tc gazi üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü uluslararası ilişkiler

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI
SOĞUK SAVAŞ SONRASI TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA
SÖYLEM VE EYLEM: TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
HAZIRLAYAN
Baybars ÖĞÜN
TEZ DANIŞMANI
Doç. Dr. Mehmet ŞAHİN
Ankara - 2013
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI
SOĞUK SAVAŞ SONRASI TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA
SÖYLEM VE EYLEM: TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
HAZIRLAYAN
Baybars ÖĞÜN
TEZ DANIŞMANI
Doç. Dr. Mehmet ŞAHİN
Ankara - 2013
i
ÖZET
ÖĞÜN, Baybars; "Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikasında Söylem
ve Eylem: Türkiye-AB İlişkileri", Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2013.
Bu çalışmanın amacı Türk dış politikasını söylemsel düzeyde analiz
etmektir.
Bu
çalışmada
öncelikle
post-modernizmin/post-yapısalcılığın
üzerinde durulmakta ve ardından söylem, söylem analizi ve eleştirel söylem
analizi incelenmektedir. Bu çalışmada Soğuk Savaş sonrası Türkiye-AB
ilişkilerinde Türk dış politikası aktörlerinin söylemleri analiz edilerek bu
söylemlerin kendi içindeki tutarlılığı/tutarsızlığı ve ardından söylem-eylem
arasındaki
ilişki
sorgulanmaktadır.
Bu
noktada
post-modernizmin/post-
yapısalcılığın uluslararası ilişkiler disiplinine getirdiği farklı bakış açısı ve
yaklaşım dikkate alınmaktadır.
Kuramsal çerçevede post-modernizm/post-
yapısalcılık, söylem, söylem analizi ve eleştirel söylem analizi ayrıntılı olarak
incelendikten sonra söylem-eylem ilişkisi ve dış politika kavramı ele
alınmaktadır. Bu çalışmada eylemden kastedilen dış politikanın uygulanması
veya hayata geçirilmesidir. Yöntem olarak, eleştirel söylem analizinde
kullanılan
bazı söylemsel
stratejilerden faydalanılarak
söylemler analiz
edilmektedir. Tezin ikinci bölümünde 1990'lı yıllarda, üçüncü bölümünde ise
2000'li
yıllarda
Türkiye-AB
ilişkilerinde
Türk
dış
politikası aktörlerinin
söylemleri analiz edilmekte ve uygulanan dış politika üzerinden söylemeylem analizi yapılmaktadır. Sonuçta Türk dış politikasında Türkiye-AB
ilişkileri bağlamında 2000'li yıllarda hem söylem düzeyinde hem de söylemeylem düzeyinde 1990'lı yıllarla karşılaştırıldığında daha tutarlı bir yapının
ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Buna karşılık, her iki dönemdeki söylemlerin
kendi içindeki tutarsızlıkları tespit edilmektedir. Ayrıca Soğuk Savaş'ın
bitiminden günümüze Türkiye-AB ilişkileri hem metin içinde hem de
dipnotlarda ortaya konmaktadır.
ii
Anahtar Kelimeler:
1. Post-modernizm/Post-yapısalcılık
2. Söylem
3. Eylem
4. Dış Politika
5. Eleştirel Söylem Analizi
iii
ABSTRACT
ÖĞÜN, Baybars; "Discourse and Action in Turkish Foreign Policy After
the Cold War: Relations Between Turkey and the EU", Master Thesis,
Ankara, 2013.
The purpose of this study is to analyse Turkish foreign policy at the
discursive
context.
In
this
study,
first
of
all,
post-modernism/post-
structuralism is explained and then the concept of discourse, the discourse
analysis and the critical discourse analysis are searched. In this study, when
discourses of Turkish foreign policy actors in the relations between Turkey
and
the
European
Union
after
the
Cold
War
are
analysed, the
consistency/inconsistency of these discourses in their own right and the
relationship between discourse and action are investigated. At this point, the
different point of view and approach of the post-modernism/post-structuralism
in the discipline of international relations is evaluated. After the postmodernism/post-structuralism, the discourse, the discourse analysis and the
critical discourse analysis; the relationship between the concept of discourse
and action, and the notion of foreign policy are put emphasis on in the
theoretical framework. In this study, the action means implementation of
foreign policy. As the method of this study, some of discursive strategies are
used in the critical discourse analysis to analyse the discourses. In the
second part (in the 1990s) and the third part (in the 2000s) of this study, the
discourse analysis of Turkish foreign policy actors and analysis of the
discourse-action are done. Eventually, compare with the 1990s and the
2000s in the context of the relations between Turkey and the EU, in the
2000s both the level of the discourse and the level of the discourse-action
have a more consistent structure than the 1990s. Furthermore, the
inconsistency of the discourses is realized at both periods. Additionally, from
the end of the Cold War period to today, the relations between Turkey and
the EU is discussed both in text and annotations.
iv
Key Words:
1. Post-modernism/Post-structuralism
2. Discourse
3. Action
4. Foreign Policy
5. Critical Discourse Analysis
ÖNSÖZ
Tez
danışmanım
olan
Doç.
Dr.
Mehmet
Şahin'in
tavsiyeleri
doğrultusunda Türk dış politikasını söylemsel düzeyde analiz etme düşüncesi
ağırlık kazanınca belli bir süre konu taraması yapılmıştır. Mehmet Şahin'in
söylem analizi ve söylem-eylem analizine yönelik bir çalışma önermesi
üzerine öncelikle söylem, söylem analizi ve dış politikada söylem analizi gibi
alanlarda yapılan çalışmalar incelenmiştir. Genelinde dış politika özelinde de
Türk dış politikası üzerine söylem ve söylem analizi merkezli çalışmaların
sınırlı sayıda olması teze başlanırken en büyük zorluk olmuştur. Söylem
merkezli araştırmalara başlanırken Mehmet Şahin'in tavsiyesiyle Türk dış
politikasında belli bir bölgeye yönelik veya belli bir konu etrafında söylemeylem tutarlılığını sorgulamak ön plana çıkmıştır. Ardından çalışmayı daha
spesifik hale getirmek için Türk dış politikasında Soğuk Savaş sonrası
dönemi 1990'lı yıllar ve 2000'li yıllar şeklinde ayırarak hem söylem-eylem
tutarlılığını/tutarsızlığını ortaya koymak hem de dönemsel bir karşılaştırma
yapmak hedeflenmiştir. Dönemsel olarak bu şekilde bir ayırıma gidilince buna
en uygun konunun ise Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri olduğu ortaya çıkmıştır.
Özellikle 1990'lı yıllar ve 2000'li yıllar içinde örnek olay sayıları açısından var
olan benzerlik ve mevcut konu başlıkları içinde yeterli sayıda söylem
bulunması sonrası tezin konusu netleşmiştir. Bu noktada özellikle 1990'lı
yılların ilk yarısında Türk dış politikası karar alıcılarının söylemlerini bulmak
araştırmanın en zor yanlarından biri olmuştur. 1990'lı yılların ilk yarısına
yönelik gazete arşivleri taranırken sadece bir gazeteden faydalanılabilmiş
diğer gazetelerin web arşivlerine ise ancak 1990'lı yılların ikinci yarısından
itibaren ulaşılabilmiştir. 1990'lı yılların ikinci yarısından itibaren günümüze
kadar yapılan söylem taraması için arşiv alternatiflerinin çoğalmasıyla
çalışma daha hızlı ilerlemiştir.
Tüm çalışma süresince benden desteğini esirgemeyen ve yoğun
çalışmalarına rağmen bana geri dönüşlerini zamanında yaparak çalışmanın
vi
gidişatına yön veren tez danışmanım Doç. Dr. Mehmet Şahin'e ve tez
dönemim boyunca bana maddi ve manevi olarak destek olan sevgili anne ve
babama teşekkürlerimi bir borç biliyorum.
vii
İÇİNDEKİLER
ÖZET ............................................................................................................................ i
ABSTRACT............................................................................................................... iii
ÖNSÖZ........................................................................................................................ v
İÇİNDEKİLER .......................................................................................................... vii
KISALTMALAR ......................................................................................................... x
GİRİŞ ........................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM
KURAMSAL ÇERÇEVE
POST-MODERNİZM/POST-YAPISALCILIK, SÖYLEM VE DIŞ POLİTİKA
I. POST-MODERNİZM/POST-YAPISALCILIK..................................................... 2
ıı. SÖYLEM .............................................................................................................11
ııı. SÖYLEM ANALİZİ.............................................................................................20
ıv. ELEŞTİREL SÖYLEM ANALİZİ .....................................................................27
V. DIŞ POLİTİKA.....................................................................................................31
VI. SÖYLEM-EYLEM İLİŞKİSİ VE DIŞ POLİTİKA............................................38
VII. YÖNTEM............................................................................................................41
İKİNCİ BÖLÜM
1990'LI YILLARDA AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLER VE TÜRK DIŞ
POLİTİKASINDA SÖYLEM VE EYLEM
I. GÜMRÜK BİRLİĞİ SÜRECİ...............................................................................50
A. Gümrük Birliği Kararına Doğru Türk Dış Politikasında Söylem Analizi .50
B. Gümrük Birliği Kararının Ardından Türk Dış Politikasında Söylem
Analizi ..............................................................................................................60
C. Gümrük Birliği Süreci Söylem-Eylem Analizi.............................................66
II. GÜNDEM 2000 RAPORU VE LÜKSEMBURG ZİRVESİ SÜRECİ ............67
A. Gündem 2000 Raporu ve Türk Dış Politikasında Söylem Analizi ..........67
B. Lüksemburg Zirvesi ve Türk Dış Politikasında Söylem Analizi...............72
viii
C. Gündem 2000 Raporu ve Lüksemburg Zirvesi Süreci Türk Dış
Politikasında Söylem-Eylem Analizi ...........................................................78
III. HELSİNKİ ZİRVESİ SÜRECİ...........................................................................80
A. Helsinki Zirvesi Öncesi Genel Durum .........................................................80
B. Helsinki Zirvesi ve Türk Dış Politikasında Söylem Analizi.......................82
C. Helsinki Zirvesi Süreci Söylem-Eylem Analizi ...........................................90
IV. 1990'LI YILLARDA AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLER VE TÜRK DIŞ
POLİTİKASINDA SÖYLEM - EYLEM ANALİZİ GENEL
DEĞERLENDİRME...........................................................................................91
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
2000'Lİ YILLARDA AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLER VE TÜRK DIŞ
POLİTİKASINDA SÖYLEM VE EYLEM
I. KOPENHAG ZİRVESİ SÜRECİ.........................................................................98
A. Kopenhag Zirvesine Doğru Türk Dış Politikasında Söylem Analizi .......98
B. Kopenhag Zirvesi ve Türk Dış Politikasında Söylem Analizi ............... 103
C. Kopenhag Zirvesi Süreci Söylem-Eylem Analizi.................................... 109
II. 16-17 ARALIK 2004 BRÜKSEL ZİRVESİ SÜRECİ................................... 110
A. "Annan Planı" Referandumu ve Türk Dış Politikasında Söylem
Analizi ........................................................................................................... 112
B. 16-17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesine Doğru Türk Dış Politikasında
Söylem Analizi ............................................................................................ 120
C. 16-17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesinin Ardından Türk Dış Politikasında
Söylem Analizi ............................................................................................ 123
D. 16-17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi Süreci Söylem-Eylem Analizi ........ 129
III. 3 EKİM 2005 MÜZAKERE ÇERÇEVE BELGESİ VE ARDINDAN
DURAKLAYAN MÜZAKERE SÜRECİ....................................................... 131
A. Müzakere Sürecinin Başlaması ve Türk Dış Politikasında Söylem
Analizi ........................................................................................................... 131
B. Son Dönem Türkiye-AB İlişkileri ve Türk Dış Politikasında Söylem
Analizi ........................................................................................................... 139
ix
C. 3 Ekim 2005 Müzakere Çerçeve Belgesi ve Ardından Duraklayan
Müzakere Süreci Söylem-Eylem Analizi ................................................. 149
IV. 2000'Lİ YILLARDA AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLER VE TÜRK DIŞ
POLİTİKASINDA SÖYLEM - EYLEM ANALİZİ GENEL
DEĞERLENDİRME........................................................................................ 151
SONUÇ .................................................................................................................. 155
KAYNAKÇA .......................................................................................................... 158
x
KISALTMALAR
AB
: Avrupa Birliği
ABD
: Amerika Birleşik Devletleri
AET
: Avrupa Ekonomik Topluluğu
AKP
: Adalet ve Kalkınma Partisi
ANAP
: Anavatan Partisi
AP
: Avrupa Parlamentosu
AT
: Avrupa Topluluğu
BAB
: Batı Avrupa Birliği
BM
: Birleşmiş Milletler
CHP
: Cumhuriyet Halk Partisi
DGM
: Devlet Güvenlik Mahkemesi
DSP
: Demokratik Sol Parti
DTP
: Demokrat Türkiye Partisi
DYP
: Doğruyol Partisi
ESA
: Eleştirel Söylem Analizi
GİK
: Genel İşler Konseyi
HAK
: Hükümetlerarası Konferans
IMF
: International Money Found
KKTC
: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
KOB
: Katılım Ortaklığı Belgesi
MGK
: Milli Güvenlik Kurulu
MHP
: Milliyetçi Hareket Partisi
PKK
: Partiya Karkeren Kurdistan
SHP
: Sosyaldemokrat Halkçı Partisi
STK
: Sivil Toplum Kuruluşu
TBMM
: Türkiye Büyük Millet Meclisi
TÜSİAD
: Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği
UAD
: Uluslararası Adalet Divanı
UP
: Ulusal Program
YÖK
: Yükseköğretim Kurumu
YSK
: Yüksek Seçim Kurulu
GİRİŞ
Bu tezin amacı Soğuk Savaş sonrası Türkiye-AB ilişkileri bağlamında
Türk
dış
politikası
tutarlılığını/tutarsızlığını ve
uygulamalarıyla,
aktörlerinin
bu
söylemlerinin
söylemlerin
tutarlılığını/tutarsızlığını
eylemlerle,
anlamaya
kendi
yani
içindeki
dış
politika
çalışmaktır.
Bunlar
yapılırken 1990'lı yıllar ve 2000'li yıllar şeklinde bir dönemsel ayrıma gidilerek
dönemsel karşılaştırma da yapılmaktadır.
Post-modernizmde/post-yapısalcılıkta
söylem
kavramı
önem
arz
etmektedir. Bu çalışmanın amacı eleştirel söylem analizi ve söylem-eylem
analizi
yapmak
olduğundan
post-modernizmin/post-yapısalcılığın
söylem
kavramına verdiği önem anlaşılmak istenmektedir. Bundan dolayı söylem,
söylem analizi ve eleştirel söylem analizi ayrıntılı olarak incelenmektedir.
Eleştirel söylem analizi daha çok politik ve toplumsal konular ile iktidar
ilişkilerini deşifre etmeye yönelik bir analiz yöntemi olduğundan bu tezde
yapılan söylemin eleştirel olarak analiz edilmesidir.
Bu tez, esas itibariyle önceden kullanılmış ve genel kabul görmüş tek
bir yöntemden hareket etmemektedir. Söylem analizi tek bir yönteme sahip
olmadığından dış politikada söylem analizi çalışmaları yapmış bazı yazarların
kullandığı yöntemler incelenmekte ve eleştirel söylem analizi çalışmalarında
öne
çıkan
Ruth
faydalanılmaktadır.
Wodak'ın
kullandığı
bazı
söylemsel
Post-modernizm/post-yapısalcılık,
stratejilerden
söyleme
önem
atfetmektedir. Nihayetinde bu çalışma, sosyal bilimlerde uluslararası ilişkiler
disiplininin post-pozitivist yaklaşımlarından post-modernizm/post-yapısalcılık
merkezli ve tek bir yöntemsel çerçeveye sahip olmayan eleştirel söylem
analizini merkeze alarak hem Türk dış politikası aktörlerinin söylemlerinin
kendi içindeki tutarlılığını/tutarsızlığını hem de bu söylemlerin eylemlerle, yani
dış
politika
çalışmaktadır.
uygulamalarıyla,
tutarlılığını/tutarsızlığını
sorgulamaya
2
Bu tezde ayrıca eylem kavramı ve söylem-eylem ilişkisi anlaşılmak
Bu tezde eylemden kastedilen dış politikanın uygulanması
istenmektedir.
olduğu için dış politika kavramı üzerinde durulmaktadır. Dış politika kavramı
incelenirken iç-dış ve iç politika-dış politika ilişkisi de ortaya konmaktadır.
İkinci ve üçüncü bölümlerde eleştirel olarak analiz edilen Türk dış politikası
aktörlerinin söylemlerinde bu iç politika-dış politika ilişkisine göndermelerde
bulunulmaktadır.
Bu çalışmada Soğuk Savaş sonrası Türk dış politikasını 1990'lı yıllar
ve
2000'li
yıllar
şeklinde
ayırarak
dönemsel
bir
karşılaştırma
da
yapılmaktadır. Ancak şunu belirtmek gerekir ki, bu tezin amacı dış politikanın
nasıl oluşturulduğunu, söylemler oluşturulurken etkili olan içsel ve dışsal
faktörlerin neler olduğunu veya söylem-eylem tutarsızlığı varsa bunların
nedenlerini ortaya koymak değildir. Dolayısıyla, dış politikada karar alma
süreci gibi konu başlıkları bu teze dâhil edilmemiştir.
İkinci bölümde 1990'lı yıllar, üçüncü bölümde de 2000'li yıllarda
Türkiye-AB ilişkileri bağlamında Türk dış politikası aktörlerinin öncelikle
söylemleri analiz edilerek söylemlerin kendi içindeki tutarlılığı/tutarsızlığı,
ardından da bu söylemlerin dış politika uygulamalarıyla tutarlılığı/tutarsızlığı
sorgulanmaktadır. İkinci bölümde Gümrük Birliği Süreci, Gündem 2000
Raporu ve Lüksemburg Zirvesi Süreci ve Helsinki Zirvesi Süreci olarak üç alt
başlık seçilmiştir. Üçüncü bölümde Kopenhag Zirvesi Süreci, 16-17 Aralık
2004 Brüksel Zirvesi Süreci ve 3 Ekim 2005 Müzakere Çerçeve Belgesi ve
Duraklayan Müzakere Süreci şeklinde üç alt başlık belirlenmiştir. Ancak,
üçüncü bölümde 16-17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi sürecinin içinde ayrı bir alt
başlık olarak incelenen Annan Planı referandumu süreciyle üçüncü bölüm
ikinci bölüme göre daha uzun olmuştur. İkinci ve üçüncü bölümlerde söylem
analizi ve söylem-eylem analizi yapılırken Soğuk Savaş sonrası Türkiye-AB
ilişkileri de ayrıntılı olarak ele alınmaktadır. Bu tezin amacı Türkiye-AB ikili
ilişkilerini incelemek olmasa da ilgili dönemdeki olaylar, gelişmeler ve
kavramlar hem metin içinde hem de dipnotlarda ortaya konmaktadır.
Böylece, Soğuk Savaş sonrası Türk dış politikası aktörlerinin söylemlerinin
3
kendi
içindeki
tutarlılığı/tutarsızlığı
tutarlılığı/tutarsızlığı
anlaşılmaya
ve
çalışılırken
bu
söylemlerin
Soğuk
günümüze Türkiye-AB ilişkileri de ele alınmaktadır.
Savaş’ın
eylemlerle
bitişinden
BİRİNCİ BÖLÜM
KURAMSAL ÇERÇEVE
POST-MODERNİZM/POST-YAPISALCILIK, SÖYLEM VE DIŞ POLİTİKA
I. POST-MODERNİZM/POST-YAPISALCILIK
"Post" kelimesi İngilizce'de "sonrası", anlamına gelmektedir. Postmodern de modern sonrası olarak basitçe tanımlanabilir. 1 Ancak, postmodernizmin veya post-yapısalcılığın kuramsal bir bütünlüğünden ve tek bir
metodolojisinden söz edilemez. 2
Richard Devetak, uluslararası ilişkiler
teorilerinden biri olarak önceleri post-modernizm ibaresini kullanırken sonraki
çalışmalarında post-yapısalcılığı tercih etmiştir. 3 Esas itibariyle her iki terim
üzerinde bir uzlaşma sağlanamamıştır. Bazı çalışmalarda post-modernizm
bazı çalışmalarda ise post-yapısalcılık terimi tercih edilmektedir. Ancak, postmodernizm ile post-yapısalcılığın farkları açıkça ortaya konamamaktadır. 4
"Post: Subsequent to, later than, following, since." Bkz. Oxford English Dictionary, (Erişim)
http://www.oed.com/view/Entry/148401?rskey=4gqt39&result=21&isAdvanced=false#eid, 17 Eylül
2013. "Post" is used to form words that indicate that something takes place after a particular date,
period, or event. For example; …the transition from industrial to post-industrial society. Collins
Cobuild English Dictionary for Advanced Learners,3. Baskı, Glasgow, Harper Collins Publishers,
2001, s. 1195.
2
Örneğin, Pauline Marie Rosenau, post-modernleri "olumlayıcı post-modernler" ve "şüpheci postmodernler" şeklinde iki gruba ayırmaktadır. Rosenau, olumlayıcı post-modernlerin sosyal bilimlerde
doğa bilimlerini açıklayan pozitivist yöntemin kullanılmasına karşı hermeneutiği yöntem olarak
kullandıklarını, şüpheci post-modernlerin ise epistemolojik imkânsızlığı ön plana çıkardıklarını
belirtmektedir. "Şüpheci post-modernlere göre doğa bilimleri bile sadece bir söylem evrenidir. Kendi
söylemlerinden oluşan eyleme dayanan bir söylem alanıdır. Bu söylemler bir iktidar oyunu haline
gelerek düşünsel dünyada bir tekel kurmaya çalışırlar. Bundan dolayı, hiçbir dış gerçeklik olduğu
iddia edilemez." Ayrıntılı bilgi için bkz. Rosenau, Pauline Marie; Post Modernizm ve Toplum
Bilimleri: İçe-bakışlar, İçeri-dalışlar, İçe-saldırılar, çev. Tuncay Birkan, 2. baskı, Ankara, Bilim ve
Sanat Yayınları, 2004, 161-164.
3
Devetak, Richard; "Post-yapısalcılık", çev. Ali Aslan, Burchill, Scott vd., Uluslararası İlişkiler
Teorileri, çev. Ali Aslan, Muhammed Ali Ağcan, İstanbul, Küre Yayınları, 2012, s. 243.
4
Devetak, a.g.m., s. 244.
1
5
Örneğin, Madan Sarup'a göre Jean François Lyotard "post-modern bir
tutumu benimseyen bir post-yapısalcıdır." 5 Post-modernizm veya postyapısalcılık terimlerinin hangisinin kullanılacağı konusunda bir ortak görüş
olmasa da genel itibariyle post-modernizm veya post-yapısalcılık dendiğinde
bu konuda çalışan yazarlara aynı anlamları ifade etmektedir. Ancak,
akademik olarak bu kavram üzerine çalışmayan insanlar arasında postmodernizm terimi daha yaygın kullanılmaktadır. Bu çalışmada her iki terime
de
göndermede
bulunmak
amacıyla
post-modernizm/post-yapısalcılık
şeklinde bir kullanım benimsenecektir.
Post-modernizmin/post-yapısalcılığın tarihi kökleri aslında 2500 yıl
önceki Sofistlere kadar uzanmaktadır. Protagoras, Gorgias ve Hippias gibi
Sofistler "kuşkucu" ve "izafiyetçidirler" ve evrensel bilgiyi reddederler. İnsanı
"tanımlanamaz" ve "bilinemez" olarak görürler. Sokrates "açıklamaya ve
tanımlamaya" çalışırken Sofistler "kuşkucudur" ve genel açıklamaları kabul
etmezler.6
Ancak
post
modernizmin/post-yapısalcılığın
tam
anlamıyla
gelişmesi tarihin ilerleyen dönemlerinde olmuştur. Pozitivist bilgi felsefesi ve
bunun getirdiği bilimsel bilginin egemenliği anlayışının sosyal bilimlere hâkim
olmasına karşı alınan tavır ve hermeneutik 7 gelenek post-modernizmin/postyapısalcılığın gelişmesini sağlamıştır. 8
Sarup, Madan; Post-Yapısalcılık ve Postmodernizm, çev. A. Baki Güçlü, Ankara, Ark Yayınevi,
1995, s. 159. Madan Sarup, bu çalışmasında post-modernizm ve post-yapısalcılığı eşanlamlı olarak
kullandığını belirtmektedir. Bkz. a.g.e., s. 159.
6
Taşdelen, Vefa; Hermeneutiğin Evrimi: Kesitler, Ankara, Hece Yayınları, 2008, s. 207.
7
"Hermeneuein" fiili üç anlamı içermektedir. İlk olarak dile getirmek, seslendirmek, söz söylemek;
ikinci olarak açıklamak, bildirmek, hüküm vermek, tarif etmek; üçüncü olarak da çeviri, aktarma, bir
dilden diğer bir dile tercüme anlamına gelmektedir. Bu üç anlam Batı dillerinde Latince"interpretione"
sözcüğüne dayanmaktadır. Türkçe karşılığı "yorumlama" olan İngilizce "interpretation" sözcüğü her
üç anlama da gelmektedir. Dolayısıyla, yorumlama sözcüğü bu anlamların hepsini kapsamaktadır.
"Bir nesne veya lafızla başka bir lafız arasında ilişki kurmak, sözle ifade etmek; bir şeyi başka bir şeye
yormak veya onunla yorumlamak, açıklamak; bir lisandan başka bir lisana çevirmek, aktarmak, o
lisana dönüştürmek, te'vil veya tercüme etmek." Bkz. Bilen, Osman; Çağdaş Yorumbilim
Kuramları: Romantik, Felsefi, Eleştirel Hermeneutik, Ankara, Kitabiyat, 2002, s. 23.
Hermeneutik, anlama verdiği önemden dolayı "anlamı yorumlama felsefesi" olarak da ifade edilebilir.
Anlama merkezli hermeneutik yaklaşım, "insanın kontrollü bilimsel ortamda tüm anlam dünyasından
izole edilerek incelenebileceği" varsayımını reddetmektedir. Bkz. Göka, Erol; Topçuoğlu, Abdullah;
Aktay, Yasin; Önce Söz Vardı: Yorumsamacılık Üzerine Bir Deneme, 2. baskı, Ankara, Vadi
Yayınları, 1999, s. 26.
8
Taşdelen, a.g.e., s. 208.
5
6
Post-modernizm/post-yapısalcılık 9 kavramı 1960'lı yıllarda edebiyat,
mimari ve güzel sanatlar gibi farklı disiplinlerde görülmeye başlamıştır. 10
"Modern kavramı11 insanın aklı ile tek, değişmez ve evrensel gerçeğe
ulaşacağı varsayımından hareket ederken post-modernizm/post-yapısalcılık,
mutlak
gerçeği
reddeder. Post-modern/post-yapısalcı düşünürlere
göre
evrendeki herkesin kendi gerçeği vardır ve mutlak gerçek yoktur." 12 Gerçek
vardır ancak sayısı sonsuz olabilir. Post-modernler/post-yapısalcılar gerçek
anlayışına farklı bir yorum getirirken gerçek kavramıyla toplum üzerinde
iktidar kurulduğunu ileri sürerler. 13 Michel Foucault'a 14 göre "gerçek ile iktidar
Post-modernizm; "Bütüncül teoriler karşısında perspektif çokluğu, evrensellik karşısında yerellik ve
tikellik, hakikat karşısında yorum ve görelilik, politika ve etik karşısında estetik, gerçeklik karşısında
imgeler, çelişki karşısında farklılıklar, sınıf karşısında kimlikler…" gibi bir tanımlama ile de ifade
edilebilir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Tüzen, Hasan; "Postmodernizm Mitosu", SDÜ Fen Edebiyat
Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, sayı 17, Mayıs, 2008, s. 147.
10
Türköne, Mümtaz'er; Siyaset, Genişletilmiş ve Gözden geçirilmiş Yeni Baskı, İstanbul, Etkileşim
Yayınları, 2012, s. 490. Türköne, post-modernizm terimini kullanmaktadır.
11
"Modernizm, tarihi kökü 16. yüzyıla kadar uzanan Aydınlanma dönemi düşünürlerinin geliştirdiği
fikirlerden oldukça etkilenmiş olan bir dünya görüşüdür. Modernizmin Aydınlanma felsefesiyle
birleşmesiyle "pozitivizm" ve "laiklik" kavramları kabul görmeye başlamıştır. Pozitivizm, insanın ve
insan aklının doğa karşısında deneye dayalı bilgiyle egemenliğini ortaya koyar. İnsan, pozitivizm ile
doğaya egemen olurken pozitivizmin denetimi altına girer ve kendini de sınırlar. Bu ise bir çelişkidir.
İnsan, doğaya egemen olurken ve onu aşarken kendini aşamaması gibi bir çelişki ortaya çıkar.
Modernizm, zaman içinde bir dünya görüşü olmaktan çıkıp dogmatik yapıya sahip bir ideoloji haline
gelmiştir. Jacques Derrida'ya göre modernizm kavram çiftleri içinde birisini ötekine üstün tutarak
toplumu aynı yaklaşımı kabul edecek şekilde örgütler ve denetler. Örneğin; doğu-batı, kadın-erkek,
insan-doğa gibi. Bu kavram çiftlerinden biri olumlanırken diğeri dışlanır. Böylece modernizmin
oluşturduğu düşünce sistemiyle toplumu tek bir merkezden örgütleyip denetlemek mümkün olur. Bu
merkezi otorite ise Fransız Devrimi'nin ardından ulus devlet olmuştur. Bu durumda ulus devlet, özneyi
aşan kararları vererek kendisini aşkın iradenin yerine koyar. Bu süreçte "yurttaş" kavramıyla
bireysellik ötekileştirilirken halkçılık, devletçilik ve ulusçuluk gibi kavramlarla merkezi otorite meşru
hale gelir. Yurttaş ise aşkın güç olan devlet karşısında gücü gerilemiş ve yeni bir kul tipi haline
gelmiştir. Ondan beklenen devlete saygılı olması ve kulluğunu sürdürmesidir." Bkz. Kahraman, Hasan
Bülent; Postmodernite ile Modernite Arasında Türkiye: 1980 Sonrası Zihinsel, Toplumsal,
Siyasal Dönüşüm, İstanbul, Everest Yayınları, 2002, s. 1-6. "Post-modernizm, modernizmdeki
deterministik, sıralı ve çizgisel yaklaşım yerine görecelik kavramını öne çıkarır. Pozitivizmin ilerleme
düşüncesi özünde Darwinist karakterlidir. Darwinizm evrim ve ilerleme düşüncesi üzerine kuruludur.
Bundan dolayı, çizgisellik anlayışı kabul edilir. Post-modernizm bu mantığı reddeder. Marksizm de
özünde evrenselcidir, tarihin ilerlemesine ve ilerleyerek dönüşeceğine vurgu yapar. Dolayısıyla, postmodernizm Marksizm'i de eleştirir." Bkz. a.g.e., s. 17-18.
12
Türköne, a.g.e., s. 492.
13
Türköne, a.g.e., s. 493.
14
"Michel Foucault, doğum adı Paul-Michel Foucault (15 Ekim 1926 - 25 Haziran 1984), Fransız
düşünür, sosyal teorist, tarihçi, edebiyat eleştirmeni, antropolog ve sosyologdur. Michel Foucault,
daha çok toplumdaki daimi doğruları inceleyen bir filozoftu. Nietzsche ve Heidegger’in
düşüncelerinden oldukça etkilenen Foucault, çalışmalarında çoğunlukla Karl Marx ve Sigmund
Freud’un fikirleriyle mücadele etti. Hapishaneler, polis, sigorta, delilik, eşcinsellik ve sosyal haklar
konularında çalıştı. Bütün çalışmalarını modernitenin bireyler üstündeki etkisi ve getirdiği yeni iktidar
ilişkileri üstüne kurdu." Ayrıntılı bilgi için bkz. (Erişim) http://tr.wikipedia.org/wiki/Michel_Foucault,
9
7
iç içe geçmiştir. Gerçek artık kirlenmiştir ve bundan dolayı mutlak gerçek var
olamaz. İktidar sahipleri gerçek üzerinden meşruiyet sağlarlar. Gerçek işte
sadece buna hizmet ettiği için tek ve değişmez gerçek diye bir şey kabul
edilemez. Aydınlanmanın ardından doğa bilimleri eski dogmatik düzeni
yıkmış ama insanları özgürleştirmemiş yeni bir iktidar ilişkisi yaratmıştır.
Bunun adı da bilimsel bilginin iktidarıdır." 15
Post-modernlere/post-yapısalcılara
göre
bilimsel
bilgi
toplumları
denetim altına almaya yardımcı olmaktadır. "Modernizm, akıl ile gerçeği iç içe
geçirirken post-modernler/post-yapısalcılar iktidar ile gerçeği iç içe geçirirler.
Buna göre aklın ele geçirdiği gerçek, egemen olan iktidarın kendi çıkarlarına
uygun
şekillendirdiği
gerçektir." 16
Buradan
anlaşıldığı
üzere
post-
modernizm/post-yapısalcılık, genel geçer açıklamaların, evrensel ve mutlak
doğru veya gerçek şeklinde ifade edilerek insanları kontrol altında tutmanın,
yönetmenin veya kullanmanın eleştirisini yapmakta, modernizm şeklinde de
19 Ağustos 2013. Bu çalışmada fikirlerine sık sık göndermede bulunulan Foucault, J. G. Merquior'a
göre Sartre'dan sonra Fransız felsefesinin odağındaki filozoftur. 1960'ların sonlarından itibaren
Jacques Derrida ile birlikte Paris kültürü içinde egemen olan yapısalcılık anlayışıyla hem dost hem de
düşman ilişkisi içindeki post-yapısalcılığın öncüsü olmuştur. Foucault, "Hiçbir zaman Freud'çu
olmadım, hiçbir zaman Marksist olmadım ve hiçbir zaman yapısalcı olmadım" demiştir. Ayrıntılı bilgi
için bkz. Merquior, J. G.; Foucault, çev. Nurettin Elhüseyni, İstanbul, Afa Yayınları, 1986, s. 13-16.
Ancak, Michel Foucault post-modern veya post-yapısalcı olduğu yönündeki yorumları da kabul
etmemiştir. Buna rağmen, post-modern/post-yapısalcı düşünürler Foucault'nun ezber bozan
çalışmalarını post-modern/post-yapısalcı bağlamda değerlendirmektedirler. Dolayısıyla Foucault, bir
post-modern/post-yapısalcı olduğunu kabul etmese de bu çalışmada Foucault'nun postmodernizme/post-yapısalcılığa isteyerek veya istemeyerek yaptığı fikirsel katkıları nedeniyle
Foucault'nun söylem kavramıyla ilgili fikirleri post-modernizm/post-yapısalcılık başlığı altında ele
alınmaktadır. Bu çalışma Foucault üzerine bir uluslararası ilişkiler çalışması değildir. Sadece
Foucault'nun söylem kavramıyla ilgili fikirlerinin uluslararası ilişkiler uzmanlarını etkilemesiyle
kendilerini post-modernist/post-yapısalcı olarak tarif eden uluslararası ilişkiler uzmanlarının
Foucault'nun söylem üzerine çalışmalarından yola çıktığı ortaya konulmaktadır. Bir başka deyişle,
uluslararası ilişkiler disiplininde post-modernizm/post-yapısalcılık yaklaşımının gelişmesine
Foucault'nun özellikle söylem üzerine yaptığı çalışmalarıyla önemli katkı yaptığı vurgulanmaktadır.
15
Türköne, a.g.e., s. 493. Michel Foucault'a göre, "bilimde sadece doğruların çizgisel yığılımı ya da
aklın belirli bir yönde ilerleyen evrimi kabul edilip de düzeyleri, eşikleri, çeşitli kopuklukları olan bir
söylemsel pratik kabul edilmediğinde, ancak modeli bütün çağlar boyunca ve her hangi bir bilgi
biçimi için aralıksız sürdürülen tek bir tarihsel paylaşım betimlenebilir; henüz bilimsel olmayan ile
kesin olarak bilimsel olan arasındaki paylaşım. Kopuşların tüm sıklığı, parçaların bütün dağılımı,
etkilerinin dengelenmesi ve karşılıklı bağımlılıklarının oyunu, sürekli tekrar edilmesi gereken bir
kuruluşun monoton eylemine indirgenmiş bulunur." Bkz. Foucault, Michel; Bilginin Arkeolojisi, çev.
Veli Urhan, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2011, s. 218.
16
Kahraman, a.g.e., s. 216-217.
8
ifade edilen mevcut düzenin bilim, sanat, siyaset veya başka bir alanda
yarattığı kısıtlayıcılığı kırmanın yollarını aramaktadır.
Catherine Belsey, post-yapısalcılık terimini kullanmayı tercih ettiği
eserinde
şöyle
post-modernizmi/post-yapısalcılığı
tanımlamaktadır:
"Postyapısalcılık, insan, dünya, anlam yaratma ve yeniden oluşturma
arasındaki ilişkileri irdeleyen kurama, daha doğrusu bir grup kurama verilen
addır. Postyapısalcılar konuştuğumuz dilin ve bildiğimiz imgelerin kökeninin
bilinç olmadığını ileri sürerler. Öte yandan, iletişim biçimleri müdahalemiz
dışında değişime uğrarken, sorgusuz kabul edilen anlamları, müdahale
ederek pekâlâ değiştirebiliriz-kurallar ve değerler gibi." 17
Uluslararası ilişkiler disiplininde Soğuk Savaş sonrasında başlayan
pozitivist/post-pozitivist
şeklindeki
epistemolojik
tartışmalar
neticesinde
feminist teori, eleştirel teori ve post-modernizm/post-yapısalcılık gibi yeni
teori veya yaklaşımlar ön plana çıkmaya başlamıştır. 18
Richard Devetak'a
göre uluslararası ilişkilerde incelenen problemler Michel Foucault'un bilgi ve
iktidar arasındaki etkileşimi göz önünde bulundurduğu yaklaşımından ilham
alarak sadece "epistemolojik ve ontolojik olarak değil iktidar odaklı bir
yaklaşımla ele alınmaya" başlamıştır. 19 Post-modern/post-yapısalcı yaklaşımı
benimseyen
kurulduğunu
yazarlar
iktidar
"inceledikleri
ilişkileri
modernizmi-post-yapısalcılığı
esas
itibariyle
iktidarların
olarak
bağlamında
benimseyen
söylem çalışmalarıyla
söylemlerdeki
çalışmaktadırlar."
nesnenin
21
gördüğü
veya
ve
söylemsel
analiz"
uluslararası
ilişkiler
uzmanları
metinsel analiz yöntemleriyle
metinlerdeki
ilişkisini
nasıl
etmektedirler. 20 Post-
"şifrelerini
bazı
çözmeye
siyasi
bir mesele
metinsel
stratejilerle
Post-modernizm/post-yapısalcılık
bilgi-iktidar
olarak
Belsey, Catherine; Postyapısalcılık, çev. Nursu Örge, Ankara, Dost Kitabevi, 2013, s. 13.
Emeklier, Bilgehan; "Uluslararası İlişkiler Disiplininde Epistemolojik Paradigma Tartışmaları:
Post-pozitivist Kuramlar", Bilge Strateji, cilt 3, sayı 4, Bahar, 2011, s. 145.
19
Devetak, a.g.m., s. 244-251.
20
Evre, Bülent; "Geç Modern veya Postmodern Bağlamda Değişen Siyasetin Yeni Biçim(ler)i", Lefke
Avrupa Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, cilt 2, sayı 1, Haziran, 2011, s. 72.
21
Emeklier, a.g.m., s. 177.
17
18
9
yorumlamaktadır.
Örneğin,
"yapısöküm"(deconstruction) 23
Fransız
düşünür
stratejisiyle
Jacques
"değişmez
Derrida'nın22
olarak
algılanan
kavramlar ve karşıt kavramlar üzerinden bunlar arasındaki parazitsel ilişki
ortaya çıkarılmaktadır." 24 Bir yapısöküm tarzı olan "çifte okuma" ile de "bir
söylem veya kurumun iç tutarlılığını sürekli sağlayamadığı" gösterilmeye
çalışılmaktadır. 25
Bu
çalışmada
post-modernizmin/post-yapısalcılığın
kullandığı metinsel stratejilerden yapısöküm veya bir yapısöküm tarzı olan
çifte okuma değil yine post-modernizmin/post-yapısalcılığın üzerinde durduğu
söylem kavramı üzerinde durulacaktır.
Michel Foucault'un26 fikirlerinin uluslararası ilişkiler disiplininde yankı
bulması diğer sosyal bilimler alanları göz önünde bulundurulduğunda geç
"Jacques Derrida, 15 Temmuz 1930 El-Biar'da, ( Cezayir ) doğdu; 8 Ekim 2004’te Paris’te öldü.
Fransız bir filozof, edebiyat eleştirmeni ve yapısökümcülük olarak bilinen eleştirel düşünce
yönteminin kurucusudur. Derrida, dil’i yeniden sorunsallaştırır. Dolayısıyla yapısalcılığı özellikle
Saussure'ü ve Levi-Strauss'u da kendi sınırlılığı çerçevesinde sorunsallaştırır. Ona göre, dil,
yapısalcıların sandığı ve gösterdiklerinden çok daha fazla oynak ve belirsiz bir şeydir. Derrida yaptığı
yapısökümcü okumalarla, klasik felsefenin, yani Derrida'ya göre mevcudiyet metafiziğinin bilinçdışı
kaynaklarını ortaya koymaya çalışmış, metinin yapısındaki ikili karşıtlıkları sorunsallaştırmış ve
böylece mevcut düşünüş yapısını sökmeyi denemiştir." Ayrıntılı bilgi için bkz. (Erişim)
http://tr.wikipedia.org/wiki/Jacques_derrida, 19 Ağustos 2013. Derrida'nın yaklaşımını anlamanın
yollarından biri Fransızca "sous rature" teriminin anlaşılmasıdır. Bu terim İngilizceye "under erasure"
olarak çevrilir. Türkçe anlamı "bozuma sokmaktır". "Buna göre herhangi bir sözcüğe "sous rature"
terimini yüklemek öncelikle bu sözcüğü yazmak sonra onu karalamak veya üstünü çizmek ve sözcüğü
bu haliyle kullanmaktır." Böylece, karalanan veya üstü çizilen sözcüğün eksik veya çok "yetersiz"
olduğuna vurgu yapılmaktadır. Sözcüğün tamamen silinmesiyle çalışmanın yapılamayacağından
dolayı sözcüğün tek başına yetersizliğini öne çıkarmak bu yöntemin mantığıdır. Örneğin, "dış
politika" gibi. Bkz. Sarup, a.g.e., s. 40.
23
"Özellikle Derrida'nın kullandığı yapısöküm yöntemi ile incelenen metin parçalarına ayrıştırılır.
Gerekirse kelime kelime incelenir. Böylece metnin varsayımları anlaşılmaya çalışılır ve barındırdığı
çelişkiler açığa çıkarılır. Yapısöküm, okur merkezli bir edim ve bir anlamda okurun metne katkısıdır."
Türköne, a.g.e., s. 491.
24
Devetak, a.g.m., s. 253.
25
Devetak, a.g.m., s. 255.
26
"Yirminci yüzyılın entelektüel coğrafyasında Foucault'un yaptığı bu belirleyici etkinin nedeni
kuşkusuz, Batı'da çok güçlü bir biçimde kök salmış düşünce geleneklerinin hâkimiyetini sarsan yeni
bir düşünce biçiminin en önemli temsilcilerinden biri, belki de en önemlisi olmasıdır. 1960'lı yıllardan
itibaren özellikle Nietzsche ve Heidegger'in etkisiyle ortaya çıkan bu yeni düşünce biçimi, Foucault'un
'antropolojizm' olarak adlandırdığı ve öncelikle insanı ve insan doğasını felsefi düşünce için çıkış
noktası olarak alan, özelde ise bir özne ve bilinç felsefesinde yoğunlaşan geleneği hedef alıyordu.
Zaman zaman anti-hümanizm olarak adlandırılan bu yeni eleştirel tutumda, doğrudan doğruya özne
ve öznel deneyim sorununu hedef alan Foucault'un tuttuğu yer çok önemlidir. Öznel deneyimi
açıklamak için öznenin değil, o deneyimi kuran söylem ile söylemin karşılıklı ve kaçınılmaz bir ilişki
içinde olduğu iktidar sistemlerinin analizini yapmak gerektiğini gösteren Foucault, bir yandan iktidar
ile özne arasındaki ayrılmaz ilişkinin altını çizmiş, bir yandan da öznel deneyimin kurulmasında insan
bilimlerinin oynadığı rolü ortaya çıkararak çok güçlü bir bilim eleştirisi getirmiştir. Foucault'un bu
analizlerde geliştirdiği ve kullandığı iktidar modeli gerek klasik politik felsefenin gerekse de
22
10
olmuştur. Foucault'un uluslararası ilişkiler disiplinine etkisi "arkeoloji ve
genealoji" 27
anahtar
sözcüklerinden
oluşan
metodolojisi
ve
söylem
kavramıyla olmuştur. 28 Richard Ashley, David Campbell, Jim George ve
R.B.J. Walker gibi yazarlar Foucault'un fikirlerini uluslararası ilişkilerde
kullanmışlardır. 29
Söylem analizi uluslararası ilişkiler çalışmalarının zenginleşmesine
katkıda bulunmaktadır. Uluslararası ilişkiler uzmanlarına göre "söylemlerin
oluşturduğu sosyo-politik ilişkiler ve bunların pratikleri; kimlikleri, tarihsel
sürekliliği ve dış politikayı meydana getirmektedir." 30
Bu
çalışmada
post-modernizmin/post-yapısalcılığın
yapısöküm
stratejileri yerine söylem kavramı üzerinde durularak söylem analizi ve
eleştirel söylem analizi ayrıntılı olarak incelenecektir. Ardından söylem
analizinde iki farklı yazarın kullandığı yöntemler üzerinde durularak bazı
Marksizmin kullandığı modelden radikal anlamda farklıdır. Bu yüzden çok ince iktidar ilişkileri ve
tekniklerinin, delilikten suça, cinsellikten etiğe kadar en umulmadık noktalarda ne kadar etkili
olduğunu göstermiş ve siyasi düşüncede yeni bir çığır açmıştır. Öte yandan, Foucault'nun bu
çalışmalarda kullandığı yöntemler ile tarih anlayışı, felsefe ve insan bilimlerinde kullanılan klasik
yöntemler ile tarih anlayışının çok dışına çıkmış ve oluşturduğu örnekle yepyeni araştırma alanları ve
biçimlerine öncülük etmiştir. El attığı her alanda öncelikle yerleşik bakış açılarını ve yöntemleri
sorgulayan Foucault, bu tutumuyla öncelikle düşüncenin kendisi üzerinde düşünmesi ve kendini
dönüştürmesinin önemini hatırlamış ve bu anlamda düşünce tarihine radikal anlamda yön veren
dönüm noktalarından biri olmuştur." Bkz. Keskin, Ferda; "Michel Foucault", Foucault, Michel; Özne
ve İktidar, çev. Işık Ergüden, Osman Akınhay, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2000, s. 9-10.
27
"Arkeoloji söylemsel pratiklerin düzeyini tespit etmeye ve bu pratiklerin gerçekleşmesi ve
dönüşmesine ilişkin kuralları ortaya koymaya çalıştığı halde, genealoji söylemsel pratiklere uygun
olan iktidar güçlerine ve ilişkilerine bağlanır." Ayrıntılı bilgi için bkz. Urhan, Veli; Michel Foucault
ve Arkeolojik Çözümleme, İstanbul, Paradigma, 2000, s. 11. Michel Foucault, Bilginin
Arkeolojisi'nde kullandığı yöntemi şöyle tanımlamaktadır: "Arkeolojik analiz söylemsel oluşumları
belirginleştirir ve betimler. Bu, arkeolojik analizin söylemsel oluşumları birbiriyle karşılaştırmak,
bulundukları eşanlılık içinde birbirlerinin karşısına koymak, aynı zaman içerisinde
bulunmayanlardan onları ayırdetmek, özelliğini alabildikleri şeyin içinde kendilerini kuşatan ve genel
bir öğe hizmeti veren söylemsel olmayan pratiklerle ilişkiye sokmak zorunda olması demektir."
Ayrıntılı bilgi için bkz. Foucault, a.g.e., s. 184. "Arkeoloji söylemsel ve söylemsel olmayan kurumlar,
politik, pratik olaylar ekonomik süreçler gibi oluşumlar arasındaki ilişkileri de gösterir." Bkz.
Foucault, a.g.e., s. 190. Sonuçta, Foucault'nun söylemlerin normatifliğini inceleme yöntemi olan
arkeolojisi söylem ve söylem analizi çalışmaları yapan yazarlar için ilham kaynağı olmaktadır.
28
Griffiths, Martin; Roach, Steven C.; Solomon, M. Scott; Fifty Key Thinkers In International
Relations, 2. Baskı, London&New York, Routledge, 2009, s. 265-268.
29
Griffiths, Roach, Solomon, a.g.e., s. 269.
30
Fournier, Philippe; "Michel Foucault's Considerable Sway on International Relations Theory",
Bridges: Conversations in Global Politics, cilt 1, sayı 1, 2012, s. 24.
11
söylemsel stratejiler çerçevesinde eleştirel söylem analizi ve söylem-eylem
analizi yapılacaktır.
ıı. SÖYLEM
Söylem teriminin etimolojik olarak kökeni Latincedir, "discurrere" veya
"discursus"
sözcüklerinden
gelmektedir. 31Latincede
"discurrere";
"oraya
buraya koşuşturma" ve "gidiş gelişler" anlamlarına gelmektedir. Ortaçağ
Latincesinde "discursus"; "hararetli tartışma", "bir yörünge etrafında dönen",
"karşılıklı iletişim" ve "görüşme " anlamlarına gelmektedir. Söylem mecazi
olarak ise "özne hakkında uzun uzadıya konuşma" ve "bir şey hakkında
iletişim" demektir. 32Söylem (discourse) kavramının İngilizce 33 sözlüklerdeki
karşılıklarına
baktığımızda
çok
farklı anlamlara
sahip
olduğu görülür.
İnsanların birbirleriyle konuşması, bilgi alışverişinde bulunması, yazışması,
sohbet etmesi bunlardan bazılarıdır. Kavramın nutuk, söylev, hutbe gibi
karşılıkları da bulunmaktadır. 34 "Türkçe'de son derece
'oynak bir zeminde'
söylem sözcüğü; dil, sav, anlatım biçimi, bakış açısı, ideoloji, öğreti, biçem ve
bireydil anlamına gelebilmektedir." 35
Söylemin tanımsal olarak geniş bir çerçevesi olmasına rağmen toplum
içinde söylemi sadece dil olarak tanımlama alışkanlığı da gözlenebilir.
Söylem ile dil arasındaki yakın ilişki vakadır. Sonuçta söylem dil içinden
Özdemir, Cevdet; "Kimlik ve Söylem", Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, sayı 2,
2001, s.109.
32
Sözen, Edibe; Söylem: Belirsizlik, Mübadele, Bilgi/Güç ve Refleksivite, İstanbul, Paradigma,
1999, s. 19.
33
"(1) Discourse is spoken or written communication between people, especially serious discussion of
a particular subject. (...) a tradition of political discourse. (2) In linguistics, discourse is natural spoken
or written language in context, especially when complete texts are being considered. The Centre has a
strong record of research in discourse analysis... (3) A discourse is a serious talk or piece of writing
which is intended to teach or explain something. Gates responds with a lengthy discourse on
deployment strategy. (4) If someone discourses on something, they talk for a long time about it in a
confident way. He discoursed for several hours on French and English prose." Bkz. Collins Cobuild
English Dictionary for Advanced Learners, a.g.e., s. 434.
34
Özdemir, a.g.m., s.109.
35
Kocaman, Ahmet; "Dilbilim Söylemi", Ed. Kocaman, Ahmet; Söylem Üzerine, Ankara, Hitit
Yayınevi, 1996, s. 8.
31
12
ortaya çıkmaktadır. Ancak,
"söylem, sadece dil demek değildir." 36 Paul
Ricoeur, söylemi tanımlarken dil ile olan farklılığına vurgu yapmaktadır:
"Söylem, dilin konuşulduğu veya yazıldığı biçimidir. Söylemin dilbilimiyle, dilin
dilbiliminin temelleri ve kuralları farklıdır. Dilin temel birimi ister fonolojik ister
leksik olsun bir göstergedir, oysa söylemin temel birimi, cümledir. Dil dizgesi
hep zamanın dışında olarak varolduğu halde söylem, hep zamansal olarak
şimdi içerisinde gerçekleşir. Dilin bir öznesi yoktur ama söylem sırasında hep
konuşmacıya geri göndermeler vardır yani kimin ne söylediği önemlidir. Dilin
zamansallığı ve öznelliği olmadığı gibi bir dünyası da yokken söylem, her
zaman bir şey hakkındadır. Dil yalnızca iletişim için önkoşulları ve kodları
sağlar buna karşılık iletilerin alınıp verildiği yer söylemdir yani söylemin bir de
seslenilen muhatabı vardır. Tüm bu özellikler bir araya gelince söylem bir
olay olarak kurulmuş olur." 37 Ricoeur'un tanımından yola çıkarak dilin
durağan olduğu ve zamandan bağımsız olarak sadece var olduğu, buna
karşılık söylemin sözlü veya yazılı olsun metinsel düzeyde bir öznenin
varlığıyla oluştuğu ve oluştuğu anda anlam kazandığı ortaya çıkmaktadır.
Felsefede söylem terimini ilk olarak kullanan Aquinalı Thomas söylemi
"saf sezgiye karşı zihni çıkarım" olarak ifade etmiştir. 38 "Söylem, mantıksal
tutarlılığa dayanan bir düşünme biçiminin yazılı ya da sözlü olarak ifade
edilmesidir. Dolayısıyla söylem, aynı söylemsel oluşuma bağlı ifadelerin
toplamından oluşmaktadır." 39 Ayrıca söylemi sadece sözlü ve yazılı ifadeler
olarak değil aynı zamanda "sözsüz (non-verbal) bir işaret sistemi" olduğunu
kabul eden düşünürler de vardır.
Örneğin, erkeklerin bayanlara kapıyı
açmaları, bir bayan odaya girdiğinde erkeklerin ayağa kalkması bu sözsüz
söylemsel iletişime örnek gösterilmektedir. 40
"Söylem tüm düşünsel üretim sürecinin dayandığı temel alandır. Dil ve
bilincin üretici birlikteliği bağlamında insanın bilinçli tüm etkinliklerinin
36
Brown, Alison Leigh; On Foucault: A Critical Introduction, USA, Wadsworth, 2000, s. 31.
Göka, Topçuoğlu, Aktay, a.g.e., s. 76.
38
Sözen, a.g.e., s. 19.
39
Urhan, a.g.e., s. 21.
40
Purvis, Trevor; Hunt, Alan; "Discourse, ideology, discourse, ideology, discourse, ideology...", The
British Journal of Sociology, cilt 44, sayı 3, Eylül, 1993, s. 485.
37
13
bileşenlerinden bir tanesi de, diyalektik bir zorunluluk olarak, bağlamsal dilsel
bir pratik olan söylemdir. Söylem, kültürel, ideolojik alanlar dışında ekonomik,
politik
alanlarla
da
ilintili bir alandır ve tüm alanların kendilerini,
anlamlandırdıkları, yeniden anlamlandırdıkları, ifade ettikleri ve toplumsallıkla
ilintilendikleri alandır. Söylem eylemden bağımsız bir pratik değildir, insan
yaşamında tüm pratikler etkileşimsel olarak bir arada var olur, bu bağlamda
insani pratiklerin söylemsel ve eylemsel olanları değişik bağlamlarda bitişir,
kesişir, bütünleşir." 41 Bu noktada önemli olan nokta, söylemin bilinçli bir dilsel
üretim olmasıdır. Bilinçli bir dilsel üretimin sonucu olmayan sözlü veya yazılı
bir ifade söylem olarak kabul edilemez. Bu çalışmada söylem kavramı,
mantıksal çerçevede bilinçli bir dilsel üretim bağlamında oluşturulan sözsel
ve yazınsal metinler olarak ele alınmaktadır. Söylem düşünsel yani bilinçli bir
üretim sürecidir. Bilinçli olduğu müddetçe her türlü konuda, alanda veya
disiplinde söylem üretilebilir. Bu çalışmanın konusu olan dış politika söylemi
de mantıksal çerçevede bilinçli olarak üretilen dış politikaya ait sözsel ve
yazınsal ifadeler olarak tanımlanmaktadır.
"Söylem 42, dil ve dil pratiğidir. Ancak dilin kullanımı sadece dil biliminin
geleneksel öğeleri ile sınırlı değildir." 43 Söylem, "dil içinde şifrelenmiş
Çoban, Barış; "Söylem, İdeoloji ve Eylem: İktidar ve Muhalefet Arasındaki Mücadeleyi Çözümleme
Denemesi", Çoban, Barış; Özarslan, Zeynep (ed.);Söylem ve İdeoloji: Mitoloji, Din, İdeoloji,
İstanbul, Su Yayınları, 2003, s. 245.
42
Söylem terimi yerine "retorik" teriminin kullanıldığı olmaktadır. Ancak, bunun çok da bilinçli
yapıldığı söylenemez. İki terimin hem kelime anlamı açısından hem de edebi açıdan farklılıkları
vardır. En basit haliyle Türk Dil Kurumu Sözlüğüne göre retorik; güzel söz söyleme, hitabet sanatı,
söz sanatlarını inceleyen bilim dalı, belagat olarak tanımlanmaktadır. Bkz. Türk Dil Kurumu Sözlüğü,
(Erişim)
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.52366c14486197.20
731136, 15 Eylül 2013. Söylem ise; "söyleyiş, söyleniş, telaffuz, sesletim, kalıplaşmış, klişeleşmiş
söz, ifade, bir veya birçok cümleden oluşan, başı ve sonu olan bildiri, tez olarak tanımlanmaktadır."
Bkz.
Türk
Dil
Kurumu
Sözlüğü,
(Erişim)
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.52366c1dc0de01.657
00012, 15 Eylül 2013. Bu noktada retorik, sözün güzel söylenmesiyle, sözün sanatsal yanıyla, yani
edebi yanıyla ilgilenmektedir. Hitabet sanatı olarak kullanılması ise siyasi söylem yerine retorik
sözcüğünün kullanılmasını anlaşılabilir kılmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, bazı siyasi söylemlerin
siyasi retorik olarak adlandırılması akademik açıdan kabul görmektedir. Ancak, her söylemin retorik
olarak adlandırılması veya söylem ile retorik arasındaki ayırım anlaşılmadan iki sözcüğü birbirinin
yerine geçecek şekilde kullanılması akademik alanda bazı problemler yaratmaktadır. Bu çalışmada da,
söylem esas itibariyle mantıksal çerçevede bilinçli bir dilsel üretim olarak tanımlanırken, söylemin
ikna ediciliği veya sanatsal yanı üzerinde durulmamaktadır. Bundan dolayı, çalışmanın ikinci ve
41
14
ideolojiyi" veya politikayı toplumun önüne koymaktadır. 44 Söylem ile birlikte
kurumsal olarak alınmış kararlardan toplumun veya ilgili söylemin doğrudan
veya dolaylı olarak hedeflendiği gruplar haberdar edilmektedir. Söylem,
içinde ideoloji veya politikayı barındırmaktadır. Söylem, ideolojilerin veya
politikaların oluşturulmasında ve yeniden üretiminde doğrudan ve etkili
biçimde rol oynamaktadır. Bundan dolayı politikaların veya ideolojilerin
söylemde ne şekilde ifade edileceği veya gizleneceği önemli olmaktadır. 45
"Söylem, yapılar tarafından biçimlendirilmektedir. Aynı zamanda yapılar da
söylem tarafından yeniden biçimlendirilmektedir." 46 Böylece söylem; toplumu,
devleti
ve
dünyayı
oluşturan
ilişkilerin,
"öznelerin
ve
nesnelerin
oluşturulmasına ve sürekli yeniden üretilmesine" katkı sağlamaktadır.
Bundan dolayı diyebiliriz ki, "söylem politikanın en önemli aracıdır." Politik
olarak verilmek istenen mesaj söylemin arkasına gizlenmektedir. 47
"Kelimeler, fikirler, davranışlar ve eylemler söylemin içerikleri olarak
gözlemlenmekte ve tanımlanmaktadır. Söylem bir süreçtir; ancak durağan bir
süreç değildir." 48 Toplumun çeşitli sınıflarından, gruplarından, kurumlarından
ve meslek kollarından gelen bireyler söyleme dâhil olurlar. Söylem sürecini
üreten ve
sonra
yeniden üreten de bu "katılımcılardır (participants)".
Söylemsel içeriğin biçimlendirdiği motifler sosyal ve politik atmosferi
şekillendirmekte ve yeniden oluşturmaktadır. 49 Örneğin, dış politika söylemini
oluşturan da devletin içinde dış politika yönetiminde politik ve hukuki olarak
söz sahibi
olan
kurumlar
ve
bu
kurumları temsil eden bireylerdir;
Johannesson'un tabiriyle söylemdeki katılımcılardır.
üçüncü bölümlerinde analiz edilecek tüm sözsel ve yazınsal ifadeler söylem adı altında
incelenmektedir.
43
Sözen, a.g.e., s. 20.
44
Karaduman, Sibel; Batu, N. Mert; "Televizyon Haberlerinde Terörizm Olgusunun TRT'nin Haber
Söylemi Bağlamında İncelenmesi", Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı 25,
2011, s.362.
45
Karaduman, Batu; a.g.m., s. 362.
46
Karaduman, Batu; a.g.m., s. 362.
47
Karaduman, Batu; a.g.m., s. 362.
48
Johannesson, Ingolfur Asgeir; "The Politics of Historical Discourse Analysis: A Qualitative
Research Method?",Discourse: Studies in the Cultural Politics of Education, cilt 31, sayı 2, Mayıs,
2010, s.252.
49
Johannesson, a.g.m., s. 252.
15
Söylem, farklı bilimsel disiplinlerde farklı anlamlarda kullanılmaktadır.
Bu anlam farklılığı söylemin salt dil, konuşma ve iletişim aracı olmasından
bazı felsefi görüşlere kadar çeşitlendirilebilir. Buna karşılık "söylem en basit
olarak sözsel ve metinsel bağlamda ele alınmaktadır." 50 Örneğin, söylemi,
"gerçekliğin toplumsal inşası" şeklinde yorumlayan görüşe göre sözsel ve
metinsel söylem hem toplumu ve kültürü biçimlendirmekte hem de toplum ve
kültür tarafından biçimlendirilmektedir. 51 Bir başka deyişle, "söylem dünyayı
şekillendirirken aynı zamanda dünya tarafından şekillendirilir." Söylem, dil
tarafından yoğrulurken bir yandan da dili yoğurmaktadır. Metnin amaçları
söylemi etkilerken söylem de bu amaçlara yön vermektedir. 52
göre
Marksistlere
söylem
insanların
kendi
çıkarlarına
uygun
görmedikleri, gerçek veya doğru olmayan fikirlere inanmalarını mecbur kılan
basit bir araçtır. Başka bir deyişle, iktidarı elinde bulunduranların çoğunluğu
yönetmekte kullandığı bir vasıtadır. Michel Foucault ise söylem kuramı içinde
"söylemin iktidar mücadelesinin, güç unsurlarının veya hükmetmenin
anlaşılmasını sağlayan basit bir tercüme aracı olmadığını", mücadelenin
söylem ile
yürütüldüğünü hatta
mücadelenin kendisinin bizzat söylem
olduğunu anlatmaktadır. 53 Söylem iktidar tarafından kullanılmaktadır ancak
söylem iktidarın güçlenmesini sağlarken aynı zamanda muhalif olanlara bir
"başlangıç noktası" olduğu için iktidarı engellemekte, iktidar için mücadele
edilmesi gereken önemli zorluklar yaratmaktadır. Foucault, bu açıdan söylemi
Marksistlerden farklı olarak iktidarı "ağır ağır yok eden, onu kırılgan hale
getiren" ve onu deşifre eden şey olarak tanımlamaktadır. 54 Foucault'un
belirttiği gibi söylem iktidarı güçlendirebileceği gibi iktidardakileri zor duruma
da düşürebilir. Eğer oluşturulan söylem tutarsızsa, yani iktidardakilerin aynı
konuyla ilgili önceki söylemleriyle bağdaşmıyorsa ve bir çelişki yaratıyorsa
veya
50
söylemin
en
önemli
unsuru
olan
eyleme
dönüşme
durumu
Baumann, Rainer; "The Transformation of German Multilateralism. Changes in the Foreign-Policy
Discourse since Unification", German Politics and Society, cilt 20, sayı 4, Kış, 2002, s. 6.
51
Paltridge, Brian; Discourse Analysis, London, Continuum, 2008, s. 9.
52
Paltridge, a.g.e., s. 9.
53
Mills, Sara; "Discourse and Ideology",çev. Zeynep Özarslan, Ed. Çoban, Özarslan , a.g.e., s. 126.
54
Mills, a.g.m., s. 128.
16
gerçekleşmiyorsa toplumdaki iktidar imajı sarsılacaktır. Muhalifler, iktidarı
eleştirebilecek malzemeyi elde edecek ve böylece iktidarın söylemlerindeki
ikilemleri, zaafları ve tutarsızlıkları deşifre etme imkânı bulacaklardır.
"İster yazılı olsun ister sözlü olsun tüm metinler daha önce
oluşturulmuş olan metinlere karşı kendi manalarını yaratmaktadırlar." 55
Ancak bu yeni anlam yaratılırken doğrudan veya dolaylı olarak daha önce
yazılmış veya söylenmiş metinlerden alıntılar yapılabilmektedir; bu metinlerle
bir bağ
kurulabilmektedir. Aynı dil yapısı içinde ister istemez farklı
zamanlarda
yaratılan metinler arasında
bir ilişki bulunmaktadır. Buna
"metinlerarası ilişki" (intertextual relationship) denmektedir.
56
Bundan dolayı
yeni oluşturulan bir söylemin başka söylemlerle ilişkisinin olma ihtimali göz
ardı edilmemelidir. Yeni söylem hangi alanla ilgiliyse o alandaki önceki
metinlerde ifade edilenlerden olduğu gibi faydalanılabilir, alıntılar yapılabilir
veya o metinlerdeki ifadeler eleştirilerek yeni söylemsel metnin önceki
metinlerden farkı ortaya konabilir. Bu metinlerarası ilişki bilinçli olarak söylemi
oluşturan özne tarafından belirlenebileceği gibi özne, farkında olmadan
önceki metinlere göndermede bulunuyor da olabilir.
"Söylem toplumsaldır." 57 Söylemin toplumsal olması söylemin hangi
toplumda, hangi grupta, hangi ülkede veya hangi coğrafyada hangi koşullara
karşı oluşturulduğuyla ilgilidir. Ülkeler arasında ve ülkelerin kendi içinde bile
söylemler farklılaşmaktadır. Dolayısıyla, söylem alanının homojen olmadığı
ifade edilebilir. Örneğin, farklı sosyal sınıflar aynı kelimeleri başka anlamlara
gelecek şekilde kullanabilirler, aynı durumla ilgili birbiriyle çelişen yorumlarda
bulunabilirler. 58 Bilgi, toplumsal etkileşim sonucu oluştuğuna göre söylemlerin
meydana gelmesi farklı anlayış ve kültüre sahip grupların veya toplumların
etkileşimi
sonucu oluşmaktadır. Bu yaklaşım genişletilirse
değişimlerin
hem
toplumdaki
hem
de
toplumun
dış
söylemdeki
çevresindeki
değişimlerden etkilendiği söylenebilir. Bu çalışmanın konusuna uygun olarak,
55
Paltridge, a.g.e., s. 13.
Paltridge, a.g.e., s. 13.
57
Macdonell, Diane; Theories of Discourse An Introduction, UK, Basil Blackwell, 1986, s. 1.
58
Macdonell, a.g.e., s. 1-2.
56
17
bir uluslararası çevredeki değişimin bir toplumu değiştirme, toplumda
meydana gelen değişimin de söylemi değiştirme potansiyeli bulunmaktadır.
Meydana gelen söylem de hem toplumu hem de farklı toplumların içinde
bulunduğu dünyayı farklı bir algı düzeyinde yeniden biçimlendirmektedir. Bu
süreç bir döngü içinde düşünülebilir.
Söylemin toplumsal olmasının yanında söylemin politik olması da söz
konusudur. Brian Paltridge'e göre "bir söylem geliştirerek sadece dilsel
özellikleri yansıtan bir söylem yaratmış olmayız; kim olduğumuzu veya başka
insanların bizi nasıl görmesini istediğimizi ortaya koymuş oluruz." 59 Bu
noktada özellikle başka insanların bizi nasıl görmesini istiyor oluşumuz
politikayla da ilgilidir. Sahip olmadığımız özellikleri sanki onlara sahipmişiz
gibi göstermek bir anlamda politika yapmak demektir. Dolayısıyla, söylem ile
birlikte hangi politik amaç hedefleniyorsa ona uygun bir söylem oluşturularak
başkalarına bir resim sunulmaktadır.
Söylem kavramı üzerinde dururken "politik söylem"e değinmeden
geçmek çalışmanın eksik kalmasına neden olacaktır. Politik söylem, hem
genel olarak söylem araştırmalarında özellikle politik tartışmaların yoğun
olarak yaşandığı çağımızda hem de bu çalışmanın ana konusu olan dış
politika söyleminin incelenmesi bağlamında üzerinde mutlaka durulması
gereken bir başlıktır.
Politik söylem kavramıyla ilgili son yıllardaki en özgün çalışmalardan
birini John Wilson yapmıştır. Wilson, "Political Discourse" (Politik Söylem)
adlı makalesinde politik söylem kavramının oldukça muğlâk ve geniş
kapsamlı bir alanı ihtiva etmesinden dolayı politik söylem çalışması yapan
araştırmacıların politik söylem kavramının belirsiz doğası hakkında daha
fazla kafa yorması gerektiği üzerinde durmaktadır. 60
Politik söylemin bu
karmaşık yapısıyla ilgili olarak, "söylemin bizzat kendisinin politik olarak
59
Paltridge, a.g.e., s. 11.
Wilson,John;"Political Discourse",Schiffrin,Deborah;Tannen,Deborah; Hamilton, Heidi E.;The
Handbook of Discourse Analysis, USA, UK, Blackwell Publishers, 2001, s. 398.
60
18
tanımlanabileceğini" 61 öne sürülebilir. Dolayısıyla söylem analizleri, söylem
çalışmaları bir anlamda politik olma niteliğine sahiptir. "Her söylem politiktir"
bile denebilir. 62 Politik söylem ile ilgili bu düşünce dış politikanın söylem
analizini yapan araştırmacılar için kuşkusuz çok faydalıdır. Sonuçta, bir dış
politika söyleminin mutlaka politik bir tarafı bulunmaktadır.
Politik söylemin konusu politikadır. Tarih boyunca politikaya ve politik
söyleme olan ilgi var olagelmiştir. Politik söylem çalışmalarının derin bir
geçmişi olmakla birlikte politik söylemin dilbilimsel terimlerle tanımlanması ve
söylem analizinin bir parçası haline gelmesi 1980'lerden itibaren söz konusu
olmuştur. 63 Politik konuşma metinleri "mazur görülemez ve savunulamaz
olanın savunulması" olarak tanımlanabilir. 64 Bu tanımlamadan yola çıkarak
politik söylem, yönlendirme, bazı gerçekleri gizleme, belli kesimlerin politik
çıkarlarını gerçekleştirme aracı olarak da ifade edilebilir. Dolayısıyla politik
söylemde bulunan kişilerin, grupların, kurumların, siyasi partilerin veya
devletin yetkili kimselerinin söyleme yükledikleri anlam ve kendi gerçeklikleri
hem farklı olabilmekte hem de bunların toplumsal, siyasi, ekonomik veya
kültürel sonuçları istenen amaca ulaşabilmekte veya ulaşamamaktadır. Bu
açıdan politik söylemin kendisi kuşkuyu, şüpheyi ve güvenilmezliği ister
istemez toplumun önüne koymaktadır.
Michel Foucault, politik söylemin "bireyleri yargılamak, yönetimsel
kararlar almak, bir toplumun normlarını ortaya koymak, bir başka düzenin
çatışmalarını 'çözmek' ya da maskelemek için dile getirmek, toplum
hakkındaki analizlere ve onunla ilgili uygulamalara doğal modeller vermek
söz konusu olduğu zaman" ortaya çıktığını belirtmektedir. 65
Bu çalışmanın konusu olan dış politika söyleminin, genel bilimsel
söylem tanımlamalarından bağımsız bir kimliği bulunmamaktadır. Bundan
dolayı, dış politika söylemi başlığı altında farklı bir çalışma yapılmasına gerek
61
Wilson, John; "Politik Söylem", çev. Zeynep Özarslan, Ed. Çoban, Özarslan, a.g.e., s. 131.
Wilson, Ed. Çoban, Özarslan, a.g.m., s. 131.
63
Wilson; Ed. Çoban, Özarslan, a.g.m., s. 133.
64
Schiffrin, Tannen, Hamilton, a.g.e., s. 400.
65
Foucault, a.g.e., s. 192.
62
19
görülmemiştir. Ayrıca, dış politika söylemi şeklinde söylem kavramından
bağımsız bir kavram bulunmamaktadır. Dış politika söylemi de söylemin tüm
özelliklerini içermektedir. Dış politika söylemi de diğer başka alanlardaki
söylemler gibi mantıksal tutarlılığa sahip olmalı, bilinçli bir düşünsel üretim
sürecinde şekillenmelidir. Dış politika söylemi de kendi sınırları içerisinde
üretilen sınırlı sayıda ifade olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla, dış politika
söylemi
de
belli
koşullar
altında
oluşturulan
sınırlı sayıda
ifadeden
oluşmaktadır. Dış politika söylemi de eylemden bağımsız bir pratik değildir.
Dış politika söylemini oluşturan iktidar özneleri de oluşturdukları söylemi
eyleme dönüştürdükleri veya söylemde belirtilen amaçların hedefe ulaştığı
sürece güçlenirler, aksi durumlarda ise muhalefetin ve toplumun eleştirilerine
maruz kalırlar. Hatta bu çalışmanın üzerinde durduğu üzere dış politika
söyleminin
eyleme
dönüşmediği
durumlar
iktidarı
yıpratıcı
bir
rol
oynamaktadır. Söylemin diğer söylemlerle ilişkisi göz önüne alındığından
dolayı, dış politika söylemi değerlendirilirken diğer dış politik, iç politik,
ekonomik veya tarihi söylemlerle ilişkisi göz önünde bulundurulmalıdır. Hatta
diğer söylemlerle kıyaslamalar yapılarak artı ve eksi yönleri tartışılmalıdır.
Her söylemin politik bir yanı varsa dış politika söyleminin politik olduğuna dair
bir kuşku yoktur. Söylem, dil içinde şifrelenmiş ideoloji veya politikayı
toplumun önüne koyduğuna göre dış politika söylemi de kendi sınırları içinde
belli politik ve ideolojik hedefleri ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, dış politika
söylemi doğrudan politiktir. "Dış" terimini bir kenara bırakırsak "politika" terimi
bizatihi dış politika söyleminin politik olduğunu anlatmaya yeter. Bundan
dolayı, her politik söylemde olduğu gibi dış politika söylemi de politikanın bir
aracı olarak söylemin arkasına politik mesajlar gizlemektedir.
20
ııı. SÖYLEM ANALİZİ
"Söz, belli bir durum içerisinde belli sözcükleri üretme sürecidir.
Söylem analizi 66 de bu sözün kime yöneldiğinin, neye etki ettiğinin ve
sonuçlarının ne olduğunun ortaya konulmasıdır." 67Söylem analizi sözlü ve
yazılı tüm metinleri inceleme nesnesi olarak ele alabilen "çok boyutlu, tarihsel
ve eleştirel" bir analiz yöntemidir. 68 "Söylem analizi, güç/bilgi, politik ve
ideolojik ilişkilere yönelip, bu ilişkilerin belli bir söylem etrafında nasıl değişim
ve
dönüşüme
uğradığını
gösterir." 69Son
yıllarda
uluslararası ilişkiler
disiplininde söylem analizine olan ilgi artmıştır. Söylem analizi sadece sözlü
ve yazılı metinlerin analizi olarak algılanmamalıdır. Söylem analizi daha çok
fiili davranış veya eylemin analizidir. Aslında söylem bir tavırdır, davranıştır,
eylemdir. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse, "söylemek yapmaktır". 70
Anlaşıldığı üzere, söylem analizi yapılırken eylemin analiz edilmesi ile sadece
söylemsel yapının analiz edilmesi birbirleriyle iç içedir. Söylem ve eylem
analizi beraber yapılmaktadır.
Söylem analizi, sözlerin dışında
kullanılmaktadır.
Üretilen
anlam
yazılı metinlerin analizinde
metinde
yer
alan
içeriğin
de
ötesinde
olabilmektedir. Söylem analizi, bu anlamın peşinde koşmaktadır. 71 İngilizcede
söylem çalışmalarının ilk olarak Zelling Harris'in Language dergisinde 1952
yılında yayımladığı "Söylem Çözümlemesi" adlı makale ile başladığı genel
"Söylem analiziyle 'metin analizi' ve 'içerik analizi' hem Batı'da hem Türkiye'de çoğunlukla
birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. Bu çalışmada metin analizi veya içerik analizi şeklinde ayrı
analiz yöntemleri tanımlanmayacak ve söylem analizi üzerinde durulacaktır. Örneğin Prof. Dr. İrfan
Erdoğan, söylem ve içerik analizi ile metinsel analizi aynı anlamda kullanmıştır: Geleneksel ana akım
içerik analizinden farklı olarak, metin analizi anlamlar ve anlamların ilişkisel doğası üzerinde durur.
Metin analizinde, bir metnin(öykü, roman, tv programı) kültürel, siyasal veya ideolojik anlamı
irdelenir. Üzerinde durulan, “gönderici tarafından anlam yükleme (kodlama),alıcı tarafından anlam
verme (kod çözümü)”süreçlerini “söylem analizi” ile değerlendirmedir”. Ayrıntılı bilgi için bkz.
Odacıoğlu, Selcen Düzgün;"Metinsel Analiz", Sosyoloji Notları, sayı Ocak, Şubat, Mart:4; Nisan,
Mayıs, Haziran:5, Ankara,2008, s. 60.
67
Çakır, Hamza; "Tezkere Dönemi ve Sonrası Türk-ABD İlişkilerinin Medyada Temsili", Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı 21, 2006/2, s. 156.
68
Sözen, a.g.e., s. 82.
69
Sözen, a.g.e., s. 85.
70
Baumann, a.g.m., s. 6-7.
71
Baumann, a.g.m., s. 7.
66
21
kabul görmektedir. 72 Başlarda
"yapısalcılar"
tarafından sadece "söz
dizimsel" olarak ele alınan söylem kavramı zamanla "post-modern/postyapısalcı" bir üslup kazanmıştır. "Söylem analizi özellikle post-modern/postyapısalcı kabul edilen bir Fransız düşünür olan Michel Foucault ile birlikte
özgün bir boyut kazanmıştır." 73 Foucault, "söylemsel oluşumların analizinin
alışılmış tanımlamaların çoğuna zıt olduğu söylenebilir" demektedir. 74
"1970'li yıllarda metin veya söylem çalışmaları dilbilimi, işaret bilimi,
psikoloji, sosyoloji ve antropoloji gibi pek çok disiplinde artan bir hızla ilgi
görmeye başlamıştır." 75 Söyleme olan bu disiplinler arası ilgi kuşkusuz tarihin
erken dönemlerinde de var olmuştur. Aristo'dan günümüze kadar klasik
yaklaşımlar her zaman söylemin nitelikleriyle ilgilenmiştir. Yapısalcılığın
ortaya çıkmasıyla klasik yaklaşımlar kararlı bir şekilde edebi söylem
çalışmalarına yönlenmiştir. 76 Teun Van Dijk'e göre, 20.yüzyılda söylemin
klasik çalışmalarındaki bu "yapısalcı devrim" iki önemli özelliğe sahiptir.
"Birincisi, yapısalcı dilbilimciler metodolojik olarak gerekli olan yenilenmeyi
sağlamışlardır. Bu yenilenme, temel kuralların oluşturulması, sınıflandırılması
ve yapısal öğelerin açıkça tanımlanması şeklinde olmuştur. İkincisi,
dilbilimdeki yapısalcı devrimin getirdiği gelişmeyle antropoloji, edebi öykülerin
yapısal çözümlenmesinin gerçekleştirilmesine büyük katkı sağlamıştır.
Söylem analizinin sistematik hale getirilmesi bu tarihsel gelişmeler ve katkılar
olmadan düşünülemez." 77
Dilin bir sistem olarak anlaşılması yukarıda değinildiği gibi 20.yüzyılın
başlarında
Ferdinand
de
Saussure'nin yapısalcı (structuralist) dilbilimi
çalışmalarıyla mümkün olmuştur. 78 Yapısalcı dilbilimine göre "konuşmacılar
72
Kocaman, a.g.m., s. 2.
Aydemir, Özgür Kasım; "Bir Siyasetnamede Dil İle İktidar İlişkisi: Gencine-i Adalet’te Özne
Üzerine İktidar Felsefesi Bakımından Söylem Çözümlemesi", ZfWT, cilt 3, sayı 2, 2011, s. 149.
74
Foucault, a.g.e., s. 94.
75
Van Dijk, Teun A.;"Discourse Analysis: Its Development and Application to the Structure of
News", Journal of Communication, cilt 33, sayı 2, Bahar, 1983, s. 21.
76
Van Dijk, a.g.m., s. 21-22.
77
Van Dijk, a.g.m., s. 22.
78
Jorgensen, Marianne; Phillips, Louise J.;Discourse Analysis as Theory and Method, London,
Thousand Oaks, New Delhi, SAGE, 2002, s. 10.
73
22
bir şeyi sadece, onlar konuşmadan önce de varolan bir dilin yardımıyla
söyleyebilir ya da anlatabilirler. Bundan dolayı yapısalcılıkta konuşan ve
yorumlayan özneden ziyade dile odaklanılmaktadır." 79
Yapısalcılığın kurucusu Saussure, "anlamın sadece göstergenin içinde
olduğunu"
ortaya
koymuştur. 80 Saussure
göstergenin içindeki
"anlam
eleştirisinde gösteren (signifier) ile gösterilen (signified) arasında ayrımı öne
çıkarmıştır." Örneğin, "elma sözcüğünün bildirdiği imge gösteren, elma
kavramı ise gösterilendir. Gösteren ile gösterilen arasındaki ilişki dilsel bir
ilişkidir ve dil zaten göstergelerden oluşur." 81 "Gösteren bir konuşma ya da
metindeki seslerdir ve bu gösterenler işitseldir. Gösterilen ise, dış dünyadaki
nesneler ve kavram olarak bizim zihnimizde canlandırdığımızdır." 82 Bir insan
yabancı bir dil bilmiyorsa, örneğin İngilizce, o dilin göstergelerindeki
gösterenleri tespit eder ama o dilin göstergelerindeki gösterilenler zihninde
herhangi bir çağrışım uyandırmaz. "Yabancı bir dilin göstergeleri tamamen
yalıtılmıştır." 83
Dolayısıyla,
yapısalcılıkta
gösterge
önem
kazanmaktadır.
Gösterge, gösteren ile gösterilenden oluşmaktadır. Gösterge tüm anlamsal
değerini sadece dilin yapısı içinde kazanmaktadır.
Yapısalcılıkta metin bir sistem olarak ele alınırken yazar ve okur
dışlanmaktadır. Yapısalcılığa göre metnin anlamını üreten sadece yapıdır.
Yazarın veya okurun metnin analizine katkıları yoktur. Dolayısıyla, metnin
anlamı sadece "metnin içindedir." Yapısalcılıkta ayrıca "metnin bütünlüğüne"
önem verilmektedir. Buna karşılık, post-modernizm-post-yapısalcılık, metnin
bütünlüğünden ziyade metindeki "çelişkilere ve tutarsızlıklara" odaklanarak
metnin
anlamını
"metnin
arkasında"
aramaktadır.
Ayrıca,
post-
Kotlu, Emine; "Yapısalcı ve Post-Yapısalcı Sosyal Teoride Dil (Sosyal Teoride Bir Model Olarak
Dil)", Yüksek Lisans Tezi, Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın, 2007, s. 69.
80
Belsey, a.g.e., s. 19. Belsey'e göre "göstergeler sadece sözcüklerden oluşmaz. Trafik ışıkları, ok
işaretleri, yaya geçitleri, jestler, el sıkışmak, esnemek ve çığlık" gibi göstergeler de vardır. Bundan
dolayı, yapısalcılıkta sözcük yerine daha kapsayıcı olduğu için gösterge terimi tercih edilmektedir.
Bkz. a.g.e., s. 21.
81
Sarup, a.g.e., s. 3.
82
Demir, Zerrin; "Bir Dini Söylem Analizi (Psikolojik Bir Yaklaşım)", Yüksek Lisans Tezi,
Cumhuriyet Üniversitesi, Sivas, 2008, s. 13.
83
Belsey, a.g.e., s. 20.
79
23
modernizmde/post-yapısalcılıkta metnin anlamını ortaya çıkaran "eleştirel
bakış açısıyla okur" olmaktadır. 84 Bundan dolayı, post-modernizm/postyapısalcılık, okur merkezli bir yaklaşım olarak tanımlanmaktadır.
Post-modernizmde/post-yapısalcılıkta gösteren ile gösterilen arasında
sabit ve yapısal bir dilsel ilişkiden ötesi mevcuttur. Örneğin, "Jacques Lacan'a
göre gösterilen gösterenin altından sürekli kaymaktadır. Jacques Derrida ise
dil içinde yapısal olarak belirlenebilen bir ilişkinin olmadığını dilin havada
uçuşan saf ve yalın bir gösterenler dizgesi olduğunu öne sürmektedir." 85
Yapısalcılığın dilin "sabit
gösterge
yaklaşımına
birliği"
modernizm/post-yapısalcılık eleştirel bakmaktadır.
86
post-
Saussure'ye göre "her
gösterge bir birliktir." Derrida'ya göreyse "gösteren ile gösterilen arasında
karşılıklı bir ilişki
yoktur. Gösterenler ve
gösterilenler sürekli
yeni
kombinasyonlarla yeni ilişkiler oluştururlar. Derrida, anlamın asla tek bir
göstergeye bel bağlamayacağını belirtmektedir." Ayrıca, dilin zaman içinde
farklı anlamlara gelecek şekilde anlaşılabileceğini öne sürmektedir. 87
Yapısalcılık, sabit ve
anlaşılması
yapısalcılara
değişmez bir yapıya
göre
imkânsızdır.
odaklıdır, değişimin
Buna
karşılık,
post-
modernlere/post-yapısalcılara göre yapılar değişmeye müsaittir ve işaretlerin
anlamları diğerleriyle girdikleri ilişki veya etkileşim sonucu dönüşebilir. 88
Ahmet Kocaman'a göre yapısalcılığın söylemleri diğer yapısal birimler olan
sözcük, cümle gibi ele alması ve söyleme anlamsal gözle bakmaması pek
çok
yazara
çekici
gelmemiştir. 89
Dolayısıyla,
bu
çalışmada
post-
modernizmin/post-yapısalcılığın dilin değişmesi ve farklı koşullarda farklı
anlamlar kazanması anlayışı esas alınmaktadır. Bir başka deyişle söylem
analizi yaparak anlamak ve yorumlamayı amaçlayan post-modern/postyapısalcı yaklaşım bu çalışmada tercih edilmektedir. Vincent Descombes,
İbiş, Fatih; "Hermenötik ve Yapısöküm Kuramına Genel Bir Bakış", Toplum Bilimleri Dergisi, cilt
6, sayı 11, Ocak, 2012, s. 36.
85
Sarup, a.g.e., s. 3.
86
Sarup, a.g.e., s. 4.
87
Sarup, a.g.e., s. 40-41.
88
Jorgensen, Phillips; a.g.e., s. 11.
89
Kocaman, a.g.m., s. 2.
84
24
"sadece söylemlerin değil her türlü metnin hatta her şeyin yorumlanabilir
(interpretable) olduğunu" belirtmektedir. Descombes bunun nedenini de
yorumlanabilirliğin
koymaktadır. 90
sadece
mümkün
olduğunu
Bu açıdan bakıldığında
ifade
ederek
söylem analizi
ortaya
bir yorumlama
yöntemidir, hermeneutik karakterlidir.
Michel Foucault, "söylemin berisinde duran şeye katılmak için onun
yoğunluğunun içinden geçmek değil, tam tersine yoğunluğu içinde onu
devam ettirmek, kendisine özgü olan karmaşıklığı içinde onu birden ortaya
çıkarmaktır" 91 diyerek söylemi oluşturulduğu koşullar içinde anlaşılır hale
getirmeye vurgu yapmaktadır.
Brian Paltridge'e göre "söylem analizi, metnin dilsel kalıplarına
bakarak dil ile toplumsal ve kültürel ilişkinin içeriğini açığa çıkarmaya
çalışmaktadır. Söylem analizi, aynı zamanda dilin kullanımıyla sunulan farklı
dünya görüşlerini, bakış açılarını ve anlayışlarını incelemektedir. Söylem
analiziyle, dilin kullanımının toplumdaki katılımcıların aralarındaki ilişkiden
nasıl etkilendiği anlaşılmaya çalışılmaktadır. Ayrıca söylem analizi, dünya
görüşleri
ve
kimliklerin
söylem
tarafından
nasıl
biçimlendirildiğine
odaklanmaktadır. Bu noktada söylem analizi yapılırken hem sözsel hem de
yazılı metinler inceleme aracı olarak kullanılmaktadır." 92 Söylem analizinde
dil ile içerik arasındaki ilişki ele alınırken temel amaç metne daha derin bir
bakış açısı sağlamak ve metni daha ayrıntılı olarak değerlendirmektir. 93
Paltridge'in
yaklaşımıyla
paralel
olarak
bu
çalışmada
söylem analizi
yapılırken anlamak esas alınacak ve sözlü veya yazılı metinlerin ne gibi
anlamlar içerdiğine bakılacak ve bu metinler analiz edilecek, yorumlanacaktır.
Alexandra Georgakopoulou ve Dionysis Goutsos, "söylem analizini
temel olarak insanların okuduklarının ve işittiklerinin ne anlama geldiğinin
yorumlanması olarak tanımlamaktadırlar. Bir metnin anlamını ortaya koymak
90
Descombes, Vincent; "The Interpretative Text", Ed. Silverman, Hugh J. , Gadamer and
Hermeneutics, New York, London, Routledge, 1991, s. 249.
91
Foucault, a.g.e., s. 63.
92
Paltridge, a.g.e., s. 2.
93
Paltridge, a.g.e., s. 3.
25
için
metnin
ilişki
içinde
olduğu
şartlar
ve
ortamın
incelenmesi
gerekmektedir." 94 Metni kendi bağlamında ele almadan başarılı bir yorum
yapmak mümkün değildir. Ayrıca metnin hangi maksatla yaratıldığının da
ortaya konulması gerekmektedir. Söylem analiziyle sözlü veya yazılı metnin
olabildiğince doğru yorumlanabilmesi için ilgili metnin bağlantılı olduğu diğer
metinleri, mevcut koşulları, metnin konuşmacı veya yazarla ilişkisini, metnin
hedeflendiği kitleyle bağını incelemek gerekmektedir. Bu noktada önemli olan
sözsel ve yazınsal metinlerin oluşturduğu anlamsal bütünlüktür. 95 Söylem
analizinin amacı da bu anlamsal bütünlüğü deşifre etmek ve yorumlamaktır.
Söylem analiziyle ilgili farklı disiplinlerde yapılan çalışmalardan felsefi
yaklaşımlara, yapısalcılık
merkezli söylem analizi çalışmalarından post-
modernizm/post-yapısalcılık merkezli söylem analizi çalışmalarına kadar her
türlü söylem çalışması göstermiştir ki söylem analizini genel kabul görmüş bir
yöntemsel çerçevede değerlendirmek mümkün değildir. Bu konuda Bulut
Gürpınar'ın düşünceleri dikkate değerdir: "Söylem analizinin uzun geçmişi,
bu konudaki çalışmaların fazlalığı ve yoğunluğu, disiplinlerarası konumlanışı
onu tanımlamayı, anlamayı ve aktarmayı zorlaştıran nedenlerdir. Kaldı ki,
söylem analizi alanında kapsayıcı, tek, genel bir yaklaşımdan bahsetmek de
mümkün değildir. Farklı alanlarda, farklı yaklaşımlarla uygulanan söylem
analizi, bir teknik olmanın yanı sıra, özellikle eleştirel boyutu kendine
eklemlendikçe, çeşitli ön kabulleri de içerir hale gelmiştir. Önceleri
"söylenen"den
yola
çıkan
çalışmalar,
bu
kez
"söylenmeyenler"in
değerlendirildiği çözümlemelere dönüşmüş, toplum, sosyokültürel yapı,
ekonomi gibi farklı unsurların da söyleme etki ettiğinin tespiti, incelemeleri
derinleştirmeye başlamıştır. Söylem analizinde altı çizilen noktalar değişip,
"neden"lere yenileri eklenirken, aslında genel yaklaşım, ele alınış biçimi ve
incelemeler
köklü
dönüşüme
uğramıştır.
Böylelikle
disiplinlerarası
karakteriyle oldukça "gri" bir alanda doğmuş, kategorize edilmesi hayli zor
olan söylem analizi, gitgide daha da karmaşıklaşmıştır. Sonuçta biçime
94
Georgakopoulou, Alexandra; Goutsos, Dionysis; Discourse Analysis: An Introduction,
Edinburgh, Edinburgh University Press, 1997, s. 15.
95
Georgakopoulou, Goutsos, a.g.e., s. 16.
26
büründürülmesi (cismanileşmesi) böylesine zor olan bir konuda tiplerden
bahsetmek ya da bu teknik uygulanırken yapılacaklar için malzeme listesi
çıkarmak gibi bir sunum olanaklı gözükmemektedir. Bununla birlikte konunun
kendi özü, söylem analizinin "felsefesi" de genel geçer bir formüle yatkın
sayılmaz." 96
Bu çalışmada Soğuk Savaş sonrası Türkiye'nin Avrupa Birliği ile
ilişkilerinde Türk dış politika aktörlerinin söylemleri analiz edilirken söylem
analizi yaklaşımlarının genel prensiplerinden hareket edilecek ve esasen
söylem ile eylem arasındaki ilişki ortaya konmaya çalışılacaktır. Dış politika
söyleminin kime ve hangi duruma yönelik olduğu, ilgili söylemi oluşturan
öznelerin kimler olduğu dikkate alınacaktır. Bu çalışmanın asıl amacı söylem
analizi yapılırken söylemlerin eyleme dönüşüp dönüşmediğinin, başka bir
deyişle
söylem-eylem
tutarlılığının/tutarsızlığının
anlaşılmasıdır.
Söylem
analizi ile eylem analizi birbirlerinden ayrılması zor unsurlar olsa da söylem
analiziyle sözlü veya yazılı metnin daha derin anlaşılması, eldeki sözsel ve
metinsel
ifadeler
yorumlama
yani
yapmak
söylemler
çerçevesinde
amaçlanmaktadır.
Bu
anlaşılır
çalışmada
ve
mantıksal
söylem
analizi
yapılırken post-yapısalcılığın dilin değişime açık olduğu ve farklı koşullarda
farklı anlamlar kazanabileceği görüşünden hareket edilecektir. Başka bir
deyişle, dilin ve söylemin durağan ve sabit olmadığı kabul edilmektedir.
Bundan
dolayı,
tutarlılığı/tutarsızlığı
dış
politika
anlaşılmaya
söylemlerinin
değişimi
çalışılacaktır.
ve
Ancak,
söylem-eylem
politikacıların
söylemlerini analiz eden söylem analizi yöntemi eleştirel söylem analizi (ESA)
olduğundan öncelikle ESA incelenecek ardından bu çalışmanın yöntemi
belirlenecektir.
Gürpınar, Bulut; "Türkiye'de Milli Güvenlik Söyleminin Dış Politikada İşlevselleşmesi: Hükümet
Programları, TBMM Tutanakları ve MGK Basın Bildirileri'nde Söylemin Analizi (1982-2003),
Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul, 2010, s. 38-39.
96
27
ıv. ELEŞTİREL SÖYLEM ANALİZİ
ESA, "bilgi ile iktidar arasındaki yapısal ilişkilerin çözümlenmesini
amaçlamaktadır. ESA, söylemsel metinler, olaylar ve yazılı metinler
arasındaki saydam olmayan ilişkileri sistematik biçimde ve daha geniş
toplumsal ve kültürel yapılar ve süreçlerle ilişkilendirerek açıklamaya
çalışmaktadır. ESA kullanılarak bilgiyle iktidar ilişkilerini yapılandıran
hegemonya çözümlemeleri ile egemenlerin gerçekliği kendi hedefleri
doğrultusunda kullanma yollarının açığa çıkartılması amaçlanmaktadır.
Ayrıca, ESA, söylemlerin açık veya gizli ideolojik anlamlarını ortaya çıkarmak
için de kullanılmaktadır. ESA, iktidarın, egemenliğin, eşitsizliğin söylemsel
kaynaklarını deşifre etmek için yazılı metinlerin analiz edilmesidir. ESA' ya
göre söylem toplumsal sınıflar, cinsiyet, statü, yaş vs. ile kültür tarafından
biçimlendirilmektedir. Böylece oluşan söylem, toplumdaki ilişkilerin, inanç
sistemlerinin, kimliklerin sınırlarını belirlemeye yardımcı olmaktadır." 97 ESA,
tek bir teorik ve yöntemsel çerçeveye sahip değildir. Birbirinden farklı
yaklaşımlar için ESA kullanılmaktadır. Politik metinlerden, toplumsal ilişkilere
kadar geniş bir kullanım alanı mevcuttur. 98 Burada vurgulanması gereken
nokta ESA'nın söylemsel metinler ile olaylar arasındaki saydam olmayan
ilişkileri geniş bir şekilde açıklama gayretidir. Bu, bir bakıma ESA'nın bir
söylemi farklı alanlarla ilişkilendirerek geniş bir şekilde yorumlama türü
olduğunu ortaya koymaktadır.
ESA'nın bazı prensiplerine İkinci Dünya Savaşı'ndan önce Frankfurt
Okulu'nun99 eleştirel teorisinde rastlanmaktadır. 1970'lerin sonlarında ortaya
97
Sayılan, Fevziye; "Yetişkin Okuma Yazma Öğretimi Ve Temel Eğitim Programı Ve Ders Kitapları:
Eleştirel Söylem Analizi", Eğitim Bilim Toplum Dergisi, cilt 7, sayı 26, Bahar, 2009, s. 43.
98
Sayılan, a.g.m., s. 43-44.
99
"Okul" sözcüğü hem bir eğitim kurumu olarak hem de bir düşünce geleneği olarak kullanılır.
Frankfurt Okulu, bu iki anlamı da muhteva etmektedir. Frankfurt Okulu, düşünce tarihinin en önemli
geleneklerinden biridir. Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü olarak kurulan akımın kurucusu bir doktora
öğrencisi olan Felix Weil'dir. Pek çoğuna göre okulun en önemli düşünürü ise okulun disiplinlerüstü
tutumunu geliştiren Teodor W. Adorno'dur. Ayrıntılı bilgi için bkz. Dellaloğlu, Besim F.;Frankfurt
Okulu'nda Sanat ve Toplum, İstanbul, Bağlam Yayıncılık, 1995.
28
çıkan Eleştirel Dilbiliminin katkılarıyla ESA, bugünkü dil ve söylem üzerine
yoğunlaşan halini almıştır. 100
ESA birbirinden farklı yaklaşımlar tarafından kullanılmaktadır. Marksist
gelenekten gelen bazı yazarlar ESA'nın Marksist bir analiz yöntemi olduğunu
belirtmektedirler. Örneğin, Norman Fairclough ESA'yı "Marks okumasına
yaklaşım açımız" 101 şeklinde değerlendirmektedir. Buna karşılık, Allan Luke'a
göre
ESA
Frankfurt
Okulu'nun
Eleştirel
Teorisi'nden
Neo-Marksist
yaklaşımlara, post-modernizmden/post-yapısalcılıktan feminist yaklaşımlara
kadar geniş bir yelpazede kullanılmaktadır. Ayrıca ESA'nın teknikleri de bu
farklı
yaklaşımlar
çerçevesinde
çeşitlenmektedir. 102
Michel
Foucault'un
söylemin "politik ve ideolojik bir pratik" olduğunu ortaya koyarak yaptığı
söylem analizi de bir ESA olarak kabul edilmektedir. 103
Eleştirel Dilbilimi (Critical Linguistics) ile ESA (Critical Discourse
Analysis) kavramları sıklıkla birbirlerinin yerinde kullanılmaktadır. Ancak, son
yıllarda ESA kavramı daha çok tercih edilmektedir. ESA, "dili toplumsal bir
pratik olarak saymakta ve dilin kullanımının içeriği üzerinde durmaktadır." 104
Ayrıca, ESA, "dil ile iktidar arasındaki ilişkiye özel bir önem atfetmektedir.
ESA, egemenlik, ayrımcılık, iktidar, güç ve hâkimiyet kavramlarının belirli
veya belirsiz yapısal ilişkilerini dil bağlamında açıkça göstermeye gayret
etmektedir." 105 "Söylem, egemen olan tarafından oluşturulmaktadır. Her
söylem tarihsel olarak zamanın ve mekânın koşullarına göre üretilmekte ve
yorumlanmaktadır. Egemen yapıların meşruiyeti de söylemlerle oluşturulan
100
Van Dijk, Teun A.; "Critical Discourse Analysis", Schiffrin, Tannen, Hamilton, a.g.e., s. 352.
Fairclough, Norman; Graham, Phil; "Eleştirel Söylem Çözümlemecisi Olarak Marx: Eleştirel
Yöntemin Yaratılışı ve Küresel Sermayenin Eleştirisi ile Bağlantısı", Çoban, Özarslan; a.g.e., s. 188.
102
Luke, Allan; "Beyond Science and Ideology Critique: Developments in Critical Discourse
Analysis", Annual Review of Applied Linguistics, cilt 22, Mart, 2002, s. 98.
103
Powell, Pegeen Reichert; "Critical Discourse Analysis and Composition Studies: A Study of
Presidential Discourse and Campus Discord", College Composition and Communication, cilt 55,
sayı 3, Şubat, 2004, s. 441.
104
Wodak, Ruth;"What CDA Is About-A Summary of Its History, Important Concepts and Its
Developments", Wodak, Ruth; Meyer, Michael; Methods of Critical Discourse Analysis, London,
Thousand Oaks, New Delhi, Sage Publications, 2004, s. 1.
105
Wodak, a.g.m., s. 2.
101
29
ideolojiler vasıtasıyla
sağlanmakta
ve
pekiştirilmektedir." 106 ESA, aynı
zamanda iktidarda olan özneler tarafından oluşturulan politik söylem ile
toplumdaki
alt
grupların
nasıl
yönlendirildiğini
ortaya
koymaya
çalışmaktadır. 107 Sonuçta, söylem egemen olan, iktidar olan özneler
tarafından oluşturulmaktadır.
Norman Fairclough, eleştirel söylem analizini anlamamız için üç
boyutlu bir çerçeve tarif etmektedir. "Birinci boyut, dilsel özellikleriyle bir
metin olarak söylemdir. Kullanılan kelime kalıpları, dilbilgisi, bunlar arasındaki
bağlantılar ve metin yapısı gibi özellikler sistemli olarak analiz edilmelidir.
Örneğin, haberlerde kullanılan edilgen fiil yapıları ( passive verb forms)
anlaşılmadan verilen haberlerin tam olarak ne anlatmak istediği doğru
çözümlenemez. İkinci boyut, söylemin söylemsel pratiğidir. Söylem, bir
toplumda, toplulukta, grupta üretilir, dolaşır, yayılır ve tüketilir. Fairclough, bu
süreci dilsel araçların (metin veya metinsel araçlar) dolaşımı olarak
adlandırmaktadır. Üçüncü boyut, sosyal bir pratik olarak söylemdir. Söylem,
ideolojik etkilerin ve egemenlik sürecinin içine dâhildir. Dolayısıyla, egemen
güç değiştiğinde söylem de değişmekte ve yeniden üretilmektedir." 108
Fairclough'un söylem analizi metodu şu şekilde özetlenebilir: 109
a) Metnin dilsel tanımlanmasıdır.
b) Metin ile söylemsel süreç arasındaki ilişkinin yorumlanmasıdır.
c)Söylemsel
süreç
ile
toplumsal
süreç
arasındaki
ilişkinin
açıklanmasıdır.
Brian Paltridge'e göre ESA, "dilin kullanımı ile toplumsal ve politik
yapının arasındaki bağlantıyı ortaya koymaya çalışmaktadır. ESA, cinsiyet,
etnisite, kültürel farklılıklar, ideolojiler ve kimlikler gibi konuların metinlerde
106
Wodak, a.g.m., s. 3.
Raymond, Emilie; Grenier, Amanda; "Participation in Policy Discourse: New Form of Exclusion
for Seniors with Disabilities?", Canadian Journal on Aging, cilt 32, sayı 2, Haziran, 2013, s. 120.
108
Blommaert, Jan; Bulcaen, Chris; "Critical Discourse Analysis", Annual Review Of
Anthropology, cilt 29, 2000, s. 448-449.
109
Fairclough, Norman; Critical Discourse Analysis: The Critical Study of Language, London,
New York, Longman, 1995, s. 97.
107
30
nasıl biçimlendirildiğini ve yansıtıldığını keşfetmeye uğraşmaktadır. ESA,
aynı zamanda, dilin inşa ettiği ve dili inşa eden sosyal ilişkileri anlamaya çaba
sarf etmektedir." 110
Gunther Kress, ESA'nın zaman içinde dilbiliminin farklı bir türü olarak
nasıl ortaya çıktığını ve diğer söylem analizi türlerinden ayrılan özelliklerini
ortaya koymuştur. Kress'in ortaya koyduğu bazı varsayımlar şunlardır: 111
a) Dil, toplumsal bir olgudur.
b) Sadece bireylerin değil, sosyal grupların, sınıfların ve kurumların da
değerleri ve inançları vardır. Bu değerler sistematik olarak dil vasıtasıyla
ifade edilmektedir.
c) İletişim için dilin öğesi metinlerdir.
d) Okuyucular ve dinleyiciler metinlerle ilişkilerinde pasif katılımcılar
değillerdir.
e) Kurumsal dil ile bilimsel dil arasında benzerlikler bulunmaktadır.
ESA'nın tanımlamasıyla ve ilkeleriyle ilgili olarak tek bir görüş
bulunmamaktadır. Ancak, bazı yazarların fikirleri bu noktada daha fazla kabul
görmektedir. Norman Fairclough ve Ruth Wodak'ın ortaya koyduğu temel
ilkeler genel itibariyle önem arz etmektedir. Bunlar şöyle sıralanabilir: 112
a) Toplumsal ve politik konular söylemde yansıtılır ve inşa edilir.
b) Güç ilişkileri söylem aracılığıyla yürütülür ve sonuca bağlanır.
c) Söylem, toplumsal ilişkileri yeniden üretir.
d) İdeolojiler, söylemin kullanılmasıyla üretilir ve yansıtılır.
e) Söylem, tarihseldir.
f) Söylem, metin ile toplum arasındaki bağlantıyı kurar.
g) Söylem analizi yorumlayıcı ve açıklayıcı bir niteliğe sahiptir.
110
Paltridge, a.g.e., s. 179.
Wodak, a.g.m., s. 5-6.
112
Van Dijk, Schiffrin, Tannen, Hamilton, a.g.m., s. 353.
111
31
Bu ilkelerden yola çıkarak dış politika söyleminin eleştirel analiziyle
ilgili olarak bazı prensipler ortaya konabilir. ESA, bilgi ile iktidar arasındaki
yapısal ilişkilerin çözümlenmesini amaçladığına göre dış politika söylemi bilgi
olarak alınırsa bu bilgiyle dış politika söylemini oluşturan dış politika aktörleri
yani iktidar arasındaki yapısal ilişki ortaya konmaktadır. Sonuçta, söylem
egemen olan tarafından oluşturulmaktadır. Sadece bireylerin değil kurumların
da dil vasıtasıyla kendi değerlerini veya hedeflerini ifade etmesi mümkündür.
Dış politika söylemiyle, uluslararası ortamda bir güç mücadelesi yürütülür. Bu
mücadelenin diğer ayağı hiç kuşkusuz söylemin eyleme dönüşmüş halidir.
Söylemin, toplumsal ilişkileri yeniden üretmesi gibi, dış politika söylemi de
uluslararası toplumu yeniden şekillendirir, uluslararası aktörlerin geleceğine
ve gelecek eylemlerine yön verir. Dış politikada da ideolojik söylemler
üretilebilir. Devletin siyasi ideolojisi dış politika söylemine yansıtılarak
uluslararası ilişkilerde kullanılır. Dış politika söylemi de tarihseldir. Söylem,
metin ile toplum arasındaki ilişkiyi kurarken, dış politika söylemi de sözlü
veya yazılı dış politika metni ile uluslararası toplum arasındaki bağlantıyı
kurar. Dış politika söylem analizi de yorumlayıcı ve açıklayıcı olmalıdır.
Politik söylemlerin analizinde ESA kullanıldığı için bu çalışmada dış
politika söylemlerinin analizinde yöntem olarak ESA kullanılacaktır. ESA, tek
bir yöntemsel çerçeveye sahip olmasa da bu konuda çalışmalar yapmış olan
bazı yazarların kullandığı yöntemler incelenerek bazı söylemsel stratejilerle
Türk dış politikası aktörlerinin söylemleri eleştirel olarak analiz edilmeye
çalışılacaktır.
V. DIŞ POLİTİKA
Bu çalışma Türk dış politikasında Soğuk Savaş sonrasında AB ile
ilişkilere yoğunlaştığı için söylem olarak Soğuk Savaş sonrası Türk dış
politikası aktörleri tarafından oluşturulan dış politika söylemleri dikkate
alınırken eylem düzeyinde de dış politikanın uygulanması veya hayata
geçirilmesi esas alınmaktadır. Başka bir deyişle, eylem olarak kastedilen
32
uygulanan dış politikadır. Dolayısıyla, eylem kavramı bağlamında öncelikli
olarak dış politika kavramsal düzeyde incelenecektir.
Dış politika kavramıyla ilgili olarak kabul gören genel yaklaşım bir
devletin diğer devletlere karşı tutumu şeklindedir. Ancak, akademik düzeyde
bu tanım yetersiz kalmaktadır. Zira AB'nin dış politika aktörü olarak tek bir
temsil
devleti
etmemesi
yukarıda
değinilen
tanımı problematik
hale
getirmektedir. "Dış politika konusunda genel bir kuram oluşturulamamıştır." 113
Dış politika kavramıyla ilgili fikir birliği sağlanan tek bir tanım olmamasından
dolayı bu çalışmada dış politika ile yapılan farklı değerlendirmelere göz
atılacaktır.
Tayyar Arı'ya göre dış politika, bir devletin diğer devletlerle ilişkilerini
veya bütün olarak uluslararası sistemdeki davranışlarını incelemektedir.
Siyasal meseleler merkezde olmak üzere bir devletin "hedefleri, tutumları ve
davranışlarının ne olduğu" üzerinde durulmaktadır. Örneğin; Türkiye'nin AB
politikası, İngiltere'nin Orta Doğu politikası veya ABD'nin Çin politikası gibi.
Bu örneklerde ifade edilen, "ilgili devletin bir mesele, bölge veya ülkeye karşı
yürüttüğü dış politikadır." 114
Joshua Goldstein'e göre "dış politika, hükümetlerin uluslararası
ortamda kendi uygulamalarını hayata geçirmeye çalıştıkları stratejiler
bütünüdür. Bu stratejiler, diplomatların görüşmelerde aldıkları direktifleri,
ticari ve ekonomik yetkililerin pazarlık süreçlerini, orduların savaşa veya bir
askeri operasyona girip girmemesini belirlemektedir." 115
Mahmut Bali Aykan, aynı kavramla ilgili şu ifadeleri kullanmaktadır:
"Devlet
aktörü
açısından
bakıldığında
genel
anlamıyla
dış
politika
kavramından bir devletin birbirleriyle bağlantılı iç ve dış amaçlarının
gerçekleştirilip algılanan tehditlerin etkisiz hale getirilmesine yönelik olarak
Karacasulu, Nilüfer; "Dış Politika Nedir?", Ed. Çakmak, Haydar; Türk Dış Politikası:19192008,Ankara, Barış Platin Yayınları, 2008, s. 11.
114
Arı, Tayyar; Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, 7. baskı, Bursa, MKM Yayıncılık, 2008, s. 6263.
115
Goldstein, Joshua S.; International Relations, 4. baskı, USA, Longman, 2001, s. 163.
113
33
izlediği bir genel plan(strateji) anlaşılmaktadır. Bir devletin bu bağlamdaki dış
politikasını onun dar anlamda uluslararası alana; geniş anlamda da dünya
politikasına yaklaşımını belirleyen ve tarihsel bir süreç içinde ortaya çıkmış
bulunan kültürel değerlerinin bir parçasını oluşturduğu kimliğinin bir
dışavurumu olarak algılayabilmek mümkündür." 116
Cenap Çakmak'a göre, " Özü itibariyle dış politika, bir ülkenin güç
potansiyelini yönetme ve ondan en yüksek çıktı ve faydayı elde etme beceri
ve sanatıdır." 117
K. J. Holsti, dış politikayı tanımlarken politika kavramından yola
çıkmaktadır. Holsti'ye göre, "politika belli bir amaca yönelik etkinliktir." 118
Politikacılar ve siyasi partilerin amacı sadece imtiyaz elde etmek değil aynı
zamanda iktidarda olmak, yönetmek ve hizmet etmektir. Dış politika da bu
politik etkinlikten ve amaçlardan etkilenmektedir. Politikacıların, hükümetlerin
veya
iktidarda
olanların
politikaya
yönelik
eylemleri
dış
politikaya
yansımaktadır. Burada iç politika-dış politika ilişkisi ortaya çıkmaktadır. 119
Dış politika kavramıyla doğrudan ilgisi bulunan ve bazen aynı anlama
karşılık gelecek şekilde kullanılan iki kavrama da değinmek gerekmektedir.
"Uluslararası ilişkiler kavramı, daha çok devletlerarasındaki münasebetler
olarak anlaşılmaktaysa da uluslararası örgütler, çok-uluslu şirketler, terörist
gruplar, çevre örgütleri ve daha pek çok dünya politikasıyla alakalı birimler
arasındaki ilişkileri kapsamaktadır. Uluslararası ilişkiler kavramı, güç dengesi
politikalarından, ekonomik ilişkilere, kültürel ve sosyal organizasyonlardan,
spor
müsabakalarına
kadar
geniş
bir
alandaki
çalışmalar
için
kullanılmaktadır." 120 Dolayısıyla, uluslararası ilişkiler kavramı dış politika
Aykan, Mahmut Bali; "Türkiye'nin Dış Politika Anlayışı", Ed. Çakmak , a.g.e., s. 31.
Çakmak, Cenap; "Giriş: Neden Dış Politika; Neden Amerikan Dış Politikası", Çakmak, Cenap;
Dinç, Cengiz; Öztürk, Ahmet; Yakın Dönem Amerikan Dış Politikası: Teori ve Pratik, Ankara,
Nobel, 2011, s. 2.
118
Holsti, K. J.; International Politics: A Framework For Analysis, 7. baskı, USA, Prentice Hall
International Edition, 1995, s. 250.
119
Holsti, a.g.e., s. 250.
120
Viotti, Paul R.; Kauppi, Mark V.; International Relations Theory: Realism, Pluralism,
Globalism and Beyond, 3. baskı, USA, Allyn and Bacon, 1999, s.1.
116
117
34
kavramını içine almakla beraber, dış politika alanının tamamen dışındaki
örneğin, olimpiyat oyunları, dünya futbol şampiyonaları, küresel çevre
eylemleri, uluslararası sosyal ve kültürel etkinlikler gibi unsurlarla da
bağlantılıdır.
"Uluslararası politika" ise dış politika ile en çok karıştırılan kavramdır.
Temelde aynı nitelikte olmakla beraber bu iki kavram sorunlara kapsam
itibariyle farklı açılardan yaklaşmaktadır. "Dış politika, uluslararası politik
konulara bir devletin penceresinden bakmak, uluslararası politika ise iki veya
daha fazla devlet veya uluslararası aktör arasındaki politik ilişkileri
uluslararası sistemin içinde değerlendirmektir." 121 İki kavram arasındaki
kapsam farkından dolayı, "uluslararası politikayı tüm devletlerin dış politika
toplamı"
olarak
değerlendiren
görüşler
mevcuttur. 122
Graham
Fuller,
uluslararası politikayı şöyle tanımlamaktadır: "Uluslararası politika orman
yaşamından farklı değildir. Daha küçük ve zayıf hayvanların hayatta
kalabilmeleri için keskin bir zekâya, hassas duyulara ve çevikliğe ihtiyaçları
vardır; güçlüler ise çevresel koşullara pek dikkat etmek zorunda değildirler ve
çoğunlukla diğerlerini umursamadan dilediklerini yapabilirler." 123
Bu üç kavram arasındaki ilişki şu şekilde ifade edilebilir:
Uluslararası İlişkiler > Uluslararası Politika >Dış Politika
"En basit olarak devletin egemenliği altında bulunan sınırlarının
dışındaki tüm dünya 'dış' olarak kabul edilmektedir. Bu dış dünya, ulusdevletin kural, norm ve yasalarının geçerli olmadığı uluslararası ortamdır." 124
Ancak, dış politika ve iç politika arasındaki ilişki gözden kaçmamalıdır. Dış
politika, bir anlamda iç politikanın devletin sınırlarının dışına çıkmış halidir.
Dış politika karar alıcıları ister istemez iç politikanın gereklerini dikkate almak
durumundadırlar. "Dış politikayı yönetenler ne kadar ileri görüşlü, bilgili ve
Gönlübol, Mehmet; Uluslararası Politika: İlkeler-Kavramlar-Kurumlar, Ankara, Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No: 420, 1978, s. 27.
122
Gönlübol, a.g.e., s. 27.
123
Fuller, Graham E.; İslamsız Dünya, çev. Hasan Kaya, İstanbul, Profil Yayıncılık, 2010, s. 12.
124
Gözen, Ramazan; İmparatorluktan Küresel Aktörlüğe: Türkiye'nin Dış Politikası, Ankara,
Palme Yayıncılık, 2009, s. 4.
121
35
idealist
insanlar
olurlarsa
olsunlar,
iç
politikanın
etkisinden
kolay
kurtulamazlar." 125Hatta çoğu durumda dış politika iç politikanın bir aracı,
özellikle demokratik ülkelerde bir oy malzemesi olarak kullanılmaktadır.
Ayrıca, örneğin, "bir iç ekonomik kalkınma hamlesine başlandığında dış
yardımların ve kredilerin gündeme gelmesi", kendiliğinden bir dış politika
ilişkisi yaratmaktadır. Bir savaş veya çatışma durumunda iç politikada
yapılacak düzenlemelerle bu eylem sürdürülebilir. 126 Dolayısıyla, iç ve dış
politika arasında bir tamamlayıcılık söz konusudur. Dış ve iç terimleri
birbirleriyle devamlı etkileşim halindedir. İç politikadaki pozitif gelişmeler dış
politikanın da başarılı olarak yürütülmesini kolaylaştırmaktadır.
İç politika ile dış politika ilişkisiyle ilgili olarak "devletin göreli özerkliği"
kavramı da önemlidir. Esas itibariyle "siyasi ortamın ekonomik ortamdan
göreli özerkliğe sahip olması durumunda devletin karar alma sürecini göreli
olarak" daha rahat yürütebilmesi üzerine kurulu olan bu kavram, kendi içinde
iç ve dış göreli özerklik olarak da ikiye ayrılmaktadır. 127 İç göreli özerklik
devletin karar alıcılarının "ülkedeki
ekonomik
sınıflardan göreli olarak
bağımsız olması", dış göreli özerklik de devletin karar alıcılarının dış politika
yürütürken uluslararası sitemdeki "diğer devletlerden ve uluslararası sistemin
kendisinden göreli olarak bağımsız hareket edebilmesi" demektir. 128 Sonuçta,
dış politikayı yürüten devlet içi aktörlerin iç ve dış ortamdan göreli olarak
bağımsız hareket edebilmesi dış politika söylemlerini ve dolayısıyla dış
politikanın uygulanmasını olumlu olarak etkileyebilmektedir.
Dış politikanın iç politikadan önemli bir farkı bulunmaktadır. Devlet,
kendi egemenlik sahası olan ülke sınırları içinde "teorik olarak kendi
kurallarını koyar ve işletir." 129 Ancak, uluslararası sitemde veya dış ortamda
mevcut aktörlerin rekabeti, uluslararası hukuk kuralları, ekonomik ilişkiler gibi
Bilge, A. Suat; Milletlerarası Politika, Ankara, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Yayınları No: 207-189, 1966, s. 299.
126
Bilge, a.g.e., s. 298.
127
Oran, Baskın; "Devletin İç ve Dış Göreli Özerkliği Kutusu", Ed. Oran, Baskın; Türk Dış
Politikası: Kurtuluş Savaşı'ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, I.cilt, 11. Baskı, İstanbul,
İletişim Yayınları, 2005, s. 40.
128
Oran, a.g.m., s. 40.
129
Gözen, a.g.e., s. 4.
125
36
değişik faktörler neticesinde devletin etkinliği belirlenir. Devlet, uluslararası
sitemde keyfi kurallar koyamaz ve uygulayamaz. 130 Sonuçta iç politika ve dış
politika arasında siyasi ve hukuki temel farklılıklar bulunmaktadır. Örneğin, iç
hukuk kurallarına uymak insanlar için zorunludur; eğer kurallara uyulmazsa
devletin kolluk kuvvetleri yaptırım mekanizmasını devreye sokacaktır. Buna
karşılık uluslararası ortamda birbirlerinden farklı siyasi ve hukuki sistemler
bulunmaktadır. Ayrıca, yaptırım uygulayacak bir dünya polisi de yoktur.
Joseph S. Nye ve David Welch, iç politika ile uluslararası politika
arasındaki ortaklık duygusu bakımından var olan farklılığa ayrıca vurgu
yapmışlardır: "İç politika ile uluslararası politika, altta yatan ortaklık duygusu
bakımından da birbirinden ayrılır. Düzgün bir toplumda, yaygın bir ortaklık
duygusu ortak bağlılıkların, adalet standartlarının ve meşru otoritenin ne
olduğuna dair görüşlerin doğmasına yol açar. Uluslararası politikada,
bölünmüş halklar aynı bağlılıkları paylaşmazlar. Küresel ortaklık duygusu
zayıftır. İnsanlar sık sık neyin adil ve meşru olacağı konusunda görüş
ayrılığına düşerler. Bunun sonucu, iki temel siyasi değer olan düzen ve
adalet arasında büyük bir uçurum bulunmasıdır. Böyle bir dünyada çoğu
insan ulusal kaygıları uluslararası adaletin önüne koyar. Hukuk ve etik
uluslararası politikada rol oynar, ama bir ortaklık normları duygusu
olmadığından bunlar iç politikada olduğu kadar bağlayıcı değildir." 131
Buradan hareketle iç politika ile dış politika veya iç politika ile uluslararası
politikanın birbirlerini etkilemekle birlikte, sahip oldukları siyasi ve hukuksal
temellerin dışında psikolojik yaklaşımlar açısından bazı farklılıklara sahip
oldukları anlaşılmaktadır.
Bununla
beraber
bazı
post-modern/post-yapısalcı
düşünürler
ve
akademisyenler "iç-dış ayırımının modern egemen devletin inşa sürecinde
işlev gören" bir unsur olduğunu ileri sürmektedirler. Ali Balcı'ya göre,
"Modernitenin en önemli getirilerinden birisi, özneyi söylemin sorumlusu
130
Gözen, a.g.e., s. 4-5..
Nye, Joseph S., Jr.; Welch, David A.; Küresel Çatışmayı ve İşbirliğini Anlamak, çev. Renan
Akman, 2. Baskı, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2011, s. 5-6.
131
37
yapan iç/dış ayırımı olmuştur. İç/dış ayırımı, özelde bireyin genelde ise
devletin belli bir öze sahip olduğunu ve kendisi dışına ilişkin bağımsız bir
yargısının olabileceğini varsayar. İç/dış ayırımı üzerine inşa edilmiş olan dış
politika, böylelikle için dışarıya yönelik bilinçli bir eylemi/söylemi olarak
devreye girer." 132Bu noktada iç-dış ayırımı ulus-devletlere bir kişilik vererek
ve ulus-devletin uluslararası alanda bağımsız olduğunu vurgulamak için
ortaya konmaktadır. Böylece, dış politikayla beraber bir devlet hem kendi
içindeki iktidar ilişkilerinin belirlenmesinde hem de devletin diğer devletlerle
ilişkilerini sürdürdüğü uluslararası alandaki iktidar ilişkilerinin belirlenmesinde
işlev görmektedir. 133 Balcı, bu post-modern/post-yapısalcı yaklaşımını "Türk
dış politikasına uyarladığında da dış politika tercihlerinin her aktörün kendi
kültürel mirası tarafından şekillenen kimlik algılamalarının değil; aktörlerin
içinde bulunduğu iktidar ilişkilerinin ve mevcut koşulların bir tezahürü
olduğunu" ortaya koymaktadır. Burada Türk dış politikası, "içerideki iktidar
ilişkilerinin sağlamlaştırılması, değiştirilmesi, yeniden üretilmesi ve iktidar
mücadelesinin
yürütülmesinde
kullanılan
bir
strateji
olarak
kabul
edilmektedir." 134
Bu
çalışmada
edilmektedir.
eylem
olarak
dış
politikanın uygulanması kabul
İç politika uygulamalarının da dış politikayla doğrudan ve
dolaylı ilişkisi gözden kaçırılmamalıdır. Bundan dolayı, bu çalışmada dış
politika kavramına değinirken iç ve dış arasındaki ilişki de kısaca ortaya
konmaya çalışılmıştır. Dış politika söylemleri oluşturulurken ve dış politika
uygulamaları
hayata
geçirilirken
veya
geçirilmezken/geçirilemezken
iç
politikanın varlığının da önemli bir unsur olduğu kabul edilmektedir. Soğuk
Savaş sonrası Türk dış politikasında AB ile ilişkilerdeki söylemler ve
eylemlere bakılırken iç politikanın dış politikaya olan etkisi de görülmektedir.
İkinci ve üçüncü bölümlerde söylem ve söylem-eylem analizleri yapılırken
buna uygun örneklere rastlanacaktır. Ancak, bu çalışmanın kapsamına dış
Balcı, Ali; "1990 Sonrası Türk Dış Politikası Üzerine Bazı Notlar: Avrupa Birliği ve Kıbrıs
Örneği", Yenigün, Cüneyt; Efegil, Ertan; Türkiye'nin Değişen Dış Politikası, Ankara, Nobel, 2010,
s.87.
133
Balcı, a.g.m., s. 88-89.
134
Balcı, a.g.m., s. 89-90.
132
38
politika karar alma mekanizması dâhil olmadığından söylem ve eylemlerin
hangi koşullarda, hangi iç ve dış faktörlerin etkisi altında oluşturulduğu
üzerinde durulmayacaktır. Bundan dolayı, bu çalışmanın amacı iç-dış politika
arasındaki ilişkiyi ortaya koymak değil, söylem-eylem tutarlılığını/tutarsızlığını
bazı söylemsel stratejileri de kullanarak eleştirel yorumlama mantığı içinde
anlamaya çalışmaktır.
VI. SÖYLEM-EYLEM İLİŞKİSİ VE DIŞ POLİTİKA
Hannah Arendt'e göre, "eylemek" sözcüğü, en genel anlamıyla
"inisiyatif almak, başlamak, bir şeyleri harekete geçirmek demektir. İnsanlar
initium olduklarından, doğmak suretiyle yeni gelenler ve başlayanlar
olduklarından, inisiyatif sahibidirler ve eyleme atılırlar.135
"Yunanca
archein fiili başlamak, baş çekmek ve hakim olmak, Yunanca prattein fiili
kotarmak, erişmek, bitirmek, Latince agere fiili harekete geçirmek, hareket
vermek, baş çekmek, önayak olmak, Latince gerere fiili ise özgün anlamı
taşımak/götürmek" anlamlarına gelmektedir. 136
Türk Dil Kurumu Büyük Sözlüğüne göre "eylem" sözcüğü; eyleme işi,
fiil, hareket, aksiyon, bir durumu değiştirme veya daha ileriye götürme
yönünde etkide bulunma çabası, süreç, bir istenç edimi, bir istemenin, bir
tasarının, bir düşünüşün, bir kararın gerçekleştirilmesi, bilinçli insanın
istemesinin ürünü anlamlarına gelmektedir. 137 "Eylem" sözcüğünün İngilizce
karşılığı "action" dır. "Deed" sözcüğü de aynı anlamda kullanılmaktadır. 138 Bu
çalışmada dış politikanın eyleme geçirilmesi veya uygulanması üzerinde
Arendt, Hannah; İnsanlık Durumu-The Human Condition, çev. Bahadır Sina Şener, İstanbul,
İletişim Yayınları, 1994, s. 242.
136
Arendt, a.g.e., s. 259.
137
Türk
Dil
Kurumu
Büyük
Sözlüğü,
(Erişim)
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5238995802c8c4
.07201070, 17 Eylül 2013.
138
Something done or performed, a deed, an act, habitual or ordinary deeds, conduct, a proposition, a
military engagement, a battle, a gesture or movement, a theatrical performance, the process, action of
doing,
(...)
Bkz.
Oxford
English
Dictionary,
(Erişim)
http://www.oed.com/view/Entry/1938?rskey=tYIClT&result=1&isAdvanced=false#eid,
17
Eylül
2013.
135
39
durulduğu
için
eylem
veya
uygulama
sözcükleri
birbirlerinin
yerine
kullanılmaktadır. Uygulamak sözcüğü Türk Dil Kurumu Sözlüğü'ne göre
"Kuramsal bir bilgiyi, ilkeyi, düşünceyi herhangi bir alanda hayata geçirmek,
tatbik
etmek,
üst
üste
getirmek
ve
üstüne
koymak"
olarak
tanımlanmaktadır. 139
"Söylem kurgusal olana gönderme yapar, düşünsel, soyut bir üretim
olarak söylem gerçeklikten kaynaklansa ve onu hedeflese de, her zaman için
onun dışındadır. Tek başına söylem kendi kapalı alanında kurgusal bir
gerçeklik yaratır, pratik yaşamın gerçekliği ile bu gerçeklik tam olarak
çakışmaz.
Söylemsel
olanın
kurgusallığı
gerçekliği
dönüştürmeyi
amaçlayabilir ancak eyleme gönderme yaparsa bunu başarabilir, eyleme
eklemlenmeyen hiçbir söylem gerçeklik alanında kendini var kılamaz. Eylem
ise gerçekliğe ilişkindir ve onun içinde var olur; kurgular ancak eylem ile
gerçekleştirilebilir, gerçek ancak eylem ile dönüştürülebilir. Bu nedenle
hakikatin ölçütü ve normu onu yapmaktır." 140 İster sözlü olsun ister yazılı
olsun söylem ile eylem arasında "karşılıklı bir yapısal ilişki" bulunmaktadır. 141
Söylem ile eylem çok yakın bir ilişki içindedir. "Konuşmasız eylem,
ortada bir eyleyen kalmayacağı için artık bir eylem değildir ve eyleyen yani
edimlerin faili ancak aynı anda sözler de sarfediyorsa varolabilir." 142
Bu çalışmada, eylem olarak kastedilen dış politika söyleminde dile
getirilenin uygulanması, yani söylemde bulunan öznenin söyleminde dile
getirdiğini inisiyatif alarak uygulaması, harekete geçirmesidir. Dolayısıyla,
ister
dış
politika
çalışması
olsun
ister
söylem-eylem
ilişkisinin
incelenebileceği başka bir alan olsun söylemlerin soyut oldukları ve ancak
eyleme dönüştüğünde gerçeklik açısından anlam ifade ettikleri belirtilebilir.
Fakat her ne kadar kurgusal da olsa söylem ile herhangi bir eylem
Türk
Dil
Kurumu
Sözlüğü,
(Erişim)
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.523e40015ef026.098
03312, 17 Eylül 2013.
140
Çoban, a.g.m., s. 272.
141
Phillips, Nelson; Lawrence, Thomas B.; Hardy, Cynthia; "Discourse and Institutions", Academy of
Management Review, cilt 29, sayı 4, 2004, s. 637.
142
Arendt; a.g.e., s. 244.
139
40
amaçlanmadan salt popülist bir söylemin yapacağı etki ile bir politik getiri
elde edilmesi de hedeflenebilir. Sonuçta söylem ile eylemin tam olarak
nerede başlayıp nerede çakıştığı, söylemin eyleme ne zaman dönüştüğü,
nasıl dönüştüğü oldukça karmaşık ve belirsiz bir konudur. Söylemin eyleme
dönüşmesi
bekleniyorsa
bunu ölçmek
her durumda
sağlanamayabilir.
Bundan dolayı söylemin eyleme dönüştüğü anın anlaşılabilmesi için bazı
somut göstergeler açıkça ortaya konmalıdır. Dış politikada söylem-eylem
çalışmasında
da
bu
ölçütler
söylemde
belirtilen
çeşitli
dış
politika
uygulamaları, kimi yazılı anlaşmalar, ittifaklar, gizli olmayan her türlü dış
politik sonuçlar, görüşmeler, arabuluculuk faaliyetleri,
ekonomik protokoller
ve bunun gibi sayısız şekillerde anlaşılmalıdır.
Devletler, ancak ve ancak "siyasi ve tarihi eylemleriyle var olabilirler."
Bir başka deyişle, siyasi olarak bir özne, "eylemde bulunmadığı sürece var
olmuş sayılmaz." 143 Dolayısıyla devletler, yaptıkları anlaşmalar, uyguladıkları
stratejiler, uluslararası örgütlerde gerçekleştirdikleri temsiller gibi benzeri
dışsal eylemlerle
dış politikada
bir kimliğe
sahip olabilirler. Burada
eylemsellikten kastedilen ise "bir normun veya normlar bütününün sürekli
olarak hayata geçirilmesidir. Devletin varlığı eylemlerinin bir sonucudur." 144
Bu fikirlerden yola çıkarak "devletin yapım aşamasında olan bir özne olduğu"
ve "devletin sürekli olarak bir devlet olma sürecinde olduğu" belirtilebilir. 145
Richard Devetak'a göre "post-yapısalcılık açısından tamamlanmış bir devlet
bulunmamaktadır." 146
Söylemin eyleme dönüştüğü tespit edilmişse "eylem bu noktada
söylemin oluşturduğu genel çerçeveye uygun olarak işler ancak uygulama
esnasında mutlaka kırılmalar yaşanır. Söyleme göre üretilen eylem her
zaman eksik veya fazla bir yönüyle kendisini gösterir." Dolayısıyla söylemeylem tutarlılığı yüzde yüz oranda sağlanamaz. Söylem de eylem de bir
143
Devetak, a.g.m.,
Devetak, a.g.m.,
145
Devetak, a.g.m.,
146
Devetak, a.g.m.,
144
s. 268.
s. 269.
s. 269.
s. 269.
41
açıdan birbirlerini eksiltirler. 147 Ölçütleri tam olarak ortaya koyduktan sonra
söylemin eyleme dönüştüğü tespit edilmişse eylemin o söylemin hedeflediği
sonucu tam olarak yansıttığı da bilinemeyebilir. Özellikle dış politikada
karmaşık devlet arası ilişkilerde, uluslararası ilişkilerde her geçen gün artan
aktör sayısının, ekonomik, sosyal, kültürel ve benzeri pek çok değişkenin
olduğu bir ortamda kamuoyuna açıklanmayan gizli ilişkiler, çıkar anlaşmaları,
görüşmeler veya her türlü faaliyetin de reel olduğu unutulmamalıdır. Bundan
dolayı, dış politikanın söylem-eylem analizi yapılırken mutlaka ama mutlaka
yapılan analizin dışında hiç bilinmeyen başka alternatif gerçeklerin de
olabileceği bir yere not edilmelidir. Yapılan araştırmada elde edilen tüm
verilerle ulaşılabilen sonuçlar ortaya konmalı ama bu sonuçların mutlak
doğrular olmadığı açıkça belirtilmelidir.
Rainer Baumann da dış politikada söylem analizinin ve söylemin
eylemle
ilişkisinin
rahatlıkla
teorik
bir
çerçeveye
oturtulamayacağını
belirtmektedir. Baumann'a göre dış politikada söylem analizinin belli başlı
modellerle tanımlanması iki neden ötürü zordur. Öncelikli olarak dış politika
söylemi ve dış politika eylemi arasındaki ayrımı net olarak yapmak kolay
değildir. İkinci olarak dış politika söylemi ve dış politika eylemi arasındaki fark
ortaya konulsa bile buradaki neden-sonuç ilişkilerini tanımlamak her zaman
mümkün olmayabilir. Söylem, dış politika eylemini şekillendirirken dış politika
eylemi de aynı şekilde dış politika söylemini etkiler. Dış politikada söylem ile
eylem arasındaki ilişkiyi formüle edilmiş bir modelle açıklamak çok mümkün
değildir. 148
VII. YÖNTEM
Post-modern/post-yapısalcı yaklaşım söylem kavramına oldukça önem
vermektedir.
Post-modern/post-yapısalcı
yazarların
çalışmalarıyla
uluslararası ilişkilerde söylem kavramına ilgi artmaktadır. Post-modern/post147
148
Çoban, a.g.m., s. 282.
Baumann, a.g.m., s. 7-8.
42
yapısalcı
yaklaşımda
"sosyal
gerçeklik
dilden
bağımsız
olarak
inşa
edilemez." 149 Sosyal gerçekliklerin ortaya çıkarılması ise ancak söylemlerin
analiz edilmesiyle mümkün hale getirilebilir. 150 Michel Foucault'a göre "en
temel çözümleme birimi söylemdir." 151 Bazı uluslararası ilişkiler uzmanlarına
göre "teori ve pratik arasındaki modern ayırımın yerini gerçekle onun
metinsel temsilinin ikili yapısını bulanık hale getiren söylem almıştır." 152
Post-modern/post-yapısalcı yaklaşım çerçevesinde uluslararası ilişkiler
çalışmalarında
"dış
politika
kavramsallaştırılmaktadır." 153 Dış
söylemsel
politika
bir
pratik
olarak
aktörlerinin söylemleri de dış
politika gerçekliğini inşa etmektedir. Böylece dış politika ile "bir devlet kendi
varlığını inşa edeceği sınırları" oluşturmaktadır. 154 Son yıllarda dış politikayı
söylemsel bir pratik olarak ele alarak uluslararası ilişkiler disiplininde kendi
yorumlamalarına dayalı farklı söylem analizi çalışmaları yapan yazarlar dikkat
çekmektedir.
Henrik
Larsen,
söylem
analizini
dış
politikaya
uyarlayan
yazarlardandır. 155 Larsen, Michel Foucault'nun "Bilginin Arkeolojisi"ni analiz
ederek başladığı çalışmasında "söylemsel oluşum (discursive formation)
olarak Avrupa'yı kabul ederek Fransa ve Britanya'nın Avrupa ile kavramsal
ilişkilerinde
geçirdiği
değişimin
nasıl
gerçekleştiğini"
göstermeye
çalışmaktadır. 156 Larsen, bunların ötesinde "Britanya ve Fransa'daki Avrupa
düşüncesine ilişkin yeniden kavramsallaştırmayı söylemsel düzeyde" ele
almaktadır. 157 Larsen kitabında Norman Fairclough'un mikro-makro konsept
(micro-macro
concept)
ayrımına
değinerek
kendisinin
yorumlayacağı
Düzgit, Senem Aydın; "Avrupa Birliği-Türkiye İlişkilerine Postyapısalcı Yaklaşım: Almanya
Örneğinde Dış Politika ve Söylem Analizi", Uluslararası İlişkiler, cilt 8, sayı 29, Bahar, 2011, s. 50.
150
Düzgit, a.g.m., s. 50.
151
Urhan, a.g.e., s. 19.
152
Griffiths,Roach, Solomon, a.g.e., s. 249.
153
Düzgit, a.g.m., s. 52.
154
Düzgit, a.g.m., s. 52.
155
Larsen, Henrik; Foreign Policy and Discourse Analysis: France, Britain and Europe,
London&New York, Routledge, 1997.
156
Fournier, a.g.m., s. 26.
157
Fournier, a.g.m., s. 26.
149
43
söylemleri makro konsept 158 olarak nitelendirmiştir. 159 Buna göre "geleneksel
dil bilimi ve toplumsal psikoloji çalışmalarında insanlar arasındaki aile veya iş
hayatı gibi durumlara dayalı gündelik diyalogların analizinde kullanılan
söylemler
mikro
konsept
olarak
kullanılırken;
dilin
toplumları
nasıl
şekillendirdiği, söylemin iktidar ilişkilerini nasıl kurduğu gibi daha geniş bir
çerçevede toplumsal teori çalışmalarının konusu olan söylemler ise makro
konsept" olarak kullanılmaktadır. 160
Söylemsel oluşum, Michel Foucault tarafından "ifade birlikleri" olarak
tanımlanmaktadır. Bu ifade birlikleri "cümle düzeyinde dilbilgisel bağlarla,
önermeler düzeyinde mantıksal bağlarla, anlatımlar düzeyinde psikolojik
bağlarla birbirlerine bağlanmamış ancak ifadeler düzeyinde birbirlerine
bağlanmışlardır." 161 Larsen kendi çalışmasında söylemsel oluşumlar olarak
"Avrupa", "ulus/devlet", "güvenlik" ve "uluslararası ilişkilerin doğası" gibi
kavramları kullanmaktadır. 162
Politik aktörlerin söylemleri ESA ile analiz edilmektedir. 163 ESA ile ilgili
tek bir yöntem bulunmamaktadır. Söylem analizinde kullanılan yöntem,
analizi yapana göre değişiklik göstermektedir. Post-modernizmde/postyapısalcılıkta "yorumlamanın estetik bir mesele olduğu ileri sürülmektedir." 164
Makro konsept daha soyuttur. Makro konseptte iktidar ilişkilerinin içindeki devletlerden,
kurumlardan, toplumsal aktörlerden veya örgütlerden bahsedilir. Bkz. Van Dijk, Teun; "Söylem ve
İdeoloji Çokalanlı Bir Yaklaşım",çev. Nurcan Ateş, Çoban, Özarslan, a.g.e., s. 42.
159
Larsen, a.g.e., s. 16.
160
Larsen, a.g.e., s. 14.
161
Urhan, a.g.e., s. 21.
162
Larsen, a.g.e., s. 15. Larsen'in kullandığı söylem analizi yöntemi için kitaptan şu örneği vermemiz
yeterli olacaktır. İkinci bölümde Britanya'nın 1980'lerdeki siyasi söylemlerinin ulus/devlet kavramı
başlığı altında dönemin hâkim söylemi analiz edilirken Britanya Başbakanı ve Muhafazakâr Parti
Genel Başkanı Margaret Thatcher'in bir konuşması verilerek ulus/devlet kavramı çerçevesinde
"Thatcherizm" projesi adı altında Britanya'nın eski güçlü günlerine döneceğinin mesajının verildiği
ortaya konmaktadır. Britanya'nın bu güce tekrar kavuşması için sosyal devlet anlayışının serbest
piyasa ekonomisine devredilmesi, kolluk kuvvetlerinin desteklenmesi ve Viktorya döneminin
değerlerinin ön plana çıkarılması gerektiği söylemlerle sunularak ulus/devlet kavramının hâkim
söylem olarak kullanılmasıyla otoriter yönetim anlayışının meşru hale getirilmeye çalışıldığı
belirtilmektedir. Burada Larsen, "otoriter popülizm" (authoritarian populism) ve "dadı devlet" (nanny
state) gibi kavramlar kullanarak yorumunu daha ikna edici hale getirmeye çalışmaktadır. Sonuçta,
Larsen kitabında belli kavramları esas alarak o kavramların etrafında şekillenen söylemler üzerinden
döneme ait dış politika yorumlamaları yapmaktadır.
163
Düzgit, a.g.m., s. 55.
164
Devetak, a.g.m., s. 252.
158
44
Buna göre "sanatçılar gibi uluslararası ilişkiler uzmanları da bir olayı nasıl
temsil edeceklerini veya nasıl anlatacaklarını kendileri belirlerler. İlgili verilerin
seçimi, bakış açıları, zaman dilimleri, anahtar kavramlar gibi konularda
uluslararası ilişkiler uzmanları aynı sanatçılar gibi özgürlerdir. Politik olaylar
farklı yorumlara açıktır." 165 Anlaşıldığı üzere hem seçilen yöntem hem de
yorumlamanın bizatihi kendisi belli bir metodolojik sınıra hapsedilemez.
Araştırmacının özgür olması beklenmektedir.
Senem Aydın Düzgit, dış politikanın eleştirel söylem analizinde farklı
bir
yöntem
kullanmıştır.
Düzgit,
Türkiye'nin
AB
üyeliği
sürecinde
Almanya'daki siyasi partilerin söylemlerine odaklanarak Alman siyasal
söyleminde Avrupa kimliğinin nasıl inşa edildiğini ortaya koymaktadır. Düzgit,
post-modern/post-yapısalcı çalışmasında kimlik inşası problemine önem
veren Viyana Okulu'nun söylemsel-tarihsel (discourse-historical) yaklaşımını
kullanmaktadır. 166 Düzgit'in analiz yöntemi Ruth Wodak'ın çalışmasında
ortaya koyduğu bazı söylemsel stratejileri kullanarak söylemleri yorumlamak
üzerine
kuruludur. Larsen'in söylem analizinde olduğu gibi çalışmanın
başında belirlediği kavramlardan hareket etmemiş olan Düzgit, belli bir analiz
yöntemine atıfta bulunarak ve bu yöntemdeki bazı söylemsel stratejileri
kullanarak yorumlamada bulunmuştur.
Bu çalışmada ESA yapılırken Ruth Wodak'ın üzerinde durduğu
söylemsel stratejilerden bazıları kullanılacaktır. Bu çalışmanın diğer söylem
analizi çalışmalarından farkı salt söylem analizinin yapılmayacak olmasıdır.
Bu
çalışmanın
diğer
amacı
da
söylem-eylem
tutarlılığını/tutarsızlığını
sorgulayan bir söylem-eylem analizi yapmaktır. Dolayısıyla, öncelikle ESA ile
Türk dış politikası aktörlerinin incelenen örnek olaylardaki söylemleri bazı
söylemsel stratejilerle analiz edilecek, ardından bu söylemlerin uygulanan dış
165
Devetak, a.g.m., s. 252-253.
Düzgit, makalesinde söylemsel-tarihsel yaklaşım çerçevesinde ilk olarak makro söylem konularını
yani makro konsepti belirler. İkinci olarak, araştırma sorularını cevaplamaya yarayan söylemsel
stratejileri kullanır. İçinde adlaştırmalar, metaforlar ve eşitlik zinciri gibi dilsel araçlar olan ima yollu
stratejileri, ayrıca yüklemlemeleri ve uslamlama stratejilerini kullanır. Düzgit'in kullandığı yöntem
Ruth Wodak'ın söylemsel-tarihsel yaklaşım adlı çalışmasında belirlediği söylemsel stratejilerin bir
kısmını içermektedir. Dolayısıyla, kullanılacak analiz yöntemi konusunda yazarların kendi
araştırmaları çerçevesinde bağımsız hareket ettiği söylenebilir.
166
45
politika ile aynı doğrultuda olup olmadığı sorgulanacaktır. Bu tez çalışması iki
sorunun cevabını aramaktadır.
1) Soğuk Savaş sonrası Türkiye-AB ilişkilerinde Türk dış politikası
aktörlerinin ilgili olaylardaki söylemleri kendi içinde tutarlı mıdır?
2) Soğuk Savaş sonrası Türkiye-AB ilişkilerinde Türk dış politikası
aktörlerinin ilgili olaylardaki söylemleri ile eylemleri tutarlı mıdır?
Bu soruların cevabını bulmak için ESA yapılırken söylemler hem kendi
içinde değerlendirilecek hem de dış politika uygulamalarının söylemlerle aynı
doğrultuda olup olmadığı sorgulanacaktır.
ESA
yapılırken
Ruth
Wodak'ın
üzerinde
durduğu
söylemsel
stratejilerden bazılarına başvurulacaktır. Söylem analizlerinde kullanılmak
üzere Ruth Wodak'ın belirlediği söylemsel stratejiler şunlardır: 167
1) "İma yollu stratejiler (referential): Eğretileme (metaphor) 168, düz
değişmece (metonym) 169 veya ad aktarması (synecdoche) gibi dilsel araçlar
167
Wodak, Ruth; "The Discourse-Historical Approach", Wodak, Ruth; Meyer, Michael; Methods of
Critical Discourse Analysis, London, Thousand Oaks, New Delhi, SAGE, 2001, s.73.
168
"İngilizce bir kelime olan 'metafor' (metaphor), Türkçe’de 'benzetme, eğretileme', eski Türkçede
“mecaz”, Arapça’da “istiare” kelimeleriyle karşılanmaktadır. Metafor; bir şeyi veya bir fikri ona çok
benzer niteliklere sahip başka bir şey ile genelde 'gibi', 'benzer' sözcüklerini kullanmaksızın istenen
tanımlamayı yapmak, anlatıma üslup güzelliği ve kolaylığı katmak için kullanılan sözcük ya da
sözcük kümesidir. Başka bir deyişle metafor; bir kavramı, kelimeyi, terimi, olguyu daha güzel ve iyi
anlatmak amacıyla, başka bir anlamda olan bir sözcükle, ilgi kurularak benzetme yoluyla
kullanılmasıdır. Bir meseleyi başka bir şekilde ifade etme anlamına gelen metaforun felsefede
kullanım amacı, ifadeye bir üslup güzelliği vermek, anlaşılmasında güçlük çekilen konuları biraz daha
anlaşılır kılmak ya da anlaşılmasına katkı sağlamaktır." Ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın, İbrahim Hakkı;
"Bir Felsefi Metafor 'Yolda Olmak'", Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, cilt 6, sayı 4,
2006, s. 10. Örneğin, "Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!", "Çatma, kurban olayım
çehreni ey nazlı hilal". İstiklal Marşı'nın bu iki dizesinde "al sancak" ve "hilal" kelimeleriyle Türk
bayrağı anlatılmak istenmektedir. Dolayısıyla burada metafor kullanılmaktadır.
Bkz. (Erişim)
http://metafor.nedir.com/, 11 Haziran 2013.
169
Türkçede düz değişmece ve ad aktarması çoğu zaman birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. Bu
kavramlar yerine Mecaz'ı Mürsel de kullanılmaktadır. "Her dilde rastlanan, sanatçıların, hatiplerin
dilinde söze güç kazandıran bir anlatım sekli olarak görülen aktarmalardan bir diğeri de ad
aktarmasıdır. Ad aktarması, bir kavramın, ilgili bağıntılı olduğu bir başka kavramı gösteren kelimeyle
anlatılmasıdır. "Ad aktarması farklı yollarla yapılabilir. Örneğin, parça söylenerek bütün ya da bütün
söylenerek parça kastedilir, üretilen ürün söylenerek üretici kastedilir, kurumu söylenerek orada
çalışanlar kastedilir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Mumcu, Pınar; "Türkmen Atasözlerinde Ad Aktarmaları
Ve Deyim Aktarmaları", Yüksek Lisans Tezi, İnönü Üniversitesi, Malatya, 2008, s. 25-26. Ad
aktarmasına şu örnekler verilebilir: "Beethoven dinledik." Bu cümlede Beethoven bütünü eseri ise
parçayı temsil ediyor. Bu ad aktarmasında parça-bütün ilişkisi vardır. "Ateşi yakalım." Bu cümlede
46
kullanılarak
söylemde
iç
ve
dış
gruplar
oluşturulur."
Bu
stratejilere
adlaştırma 170 ve eşitlik zinciri 171 gibi başka araçlar da eklenebilir.
2) "Yüklemleme stratejileri (predication): Basmakalıp bazı negatif veya
pozitif özellikler yükleyen ifadeler yoluyla söylemde hedeflenen özne veya
unsurlar pozitif veya negatif olarak etiketlenir." 172
3) "Uslamlama stratejileri (argumentation): Topos'lar (topoi or loci) 173
aracılığıyla ifadeleri sonuca bağlayan bazı önermeler oluşturularak pozitif
veya
negatif söylemler meşru hale getirilir." Ayrıca popülizm 174 gibi
uslamlama
stratejileri
de
bulunmaktadır. Van Dijk, uslamlamayı şöyle
tanımlamaktadır: "Böyle söylem türlerinin özelliği katılanların (ya da
ateş kelimesi yakıt kelimesi yerine kullanılarak aktarma yapılmıştır. Farklı örnekler için bkz.
Korkmaz,
Türkay;
"Türkçede
değişmeceli
anlatımlar",
Milliyet
Blog,
(Erişim)
http://blog.milliyet.com.tr/turkcede-degismeceli-an latimlar/Blog/?BlogNo =369745, 13 Temmuz 2013.
170
"Adlaştırma (nominalization) bir fiil veya sıfatın isme dönüştürülmüş halidir." Bkz. Akan, Aysun;
"Press Discourse in Turkey as an Agent of Discrimination Towards the Non-Muslims: A Critical
Analysis of the Press Coverage of the 1934 Thrace Events, 1942 Wealth Tax and 6/7 September 1955
Riots", Doktora Tezi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara, 2009, s. 81. "Adlaştırmalar (örneğin
küreselleşme), isme çevrilmiş süreçlerdir. Eylemdeki aktif özneyi gizleyerek, eylemi ve belirli güç
ilişkilerini doğallaştırır ve alternatifleri dışlarlar." Düzgit, a.g.m., s. 56.
171
"Eşitlik zinciri, iki farklı öznenin (örneğin AB ve Avrupa) birbirinin yerine kullanılarak kavramsal
bir eşitlik sağlanmasına verilen addır." Düzgit, a.g.m., s. 56.
172
"Örneğin çok-kültürlülük, entegrasyon, özgürlük, demokrasi gibi etiket kelimeler olumlu
çağrışımlar yaratan, ırkçılık ve antisemitizim gibi stigma kelimeler ise olumsuz çağrışımlar yaratan
örtülü yüklemlemeler olarak nitelendirilir." Düzgit, a.g.m., s. 56.
173
"Retorik ve anlambilim arasındaki yarı yolda ünlü 'geleneksel temalar'a (topoi) rastlayabiliriz.
(Yunanca da: yerler; ortak mekânlardaki gibi; Latince: logi communes). Bunlar daha önce
tanımlanmış olan konular gibidir, ancak standartlaştırılmış ve halkın ilgisine sunulur hale getirilmiş
olduklarından tartışmalarda 'basmakalıp [yapı]lar' olarak tipik şekilde kullanılırlar (…) Geleneksel
temaların kullanımının söylemsel gönderimlerinden biri de, standart savlar olduklarından
savunulmaya gerek duymamalarıdır; uslamlama sürecinde temel ölçütler olarak görev görürler."
Ayrıntılı bilgi için bkz. Van Dijk; Çoban, Özarslan, a.g.m., s. 67-68. Wodak, kullanılan başlıca
topos'ları kitabında belirtmiştir. Bu çalışmada bu topos'lardan bazıları kullanılacaktır. Örneğin, tehdit
topos'u (threat), adalet topos'u (justice), sorumluluk topos'u (responsibility), tarih topos'u (history) ve
kültür topos'u (culture) gibi. Ayrıntılı bilgi için bkz. Wodak, a.g.m., s. 74-77. "Örneğin ulusal
kimliklerin söylemsel inşasında kültür ve tarih topos’larını görmek mümkündür. Bir diğer örnek ise,
yine ulusal kimliklerin inşasında sıkça görülen tehdit topos’udur. Bu topos uyarınca eğer belirli bir
eylemin tehlikeli sonuçları varsa onu yapmaktan kaçınmalı, ya da belirli tehditler varsa, gerekli
önlemler alınmalıdır." Düzgit, a.g.m., s. 57.
174
Popülizmin iki tanımı vardır. Popülizmin (populisme) ilk tanımı olan halkçılık; "halk ile yönetim
arasında aracılık işlevi gören siyasi kurum ve elitlerin ortadan kaldırılarak siyasi meşruluğun dolaysız
yollarla halka dayandırılmasını savunan söylem" anlamındadır. Ancak bu tanım bu çalışmanın
kapsamına dâhil değildir. Uslamlama stratejisi olarak kullanılan ikinci tanım ise halk yardakçılığı
yapmaktır. Bkz. Dağ, Ahmet Emin; Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Sözlüğü: İngilizceFransızca-Türkçe, 3. baskı, İstanbul, Ağaç Kitabevi Yayınları, 2009, s. 366. Popülist söylemlerden
halkın hoşuna gidecek abartılı, içi boş ve politika malzemesi olarak kullanılan söylemler
kastedilmektedir.
47
konuşmacıların ya da kendilerine seslenilenlerin) farklı düşünceleri, farklı
bakış açıları ya da dünya görüşlerinin olmasıdır. Bu durumdaki bir tartışımsal
söylemde o halde, bir ya da daha fazla katılan, benimsenen dünya görüşünü
güçlendirmek için ileri sürülen savları anlatarak kendi bakış açısını daha
kabul edilebilir, daha inanılır ya da daha gerçeğe uygun hale getirmeye
çalışır." 175
4) "Derinlik kazandırma stratejileri (perspectivation): Olaylar veya
ifadelerin
raporlanması,
tanımlanması,
öykülenmesi
veya
alıntılanması
yoluyla söylemde bulunan özne kendi bakış açısını ortaya koyar."
5) "Kuvvetlendirme, yumuşatma stratejileri (intensification, mitigation):
İfade ve cümlelerin anlamları üzerinde değişiklikler yaparak söylemsel
ifadelerin gücü belirlenir."
Bu çalışmada ESA yapılırken bu söylemsel stratejilerden bazıları bu
çalışmanın eleştirel yorumlama mantığına uygun olarak kullanılacaktır. Türk
dış politikası aktörlerinin söylemleri eleştirel olarak analiz edilerek hem
söylemlerin
analiziyle
175
kendi
içindeki
söylem-eylem
tutarlılığı/tutarsızlığı
tutarlılığı/tutarsızlığı
Van Dijk; Ed. Çoban, Özarslan, a.g.m., s. 71.
hem
de
söylem-eylem
anlaşılmaya
çalışılacaktır.
İKİNCİ BÖLÜM
1990'LI YILLARDA AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLER VE TÜRK DIŞ
POLİTİKASINDA SÖYLEM VE EYLEM
Türkiye, 14 Nisan 1987'de Avrupa Topluluğu'na (AT) tam üyelik
başvurusu
yapmıştır.
Komisyon'a
sevk
Konsey'in
ön
edilmiştir. Avrupa
incelemesinden
sonra
başvuru
Komisyonu176 18 Aralık 1989'da
Türkiye'nin başvurusuyla ilgili olumsuz görüşünü açıklamış ve ardından
Türkiye'nin başvurusu askıya alınmıştır. "Türkiye'nin ekonomik ve siyasi
yükümlülüklerini yerine getirmediği, insan hakları, azınlıklara saygı ve
demokrasi konularında geri kaldığı, Kıbrıs meselesini çözemediği; bu haliyle
Türkiye'nin AT'ye ekonomik olarak yük olacağı, ayrıca AT'nin 1993'ten önce
genişleme
sürecini
konulmuştur."
177
bulunduğu
başlatmak
istemediği
gibi
nedenler
ortaya
AT'nin belirttiği nedenlerin dışında üç önemli engelin daha
belirtilebilir.
Birincisi,
1989'da
Berlin Duvarı'nın yıkılmasının
ardından Doğu Avrupa ülkeleri AT'nin ilgi alanına girmiştir. "Sovyet ekonomik
ve siyasi yapılarından arındırılarak Batı'ya entegre edilmeleri için AT'nin
fazladan
mali
planlanmıştır."
178
yükümlülüklere
girmeden
bu
ülkelere
odaklanması
İkincisi, Sovyet tehdidi ortadan kalktığı için Türkiye'nin
komünizm karşısında Avrupa'nın önündeki en önemli güvenlik duvarı olduğu
yönündeki argüman da önemini yitirmiştir. Son olarak, 1980'lerin sonunda
176 "Avrupa Komisyonu, yasama sürecini başlatan, ayrıca Birliğin yürütme organı olarak AB
müktesebatını, bütçeyi ve programları uygulamaktan ve idari denetimden sorumlu kurumdur. Avrupa
Komisyonu, her bir üye devletten bir kişinin yer aldığı 27 üyeden oluşur. Bu kişilere "komiser" adı
verilir. Her Komiser bir veya daha fazla AB politikasının yürütülmesinden sorumludur. Komisyon
adeta bir Bakanlar Kurulu gibi faaliyet gösterir." Ayrıntılı bilgi için bkz. T.C. Avrupa Birliği
Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi, (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=45629&l=1, 18 Mart
2013.
177
Erhan, Çağrı; Arat, Tuğrul; "AT'yle İlişkiler", Ed. Oran, Baskın, Türk Dış Politikası: Kurtuluş
Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, II.cilt, 1980-2001, 8. baskı, İstanbul, İletişim
Yayınları, 2005, s. 99-100.
178
Erhan, Arat, a.g.m., s. 101.
49
Avrupa'da tırmanışa geçen "kültürel farklılık" anlayışı Türkiye-AT ilişkilerinde
artık bir etken haline gelmiştir. 179
Komisyon raporunun ardından Türkiye-AT ilişkilerinin ivmesi belli bir
süre
yavaşlamıştır.
Buna
rağmen
Türkiye-AT
arasındaki
görüşmeler
sürdürülmüş ve Ortaklık kurumlarının daha işlevsel hale getirilmesi için çaba
gösterilmiştir. Tam üyelik konusunun ikili ilişkileri gerginleştirmesini önlemek
için
Ankara
anlaşmaya
Anlaşması
varılamasa
sürdürülmeye
da
Ortaklık
çalışılmıştır.
Konseyi 180
Pek
çok
toplantıları ve
konuda
Karma
Parlamento Komisyonu181 toplantıları gerçekleştirilmiştir. 182
Başbakan Süleyman Demirel, 32.Gün programında AT'ye tam üyelik
konusunda çok ümitli olmadığını belirterek demokrasi, insan hakları ve
ekonomik kalkınmada mesafe alınamadığı takdirde tam üyeliğin gerçekleşme
ihtimalinin çok düşük olduğunu ifade etmiştir. 1992 yılındaki en önemli üç
hedefin enflasyonla mücadele, terör sorunu ve Türkî Cumhuriyetlerle ilişkiler
olduğunu vurgulamıştır. 183Süleyman Demirel'in üzerinde durduğu gibi 1990'lı
yılların başında Türk dış politikası aktörleri AT ile ilişkilerin ikinci planda
kaldığını ortaya koyan açıklamalarda bulunmuşlar ve Türkiye-AT ilişkileri
Soğuk Savaş'ın ardından ortaya çıkan yeni meselelerin gölgesinde kalmıştır.
179
Erhan, Arat, a.g.m., s. 101.
"Türkiye ile o zamanki ismiyle Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) arasında gümrük birliği
temeline dayanan bir ortaklık ilişkisinin kurulması amacıyla Ankara Anlaşması imzalanmıştır. Ankara
Anlaşmasıyla belirlenen amaçlara ulaşılmasını sağlamak ve bu ortaklık ilişkisinin uygulanmasına ve
geliştirilmesine yönelik her türlü düzenlemeyi yapmak üzere temel karar organı olarak bir Ortaklık
Konseyi oluşturulmuştur. Ortaklık Konseyi bu görevine ek olarak Anlaşma'nın amaçlarının
gerçekleştirilmesi için yararlı tavsiyelerde bulunabilir, ortaklık rejiminde elde edilen sonuçları
dönemsel olarak inceleyebilir. Ayrıca ortaklık rejiminin gerçekleşmesi yolunda, Anlaşma
amaçlarından birine ulaşmak için, Anlaşma taraflarının bir ortak davranışı gerekli görüldüğü takdirde,
bunun için gerekli yetki Anlaşmada öngörülmese bile Ortaklık Konseyi uygun kararları alabilir."
Ayrıntılı bilgi için bkz. T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi, (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=272&l=1, 18 Mart 2013.
181
"Karma Parlamento Komisyonu (KPK), Ortaklık Konseyi tarafından, Avrupa Parlamentosu ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi arasında Ankara Anlaşması çerçevesinde geliştirilen işbirliği ve
temasları kolaylaştırmak ve AB-Türkiye ilişkilerini siyasi yönden incelemek amacıyla kurulmuştur.
KPK, TBMM'nin ve Avrupa Parlamentosunun eşit sayıda temsilcisinden oluşur." Ayrıntılı bilgi için
bkz.
T.C.
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=271&l=1, 18 Mart 2013.
182
Vardar, Deniz; "Türkiye Avrupa Topluluğu/Avrupa Birliği İlişkileri", Ed. Sönmezoğlu, a.g.e., s.
449.
183
Mehmet Ali Birand, "Demirel'in Önemli Açıklamaları", Milliyet, 07.01.1992, s. 11.
180
50
Türkiye-AT ilişkilerinin oldukça durgunlaştığı 1990'lı yılların başında
çeşitli vesilelerle AT'ye yönelik sert eleştirilerde bulunan aktörler de olmuştur.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 1992 yılının bahar ayında Türkiye'de yaşanan
Nevruz olaylarının ardından AT'nin Türkiye ile ilgili olarak yaptığı eleştirilere
değinerek, "Hiç ciddiye almıyoruz. Kendi k endilerine k arar vermişler. Batılı ülk elerde
bunlar gazetelerde bile yer almazlar. Bizim gazeteler biraz da adet etmişler oradan gelen
haberleri ciddiye almaya. Yok sa hiçbir ciddiyetten uzak , tamamıyla politik alınmış k ararlardır.
O k ararların hiçbir k ıymet-i harbiyesi yok tur. Hiçbir zaman da ciddiye almıyoruz (…)"
şeklinde konuşmuştur. 184Turgut Özal'ın bu söyleminde Türkiye'nin tam üyelik
başvurusunun askıya alınmasının getirdiği tepkiden kaynaklanan bir negatif
tutum görülmektedir. AT'nin Türkiye'ye yönelik eleştirileri küçümsenerek
AT'nin Türk dış politikasında kayda değer bir yeri olmadığı mesajı verilmek
istenmiştir. Duygusal bir tepkiyi yansıtan ifadelerle popülist bir söylem dili
kullanılmıştır.
Sonuç itibariyle, Türkiye'nin tam üyelik başvurusunun AT tarafından
askıya alınması Türkiye'nin AT'ye tam üyelik yolundaki siyasi kararlılığına
sekte vurmuştur. İkili ilişkiler belli prosedürler etrafında Ankara Anlaşması'na
uygun
olarak
sürdürülse
de
iki
taraf
arasındaki
isteksizliğin önüne
geçilememiştir. 1990'lı yıllarda Türk dış politikası aktörleri açısından AT'nin
tekrar önem kazanması Gümrük Birliği sürecinin devreye girmesiyle mümkün
olacaktır.
I. GÜMRÜK BİRLİĞİ SÜRECİ
A. Gümrük Birliği Kararına Doğru Türk Dış Politikasında Söylem Analizi
"AT Komisyonu'nun Türkiye'nin tam üyelik başvurusunun askıya
alınması gerektiği yönündeki görüşünde öngörüldüğü üzere bir işbirliği
184
"Polis'in mutlu günü", Milliyet, 11.04.1992, s. 19.
51
programı hazırlanarak 6 Haziran 1990'da AT Bakanlar Konseyi'ne 185
sunulmuştur. Programın hazırlanmasına önemli katkıda bulunan komisere
atıfta bulunularak bu programa "Matutes Paketi" denilmiştir. Matutes
Paketi'nin en önemli yanı Türkiye-AT ilişkilerinin ağırlıklı olarak Gümrük
Birliği 186çerçevesinde ilerlemesinin uygun olduğunun belirtilmesi ve tam
üyelikten bahsedilmemesi olmuştur." 187 Yıldırım Akbulut Hükümeti 188 pakete
olumlu yaklaşmıştır. Gümrük Birliği, Ankara Anlaşması'nın189 doğal sonucu
" Konsey, ("Bakanlar Konseyi" ya da "AB Konseyi") Avrupa Birliği üyesi devletlerin
hükümetlerinde görev yapan bakanlardan oluşan bir organ konumundadır. Konsey, Avrupa Birliği
içinde üye devletlerin ulusal çıkarlarının temsil edildiği organdır. Konsey toplantılarına, karara
bağlanacak konu doğrultusunda üye devletleri temsilen ilgili bakanlar katılır. Örneğin toplantının
konusu ekonomi veya para politikası ile ilişkili ise, üye devletlerin ekonomi ve maliye bakanları
toplantıya katılır. Konsey başkanlığı 18 aylık süre için görev yapacak 3 üye devletten oluşan,
devamlılığı ve tutarlılığı sağlamaya yönelik takımlar tarafından yürütülür. Böylece Başkanlık 6 aylık
dönemlerle üye devletler arasında el değiştirir." Ayrıntılı bilgi için bkz. T.C. Avrupa Birliği bakanlığı
Resmi İnternet Sitesi, (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=45630&l=1, 15 Eylül 2013.
186
"Tanım olarak gümrük birliği; taraf ülkelerin mallarının tek bir gümrük alanı içinde, her nev’i tarife
ve eşdeğer vergiden muaf biçimde, serbestçe dolaşabilmeleri ve tarafların, üçüncü ülkelerden gelen
ithalata yönelik olarak da aynı tarife oranlarını ve aynı ticaret politikasını uygulamaları anlamındadır.
Üçüncü ülkelere yönelik olarak aynı ticaret politikaları benimsendiğinden, gümrük birliği, serbest
ticaret alanlarından daha ileri bir ticari entegrasyon modelidir." T.C. Dışişleri Bakanlığı Resmi
İnternet Sitesi, (Erişim) http://www.mfa.gov.tr/turkiye-ab-gumruk-birligi.t r.mfa, 18 Mart 2013.
187
Baykal, Sanem; Arat, Tuğrul; "AB'yle İlişkiler", Oran II.cilt, a.g.e., s. 327.
188
T.C. 47. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi, (Erişim)
http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 17 Eylül 2013.
189
Ankara Anlaşması'nın orijinal metni için bkz. T.C. Dışişleri Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi,
(Erişim)
http://www.mfa.gov.tr/turkiye-ile-avrupa-ekonomik-toplulugu-arasinda-bir-ortaklik-yaratananlasma-_ankara-anlasmasi_-12-eylul-1963-.tr.mfa, 18 Mart 2013.
"Ankara Anlaşması, Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) arasında ortaklık yaratan
anlaşmadır. 12 Eylül 1963'te Türkiye ile Federal Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda, Belçika,
Lüksemburg dışişleri bakanları ve AET adına Konsey dönem başkanı tarafından imzalanmış ve 1
Aralık 1964'te yürürlüğe girmiştir. Anlaşmanın 2.maddesinde kurulan ortaklığın bir gümrük birliği
olmadığı vurgulanmıştır. Aynı maddede ortaklığın bir hazırlık, bir geçiş ve bir son dönemden
oluşacağı ve gümrük birliğinin giderek geliştirileceği belirtilmiştir. 3. Maddede hazırlık döneminde
Türkiye'ye Topluluğun mali yardımlar yapması ve böylece Türkiye'nin geçiş dönemi ve son dönem
için üstüne düşen sorumlulukları daha rahat yerine getireceği vurgulanmıştır. 5. Maddede son
dönemin gümrük birliğine dayandığı ifade edilerek son dönem için bir süre saptanmamıştır. Gümrük
birliği 10. Maddede düzenlenmiştir. Türkiye ile üye devletler arasında ithalat ve ihracattaki gümrük
vergileri ve benzer resimlerin, miktar kısıtlamalarının, anlaşmanın hedeflerine aykırı bir koruma
sağlamayı gözeten eşit etkili başka her türlü önlemin yasaklanması ve Türkiye'nin üçüncü ülkelerle
ilişkilerinde Topluluğun ortak gümrük tarifesini kabul edeceği öngörülmüştür. İşçilerin serbest
dolaşımı konusuna 12. Maddede değinilmiş ancak AET'nin yükleneceği kesin bir hüküm
belirtilmemiştir. 28. Maddeyle de Türkiye'nin AET'ye tam üye olmasının şartları oluştuğunda ve
zamanı geldiğinde AET'nin Türkiye'yi kabul etmesi bir sorumluluk olarak vurgulanmıştır. Ankara
Anlaşması'nın ana metnine eklenen 11 maddelik geçici protokol ile tarafların karşılıklı olarak takip
edeceği ticaret politikalarının çerçevesi çizilmiştir. Anlaşmaya eklenen 9 maddelik mali protokol ile
AET'nin Türkiye'nin karşılaşacağı ekonomik zorlukları bir ölçüde gidermesini sağlayacak mali
kolaylıklar öngörülmüştür. Ankara Anlaşması'nda öngörülen hazırlık döneminin sona ermesiyle 13
Kasım 1970'te Katma Protokol imzalanmış ve 1 Ocak 1973'te Protokolün yürürlüğe girmesiyle geçiş
dönemine geçilmiştir. Katma Protokol'de geçiş döneminin 22 yıllık bir dönemi kapsayacağı
185
52
olduğu için AT'nin Türkiye ile ilişkilerini geliştirme isteği içinde olduğu
yönünde siyaset, bürokrasi ve iş dünyasında iyimser bir hava oluşmuştur.
1991 genel seçimlerinin ardından iktidara gelen Doğruyol Partisi (DYP)Sosyaldemokrat Halkçı Partisi (SHP) koalisyon hükümetinde 190 Başbakan
Süleyman Demirel, AT'nin sıcak bakmadığı tam üyelik yerine Gümrük Birliği
yönünde politika izlemeyi gündemine oturtmuştur. 191
Başbakan Süleyman Demirel, AT Komisyonu Başkanı Jacques Delors
ile Brüksel'de bir araya gelerek uzun süredir atıl kalan karşılıklı üst düzey
siyasi diyaloğu tekrar başlatmıştır. Süleyman Demirel, Türkiye'nin Gümrük
Birliğine girme konusunda istekli olduğunu belirtmiştir. Süleyman Demirel,
"Türk iye-AT
ilişk ilerinin
daha
geliştirilmesi
k onusu
görüşmelerin
ağırlık
nok tasını
oluşturmuştur. Sonucun memnuniyet verici olduğunu söyleyebilirim. Türk iye-AT ilişk ilerinde
hâk im
olan belirsizlik
Turgut Özal da
ortamının giderilmesini istedik "
Çankaya
Köşkü'nde
demiştir. 192Cumhurbaşkanı
yapılan aylık
olağan ekonomik
değerlendirme toplantısında, "(…) Galiba bizi Avrupa Topluluğu'na tam üye statüsüyle
almayacak lar. Bu anlaşılıyor. Artık , tam üyelik te ısrar etmeyelim. Gümrük Birliğine girelim. Bu
hususu Mitterand ile de görüştüm (…)"
şeklinde konuşmuştur. 193Türkiye'nin AT'ye
üyeliğinin en azından kısa ve orta vadede mümkün olmadığının anlaşılması
üzerine Türk dış politikası aktörleri 1989'da tam üyelik başvurusunun askıya
alınmasının ardından oldukça soğuyan ilişkileri yeniden canlandırmak ve
Türkiye'nin AT nezdindeki özel konumunu tekrar elde etmek için Gümrük
Birliği hedefine odaklanmışlardır. Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve Başbakan
Süleyman Demirel'in bu söylemleriyle doğrudan eyleme yönelik bir hedef
koydukları
görülmektedir.
Dolayısıyla,
bu
söylemlerde
popülizm
gibi
uslamlama stratejilerinden ziyade gerçekçi söylemler kullanılmıştır.
öngörülmüştür." Ayrıca anlaşmanın hukuksal, siyasi ve kurumsal açıdan tahlili için bkz. Erhan, Çağrı;
Arat, Tuğrul; "AET'yle İlişkiler", Ed. Oran, I.cilt, a.g.e., s. 831-845.
190
T.C. 49. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi, (Erişim)
http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 17 Eylül 2013.
191
Baykal, Arat, Oran II.cilt, a.g.m., s. 327-329.
192
Ahmet Sever, "Siyasi diyalog başladı", Milliyet, 25.11.1992, s. 12.
193
Yavuz Donat, "Değişim", Milliyet, 18.04.1992, s. 2.
53
1992
Antlaşmasıyla
yılında
AT,
imzalanıp
Avrupa
1993
yılında
Birliği'ne 194
yürürlüğe
(AB)
giren Maastricht
dönüşmüştür.
Maastricht
Antlaşması195, 1980'lerden itibaren Türkiye aleyhine pek çok karar alan
Avrupa Parlamentosu'nu (AP) 196 yeni üye kabul edilmesinde onayı zorunlu
organ haline getirirken Orta ve Doğu Avrupa ülkeleriyle entegrasyon sürecini
de başlatmıştır. Güney Kıbrıs ve Malta da yeni genişleme sürecine dâhil
edilirken Türkiye bu sürecin dışında tutulmuştur. 197 1993 yılında Kopenhag
Zirvesi'nde 198 AB'ye tam üye olabilmenin kriterleri belirlenirken zirvenin sonuç
bildirgesinde Türkiye ile ilgili şu ifadelere yer verilmiştir:"(…) AT Zirvesi,
Türkiye ile işbirliğinin bir gümrük birliğinin kurulması ile ilgili olduğu ölçüde,
1963 tarihli Ortaklık Anlaşması ve 1970 tarihli Katma Protokol'de öngörülen
perspektif içinde geliştirilmesi ve yoğunlaştırılması konusunda, Lizbon'da
"Avrupa Birliği (European Union; Union Europeenne; Europaische Union): AB'nin temelini üç
ayrı uluslararası örgüt olarak kurulan ve başlarda Avrupa Toplulukları olarak anılan Avrupa Kömür ve
Çelik Topluluğu (A.K.Ç.T.), Avrupa Ekonomik Topluluğu (A.E.T.), ve Avrupa Atom Enerjisi
Topluluğu (A.A.E.T.) oluşturmaktadır. İlk kurulan 18.4.1951 tarihli Paris Andlaşması ile Fransa,
Almanya, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg arasındaki A.K.Ç.T. olmuştur. Bunu 25.3.1957
tarihli Roma Andlaşmaları ile yine aynı devletler arasında kurulan A.E.T. ve A.A.E.T. örgütlerinin
kurulması izlemiştir. AB'nin bugünkü uluslararası hukuk kişiliğine sahip olmadan o tarihte varolan üç
Avrupa Topluluğunun faaliyetlerini birarada düzenleyen ve Avrupa Birliğini kuran ilk andlaşma
7.2.1992'de imzalanan ve 1.11.1993'te yürürlüğe giren Maastricht Andlaşması olmuştur. AB'nin tam
bir uluslararası hukuk kişiliği kazanması ve önceden A.E.T.'nin yerini almış bulunan AT ile
A.A.E.T.'nin yerini alması 13.12.2007'de imzalanan ve 1.12.2009'da yürürlüğe giren Lizbon
Andlaşması ile gerçekleşmiştir." Ayrıntılı bilgi için bkz. Pazarcı, Hüseyin; Uluslararası Hukuk, 9.
baskı, Ankara, Turhan Kitabevi, 2010, s. 196-197.
195
AB'nin kurucu anlaşması olan Maastricht Antlaşmas'nın orijinal metni için bkz. Official Website of
the
European
Union,
(Erişim)
http://eurlex.europa.eu/en/treaties/dat/11992M/htm/11992M.ht ml# 0001000001, 19 Mart 2013.
"Maastricht Antlaşması ile tamamlanacak ekonomik ve parasal entegrasyona ek olarak siyasi birlik de
hedeflenmiştir." Ayrıntılı bilgi için bkz. Baykal, Sanem; "Maastricht Antlaşması" kutusu, Oran II.cilt,
a.g.e., s. 330.
196
AP üyeleri her 5 yılda bir AB seçmenleri tarafından seçilmektedirler. AP, Avrupa Konseyi (the
Council) ile birlikte AB'nin temel kanun koyucu kurumudur. Diğer temel görevleri; AB'nin diğer
kurumlarının demokratik işleyişe uygun olup olmadığını denetlemek ve AB bütçesini Konsey'le
birlikte görüşüp onaylamaktır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Official Website of the European Union,
(Erişim) http://europa.eu/about-eu/institutions-bodies/european-parliament/index_en.htm, 19 Mart
2013.
197
Baykal, Arat, Oran II.cilt, a.g.m., s. 329-330.
198
Maastricht Antlaşması onaylandıktan sonra Haziran 1993'te gerçekleştirilen Kopenhag Zirvesi'nde
AB'ye tam üye olmak isteyen devletler için bazı siyasi ve ekonomik kriterler belirlenmiş ve bunlar
"Kopenhag Kriterleri" olarak nitelendirilmiştir. "Siyasi kriterler hukuk devleti ilkesi, insan haklarına
ve azınlık haklarına saygı ve demokrasi; ekonomik kriterler ise işleyen bir piyasa ekonomisi ve birlik
içinde rekabetçi baskı ve piyasa güçleriyle başa çıkma kapasitesi şeklinde ortaya konmuştur." Ayrıntılı
bilgi için bkz. Akçay, Belgin; "Avrupa Birliği'nin Ekonomik Kriterleri ve Türkiye", Maliye Dergisi,
Sayı 155, Temmuz-Aralık, 2008, s.13. Ayrıca bkz. Baykal, Sanem; "Kopenhag Kriterleri" kutusu,
Oran II.cilt, a.g.e., s. 332.
194
54
toplanan
AT
Zirvesi'nde
kabul
edilen
esasların
etkili
bir biçimde
uygulanmasını Konsey'den istemiştir." 199 Dolayısıyla, AB, Türkiye'yi yeni
genişleme sürecine almayacağını açıkça deklare etmiş ve Türkiye ile
ilişkilerin bir Gümrük Birliği çerçevesinde ticari yoğunlukta sürdürülmesinin
uygun olacağını ortaya koymuştur.
Türk dış politikasında Gümrük Birliğinin ön plana çıkarılması ve
Gümrük Birliği söylemlerinin sıklıkla dile getirilmesi Başbakan Tansu Çiller ve
Başbakan
Yardımcısı
Murat
Karayalçın'ın
başını
çektikleri
DYP-SHP
koalisyon hükümetiyle 200 gerçekleşmiştir. Gümrük Birliği söylemleri bu
hükümet
döneminde
1993
yılının
yaz
aylarından
itibaren
oldukça
yoğunlaşmıştır. Bu iki lider bu süreçte bürokrasiyi, medyayı ve iş dünyasını
da yönlendirmeye çalışmışlardır. Bürokrasideki koordinasyonu sağlaması için
Ali Tigrel, iş dünyasındaki koordinasyon içinse İktisadi Kalkınma Vakfı
Başkanı Sedat Aloğlu görevlendirilmiştir. 201
Gümrük
Birliği
çalışmalarının
yürütülmesi
için
daimi
bir organ
kurulması kararlaştırılmış ve 18 Mart 1993'te "Gümrük Birliği Yönlendirme
Komitesi"
kurulmuştur.
Müzakereler
2
yıl
boyunca
bu
komitede
yürütülmüştür. 202 AB, Gümrük Birliği müzakereleri sürdürülürken iki önemli
nokta üzerinde ısrarla vurgu yapmıştır. AB, öncelikle Gümrük Birliği'nin
Türkiye'nin tam üyeliğe geçişini kolaylaştıran bir unsur olmadığını belirtmiştir.
Bunun yanında "AB'nin mali desteğinin Gümrük Birliği ile ilişkisinin olmadığı
vurgulanmıştır." İkinci olarak, AB, Türkiye'nin birlik içindeki gümrük birliğinin
bir parçası olmayacağını, yürütülen gümrük birliği müzakerelerinin AB'nin
Türkiye ile "yeni bir gümrük birliği alanı oluşturacağını" açıkça ortaya
199
Baykal, Arat, Oran II.cilt, a.g.m., s. 331.
T.C. 50. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi, (Erişim)
http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 17 Eylül 2013. Erdal İnönü 1988 yılında SHP
Genel Başkanlığına seçilmiş ve bu görevini 1993 yılının Eylül ayına kadar sürdürmüştür. İnönü'nün
ardından SHP Genel Başkanlığına Murat Karayalçın seçilmiştir. 50. Bakanlar Kurulunda SHP Genel
Başkanı ve Başbakan Yardımcısı olarak önce İnönü, ardından Karayalçın görev yapmıştır.
201
Birand, Mehmet Ali; Türkiye'nin Büyük Avrupa Kavgası: 1959-2004, 11. baskı, İstanbul, Doğan
Kitapçılık, 2005, s. 363.
202
Baykal, Arat, Oran II.cilt, a.g.m., s. 334.
200
55
koymuştur. 203
Özellikle
Türkiye'de
Gümrük
Birliği
müzakerelerinin tam
üyelikle aynı anlama geldiği yönündeki argümanların AB tarafından resmi
olarak boşa çıkarılması dikkat çekici olmuştur. Bunun dışında AB'nin Türkiye
ile yeni bir gümrük birliği alanı için müzakerelerde bulunduğunun anlaşılması
da
pek
üzerinde
durulmayan
bir
konunun
AB
tarafından
açıklığa
kavuşturulmasını sağlamıştır.
Gümrük Birliği sürecine girilmesiyle Türk dış politikası aktörlerinin
söylemlerinin yanı sıra kamuoyunda Gümrük Birliği süreciyle ilgili olumlu ve
olumsuz pek çok farklı görüş oluşmuştur. Bu süreçte Türk Sanayicileri ve
İşadamları Derneği
(TÜSİAD) merkezli iş dünyası ve önemli medya
kuruluşları büyük çoğunlukla olumlu görüşlerini ifade etmişlerdir.
Türkiye'nin AB Daimi Büyükelçisi Cem Duna, dünyanın liberalleşme
değil bloklaşma dönemine girdiğini söyleyerek Gümrük Birliğinin Türkiye için
neden zorunlu olduğunu şöyle ifade etmiştir: "Türk ek onomisi, Gümrük Birliği ile
rek abet etme zorunluluğu, yenilenme ve k aynak ları rasyonel k ullanabilme k onumuna
gelecek . Çeşitli sek törlerde üstünlük sağlamak mümk ün.(…) Bunun için ek onomide yepyeni
bir şek illenmeye ve yapılanmaya ihtiyaç var. Türk iye Gümrük Birliği ile Avrupa pazarına
yönelik üretim yaparak ölçek ek onomisine ulaşma imk ânını k azanacak .(…) Gümrük Birliği ile
yabancı sermaye yatırımları artacak .(…) Globalleşme ve büyük Pazar isteyen yabancı
sermaye gelecek tir.(…) Mik tar k ısıtlamaları k alk acak , k ota problemi k almayacak tır.(…)
Türk iye, istisnai bir fırsat yak alamıştır. Gümrük Birliği sadece bir tanesidir. Bu ilk adımı
atabilirsek sıralamada 15 ülk e arasına girebiliriz. Ancak , yapmazsak geriye doğru gideriz.(…)
Türk iye, 'girmesek de olur' diyecek k onumda değil. Gümrük Birliğine girmeyi k abul etmemiz
aslında AT'yi ürk ütüyor. Onlara ark asına sığınacak ları bir fırsat vermemeliyiz."
204
Bu
söylemde Gümrük Birliği kararı ekonomik ve teknik nedenlerle olumlanarak
Türkiye'nin Gümrük Birliği kararı için adım atmaması halinde dünyanın ileri
ekonomilerinden biri
olma
fırsatını kaçıracağı tehdit topos'uyla ortaya
konmuştur. Gümrük Birliği sürecinin sonunda Türkiye'nin ekonomik olarak
bloklaşan dünyanın ya kazanı ya kaybedenleri arasında yer alacağı mesajı
verilmek
203
204
istenmiş
ve
Gümrük
Birliği'ne
karşı
çıkmanın
Türkiye'nin
Baykal, Arat, Oran II.cilt, a.g.m., s. 335.
"Gümrük birliği Türkiye'nin Avrupa kapısında son şansıdır", Milliyet, 24.06.1993, s. 7.
56
kalkınmasına karşı çıkmak olduğu ima edilmiştir. Ayrıca, AB'nin Türkiye'ye
yönelik Gümrük Birliği kararı almayı istemediği ve Türkiye'nin Gümrük Birliği
kararıyla ekonomik olarak AB'ye rakip bir güç olmasından endişe edildiği
yönünde bir vurgu yapılmıştır. Ancak AB'nin Türkiye'nin AB üyesi olmadan
Gümrük Birliği kararını onaylamak için önemli girişimlerde bulunduğu ilerde
ortaya çıkacaktır.
Koç Holding İdare Meclisi Başkanı Rahmi Koç, "Artık Gümrük Birliği
zamanı geldi. Açılmaktan, saçılmaktan, liberal olmaktan başka çare yok.(…)
Ben arkadaşlarıma grup olarak Gümrük Birliğine hazır olmamız gerektiğini
söylüyorum" demiştir. 205Sakıp Sabancı, Türkiye'nin Gümrük Birliğine girmek
zorunda olduğunu, Gümrük Birliği ile yabancılarla 30 yıldan beri yapılan
işbirliğinin kısa sürede ikiye katlanacağını dile getirmiştir. 206 Doğan Medya
Grubu İcra Kurulu Başkanı Doğan Heper, Gümrük Birliğiyle ilgili şu yorumu
yapmıştır: "Gümrük Birliği, Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği konusunda kilometre
taşı görevini yapıyor. Gümrük Birliği, Türkiye'nin uluslararası ekonomiye
entegre olabilmek adına ulaştığı aşamayı tescilliyor.(…) AB'ye giden yolda
son fırsat olan Gümrük Birliği savsaklanamaz, savsaklanmamalı, bu fırsat
kaçırılmamalı. Türkiye'nin Avrupalı olmasının Gümrük Birliği ile ilgili adımlara
bağlı olduğu
unutulmamalı.(…)" 207 Dışişleri Bakanı Mümtaz Soysal'ın
başkanlığında
yapılan
toplantıda
Gümrük
Birliği
tartışılmıştır.
Bonn
Büyükelçisi Onur Öymen, Türkiye'nin AB nezdindeki temsilcisi Cem Duna ve
Dışişleri Bakanlığı AB Dairesi Genel Müdürü Akın Alptuna, Türkiye'nin
Gümrük Birliğine girmesi gerektiğini, Gümrük Birliğinin Türkiye'ye getireceği
yararların zararlarından daha fazla olduğunu dile getirmişlerdir. Devlet
Planlama Teşkilatı (DPT) eski müsteşarı ve SHP Danışmanı Bilsay Kuruç da
Gümrük Birliğinin gerçekleşmesinin yararlı olacağını ve özellikle döviz girdisi
olarak Türk ekonomisine sağlayacağı katkıya vurgu yapmıştır. 208
"Koç Grubu, en sert çıkışını yaptı", Milliyet, 31.07.1993, s. 5.
"Yabancı sermayeyi limon gibi sıkmayalım", Milliyet, 24.12.1994, s. 11.
207
Doğan Heper, "Kötünün iyisi bir durum", Milliyet, 21.12.1994, s. 14.
208
Barçın Yinanç, "Soysal'dan ilk inceleme", Milliyet, 10.08.1994, s. 15.
205
206
57
Gümrük Birliğiyle ilgili eleştirel ve sorgulayan bazı görüşler de
kamuoyunda yer almıştır. Şükrü Elekdağ, süreci şu şekilde sorgulamıştır:
"Gümrük Birliğinin gerçekleşmesiyle bazı sanayi kollarımızın tasfiyesi sonucu
Türkiye'nin istihdam sorununun ciddi boyutlar kazanması kaçınılmaz
görünüyor.(…) Diğer bazı sanayi kollarının ise mali ve teknolojik yardımla
daha güçlü bir yapıya kavuşturulmaları ve ayakta kalmalarının sağlanması
mümkün olabilir. Türk ekonomisinin bu tür sosyal ve ekonomik sarsıntıları
telafi edebilmesi ve Gümrük Birliğine uyum sağlayabilmesi için yeterli
düzeyde mali desteğe ihtiyacı olacaktır. Bu amaca yönelik mekanizmaların
kurulması
esasen
AB'nin
Ankara
Anlaşmasından
kaynaklanan
bir
yükümlülüğüdür(Uygulanmayan mali protokoller ve askıya alınan işçilerin
serbest dolaşımı). AB bu sorumluluğunu ne şekilde yerine getirecektir?" 209
Ayrıca,
Avusturya,
İsveç
ve
Finlandiya'nın
Brüksel'de
önemli
zorluklarla karşılaşmadan AB üyeliğine doğru ilerlemeleri, buna karşılık bu
devletlerden çok önce AB'ye başvuran Türkiye'nin hiçbir mali yardım
almadan Gümrük Birliğine girmesi ihtimali konusunda Türk kamuoyunda ciddi
tartışmalar
yaşanmıştır.
Yunanistan
vetosu
bahanesiyle
kesilen
mali
yardımların, Türkiye'nin Gümrük Birliğine geçmesinden sonra da yürürlüğe
sokulmayacağı, Türkiye'nin sürekli kendi kaynaklarıyla ilerlemek zorunda
kalacağı gibi argümanlar 210gündeme getirilmiştir.
Başbakan Tansu Çiller, Fransız "Le Nouvel Observateur" dergisiyle
yaptığı söyleşide derginin Türkiye'nin radikal dinciliğe karşı Avrupa'nın ileri
karakolu olduğuyla ilgili tespitine şöyle karşılık vermiştir: "Artık böyle bir
tehlik eden k ork muyorum. Eğer ek onomiyi düzeltecek k ök lü önlemler almasaydım, radik al
dinciler belk i ilerleyebilirdi. Şayet Batı, Türk iye'nin İslam'a k aymasını istemiyorsa k apılarını
bize açmalı."
olumlayarak
Tansu Çiller, bu söyleminde öncelikle ekonomi politikalarını
211
Türk
ekonomisinin
önceki
yıllardaki
kötü
yönetiminden
kaynaklanan durumu düzelttiklerini belirterek iç politikada elinin güçlü olduğu
mesajını vermek istemiştir. Tansu Çiller, ardından tehdit topos'unu kullanarak
Şükrü Elekdağ, "Avrupa Birliği ve Türkiye(1)", Milliyet, 20.02.1994, s. 29.
"Türkiye gözü kapalı dalıyor", Milliyet, 03.03.1994, s. 23.
211
Ahmet Sever, "Türkiye şanssız ülke", Milliyet, 30.09.1994, s. 19.
209
210
58
radikal İslami akımların bu başarılı ekonomi politikaları ile etkisizleştirildiğini
ve eğer tekrar bu tehdidin hortlaması AB tarafından istenmiyorsa Türkiye'nin
AB üyeliği önündeki engellerin kaldırılması gerektiğini vurgulamıştır. Ancak,
radikal İslami akımlar düzelen ekonomik veriler vasıtasıyla bastırılmışsa AB
üyeliği gerçekleşmese bile tehdit unsuru olacak bir durumun ortada olmadığı
çelişkisi ortaya çıkmaktadır ki o zaman AB üyeliğinin radikal İslami akımlar
arasında korelasyonel bir bağ bulunmadığı anlaşılmaktadır.
TÜSİAD'ın Yüksek İstişare toplantısında Başbakan Tansu Çiller özel
sektöre umut dağıtmıştır: "Hazırlanın. Özel k esime gücü ak tarıyoruz. Biz mümk ün
olduğunca oyunun k urallarını k oyacağız. Her zaman, doğumlardan önce bir sancı olur.
Türk iye, yeni bir Türk iye doğuruyor. Sancısı da bizim sırtımızda olacak . Sizin de sık ıntınız
olacak ama yardımcınızız. Sizi unutmayacağız. Siz de artık harek etlenin."
212
Tansu Çiller,
bu söyleminde Gümrük Birliği sürecinin özel sektörün lehine olduğunu ve bu
süreçten özel sektörün zararına bir durumun oluşmayacağı mesajını verirken
Gümrük Birliği sürecinin bazı zorluklar içerdiği ve özel sektörün bu zorluklar
karşısında hükümetin desteğini alacağını ortaya koymuştur. Dolayısıyla,
Tansu Çiller Gümrük Birliği süreci öncesinde özel sektörün tam desteğini
almak için geleceğe yönelik olumlu bir hava yaratmaya çalışmıştır.
Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Rahmi Koç ise şunları söylemiştir:
"Gümrük Birliğinde başarılı olunursa Türkiye'ye AB kapısı açılacak." 213Türk
özel sektörünün en önemli temsilcilerinden Rahmi Koç'un hükümete destek
verdiğini açıkça ortaya koyan bu söyleminde Gümrük Birliği süreci ile AB'ye
tam üyelik arasında doğru orantılı bir ilişki olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla,
hükümetin en önemli tezi olan "Gümrük Birliği'ne girmek AB'ye girmek"
şeklindeki yaklaşımı Koç tarafından desteklenmiştir.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Gümrük Birliğiyle ilgili olarak;
"Çağdaşlaşma yolunda hedefimiz AB'ye tam üyelik tir. Avrupa Kimliği, Avrupa belgelerinde
yer aldığı gibi çok k ültürlü, çok unsurlu, çok boyutlu bir k imlik olarak tanımlanıyor ise, hiç
şüphesiz Türk iye'nin k atılmasıyla bu k imlik zenginleşecek tir. Gerçek bir AB'nin siyasi,
212
213
"Çiller patronlara umut dağıttı", Milliyet, 10.12.1994, s. 7.
"Çiller patronlara umut dağıttı", Milliyet, 10.12.1994, s. 7.
59
ek onomik
ve
güvenlik
boyutlarıyla
Türk iye olmadan k urulabileceğine inanmıyorum."
demiştir. 214Süleyman Demirel, öncelikle adlaştırma yaparak pozitif anlamlar
yüklenmiş bir etiket kelime olan "çağdaşlaşma" ile AB'ye tam üyelik arasında
doğrudan bir bağ kurmuştur. "Avrupa kimliği" de aynı şekilde pozitif bir etiket
olarak ortaya konarak bunun içeriğini "çok kültürlülük", "çok unsurluluk", "çok
boyutluluk" gibi pozitif anlamlı kelime gruplarının oluşturduğu ve Türkiye'nin
bu "çok" ön kelimesinden oluşan pozitif manalara sahip özneye yeni bir
pozitif getiri kazandıracağını ortaya koymuştur. O ana kadar varlığını
sürdüren AB öznesinin Türkiye öznesinin katılım olmadan siyasi, ekonomik
ve
güvenlik unsurları açısından eksik kalacağı öne sürülerek aslında
Türkiye'nin AB'ye değil AB'nin Türkiye'ye ihtiyacı olduğu mesajı verilmek
istenmiştir.
Başbakan Tansu Çiller, "Washington Times" gazetesinde yayımlanan
"Türkiye Avrupa'ya Doğru" adlı makalesinde şunları ifade etmiştir: "Bazıları,
Türk iye'nin Avrupa'nın bir parçası olmadığını iddia ediyor. Bu iddianın sahipleri ik i nedenle
yanılıyorlar. Önce Türk iye'nin bugünk ü durumunu bilmiyorlar. Modern ve Avrupalı bir ülk e
olan Türk iye'de örneğin gençlerin yaşam biçimleri, ilgileri, k aygıları ve umutları Avrupa'nın
her yerindek i yaşıtlarıyla aynı. İk inci olarak , Türk iye'nin yer almadığı bir Avrupa k ıtası,
yak laşık üç bin yıllık tarihini ve k ültürünü k oparıp atmayı tercih etmiş demek tir. Avrupa ile
bütünleşmiş güçlü bir Türk iye, etnik ve dini çatışmalar ile k aynayan bir bölgede istik rar
meşalesi gibi olacak tır. Bu yöndek i tarihi bir adım bu hafta Brük sel'de atılacak tır. 30 yılı aşk ın
bir
süredir
üzerinde
tamamlanacak tır."
çalışılan,
Türk iye
ile
AB
arasındak i
Gümrük
Birliği
Tansu Çiller, öncelikle AB ile Avrupa arasında söylemsel
215
düzeyde bir eşitlik zinciri kurarak AB ile Avrupa'yı kavramsal düzlemde
eşitlemiştir.
Ardından
Türkiye'nin
Avrupa'nın
bir
parçası
olduğunu
vurgulamıştır. Bunu yaparken de Avrupa'yı, pozitif anlamlı etiket kelime olan
"modern" ile olumlayarak Türkiye'nin de bu pozitif ilişkiye dâhil olduğunu
anlatmak istemiştir. Buna örnek olarak da Türkiye'deki genç insanların
Avrupa ülkelerindeki genç insanlar ile benzer yaşam biçimleri olduğunu
ortaya koymuştur. Dolayısıyla, Avrupa'daki genç insanların yaşam tarzları
olumlanırken Türkiye'deki genç insanların da yaşam tarzları dolaylı olarak
214
215
Sedat Laçiner, "Türkiye'siz AB olmaz", Milliyet, 17.12.1994, s. 6.
"Gümrük Birliği güvenliğe açılan kapı", Milliyet, 07.03.1995, s. 12.
60
olumlanmıştır. Ancak, genç insanların homojen bir grup oluşturmadığı göz
ardı edilerek genç insanlar genelleştirilmiştir. İkinci olarak Tansu Çiller, AB ile
Avrupa kıtası arasında eşitlik zinciriyle yeniden ilişki kurarak Türkiye'nin
AB'ye alınmamasının Avrupa tarihi ve kültürünün Türk tarihi ve kültürüyle
olağan ilişkisinin göz ardı edilmesi sonucuna yol açacağı mesajını vererek
tarih ve kültür topos'larını kullanmıştır. Son olarak Tansu Çiller, Türkiye'nin
Gümrük Birliğine alınmasıyla AB'nin tarihi ve kültürel sorumluluğunu yerine
getirmesinin beklendiğini ortaya koymuştur. Tarih ve kültür topos'larıyla ifade
edilenler sorumluluk topos'uyla kuvvetlendirilmek istenmiştir.
B. Gümrük Birliği Kararının Ardından Türk Dış Politikasında Söylem
Analizi
"6
Mart 1995'te Brüksel'de toplanan Ortaklık Konseyi toplantısında
Gümrük Birliğinin tamamlanmasına ilişkin karar, ortaklığın diğer alanlarda
geliştirilmesine ilişkin tavsiye kararı ve mali işbirliğine ilişkin deklarasyon
kabul edilmiştir." 216 Gümrük Birliğinin217 1 Ocak 1996'da yürürlüğe girmesi
Arsava, Ayşe Füsun; "AB ile İlişkiler", Ed. Çakmak, a.g.e., s. 851.
Gümrük Birliğinin bir anlaşma olduğuna yönelik kamuoyunda ciddi bir bilgi eksikliği
bulunmaktadır. Gümrük Birliği Türkiye ile AB arasında yapılmış yeni bir anlaşma değildir. Gümrük
Birliği bir anlaşmayla değil Türkiye-AB Ortaklık Konseyinin 6 Mart 1995 tarihli toplantısında kabul
edilen 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi kararı uyarınca 1 Ocak 1996'dan itibaren tamamlanmıştır. Bir
anlamda bu karar 1963 Ankara Anlaşmasıyla başlatılan bütünleşme sürecinin bir aşamasıdır. T.C.
Dışişleri Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi, (Erişim) http://www.mfa.gov.tr/turkiye-ab-gumrukbirligi.tr.mfa, 19 Mart 2013.
1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararının tam metni için bkz. T.C. Dışişleri Bakanlığı Resmi İnternet
Sitesi, (Erişim) http://www.mfa.gov.tr/1-95-sayili-ortaklik-konseyi-karari-gumruk-birligi-karari.tr.mfa
19 Mart 2013. "1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı Türkiye'ye Ankara Anlaşması'nda tanımı yapılmış
olan klasik gümrük birliğinin ötesinde yükümlülükler getirmiştir. Anlaşma'nın 10. Maddesi gereği;
Üye Devletlerle Türkiye arasında, ithalatta olduğu gibi ihracatta da gümrük vergileri ve eş etkili resim
ve harçlar, miktar kısıtlamaları ile milli üretime Anlaşmanın hedeflerine aykırı bir koruma sağlamayı
gözeten eşit etkili başka her türlü tedbir yasaklanır ve buna ilave olarak Türkiye üçüncü ülkelerle
ilişkilerinde Topluluğun Ortak Gümrük Tarifesini kabul eder ve Toplulukça dış ticaret konusunda
uygulanan sair mevzuata da yaklaşmayı taahhüt eder. 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı'nda ise
Gümrük Birliğinin sadece gümrük vergileri ve eş etkili vergilerin kaldırılması ve Topluluğun üçüncü
ülkelere uyguladığı ortak gümrük tarifesine (OGT) uyum sağlanması değil, aynı zamanda bir tarafın
diğer taraf üzerinde haksız rekabet avantajı sağlamasına neden olabilecek tüm bozucu mekanizmaların
kaldırılması anlamına geldiği anlayışı mevcuttur. Bu anlayış Türkiye açısından, rekabet kuralları,
devlet yardımları, ticari tekeller, fikri ve sınai mülkiyet hakları alanındaki ve ortak ticaret politikası
alanındaki Topluluk mevzuatına uyum yükümlülüklerini beraberinde getirmiştir. 1/95 sayılı Ortaklık
Konseyi kararında malların serbest dolaşımı ve ticaret politikası, tarım ürünleri, gümrük hükümleri,
216
217
61
kararlaştırılmıştır. "Türkiye'nin bu tarihe kadar 1973'te başlayan gümrük
vergisi indirimlerinden ve ortak gümrük tarifesine uyumdan arta kalan
sorumluluklarını
yerine
getirmesi,
miktar
sınırlamalarını
kaldırması
ve
mevzuat uyumu çalışmalarını tamamlaması öngörülmüştür. Türkiye'nin başta
ticaret ve rekabet olmak üzere AB'nin ortak politikalarına uyum sağlaması
istenmiştir." 218
Başbakan Tansu Çiller, 6 Mart'taki Konsey toplantısında Gümrük
Birliği deklarasyonunun kabul edilmesinden sonra Brüksel havaalanında bir
grup ilkokul öğrencisi tarafından karşılanmıştır. Öğrencilerin "Çağ Açan
Başbakan Merhaba", "Avrupalılığın mimarı sayın başbakan, hoş geldiniz"
pankartları taşıdığı görülmüştür. 219Tansu Çiller, Brüksel'den ayrılırken CNN
televizyonuna
"Türk iye'nin
AB'ye
tam
üyelik
için
önemli
bir
adım
attığını"
söylemiştir. 220Tansu Çiller, Türkiye'nin Gümrük Birliği kararıyla AB'ye tam
üyelik yolundaki çok önemli bir engeli aştığını belirterek hükümetin dış
politikasının Gümrük Birliği üzerinden AB'ye tam üyelik olduğunu ortaya
koymuştur.
yasaların yakınlaştırılması, kurumsal hükümler, genel ve son hükümler kısımlarına yer verilmiştir."
Ayrıntılı bilgi için bkz. T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi, (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=46234&l=1, 19 Mart 2013.
"Türkiye-AB Gümrük Birliği, sadece sanayi ürünlerini ve işlenmiş tarım ürünlerini kapsamakta,
geleneksel tarım ürünleri ise kapsam dışı bulunmaktadır. İşlenmiş tarım ürünlerinde gümrük vergileri
tespit edilirken, tarım payı ile sanayi payı ayrılmakta ve sadece sanayi payı vergi muafiyetine tabi
tutulmaktadır. Gümrük Birliğinin tamamlanmasıyla Türkiye, AB’nin 1971’den bu yana tek taraflı
olarak uyguladığı biçimde, AB’den gelen sanayi ürünlerine yönelik tüm gümrük vergilerini ve eş
etkili tedbirlerini ortadan kaldırmıştır. Ayrıca, uygulanan miktar kısıtlamalarına da son verilmiştir.
Bu kapsamda, sanayi ürünleri itibarıyla üçüncü ülkeler için Gümrük Birliği öncesinde %16
seviyesinde olan ortalama koruma oranı, 2011 yılı İthalat Rejimi kapsamında %4,2 seviyesine
gerilemiştir. Bu çerçevede, 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı (OKK) uyarınca, Gümrük Birliğinin
düzgün işleyişini sağlamak ve ortak ticaret politikasını uygulamak üzere, ithalat ve ihracata ilişkin
ortak kurallar, kotaların yönetimi, dampingli veya sübvansiyonlu ithalat karşı koruma, tekstil
ithalatına ilişkin otonom düzenlemeler, dahilde ve hariçte işleme rejimleri AB ile uyumlu hale
getirilmiştir.Buna ek olarak, Gümrük Birliği çerçevesinde, AB’nin tercihli ve otonom rejimlerine
uyum devam etmektedir." Ayrıntılı bilgi için bkz. T.C. Dışişleri Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi,
(Erişim) http://www.mfa.gov.tr/turkiye-ab-gumruk-birligi.tr.mfa, 19 Mart 2013. Gümrük Birliğinin
kapsamıyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Karluk, S. Rıdvan; Avrupa Birliği ve Türkiye, 7. Baskı,
İstanbul, Beta, 2003, s. 728-741.
218
Arsava, a.g.m., s. 851.
219
Fikret Bila, "Sıra yeni Türkiye'de", Milliyet, 07.03.1995, s. 12.
220
"Gümrük birliği dünya güvenliğidir", Milliyet, 08.03.1995, s. 22.
62
Başbakan Tansu Çiller, daha sonra katıldığı bir toplantıda Gümrük
Birliğinin AB'ye tam üyelik için bir adım olduğunu belirterek "İddia ediyoruz k i AB
çok uzak değildir. Bundan sonra herk es için daha çok özgürlük ve demok rasi getirilecek . Ev
ödevimizi yaparsak tam üyelik uzak değil. AB'ye girerk en k endi k imliğimizle gireceğiz.(…) Ya
dünyadak i birlik lerin içinde olacağız ya da dışında k alacağız. Dışarıda k alırsak önümüzdek i
10 yılı göremeyeceğiz. Türk iye, bu istik rarsızlığın ortasında mı k alacak , yok sa zenginliğin
içinde mi?"
şeklinde konuşmuştur. 221Tansu Çiller, pozitif anlamlar yüklenmiş
etiket kelimeler olan "demokrasi" ve "özgürlüğü" kullanarak Gümrük Birliği
kararının ardından bu iki olumlu unsurun Türkiye'de yaşayan insanların
hayatında öncekinden daha fazla yer alacağını ortaya koyarken Gümrük
Birliği kararını olumlamak istemiştir. Tansu Çiller, ardından sorumluluk
topos'unu kullanarak AB'ye üyelik için hükümetin yapması gereken bazı
görevler olduğunu belirtmiştir. Ancak, sorumluluk topos'unun kullanılmasına
rağmen "Türk kimliği" pozitif olarak etiketlenerek bu kimliğin AB'ye üye
olmakla olumsuz etkilenmeyeceği mesajını vermiştir. Buradaki çelişki tam
üyelik için mücadele verilen bir süreçte AB'nin Türk kimliğini yok edici bir
niteliğe sahip olma potansiyelinin bulunduğunun ima edilmesi olmuştur.
Ardından "dışarısı" kelimesi negatif anlamlı olarak etiketlenerek AB'ye tam
üye olmamak demek "içeride" olmamak gibi, dolayısıyla olumsuz bir durumun
veya kaosun içinde olmak gibi anlatılmıştır. Bu durum devlet ile anarşi
kavramları arasındaki kavramsal düzeydeki çatışmaya benzemektedir.
Başbakan Tansu Çiller, Mayıs ayı içinde partisinin meclis grubunda
"(…) Gümrük Birliğine k arşı çık mak bu memlek etin geleceğine, sanayileşmeye, gençlerin
geleceğine k arşı çık mak tır.(…)"
ifadelerini kullanmıştır. 222Bu söylemde "gelecek"
ve "sanayileşme" kelimeleri pozitif olarak etiketlenerek Gümrük Birliği ve
dolayısıyla hükümetin dış politika kararının bu pozitif durumla doğrudan
ilişkisinin bulunduğu vurgulanarak Gümrük Birliği kararına muhalif edenlerin
aslında hükümetin dış politikasına değil Gümrük Birliği kararıyla Türk
gençliğinin ve Türk sanayisinin gelecekteki kazanımlarına muhalefet ettikleri
mesajı verilmiştir. Tansu Çiller, bu söyleminde tehdit topos'unu kullanmıştır.
221
222
"Ev ödevimizi yaparsak AB uzak değil", Milliyet, 18.03.1995, s. 7.
"Çiller 'ant' içirdi", Milliyet, 24.05.1995, s. 14.
63
İktisadi Kalkınma Vakfı 32. Genel Kurulu'nda Başbakan Tansu
Çiller,"Biz elimizden geleni yapıyoruz. Siz de k endinizi rek abete hazırlayacak sınız.
Rek abet, rek abet, rek abet…(…) Bizim Batı k urumlarını örnek almak değil, onların içinde
bizzat yer almak sürecimiz çok esk ilerden, hemen Kurtuluş Savaşı'nın ardından başlayan bir
süreçtir.(…)"
açıklamasında bulunmuştur. 223Bu söylemde öncelikle Gümrük
Birliği'nin piyasadaki rekabeti arttıracağı olumlanarak sorumluluk topos'uyla
özel sektörün bu rekabete hazırlanması gerektiği vurgulanmıştır. Ardından
Batı ile AB Gümrük Birliği kararı söylemsel düzeyde eşitlik zinciriyle aynı
düzeye indirgenerek Gümrük Birliği süreci ile yalnızca AB ile ekonomik
ilişkilerin yeniden yapılandırılmasının değil cumhuriyet tarihi boyunca yapılan
tüm çağdaşlaşma hamlelerinin devamının sağlanarak doğrudan Batı'ya dâhil
olunacağı mesajı verilmiştir. Bu noktada Kurtuluş Savaşı'na da göndermede
bulunularak Gümrük Birliği sürecinin Türk bağımsızlık savaşının devamındaki
cumhuriyet inkılâplarıyla paralelliği ortaya konmak istenmiştir. Tansu Çiller,
söylemlerinde
Gümrük
Birliği
kararını AB'ye
tam
üye
olunmuş
gibi
yansıtmıştır. Kamuoyunda yaratılan izlenim de Gümrük Birliğine girerek
AB'ye
girildiği
şeklinde
olmuştur.
Bu
açıdan
Gümrük
Birliği
süreci
söylemlerinin daha çok iç politika malzemesi olarak kullanıldığı söylenebilir.
Gümrük Birliği kararının AP'de onaylanmasından önce Avrupalı bazı
politikacılar Başbakan Tansu Çiller'in Gümrük Birliği sürecini iç politika
malzemesi
olarak
onaylanması
açıklamalar
Sosyalist
için
kullandığı,
AP'li
yapmışlardır.
ve
Yeşiller
Avrupa
parlamenterlere
Türkiye-AB
Grubu
ülkelerinin
Gümrük
Birliğinin
buluğu
yönünde
telkinlerde
Karma
milletvekilleri,
Parlamento
Tansu
toplantısında
Çiller'i
açıkça
eleştirmişlerdir.224 Karma Parlamento Komisyonu üyesi Belçikalı Sosyalist
parlamenter Anne Van Lancker, "13 Aralık'ta Türkiye'nin Gümrük Birliğine
pek çok Avrupalı parlamenterin gönülsüz ve hükümetlerinin zoruyla oy
kullanacaklarını" belirtmiş ve Avrupalı bankaların kendilerine "Türkiye çok
büyük ve önemli bir pazar. Gümrük Birliğine alırsanız krizde bulunan Avrupa
ekonomisine canlılık gelecek, bol mal satacağız" dediklerini ifade etmiştir.
223
224
"Gümrük Birliği rejim değişikliğini engeller", Milliyet, 01.07.1995, s. 9.
"Çiller sıkıntısı", Milliyet, 03.12.1995, s. 18.
64
Lancker ayrıca, "Tansu Çiller Gümrük Birliğini iktidarda kalmak için
kullanıyor" demiştir. 225
Gümrük
Birliği
kararının AP
tarafından onaylanmasının ardından
Başbakan Tansu Çiller, Doğan Medya Center'ı ziyaret etmiş ve Aydın Doğan
ve ekibiyle Gümrük Birliğini kutlamıştır. 226Tansu Çiller, "Üç yıl sonra AB
üyesiyiz.(…) 2000 yılına girerk en Avrupa ile bütünleşiriz.(…) İk tidarda k alırsam AB yolu da
açılır. 2000'den önce siyasi birlik sağlanır.(…)"
ifadelerini kullanmıştır. 227Tansu Çiller,
Gümrük Birliği kararının alınmasıyla AB'ye tam üyelik yolunun artık açıldığını
belirtmiş ve kesin bir üyelik tarihi vermiştir. Kesin tarih verilirken bunun AB
kurumları tarafından açıklanmış bir tarih olduğuna yönelik bir bilgi yerine bir
temenninin ifade edildiği söylenebilir. Tansu Çiller, AB ile Avrupa'yı söylemsel
düzeyde eşitlik zinciriyle birbiriyle örtüştürerek Avrupa ile Türkiye'nin siyasi
olarak bütünleşmesi şartının kendi hükümetinin iktidarda kalması olduğunu
belirtmiştir. Bu söylemde bir yandan tehdit topos'u diğer yandan da
sorumluluk topos'u kullanılmıştır. Sorumluluğun seçimlerde halkın üzerinde
olduğu sorumluluk topos'uyla, Tansu Çiller'in iktidara taşınmaması halinde
Türkiye'nin Avrupa ile siyasi bütünleşmesinin gerçekleşmeyeceği ise tehdit
topos'uyla ortaya konmuştur.
Cumhurbaşkanı Süleyman
yürürlüğe
girmesiyle
göğüsleyeceğimizden
eminim.
ilgili
Aşırı
Demirel
olarak
de
Gümrük
şunları
iyimserlik ten
olduğu
Birliği
söylemiştir:
k adar
kararının
"Güçlük leri
k ötümserlik ten
de
k açınmalıyız. Hedefimiz modern bir şek ilde imar ve inşa edilmiş, güçlü, zengin, demok rat,
büyük Türk iye'dir. Büyük Atatürk 'ün gösterdiği çağdaş uygarlık hedefine ulaşmak ve onun
onurlu ortak larından biri olmak tır. Geride bırak ılan 1995, bütün sık ıntılara k arşın önemli
gelişmelerin sağlandığı bir yıl oldu.(…)"
228
Bu söylemde öncelikle sorumluluk topos'u
kullanılarak Türkiye'nin Gümrük Birliği kararının ardından üzerine düşen zor
görevleri yerine getirmesi gerektiği ortaya konmuştur. Arından "çağdaşlaşma"
ve "Batıcılık" şeklinde isme dönüştürülmüş süreçlerle Atatürk'ün başlattığı
devrimlerden itibaren gelen sürecin devamı olarak Gümrük Birliği kararı
Mine G. Saulnier, "Gümrük Birliği için zorlandık", Milliyet, 09.12.1995, s. 19.
"Milliyet'te kutladı", Milliyet, 14.12.1995, s. 1.
227
Derya Sazak, "2000 hedefi", Milliyet, 14.12.1995, s. 18.
228
"Gümrük Birliği", Milliyet, 01.01.1996, s. 14.
225
226
65
olumlanmıştır. Daha önce de değinildiği gibi Başbakan Tansu Çiller, Gümrük
Birliği kararını AB üyeliğinin önündeki en büyük engelin kaldırılması olarak
yansıtmıştır. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de geleneksel Türk dış
politikasının Batıcılık unsuruyla paralel bir çağdaşlaşma söylemi geliştirmiştir.
"Gümrük
Birliği ile ilgili Türk kamuoyunda fiyat ve kalite açısından
benzer mallarla rekabet etmek, Avrupalı tüketicinin eğilimlerine göre üretim
yapmak
gibi
mecburiyetler
uyduramayacağı yönünde
ve
lehte
Türk
ve
sanayisinin
aleyhte
bu
koşullara
ayak
eleştirel görüşler 229 ifade
edilmiştir." 230 Buna benzer tartışmalar günümüzde de sürmektedir. Ancak
"…Gümrük Birliği öncesinde Türkiye'nin özellikle sanayi sektörünün bir gümrük birliğinden olumlu
etkilenebilmesi ile ilgili ayrıntılı çalışmalar yapıldığı ve bunlara dayalı politikalar geliştirildiği
söylenemez. Gümrük Birliği açısından Türkiye'de gerekli gümrük indirimleri, ortak gümrük tarifesine,
topluluğun ticaret politikasına ve rekabet politikasına uyum konusunda önemli mevzuat çalışmaları
yapılmıştır. Ancak pek çok konuda Türkiye'nin gerekli çalışmaları, eşgüdüm içinde ve belli bir
program çerçevesinde yürüttüğü söylenemez. Özellikle gümrük düzenlemeleri ve gümrük teşkilatının
yeniden yapılanması bu eksikliklerin başında geliyordu. Önemli bir başka konu ise Ortak Ticaret
Politikası kapsamında Meclis'ten geçirilmesi gereken uyum yasalarıdır. Bu yasaların eksikliği
nedeniyle Türkiye birçok anti-damping soruşturması ile karşı karşıya kalmaktaydı." Kepenek, Yakup;
Yentürk, Nurhan; Türkiye Ekonomisi, 18. Baskı, İstanbul, Remzi Kitabevi, 2005, s. 624.
Bunun yanında Gümrük Birliğinin Türkiye ekonomisinin dönüşümüne katkısı olduğunu ifade eden
yazarlar da olmuştur. Birand konuya şöyle yaklaşmaktadır: "Gümrük Birliğini bu kadar önemsememin
bir tek nedeni var. O da Türkiye Gümrük Birliği sürecine girerek sadece ekonomik avantajlar elde
etmekle kalmayacak, ekonomisinde bir devrim gerçekleştirmek zorunluluğuyla karşılaşmayacak,
2000'li yıllara 1. Ligde oynayan ülkeler arasında girmeyecekti. Türkiye, Gümrük Birliğiyle beraber,
eğer isterse, uzun vadede Avrupa Birliği'ne tam üye olma imkânını hemen elde etmese dahi,
kaybetmeyecekti." Birand, a.g.e., s. 371.
Atilla Sandıklı'ya göre "AB açısından bakıldığında Gümrük Birliği kararı hiçbir bedel ödemeden
Türkiye'yi yanında tutmasını sağlamıştır. AB, bu karara o kadar önem vermiştir ki ilk defa bir
Ortaklık Konseyi kararı AP'nin onayına sunulmuştur. Buna karşılık, Gümrük Birliği Türk ekonomisini
1990'lı yılların sonlarında Rusya ve Uzak Doğu'da çıkan büyük ekonomik krizlerden korumuş ve Türk
ekonomisini büyütmüş, rekabetle birlikte üretim kalitesini artırmış ve tüketicilere daha iyi bir Pazar
olanağı sunmuştur." Sandıklı, Atilla; Türkiye'nin Dış Politikasında Avrupa Birliği ve
Alternatifleri, İstanbul, Harp Akademileri Basım Evi, 2001, s. 233.
Türkiye'de İslamcı/Muhafazakâr olarak nitelendirilen camia, Gümrük Birliği meselesinde ikiye
bölünmüştür. Refah Partisi'ne yakınlığıyla bilinen Milli Gazete, 6 Mart'ta Gümrük Birliği
deklarasyonunun kabul edilmesinin ardından birinci sayfasında "Bu haliyle bu birliğe girilmesi,
Türkiye'nin istikbalini tamamen ipotek altına almaktan başka bir şey olmadığı gibi ipleri elinde
bulunduracak Avrupa ülkelerinin ve özellikle de Yunanistan'ın bütün yıkıcı etkilerini de çok açık bir
biçimde üzerimizde hissedeceğimiz bir dönem başlayacak" şeklinde haber yaparken Zaman Gazetesi
ise farklı bir tavır takınmıştır. Gazetenin başyazarı Fehmi Koru, "Ben hiçbir sakınca görmüyorum.
Türkiye beş milyon metrekarelik bir imparatorluğun mirasçısıdır. En geniş toprakları da Avrupa'da
idi. Ayrıca, Avrupa'da Endülüs Devletinin kurucuları da Müslüman'dır. Bu nedenle AB konusunda bir
sıkıntı olmaz. Onlar bizi Müslüman kimliğimizle kabul ettikten sonra bizim onlara kafa tutacak çapta
bir inanç sistemimiz var. Biz onlara bu değerleri götürmüş oluruz.(…) Bazı çevreler AB'ye giriş için
gâvurlaşabiliriz diyorlar ama ben tersini düşünüyorum." şeklinde bir yazı kaleme almıştır. Ercüment
İşleyen, "İslami kesim ikiye ayrıldı", Milliyet, 07.03.1995, s. 5.
230
Vardar, a.g.m., s. 449-450.
229
66
Gümrük
yönelik
Birliğine
eleştirilerin
Türk
dış
politikası
aktörlerinin
politikalarını etkilemediği görülmüştür. Tam üyelik gerçekleşmeden Gümrük
Birliğine geçen başka AB üyesi ülke olmamasına rağmen Türk dış politikası
aktörleri tam üyeliğe giden yolun Gümrük Birliğinden geçtiği mesajını
vermeye çalışmışlardır. Böylece, Türkiye AB'ye tam üye olmadan Gümrük
Birliğine geçen ilk ve tek ülke olmuştur. 231
C. Gümrük Birliği Süreci Söylem-Eylem Analizi
Gümrük Birliği kararının alınmasından önce ve sonra Türk dış
politikası aktörlerinin söylemlerine bakıldığında AB ile Avrupa ve Batı
arasında
eşitlik zinciriyle
kavramsal düzeyde
bir benzerlik kurulduğu,
Türkiye'nin Gümrük Birliği kararıyla AB ile ekonomik ilişkilerindeki Ankara
Anlaşmasından kaynaklanan yeni bir sürece girilmesinden ziyade Avrupa
medeniyetiyle
bütünleşmesinin
aynı anlama
geldiğine
vurgu
yapıldığı,
Türkiye'nin cumhuriyet tarihinin çağdaşlaşma hamlesinin yeni bir noktaya
taşındığı ve en önemlisi AB'ye tam üyelik yolundaki son dönemecin
dönülerek birkaç yıl içinde tam üyeliğin elde edileceği öne çıkarılarak Gümrük
Birliği kararına AB üyesi ülkelerin veya kurumlarının atfetmediği ölçüde çok
farklı ve güçlü anlamlar yüklendiği gözlemlenmektedir. Dönemin Başbakanı
Tansu Çiller'in söylemlerinde tehdit topos'unu ısrarla kullanarak Gümrük
Birliği
sürecini
iç
politika
malzemesi
olarak
kullanmaya
çalıştığı
görülmektedir. Ayrıca söylemlerin kendi içindeki tutarsızlıkları da sürecin
AB'ye tam üyelikten ziyade Gümrük Birliği kararıyla ülke yönetimindeki iktidar
mücadelesinin
bir
aracı
olarak
kullanıldığı
izlenimini
yaratmaktadır.
Söylemlerin eylemsel düzeydeki karşılığına bakılacak olursa Türkiye Gümrük
Birliği kararıyla AB'ye tam üyelik yolundaki en önemli engeli ortadan
kaldıramamış ve birkaç yıl içinde tam üyelik elde edememiştir. Daha
ziyadesiyle Türkiye, AB'ye üye ülkelerin hiçbirinin sahip olmadığı bir
tecrübeyle önce Gümrük Birliğine girmiştir. Bilindiği üzere tam üye ülkelerin
231
Vardar, a.g.m., s. 450.
67
tamamı öncelikle AB'ye tam üye olmuşlar, ardından Gümrük Birliği'ni
gerçekleştirmişlerdir. Gümrük Birliği kararıyla Türk ekonomisinin başlangıçta
ciddi problemler yaşadığı ve çok geç bir toparlanma sürecine girdiği de
gözlenmiştir. Bu konuda yapılan tartışmalar günümüzde de sürmektedir.
Dolaysıyla, Gümrük Birliğinin ekonomik getirileri noktasında da ciddi bir
uzlaşma
bulunmamaktadır.
Ayrıca
Türk
dış
politikası
aktörlerinin
söylemlerinde adlaştırma yaparak kullandığı "çağdaşlaşma" ve "Batıcılık" gibi
kavramlar muğlâk ifadeler olup bunların eylemsel düzeyde hangi ölçüde
karşılığının alındığı soru işaretidir. Örneğin, çağdaşlaşmadan kastedilen
Gümrük Birliği kararının ardından Avrupa medeniyetinin kültürel bir parçası
olunması ise bunun özellikle Avrupalı siyasi liderlerin Türkiye'yi kültürel
olarak Avrupalı görmediklerini oraya koyan açıklamalarıyla pek de karşılık
bulmadığı
söylenebilir.
Muğlak
söylemsel
ifadelerin
veya
popülist
adlaştırmalar yoluyla dış politika kararlarını meşru hale getirme çabalarının
eylemsel karşılığını bulmak çok kolay olmamaktadır.
II. GÜNDEM 2000 RAPORU VE LÜKSEMBURG ZİRVESİ SÜRECİ
A. Gündem 2000 Raporu ve Türk Dış Politikasında Söylem Analizi
Gümrük Birliği kararının alınmasının ardından ikinci ve üçüncü Tansu
Çiller koalisyon hükümetleri 232, ikinci Mesut Yılmaz koalisyon hükümeti 233 ve
Refahyol Hükümeti 234 görev yapmışlardır. Bu süreçte Türkiye-AB ilişkilerini
etkileyen en önemli olay "Kardak Krizi" 235 olmuştur. Türkiye ile Yunanistan'ı
T.C. 51. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi, (Erişim)
http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 17 Eylül 2013.
T.C. 52. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi, (Erişim)
http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 17 Eylül 2013.
233
T.C. 53. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi, (Erişim)
http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 17 Eylül 2013.
234
T.C. 54. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi, (Erişim)
http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 17 Eylül 2013.
235
"25 Aralık 1995'te Figen Akad adlı Türk bandıralı bir yük gemisinin İkizce denilen Kardak
kayalıkları açıklarında karaya oturmasıyla Türkiye ile Yunanistan Ege'de savaşın eşiğine gelirken, iki
ülke arasındaki sorunlara bir de Ege'de adacık ve kayalıklar sorunu eklenmiştir." Ayrıntılı bilgi için
232
68
Ege'de savaşın eşiğine getiren bu kriz Gümrük Birliği kararının ardından belli
bir düzeye gelen Türkiye-AB ilişkilerini Yunanistan'ın baskısı nedeniyle
olumsuz etkilemiştir.
30 Haziran 1997'de Türk siyasi hayatında üçüncü Mesut Yılmaz
hükümeti 236 kurulmuştur. Anavatan Partisi (ANAP)-Demokratik Sol Parti
(DSP)-Demokrat Türkiye Partisi (DTP) koalisyon hükümetinin (Anasol-D)
Başbakanı Mesut Yılmaz ve Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit olurken
Dışişleri Bakanı İsmail Cem'dir. Hükümet programında "Avrupa Birliği'ne
mümkün olan en yakın zamanda tam üye olmaya yönelik gayretler
sürdürülecektir" denilmiş ve "Gümrük Birliği çerçevesinde mevzuat uyum
çalışmaları hızlandırılacaktır" şeklinde not düşülmüştür. 237 Bu hükümet
döneminin en önemli dış politika gündem maddesinin AB olduğu görülmüştür.
Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit Avrupa başkentlerine diplomatik ziyaretlerde
bulunmuşlar ve Yunanistan hariç hemen her ülkeyle görüşmüşlerdir. 238
Ancak AB'nin yeni genişleme politikasının ve hangi ülkelere adaylık
statüsü verileceğinin açıklanacağı 1997 yılı sonundaki Lüksemburg Zirvesi
öncesinde Türkiye'nin genişleme takviminde yer almaya dönük girişimleri
Avrupalı ülkeler tarafından sürekli boşa çıkartılmıştır. İlişkilerin Gümrük Birliği
çerçevesinde yürütülmesinin iyi olacağı tavsiye edilmiştir. Ayrıca "kültürel
farklılık" konusu gündeme getirilmeye başlamıştır. 239 Belçika Başbakanı
Martens,
Avrupa
uygarlığı
projesinde
Türkiye'nin
yerinin
olmadığını
açıklamıştır. 240
bkz. Fırat, Melek; "Yunanistan'la İlişkiler", Oran, II.cilt, a.g.e., s. 464-469. Ayrıca bkz. Kut, Şule;
"Türk Dış Politikasında Ege Sorunu", Ed. Sönmezoğlu, a.g.e., s. 513-516. Ege'de adacık ve kayalıklar
sorununda ayrıntılı bilgi için bkz. Uluyurt, Mete; "Ege Adaları ve Egemenliği Tartışmalı Ada, Adacık
ve Kayalıklar Sorunu", Ed. Ülger, İrfan Kaya ; Türk-Yunan İlişkilerinde Ege Sorunları, İstanbul,
Derin Yayınları, 2008, s. 127-188.
236
T.C. 55. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi, (Erişim)
http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 17 Eylül 2013.
237
Doğan, Nejat; "Bu Dönem Hükümetlerinin Dış Politika Anlayışları", Ed. Çakmak, a.g.e., s. 754.
238
Birand, a.g.e., s. 377.
239
Baykal, Arat, Oran, II.cilt, a.g.m., s. 343-344.
240
"4 Mart 1997'de altı AB ülkesi Almanya, Belçika, Lüksemburg, İspanya, İtalya ve Fransa'nın
Hıristiyan Demokrat partilerinin zirve toplantısında Türkiye ile ilgili tam üyeliğin şimdilik söz konusu
olmadığı ortaya konmuştur. Toplantının asıl ilgi çeken noktası Belçika Başbakanı Martens'in, AB'nin
69
AB Komisyonu tarafından 16 Temmuz 1997 tarihinde açıklanan
"Gündem 2000" raporu ise Ankara'da derin bir rahatsızlık yaratmıştır.
Raporda Güney Kıbrıs'tan "Kıbrıs Cumhuriyeti" olarak bahsedilirken bu
ülkenin Orta ve Doğu Avrupa ülkeleriyle beraber 2000'li yıllarda "iki dalga
halinde gerçekleşecek genişleme sürecinde" AB'ye katılacağı öngörülmüştür.
Buna karşılık, Türkiye'ye iki genişleme sürecinde de yer verilmemiştir. Başka
bir deyişle, Gündem 2000 raporu Türkiye'nin yeni genişleme sürecinde
olmadığının ilan edilmesi anlamına gelmiştir. 241AB Komisyonunun tavsiye
niteliğindeki bu raporunda yer alan görüşler Aralık ayında Lüksemburg'da
yapılacak zirve toplantısında karara bağlanacaktır. Ancak, Komisyonun
Güney Kıbrıs ile 1998'de üyelik müzakerelerini başlatma yönündeki tavsiyesi
Kıbrıs sorununun çözümü için New York'ta başlatılmış olan görüşmeler 242 ve
Madrid'de Türkiye ile Yunanistan arasında yaratılan ılımlı havayı da olumsuz
etkilemiştir. 243Raporun ardından Türk hükümetinde "Kıbrıs konusunda şahin
olarak adlandırılan" Bülent Ecevit ve Şükrü Sina Gürel gibi isimlerin de
etkisiyle AB'ye tepki olarak "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ile
Türkiye'nin bütünleştirilmesi" 244 dile getirilmeye başlamıştır. 245
Gündem
Yardımcısı
2000
Bülent
Raporunun
Ecevit,
Kıbrıs
yayınlanmasının
Barış
ardından
Harekâtının
23.
Başbakan
yıldönümü
kutlamalarına katılmak üzere KKTC'ye gitmeden önce AB Komisyonunun
Güney Kıbrıs'a tam üyelik kapısını açması ve Türkiye'yi genişleme sürecinin
dışında bırakmasını eleştirerek; "Toplumlararası diyalogdan bek lenecek bir şey
k almadı. Türk iye Cumhuriyeti de KKTC de oyuna gelmeyecek tir.(…) Türk iye ile KKTC'nin
bir Avrupa medeniyet projesi olduğu ve Türkiye'nin bu medeniyetin bir parçası olmadığını belirtmesi
olmuştur. Bu açıklama bir anlamda Avrupa'daki Hıristiyan Demokratların Müslüman Türkiye'nin
birliğe girmesini istemedikleri yönünde yapılan yorumları da haklı çıkarmıştır." Birand, a.g.e., s. 374375.
241
Baykal, Arat, Oran II.cilt, a.g.m., s. 345.
242
1994 yılının Ekim ayından beri Kıbrıs'ta çözüm arayışları çerçevesinde görüşmeyen KKTC lideri
Denktaş ile Rum Kesimi lideri Klerides 9 Temmuz 1997'de New York'ta ABD'nin desteğiyle
görüşmelere ve Birleşmiş Milletlerin sunduğu planı incelemeye başlamışlardır. Ayrıntılı bilgi için bkz.
Fırat, Oran II.cilt, a.g.m., s. 472-473.
243
Sami Kohen, "Şimdi ne yapmalı?", Milliyet, 17.07.1997, s. 16.
244
Türkiye ile KKTC'nin bütünleşmesi ile ilgili lehte ve aleyhte görüşler için bkz. Sami Kohen,
"Bütünleşmeyi tartışalım…", Milliyet, 19.07.1997, s. 16.
245
Fırat, Oran II.cilt, a.g.m., s. 475.
70
k ısmi bütünleşme sürecine girmesi k açınılmaz olacak tır."
söylemde
diye konuşmuştur. 246Bu
Kıbrıs konusunun görüşmeler yoluyla
çözümlenmesinin artık
mümkün olmadığına değinilerek tehdit topos'uyla eğer Türk hükümetinin
talepleri yerine getirilmez ise Türkiye ile KKTC'nin entegrasyon sürecinin
başlatılacağı mesajı verilmiştir. Bu söylem oldukça sert bir uyarı niteliği
taşırken bu entegrasyonun nasıl ve ne zaman gerçekleştirileceğine yönelik
bir açıklamada bulunulmamıştır.
Bülent Ecevit'in KKTC
ziyaretinde
iki
ülke arasında ortak bir
deklarasyon yayınlanmıştır. Deklarasyonda AB'nin Rum tarafını gözeten
kararlarının Kıbrıs sorununu çözümsüz kılacağı ve Güney Kıbrıs'ın AB'ye tam
üyeliğine karşı Türkiye ile KKTC arasında ekonomik ve mali bütünleşme,
güvenlik ve dış politikada ortaklık esasına dayanan kısmi bir bütünleşmeye
gidileceği belirtilmiştir. 247 Ecevit, KKTC ziyaretinin ardından Gümrük Birliğinin
yeniden gözden geçirilmesi 248 için Dışişleri Bakanı İsmail Cem'e talimat
verdiğini belirterek şöyle demiştir: "Gümrük Birliği Türk iye'nin aleyhine işliyor. AB ile
dış ticaret açığımız her geçen gün büyüyor. Bu açık , 5 milyar dolardan 11 milyar dolara
çık mış durumda. Dışişleri Bak anlığı huk uk i durumu araştırıyor. AB ile bu k onuda yeniden
masaya oturmak için bir huk uk i yol bulunacak . Yok sa bile, Türk iye'nin bu huk uk u oluşturması
gerek ecek . Bir anlaşma olmasına rağmen, AB yük ümlülük lerini yerine getirmiyor. Türk iye'nin
de yük ümlülük lerini yerine getirmediği hususlar var ama büyük ölçüde getirmiş durumda. Bu
dengesiz ilişk i, Türk iye'nin dış ticaret açığını sürek li büyütüyor. Bir yandan Gümrük Birliği
anlaşmasının yeniden müzak eresi sağlanırk en, diğer yandan da Avrupa Birliği'ne tam üyelik
açısından Türk iye, üzerine düşeni yapmalı. Demok rasi, insan hak ları k onularında ev ödevini
iyi yerine getirmeli. Diğer yandan, ek onomik açıdan da yeni ilişk iler yeni alanlar yaratmalı.
Örneğin,
Avrupa'da,
geliştirmeli.
Avrupa
Avrupa Birliği
Birliği
bizi
k apsamı dışındak i
mutfak
ülk elerle ek onomik
k apısından alıyor."
249
ilişk ilerini
Bülent Ecevit, bu
söyleminde de tehdit topos'unu kullanarak Gümrük Birliği kararının Türk
ekonomisinin dış ticaret dengesini bozduğunu belirtmiş ve gerekirse kararın
gözden geçirileceği mesajını vermiştir. Bu noktada ortaya çıkan çelişki
"Ecevit'ten Ada'ya yeni çıkarma", Milliyet, 20.07.1997, s. 19.
Akay Cemal, Barçın Yinanç, Ümit Bektaş, "Bütünleşmeye doğru", Milliyet, 21.07.1997, s. 17.
248
Ertuğrul Özkök'ün Gümrük Birliğinin yeniden gözden geçirilmesi konusunda Ecevit ile yaptığı
görüşme için bkz. Ertuğrul Özkök, "Gümrük Birliği yeniden tartışılıyor", Hürriyet, 22.07.1997,
(Erişim) http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=-256155&yazarid =10, 23 Ocak 2012.
249
"GB'de yeniden müzakere", Milliyet, 22.07.1997, s. 15.
246
247
71
Gümrük Birliği kararının Türk ekonomisine zarar verecek bir potansiyel
taşımasına rağmen neden bu kararın alındığının açıklanmaması ve karar
alındıktan sonra ortaya çıkan dış ticaret açığının tek nedeninin Gümrük Birliği
kararı olarak gösterilmesidir. Gümrük Birliği eğer bu derecede Türk
ekonomisine zarar verici boyutta ise bu kararın yeniden gözden geçirilmesi
için AB'nin Kıbrıs sorununda Türk tarafı aleyhine tavrının ortaya çıkmasının
beklenmiş olması önemli bir çelişkidir. Türk ekonomisini alt üst eden bir
kararın daha önceden sonuçlarının öngörülememesi çok başka bir büyük
hata olmakla birlikte hata olduğunun anlaşılmasının ardından 6 milyar dolarlık
bir dış ticaret açığının ortaya çıkmasına o ana kadar ses çıkarılmaması ise
diğer büyük çelişkidir. Ecevit, söyleminin son kısmında sorumluluk topos'unu
kullanarak
Türkiye'nin
ve
AB'nin
üstüne
düşen
karşılıklı
görevlerini
hatırlatmakta ve ardından "mutfak" ve "arka kapı" şeklinde metaforlarla
AB'nin Türkiye'yi tam üye olarak birliğe almak yerine yalnızca Gümrük Birliği
yoluyla Türkiye ile ticari ilişkiler kurmaya çalıştığı mesajını vermiştir. Bu
metaforlar popülist iç politika söylemleri oluşturmak için kullanılmıştır.
Batı Avrupa Birliği (BAB) toplantısı için Brüksel'e giden Dışişleri
Bakanı İsmail Cem AB Komisyonu Dışişlerinden Sorumlu Komiseri Hans Van
den Broek ile tartışmıştır. İsmail Cem, kendilerine tam üyelik perspektifi
verilmemesini
eleştirmiş
ve
Gümrük
Birliğini
yeniden
tartışmaya
açabileceklerini belirtmiştir. Van den Broek ise Türkiye'nin verdiği sözleri
tutması gerektiğini ifade etmiştir. 250 Van den Broek, kendilerine verilen sözler
derken 6 Mart 1995'te Gümrük Birliği kararı alınırken Türkiye'nin Güney
Kıbrıs'la
tam
üyelik
görüşmelerine
başlanmasına
itiraz etmeyeceğinin
güvencesini vermesini kastetmiştir. Aynı şekilde New York'ta Kıbrıs sorunu
görüşülürken ABD Dışişleri Yönetimi Kıbrıs koordinatörü Richard Holbrooke
Zeynep Gürcanlı, Şerif Sayın, "Türkiye-AB yine restleşti", Hürriyet, 23.07.1997, (Erişim)
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1997/07/23/2195.asp, 23 Ocak 2012.
250
72
da Rauf Denktaş' a aynı sözü hatırlatarak Türk tarafının Gündem 2000
raporuna verdiği tepkiyi anlamadığını ifade etmiştir. 251
B. Lüksemburg Zirvesi ve Türk Dış Politikasında Söylem Analizi
Hükümetin
ilk
aylarında
dış
politikada
söylemleriyle
Başbakan
Yardımcısı Bülent Ecevit ön plana çıkmıştır. Başbakan Mesut Yılmaz ve
koalisyonun ANAP kanadı daha çok iç sorunlara odaklanmıştır. 252 AB ile
ilişkilerde Gündem 2000 raporunun yarattığı gerilimli ortamda söylemlerde
bulunan dış politika aktörü olarak Bülent Ecevit dikkat çekerken Dışişleri
Bakanı İsmail Cem de bu süreçte aktif olarak yer almıştır. Lüksemburg
Zirvesi
yaklaşırken
ve
zirvenin
sonrasında
Başbakan
Mesut
Yılmaz
söylemleriyle öne çıkacaktır.
29 Eylül'de Başbakan Mesut Yılmaz AB sürecinde yaşananları
Almanya Başbakanı Helmut Kohl ile görüşmek üzere Almanya ziyaretine
çıkmıştır. 253Bu ziyaretin olumlu olacağına yönelik beklentiler dile getirilirken
Mesut Yılmaz ile Helmut Kohl arasında resmi ilişkilerin ötesinde bir dostluk
olduğuna vurgu yapılmıştır. 254 Mesut Yılmaz Almanya'ya hareketinden önce
"Almanya aynı zamanda AB içerisinde belirleyici bir role sahip. Önümüzdek i Lük semburg
zirvesinde AB'nin genişleme sürecine ilişk in önemli k ararlar alınacak tır. Bu k ararlar
öncesinde Alman dostlarımızı aday k onumunda olan Türk iye'nin mutlak a genişleme sürecine
dâhil edilmesi k onusundak i ik na etme çabalarımızı sürdüreceğiz. İnanıyorum k i, gerek ik ili
gerek
AB'yle olan ilişk ilerimiz
konuşmuştur.
Helmut
Kohl
açısından yararlı bir ziyaret olacak tır."
ile
görüşmesinin
ardından
255
Mesut
şeklinde
Yılmaz,
"Türk iye'nin tam üyelik perspek tifine uygun olarak AB'yle işbirliğini yeni önlemlerle
yoğunlaştırmak için Kohl'le anlaştık . Kasım'da Bonn'a gelip Kohl ile nihai değerlendirmeyi
Sedat Ergin'e göre bu sözü dönemin Çiller hükümeti kapalı kapılar ardında Gümrük Birliği
kararının alınmasını kolaylaştırmak için vermiştir. Bkz. Sedat Ergin, "AB'ye Kıbrıs sözünü kim
verdi?",
Hürriyet,
21.07.1997, (Erişim) http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=260714&yazarid=308, 24 Ocak 2012.
252
Sami Kohen, "Kimin politikası?", Milliyet, 23.07.1997, s. 20.
253
Hayri Dizerkonca, "Ankara'nın Bonn çıkarması", Milliyet, 29.09.1997, s. 15.
254
Yalçın Doğan, "Panzerlerin tangosu", Milliyet, 29.09.1997, s. 15.
255
Sinan Toros, "Yılmaz umutlu", Milliyet, 30.09.1997, s. 19.
251
73
yapacağız(…) Görüşmeden büyük memnuniyet duydum. Bu görüşmenin AB ile ilişk ilerde bir
dönüm nok tası olduğuna inanıyorum(…)"
256
demiştir. Bu söylemde Lüksemburg
Zirvesi öncesinde Almanya'nın olası muhalefetinin ortadan kaldırıldığı ifade
edilerek Türkiye'nin tam üyeliği önündeki en önemli engelin aşıldığı havası
yaratılmıştır. Mesut Yılmaz'ın aşırı iyimser söylemlerine karşılık görüşmenin
ardından Alman Dışişleri Bakanlığının hazırladığı bildiride şöyle denilmiştir:
"Federal Başbakan, Başbakan Yılmaz'a Türkiye'nin Avrupa'ya aidiyetini teyit
etmiştir. Kohl, Türkiye'nin AB'ye müstakbel tam üyelik hedefini desteklediğini
bildirmiştir. Türkiye'nin bu hedefe ulaşmak için AB'nin gereklerine uygun
olarak üzerine düşen yükümlülükleri yerine getireceğine inanmaktadır.
Almanya Federal Hükümeti, bu konuda geleneksel Türk Alman dostluğu
anlayışı içerisinde imkânlar dâhilinde destek olacaktır. Türkiye'nin üyelik
perspektifinin zamanı geldiğinde gerçekleşmesi için serbest dolaşım
konusunda her iki tarafı da tatmin edecek bir çözümün bulunması şarttır." 257
12-13 Aralık 1997'deki Lüksemburg Zirvesi'nde 258 Gündem 2000
raporunun kabul edilmesiyle Türk hükümeti "AB ile siyasi diyalogunu askıya
aldığını açıklamıştır." 259 Zirvede
oluşturulan "Türkiye'ye
Yönelik
Avrupa
Stratejisi"nde 260 AB'nin Ankara'ya dair bakış açısı netleşmiştir. Buna göre,
"Türkiye ile Gümrük Birliğinin geliştirilmesi, mali işbirliği yapılması ve mevzuat
uyumunun sağlanması ve ortak programlarda yer alması Türkiye ile ilişkilerde
sürdürülmesi istenen konular olarak belirtilirken Güneydoğu sorunu, insan
hakları, demokratikleşme
ve
Kıbrıs
meselesi gibi siyasi konular ise
Türkiye'nin önüne birer şart olarak konulmuştur." 261 Bunun üzerine "Ankara
Anlaşması gereği
tam üyeliği
bir hak
olarak
gören Türk hükümeti
Utku Çakırözer, Mehmet Aktan, Ümit Bektaş, "Avrupa kimliğine onay", Milliyet, 01.10.1997, s. 7.
Sedat
Ergin,
"Tarihi
zabıtlar",
Hürriyet,
02.10.1997,
(Erişim)
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1997/10/02/12331.asp, 20 Ocak 2012.
258
Lüksemburg Zirvesi Sonuç Bildirgesi'nin orijinal metni için bkz. T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,(Erişim)
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/032a0008.htm, 22 Mart 2013.
259
Baykal, Arat, Oran II.cilt, a.g.m., s. 347.
260
Sonuç Bildirgesindeki Türkiye'ye Yönelik Avrupa Stratejisi 31-36. maddeleri kapsamaktadır.
261
Dedeoğlu, Beril; "Değişen Uluslararası Sistemde Türkiye-ABD İlişkilerinin Türkiye-Avrupa Birliği
İlişkilerine Etkileri", Ed. Sönmezoğlu , a.g.e., s. 423.
256
257
74
Lüksemburg
Zirvesi
kararlarını
kabul
edilemez
bulmuştur." 262
Zirve
kararlarına ilişkin bir açıklama yayınlayan hükümet AB'nin Türkiye'yi dışlayıcı
tavrı değişmedikçe ilişkilerin "çok yönlü diyalog içinde sürdürülmesinin
mümkün
olmadığını"
ve
siyasi
şartların
tam
üyelik
önünde
engel
oluşturmasının kesinlikle kabul edilemeyeceğini belirtmiştir. 263 Başbakan
Mesut Yılmaz zirvenin ardından düzenlenecek akşam yemeği davetine AB'yi
protesto etmek için katılmayacağını da açıklamıştır. 264
Başbakan Mesut Yılmaz, "New York Times" gazetesine verdiği
demeçte, "AB tarafından öne sürülen tüm k oşulları yerine getirsek dahi, üyeliğimize k arşı
olan tutumun değişmeyeceğini anladık .(…) Hiç şüphesiz dinsel ayrımcılık !(…) AB, bundan
sonra Kıbrıs'ta meydana gelecek olumsuz gelişmelerden sorumludur.(…)"
kullanmıştır. 265Bu
söylemde
öncelikle
olumsuzluk
topos'u
ifadelerini
kullanılarak
Türkiye'nin AB 'ye tam üyelik için her türlü koşulu yerine getirse bile AB
bütünsel olarak "kötü niyetli" olarak etiketlenmiş ve adalet topos'u ön plana
çıkarılarak Türkiye'nin mağdur şeklinde etiketlenmesi sağlanmıştır. Ardından
dinsel ayrımcılıktan bahsedilerek kimlik sorununa vurgu yapılmış ve AB'nin
Türkiye'yi dışlaması din ve kültür topos'larıyla dile getirilmek istenmiştir.
Buradaki en önemli çelişki tam üye olunmak istenen bir uluslarüstü
örgütlenmenin din veya kültür topos'uyla kimliksel düzeyde negatif bir etiket
olan "ayrımcı" şeklinde etiketlenmesine rağmen bunun Gündem 2000 raporu
açıklanmadan önce bilinip bilinmediğinin veya buna yönelik bir ön yargıya
sahip olunup olunmadığının açıklanmamasıdır. Eğer AB'nin Türkiye'yi yeni
genişleme sürecine dâhil etmemesinin sebebi dinsel ayrımcılık ise bu negatif
özelliğe sahip AB'ye girmek için neden bu kadar çaba sarf edildiği soru
işaretidir. Bu söylemde son olarak daha önce başka Türk dış politikası
aktörlerinin de dile getirdiği gibi Kıbrıs sorunu gündeme getirilerek tehdit
topos'uyla KKTC ile entegrasyona gidileceğinin mesajı verilmiştir.
Çalış, Şaban H.; Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri: Kimlik Arayışı, Politik Aktörler ve
Değişimi, Ankara, Nobel, 2001, s. 300.
263
Çalış, a.g.e., s. 300.
264
Zeynep Gürcanlı, "Yılmaz'dan AB yemeğine boykot", Hürriyet, 12.12.1997, (Erişim)
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1997/12/12/19034.asp, 22 Ocak 2012.
265
"Yılmaz: Dinsel ayrımcılık", Milliyet, 16.12.1997, s. 21.
262
75
Mesut Yılmaz bu demecin ardından verdiği başka bir demeçte daha
sert ifadeler kullanmıştır: "12.üye olmalıyız. Haziran zirvesinde Türk iye'yi AB'ye aday
ülk elerle aynı sepete k oymazlarsa başvuruyu geri çek eceğiz.(…) Lük semburg yanlışını
düzeltmezlerse, Avrupa Konferansı'na gitmeyiz. Ben başbak an olduğum sürece ak si
mümk ün değil.(…) Türk iye'ye yapılan k esin ayrımcılık tır. 21.yüzyılın Avrupa haritası, böyle
mi çizilecek ? Nerde k aldı çok uluslu, çok k ültürlü, çok dinli ülk eler topluluğu? Bu haliyle AB,
bir Hıristiyan medeniyet projesi mi olacak ? Avrupa yanlış yaptı. Lük semburg zirvesini
k azanan taraf, Hıristiyan k ulübü oldu. Bundan sonra oto-k ritik yapma zamanıdır. Mart'tak i
Avrupa Konferansı'na gitmeyiz. Haziran'da yeni zirve var. Biz Hıristiyan olmayacağımıza
göre, AB yanlışını düzeltecek tir. Türk iye, 12'ler arasında yerini almazsa başvurumuzu geri
çek eriz."
Lüksemburg Zirvesi öncesinde bütün AB ülkelerini uyardığını
266
anlatan Mesut Yılmaz, "Bizi ciddiye almadılar. Bizi, bizden önceki hükümetlerle
karıştırdılar"
diye konuşmuştur. 267Mesut Yılmaz öncelikle tehdit topos'unu
kullanarak Lüksemburg Zirvesi'nde Türkiye yeni genişleme dalgasına dâhil
edilmezse Türkiye'nin AB'ye tam üyelik başvurusunun geri çekileceği açıkça
belirtilmiştir.
Ardından
Mesut
Yılmaz,
Avrupa
medeniyetini
söylemsel
düzeyde AB ile eşitleyerek ve pozitif olarak etiketlediği "çok dinlilik" ve "çok
kültürlülüğe" vurgu yaparak Türkiye'nin zirvede genişleme sürecine dâhil
edilmemesi halinde Avrupa medeniyetinin sadece Hıristiyan ülkelerden
oluşan bir birlik için tasarlandığı öngörüsünde bulunmuştur. Burada din, kültür
ve
tarih
topos'ları
bir
arada
kullanılarak
hem
Türkiye'nin
Avrupa
medeniyetinin kültürel ve tarihsel bir parçası olduğu vurgulanmakta hem de
zirvede çıkacak olumsuz bir kararın Türkiye'ye yönelik dinsel bir ayrımcılık
olacağı ifade edilmektedir. Dolayısıyla, AB'nin dış politika aklı tamamen
dinsel
düzeye
indirgenmektedir.
AB
kurumlarının
ve
üye
ülkelerinin
Hıristiyanlık temelinde dış politika kararları aldığı mesajı verilerek kimliksel
düzeyde AB "ayrımcılıkla" etiketlenmektedir. Ancak, dinsel ayrımcılık üzerine
dış politika yürütme potansiyeli sürekli olarak ifade edilen AB'ye tam üye
olmak için neden çaba gösterildiği çelişkisi tekrar ortaya çıkmaktadır.
Başbakan Mesut Yılmaz, Kıbrıs ile ilgili olarak da şunları söylemiştir:
"Kıbrıs'ta federal çözüm olmadan müzak erelerin başlamayacağı sözü verilmişk en, Simitis'in
266
267
Derya Sazak, "AB zirvesi ve Yılmaz", Milliyet, 18.12.1997, s. 18.
"Yılmaz'dan AB'ye tavır", Milliyet, 19.12.1997, s. 19.
76
etk isiyle bu bağ k oparıldı. Kıbrıs Rum k esimiyle AB müzak ereleri başladığında adadak i
Türk lere azınlık muamelesi bile yapılmayacak , k üçük bir topluluk gibi davranılacak .
Türk iye'nin buna göz yumması mümk ün mü? Üstelik bu k onuda çifte standart izlendi.
Türk iye'ye diyorlar k i; Ege'dek i sorunlarını çöz, Kıbrıs'ta anlaş öyle gel… Pek i, bizim için
söyledik leri her şey Güney Kıbrıs için geçerli değil mi? Buna rağmen, Kıbrıs'ı AB sürecine
öncelik le dâhil etmek le Türk iye'ye verilen sözler çiğnenmiş oldu. Aldatıldık ."
268
Mesut
Yılmaz Türkiye'nin daha önceki yıllardaki Kıbrıs politikası söylemine paralel
bir söylemde bulunarak Kıbrıs sorunu çözülmeden Güney Kıbrıs'ın AB'ye tam
üye olması konusunda Türk dış politikasının geleneksel söylemiyle tutarlılık
göstermiştir. Adalet topos'u kullanılarak Türk tarafına dayatılan çözüm
çabalarının Rum tarafına da dayatılması gerektiği üzerinde durulmuştur.
Olumsuzluk topos'uyla geleceğe yönelik bir öngörüde bulunulmuş ve eğer
Güney Kıbrıs tek taraflı olarak AB'ye üye olursa Kıbrıslı Türklerin adada
dışlanacağı tespiti yapılmıştır. Bu kısma kadar söylemlerin dış politikada
anlaşılabilir bir rasyonel itiraz içerdiği söylenebilir. Ancak son kısımda
duygusal bir ifade olan "aldatıldık" kelimesi kullanılarak sürecin bir dış politika
konusu olmaktan çok insan ilişkilerinin andıran bir yapıya sahip olduğu
havası yaratılmıştır. Dolayısıyla
Türkiye'nin "mağdur"
olduğu ön plana
çıkarılmıştır. Bu söylemlerin özellikle dış politika ile ilgisi bulunmayan
"duygusal" sıfatıyla devletin insanlaştırılması şeklinde yansıtılması söylemsel
düzeyde bir sorunsaldır.
Lüksemburg
Zirvesi'ni
Türk
medyasından
bazı
yazarlar
şöyle
değerlendirmiştir:
Sedat Ergin: "(…) Kronik enflasyon sorununu aşamayan, siyasi
istikrarsızlık içinde savrulan, insan hakları ihlallerinde kötü siciliyle tepki
toplayan, hukukun üstünlüğünün ciddi bir şekilde aşındığı ve yolsuzlukları ile
temayüz etmiş bir ülke, AB tam üyeliğini ne ölçüde hak etmektedir? Tam
üyelik yolunda mesafe kazanabilmek, önce mutfağın içini düzeltmekten
268
Derya Sazak, "Kıbrıs, AB, Türkiye", Milliyet, 19.12.1997, s. 18.
77
geçiyor. Bunu başarabildiği takdirde, Türkiye AB'ye tam üye olsa da olur,
olmasa da (…)" 269
Oktay Ekşi: "(…) Yani döndük dolaştık, on yıl öncekinden de geride bir
noktaya itildik. Üstelik o tarihte, bizi bağlayan Gümrük Birliği gibi bir anlaşma
da yoktu. Yani elimiz kolumuz daha serbest idi. Oysa şimdi biz Gümrük Birliği
Anlaşması'nı imzalamış bir ülke olarak 64 maddelik bu anlaşmanın 17 ayrı
maddesindeki 'bizi sınırlayıcı' hükümleri uygulamak zorundayız (…)" 270
Ertuğrul Özkök: "(…) Yüz elli yıllık iddiayı bir günde, bir öfkelik
zamanda silip atacak mıyız? Cumhuriyet döneminin kızıl elması olan
‘Avrupa'ya, Avrupa'ya’ ideallerini silip süpürecek miyiz? Hayır. Asla...
Türkiye'nin kararı bu olmamalı. Hiçbir güç bu tercihi bize empoze
ettirememeli (…)" 271
Mehmet Altan: "(…) Türkiye'nin ve Batı'nın taleplerini engelleyen
Ankara değişmemesinin faturasını bir kez daha hezimete uğrayarak ödedi
(…)" 272
Cengiz Çandar: "(…) Hükümet, 'milli isteri'yi kamçılayarak içerde baskı
rejimine, dışarıda ise bir 'şovenist çizgi'ye yönelmek isterse, Türkiye'ye zarar
verir. Bu durumda, Türkiye'ye yapabileceği en anlamlı hizmet, sakin olması
ve Avrupa'yla 'diyalog kanallarını açık tutmasıdır (…)" 273
Mehmet Ali Birand: "(…) Avrupa elindeki kartları çok kötü kullandı ve
kaybetti. Türkiye üzerindeki etkinliği yok oldu. Türkiye'de uzun vadeli bir
politikaya sahip olamamanın, her şeyi günlük yaklaşımlarla yürütmenin
Sedat Ergin, "AB Kararı: Önce Mutfağın İçini Düzeltelim", Hürriyet, 14.12.1997,
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1997/12/14/19434.asp, 22 Ocak 2012.
270
Oktay
Ekşi, "Artık yeni bir dönem başlamalı", Hürriyet, 14.12.1997,
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1997/12/14/19355.asp, 23 Ocak 2012.
271
Ertuğrul Özkök, "Bu öfkeye, bu tepkiye evet ama…", Hürriyet, 15.12.1997,
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1997/12/15/19514.asp, 23 Ocak 2012.
272
Mehmet
Altan, "Ankara dışlanıyor, Türkiye değil…", Sabah,15.12.1997,
http://arsiv.sabah.com.tr/1997/12/15/, 23 Ocak 2012.
273
Cengiz
Çandar,
"Böyle
diplomasi
olmaz",
Sabah,
16.12.1997,
http://arsiv.sabah.com.tr/1997/12/16/, 23 Ocak 2012.
269
(Erişim)
(Erişim)
(Erişim)
(Erişim)
(Erişim)
78
cezasını çekti. Şimdi bir süre susmak ve heyecanları yatıştırmak gerekiyor
(…)" 274
Hasan Cemal: " (…) Avrupa düşman değil. Fazlasıyla iç içe
olduğumuz, değerlerini paylaştığımız bir blok. Eleştiririz. Suçlayabiliriz. Bugün
olduğu gibi kriz durumu yaşayabiliriz. Bazı önlemlerle canlarını acıtabiliriz.
Ancak küsmek, kapıları tümüyle kapatmak kimsenin yararına değildir (…)" 275
Yavuz Donat: "(…) Avrupa'ya girmek istedik. Avrupa yine birleşti.
Avrupa yine direndi. Yine bozguna uğradık. Bu bozgunun 1683'teki Viyana
Bozgunu ile o kadar çok benzerliği var ki… O bozgundan sonra Edirne'nin
gerisine çekilmeye zorlandık. Bu bozgunda yine yerimizde saydık. Edirne'den
çıkamadık (…)" 276
C. Gündem 2000 Raporu ve Lüksemburg Zirvesi Süreci Türk Dış
Politikasında Söylem-Eylem Analizi
Gündem 2000 raporunun açıklanmasının ardından Başbakan Bülent
Ecevit'in söylemlerine
topos'unun
bakıldığında göze en çok çarpan unsur tehdit
kullanılmasıdır.
Tehdit
topos'u
kullanılarak
öncelikle
Kıbrıs
sorununa radikal bir politikayla müdahale ederek KKTC ile entegrasyon
yapılacağı şeklinde söylemde bulunularak daha önceki yıllarda Türk dış
politikası aktörlerinin başvurduğu yönteme başvurulmuştur. Ayrıca, Gümrük
Birliği kararı üzerinden yine tehdit topos'uyla bu defa Gümrük Birliği'nin
Türkiye'nin aleyhine işlediği belirtilerek bunun değiştirilmesi gerektiği mesajı
verilmiştir. Lüksemburg Zirvesi kararlarının ardından ise Başbakan Mesut
Yılmaz'ın ön plana çıktığı Türk dış politikası söylemlerinde Bülent Ecevit'in
ısrarla vurgu yaptığı KKTC ile entegrasyon söylemi tekrar edilmiş, AB'ye tam
üyelik başvurusunun geri çekileceği belirtilmiştir. Mesut Yılmaz'ın Bülent
Mehmet Ali Birand, "Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik…", Sabah, 18.12.1997, (Erişim)
http://arsiv.sabah.com.tr/1997/12/18/, 23 Ocak 2012.
275
Hasan
Cemal,
"AB'ye
altı
ay
süre…",
Sabah,18.12.1997,
(Erişim)
http://arsiv.sabah.com.tr/1997/12/18/, 23 Ocak 2012.
276
Yavuz Donat, "Viyana bozgunu gibi", Milliyet, 15.12.1997, s. 16.
274
79
Ecevit'ten farklı olarak söylemlerinde ön plana çıkardığı husus ise kültür, tarih
ve
din
topos'larını kullanması olmuştur.
Mesut
Yılmaz,
ısrarlı olarak
söylemlerinde AB'nin dinsel temelde dış politika yürüttüğü izlenimini vererek
alınan
zirve
kararlarının
Türkiye'nin
Müslüman kimliğine
karşı alındığı
mesajını vermek istemiştir. Mesut Yılmaz, kültür ve tarih topos'larıyla
Türkiye'nin tarihsel ve kültürel olarak Avrupa medeniyetinin bir parçası
olduğundan yola çıkarak AB'nin bu gerçeği yok saydığı için AB'yi olumlu
etiketler olan "çok kültürlülük" ve "çok boyutluluk" yerine olumsuz bir etiket
olan "ayrımcılık" ile tanımlamaya çalışmıştır. Kıbrıs sorununda Türk tarafının
taleplerinin göz ardı edilerek devletin insanlaştırılması şeklinde duygusallık
içeren bir söylem tarzı kullanılmıştır. Görüldüğü üzere kullanılan söylemler
her defasında kısmen dış politik bir rasyonelliği barındıran eleştireler
içermekle birlikte esas itibariyle çok güvenilen bir dostu tarafından aldatılan
insan şeklinde dile getirilmiştir. Başbakan Mesut Yılmaz'ın Lüksemburg
Zirvesi'nin ardından kullandığı söylemler, doğrudan AB'yi suçlayıcı ve "eğer
hatadan dönülmezse Türkiye geleneksel Avrupa politikasını yok sayar"
şeklinde olmuştur. Mesut Yılmaz'ın sert söylemleri, "politik blöf" olarak
nitelendirilebilir. AB ülkelerinde çok da ses getirmeyen bu söylemlerin, Tansu
Çiller'in yaptığı gibi iç politikaya dönük olduğu söylenebilir. Kullanılan
söylemlerin eylemsel düzeyde karşılığı ise özellikle tehdit topos'larıyla dile
getirilen dış politika uygulamalarının eyleme dönüşmemesi olarak ifade
edilebilir. Öncelikle Kıbrıs sorununda KKTC ile entegrasyon tehdidi eyleme
dönüşmemiştir. Güney Kıbrıs AB'nin genişleme dalgasına Kıbrıs Cumhuriyeti
adı altında kabul edilirken Türk dış politikası aktörlerinin entegrasyona
yönelik söylemleri daha çok iç politikaya yönelik popülist politik söylemler
düzeyinde kalmıştır. Bunun dışında Gümrük Birliğinin gözden geçirilmesi ve
yeniden görüşülmesi uygulamada gerçekleşmediği gibi ilişkilerin Gümrük
Birliği çerçevesinde yürütülmesi anlayışı Türk dış politikası aktörleri açısından
gittikçe yerleşen bir uygulama haline dönüşmüştür. AB ile siyasi ilişkilerin
kesilmesi veya tam üyelik hedefinden geri adım atılması da mümkün
olmamıştır. Her ne kadar Lüksemburg Zirvesi'nin ardından Türkiye-AB siyasi
ilişkileri kısa bir süre soğusa da Gümrük Birliği kapsamında ikili ilişkiler
80
kopmamış ve aksine güçlenmiştir. AB'nin Türkiye'deki pazar payı her geçen
yıl artış göstermiştir.
III. HELSİNKİ ZİRVESİ SÜRECİ
A. Helsinki Zirvesi Öncesi Genel Durum
Lüksemburg Zirvesinin ardından yaklaşık iki yıllık süreçte Türkiye-AB
ilişkileri genel olarak ipler kopma noktasına gelmemekle birlikte siyasi
diyalogdan uzak ve soğuk bir havaya bürünmüştür. Bu sürede 11 Ocak
1999'da Anasol-D hükümetinin yerine Türk siyasal hayatındaki dördüncü
Bülent Ecevit hükümeti 277 kurulmuş, 1999 genel seçimlerinin ardından 28
Mayıs 1999'da Bülent Ecevit'in başbakan olduğu DSP-Milliyetçi Hareket
Partisi
(MHP)-ANAP
koalisyon hükümeti 278 iktidara
gelmiştir. Bu üç
hükümetin Dışişleri Bakanı İsmail Cem'dir.
Lüksemburg Zirvesi kararlarının ardından Helsinki Zirvesine gelene
kadar düzenlenen Cardiff, Viyana ve Köln Zirvelerinde de Türkiye'nin
durumunda doğrudan değişiklik yaratan çok önemli gelişmeler olmamıştır.
Ancak 15-16 Haziran 1998 Cardiff Zirvesinde 279 Türkiye ile ilgili daha olumlu
ifadelere yer verilerek Türkiye için üyelik açısından "ehil ülke" tanımlaması
yapılmıştır. 280 Ayrıca Cardiff Zirvesi kararları uyarınca diğer aday ülkeler için
uygulanan ilerleme raporları çerçevesinde 4 Kasım 1998'de Türkiye için de
İlerleme Raporu281 yayınlanmıştır. Türk kamuoyu282 İlerleme Raporuna genel
T.C. 56. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi, (Erişim)
http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 17 Eylül 2013.
278
T.C. 57. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi, (Erişim)
http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 17 Eylül 2013.
279
Cardiff Zirvesi Sonuç Bildirgesinin orijinal metni için bkz. T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/54315.pdf, 24 Mart 2013.
280
Çalış, a.g.e., s. 315.
281
"Türkiye'nin Katılım Yönünde İlerlemesi Üzerine Komisyonun 1998 Düzenli Raporu" başlıklı
ilerleme raporu için bkz. T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi, (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap_1
998.pdf, 24 Mart 2013.
277
81
olarak olumlu yaklaşmıştır. 283 AB Komisyonu Ankara temsilcisi Karen Fogg,
İlerleme Raporunu "Türkiye'nin 12. aday ülke olduğunun ilanı" olarak ifade
etmiştir. 284 "AB Komisyonu, Cardiff Zirvesi sonuçları uyarınca aday ülkeler
hakkında 13 Ekim 1999'da bir İlerleme Raporu285 daha hazırlamıştır.
Raporda
Türkiye,
üyeliğe
tam
aday
gösterilmiştir.
AB
Komisyonu,
Lüksemburg Zirvesi'nde diğer ülkelere yapıldığı gibi Türkiye için de bir
Katılım Ortaklığı Stratejisi önermiştir." 286
Helsinki
Zirvesi
öncesinde
Washington'dan
ve
Avrupa'nın lider
ülkelerinden Türkiye'nin adaylık statüsünü destekleyici açıklamalar gelmeye
başlamıştır. ABD Başkanı Bill Clinton'ın Ulusal Güvenlik Konseyi Avrupa
İşleri
Direktörü Tony Blinken, The Washington Institute adlı düşünce
kuruluşunda şunları söylemiştir: "Türkiye'ye Helsinki'de adaylık statüsü
koşulsuz olarak verilmeli.(…) Avrupa, Türkiye olmadan tam bir Avrupa
olamayacak. Helsinki Zirvesi'nin Türkiye'yi kucaklayacağını umuyoruz. Bu
olursa, Türkiye bazı kriterlerle karşılaşacak ama bu kriterlerin yerine
getirilmesi durumunda ödül büyük olacak." Almanya Başbakanı Gerhard
Schröeder
ise,
Hükümetimiz
de
"Avrupa,
kararlı
Türkiye'ye
bir
şekilde
karşı
sorumluluk
Türkiye'nin
taşımaktadır.
adaylık
statüsünü
desteklemektedir." demiştir." 287 Dolayısıyla, ABD'nin ve Avrupa'da Almanya,
İngiltere ve Fransa gibi lider ülkelerin ve devlet adamlarının Türkiye'yi
Türk kamuoyundaki bazı görüşler için bkz. Zeynep Göğüş, "Avrupa ile nereye?", Sabah,
05.11.1998, (Erişim) http://arsiv.sabah.com.tr/1998/11/05/, 24 Mart 2013. Güven Özalp, "AB'den
'umut' raporu", Milliyet, 05.11.1998, s. 18. Sami Kohen, "AB'nin kanaat notu", Milliyet, 06.11.1998,
s. 20.
Ancak 1998 yılının sonbaharında Türk kamuoyunun PKK lideri Abdullah Öcalan'ın kaçtığı ülkelerle
yaşanan diplomatik krizler nedeniyle dış haberlerini ağırlıklı olarak bu olaya yönlendirdiği
unutulmamalıdır. Bundan dolayı Türkiye-AB ilişkilerinin kamuoyundaki ilgi çekiciliği bu dönemde
düşük seviyede kalmıştır. Öcalan'ın yakalanma süreciyle ilgili olarak bkz. Uzgel, İlhan; "Abdullah
Öcalan'ın Yakalanması" kutusu, Oran II.cilt, a.g.e., s. 296.
283
Çalış, a.g.e., s. 316-317.
284
Çalış, a.g.e., s. 318.
285
"Türkiye'nin Katılım Yönünde İlerlemesi Üzerine Komisyonun 1999 Düzenli Raporu" başlıklı
ilerleme raporu için bkz. T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi, (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap_1
999.pdf, 24 Mart 2013.
286
Baykal, Arat, Oran II.cilt, a.g.m., s. 350.
287
"Helsinki
Zirvesi'ne
6
gün
kala",
Hürriyet,04.12.1999,
(Erişim)
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1999/12/04/161258.asp, 25 Ocak 2012.
282
82
destekleyici açıklamaları ABD ve AB'nin bu konuda ortak bir dış politika takip
ettiği izlenimini vermiştir. ABD'nin Türkiye'yi tam üyelik konusunda samimi
olarak desteklediği yönünde yorumlar olmakla birlikte tam tersi görüşler de
ileri sürülmüş, ABD'nin AB ile ortak hareket ederek Türkiye'nin dizginlerini
birlikte ellerinde tuttukları iddia edilmiştir. Bu tartışmalar 288 günümüzde de
canlılığını korumaktadır.
B. Helsinki Zirvesi ve Türk Dış Politikasında Söylem Analizi
10-11 Aralık 1999'da Türkiye, Helsinki AB Devlet ve Hükümet
Başkanları Zirvesi'nde 289 AB'ye aday ülke kabul edilmiştir. 290Türkiye'nin iki yıl
"ABD Türkiye'nin AB'ye tam üye olmasını destekliyorsa Türkiye'nin ekonomik ve mali
gelişmesinin yükünü AB'ye devretmek istiyor olabilir. Bunun için ABD ile AB arasındaki rekabet
düzeyinin düşük olması gereklidir. ABD Türkiye'nin AB'ye tam üye olmasını destekler görünerek
Türkiye'nin güvenini sağlamaya çalışıyor olabilir. ABD de AB'nin Kopenhag Kriterleri olarak
Türkiye'nin önüne koyduğu ilkelerin benzerlerini Amerikan Kongresinde Türkiye'ye yönelik mali
yardımlar görüşüldüğünde sunmaktadır. Ancak AB Türkiye'nin sorumluluklarını çözerek karşısına
gelmesini beklerken ABD, gerekli gördüğünde Türkiye'ye müdahale etme kapasitesine sahip olmak
istemektedir." Ayrıntılı bilgi için bkz. Dedeoğlu, a.g.m., s. 405-437.
Farklı bir yazı için bkz. Çelik, Ümit; "ABD'nin Türkiye'nin AB Üyeliğine Bakışı Türkiye-ABD-AB
Güvenlik ve Savunma İlişkileri", Akademik Bakış, sayı 9, Mayıs, 2006, (Erişim)
http://akademikbakis.org/pdfs/10/adbbakis.pdf, 27 Mart 2013.
289
Helsinki Zirvesi Sonuç Bildirgesi orijinal metni için bkz. T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/ACFA4C.htm, 24 Mart 2013.
Türkiye'nin aday ülke olarak kabul edildiğinin açıklandığı 12. madde şöyledir: “Avrupa Konseyi (AB
Devlet/Hükümet Başkanları), Komisyon’un İlerleme Raporu’nda işaret edildiği üzere, Türkiye’de son
zamanlarda yaşanan olumlu gelişmeleri ve ayrıca Türkiye’nin Kopenhag kriterlerine uyum yönündeki
reformlarını sürdürme niyetini memnuniyetle karşılar. Türkiye, diğer aday devletlere uygulananlarla
aynı kriterler temelinde Birliğe katılması mukadder bir aday devlettir. Diğer aday devletler gibi
Türkiye de, mevcut Avrupa Stratejisi’ne istinaden, reformlarını teşvik etmeye ve desteklemeye
yönelik bir katılım öncesi stratejisinden istifade edecektir. Bu çerçevede, insan hakları ile 4 ve 9(a)
sayılı paragraflarda belirtilen konular başta olmak üzere, üyeliğin siyasi kriterlerini karşılama yönünde
ilerleme kaydedilmesi üzerinde durularak, daha fazla siyasi diyalog söz konusu olacaktır. Türkiye,
Topluluk programları ile ajanslarına ve katılım süreci bağlamında aday devletler ile Birlik arasındaki
toplantılara katılma imkânına da sahip olacaktır. Müktesebatın benimsenmesi için bir Ulusal
Program’la birlikte, siyasi ve ekonomik kriterler ve bir üye devletin yükümlülükleri ışığında üyelik
hazırlıklarının yoğunlaşması gereken öncelikleri içeren bir Katılım Ortaklığı belgesi, önceki Konsey
Sonuçları temelinde oluşturulacaktır. Uygun izleme mekanizmaları kurulacaktır. Türkiye’nin
mevzuatının ve uygulamasının müktesebatla uyumlaşmasını yoğunlaştırmak üzere, Komisyon,
müktesebatın analitik tarzda incelenmesine yönelik bir süreç hazırlamaya davet edilir. Avrupa
Konseyi, Komisyon’dan, katılım öncesi tüm AB mali yardım kaynaklarının koordinasyonu için tek bir
çerçeve sunmasını talep eder.” T.C. Dışişleri Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi, (Erişim)
http://www.mfa.gov.tr/helsinki-zirvesi-10-11-aralik-1999.t r.mfa, 24 Mart 2013.
290
Baykal, Arat, Oran II.cilt, a.g.m., s. 351.
288
83
boyunca AB ile süren soğuk diplomatik ilişkilerine rağmen aday ülke kabul
edilmesinin nedenleri konusunda pek çok farklı görüş 291 dile getirilmiştir. Beril
Dedeoğlu'na göre Aralık 1997'den itibaren Aralık 1999'daki zirveye kadar
"Türkiye'yi aday ülke pozisyonuna taşıyacak hiçbir ekonomik, mali ve siyasi
dönüşüm veya reform yapılmamışken" Türkiye'ye sürpriz bir şekilde "aday
ülke" statüsünün tanınması "AB'nin konjonktürel siyasi ve stratejik tercihini
göstermektedir. AB, sınırlarını Orta Doğu ve Kafkaslara taşırken Türkiye'yi
uzun zamana yayılacak tam üyelik sürecinde tutmayı hesaplamıştır." Bundan
sonra tam üyelik için özellikle siyasi kriterler başta olmak üzere ekonomik,
mali
ve
yönetsel
reformları gerçekleştirmesi
için inisiyatif Türkiye'ye
bırakılmıştır. Türkiye, ya tam üyelik için gerekli şartları yerine getirme ve tüm
politikalarını AB'nin istediği şekle getirme ya da AB ile ilişkilerini yalnızca
Gümrük Birliği çerçevesinde yürütmeyi tercih etme noktasında kalacaktır. 292
Sonuçta AB istediğini almış, Türkiye üzerindeki belirleyici rolünün devamını
"ucu açık" bir tam üyelik başlığı altında sürdürme hakkını elde etmiştir.
Helsinki Zirvesi sonuç bildirgesinde 1997 Lüksemburg'da ortaya konan
dört siyasi koşuldan insan hakları ve Güneydoğu sorunu kaldırılmış ancak
Ege 293 ve Kıbrıs 294 meselelerinin çözümüyle ilgili Türkiye'de tartışmalara
Birand'a göre AB, Türkiye'nin siyasi diyaloğu askıya almasından dolayı Türkiye üzerindeki
ağırlığını kaybetmişti. Özellikle Kıbrıs meselesinde bu daha net ortaya çıkmıştı. Esasen bundan dolayı
AB, Türkiye'yi Helsinki'de aday ülke kabul etmiştir. Birand, kitabında uluslararası ortamda ve ikili
ilişkilerde yaşanan başka önemli değişimlere de işaret etmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Birand,
a.g.e., s. 391-393. Ayrıca bkz. Baykal, Arat, Oran II.cilt, a.g.m., s. 352-353.
292
Dedeoğlu, a.g.m., s. 423-424.
293
Helsinki Zirvesi Sonuç Bildirgesinde Ege ile ilgili paragraf:“4. Avrupa Konseyi, şimdi 13 aday
devleti tek bir çerçevede içeren katılım sürecinin kapsayıcı mahiyetini yeniden teyit eder. Aday
devletler, üyelik sürecine eşit bir temelde katılmaktadırlar. Avrupa Birliği’nin Antlaşmalarda ifade
edilen değerlerini ve amaçlarını paylaşmalıdırlar. Bu bakımdan, Avrupa Konseyi, anlaşmazlıkların
BM Şartı’na uygun olarak barışçı yoldan çözümlenmesi ilkesini vurgular ve aday devletleri süregiden
sınır anlaşmazlıklarını ve ilgili diğer meseleleri çözmek için her türlü gayreti göstermeye davet eder.
Bunda başarılı olunamadığı takdirde, anlaşmazlığı makul bir süre içinde Uluslararası Adalet Divanı’na
götürmelidirler. Avrupa Konseyi, süregiden anlaşmazlıklara ilişkin durumu, özellikle üyelik süreci
üzerindeki yansımalarıyla ilgili olarak ve en geç 2004 yılı sonuna kadar Uluslararası Adalet Divanı
yoluyla çözüme bağlanmalarını teşvik etmek amacıyla gözden geçirecektir. Ayrıca, Avrupa Konseyi,
Kopenhag’da belirlenmiş olan siyasi kriterlere uyumun üyelik müzakerelerinin açılması için ön şart
olduğunu ve tüm Kopenhag kriterlerine uyumun AB’ye üye olarak katılımın temelini oluşturduğunu
hatırlatır.” T.C. Dışişleri Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi, (Erişim) http://www.mfa.gov.tr/helsinkizirvesi-10-11-aralik-1999.t r.mfa, 25 Mart 2013.
294
Helsinki Zirvesi Sonuç Bildirgesinde Kıbrıs ile ilgili paragraflar: “9.(a) Avrupa Konseyi, 3 Aralık
1999 tarihinde New York’ta Kıbrıs meselesinin kapsamlı çözümüne yönelik olarak başlatılan
291
84
neden olan muğlak ifadeler yer almıştır. Füsun Arsava'ya göre 9.maddenin
"b" fıkrasında "Kıbrıs sorununun çözümünün Kıbrıs'ın AB'ye katılımını
kolaylaştıracağı belirtilerek, Kıbrıs'la yürütülen tam üyelik müzakerelerinin
tamamlanmasına kadar Kıbrıs meselesi çözülememesi halinde bu durumun
Kıbrıs'ın AB üyeliğine bir engel teşkil etmeyeceği ve AB Konseyinin Kıbrıs'ın
tam üyeliğine bir şekilde karara bağlayacağı vurgulanmıştır." 295 Özellikle bu
madde, AB'nin o güne kadar takip ettiği "Kıbrıs meselesi çözülmeden
Kıbrıs'ın
AB'ye
tam
üyeliğinin
karara
bağlanmayacağı
yönündeki
politikasından vazgeçerek Kıbrıs'a tam üyelik vaadinde bulunması" anlamına
gelmekteydi. Bu politika değişikliği Rumların elini oldukça güçlendirirken
Kıbrıs sorununun çözümünü de doğrudan çıkmaza sokmuştur. 296 Türkiye'nin
bu karardan rahatsız olduğunu bildirmesi üzerine AB dönem başkanı
Finlandiya Başbakanı Paavo Tapio Lipponen Bülent Ecevit'e mektup 297
yazmış, AB yüksek temsilcisi Javier Solana ve genişlemeden sorumlu
komiser Günter Verheugen apar topar Ankara'ya gelerek Bülent Ecevit'i ikna
etmişlerdir. Nihayetinde Türkiye, aday ülke kabul edilirken AB yetkililerinin
Bülent Ecevit'e verdiği "sözler" çerçevesinde Helsinki kararları Türkiye
tarafından onaylanmıştır.
görüşmeleri memnunlukla karşılar ve Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri’nin bu süreci
başarıyla sonuçlandırma yönündeki gayretlerine güçlü desteğini ifade eder. 9.(b) Avrupa Konseyi,
siyasi bir çözümün Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne katılımını kolaylaştıracağının altını çizer. Üyelik
müzakerelerinin tamamlanmasına kadar kapsamlı bir çözüme ulaşılamamış olursa, Konsey’in üyelik
konusundaki kararı, yukarıdaki husus bir ön şart olmaksızın verilecektir. Bu konuda Konsey, tüm
ilgili faktörleri dikkate alacaktır.” T.C. Dışişleri Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi, (Erişim)
http://www.mfa.gov.tr/helsinki-zirvesi-10-11-aralik-1999.t r.mfa, 25 Mart 2013.
295
Arsava, a.g.m., s. 853.
296
Arsava, a.g.m., s. 854.
297
Lipponen'in mektubu: "(…) Bugün Avrupa Birliği Türkiye Cumhuriyeti'yle ilişkilerine yeni bir yön
vermiştir. Türkiye'ye diğer aday ülkeler statüsünde adaylık verme yolunda oybirliğiyle alınan kararı
size resmen tebliği etmekten ötürü son derece mutluyum. Avrupa Konseyi'nde, bu mektuba ilişkin
karar taslağını görüştüğümüzde, hiçbir itirazla karşılaşmadan 12. Paragrafta Kopenhag'dakilere
eklenmiş yeni bir kriter olmadığını söyledim. Aynı şekilde, itirazla karşılaşmadan 4. ve 9. Paragraflara
atıfta bulunulmasının üyelik kriterleriyle ilgili olmadığını, siyasi diyaloğun ima edildiğini söyledim.
Ortaklığa kabul, konseyin bugünkü kararları temel alınarak gerçekleşecektir. 5. Paragrafta 2004 tarihi,
Uluslararası Lahey Adalet Divanı nezdinde anlaşmazlıkların çözüleceği son tarihtir. Kıbrıs'a gelince,
politik bir çözüm, Avrupa Birliği'nin amacıdır. Kıbrıs'ın üyeliğe kabulüne gelince, konsey karar
alırken tüm ilgili faktörler göz önüne alınacaktır. Bu açıklamaların ışığında sizi diğer aday ülkelerle
birlikte yarın Helsinki'ye çalışma yemeğine davet ediyorum(…)" Birand, a.g.e., s. 401-402.
85
Metin Aydoğan da kitabında 9.maddeyle ilgili şunları ifade etmektedir:
"Kıbrıs sorunu çözülsün ya da çözülmesin AB, Kıbrıs'ı (Rum Kesimi) tam üye
yapacaktı; çözümün sağlanması Kıbrıs'ın üyeliğini kolaylaştıracaktı, ancak bu
kolaylaşmanın sağlanmaması, sonucu değiştirmeyecekti; AB'nin "çözüm"
olarak gördüğü uygulama Türkiye'nin Kuzey Kıbrıs'tan çekilmesi ve Kıbrıs'ın
Rum inisiyatifinde bir bütün haline getirilmesiydi. Dolaylı enosis anlamına
gelen bu istek, Türkiye'nin onca güç harcayarak sağladığı dengelerin yok
edilmesiydi; AB, 1960 Londra Anlaşması'nı yok sayıyordu. Kıbrıs sorununu
'iyi bilen' Bülent Ecevit'in imzaladığı belgenin özü buydu." 298
AB'den Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Ali İrtemçelik, Helsinki Zirvesi
sonuç bildirgesindeki 9.maddenin rahatsızlık yaratıp yaratmadığıyla ilgili
soruya şöyle cevap vermiştir: "AB, ilk defa burada ik i tarafa da bask ı uyguluyor. Rum
tarafına; tam üyelik müzak erelerin bitince seni otomatik olarak alacağım demiyor. Kıbrıs ile
ilgili bir çözüm gerçek leşmezse o zaman ben seni bek letirim diyor.(…) Eğer bir hinlik varsa
Kıbrıs, Türk iye'nin de meselesidir. Türk iye'yi k imse Kıbrıs meselesinde yok sayamaz. Sayın
başbak an da söyledi. Eğer böyle bir durum olursa o zaman Türk iye de KKTC ile
entegrasyonu sağlar."
299
Mehmet Ali İrtemçelik'in ifade ettiği "KKTC ile gerekirse
bütünleşiriz" sözleri Kıbrıs sorunu her gündeme geldiğinde, her tartışma
yaratan bir kriz çıktığında Türk dış politikası karar alıcıları tarafından
kullanılan bir söylem olmuştur. Güney Kıbrıs, tüm adayı temsilen AB'ye tam
üye olduktan sonra da, AB müzakere süreci Kıbrıs sorunu nedeniyle
tıkandığında da Türk dış politikası karar alıcıları, bu rasyonel olmayan
söylemi kullanmaya devam edeceklerdir. Ancak, günümüze kadar bu
söylemin eyleme
dönüştüğü veya
buna
yönelik
bir politika izlendiği
görülmemiştir. Bunun dışında dikkati çeken bir diğer husus ise çok önemli bir
dış politika kararı alınırken Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının yazılı bir
anlaşma olmadan sadece bazı devlet başkanlarının bir takım sözlerine
dayanarak hareket etmesi olmuştur. "Eğer bir hinlik varsa…" şeklinde ifade
edilen söylem tarzı muğlak bir politik beklenti olduğunu ortaya çıkarmaktadır.
Aydoğan, Metin; Avrupa Birliğinin Neresindeyiz: Tanzimat'tan Gümrük Birliğine, 16. baskı,
İzmir, Umay Yayınları, 2005, s. 230.
299
Muharrem
Sarıkaya,
"Türkiye'nin
AB
diyeti…",
Hürriyet,
14.12.1999,
(Erişim)
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1999/12/14/163461.asp, 27 Ocak 2012.
298
86
Bunun da temel sebebi dış politikada bağlayıcılık taşımayan bir takım
sözlerin dikkate alınmış olmasıdır. Lipponen mektubu ve bazı AB yetkililerinin
ziyaretleri bu noktada yeterli bulunmuştur.
Dışişleri Bakanı İsmail Cem düzenlediği basın toplantısında Helsinki
Zirvesi kararlarını şöyle değerlendirmiştir: "(…) Türk iye herhangi bir aday değildir.
Önce bunu anlamamız lazım. Çok özgün bir k işiliği, k imliği, tarihi değerleri olan bir AB
adayıdır (…) Türk iye, AB'ye girmek le k endi k imliğini değiştirecek , başk alarını tak lit edip
onlara benzeyecek değil. Hocasının k arşısında duran "mahcup" ve "mazlum" talebe gibi
AB'ye girmeyeceğiz (…) 9'uncu madde aleyhimizedir. Ancak , bundan sonra ben de Kıbrıs ve
Ege tezlerimizi AB platformunda anlatabileceğim (…)"
300
Öncelikle Türkiye bir devlet
olarak diğer AB üyesi devletlerden kültür ve tarih topos'ları kullanılarak üstün
görülmekte ve diğer üye ülkelerin AB'ye üye olarak kendi tarih, kültür ve
kimliklerinden uzaklaştıkları mesajı verilmeye çalışılmıştır. İnsana atfedilen
bazı
nitelikler,
"çok
özgün",
"mahcup",
"mazlum"
şeklinde
Türkiye
Cumhuriyeti devletini tanımlamak için kullanılmıştır. AB'ye girerken ülkelerin
buna benzer insani özelliklerini kaybetme potansiyelleri vurgulanarak aslında
AB olumsuz olarak etiketlenmekte ve Türkiye'nin bu tehlikeye rağmen neden
AB'ye tam üye olmaya çalıştığı çelişkisi önceki örneklerde olduğu gibi tekrar
ortaya çıkmıştır. Bir diğer çelişki ise son kısımda Helsinki Zirvesi kararlarında
9.maddenin Türkiye'nin aleyhine olduğunun kabul edilmesine rağmen neden
bu konuda yeterli çalışma yapılmadığının cevapsız bırakılmasıdır. Bu ifadeler
bir anlamda dış politikadaki bir başarısızlığın itiraf edilirken buna rağmen
Türkiye'nin kimliği üzerine yapılan atıfla bunun altında kalınmayacağının
vurgulanması olmuştur.
Başbakan Bülent Ecevit, AB üyesi ülkelerin Türkiye'nin adaylığı için
ısrarlı çağrılarda bulunduğunu, Amerikan Başkanı Bill Clinton'ın kendisini
uçaktan arayarak destek verdiğini ve AB üyesi ülkelere de 'Türkiye'ye iyi
davranmaları' telkininde bulunduğunu belirterek, "Türk iyesiz Avrupa olamayacağı
anlaşıldı. Türk iye, Asya ve Avrupa ile İslamiyet ile Hıristiyanlık ve Yahudilik arasında da
k öprü olacak . Avrupa'dak i milliyetçi çevreler içlerine sindirseler de sindirmeseler de Türk iye
"Cem şartları açıkladı", Sabah,14.12.1999, (Erişim) http://arsiv.sabah.com.tr/1999/12/14/d01.html,
27 Ocak 2012.
300
87
600 yıldan beri Avrupalıdır."
şeklinde konuşmuştur. 301Öncelikle Avrupa ile AB
arasında söylemsel düzeyde bir eşitlik zinciri kurularak Türkiye'nin Avrupa'nın
bir parçası olduğu vurgulanmıştır. Ancak Helsinki Zirvesi Türkiye'nin AB'ye
tam üyeliğini tescilleyen bir karar almamasına rağmen sanki Türkiye tam üye
olmuş gibi bir popülist söylemde bulunulmuştur. Bunun dışında din, kültür ve
tarih topos'ları bir arada kullanılarak Türkiye'ye "köprü" kelimesiyle metaforik
bir özellik atfedilmiştir. Alınan zirve kararı Türkiye'nin tam üyeliğini değil tam
üyelik için adaylığını ortaya koymasına rağmen tam üyelik gerçekleşmiş gibi
sunulmuştur. Başbakan Ecevit de daha önce Tansu Çiller'in yaptığı gibi
AB'ye tam üyelik sürecinde alınan bir kararı AB üyeliği elde edilmiş, Avrupa
medeniyet projesi
gerçekleştirilmiş gibi lanse etmiştir. Sonuçta, Türk
hükümetlerinin AB sürecini daha ziyadesiyle iç politikada kullanma alışkanlığı
sürmüştür.
Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel
ise
zirvenin
ardından şöyle
demiştir: "Bak ın k ararda, ’You are a candidate', yani ‘siz bir adaysınız’ diyor. Bu cümleyi
çok önemsiyorum.(…)Helsink i k ararı, AB mimarisi için Lük semburg’da alınan k ararı ortadan
k aldırıyor. Bu k ararla Lük semburg'un getirdiği disk riminasyon (ayırımcılık ) ortadan k alk mış
oluyor. Türk iye artık dışlanan değil, müzak ere edilecek bir adaydır. Bu k uşk usuz memnuniyet
verici bir olaydır (…) 15 devlet Lük semburg’da 'hayır' demiş. Yunanistan herşeye 'hayır'
demiş. Almanya k arşı çık mış. Daha sonrak i Cardiff, Viyana ve Köln zirvelerinde bu durum
değişmemiş.
Şimdi
gelinen
nok tada
aynı
üyelerin
'Türk iye
bir adaydır' demelerini
memnuniyet verici buluyorum (…) Türk iye’yi Avrupa'dan k oparan Lük semburg k ararı yerine,
Türk iye'yi Avrupa'ya bağlayan bir Helsink i k ararı ile k arşı k arşıyayız. Bu Türk iye için bir
başarıdır. Türk diplomasisi için bir başarıdır (…) Koşul denen laflar Türk iye’nin statüsünün
değişmesine mani olsaydı, ona üzülürdüm. Unutmayın k i, o k oşullar dün Türk iye'nin aday
olmasına mani olan hususlar olarak ortaya k onuyordu. Artık mani olmak tan çık tı, ama bir
k ısmı k aydedildi Onun için şartlar içinde iyi bir k arardır diyorum (…) Herşeyden önce
Türk iye’nin prestijini arttıracak tır. Bu, hudutları aşan bir olaydır. Avrupa'nın dışında k alması,
Türk iye'ye güç k aybettirir. Avrupa ile olması ise Türk iye'ye güç k azandırır, her bak ımdan
güçlendirir. Adaylığımız ilan edilmeseydi, Türk iye 2000 yılına çok k ötümser girecek ti. Bu
k ararla birlik te Türk iye için çok şey değişmiştir. Türk iye çok önemli bir mânia atlamıştır (…)
Karar, Türk iye’yi standartlarını düzeltmeye, seviyesini yük seltmeye zorlar. Bizi gelişmeye,
"Başbakan
Ecevit
Helsinki'yi
anlattı",
Zaman,
http://arsiv.zaman.com.tr//1999/12/15/guncel/12.html, 28 Ocak 2012.
301
15.12.1999,
(Erişim)
88
zenginleşmeye zorlar. Modernlik ve çağdaşlığa sahip çık maya teşvik eder. İşte bütün bunlar
Türk halk ı için çok yararlı olacak tır (…)"
politika
söylemlerinden
ziyade
Süleyman Demirel'in söylemi popülist dış
302
rasyonel
bir
dış
politika
söylemini
yansıtmaktadır. Süleyman Demirel, AB'ye aday ülke statüsü elde edildiğini
öne çıkararak Lüksemburg Zirvesi'nin ardından yaşanan siyasi gerilimin sona
ermesine vurgu yapmıştır. Tam üye olunduğu izlenimi yaratmayan Süleyman
Demirel, aday ülke olmanın Türkiye'nin mevcut koşullarda elde edebileceği
en iyi kazanım olduğu mesajını vermiştir. Bu söylemde de Avrupa ile AB
arasında eşitlik zinciriyle bir ilişki kurularak "modernleşme" ve "çağdaşlaşma"
şeklindeki adlaştırmalarla Türkiye'nin geleceğine yönelik iyimser bir hava
yaratılmak
istenmiştir. Bu adlaştırmalar söyleme muğlak bir olumluluk
katmaktadır.
Başbakan
Bülent
Ecevit, TBMM'de
Helsinki
süreciyle
ilgili
şu
açıklamaları yapmıştır: "(…) Hem idam cezasının k alk masına k arşı olmayı sürdürüp,
hem de AB'de üyelik ten yana olmak bir çelişk idir. Bu tür çelişk ilerden, bir an önce k urtulmak
zorundayız (…)Sadece giyim k uşamla Avrupalı olunmaz. Özde de Avrupa'ya ulaşmak
gerek ir (…)Adaylığımıza üzülenler var. Türk iye tam üyelik k oşullarını yerine getiremez.
Ek onomisini de düzlüğe çık aramaz diye teselli bulanlar var. Böyle düşünenler yanıldık larını
görecek ler. Tam üyeliğe geçiş sürecinin hızını biz k endimiz belirleyecek durumdayız
(…)İnsan hak ları ve demok rasi k onusundak i k oşullar, hük ümet ve Meclis'in hızlı temposuyla
birk aç ayda yerine getirilecek . Ek onominin de en çok 2-3 yılda düzlüğe çık acak (…)İk i yıl
önce AB'nin Lük semburg'dak i doruk
toplantısında k apıyı Türk iye'nin yüzüne k abaca
k apattılar. Ancak ik i yıl sonra k apımız önk oşulsuz çalındı. Bu olay tarihimizde önemli bir
aşamadır (…)Ben AB'dek i yerimizin güçlenmesiyle, Ege ve Yunanistan'la aramızdak i
sorunların mahk emelik olmak sızın çözebileceğimize inanıyorum (…)Karar metninde Kıbrıs'la
ilgili k onuşmalardan bir sonuç alınmasa bile, Kıbrıs'ın Avrupa Birliği'ne üyelik hak k ının
tanınabileceği izlenimi veriliyordu. Kabul etmedik . Onun üzerine, yoğun bir diplomasi trafiği
yaşandı. ABD Başk anı, gecenin geç saatlerinde uçağından beni arayarak bu fırsatı
değerlendirmemizi tavsiye etti. Belli k i, Clinton, o arada AB'nin etk ili üyelerini telk in ediyordu.
AB üst düzey yetk ilileri de Ank ara'ya geldi (…)Finlandiya Başbak anı ve AB Dönem Başk anı
Paavo Lipponen'den gelen mek tupta, "2004'te Avrupa Konseyi durumu yeniden gözden
geçirecek tir. Kıbrıs'la ilgili bir k arar alınırk en de 'ilgili tüm fak törlerin göz önünde tutulacak tır,'
deniyordu. Ayrıca Lipponen, bizi aday ülk elerle birlik te Helsink i'ye çalışma yemeğine davet
Sedat
Ergin,
"Türkiye
artık
Avrupa'dadır",
Hürriyet,
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1999/12/12/162979.asp, 28 Ocak 2012.
302
12.12.1999,
(Erişim)
89
ediyordu. Bu resmi bir mek tuptu. Neticede k abul ettim (…)AB'de üye olmak sızın da dünyanın
dört bucağına açılabileceğimizi k anıtladık . Bizim AB üyeliğinde yararımız vardı ama
Türk iye'nin AB için yararı da herhalde az değildi. Fak at AB k apısının Türk iye'ye açılması,
hatta aralanması için yeterli değildi. AB ile Türk iye'nin insan hak ları, demok rasi, toplumsal
yaşam bak ımından uyum sağlanabileceğinin ve Türk ek onomisinin yapısal sorunlarını
aşabileceğinin belli olması son altı buçuk ayda k arşılanmaya başladı. Bu sürede Türk iye
birçoğu reform niteliğinde 100'e yak ın Anayasa ve yasa değişik liği yaptı (…)"
303
Bülent
Ecevit bu söylemine kendi içinde tutarlı ve rasyonel bir şekilde başlamıştır.
AB'ye tam üyelik için idam cezasının kaldırılması örneğini kullanarak
sorumluluk
topos'uyla
Türkiye'nin
bu
süreçte
yapması gereken
bazı
uygulamalar olduğu mesajını vermiştir. Ardından geleceğe yönelik iyimser bir
hava
insan
yaratarak
hakları ve
demokrasi
alanında
hızlı reformlar
yapılacağının ve ekonominin kısa vadede düzeltileceğinin sözünü vermiştir.
Bu söylemler Türkiye'nin bir dış politika hamlesinin ardından üzerine düşen
yükümlülükleri
önemlidir.
yerine
Ancak
getirmesi
Bülent
gerektiğinin
Ecevit'in
söyleminin
vurgulanması
devamında
bakımından
hiçbir
şart
sunulmaksızın Türkiye'nin aday ülke olarak kabul edildiğini belirtmesi ve Türk
dış politikasının bazı yabancı devlet başkanlarının sözlerine dayanarak
oluşturulduğunun ortaya konması çok ciddi bir sorunsal yaratmaktadır.
Helsinki Zirvesi'nin ardından yabancı devlet adamlarının ve dış basının
Türkiye'nin adaylık statüsüyle ilgili çeşitli yorumları olmuştur.304 Fransa
Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, İngiltere Başbakanı Tony Blair ve Almanya
Başbakanı Gerhard Schröeder gibi AB'nin lider ülkelerinin politikacıları ve bu
ülke gazetelerinin geneli tarafından Türkiye'nin aday ülke statüsü kazanması
olumlu değerlendirilirken Yunanistan medyası Helsinki Zirvesi kararlarını
Yunanistan ve Güney Kıbrıs adına kazanılmış bir zafer olarak lanse
"İdamı aşmalıyız", Sabah,15.12.1999, (Erişim) http://arsiv.sabah.com.tr/1999/12/15/p01.html, 29
Ocak 2012.
304
"Avrupa:
Türkiye
hoş
geldin",
Hürriyet,12.12.1999,
(Erişim)
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1999/12/12/162995.asp, 29 Ocak 2012.
303
90
etmişlerdir. Türk medyasında da Helsinki kararını farklı yorumlayan yazarlar
olmuştur. 305
C. Helsinki Zirvesi Süreci Söylem-Eylem Analizi
Helsinki Zirvesinin ardından Türk dış politikası aktörlerinin söylemleri
öncelikle zirve metnindeki Kıbrıs ile ilgili 9. maddenin Türk kamuoyunda
yarattığı rahatsızlığı gidermeye yönelik olarak Rum tarafının AB'ye üye
olması için Kıbrıs sorununun çözümlenmesi şartının kaldırılmış olmasına
cevap olarak oluşturulmuştur. Bu amaçla gelecekte Türkiye'nin aleyhinde
olabilecek gelişmelere karşılık KKTC ile entegrasyona gidileceği tehdit
topos'uyla öne çıkarılmıştır. Bu söylemin 1990'lı yıllarda Türk dış politikası
aktörleri tarafından sıklıkla dile getirildiği göze çarpmaktadır. Bunun dışında
Türkiye'nin aday ülke statüsünü elde etmesi Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği
gerçekleşmiş
gibi
desteklenmiştir.
sunulurken kültür ve
Türkiye'ye
"köprü"
tarih topos'larıyla
metaforu
atfedilmiş
bu söylem
ve
Avrupa
medeniyetinin doğal bir parçası olduğu vurgulanmıştır. Helsinki Zirvesi Sonuç
Bildirgesi'ndeki 9. maddenin kamuoyunda yarattığı rahatsızlığı gidermeye
yönelik olarak da kültür ve tarih topos'ları kullanılarak Türkiye devletine
insansı bazı özellikler atfedilerek Türkiye'nin diğer ülkeler gibi "egemenliğini
kaybetmeden", "boyun eğmeden" birliğe dâhil olacağı şeklinde popülist
Farklı bazı görüşler için bkz. Güngör Mengi, "İkinci Lozan", Sabah, 12.12.1999, (Erişim)
http://arsiv.sabah.com.tr/1999/12/12/y02.html, 6 Nisan 2013. Sedat Sertoğlu, "Şimdi ne olacak ?",
Sabah,15.12.1999, (Erişim) http://arsiv.sabah.com.tr/1999/12/15/y11.html, 6 Nisan 2013.Cengiz
Çandar,
"Bu
da
10
Aralık!",
Sabah,12.12.1999,
(Erişim)
http://arsiv.sabah.com.tr/1999/12/12/y12.html, 6 Nisan 2013.Çetin Altan, "Adaylık üstüne bir
matrakoloji", Sabah,12.12.1999, http://arsiv.sabah.com.tr/1999/12/12/y03.html, 6 Nisan 2013.Emin
Çölaşan,
"Benzetmek
gibi
olmasın",
Hürriyet,
11.12.1999,
(Erişim)
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1999/12/11/162778.asp, 6 Nisan 2013.Cüneyt Ülsever, "Ben hiçbir
yere
aday
olmak
istemiyorum!",
Hürriyet,11.12.1999,
(Erişim)
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1999/12/11/162788.asp, 6 Nisan 2013. Ertuğrul Özkök, "Dün CNN
Türk'ü
izlerken",
Hürriyet,11.12.1999,
(Erişim)
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1999/12/11/162776.asp, 6 Nisan 2013. Hasan Ünal, "Atina'nın
diplomatik
zaferi",
Zaman,12.12.1999,
(Erişim)
http://arsiv.zaman.com.tr//1999/12/12/yazarlar/10.html, 6 Nisan 2013. Hüseyin Gülerce, "Hem
Avrupa'nın,
hem
bizim
sınavımız",
Zaman,14.12.1999,
(Erişim)
http://arsiv.zaman.com.tr//1999/12/14/yazarlar/11.ht ml, 6 Nisan 2013.
305
91
ifadeler kullanılmıştır. Bu süreçteki rasyonel dış politika söyleminde bulunan
aktör ise Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel olmuştur. Türkiye'nin aday ülke
statüsünü tam üyelik için önemli bir adım ve Lüksemburg Zirvesi'nin ardından
ikili ilişkilerde yaşanan soğukluğun sona erdirilmesi şeklinde değerlendiren
Süleyman Demirel, popülist söylemler kullanmamış yalnızca "çağdaşlaşma"
ve "modernleşme" gibi sıkça kullanılan adlaştırmalarla geleceğe yönelik
muğlak bir olumlu bakış açısı yaratmaya çalışmıştır.
Söylemlerin eylemsel
düzeyde karşılığına bakılacak olursa Güney Kıbrıs "Kıbrıs Cumhuriyeti" adı
altında AB'ye tam üyelik görüşmelerine başlamış olmasına rağmen KKTC ile
entegrasyona gitmek gibi bir dış politika uygulaması gerçekleşmemiştir.
KKTC ile entegrasyon söylemi 1990'lı yıllarda AB ve Kıbrıs sorunu ile ilgili
yaşanan her sorunda öne çıkarılan popülist ve içi boş bir dış politika söylemi
olarak kullanılmıştır. Bu söylemin AB tarafından ciddiye alındığı gösteren
herhangi bir gelişme yaşanmamıştır. Bunun dışında söylemlerde Türkiye
AB'ye tam üye olmuş gibi yansıtılmasına rağmen aday ülke statüsü elde
etmiş ve yalnızca üyeliğe yönelik bir adım atılmıştır. Bu söylem tarzı da dış
politikada elde edilen gerçek bir kazanımı dile getirmekten ziyade iç
politikada prestij elde etmek için ortaya konmuştur. Eylemsel düzeyde karşılık
bulan tek söylem AB uyum yasalarının kısa bir süre içinde hayata geçirilmesi
olmuştur. Başta idam cezasının kaldırılması olmak üzere çok önemli uyum
yasaları TBMM'den geçirilmiş ve Türkiye daha önceki yıllarda çok büyük
tartışmalara vesile olan konularda kısa sürede adımlar atmıştır.
IV. 1990'LI YILLARDA AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLER VE TÜRK DIŞ
POLİTİKASINDA
SÖYLEM
-
EYLEM
ANALİZİ
GENEL
DEĞERLENDİRME
Türk dış politikası aktörleri Gümrük Birliği sürecinde kullandıkları
söylemlerle "AB'ye tam üye olunuyor" havası yaratmışlardır. Türkiye, AB'ye
üye olmadan Gümrük Birliğini gerçekleştiren ilk ve tek ülke olmuştur. Bu
süreçte Türkiye, kısa ve orta vadede ekonomik zarara uğramış, Avrupa'nın
92
Türkiye'deki ticari gücü artmıştır. Ancak, Türkiye, söylendiği gibi AB üyeliğini
elde edememiştir. AB'nin bu konuda net açıklamalarına bakılırsa bu durum
sadece Türk tarafında sürpriz karşılanmıştır. Gümrük Birliği sürecinde Türk
dış politikası aktörleri popülist ve muğlak "çağdaşlaşma" ve "Batıcılık" gibi
adlaştırmaları sıklıkla kullanmışlardır. Birer uluslararası aktör olan Türkiye ve
AB eşitlik zinciriyle medeniyetlerle kavramsal düzeyde eşitlenerek Gümrük
Birliği kararı medeniyetler arasında bir işbirliği gibi gösterilmek istenmiştir.
Gümrük
Birliği süreci daha ziyadesiyle iç politika malzemesi olarak
kullanılırken
tehdit
topos'uyla
Gümrük
Birliği
karşıtları
Türkiye'nin
çağdaşlaşma ve kalkınmasının karşısında olmakla suçlanmışlardır. Türkiye
Lüksemburg Zirvesi'nde yeni genişleme sürecinin dışında bırakılırken Türk
dış politikası aktörleri söylemlerinde tehdit topos'unu devreye sokarak
geleneksel hale gelen "KKTC ile entegrasyon" söylemini öne çıkarmışlardır.
Bunun yanında Gümrük Birliği kararının ardından Türk ekonomisinde oluşan
cari açığın sorumlusu olarak Gümrük Birliği gösterilerek yine tehdit topos'uyla
Gümrük Birliği kararının gözden geçirileceği ifade edilmiştir. Ancak, ne KKTC
ile entegrasyona gitmek ne de Gümrük Birliği kararını gözden geçirmek
eyleme
dönüşmüştür.
Aksine
Gümrük
Birliği
uygulamaları Türkiye-AB
ilişkilerinde kalıcı hale gelmiştir. Ayrıca Türk dış politikası aktörlerinin tarih,
kültür ve din topos'larını kullanarak tam üyesi olmak için uğraş verdikleri
uluslarüstü bir örgütlenmeyi "ayrımcılık" ve "İslam düşmanlığı" gibi negatif
anlamlı etiket kelime ve kelime gruplarıyla özdeştirmeleri ciddi bir çelişkiyi
ortaya çıkarmıştır. Helsinki Zirvesi kararlarının ardından oluşturulan dış
politika söylemleri yine geçmişteki "AB üyeliği geldi" türünde bir hava
yaratmaktan öteye gitmemiştir. Helsinki Zirvesi Sonuç Bildirgesi'nin 9.
maddesinin yani Güney Kıbrıs'ın AB'ye tam üye olması için Kıbrıs sorununun
çözümlenmesi
şartının
kaldırılmış
olmasının
onaylanması
karşılığında
Türkiye'ye aday ülke statüsü verilmesi realitesini Türk kamuoyunda etkisiz
kılmak için tehdit topos'u kullanılarak KKTC ile entegrasyon söyleminin tekrar
ortaya atıldığı görülmektedir. Bu süreçte de tarih, kültür ve din topos'ları
kullanılarak Türkiye'ye "köprü" metaforuyla medeniyetler arası bir bağlantı
unsuru olduğu mesajı verilmek istenmiştir. Ayrıca AB'ye girerek diğer üye
93
ülkelerde olduğu gibi egemenlikten taviz verilmeyeceği popülist ifadelerle
ortaya konmuştur. Tam üye olmak için uğraş verilen bir uluslarüstü
örgütlenmenin Türkiye'nin egemenliğine zarar vereceği ama bunun önüne
geçileceği şeklindeki popülist ifadeler önceki süreçlerde olduğu gibi yine Türk
dış politikası aktörlerindeki söylemsel çelişkiyi ortaya koymaktadır.
1990'lı yıllardaki Türk dış politikası aktörlerinin söylemleri ve Türk
kamuoyundaki atmosferle ilgili olarak Ahmet Davutoğlu'nun analizi bu
süreçleri dikkate değer bir şekilde ortaya koymaktadır. Ahmet Davutoğlu,
Stratejik Derinlik'te bu süreçteki Türk dış politikası söylemleri ile toplumun ve
siyasilerin psikolojisini şu şekilde ifade etmektedir: "(…) Tek yönlü bir iradeyi
göstermesi bakımından diplomatik esneklikten ve ekonomik rasyonaliteden
uzak bir tavrı simgeleyen 'Ya gireceğiz, ya gireceğiz' sloganı ile yürütülen
Gümrük Birliği görüşmeleri sonucunda imzalanan anlaşma, duygusal bir
söylemle, asırlık rüyanın gerçekleştiği bir olay olarak değerlendirilmiştir. Aşırı
iyimser bir duygusallık taşıyan bu tepki, Türkiye'nin aday ülkeler arasına
alınmasının reddedildiği ve özel bir statü ile beklemeye alındığı 1997
Lüksemburg Zirvesinde tam aksi bir duygusal tepkiye dönüşmüş ve Avrupakarşıtı psikoloji diplomatik rasyonaliteyi aşan bir muhteva kazanmıştır. Sevr
söylemi ile ivmesi artan bu karşıtlık psikolojisi Öcalan'ın Avrupa'ya sığındığı
dönemlerde toplumsal bir yaygınlık kazanmıştır.(…)" 306
Davutoğlu, Ahmet; Stratejik Derinlik: Türkiye'nin Uluslararası Konumu, 72. baskı, İstanbul,
Küre Yayınları, 2011, s. 505.
306
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
2000'Lİ YILLARDA AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLER VE TÜRK DIŞ
POLİTİKASINDA SÖYLEM VE EYLEM
1999 yılında iktidara gelerek 2002 yılındaki erken genel seçimlere
kadar iktidarda kalan Bülent Ecevit Başbakanlığındaki DSP-MHP-ANAP
koalisyon hükümeti bir taraftan 2000 ve 2001 yıllarındaki büyük iktisadi
krizlerle 307 meşgul olmuş, IMF ile stand-by anlaşması yaparak bu anlaşmayı
uygulamış, diğer yandan da AB müktesebatına uygun olarak bazı siyasi ve
hukuki reformlar gerçekleştirmiştir.
"2000'li yılların ilk ekonomik krizi Kasım 2000'de çıkmıştır. Bankacılık reformları ve yapısal bazı
reformların yapılmasında yaşanılan gecikmeler, siyasi ortamın istikrarsızlığı, tüketimin hızla ve çok
artması ile cari açığın oldukça büyümesiyle 1994 ekonomik krizi verilerini aşan negatif rakamlara ek
olarak kısa süreli olarak yurt dışına sermaye kaçmış ve Merkez Bankasının net dış varlıkları yaklaşık
4 katrilyon Türk lirası azalmıştır. Bu krizin etkileri atlatılamadan asıl büyük ekonomik kriz ise 19
Şubat 2001'deki MGK toplantısında Başbakan Bülent Ecevit ile Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer
arasında yaşanan siyasi gerginliğin ardından yaşanmıştır. Yurt dışına oldukça yüksek miktarda
sermaye kaçmıştır. Bankaların döviz talebi artmış ve likidite darlığı yaşanmıştır. Faiz oranları çok
yükselmiştir." 1994 ekonomik krizinden itibaren 2001 krizine kadarki süreçle ilgili daha geniş çaplı
bilgi için bkz. Kepenek, Yentürk, a.g.e., s. 580-595.
"2001 ekonomik krizi bir anlamda 1990'lı yıllardan itibaren yaşanmakta olan ekonomik ve siyasi
istikrarsızlık ve karmaşanın dip noktası olmuştur. Krizin ağır olması nedeniyle hükümet Dünya
Bankası Başkan Yardımcısı olan Kemal Derviş'i Nisan 2001'de Ekonomi Bakanı olarak tayin etmiştir.
Derviş yönetiminde hazırlanan yapısal reformlar hızlı bir şekilde mecliste yasalaşmıştır. Bu reformlara
"Türkiye'nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı" adı verilmiştir. Merkez Bankası bağımsız bir kurum
haline gelirken, bankacılık isteminde köklü reformlar yapılmıştır. Ayrıca kamu kesiminde
özelleştirmelerin önü kesin olarak açılmıştır. Bunun dışında IMF'nin hazırladığı yeni istikrar programı
uygulamaya konulmuştur. Bu reformlar koalisyon hükümetinin ardından iktidara gelen AKP
hükümetleri tarafından da disiplinli bir şekilde benimsenmiştir." 2000'li yılların Türkiye ekonomisiyle
ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Gürsel, Seyfettin; "İç Ortam ve Dinamikler: Ekonomi", Ed. Oran, Baskın;
Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşı'ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, III.cilt, İstanbul,
İletişim Yayınları, 2013, s. 52-70.
Ayrıca bkz. Dikkaya, Mehmet; Özyakışır, Deniz; "Türkiye Ekonomisinde Kayıp Yıllar (1991-2001)",
Çaylak, Adem (v.d.); Osmanlı'dan İkibinli Yıllara Türkiye'nin Politik Tarihi: İç ve Dış Politika, ,
2. Baskı, Ankara, Savaş Yayınevi, 2010, s. 741-752. Oktar, Suat; Dalyancı, Levent; "Finansal Kriz
Teorileri ve Türkiye Ekonomisinde 1990 Sonrası Finansal Krizler", Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F.
Dergisi, Cilt 19, Sayı 2, 2010, s. 1-22.
307
95
2002 Kopenhag Zirvesi'ne kadar olan süreçte Katılım Ortaklığı Belgesi
(KOB) 308ve
amacıyla
Ulusal
"2001
Program'da
ve
2002
(UP) 309
yıllarında
öngörülen
Anayasanın
hedeflere
ve
ulaşmak
yasaların
AB
müktesebatına uyumlu hale getirilmesi için uyum paketleri hazırlanmıştır.
2002 yılının Ağustos ayında yapılan Anayasa değişiklikleriyle idam cezası
kaldırılmış, anadilde yayın ve eğitim ile ilgili önemli düzenlemeler yapılmış,
MGK'nın yapısında değişikliklere gidilmiştir." 310
DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetinin ilk iki yılında hükümet içindeki
anlaşmazlıklar ve çekişmeler dolayısıyla AB'ye uyum süreciyle ilgili olarak
kayda değer bir adım atılamamıştır. Hükümetin bu konudaki en önemli icraatı
3 Ekim 2001 yılında kabul edilen ve 1982 Anayasasında bazı değişiklikler 311
getiren 34 maddelik reform paketi olmuştur. Ardından 2002 yılının Şubat ve
308
Avrupa Komisyonu, aday ülke statüsü resmen kabul edilen her ülke için AB'ye tam üyelik için yol
haritası mahiyetinde bir Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB) hazırlamaktadır. KOB, Avrupa Bakanlar
Konseyi tarafından onaylandıktan sonra AB Resmi Gazetesi'nde yayımlanmaktadır. KOB'da üyelik
için yapılması gerekenler kısa ve orta vadeli öncelikler olarak siyasi ve ekonomik kriterler ile AB
müktesebatına uyum başlıkları şeklinde yer almaktadır. KOB, günün ihtiyaçlarına göre
güncellenebilmektedir. T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi, (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=46226&l=1, 6 Nisan 2013.
2001 yılında Avrupa Komisyonu tarafından Türkiye ile ilgili olarak hazırlanan KOB için bkz. T.C.
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/Kob/Turkiye_Kat_Ort_Belg_2001.pdf,
6
Nisan 2013.
309
Avrupa Komisyonu'nun hazırladığı her KOB'a karşılık olarak aday ülkenin bir Ulusal Program
(UP) hazırlaması beklenmektedir. Bu, bağlayıcı bir hüküm olmamakla birlikte aday ülkelerin AB
müktesebatını ciddiye alıp almadıklarını ortaya koymaları açısından önemlidir. UP'nin KOB'da yer
alan önlemler ve süreler ile uyumlu olması esastır. Buna rağmen, UP hazırlanırken aday ülkenin
önceliklerinin de dikkate alınması doğal karşılanmaktadır. T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı Resmi
İnternet Sitesi, (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=46225&l=1, 6 Nisan 2013.
2001 yılında Türkiye'nin hazırladığı Ulusal Program için bkz. T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı Resmi
İnternet Sitesi, (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=195&l=1 , 6 Nisan 2013.
Ulusal Program büyük ölçüde KOB'da yer alan önlemlerle uyumluydu. Türkiye'nin kendi öncelikleri
olarak gördüğü bazı siyasi konularda ise ya uyumsuzluk ya da kısmen uyum söz konusuydu. Anadilde
yayın ve anadilde eğitim ile ilgili tedbirler uyumsuzdu. Kıbrıs'ta çözüme destek, idam cezasının
kaldırılması ve komşularla iyi ilişkiler sürdürülmesi ile ilgili tedbirler ise kısmen uyumluydu. Ayrıntılı
bilgi için bkz. Baykal, Sanem; "Siyasi Kriterler Bakımından Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB) Ulusal
Program (UP) Karşılaştırması" kutusu, Oran II.cilt, a.g.e., s. 363. Buna karşılık, "UP kabul edildikten
sonra Türkiye hızlı bir şekilde 12 Eylül'ün anayasal ve yasal mevzuatını değiştirmeye başlamıştır."
Alpkaya, Gökçen; "İnsan Hakları Konusu", Oran II.cilt, a.g.e., s. 539.
310
Baykal, Sanem; Arat, Tuğrul; "AB'yle İlişkiler", Oran III.cilt, a.g.e., s. 347-348.
311
2001 yılı "1982 Anayasasında yapılan değişiklikler" için bkz. Tanör, Bülent; Yüzbaşıoğlu, Necmi;
1982 Anayasasına Göre: Türk Anayasa Hukuku (2004 Anayasa Değişikliklerine Göre), 6. baskı,
İstanbul, Beta, 2004, s. 42-45. 2001 Anayasa değişikliklerinin tamamı kitabın ilerleyen bölümlerinde
ayrıntılı olarak incelenmiştir.
96
Ağustos
ayları
arasında
3
uyum
paketi 312
içinde
6
uyum
yasası
çıkarılmıştır. 313 Bu reform paketleri içinde en çok tartışma yaratan yasa
üçüncü paketteki idam cezasının kapsamını daraltan yasa olmuştur. "İdam
cezası savaş ve çok yakın savaş tehdidi hallerinde işlenmiş suçlar dışında
tüm suçlar için kaldırılmıştır. Terör suçunun da kapsam dışında kalmasıyla
PKK lideri Abdullah Öcalan hakkında verilmiş olan idam cezasının infazı
engellenmiştir." 314
3 Kasım 2002 genel seçimlerinin ardından Adalet ve Kalkınma Partisi
(AKP) tek başına iktidar olmayı başarmıştır. Önceki dönemin koalisyon
hükümeti partileri DSP, MHP ve ANAP ise seçim barajını geçememiş ve
meclis dışında kalmıştır. Recep Tayyip Erdoğan'ın milletvekilliği adaylığının
Yüksek
Seçim
Kurulu
(YSK)
tarafından
engellenmesi
nedeniyle
58.
hükümet 315 Abdullah Gül'ün Başbakanlığında kurulmuştur. 316 Bu durumun
kamuoyunda yarattığı tepkinin ardından seçimde ikinci parti olan Cumhuriyet
Halk Partisi'nin (CHP) de desteğiyle anayasa değişikliği yapılarak Siirt'te yeni
"Birinci Uyum Paketi 19 Şubat 2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir. İfade özgürlüğünün
genişletilmesi, gözaltı süresinin indirilmesi, tutuklu ve hükümlü haklarının korunmasının
güçlendirilmesi için Türk Ceza Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin
Kurulusu ve Yargılaması Hakkında Kanun ve Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda değişiklikler
gerçekleştirilmiştir. İkinci uyum paketi 9 Nisan 2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Basın Kanunu,
Siyasi Partiler Kanunu, Dernekler Kanunu, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, Devlet
Memurları Kanunu, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kurulusu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun ile Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun ve İl İdaresi Kanununda
değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Üçüncü uyum paketi 9 Ağustos 2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Ölüm cezası kaldırılmış, ilgili kanunlara yeniden yargılamanın yolunu açan hükümler eklenmiş, ifade
ve dernek kurma özgürlükleri genişletilmeye devam edilmiş, gayrimüslim cemaat vakıflarının
taşınmazlarıyla ilgili yasal düzenlemeler ele alınmış, eğitim ve yayın alanlarında kültürel haklar
bağlamında değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Eş zamanlı olarak Dernekler, Serbest Bölgeler, Toplantı
ve Gösteri Yürüyüşleri, Basın, Vakıflar ile Vakıflar Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri, Hukuk
Muhakemeleri Usulü ile Ceza Muhakemeleri Usulü, Radyo ve Televizyon Kuruluşlarının Kuruluşu ve
Yayınları, Yabancı Dil Eğitim ve Öğrenimi ve nihayet Polisin Vazife ve Salahiyetleri Kanunlarında
gerekli değişiklikler yapılmıştır." Ayrıntılı bilgi için bkz. T.C. Başbakanlık Avrupa Birliği Genel
Sekreterliği, Türkiye'de Siyasi Reform: Uyum Paketleri ve Güncel Gelişmeler, Ankara, 2007, s. 512.
313
Sancar, Mithat; Akgönül, Samim; "İnsan Hakları Konusu", Oran III.cilt, a.g.e., s. 710-719.
314
Sancar, Akgönül, a.g.m., s. 717.
315
T.C. 58. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi (Erişim)
http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 17 Eylül 2013.
316
Erdoğan'ın YSK tarafından yasaklanması ve devamındaki süreçle ilgili olarak bkz. "Büyükşehir
belediye
başkanlığından
başbakanlığa",
Hürriyet
Almanak
2003,
(Erişim)
http://dosyalar.hurriyet.com.tr/almanak2003/news_detail.asp?nid=123&sid=2, 7 Nisan 2013.
312
97
bir seçime gidilmiş ve Recep Tayyip Erdoğan milletvekili seçilmiş, Başbakan
olmuş ve 59. hükümeti kurmuştur. 317
58. ve 59. AKP hükümetleri döneminde AB'ye uyum paketleri yoğun
ve hızlı bir şekilde kabul edilmiştir. 2 Ocak 2003'te dördüncü uyum paketiyle
başlayan reform sürecinde aynı yıl içinde üç paket 318daha meclisten
geçmiştir. Bunun dışında 7 Mayıs 2004 tarihinde 10 maddeden oluşan bir
Anayasa değişikliği yapılmıştır. 319 Uyum paketleri içinde en çok dikkat çeken
reformlardan biri Milli Güvenlik Kurulu'nun (MGK) yetkilerinin kısıtlanması
olmuştur.
"MGK'ya
sivil
atanması ve
denetimine tabi olması kabul edilmiştir."
yayın
haklarının
kullanılması
askeri
320
harcamaların Sayıştay'ın
Ayrıca "yerel dil ve lehçelerde
kolaylaştırılmıştır." 321
2004
Anayasa
değişiklikleriyle 322 de "Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) ve ölüm cezası
tamamen kaldırılmış ve Genelkurmayın Yükseköğretim Kurumu'nda (YÖK)
Özipek, B. Berat; "Adalet ve Kalkınma Partisi (Ak Parti) Dönemi İç ve Dış Politika (2002-…)",
Çaylak (v.d.), a.g.e., s. 673. T.C. 59. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi
(Erişim) http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 17 Eylül 2013.
318
"Dördüncü uyum paketi 11 Ocak 2003 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Devlet Memurları ve Kamu
Görevlilerinin Yargılanması hakkında Kanun, Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanunu, 430 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, Devlet Güvenlik Mahkemeleri Teşkilat ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Hakkında Kanun, Damga
Kanunu, Basın Kanunu, Dernekler Kanunu, Medeni Kanun ve Siyasi Partiler Kanunu, Vakıflar
Kanunu, Dilekçe Hakkı Kanunu ve Adli Sicil Kanununda gerçekleştirilen değişikliklerle, dernek
kurma özgürlüğünün genişletilmesi, işkence ve kötü muamelenin önlenmesinin ve tutuklu ve
hükümlülerin
haklarının
korunmasının güçlendirilmesi bağlamında önemli değişiklikler
gerçekleştirilmiştir. Beşinci uyum paketi 4 Şubat 2003 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Yargılamanın
iadesi ve dernek kurma özgürlüğü hakkında düzenlemelerde değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Altıncı
uyum paketi 19 Temmuz 2003 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Kanunda yapılan değişikliklerle Türk vatandaşlarınca günlük yasamda geleneksel
olarak kullanılan farklı dil ve lehçelerde yayın yapılması imkânının, hem kamu hem de özel radyo ve
televizyon kuruluşları vasıtasıyla sağlanması yasal güvenceye kavuşturulmuştur. Yine aynı kanunda
yapılan değişiklikle seçim dönemlerindeki yayın yasağının süresi daraltılmıştır. Ayrıca Terörle
Mücadele Kanununda yapılan değişikliklerle Terörle Mücadele Kanunu'nun terör tanımıyla ilgili 1.
maddesinde terör suçunun oluşmasında şiddet ve cebir şartı getirilmiş, ayrıca, maddede yapılan diğer
bir değişiklikle, sadece “suç teşkil eden eylemler” in maddede tanımlanan terör suçunu oluşturacağı
hükme bağlanmış ve düşünce ve ifade özgürlüğünün genişletilmesi bağlamında Terörle Mücadele
Kanununun 8. maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Yedinci uyum paketi 7 Ağustos 2003 tarihinde
yürürlüğe girmiştir. Düşünce ve ifade özgürlüğünün genişletilmesi bağlamında ilgili kanunlarda
değişiklik yapılmıştır." Ayrıntılı bilgi için bkz. T.C. Başbakanlık Avrupa Birliği Genel Sekreterliği,
Türkiye'de Siyasi Reform: Uyum Paketleri ve Güncel Gelişmeler, Ankara, 2007, s. 12-20.
319
Sancar, Akgönül, a.g.m., s. 719.
320
Sancar, Akgönül, a.g.m., s. 721.
321
Sancar, Akgönül, a.g.m., s. 720.
322
2004 yılı "1982 Anayasasında yapılan değişiklikler" için bkz. Tanör, Yüzbaşıoğlu, a.g.e., s. 45-47.
2004 Anayasa değişikliklerinin tamamı kitabın ilerleyen bölümlerinde ayrıntılı olarak incelenmiştir.
317
98
temsil edilmesi uygulamasına son verilmiştir. Usulüne göre yürürlüğe konmuş
temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası anlaşmaların iç hukukun
üstünde kabul edilmesini sağlayan Anayasanın 90. Maddesindeki değişiklik
ise devrim niteliğinde kabul edilmiştir." 323
I. KOPENHAG ZİRVESİ SÜRECİ
A. Kopenhag Zirvesine Doğru Türk Dış Politikasında Söylem Analizi
3 Kasım 2002 genel seçimlerinde tek başına iktidara gelen AKP,
iktidarın ilk günlerinde ABD ve AB ile uyumlu hareket etmeye çalışan bir
izlenim vermiştir. Başbakan Abdullah Gül ve siyasi yasaklı Genel Başkan
Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa ülkeleriyle yoğun temas içine girmişler ve
Aralık 2002'deki Kopenhag Zirvesi'nde Türkiye'ye müzakere tarihi verilmesi
için yoğun diplomasi uygulamışlardır. AKP hükümetindeki önemli isimlerin
geçmişte laiklik karşıtı olarak iddia edilen siyasi görüşlerinden dolayı Avrupa
ülkelerinin siyasi çevrelerinde oluşmuş olan bazı endişelerin giderilmesi için
bu ziyaretler ve
temaslar özellikle
Avrupa
ülkelerinde
bir rahatlama
yaratmıştır. 324
Kopenhag Zirvesi öncesinde AKP Genel Başkanı Recep Tayyip
Erdoğan, Başbakan Abdullah Gül ve Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'ın zirvede
Türkiye'ye verilecek müzakere tarihi ve Güney Kıbrıs'ın Kıbrıs sorunu
çözüme
ulaşmadan
adanın
tamamını temsilen AB'ye
tam üye
olup
olamayacağıyla ilgili çeşitli söylemleri olmuştur. Hükümet kurulduktan sonra
zirveye yönelik yeterli bir hazırlık süresi olmadığından önceki hükümetin son
aylarında hızlı bir şekilde yasalaştırdığı uyum paketleri yoğun bir ziyaret
programıyla Avrupa başkentlerinde anlatılmaya çalışılırken gelecekle ilgili
yapılacak yeni uyum programları da ortaya konmuştur.
323
324
Sancar, Akgönül, a.g.m., s. 722.
Gözen, a.g.e., s. 441-442.
99
Dışişleri
Bakanı
Yaşar
Yakış,
Yunan
To
Vima
gazetesine
konuşmuştur. Güney Kıbrıs'ın AB'ye tam üye olması halinde KKTC'nin ilhak
edileceğine dair önceki hükümetlerin yaptığı açıklamaların bir blöf olup
olmadığına ilişkin bir soru üzerine Yakış, "Blöf olup olmadığını bilmiyorum; ancak
partimiz tehditlerden hoşlanmıyor. Tehdit uluslararası ilişk ilerde iyi bir şey değil. KKTC ile
bütünleşmeyi bir öncek i hük ümet ve Türk devleti benimsemişti. Bu tezi terk etmemiz mi
gerek ecek ? İnceleyeceğiz"
demiştir. Bu söylemde özellikle 1990'lı yıllarda Türk
325
dış politikası aktörlerinin tehdit topos'uyla kullandığı "KKTC ile entegrasyon"
söylemine yönelik yeni Dışişleri Bakanının bir eleştirisi göze çarpmaktadır.
Kullanılan söylemin politik bir blöf olup olmadığının bilinmediği dile getirilerek
böyle bir gelişmenin gelecekte kesin olarak gerçekleşmeyeceği gibi bir
algının önüne de geçilerek tehdit topos'unun kullanılması eleştirilse de
uluslararası ilişkilerde her türlü seçeneğin kullanılabileceği muğlak bir
ifadeyle ortaya konmuştur.
Fransa
Cumhurbaşkanı
Jacques
Chirac,
AB
Dönem
Başkanı
Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen ile görüşmesinin ardından
yaptığı açıklamada
kriterlerini
yerine
2004'ün Aralık
getirmesi
ayına kadar Türkiye'nin Kopenhag
halinde
2005'in
Temmuz
ayında
üyelik
müzakerelerini başlatacaklarını ifade etmiştir. Anders Fogh Rasmussen de
kriterlerin yerine getirilmesinin müzakere tarihi için şart olduğunu belirtmiştir.
Fransa ve Almanya'nın uzlaşması sonucu çıktığı iddia edilen bu karar ile ilgili
Avrupa Kurultayı için Brüksel'de bulunan Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, bu
formülün kabul edilemez olduğunu "Eğer Kopenhag'da Türk iye'ye tarih verilmezse bu
çifte standart olur (…) Eğer bunlar doğru ise Türk iye'nin adaylığına ilişk in hiçbir ilerleme
k aydedilmemiş
demek tir.
Bu
hiçbir
anlam
ifade
etmez
(…)"
sözleriyle ifade
etmiştir. 326AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, şartlı tarih ile ilgili
olarak, "Bunları uygun tarih olarak görmüyoruz. Uygun görmediğimizi de gerek dönem
başk anına gerek se diğer başbak anlara ileteceğiz (…) Bizim arzumuz 2003 sonuna k adar bir
tarih alabilmek . Müzak ere tarihinin verilmesindek i oynamalar bizim için yine olumludur. Ama
"Yeni hükümet, Avrupa ile köprüleri atmak istemiyor",
Zaman, 04.12.2002, (Erişim)
http://arsiv.zaman.com.tr//2002/12/04/dis/h6.htm, 13 Şubat 2012.
326
Selçuk Gültaşlı, "AB: Kriterleri tamamlayın, 2005 yılında müzakereleri başlatalım", Zaman,
06.12.2002, (Erişim) http://arsiv.zaman.com.tr//2002/ 12/ 06/dis/h10.htm, 13 Şubat 2012.
325
100
şartlı tarihi k abullenmek mümk ün değil (…) Son birk aç gün içinde yapılacak olan
görüşmelerle çok daha olumlu ve lehte bir şek ilde gelişebilir. Bunlar k esin şeyler değil.
Bunlar bir tasarıdır diye düşünüyorum (…) İstediğimiz bir netice çık mazsa, AB sınavı
k aybetmiş olur. Bu, AB için testtir. Testi AB'nin k azanması gerek ir. Daha hazırlık lı gidiyoruz
(…)"
327
şeklinde konuşmuştur. Bu söylemlerde öncelikle Kopenhag Zirvesi'nde
Türkiye'ye verilmesi beklenen müzakere tarihi için Türkiye'nin son yıllardaki
uyum yasaları dikkate alınmaksızın yeni şartlar sunulması popülist olmayan
bir dış politika diliyle ortaya konurken sorumluluk topos'uyla AB'nin üstüne
düşen görevi yerine getirmesinin beklendiği vurgulanmıştır. Şartlı müzakere
tarihi verilmesi kabul edilemez olarak ifade edilmiş ve böyle olduğu takdirde
Türkiye'nin olumsuz bir eylemde bulunabileceği mesajı tehdit topos'uyla ifade
edilmiştir.
Kopenhag Zirvesi'nde Güney Kıbrıs'ın AB'ye tam üyeliğiyle ilgili
verilecek karara ilişkin olarak Başbakan Abdullah Gül, "Şu bir mutabak attır.
Kıbrıs, AB'ye yeni bir ortak lık anlaşması içerisinde ancak girebilir. Yani ik i ayrı devlet,
egemenliği olan tek devlet şek lindek i bu yeni ortak lık , yeni bir k onsepttir. Bu görüşümüzü
daima öne geçirmişizdir. Şüphesiz k i çözüm için biz olumlu yak laşıyoruz (…) Tartışmaya,
k onuşmaya, görüşmeye ve çözümü bulmaya hazırız (…) AB'nin sorunu çözmeye yardımcı
olması, k ronik hale getirmeye çalışmaması gerek iyor (…)"
diye konuşmuştur. Bu
söylemde Kıbrıs sorununun çözümü için Türkiye'nin her türlü diyaloğa açık
olduğu açıkça ortaya konarak Kıbrıs sorunu çözüme kavuşmadan Güney
Kıbrıs'ın AB'ye tam üye yapılmasının Kıbrıs sorununu içinden çıkılmaz bir
hale sokacağı sorumluluk ve yük topos'larıyla vurgulanmıştır.
Güney Kıbrıs'ın çözüm bulunmadan AB'ye tam üye olması durumunda
ne yapılacağı sorusuna AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da "Böyle
bir durumda ne yapacağımı şimdiden söyleyerek elimi göstermek istemem"
şeklinde
karşılık vermiştir. 328 Recep Tayyip Erdoğan'ın 1990'lı yıllarda Türk dış
politikası aktörleri tarafından sıklıkla dile getirilen "KKTC ile entegrasyona
gidilir" şeklindeki tehdit topos'unu kullanmaktan kaçınması popülist olmayan
"Türkiye'den 2005'e ortak tepki: Bu tarih kabul edilemez", Zaman, 07.12.2002, (Erişim)
http://arsiv.zaman.com.tr//2002/12/07/dis/butun.htm, 13 Şubat 2012.
328
"AB'nin olumsuz sinyali Kıbrıs'ta çözüm umudunu zayıflatıyor", Zaman, 08.12.2002, (Erişim)
http://arsiv.zaman.com.tr//2002/12/08/dis/h1.htm , 13 Şubat 2012.
327
101
bir dış politika söylemi geliştirme isteği olarak kabul edilebilir. Diğer taraftan
"elimi göstermem" şeklinde poker oyununda rakiplere avantaj sağlamamak
anlamında ifade edilen bir kelime grubunun kullanılması hükümetin alternatif
dış politika
planları olduğu izlenimi
yaratmıştır. Alternatif dış politika
seçeneklerinin bulunmasının popülist olmayan üstü kapalı olarak ortaya
konması diplomatik olarak daha rasyonel görünmektedir.
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, zirve öncesinde AB
Dönem Başkanı Anders Fogh Rasmussen ile yaptığı görüşmenin ardından
düzenlediği basın toplantısında "Türk iye'nin AB üyeliği Türk iye-AB stratejik çık arları
gereğidir. Medeniyetler uzlaşmasının AB'de gerçek leşmesini istiyoruz. Türk iye'nin üyeliği
medeniyetler arası buluşmanın ispatı olacak tır.
AB k üçük
hesaplarla büyük
fırsatı
k açırmamalıdır. Çifte standarttan vazgeçmelidir. Türk halk ının yüzde sek seniyle, ik tidar ve
muhalefet partileriyle AB üyeliği k onusunda duygusal bir zemin oluşmuştur. AB bu duygusal
zemini zedelerse-k usura bak mayın-neticesine de k atlanır. Bu netice hiç hayırlı olmaz
(…)"
329
şeklinde konuşmuştur. Bu söylemde öncelikle Türkiye ile AB arasındaki
uluslararası ilişkilerde çıkar ilişkilerine dayanan bir karşılıklı bağ bulunduğuna
vurgu yapılarak Türkiye'nin AB üyeliğinin bu çıkar ilişkisini iki taraf için de
daha avantajlı hale getireceği diplomatik bir cümleyle dile getirilmiştir.
Ardından söylemsel düzeyde eşitlik zinciriyle AB ile Avrupa medeniyeti ve
Türkiye
ile
İslam,
Ortadoğu
veya
Anadolu
medeniyeti
olarak
adlandırılabilecek ancak muğlak bir şekilde ifade edilen medeniyetler
arasında eşitlik kurularak Türkiye'nin AB üyeliğinin medeniyetler arasındaki
birleşmeye vesile olacağı kültür, tarih ve din topos'larıyla ortaya konmuştur.
Son olarak negatif bir etiket kelime grubu olan "çifte standart" kullanılarak
tehdit topos'uyla eğer AB Türkiye'ye yönelik üzerine düşenleri yerine
getirmezse
çeşitli
dış
politika
yaptırımlarının devre
sokulacağı mesajı
verilmiştir.
Başbakan Abdullah Gül de zirveden iki gün önce "Kopenhag'da tarihi bir
toplantıya gidiyoruz. Tarihe şahit oluyoruz. Bu toplantıda Türk iye olarak somut bir adım
atmak , bu tarihi fırsatı değerlendirmek istiyoruz. Bu adımı atmazsak , yarın 27 üyeli bir AB'de
Mustafa Ünal, Hasan Cücük, "Erdoğan: AB, çifte standart uygularsa sonuçlarına katlanır", Zaman,
10.12.2002, (Erişim) http://arsiv.zaman.com.tr//2002/ 12/ 10/dis/butun.htm, 13 Şubat 2012.
329
102
işimiz daha zor olur. Bunu söylerk en, işimizi bazı öncek i hük ümetler gibi sözde bırak mamak
istiyoruz. Ev ödevimizi yapıyoruz. 2 uyum pak etini Meclis'e sevk ettik . Ark amızda 'Şunu
yapmadılar' denecek
bir şey bırak mamak
istiyoruz.
Görüşme ve ik na çabalarımız
Kopenhag'da son dak ik aya dek sürecek . Bunu yapark en şunu da göstermek istiyoruz:
Türk iye'de yeni bir siyasi liderlik var. Bu liderlik açık , cesur ve k ararlı. Ama bu açık , cesur ve
k ararlı tavra Kopenhag'da AB tarafından ayak oyunları ve k urnazlık la k arşılık gelirse, açık
söyleyeyim, sineye çek meyiz. Bunu k onuştuğum herk ese de söylüyorum. Alman ve Fransız
liderlerine de böyle haber gönderdim"
diye konuşmuştur. 330Bu söylemde öncelikle
popülist olmayan bir şekilde zirveye hangi hedeflerle gidildiği, zirve öncesinde
ne tür yasal düzenlemeler yapıldığı ve karar saatine kadar aktif bir diplomasi
izleneceği açıkça belirtilmiştir. Bu ifadeleri desteklemek için Türk hükümeti
pozitif
anlamlar
ihtiva
eden
"açık",
"cesur"
ve
"kararlı"
sıfatlarıyla
nitelendirilmiştir. Son olarak tehdit topos'uyla çok net bir şekilde ortaya konan
diplomasi
karşısında
"ayak
oyunları"
ve
"kurnazlık"
şeklinde
negatif
etiketlenen kelime ve kelime gruplarıyla AB ülkelerinin Türkiye'ye olası
olumsuz yaklaşımları önlenmeye çalışılmıştır.
Bu arada Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Türkiye'ye şartlı tarih
verileceğinin
belirtilmesi
üzerine
daha
önceden
kararlaştırıldığı üzere
Başbakan Abdullah Gül ile CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'la birlikte
Kopenhag'a gitme planından vazgeçmiştir. Sezer gazetecilerin sorularını
"Umutsuz sinyal sadece Danimark a'dan değil, başk a ülk elerden de geldi. 12 Aralık 'ta tarih
verileceğini ummuyorum. Bu nedenle Kopenhag'a gitmeyi düşünmüyorum (…) Türk iye'ye
tarih
verecek leri
belli
olsaydı,
Kopenhag'a
gidecek tim
(…)"
şeklinde
cevaplandırmıştır. 331Bu söylemde ağırlıklı bir şekilde olumsuzluk topos'u
kullanılarak geleceğe yönelik Türkiye'nin istemediği bir kararın çıkmasının
beklendiği ortaya konmuştur. Bu söylemde bir anlamda adalet topos'unun
kullanılması söz konusudur. Türkiye'ye haksızlık yapıldığı şeklinde bir mesaj
verilmek istenmiştir.
Murat
Yetkin,
"Gül:
Sineye
çekmeyiz",
Radikal,
10.12.2002,
http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=radikalyazar&articleid=653937&yazar=muratyetkin&categoryid=98, 14 Şubat 2012.
331
Uğur
Ergan,
"Kopenhag'a
gitmiyorum",
Hürriyet,
10.12.2002,
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=114480, 14 Şubat 2012.
330
(Erişim)
(Erişim)
103
B. Kopenhag Zirvesi ve Türk Dış Politikasında Söylem Analizi
12-13 Aralık 2002 tarihlerinde gerçekleştirilen Kopenhag Zirvesi'nde 332
AB'nin genişleme süreci ve Türkiye ile ilgili çok önemli kararlar alınmıştır.
Genişleme
sürecine ilişkin olarak AB, "10 aday ülkeyle 333 yürüttüğü
müzakereleri 2004 yılı içinde sonuçlandıracağını" ortaya koymuştur. Zirve
kararlarına uygun olarak da bu ülkeler "16 Nisan 2003 Selanik Zirvesi'nde
katılım anlaşmalarının onaylanmasının ardından 1 Mayıs 2004 tarihinde
AB'ye tam üye olmuşlardır." 334Zirve kararlarında Türkiye'nin KOB'da belirtilen
tedbirlerin büyük bölümünü yapılan son reform yasalarıyla benimsemesinden
övgüyle
bahsedilmiştir.
Aralık
2004'teki
Zirve
toplantısında
"AB
Komisyonunun Türkiye ile ilgili raporu Kopenhag siyasi kriterlerinin yerine
getirildiği yönünde olursa Türkiye ile katılım müzakerelerinin gecikmeksizin
başlatılacağı" belirtilmiştir. Kıbrıs'la ilgili olarak da "Kıbrıs'ın AB'ye tam
üyeliğinin kabul edileceğinin" ancak "Kıbrıs sorununun Birleşmiş Milletler
(BM) Genel Sekreterinin önerileri doğrultusunda çözülmesinin ardından
Kıbrıs'ın üye yapılmasının tercih edildiği" ifade edilmiştir. 335Kararlardan
anlaşıldığı üzere Güney Kıbrıs'ın adanın tamamını temsilen AB'ye tam üye
yapılacağı ancak bunun BM'nin getirdiği çözümle birlikte yapılmasının daha
iyi olacağı ortaya konmuştur. Helsinki Zirvesinin ardından Türk kamuoyunda
oldukça eleştirilen 9.maddenin, yani Güney Kıbrıs'ın adanın tümünü temsilen
AB üyeliğinin Kıbrıs sorunu çözülmeden de gerçekleşebileceği şeklinde
yorumlanan ifadenin eyleme dönüşmüş olması Kopenhag Zirvesi'nin en
önemli tarafı olmuştur. Türkiye'ye ise katılım müzakerelerine başlamak için
tarih verilmemiş ama Haluk Günuğur'un tabiriyle "tarih için tarih" 336 verilmiştir.
Kopenhag Zirvesi Sonuç Bildirgesi orijinal metni için bkz. T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/73842.pdf, 7 Nisan 2013.
333
Bu ülkeler şunlardır: Kıbrıs Cumhuriyeti, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Slovenya, Estonya,
Litvanya, Letonya, Macaristan, Malta, Polonya.
334
Baykal, Arat; Oran III.cilt, a.g.m., s. 347.
335
Kopenhag Zirvesi kararlarında Türkiye ve Kıbrıs'la ilgili paragraflar için bkz. T.C. Dışişleri
Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi, (Erişim) http://www.mfa.gov.tr/kopenhag-zirvesi-12-13-aralik2002.tr.mfa, 7 Nisan 2013.
336
Günuğur, Haluk; Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri, Ankara, EKO Avrupa Ekonomik Danışma
Merkezi Yayını, 2008, s. 193.
332
104
Bu
karar
Türk
hükümeti
tarafından
oldukça
olumlu
karşılanmıştır.
Kamuoyunda ise farklı görüşler dile getirilmiştir. 337 Ali Bayramoğlu'na göre
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Abdullah Gül'ün
zirve öncesindeki müzakereler için "2005 yılının kabul edilemez olduğu" ve
"gerekirse AB'yi yeniden gözden geçiririz" türünden sert söylemlerini zirve
kararlarının ardından yumuşatmaları bir anlamda yapılan hatanın telafisi
olmuştur. Ali Bayramoğlu, AB'ye rest çekmenin anlamsız olduğunu belirterek
koşullu da olsa bir tarih alınmasının önemli olduğunu vurgulamıştır. 338 Fikret
Bila'ya göreyse AB, Türkiye'ye hak ettiği tarihi vermediği gibi Güney Kıbrıs'ı
tüm adayı temsilen üye kabul etmiştir. Fikret Bila'ya göre sonuç bu kadar
nettir. 339 Yunanistan ve Güney Kıbrıs kamuoylarında ise Güney Kıbrıs'ın
Kıbrıs adı altında AB'ye üyeliğinin kabul edilmesi Türkiye'nin büyük yenilgisi,
Rumlarınsa zaferi olarak yorumlanmıştır. 340
Zirve öncesindeki Almanya-Fransa formülünü kabul edilemez bulan
Recep
Tayyip
yaşadıkları
Erdoğan ile
hayal
kırıklığını
Abdullah Gül, zirve
açıklamalarına
kararlarının ardından
yansıtmamışlardır.
Başbakan
Abdullah Gül öncelikle daha iyi bir tarih beklediklerini belirterek, "Üzerimize
düşeni yaptık . Bizim yolumuz değişmeyecek . Türk halk ı için reformları yapmaya devam
edeceğiz (…) Tek k riter Kopenhag k riterleri olarak önümüze çık arılıyor. Bunun uygulanması
isteniyor. Önümüzdek i günlerde de yazılacak raporlarda bunun uygulanıp uygulanmadığı
ortaya çık acak (…) Bir tarih verildi ama istediğimiz tarih değil. Türk iye AB'ye üye olursa
Kamuoyundaki bazı görüşler için bkz.
Murat Yetkin, "Umutların teselliye döndüğü nokta", Radikal, 14.12.2002, (Erişim)
http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=radikalyazar&articleid=654349&yazar=muratyetkin&categoryid=98, 8 Nisan 2013. Ekrem Dumanlı, "Kopenhag'da tahterevalli", Zaman,
14.12.2002, (Erişim) http://arsiv.zaman.com.tr//2002/12/14/yazarlar/ekremdumanli.htm, 8 Nisan
2013.
Etyen
Mahçupyan,
"AB
yolunda
pişerken",
Zaman,
15.12.2002,
(Erişim)
http://arsiv.zaman.com.tr//2002/12/15/yazarlar/etyenmahcupyan.htm, 8 Nisan 2013. Mehmet Altan,
"Tam
üyelik
iyice
yaklaştı…",
Sabah,14.12.2002,
(Erişim)
http://arsiv.sabah.com.tr/arsiv/2002/12/14/s1709.html, 8 Nisan 2013. Yavuz Donat, "AB dersleri",
Sabah,14.12.2002, (Erişim) http://arsiv.sabah.com.tr/arsiv/2002/12/14/s1905.html, 8 Nisan 2013.
Fehmi
Koru,
"Hem
uzun,
hem
ince…",
Yeni
Şafak,
14.12.2002,
(Erişim)
http://yenisafak.com.tr/arsiv/2002/aralik/14/fkoru.html, 8 Nisan 2013. Taha Akyol, "Kritik bir döneme
girdik", Milliyet, 14.12.2002, s. 17. Güneri Cıvaoğlu, "İpin gölgesinden takvime",
Milliyet,14.12.2002, s. 19.
338
Ali Bayramoğlu, "ABD'nin ilk büyük yenilgisi ve Türkiye'nin ilk büyük başarısı", Yeni Şafak,
14.12.2002, (Erişim) http://yenisafak.com.tr/arsiv/2002/aralik/ 14/abayramoglu.ht ml, 8 Nisan 2013.
339
Fikret Bila, "Kıbrıs ve Irak", Milliyet, 14.12.2002, s. 16.
340
"Rum Yunan cephesi bayram yapıyor", Milliyet, 15.12.2002, s. 20.
337
105
Müslüman
demok rat
bir
ülk enin
başarısı
ortaya
çık acak tır
(…)"
şeklinde
konuşmuştur. 341 Bu söylemle daha önce kullanılan tehdit topos'larından farklı
olarak
daha
diplomatik
bir
üslupla
Türk
hükümetinin üstüne
düşen
sorumlulukları yerine getirdiği ve istenilen müzakere tarihi verilmese de daha
önce AB yetkililerinin dile getirdiği şartlı tarihin verilmesinin çok da kötü bir
sonuç olmadığı mesajı verilmiştir.
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, zirvenin ardından yurda
dönüşünde konuyla ilgili şu açıklamayı yapmıştır: "Şu an meşak k atli bir yolculuğu
başarıyla ve alın açık lığıyla sonuçlandırmanın sevincini yaşark en, desteğini her zaman
ark amızda hissettiğimiz büyük milletimize bir k ere daha şük ranlarımı sunmak isterim.(…)
Özellik le son 18 ayda hissedilir, AB üyesi ülk eleri dahi şok e edecek anayasa değişik lik leri
yapıldı.(…) Çıtanın en yük sek nok tasından bir alt basamak ta bir k arar çık mıştır ortaya. Çık an
k ararın bek lentilerimizi tam k arşılamamasının sebebi bizim milletimiz için çıtayı en yük seğe
k oymamızdandır. (…) Türk iye, önümüzdek i on yıllara daha güçlü girebilmek için AB üyeliği
k onusunda son derece k ararlı adımlar atmaya devam edecek tir. Çünk ü Türk iye'nin gerçek
çoğunluğunun ideali, k endi değerlerini k oruyarak dünyalı olmak tır.(…) Bu idealin peşinden
giderek 3 Kasım seçimlerinden galip çık ar çık maz seçim meydanlarında söz verdiğimiz gibi
AB turuna çık tık . Bu tur esnasında Türk iye'nin tezlerini anlatma k onusunda tam bir k ararlılık
gösterdik . Bu k ararlılığımız milletimizin dualarına mazhar olmamıza yol açtığı gibi, yabancı
devlet başk anlarının ülk emize olan saygısını da artırmıştır.(…) Zirveden Türk iye için çık an
k arar Türk iye-AB ilişk ilerini yepyeni bir boyuta taşımıştır. Türk iye'nin tam üyelik yolunda AB
ile daha yoğun sıcak temas yaşayacağı bir döneme girilmiştir. Bu dönemde Türk iye'mizin
demok ratik leşme yolundak i referanslarını daha da sağlamlaştıracağı ve performansını daha
da artıracağı bilinmelidir. Artık Türk iye, AB üyeliği için 2004 Aralık ayından itibaren müzak ere
zeminine girecek tir. Kuşk usuz ortaya çık an k arar, bizim siyasi k ararlılığımızın tam k arşılığı
değildir. Bizim siyasi irademizin hak k aniyete uygun bir k arşılığı olmasa da bu k ararla ABTürk iye ilişk ileri ortak lık anlamında bir sürece bağlanmıştır. Yol haritası Türk iye lehine ortaya
çık mıştır. AB-Türk iye ilişk ileri berrak laşmış ve rayına oturmuştur.(…)"
342
Bu söylemde
şartlı tarihe yönelik tehdit topos'u kullanılan önceki söylemlerin yerine
öncelikle
olumlu
bir
bakış
açısını yansıtması için hükümetin göreve
başlamasından itibaren çok hızlı bir şekilde gerçekleştirdiği yasa değişiklikleri
ve AB üyesi ülkelere yapılan ziyaretler "meşakkatli yolculuk" şeklinde bir
"Yolumuz değişmez!", Milliyet, 14.12.2002, s. 17.
"Erdoğan:
Kararlı
adımlarla
yola
devam",
Hürriyet,
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2002/12/14/220815.asp, 15 Şubat 2012.
341
342
14.12.2002,
(Erişim)
106
benzetme ile ortaya konmuştur. Zirve kararının şartlı olmasına rağmen kabul
edilebilir bir karar olduğu "Türk Milletinin beklentilerinin hep yüksek olması"
şeklindeki bir benzetmeden yola çıkılarak dile getirilmiştir. 1990'lı yıllardaki
Türk dış politikası aktörlerinin sürekli ifade ettiği "kendi değerlerini koruyarak
birliğe girmek" şeklindeki söylem AB üyeliği ile dünyalılık arasında bir eşitlik
zinciri kurularak belirtilmiştir. Bu söylem tarzı üyesi olunmak istenen bir
uluslarüstü örgütlenmenin halkın zihnindeki "egemenlik" algısındaki negatif
etiketi
pasifize
etmek
için kullanılmıştır. 1990'lı yıllardaki dış politika
söylemlerinde de bu söylem tarzına sıkça rastlanmaktadır. Son olarak
hükümetin eyleme geçirdiği ve geçirmek istediği uygulamalar ortaya konarak
reel bir dış politika söylemi ortaya konmuştur. Türkiye-AB ilişkilerinin
geleceğine yönelik olarak muğlak olmaktan ziyade gayet açık bir olumlu
beklenti içinde olunduğu mesajı verilmiştir.
Başbakan Abdullah Gül zirvenin ardından Sabah gazetesine verdiği
röportajda şunları söylemiştir: "Biz 2004'ü yak alamak için çok ısrar ettik . 2003'ü bu
nedenle öne çık arttık . Avrupa Birliği'nin de tabi, k endi dengeleri var. Buna da dik k at etmemiz
gerek iyordu. Tabi bu bizim için 'first best' (en iyi) değil, ama 'second best'tir (en iyi ik inci) (…)
Biz öfk elenerek k endimize zarar vermek niyetinde değiliz (…) Bazı ülk eler bizden olumsuz
tavır bek liyordu. Ama biz AB perspek tifini muhafaza ediyoruz, şüphesiz k i. Ek onomik ve
demok ratik alanlardak i reformlar devam edecek tir. Bu sonuç Türk iye'nin dış politik asını da
güçlendirecek tir (…) Onlar da bu neticenin çık acağını bek lemiyordu. Özellik le, büyük
yatırımcılar k aygılıydı. Ama bizim ısrarımız ve uygulamadak i k aygımız bu neticeyi çık ardı.
Avrupalılar alınan neticeyi
bir başarı olarak
görüyor. Daha önce zihinlerinden bile
geçirmedik leri müzak ere başlangıcını k abul ettik lerini söylediler (…) Bu sonuç Türk iye'ye
olan yabancı sermaye ak ışını ve ilgiyi artıracak tır. İk tidarımız süresince ek onomiyi düzlüğe
çık arıp, milli gelirimizi istik rarlı bir şek ilde arttırdığımızda, Türk iye'nin müzak ere sürecini
k ısaltması mümk ün olacak tır (…)".
Başbakan Abdullah Gül'ün söyleminde de
343
Recep Tayyip Erdoğan'ın söylemine paralel olarak verilen şartlı tarih
kararının en iyi karar olmamakla birlikte kabul edilebilir bir karar olduğu
İngilizce kelime grupları karşılaştırılarak belirtilmiştir. Bu açıdan Türk dış
politikası aktörlerinden hükümet kanadının kendi içinde tutarlı ve koordineli
Muharrem Sarıkaya, "Gül'den Sabah'a özel demeç: Second best", Sabah, 14.12.2002, (Erişim)
http://arsiv.sabah.com.tr/arsiv/2002/12/14/s1629.ht ml, 9 Nisan 2013.
343
107
olduğu söylenebilir. Ardından ekonomi politikalarının geleceğine yönelik
eylemsel düzeyde karşılık beklenecek olumlu bir söylem geliştirilmiştir.
Türkiye-AB ilişkilerinin yeni bir boyuta çıkmasının özellikle ekonomide
yabancı
yatırım
unsuruyla
ilişkilendirilmesi
popülist
bir
dış
politika
söyleminden ziyade rasyonel bir dış politika söylemini işaret etmektedir.
Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Tacan İldem, Çankaya Köşkü'nde
düzenlediği basın toplantısında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in
Türkiye'nin beklentilerinin gerisinde kalması sebebiyle Kopenhag Zirvesi
kararlarından hoşnut olmadığını belirterek "Buna rağmen Türk iye'nin AB'ye üyelik
sürecinin Kopenhag k ararıyla yeni bir aşamaya girdiğine de k uşk u yok tur"
demiştir. Bir
gazetecinin "Geçmiş dönemlerde Kıbrıs Rum kesiminin AB üyeliğinin
gerçekleşmesi halinde Türkiye ile KKTC arasında bir entegrasyon ve ilhaktan
bahsediliyordu. Bu tavrın arkasında mısınız?" şeklindeki sorusuna "Bu defa da
bizim yak laşımımız gerek AB ile ilişk ilerimiz, gerek se Kıbrıs k onusundak i yak laşımımız
açısından aynı serink anlılık la k onuları değerlendirip, k ararlara varmak olacak tır"
diyerek
cevap vermiştir. 344 Türk dış politikası aktörlerinden Cumhurbaşkanının tavrı
ise hükümetin ortaya koyduğu kadar iyimser olmamakla birlikte Kopenhag
Zirvesi kararının ikili ilişkilerde yeni bir döneme işaret ettiği gerçeği kabul
edilmiştir. Türk dış politikasının en çok karşılaşılan popülist söylemlerinden
biri olan "KKTC ile entegrasyon" söylemi ise diplomatik bir dil kullanılarak
tercih edilmemiştir.
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kanal D'de yayınlanan
Fatih Altaylı'nın "Teke Tek" programında Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak şunları
söylemiştir: "Biz, taviz değil k arşılık lı özveri diyoruz. Karşılık lı özveriyle Kıbrıs sorunu
çözülebilir.(…)
AKP'nin
Kıbrıs
politik ası
ile Türk iye'nin gelenek sel
Kıbrıs
politik ası
örtüşmüyor. (…) Kıbrıs k onusunda k imseye güvence vermedik , bir şey söylemedik .(…)
Müzak erelerin devamından yanayız.(…)"
Bu söylem özellikle hükümetin Kıbrıs
345
politikasının önceki yıllarda Türk dış politikası aktörlerinin sürekli hale
"Cumhurbaşkanı Sezer: Karar beklentileri karşılamaktan uzak", Zaman, 15.12.2002, (Erişim)
http://arsiv.zaman.com.tr//2002/12/15/dis/h3.htm, 16 Şubat 2012.
345
"Erdoğan:
AKP'nin
Kıbrıs
politikası
farklı",
Hürriyet,
17.12.2002,
(Erişim)
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2002/12/17/222314.asp, 16 Şubat 2012.
344
108
getirerek kullandığı politikadan farklı olmasının açıkça belirtilmesi açısından
önemlidir. Bunun yanında herhangi bir güvence verilmediğinin belirtilmesi
Kıbrıs sorunu nedeniyle Türkiye'nin AB sürecinde karşısına çıkarılan Rum
taleplerinin gözden geçirilebileceği izlenimini vermiştir. Bu açıdan söylemsel
düzeyde AB'ye Kıbrıs sorununda yeni adımlar atarak bir an önce üyelik
müzakerelerinin önünün açılması mesajının verilmiş olduğu ortadadır.
KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Kopenhag Zirvesi'nde alınan
kararla ilgili şunları söylemiştir: "Klerides, devlet başk anı olarak davet edilmiştir. AB'nin
daveti Klerides'e yapılmıştır. Kıbrıs Türk lerinin varlığı bile k ale alınmamıştır. Zaten 12 Aralık
tarihi gelmeden bütün dünya biliyordu k i, anlaşma olsa da olmasa da, Rum idaresi bütün
Kıbrıs’mış gibi AB'ye alınacak tı. Bunu unutarak , Kıbrıs Türk tarafı bunu yaptı veya yapmadı
demenin anlamı yok tur.(…) İyi niyetle görüşmeleri Şubat sonuna k adar sürdüreceğiz. Netice
alıp almamak ik i tarafın iyi niyetine bağlıdır.(…) Milli davanın parametrelerinde herhangi bir
değişik lik olduğuna inanmıyorum. Dolayısıyla, yeni hük ümet belk i yerine oturup her şeyi
k avrayıncaya k adar bir tereddüt geçirmiştir, ancak toplantıda gördüm k i bu tereddüt yok .
Herhangi bir ayrı düşünce yok tur. Bu partinin Başbak anı, lideri, esk iden beri tanıdığımız
muhafazak âr,
Kıbrıs
k onusunda duyarlı liderlerdir. "
olmamakla
birlikte
Kıbrıs
sorununun
en
Türk dış politikası aktörü
346
eski
aktörü
olan
KKTC
Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın yaklaşımının anlaşılması sebebiyle bu
söylem
önemlidir.
Bu
söylemde
AB'nin
Kıbrıs
sorununun
çözülmesi
beklenmeden Rumları AB üyesi yapacağı belirtilerek adalet topos'u ön plana
çıkarılmış ve Türk tarafının haksızlığa uğradığı ve gelecekte de uğrayacağı
ortaya konmuştur. Eylemsel düzeyde de bu kötümser söylem karşılığını
bulacaktır.
Rauf
Denktaş,
sorumluluk
topos'uyla
Kıbrıs
sorunu
için
temaslarını sürdüreceklerini ifade ederek Türk hükümetinin geleneksel Kıbrıs
politikasından farklı bir yol izleyeceğini düşünmediğini vurgulamıştır. Bu
şekilde Türk hükümetine bir mesaj verilmiştir.
"Görüşmeler
sürecek",
Sabah,20.12.2002,
http://arsiv.sabah.com.tr/arsiv/2002/12/20/s2012.ht ml, 18 Şubat 2012.
346
(Erişim)
109
C. Kopenhag Zirvesi Süreci Söylem-Eylem Analizi
Bu süreçteki söylemlerde öncelikle dikkat çeken nokta Türk dış
politikası aktörlerinin KKTC ile entegrasyona gidileceği yönündeki tehdit
topos'uyla
kullanılan
popülist
bir
dış
politika
söylemi
geliştirmekten
kaçınmaları olmuştur. Popülist söylemler yerine AB'nin Kıbrıs sorununda
çözüme kavuşmadan Rumların AB'ye tam üye yapılması ve Türkiye'ye
müzakere tarihi verilmemesi sorumluluk ve yük topos'larıyla ifade edilmiştir.
Zirve öncesi kısa bir süre kullanılan tehdit topos'larının yerini zirvenin
ardından daha rasyonel söylemler almış ve Türkiye'ye verilen şartlı tarihin
kabul edilebilir olduğu rasyonel olarak ortaya konmuştur. Bu açıdan Ali
Bayramoğlu'nun işaret ettiği gibi yapılan yanlıştan derhal dönülerek popülist
dış politika söylemleri kullanılmamıştır. Önceki bölümde 1990'lı yıllarla ilgili
olarak incelenen dış politika söylemlerinde sıklıkla kullanılan AB ve Türkiye
ile medeniyetler arasında eşitlik zinciri kurmak bu süreçteki söylemlerde de
kullanılmış ve muğlak bir şekilde kültür ve tarih topos'larıyla Türkiye'nin AB
süreci olumlanmaya çalışılmıştır. Ayrıca, "egemenlik" unsuru bu süreçteki
söylemlerde de kullanılarak Türkiye'nin kendi değerlerini kaybetmeden birliğe
dâhil olacağı şeklindeki muğlak söylem tarzı tekrarlanmıştır. Bu süreçte Türk
dış politikası aktörlerinden hükümet kanadını oluşturan Başbakan Abdullah
Gül ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan kendi içlerinde tutarlı bir
dış politika söylemi geliştirirken sürece yönelik genelde oldukça olumlu bir
üslup takınmışlardır. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ise olumsuzluk
topos'uyla süreçteki memnuniyetsizliğini ortaya koymuştur. Bu süreçteki
söylemlerden bir diğer önemli olanı ise Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye'nin
geleneksel Kıbrıs politikasını gözden geçirmeye hazır olduklarını ortaya
koyması olmuştur. AKP hükümetinin ilk döneminde AB ve Kıbrıs politikası
söylemlerine bakıldığında AB üyeliği için müzakere tarihi almanın ön planda
olduğu ve söylemlere paralel olarak hızlı bir şekilde reform süreci başlatıldığı
görülmüştür.
Başbakan
Recep
Tayyip
Erdoğan'ın
açıklamasından
da
anlaşıldığı üzere Kıbrıs'la ilgili geleneksel dış politika anlayışından farklı
olarak uluslararası toplumun ortaya koyduğu çözüm yollarının deneneceği
110
vurgulanmıştır. Burada önemli olan nokta, AKP hükümetinin ilk döneminde
Güney Kıbrıs'ın tescillenmiş AB üyeliğinin ardından yapılabilecek bir şey
olmadığından hareketle AB'den müzakere tarihinin bir an önce alınması
üzerine
politika
ürettiğidir.
Söylemlerin
dış
politikada
uygulanmasına
bakılacak olursa AB uyum yasalarının hızlı bir şekilde gerçekleştirilmesi ve
AB üyesi ülkelere yapılan ziyaretlerle bu ülkelerin ikna edilmeye çalışılması
söylemlerde dile getirildiği gibi hükümetin gereken çabayı sarf ettiğini
göstermektedir. Tüm bunlara karşılık Kopenhag Zirvesi'nde verilen şartlı
tarihin öncelikle tehdit topos'uyla kabul edilmeyeceğinin dile getirilmesi
eyleme dönüşmemiş, ardından bu kararın kabul edilebilir iyi bir karar
olduğunun açıklanması ve AB ile uyumlu ilişkilerin sürdürülmesi eylemsel
düzeyde karşılık bulmuştur. Bu süreçte söylem-eylem düzleminde en çok
dikkat çeken konu olan Kıbrıs sorununda hükümetin geleneksel Türk dış
politikası yaklaşımından farklı bir yol izleyeceğini ortaya koymasının eylemsel
karşılığı ise özellikle Annan Planı sürecinde ortaya çıkacaktır.
II. 16-17 ARALIK 2004 BRÜKSEL ZİRVESİ SÜRECİ
Kopenhag Zirvesi'nde kararlaştırıldığı üzere Türkiye için hazırlanan
2001 yılı KOB'unda iki yıl içindeki düzenlemelerin tekrar incelenmesinin
ardından 2003 yılında gözden geçirilmiş bir KOB hazırlanacağı ifade
edilmiştir. Bunun üzerine hazırlanan Gözden Geçirilmiş KOB 34719 Mayıs
2003 tarihinde AB Bakanlar Konseyi tarafından kabul edilmiştir. Buna
karşılık, Türkiye'nin hazırladığı Gözden Geçirilmiş UP 348 da 24 Temmuz 2003
tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanmıştır. Bu tarihten itibaren 16-17 Aralık
2004 Brüksel Zirvesi'ne kadarki süreç Türkiye'nin müzakere tarihi alıp
alamayacağını belirlemiştir.
2003 KOB Türkçe metni için bkz. T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi, (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/Kob/Turkiye_Kat_Ort_Belg_2003.pdf , 10
Nisan 2013.
348
2003 Ulusal Programı için bkz. T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi, (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=196&l=1, 10 Nisan 2013.
347
111
Kopenhag Zirvesi'nin ardından düzenlenen AB zirvelerinin sonuç
metinlerinde Türkiye ve Kıbrıs'la ilgili paragraflara yer verilerek Türkiye'ye
çeşitli hatırlatmalarda bulunulmuştur. 19-20 Haziran 2003 Selanik Zirvesi
Sonuç
Bildirgesinde 349Türkiye'nin
etmediğinin
2004
vurgulanmıştır.
Brüksel
2003
KOB'a
Zirvesi'nde
Kıbrıs'ın AB'ye
uyumlu
öncelikle
katılımınınsa
Kıbrıs
hareket
dikkate
edip
alınacağı
sorununun çözümünü
kolaylaştıracağı, BM Genel Sekreterinin çözüm çabalarına iki tarafında
destek
vermesi
Zirvesi'nde 351
gerektiği
belirtilmiştir. 350 12-13
gerçekleştirdiği
Türkiye'nin
uyum
Aralık
2003
yasalarıyla
Brüksel
Kopenhag
kriterleri ve Gözden Geçirilmiş KOB'daki beklentilerin büyük bölümünü
karşıladığına vurgu yapılarak Türkiye'nin birliğe yaklaştığı ifade edilmiştir.
Buna karşılık, makro-ekonomideki dengesizlikler, asker-sivil ilişkileri, kültürel
haklar, yargının bağımsızlığı ve temel hak ve özgürlükler konusunda daha
atması gereken bazı adımlar olduğu belirtilmiştir. Kıbrıs'la ilgili olarak 1 Mayıs
2004
tarihinde
tekrarlanmıştır.
birleşik
İki
Kıbrıs'ın birliğe
tarafın
BM
Genel
üye
olmasının tercih edildiği
Sekreterinin
çözüm
çabalarını
desteklemesinin beklendiği bir defa daha ifade edilmiştir. 35225-26 Mart 2004
Brüksel Zirvesi'nde 353 BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın Kıbrıs sorununun
çözümü için üzerinde çalıştığı plana göndermede bulunularak AB'nin bu planı
desteklediği vurgulanmıştır. 354 17-18 Haziran 2004 Brüksel Zirvesi'nde 355
349
19-20 Haziran 2003 Selanik Zirvesi Sonuç Bildirgesi orijinal metni için bkz. Official Website of the
European
Union,
(Erişim)
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/76279.pdf , 10 Nisan 2013.
350
19-20 Haziran 2003 Selanik Zirvesi Sonuç Bildirgesinde Türkiye ve Kıbrıs'la ilgili paragraflar için
bkz. T.C. Dışişleri Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi, (Erişim) http://www.mfa.gov.tr/selanik-zirvesi-1920-haziran-2003.t r.mfa, 10 Nisan 2013.
351
12-13 Aralık 2003 Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirgesi orijinal metni için bkz. Official Website of the
European
Union,
(Erşim)
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/78364.pdf, 10 Nisan 2013.
352
12-13 Aralık 2003 Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirgesinde Türkiye ve Kıbrıs'la ilgili paragraflar için
bkz. T.C. Dışişleri Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi, (Erişim) http://www.mfa.gov.tr/bruksel-zirvesi-1213-aralik-2003.tr.mfa, 10 Nisan 2013.
353
25-26 Mart 2004 Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirgesi orijinal metni için bkz. Official Website of the
European
Union,
(Erişim)
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/79696.pdf , 10 Nisan 2013.
354
25-26 Mart 2004 Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirgesinde Kıbrıs paragrafları için bkz. T.C. Dışişleri
Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi, (Erişim) http://www.mfa.gov.tr/bruksel-zirvesi-25-26-mart2004.tr.mfa, 10 Nisan 2013.
112
Türkiye'de
2004
yılında
yapılan
Anayasa
değişikliklerinden
övgüyle
bahsedilmiş, daha önceki zirvelerdeki hassasiyetler ifade edilmiş ve eğer
Aralık 2004 Brüksel Zirvesi'nde AB Komisyonunun raporu olumlu olursa
Türkiye'ye müzakere tarihi verileceği tekrarlanmıştır. Ayrıca Türk hükümetinin
Kıbrıs sorununun çözümü için BM Genel Sekreteri Annan'ın hazırladığı planı
desteklemesinin memnuniyetle karşılandığı belirtilmiştir. 356
A. "Annan Planı" Referandumu ve Türk Dış Politikasında Söylem Analizi
Kıbrıs konusu Kopenhag kriterleri arasında yer almamaktaydı ve
ayrıca Helsinki'de de müzakerelerin başlaması için "bir ön koşul olarak kabul
edilmemişti."
Ancak
Kıbrıs'ta
bir çözüm olmadığı sürece
AB içinde
Yunanistan ve Güney Kıbrıs'ın Türkiye'ye müzakere tarihi verilmesinde çok
büyük zorluklar çıkaracağı tahmin edilmekteydi. 3573 Kasım 2002 genel
seçimleri öncesinde AKP'nin seçim bildirgesinde "Kıbrıs sorununun mutlak
surette çözülmesi gerektiği belirtilmiştir." 358 Bildirgede "Kıbrıs'ta Belçika
örneğinde
olduğu
gibi
federal
bir
devlet
yapılanmasına"
yapılmıştır. Annan Planı da esas itibariyle Belçika modeline
359
gönderme
benzer bir
federal Kıbrıs önermekteydi. Dolayısıyla, en başından itibaren AKP'nin Kıbrıs
için
355
önerdiği
formül
daha
önceki
Türk
hükümetlerinin
ve
KKTC
17-18 Haziran 2004 Brüksel Zirvesi'nin orijinal metni için bkz. Official Website of the European
Union, (Erişim) http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/82033.pdf ,
10 Nisan 2013.
356
17-18 Haziran 2004 Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirgesinde Türkiye ve Kıbrıs'la ilgili paragraflar için
bkz. T.C. Dışişleri Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi, (Erişim) http://www.mfa.gov.tr/bruksel-zirvesi-1718-haziran-2004.t r.mfa, 10 Nisan 2013.
357
Birand, a.g.e., s. 445.
358
Özersay, Kudret; "Kıbrıs Konusu", Oran III.cilt, a.g.e., s. 636.
359
"Belçika, üç farklı bölge (Wallon Bölgesi, Flaman Bölgesi ve Bruxelles) ve üç farklı toplumun
(Fransızca konuşan, Felemenkçe konuşan ve Almanca konuşan) federe birimler olarak bir araya
geldiği, yetki paylaşımı bakımından 'artık yetkiler' ilkesine dayanmaktadır. Buna göre, merkezi
federal devletin yetkileri sınırlı sayılmakta, bunun dışında kalan tüm yetkilerin federe birimlere
bırakıldığı varsayılmaktadır." Bkz. Özersay, Kudret; "Belçika Modeli" kutusu, Oran III.cilt, a.g.e., s.
636.
113
Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın ısrarla üzerinde durduğu konfederasyon360
formülünden farklı olmuştur. 361
İsviçre'nin Bürgenstock beldesinde süren dörtlü Kıbrıs görüşmelerinin
ardından 31 Mart 2004'te BM Genel Sekreteri Kofi Annan son şeklini verdiği
çözüm
planını362
taraflara
sunmuştur.
Kofi
Annan,
görüşmelerin
son
akşamında Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis ve Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan ile bir araya gelmiş, garantör ülkelere ve KKTC ile Güney
Kıbrıs yönetimine verdiği mektuplarla süreci anlatmıştır. Kofi Annan, önceki
hataların
tekrarlanmamasını
ve
birleşik
kaçırılmaması gerektiğini ifade etmiştir.
363
Kıbrıs
fırsatının
bu
defa
Kopenhag Zirvesi'nde Güney
Kıbrıs'ın tüm adayı temsilen 1 Mayıs 2004'te AB'ye tam üye olması kararı
alındıktan sonra BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın Türk ve Rum tarafına
sunduğu planın Rumlar tarafından isteksiz bir şekilde karşılandığını belirtmek
gerekmektedir. Rumlar, AB'ye tam üye olma hakkını elde ettikten sonra kendi
planları
dışındaki
çözüm
önerilerini
dikkate
alma
gibi
zorunlulukları
olmadığını açıkça ortaya koymuşlardır. AKP hükümeti planı en başından beri
desteklerken KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ise soruna geleneksel
yaklaşımını sürdürmüş ve plana karşı olduğunu belirtmiştir. Denktaş, plan için
Devlet türleri içinde federatif birliklerden biri "federal devlet" diğeri de "devletler
konfederasyonudur". "Konfederasyonlarda belli bir amaç (genellikle savunma) etrafında birleşen
devletlerin, uluslararası hukuk açısından varlıklarını sürdürmelerine ve birliğin amacı dışındaki bütün
uluslararası yetkilerini doğrudan kullanmalarına karşılık, federal devlet durumunda birleşik birimler
ilke olarak uluslararası varlığa sahip bulunmaktadır." Bkz. Pazarcı, a.g.e., s. 177. Konfederasyonlarda
"ilke olarak konfederasyonu oluşturan birimlerin ayrılma hakkı" vardır. Ayrıca konfederasyonda
"merkezi otoriteye federalizmle karşılaştırıldığında çok az yetki" devredilmiştir. 1983 yılında
KKTC'nin bağımsızlığını ilan etmesinden itibaren Kıbrıs Türk tarafı ısrarla konfederasyon tezini öne
sürmüştür. Bunun esas nedeni de KKTC'nin adada iki ayrı devletten biri olma ve gerektiğinde
konfederasyondan ayrılma hakkına sahip olmak istemesidir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Özersay, Kudret;
"Konfederasyon" kutusu, Oran III.cilt, a.g.e., s. 637.
361
Özersay, Oran III.cilt, a.g.m., s. 636-637.
362
31 Mart 2004 tarihinde nihai haline getirilen BM Kapsamlı Çözüm Planı-Annan Planı Türkçe tam
metni için bkz. T.C. Dışişleri Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi, (Erişim) http://www.mfa.gov.tr/bmkapsamli-cozum-plani-_annan-plani_.tr.mfa, 10 Nisan 2013.
363
Hilal Köylü, Yorgo Kırbaki, "Şimdi hedef referandum",
Radikal, 01.04.2004,
(Erişim)http://www.radikal.co m.tr/haber.php?haberno=111747, 17 Şubat 2012.
360
114
"Bu
anlaşma
elde
edilen
hakların
sıfırla
çarpılmasıdır" 364 ifadesini
kullanmıştır.
Başbakan
Recep
Tayyip
Erdoğan,
Türkiye'nin
müzakerelerdeki
tavrının "kazan-kazan" esası olduğunu belirterek hükümetleri döneminin en
başından
beri
Kıbrıs'ta
bu
inisiyatifi
sürdürdüklerini
belirterek
şunları
söylemiştir: "Bizim yak laşımımız, sadece yıllara dayalı olan huzursuzluğun ortadan
k aldırılarak , artık adadak i tüm yaşayanların Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında yeni bir
yaşam süreci başlatılmasıdır (…) Bütün eylemlerimiz bu ifadelerimize uygun olarak
gelişmiştir (…) Biz şimdi Annan'ın öngördüğü işbirliği ve tak vim doğrultusunda bu
anlaşmanın
öngördüğü
sorumluluk larımızı
yerine
getirmeye
hazırız.
Konu
üzerinde
hük ümetimiz tarafından gerek li değerlendirmeler yapılacak ve öngörülen aşamada TBMM'ye
de sunulacak (…) Şüphesiz k i biz Kıbrıs'ta ik i halk ın referandum yoluyla ortaya k oyacağı
iradeye saygılı olacağız (…) Bu görüşmeler esnasında dünya siyasetinde önemli yeri olan
k işilerin bizlere yardımları oldu (…)".
Bu söylemde Kıbrıs'ta iki toplumlu federal bir
365
devlet modelinin benimsendiği ve dolayısıyla Annan planının desteklendiği
açık bir şekilde ortaya konmuştur.
TBMM'de
Kıbrıs
gelişmelerinin
görüşüldüğü oturumda hükümet Güney Kıbrıs'ın 1 Mayıs 2004'teki AB
üyeliğinin
engellenmesinin
mümkün
olmadığından
hareket
ederken
muhalefet ise Annan Planının baskı altında referanduma götürüldüğünü öne
sürmüştür.
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, "(…) Bu treni durdurmak lazım. Çünk ü Rum
k esimi tek başına AB’ye girdiğinde hem Türk iye açısından zorluk lar ortaya çık acak , hem de
Kıbrıs Türk leri açısından çok daha sık ıntılı bir dönem başlayacak tır. Rumların bütün amacı, 1
Mayıs’ta AB’ye girmek tir. 1 Mayıs’ta AB’ye tek başına girdik ten sonra rahat nefes alacak lar.
Türk iye ve KKTC heyeti olarak müşterek alınan k ararla, buna fırsat verilmemiştir (…)"
şeklinde konuşmuştur. 366Bu söylemde Güney Kıbrıs'ın AB'ye tam üyeliğinin
büyük olasılıkla gerçekleşecek olmasından hareketle Kıbrıs sorununda Türk
tarafının üzerinde
kurulan çözüm baskısının etkisiz hale getirilmesinin
İsmet Berkan, "Armudun sapı, üzümün
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=111641,
365
"Erdoğan:
Kaybeden
yok",
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=111751,
366
"Tarihe
geçen
gündem",
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2004/04/07/439243.asp,
364
çöpü",
Radikal, 01.04.2004,
11 Nisan 2013.
Radikal,01.04.2004,
17 Şubat 2012.
Hürriyet,07.04.2004,
21 Şubat 2012.
(Erişim)
(Erişim)
(Erişim)
115
hedeflendiği ortaya konmuştur. Plana en başından itibaren destek veren Türk
hükümetinin bu stratejiyi uzun zamandır tutarlı şekilde sürdürmüş olması bu
söylemde gözlenmektedir.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin grup toplantısında şunları
ifade etmiştir: "Yola çık ark en, 'Çözümsüzlük çözüm değildir' ve 'Siyaset çözüm üretme
sanatıdır' dedik . Hiçbir zaman çözümsüzlüğü çözüm olarak görmeyeceğiz. Müzak ere
sürecinde,
devletin
k urumlarıyla yapılan istişareler sonrası ortaya çık an mutabak at
zemininde bir siyaset izledik . Bazı k onularda mutabık olunmayabilir (…) Anlaşmanın AB'nin
birincil huk uk u haline getirilmesi k onusunda sonucun yüzde yüz alındığını söyleyemeyiz.
Orada şüphesiz k i bir risk imiz var. İk i k esimliliğin k orunması, adanın k uzeyinde Kıbrıs Türk
devletinin siyasi eşitliğinin güvence altına alınması, Kıbrıs Türk toplumunun ulusal birliğinin
k orunması, adada belli oranda Türk ask erinin Türk iye'nin AB'ye tam üye olduk tan sonra da
Kıbrıs'ta k alması, güvenlik ve garantilerin güçlendirilmesi, Kıbrıs Türk 'ünün refahı ve
ek onomik
gelişmesinin teminat altına alınması, adada yaşayan anavatan k ök enlilerin
hak larının k orunmasının da planda olmasına özen gösterdik (…) Türk iye'den başk a KKTC'yi
tanıyan yok tu. Şimdi, ik i devlet yeni bir Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti'ni k uruyor. Marşları ayrı,
bayrak ları ayrı. Artık Türk çe de uluslararası bir dil olacak (…) Evet, planda ek sik ler var.
Uluslararası müzak erelerde her şeyin yüzde yüz hallolduğu nerede görülmüştür? Tarihe bir
bak ın. Anlaşmanın önemini görürsünüz. Kuzey Kıbrıs'ı çözümsüzlüğe mahk ûm etmek tarihe
hesap veremeyecek bir adım ve süreçtir. Onun için çözümlenmesi gerek iyordu. Biz bu işi
bitirmek
istiyoruz.
Çözüm
arayışını ver-k urtul etik etiyle yaftalamaya çalışan marjinal
k esimlerin k uru gürültülerine pabuç bırak acak değiliz. '9 bin sayfa bu süre içinde halk a
anlatılamaz' deniliyor. 9 bin sayfanın büyük bölümü AB ile ilgili tek nik k onular. Bunları
anayasal
ilk eler gibi
tak dim
etmek
yanlış.
Zaten,
bu düzenlemelerin çoğunu AB
mük tesebatına uyum çerçevesinde hayata geçiriyoruz (…) Kendimizi aldatmayalım. Bu k onu
bir günlük , bir aylık , bir yıllık k onu değil. 1974'ten bu yana 30 yıllık bir süreç. 30 yıldır
neredeydiniz, niye k onuşmadınız, niye atılması gerek en adımları atmadınız? Ne Türk iye'ye
ne KKTC'dek i k ardeşlerimize zaman k aybettiremeyiz. Bu davadak i öncelik lerimizle ilgisi
olmayan bu tek nik yasaları gündeme getirmenin, sank i insanlardan gizlenen bir şeyler
varmış
gibi
bir
hava estirmeye çalışmanın mantığını anlayabilmiş
bulandıracak
vehim
ve
değiliz.
spek ülasyonlardan
Kafaları
k açınmalı.
Bu k onuyu basit siyasi çık ar malzemesi yapmaya çalışanlar bilsinler k i, ne bu yolla
Türk iye'ye ve Kıbrıs halk ına k azandıracak ları bir yarar vardır ne de bu basiretsizlik le, milletin
basiret
hazinesinden
çalabilecek leri
bir oy vardır.
Sonuçtan umutluyuz
"Çözümsüzlüğün
hesabı
verilemez",
Radikal,
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=112439, 18 Şubat 2012.
367
07.04.2004,
(…)"
367
Bu
(Erişim)
116
söylemde öncelikle Kopenhag Zirvesi'nin ardından kullanıldığı gibi diplomatik
bir üslupla planın elde edilebilecek en iyi sonuç olduğuna vurgu yapılarak ve
Türk
tarafının bazı eksikliklere rağmen önemli kazanımlar elde ettiği
belirtilerek
iyimser
bir
tutum
takınılmıştır.
Ayrıca
hükümetin
Kıbrıs
politikasının daha önceki geleneksel devlet politikasından farklı olduğu
negatif anlamlı "çözümsüzlük" kelimesiyle ön plana çıkarılmıştır. Dolayısıyla
geleneksel Kıbrıs politikasının çözümsüzlük üreten ve uluslararası ortamda
dışlanan bir politika olduğu belirtilerek hükümetin yeni politikası olumlanmaya
çalışılmıştır.
24 Nisan 2004 tarihinde Annan Planı Güney Kıbrıs'ta ve KKTC'de
referanduma sunulmuş ve Rumlar AB üyeliğinin getirdiği özgüvenle planı
%75.83 oy oranıyla reddetmiştir. Plan esasen Kıbrıslı Türkler için zorluklar
getirecekse de Türkler %64.91 ile plana "evet "demiştir. Neticede Annan
Planı reddedilirken Güney Kıbrıs, "Kıbrıs Cumhuriyeti" adı altında " 1 Mayıs
2004'te AB'ye tam üye olmuştur. 368 Aynı gün Türkiye tarafından resmi olarak
"AB'ye katılacak olan Rumların, Kıbrıs Türklerini veya Kıbrıs'ın tamamını
temsil etmeye yetkili olmadığı, eşit statüye sahip Kıbrıs Türkleri veya Kıbrıs'ın
tamamı üzerinde yetki veya egemenlik hakkının bulunmadığı, Kıbrıs
Cumhuriyeti'nin Kıbrıs Türklerine zorla empoze edilemeyeceği, kendi
anayasal düzenleri altında ve kendi sınırları içerisinde örgütlenmiş bulunan
Rumların, Kıbrıs Türklerini veya Kıbrıs'ın tamamını temsil eden yasal
hükümet olarak kabul edilemeyeceği, Türkiye'nin KKTC'yi tanımaya devam
edeceği ve Güney Kıbrıs'ın AB üyeliğinin Türkiye'nin 1960 Antlaşmalarına
dayanan Kıbrıs üzerindeki hak ve yükümlülüklerine engel oluşturamayacağı"
ifade edilmiştir. 369
Annan
Planı'nın
referandumda
Türk
tarafınca
onaylanmasının
ardından "BM, AB ve çeşitli devlet ve uluslararası örgüt, Türkiye'nin ve
Kıbrıslı Türklerin çözümden yana olan tavrını desteklemişler ve KKTC'ye
uygulanan ambargonun sona erdirilmesi gerektiği yolunda açıklamalar
368
369
Sandıklı, Atilla; "Yeni Kıbrıs Stratejisi 'Tanınma'", Ed. Çomak, a.g.e, s. 267.
Sandıklı, a.g.m., s. 267.
117
yapmışlardır." AB Genel İşler Konseyi, AB Komisyonu'ndan "KKTC'ye 259
milyon avroluk mali yardım yapılmasını tavsiye etmiştir." BM Genel Sekreteri
Kofi Annan, raporunda Güvenlik Konseyi'nin KKTC'ye yönelik izolasyonları
sonlandırmasını talep
etmiştir. Güvenlik Konseyi'nde yapılan oylamada
Rusya'nın vetosu bu talebi düşürürken AB ve ABD'nin iyi niyet açıklamaları
da eyleme dönüşmemiştir. 370
Hasan Ünal, bu konuyla ilgili şunları yazmıştır: "Oysa mesele basit.
KKTC'nin tanınmaması için BM Güvenlik Konseyi'nin18 Kasım 1983 günü
almış olduğu 541 sayılı kararın bütün gerekçeleri ortadan kalkmış durumda.
Bu karar ve daha sonra alınan diğer bütün kararlar BM yasasının zorlayıcı
unsurlar içeren 7.bölümü çerçevesinde alınmamış. Tavsiye kararları
niteliğinde. Üstelik bütün gerekçeleri de Rumların tek başlarına AB'ye girişiyle
ortadan kalktı. Ambargo için ise hiçbir BM kararı yok. Zaten ambargo kararı
sadece yedinci bölüm çerçevesinde alınabilir. Ambargo tamamen fiili.
Dolayısıyla, sadece ambargonun kaldırılması değil KKTC'nin tanınması
konusunda da ortada engel bir durum yok. Ama ABD hala ıkınıp duruyor.
İnşallah, bütün yapacakları KKTC büyükelçisini kokteyle davet etmekle sınırlı
kalmaz." 371
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Annan Planı'nın referandumunun
ardından şunları söylemiştir: "Artık Kıbrıs'ta taşlar yerinden oynamıştır. Lehimize
şek illenen bu yeni tabloyu diplomasimiz açısından son derece önemli ve ileri bir adım olarak
görüyoruz. Bek lentilerin AB zemininde hak ettiği k arşılığı bulacağına inancımız tamdır. Öyle
zannediyorum k i son 50 yılda Türk iye'nin diplomaside yaşadığı en başarılı olay oldu.
Uluslararası camia, artık
bunu gerek tiği şek liyle değerlendirecek , tecrit ve dışlama
politik asının uygulandığı KKTC'ye k arşı bu politik alar son bulacak tır. Türk iye'nin başbak anı
olarak her durumda ve her şart altında Kıbrıslı k ardeşlerimizin yanında olacağımızı bir k ere
daha
ifade
ediyorum.
Buradan
bir
daha
rica ediyorum:
Birliğimizi,
beraberliğimizi
Özgöker, Uğur; "Türk Dış Politikasının Kilit Konusu: Kıbrıs Sorunu", Yenigün, Efegil, a.g.e., s.
588.
371
Hasan Ünal, "Kıbrıs'ta gidişat", Zaman,28.05.2004, (Erişim) http://www.zaman.com.tr/null/kibrista-gidisat_53132.html, 19 Şubat 2012.
370
118
Bu söylemde öncelikle referandumdan çıkan sonuç planın
372
bozmayınız."
uygulanmasını engellemiş olsa da bir dış politika başarısı elde edildiği ortaya
konmuştur. Başarı olarak ortaya konan ise Kıbrıs sorununda yıllardır
uluslararası
camia
tarafından
çözümsüzlüğe
neden
olması dolayısıyla
yaptırımlar uygulanan Türk tarafının artık bu negatif algıyı etkisiz hale
getirmesidir. Dolayısıyla bundan sonra Türk tarafına yönelik izolasyonlar
dâhil her türlü tek taraflı olumsuz karara gerekçe gösterilen politik mazeretin
önüne geçildiği mesajı verilmiştir. Son elli yılın en önemli dış politika başarısı
şeklindeki niteleme ise iç politikaya yönelik popülist bir söylemdir.
Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de "Referandum sonuçları çok tartışıldı
ama içinde bulunduğumuz durum bize diplomatik üstünlük sağlayan bir durum"
şeklinde
açıklamada bulunmuştur. 373Türk dış politikası aktörlerinden Genelkurmay
Başkanı Hilmi Özkök de hükümetle aynı söylemde bulunarak referandum
kararının Türk tarafının diplomasideki elini güçlendireceği mesajını vermiştir.
MGK bildirisinde ise şu ifadelere yer verilmiştir: "(…) Bu sonuç ile Kurul,
BM ve AB'nin dengeli ve yaşayabilir olarak nitelendirdiği k apsamlı çözüm planına büyük bir
çoğunluk la olumsuz yanıt veren Rum tarafının 1 Mayıs 2004'te AB'ye girecek olmasına
k arşılık , plana olumlu yanıt veren Kıbrıs Türk tarafının dışarıda bırak ılmasının çelişk ili ve
adaletsiz bir durum yarattığını saptamıştır.(…)"
kullanılarak
374
MGK Bildirisinde de adalet topos'u
Türk tarafının referandumun ardından karşılaşabileceği tüm
engellemelerden mağdur olacağı mesajı verilmiştir. Ayrıca yük topos'u
kullanılarak bundan sonra Kıbrıs sorunundaki çözümsüzlüğün ve Türkiye'nin
AB
sürecindeki
Kıbrıs
sorunundan
kaynaklanan
engellemelerin
sorumluluğunun AB'ye ait olduğu ortaya konmuştur.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, KKTC'nin uzun yıllar boyunca
çözüme yanaşmayan, uzlaşmacı tavırdan uzak, masadan kaçan taraf olarak
görüldüğünü hatırlatarak, "Şimdi Avrupa'da da Türk iye'de de herk es Türk ler hak lı diyor.
"Kıbrıs'ta
taşlar
oynadı",
Sabah,26.04.2004,
http://arsiv.sabah.com.tr/2004/04/26/siy101.ht ml, 22 Şubat 2012.
373
"Özkök:
En
hayırlısı
oldu",
Sabah,27.04.2004,
http://arsiv.sabah.com.tr/2004/04/27/siy106.ht ml, 22 Şubat 2012.
374
"MGK:
Vaatler
yerine
getirilsin",
Hürriyet,
26.04.2004,
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2004/04/26/449096.asp, 22 Şubat 2012.
372
(Erişim)
(Erişim)
(Erişim)
119
Belk i tam olarak istedik lerimizi elde edemedik ama psik olojik mücadeleyi k azanmayı
başardık "
demiştir. 375 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın son 50 yılın en
önemli diplomatik başarısı olarak nitelendirdiği referandum sonucu, Kıbrıs
sorununda dünya kamuoyunun uzun yıllardır Türkiye üzerindeki baskının
kırılması anlamına gelmektedir. Rum tarafının çözüme yanaşmadığı, Türk
tarafının ise adada barışı istediği bir anlamda dünyaya gösterilmiştir.
Başbakan ve Genelkurmay Başkanının söylemleri ile MGK bildirisine
bakılırsa referandum stratejisinin Rumların "hayır" oyu vereceği tahmin
edilerek şekillendirildiği izlenimini doğurmaktadır. Güney Kıbrıs, nasılsa üye
olduğuna göre Kıbrıslı Türklerin üzerindeki baskının kırılması açısından
referandum sonucunun olumlu olduğu yönünde Ankara'da bir görüş birliği
olmuştur. Dolayısıyla bu politika ile Türkiye ve KKTC üzerindeki uluslararası
eleştirilerin sonlandırılması beklenmiştir. Her ne kadar AKP'nin Kıbrıs
politikası Türk dış politikasının geleneksel yaklaşımıyla çatışsa da hükümet
ve
ordu kanadının ortak
hareket etmesi
Türkiye'ye
gelecek süreçte
kullanacağı önemli bir dış politika kozu vermiştir.
AB Konseyi Genel Sekreteri ve Ortak Dış Politika ve Güvenlik Yüksek
Temsilcisi Javier Solana, 1 Mayıs 2004'te Güney Kıbrıs'ın da dâhil olduğu
yeni
genişleme
sürecinin
imzalarının
atılmasına
saatler
kala
yaptığı
açıklamada "Türkiye'nin AB ile ilişkilerinde artık Kıbrıs gibi bir sorunun
kalmadığını" ifade etmiştir. Solana, KKTC'nin tanınmasının hata olacağını,
KKTC'nin tanınmasının adanın bölünmüşlüğünü tescil edeceğini söylemiştir.
"Rumlar hayır diyerek bu hatayı kendileri yapmadı mı?" şeklindeki soruyaysa,
"Ama birileri hata yaptı diye diğerlerine hata yapma imkânı doğmamalı"
cevabını vermiştir. 376
Güney Kıbrıs'ın tam üyeliğini resmen ilan ettiği gün Dışişleri Bakanı
Abdullah Gül, şunları söylemiştir: "Rumlar AB'ye tam üye oldular. Onlarla toplantılarda
"Erdoğan: Kıbrıs konusunda psikolojik mücadeleyi kazandık", Zaman, 29.05.2004, (Erişim)
http://www.zaman.com.tr/dis-haberler_erdogan-kibris-konusunda-psikolojik-mucadeleyikazandik_53700.html, 23 Şubat 2012.
376
Selçuk Gültaşlı, "Solana: Artık Kıbrıs sorununuz yok",
Zaman, 01.05.2004, (Erişim)
http://www.zaman.com.tr/gundem_solana-artik-kibris-sorununuz-yok_43729.html, 23 Şubat 2012.
375
120
bir araya geleceğiz. İster istemez muhatap alacağız, el sık ışacağız. Bu k açınılmaz. Onların
burada büyük elçilik açmaları, onları resmen ayrı bir devlet olarak tanımamız, bir süreç. Nasıl
harek et ettik lerine bak acağız. Bak alım orada iyi niyetli mi muhalefet ediyorlar, Türk iye ve
Türk lere k arşı problemler mi çık arıyorlar, bak acağız."
377
Bu söylemde popülist bir
söylem kullanılmadan dış politik gelişmelere bakılarak izlenecek stratejinin
ortaya çıkacağı vurgulanmıştır. Bu noktada referandum kararının Türk dış
politikası aktörlerine sağladığı psikolojik avantajın izleri görülmektedir.
B. 16-17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesine Doğru Türk Dış Politikasında
Söylem Analizi
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan partisinin grup toplantısında AB ile
yaşanan son gelişmelerle ilgili şunları ifade etmiştir: "Aralık 2004'te asıl büyük
sınavı biz değil, AB verecek tir. Eğer AB bizim isteğimiz doğrultusunda bir k arar
oluşturamazsa Türk iye, sahip olduğu büyük potansiyelle ak acağı yeni bir mecra bulmak ta
zorluk çek meyecek tir. Ancak , Türk iye'yi gösterdiği büyük uyum gayretine rağmen dışarıda
bırak an
bir
çek ecek tir."
AB,
artık
bir daha Avrupa ideallerinden bahsetmek te büyük
güçlük
Bu söylemde tehdit topos'u ön plana çıkarılarak Türkiye'ye
378
müzakere tarihi verilmemesi halinde Türkiye'nin AB sürecine son vereceği
vurgulanmıştır. Özellikle AB uyum yasaları, AB ile kurulan yakın ilişkiler ve
Annan
planındaki
Türk
tarafının
yaklaşımına
göndermede
bulunularak
sorumluluk topos'uyla Türkiye'nin sorumluluklarını yerine getirdiği ve AB'nin
atması gereken adımlar olduğu ortaya konmuştur.
Brüksel'deki AB-Türkiye Ortaklık Konseyi toplantılarına katılan Dışişleri
Bakanı Abdullah Gül, şunları dile getirmiştir: "Türk iye'nin AB yolunda yaptığını
bugüne k adar hem Avrupa'da hem de Türk iye'de k imse rüyasında bile göremezdi. Herk es
hayretle ve şaşk ınlık la, yaptığımız çalışmaları tak ip ediyor.(…) Türk iye son yaptığı anayasa
değişik lik leri ile AB k riterlerinin k arşılanması alanında k ritik eşiği aştı. Artık AB sürecini risk e
atmak
istemiyoruz.
Direnen ve müdahale eden olursa da,
bunu k esinlik le tolere
etmeyeceğiz.(…) Bunları yaptık tan sonra artık biz münak aşasız müzak erelerin başlaması
"Tanıma-ma
diyaloğu",
Sabah,02.05.2004,
http://arsiv.sabah.com.tr/2004/05/02/siy101.ht ml, 25 Şubat 2012.
378
"Erdoğan: AB olmazsa başka mecra bulunur",
Yeni Şafak,05.05.2004,
http://yenisafak.com.tr/arsiv/2004/mayis/05/p01.ht ml, 1 Mart 2012.
377
(Erişim)
(Erişim)
121
gerek tiği
k anısındayız.
çalacağız.(…)"
Artık
AB'nin
k apısını
Güney Kıbrıs, Kıbrıs
379
çalıyoruz.
Cumhuriyeti
Hem
de
k ırıncaya
adı altında
k adar
AB
üyesi
olduktan sonra Türkiye'ye müzakere tarihi verilmesi amacıyla Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün daha önceki
yıllarda Mesut Yılmaz'ın yaptığı gibi "politik blöf" olarak nitelendirilebilecek bir
dil kullandıkları görülmüştür. Bir yandan tehdit topos'uyla popülist bir dış
politika dili geliştirilmiş bir yandan da sorumluluk topos'uyla Türkiye'nin
eylemsel düzeyde yaptıkları ortaya konmuştur.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Paris'teki Uluslararası Konferans
Merkezi'nde düzenlenen basın toplantısında 17 Aralık'ta yapılacak AB
Zirvesini değerlendirmiştir: "17 Aralık 2004'te yapılacak zirve, Türk iye açısından bir tam
üyelik zirvesi değildir. Bu, müzak ere sürecinin onayına yönelik bir tarihtir.(…) Tabi, müzak ere
sürecinin başlamasından sonra tam üyelik le ilgili süreç, 5 yıl mı sürer, 10 yıl mı sürer, bunu
bilemeyiz. Müzak ere süreci içerisindek i performansımızla alak alı bir k onudur.(…) 17 Aralık 'ta
olumsuz bir cevap çık acak olursa, biz Kopenhag siyasi k riterlerinin adını Ank ara k riterleri
k oyar, yolumuza aynen devam ederiz. Yani bizim için değişen bir şey olmaz."
380
Recep
Tayyip Erdoğan, bu açıklamasına 17 Aralık zirvesinin gerçek içeriğini
anlatarak başlamış ve iç kamuoyuna aşırı umut vaat etmekten kaçınmıştır.
Recep Tayyip Erdoğan'ın zirveden olumlu bir karar çıkacağından emin
olmadığı söylenebilir. Recep Tayyip Erdoğan, daha sonra tekrar "politik blöf"
olarak nitelendirdiğimiz şekilde AB'yi uyarmayı tercih etmiştir. Recep Tayyip
Erdoğan'ın olumsuz sonuçlara karşı Türkiye kamuoyuna mesaj verdiği ileri
sürülebilir. "Ankara kriterleri" olarak ortaya konan ifade muğlak ve popülist bir
söylem olarak değerlendirilebilir.
AB Komisyonu Aralık 2004 Brüksel Zirvesi'nde dikkate alınacak
İlerleme
Raporunu381
6
Ekim
2004
tarihinde
açıklamıştır.
Raporda
"Türkiye'nin Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirdiği ve bundan dolayı
Fikret
Aydemir,
"Çıksa
da
kurtulsak",
Sabah,20.05.2004,
(Erişim)
http://arsiv.sabah.com.tr/2004/05/20/gnd101.ht ml, 2 Mart 2012.
380
"Erdoğan:
Zirve
tam
üyelik
zirvesi
değil",
Hürriyet,
20.07.2004,
(Erişim)
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2004/07/20/492606.asp, 2 Mart 2012.
381
Türkiye'nin Katılım Yönünde İlerlemesi Hakkında 2004 Yılı Düzenli Raporu'nun tercümesi için
bkz.
T.C.
Dışişleri
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.mfa.gov.tr/data/AB/ilerleme_raporu.pdf, 14 Nisan 2013.
379
122
Türkiye ile müzakerelere başlanmasının önünde bir engel olmadığı,
müzakerelerin başlangıç tarihinin ise Brüksel Zirvesi'nde verilmesi gerektiği"
belirtilmiştir. 382 İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw Ankara'da Dışişleri
Bakanı Abdullah Gül'le yaptığı görüşmenin ardından düzenlenen ortak basın
toplantısında, "Hiç kimse Türkiye hükümetinin elinden bu başarıyı alamaz" 383
demiştir.
Başbakan Erdoğan Strasbourg'da düzenlediği basın toplantısında
İlerleme Raporuyla ilgili olarak, " Bayrak yarışına benzetmiştim. Hedeflediğimiz ilk
nok taya ulaştık . İlk yeşil ışığı geçtik . İlk etabı başarıyla geçtik . Komisyonun değerlendirme ve
analizlerini geneli itibarıyla dengeli buluyoruz (…) AB Konseyi açık ve net bir öneri
sunmuştur. Rapor olumlu olduğuna göre 17 Aralık 'tan sonra gecik mek sizin adım atılacak tır.
Bek lentim
2005'in ilk
birk aç ayında müzak erelerin başlamasıdır (…) "
ifadelerini
kullanmıştır. 384Bu söylemde 2004 İlerleme Raporu'nun ardından müzakere
tarihinin alınmasının önündeki en büyük engelin aşılmış olmasının olumlu
havası görülmektedir. Başbakan Erdoğan, 2005
yılında müzakerelerin
başlatılacağına dönük beklentisini açıkça belirterek siyasi risk almış olsa da
bu şekilde AB'nin müzakere tarihi verilmesi konusunda bir gecikmeye neden
olmasının önüne geçmek istemiştir.
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, NTV'ye konuşmuştur. Abdullah Gül, ''Biz
her şeyi yüzde yüz çok güzel gösterme durumunda olmadık . Zafer çığlık ları yapmadık .
Hâlbuk i büyük bir olay. AB bir gerçek le ilk defa k arşı k arşıya k aldı. Bu gerçeğin şak a
olmadığını gördü. Müzak erelere başlanması yönündek i tavsiye k ararı tarihi bir adımdır.
Bunun k olay bir yol olmadığını her zaman söyledik . Unutmamalıyız büyük ülk eler AB'ye hep
mücadele ederek girmişler (…) Bazı tek nik k onular var. Biz 4 yıl içinde 8 ayrı k omitede
tarama yaptık . Bunları bir k ez daha yapalım diyorlar, biz de ne gerek var diyoruz
(…)Türk iye'de serbest piyasa ek onomisi yok da Romanya ve Bulgaristan'da mı var? Onlar
üye oluyor artık . Bunların düzeltilmesini isteyeceğiz. Bunları aşacağımıza inanıyorum (…)
Serbest dolaşım AB'nin ruhudur. Engellenemez. AB'nin ruhuna ayk ırı olur. Bu tip ayrıcalık lar
müzak ere süreci bittik ten sonra ortak lık anlaşması sırasında biz k abul edersek olur. Bunlar
Günuğur, a.g.e., s. 194.
"Türkiye İçin Son Derece Önemli Gün", VOA Amerika'nın Sesi, 07.10.2004, (Erişim)
http://www.amerikaninsesi.com/content/a-17-a-2004-10-07-18-1-87954102/827430.html,
7
Mart
2012.
384
Deniz
Zeyrek,
"Hükümetin
keyfi
yerinde",
Radikal,
07.10.2004,
(Erişim)
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=130455, 7 Mart 2012.
382
383
123
hoşumuza gitmeyen şeyler.
Ayarlanacak
bazı ayrıcalık lar var. Bunları k onuşacağız.
Sak lamıyoruz. Ama bunlar atılan tarihi adımı gölgelememeli. Aralık ayına k adar hoşumuza
gitmeyenleri
daha
iyi
duruma
getirmek
için
uğraşacağız
(…)
Üyelik
Türk iye'nin
performansına bağlıdır. Uzun olacağını başından söyledik . Onun için niye müzak ere süreci
uzun sürüyor diye k imse telaşlanmamalı. Belk i biz uzatmak isteriz bu süreyi. Belk i sürenin
uzaması işimize gelebilir. Şartlara bağlı. AB o zaman nasıl olacak , gelişmeler nedir
bilemezsin. Yeter k i sizin bindiğiniz raylar tek istik amete, istasyona sizi götürsün. O da tam
üyelik istasyonudur (…)"
ifadelerini kullanmıştır. 385 Dışişleri Bakanı Abdullah Gül
söyleminde öncelikle AB'nin İlerleme Raporu'nda Türkiye ile müzakerelere
başlanmasına yönelik tavsiye kararının Türkiye-AB ilişkilerinde daha önce
varılmamış bir aşama olduğunu popülist bir dil yerine sürece yönelik genel bir
tespitle
ortaya
koymuştur.
Abdullah
Gül,
ardından
serbest
dolaşım
konusunda AB'li bazı yetkililerinin ve Avrupalı bazı siyasi grupların Türkiye'ye
yönelik
ayrıcalıklı
bir
durum
yaratılacağına
dönük
açıklamalarına
göndermede bulunarak yük topos'uyla bunun AB ruhuna aykırı olacağı
mesajını
topos'uyla
vermiştir.
Abdullah
Türkiye'nin
üzerine
Gül,
söyleminde
düşenleri
son
yapacağına
olarak
vurgu
sorumluluk
yapmıştır.
Türkiye'nin müzakere sürecinde esas sorumluluk sahibi olduğunu belirten
Abdullah Gül, Türkiye'nin üzerine düşenleri tamamıyla yerine getirmesinin
sürecin uzun sürmesinden daha önemi olduğunu ortaya koymuştur. Gül'ün
popülist bir söylem tarzı yerine Türkiye'nin sorumluluklarını açık bir dille kabul
etmesi çok önemlidir.
C. 16-17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesinin Ardından Türk Dış Politikasında
Söylem Analizi
Brüksel Zirvesi'ndeki görüşmeler ve tartışmalar esas itibariyle Türkiye
üzerine yoğunlaşmıştır. Türk delegasyonu masada yer almamakla birlikte
"küçük bir odaya alınmış, dönem başkanlığını yürüten İngiltere ve diğer
delegasyonlar
ile
Türkiye
arasında
"Azınlıklar
ifadesi
rapordan
çıkartıldı",
http://arsiv.sabah.com.tr/2004/10/08/siy100.ht ml, 8 Mart 2012.
385
bir
mekik
Sabah,08.10.2004,
diplomasisi
(Erişim)
124
yaşanmıştır." 386Nihayetinde zirveden Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine
en geç 3 Ekim 2005 tarihinde başlanması kararı çıkmıştır. 387 Zirve Sonuç
Bildirgesinde önce Türkiye'nin reform sürecindeki ilerlemesinden memnuniyet
duyulduğu belirtilerek "Ankara Anlaşması'nın AB'ye yeni üyeleri kapsayacak
şekilde genişletilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Türkiye'nin AB'nin yeni üyeleri
için hazırlanacak protokolü imzalayacağını beyan etmesi memnuniyetle
karşılanmıştır. Buna karşılık, Türkiye'nin mevcut sınır ihlallerinde barışçı
çözüm yollarını araması gerektiği ve gerektiğinde Uluslararası Adalet
Divanı'na (UAD) giderek katılım sürecindeki tıkanıklıkların önüne geçmesi
gerektiği vurgulanmıştır. Ayrıca Türkiye'nin Kopenhag kriterlerini büyük
ölçüde yerine getirmesine rağmen AB Komisyonunun tespit ettiği 6 yasa
değişikliğini daha yapması gerektiği belirtilmiştir. Bu şartlar karşılanması
halinde de katılım müzakerelerinin en geç 3 Ekim 2005'te başlayacağı
öngörülmüştür." 388
Haydar Çakmak'a göre 17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi karar metni
"diplomatik bir metindir ve yoruma açıktır." Bazıları metni Türkiye'nin AB'ye
tam üyeliğinin sonuna gelindiği, bazılarıysa Türkiye'nin AB üyeliğinin sonsuz
bir belirsizliğe mahkûm ettiği şeklinde yorumlamışlardır. Karar metninin
23.maddesinde şu ifade kullanılmıştır: "Bu müzakereler, sonucu önceden
garanti edilemeyen açık uçlu bir süreçtir." Bu ifadeler bile tek başına
Türkiye'nin üyeliğine bir mazeret olarak yorumlanabilir. Bunun dışında siyasi
koşullar özellikle Türkiye ile Yunanistan arasındaki kıta sahanlığı, kara suları,
FIR hattı meseleleri ile Güney Kıbrıs'ın tanınması ve Kıbrıs sorununun
çözülmesini içermektedir. Ayrıca, AP'nin 15 Aralık 2004'te almış olduğu
tavsiye kararı 21.maddede resmileştirilerek Türkiye'nin gelecekte önüne
koyulabileceğinin işareti verilmiştir. AP'nin ilgili tavsiye kararı sözde Ermeni
soykırımı, Ermenistan sınırının açılması, Türkiye'deki azınlık hakları, yerel
dillerin ve kültürlerin geliştirilmesi, Kürt sorunu ve Dicle-Fırat sularının
Günuğur, a.g.e., s. 201.
16-17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirgesi orijinal metni için bkz. Official Website of the
European
Union,
(Erişim)
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/83201.pdf, 15 Nisan 2013.
388
Baykal, Arat; Oran III.cilt, a.g.m., s. 353.
386
387
125
kullanımı
sorunu
gibi
AB
ile
doğrudan
ilgisi
olmayan
konuları
kapsamaktadır. 389
Zirvede
kararının
Türkiye
çıkmasının
ile
3 Ekim 2005'te müzakerelerin başlatılması
ardından
Başbakan
Recep
Tayyip
Erdoğan
ilk
açıklamasında şunları söylemiştir: (…) Netice olarak , Türk iye hamdolsun müzak ere
sürecinin tarihini k esin ve net olarak 3 Ek im 2005 olarak almıştır. Hedef tam üyelik ti, tam
üyeliği de almıştır.(…) Bu netice bizim için bir rehavet neticesi olamaz. Bu netice bundan
sonra daha da çok çalışmamızın işaretidir, gereğinin ifadesidir.(…) 3 Ek im'e k adar tabi
önümüzde bir hazırlık süreci var. Bu hazırlık sürecini gayet iyi değerlendireceğiz ve 3
Ek im'den itibaren de müzak erelere Türk iye başlamış olacak .(…)
Türkiye'ye
dönüşünde
karşılanmış,
edilmiştir.
üzerinde
partililer
"İşte
lider,
tarafından
işte
AB"
çok
Recep Tayyip Erdoğan,
büyük
bir
yazan bir çiçek
coşkuyla
hediye
Başbakan Erdoğan'a yapılan karşılama töreniyle, bundan 9 yıl
390
önce Başbakan Tansu Çiller'e Gümrük Birliği kararının ardından yapılan
karşılama
töreni
ve
iki başbakanın açıklamaları arasında çok büyük
benzerlikler vardır. İki liderin de AB ile varılan anlaşmaları iç siyasette
kullanmak istedikleri açıktır. Ancak, Türkiye'ye müzakere tarihi verilmesi ile
Gümrük Birliği kararının imzalanmasının AB'ye tam üyelik yolunda sağladığı
avantaj konusunda nitelik farkı bulunmaktadır. Bu açıdan, müzakere tarihinin
alınmasının AB'ye tam üyelikle doğrudan ilgisi olduğu vakadır.
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de, "Şunu bilin k i, aslında bütün dünya şunu
biliyor k i, bugünk ü Türk iye ile yarınk i Türk iye birbirinden çok fark lı olacak tır. Siyaseten fark lı
olacak tır, ek onomik olarak fark lı olacak tır.(…) Bu tarihi olayı gerçek leştirmek partimize,
hük ümetimize nasip olduğu için ne k adar övünsek
vermiştir.
azdır.(…)"
şeklinde beyanat
Dışişleri bakanı Abdullah Gül'ün söylemi müzakere tarihinin
391
alınmasını "tarihi olay" şeklinde nitelemekte ve gelece dönük olumlu bir algı
yaratmaya çalışmaktadır. Bu söylem esasen iç kamuoyuna yöneliktir. Ancak
AB'ye tam üyelik yolunda müzakere tarihinin alınarak tam üyelik öncesi
Çakmak, Haydar; "Avrupa Birliği ile İlişkiler", Ed. Çakmak , a.g.e., s. 987-989.
"Hedef
tam
üyelikti
o
da
alındı",
Sabah,18.12.2004,
http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/18/siy99.html, 10 Mart 2012.
391
"Yarınki
Türkiye
farklı
olacak",
Sabah,18.12.2004,
http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/18/siy100.ht ml, 10 Mart 2012.
389
390
(Erişim)
(Erişim)
126
hukuken son aşamaya geçilmesi 1963 Ankara Anlaşması'nın ardından diğer
hiçbir üye ülkeyle olmadığı kadar uzun süren ve karmaşıklaşan Türkiye-AB
ilişkileri açısından bir dönüm noktasıdır. Dolayısıyla, Türk dış politikası karar
alıcılarının
Gümrük
Birliği
kararının ardından oluşan psikolojiye
sahip
olmadıkları ve gerçekten bir dış politika başarısı elde ettiklerine kani oldukları
görülmektedir.
17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi'nde AB'nin 3 Ekim 2005'te Türkiye ile
üyelik müzakerelerine başlaması kararlaştırılmıştır. Ancak, "müzakerelerin
başlatılması Ankara Anlaşması ve Gümrük Birliği'nin Türkiye tarafından
AB'ye yeni üye olmuş 10 ülkeye genişletilmesi şartına bağlanmıştır." 392 Bu
şart Türkiye'nin Kıbrıs Cumhuriyeti'ni Ankara Anlaşması'na taraf ederek
Kıbrıs Cumhuriyeti'ni üstü kapalı olarak tanıması anlamına gelmektedir.
Türkiye, 29 Temmuz 2005'te Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanımak anlamına gelen
"Ek Protokol"ü393imzalamış, ancak aynı gün bir "Deklarasyon" 394yayınlayarak
bu
imzanın
belirtmiştir."
395
"Kıbrıs
Cumhuriyeti'ni
tanımak
anlamına
gelmediğini
Uluslararası hukuk açısından "deklarasyon" tek taraflı bir
Özer, Yonca; "Kıbrıs Meselesinin Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerindeki Rolü", Yenigün, Efegil,
a.g.e., s. 569.
393
AB'nin Genişlemesinin Ardından Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu Arasında Bir Ortaklık
Yaratan Anlaşma'ya Ek Protokol için bkz. T.C. Dışişleri Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi, (Erişim)
http://www.mfa.gov.tr/data/AB/ekprotokolmetni.pdf, 10 Temmuz 2013.
394
Türkiye'nin Kıbrıs'la ilgili deklarasyonunda şu ifadelere yer verilmiştir: "1. Türkiye, Kıbrıs
sorununa siyasi bir çözüm bulunması yönündeki kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu yöndeki
tutumunu da açıkça ortaya koymuştur. Bu doğrultuda Türkiye, BM Genel Sekreteri’nin iki-kesimli
yeni bir ortaklık devleti kurulmasını hedefleyen kapsamlı çözüme ulaşma yönündeki çabalarını
desteklemeyi sürdürecektir. Adil ve kalıcı bir çözüm, bölgede barışa, istikrara ve uyumlu ilişkilerin
tesisine önemli bir katkıda bulunacaktır. 2. İşbu Protokol’de atıfta bulunulan Kıbrıs Cumhuriyeti,
1960’ta kurulan asıl ortaklık devleti değildir. 3. Türkiye bu nedenle, Kıbrıs Rum makamlarının,
hâlihazırda olduğu gibi, Kıbrıs’ta sadece ara bölgenin güneyinde otorite, denetim ve yetki icra ettiği
ve Kıbrıs Türk halkını temsil etmediği şeklindeki tutumunu sürdürecek ve anılan makamların
tasarruflarını buna göre muameleye tabi tutacaktır. 4. Türkiye bu Protokol’ün imzalanması,
onaylanması ve uygulanmasının, Protokol’de atıfta bulunulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin herhangi bir
biçimde tanınması anlamına gelmediğini ve Türkiye’nin 1960 Garanti, İttifak ve Kuruluş
Anlaşmalarından kaynaklanan hak ve mükellefiyetlerini haleldar etmediğini beyan eder. 5. Türkiye,
işbu Protokol’e taraf olmasının Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile mevcut ilişkilerini
değiştirmeyeceğini teyit eder. 6. Kapsamlı bir çözüm bulununcaya değin, Türkiye’nin Kıbrıs’a ilişkin
tutumu değişmeyecektir. Türkiye, Kıbrıs’ta kapsamlı bir çözüm sonucunda oluşacak yeni ortaklık
devleti ile ilişkiler tesis etmeye hazır olduğunu beyan eder." T.C. Dışişleri Bakanlığı Resmi İnternet
Sitesi, (Erişim) http://www.mfa.gov.tr/ek-protokol-ve-deklarasyon-metni.tr.mfa, 10 Temmuz 2013.
Özet olarak Türkiye'nin Kıbrıs Cumhuriyeti'nin yer aldığı Ek Protokole imza atarak Güney Kıbrıs'ı
tanıdığı anlamına gelecek hukuki durumu deklarasyonla ortadan kaldırmaya çalıştığı görülmektedir.
395
Özer, a.g.m., s. 569.
392
127
hukuki işlem olduğundan genellikle karşı taraf kabul etmedikçe hukuki sonuç
doğurmadığı
kabul
edilmektedir. 396
Deklarasyon" 397yayınlayarak
bağlamadığını,
"Türkiye'nin
AB
Türkiye'nin
Ek
de
21
Eylül'de
bir
deklarasyonunun
Protokolü imzalayarak
hava
"Karşı
AB'yi
ve
deniz
limanlarını Kıbrıs Cumhuriyeti'ne açmakla yükümlü olduğunu, aksi takdirde
Gümrük
etmiştir."
Birliğini
ilgilendiren müzakere
Fuat Keyman, hükümetin Ek
398
yayınladığı
deklarasyonla
ilgili
başlıklarının açılmayacağını ilan
Protokolü imzaladıktan sonra
şunları söylemiştir:
"Bu
imzalama
ve
deklarasyon eylemiyle Türkiye, bir taraftan AB ve tam üyelik müzakere
sürecine, hukuki zeminde ciddi ve siyasi irade taşıyan bir aktör olarak
yaklaştığını ortaya koymuştur; diğer taraftan da Kıbrıs sorunu içinde siyasi
tanımanın ancak tam üyelik durumunda olabileceğini ve Annan Planı ile
başlayan çözüm arayıcı ve yapıcı dış politika iradesini sürdüreceğini yazılı bir
temelde belirterek, kendi konumunu siyasi zeminde güçlendirmiştir." 399 KKTC
Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat da, Türkiye'nin deklarasyon hamlesiyle ile
ilgili olarak, "İçerikle ilgili ayrıntılı tartışmalar yapılabilir. Ama sonuç olarak
Türkiye'nin Ankara Antlaşması'nı 10 yeni üyeye genişletmesi AB Zirvesinde
kabul ettiği bir husustu ve bunu gerçekleştirdi. Ve yine beklendiği gibi Kıbrıs'ı
tanımadığını ve KKTC ile ilişkilerini bugün olduğu gibi sürdüreceğini ilan etti.
"Tek taraflı uluslararası hukuk işlemleri, uluslararası hukukun tek bir uluslararası hukuk kişisinin
irade açıklamasına hukuksal etkiler bağladığı hukuksal işlemleri belirtmektedir. " Ancak, uluslararası
hukukta tek taraflı hukuksal işlemlerin bağlayıcılığıyla ilgili görüş birliğine varılamamıştır. Bkz.
Pazarcı, a.g.e., s. 121. Bunun dışında "varlığı ve geçerlik koşulları bir andlaşma ya da yapılageliş
kuralı ile düzenlenen bir tek taraflı uluslararası hukuk işleminin, üçüncü kişiler bakımından kimi
yükümlülükler getirmesine mantıksal hiçbir engel yoktur." Bu açıdan tek taraflı uluslararası hukuk
işlemlerini bağımlı ve bağımsız olmak üzere ikiye ayırmak faydalı görünmektedir. Deklarasyon veya
bildiri, bağımlı tek taraflı hukuksal işlemlerden olup "bunların yapılmasının andlaşmada zorunlu
olarak öngörülebilmesi yanında gerçekleştirilmeleri tarafların rızasına da bırakılmış olabilmektedir."
Bkz. Pazarcı, a.g.e., s. 122-123. Dolayısıyla, deklarasyonun bağlayıcılığıyla ilgili olarak tek bir görüş
olmamakla birlikte deklarasyonun bağlayıcı olabilmesi için ya andlaşmada yer alması ya da karşı
tarafın onayı olması genel kabul görmektedir.
397
Deklarasyon metinlerinin karşılaştırması için bkz. Baykal, Sanem; "Ek Protokol Deklarasyonları"
kutusu, Oran III.cilt, a.g.e., s. 361-362.
398
Özer, a.g.m., s. 570.
399
Fuat
Keyman,"Türkiye,
AKP;
AB
ve
Kıbrıs",
Zaman,04.08.2005,
(Erişim)
http://www.zaman.com.tr/yorum_prof-dr-e-fuat-keyman-turkiye-akp-ab-ve-kibris_198683.html,
11
Mart 2012.
396
128
Bu bir olaydır, gerçektir ve yerine getirilmiştir." şeklinde konuşmuştur. 400
Güney Kıbrıs hükümet sözcüsü ise şunları ifade etmiştir: "AB'ye katılım adayı
olan bir ülkenin, katılmak istediği birliğe üye ülkelerden birini tanımadığını ilan
etmesi üzücü. Bu kurumsal paradoks sürdürülemez. Özellikle de 25 üyeli
birliğe katılım müzakerelerinin başlayacağı göz önüne alındığı zaman." 401
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İtalyan La Republica gazetesiyle
yaptığı söyleşide AB ve Kıbrıs sorunu ilişkisiyle ilgili şu açıklamayı yapmıştır:
"Bizden yeni adım bek leyenler hata ediyorlar. Güney Kıbrıs'ı tanımak Kopenhag k riterleri
arasında değil. Biz o k riterlerin tümünü yerine getirdik . AB ile müzak erelere başlayabilmek
için istenilen her şeyi tamamladık . Şimdi yeni talepler, yeni k oşulların sırası değil. Kaldı k i
Güney Kıbrıs, adanın tümünü de temsil etmiyor. Öncelik le sınır sorunlarını halletsinler, daha
sonra
tartışırız."
hükümetin Annan Planı referandumunun
402
Bu söylemde
ardından Kıbrıs sorununda ve ardından müzakere tarihinin alınmasıyla AB ile
ilişkilerde özgüvenini arttırdığı açıklıkla görülmektedir. Başbakan Recep
Tayyip
Erdoğan
getirilmesini
güçlü
öncelikle
bir
Türk
şekilde
tarafına
dile
verilen
getirirken
taahhütlerin
yerine
Güney Kıbrıs'ın Kıbrıs
Cumhuriyeti adı altında tüm Kıbrıs adasını temsil etmeye yetkili olmadığını
tekrar ortaya koymuştur. Bu söylemde tehdit topos'u ve yük topos'u
kullanılmıştır. Böylece AB'ye Türkiye'nin önüne yeni şartlar getirmesinin
önüne geçilmek istenmiştir. Türk dış politikası karar alıcılarının bu özgüveni
ve söylemsel tutarlılığı sürdürdüğü görülecektir.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 3 Ekim 2005 tarihinde başlaması
kararlaştırılan müzakerelerle ilgili olarak şunları ifade etmiştir: "(…)Müzak ere
Çerçeve Belgesi'ni tasarı haline getirmek bizim görevimiz değil. Kimin görevi ise o bunu
gerçek leştirecek . 3 Ek im'de de müzak erelere başlayacağımızı biliyoruz. AB Daimi Temsilciler
Komitesi k ararını veremedi. Demek k i 3 Ek im sabahı verecek . Fak at bu saatten sonra 17
Aralık ve Haziran Müzak ere Çerçeve Belgesi Taslağı vardı. Bunlar dışında herhangi bir şeyi
"Talat:
Çözüm
olmadan
tanıma
olmaz",
Sabah,30.07.2005,
http://arsiv.sabah.com.tr/2005/07/30/gnd96.html, 11 Mart 2012.
401
"Rum yönetimi: Deklarasyonu
üzüntüyle karşıladık", Sabah, 30.07.2005,
http://arsiv.sabah.com.tr/2005/07/30/gnd95.html, 11 Mart 2012.
402
"Türkiye
kesip
atmaya
hazır",
Hürriyet,
04.09.2005,
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2005/09/04/696593.asp, 17 Mart 2012.
400
(Erişim)
(Erişim)
(Erişim)
129
k abul etmemiz mümk ün değildir (…)"
Bu söylemde de Türkiye'ye artık yeni siyasi
403
engellemeler ve şartlar getirilmesinin önüne geçmek için tehdit topos'u
kullanılarak 3 Ekim 2005 öncesi AB'ye mesaj verilmiştir. Bu söylem de Annan
Planı referandumunun ardından Türk dış politikası karar alıcılarında oluşan
özgüveni
yansıtmaktadır. AB'nin Türkiye'ye müzakere tarihi vermesinin
ardından psikolojik üstünlüğü ele geçiren Türk dış politikası aktörleri,
Müzakere Çerçeve Belgesinin imzalanmasından önce olası yeni olumsuz
gelişmeleri bertaraf etmek için bu psikolojik üstünlüğü kullanmışlardır.
Cumhurbaşkanı Ahmet
Necdet
Sezer
de
AB
ile
tam
üyelik
müzakerelerinin başlamasına iki gün kala şunları söylemiştir: "Çağdaş ve
evrensel değerleri benimsemiş olan Türk iye, üyelik yolunda üzerine düşen sorumluluk ları
içtenlik le yerine getirmek tedir. Avrupa'nın önüne önyargılardan oluşan bir duvar örmenin hiç
k imseye yararı yok tur. Bizim önümüze k onacak her yeni engel gerçek te Avrupa'nın önünü
k apayacak bir duvarın taşları olacak tır."
Hükümetin ardından Türk dış politikasının
404
diğer bir aktörü olan Cumhurbaşkanı da hükümetle aynı söylemsel tutarlılığı
sürdürmüş ve tehdit topos'u ve sorumluluk topos'unu kullanarak AB'nin
Türkiye'ye yeni bir engel yaratmasının önüne geçmek istemiştir. Bu noktada
Türk dış politikası aktörlerinin koordineli hareket ettikleri görülmektedir.
D. 16-17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi Süreci Söylem-Eylem Analizi
16-17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi sürecinde öncelikle Kıbrıs sorunu ön
plana çıkmış ve BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın hazırladığı çözüm planı
hem Kıbrıs'ta Türk ve Rum tarafında referanduma sunulmuştur. AKP
hükümeti
bu süreçte Kıbrıs sorununda geleneksel Türk dış politikası
yaklaşımının dışına çıkacağını söylemsel düzeyde açıkça ortaya koyarken
Annan Planı'nın Kıbrıs'ta federasyon tezini kabul etmiş ve Türk tarafının
"Erdoğan:
Başka
şart
olmaz",
Sabah,
30.09.2005,
http://arsiv.sabah.com.tr/2005/09/30/siy105.ht ml, 11 Temmuz 2013.
404
"Önyargılardan
duvar
örmeyin",
Hürriyet,01.10.2005,
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2005/10/01/709809.asp, 19 Mart 2012.
403
(Erişim)
(Erişim)
130
geleneksel konfederasyon tezine karşı çıkmıştır. Planı açıkça destekleyen
AKP hükümetinin ve Kıbrıs Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'ın gayretleriyle
plan KKTC'de "evet" oyu almıştır. Güney Kıbrıs, Kıbrıs Cumhuriyeti adı
altında AB'ye tam üyeliğini garantilediği için Rum tarafında plana "hayır" oyu
çıkması sürpriz karşılanmamıştır. Referandum öncesi Türk hükümetinin
söylemleri "evet" oyu merkezli ortaya konurken referandum sonucu "son elli
yılın en önemli dış politika başarısı" şeklinde popülist bir söylemle ifade
edilmiştir. Ancak bu söylem abartılı ve iç kamuoyuna dönük olsa da eylemsel
bir karşılığının olduğu zamanla ortaya çıkmıştır. Türk dış politikası aktörlerinin
referandum sürecinde koordineli hareket ettiği ve referandum sonucunun bu
haliyle
çıkacağı tahmin edilerek
Kıbrıs
sorununda
uluslararası camia
tarafından uzun yıllar boyunca çözümsüzlüğün sebebi olarak gösterilen Türk
tarafı üzerindeki negatif algıyı kırarak psikolojik üstünlüğün el değiştirmesinin
hedeflendiği anlaşılmaktadır. Bu psikolojik üstünlük esas itibariyle Türk
tarafının her türlü fedakârlığı yapmasına rağmen ve Kıbrıs'ta çözüme bu
kadar yaklaşılmışken Rum tarafının çözümsüzlükten yana olduğunun tüm
dünyaya
gösterilmiş
olmasından
kaynaklanmaktadır.
KKTC'ye
yönelik
izolasyonların da verilen tüm sözlere rağmen kaldırılmaması Türk dış
politikası aktörlerinin elini daha da güçlendirmiştir. Böylece Türkiye'nin AB'ye
tam üyelik için müzakere tarihi alması için ortaya koyduğu tüm çabaların
(hem uyum yasaları hem de Annan Planı referandumundaki politikası)
ödüllendirilmesi ve Kıbrıs sorunu dolayısıyla Türkiye'nin önüne çıkarılabilecek
engelleri bertaraf etmesi büyük ölçüde sağlanmıştır. 16-17 Aralık 2004
Brüksel Zirvesi öncesi bu psikolojik üstünlük ve özgüven Türk dış politikası
aktörleri
tarafından
söylemlere
yansıtılmıştır.
Zirve
öncesinde
tehdit
topos'unun ön plana çıkması bunun göstergesidir. Türkiye'nin her türlü
fedakârlığı yaptığı buna karşılık zirvede Türkiye'ye yönelik olası ters bir
kararın
çıkması
halinde
alınacak
önlemler
tehdit
topos'uyla
ortaya
konulmuştur. Müzakere tarihinin alınmasıyla Türk dış politikası aktörlerinin
söylemlerinin eylemsel karşılığın alınmasının neticesinde Türkiye'nin üzerine
düşenleri yapacağına yönelik sözleri sorumluluk topos'uyla rasyonel bir
şekilde ifade edilmiştir. Türk dış politikası aktörleri müzakere tarihinin
131
alınmasının ardından AB müktesebatına uygun olarak Ankara Anlaşması'nı
2004'te üye olan yeni on üye ülkeye genişletirken bir deklarasyonla Güney
Kıbrıs'ın Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında AB üyesi olmasının tanınmadığını
ortaya koymuşlardır. AB'nin de karşı deklarasyonuyla süreç günümüzdeki
haline gelmiştir. Burada Türk dış politikası aktörleri Annan Planı referandumu
ve ardından 16-17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi'nde müzakere tarihinin
alınmasının
psikolojik
üstünlüğü
ve
özgüveniyle
Kıbrıs
sorunundaki
tutarlılığını söylemsel düzeyde sürdürmüştür. Kıbrıs sorunundaki bu tutarlılık
AKP hükümetini geleneksel Türk dış politikası ile hem aynı hem de farklı bir
çizgiye oturtmaktadır. Deklarasyon krizinin ardından Türk dış politikası
aktörlerinin söylemleri kendi içindeki tutarlılığını sürdürürken eylemsel olarak
önce Kıbrıs sorununda Türk tarafının psikolojik üstünlüğü eline geçirmesi
hem de müzakere tarihinin alınmasıyla söylem-eylem tutarlılığı büyük ölçüde
sağlanmış gözükmektedir.
III. 3 EKİM 2005 MÜZAKERE ÇERÇEVE BELGESİ VE ARDINDAN
DURAKLAYAN MÜZAKERE SÜRECİ
A. Müzakere Sürecinin Başlaması ve Türk Dış Politikasında Söylem
Analizi
AB
Dışişleri Bakanlarının iki gün süren tartışmalarının ardından
Müzakere Çerçeve Belgesi 405Türkiye ile imzalanmıştır. Böylece, Türkiye
Türkiye için Müzakere Çerçeve Belgesi'nin resmi çevirisi için bkz. T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/MuzakereCercevesi/Muzakere_Cercevesi_2
005.pdf, 10 Temmuz 2013. Belgeye göre müzakerelerin üç esas üzerinden yürütülmesi
öngörülmüştür: "1. Kopenhag siyasi kriterlerinin istisnasız olarak uygulanması, siyasi reformların
derinleştirilmesi ve içselleştirilmesi. 2. AB Müktesebatının üstlenilmesi ve uygulanması. 3. Sivil
toplum diyalogunun güçlendirilmesi ve bu çerçevede hem AB ülkelerinin kamuoylarına, hem de
Türkiye kamuoyuna yönelik olarak bir iletişim stratejisinin yürütülmesi." AB Müktesebatı fasıl
başlıkları şunlardır: 1) Malların Serbest Dolaşımı, 2) İşçilerin Serbest Dolaşımı, 3) İş Kurma Hakkı ve
Hizmet Sunma Serbestisi, 4) Sermayenin Serbest Dolaşımı, 5) Kamu Alımları, 6) Şirketler Hukuku, 7)
Fikri Mülkiyet Hukuku, 8) Rekabet Politikası, 9) Mali Hizmetler, 10) Bilgi Toplumu ve Medya, 11)
Tarım ve Kırsal Kalkınma, 12) Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı, 13) Balıkçılık, 14)
Taşımacılık Politikası, 15) Enerji, 16) Vergilendirme, 17) Ekonomik ve Parasal Politika, 18) İstatistik,
405
132
aday ülke
statüsünden müzakere yapılan ülke statüsüne yükselmiştir.
Avusturya'nın ısrarla üzerinde durduğu "imtiyazlı ortaklık" ifadesi yerine de
"tam üyelik aşamasında AB'nin hazmetme kapasitesinin dikkate alınması"
şeklinde bir ifade metne koyulmuştur. 406Türkiye'nin müzakere sürecindeki
başarısının dikkate alınacağı belirtilerek müzakerelerin "ucu açık bir süreç"
olduğu
ortaya
konmaktadır.
Müzakere
sürecinde
"AB'nin
Türkiye'yi
hazmetme kapasitesine" özellikle vurgu yapılarak "Türkiye'nin siyasi kriterleri
karşılayacağı öngörüsüyle"
müzakere
süreci
başlatılmıştır. 407 Türkiye'nin
AB'nin "temel ilkelerini sürekli ve ciddi olarak tehdit etmesi halinde
müzakerelerin
Protokol'den
uygulaması
askıya
alınacağı"
kaynaklanan
ifade
edilmektedir.
yükümlülüklerini
beklenmektedir.
Ayrıca
yerine
Müzakere
Türkiye'nin
getirmesi
Çerçeve
ve
Ek
KOB'u
Belgesi'nde
"derogasyonlar, özel düzenlemeler ve uzun geçiş süreleri gibi hükümler"
öngörülmektedir. Müzakere sürecinde "Türkiye'nin kurumlarını, idari ve yargı
sistemini AB standartlarına yükseltmesi" istenmektedir. 408
İmzaların ardından Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, "Bu nok taya ulaşmamız
k olay olmadı. Kırk yılı aşk ın zaman içinde, ilişk ilerimizde pek çok iniş çık ış yaşadık .
Türk iye'nin k arşılaştığı zorluk lara rağmen, AB'ye tam üyelik hedefimizden şaşmadık ."
şeklinde
konuşmuştur. 409Bu
söylem,
müzakere
sürecinin
Türkiye-AB
ilişkilerinde üyelik öncesi son nokta olmasını Türk dış politikasının devamlılığı
esası üzerinden ortaya koyarken Türkiye'nin daha önceki hükümetlerinin de
yaşadığı
sıkıntılara
vurgu
yapılmıştır.
Müzakere
Çerçeve
Belgesi'nin
imzalanmasının dış politika başarısı olduğu AB'ye tam üyeliğe oldukça
19) Sosyal Politika ve İstihdam, 20) İşletmeler ve Sanayi Politikası, 21) Trans-Avrupa Şebekeleri, 22)
Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu, 23) Yargı ve Temel Haklar, 24) Adalet,
Özgürlük ve Güvenlik, 25) Bilim ve Araştırma, 26) Eğitim ve Kültür, 27) Çevre, 28) Tüketicinin ve
Sağlığın Korunması, 29) Gümrük Birliği, 30) Dış İlişkiler, 31) Dış, Güvenlik ve Savunma Politikaları,
32) Mali Kontrol, 33) Mali ve Bütçesel Hükümler, 34) Kurumlar, 35) Diğer Konular. Ayrıntılı bilgi
için
bkz.
T.C.
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=37&l=1, 10 Temmuz 2013.
406
"Viyana
direnemedi",
Yeni
Şafak,04.10.2005,
(Erişim)
http://yenisafak.com.tr/arsiv/2005/ekim/ 04/p01.ht ml, 22 Mart 2012.
407
Baykal, Arat; Oran III.cilt, a.g.m., s. 365.
408
Baykal, Arat; Oran III.cilt, a.g.m., s. 366.
409
"Gül:
Türkiye-AB
ilişkilerinde
tarihi
bir
gün",
Zaman,04.10.2005,
(Erişim)
http://www.zaman.com.tr/dis-haberler_gul-turkiye-ab-iliskilerinde-tarihi-bir-gun_216191.html,
22
Mart 2012.
133
yaklaşıldığı mesajı verilerek ortaya konmuştur. 1990'lı yıllarda Türk dış
politikası karar alıcılarının AB ile ilişkilerde yaşanan her olumlu gelişmeyi
AB'ye tam üyelik gerçekleşmiş veya Avrupa medeniyetinin bir parçası
olunmuş gibi yansıtan iç politikaya yönelik popülist dış politika söylemlerinin
aksine Türkiye'nin AB'ye tam üyelik öncesi hukuken son sürece girilmesinin
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül tarafından Türk dış politikasının devamlılığı
üzerinden AB sürecinde emeği geçen tüm hükümetlere de gönderme de
bulunularak ifade edilmesi Türk dış politikası açısından dikkate değer bir
husustur.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da NTV 'de katıldığı bir programda,
"Bir ik i ülk enin rezervi vardı. Ama buna rağmen ik tidar nok tasında fazla direnmediler ve bizim
arzumuz istik ametinde neticelendi.(…) Bunda da bizim ısrarlı tavrımız ve sağ olsun
Avusturya'nın da bundan son anda vazgeçmesi imtiyazlı ortak lık ifadesini de gündemden
düşürdü.(…) Biz burada bardağın dolu tarafıyla uğraşıyoruz. Müzak ere Çerçeve Belgesi, bir
esas değil, bir yol haritası.(…) Esas zaten mük tesebattır. Biz bu mük tesebata uyacağımızın
k ararını bugün vermedik k i.(…) Hala k onuştuk ları; 'Türk iye ne k aybetti'. Karşılık lı bir anlaşma
yapıyorsun, sen de bir şeyler k atacak sın, k arşı taraf da bir şeyler k atacak .(…)"
ifadelerini
kullanmıştır. 410 Recep Tayyip Erdoğan'ın söylemi Gümrük Birliği ve Helsinki
Zirvesi kararlarının ardından Türk dış politikası karar alıcılarının ortaya
koyduğu popülist söylemlerin aksine kararın çıkması sırasında yaşanan
diplomatik sorunlara vurgu yapmıştır. Türkiye'nin müzakere sürecinde AB
müktesebatını uygulama konusundaki kararlılığı sorumluluk topos'uyla ifade
edilerek ve dış politikada tarafların karşılıklı tavizler vermesi gerektiğinden
yola çıkılarak Türkiye-AB ilişkilerindeki yeni süreç olumlanmaya çalışılmıştır.
Türkiye-AB ilişkileri açısından dönüm noktası olan bu yeni süreçle ilgili iç
politikaya dönük popülist bir söylem kullanılmaması çok önemlidir.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AB Komisyonu'nun Genişlemeden
sorumlu üyesi Olli Rehn ile yaptığı görüşmenin ardından şunları dile
getirmiştir: "(…) Bundan sonra gerek tarama, gerek se müzak ere sürecinde birlik te o zorlu
süreci k olay k ılacak çalışmalar yapacağımıza inanıyoruz. Yolumuz, şüphesiz k i birçok
"Çerçeve
Belgesi
işin
esasını
değiştirmez",
Hürriyet,
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2005/10/05/711689.asp, 27 Mart 2012.
410
05.10.2005,
(Erişim)
134
sık ıntılarda dolu olacak . Ama bu sık ıntıları birlik te, adeta bir aile yapısı içerisinde dostça
yapacağımız görüşmelerle aşacağımıza inanıyoruz. Çünk ü önümüzde çok ciddi tecrübeler
var. 25 ülk enin yaşadığı tecrübeler var. Bu tecrübelerden de istifade etmek suretiyle, aynı
zamanda yak laşık 10 yıllık bir gümrük birliği deneyimimiz var (…)"
411
Bu söylem Türkiye-
AB ilişkilerinin geleceğine yönelik olumlu bir algı yaratmaya yöneliktir.
Sorumluluk topos'u hem Türkiye hem de birlik üyesi ülkeler için kullanılarak
karşılıklı çalışma
müzakere
ve
sürecini
iyi
en
niyetle
kısa
tüm engellerin kaldırılarak
sürede
tam
üyelikle
Türkiye'nin
sonuçlandırmasının
beklendiği mesajı verilmiştir.
Ek Protokol'ün TBMM'ye ne zaman getirileceği üzerine yapılan
tartışmalar kamuoyunu meşgul ederken Dışişleri Bakanı Abdullah Gül bu
konuda şunları söylemiştir: "(…) Biz Rum Kesimini tanıyoruz dersek adadak i Türk leri
tanımıyoruz anlamı çık ar. Papadopulos'un Türk leri temsil ettiğine k im inanır? Böyle bir
iddiada k im bulunabilir? Buna Avrupa da inanmıyor. Bunun ik i yolu vardır. Yollardan birisi
Birleşmiş Milletlerin önderliğinde k alıcı bir çözüm bulunmasıdır. Yani, ada birleştirilir ya da
KKTC giderek pek işerek yoluna devam eder. Türk iye de sonuna k adar KKTC'dek i Türk
k ardeşlerinin ark asında olur. Güvenlik açısından, ek onomik açıdan, manevi ve her bak ımdan
ark asında olur. Bunu bütün dünya ve AB de biliyor. Bunu aslında Rumlar da biliyor. Bu
bak ımdan en iyi şey bir çözüm bulmak tır (…) Her zaman bir meşgale lazım, şimdi de bu
meşgale çık tı. Bunun üstünde bu k adar k onuşmaya hiç gerek yok tu. Hiçbir problem söz
k onusu değil. Türk iye Cumhuriyeti olarak bir şeye imza atarsak , onun gereğini yaparız.
Meclis'ten günü geldiğinde o da çık acak tır (…)"
Bu söylem Türk dış politikası
412
aktörlerinin Ek Protokol'ün ardından Türkiye'nin yayınladığı deklarasyona
bağlı olduğunu göstermektedir. Ek Protokol'ün TBMM'de onaylanması için
yük topos'uyla AB ve Rum tarafı üzerindeki yükümlülükler hatırlatılmıştır.
Türkiye'ye verilen sözlerin tutulması halinde ise Ek Protokol'ün TBMM'de
onaylanacağı
mesajı
verilmiştir.
Söylem-eylem
tutarlılığını
sağlamak
açısından bu söylem önemlidir.
16-17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi'nde kararlaştırıldığı gibi 3 Ekim
2005'te "Müzakere Çerçeve Belgesi"nin kabul edilmesinin ardından tarama
"Yolumuz
sıkıntılarla
dolu",
Sabah,
http://arsiv.sabah.com.tr/2005/10/08/gnd95.html, 11 Temmuz 2013.
412
"Ek
protokol
tartışması",
Sabah,
http://arsiv.sabah.com.tr/2005/10/08/gnd98.html, 11 Temmuz 2013.
411
08.10.2005,
08.10.2005,
(Erişim)
(Erişim)
135
süreci 20 Ekim 2005 tarihinde başlatılmış ve 12 Haziran 2006'daki
Hükümetlerarası Konferans'ta (HAK) "Bilim ve Araştırma" faslının açılıp
geçici
olarak
kapatılmasıyla
Türkiye
ile
katılım
müzakereleri
fiilen
başlamıştır. 413Bu arada Avrupa Komisyonu'nun Türkiye için hazırladığı 2005
İlerleme Raporunda 414 "Türkiye'nin Kopenhag kriterlerini büyük ölçüde yerine
getirmeyi
sürdürdüğü
ancak
reformların
belirtilmiştir.
415
Buna
benzer
saptamalar
hızında
bundan
gerileme
olduğu"
sonraki
İlerleme
Raporlarında da devamlı olarak dile getirilmiştir. 2005 İlerleme Raporundaki
eksiklikler üzerine
Avrupa
Komisyonunun hazırladığı 2006 KOB'una 416
karşılık Türkiye'nin hazırlaması beklenen Ulusal Program hazırlanmamıştır.
Türkiye,
UP
yerine
2007
yılında
kendi
önceliklerine
uygun
olarak
"Müktesebata Uyum Programı" 417 hazırlamıştır. Ancak bu program Türk
"İlk tarama toplantısı 20 Ekim 2005'de "Bilim ve Araştırma" faslı için, son tarama toplantısı da 13
Ekim 2006'da "Yargı ve Temel Haklar" faslı için yapılmıştır. Tarama süreci devam ederken, 12
Haziran 2006'da Hükümetlerarası Konferans'ta (HAK), "Bilim ve Araştırma" faslı için müzakereler
açılmış ve fasıl geçici olarak kapanmıştır. Müzakerelere açılan ilk fasıl Bilim Araştırma faslı olmakla
birlikte bu güne kadar toplam 14 Fasıl müzakerelere açılmıştır. Müzakereye açılan fasıllar şunlardır:
25) Bilim ve Araştırma ( geçici olarak kapanmıştır ), 4) Sermayenin Serbest Dolaşımı, 6) Şirketler
Hukuku, 7) Fikri Mülkiyet Hukuku, 10) Bilgi Toplumu ve Medya, 12) Gıda Güvenliği, Veterinerlik
ve Bitki Sağlığı, 16) Vergilendirme, 18) İstatistik, 20) İşletmeler ve Sanayi Politikası, 21) TransAvrupa Şebekeleri, 22) Bölgesel Politikalar ve Yapısal Araçların Koordinasyonu, 27) Çevre, 28)
Tüketicinin ve Sağlığın Korunması, 32) Mali Kontrol." Ayrıntılı bilgi için bkz. T.C. Avrupa Birliği
Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi, (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=65&l=1, 10 Temmuz
2013. Tarama süreciyle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı Resmi İnternet
Sitesi, (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=38&l=1, 10 Temmuz 2013.
414
Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan 2005'ten 2012'ye kadar olan tüm "Türkiye Düzenli
İlerleme Raporları" için bkz. T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi, (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=123&l=1, 10 Temmuz 2013.
415
Baykal, Arat; Oran III.cilt, a.g.m., s. 370.
416
Türkiye ile Katılım Ortaklığı Belgesinde Yer Alan İlkeler, Öncelikler ve Koşullara İlişkin 23 Ocak
2006 tarihli Konsey Kararı (2006 KOB) için bkz. T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi,
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/Kob/Turkiye_Kat_Ort_Belg_2006.pdf,
10
Temmuz 2013.
417
Türkiye'nin AB Müktesebatına Uyum Programı (2007-2013). Programın "Giriş" kısmında şu
ifadeler yer almaktadır: "10 Ocak 2007 tarihinde, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sn.
Abdullah Gül başkanlığında, Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Sn. Ali Babacan, İzleme ve
Yönlendirme Komitesi üyeleri ve ilgili tüm kurumlarımızın üst düzey yetkilileriyle düzenlenen
toplantıda, ülkemizin Avrupa Birliğine katılım süreci ve izlenecek strateji ile ilgili olarak genel bir
değerlendirme yapılmıştır. Toplantı sonucunda, ülkemizin menfaatleri ve kazanılmış hakları esas
alınarak, AB’ye tam üyelik perspektifi ile 2007-2013 döneminde Avrupa Birliği müktesebatına
uyumun tamamlanmasını hedefleyen bütüncül bir program hazırlanması kararı alınmıştır (…)".
Ayrıntılı bilgi için bkz. T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi, (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=6&l=1, 10 Temmuz 2013.
413
136
hükümetinin önceliklerini yansıtması sebebiyle AB müktesebatında hukuken
yeri bulunmayan bir belge olma özelliği taşımaktadır. 418
Ek
Protokolün
imzalanması
Türkiye'nin
müzakere
sürecinin
başlamasını sağlamış ancak Türkiye'nin Kıbrıs Cumhuriyeti'ne limanlarını
açmayı reddetmesi, AB'ye katılım sürecini olumsuz etkilemiştir. Ek Protokol,
TBMM tarafından henüz onaylanmamıştır. AB, sürekli olarak bu onayın
yapılması yönünde Ankara'yı uyarmaktadır. 419 Buna karşılık, "Türkiye, AB'nin
daha
önceden
söz verdiği
engellemelerinden
gibi
kaynaklanan
Kıbrıs
Türkleri
ekonomik
üzerindeki
izolasyonların
durumunda Rum tarafına limanlarını açacağını bildirmektedir."
420
Rumların
kaldırılması
Türkiye, 24
Ocak 2006'da "Kıbrıs Eylem Planı" 421 adlı girişimle Türk hava ve deniz
limanlarının Rum kesimine açılması için 3 önemli şart sunmuştur: "(1)
KKTC'nin AB ile Türkiye arasındaki Gümrük Birliğine dâhil edilmesi, (2)
KKTC'deki
uluslararası
hava
ve
spor
katılabilmeleri."
deniz limanlarının açılması, (3) Kıbrıslı Türklerin
müsabakalarına,
Ancak,
bu
plan
kültürel
Rum
ve
tarafınca
sosyal
aktivitelere
tamamen
olumsuz
değerlendirilmiştir. 422
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Kıbrıs Eylem Planıyla ilgili olarak Yunan
Elefterotipiya gazetesine verdiği demeçte şunları dile getirmiştir: "(…) Bizim
önerilerimizin Kıbrıs'ta k esin bir çözüme varılıncaya k adar geçici bir döneme girmemize
yardımcı olacağına dair ciddi bek lentilerimiz var. Karşılık lı olarak gelişmiş bir güven ve
ek onomik k alk ınma ortamı oluşturmayı arzu ediyoruz (…)Kıbrıs'la ilgili yeni önerilerimiz
uluslararası toplumun bek lentileri doğrultusundadır. Bu önerilerimizde de görebileceğiniz
gibi, biz limanlarımızı ve havaalanlarını Rum gemilerine açmaya hazırız. Aynı zamanda da
Kıbrıslı Türk lere uygulanan k ısıtlamaların ve ambargonun k aldırılmasını bek liyoruz. AB,
Kıbrıslı Türk lerle ilgili taahhütlerini resmen açık lamıştır. Hatırlanacağı üzere, 26 Nisan 2004
tarihli AB Konseyi ve AB Parlamentosu k ararlarında Kıbrıslı Türk lerin tecridine son verilmesi
taahhüt edilmek tedir ve bu taahhütlerin yerine getirilmesi k onusunda ahlak i zorunluluk
418
Baykal, Arat; Oran III.cilt, a.g.m., s. 371.
Özer, a.g.m., s. 570-571.
420
Özer, a.g.m., s. 571.
421
Kıbrıs Eylem Planı ile ilgili olarak bkz. T.C. Dışişleri Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi, (Erişim)
http://www.mfa.gov.tr/kibris-konusunda-turkiye_nin-yeni-acilimi-.tr.mfa, 11 Temmuz 2013.
422
Özer, a.g.m., s. 571-572.
419
137
vardır(…)"
Annan Planı referandumunun ardından Türk tarafı üzerindeki
423
uluslararası
baskının
kırılmasını
ve
Kıbrıs
kaynağının Rumlar olduğunun dünya
sorununda
kamuoyuna
çözümsüzlüğün
açıkça gösterilmesini
takiben Türkiye tarafından Kıbrıs Eylem Planı'nın teklif edilmesi bu politikanın
devam
ettirildiğini
göstermektedir.
Bu
söylemde
sorumluluk
topos'u
kullanılarak AB'nin KKTC üzerindeki izolasyonların kaldırılmasına yönelik
verdiği sözleri tutması gerektiği hatırlatılarak bu olduğu takdirde Türkiye'nin
zaten çözümden yana
olduğu ortaya
konmaktadır. Özellikle eylemsel
düzeyde önce Annan Planı süreci ardından Kıbrıs Eylem Planı'nın teklif
edilmesi Türk dış politikası aktörlerinin söylem-eylem tutarlılığına sahip
olduklarını göstermektedir.
Sürecin tıkanması ve Türkiye'nin Ek Protokol yükümlülüklerini yerine
getirmemesi üzerine 11 Aralık 2006'da AB tarafından "Gümrük Birliğinin
işlemesiyle
alakalı
8
başlığın
açılmaması
ve
açılan
hiçbir
kapatılmaması kararı alınmıştır." 424 Açılmayan başlıklar şunlardır:
başlığın
Malların
Serbest Dolaşımı, İş Kurma Hakkı ve Hizmet Sunma Serbestisi, Taşımacılık,
Mali Hizmetler, Tarım ve Kırsal Kalkınma, Gümrük Birliği, Balıkçılık ve Dış
İlişkiler. 425
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, başlıkların açılmamasıyla ilgili
olarak şu açıklamayı yapmıştır: "(…) Alınan k arar, Türk iye-AB ilişk ilerinin ulaştığı
boyutla bağdaşmamak tadır. Ayrıca, AB ile ortak laşa belirlediğimiz hedefle de çelişmek tedir
(…)
Açık
söylüyorum;
Ek
Protok ol
meselesinde
Türk iye'ye
hak sızlık
yapılmıştır.
Unutmayalım k i bugün AB'li dostlarımızın da henüz yerine getirmedik lerini k abul ettik leri bir
sözleri vardır. Annan Planı'nın, Rumlar tarafından reddedilmesi üzerine AB Konseyi, 26
Nisan 2004'te aldığı k ararla KKTC'ye uygulanan izolasyonları k aldırmayı taahhüt etmiştir.
Dolayısıyla Türk iye, Ek Protok ol taahhüdünü üstlenirk en, KKTC'ye uygulanan izolasyonlara
da son verileceği düşüncesiyle harek et etmiştir (…) Başından beri, KKTC'ye yönelik
izolasyonlar k aldırılmadan tek başına adım atmayacağımızı, liman ve havaalanlarımızı Rum
gemi ve uçak larına açmayacağımızı ifade ettik . Bundan sonra da aynı k ararlılık tayız (…) Biz,
"Gül'den
'Bu
fırsatı
kaçırmayın'
mesajı",
Sabah,
29.01.2006,
(Erişim)
http://arsiv.sabah.com.tr/2006/01/29/siy99.html, 11 Temmuz 2013.
424
Özer, a.g.m., s. 572.
425
Erhan, Çağrı; Türk Dış Politikasının Güncel Sorunları, Ankara, İmaj Yayınevi, 2010, s.34.
423
138
BM zemininde adil ve k alıcı çözümden yana olduk . Ancak Rum ve Yunan tarafı
çözümsüzlük ten nemalanmak tadır (…)"
Bu söylem Başbakan Recep Tayyip
426
Erdoğan'ın Türkiye'nin Kıbrıs sorunu dolayısıyla tıkanan AB müzakere
sürecine yönelik politikasını oldukça net bir şekilde ortaya koyması açısından
önemlidir. Bu söylemde Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin hukuki ve siyasi
beklentilerini açıklıkla belirtmiştir. İzolasyonların kaldırılması konusunda Türk
tarafında verilen sözler hatırlatılarak adalet topos'uyla Türkiye'nin AB'ye karşı
yükümlülüğünü yerine getirdiği ancak AB'nin Rum tarafının bunları dikkate
almadığı eleştirilmiştir. Diplomatik olarak Türk hükümetinin konuyla ilgili bakış
açısını direkt bir şekilde ifade eden Recep Tayyip Erdoğan, Türk dış politikası
aktörlerinin özellikle 1990'lı yıllarda başvurduğu popülist söylem tarzının
dışına çıkmıştır.
Güney Kıbrıs yönetiminin Türkiye'ye karşı elinin daha güçlü olduğu
ortadadır. Rum yönetimi "Türkiye'nin bir AB üyesi olan Kıbrıs Cumhuriyeti'ni
tanımadığı
sürece
birliğe
alınmasının
mümkün
olmadığını"
dile
getirmektedir. 427 "Lüksemburg Kuralı" olarak ifade edilen bu anlayışa göre,
bir üye ülke ile üye olmayan ülke arasındaki anlaşmazlıkta AB ülkeleri üye
olan ülkeyi desteklemektedir. 428 Dolayısıyla, AB üyesi ülkeler tarafından
doğal olarak Türkiye'nin müzakerelere başladıktan sonra AB üyesi olan
Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanıması beklenmektedir.
Türkiye,
Kıbrıs
meselesi
nedeniyle
müzakerelerin kesilmesinden
rahatsızdır ancak 2005'te imzaladığı Ek Protokolün ardından yayınladığı
"deklarasyona
bağlı
kalmaktadır."
Ankara'nın
isteği
KKTC'ye
yönelik
izolasyonların kaldırılmasından sonra Rum tarafına limanlarını açmak ve
Kıbrıs
sorununa
çözüm
bulunmadan
Kıbrıs
Cumhuriyeti'ni
tanımaktan
kaçınmaktır. Bu noktada bir AB üyesi olan Güney Kıbrıs tüm kozların elinde
olduğunu düşünerek Kıbrıs sorununda hiçbir çözüme yanaşmamaktadır.
"AB'nin
vizyonu
yok,
Türkiye'ye
haksızlık
yapıldı",
Zaman,
13.12.2006,
(Erişim)http://zaman.com.tr/dunya_abnin-vizyonu-yok-turkiyeye-haksizlik-yapildi_470913.html,
11
Temmuz 2013.
427
Kasım, Kamer; "Kıbrıs Sorunu", Ed. Çakmak , a.g.e., s. 1018.
428
Kasım, a.g.m., s. 1019.
426
139
Yunanistan ise, Türkiye'nin AB'den kopmadan ilişkilerini sürdürmesi ve
böylece "AB'yi kullanarak Ankara'dan Ege meseleleri başta olmak üzere
tavizler koparmayı" amaçlamaktadır. 429
B. Son Dönem Türkiye-AB İlişkileri ve Türk Dış Politikasında Söylem
Analizi
Türkiye'nin müzakerelere başlamasının ardından AKP Hükümetinin
2005 yılı öncesindeki hızlı reform sürecinin yavaşladığı gözlemlenirken hem
Kıbrıs sorunundan kaynaklanan deklarasyon krizi ve AB'nin en önemli güçleri
olan Fransa ve Almanya'nın Türkiye'ye yönelik tavrı da son dönem TürkiyeAB ilişkilerinin çıkmaza girmesine neden olmuştur.
Fransa'da 2007 yılının Mayıs ayında Cumhurbaşkanı seçilen Nicholas
Sarkozy'nin seçim propagandasında "Türkiye karşıtlığını sürekli kullanması"
ve
Türkiye'nin
AB
üyeliğine
karşı açıklamaları Nicholas
Sarkozy'nin
"Cumhurbaşkanlığı döneminde de genel siyasi duruşu haline gelmiştir." 430
2007 yılının Ağustos ayında Nicholas Sarkozy bu duruşunu eyleme dökerek
beş faslın Türkiye ile müzakereye açılmasına karşı çıkacağını belirtmiştir. Bu
fasıllar ; (11) Tarım ve Kırsal Kalkınma, (17) Ekonomik ve Parasal Politika,
(22) Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu, (33) Mali ve
Bütçesel Hükümler, (34) Kurumlar idi. Nicholas Sarkozy'e göre "Türkiye'nin
AB'ye üyeliği yerine "Akdeniz İçin Birlik" 431 politikasına eklemlenmesi"
vasıtasıyla AB ile ilişkilerini sürdürmesi daha doğru olacaktı. 432Bunların yanı
sıra
Almanya
Başbakanı Angela
Merkel'in 2009
seçimlerinden önce
Kasım, a.g.m., s. 1021.
Baykal, Arat; Oran III.cilt, a.g.m., s. 373.
431
Sarkozy'nin Akdeniz kıyısındaki AB ülkeleri ile Fas'tan Türkiye'ye kadar uzanan Akdeniz ülkeleri
arasında bir birlik yaratmaya yönelik modeldir. AB'nin doğuya doğru genişleme politikasında güç
merkezinin Almanya'ya kaymasını engellemek için tasarlanan birlik modeli Türkiye'yi de AB'ye tam
üye yerine imtiyazlı ortak yapmayı hedeflemektedir. Ancak, bu model Almanya başta olmak üzere
pek çok AB üyesi ülkenin karşı çıkmasıyla 1995 yılında başlatılan Barselona Sürecinin
canlandırılmasına yönelik olmaktan öteye gidememiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Baykal, Sanem;
"Akdeniz İçin Birlik" kutusu, Oran III.cilt, a.g.e., s. 374.
432
Baykal, Arat; Oran III.cilt, a.g.m., s. 373.
429
430
140
Türkiye'nin AB süreciyle ilgili Türkiye'ye yönelik eleştirileri ve Türkiye'ye
üyelik yerine "ayrıcalıklı ortaklık" verilmesini gündeme getirmesi de TürkiyeAB ilişkilerini olumsuz etkileyen gelişmelerden olmuştur. 433
1 Ocak 2007'de Bulgaristan ve Romanya'nın da AB üyesi olmasıyla
birliğin üye sayısı 27'ye ulaşmıştır. Aynı yıl içinde AB Anayasası Hollanda ve
Fransa'da reddedilmiş ve AB kendi içindeki tartışmalara yoğunlaşmıştır.
Türkiye'de ise Temmuz 2007 genel seçimlerinde AKP ikinci defa üst üste tek
başına iktidar olmayı başarmıştır. 434 Ancak 2008 yılının Mart ayında Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı tarafından AKP'ye karşı açılan kapatma davası
Türkiye'nin yavaşlamış olan AB reform sürecini hem daha fazla aksatmış
hem de Avrupa kamuoyundaki Türkiye imajını olumsuz etkilemiştir. Bu
süreçte AB'li yetkililerin "Türkiye'nin müzakere sürecinin askıya alınabileceği"
yönündeki açıklamaları krizin boyutunu ortaya koymuştur. 30 Temmuz 2008
tarihinde "Anayasa Mahkemesi'nin kapatmayı reddeden kararı Türkiye ile AB
arasındaki krizin büyümesini engellemiştir." 435
Ahmet
Davutoğlu'nun
2009
yılında
Dışişleri
Bakanı
olmasının
ardından Türk dış politikası söylemlerinde de onun ağırlığı görülmeye
başlamıştır. Dış politikada hükümetin ve dışişleri bürokrasisinin ön planda
olduğu görülmektedir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın da çoğunlukla
inisiyatifi Ahmet Davutoğlu'na bıraktığı ve söylemlerde Ahmet Davutoğlu'nun
ön plana çıktığı söylenebilir. Ayrıca Haziran 2011 genel seçimlerinin
ardından436 kurulan AB Bakanlığı ile birlikte Türkiye'de AB konusunda ilk
defa doğrudan bakanlık kurulmuş ve AB Bakanı ve Başmüzakereci görevine
Egemen Bağış getirilmiştir.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, "Turkish Policy Quarterly" dergisine
yazdığı makalede AB'ye üç mesaj göndermiştir: (1) AB'nin "pacta sund
Beril
Dedeoğlu,
"Türkiye-AB:
Müzmin
nişanlılık",
Star,
26.06.2013,
(Erişim)
http://haber.stargazete.com/yazar/turkiyeab-muzmin-nisanlilik/yazi-765803, 12 Temmuz 2013.
434
T.C. 60. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi (Erişim)
http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 17 Eylül 2013.
435
Baykal, Arat; Oran, III.cilt, a.g.m., s. 386-388.
436
T.C. 61. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi (Erişim)
http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 17 Eylül 2013.
433
141
servanda"
ilkesine
sadık
kalmasını, (2) AB'nin ikili sorunların katılım
müzakerelerini olumsuz etkilemesine izin vermemesini, (3) Türkiye ile
müzakerelerin iç politika malzemesi olarak kullanılmamasını istemiştir. 437
Ahmet Davutoğlu, Kıbrıs sorunu nedeniyle aksayan müzakere süreciyle ilgili
olarak şunları ifade etmiştir: "Sabrımızın sınırını k imse test etmeye k alk mamalıdır.
İlk elerimizin zorlandığı yerde k imse Kıbrıs mı AB mi diye bir seçenek sunmamalıdır. Ne
k adar zor k ararlar aldığımız geçmişte bilinir. Biz isteriz k i Kıbrıs'ta adil bir barış sağlansın ve
AB üyeliği gerçek leşsin. Herk es için en doğru yol budur."
Ahmet Davutoğlu, bu
438
söyleminde tehdit topos'unu kullanarak Türkiye'nin AB'ye üyelik sürecinde
Kıbrıs sorunu dolayısıyla uğradığı hukuki haksızlığa vurgu yapmış ve AB'nin
Türkiye'ye yönelik tavrını değiştirmesi gerektiği mesajı vermiştir. Ahmet
Davutoğlu, "sabrın sınırı" şeklinde insansı bir özelliği Türkiye devletine
yükleyerek kişileştirme yapmış ve popülist bir dil kullanmayı tercih etmiştir.
Almanya Başbakanı Angela Merkel'in Güney Kıbrıs'ı ziyaretinde Rum
yönetiminin uzlaşmacı yaklaşımına rağmen Türk tarafının buna karşılık
vermediği yönündeki ifadeleri Ahmet Davutoğlu tarafından eleştirilmiştir.
Ahmet Davutoğlu, "(…) Dönemin Kıbrıs Rum yönetimi lideri televizyonlara çık ıp 'hayır'
oyu verilmesi için çaba gösterdi. Türk iye olarak biz 'evet' denmesi için çaba gösterdik . Barış
için çaba gösterenlerle barışa hayır diyenleri aynı tablo içinde değerlendirirk en bu k adar
adaletten uzak laşmak , Almanya gibi güçlü bir ülk enin önemli bir liderine doğrusu
yak ıştıramadık
(…)"
demiştir. 439Ahmet Davutoğlu, önceki söyleminin aksine
diplomatik bir dil kullanarak mevcut durumu tespit etmiş ve Türkiye'nin neden
haklı olduğunu ortaya koymuştur. Ahmet Davutoğlu, adalet topos'uyla Annan
Planı
referandumunun
Almanya'nın
buna
ardından
rağmen
Türk
Türk
tarafının
tarafının
uğradığı haksızlığa
aleyhine
takındığı
ve
tavra
göndermede bulunmuştur.
"Davutoğlu'ndan
Brüksel'e
üç
hatırlatma",
Sabah,
20.02.2010,
(Erişim)
http://www.sabah.com.tr/Dunya/2010/02/20/davutogludan_bruksele_uc_hatirlatma, 5 Nisan 2012.
438
"Kimse Kıbrıs mı AB mi diye sabrımızı test etmesin" , Zaman, 09.01.2011, (Erişim)
http://www.zaman.com.tr/dis-haberler_kimse-kibris-mi-ab-mi-diye-sabrimizi-testetmesin_1076362.ht ml, 5 Nisan 2012.
439
"Davutoğlu'ndan
Merkel'e
cevap",
Sabah,
12.01.2011,
(Erişim)
http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/ 01/ 12/davutoglundan_merkele_cevap, 7 Nisan 2012.
437
142
Ahmet Davutoğlu, tıkanan müzakere süreciyle ilgili olarak şunları ifade
etmiştir: "(…) Türk iye-AB ilişk ileri çok k ök lü bir geçmişe sahip olmak la birlik te önümüze
k onan siyasi engeller dolayısıyla istediğimiz hızda müzak ereler yürümüyor. Biz bu müzak ere
sürecinin k esintiye uğramak sızın tam üyelik
perspek tifiyle yürümesine büyük
önem
veriyoruz. Siyasi gerek çelerle k onmuş olan blok ajlar, daha fazla ilerlememizi mümk ün
k ılmıyor. Artık , AB-Türk iye ilişk ilerinin her ik i tarafça da k ök lü ve daha sağlam bir temelde
ilerleyebilmesi için yeni bir değerlendirmeye tabi k ılınması ihtiyacı var (…)"
440
Ahmet
Davutoğlu, 2012 yılında Güney Kıbrıs'ın dönem başkanlığında Kıbrıs'ın
sadece Rumlar tarafından temsil edilmesinin Türkiye tarafından kabul
edilmeyeceğini hatırlatarak, "(…) Rum k esiminin dönem başk anlığına k adar sorunlar
çözülmezse AB ile ilişk ileri dondururuz (…)"
demiştir. 441Dışişleri Bakanı Ahmet
Davutoğlu'nun söylemlerine bakılırsa, net bir tutarlılık göze çarpmaktadır.
Ahmet Davutoğlu, en başından itibaren KKTC'ye yönelik verilen sözlerin
tutulmamasından ve Kıbrıs sorununa kalıcı bir çözüm bulunmamasından
dolayı Türkiye'nin 2005 yılında yayınladığı deklarasyona bağlı kalacağını
belirtmektedir. Türkiye'nin müzakere sürecinin hukuki gerekçelerle değil
siyasi
nedenlerle
topos'unu
aksatılmasına vurgu yapan Ahmet Davutoğlu, tehdit
kullanarak
Türkiye'ye
karşı
bu
tutumun
değiştirilmemesi
durumunda Türkiye'nin AB ile ilişkilerini gözden geçireceğini ifade etmiştir.
2012
yılının
Temmuz
ayında
AB
dönem başkanlığının Rum tarafına
geçmesiyle ilgili de Ahmet Davutoğlu aynı tavrını sürdürmektedir. Hükümetin
dış politika söylemi ve eyleminin AB ve dolayısıyla Kıbrıs sorununda
örtüştüğünü söyleyebiliriz. Daha önceki yıllarda olduğu gibi kamuoyuna
büyük hayaller sunmaktan ziyade, ilişkilerin nasıl düzeleceğine yönelik bir
strateji ortaya konması bunu göstermektedir.
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, AB'yi hızla çöken bir kulüp olarak
nitelendirmiş ve "(…) Ek onomik açıdan her ölçüte göre, çok daha iyi durumdayız. AB bize
"Davutoğlu
ve
Bağış'tan
AB'ye
vize
tepkisi",
Sabah, 19.04.2011, (Erişim)
http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/ 04/ 19/davutoglu-ve-bagistan-abye-vize-tepkisi, 8 Nisan 2012.
441
"Davutoğlu
rest
çekti",
Sabah,13.07.2011,
(Erişim)
http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/ 07/ 13/davutoglu-rest-cekti, 8 Nisan 2012.
440
143
bir örnek değil (…)"
açıklamasında bulunmuştur. 442Ali Babacan bu söyleminde
Türkiye'nin son yıllarda yürütülen ekonomi politikalarını olumlarken başta
Yunanistan'daki ekonomik kriz ve AB'nin Euro bölgesinde yaşanan sıkıntılara
göndermede bulunmuştur. Ali Babacan, ekonomik olarak Türkiye'nin istikrarlı
bir durumda olduğu buna karşılık yaşadığı krizlerle AB'nin Türkiye'ye daha
önceki yıllardaki istikrar bağlamındaki "model" olma durumunu kaybettiğine
vurgu yapmıştır. Örtülü olarak tehdit topos'unun kullanıldığı bu söylemde Ali
Babacan, Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan gerginlikler ve müzakere sürecinin
aksamasına
neden
olan
Kıbrıs
sorunu
dolayısıyla
AB'ye
"artık
size
ihtiyacımız yok" mesajı vermek istemiştir.
AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Avrupa Komisyonu'nun
enerjiden sorumlu üyesi Günter Oettinger'in, bazı Avrupalı liderlerin yakın
gelecekte Türkiye'nin AB üyeliği için ''sürünerek Ankara'ya gidecekleri''
yönündeki sözlerine yanıt olarak şu ifadeleri kullanmıştır: "(…) Sürünerek mi
gelirler, diz mi çök erler bilmem. Kesin olarak bildiğim bir şey varsa mutlak a dize gelecek ler
(…)Türk iye k endisine art niyetle yak laşanları dize getirecek güce ve tezlere sahiptir. Merak
etmesinler, Türk iye misafirperverdir. Kapısına geleni süründürmez, diz çök türmez. Ama
Türk iye'ye k arşı çaresizlik ten dizlerinde derman k almayanlara da gerek li fizik tedaviyi uygular
(…) Oettinger'in Avrupalı yetk ilileri ak lın emrine çağırması önemlidir. Umarız bu çağrı
adresini bulur. 10 yıl, 20 yıl sonrasına gerek k almadan olumsuz senaryolar boşa çık ar. Biz
bunu samimi olarak istiyoruz ve bunun için çalışıyoruz. O yüzden dimdik ayak tayız. AB de
alnı ak , başı dik
(…)"
olarak
yoluna devam etmek istiyorsa yönünü Türk iye'ye çevirsin
Egemen Bağış'ın söylemi tamamen iç kamuoyuna yönelik olup Türkiye
443
ve AB'ye "sürünerek gelmek", "diz çökmek", kapısına gelmek", çaresizlik",
misafirperver", dizlerinde derman kalmamak", "fizik tedavi uygulamak",
"dimdik ayakta olmak", başı dik olmak" gibi ifadelerle insansı özellikler
atfetmiş ve popülist bir dille AB'nin Türkiye'ye ihtiyacı olduğunu tehdit
topos'uyla ortaya konmuştur. Buna benzer popülist söylemlerin dış politika
yürütülürken karşı tarafta bir etki yaratması beklenmemekte daha ziyadesiyle
iç kamuoyunda yankı bulması hedeflenmektedir.
"Babacan: AB artık Türkiye'ye örnek değil", NTVMSNBC, 04.12.2011,
http://www.ntvmsnbc.com/id/25302789/, 11 Nisan 2012.
443
"Bağış:
AB
mutlaka
dize
gelecek",
NTVMSNBC,
20.02.2013,
http://www.ntvmsnbc.com/id/25423667/, 12 Temmuz 2013.
442
(Erişim)
(Erişim)
144
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Türkiye'nin durma noktasına gelen
müzakere süreciyle ilgili olarak şunları söylemiştir: "(…) Neden Türk iye, bunca
avantajına rağmen hala Avrupa Birliği tarafından hak sız engellemelerle k arşılaşıyor? Avrupa
Birliği, Türk iye’ye verdiği sözleri unutmak tan ve unutturmaya çalıştırmak tan vazgeçmelidir.
Türk iye, k apıda bek letilecek bir ülk e değil. Siyasi ve ideolojik sebeplerle 16 faslın
müzak ereleri açılmıyor. Türk vatandaşlarına uygulan vize rejimi bizden çok Avrupa’ya zarar
veriyor. AB’nin Türk iye’nin önüne k oyduğu blok aj, k endi refahının önüne k oyduğu bir
blok ajdır. Ahde vefa ilk esi yok . Bize 'Üç yıldır sizi şu sebeplerle almıyoruz' desinler.
Türk iye’ye gerçek ler niçin açık lanmıyor? Sürecin niçin bu k adar ağır ilerlediğini vatandaşın
bilmesi lazım (…) Fransa Cumhurbaşk anı Sark ozy ve diğerleri gitti. Şu anda bu süreci tak ip
eden bir ben k aldım. Biz AB üyesi ülk elere zaten girmişiz. Şu anda 5 milyon vatandaşımız
AB üyesi ülk elerde yaşıyor. Bu trajik omik durumu daha fazla sürdürmeye gerek yok . Bugün
Türk iye’nin AB’ye değil, AB’nin Türk iye’ye olan ihtiyacından bahsetmek gerek ir. Çalışmaları
yarın AB üyesi olacak gibi yürütüyoruz. Türk iye birk aç düzenlemeyle AB’ye girmeye hazırdır
(…) AB tarafından bize ifade özgürlüğü k onusunda bazı eleştiriler yöneltildiğini görüyoruz.
Fasıllarda açılış yapılabilir, k apanış yapılamaz ilk esi geldi. Türk iye'ye bu reva mıdır? Bizim
özgürlük ler ve yargının bağımsızlığı k onusunda hiçbir çek incemiz söz k onusu değildir.
Türk iye Avrupa standartlarına en yak ın olduğu nok tadadır (…)"
Başbakan Recep
444
Tayyip Erdoğan, söyleminde öncelikle AB'nin Türkiye ile yürütülen müzakere
sürecine diğer aday ülkelerin aksine hukuki prosedür yerine siyasi ve
ideolojik nedenlerle yaklaştığını ve Türkiye'ye "çifte standart" uygulandığını
vurgulamıştır. Özellikle Kıbrıs Cumhuriyeti'nin AB'ye tam üye yapılmasının
ardından
yaşanan
deklarasyon
krizinden
itibaren
Türk
dış
politikası
aktörlerinin söylemlerinde bu tutarlılık göze çarpmaktadır. Annan Planı
referandumun ardından KKTC'ye yönelik izolasyonların kaldırılmamasına
rağmen
Güney
Kıbrıs'ın
ödüllendirilmesi
Türk
dış
politikası aktörleri
tarafından haklı olarak diplomatik bir koz olarak kullanılmaktadır. Tehdit
topos'unu ve sorumluluk topos'unu kullanan Recep Tayyip Erdoğan, AB'nin
"ahde vefa" ilkesini uygulamadığını ve bundan dolayı Türkiye'den çok AB'nin
zarar
gördüğü
belirtmiştir. AB'nin Türkiye
ile
fasılları açması ancak
kapamaması üzerine vurgu yaparak bunun bir alışkanlık haline geldiğini
ancak bunun gerçek sebeplerinin AB tarafından açıklanmadığını belirterek
"Erdoğan:
Çevrecilik
konusunda
bana
gelin",
(Erişim)http://www.ntvmsnbc.com/id/25447722, 12 Temmuz 2013.
444
NTVMSNBC,
07.06.2013,
145
adalet topos'uyla Türkiye'ye yapılan haksızlığı ön plana çıkarmıştır. Recep
Tayyip Erdoğan, söyleminin son kısmında Türkiye'nin tarihinde ilk defa AB
standartlarına çok yakın hale geldiğine ve AB ülkelerinde yaşayan Türk
nüfusa değinerek Türkiye'nin birlik dışında bırakılmasının rasyonel olmadığı
mesajını vermiştir. Söylemin genelinde adalet topos'unun kullanıldığı ve
Türkiye'nin
hukuki
hakkı olmasına
rağmen örtülü siyasi
ve
ideolojik
nedenlerle Türkiye'ye haksızlık yapıldığı vurgulanmıştır.
Türkiye-AB ilişkilerindeki yaşanan en son gelişme Türkiye ile ilgili
açılması planlanan 22. fasla ilişkin olmuştur. Son olarak Haziran 2010'da
müzakere
başlığı
açabilen
Türkiye,
Fransa'da
Nicholas
Sarkozy'nin
Cumhurbaşkanlığı seçimini kaybetmesinin ardından ilk defa Fransa'nın
engellemelerini
Türkiye'de
bertaraf ederek
yaşanan
"Gezi
bir başlık
Parkı" 445
açma
olaylarından
fırsatı yakalamışken
ötürü
Almanya'nın
Türkiye'ye yönelik sert eleştirileri ve 22. faslı bloke etme girişimleri TürkiyeAB ilişkilerini yeniden germiştir. 446
AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış AB ile ilişkilerde
yaşanan son gerginlikle ilgili olarak şunları dile getirmiştir: "(…)Türk iye
Cumhuriyeti'nin AB ile müzak ereleri, 17 Aralık 2004 tarihinde alınmış bir k ararla başlamıştır.
Nasıl o k arar oy birliğiyle alınmış bir k ararsa, bu süreci durdurmanın da tek yolu yine oy
birliğiyle alınacak bir k arardır. Yani şu anda AB'nin 27 üye ülk esi var. İk i hafta içerisinde bu
rak am 28'e çık acak . Hırvatistan da biliyorsunuz üye olacak . 28 ülk e oy birliğiyle 'Türk iye ile
artık müzak ere etmek istemiyoruz' diye bir k arar almadık ça, Avrupa Birliği'ndek i herhangi bir
siyasetçinin tek taraflı bir demeciyle, k ararıyla ve uygulaması ile Türk iye'nin AB süreci
durmaz. Evet fasılların açılmasını engelleyebilirler. Bizim reformumuzu engelleyemezler. Biz
vatandaşımızın yaşam standardını yük seltme k onusunda k aralı bir ülk eyiz. Biz, devlet olma
geleneği bin yılı aşmış bir milletiz. Yeni bir devlet, acemi bir devlet hiç değiliz. Türk iye gün
2013 yılı Mayıs ayının son günlerinde İstanbul "Taksim Gezi Parkı'nda Taksim Yayalaştırma
Projesi kapsamında bazı ağaçların kesilmesi ile başlayan protesto hareketleri kısa sürede başta
İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere Türkiye geneline yayılmıştır. Taksim çevresinde sivil
eylemcilerin oturma eylemi ile başlayan olaylar zaman içinde hükümet karşıtı gösterilere
dönüşmüştür." Ayrıntılı bilgi için bkz. Orhan, Oytun; "Gezi Parkı Olaylarını Ortadoğu'da Kim, Nasıl
Algıladı?", Ortadoğu Analiz, cilt 5, sayı 55, Temmuz, 2013, s. 17. Gezi Parkı olayları ile ilgili başka
bir yazı için bkz. Oğuzlu, Tarık; "The Gezi Park Protests and its Impact on Turkey's Soft-power
Abroad", Ortadoğu Analiz, cilt 5, sayı 55, Temmuz 2013, s. 10-15.
446
Serkan Demirtaş, "Türkiye AB arasında ipler gergin", BBC Türkçe, 21.06.2013, (Erişim)
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/06/130621_turkiye_ab_demirtas.shtml, 12 Temmuz 2013.
445
146
gelir rest çek er, gün gelir jest yapar. Türk iye'nin ne zaman ne yapacağını dışarıdan
belirlemeye
k alk masınlar.
Türk iye'ye
yönelik
eleştirileri
değerlendirebilirler
ama
bu
eleştirileri dillendirirk en k endi ülk elerindek i uygulamaları da yak ından görmeleri gerek ir (…)
Biliyorsunuz, Eylül ayında Almanya'da seçimler var. Sayın Merk el de k endi seçimlerine
yönelik bir iç siyaset malzemesi arıyorsa, bu malzeme Türk iye olmamalıdır. Bu malzemeyi
k ullanmaya k alk an esk i Fransa Cumhurbaşk anı Nicolas Sark ozy'nin başına ne geldiğini
Sayın Merk el de yak ından tak ip eder, bir k ez daha gözden geçirirse, Türk iye ile uğraşanların
sonunun hayırlı olmadığını k endisi de görür (…)Türk iye iç siyasette malzeme yapılacak bir
k onu değildir. Türk iye'nin Avrupa Birliği sürecinin tek nik bir platformda ilerlemesi gerek ir.
Tek nik süreçte ilerlenen bu sürece bir tak ım engeller ortaya k oymak Almanya'ya yak ışmaz,
Sayın Merk el'e hiç yak ışmaz. Çünk ü Sayın Merk el, defalarca AB'nin en önemli ilk esi olan
'ahde vefaya' bağlı k alacağını ilan etmiş ve ifade etmiştir. Ahde vefa, geçmişte alınan
k ararlara, atılan imzalara sahip çık mayı gerek tirir. Ahde vefa dün söyledik lerinizin ark asında
durmanızı gerek tirir. Bir gün böyle söyleyip ertesi gün bunlardan vazgeçmek
değil,
söyledik lerinizin ark asında durmayı gerek tirir. Salı günü Brük sel'e gidersek , ayın 26'sında 14.
faslımızın, bölgesel k alk ınma faslının açılışını gerçek leştireceğiz (…)"
öncelikle
hukuki
Egemen Bağış,
447
prosedürü açıklayarak Türkiye'nin müzakere sürecinin
durması için tüm üye ülkelerin oybirliğiyle karar alması gerektiğini belirterek
Almanya Başbakanı Angela Merkel'in Türkiye aleyhine geliştirdiği söylemlerle
hukuken Türkiye aleyhine bir durumun oluşmasının söz konusu olmadığı
mesajını vermiştir. Egemen Bağış'ın belirttiği gibi hukuken bu gerçeklik
olmakla birlikte AB'nin en önemli aktörü olan Almanya Başbakanının
söylemlerinin AB ülkeleri ve kurumları üzerinde çok büyük etkisi olduğu da
gözden kaçırılmamalıdır. Egemen Bağış, söyleminin devamında müzakere
başlıklarının açılması konusunda olası engelleme ve gecikmelere karşı
Türkiye'nin kendi reform sürecini kendi içinde yürütebileceği mesajını
Türkiye'nin "bin yılı aşan devlet geleneğine" ve "acemi olmayan devlet
niteliğine" vurgu yaparak ifade etmiştir. Dolayısıyla, anlatılmak istenen
Türkiye'nin AB'ye gerek duymadan da AB standartlarında reform hareketlerini
gerçekleştirebileceği olmuştur. Burada tehdit topos'u kullanılmıştır. Egemen
Bağış, Almanya'daki gelecek seçimler öncesi Almanya Başbakanı Angela
Merkel'in dış politikada Türkiye ile ilişkiler üzerinden Hıristiyan Demokrat
"Onlar duradursun, biz çok çalışacağız", Adalet ve Kalkınma Partisi Resmi İnternet Sitesi,
20.06.2013,
(Erişim)
http://www.akparti.org.tr/site/haberler/onlar-duradursun-biz-cokcalisacagiz/46191, 12 Temmuz 2013.
447
147
seçmen tabanına Türkiye'nin birliğe alınmasını istemediği mesajını vermeye
çalıştığını belirterek
aynı hatayı eski Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas
Sarkozy'nin de yaptığını, bu hatayı tekrarlamanın seçimleri kaybetmesine
neden olduğunu ve seçimlerde Türkiye üzerinden oy kazanma çabalarının
ters teptiği mesajını tehdit topos'uyla vermiştir. Egemen Bağış, söyleminin
son kısmında yük topos'uyla dış politikanın geleneksel ilkelerinden olan
"ahde vefa" ilkesine göndermede bulunarak Almanya'nın yalnızca hukuki
olarak değil bir uluslararası ilişkiler geleneğinin sonucu olarak da verdiği
yazılı ve sözlü taahhütleri yerine getirmek durumunda olduğunu belirtmiştir.
Egemen Bağış'ın Türkiye-AB ilişkilerinin hukuki mevzuatına vurgu yaparak
AB'nin üzerine düşenleri hem hukukun hem de "ahde vefa" ilkesi gereği
yapması gerektiğini açıkça ortaya koyması diplomatik olarak dikkate alınması
gereken bir eleştiridir.
İki hafta boyunca süren yoğun müzakerelerin ardından AB prensipte
22. faslı açmayı kabul ederken faslın açılmasını AB Komisyonu'nun Türkiye
için İlerleme Raporunu yayınlaması beklenen Ekim ayına ertelemiştir. 44825
Haziran 2013 tarihinde toplanan Genel İşler Konseyi (GİK), 22. faslın
(Bölgesel
Politikalar
ve
Yapısal
Araçların
Koordinasyonu)
açılması
konusunda mutabık kalmıştır. Fasla ilişkin HAK'ın, Komisyonun Türkiye için
İlerleme Raporunu sunacağı ve GİK’in AB’nin ortak tutum belgesini teyit
edeceği
toplantının
ardından
gerçekleştirileceği
belirtilmiştir. 449Almanya
Başbakanı Angela Merkel, müzakerelerin yeniden başlamasından dolayı
memnun olduğunu belirterek, ''Bu sonuç, Türkiye'ye önemli bir ortak
olduğunu ama protesto özgürlüğü, ifade hürriyeti, hukuk kuralları ile dini
özgürlüklerin her zaman geçerli olduğunu ve pazarlık konusu olamayacağını
göstermiştir'' ifadelerini kullanmıştır." 450Türk Dışişleri Bakanlığı tarafından
yapılan açıklamada karara olumlu yaklaşılırken "Katılım müzakerelerinde
Selçuk Gültaşlı, "AB ile 'yetmez ama evet' formülü", Zaman, 26.06.2013, (Erişim)
http://zaman.com.tr/dunya_ab-ile-yetmez-ama-evet-formu lu_2104235.ht ml, 12 Temmuz 2013.
449
Katılım müzakerelerinde mevcut durumla ilgili ayrıntılar için bkz. T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı
Resmi İnternet Sitesi, (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=65&l=1, 12 Temmuz 2013.
450
"Merkel'den Türkiye'ye: Özgürlükler müzakere konusu olamaz", BBC Türkçe, 27.06.2013, (Erişim)
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/06/130627_ merkel_turkey.shtml, 12 Temmuz 2013.
448
148
uzun süredir yaşanan durgunluk nedeniyle zor bir dönemden geçmekte olan
AB ile ilişkilerimiz açısından bu yetersiz ancak doğru yönde atılmış bir
adımdır" ifadesine yer verilmiştir. 451 Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu kararla
ilgili olarak şunları dile getirmiştir: "(…) Önemli olan Türk iye-AB ilişk ilerinin stratejik bir
perspek tifte devam etmesidir (…) 'Bölgesel Politik a ve Yapısal Araçların Koordinasyonu'
faslıyla ilgili bir erteleme söz k onusu değildir, Türk iye diğer fasılların açılmasıyla ilgili
çalışmalarını
da
sürdürecek tir
(…)"
Ahmet Davutoğlu, bu söyleminde dış
452
politikada devamlılık esasına vurgu yaparak Türkiye'nin AB müzakere
sürecinin hukuksal olarak akamete uğramasının söz konusu olmadığını
vurgulamıştır.
Ahmet Davutoğlu, müzakere faslının açılmasında ertelemenin
olmayacağını ifade ederek Ekim ayındaki olası olumsuz kararın önüne
geçmek istemiştir. Bu mesajın tehdit topos'u yerine diplomatik bir üslupla dile
getirilmesi önemlidir. Ayrıca sorumluluk topos'uyla Türkiye'nin üzerine düşen
sorumlulukları yerine getireceği mesajı verilmiştir.
Beril Dedeoğlu konuyla ilgili olarak köşesinde şunları yazmıştır: "(…)
AB'nin Türkiye yüzünden teamül geliştirdiğini söylemiştik. 22. başlıkla ilgili
gelişmeler de yeni bir örnek durumunda. Bir fasıl açılacağı zaman mutlaka
Hükümetler Arası Konferans'ın toplanması, buradan çıkan karara göre AB
ülkelerinin Ortak Tutum Belgesi üzerinde anlaşması gerekir. Bu belge aday
ülkeye yazılı olarak bildirilir ve mutlaka açılış tarihi de belirtilir. Ama bu sefer
böyle olmadı. Konu, Avrupa Konseyi'nin bir alt organı olan Genel İşler
Konseyi'nde ele alındı. AB bakanlarının aldığı karar ise, 22. başlığın açılması
yönünde görüş birliği olduğu yönünde. Ancak ne zamanı belli ne de karar
alma mekanizmasının dar koridorlarına ne zaman gireceği. Yani üye ülkeler
Ortak Tutum Belgesi hazırlanması yönünde ortak tutum almışlar. Buna da
"25 Haziran 2013, Türkiye ile Müzakere Sürecinde “Bölgesel Politikalar ve Yapısal Araçların
Koordinasyonu” Başlıklı 22. Faslın Açılması Hakkında" Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan resmi
açıklamanın tamamı için bkz. T.C. Dışişleri Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi, (Erişim)
http://www.mfa.gov.tr/no_-182_-25-haziran-2013_-turkiye-ile-muzakere-surecinde-_bolgeselpolitikalar-ve-yapisal-araclarin-koordinasyonu_-baslikli-22.t r.mfa, 12 Temmuz 2013.
452
"Hiçbir şekilde erteleme söz konusu değil", NTVMSNBC, 25.06.2013, (Erişim)
http://www.ntvmsnbc.com/id/25451125, 12 Temmuz 2013.
451
149
şükür. Ancak kabul etmek gerekir ki, 22. başlığın açılıp açılmadığı sorusunu
ortada bırakan bir durum söz konusu (…)" 453
Türkiye'nin AB üyelik sürecinde 2005 yılından itibaren yaşanan
anlaşmazlıklar
nedeniyle
müzakere
fasıllarının
açılmasında
sürekli
gecikmeler ve engellemeler yaşanırken AB, genişleme süreciyle ilgili çok
önemli kararlar almaktadır. Avrupa Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy,
Brüksel'deki AB zirvesinde, Sırbistan ile müzakerelerin en geç Ocak 2014'te
başlayacağını
bildirirken
Kosova
ile
AB
arasındaki
katılım
ortaklığı
görüşmelerine de en kısa zamanda başlanması kararlaştırılmıştır. 454 Asıl
önemli
gelişme
ise
Türkiye
ile
beraber 2005
yılında
AB'ye
üyelik
müzakerelerine başlayan Hırvatistan'ın 1 Temmuz 2013 itibariyle AB'nin 28.
üyesi olmasıdır. 455
C. 3 Ekim 2005 Müzakere Çerçeve Belgesi ve Ardından Duraklayan
Müzakere Süreci Söylem-Eylem Analizi
Türk dış politikası aktörlerinin 3 Ekim 2005 tarihinde Müzakere
Çerçeve Belgesi'nin imzalanmasıyla Annan Planı referandumu ve 16-17
Aralık 2004 Brüksel Zirvesi'nde müzakere tarihi alınmasıyla elde ettiği
psikolojik üstünlük ve özgüven son noktasına ulaşmıştır. Müzakere Çerçeve
Belgesi'nin imzalanmasıyla
Türkiye, 1959 yılında başladığı AT/AET/AB
sürecinde ilk defa tam üyeliğe bu kadar yaklaşmıştır. Müzakere sürecinin
başlamasıyla Türk dış politikası aktörlerinin eylemsel düzeyde sonuç almaları
bu tarihten sonraki söylemleri de etkilemiştir. Türk dış politikası aktörlerinin
Müzakere
Çerçeve
Belgesi'nin imzalanmasının ardından ilk söylemleri
beklentilerin aksine popülist olmamış Türk dış politikasında devamlılık esası,
diplomatik ve teknik sorunlar üzerinde yoğunlaşmıştır. Özellikle 1990'lı
Beril
Dedeoğlu,
"AB
ile
fasıl
açıldı
mı?",
Star,
28.06.2013,
(Erişim)
http://haber.stargazete.com/yazar/ab-ile-fasil-acildi-mi/yazi-766476, 12 Temmuz 2013.
454
"AB üyelik görüşmeleri için Sırbistan'a tarih verdi", BBC Türkçe, 28.06.2013, (Erişim)
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/06/130628_ab_sirbistan.shtml, 12 Temmuz 2013.
455
"Hırvatistan
AB'nin
28.
üyesi
oldu",
BBC
Türkçe,
01.07.2013,
(Erişim)
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/07/130701_hirvatistan_ab.shtml, 12 Temmuz 2013.
453
150
yıllardaki Türk dış politikası aktörlerinin söylemleri dikkate alındığında bu
süreçlerde eylemsel düzeyde çok önemli bir sonuç alınmasına rağmen
popülist bir dilden uzak durulması çok önemlidir. Müzakere sürecinin
başladığı ilk birkaç yıl Türk dış politikası aktörlerinin söylemleri sorumluluk
topos'u kullanılmak suretiyle hem Türkiye'nin hem de AB'nin karşılıklı
vurgu yapmaktadır. Bunun dışında Brüksel Zirvesi'nde
yükümlülüklerine
imzalanan
Ek
Protokol'ün halen TBMM'de
onaylanmamış
olması ise
deklarasyon politikasının tutarlılığını göstermektedir. 2006 yılında Kıbrıs
Eylem Planı ile Türkiye bir defa daha Kıbrıs sorununda çözüm isteyen taraf
olduğunu uluslararası camiaya gösterirken Rum tarafının tam üye olmanın da
getirdiği
zamanda
çözümsüzlük
isteği
su yüzüne çıkarılmıştır. Bu gelişme aynı
Türk dış politikası aktörlerinin adalet topos'unu daha fazla
kullanmalarının önünü açmıştır. Özelikle Kıbrıslı Türklerin tecridine, KKTC
üzerindeki
ambargoların
kaldırılmasına
yönelik
AB'nin
verdiği
sözleri
tutmaması rahatlıkla ön plana çıkarılırken AB'nin ve Kıbrıslı Rumların üzerine
düşen yükümlülükleri yerine getirmesi halinde Türkiye'nin Ek Protokol
hükümlerini uygulamaya geçireceği açıkça ortaya konmaktadır. AB'nin ve
Rumların
Kıbrıs
sorununda
çözüme
yanaşmamaları üzerine
Türk
dış
politikası aktörlerinin söylemleri son birkaç yıldır sorumluluk topos'u yerine
tehdit topos'unun kullanılmasıyla kendisini göstermektedir. Tehdit topos'u
kullanılarak öncelikle AB'nin Türkiye'nin müzakere sürecinde hukuki olmayan
ideolojik ve siyasi olan engellemeleri eleştirilmektedir. 2007 yılında Fransa
Cumhurbaşkanı olan Nicholas Sarkozy ve Almanya Başbakanı Angela
Merkel'in Türkiye'nin müzakere sürecini engellemeye veya geciktirmeye
yönelik söylem ve eylemeleri Türk dış politikası aktörlerinin söylemlerinde
tehdit, adalet ve yük topos'larını kullanmalarına zemin hazırlamaktadır.
Angela Merkel'in son söylemleri ve Hıristiyan Demokrat tabana Türkiye
karşıtlığı üzerinden ulaşma çabaları Türk dış politikası aktörlerini aynı söylem
tarzını kullanmaya itmektedir. Bu süreçte bazı popülist söylemelerle Türk
kamuoyuna mesajlar verilmişse de ağırlıklı olarak Türkiye'nin hukuki olarak
haklılığından yola
sorunların
sebebi
çıkılarak
olduğu
Türkiye'nin değil AB'nin ve
ısrarla
vurgulanmaktadır.
Son
Rum tarafının
yılarda
Türk
151
ekonomisinin olumlu gelişimi ve buna karşılık AB'nin Euro Bölgesinde
yaşanan ekonomik sorunlara Yunanistan'ın yaşadığı derin kriz eklenince
Türk
dış
politikası aktörlerinin söylemlerinde
kullandıkları
ve
"AB'ye
ihtiyacımız
kalmadı"
bu durumu koz olarak
şeklinde
tehdit
topos'u
kullandıkları göze çarpmaktadır. Sonuçta Türk dış politikası aktörlerinin
söylemleri ve eylemleri bu süreçte tutarlılık göstermektedir. Uluslararası
ilişkilerde özel bir önem atfedilen "ahde vefa" ilkesinin gereği olarak Türk dış
politikası aktörleri AB'nin Türkiye'ye yönelik uygulamalarına tutarlı bir söylem
ve eylem düzleminde karşılık vermektedirler.
IV. 2000'Lİ YILLARDA AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLER VE TÜRK DIŞ
POLİTİKASINDA
SÖYLEM
EYLEM
-
ANALİZİ
GENEL
DEĞERLENDİRME
Türkiye 2000'li yıllara önceki yıllardan kalmış olan ekonomik ve siyasi
sorunların tesiri altında girerken 2000 ve 2001 yıllarında arka arkaya yaşanan
ciddi iki ekonomik kriz ile yüzleşmek durumunda kalmıştır. 1999 Helsinki
Zirvesi'nde Türkiye'nin AB'ye tam üyelik için aday ülke statüsü elde etmesinin
ardından
2000'li
yılların başında
özellikle
KOB
ve
buna
uygun UP
hazırlanması, AB müktesebatıyla uyumlu yasal düzenlemelerin yapılması ve
bunun Türk kamuoyundaki tartışmaları öne çıkmıştır. 2001 ve 2002 yıllarında
DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti döneminde Anayasa ve yasaların AB
müktesebatına uyumlu hale getirilmesi amacıyla hızlı bir şekilde 3 uyum
paketi TBMM'den geçirilmiştir. Özellikle idam cezasının kaldırılması, anadilde
yayın ve eğitim hakkıyla ilgili düzenlemeler yapılması ve MGK'nın yapısının
değiştirilmesi gibi çok önemli adımlar atılmıştır. 3 Kasım 2002 genel
seçimlerinin ardından tek başına iktidar olan AKP hükümeti bu reform
sürecini
aksatmadan
sürdürmüş
ve
4
uyum paketi
daha
meclisten
geçirilmiştir. Ayrıca 2004 Anayasa değişiklikleriyle ölüm cezasının tamamen
kaldırılması, DGM'lerin kaldırılması ve uluslararası anlaşmaları iç hukukun
üstünde kabul eden Anayasanın 90. Maddesindeki yapılan değişiklikler AB
152
nezdinde çok olumlu karşılanmıştır. Tüm bu sayılan Anayasal ve yasal
reformlar
2000'li
yılların
başında
dış
politikada
devamlılık
esasıyla
sürdürülmüştür. Türk dış politikası aktörlerinin eylemsel düzeyde ortaya
koydukları bu çaba 2002 Kopenhag Zirvesi öncesinde AB tarafından çok
olumlu karşılanmış ve özellikle AKP iktidarıyla ilgili Avrupa ülkelerindeki
geçmişten gelen bazı olumsuz algıları ortadan kaldırmıştır. Eylemsel olarak
atılan bu adımların özgüveniyle Türk dış politikası aktörleri Kopenhag Zirvesi
öncesinde Avrupa ülkelerine kısa sürede çok yoğun ziyaretler düzenlemişler
ve Türkiye'nin reform çabalarını anlatmışlardır. Bu süreçte Türk dış politikası
aktörlerinin söylemlerinde sorumluluk ve yük topos'ları öne çıkarken, Kıbrıs
sorunu
çözüme
çözümsüzlüğü
kavuşmadan
Güney
derinleştireceği
Kıbrıs'ın
vurgulanmıştır.
AB
üyesi
yapılmasının
"KKTC
ile
entegrasyon"
söyleminin ise bilinçli olarak kullanılmaması dikkat çekmiştir. Zirve tarihi
yaklaştıkça Türk dış politikası aktörlerinin tehdit topos'u kullanarak popülist
bir dille AB'den vazgeçilebileceğine yönelik söylemleri ise kısa sürede terk
edilmiştir. Kopenhag Zirvesi'nde Türkiye ile katılım müzakerelerine başlamak
için şartlı bir tarih verilmesi Türk dış politikası aktörleri tarafından olumlu
karşılanmıştır. Bu kararı olumlamak için tarih, kültür ve din topos'larıyla
muğlak
söylemler geliştirilmiş ve 1990'lı yıllardaki Türk dış politikası
aktörlerinin söylemlerine benzer bir tarz ortaya çıkmıştır. Ancak 16-17 Aralık
2004 Brüksel Zirvesi sürecine girilmesiyle beraber Türk dış politikası
aktörlerinin söylemsel tutarlılığı ve söylem-eylem tutarlılığı ön plana çıkmaya
başlamıştır. Annan Planı referandumuyla AKP hükümetinin radikal Kıbrıs
politikası gündeme
gelmiştir.
Referandum
öncesi
referandumda
Türk
tarafının "evet" oyu vermesi için çaba sarf edilirken Rum tarafının AB üyesi
olmanın
özgüveniyle
hesaplanmıştır.
Bunun
çözümden
yana
neticesinde
olmayacağı
Türk
tarafı
doğru
Kıbrıs
bir
sorunu
şekilde
ortaya
çıktığından bu yana dünya kamuoyunda oluşan "çözümü istemeyen taraf"
algısını ortadan kaldırmıştır. Bu sürecin başlangıcında hükümetin Kıbrıs
politikasına karşı ülkedeki diğer dış politika aktörlerinin muhalefetine rağmen,
referandum yaklaştıkça Türk dış politikası aktörlerinin beraber hareket ettiği
izlenimini vermesi dikkat çekici olmuştur. "Son elli yılın en önemli dış politika
153
başarısı" olarak nitelenen bu gelişme popülist bir söylemle ortaya konulsa da
bu söylemin eylemsel karşılığı olmuştur. Türkiye, Kıbrıs sorunu ve bu
sorunun
doğrudan etkilediği
AB
sürecinde
psikolojik
üstünlüğü eline
geçirmiştir. Bu psikolojik üstünlük Türk dış politikası aktörlerinin 16-17 Aralık
2004 Brüksel Zirvesi öncesinde tehdit ve adalet topos'larını kullanmasına
olanak vermiştir. Türk dış politikası aktörlerindeki bu özgüven Brüksel
Zirvesi'nde Türkiye'ye müzakere tarihi verilmesiyle artmıştır. Türkiye, Ankara
Anlaşması'nı içinde Güney Kıbrıs'ın da olduğu 10 yeni üyeye genişletmeyi
kabul eden Ek Protokol'ü imzalarken yayınladığı deklarasyonla bu imzanın
Güney Kıbrıs'ı tanımak anlamına gelmediğini ortaya koymuştur. Gerçi AB'nin
karşı deklarasyonu bu deklarasyonu reddetse de Türk dış politikası aktörleri
söylem-eylem tutarlılığını sağlamışlardır. Bu söylem-eylem tutarlılığı tam
üyelik öncesi son aşama olan Müzakere Çerçeve Belgesi'nin imzalanmasının
ardından da devam etmiştir. Katılım müzakerelerinin başlamasıyla Türk dış
politikası aktörlerinin söylemlerinde ilk olarak sorumluluk topos'u ön plana
çıkmış, Türkiye'nin üzerine düşen yükümlülüklerin farkında olduğu ortaya
konmuştur. 2000'li yılların başında yapılan Anayasal ve yasal reformlar ve
Annan Planı sürecindeki çözüm yanlısı politika ile Türk dış politikası
aktörlerinde oluşan psikolojik avantaj söylemelere yansımış, eylemsel olarak
önce 16-17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi'nde müzakere tarihinin alınması,
ardından
katılım
müzakerelerine
başlanmasıyla
bu
psikolojik
avantaj
perçinlenmiştir. 2006 yılında Kıbrıs Eylem Planı'nı hazırlayarak Rumlara yeni
bir çözüm teklifiyle giden Türkiye, bu teklifin Rumlar tarafından geri
çevrilmesiyle Rum tarafı karşısındaki psikolojik üstünlüğünü bir defa daha
ortaya koymuştur. Bu gelişmeyle birlikte Türk dış politikası aktörlerinin 2006
yılından itibaren adalet ve tehdit topos'larını söylemlerinde daha rahat
kullandıkları ve sorumluluk topos'unu terk ettikleri görülmektedir. Neticede
Türk dış politikası aktörleri hukuki olarak Türkiye'nin müzakere başlıklarının
açılması konusunda önüne çıkarılan tüm siyasi ve ideolojik engellemelere
vurgu yaparak katılım müzakerelerinin diğer üye ülkelerle olduğu gibi hızlı bir
şekilde ilerlemesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Özellikle Annan Planı ile
birlikte başlayan Brüksel Zirvesi sürecinden itibaren hem kendi içinde
154
söylemsel tutarlılığı hem de söylem-eylem tutarlılığını büyük ölçüde sağlayan
Türk dış politikası aktörleri bu özgüvenle son dönemde AB'nin müzakere
başlıklarının açılmasına yönelik yeni geciktirme hamlelerine tehdit ve adalet
topos'larını kullanarak hem Türkiye'nin hukuken haklılığını hem de yeni
engellemelere
taviz
verilmeyeceğini
açıkça
ifade
etmektedirler.
SONUÇ
Bu çalışmada Türk dış politikası aktörlerinin söylemleri analiz edilerek
Türk dış politikasında Soğuk Savaş sonrası AB ile ilişkiler çerçevesinde
söylemsel
tutarlılık/tutarsızlık
ve
söylem-eylem
tutarlılığı/tutarsızlığı ortaya
konmaya çalışılmıştır. 1990'lı yıllar ve 2000'li yıllar şeklinde dönemsel bir
ayrıma gidilerek dönemsel bir eleştiri ve karşılaştırma da yapılmıştır. Ayrıca
söylem analizlerini yaptıkça iç politika-dış politika ilişkisinin de dış politika
çalışmalarında yadsınamaz bir unsur olduğu anlaşılmıştır.
İkinci bölümde yapılan eleştirel söylem analizlerinde Ruth Wodak’ın
söylemsel stratejilerinin yardımıyla yapılan eleştirel yorumlarda göze en çok
çarpan unsur dış politikanın Türk dış politikası aktörleri tarafından daha çok iç
politika malzemesi olarak kullanılması olmuştur. 1990’lı yıllarda Gümrük
Birliği süreci, Gündem 2000 Raporu ve Lüksemburg Zirvesi süreci ile Helsinki
Zirvesi sürecinde tehdit topos’u, tarih, kültür ve din topos’ları daha ağırlıklı
olarak kullanılarak eylemsel olarak karşılık bulmayan bir tutarsızlık ortaya
çıkmıştır. Bunun en somut örneği ise “ KKTC ile bütünleşme” söylemi
şeklinde tehdit topos’uyla ortaya konulan popülist (halk yardakçısı) söylem
tarzıdır. 1990’lı yıllarda Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi
istikrarsızlığa da üstü kapalı göndermede bulunularak istikrarsız yönetim
ortamında söylemlerin kendi içindeki tutarlılığın ve söylem-eylem tutarlılığının
sağlanamadığına vurgu yapılmıştır.
Söylem-eylem analizleri çerçevesinde 1990'lı yıllarla ilgili söylemeylem tutarsızlığına ilk önemli örnek "Gümrük Birliği kararının AB üyeliğini
getireceği" şeklindeki söylemin uygulamaya geçirilememesi olarak ortaya
çıkmıştır.
Türkiye, AB'ye
tam üyelik
elde
etmeden Gümrük
Birliği'ni
gerçekleştiren ilk ve tek ülke olmuştur. Söylem-eylem tutarsızlığına ikinci
önemli örnek Gündem 2000 Raporu ve Lüksemburg Zirvesi sürecinde
Türkiye'nin AB'nin genişleme sürecinin dışında bırakılmasının ardından Türk
dış politikası aktörlerinin tehdit topos'unu kullanarak "Türkiye'nin AB'den
156
vazgeçebileceğini" ortaya koymaları olmuştur. İkili ilişkiler bir süre soğusa da
Türkiye'nin
AB'ye
üyelik
sürecinden
vazgeçmesinin mümkün olmadığı
anlaşılmıştır. Bu süreçlerde hem Türk dış politikası aktörleri hem de
kamuoyunun
konuya
yaklaşımını
Ahmet
Davutoğlu'nun
"diplomatik
esneklikten ve ekonomik rasyonaliteden uzak bir duygusallık" şeklindeki
tanımlaması oldukça iyi ifade etmektedir. 1990'lı yıllardaki söylem-eylem
tutarsızlığı için üçüncü örnek ise Helsinki Zirvesi sürecinde Güney Kıbrıs'ın
Kıbrıs sorununun çözümüne gerek kalmadan AB'ye tam üyeliğinin Türkiye'nin
AB'ye tam üyelik için aday ülke ilan edilmesi karşılığında gerçekleşmesi ve
Türk kamuoyundaki eleştirileri etkisiz kılmak için tehdit topos'uyla "KKTC ile
bütünleşme" söyleminin tekrar ortaya atılması olmuştur. Türkiye, ne KKTC ile
bütünleşmiş ne de Güney Kıbrıs'ın Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında AB'ye tam
üyeliğini önleyebilmiştir.
Üçüncü bölümde 2000’li yıllarla beraber günümüze kadar Türkiye-AB
ilişkilerinde Türk dış politikası aktörlerinin söylemleri eleştirel olarak analiz
edilirken göze en çok çarpan unsur ise söylem-eylem tutarlılığının 1990’lı
yıllarla kıyaslandığında büyük ölçüde sağlanmış olmasıdır. Bu dönemdeki
örnek olaylar Kopenhag Zirvesi süreci, 16-17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi
süreci ve 3 Ekim 2005 Müzakere Çerçeve Belgesi ve Duraklayan Müzakere
süreci şeklinde alınmıştır. Bu dönemdeki söylem analizlerinde de 1990’lı
yıllardaki Türkiye-AB ilişkilerinde Türk dış politikası aktörlerinin söylemsel
tutarsızlıklarını
ortaya
çıkaran
bazı
popülist
ve
muğlak
söylemlere
rastlanmıştır. Özellikle dış politika söylemlerinin iç politika malzemesi olarak
kullanılması şeklinde tezahür eden bu söylem tarzı bu dönemde seyrek
olarak göze çarparken özelikle Annan Planı referandumuyla beraber Kıbrıs
sorununda
Türk
tarafının
uluslararası
toplumun
nazarındaki
“çözümü
istemeyen taraf” imajını yıkmasıyla adalet ve sorumluluk topos’larının ön
plana çıktığı görülmüştür.
Türk
dış
politikası
aktörleri
eylemsel
düzeyde
Annan
Planı
referandumu, 16-17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi’nde müzakere tarihinin
alınması ve 3 Ekim 2005'te Müzakere Çerçeve Belgesi’nin imzalanması gibi
157
dış politika kazanımlarıyla ve psikolojik üstünlükle söylemsel tutarlılıklarını ve
söylem-eylem tutarlılıklarını ortaya koymuşladır. Türkiye'nin Ek Protokol'ü
imzalamasının ardından yayınladığı deklarasyona bağlı kalması ve Ek
Protokol'ü iç hukukunda halen onaylamaması Türkiye'nin Kıbrıs sorunuyla
ilgili AB'nin Kıbrıs'taki izolasyonların kaldırılacağına dair verdiği sözlerini
yerine
getirmesi
şartına
bağlanmıştır.
Bu
tutarlılık
1990’lı
yıllarla
karılaştırıldığında önemli bir farktır. Son dönem Türkiye-AB ilişkilerinde
yaşanan tıkanıklıkta Türk dış politikası aktörlerinin bu psikolojik üstünlükten
kaynaklanan adalet ve tehdit topos’larını ısrarla söylemlerinde kullanmaları
söylemsel
tutarlılığı
sağlamaktadır.
Neticede
"ahde
vefa"
ilkesine
göndermede bulunularak ortaya konan söylemler Türkiye'nin AB ile yürüttüğü
tam üyelik müzakere sürecindeki hukuki haklılığına vurgu yapmaktadır.
Tabi,
Türkiye-AB
ilişkilerinde
yaşanan
siyasi
krizlerin
nasıl
çözümleneceği konusu bu tezin kapsamına dâhil değildir. Türkiye’nin AB’ye
tam üyelik müzakere sürecinin oldukça yavaşlaması dış politik olarak
olumsuz bir durumu yansıtmaktadır; bu da bir gerçektir. Bu tez, söylemeylem tutarlılığı veya tutarsızlığının nedenlerini ayrıntılı olarak incelemek
amaçlı olmadığından bunu yorumlamak
biraz da
bu tezi okuyanlara
düşmektedir. Neticede, post-modernizmde/post-yapısalcılıkta okur merkezli
bir anlayış kabul edilmektedir.
158
KAYNAKÇA
KİTAPLAR
ARENDT, Hannah; İnsanlık Durumu-The Human Condition, çev. Bahadır
Sina Şener, İstanbul, İletişim Yayınları, 1994.
ARI, Tayyar; Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, 7. baskı, Bursa, MKM
Yayıncılık, 2008.
AYDOĞAN, Metin; Avrupa Birliğinin Neresindeyiz: Tanzimat'tan Gümrük
Birliğine, 16. baskı, İzmir, Umay Yayınları, 2005.
BELSEY, Catherine; Postyapısalcılık, çev. Nursu Örge, Ankara, Dost
Kitabevi, 2013.
BİLEN, Osman; Çağdaş Yorumbilim Kuramları: Romantik, Felsefi,
Eleştirel Hermeneutik, Ankara, Kitabiyat, 2002.
BİLGE, A. Suat; Milletlerarası Politika, Ankara, Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi Yayınları No: 207-189, 1966.
BİRAND, Mehmet Ali; Türkiye'nin Büyük Avrupa Kavgası: 1959-2004, 11.
baskı, İstanbul, Doğan Kitapçılık, 2005.
BROWN, Alison Leigh; On Foucault: A Critical Introduction, USA,
Wadsworth, 2000.
ÇALIŞ, Şaban H.; Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri: Kimlik Arayışı, Politik
Aktörler ve Değişimi, Ankara, Nobel, 2001.
Collins Cobuild English Dictionary for Advanced Learners, 3. Baskı,
Glasgow, Harper Collins Publishers, 2001.
DAĞ, Ahmet Emin; Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Sözlüğü: İngilizceFransızca-Türkçe, 3. baskı, İstanbul, Ağaç Kitabevi Yayınları, 2009.
159
DAVUTOĞLU,
Ahmet;
Stratejik
Derinlik:
Türkiye'nin
Uluslararası
Konumu, 72. baskı, İstanbul, Küre Yayınları, 2011.
DELLALOĞLU, Besim F.; Frankfurt Okulu'nda Sanat ve Toplum, İstanbul,
Bağlam Yayıncılık, 1995.
ERHAN, Çağrı; Türk Dış Politikasının Güncel Sorunları, Ankara, İmaj
Yayınevi, 2010.
FAIRCLOUGH, Norman; Critical Discourse Analysis: The Critical Study
of Language, London, New York, Longman, 1995.
FOUCAULT, Michel; Bilginin Arkeolojisi, çev. Veli Urhan, İstanbul, Ayrıntı
Yayınları, 2011.
FULLER, Graham E.; İslamsız Dünya, çev. Hasan Kaya, İstanbul, Profil
Yayıncılık, 2010.
GEORGAKOPOULOU,
Alexandra,
GOUTSOS,
Dionysis;
Discourse
Analysis: An Introduction, Edinburgh, Edinburgh University Press, 1997.
GOLDSTEIN, Joshua S.; International Relations, 4. Baskı, USA, Longman,
2001.
GÖKA, Erol; TOPÇUOĞLU, Abdullah; AKTAY, Yasin; Önce Söz Vardı:
Yorumsamacılık Üzerine Bir Deneme, 2. baskı, Ankara, Vadi Yayınları,
1999.
GÖNLÜBOL, Mehmet; Uluslararası Politika: İlkeler-Kavramlar-Kurumlar,
Ankara, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No: 420,
1978.
GÖZEN, Ramazan; İmparatorluktan Küresel Aktörlüğe: Türkiye'nin Dış
Politikası, Ankara, Palme Yayıncılık, 2009.
160
GRIFFITHS, Martin, ROACH, Steven C., SOLOMON, M. Scott; Fifty Key
Thinkers
In
International Relations, 2. Baskı, London&New York,
Routledge, 2009.
GÜNUĞUR, Haluk; Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri, Ankara, EKO Avrupa
Ekonomik Danışma Merkezi Yayını, 2008.
HOLSTI, K. J.; International Politics: A Framework For Analysis, 7. baskı,
USA, Prentice Hall International Edition, 1995.
JORGENSEN, Marianne, PHİLLİPS, Louise J.;Discourse Analysis as
Theory and Method, London, Thousand Oaks, New Delhi, SAGE, 2002.
KAHRAMAN, Hasan Bülent; Postmodernite ile Modernite Arasında
Türkiye: 1980 Sonrası Zihinsel, Toplumsal, Siyasal Dönüşüm, İstanbul,
Everest Yayınları, 2002.
KEPENEK, Yakup, YENTÜRK, Nurhan; Türkiye Ekonomisi, 18. Baskı,
İstanbul, Remzi Kitabevi, 2005.
LARSEN, Henrik; Foreign Policy and Discourse Analysis: France, Britain
and Europe, London, New York, Routledge, 1997.
MACDONELL, Diane; Theories of Discourse An Introduction, UK, Basil
Blackwell, 1986.
MERQUIOR, J. G.; Foucault, çev. Nurettin Elhüseyni, İstanbul, Afa
Yayınları, 1986.
NYE, Joseph S.,Jr.; WELCH, David A.; Küresel Çatışmayı ve İşbirliğini
Anlamak, çev. Renan Akman, 2. Baskı, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, 2011.
PALTRIDGE, Brian; Discourse Analysis, London, Continuum, 2008.
PAZARCI, Hüseyin; Uluslararası Hukuk, 9. baskı, Ankara, Turhan Kitabevi,
2010.
161
ROSENAU, Pauline Marie; Post Modernizm ve Toplum Bilimleri: İçebakışlar, İçeri-dalışlar, İçe-saldırılar, çev. Tuncay Birkan, 2. baskı, Ankara,
Bilim ve Sanat Yayınları, 2004.
SANDIKLI, Atilla; Türkiye'nin
Dış
Politikasında
Avrupa Birliği ve
Alternatifleri, İstanbul, Harp Akademileri Basım Evi, 2001.
SARUP, Madan; Post-Yapısalcılık ve Postmodernizm, çev. A. Baki Güçlü,
Ankara, Ark Yayınevi, 1995.
SÖZEN, Edibe; Söylem: Belirsizlik, Mübadele, Bilgi/Güç ve Refleksivite,
İstanbul, Paradigma, 1999.
TANÖR, Bülent; YÜZBAŞIOĞLU, Necmi; 1982 Anayasasına Göre: Türk
Anayasa Hukuku (2004 Anayasa Değişikliklerine Göre), 6. baskı, İstanbul,
Beta, 2004.
TAŞDELEN, Vefa; Hermeneutiğin Evrimi: Kesitler, Ankara, Hece Yayınları,
2008.
T.C. Başbakanlık Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Türkiye'de Siyasi
Reform: Uyum Paketleri ve Güncel Gelişmeler, Ankara, 2007.
TÜRKÖNE, Mümtaz'er; Siyaset, Genişletilmiş ve Gözden geçirilmiş Yeni
Baskı, İstanbul, Etkileşim Yayınları, 2012.
URHAN, Veli; Michel Foucault ve Arkeolojik Çözümleme, İstanbul,
Paradigma, 2000.
VIOTTI, Paul R., KAUPPI, Mark V.; International Relations Theory:
Realism, Pluralism, Globalism and Beyond, 3. Baskı, USA, Allyn and
Bacon, 1999.
MAKALELER
AKÇAY, Belgin; "Avrupa Birliği'nin Ekonomik Kriterleri ve Türkiye", Maliye
Dergisi, Sayı 155, Temmuz-Aralık, 2008, s. 11-38.
162
ALPKAYA, Gökçen; "İnsan Hakları Konusu", Ed. ORAN, Baskın, Türk Dış
Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar,
II.cilt, 8. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2005, s. 524-539.
ARSAVA, Ayşe Füsun; "AB ile İlişkiler", Ed. ÇAKMAK, Haydar; Türk Dış
Politikası:1919-2008, Ankara, Barış Platin Yayınları, 2008, s. 846-856.
AYDEMİR, Özgür Kasım; "Bir Siyasetnamede Dil İle İktidar İlişkisi: Gencine-i
Adalet’te Özne Üzerine İktidar Felsefesi Bakımından Söylem Çözümlemesi",
ZfWT, cilt 3, sayı 2, 2011, s. 147-161.
AYDIN, İbrahim Hakkı; "Bir Felsefi Metafor 'Yolda Olmak'", Dinbilimleri
Akademik Araştırma Dergisi, cilt 6, sayı 4, 2006, s. 9-22.
AYKAN, Mahmut Bali; "Türkiye'nin Dış Politika Anlayışı", Ed. ÇAKMAK,
Haydar; Türk Dış Politikası:1919-2008, Ankara, Barış Platin Yayınları, 2008,
s. 31-38.
BALCI, Ali; "1990 Sonrası Türk Dış Politikası Üzerine Bazı Notlar: Avrupa
Birliği ve Kıbrıs Örneği", YENİGÜN, Cüneyt, EFEGİL, Ertan; Türkiye'nin
Değişen Dış Politikası, Ankara, Nobel, 2010, s. 87-99.
BAUMANN,
Rainer;
"The
Transformation
of
German
Multilateralism.
Changes in the Foreign-Policy Discourse since Unification", German Politics
and Society, cilt 20, sayı 4, Kış, 2002, s.1-31.
BAYKAL, Sanem, ARAT, Tuğrul; "AB'yle İlişkiler", Ed. ORAN, Baskın, Türk
Dış
Politikası:
Kurtuluş
Savaşından
Bugüne
Olgular,
Belgeler,
Yorumlar, II.cilt, 8. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2005, s. 326-365.
BAYKAL, Sanem, ARAT, Tuğrul; "AB'yle İlişkiler", Ed. ORAN, Baskın; Türk
Dış
Politikası:
Kurtuluş
Savaşı'ndan
Bugüne
Olgular, Belgeler,
Yorumlar, III.cilt, İstanbul, İletişim Yayınları, 2013, s. 337-400.
163
BAYKAL, Sanem; "Akdeniz İçin Birlik" kutusu, Ed. ORAN, Baskın; Türk Dış
Politikası: Kurtuluş Savaşı'ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar,
III.cilt, İstanbul, İletişim Yayınları, 2013, s. 374.
BAYKAL, Sanem; "Ek Protokol Deklarasyonları" kutusu, Ed. ORAN, Baskın;
Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşı'ndan Bugüne Olgular, Belgeler,
Yorumlar, III.cilt, İstanbul, İletişim Yayınları, 2013, s. 361-362.
BAYKAL, Sanem; "Kopenhag Kriterleri" kutusu, Ed. ORAN, Baskın, Türk Dış
Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar,
II.cilt, 8. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2005, s. 332.
BAYKAL, Sanem; "Maastricht Antlaşması" kutusu, Ed. ORAN, Baskın, Türk
Dış
Politikası:
Kurtuluş
Savaşından
Bugüne
Olgular,
Belgeler,
Yorumlar, II.cilt, 8. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2005, s. 330.
BAYKAL, Sanem; "Siyasi Kriterler Bakımından Katılım Ortaklığı Belgesi
(KOB) Ulusal Program (UP) Karşılaştırması" kutusu, Ed. ORAN, Baskın, Türk
Dış
Politikası:
Kurtuluş
Savaşından
Bugüne
Olgular,
Belgeler,
Yorumlar, II.cilt, 8. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2005, s. 363.
BLOMMAERT, Jan, BULCAEN. Chris; "Critical Discourse Analysis",Annual
Review Of Anthropology, cilt 29, 2000, s. 447-466.
ÇAKIR, Hamza; "Tezkere Dönemi ve Sonrası Türk-ABD İlişkilerinin Medyada
Temsili", Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı 21, 2006/2, s.153-172.
ÇAKMAK, Cenap; "Giriş: Neden Dış Politika; Neden Amerikan Dış Politikası",
ÇAKMAK, Cenap; DİNÇ, Cengiz; ÖZTÜRK, Ahmet;
Yakın Dönem
Amerikan Dış Politikası: Teori ve Pratik, Ankara, Nobel, 2011, s. 1-13.
ÇAKMAK, Haydar; "Avrupa Birliği ile İlişkiler", Ed. ÇAKMAK, Haydar; Türk
Dış Politikası:1919-2008, Ankara, Barış Platin Yayınları, 2008, s. 976-994.
ÇOBAN, Barış; "Söylem, İdeoloji ve Eylem: İktidar ve Muhalefet Arasındaki
Mücadeleyi Çözümleme Denemesi",
ÇOBAN, Barış, ÖZARSLAN, Zeynep;
164
Söylem ve İdeoloji: Mitoloji, Din, İdeoloji, İstanbul, Su Yayınları, 2003, s.
245-284.
DEDEOĞLU, Beril; "Değişen Uluslararası Sistemde Türkiye-ABD İlişkilerinin
Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerine Etkileri", Ed. SÖNMEZOĞLU, Faruk; Türk
Dış Politikasının Analizi, 3. baskı, İstanbul, Der Yayınları, 2004, s. 405-438.
DESCOMBES, Vincent; "The Interpretative Text", Ed. SILVERMAN, Hugh J.;
Gadamer and Hermeneutics, New York, London, Routledge, 1991, s. 247268.
DEVETAK, Richard; "Post-yapısalcılık", çev. Ali Aslan, BURCHILL, Scott vd.;
Uluslararası İlişkiler Teorileri, çev.
Ali Aslan, Muhammed Ali Ağcan,
İstanbul, Küre Yayınları, 2012, s. 243-278.
DOĞAN, Nejat; "Bu Dönem Hükümetlerinin Dış Politika Anlayışları", Ed.
ÇAKMAK, Haydar; Türk Dış Politikası:1919-2008, Ankara, Barış Platin
Yayınları, 2008, s. 745-757.
DÜZGİT, Senem Aydın; "Avrupa Birliği-Türkiye İlişkilerine Postyapısalcı
Yaklaşım: Almanya Örneğinde Dış Politika ve Söylem Analizi", Uluslararası
İlişkiler, cilt 8, sayı 29, Bahar, 2011, s. 49-70.
ERHAN, Çağrı, ARAT, Tuğrul; "AET'yle İlişkiler", Ed. ORAN, Baskın; Türk
Dış
Politikası:
Kurtuluş
Savaşı'ndan
Bugüne
Olgular, Belgeler,
Yorumlar, I.cilt, 11. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2005, s. 808-853.
ERHAN, Çağrı, ARAT, Tuğrul; "AT'yle İlişkiler", Ed. ORAN, Baskın, Türk Dış
Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, II.
cilt, 8. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2005, s. 83-101.
EMEKLİER,
Bilgehan;
"Uluslararası
İlişkiler
Disiplininde
Epistemolojik
Paradigma Tartışmaları: Post-pozitivist Kuramlar", Bilge Strateji, cilt 3, sayı
4, Bahar, 2011, s. 143-192.
165
EVRE, Bülent; "Geç Modern veya Postmodern Bağlamda Değişen Siyasetin
Yeni Biçim(ler)i", Lefke Avrupa Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, cilt 2,
sayı 1, Haziran, 2011, s. 65-75.
FAIRCLOUGH, Norman, GRAHAM, Phil; "Eleştirel Söylem Çözümlemecisi
Olarak Marx: Eleştirel Yöntemin Yaratılışı ve Küresel Sermayenin Eleştirisi ile
Bağlantısı", ÇOBAN, Barış, ÖZARSLAN, Zeynep; Söylem ve İdeoloji:
Mitoloji, Din, İdeoloji, İstanbul, Su Yayınları, 2003, s. 185-244.
FIRAT, Melek; "Yunanistan'la İlişkiler", Ed. ORAN, Baskın, Türk Dış
Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar,
II.cilt, 8. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2005, s. 440-480.
FOURNIER, Philippe; "Michel Foucault's Considerable Sway on International
Relations Theory", Bridges: Conversations in Global Politics, cilt 1, sayı
1, 2012, s. 16-43.
GÜRSEL, Seyfettin; "İç Ortam ve Dinamikler: Ekonomi", Ed. ORAN, Baskın;
Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşı'ndan Bugüne Olgular, Belgeler,
Yorumlar, III.cilt, İstanbul, İletişim Yayınları, 2013, s. 52-70.
İBİŞ, Fatih; "Hermenötik ve Yapısöküm Kuramına Genel Bir Bakış", Toplum
Bilimleri Dergisi, cilt 6, sayı 11, Ocak, 2012, s. 31-40.
JOHANNESSON, Ingolfur Asgeir; "The Politics of Historical Discourse
Analysis: A Qualitative Research Method?",Discourse: Studies in the
Cultural Politics of Education, cilt 31, sayı 2, Mayıs, 2010, s.251-264.
KARACASULU, Nilüfer; "Dış Politika Nedir?", Ed. ÇAKMAK, Haydar; Türk
Dış Politikası:1919-2008, Ankara, Barış Platin Yayınları, 2008, s. 11-22.
KARADUMAN, Sibel, BATU, N. Mert; "Televizyon Haberlerinde Terörizm
Olgusunun
TRT'nin
Haber Söylemi
Bağlamında
İncelenmesi", Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı 25, 2011, s.359-374.
166
KASIM,
Kamer;
"Kıbrıs
Sorunu",
Ed.
ÇAKMAK,
Haydar; Türk
Dış
Politikası:1919-2008, Ankara, Barış Platin Yayınları, 2008, s. 1017-1023.
KESKİN, Ferda; "Michel Foucault", FOUCAULT, Michel; Özne ve İktidar,
çev. Işık Ergüden, Osman Akınhay, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2000, s. 7-10.
KOCAMAN, Ahmet; "Dilbilim Söylemi", Ed. KOCAMAN, Ahmet; Söylem
Üzerine, Ankara, Hitit Yayınevi, 1996, s. 1-16.
LUKE, Allan; "Beyond Science and Ideology Critique: Developments in
Critical Discourse Analysis", Annual Review of Applied Linguistics, cilt 22,
Mart, 2002, s. 96-110.
MILLS, Sara; "Discourse and Ideology", çev. Zeynep Özarslan, ÇOBAN,
Barış, ÖZARSLAN, Zeynep; Söylem ve İdeoloji: Mitoloji, Din, İdeoloji,
İstanbul, Su Yayınları, 2003, s. 113-130.
ODACIOĞLU, Selcen Düzgün; "Metinsel Analiz", Sosyoloji Notları, sayı
Ocak, Şubat, Mart:4; Nisan, Mayıs, Haziran:5, Ankara, 2008, s. 58-65.
ORAN, Baskın; "Devletin İç ve Dış Göreli Özerkliği" kutusu, Ed. ORAN,
Baskın; Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşı'ndan Bugüne Olgular,
Belgeler, Yorumlar, I.cilt, 11. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2005, s. 40.
ORHAN, Oytun; "Gezi Parkı Olaylarını Ortadoğu'da Kim, Nasıl Algıladı?",
Ortadoğu Analiz, cilt 5, sayı 55, Temmuz, 2013, s. 16-22.
ÖZDEMİR, Cevdet; "Kimlik ve Söylem", Osmangazi Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, sayı 2, 2001, s. 107-122.
ÖZER, Yonca; "Kıbrıs Meselesinin Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerindeki Rolü",
YENİGÜN, Cüneyt, EFEGİL, Ertan; Türkiye'nin Değişen Dış Politikası,
Ankara, Nobel, 2010, s. 557-576.
ÖZERSAY, Kudret; "Kıbrıs Konusu", Ed. ORAN, Baskın; Türk Dış Politikası:
Kurtuluş
Savaşı'ndan
Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, III.cilt,
İstanbul, İletişim Yayınları, 2013, s. 632-689.
167
ÖZERSAY, Kudret; "Konfederasyon" kutusu, Ed. ORAN, Baskın; Türk Dış
Politikası: Kurtuluş Savaşı'ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar,
III.cilt, İstanbul, İletişim Yayınları, 2013, s. 637.
ÖZERSAY, Kudret; "Belçika Modeli" kutusu, Ed. ORAN, Baskın; Türk Dış
Politikası: Kurtuluş Savaşı'ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar,
III.cilt, İstanbul, İletişim Yayınları, 2013, s. 636.
ÖZGÖKER, Uğur; "Türk Dış Politikasının Kilit Konusu: Kıbrıs Sorunu",
YENİGÜN, Cüneyt, EFEGİL, Ertan; Türkiye'nin Değişen Dış Politikası,
Ankara, Nobel, 2010, s. 577-600.
ÖZİPEK, B. Berat; "Adalet ve Kalkınma Partisi (Ak Parti) Dönemi İç ve Dış
Politika
(2002-…)",ÇAYLAK, Adem vd.; Osmanlı'dan
İkibinli Yıllara
Türkiye'nin Politik Tarihi: İç ve Dış Politika, 2. Baskı, Ankara, Savaş
Yayınevi, 2010, s. 669-690.
PHILLIPS, Nelson; LAWRENCE, Thomas B.; HARDY. Cynthia; "Discourse
and Institutions", Academy of Management Review, cilt 29, sayı 4, 2004, s.
635-652.
POWELL, Pegeen Reichert; "Critical Discourse Analysis and Composition
Studies: A Study of Presidential Discourse and Campus Discord", College
Composition and Communication, cilt 55, sayı 3, Şubat, 2004, s. 439-469.
PURVIS, Trevor; HUNT, Alan; "Discourse, ideology, discourse, ideology,
discourse, ideology...", The British Journal of Sociology, cilt 44, sayı 3,
Eylül, 1993, s. 473-499.
RAYMOND, Emilie; GRENIER, Amanda; "Participation in Policy Discourse:
New Form of Exclusion for Seniors with Disabilities?", Canadian Journal on
Aging, cilt 32, sayı 2, Haziran, 2013, s. 117-129.
SANCAR, Mithat, AKGÖNÜL, Samim; "İnsan Hakları Konusu", Ed. ORAN,
Baskın; Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşı'ndan Bugüne Olgular,
Belgeler, Yorumlar, III.cilt, İstanbul, İletişim Yayınları, 2013, s. 709-787.
168
SANDIKLI, Atilla; "Yeni Kıbrıs Stratejisi 'Tanınma'", Ed. ÇOMAK, Hasret; 21.
Yüzyılda Çağdaş Türk Dış Politikası ve Diplomasisi, Kocaeli, Umuttepe
Yayınları, 2010, s. 261-274.
SAYILAN, Fevziye; "Yetişkin Okuma Yazma Öğretimi Ve Temel Eğitim
Programı Ve Ders Kitapları: Eleştirel Söylem Analizi", Eğitim Bilim Toplum
Dergisi, cilt 7, sayı 26, Bahar, 2009, s. 39-68.
TÜZEN, Hasan; "Postmodernizm Mitosu", SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi
Sosyal Bilimler Dergisi, sayı 17, Mayıs, 2008, s.145-158.
UZGEL, İlhan; "Abdullah Öcalan'ın Yakalanması" kutusu, Ed. ORAN, Baskın,
Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler,
Yorumlar, II.cilt, 8. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2005, s. 296.
VAN DIJK, Teun A.; "Critical Discourse Analysis", SCHIFFRIN, Deborah,
TANNEN, Deborah, HAMILTON, Heidi E.; The Handbook of Discourse
Analysis, USA, UK, Blackwell Publishers, 2001, s. 352-371.
VAN DIJK, Teun; "Söylem ve İdeoloji Çokalanlı Bir Yaklaşım", çev. Nurcan
Ateş, ÇOBAN, Barış, ÖZARSLAN, Zeynep; Söylem ve İdeoloji: Mitoloji,
Din, İdeoloji, İstanbul, Su Yayınları, 2003, s. 13-112.
VAN DIJK, Teun A.; "Discourse Analysis: Its Development and Application to
the Structure of News", Journal of Communication, cilt 33, sayı 2, Bahar,
1983, s. 20-43.
VARDAR, Deniz; "Türkiye Avrupa Topluluğu/Avrupa Birliği İlişkileri", Ed.
SÖNMEZOĞLU, Faruk; Türk Dış Politikasının Analizi, 3. baskı, İstanbul,
Der Yayınları, 2004, s.439-452.
WILSON, John; "Political Discourse", SCHIFFRIN, Deborah; TANNEN,
Deborah; HAMILTON, Heidi E.;The Handbook of
USA, UK, Blackwell Publishers, 2001, s. 398-415.
Discourse Analysis,
169
WILSON, John; "Politik Söylem", çev. Zeynep Özarslan, ÇOBAN, Barış,
ÖZARSLAN, Zeynep; Söylem ve İdeoloji: Mitoloji, Din, İdeoloji, İstanbul,
Su Yayınları, 2003, s. 131-154.
WODAK,
Ruth; "The
Discourse-Historical Approach", WODAK, Ruth,
MEYER, Michael; Methods of Critical Discourse Analysis, London,
Thousand Oaks, New Delhi, SAGE, 2001, s. 63-94.
WODAK, Ruth; "What CDA Is About-A Summary of Its History, Important
Concepts
and
Its
Developments", WODAK, Ruth; MEYER, Michael;
Methods of Critical Discourse Analysis, London, Thousand Oaks, New
Delhi, Sage Publications, 2004, s. 1-13.
TEZLER
AKAN, Aysun; "Press Discourse in Turkey as an Agent of Discrimination
Towards the Non-Muslims: A Critical Analysis of the Press Coverage of the
1934 Thrace Events, 1942 Wealth Tax and 6/7 September 1955 Riots", Orta
Doğu Teknik Üniversitesi, Doktora Tezi, Ankara, 2009.
DEMİR,
Zerrin; "Bir Dini
Söylem Analizi
(Psikolojik
Bir Yaklaşım)",
Cumhuriyet Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, Sivas, 2008.
GÜRPINAR, Bulut; "Türkiye'de Milli Güvenlik Söyleminin Dış Politikada
İşlevselleşmesi: Hükümet Programları, TBMM Tutanakları ve MGK Basın
Bildirileri'nde 'Söylem'in Analizi (1982-2003)", İstanbul Üniversitesi, Doktora
Tezi, İstanbul, 2010.
KOTLU, Emine; "Yapısalcı ve Post-Yapısalcı Sosyal Teoride Dil (Sosyal
Teoride Bir Model Olarak Dil)", Adnan Menderes Üniversitesi, Yüksek Lisans
Tezi, Aydın, 2007.
MUMCU,
Pınar;
"Türkmen
Atasözlerinde
Ad
Aktarmaları ve
Aktarmaları", İnönü Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, Malatya, 2008.
Deyim
170
RESMİ WEB KAYNAKLARI
T.C.
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki
ye_Ilerleme_Rap_1998.pdf, 24 Mart 2013.
T.C.
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki
ye_Ilerleme_Rap_1999.pdf, 24 Mart 2013.
T.C.
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/032
a0008.htm, 22 Mart 2013.
T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi, (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/Kob/Turkiye_Kat_Ort_
Belg_2003.pdf , 10 Nisan 2013.
T.C.
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=196&l=1, 10 Nisan 2013.
T.C.
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/738
42.pdf, 7 Nisan 2013.
T.C.
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=45629&l=1, 18 Mart 2013.
T.C.
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=272&l=1, 18 Mart 2013.
T.C.
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=271&l=1, 18 Mart 2013.
(Erişim)
171
T.C.
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=46234&l=1, 19 Mart 2013.
T.C.
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/543
15.pdf, 24 Mart 2013.
T.C.
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/ACF
A4C.htm, 24 Mart 2013.
T.C.
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=46226&l=1, 6 Nisan 2013.
T.C.
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/Kob/Turkiye_Kat_Ort_
Belg_2001.pdf, 6 Nisan 2013.
T.C.
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=46225&l=1, 6 Nisan 2013.
T.C.
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=195&l=1 , 6 Nisan 2013.
T.C.
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=65&l=1, 12 Temmuz 2013.
T.C.
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=6&l=1, 10 Temmuz 2013.
T.C.
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/Kob/Turkiye_Kat_Ort_
Belg_2006.pdf, 10 Temmuz 2013.
T.C.
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=123&l=1, 10 Temmuz 2013.
(Erişim)
172
T.C.
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=65&l=1, 10 Temmuz 2013.
T.C.
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=38&l=1, 10 Temmuz 2013.
T.C.
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=37&l=1, 10 Temmuz 2013.
T.C.
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/MuzakereCercevesi/M
uzakere_Cercevesi_2005.pdf, 10 Temmuz 2013.
T.C.
Avrupa
Birliği
bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=45630&l=1, 15 Eylül 2013.
T.C. 47. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi,
(Erişim) http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 17 Eylül 2013.
T.C. 49. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi,
(Erişim) http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 16 Mart 2013.
T.C. 50 Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi,
(Erişim) http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 16 Mart 2013.
T.C. 51. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi,
(Erişim) http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 16 Mart 2013.
T.C. 52. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi,
(Erişim) http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 16 Mart 2013.
T.C. 53. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi,
(Erişim) http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 16 Mart 2013.
T.C. 54. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi,
(Erişim) http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 16 Mart 2013.
173
T.C. 55. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi,
(Erişim) http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 16 Mart 2013.
T.C. 56. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi,
(Erişim) http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 17 Mart 2013.
T.C. 57. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi,
(Erişim) http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 17 Mart 2013.
T.C. 58. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi
(Erişim) http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 17 Mart 2013.
T.C. 59. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi
(Erişim) http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 17 mart 2013.
T.C. 60. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi
(Erişim) http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 17 Mart 2013.
T.C. 61. Bakanlar Kurulu için bkz. T.C. Başbakanlık Resmi İnternet Sitesi
(Erişim) http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinets.aspx, 17 Mart 2013.
T.C.
Dışişleri
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.mfa.gov.tr/1-95-sayili-ortaklik-konseyi-karari-gumruk-birligikarari.tr.mfa 19 Mart 2013.
T.C.
Dışişleri
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
http://www.mfa.gov.tr/bruksel-zirvesi-12-13-aralik-2003.tr.mfa,
(Erişim)
10
Nisan
2013.
T.C.
Dışişleri
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
http://www.mfa.gov.tr/bruksel-zirvesi-17-18-haziran-2004.tr.mfa,
(Erişim)
10
Nisan
2013.
T.C.
Dışişleri
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
http://www.mfa.gov.tr/selanik-zirvesi-19-20-haziran-2003.tr.mfa,
2013.
(Erişim)
10
Nisan
174
T.C.
Dışişleri
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.mfa.gov.tr/turkiye-ab-gumruk-birligi.tr.mfa, 18 Mart 2013.
T.C.
Dışişleri
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.mfa.gov.tr/turkiye-ab-gumruk-birligi.tr.mfa, 19 Mart 2013.
T.C.
Dışişleri
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.mfa.gov.tr/turkiye-ab-gumruk-birligi.tr.mfa, 19 Mart 2013.
T.C.
Dışişleri
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.mfa.gov.tr/helsinki-zirvesi-10-11-aralik-1999.tr.mfa, 24 Mart 2013.
T.C.
Dışişleri
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.mfa.gov.tr/helsinki-zirvesi-10-11-aralik-1999.tr.mfa, 25 Mart 2013.
T.C.
Dışişleri
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.mfa.gov.tr/helsinki-zirvesi-10-11-aralik-1999.tr.mfa, 25 Mart 2013.
T.C.
Dışişleri
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.mfa.gov.tr/turkiye-ile-avrupa-ekonomik-toplulugu-arasinda-birortaklik-yaratan-anlasma-_ankara-anlasmasi_-12-eylul-1963-.tr.mfa, 18 Mart
2013.
T.C.
Dışişleri
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.mfa.gov.tr/bruksel-zirvesi-25-26-mart-2004.tr.mfa, 10 Nisan 2013.
T.C.
Dışişleri
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.mfa.gov.tr/bm-kapsamli-cozum-plani-_annan-plani_.tr.mfa,
10
Nisan 2013.
T.C.
Dışişleri
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
http://www.mfa.gov.tr/kopenhag-zirvesi-12-13-aralik-2002.tr.mfa,
(Erişim)
7
Nisan
2013.
T.C.
Dışişleri
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
http://www.mfa.gov.tr/data/AB/ilerleme_raporu.pdf, 14 Nisan 2013.
(Erişim)
175
T.C.
Dışişleri
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.mfa.gov.tr/no_-182_-25-haziran-2013_-turkiye-ile-muzakeresurecinde-_bolgesel-politikalar-ve-yapisal-araclarin-koordinasyonu_-baslikli22.tr.mfa, 12 Temmuz 2013.
T.C.
Dışişleri
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.mfa.gov.tr/kibris-konusunda-turkiye_nin-yeni-acilimi-.tr.mfa,
11
Temmuz 2013.
T.C.
Dışişleri
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
http://www.mfa.gov.tr/ek-protokol-ve-deklarasyon-metni.tr.mfa,
10
(Erişim)
Temmuz
2013.
T.C.
Dışişleri
Bakanlığı
Resmi
İnternet
Sitesi,
(Erişim)
http://www.mfa.gov.tr/data/AB/ekprotokolmetni.pdf, 10 Temmuz 2013.
Official
Website
of
the
European
Union,
(Erşim)
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/783
64.pdf, 10 Nisan 2013.
Official
Website
of
the
European
Union,
(Erişim)
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/832
01.pdf, 15 Nisan 2013.
Official Website of the European Union, (Erişim)
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/820
33.pdf , 10 Nisan 2013.
Official Website of the European Union, (Erişim)
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/762
79.pdf , 10 Nisan 2013.
Official Website of the European Union, (Erişim)
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/796
96.pdf , 10 Nisan 2013.
176
Official
Website
of
the
European
Union,
(Erişim)
http://eur-
lex.europa.eu/en/treaties/dat/11992M/htm/11992M.html#0001000001,
19
Mart 2013.
Official Website of the European Union, (Erişim) http://europa.eu/abouteu/institutions-bodies/european-parliament/index_en.htm, , 19 Mart 2013.
GAZETELER VE WEB KAYNAKLARI
"AB üyelik görüşmeleri için Sırbistan'a tarih verdi", BBC Türkçe, 28.06.2013,
(Erişim)
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/06/130628_ab_sirbistan.shtml,
12
Temmuz 2013.
"AB'nin olumsuz sinyali Kıbrıs'ta çözüm umudunu zayıflatıyor", Zaman,
08.12.2002, (Erişim) http://arsiv.zaman.com.tr//2002/12/08/dis/h1.htm , 13
Şubat 2012.
"AB'nin vizyonu yok, Türkiye'ye haksızlık yapıldı", Zaman, 13.12.2006,
(Erişim)
http://zaman.com.tr/dunya_abnin-vizyonu-yok-turkiyeye-haksizlik-
yapildi_470913.html, 11 Temmuz 2013.
"Avrupa:
Türkiye
hoş
geldin",
Hürriyet,
12.12.1999,
(Erişim)
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1999/12/12/162995.asp, 29 Ocak 2012.
"Azınlıklar
ifadesi
rapordan
çıkartıldı",
Sabah,
08.10.2004,
(Erişim)
http://arsiv.sabah.com.tr/2004/10/08/siy100.html, 8 Mart 2012.
"Babacan: AB artık Türkiye'ye örnek değil", NTVMSNBC, 04.12.2011,
(Erişim) http://www.ntvmsnbc.com/id/25302789/, 11 Nisan 2012.
"Bağış: AB mutlaka dize gelecek", NTVMSNBC, 20.02.2013, (Erişim)
http://www.ntvmsnbc.com/id/25423667/, 12 Temmuz 2013.
177
"Başbakan
Ecevit
Helsinki'yi
anlattı",
Zaman,
15.12.1999,
(Erişim)
http://arsiv.zaman.com.tr//1999/12/15/guncel/12.html, 28 Ocak 2012.
"Büyükşehir belediye başkanlığından başbakanlığa", Hürriyet Almanak 2003,
(Erişim)
http://dosyalar.hurriyet.com.tr/almanak2003/news_detail.asp?nid=123&sid=2,
7 Nisan 2013.
"Cem
şartları
açıkladı",
Sabah,
14.12.1999,
(Erişim)
http://arsiv.sabah.com.tr/1999/12/14/d01.html, 27 Ocak 2012.
"Cumhurbaşkanı Sezer: Karar beklentileri karşılamaktan uzak",
15.12.2002,
(Erişim)
Zaman,
http://arsiv.zaman.com.tr//2002/12/15/dis/h3.htm,
16
Şubat 2012.
"Çerçeve Belgesi işin esasını değiştirmez", Hürriyet, 05.10.2005, (Erişim)
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2005/10/05/711689.asp, 27 Mart 2012.
"Çiller 'ant' içirdi", Milliyet, 24.05.1995, s.14.
"Çiller patronlara umut dağıttı", Milliyet, 10.12.1994, s.7.
"Çiller sıkıntısı", Milliyet, 03.12.1995, s.18.
"Çözümsüzlüğün
hesabı
verilemez",
Radikal,
07.04.2004,
(Erişim)
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=112439, 18 Şubat 2012.
"Davutoğlu
rest
çekti",
Sabah,
13.07.2011,
http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/07/13/davutoglu-rest-cekti,
(Erişim)
8
Nisan
2012.
"Davutoğlu ve Bağış'tan AB'ye vize tepkisi",
Sabah, 19.04.2011, (Erişim)
http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/04/19/davutoglu-ve-bagistan-abyevize-tepkisi, 8 Nisan 2012.
178
"Davutoğlu'ndan Brüksel'e üç hatırlatma",
Sabah, 20.02.2010, (Erişim)
http://www.sabah.com.tr/Dunya/2010/02/20/davutogludan_bruksele_uc_hatirl
atma, 5 Nisan 2012.
"Davutoğlu'ndan
Merkel'e
cevap",
Sabah,
12.01.2011,
(Erişim)
http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/01/12/davutoglundan_merkele_ceva
p, 7 Nisan 2012.
"Ecevit'ten Ada'ya yeni çıkarma", Milliyet, 20.07.1997, s. 19.
"Ek
protokol
tartışması",
Sabah,
08.10.2005,
(Erişim)
http://arsiv.sabah.com.tr/2005/10/08/gnd98.html, 11 Temmuz 2013.
"Erdoğan: AB olmazsa başka mecra bulunur",
Yeni Şafak, 05.05.2004,
(Erişim) http://yenisafak.com.tr/arsiv/2004/mayis/05/p01.html, 1 Mart 2012.
"Erdoğan: AKP'nin Kıbrıs politikası farklı", Hürriyet, 17.12.2002, (Erişim)
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2002/12/17/222314.asp, 16 Şubat 2012.
"Erdoğan:
Başka
şart
olmaz",
Sabah,
30.09.2005,
(Erişim)
http://arsiv.sabah.com.tr/2005/09/30/siy105.html, 11 Temmuz 2013.
"Erdoğan: Çevrecilik konusunda bana gelin", NTVMSNBC, 07.06.2013,
(Erişim) http://www.ntvmsnbc.com/id/25447722, 12 Temmuz 2013.
"Erdoğan: Kararlı adımlarla yola devam", Hürriyet, 14.12.2002, (Erişim)
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2002/12/14/220815.asp, 15 Şubat 2012.
"Erdoğan:
Kaybeden
yok",
Radikal,
01.04.2004,
(Erişim)
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=111751, 17 Şubat 2012.
"Erdoğan: Kıbrıs konusunda psikolojik mücadeleyi kazandık",
29.05.2004,
(Erişim)
Zaman,
http://www.zaman.com.tr/dis-haberler_erdogan-kibris-
konusunda-psikolojik-mucadeleyi-kazandik_53700.html, 23 Şubat 2012.
"Erdoğan: Zirve tam üyelik zirvesi değil", Hürriyet, 20.07.2004, (Erişim)
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2004/07/20/492606.asp, 2 Mart 2012.
179
"Ev ödevimizi yaparsak AB uzak değil", Milliyet, 18.03.1995, s.7.
"GB'de yeniden müzakere", Milliyet, 22.07.1997, s. 15.
"Görüşmeler
sürecek",
Sabah,
20.12.2002,
(Erişim)
http://arsiv.sabah.com.tr/arsiv/2002/12/20/s2012.html, 18 Şubat 2012.
"Gül: Türkiye-AB ilişkilerinde tarihi bir gün", Zaman, 04.10.2005, (Erişim)
http://www.zaman.com.tr/dis-haberler_gul-turkiye-ab-iliskilerinde-tarihi-birgun_216191.html, 22 Mart 2012.
"Gül'den 'Bu fırsatı kaçırmayın' mesajı", Sabah, 29.01.2006, (Erişim)
http://arsiv.sabah.com.tr/2006/01/29/siy99.html, 11 Temmuz 2013.
"Gümrük birliği dünya güvenliğidir", Milliyet, 08.03.1995, s.22.
"Gümrük Birliği güvenliğe açılan kapı", Milliyet, 07.03.1995, s.12.
"Gümrük Birliği rejim değişikliğini engeller", Milliyet, 01.07.1995, s.9.
"Gümrük
birliği
Türkiye'nin
Avrupa
kapısında
son
şansıdır",
Milliyet,
24.06.1993, s. 7.
"Gümrük Birliği", Milliyet, 01.01.1996, s.14.
"Hedef
tam
üyelikti
o
da
alındı",
Sabah,18.12.2004,
(Erişim)
http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/18/siy99.html, 10 Mart 2012.
"Helsinki
Zirvesi'ne
6
gün
kala",
Hürriyet,
04.12.1999,
(Erişim)
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1999/12/04/161258.asp, 25 Ocak 2012.
"Hırvatistan AB'nin 28. üyesi oldu", BBC Türkçe, 01.07.2013, (Erişim)
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/07/130701_hirvatistan_ab.shtml,
12 Temmuz 2013.
"Hiçbir şekilde erteleme söz konusu değil", NTVMSNBC, 25.06.2013,
(Erişim) http://www.ntvmsnbc.com/id/25451125, 12 Temmuz 2013.
180
"İdamı
aşmalıyız",
Sabah,
15.12.1999,
(Erişim)
http://arsiv.sabah.com.tr/1999/12/15/p01.html, 29 Ocak 2012.
"Kıbrıs'ta
taşlar
oynadı",
Sabah,
26.04.2004,
(Erişim)
http://arsiv.sabah.com.tr/2004/04/26/siy101.html, 22 Şubat 2012.
"Kimse Kıbrıs mı AB mi diye sabrımızı test etmesin" , Zaman, 09.01.2011,
(Erişim)
http://www.zaman.com.tr/dis-haberler_kimse-kibris-mi-ab-mi-diye-
sabrimizi-test-etmesin_1076362.html, 5 Nisan 2012.
"Koç Grubu, en sert çıkışını yaptı", Milliyet, 31.07.1993, s.5.
"Merkel'den Türkiye'ye: Özgürlükler müzakere konusu olamaz", BBC Türkçe,
27.06.2013,
(Erişim)
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/06/130627_merkel_turkey.shtml,
12 Temmuz 2013.
"MGK:
Vaatler
yerine
getirilsin",
Hürriyet,
26.04.2004,
(Erişim)
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2004/04/26/449096.asp, 22 Şubat 2012.
"Milliyet'te kutladı", Milliyet, 14.12.1995, s.1.
"Onlar duradursun, biz çok çalışacağız", Adalet ve Kalkınma Partisi Resmi
İnternet
Sitesi,
20.06.2013,
(Erişim)
http://www.akparti.org.tr/site/haberler/onlar-duradursun-biz-cokcalisacagiz/46191, 12 Temmuz 2013.
"Önyargılardan
duvar
örmeyin",
Hürriyet,
01.10.2005,
(Erişim)
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2005/10/01/709809.asp, 19 Mart 2012.
"Özkök:
En
hayırlısı
oldu",
Sabah,
27.04.2004,
(Erişim)
http://arsiv.sabah.com.tr/2004/04/27/siy106.html, 22 Şubat 2012.
"Polis'in mutlu günü", Milliyet, 11.04.1992, s. 19.
"Rum yönetimi: Deklarasyonu üzüntüyle karşıladık", Sabah, 30.07.2005,
(Erişim) http://arsiv.sabah.com.tr/2005/07/30/gnd95.html, 11 Mart 2012.
181
"Rum Yunan cephesi bayram yapıyor", Milliyet, 15.12.2002, s. 20.
"Talat: Çözüm olmadan tanıma
olmaz", Sabah, 30.07.2005, (Erişim)
http://arsiv.sabah.com.tr/2005/07/30/gnd96.html, 11 Mart 2012.
"Tanıma-ma
diyaloğu",
Sabah,
02.05.2004,
(Erişim)
http://arsiv.sabah.com.tr/2004/05/02/siy101.html, 25 Şubat 2012.
"Tarihe
geçen
gündem",
Hürriyet,
07.04.2004,
(Erişim)
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2004/04/07/439243.asp, 21 Şubat 2012.
"Türkiye gözü kapalı dalıyor", Milliyet, 03.03.1994, s.23.
"Türkiye İçin Son Derece Önemli Gün", VOA Amerika'nın Sesi, 07.10.2004,
(Erişim)
http://www.amerikaninsesi.com/content/a-17-a-2004-10-07-18-1-
87954102/827430.html, 7 Mart 2012.
"Türkiye
kesip
atmaya
hazır",
Hürriyet,
04.09.2005,
(Erişim)
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2005/09/04/696593.asp, 17 Mart 2012.
"Türkiye'den
2005'e
ortak
tepki: Bu tarih kabul edilemez", Zaman,
07.12.2002, (Erişim) http://arsiv.zaman.com.tr//2002/12/07/dis/butun.htm, 13
Şubat 2012.
"Viyana
direnemedi",
Yeni
Şafak,
04.10.2005,
(Erişim)
http://yenisafak.com.tr/arsiv/2005/ekim/04/p01.html, 22 Mart 2012.
"Yabancı sermayeyi limon gibi sıkmayalım", Milliyet, 24.12.1994, s.11.
"Yarınki
Türkiye
farklı
olacak",
Sabah,
18.12.2004,
(Erişim)
http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/18/siy100.html, 10 Mart 2012.
"Yeni hükümet, Avrupa ile köprüleri atmak istemiyor", Zaman, 04.12.2002,
(Erişim) http://arsiv.zaman.com.tr//2002/12/04/dis/h6.htm, 13 Şubat 2012.
"Yılmaz: Dinsel ayrımcılık", Milliyet, 16.12.1997, s.21.
"Yılmaz'dan AB'ye tavır", Milliyet, 19.12.1997, s.19.
182
"Yolumuz değişmez!", Milliyet, 14.12.2002, s. 17.
"Yolumuz
sıkıntılarla
dolu",
Sabah,
08.10.2005,
(Erişim)
http://arsiv.sabah.com.tr/2005/10/08/gnd95.html, 11 Temmuz 2013.
(Erişim) http://metafor.nedir.com/, 11 Haziran 2013.
Ahmet Sever, "Siyasi diyalog başladı", Milliyet, 25.11.1992, s. 12.
Ahmet Sever, "Türkiye şanssız ülke", Milliyet, 30.09.1994, s.19.
Akay Cemal, Barçın Yinanç, Ümit Bektaş, "Bütünleşmeye doğru", Milliyet,
21.07.1997, s. 17.
Ali Bayramoğlu, "ABD'nin ilk büyük yenilgisi ve Türkiye'nin ilk büyük
başarısı",
Yeni
Şafak,
14.12.2002,
(Erişim)
http://yenisafak.com.tr/arsiv/2002/aralik/14/abayramoglu.html, 8 Nisan 2013.
Barçın Yinanç, "Soysal'dan ilk inceleme", Milliyet, 10.08.1994, s.15.
Beril Dedeoğlu, "AB ile fasıl açıldı mı?", Star, 28.06.2013, (Erişim)
http://haber.stargazete.com/yazar/ab-ile-fasil-acildi-mi/yazi-766476,
12
Temmuz 2013.
Beril Dedeoğlu, "Türkiye-AB: Müzmin nişanlılık", Star, 26.06.2013, (Erişim)
http://haber.stargazete.com/yazar/turkiyeab-muzmin-nisanlilik/yazi-765803,
12 Temmuz 2013.
Cengiz Çandar, "Böyle diplomasi olmaz", Sabah, 16.12.1997, (Erişim)
http://arsiv.sabah.com.tr/1997/12/16/, 23 Ocak 2012.
Deniz Zeyrek, "Hükümetin keyfi yerinde", Radikal, 07.10.2004, (Erişim)
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=130455, 7 Mart 2012.
Derya Sazak, "2000 hedefi", Milliyet, 14.12.1995, s.18.
Derya Sazak, "AB zirvesi ve Yılmaz", Milliyet, 18.12.1997, s.18.
Derya Sazak, "Kıbrıs, AB, Türkiye", Milliyet, 19.12.1997, s.18.
183
Doğan Heper, "Kötünün iyisi bir durum", Milliyet, 21.12.1994, s.14.
Ercüment İşleyen, "İslami kesim ikiye ayrıldı", Milliyet, 07.03.1995, s. 5.
Ertuğrul Özkök, "Bu öfkeye, bu tepkiye evet ama…", Hürriyet, 15.12.1997,
(Erişim) http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1997/12/15/19514.asp, 23 Ocak 2012.
Ertuğrul Özkök, "Gümrük Birliği yeniden tartışılıyor", Hürriyet, 22.07.1997,
(Erişim)
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=-
256155&yazarid=10, 23 Ocak 2012.
Fikret Aydemir, "Çıksa da kurtulsak",
Sabah, 20.05.2004, (Erişim)
http://arsiv.sabah.com.tr/2004/05/20/gnd101.html, 2 Mart 2012.
Fikret Bila, "Kıbrıs ve Irak", Milliyet, 14.12.2002, s. 16.
Fikret Bila, "Sıra yeni Türkiye'de", Milliyet, 07.03.1995, s.12.
Fuat Keyman,"Türkiye, AKP; AB ve Kıbrıs", Zaman, 04.08.2005, (Erişim)
http://www.zaman.com.tr/yorum_prof-dr-e-fuat-keyman-turkiye-akp-ab-vekibris_198683.html, 11 Mart 2012.
Hasan Cemal, "AB'ye
altı ay süre…", Sabah, 18.12.1997, (Erişim)
http://arsiv.sabah.com.tr/1997/12/18/, 23 Ocak 2012.
Hasan
Ünal,
"Kıbrıs'ta
gidişat",
Zaman,
28.05.2004,
(Erişim)
http://www.zaman.com.tr/null/kibris-ta-gidisat_53132.html, 19 Şubat 2012.
Hayri Dizerkonca, "Ankara'nın Bonn çıkarması", Milliyet, 29.09.1997, s. 15.
Hilal Köylü, Yorgo Kırbaki, "Şimdi hedef referandum", Radikal, 01.04.2004,
(Erişim)http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=111747,
17
Şubat
2012.
İsmet Berkan, "Armudun sapı, üzümün çöpü", Radikal, 01.04.2004, (Erişim)
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=111641, 11 Nisan 2013.
184
Korkmaz, Türkay; "Türkçede değişmeceli anlatımlar", Milliyet Blog, (Erişim)
http://blog.milliyet.com.tr/turkcede-degismecelianlatimlar/Blog/?BlogNo=369745, 13 Temmuz 2013.
Mehmet Ali Birand, "Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik…", Sabah,
18.12.1997, (Erişim) http://arsiv.sabah.com.tr/1997/12/18/, 23 Ocak 2012.
Mehmet Ali Birand, "Demirel'in Önemli Açıklamaları", Milliyet, 07.01.1992, s.
11.
Mehmet Altan, "Ankara dışlanıyor, Türkiye değil…", Sabah, 15.12.1997,
(Erişim) http://arsiv.sabah.com.tr/1997/12/15/, 23 Ocak 2012.
Mine G. Saulnier, "Gümrük Birliği için zorlandık", Milliyet, 09.12.1995, s.19.
Muharrem Sarıkaya, "Gül'den Sabah'a özel demeç: Second best", Sabah,
14.12.2002, (Erişim) http://arsiv.sabah.com.tr/arsiv/2002/12/14/s1629.html, 9
Nisan 2013.
Muharrem Sarıkaya, "Türkiye'nin AB diyeti…", Hürriyet, 14.12.1999, (Erişim)
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1999/12/14/163461.asp, 27 Ocak 2012.
Murat Yetkin, "Gül: Sineye
çekmeyiz", Radikal, 10.12.2002, (Erişim)
http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=radikalyazar&articleid=653937&
yazar=murat-yetkin&categoryid=98, 14 Şubat 2012.
Mustafa Ünal, Hasan Cücük, "Erdoğan: AB, çifte standart uygularsa
sonuçlarına
katlanır",
Zaman,
10.12.2002,
(Erişim)
http://arsiv.zaman.com.tr//2002/12/10/dis/butun.htm, 13 Şubat 2012.
Oktay Ekşi, "Artık yeni bir dönem başlamalı", Hürriyet, 14.12.1997, (Erişim)
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1997/12/14/19355.asp, 23 Ocak 2012.
Oxford
English
Dictionary,
(Erişim)
http://www.oed.com/view/Entry/148401?rskey=4gqt39&result=21&isAdvance
d=false#eid, 17 Eylül 2013.
185
Oxford
English
Dictionary,
(Erişim)
http://www.oed.com/view/Entry/1938?rskey=tYIClT&result=1&isAdvanced=fal
se#eid, 17 Eylül 2013.
Sami Kohen, "Bütünleşmeyi tartışalım…", Milliyet, 19.07.1997, s. 16.
Sami Kohen, "Kimin politikası?", Milliyet, 23.07.1997, s. 20.
Sami Kohen, "Şimdi ne yapmalı?", Milliyet, 17.07.1997, s. 16.
Sedat Ergin, "AB'ye Kıbrıs sözünü kim verdi?", Hürriyet, 21.07.1997, (Erişim)
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=-260714&yazarid=308,
24 Ocak 2012.
Sedat
Ergin,
"Tarihi
zabıtlar",
Hürriyet,
02.10.1997,
(Erişim)
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1997/10/02/12331.asp, 20 Ocak 2012.
Sedat Ergin, "Türkiye artık Avrupa'dadır",
Hürriyet, 12.12.1999, (Erişim)
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1999/12/12/162979.asp, 28 Ocak 2012.
Sedat
Ergin,"AB
14.12.1997,
Kararı:
(Erişim)
Önce
Mutfağın
İçini
Düzeltelim",
Hürriyet,
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1997/12/14/19434.asp,
22 Ocak 2012.
Sedat Laçiner, "Türkiye'siz AB olmaz", Milliyet, 17.12.1994, s.6.
Selçuk Gültaşlı, "AB ile 'yetmez ama evet' formülü", Zaman, 26.06.2013,
(Erişim)
http://zaman.com.tr/dunya_ab-ile-yetmez-ama-evet-
formulu_2104235.html, 12 Temmuz 2013.
Selçuk
Gültaşlı, "AB: Kriterleri tamamlayın, 2005 yılında müzakereleri
başlatalım",
Zaman,
06.12.2002,
(Erişim)
http://arsiv.zaman.com.tr//2002/12/06/dis/h10.htm, 13 Şubat 2012.
Selçuk Gültaşlı, "Solana: Artık Kıbrıs sorununuz yok",
(Erişim)
Zaman, 01.05.2004,
http://www.zaman.com.tr/gundem_solana-artik-kibris-sorununuz-
yok_43729.html, 23 Şubat 2012.
186
Serkan Demirtaş, "Türkiye
AB arasında ipler gergin", BBC Türkçe,
21.06.2013,
(Erişim)
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/06/130621_turkiye_ab_demirtas.s
html, 12 Temmuz 2013.
Sinan Toros, "Yılmaz umutlu", Milliyet, 30.09.1997, s. 19.
Şükrü Elekdağ, "Avrupa Birliği ve Türkiye(1)", Milliyet, 20.02.1994, s.29.
Türk
Dil
Kurumu
Sözlüğü,
(Erişim)
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS
.52366c14486197.20731136, 15 Eylül 2013.
Türk
Dil
Kurumu
Sözlüğü,
(Erişim)
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS
.52366c1dc0de01.65700012, 15 Eylül 2013.
Türk
Dil
Kurumu
Büyük
(Erişim)
Sözlüğü,
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.
GTS.5238995802c8c4.07201070, 17 Eylül 2013.
Türk
Dil
Kurumu
Sözlüğü,
(Erişim)
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS
.523e40015ef026.09803312, 17 Eylül 2013.
Uğur
Ergan, "Kopenhag'a
gitmiyorum", Hürriyet, 10.12.2002, (Erişim)
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=114480,
14
Şubat
2012.
Utku Çakırözer, Mehmet Aktan, Ümit Bektaş, "Avrupa kimliğine onay",
Milliyet, 01.10.1997, s. 7.
Yalçın Doğan, "Panzerlerin tangosu", Milliyet, 29.09.1997, s. 15.
Yavuz Donat, "Değişim", Milliyet, 18.04.1992, s.2.
Yavuz Donat, "Viyana bozgunu gibi", Milliyet, 15.12.1997, s.16.
187
Zeynep Gürcanlı, "Yılmaz'dan AB yemeğine boykot", Hürriyet, 12.12.1997,
(Erişim) http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1997/12/12/19034.asp, 22 Ocak 2012.
Zeynep
Gürcanlı,
Şerif
Sayın,
"Türkiye-AB
yine
restleşti",
Hürriyet,
23.07.1997, (Erişim) http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1997/07/23/2195.asp, 23
Ocak 2012.
Download