Müslümanlar Batı’da “Hitler dönemi Yahudileri” konumuna mı itiliyor? “11 Eylül akşamı saat 18:00 ile 21:00 arasında Kur’an Yakma Günü’dür.” Amerikanın Florida Eyaleti’nden evanjelik rahip Terry Jones’ın kilisesinin önüne astığı bu afişler, Batı’da son dönemde üst üste meydana gelen İslam karşıtı ve islamofobik söylem ve eylemlerin bir dışa vurumundan başka bir şey değil. Zira belki Türkiye’den takip edilemese de bu ve benzeri söylem ve eylemler, şu veya bu Batı ülkesinde hemen her gün, planlı olduğu izlenimi veren bir periyot ile, ifade ediliyor. Yakın zamanlarda Amerika’nın New York şehrinde yapımı planlanan kültür merkezi etrafında da bu olaylar alevlendirilmiş; neticede Müslümanlara yönelik fiili saldırılara yol açan istenmeyen bazı olaylar meydana gelmişti. Bu çerevedeki tartışmalar henüz sıcaklığını muhafaza ederken bu kez, Rahip Terry Jones’ın, görünüşte bu kültür merkezinin yapımını protesto amaçlı “Kur’an yakma” girişimi etrafındaki söylem ve eylemler gündeme geldi. Bu tür olaylar, Batı’da ne ilktir ne de son olacak. Zira yakın geçmiş şöyle global olarak gözden geçirildiğinde, İslam, Kur’an, Hz. Peygamber ve müslüman karşıtı söylem ve eylemler arasından yaptığımız seçmeler bile uzun bir liste karşımıza çıkarır: 1. Danimarka’da meydana gelen Karikatür Krizi ve akabinde gelişen olaylar, 2. Hollandalı ırkçı politikacı Geert Wilders’in Kur’an’ı “şiddet kitabı” olarak lanse etmeye çalışan 16 dakikalık “Fitne” filmi ile Hz. Peygamber’i Hitler’e benzeten hezeyanları, 3. İran asıllı Hollandalı ateist ressam Hoera Sera’nın Efendimiz ile Hz. Ali’yi çirkin bir şekilde tasvir eden resimleri, 4. Amerikalı yazar Sherry Jones'nun Jewel of Madina=Medine'nin İncisi adlı, Hz. Peygamber ile Hz. Aişe'nin evliliklerini speküle eden, gerçekleri saptırarak anlatan ve dünyada ve özellikle Batı'da tartışılan romanı etrafındaki olaylar. Türk medyasında da geçtiğimiz günlerde haber konusu olan –ancak gereken dikkati de çekmeyen- bu romanın yayımı önce yasaklanmış daha sonra Amerika ve İngiltere başta olmak üzere bütün dünyada pek çok yayınevi, Hz. Peygamber'e ve Hz. Aişe Validemiz'i hiç de uygun olmayan tasvirlerle gündeme getiren bu romanı yayımlayacağını duyurmuştur. 5. Almanya'nın Münster Üniversitesi’nden mühtedi Müslüman Prof. Muhammed Sven Kalisch'in, Hz. Peygamber'in aslında “tarihen ispatlanamayan mitolojik bir şahsiyet olduğunu” ileri süren hezeyanları. Zeydî Mezhebi'ne mensup olduğunu söyleyen –ama esasen bu mezheple de alakası olmayan- ve Türkçe dahil pek çok dili iyi derecede konuşan Prof. Kalisch'in bu iddiası klasik oryantalistik dönemde –ve günümüzde- bazı oryantalistlerin ileri sürdüğü bir iddiadır. Ancak Kalisch'in bu hezeyanının farkı, onun bir “Müslüman akademisyen” olarak Müslüman topluma din dersi öğretmeni yetiştirmek üzere kurulmuş ve Müslüman cemaatler tarafından desteklenen bir kürsünün başkanı sıfatı ile bu iddiada bulunmasıdır. Nitekim tepkiler üzerine Kalisch bu kürsünün başından alınmış; ancak üniversite yönetimi Kalisch’in arkasında durmuştur. 6. Geert Wilders’in Kur’an’ı Hitler’in Kavgam adlı kitabı ile mukayese etmesi ve Hollanda’da yasaklanmasını istemesi, sokakta başörtüsü ile dolaşan Müslüman kadınlar için vergi konulmasını istemesi, 7. “Almanya’nın Wilders’i” olarak tanımlanan Merkez Bankası üyesi ve SPD mensubu Thilo Sarrazin’in Türkler ve Müslümanlara hakaret eden açıklamalarını içeren ve alabildiğine tartışmalara yol açan kitabı, 8. New York “Ground Zero kültür merkezi ve etrafındaki olaylar, 9. Ve nihayet Floridalı rahibin “Kur’an yakma” girişimi. Esasen bütün bunlar, Batı’da son senelerde genelde negatif düzlemde en çok konuşulan konuların başında İslâm, Kur’an, Hz. Peygamber ve Müslümanların geldiğini ve dolayısıyla Batı’da İslâm’a yönelik söylem, eylem ve poltikaların endişe verici boyutlara 1 geldiğini gösteriyor. Bütün bunlarda ise, hemen her ülkede örneği bulunan ırkçı politikacıların, İslam’dan irtidat etmiş İran, Somali, Mısır, Sudan asıllı kimseler ile aşırı ve ırkçı görüşlere sahip hıristiyan politikacılar ile marksist solcuların önemli bir etkisi bulunuyor. Maalesef Hıritiyan Merkez sağ ve diğer partilerdeki İslamofobikler de buna alttan alta destek çıkıyor. Bu ırkçı ve populist diye isimlendirilen partiler aslında hıristiyan tabandan da alabildiğine besleniyor. Görünüşte marjinal küçük gruplar olarak lanse ediliyorlar, ancak arka planda alabildiğine destek buluyorlar. Geçenlerde Hakan Albayrak haklı olarak Batı’da İslam’a, Kur'an'a ve Hz. Peygamber’e saldıranların gerçekten marjinal olup olmadıklarını sorguluyordu ki alabildiğine haklıdır. Zira bu tür İslamofobik ve İslam karşıtı marjinal görünümlü politikacı ve şahıslar, şu veya bu şekilde destek bularak, İslam ve müslümanlara yönelik söylem, eylem ve politikalarda Batı politiğini ve kamu oyunu yönlendirip domine etmeye devam ediyor. Bütün bu söylem ve eylemler yapıldıktan sonra Müslümanların tepkileri karşısında ise genelde “fikir özgürlüğü” bariyeri ile karşılaşılıyor. Buna göre bu tür olaylar fikir hürriyetininin sınırlarına giriyor ve müslümanların tepkileri hep “aşırı”, “tepkisel” ve “duygusal” ve çoğu zaman da “barbar” olarak lanse ediliyor. Ama bu arada İslam’ın bir din olduğu ve Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi dinler gibi muamele görmesi lazım geldiği unutuluyor. Adeta “fikir özgürlüğü ve din özgürlüğü” bağlamında Batı büyük bir sınavdan geçiyor. Aynı sınav daha önceki bütün olaylarda gündeme geliyor. Ancak burada esasen bir çifte standart uygulandığı açık. Müslümanların kutsal değerlerine yönelik bir saldırı olduğunda “sınırsız” bir şekilde kırmızı çizgi ve postüla haline getirilmeye çalışılan ve ısrarla savunulan “fikir özgürlüğü”, Yahudi, Protestan, Katolik, hümanistlere ve hatta en marjinal gruplara her hangi bir itiraz yapıldığında, bağlamından koparılarak cezalandırıcı ve suçlayıcı bir şekle bürünüyor. Bu tartışmalar esnasında bir nokta da genelde dikkatlerden kaçıyor. Aslında bu olaylara yön veren ve destek verenler nezdinde İslam bir “Din” değil (!), Batı norm ve değerlerini tehdit eden bir “ideoloji” olarak görülüyor. Tabiatıyla müslümanlar da bu tehlikeli ideolojinin temsilcileri, hatta “çağın gerisinde kalmış bir ideoloji ve kültür”ün temsilcileri olarak lanse edilmeye çalışılıyor. Ne de olsa Batı ülkelerinde dinlerin belli bir hukukî koruyucu kalkanları mevcut. Ancak ideolojiler bu kalkandan yoksun. Günümüzde Batı’da Müslümanlar “Hitler dönemi yahudileri” mi? İşte bu aşamada, dünyanın her tarafından gösterilen sağduyulu tepkiler üzerine 11 Eylül’de Amerikalı rahibin şimdilik askıya aldığı Kur’an yakma girişimi ile doruk noktasına ulaşan Müslümanların kutsallarına yönelik söylem ve eylemler, onların periyodik olarak Hitler dönemi yahudileri konumuna sokulmaya çalışıldığı yönündeki kanaatleri doğrular bir mahiyet arzediyor. Zira geçtiğimiz senelerde Hollandalı liberal yahudilerin lideri pozisyonundaki Abraham Soetendorp’un söylediği, “Müslümanlar Hitler dönemi yahudileri gibi muamele görme yolundalar” sözünü, o dönemde şahsen biraz abartılı bulmuş olsam da, bu günlerde anlamlı hale geliyor. Zira o dönemde yahudilere yapılan muameleler öncesinde de yahudi kutsal kitabının yakılmaya çalışıldığı biliniyor. Şüphesiz bu son Kur’an yakma girişimi bağlamında en sevindirici gelişme, başta Obama ve Merkel olmak üzere Batılı devletlerde sorumlu mevkide olanların olayı tasvip etmediklerini açıklamaları ve Rahibi bundan vazgeçmeye çağırmalarıdır. Yine ünlü Amerikan haber ajansı AP’nin de yakılmış Kur’an fotoğraflarını yayımlamama kararı alması da burada not edilmesi gereken bir davranış olmuştur. Şüphesiz bu durum, İslam ve Müslümanların kutsallarına yönelik önceki olaylardan, ders alınmış olmasını göstermesi bakımından sevindiricidir. Ancak burada şunu da vurgulamadan geçemeyeceğiz: Kur’an yakma olayı akabindeki beyanlar dikkatli bir okumaya tabi tutulduğunda hep olayın Batı’ya yönelik düşmanlığı arttıracağına ve Amerika ve Batı’nın çıkarlarını tehdit edeceğine vurgu yapılıyor. İslam’ın bir “din” olduğu ve bu dinin kutsallarına yapılan saldırının hiç bir şekilde onaylanamayacağı ve bunun “din özgürlüğüne” aykırı olduğu ise, bazı istisnalar dışında, genelde –tabir yerinde ise- “es” geçiliyor. Üstüne üstlük daha önce İslam karşıtlığı ile prim yapmış kişi ve gruplara, Müslümanların gözünün içine baka baka “fikir özgürlüğü” ödülleri bizzat yetkililer tarafından verilebiliyor. 2 Temel dini değerler ve özgürlüklere karşı çok talihsiz bir gelişme olan Kur’an yakma günü bağlamındaki İslam ve Kur’an’a yönelik çirkin ve düşmanca ifadeler, hiç şüphesiz etkisi Batı’da uzun süre devam edecek bir olay olarak İslâm karşıtlığının son dönemdeki versiyornu olarak karşımızdadır. Bunu, benzer başka olayların takip edebileceğini de şimdiden varsayabiliriz. Zira tarihte olduğu gibi aslında Avrupa’da tarih tekerrür ediyor. Bu olay vesilesi ile Batı’da yaşayan müslümanlar olarak bize umut veren, Avrupa’dan ve dünyadan sağduyulu seslerin bu son olayda çok daha yüksek sesle çıkmış olmasıdır. New York’taki “Kurtuba Kültür Merkezi/Camii” Projesi Ancak burada esas önemli olan, kanımca müslümanların ne yapacağıdır. Batı’da İslam, Kur’an ve Hz. Peygamber’e yönelik söylem ve eylemler, son dönemlerde genelde her iki taraftan da fanatiklerin söylem ve eylemleri arasına sıkışmış durumdadır. Bu itibarla New York’taki cami ve kültür merkezi projesinin hangi somut gayelerle alındığı, arkasında ne tür motivasyon ve saiklerin olduğu iyice etüt edilmelidir. Burada asla ve asla cami projesine karşı bir tavır takınıyor değilim. Ancak bu tür projelerin hayata geçirilme aşamasında gerekli istişarelerin yapılıp yapılmadığını sorgulamaya çalışıyorum. Tabiatıyla bu sorgulama, buna benzer bütün projeler için geçerlidir. Zira bu tür projeler, son dönemde Batı’da alabildiğine öne çıkan ve söylem ve eylemleri ile bütün Müslümanlara yönelik tepkileri tetikleyen ve İslam adına hareket eden birtakım aşırı grupların ve bu gruplara şu veya bu şekilde yön verenlerin öncülüğünde yürütülüyor. Bu durum ise Batılı İslamofobiklerin ve İslam karşıtlarının -tabir yerinde iseekmeğine yağ sürüyor ve onlara altın tepside fırsatlar sunuyor. Projeye ön ayak olan İmam Abdürrauf 11 Eylül eylemleri sonrasında el-Kaide’nin temsil ettiği İslâm anlayışına bütün gücüyle karşı çıkmış olması, vaazları, TV konuşmaları ve yazdığı kitabın ABD'de ilgi ile karşılanması da, maalesef bu durumu değiştirmiyor. Zira şu gayet rahatlıkla söylenebilir ki, bu cami projesi ile birlikte genelde Batı’da özelde de Amerika’da islamofobinin arttığı, İslam karşıtı söylemlerin alabildiğine öne çıktığı bir gerçektir. Zaten konuyla ilgili yazılanlarda da bunun altı çiziliyor. Sükunetle hareket ve gücün mobilizasyonu şart Şu halde bu tür olaylar, sükunetle karşılamalı ama asla kabullenilmemeli. Gerek Batı’daki müslümanlar, gerekse İslam dünyası konuyu sadece söylem planında bırakmaktan ziyade, ellerindeki ekonomik ve siyasî gücü daha efektif olarak kullanarak uluslararası kurumları daha etkin çalıştırmaları gerekmektedir. Bunun yanı sıra Müslümanlar, bu tür olayları lehlerine çevirebilmenin yöntemini bulmaları, “kurban psikolojisi” içinde hareket etmeden “din ve fikir özgürlüğü”, “insan hakları” gibi kavramların Batı’da nasıl anlaşıldığı üzerinde derinlikli analizler yaparak, bu yöndeki kaypak ve ikiyüzlü tavırları etkin söylem ve lobi faaliyeti ile her fırsatta deşifre etmelidirler. Türkiye’nin öncülüğünde, sivil toplum kuruluşları ve cemaatlerimizin de katkılarıyla, son yıllarda yürütülen politikalar ile meselelerin temelini ve özünü irdeleyen ses getirici adımlar, her türlü övgüyü hak ediyor. Ayrıca bunlar, şimdilik istenilen düzeyde olmasa da, karşılığını buluyor. Bütün mesele bunun çok daha sistemli ve İslam dünyasını ve Batı’daki sağduyulu kanaat önderlerini doğru adımlarla mobilize etmekte yatıyor. Aksi, Avrupa’daki Müslümanların, gittikçe “Hitler dönemindeki Yahudiler” konumuna düşmesidir ki, bunun yol açacağı sonuçları düşünmek bile yeterince ürkütücüdür. Doç.Dr.Özcan Hıdır Rotterdam İslam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı 3