Bağımsız para politikası uygulanabilirliğinin önemini tekrardan hatırladığımız bu günlerde aslında daha ziyade bağımsız bir para politikası uygulanamadığı takdirde ülkeleri ne gibi olumsuzlukların beklediğinin de en somut örneklerini yaşıyoruz. Öncelikle para politikasının amaçlarını ve hangi araçları kullanarak bu hedeflere yöneldiğini şöyle bir hatırlayalım. Temelde para politikası ekonomik büyüme, istihdam artışı ve fiyat istikranın sağlanması gibi hedeflere ulaşabilmek adına alınan kararlar bütününü ifade eder ve genellikle merkez bankasınca yürütülür. Ülkemizde de para politikasının uygulanmasından sorumlu kuruluş Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasıdır(TCMB). Fakat TCMB’nın temel amacı ekonomik büyüme ve istihdam artışını sağlamaktan ziyade, fiyat istikrarını sağlamak olarak bilinir. Merkez bankasının başlıca para politikası araçları olan açık piyasa işlemleri, reeskont politikası veya mevduat munzam karşılığı politikasını kullanarak para ve kredi hacmini değiştirmeyi hedefler. Para arzını istenilen düzeyde tutabilmek adına merkez bankasının kullandığı en önemli araç ise açık piyasa işlemleridir ve bu amaçla devlet tahvillerinin alım satımını yapar. Eğer merkez bankası tahvil satın alırsa piyasadaki parayı bollaştırır, böylece para arzı yükselir. Para arzını azaltmak istediğinde ise piyasadaki likiditeyi azaltmak için tahvil satar. Reeskont penceresi olarak da bilinen bir diğer para politikası aracı olan reeskont politikası ise bir bedel karşılığı el değiştiren kıymetlerin yine bir bedel karşılığında el değiştirmesi üzerine dayalıdır. Başka bir deyişle, bankaların ellerindeki vadesi henüz gelmemiş alacak senetlerini merkez bankası nezdinde başka bir bankaya iskonto ettirmesi olarak da bilinir. Bu politika uygulamasının ilk etkisi para arzı üzerinde olurken piyasa faiz oranının da büyük ölçüde belirlenmesinde oldukça etkilidir. Son olarak geçen aylarda merkez bankamızın da en çok uyguladığı, en sık duyduğumuz para politikası olan zorunlu karşılık oranı bankaların kredi tabanının genişleyip daralması yoluyla para arzını istenilen düzeyde tutmayı hedefler. Zorunlu karşılık oranı artırıldığında bankalar daha fazla rezerv tutma zorunda olacaklarından kredi verme eğilimleri azalacak ve bunun sonucunda da para arzında azalma görülecektir. Tersi bir durumda ise zorunlu karşılık oranı azaltıldığında kullanabilir rezerv miktarı artacağından bankaların kredi tabanı artar ve para arzı yükselir. Merkez bankaları başta da bahsettiğim amaçlar doğrultusunda hedeflenen sonuçlara ulaşabilmek adına bu politika araçlarının uygulanmasında ve seçiminde bağımsız olmalı, bağımsız para politikaları uygulayabilmelidirler. Bağımsız para politikaları merkez bankalarının politik baskılardan arınmış bir şekilde para arzını belirlemelerini sağlar. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası başkanı Erdem Başcı da bu konudaki görüşünü şöyle ifade etmektedir: “Merkez Bankası bağımsızlığı, önemli bir maliyete katlanmadan veya ekonomik büyümeden taviz vermeden, ülkelerin daha düşük enflasyon seviyesine ulaşmasına, finansal sistemin iç ve dış şoklara karşı dayanıklılığının artmasına ve mali disiplinin sağlanmasına yardımcı olmaktadır.” Günümüzde de politik kaygıların ve siyasi iktidarların etkisinden kurtulan bir merkez bankasının paranın yönetiminde ve fiyat istikrarının sağlanmasında daha başarılı olduğu her gün yeni bir örnekle kanıtlanmaktadır. Bu anlamda parasal birliklerin de oldukça eksik kaldığını göz ardı etmemeliyiz ki; şu sıralar borç krizi ile başı dertte olan Euro bölgesini, başta Yunanistan olmak üzere ele aldığımızda, bunu daha net görebilmekteyiz. Bir ekonomik ve parasal birlik olan Avrupa Birliği, üye ülkeler arasında sabit döviz kurunun, serbest sermaye hareketlerinin, döviz kuru istikrarının ve finansal bütünleşmenin sağlanması açısından üye ülkelere çok büyük avantajlar sunarken; üye ülkelerin bağımsız bir para politikası izleyememeleri, katlanmak zorunda oldukları en büyük dezavantajıdır. Akıbeti üzerine hala çeşitli yorumlar yapılan Yunanistan’ı ele alırsak, Yunanistan tarihinin en büyük borç kriziyle karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz. Bağımsız bir para politikasına sahip olamayışı ve kendi para birimini arkasında bırakarak Euro’yu para birimi olarak kabul etmesi, Yunanistan’ın bu borç krizinden çıkma sürecini daha da zorlaştırıyor. Aslına bakılırsa bu borç krizinin bu denli derinleşmesinin en önemli nedenlerinden biri ülkenin zaten bağımsız para politikalarının olmayışı, kendi para birimlerini terk ederek Euro’yu kabul etmesi ve Avrupa Merkez Bankası kararları doğrultusunda hareket etmesidir. Yunanistan ne döviz kuru üzerinde ne de para birimi üzerinde hiçbir kontrol gücüne sahip değil. Kendi parasına sahip olmadığı için de para basamıyor ve sadece borçlanarak devlet bütçesini finanse edebiliyor. Yunanistan eğer kendi para birimine sahip olsaydı, gerektiği takdirde devalüasyona giderek ihracatı artırma yoluna da gidebilirdi fakat şuan bunların hiçbirini yapamıyor. Başka bir deyişle, Yunanistan’ın geleceğine bir bakıma Avrupa Merkez Bankası’ndan çıkan ve çıkacak olan kararlar yön veriyor. En başta da söylediğim gibi bir ülkenin bağımsızlığının en önemli simgelerinden biri merkez bankasının bağımsızlığı ve buna bağlı olarak merkez bankasının uygulayacağı bağımsız para politikalarını seçme özgürlüğüne sahip olmasıdır. Özellikle bugünlerde önemini çok daha iyi kavradığımız bu olgunun ülkeleri ne derece derin krizlere itebileceğinin yanı sıra bu krizlerden çıkma yollarını da büyük ölçüde kapattığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Mustafa Kemal Atatürk’ün de çok uzun yıllar önce söylediği gibi “ tam bağımsızlık, ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkündür.” ve ekonomik bağımsızlığın yolu büyük ölçüde bağımsız para politikası uygulanabilirliğinden geçmektedir.