus fonksiyonlu Üst rektus zayıflığı ile birlikte olan Blefarofimozis sendromlu Marcus Gunn jaw-winking ptozisli olgular Marcus Gunn Jaw-winking ptozisi; kapak düşüklüğü ile birlikte sinkinetik kapak hareketleri mevcuttur. Resim 14: Ptozis 54 Konjenital ptozislerin %2-6’sını oluşturur. Santral sinir sisteminde levator ile çiğneme kaslarını inerve eden fasialsinirin eksternal pterigoid kısmı arasında anormal sinir bağlantıları sonucu oluştuğu düşünülmektedir. Anomalinin supranükleer veya intranükleer olup olmadığı bilinmemektedir. Genellikle tek taraflı olup sıklıkla sol tarafı tutmaktadır. Emme konuşma, ve çiğneme sırasında çenenin karşı yana hareketi kapak retraksiyonu oluşur. Ptozis miktarı çene hareketleri ile artıp azalması karakteristiktir. Ayrıca çoçukluk çağında levator adalesini etkileyen nörolojik ptozis, kapak kitlesine bağlı mekanik ptozisde görülebilir. Konjenital ptozisli olgularda muayenenin tam olarak yapılabildiği zamanda yani 3-4 yaş civarında cerrahi onarım yapılmalıdır. Ptozisin çocuk okula başlamadan önce düzeltilmiş olması gerekir. Görme aksı tamamen örten kapak düşüklüğü doğumdan sonra tespit edilir edilmez ambliyopinin önlenmesi için düzeltilmeli ve yoğun ambliyopi tedavisi yapılmalıdır. Ptozis cerahisinde seçilecek cerrahi yöntem ptosis nedeninin kesin değerlendirilmesiyle seçilmelidir. Başarılı cerrahi seçiminde en önemli kriter levator fonksiyonudur. ve son derece dikkatli ölçülmelidir. ölçümdeki 1-2 mm lik bir farklılık bile yetersiz cerrahi seçimine neden olabilir. Genel olarak levator fonksiyonu iyi, orta, zayıf veya yok olarak 3 gruba ayrılır ve başlıca 3 tip ameliyat uygulanır. Levator fonksiyonu çok az veya yok ise frontal asma en iyi düzeltme yöntemidir, orta levator fonksiyonunda genellikle levator kısaltma ve ilerletilmesi önerilir. Levator fonksiyonu 12 mm den iyi ise direkt levator tamiri, minimal aponevrotik bağlama veya müller kısaltması yeterlidir.24 Kaynaklar 1. Közer Bilgin L: Göz kapağının doğumsal anomalileri. Oküloplasti. Gözyaşı sistemi, göz kapağı, orbita. Türk Oftalmoloji derneği eğitim yayınları no1. 2003. 91-109 2. Flynn J T: Lid Disorders. zPeidatric Ophthalmology. Pediatric Ophthalmology and Strabismus. American Academy of Ophthalmology. Basic and clinical science course. 1989-1990. 15-19 3. Foster J A. Katowitz J A: Developmental eyelid abnormalities. Pediatric oculoplastic surgery (edi. Katawitz JA) Springer. 2002. 177-216 4. Bosniak S L-Congenital Euryblepharon. in Oculo plastic Orbital and Reconstructive Surgery. (edi. Hornblass A.) Williams. Wilkins comp. 1988. vol 1. 98-101 5. Közer Bilgin. L. Ektropium. 31. Ulusal oftalmoloji kurs kitabı 2011. 57-68 6. Carroll R P -Congenital Eyelid Coloboma. in Oculooplastic Orbital and Reconstructive Surgery. edi. Hornblass A. Williams. Wilkins comp. 1988. vol 1. 95-97 7. Bilgin LK, Yeniad B, Altı haftalık bir kız çocuğunda Mustard flebi ile doğumsal bilateral kapak kolobomu tamiri, T Klinikleri J Opthalmol 2009. 18, 192-195 8. Carroll R P -Congenital Eyelid Coloboma. in Oculooplastic Orbital and Reconstructive Surgery. edi. Hornblass A. Williams. Wilkins comp. 1988. vol 1. 95-97 9. Mustarde J C. congenital soft tissue deformities. in smiths opthalmıc plastic and reconstructive surgery. (edi. Nesi FA, Lisman RD. Levine MR. Brazzo B G, Gladstone GJ.) Mosby comp. 1998. 977-999 Klinik Gelişim L. KÖZER BİLGİN 10. Katowitz J A: Congenital Anomalies. Eyelids. Orbits, Eyelids, and Lacrimal System. American Academy of Ophthalmology. Basic and clinical science course. 1989-1990. 148-166 11. Iliff WJ-Epicanthus. Congenital Defects. in Lids, Orbits, Extraocular Muscles. (edi; Beyer -Machule C, Von Noorden G). GeorgThiema Verlag Stuttgart-NewyorkThiema -Stratton inc. Newyork. 1985. 1. 105-110 12. Uckelkorn R, Reim M.: A Family with Blepharophimosis, Ptosis, Epicantus inversus and Telechantus, Occurence of Hereditery Marker in Five Generations. Klin-Monatsbl-Augenheilkd. 1992. 201. 325-9 13. Nerad JA, Chang A-Trichiasis in Oculoplastic surgery: The essentials. (edi Chen W) P. Thieme. 2001. 67-73 14. Amoano T, Shibuya Y, Hayasaka B. Blepharophimosis, Ptozis, Enpicantus inversus, Telecanthus, Ambliopia, and Menstrual Abnormality in Sisters. Jap J Ophthalmology. 1995. 39. 172-176 15. Beaconsfield M, Walker J W, Collin J R-Visual Development in the Blepharohpimosis Syndome. Br. J. Ophthalmol. 1991. 75; 746-8. 16. Yeniad B, Bilgin LK- Blefarofimozisli hastalarda telekantüs-epikantüs ve ptozis tedavisinde iki aşamalı cerrahi T Oft Gazetesi 2010. 40 271-274 17. Katowitz J A, and Welsh M. G., Timing of initial probing and irrigation in congenital nasolacrimal duct obstruction, Ophthalmology. 1987. 94. 698–705 Klinik Gelişim 18. Buerger D G, Schaeffer A. J., Campbell C. B. andFlanagan J. C: Congenital lacrimal disorders In: F. A. Nesi, R. D. Lisman and M. R. Levine, Editors, Smith’s Ophthalmic Plastic and Reconstructive Surgery (ed 2.), Mosby, St Louis 1998. 649–660. 19. Nelson L B, Calhoun J H andMenduke J: Medical management of congenital nasolacrimal duct obstruction, Ophthalmology 1985. 92. 1187–1190. 20. Yagci A, Karci B andErgezen F: Probing and bicanalicular silicone tube intubation under nasal endoscopy in congenital NLDO, Ophthal Plast Reconstr Surg 2000. 16, 58–61. 21. Yeniad B, Beginoğlu M, Bilgin LK, Keleş N: Konjenital nazolakrimal kanal tıkanıklığı olan olgularda monokanaliküler ve bikanaliküler tüp intübasyonu sonuçları, İTF Dergisi 2009. 72, 1-4 22. Ceylan K, Yuksel D S. Duman and Samim E: Comparison of two endoscopically assisted procedures in primary surgical treatment of congenital nasolacrimal duct obstruction in children older than 3 years: Balloon dilatation and bicanalicular silicone tube intubation, J AAPOS. 2006, 58-62 23. Lim CS, Martin F, T. Beckenham, R. G: Cumming, Nasolacrimal duct obstruction in children: Outcome of intubation, J AAPOS. 2004. 466-472 24. Bilgin LK, Yeniad B: The long term results of frontalis suspension using autogenous fascia lata in children with congenital ptosis under 3 years old, Plastic Surgery International 2010, doi: 10. 1155/2010/609462 55 Retinoblastom Samuray TUNCER İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Retinoblastom adından da anlaşılacağı üzere embriyonal retinanın habis tümörüdür.1 Çocukluk çağının en sık görülen habis göz içi tümörüdür. Çocukluk çağında görülen habis tümörlerin yaklaşık olarak %4’ünü teşkil eder.2-3 Retinoblastom tedavi edilmediğinde göz dışına yayılır. Merkezi sinir sistemi ve vücudun diğer organlarına metastaz yaparak ölüme yol açar. 19. yüzyılın başlarında ölüm oranı %100 iken, günümüzde erken tanı ve tedavi yöntemlerinin gelişmesi ile tedavi edilebilen hastalıklar grubuna girmiştir.4 Tümörün bir ya da iki gözde bulunması, yerleşim yeri, boyutu, farklılaşma derecesi, optik sinire, koroide, orbitaya tümör yayılımı, bölgesel ya da uzak metastazların varlığı görme ve yaşam prognozunu etkileyen faktörlerdir.5-9 Retinoblastomun tedavisi tümörün evresine göre düzenlenmektedir. İlk evreleme sistemi Reese-Ellsworth tarafından yapılmıştır. Reese-Ellsworth evrelemesi (1960) göz içine sınırlı retinoblastomda radyoterapi ile tümörlerin kontrolü, gözün ve görmenin korunması yönünden prognozu belirlemektedir.10-11 Daha sonraki yıllarda sırasıyla Howarth (1980),12 Grabowski-Abramson (1983)13 ve Murphree (2001)14 tarafından farklı evreleme sistemleri ortaya konmuştur. Retinoblastomun tedavisine yönelik ve günümüzde en sık kullanılan son evreleme 2003 yılında düzenlenen Enternasyonal Retinoblastom Sınıflamasıdır.15 Retinoblastomda uygulanan tedavi yöntemleri; sistemik kemoterapi, bölgesel kemoterapi, fotokoagülasyon, termoterapi, kriyoterapi, brakiterapi, dışsal ışınlama, enükleasyon, ekzanterasyon ve kemik iliği transplantasyonudur.16-24 Retinoblastomlu hastalarda erken tanı ve uygun tedavi yöntemlerinin seçilmesi göz küresi ve görmenin korunması ile yaşam prognozunun artışında önem taşır.22-24 Sıklık Retinoblastom yaklaşık olarak 20.000 canlı doğumda bir görülmektedir.4,25-27 Tanı ve tedavi yöntemlerinin gelişmesi, hastaların yaşam sürelerinin artması, çocuklarının olması, çevre faktörlerinin sporadik vakalara katkısı sıklık oranı üzerinde etkin görülmektedir. Farklı toplumlardaki sıklığı oldukça sabittir. Çevre koşulları ve enfeksiyonlarla bağlantısı kesin değildir.4,25-27 Retinoblastom erken çocukluk çağının tümörüdür. En sık 1-3 yaş arasında görülür. Çocukların %80’i 3 yaşın, 56 %95’i 5 yaşın altındadır. Altı yaşından sonra görülmesi nadirdir. Irk, cinsiyet, sağ ve sol göz tutulumu sıklık açısından farklılık göstermez.1,4 Gelişmekte olan ülkelerde daha çok görülmesi, retinoblastomun tümör dokusunda insan papilloma virus (HPV) sekanslarının saptanması, sporadik retinoblastomda enfeksiyöz etiyolojinin de rol oynayabileceğini düşündürmektedir.28 Ayrıca gebelik sırasında annenin sebze ve meyve yönünden yetersiz beslenmesi, X ışınları, bahçe ve böcek ilaçları ile teması, babanın metallerle ilişkili mesleğinin de sporadik retinoblastomun gelişiminde risk faktörü olabileceği bildirilmektedir. Genetik Retinoblastom kalıtsal geçişi gösterilmiş tek habis tümördür. Retinoblastom hücresel düzeyde otosomal resesif bir geçiş, klinikte otosomal dominant bir penetrans gösterir. Retinoblastom genetik özelliklerine göre; ailesel, sporadik kalıtsal ve kalıtsal olmayan olmak üzere üç şekilde ortaya çıkmaktadır. Ailesel ve sporadik kalıtsal retinoblastomlarda birinci mutasyon germinal, ikinci mutasyon somatik; kalıtsal olmayan retinoblastomlarda her iki mutasyon somatiktir. Retinoblastom geni (RB1) 1986 yılında tanımlanmış ve klonlanmıştır.29 Anne ve babadan kalıtımsal geçen iki allelden yapılıdır. DNA’sı 13’üncü kromozomun 14q bandında lokalizedir. Gen aktif olduğunda tümör gelişmez.30 Tümör gelişimi için, retinoblast hücresindeki genin her iki kopyasında, birbirini tamamlayan delesyon ya da mutasyon (kayıp veya inaktivasyon) olmalıdır. Kopyalardan biri normal olduğunda, kayıp ya da inaktif geni baskılar ve tümör gelişmez (Knudson’un iki vuruş hipotezi).31-32 Bu hipotez 1971’de Knudson tarafından ileri sürülmüştür. Hipoteze göre; tümör somatik (sporadik) ya da germinal (kalıtsal) olarak gelişir. Somatik (sporadik) retinoblastomda, her iki mutasyon tek bir retina hücresinde gelişir ve tek odak şeklinde tek gözde retinoblastom ortaya çıkar. Germinal (kalıtsal) retinoblastomda, retina hücreleri dahil tüm vücut hücrelerinde retinoblastom geninin bir kopyasında kalıtsal bir mutasyon (birinci vuruş) bulunmaktadır. İkinci mutasyon, ilk mutasyonu taşıyan retina hücrelerinde somatik (ikinci vuruş) olarak meydana gelmektedir. Klinik Gelişim S. TUNCER Kalıtsal retinoblastom olguların üçte birinde görülür.33-35 Çocukların tanı yaşı ortalama 12 aydır. Tümörler %85 iki gözde, %15 tek gözde ortaya çıkar. Kalıtsal retinoblastom klinikte %90 penetrans ile otosomal dominant geçiş gösterir. Kalıtsal retinoblastomda başka birincil habis tümörlerin gelişme riski yüksektir. Osteosarkom, yumuşak doku sarkomları, beyin tümörleri ve melanom bu tümörler arasında yer alır. İkinci tümörlerin geliştirme riski yaklaşık yılda %1 olmak üzere 10 yılda %10, 20 yılda %20 ve 30 yılda %30 olarak verilmektedir. çocuklarda en iyi olasılıkla tümörün bir gözde lökokori oluşturacak boyuta gelinceye dek fark edilemeyeceği açıktır. Kalıtsal retinoblastom ile birincil kafa içi habis tümör gelişimi arasında da bir ilişki bulunmaktadır.36 Bilateral retinoblastomlu hastaların yaklaşık %5’inde gelişen kafa içi tümörleri sıklıkla pineal bölgede (pinealoblastom), daha nadiren suprasellar ve parasellar bölgelerde gelişirler (trilateral retinoblastom).37-41 Retinoblastomda en sık görülen iki bulgu lökokori (beyaz pupilla) ve şaşılıktır.48-52 Lökokori (Resim 1A) pupilladan göze ışık gönderildiğinde normalde kırmızı olması gereken pupilla reflesinin beyaz renkte parlamasıdır. Beyaz pupilla reflesi retinoblastomun en yaygın bulgusudur. Lökokori, tümör veya tümöre bağlı gelişen retina dekolmanının pupilla alanından görünür hale gelmesidir. Arka kutuptaki tümörlerde her bakış pozisyonunda görülebilen bu refle diğer kadranlardaki tümörlerde tümörün bulunduğu yöne doğru bakış pozisyonlarında ortaya çıkar. Bebeklerde çocuk doktorları ve göz doktorları tarafından yapılması gereken kırmızı pupilla testi geniş bir pupilladan ve tüm bakış yönleri taranarak uygulanmalı, özellikle 6 aylıktan küçük çocularda mutlaka yapılmalıdır. Lökokori için makulada 3-4 papilla çapı, periferik retinada daha büyük bir tümör bulunması gerekir (Resim 1B). Flaş ile çekilen fotoğraflarda, pupilla alanında görülen kırmızı reflenin, bu çocukların tümörlü Kalıtsal olmayan (sporadik) retinoblastomlar olguların üçte ikisinde görülür.42 Her iki mutasyon somatiktir ve retina dokusuna sınırlıdır. Tüm vücut hücreleri etkilenmediğinden başka habis tümör gelişme riski yoktur ve hastalığı çocuklarına iletmezler. Tanı yaşı ortalama 24 aydır. Tümör bir gözde ve tek odak olarak gelişir. Ancak tek taraflı sporadik retinoblastomların %15’inde germinal mutasyon bulunabilir. Tanı Retinoblastomda erken tanı gözün ve görmenin korunması açısından çok önemlidir. Retinoblastom başlangıçta hiçbir belirti vermez. Nadiren rutin göz muayenesi sırasında tanı konabilir. Semptom ve bulgular, aile öyküsü, tanı sırasında çocuğun yaşı, birlikte olan diğer göz hastalıkları, tümörün evresi ve ülkenin gelişimi ile ilişkilidir.43-45 Gelişmekte olan ülkelerde ise çoğu çocukta retinoblastom tanısı, hastalığın ilerlemiş evrelerinde, egzoftalmi ve bölgesel lenfadenopati, merkez sinir sistemi tutulumu gibi bulgular ortaya çıkınca konmaktadır. Klinik Belirti ve Bulgular Ailesinde retinoblastom öyküsü olan çocukların ilk göz dibi muayeneleri doğumdan sonraki 48 saat içinde, daha sonra da 3 ve 6 haftalık aralarla yapılmalıdır. Retinoblastomda tanı yaşı ortalama 18 ay, iki taraflı olanlarda 12, tek taraflılarda 24 aydır.4,46 3 yaşın altındaki çocukların %75’inde lökokori (beyaz pupilla reflesi) ve şaşılık bulgusu retinoblastom için tipiktir.47 5 yaşın altındaki çocuklarda göz dibinde pembe beyaz tümör odaklarının görülmesi daima retinoblastomu düşündürmelidir. 5 yaşın üstünde retinoblastom görülme oranı %2’den azdır. Tümörün göz içine sınırlı olduğu evrede klinik bulgular, tümörün çapı ve göz dibindeki yerleşim yeri ile farklılık gösterir. Bu dönemde en sık saptanan bulgu lökokori, ikinci sıklıkta ise şaşılıktır. Görme azlığı özellikle iki taraflı tümörlerde ilk dikkat çeken bulgu olabilir. Lökokori ve şaşılık dışındaki göz bulguları, çoğu kez tümörün ileri evrelerinde olduğunu gösterir.47 Gelişmiş ülkelerde, retinoblastomun tanısı, genellikle tümörün göz içine sınırlı olduğu, lokal invazyon ya da uzak metastaz geliştirmediği erken dönemde konur. Risk altındaki çocukların göz taramalarında tümörü hiç belirti vermeden saptamak mümkün olabilir. Ancak çocukların sadece %10’unda aile öyküsü bulunduğundan, diğer Klinik Gelişim Resim 1: A. Sağ gözde lökokori; B. Aynı hastada lökokorinin nedeni olan arka kutup yerleşimli retinoblastom. 57 2012; 25: 56-65 gözlerinde görülmemesi, aileler için önemli bir uyaran olmalıdır. Şaşılık retinoblastomun ikinci sıklıkla görülen klinik belirtisidir. En çok içe kayma görülür. 6 aylıktan küçük çocuklardaki şaşılıklarda öncelikle retinoblastom düşünülmeli ve ayrıntılı bir gözdibi muayenesi yapılmalıdır. Tanı Yöntemleri Çocuğun gözündeki bulgular çoğunlukla ana-baba veya bir yakını tarafından fark edilir. Retinoblastom tanısı, bu konuda deneyimli bir göz hekimi tarafından yapılan klinik muayene ve görüntüleme tetkikleri ile konabilir. Sistemik tutulum başka sistemik hastalıklar ve ayırdıcı tanıları açısından bir pediyatrik onkoloğun konsültasyonu da gereklidir. Retinoblastom şüphesi olan çocuklarda öykü büyük önem taşır. Prematürelik, gebelikte annenin geçirdiği hastalıklar, doğum travması, yenidoğan sepsisi, ailede retinoblastom ya da başka tümörler ya da bu nedenle kaybedilen kişilerin varlığı, evcil hayvanlarla bebeğin teması sorgulanmalıdır.1,4 Klinik muayene çıplak gözle, biyomikroskop ve oftalmoskop ile yapılır. Görme düzeyi ve göz içi basıncı değerlendirilir. Çıplak göz ile muayenede lökokori, şaşılık, konjonktiva hiperemisi, kornea ödemi, iriste renk değişikliği (heterokromi), pupillalarda büyüklük farkı (anizokori), buftalmi, mikroftalmi, kapak ödemi ve egzoftalmi dikkat çekici bulgulardır. Buftalmi ve kornea ödemi iris ve açıdaki yeni damar oluşumlarına bağlı yüksek göz içi basıncı sonucu gelişebilir. Biyomikroskopi ile ön segment değerlendirilir. Muayene sırasında pupilla geniş olmalıdır. Lens gerisinde ön vitreusta tümör parçaçıkları, tümör kitlesi, retina dekolmanı, retina altı sıvıda tümör parçacıkları, tümör kitlesi içinde ve dekole retina üzerinde beyaz tebeşir rengi kalsifiye odaklar tanıyı kolaylaştıran bulgulardır. Oftalmoskopi ile arka segment değerlendirilir. 6 aylığa kadar olan bebeklerde geniş pupilladan topikal anestezi ile uygulanabilir. 6 aylıktan büyük çocuklarda tümörler arka kutuptan ziyade perferide yerleşim göstereceklerinden muayeneleri genel anestezi altında yapılmalıdır. Oftalmoskopi, binoküler endirekt oftalmoskop ile 360 derece skleral çökertme uygulanılarak yapılır. Tümör tek ya da iki gözde, tek ya da çok odak olarak bulunabilir. Tümörlerin sayısı, retinadaki yerleşim yeri, çapı, kalınlığı, retina dekolmanı, subretinal sıvı ve tümör tohumlarının (seeding) varlığı, tümörlerin papilla ve makula ile olan ilişkileri saptanarak şema çizilir ve/veya görüntü kaydı alınır.53 Göz dibinde tümör odağı ya da odakları pembe – beyazımsı bir kitle şeklinde görülür. Küçük tümörler düz ya da hafif kabarık saydam beyaz odaklardır. Daha büyük tümörlerin, üzerlerinde yeni damar oluşumları ve geniş kıvrımlı besleyici damarları vardır. Çok büyük tümörler ise göz küresinin büyük bölümünü kapsarlar. Büyük tümörlere ve özellikle egzofitik retinoblastoma retina 58 dekolmanı eşlik eder. Egzofitik retinoblastomda çoğu zaman tümör kitlesi retina dekolmanı altında kalır ve görülemez. Retinoblastomun başlıca iki özelliği; tipik tebeşir beyazı kalsifikasyonlar ve tümör tohumlarıdır. Kalsifikasyonlar tümör içerisinde retina dekolmanı varsa dekole retina üzerinde ve altında bulunurlar. Tümör tohumları, tümörün üzerinde lokalize veya çevresinde, sağlıklı ya da dekole retina yüzeyinde, vitreus içinde ve dekole retina altındaki sıvıda yaygın olabilirler. Bazı tümör tohumları kalsifiye olarak parlak kolesterin kristalleri gibi görülürler. Göz içi basıncı ölçümü narkozlu muayene sırasında yapılır ve ikincil glokumun saptanması yönünden önemlidir. Görüntüleme Yöntemleri Ultrasonografi (USG) tümörün boyutlarını, yapısını, kalsifikasyonları, damarlardaki pulsasyonları gösterir. 2 mm’den büyük tümörlerde %80-100 oranında tanı değeri vardır. Retinoblastom USG’de solid ve kistik iç yansımalarla heterojen bir yapı gösterir. %90 tümörde kalsifikasyon ve bu bölgelere uyan alanlarda kalsifikasyona bağlı yüksek iç yansıma ile orbitada gölgelenmeler görülür (Resim 2). Çok yaygın koroid, optik sinir ve orbita invazyonları da USG ile saptanabilir.54 Bilgisayarlı tomografi (BT) kalsifikasyon saptanmasında USG’den daha duyarlıdır.54 Yüksek rezolüsyonlu BT ile bütün retinoblastomlarda kalsifikasyon gösterilebilir (Resim 3). Radyolojik kesitlerde tümör bir kitle olarak görülür ve kontrast tutar. Diffüz infiltran retinoblastomda kitle görüntüsü ve kalsifikasyon yoktur. 5 mm’den az kalınlıklı tümörlerde kalsifikasyon bulunmayabilir. Göz küresi dışına çıkmış retinoblastom kitlelerinde de kalsifikasyon görülmez. 5 yaşın altındaki çocuklarda Coats, astrositik hamartom, optik sinir druzeni gibi hastalıklarda nadiren görülen kalsifikasyon tanıda yanılgıya yol açabilir.55,56 Orbitaya yayılım, pineal ve parasellar bölge tümörleri, nüks ve metastazlarda BT ile saptanabilir ve izlenebilirler. Fakat özellikle risk taşıyan çocuklarda radyasyona bağlı Resim 2: B-mod USG’de göz içinde, alt yarıda yer kaplayan kitle ve bu kitlenin içerisindeki kalsifikasyonlar; A-mod USG’de kalsifikasyonlara ait yüksek iç yansıma ile orbitada gölgelenmeler. Klinik Gelişim S. TUNCER ikincil habis tümörlerin gelişimini engellemek açısından zorunlu olmadıkça BT ile tetkikten kaçınmak gerekir. ile beyin ve orbita BT veya MRG gibi tetkiklerin bir bölümünü ya da tümünü yapmak gerekebilir. Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG) yumuşak dokuyu BT’den daha iyi gösterir. 2 mm’den büyük tümörlerin, tümör, dekolman, Coats hastalığı ve diğer benzer lezyonların ayırt edilmesinde, optik sinir, orbita invazyonu, pinealoblastom ve parasellar tümörleri saptamada ve orbita nükslerini takipte önemlidir.57-59 MRG kesitlerinde tümör yapısı vitreusa göre T1’de hiperintens, T2’de hipointens görülür. Tümör dokusunda T1’de kontrast tutulumu vardır. Kalsifikasyonlar tümör kitlesi içinde hipointens odaklar şeklinde görülür. Retina dekolmanı T1 ve T2’de hiperintens görülür ve kontrast tutmaz. CEA düzeyi yüksek olan bazı ailelerde retinoblastomun daha sık görüldüğü bildirilmektedir.62 Kemik iliği, BOS, kemik sintigrafisi, serum ferritin ve nöron spesifik enolaz düzeyleri metastazların araştırılması açısından önemlidir. Serum ferritin ve nöron spesifik enolaz düzeyleri metastaz varlığında yükselmektedir.63-64 Fundus floresein anjijografi (FFA) tömörün damarlanma derecesine göre kemoterapi ya da radyoterapiye vereceği cevabı belirlemede yardımcı olur. Büyük tümörlerde, arteriyel fazda, geniş kıvrımlı besleyici damarlar bulunur. Erken venöz fazda tümör içinde ince damarlardan oluşan bir ağ yapısı görülür. Geç venöz fazda tümör içindeki hiperflöresans artar. Geç fazda, tümörde belirgin hiperflöresans ile birlikte tümör önündeki vitreusa boya sızıntısı saptanır.4 İnce İğne Aspirasyon Biyopsisi (İİAB) büyük yaştaki çocuklarda, özellikle diffüz infiltran retinoblastomda, tanı güç olabilir. Klinik muayene, USG, BT ve MRG gibi tetkiklerle tanı konulamayan seçilmiş hastalarda uygulanabilir.60,61 Retinoblastom şüphesi olan durumlarda bu yöntemden kaçınmak gerekir, zira tümörün göz dışına yayılım riskini arttırır. Kornea, iğne girişi için en iyi bölgedir, tümör hücrelerinin orbita içine saçılımı engellenir. Sistemik Muayene Bir çocuk doktoru, en iyisi bir çocuk onkoloğu tarafından yapılmalıdır. Göz dışına yayılım açısından klinik veya histopatolojik risk faktörleri bulunmayan çocuklarda genellikle sistemik tutulum bulunmaz. Sistemik muayene retinoblastom tanısının konmasında güçlük olan çocuklarda, tüberküloz, rubella sendromu, başka sistemik ve metastatik hastalıklar ve retinoblastomla birlikte sık görülen 13q delesyon sendromu yönünden önem taşır. Sistemik değerlendirmede, çocuğun fizik muayenesi yanında kan sayımı, kan biyokimyası, kemik iliği, BOS, kemik sintigrafisi, işitme testleri ve böbrek fonksiyonları Özellikle kemoterapi alacak çocuklarda işitme ve beyin fonksiyonlarının önceden bilinmesi gerekir. Metastaz yönünden incelenen retinoblastomlu çocukların %0.6’sının kemik iliğinde, %2,6’sının BOS’unda tümör hücresi saptanmıştır.2 Bir veya iki gözünde büyük tümör bulunan çocuklar üzerinde yapılan araştırmalarda kemik sintigrafisi ile %2 oranında metastaz saptanmıştır. Optik sinir, koroid veya ön kamara invazyonu ile ilgili klinik ve histopatolojik hiçbir bulgu yoksa kemik iliği ve BOS tetkiki yapılmayabilir. Büyük tümörlerde koroid invazyonu varsa özellikle kemik iliği, optik sinir invazyonu varsa BOS tetkiki yapılmalıdır.65 Retinoblastomlu çucukların kemik iliğinde bulunan megakaryosit öncüleri ve anormal monositler gibi atipik hücrelerin retinoblastom hücreleri ile karıştırılmaması gerekir. Germinal mutasyon olan retinoblastomlu çocuklarda bazen 13q delesyon sendromu ortaya çıkabilir. Bu bulgular 13. kromozomun 14q bandında genetik bir defekt olduğunu gösterir. Çocuklarda iki taraflı, çok odaklı retinoblastom ile birlikte yüzün yarısında, merkez sinir sisteminde, kemiklerde, anüs ve genital sistemde doğumsal anomaliler bulunur. Burun kökü geniştir, hipertelorizim, epikantus, ptozis, mikroftalmi ve işitme kaybı vardır. Merkez sinir sistemi anomalilerine bağlı zeka ve gelişme geriliği görülebilir.35 Klinik Özellikleri ve Gelişim Tipleri Retinoblastom nöral retina içinde küçük beyaz saydam bir odak şeklinde başlar. Egzofitik, endofitik, diffüz infiltran ve spontan regresyon (retinositom) olmak üzere farklı klinik tiplerde gelişim gösterir. Endofitik retinoblastom opak beyaz renkte tümör, kubbe şeklinde bir gelişim gösterir. Retina damarlarını örten tümör kitlelerinin geniş besleyici damarları vardır. Tümörün vitreusa ve aynı zamanda retina altına doğru gelişimi sonucu oluşan retina dekolmanı, tümör çevresine, vitreus içine ve retina altına saçılan tümör tohumları görülür. Diğer tiplere göre daha sıktır. Egzofitik retinoblastom retina dış katlarından koroide doğru gelişir. Tümörü örten yaygın retina dekolmanı, retina altı sıvıya ve vitreus içine saçılan tümör tohumları vardır. Endofitik retinoblastoma göre koroid invazyonu ve glokom daha sıktır. Resim 3: BT’de göz içerisindeki kitle ve bu kitlenin içinde kemik yoğunluğunda kalsifikasyonlar. Klinik Gelişim Diffüz infiltran retinoblastom diğer klinik tiplere göre daha nadir görülür (%2).66,67 Genellikle somatik retinoblastomda, bir gözde ve 5 yaşın üstündeki çocuklarda görülür. Tanısı zordur, yanılgıya yol açar. Üveit veya endoftalmi ile karışır. Sınırları belirgin bir retina kitlesi görülmez. Göz kırmızı, ön kamarada hücre kümeleri, 59 2012; 25: 56-65 iris yüzeyinde nodüller, kornea arka yüzünde presipiteye benzer birikintiler, yalancı hipopyon ve hifema olabilir.49,68 Vitreus içinde üveitlerde görülenlerden daha büyük hücre kümeleri ve tümör parçaçıkları vardır. Sınırları belirsiz infiltrasyonlar ile retina gri görünümde ve kalınlaşmıştır. Periferik retinada, retina yapısını örten eksüdaya benzer tümör yayılımı vardır. USG, BT ve MRG’de kitle bulgusu ve kalsifikasyon yoktur.55 Spontan regresyon olguların %1-2’sinde gelişmektedir.69 Tümör gelişiminin semptom vermeden spontan regresyonu sonucu oluşan selim lezyonlara retinositoma adı verilmektedir.70 Lezyonlar, retinoblastomlu çocukların asemptomatik anne-babalarının, birinci dereceden yakınlarının ya da ileri yaşta asemptomatik retinoblastomlu kişilerin rutin muayeneleri sırasında saptanabilir. Bu tümörlerin her an habasete dönüşüm yeteneği vardır. Yıllarca sessiz kaldıktan sonra bir kısmından retinoblastom gelişebileceğinden yakın izlem altında tutulmaları gerekir.71,72 Retinoblastomun Yayılım Yolları Retinoblastom yaklaşık 6-8 ay gibi bir sürede göz küresinin içini doldurabilmektedir. Geç tanı konan ya da tedavide gecikilmiş retinoblastomlarda tümörün çevre dokulara yayıldığı hatta uzak metastazlar yaptığı saptanır. Tümörün göz küresi dışına başlıca çıkış yolları, optik sinir, koroid-sklera ve limbusdur. En sık çıkış yolu optik sinirdir. Optik sinir boyunca doğrudan kiazmaya, diğer optik sinire ve beyine, subaraknoid aralığa, BOS yoluyla medulla spinalise yayılır. Retina santral arter ve venin optik sinir içindeki parçası boyunca orbitaya çıkar. İkinci sıklıkta görülen yayılım şekli koroidin yoğun tutulumu sonrası skleradan orbitaya çıkışıdır. Bu yolla yayılımda orbitada tümör kitlesi görülecek ve kemik tutulumu gelişecektir.73 Göz içi dokularda ve orbitada lenfatik yoktur. Yoğun koroid tutulumu, sklera ve orbita tutulumu olduğunda metastazlar önce kan, sonra lenf yolu ile olur. Tümörün göz küresini doldurarak limbusdan konjonktiva altına çıkışı daha seyrek ve daha geç evrede görülür. Tümör bu yolla konjonktiva lenfatiklerine ulaştığından öncelikle bölgesel lenf metastazları gelişir. olarak saptanabilen kalsifikasyon alanlarıdır. Tümörün klinik gelişim tipleri ile ilişkili olarak tümör, endofitik tipte vitreus boşluğu içerisinde, egzofitik tipte dekole retinanın altında yer alır. Histopatolojik kesitlerde, retinanın bir bölümünü ya da tamamını etkilemiş, tek ya da birden fazla tümör odağı bulunabilir. Tümör hücreleri küçük ve yuvarlak, nukleusları büyük ve hiperkromatiktir. Tümör hücrelerinde mitoz ve apoptoz vardır. Hücrelerin farklılaşma dereceleri her tümör için farklı olabilir. Bazı tümörlerde hücreler iyi farklılaşmış, az farklılaşmış iken bazı tümörlerde hücreler farklılaşmamış olarak görülür. Farklılaşmamış tümörlerin habaset derecesi yüksektir, bol mitoz içerirler. İyi farklılaşmış tümörlerde hücreler tipik dizilimler göstererek rozet ve flöret yapıları oluşturur. Az farklılaşmış tümörlerde ise yer yer rozet yapıları bulunur.74 Flexner- Wintersteiner rozetleri retinoblastoma has yapılardır.75 Merkezinde bir boşluk (lumen) bulunan dairesel dizilmiş bir sıra hücreden yapılıdır. Lumen, dış limitans olduğu kabul edilen bir zar ile çevrelenerek etrafındaki hücrelerden ayrılmıştır. İçerisinde mukopolisakkarid bulunur ve rozeti oluşturan hücrelerin nukleusları lumenden uzakta yer alır. Homer-Wright rozetleri retinoblastomun değil, nöroektodermal tümörlerin belirleyicisidir.76 Daha çok medülloepiteliyom ve nöroblastomda görülür. Rozet merkezinde lumen yerine nörofibriler bir ağ bulunur. Flöretler, rozetlere tümörde daha iyi bir farklılaşma olduğunu gösterir.77 Fotoreseptör iç segmentlerine uyan, geniş sitoplazmaları, küçük nukleusları, eozinofilik uzantıları olan hücrelerin çiçek şeklinde dizilimi ile oluşurlar. Retinoblastomun regresyonu sonucu oluşan retinositomada histopatolojik olarak, fotoreseptörlere benzer iyi farklılaşmış hücreler ile çok sayıda flöret yapısı ve kalsifiye alanlar vardır. Mitoz ve nekroz yoktur. Tümörün tam regresyonu genelde fitizis ile birliktedir ve bu gözlerin histopatolojisinde atrofik bir göz küresi içerisinde tümörün tümü ile nekrotik olduğu saptanır. Tüm bu histopatolojik bulguların bir göz patoloğu tarafından değerlendirilmesi, tümörün evrelendirilmesi ve tedavi seçiminde büyük önem taşımaktadır. Hangi yolla olursa olsun tümörün göz küresi dışına yayılımı, kan ve lenf yolu ile metastaz riskini süratle arttıracağından tanı ve tedavinin tümör göz içine sınırlı iken yapılması yaşam prognozu açısında çok önemlidir. Patogenez ve Histopatoloji Retinoblastom, fotoreseptör ve Müller hücrelerine farklılaşacak olan retinoblastlardan kaynaklanmaktadır. Retinoblastomun enüklee gözlerde çıplak gözle görünümü tipiktir. Göz küresi açıldığında, tümör beyaz-gri renkte, hızlı büyüme ve apoptozise bağlı nekroz nedeni ile kıvamlı ve akışkan bölümler içeren yumuşak, kolayca parçalanıp dağılabilen bir yapıda görülür (Resim 4). Tümör içerisindeki tebeşir gibi beyaz yapılar radyolojik 60 Resim 4: Retinoblastom tanısıyla enükleasyon yapılan hastada, makroskopik olarak vitreusun yarısından fazlasını kaplayan, beyaz-gri renkte tümör görülmektedir. Klinik Gelişim S. TUNCER Tablo 1: Reese-Ellsworth Evrelemesi (1960) Evre 1: Çok iyi a) Tek tümör < 4 papilla çapında (pç.), ekvator üzerinde veya arkasında b) Birden fazla tümör < 4 pç., ekvator üzerinde veya arkasında Evre 2: İyi a) Tek tümör 4 - 10 pç., ekvator üzerinde veya arkasında b) Birden fazla tümör, 4 – 10 pç., ekvator arkasında Evre 3: Şüpheli a) Ekvator önünde herhangi bir tümör b) Ekvator gerisinde, > 10 pç. tek tümör Evre 4: Kötü a) Birden çok tümör, bazıları > 10 pç. b) Ora serrataya uzanan tüm tümörler Evre 5: Çok kötü a) Retinanın 1/2’sini kaplayan yaygın tümör b) Vitreus içine tümör saçılımı Ayırıcı Tanı Bir çok selim lezyon retinoblastoma benzediğinden psödoretinoblastom adını almaktadır. Retinoblastoma ile karışan başlıca hastalıklar persistan hiperplastik primer vitreus (PHPV), Coats hastalığı, toksokara enfeksiyonu ve prematüre retinopatisi (ROP)’dir.78,79 Kombine hamartom, kolobom, astrositik hamartom, familyal eksüdatif vitreoretinopati, retina displazisi, kapiller hemanjiyom, vitreus içi kanama, retina dekolmanı, X kromozomuna bağlı retinoskizis, medulloepiteliyoma, konjenital katarakt, tüberküloz uveiti ve çocukluk çağında sık rastlanan diğer üveitler retinoblastoma benzer hastalıklar arasında yer almaktadır. Evreleme Tümörlerin uygun şekilde evrelendirilmeleri, ilk tedavi seçiminin belirlenmesi, tedaviye alınan cevapların, tedavi sonuçlarının gerçekçi olarak değerlendirilebilmesi ve prognozun belirlenebilmesi için gereklidir. Retinoblastom evrelendirmelerinin temel iki çıkış noktası, gözün ve görmenin korunması, yaşam prognozunun belirlenmesidir. Gözün ve görmenin korunması tümörün göz küresi içindeki yaygınlığı, yaşam prognozunun belirlenmesi ise tümörün göz küresi dışına yayılımı ile ilişkilidir. Amaca yönelik bir evreleme tümörün doğal gidişini yansıtmalı, hastalığın prognozu farklı olan safhalarını ayırabilmelidir. Bu açıdan retinoblastom öncelikle göz içine sınırlı, göz küresi dışına çıkmış ve trilateral retinoblastom olmak üzere üç ana grupta toplanmış ve evrelendirmeler bu gruplara göre yapılmaya çalışılmıştır. Reese -Ellsworth 1960’lı yıllarda yapılmış ilk evrelemedir (Tablo I).11 Göz içine sınırlı retinoblastomda gözün ve görme fonksiyonunun korunması açısından dışsal ışın tedavisinin başarısını değerlendirilmiştir. Evrelemede tümörlerin sayısı, boyutu, yerleşim yeri ve vitreusa saçılımı belirlenmiş, makülayı tutan tümörler, tümörün göz dışına yayılımı, yaşam prognozu ve diğer tedavi yöntemleri bu evrelemede kapsam dışı kalmıştır. ReeseEllsworth evrelemesinde prognozu kötü olarak belirtilen tümörler, bugünkü tanı ve tedavi yöntemleri ile erken dönemde tanınmakta ve başarı ile tedavi edilmektedir. Yine de Reese-Ellsworth evrelemesi yıllarca yaygın olarak kullanılmış ve farklı merkezler sonuçlarını bu evrelemeye dayanarak birbirleriyle kıyaslamışlardır. 1980’de St-Jude (Howarth),12 1985’de TMN (Harmer), 1987’de Abramson13 tarafından gerçekleştirilen evrelemeler yaşam prognozunu, 1983’de düzenlenen Essen (Höpping) 80 evrelemesi görme prognozunu, 2001’de tarif edilen Murphree’nin (ABC) evrelemesi14 ise göz küresinin kurtarılmasını amaçlamıştır. 2003 yılında Paris’de yapılan Enternasyonal Retinoblastom Sempozyumunda toplanan retinoblastom komitesi aralarında uzlaşarak, yeni bir evreleme olan Enternasyonal Retinoblastom Sınıflaması (International Classification of Retinoblastoma / ICRB)’nı ortaya koymuşlardır.15 Bu evreleme sisteminde klinik ve histopatolojik bulgular en hafifinden, hastaların yaşam prognozu dahil son noktasına kadar değerlendirilmiştir. Bu sınıflamada göz içi hastalığın, göz dışı yayılımın ve metastazların yaygınlığına göre, hastalar evre sıfır (0) ile evre dört (IV) arası beş grupta (Tablo II), retinoblastomlu gözler ise tümörün büyüklüğü, yerleşim yeri ve tümör tohumlarının yaygınlığına göre evre (A) ile evre (E) arası beş grupta toplanmıştır (Tablo III ve Resim 5). Bu sınıflamaya göre kemoredüksiyon grup A’da %100, grup B’de %93, grup Tablo 2: Enternasyonel Retinoblastom Sınıflamasında (ICRB) Hastaların Gruplandırılması Grup Resim 5: Retinoblastomun ICRB sınıflamasına göre gruplandırılması: (A) Grup A, (B) Grup B, (C) Grup C, (D) Grup D, (E) Grup E retinoblastom. Klinik Gelişim Tanımlama Grup 0 Sadece göz içinde tümör var Grup I Enükleasyon ile tümörün tümü alınmış Grup II Orbitada tümör kalıntısı Grup III Bölgesel ve metastatik hastalık 61 2012; 25: 56-65 Tablo 3: Enternasyonel Retinoblastom Sınıflamasında (ICRB) Gözlerin Gruplandırılması (Resim 5) Grup Tanımlama Grup A Küçük tümörler: Retinoblastoma <3 mm. Grup B Büyük tümörler: Retinoblastoma ≥3 mm. Makula: Makulayı tutan retinoblastom (foveolaya ≤3 mm.) Jukstapapiller: Optik diske yakın retinoblastom (optik diske ≤1. 5 mm.) Retina altı sıvı: Retinoblastom çevresinde (tümörden ≤3 mm.) retina altı sıvı Grup C Lokal tümör yayılımı (tümörden <3 mm. retina altı ve/veya vitreous tümör tohumları) Grup D Diffüz tümör yayılımı (tümörden ≥3 mm. retina altı ve/veya vitreous tümör tohumları) Grup E Kurtarılamıyacak gözler (Globun %50’sinden fazlasını dolduran tümörler, neovasküler glokom, yoğun göz içi kanaması, yoğun tümör nekrozuna bağlı aseptik orbita sellüliti, ftizis bulbi, tümörün lens gerisine kadar büyümüş olması, ön segmentte tümör tohumları, lamina kribrozayı aşan optik sinir tutulumu, koroid, sklera ve orbita invazyonu ve diffüz infiltran retinoblastom) C’de %90, grup D’de %47 başarılı olmuş, grup E tümörler enükleasyon ile tedavi edilmiştir. Tedavi Retinoblastom tedavisinde ideal yöntem tümörde çabuk yıkım yapmalı, gözü ve görmeyi korumalı, hayati tehlikesi olmamalı, gözde hasar bırakmamalı ve estetiği sağlamalıdır. Bu ideallere göre enükleasyon ve radyoterapiden uzaklaşmak için kemoterapi ve fokal tedavilerin birlikte kullanılması gündeme gelmiştir. Retinoblastomun tedavi yöntemleri arasında kemoterapi / kemoredüksiyon, fokal tedaviler (kriyoterapi, termoterapi, radyoaktif plak), dışsal ışın radyoterapi, enükleasyon ve egzanterasyon vardır. (A) Göz İçi Retinoblastom: Enükleasyon. Enükleasyon, göz küresinin yerinden alınmasıdır. Genellikle globun %50’sinden daha fazlasını dolduran büyük tümörlerde (ICRB Grup E tümörlerde) uygulanır. Yoğun vitreus tutulumu, optik sinir / koroid tutulumu, ön segmente tümör yayılımı, ikincil glokom, uzun süreli retina dekolmanı varlığı, diffüz infiltran retinoblastomda, aktif tümörlü görmeyen gözlerde ve diğer tedavi protokollerinin başarısız kalması halinde de uygulanır. Ameliyat sırasında en az 10 mm’lik optik sinir alınmış olmalıdır. Tek taraflı retinoblastomda tümör tek odaklı ise tanı konulması genellikle gecikir. Bu nedenle hasta doktora başvurduğu anda çoğu zaman ileri evre retinoblastom saptanır ve enükleasyon kararı verilir. Tek taraflı retinoblastomda tümör çok odaklı olduğu takdirde iki taraflı olma ve yeni tümör gelişme şansı yüksektir. Bu nedenle ilk muayenede hemen enükleasyona karar vermek oldukça güçtür. İki taraflı retinoblastomda her iki göz de ileri evre ise iki taraflı enükleasyon kararı zordur. Kemoterapi ve/veya radyoterapi sonrasında enükleasyona karar verilmesi daha doğrudur. Bir göz daha ileri ise diğer göz için uygulanacak kemoredüksiyon sonrasında enükleasyon yapılması doğru olacaktır. Dışsal Işın Radyoterapi (External beam radiotherapy - EBRT). Dışsal ışın radyoterapi eski dönemlere naza62 ran daha az tercih edilmektedir. Özellikle kemoterapiye cevap vermeyen yaygın vitreus ve/veya retina altı tümör tohumlarının eşlik ettiği orta derecede ileri veya birden çok odaklı retinoblastomlarda (ICRB Grup D tümörlerde) kullanılması uygundur. Retinoblastom radyoterapiye duyarlı bir tümördür. Tedavi dozu ortalama 35-45 Gy’dir. Komplikasyonları ikincil tümör gelişimi, radyasyon kataraktı, orbita gelişim bozukluğu, optik nöropati ve kuru gözdür. Kemoredüksiyon. Kemoredüksiyonda mevcut tümörün fokal tedaviler ile kontrol edilebilecek boyuta getirilmesi amaçlanır. Kemoredüksiyon özellikle çift taraflı retinoblastomlarda tercih edilir. Ayrıca tek taraflı, Grup C ve Grup D tümörlerin kontrolünde kullanılır. Kemoredüksiyon genellikle 6 ay boyunca aylık kürlerle intravenöz olarak uygulanır. En çok tercih edilen kemoterapötik ajanlar göze penetrasyonu en iyi olan vinkristin, etoposid ve karboplatindir. Retinoblastomun tedavisinde, kemoredüksiyon tek başına nadiren tam iyileşme sağlar. Ancak tümörün küçültülerek sonrasında göze daha az yan etkileri olan fokal tedavilerin (kriyoterapi, transpupiller termoterapi ve radyoaktif plak) uygulanabilmesine olanak sağlar. Komplikasyonları kan değerlerinde azalma, saç kaybı, işitme kaybı ve böbrek hasarıdır. Ayrıca etoposide bağlı akut myeloid lösemi olguları da bildirilmiştir. Kemoredüksiyonda, radyoterapiye bağlı gelişen orbita kemiklerinde atrofi gibi kozmetik bozukluklar, katarakt, retinopati ve papillopati gibi komplikasyonlar görülmez. Ayrıca trilateral retinoblastom gelişimini de engellemektedir. Perioküler Kemoterapi (Subkonjonktival Karboplatin Enjeksiyonu). Amaç, Grup C ve D gözlerde göz içindeki kemoterapötik ajanların konsantrasyonunu arttırmaktır. Vitreus tümör tohumlarının kontrolünde etkilidir. Ancak retina altı tümör tohumlarının kontrolünde faydası yoktur. Tümör bölgesine önce kriyoterapi yapılır. Sonrasında tenon altındaki (sub-tenon) boşluğa 1-2ml karboplatin (10mg/ml) enjekte edilir. Genellikle sistemik kemoterapi ile birlikte uygulanır. Sistemik yan etkisi olmamakla birlikte uygulamadan 6-12 saat sonra orbita çevresinde Klinik Gelişim S. TUNCER kızarıklık, ödem ve preseptal selülit gibi lokal toksik etkileri görülür. 6 kür uygulamadan sonra, orbita yağ dokusunda atrofi, konjonktiva, tenon ve göz dışı kaslarda fibrozis meydana gelir. Oluşan fibrozis göz hareketlerinde kısıtlılığa ve enükleasyon yapılmasında güçlüğe neden olur. Kriyoterapi. Kriyoterapi, ekvator önü ve ora serratada yer alan Grup A tümörlerde (taban çapı ve kalınlığı <3 mm.) tümör ve hemen önündeki vitreusa etkilidir. Genellikle 3’lü donduruş şeklinde uygulanır. Tümör kontrolü %76-95, kriyo sonrası nüks %33’dür. Tip IV (Düz koryoretinal nedbe) regresyon meydana gelir. Komplikasyonları retinada delik, retinada yırtık, vitreus içi kanama, fibrozis, retina traksiyonu ve retina dekolmanıdır. Bu tedavinin avantajı iç limitan membranı korumasıdır. Transpupiller termoterapi. Termoterapi Grup A tümörlerde (taban çapı ve kalınlığı <3 mm.) tek başına etkilidir. Taban çapı 3 mm.’den büyük tümörlerde kemoredüksiyondan sonra uygulanır. Termoterapi, yanık oluşturan eşik değerin altında (45º-60ºC) bir çeşit laser fotokoagülasyonudur. 810 nm diyod laser ile düşük enerji, geniş spot çapı ve uzun uygulama süresi ile dokuda ısı artışı sağlanarak tümörde gri-beyaz renk değişimi oluşması beklenir. Genellikle endirekt oftalmoskop ile uygulanır. Termoterapi ile tümör kontrolü %86, nüks %14 düzeyindedir. Tip IV (Düz koryoretinal nedbe) regresyon meydana gelir. Komplikasyonları iris atrofisi, lens kesifliği, retina damarlarında tıkanma, kanama ve retina traksiyonudur. Radyoaktif Plak Tedavisi (Brakiterapi). Radyoaktif plak, birincil tedavi olarak Grup B tümörlerde (taban çapı <15 mm) uygulanır. İkincil tedavi olarak da kalıntı ve nüks tümörlerde uygulanır. I125 (Gamma) 9 mm derinliğe kadar, Ru106 (Beta) 6 mm derinliğe kadar etkilidir. Total doz, tümör tepesine 40 Gy olacak şekilde hesaplanır. Retinblastom plak radyoterapisine çok iyi yanıt verir. Tümörde regresyon ameliyat sonrası 3-4 hafta içinde başlar. Radyoaktif plakta tümör kontrol oranı %90’dır. Tip IV (Düz koryoretinal nedbe) regresyon meydana gelir. Nüks oranı tümörün radyasyona direnciyle ilgilidir. Komplikasyonları retinopati, optik nöropati, makülopati, katarakt ve sekonder glokomdur. Bu komplikasyonlar görüldüğünde radyoterapiye ara verilmeli ve düşük radyasyon dozu ile komplikasyonlara önlem alınmalıdır. (B) Göz Dışı Retinoblastom: Esas olarak sistemik kemoterapi ve dışsal ışın radyoterapisinden faydalanılır. Kemoterapi. Sistemik retinoblastomun kontrolü amaçlanır. Mikrometastatik hastalıkta (MRG’de optik sinir invazyonu, lamina kribrozayı aşan tümör varlığı, yoğun koroid tutulumu) ve metastatik retinoblastomda (orbita ve merkezi sinir sistemi’ne yayılım, kemik - kemik iliği - uzak organ metastazları) hastalığın yaygınlığına göre 6-12 kür olarak uygulanır. Dışsal Işın Radyoterapi (External beam radiotherapy - EBRT). Göz küresi dışına çıkmış retinoblastomda (opKlinik Gelişim tik sinir ve orbita tutulumu ve merkezi sinir sistemine varlığında) uygulanır. Egzanterasyon. Glob ile birlikte tüm orbita içeriğinin bir blok halinde çıkartılmasıdır. Radyoterapi ve/veya kemoterapiye rağmen orbita nüksleri ile orbitaya yayılmış retinoblastomda radyoterapi ve kemoterapi ile birlikte uygulanır. Prognoz Retinoblastomda belli başlı 3 ana ölüm sebebi vardır. Bunlar merkezi sinir sistemi ve uzak metastaz varlığı, ikincil kanserler ve trilateral retinoblastomdur. Retinoblastomu çocukların %5’inde metastaz görülür. Metastazlar sıklıkla merkezi sinir sistemi, kemikler ve bölgesel lenf bezleridir. Metastaz için risk faktörleri uvea, optik sinir ve orbita invazyonudur. Göz dışı retinoblastomlarda mortalite oranı daha yüksektir. 5 yıllık yaşam oranı eskiden %10 düzeyindeyken, son dönemde kemoterapinin etkinliğinin artması ile bu oran %50’ler düzeyinde kadar çıkmıştır. Ancak merkezi sinir sisteminin tutulması en kötü prognoza sahiptir. Bu olguların çoğu hastalıktan veya hastalığa bağlı komplikasyonlardan kaybedilir. Takip Hastalık stabilleşinceye kadar 3-4 haftalık aralarla retinoblastomlu çocuklar takip edilmelidir. Retinoblastom kontrol altına alındıktan sonra kontrollerin araları açılabilir. Hastalık stabilleştikten sonraki ilk yılda 2-3 aylık, ikinci yılda 3-4 aylık, 4-6 yaşına kadar 4-6 aylık ve sonrasında yıllık aralarla takip yapılmalıdır. Kaynaklar 1. Donaldson SS, Egbert PR, Lee W. Retinoblastoma. In: Principles and practice of pediatric oncology. Editors: Pizzo PH, Peplacker DA. JB Lippincott Company, Philadelphia, 1993, 683-696. 2. Grabowski EF, Abramson DH. Retinoblastoma. In: Clinical pediatric oncology. Editors: Ferbach DJ, Vietti RJ. Mosby Year Book, St. Louis, 1991, 427-435. 3. Kanski JJ. Tumors of the uvea and retina. In: Clinical ophthalmology. Editor: Kanski JJ. Butterworth-Heinemann Ltd, Oxford, London, 1992, 389-410. 4. Shields JA. Retinoblastoma. In: Diagnosis and management of intraocular tumors, C. V. Mosby Company, St. Louis, London, Toronto, 1983, 437-496. 5. Messmer EP, Heinrich T, Höpping W, Sutter E, Havers W, Sauerwein W. Risk factors for metastases in patients with retinoblastoma. Ophthalmology 1991; 98: 136-141. 6. Shields CL, Shields JA, Cater J, DePotter P. Optic nerve invasion of retinoblastoma, metastatic potential and clinical risk factors. Cancer 1994; 73: 692-698. 7. Magramm I, Abramson DH, Ellsworth RM. Optic nerve involvement in retinoblastoma. Ophthalmology 1989; 96: 217-222. 8. Shields CL, Shields JA, Baez KA, Cater J, DePotter PV. Choroidal invasion of retinoblastoma: metastatic potential and clinical risk factors. Br J Ophthalmol 1993; 77: 544-548. 9. Kopelman JE, McLean IW, Rosenberg SH. Multivariate analysis of risk factors for metastasis in retinoblastoma treated by enucleation. Ophthalmology 1987; 94: 371-377. 63 2012; 25: 56-65 10. Reese AB, Ellsworth R. The evaluation and current concept of retinoblastoma therapy. Trans Am Acad Ophthalmol Otolaryngol 1963; 67: 164-172. 11. Ellsworth RM. The practical management of retinoblastoma. Trans Am Ophthalmol Soc 1969; 67: 462-534. 12. Howarth C, Meyer D, Hustu HO, Johnson WW, Shanks E, Pratt C. Stage-related combined modality treatment of retinoblastoma. Results of a prospective study. Cancer 1980; 45: 851-858. 13. Grabowski EF, Abramson DH. Intraocular and extraocular retinoblastoma. Hematol Oncol Clin North Am 1987; 1: 721-735. 14. Murphree AL. California AB2185 and the case for initial dilated reflex screening for retinoblastoma by age 2 months in the pediatric / primary care office. Xth International Symposium on Retinoblastoma, Fort Lauderdale, Florida, 2001. 32. Knudson AG Jr. The genetics of childhood cancer. Cancer 1975; 35: 1022-1026. 33. Albert DM. Historic review of retinoblastoma. Ophthalmology 1987; 94: 654-662. 34. Wiggs JL, Dryja TP. Predicting the risk of hereditary retinoblastoma. Am J Ophthalmol 1988; 106: 346-351. 35. Bunin GR, Emanuel BS, Meadows AT, Buckley JD, Woods WG, Hammond GD. Frequency of 13q abnormalities among 203 patients with retinoblastoma. J Natl Cancer Inst 1989; 81: 370-374. 36. Roarty JD, McLean JW, Zimmerman LE. Incidence of second neoplasms in patients with bilateral retinoblastoma. Ophthalmology 1988; 95: 1583-1587. 37. Boder J, Miler RW, Meodown AT, Zimmerman LE, Champion LA, Vaute PA. Trilateral retinoblastoma. Lancet 1980; 11: 582-583. 15. Shields CL, Shields JA. Basic understanding of current classification and management of retinoblastoma. Curr Opin Ophthalmol 2006; 17: 228-234. 38. Kingston JE, Plowman PN, Hungerford JL. Ectopic intracranial retinoblastoma in childhood. Br J Ophthalmol 1985; 69: 742748. 16. Murphree AL, Villablanca JG, Deegan III WF, Sato JK, Malogolowkin M, Fisher A, Parker R, Reed E, Gomer CJ. Chemotherapy plus local treatment in the management of intraocular retinoblastoma. Arch Ophthalmol 1996; 114: 1348-1356. 39. Stannard C, Knight BK, Sealy R. Pineal malignant neoplasm in association with bilateral retinoblastoma. Br J Ophthalmol 1985; 69: 749-753. 17. Shields CL, DePotter P, Himelstein BP, Shields JA, Meadows AT, Maris JM. Chemoreduction in the initial management of intraocular retinoblastoma. Arch Ophthalmol 1996; 114: 1330-1338. 18. Gallie BL, Budning A, DeBoer G, Thiessen JJ, Koren G, Verjee Z, Ling V, Chan HSL. Chemotherapy with focal therapy can cure intraocular retinoblastoma without radiotherapy. Arch Ophthalmol 1996; 114: 1321-1328. 40. Pesin SR, Shields JA. Seven cases of trilateral retinoblastoma. Am J Ophthalmol 1989; 107: 121-126. 41. Holladay DA, Holladay A, Montebello JF, Redmond KP. Clinical presentation, treatment, and outcome of trilateral retinoblastoma. Cancer 1991; 67: 710-715. 42. Günalp I, Gündüz K, Arslan Y. Retinoblastoma in Turkey: diagnosis and clinical characteristics. Ophthalmic Genet 1996; 17: 21-27. 19. Greenwald MJ, Strauss LC. Treatment of intraocular retinoblastoma with carboplatin and etoposide chemotherapy. Ophthalmology 1996; 103: 1989-1997. 43. Draper GJ, Sanders BM, Brownbill PA, Hawkins MM. Patterns of risk of hereditary retinoblastoma and applications to genetic counselling. Br J Cancer 1992; 66: 211-219. 20. Greenwald MJ, Goldman S, Strauss LC. Combined chemoreduction and adjuvant treatment for intraocular retinoblastoma. Ophthalmology 1998; 105: 1579-1581. 44. Ozdemir H, Tacyildiz N, Unal E, Yavuz G, Ugur H, Gunduz K. Clinical and epidemiological characteristics of retinoblastoma: correlation with prognosis in a Turkish pediatric oncology center. Pediatr Hematol Oncol 2007; 24: 221-231. 21. Saleh RA, Gross S, Cassano W, Gee A. Metastatic retinoblastoma successfully treated with immunomagnetic purged autologous bone marrow transplantation. Cancer 1988; 62: 2301-2303. 22. Zelter M, Damel A, Gonzales G, Schwartz L. A prospective study on the treatment of retinoblastoma in 72 patients. Cancer 1991; 68: 1685-1690. 23. Lueder GT, Goyal R. Visual function after laser hyperthermia and chemotherapy for macular retinoblastoma. Am J Ophthalmol 1996; 121: 582-584. 24. Shields JA, Shields CL, DePotter P, Needle M. Bilateral macular retinoblastoma managed by chemoreduction and chemothermotherapy. Arch Ophthalmol 1996; 114: 1426-1427. 25. Sanders BM, Draper GJ, Kingston JE. Retinoblastoma in Great Britain 1969-1980: Incidence, treatment, and survival. Br J Ophthalmol 1988; 72: 576-583. 26. Winther J, Olsen JH, Brown PN. Risk of nonocular cancer among retinoblastoma patients and their parents. A population-based study in Denmark, 1943-1984. Cancer 1988; 62: 1458-1462. 45. Yazıcı H, Kir N, Taş S, Ayan I, Kebudi R, Peksayar G, Dalay N. Investigation of the loss of heterozygosity and familial segregation by PCR in retinoblastoma. Clin Biochem 1996; 29: 595-598. 46. Abramson DH, Ellsworth RM, Brumbach N, Kitchin FD. Retinoblastoma: survival, age at detection, and comparison, 1914-1958, 1958-1983. J Pediatr Ophthalmol Strabismus 1985; 22: 246-250. 47. Abramson DH, Frank CM, Susman M, Whalen MP, Dunkel IJ, Boyd NW III. Presenting signs of retinoblastoma. J Pediatr 1998; 132: 505-508. 48. Binder PS. Unusual manifestations of retinoblastoma. Am J Ophthalmol 1974; 77: 674-679. 49. Bhatnagar R, Vine AK. Diffuse infiltrating retinoblastoma. Ophthalmology 1991; 98: 1657-1661. 50. Spaulding AG. Rubeosis iridis in retinoblastoma and pseudoglioma. Trans Am Ophthalmol Soc 1978; 76: 584-609. 51. Axelsen I. Retinoblastoma in a microphthalmic eye. Ophthalmologica 1978; 176: 24-26. 27. Schultz KR, Ranade S, Neglia JP, Ravindranath Y. An increased relative frequency of retinoblastoma at a rural regional referral hospital in Miraj, Maharashtra, India. Cancer 1993; 72: 282-286. 52. Shields JA, Shields CL, Suvarnamani C, Schroeder RP, DePotter P. Retinoblastoma manifesting as orbital cellulitis. Am J Ophthalmol 1991; 112: 442-449. 28. Orjuela M, Castaneda VP, Ridaura C, Lecona E, Leal C, Abramson DH, Orlow I, Gerald W, Cordon-Cardo C. Presence of human papilloma virus in tumor tissue from children with retinoblastoma: an alternative mechanism for tumor development. Clin Cancer Res 2000; 6: 4010-4016. 53. Abramson DH, Gamell LS, Ellsworth R, Kruger EF, Servodidio CA, Turner L, Sussman D. Unilateral retinoblastoma: new intraocular tumors after treatment. Br J Ophthalmol 1994; 78: 698-701. 29. Friend SH, Bernards R, Rogelj S. A human DNA segment with properties of the gene that predisposes to retinoblastoma and osteosarcoma. Nature 1986; 323: 643-646. 54. Oğuz V, Pazarlı H, Demircioğlu U, Korman U, Üstüner A, Yedigöz N, Rezanavas C. Retinoblastomda ekografik ve bilgisayarlı tomografik kriterin değerlendirilmesi. Gunalp I, Hasanreisoglu B, Duman S ve ark. (Ed. ler). TOD XXIV. Ulus. Kong. Bült. (1990), Cilt 2, Ankara, Yıldırım Ofset Basımevi, 169-171. 30. Sellers WR, Kaelin WG Jr. Role of retinoblastoma protein in the pathogenesis of human cancer. J Clin Oncol 1997; 15: 33013312. 55. Karr DJ, Kalina RE. Computerized tomography fails to show calcification in diffuse retinoblastoma. J Pediatr Ophthalmol Strabismus 1991; 28: 14-16. 31. Knudson AG Jr. Genetics of human cancer. J Cell Physiol 1986; 4: 7-11. 56. Pe’er J. Calcifications in Coats’disease. Am J Ophthalmol 1988; 106: 742-743. 64 Klinik Gelişim S. TUNCER 57. Haik BG, Louis LS, Smith ME, Ellsworth RM, Abramson DH, Deck M, Coleman DJ. Magnetic resonance imaging in the evaluation of leucocoria. Ophthalmology 1985; 92: 1143-1152. 58. DePotter P, Flanders AE, Shields JA, Shields CL. Magnetic resonance imaging of intraocular tumors. Int Ophthalmol Clin 1993; 33: 37-45. 59. Schulman JA, Peyman GA, Mafee MF, Lawrence L, Bauman AE, Goldman A, Kurwa B. The use of magnetic resonance imaging in the evaluation of retinoblastoma. J Pediatr Ophthalmol Strabismus 1986; 23: 144-147. 69. Roberts BN, Pilz DT, Walters RF. Bilateral spontaneously regressed retinoblastoma with preservation of vision. Eye 1997; 11: 122-124. 70. Yaman A, Gündüz K, Saatci O, Koçak N. A rare case of retinocytoma occurring in a 12-year-old child. J Pediatr Ophthalmol Strabismus 2008; 45: 49-50. 71. Kiratli H, Bilgiç S. Multiple bilateral retinomas. A case study. J Fr Ophtalmol. 2006; 29: 58–60. 72. Eagle RC Jr, Shields JA, Donoso L, Milner RS. Malignant transformation of spontaneously regressed retinoblastoma, retinoma/ retinocytoma variant. Ophthalmology 1989; 96: 1389-1395. 60. Shields JA, Shields CL, Ehya H, Eagle RC, DePotter P. Fine needle aspiration biopsy of suspected intraocular tumors. The 1992 Urwick Lecture. Ophthalmology 1993; 100: 1677-1684. 73. Rootman J, Ellsworth RM, Hofbauer J, Kitchen D. Orbital extension of retinoblastoma: a clinicopathological study. Can J Ophthalmol 1978; 13: 72-80. 61. Char DH, Miller TR. Fine needle aspiration biopsy in retinoblastoma. Am J Ophthalmol 1984; 97: 686-690. 74. Tajima Y, Munakata S, Ishida Y, Nakajima T, Sugano I, Nagao K, Minoda K, Kondo Y. Photoreceptor differentiation of retinoblastoma: an electron microscopic study of 29 retinoblastomas. Pathol Int 1994; 44: 837-843. 62. Kivelä T, Tarkkanen A. Carcinoembryonic antigen in retinoblastoma. An immunohistochemical study. Graefes Arch Clin Exp Ophthalmol 1983; 221: 8-11. 63. Comoy E, Roussat B, Henry I, Bloch ME. Neuron-specific enolase in the aqueous humor. Its significance in the differential diagnosis of retinoblastoma [in German]. Ophtalmologie 1990; 4: 233-235. 75. Ts’o MO, Fine BS, Zimmerman LE. The Flexner-Wintersteiner rosettes in retinoblastoma. Arch Pathol 1969; 88: 664-671. 64. Woods WG. The use and significance of biologic markers in the evaluation and staging of a child with cancer. Cancer 1986; 58: 442-448. 76. Tsuji M, Goto M, Uehara F, Kaneko A, Sawai J, Yonezawa S, Ohba N. Photoreceptor cell differentiation in retinoblastoma demonstrated by a new immunohistochemical marker mucinlike glycoprotein associated with photoreceptor cells (MLGAPC). Histopathology 2002; 40: 180-182. 65. Mohney BG, Robertson DM. Ancillary testing for metastasis in patients with newly diagnosed retinoblastoma. Am J Ophthalmol 1994; 118: 707-711. 77. Sun XL, Yokoyama T, Minoda K, Sakuma A. Immunohistochemical studies of retinoblastoma. Jpn J Ophthalmol 1990; 34: 149-157. 66. Shields CL, Ghassemi F, Tuncer S, Thangappan A, Shields JA. Clinical spectrum of diffuse infiltrating retinoblastoma in 34 consecutive eyes. Ophthalmology 2008; 115: 2253-2258. 78. Karatza EC, Shields CL, Flanders AE, Gonzalez ME, Shields JA. Pineal cyst simulating pinealoblastoma in 11 children with retinoblastoma. Arch Ophthalmol 2006; 124: 595-597. 67. Tuncer S, Peksayar G, Kebudi R, Tugal-Tutkun I, Buyukbabani N, Darendeliler E. Multiple anterior and posterior chamber pseudocysts in a 12-year-old boy with diffuse infiltrating retinoblastoma. J Pediatr Ophthalmol Strabismus 2009; 46: 312-316. 79. Shields JA, Parsons HM, Shields CL, Shah P. Lesions simulating retinoblastoma. J Pediatr Ophthalmol Strabismus 1991; 28: 338-340. 68. Bremner MH. Retinoblastoma in the anterior chamber of the eye. Aust J Ophthalmol 1983; 11: 123-126. Klinik Gelişim 80. Höpping W. The new Essen prognosis classification for conservative sight-saving treatment in retinoblastoma. In: Intraocular Tumors. Lommatzsch PK, Blodi FC, eds. Berlin, Akademie-Verlag, 1983: 497-508. 65 Bakteriyel Keratit Yonca AYDIN AKKOVA, Sirel GÜR GÜNGÖR Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Giriş Bakteriyel keratit, sık görülen ve görmeyi tehdit eden bir oküler infeksiyondur, gelişmekte olan ülkelerde tek taraflı körlüğün başta gelen sebebi olarak kabul edilir. Hastalık genelde akut seyreder ve stromal inflamasyonda hızlı bir ilerleme olur. Gözde ağrı ve rahatsızlığa neden olur. Kornea skarı ve görme kaybı olmaması için erken dönemde etkin tedavinin yapılması gerekmektedir. Tedavisiz olgularda ilerleyici doku hasarlanması ile perforasyon ve komşu dokulara infeksiyonun yayılımı görülebilir.1,2 Epidemiyoloji ve Patogenez Kornea yüzeyi çeşitli mekanizmalar tarafından çok iyi bir şekilde korunmaktadır. Göz kapakları yabancı maddelere karşı fiziksel bir bariyer oluşturması yanında her göz kırpıldığında gözyaşının müsin tabakası içinde hapsedilen debris düzenli olarak gözden uzaklaştırılır. Kornea ve konjonktiva epitel hücreleri arasındaki sıkı bağlantılar mikrobiyal invazyona karşı bariyer görevi görür. Ayrıca epitel hücrelerinin mikroorganizmaları fagosite etme ve taşıma özellikleri vardır.3 Gözyaşında laktoferrin, lizozim, beta lizin, göz yaşına özgü albumin ve immunglobulin (Ig) A gibi immunaktif maddeler bulunur. Konjonktivada bulunan mast hücreleri ve konjonktivaya özgü lenfoid doku, plazma hücreleri, makrofajlar, T hücreleri, Ig G, Ig A, Ig M de kornea yüzeyini korumada etkindirler.3 Bakteriyel keratit, genellikle bu immun mekanizmaların bozulmasına yol açan bir risk faktörünün varlığında gelişir. Entropion veya ektropion gibi göz kapağı anomalileri, kornea yüzeyinin açıkta kalması veya trikiyazis gibi patolojiler kornea epitelinin bozulmasına sebep olabilir. Gözyaşı miktarında azalma, gözyaşındaki antimikrobiyal maddelerde azalmaya, epitelin kurumasına ve hasara neden olabilir. Büllöz keratopati, ilaç toksisitesi, önceden geçirilmiş herpetik infeksiyon, kantakt lens kullanımına bağlı travma gibi epitelyal sebepler mikrobiyal yapışma ve invazyon riskini arttırır. Katarakt ve keratorefraktif cerrahilerin sıklığının artışı postoperatif korneal infeksiyon riskini arttırmıştır. Mikroorganizmalar insizyon bölgesindeki epitelden geçerek stromaya ulaşabildikleri gibi direkt cerrahi sırasında da stromaya invaze olabilirler (Şekil 1).4,5,6 Kronik alkolizm, demans, Parkinson hastalığı, genel anestezi ve koma gibi lagoftalmusa ve göz kırpmada azalmaya yol açan sistemik durumlarda mekanik koruma azalır. Eritema multiforme ve oküler sikatrisyel pemfigoid gibi cildi ve gözü etkileyen büllöz hastalıklar hem lagoftalmusa yol açarlar hem de konjonktivada sikatrisyel inflamatuar değişikliklere yol açarak infeksiyöz keratit riskini arttırırlar.3 Lokal veya sistemik bağışıklığın baskılanması hem infeksiyöz keratit riskinin artmasına hem de hastalığın ciddiyetinin artmasına yol açar.7 Topikal kortikosteroid kullanımı ve sistemik immunsüpresyon da bakteriyel keratit risk faktörleri arasındadır. Diyabetes mellitus, lepra, romotoid artrit gibi sistemik hastalıklar da riski arttırır.3 Malnütrisyon ve A ve C vitamin eksikliği gibi durumlar da travma sonrası infeksiyon riskini arttırır. Gelişmekte olan ülkelerde kornea infeksiyonuna en çok travma, trahom ve kseroftalmi neden olurken,8 gelişmiş ülkelerde kontakt lens kullanımının artması kornea infeksiyon riskini arttırmaktadır.4,9,10,11 Şekil 1: Postoperatif katarakt cerrahisi sonrasi gelişen bakteriyel keratitli hastada konjonktival injeksiyon, kornea infiltratı ve hipopiyon izleniyor 66 Çok sayıda mikroorganizma bakteriyel keratite sebep olur. İnfeksiyonların insidansı bölgelere göre değişiklik gösterir. Daha önceden bakteriyel korneal ülserlerden izole edilen en sık patojen Streptococus pneumonia iken kontakt lens kullanımının artması ile Pseudomonas ve Staphylococcus infeksiyonların sıklığı artmıştır. Alkol kul- Klinik Gelişim Y. AYDIN AKKOVA, S. GÜR GÜNGÖR lanımı, malnütrisyon ve diyabet gibi düşkünlük yaratan durumlarda Moraxella infeksiyonları görülebilir.3 Klinik Özellikler Bakteriyel keratitin klinik bulgu ve semptomları büyük oranda mikroorganizmanın virülansına ve infeksiyonun süresine bağlıdır. Hastalar görmede azalma, ağrı, akıntı ve fotofobi şikayetleri ile başvururlar.3 Korneal bulgulardan en sık görüleni epitelin veya stromanın lokalize veya yaygın infiltrasyonudur (Şekil 2). Gri beyaz nekrotik stromal infiltrasyonun üzerinde genelde epitel defekti mevcuttur. Primer infeksiyon bölgesinin dışında da infiltrasyonlar veya kornea ödemi görülebilir (Şekil 3a ve 3b). Çoğu zaman göz kapağı ödemi, konjonktival injeksiyon ve kemozis eşlik eder. Sklereal tutulum ve kornea perforasyonu olabilir. Sıklıkla ön kamara inflamasyonu ve hipopiyon vardır.3 yapılmaktadır. İlerlemiş infeksiyon, santral tutulum, hastanın hikayesi ve infeksiyonun görünümünün filamantöz bakteriyel, mikobakteriyel, gonokokal, mikotik veya protozoal infeksiyonu düşündürdüğü durumlarda kesinlikle korneal kazıma yapılmalıdır. Korneal ülserlerden kazıntı yapılırken materyal lezyonun en aktif bölgesinden alınmalıdır. Göz topikal anestezik ile uyuşturulur. Isı ile steril edilmiş platin spatül veya bistüri ile ülser kenarından kazıma yapılır. Eğer korneal incelme varsa perforasyon açısından dikkatli olunmalıdır. Kazıntı metaryeli hem direkt boyama için lam üzerine yayılır hem de doğrudan katı ve sıvı besi yerlerine kültür için ekim yapılır. En sık uygulanan boyalar Gram ve Giemsa boyalarıdır. Eğer filamantöz bakteri veya mikobakterilerden şüpheleneliyorsa Ziehl –Neelsen Keratitlerin infektif ve noninfektif ayrımı ile infektif olanlarda hangi mikrobiyal etkenin sorumlu olduğuna dair spesifik klinik bulgu yoktur. Klinisyen ayrıntılı bir anamnez ve risk faktörleriyle birlikte epitelin intakt veya ülsere olmasını, stromal inflamasyonun süpüratif veya nonsüpüratif olmasını, stromal inflamasyonun fokal, diffüz, multifokal ya da marjinal olmasını değerlendirir ve eğer infeksiyöz bir etkenden şüphelenirse mikoorganizmayı göstermek için laboratuvar yöntemlere başvurur.1,12 Tanı İnfeksiyöz keratitin tanısında klinik hikaye ve fizik muayene çok önemlidir. İnfeksiyöz ve steril infiltrasyon arasındaki ayrım ve sorumlu organizmanın belirlenmesi korneal kazıntılardan yapılan boyama ve kültürlerle sağlanır. Klinik uygulamada genelde etken organizmanın belirlenmesi ve antibiyotik duyarlılık testlerinin yapılması ancak ilk başlanan antibiyotik rejiminin başarısız olduğu ve tedavide değişiklik yapılması gerektiği durumlarda Şekil 3A: Pseudomonas aeruginosa keratitli olgunun ön segment fotoğrafında konjonktival injeksiyon, korneada stromal infiltrasyon ve yoğun kornea ödemi izleniyor Şekil 2: Staphylococcus aureus keratitli olgunun ön segment fotoğrafında konjonktival injeksiyon, stromal infiltrasyon ve lokalize kornea ödemi izleniyor Şekil 3B: Şekil 3a’daki olgunun tedavi sonrası konjonktiva injeksiyonunun ve kornea ödeminin azaldığı, stroma infiltrasyonun sınırlandığı izleniyor Klinik Gelişim 67 2012; 25: 66-71 boyası, Acanthamoeba düşünülüyorsa akridin turuncusu veya kalkoflor beyazı gibi özel boyalar kullanılmalıdır. Bakteriyel keratitlerin Gram boyama sonuçları incelendiğinde olguların %75’i monobakteriyel keratitken, %37’sinde polibakteriyel keratit bulunmuştur.13 Korneal kazıntıların akridin turuncu ve floresan mikroskopi ile incelenmesi Gram boyamadan %80 daha duyarlıdır. Ancak korneal kazımaların boyamalarından %20-30 yanlış negatif sonuç çıkabileceği unutulmamalıdır.14 Aerop bakteriler ve saprofitik mantarlar için kanlı agar; Haemophilus, Neisseria, Moraxella için çukulata agar; mantarlar için sabouraud dekstroz agar; aerob ve anaerob bakteriler için zenginleştirilmiş tiyoglikolat besi yeri; nontüberküloz mikobakteriler için Löwenstein-Jensen agar besi yeri; Acanthamoeba düşünülüyorsa E.coli etkili nutrient olmayan agar besi yerlerine ekim yapılmalıdır.3 Korneal infeksiyon antibiyotik tedavisine rağmen iyileşmiyorsa, kazıma ile mikroorganizma gösterilemiyorsa korneal biyopsi yapılmalıdır.15 Biyopsi ile alınan materyalin bir kısmı patolojik incelemeye bir kısmı da mikrobiyal kültür ve antibiyotik duyarlılık testleri için mikrobiyoloji laboratuvarına gönderilmelidir. Patoloji Bakteriyel keratitin patogenezini korneanın avasküler saydam anatomik yapısında ve spesifik fonksiyonlarında potansiyel değişiklikler, bakterinin virülansı ve invazyonu ile birlikte hastanın bağışıklık durumu belirler.1 Bakteriyel keratit oluşumu için mikrobiyal adhezinlerin konak hücre reseptörlerine bağlanması gerekir. Bakterinin yüzey pilileri veya glikokaliks örtüsü bakterinin tutunmasını kolaylaştırır. Genellikle bakterinin tutunması için kornea epitelinde bir defekt olmalıdır. Bakteriler kornea stromasına tutunabilseler bile daha çok hasarlı epitelin kenarlarına tutunma eğilimindedir.16 Korneal infeksiyonlar sıklıkla epitel bütünlüğünün bozulması ile ortaya çıksa da Corynebacterium diptheriae, Haemophilus aegyptius, Neisseria gonorrhoeae, Neisseria menengitidis, Shigella ve Listeria gibi bazı bakteriler intakt epitelden invaze olabilmektedir.1 tarafından skar dokusu oluşturulur. İnflamasyon aynı zamanda anjiyogenezi indükleyebilir ve bu damarlar zaman içinde gerileyebilir.3 Tedavi Bakteriyel keratitlerde korneal dokunun hızlı zarar görme potansiyelinden dolayı, bakteriyel bir patojenden şüphe duyulduğu anda, etken mikroorganizmanın gösterilmesi beklenmeden etkin tedavi başlanmalıdır. Tedavide amaç şüpheli mikroorganizma ve hastaya ait risk faktörleri göz önünde tutularak infeksiyonu baskılamak, inflamatuar yanıtı ve ağrıyı azaltmak, korneada yapısal hasarın önüne geçmek, epitel yüzeyin iyileşmesini hızlandırmaktır.13 Güçlü, geniş spektrumlu, bakterisid etkili antibiyotik ilaçların sık uygulanımı ile bakteriyel keratit tedavisi yapılır. Ciddi süpüratif keratitlerde antibiyotik tedavisi çok sık aralıklarla uygulanmalıdır. Virülan patojenlerin etken olduğu keratitlerin hızlıca perforasyona ilerleyebildiği ve kornea skarının görme kaybına neden olduğu unutulmamalı ve ciddi ülseri olan hastalar hastaneye yatırılarak tedavileri deneyimli personel tarafından uygulanmalıdır. Sık ve yeterli miktarda antibiyotik tedavisi uygulanması hasta yakınları ve hasta için yorucu olabilir ve tedavide aksaklıklar yaşanabilir. Perforasyon tehdidi olmayan hafif orta derece keratitli hastaların yakın takip yapılabiliyorsa hastande kalmaları zorunlu değildir.19 Bakteriyel keratitin tedavisinde topikal antibiyotikler ilacın infeksiyon bölgesine ulaşabilirliği açısından en etkin yöntemdir.20,21 Topikal ilaçlar tercih edilen yoldur çünkü bu yolla korneada ve ön kamarada hızlı bir şekilde yüksek konsantrasyon sağlanır. Göz damlaları en sık kullanılan topikal antibiyotiklerdir bunun yanında pomadlar, jeller, yavaş salınımlı preparatlar da kornea stromasında uzun süreli yüksek konsantrasyon sağlamak için kullanılabilir. Kornea epiteli antibiyotik penetrasyonu için potansiyel bariyerken, ülseratif keratitlerde epitelin hasarlı olması ilacın stromaya erişimini kolaylaştırır. Hızlı pik kornea konsantrasyonuna ulaşmak için yükleme dozu yani başlangıçta sık uygulama yapmak gerekir. Keratitin ciddiyetine göre ilk 1 saat boyunca her 5-15 dk.da bir yükleme yapıldıktan sonra her 15-60 dk.da bir topikal antibiyotik uygulanır.22 Tutunma gerçekleştikten sonra inflamasyon, nekroz ve anjiyogenez devam eder. Bazı bakteriler protein sentezini inhibe eden toksinler, alkali proteaz, elastaz gibi nekrozu uyaran proteazlar üretir. Komplemanı, immunglobulinleri, interferonları, interlökin 1ve 2’yi, tümör nekroz faktörü parçalayarak konak savunmasını bozarlar.17,18 Konağın lizozomal enzimleri, nötrofil, kerotosit ve epiteloid hücrelerin oksidatif ürünleri de stroma nekrozuna katkıda bulunur. Antibiyotiklerin subkonjoktival injeksiyonu, injeksiyon bölgesinden diffüze olarak yüksek kornea konsantrasyonu sağlar. Eğer kornea ülseri belirginse terapotik amaçlı yumuşak kontakt lens uygulanımı, kornea yüzeyini göz kapağının mekanik etkisinden koruyacak ve stroma iyileşmesini ve re-epitelizasyonu hızlandıracaktır. Antibiyotik emdirilmiş kollajen lensler de yine yüksek kornea konsantrasyonu sağlamak için avantajlıdır.22 Kornea infeksiyonu, kornea ve limbal kan damarları ile korneaya ulaşan polimorf nükleer lökositlerin göçünü indükler. Bu lökositler bakterileri ve nekrotik stromayı fagosite eder. Bakterilere karşı konak savunması yetersiz kalırsa veya nekroz kontrolsüzce yayılırsa perforasyon ve endoftalmi gelişebilir. İnfeksiyon kontrol altına alınırsa infiltrasyon alanı küçülür ve ülser üzerindeki epitel iyileşir. Aktive keratositler ve transforme olmuş histiyositler Noninflame gözlerde parenteral antibiyotik uygulamada ilacın emilimi çok zayıftır. Oküler inflamasyonun eşlik ettiği bakteriyel keratitlerde sistemik antibiyotiğin oküler penetrasyonu artar.23 Ciddi gonokokkal keratokonjonktivitler, H.influenzae ve P.aeruginosa keratitleri, perforasyon riski olan keratitler, perfore keratitler, korneaskleral travma sonrası gelişen keratitler ve skleral tutulumun eşlik ettiği keratitlerde parenteral uygulama yapılmalıdır.1,24 68 Klinik Gelişim Y. AYDIN AKKOVA, S. GÜR GÜNGÖR Antibiyotik Tedavi Kültür ve antibiyotik sonuçları gelmeden ampirik tedaviye başlanmalıdır. Bakteriyel keratite neden olan potansiyel bütün mikroorganizmalara karşı etkin tek bir antibiyotik yoktur. Olası Gram pozitif ve Gram negatif bakterileri kapsayacak geniş spektrumlu antibiyotikleri seçmek gerekir.20 Sefalosporinler Gram pozitif koklara karşı etkili bir antibiyotiktir, bir miktar Gram negatif basillere karşı etkinliği vardır. Sefazolinin 50mg/ml güçlendirilmiş konsantrasyonu topikal ve subkonjonktival uygulanım ile kornea tarafından çok iyi tolere edilebilmektedir. Gram negatif bakterilere karşı aminoglikozidler başlangıç tedavi için çok iyi bir seçimdir. Gentamisin, Pseudomonas, Klebsiella, Enterobacter gibi Gram negatif bakterilere karşı etkindir. Gentamisin dirençli Pseudomonas için tobramisin bir alternatif ilaç olabilir.25 Aminoglikozidlerin, özellikle tobramisinin uzun süreli sık kullanımda kornea toksisitesi görülebilir. Kornea infeksiyonlarında gentamisin ve tobramisin 10-20 mg/ml’lik güçlendirilmiş konsantrasyonda hazırlanır.3 Topikal güçlendirilmiş konsantrasyonda sefazol ve tobramisin (veya gentamisin) polibakteriyel keratitlere karşı iyi bir başlangıç kombinasyonundur.1 Aminoglikozidler vankomisin ile de kombine edilebilir. Vankomisin sefalosorinlerin etkisiz olduğu stafilokok infeksiyonlarında kullanılabilir ancak direnç gelişimi nedeniyle ampirik tedavide önerilmez ve konjonktivada ayrılmaya yol açabileceğinden subkonjonktival injeksiyonları önerilmez.26 Florokinolonlar yüksek potansiyelleri ve hazır ticari preparatları olması sebebiyle bakteriyel keratit tedavisinde sık kullanılmaktadır. Florokinolonlar hem Gram negatif aerobik bakterilere hem de çoğu Gram pozitif bakterilere karşı bakterisidal etkilerinden dolayı başlangıç tedavi olarak seçilebilir. Akut bakteriyel keratitlerde fortifiye antibiyotik tedaviler ile karşılaştırılan çalışmalarda etkin ve güvenilir olduğu gösterilmiştir.27,28,29 Piyasada bulunan florokinolon göz preparatları ofloksasin, siprofloksasin, levoflosasin, lomefloksasin, moksifloksasin ve gatifloksasindir. Ofloksasin, siprofloksasin, levofloksasin Gram negatif bakterilere karşı Gram pozitif bakterilerden daha etkindir.30 Bu antibiyotiklerin aköz konsantrasyonlarını karşılaştıran bir çalışmada her iki antibiyotiğin de aköze yeterli miktarda geçtikleri ve bu konsantrasyonların çoğu mikroorganizma için minimal inhibisyon konsantrasyon değerinin üstünde olduğu tespit edilmiştir.31 Moksifloksasin ve gatifloksasin en yeni nesil florokinolonlardır ve Gram pozitif bakterilere karşı etkinlikleri önceki nesil florokinolonlardan daha iyidir. Ayrıca nontüberküloz mikobakterler, Mycoplasma, Legionella, Chylamydia, anaerob Propionibacterium acnes bu yeni nesil antibiyotiklere duyarlıdır.32,33 Moksifloksasinin ve gatifloksasinini kendi aralarında ve önceki nesille karşılaştıran çalışmalarda hem kornea stroma düzeyleri hem de ön kamara konsantrasyonların önceki nesilden daha iyi olduğu ve moksifloksasinin gatifloksasine göre ön kamaraya daha iyi geçtiği gösterilmiştir.34,35,36,37 MokKlinik Gelişim sifloksasin pH’ının oküler yüzey pH’ına daha yakın olması yanında ilaç konsantrasyonun (%0.5) gatifloksasine göre (%0.3) daha yüksek olmasının ön kamaraya daha iyi geçmesinde rolü vardır.38 Penisilinler streptokok ve stafilokok gibi birçok Gram pozitif organizmaya, gonokoklara, bazı anaerobik bakterilere etkilidir. Ancak stafilokokların bazı suşları beta laktamaz üretirler ve penisilinlere dirençlidirler. Semisentetik penisilinler penisilinaz üreten bakterilere karşı etkilidirler ancak bunlarla da penisilin alerjisi görülebilir. Amoksasilin ve ampisilin gibi genişletilmiş spektrumlu antibiyotikler Gram pozitiflere ve Pseuodomonas türlerine etkili ama penisilinaz üreten stafilokoklara karşı etkisizdir. Penisilinler ve penisilin türevi antibiyotikler hem topikal hem de subkonjonktival uygulanabilir.3 Tedavi Modifikasyonu Çalışmalar florokinolanlar ile ya da aminoglikozid ve sefalosporin kombinasyonuyla ampirik tedavinin, olguların %95’inde etkili olduğunu göstermiştir.27,39 Mikrobiyal kültür ve antibiyotik tedavi sonuçlarına göre başlangıç tedavide değişiklikler yapılabilir. Tedavide yapılacak herhangi bir değişiklikte mikrobiyal inceleme sonuçları yanında klinik bulgulardaki değişiklikler ve hastanın başlangıç tedavisine tolerans durumu da önemlidir. Eğer başlangıç tedavi ile klinik bulgular belirgin olarak düzeliyorsa tedavide değişiklik yapmak gerekmeyebilir. Keratitten sorumlu mikroorganizma başlangıçta seçilen antibiyotikten başka bir antibiyotiği daha duyarlı ise veya seçilen antibiyotiğe dirençli olduğu testlerde gösterildiyse daha etkin antibiyotiğe geçmek daha iyi olabilir. Eğer başlangıçta geniş spektrumlu kombinasyon tedavisi seçilmiş ve labaratuarda tek bakteri sorumlu olarak gösterildiyse tedaviye o bakterinin duyarlı olduğu antibiyotikle devam edilebilir. Mikrobiyal incelemeler sorumlu mikroorganizmayı gösteremediyse klinik bulgular tedaviyi yönlendirmelidir.1 Antibiyotik tedavi başladıktan sonra bakteriyel keratitin yakın takibi yapılmalıdır. Hastaneye yatırılan hastaların günde iki kez biyomikroskopik muayenesi yapılmalıdır. Etkin bir antibiyotik tedavisi ile ilk 48-72 saat içinde bakteriyel keratitin ilerlemesi durmalı, stromal infiltrat kenarlarında aktivite azalmalı, ön kamara reaksiyonu gerilemeli, epitel ve stroma iyileşmesi başlamalıdır. Klinik yanıtta bakterinin patojenitesine, infeksiyonun süresine, hasta bağışıklık durumuna göre değişiklikler olabilir. 36-48 saat sonunda klinik iyileşme varsa tedavi uygulama sıklığı azaltılabilir. Tedaviyi sonlandırma prensibi ise epitelin temamen iyileşmesine ve stroma infiltratının ilerlemesinin durmasına dayanır. Antibiyotiklerin epitel ve stroma toksisitesi yapabileceği ve iyileşmeyi engelleyebileceğine de dikkat edilmelidir.3 Eğer bakteri kültürlerinde herhangi bir organizma gösterilemezse ve hastalık ilerliyorsa, infeksiyöz olmayan veya non-bakteriyel keratitlerin ayırıcı tanısı yapılmalıdır. Mikobakteri, mantar, protozoalar için uygun kültürler alınmalıdır. 69 2012; 25: 66-71 Destekleyici Tedaviler Korneanın yoğun innervasyonundan dolayı ülseratif keratitlerde hastaların göz ağrısı çok yoğundur. Asetaminofen ve diğer ağrı kesiciler tedaviye eklenmelidir. Siliyer spazmı azaltmak için topikal sikloplejik ajanlar verilmelidir, hem ağrıyı keserler hem de arka sineşi oluşmasını engellerler. Göz içi basıncının sık takibi yapılmalı, yüksek olduğu durumlarda topikal beta blokör, topikal ya da oral karbonik anhidraz inhibitörleri ile kontrol altına alınmalıdır.3 Tedavinin başlangıcında mikroorganizmanın çoğalmasına ortam sağlayacağı için kapama tedavisi önerilmez, ancak bakteri eradikasyonu sağlandıktan sonra epitel iyileşmesini sağlamak için kapama, yumuşak kontakt lensler yakın takip yapılabilen hastalarda kullanılabilir.1 Bakteriyel keratitte inflamasyonu baskılamak için kortikosteroidler kullanılabilir. Ancak yara iyileşmesinde gecikme yapabileceğinden ve bakteri çoğalmasına neden olabileceğinden antibiyotik tedavisinin yeterliliği konusunda şüphe varsa steroidler kullanılmamalıdır.3 Eğer nekroz perforasyona ilerler ise cerrahi girişim gerekebilir. Küçük perforasyonlar siyanoakrilat doku yapıştırıcı ile tedavi edilebilir. Periferik kornea ülserasyonlarında konjonktiva flepleri kullanılabilr. Eğer perforasyon çok geniş, nekroz yaygınsa penetran keratoplasti yapmak gerekir.40 Kaynaklar 1. O’Brien TP. Management of bacterial keratitis: Beyond exorcism towards consideration of organism and host factors. Eye 2003;17(8):957-974. 2. Whitcher JP. Corneal 1990;30(1):30-32. 3. McLeod S. Bacterial keratitis. In: Yanoff M, Duker JS, ed. Ophthalmology 2nd edition. St. Louis: Mosby;466-475. 4. Thomas PA, Geraldine P. Infectious keratitis. Curr Opin Infect Dis 2007;20(2):129-141. 5. Parmar P, Salman A, Kalavathy CM, et al. Microbial keratitis at extremes of age. Cornea 2006;25(2):153-158. 6. McLeod SD, Flowers CW, Lopez PF, et al. Endophthalmitis and orbital cellulitis after radial keratotomy. Ophthalmology 1995;102(12):1902-1907. 7. ulceration. Int Ophthalmol Clin Nanda M, Pflugfelder SC, Holland S. Fulminant pseudomonal keratitis and scleritis in human immunodeficiency virus-infected patients. Arch Ophthalmol 1991;109:503-505. 8. Pepose JS, Wilhelmus KR. Divergent approaches to the management of corneal ulcers. Am J Ophthalmol 1992;114(5):630-632. 9. MacRae S, Herman C, Stulting RD, et al. Corneal ulcer and adverse reaction rates in premarket contact lens studies. Am J Ophthalmol 1991;111(4):457-465. 10. Poggio EC, Glynn RJ, Schein OD, et al. The incidence of ulcerative keratitis among users of daily-wear and extended-wear soft contact lenses. N Engl J Med 1989;321(12):779-783. 11. Lam DS, Houang E, Fan DS, et al.; Hong Kong Microbial Keratitis Study Group. Incidence and risk factors for microbial keratitis in Hong Kong: comparison with Europe and North America. Eye (Lond) 2002;16(5):608-618. 12. Jones DB. A Plan for antimicrobial therapy in bacterial keratitis. Trans Am Acad Ophthalmol Otolaryngol 1975;79:95. 13. Jones DB. Initial therapy of suspected microbial corneal ulsers II. Spesific antibiotic therapy based on corneal smears. Surv Ophthalmol 1979;24:97. 70 14. Baum JL. Initial therapy of suspected microbial corneal ulcers. I. Broad antibiotic therapy based on prevalence of organisms. Surv Ophthalmol 1979;24(2):97-105. 15. Alexandrakis G, Haimovici R, Miller D, Alfonso EC. Corneal biopsy in the management of progressive microbial keratitis. Am J Ophthalmol 2000;129(5):571-576. 16. Stern GA, Weitzenkorn D, Valenti J. Adherence of Pseudomonas aeruginosa to the mouse cornea. Epithelial v stromal adherence. Arch Ophthalmol 1982;100(12):1956-1958. 17. Kharazmi A. Mechanisms involved in the evasion of the host defence by Pseudomonas aeruginosa. Immunol Lett 1991;30(2):201-205. 18. Hazlett LD, Rudner XL, McClellan SA, et al. Role of IL-12 and IFN-gamma in Pseudomonas aeruginosa corneal infection. Invest Ophthalmol Vis Sci. 2002;43(2):419-424. 19. Groden LR, Brinser JH. Outpatient treatment of microbial corneal ulcers. Arch Ophthalmol 1986;104(1):84-86. 20. Lesar TS, Fiscella RG. Antimicrobial drug delivery to the eye. Drug Intell Clin Pharm 1985;19(9):642-654. 21. Barza M. Antibacterial agents in the treatment of ocular infections. Infect Dis Clin North Am 1989;3(3):533-551. 22. Glasser DB, Gardner S, Ellis JG, Pettit TH. Loading doses and extended dosing intervals in topical gentamicin therapy. Am J Ophthalmol 1985;99(3):329-332. 23. Cunha-Vaz J. The blood-ocular barriers. Surv Ophthalmol 1979;23(5):279-296. 24. Burns RP, Rhodes DH. Pseudomonas eye infection as a cause of death in premature infants. Arch Ophthalmol 1961;65:517-525. 25. Gelender H, Rettich C. Gentamicin-resistant Pseudomonas aeruginosa corneal ulcers. Cornea 1984;3(1):21-26. 26. Fiscella RG. Vancomycin use in ophthalmology. Arch Ophthalmol. 1995;113(11):1353-1354. 27. O’Brien TP, Maguire MG, Fink NE, et al. Efficacy of ofloxacin vs cefazolin and tobramycin in the therapy for bacterial keratitis. Report from the Bacterial Keratitis Study Research Group. Arch Ophthalmol 1995;113(10):1257-1265. 28. Hyndiuk RA, Eiferman RA, Caldwell DR, et al. Comparison of ciprofloxacin ophthalmic solution 0.3%to fortified tobramycincefazolin in treating bacterial corneal ulcers. Ciprofloxacin Bacterial Keratitis Study Group. Ophthalmology 1996;103(11):18541862. 29. Panda A, Ahuja R, Sastry SS. Comparison of topical 0.3%ofloxacin with fortified tobramycin plus cefazolin in the treatment of bacterial keratitis. Eye 1999;13:744-747. 30. Ball P. Quinolone generations: natural history or natural selection. J Antimicrob Chemother 2000;46:17-24. 31. Yalvac IS, Basci NE, Bozkurt A, Duman S. Penetration of topically applied ciprofloxacin and ofloxacin into the aqueous humor and vitreous. J Cataract Refract Surg 2003;29:487-491. 32. Mah FS. Fourth-generation flouroquinolones: new topical agents in the war on ocular bacterial infections. Curr Opin Ophthalmol 2004;15:316-320. 33. Hamam RN, Noureddin B, Salti HI, et al. Recalcitrant post-LASIK Mycobacterium chelonae keratitis eradicated after the use of fourth-generation fluoroquinolone. Ophthalmology 2006;113:950954. 34. Solomon R, Donnenfeld ED, Perry HD, et al. Penetration of topically applied gatifloxacin 0.3%, moxifloxacin 0.5%, and ciprofloxacin 0.3%into the aqueous humor. Ophthalmology 2005; 112:466-469. 35. Kim DH, Stark WJ, O’Brien TP, Dick JD. Aqueous penetration and biological activity of moxifloxacin 0.5%ophthalmic solution and gatifloxacin 0.3%solution in cataract surgery patients. Ophthalmology 2005; 112:1992-1996. 36. McCulley JP, Caudle D, Aranowicz JD, Shine WE. Fourth generation fluoroquinolone penetration into the aqueous humor in humans. Ophthalmology 2006; 14:955-959. Klinik Gelişim Y. AYDIN AKKOVA, S. GÜR GÜNGÖR 37. Güngör SG, Akova YA, Bozkurt A, et al Aqueous humour penetration of moxifloxocin and gatifloxacin eye drops in different dosing regimens before phacoemulsification surgery. Br J Ophthalmol. 2010;28 [Epub ahead of print] 39. McLeod SD, Kolahdouz-Isfahani A, Rostamian K, et al. The role of smears, cultures, and antibiotic sensitivity testing in the management of suspected infectious keratitis. Ophthalmology 1996;103(1):23-28. 38. Schlech BA, Alfonso E. Overview of the potency of moxifloxacin ophthalmic solution 0.5%(Vigamox). Surv Ophthalmol 2005; 50:7-15. 40. Hill JC. Use of penetrating keratoplasty in acute bacterial keratitis. Br J Ophthalmol 1986;70(7):502-506. Klinik Gelişim 71 Yazarlara Bilgi www.klinikgelisim.org.tr Derginin amacı, tıp alanında mesleki ve toplumsal öncelik ve önem taşıyan seçilmiş konulardaki en güncel bilimsel gelişmeleri ve çalışmaları bütüncül (holistik) yaklaşımla, moleküler düzeyden sosyal boyuta dek çok katmanlı biçimde meslektaşlarımıza aktarmak ve kalıcılığı olan bir dizi oluşturmaktır. ve şekiller izlemelidir. Tablo ve şekiller metin sonunda, her biri ayrı bir sayfada yazılmalıdır. • Teşekkür bölümü, metnin sonuna eklenmeli ve bir paragrafı geçmemelidir. • Kaynaklar: Tablo ve şekiller de dahil olmak üzere metin içerisinde geçiş sırasına göre sıralanmalı ve metinde parantez içinde ve cümle sonunda belirtilmelidir. Türkçe kaynak kullanımına önem verilmelidir. Dergi isimleri Index Medicus’a uygun kısaltılmalı, eğer Index Medicus’ta yer almıyorsa tam olarak yazılmalıdır. Peş peşe ikiden fazla kaynak kullanımında sadece ilk ve son kaynak numaraları belirtilmelidir (3–9 gibi). Kaynak gösterilen makalenin künyesinde 4 veya daha fazla yazar olduğunda ilk 3 yazarın ismi yazılmalı, sonrasında Türkçe kaynaklarda ve ark. Türkçe dışı kaynaklarda et al. kullanılmalıdır. Dört veya daha az yazarlı makalelerde tüm yazarların isimleri yazılmalıdır. Kaynaklar Index Medicus’a uygun şekilde (Vancouver Stili) aşağıda örneklendiği gibi yazılmalıdır. Bu amaçla, her yılbaşında toplanan yayın kurulunun belirlediği konularda çağrılı editörlerin belirlediği alt konu başlıklarındaki derlemeleri yayınlar. Söz konusu derlemelerin tümü güncel bilgileri içermelidir. Ayrıca seçilmiş konular ile ilgili sosyal sorunlar da seçilmiş konu editörlerince dile getirilebilir. Klinik Gelişim dergisi, yayın kurulu dışından önerilecek seçilmiş konu ve editör önerilerine açıktır. Derginin hedef kitlesi konu ile ilgili tıp fakültesi son sınıf öğrencileri, pratisyen hekimler, asistan hekimler ve uzman hekimlerdir. Derginin yayın dili Türkçedir. Yazıların Türk Dil Kurumu Sözlüğüne ve Yeni Yazım Kılavuzu’na uygun olması gerekir. Seçilmiş konu editörleri, yayın kurallarına uymayan yazıları yayımlamamak, düzeltmek üzere yazarına geri vermek ve biçim olarak yeniden düzenlemek yetkisine sahiptir. Dergiye gönderilen yazılara telif hakkı ödenmez ve yazar yazının tüm yayım haklarının İstanbul Tabip Odasına ait olduğunu kabul eder. Makaleler için ayrı baskı yapılmaz. Yayın devir hakkı formu, bütün yazarlarca imzalanarak gönderilen makalelere eklenir. Yayımlanan yazıların bilimsel ve hukuksal sorumluluğu yazarlara aittir. Gönderilen yazıların hemen işleme konulabilmesi için, mutlaka aşağıda belirtilen yazım kurallarına uygun olması gereklidir: • 72 Yazılar çift aralıklı ve 12 punto olarak, her sayfanın iki yanında ve alt ve üst kısmında 3 cm boşluk bırakılarak yazılmalıdır. Sayfa numaraları her sayfanın alt ortasında yer almalıdır. Yazıda konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacak alt başlıklar kullanılmalıdır. Bir derleme yazısında; konunun ve sorunun içeriği, tarihi ve temel bilgiler, klinik bulgular, konuya ilişkin sorun çözmede kullanılan yöntemler hayvan ve insan deneyleri, tartışma, sonuç, öneriler ve gelecekte yapılacak çalışmalar gibi bölümlerin bulunması yararlı olacaktır. Farmasötik ürünler jenerik veya ticari isimleriyle belirtilmelidir (jenerik isimler yeğlenir). Ticari isimler büyük harfle yazılmalı, firma ve firma şehri ürün adından hemen sonra parantezde belirtilmelidir. Ana metni teşekkür, kaynaklar, tablo Dergi Makaleleri Standart makale Vega KJ, Pina I, Krevsky B. Transplantation is associated with an increased risk for pancreatobiliary disease. Ann Intern Med 1996; 124: 980-983. Ek QF. Risk assessment of nickel carcinogenicity and occupational lung cancer. Environ Health Perspect 1994;102 (Suppl1): 2755–2782. Özet Format (Mektup, Abstract ve Editoryal): Ennzensberger W, Fischer PA. Metronume in Parkinson’s disease (Letter). Lancet 1996; 347:1337. Kitaplar Ve Diğer Monograflar Yazarlı Ringsven MK, Bond D. Gerontology and leadership skills for nurses. 2nd ed. Albany, NY: Delmar; 1996. Editörlü Norman IJ, Redfem SJ, eds. Mental Health Care for Elderly People. New York: Churchill Livingstone; 1996. Klinik Gelişim Kitapta Bölüm Phillips SJ, Whistant JP. Hypertension and stroke. In: Laragh JH, Brenner BM; eds. Hypertension: Pathophysiology, diag nosis and management. 2nd ed. New York: Raven Pr; 1995:466-478. Diğer kaynak yazılımları için bakınız: Uniform requirements for manuscript submitted to biomedical journals. N Eng J Med 1997;336:309-315. • Tablolar: Her tablo ayrı bir sayfada çift aralıklı olarak yazılmalı ve metin içerisindeki dizine göre Romen rakamı ile numaralanmalıdır. Tablo kapsamının kısa tanımı başlık olarak tablonun üstüne yazılmalıdır. • Şekiller: Her yazı için en çok 6 adet kabul edilir. Metinde geçtiği sıraya göre Arabik rakamlarla numaralanmalıdır. Mikroskobik fotoğraflarda kullanılan boya, büyütme ölçütleri, şekil içerisinde uzunluk birimi (internal scale bar) belirtilmeli ve patolojik piyeslerde santimetrik şablon eklenmelidir. Hasta fotoğraf ve grafilerinde etik değerler korunmalıdır. Şekiller metin içerisinde kullanılacakları yerlere parantez içerisinde şekil numarasıyla belirtilmeli, kaynaklar ve tablolardan sonra ayrı bir sayfada da liste halinde tüm şekillerin alt yazıları sunulmalıdır. Reprodüksiyon olan şekiller için izin mektubu gereklidir. • Kısaltmalar, uluslararası kabul edilen şekle göre yapılmalı, ilk kullanıldıkları yerde parantez içinde yazılmalı ve tüm metinde bu kısaltma kullanılmalıdır. Basılmış Kongre Özet / Kitabı Bengtsson S, Solheim BG. Enforcement of data protection privacy and security in medical informatics. In: Lun KC, Degoulet P, Pemme TE, Rienhoff O, eds. MEDINFO 92. Proceedings of the 7th World Congress on Medical Informatics; 6-10 September 1992; Geneva, Switzerland. Amsterdam: North-Holland; 1992:1561-1565. Basılmamış Kaynaklar Smith J. New agents for cancer chemotherapy. Presented at the Third Annual Meeting of the American Cancer Society, 13 June 1983, New York. Tez Koca B. Jüvenil idyopatik artritli çocuklarda pnömokok aşılaması (Tez). İstanbul Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi;2006 Klinik Gelişim 73 Son Söz Gözlerin Gözlerin gözlerin gözlerin, ister hapisaneme, ister hastaneme gel, gözlerin gözlerin gözlerin hep güneşte, şu Mayıs ayı sonlarında öyledir işte Antalya tarafında ekinler seher vakti. Gözlerin gözlerin gözlerin, kaç defa karşımda ağladılar çırılçıplak kaldı gözlerin altı aylık çocuk gözleri gibi kocaman ve çırılçıplak, fakat bir gün bile güneşsiz kalmadılar. Gözlerin gözlerin gözlerin, gözlerin bir mahmurlaşmaya görsün sevinçli bahtiyar alabildiğine akıllı ve mükemmel dillere destan bir şeyler olur dünyaya sevdası insanın. Gözlerin gözlerin gözlerin, sonbaharda öyledir işte kestanelikleri Bursa'nın ve yaz yağmurundan sonra yapraklar ve her mevsim ve her saat İstanbul. Gözlerin gözlerin gözlerin, gün gelecek gülüm, gün gelecek, kardeş insanlar birbirine senin gözlerinle bakacaklar gülüm, senin gözlerinle bakacaklar. Nazım Hikmet Ran