25 OC/.\ 1< DIYANET DERGiSI DlNl - iLM1 - EDEBI tiÇ AYLlK DERGİ • Ekim-Kasım-Aralık 1 9 8 9 10 cm : Sayı 25 : 4 Ili Diyanet ݧleri Ba§kanlığı Adına imtiyaz Sahibi Rıdvan NİZAMOGLU Döner Sermaye ݧletme Müdürü • Yazı !şleri Müdürü Orhan BALOI Süreli Yayınlar Şube Müdürü • Yazı Tetkik Kurulu Abdullab SEVİNÇ İbrahim 1J.RAL Orhan BALOI Yayma Hazırlayanlar Alaaddin KOÇAK · Bilii.I KOÇ !0 Dr. Mediha Eldem Sk. No. 85 ~ : 125 66 11/379 Kocatepe 1 ANKARA le Dizgi ve Baskı AYYILDIZ MATBAASI A.Ş. 222 69 40 - 222 69 41 213 19 62 ~ ANKARA •• Kapak Kadıa.Sker Mustafa !zzet Efendi'nin Celi Sülfts Levhası (Kültür Bakanlığınm "Türk Hat Sanatının Şa­ fıeserleri" adlı albümünden alınmı§tır.) YAYlN ŞARTLARI 18 le lt 18 i8 ıe· 18 Diyanet Dergisi, dini, ilmi, inceleme ve araştırmalar; tez ve seminer çalışmaları, tercüme va derleme yazıları yayıniayan bir dergidir. Dergimiza yayınianmak üzere gönderilen yazılar, Yazı Tetkik Kurulu kararı ile yayınlanır. Yayınlanacak yazılarda lüzum görüldüğü takdirde Kurulca düzeltme ve kısaıtmalar yapılabilir. Gönderilen yazılar basılsın - basılmasın yazarına iade edilmez. Yazılar, iki aralıklı daktilo lle yazılmış olarak "Diyanet Işleri Başkanlığı Süreli Yayınlar Şubesi Müdürlüğü" adresine göndertnr. İlk defa yazı gönderenierin kısa özgeçmişlerl ile birlikte fotoğraflarını da göndermeleri gerekir. Dergim.lzde çıkan yazılar, kaynak gösterilerek iktibes edilebilir. Hz. PEYGAMBER (S.A.S.)'iN SiRETiNDE ANILAN DEVLET CESITLERi 1 1 Prof. Muhammed Hamidullah .1908 yılında Hindistan'ın güneyinde Haydard_bôil/da doğdu. Orada Osmaniye üniversite~ si'nde okudu. Devletler Huku üzerine doktora yaptı. 191/'1 yı­ lında Fransa'ya gidip Paris'de İlmi Araştırma azalığ1.na girdi. Birçok memleket gezdi. Konferanslar sebebiyle Türkiye'ye ~ı~ geldi. Son olarak Par·is'te yerleşti. Bir Hukuk Doktoru ve tarihçi olan Prof. Hamidullah/ın yazmış olduğu kitapları çe~9it­ li dillere çevrilmiştir. Daha ziyade ıslamiyet hakkında yazdı­ ğı kitaplar ve verdiği konferan~larla tanınmıştır. Hamidullah'ın "islam Peygamberi"J "islam'a Giris" "Ra' J sulüllah Muhammecl" adlı islam Dünyasmda tanınmış kitapları yanındaJ yayınlanmış daha bir çok eseri ve makalele'ri bıılunmaktadır. Halenj Par·is "CNRS" ilmi araştırma üyesidir. Yazan: Prof. Dr. Muhammed Hamidullah Tercüme Eden : Mustafa VARU Din İşi. Yük. Krl. U!ZIDanı Allah'a hamdolsun. O'nun seçkin Peygamberine, aline, ashabına ve takva saribi olanlara da sal!it ve selam olsun. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de hem emir, hem de haber niteliğinde "Şüphesiz ki AJiab'm Rasfilünde sizin için güzel bir örnek vardır." (1) buyurmuştur. Bu ayetteki "Sizin için'' ifadesi, geneldir. !stisnasız her konuyu kapsamaktadır. Mesela; herhangi bir ilim da(1: Ahzab, 33/21. 45 ,, 1 1 l ' lın~ men~up olan kişi, dilediğini o "güzel örnek" te billabileceği gibi siyasal bilimci de aradığım O'nda bulabilir. Bunun için Kur'an-ı Kerim'de ve hadis-i şeriflerde anılan eski ve çağdaş devlet çeşitleri­ ni belirtmeyi ve bu konuda topladığım bilgileri sunmayı düşündüm. Şüphesiz, herşeyi bildiğimi iddia edemem. Benden·· sonra yanlışlıkla­ rum düzeltecek ve eksik bıraktıklarımı tamamlayacak kimseler olacaktır. Hz. Peygamber (s.a.s.), o zaman bir devlet hüviyetinde ul~ 1\!l.ekke-i Mükerreme'de doğdu. Fakat bu devletin tamtrmına geçmeden önce, insanlık hayatında genel anlamdaki devlet kavramının kı.­ sa tarihçesinden sözetmek, belki daha uygun olacaktır. Devlet kavramı ile aynı çevrede yaşayan insanlar tarafından uyulan sosyal hayat düzenini ifade etmek istiyoruz. Zaman ve çevre değişirrdne paralel olarak bu düzen de gelişmiştir. ·İnsanlığın babası Hz. Adem, (a.s.), sema'da doğmuştur. 'lüce Allah da, nimeti ile onu şereflendirerek, meleklerin _(ve cinlerin) _ona secde etmesini emir buyurmuştur. (2) Fakat o, yalmz bir. kişi idi. Bizim şu anda ifade etmek istediğimiz sosyal hayatın, yalmz onunla devam etmesi mümkün değildi. Sonra .Allah. kendisinden ve kendisi için (3) Havva annemizi eş olarak yaratmıştı. Sonra okuyomz : ''Ey Adem! Eşin lle birlikte cennette kal. Oradaki dilediijniz şeyden bol bol yiyin ve şu ağaca yaklaşnıaym" {4 ). Sonra da Yüce Allah şu haberi vermiştir : '"'Bununla beraber şeytan ona vesvese verip: '"'Ey i.t\dem! Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayaealt b~ mülkü göstereyim mi?" Bunun üzerine ikisi de o ağacııi meyve8inden-yediler..."(5) .• Fakat '"'"A.dem, Rabbinden emirler aldı, onları yerine g~ tirdi. Rabbi de bunun üzerine tevbesini kabul etti"{6 ); '"'"Her ikisi, '"'Rabbimiz! Kendimim yazık ~ttik, bizi bağışla.ma,z ve bize merhamet etmez isen; biz kaybedenlerden olo:rnz" dediler"('). Tevbeyi de kabu1 ettikten sonra şöyle buyurdu : '"'inin oradan hepiniz..." (11 ) Diğer bir yerde de "İkiniz oradau ininiz" (9 ) buyurmuştur. Oysa açık bir g~r(2) Bakara, 2/34:. : (3) .Nisa, 4:/1, A'rAf,. 7/189, Zümer, 39/6. ( 4) Bakara, 2/35, A'ra.f, 7/19. . (5) Taha, 20/120, 121. . . . es>· Bakara, 2/37... (7) A'raf, 7/23. (8) Bakara, 2/38, A'rilf, 7/24:, (9) TaM., 20/123. 46 çektir ki: Tevbe kabul edildikten sonra ceza söz konusu olmaz. Hakara suresinin ç'Biı· §ehre inin (gidin) " şeklindeki 61. ayetinde gördi'tğllnüz gibi, yüce Allah'ın yere inme emri, Bakara suresi, ayet 34'te ve Taha suresi, ayet 121'deki ifadeye göre, istiğfardan ve tevbenin kabulünden sonradlr. Bu durumda cennette onların çocukları olup olm.adığıni bilemiyoruz. Kur'an-ı Kerim bir yerde utniniz!" ifadesini çoğul olarak kullanırken, diğer bir yerde de uikiniz ininiz'' şeklinde ikil olarak kullanmaktadlr. Buna göre; onların cennette çocukları olduğu, bunlarında anne ve babalanna tabi olduklan da muhtemeldir. Nasıi olursa olsun, bütün bunlar bir aile hayatıdlr. Aile de, en eski 'devlet" çeşididir.· Annenin, çocuklarına hakimiyeti 'de normaldir. İkinci olarak babanın hakimiyeti de aynı şekildedir. Çünkü baba, anneden daha güçlüdür. Onun verdiği ceza da annenin cezasın­ dan daha acı olur. . Adem ile Havva, yere ulaştıkları zaman, lAdem'in, Serendib'te (Sirilanka) Kolombo kentinin doğusundaki bir dağın üzerine indiği sÖylenir. O dağda bulunan "Adem tepesi - Picca :Adem", günümüze kadar, bu. is~m ile. anılm.aktadlr. Rivayete göre Havva annemiz, yeryüzüne yaptığı bu yolculukta yolunu kaybetmiş, Adem'in yarunda bulunmamıştır. :Adem, uzun süre onu aıradı ve nihayet (günümüze kadar haccın vakfe yeri olan Mekke yakınındaki) Arafat'ta .bul: du. Her ikisinin yeryüzündeki hayatları ve çocukları hakkında ge,niş bilgiye sahip değiliz : Ev yaptılar. mı, yc;>ksa mağaralarda mı; yahut ağaçların gölgesinde mi yaşadılrur; .bilemiyoruz. Fakat nasıl olursa olsun; Hz. Adem (a.s.) 'in, ibadet yeri bulunmadığı konusunda Allah'a şikayette bulunduğu bmnmektedir. Bunun üzerine Allah melekleri göndermiş, onlar da Mekke'de (Mekke vadisinde) .Allah'm evi olan Kabe'yi bina etmişlerdir( 10 ). Aynı yer, Hz. :tbra.bim zamanında da ziraata elverişli değildir (11 ). Rivayete göre :Adem, beraberinde cennetten bir taş getirmiştir, Oda Hacer-i Esved'dir. Onu Kabe'nin bir köşesine yerleştirmiş ve böylece,. gökyüzünde meleklerin, ;Beyt-i Ma'muru tavaf edişleri ,gibi, Ka'benin etrafındaki tavafm başlangıç noktasını tesbit· etmek istemiştir. · Hz; Adem ile HZ. HaV:va'nın manevi hayatlarını belirttikten soiı­ ra, maddi hayatiarına göz atiılım : Taberi; tarihinde, tbni Kesir de; (10) Al-1 !mran, 3/96. (ll) !brahlın, 14/37. 47 .ı 1 ı . '' ·l ' Habil ve Kabil kıssasını belirten ayetin(12 ) tefsirinde şöyle der: Hz. Havva'nın, biri erkek diğeri kız olmak üzere bir batmda yalnız iki defa ikiz çocuğu olmuştur. Çocuklar, evlenme yaşına geldikleri zaman, babaları (şüphesiz ki Allah'tan aldığı bir emir sonucu), erkek çocukların, kendi ikiz kız kardeşleri ile evlenmemelerini emretmiş, ancak diğer batınlardaki kızlan ile evlenebileceklerini bildirmiştir. Ra:bbımız, (diğer canlılardan farklı olarak) kız kardeş ile evlenmeyi, dini yönden bize haram kılmıştır. Fakat o zaman kardeş­ lerden başkası yoktu. Allah, Havva'nın biri erkek biri kız olmak i.i.zere ikiz doğurmasını takdir buyurnıuş ve önceleri yalnız ikiz kardeşlerin birbirleri ile evlillğini yasaklamıştır. Yani, kardeşin kendi ikiz kardeşi ile evlenmemesini emir buyurmuş, başka batından olmak şartı ile küçük veya büyük kız kaJrdeşle evlenilmesine izin verilmiştir. .' ·. Hz. Adem'in çocuklan arasmda önceleri, ilk kuşakta, ikiz kardeşler arasındaki evlilik yasaklanmıştı. İkinci kuşakta ise, daha fazla uzaklaşma i:gı_kanı bulunmuş, dolayısı ile ayn zamanlarda ve ayrı gebeliklerde doğmuş olsalar bile, diğer kardeşler arası evlilik de yasaklanmış; amca kızı, dayı kızı ve benzeri uzak akrabalarla evlenm.e emri verilmiştir. İnsanlar arasmda doğumların sayısı, ölümlerden fazla olduğu için yeryüzündeki insanlar, yavaş yavaş çoğalmış, aileler de, insanlarm ve hayvanlarm yiyecek ve su ihtiyaçlarını arayıp temin etmek için dünyanın değişik bölgelerine dağ:ıp.p tarım alanlan kurmuşlar­ dır. Yerleşim bölgeleri, bazan isteyerek, bazan da insanlarm arasında çıkan çatışmalardan dolayı istemeyerek birbirinden uzak olmuştur. Belki insanilk tarihinde illı: çatışma. Hz. :A.dem (a.s.) 'in çocukları Kabil ile Habil arasmda çıkan ve Kabil'in Habil'i öldürmesi ile sonuçlanan çatışmadır. Gerçi kıssanm tamamını bilmiyoruz. Fakat~ muhtemeldir ki; katil (Kabil), anne ve babasından korktuğu için uzaklara kaçmıştır (13). ! ı . , Ne gariptir ki; insanlar arasında aynı anda iki zıt hareket bulunabilmektedir. Mesela, bir yönden bazı yakınlaJr, ya ekonomik ve geçim slkmtısını gidermek ya da herhangi bir olağanüstü durumda can ve mal emniyetini temin etmek için uzaklara giderken, diğer (12) MB.ide, 5/27. (13)Maide, 5/27-31. 48 yöndende, özellikle son kuşaklarda gördüğümüz gibi, uzaklarda bulunanlar, biır takım hürriyet ve haklarından feragat ederek yaklaş­ ınayı arzulamaktadırlar. Fakat bu arada, bir aile diğerinden daha güçlü olup aralarında da bir düşmanlık bulunursa; zayıf olan aile, üçüncü bir aile ile anlaşma yaparak birlik kurmaktadır. Böylece birlik kuran bu iki aile, yalnız başına kuvvetli görünen üçüncü aileden daha güçlü olurlar. işte, birlik kuran bu ailelere "Kabile" adını veriyoruz. Birden çok kabilenin de anlaşma yapıp birlik olmaları ile de, çok sayıda inE:ıan topluluğunun yaşadığı köy veya belde meydana gelir. Bu çoğalma ve toparlanma; bazan isteyerek, bazan da istemiyerek olabilir. Mesela; bir kabile veya belde sakinleri, diğer bir kahileye veya belde sakinlerine saldırarak topraklarını istila edip, halkını da egemenliklerine alm:ış olabilirler. Kısaca; insan, aile tipi devlet ile hayata başlamış, sonra bu devlet, yavaş yavaş gelişerek kabile devleti, sonra köy ve belde devleti, daha sonra da krallık ve imparatorluk devleti haline dönüşmüştür. Biz bugün hala, bütün yeryüzünü kapsayan bir devletin kurulmasını bekliyoruz. Daha önoe, benzeri çalışmalar olmuştur. Fakat başarıya _ulaşamamıştır. Buraya nokta koyuyor ve daha sonraki yeryüzü devleti ile başka bir gezegendeki devlet mensupl!lirı arasmda olabilecek savaş veya barış imkanlarını araştırmıyoruz. Kur'an-ı Kerim, önce yalnız insandan, sonra karı-koca ve çocuklardan oluşan aileden, sonra aşiretten, sonra da köy, belde, şehir veya mısır olarak isimlendirdiği yerleşim bölgelerinden söz etmekte, aynı zamanda bir. çok yerleşim bölgelerine hakim olan hükümdarlardan da bahsetmektediır. Ancak şurası unutulm~malıdır ki; herhangi bir gelişme, aynı anda bütün dünyada meydana gelemez. Mesela; zamammızda bile büyük imparatorluklarm yambaşmda, kendi kabilesinden başka hiç kimseye boyun eğmeyen bağımsız bedev1 kabileler de vardır. Bunların her ikisi de aynı asırda yaşamaktadır. Kur'an-ı Kerim'de, (Ormanda yaşayan) Eyke halkmdan bir çok yerde söz edilirken, dağlardaki taşlarda kendilerine "ev yontan", Hz. Salih (a.s.) 'in kavminden( 14 ) ve taşmabilen çadırlarda yaşayan diğer kimselerden de bahsedilmektedir(15 ). (14) mcr, 15/82. (15) Nahl, 16/80. 49 iSLAM PEYGAMBERi'NiN :ÇA(U Bu girişten sonra asıl konumuzu imkan nisbetinde inceleyelim : Peygam:berlerin sonuncusu olan İslam pey:gamberi (s.a.s.) 569 yılında Mekke'de doğdu. Mekke, arazileri bir tek belde üzerine yayılan küçük bir şehir devleti idi. Fakat Ceziretü'l-Arab't~, mesela Hicaz ve Necid'de bulunan diğer devletlere nisbetle Mekke devletinin idaresi son derece ileri idi. Kur'an'da ifade edildiği gibi Mekke, "Ümmü'l-Kura" (16), "el-Beledü'l-Emin" ve daha başka adlar ile adlandırılmJ.5>tır. Hz. :Adem (a.s.) zamanından beri, yeryüzünde insanlar için bir mabed olarak kurulan ilk ev, Mekke'de kurulduğu için(17) ona (Mekke'ye) "Ümmü'l-Kura" demeıniz, gerçekten yerinde olur. Mekke'ye "Ümmü'l-Kura" denilmesinin başka bir sebebi daha vardır; o da şudur : (c.c.) görmediğiıniz halde O'na ibadet etmek, O'nun eınirlerine itaat etmek ve O'na boyun eğdiğiınizi göstermek istiyoruz. Evi, sahibinin bir sem1Jolü olarak kabul ettik. Bunun için Beytullahı (Kabe'yi) kurduk. Biz O'nun heykelini veya resmini yapmaya muhtaç değiliz. Zira ev, içindeki salıibinin varlığına delalet eder. Hadiste : ('Hacerü'l Esved, Allah'ın yeryüzündeki sağ eli mesa;besindedir" ( 18 ) buyurulmuştur. Rasulfıllah'ı görmeyen bizler biat etmek için sağ eliınizi Allah'ın sağ eli mesabesindeki Haceru'l-Esved'in üzerine koY.arız (Hacerü'l-Esved'in, Kabe ·köşelerinden birisinde olduğunu biliyoruz.) Biz Allah'ı Devletin bir başkenti olur. Başkentte de devlet reisinin evi bu~ lunur. Devletin diğer bölgelerinde oturanlar. da, devlet reisine olan bağlılıklarını göstermek için oraya gelirler. Mekke devletinin o asır. daki anayasasını anlatmak uzun açıklamaları gerektirir. Oysa burası onun yeri değildir( 19 ). Fakat bütünüyle elde edilineyen şeyin önemli olanı terkedilmez. Bunun için Peygamber (s.a.s.)'in doğumu zamanında, Mekke şehir devleti anayasasımn özelliklerini özetlemek istiyorum. (16) En'am, 6/92, A'raf, 7/42. (17) Al-i İmran, 3/96. (18) Carniu's.-sağir, 1/151 (Mütercim). (19) :F>'ıı konuda, okuyucunun, Türkçe teliflerimden "Hz. Peygamber'in Hayatı ve Eseri" adındaki eserde bulabiieceği uzun bir makale yazdım, Aynı konu, yine aynı eserin Fransızca ve Yugaslav dilindeki 2. cildinin düs.tur babmda da vardır. 50 El-Makrizi, 1bni Abdi Ra;hbih ve diğerlerinin anlattıklarına göre, Mekke'nin önemli sakinlerj. on kabileden oluşuyordu. Bunlar, on bakimı olan bir devlet kurdular. Aralarında devlet başkanı ve baş­ bakan yoktu. Bu kabuelerin her birisinin başkanı, · aynı zamanda şehir devletinin idare meclisi üyesi idi. Her ıbir üye (aşağıda belirtileceği gibi) kendine has, özel bazı konularla ilgilenirdi. 1. Benu Haşim ka;bilesi; (Hz. Peygamber (s.a.s.)'in kabilesidir. Temsilcisi Abdulmuttalib, sonra Ebu Talib, sonra Rasulüllah'm amcası Abbas'tı.); Mescidü'l Haram'ın imareti ve hacıların su işlerine bakıyordu. Benu Abdi'd-'Dar ka:bilesi; Kabe'nin temizliğine, Beytüllah'm kapıcılığına ve harb esnasında Kureyş sancağını taşıma işlerine ba-' 2. kıyordu. 3. Benu ümeyye ka;bilesi; (Temsilcileri Ebu Süfyan' dı), harb işleri organizasyonundan sorumluydu. 4. Benu Nevfel kabilesi; (Va;raka =b. Nevfel'in kabilesi), Rifade yani maliye işlerine bakıyordu. 5. Benu Esed kabilesi; (Ümmü'l-Müminin Hz. Hatice'nin kabilesi), Me§veret (danışma) işlerine bakıyordu. Rivayete göre diğer bakanlar onunla İstişare ediyorlardı. O da, diğer bakanların genel direktörü durumundaydı. 6. Benu Temim kabilesi; (Hz. Ebu Bekir'in ka:bilesi) ; Suçluya mali ceza uygulayan adil meselelerden sorumluydu. 7. Benu Selım kabilesi; Bedensel cezayı gerektirecek adli iş­ lerden sorumluydu. Ayrıca, vakıf malları, Kabe'ye verilen hediyeler gibi devlet himayesine alınan mallar da ona bağlıydı. O biır bakıma hazine başkanı durumundaydı. 8. Benu Adiyy kabilesi; (Hz. ömer'in kabilesi) ; elçilik işlerine (dışişleri bakanlığına) bakıyordu. 9. Benu Mahzllm kabilesi; (Halid b. Velid'in kabilesi); harb esnasında suvarilerin reisi durumundaydı. 10. Benu Cumah ka:bilesi ise; oklarla fala bakma ve izin işlerin­ den sorumlu idi. Kur'a ve ok atma usulüyle, istedikleri bir işin olup olmayacağını Allah'la istişare ediyorlardı. · Bu on bakandan başka bir de parlamento niteliğinde "Daru'nNedve" vardı. Şehiır sakinlerinden kırk yaşına gelen herkes oraya 51 \ : . gelir ve kendi aralarında, istişare ederlerdi. Daru'n-Ne.dve'nin anahtarı özel bir görevlinin yanında bulunurdu . ' Sonra hacca giden kimse, haccın bazı görevlerini Arafat'ta, ·bazılarını da Müzdelife ve Mina'da eda ediyordu. Bu görevlerin sona erm.esine "ifada" ve "icaze" adı verilirdi. Bu iki görevin özel görevlileri vardı. Hac takvimi de özel bir görevlinin elindeydi. Buna "kallemes" diyorlardı. Bunun görevi haccın, heryıl aynı mevsimde o~­ masını sağlamaktı._ Aradan uzun bir süre geçtiği için zamanın unutulması sebebi ile; bu yola başvurma ihtiyacını duyuyorlardı. öte ya:ıid.an, bir de duvarcı vardı. Bunun görevi; Kabe binasına ve duvarlarına önem vermek, onu tam.:ir ve restore etmek idi. İslam'dan ·. önceki Mekke tarihinde ya:bancılarla yapılmış bazı ı:ıözleşme ve antlaşmalar ile bazı savaşlar biliyoruz. Devletler arası ticaret, kışın -ve yazın ayrı ayrı yapılan seferler, karakol hizmetleri ve ticaret kafilelerini yol kesicilerden koruma gibi hususların, Mekke tarihinde özel bir önemi vardı. İslam' dan önce bütün Me:r.ke'liler putlara tapan m~rikler idi. Peygamberin gönderilmesinden sonra Mekke halkının işlerine bir yenisi daha eklendi. O da, Peygamberlerine ve on'1 tabi olan Mekkeli müminlere işkence etmekti. Oıılar­ da bazı güzel özellikler de vadı. Mesela; Hılfü'l-Fudul cemiyetini kurmuşlardı. Bunun amacı; Mekkeyi ziyarete gelen ya;bancılara yardım etmekti. Rasfılullah (s.a.s.) 'de bu cemiyetin gönüllüleri arasına katılmıştı. ibadet olarak Mekkeliler, senede bir tek gün olmak üzere, :Aşure gününün orucunu tutuyorlardı. HZ. PEYGAMBER'İN Bİ'SETTEN öNCEKİ Rasfılullah'ın babası HAYATI : Abdullah vefat ettiği zaman, zevcesi A.mine hamile idi. O çocuk iken de annesi Anıine vefat etti. Böylece uzun yıllar amcası Ebu Talib'in himayesinde kaldı. Ebu Tali'b bir defasında ticaret amacıyle Filistin'e gittiği zaman, Rasfılullah da onuııla birlikte gitmişti. O zaman Filistin, Bizans rumlarının hakimiyetinde idi. Rasulullah'ın ilk defa gördüğü yabancı ülke; Avrupa'daki Yunanistan'a, Asya'daki Suriye ve Filistin'e ve Afrika'daki Mısır'a kadar uzanan bu imparatorluk idi. Bu imparatorluğun özel bir dini (Hı­ ristiyaıılık) ve Rasfılullah gibi ziyaretçileri de ilgilendiren gümrük ve benzeri kanuıılan vardı. Mekke'den Suriye'ye gidiş ve dönüş için Medlne, Dfımetü'l, Cendel ve diğerleri gibi pek çok devlet ve müs- 52 \ takil kabilelerin içinden geçmek zorunda idi. Hz. Peygamber (s.a.s.), bir defa da Hz. Hatice'nin ticareti için oralara gitmiştir. Buhari, İbni Hanbel ve diğerlerinin ifadelerine göre Hz. Peygamber (s.a.s.), doğu Arabistan'daki .A:bdul Kays kabilesine gitmiş, orada da Arapların yıllık panayırları durumunda olan Mil§akkar, Ayn Zara ve Duba gibi yerlere uğramıştır. Bu yerlerin tamamı yalnız bir hakimiyetin altında değildi. Barış ve savaş durumlarına göre bu yerlerin, İran hükümdarlan Kisra'ların himayesinde olduğunu görüyoruz. Söz konusu bu panayırlar hakkında şu kısa bilgiyi sunmak istiyoruz (20 ) • Arapların, ticaret için toplandığı başlıca on panayır vardır : 1.. Dfimetü'l-Cendel Panayın : Şam ile Hicaz arasında bulunmaktadır. Kelb ve Ced'iletü Tay', DUnıetu'l-Cendel'in komşulan idi. Sınırları; Ukeydir el-1badi, Sekiı.ni ve Kunafetü'l-Kelbi arasında idi. Bunlardan mesela; 1badiyyfuı galip geldikleri takdirde, panayırın idaresi, onların bir kolu olan Ukeydire geçerdi. Şayet Gass8.niler galip gelirse, idareyi Kunafe'ye teslim ederlerdi. Her iki grup daima çekişme halinde idi. Bunlardan birisi, diğerine galip gelir de haraç borcunu ödetir ise; onu panayır ile başba§a bırakır. Bu durumda panayırın amiri durumunda olan e:mlr'in izni o~adan panay-Jrda kimse bir şey satamazdı. Ancak emir, satmak istediği her şeyi sattıktan sonra, satılanların onda birisi kendisine verilmek şartı ile baş­ kasının satışına izin verirdi. 2. Muşakkaı· Panayın: Dumetu'l-Cendel'den sonra Hacer bölgesindeki Müşakkar panayırma giderlerdi. irıuılılar da malları ile denizi aşarak ona gelirlerdi. Aynı şekilde Kabil' den de benzerleri getirdi. Abdi Kays ve Temim kabileleri de. onun komşuları idi. Onun hakimleri Benu Temim'in Benu Abdiilah bin Zeyd' e ·bağlı Münzir bin Savi'nin temsilcileri idi. İran devlet başkanları, o:ı:ıJ.an bu panayır­ larda görevlendiriyordu. Mesela; Beni Nasr'ı Hire'ye, Beni'l-Müstekbir'i Uman'a görevlendirmişlerdir. Bu yerlerde serbestçe çalışıyor­ lar ve Dfımetü'l-'Cendel'deki hükümdarlar gibi yaşıyorlar, onlardan öşür (onda bir) de alıyor! ardı. 3. Sahar Panayın: Uman bölgesindedir. Bu panayır, beş gece süre ile Recep ayının ilk gününde kurulurdu. Bunun öşrünü de ElCulündiy bin el-Müstekbir alırdı. (?0) Bu bilgiler; İbni Habib'in ''El Muhabber'', "Ya'kıibi Tarihi", Kalka§anc:i'nin ''Nihayetü•l-İrb'', Merzıiki'nin "El-Ezmine ve'l-Erokine'', benim de "Hz. Peygamberin Hayatı ve Eseri" adlı kitaplardan özetlenıniştir. 53 , .. ·1 1 4. Duba Panayırı : Bu da, Arapların iki ana konaklama yerlerinden birisidir. Sind'ten, Hind'ten, Çin'den, doğu ve batıdan gelen tüccarhvr, orada konaklarlardı. Diğer panayır sahiplerinin yaptığı gibi Cülündiy bin el-Müstekber, hem burada hem Sahar panayınnda tüccarlardan Ö§ür alırdı. 5. Şibra Panayırı : Buna, aynı zamanda "Şihra Mahra" adı verilir. Bu panayır, Hz. Nuh (a.s.) 'm kabrinin bulunduğu dağın eteğinde kurulurdu. özel bir mülkiyet sınırları içinde olmadığı için bu panayırda öşür toplanmazdı. 6. Aden Panayın : Ramazan ayının ilk gününden itibaren on gün süre ile kurulurdu. Bir hükümet aırazisinde kurulduğu için bu panayırda herhangi bir koruma tedbiri alınmazdı. Yemen'i fethedip Rabeşlileri öldüren İranlılar, onlaırdan öşür alırlardı. Oysa iranlılar bu panayırda alışveriş yapmazlardı. Genellikle esans ve güzel kokular, bu panayırdan diğer yerlere dağılırdı. Çünkü en güzel kokuyu - Asraplar imal edederdi. Bunun için deniz aşırı ticaret kafileleri, Hindistan'da ve Sind'te buradan götürdülderi güzel koku ile değer kazanırdı. Diğer taraftan İran ve Bizans'a giden kara ticaret kafi·. leleri de aynı kokuyu, ülkelerine buradan taşlil'lardı. 7. San'a Panayın: Ramazan ayının ortasından sonuna kadarki süre içinde kurulur, bundan da İranlılara öşür verilirdi .. 8. Rabiye ve Uiraz Panayırlan: San'a panayırından ayrılan tüccarlar, bu iki panaYJil'a dağılırlardı. Bir kısmı Rabiye panayırına, bir kısmı da Ukaz panayırma giderdi. Rabiye panayırı ; Hadramevt bölgesinde, Ukaz panayırı de Necid'in yukanda bölgesinde Arafat'a yakın yerde aynı zamanda kurulurdu. Zilka'da ayının ortasın­ da kurulp aynı ayın sonunda sona eren bu iki panayıra, genellikle San'a panayırından dağılan tüccarlar mal getirirlerdi. Ukaaz panayırı, Arapl3inn en önemli panayırlanndan biri idi. Kureyş, Revazın kabileleri ile birlikte Gatafan, Eslem ve Alıabiş(21 ) gibi diğer Arap gurupları genellikle Ukaz panayırma gelirlerdi. Bu panayırlarda öşiir' ve koruma teşkilatı yoktu. nın 9. Zi'l-Mecaz Panayın : Bu, Ukaz'ın bir köyüdür. Zilhicce ayı­ ilk gününden Terviye gününe kadarki sfu'e içinde kurulur. Bu (21) Ahabi§; Haris bin Abdi Menftf Mustalık kabileleridir. 54 oğullan, Kinane, İdl, Dey§. Haya' ve parrayıra gelenler, panayırın sonunda (Hac için) Mina'ya hareket ederlerdi. 10•. Hayher'deki Netata Panayırı )le_Yema.me'deki ;Hacer Panayırı : Aşura günü kurulup Muharrem ayının sonuna kadar devam ederdi. Görülüyor ki; Arap yarımadasın'da kurulan panayırlar üzerinde egemenliğini kuran çeşitli devletler V8!rdır. Hz. Peygamber (s.a.s.) de, bi'setten önce Muşakkar'da bulunmuştu. Hz. Peygamber'in orada bulunduğu zaman, panayırın kurulduğu zaman olmalıdır. Aynı zamanda Muşakkar'a yakın olan Duba panayırııida da bulunduğunu ve orada Çin tüccarl8!rını gördüğünü samyorum. (1I.im Çin'de de olsa; onu araymız.ilmi aramak; her müslüman üzerine farzdır."(22 ) hadis-i şerifi de ·buradan gelmektedir. Rivayet edilir ki; Hz. Peygamber (s.a.s.) tic8!ret için en az iki defa Yemen'e gitmiştir. Bu konuda geniş bilgimiz yoktur. Fakat her şeye rağmen o zaman, yalmz bir devlet yoktu. Hz. Peygamber (s.a.s.) 'in doğumundan önce, kısa bir süre için de olsa Aslıab-ı Uhdfı.d a~ verilen ve Hıristiyanları öldfu:-en bir Yahudi devleti de vardı. Rabeşliler gelip onlardan öç almışlar ve sonra da Ka'be'yi yık­ mak için Fil ashabını göndermişlerdi. (Bu da Hz. Peygamberin doğumu zamanında olmuştu.) Sonra Yemenliler Habeşlilere kaxşı ayaklarup İran hükümdarlarından yardım istediler. Onlar da gelip oralara bir süre hakim oldul8!r. ('Bugünleri, bazan lehte, bazan aleyhte olmak üzere insanlar arasında döndürüp dururuz" ( 23 ). Şüphesiz ki IIl.illk; Allah'ındır. Habeşistan tüccarları Mekke'ye gelirken, Mekkeli tücc8!rlar da Habeşistan'a giderlerdi. O zaman Habeşistan, bir imparatorluktu .. Ayın dönemde Yemen'e saldırmış ve Necaşi'nin valisi sıfatı ile birisini oraya tayin edip Yemen'i idaresi altına almıştı. Fakat Habeşis­ tan'da fitneler ve iç savaşlar eksik olmaml§tı. Habeşistan Necaşisi Ashame Hz. Peygamberin siretinde çok iyi bilinmektedir. Babası öldüğü zaman, kendisi henüz çocuktu. (ibni Hişam ve Süheyli'nin ifadesine göre) amcası, ülkenin başına geçtiği zaman, kendisinden kurtulmak istedi ve onu Bedir sakinlerinden Beııi Daınra kabilesine mensup bir Araba satmıştı. Efendisi onu Bedir'e getirdi. Ashame, (??,) Hadisin ikinci bölümü; İbn-i Mace, Mukaddime, 17 (mütercim). f!JR) AI-i !mran; 3/140. 55 ı ! uzun süre efendisinin koyunlarını güttü. Nihayet Habeşistan'daki amcası ölünce; Habeşliler, Ashame'yi efendisinden satın alıp başla­ rına getirmekten başka çare bulamadılar. Bedir, Mekke-Filistin ticaret yolunda bulunduğu için bir yolculuğunda Hz. Peygamber (s.a.s.), onunla orada karşılaşmış olabilir. Belki bu tanışma sonucu Hz. Peygamber (s.a.s.) Kureyş kaJirlerinin işkencelerinden kurtulmak için, Mekkeli asha:bının Habeşistan'a kaçmalarını emir buyurmuş ve onlara Habeşistan'da ülkesindeki hiç kimseye zulmetmeyen bir hükümdar bulunduğunu söylemişti. Gerçekten de böyle olmuş­ tu. Çünkü onlar, Habeşistan'a iltica ettikleri zaman, Kureyş kafirleri Necaşi'ye birr heyet göndererek, mültecileri bu heyetle Mekke'ye göndermesini istemişler ve bu arada· Mekk e heyetine yardım etmeleri için din adamlarına ve hükümdara yakın kimselere rüşvetler göndermislerdi. N e ca si de onl3Jl'ı bo s cevirmisti. """ ~ ,) ,) ,) Bi'SE!J:TEN SONRA Allah O'nu Peygamber olarak gönderince, ticareti bırakıp tam olarak tebliğ ile ve islam'a davetle meşgul. oldu. Mekke'lilerin çoğu bu daveti kabul etmediler. Hz. Peygamber'e ve ashabına işkence etmeye . başladılar, bunl3Jl'dan bir kısmını da öldürdüler. Arnmar b. Yasir (r.a.) 'in (Türk olan) annesi öldürülenler arasındaydı. Bu tutum, bir "devlet içinde devlet"in kurulması sonucunu doğurdu. Devletin amacı; yönetim, kanun koyma, karşıt görüşlüler arasında kanunların uygulanması, yabancılarla ilişkilerin düzenlenmesidir. Müslümanlar açısından bütün bu işler Hz. Peygamber tarafından yürütülüyordu. Müslümanlar. Mekke'deki resmi kuruluşlara başvur­ muyor, Mekkeli müşrikler de bu "islam Devleti''ni tanımıyorlardı. Böylece devlet içinde bir devlet, yani bir ·şehirde iki devlet ortaya çıktı. Bu islam devletinin, müslümanların evlerinden ·ve barınakla­ rından başka, özel toprakları yoktu. (Şehirdeki caddeler ve Kabe, müslümanlar ile müslüman olmayanların ortak malı idi). Mekke toprakları da, müşriklerin hakimiyeti altındaydı. Fakat müslümanları ilgilendiren diğer resmi meseleleri RasUJ.üllah yürütüyordu. Zira O, müslümanların din ve dünya işleri konusunda, KUT'an ve sünnet ile hükümler koyuyor, müslümanların bütün işlerinde de "hakim" durumunda idi. Hatta onun, dış ilişkiler konusunda da yeterli kapasiteye sahip oiduğunu görüyoruz. 56 Buna bir örnek verelim : İslam daveti, başlangıçtan itibaren evrensel bir davet idi. Yerel değildi. Allah'ın Rasillü dünyanın çeşitli yerlerinden Mekke'ye gelen hacıları, yabancı tüccarları karşılıyordu. Çünkü Mekke; Bizans-Yemen-Hindistan ticaıret yolu üzerindedir. İste Allah Rasulü, (s.a.s.) bu ticaret kervanlarının bazıları ile karşılaşıyor, mensuplarını İslam'a davet ediyordu. Tarih şu yarip olayı nakleder : (24 ) Filistin'de yaşayan Daruer heyet halinde iki defa Hz. Peygamber'e geldiler. Biri Hicretten önce, diğeri de hicretten sonra idi. İlk gelişlerinde Hz. Peygamberden, kendilerine ülkelerinden bir miktar toprak verilmesini istemişlerdi. · Anlaşıldığına göre Hz. Peygamber (s.a.s.) İslam devleti toprakları­ nın kısa bir zaman sonra, onların Filistin'deki yurtlarına kadar genişleyeceğini de, onları teşvik için söylemiş, bunun üzerine onlar da müslüman olmuşlar ve söz konusu istekte bulunmuşlardır. Hz. Peygamber (s.a.s.) de bir deri parçası istemiş ve aşağıdaki mektubu yazdırmıştır : ('Rabman ve na.bim olan Allah'ın adı ile. Bu, Allah'ın R-esftlü Muhammed (s.a.s.)'in Darilere bağışladığl şeyler:i bildiren mektuptur : Allah nasib eder ve bu Filistin topra.klan fethedilirse; Muhammed (s.a.s.), ('Beyt-i Ayniln", ('Habrôn", ('Martfim." ve ('Beyt-i ibra.bim" bölgelerini, içindekilerle birlikte sonımza kadar onlara (Darilere), bağışlamıştır. Abbas b. Abdülmuttalib, Huzeymetu'bn-n Kays ve Şurahbil b. Hasane buna şalıid olmuş, konu ayrıca yazıya gegirilnıiştir." ResUluilah (s.a.s.) Medine'ye hicret ettiği zaman "Dari"ler gelip ondan söz konusu mektubu yeniden kendileri için yazmasını istediler. O da yazdırdı. Hicretten önce Hindistan'da geçen Malibaır hikayesi de dikkat çekicidir(25 ). Hindistan'daki tarih kitaplarında belirtildiğille göre Batı Hindistan hükümdarlarmdan Çakrvatı Farmas, bir gece sarayında otururken ayın iki parçaya ayrıldığını, parçalardan birisinin, 124) ''Hz. Peygamber ve Hulefa-i Raşidin devrinin siyaSi vesikaları'' adlı eserim.ize bak. Vesika No: 43, Bunda es-Siretü'l-Halebiyye ve diğerleri esas aıınmıııtır. (25) "Hz. Peygamberin Hayatı ve Eseri'' adlı kitabımıza bak. 57 .. ' diğerinden uzaklaştığını, ·ı ' az sonra da tekrar eski haline döndüğünü görmüş ve hayretler içinde kalmıştı. Bunun üzerine veziri; hükümdarın hazinesinde kilitli ve mühürlü eski bir sandık bulunduğunu, bunun da kesiıilikle açılmaması istemi ile eski bir hükümdardan miras kaldığım hatırlatarak bu sandığın açılmasım tavsiye ederek, bu garip olay hakknda bilgi bulunabilme ihtimalini hükümdara teklif edince; hükümdar Çakrvatı, sandığın açılmasım emretmiştır. Gerçekten içinde bir kitap buldular. Bu kitapta, ileride ayın ikiye ayrıla.cağı ve bunun, Mekke'de gönderilecek son peygamberin mucizesi olduğu yazılı idi. Ayrıca kitap o zamanda yaşayan hükmdarın, bu peygambere inanmasını öğütlüyordu. Bunun üzerine hükümdar Çakrvatı, hükümdarlığını babasına devredip Mekke'ye gitmiş ve Hz. Peygamber (s.a.s.) 'i bularak müslüman olmuştur. Sonra Hz. Peygamber (s.a.s.),. ülkesine dönüp - islam'a davet etmesini ona emretmis, o da ülkesine dönüş yolunda Yemen'e ulaştığı zaman hastalanıp ölmüş ve orada Zafar kabilesi bölgesinde defnedilmiştir. "Hindistan Kralı" diye anılan bu mezar, asırlarca da ziyaret edilmiştir. . Yukaxıda ·. da belirttiğimiz gibi, Mekke müslüman:ları, Hz. Peygamber (s.a.s.) 'in emri üzerine Habeşistan'a hicret etmişlerdir. Bu arada da amcası Ebu Talib'in vefatından hemen sonra Hz. Peygamber (s.a.s.) 'in Taif'e hicretinden söz etmek istiyo:ı;uz: Ebu Talib'in vefatı üzerine Hz. Peygamberin ikinci ·amcası Ebu Lehep, Beni Haşim kabilesinin il'ei si oldu ve Hz. Peygamberi kovdu (26 ) • Taif'in Mekk e ile sıkı ilişkileri olmasına rağmen Taif'te bağımsız bir ·devlet vardı. (Hz. Peygamberin Medine'ye hicretinden önce Medine'de olduğu gibi) Orada da aynı devlet içinde birbirleri ile savaşan bir çok kabileler görüyoruz. Bununla ben, ıbütün kabilelerin kayıtsız şartsız ll oyun eğeceği bi rhükümdar (başkan) buluİımadan, aralarında· bazan savaş, bazan barış yapan kabile topluluklarının devletini belirtmek istiyorum. Her ne kadar Mekke'deki K3:be düzeyinde değil ise de, orada (Taif'te) Lat adına yapılmış bir "Put Evi" vardı. Az önce Hindistan Kralı'nın hikayesini anlatmıştık. O memleketin durumunu belirtmeye devam etmemizde bir sakında yoktur. Bilindiği gibi Kur'an-ı Kerim'de Yüce Allah'ın Tin (incir) 'e yemin . ettiği bir sfıre vardır( 27 ). Başka b1r sfırede (Sad Stıresi) Yüce Al(211) Bu, onun herhangi bir kimse tarafmd&n öldürülmesi halinde; kabilenin ondan öç isterneyeceği anlammda idi. (27) Tin, 95/1. 58 lah, Zül-Kifl adındaki peygamberi zikretmiştir. Bu sfıre de Tin si'ı· resinden kısa bir süre sonra nazil olan Mekki sfırelerdendir. Budizm, Hz. Peygamber (s.a.s.) devrinin en büyük dinlerinden birisi olduğu için, Meclisilik ve Sahillik ile birlikte Kur'an-ı Kerim'de mutlaka zikredilmeli idi. Gerçekten de bazı eski müfessirler, Kur'an-ı Kerim'de .belirtilen yabani incirin (Fıcus Religiosa), Budistlerce de bilinen ve anlatılan incir olduğunu ifade etmişlerdir. Zira Budistlerin inancına göre Budda, incir ağacının altında iken, kendisine hakikat (Budizm) gelmiştir. Zül-Kifl ismi ise bilinmektedir. Bunun için bazı müfessirler, kelime anlamını incelerken; "Kifl" kelimesinin, Budda'nın doğum yeri olan "KPILAVUSTU"nun arapçalaşmış şekli olduğunu ileri sürerler. Budda'nın babası da, devletin başkenti olan o bölgenin hükümdan idi. Su halde; Zül-'Kifl'in anlamı; "KPILAVUSTU"y::ı kefil olan kimse demektir. Bazıları da derler ki; Kifl, yiyecek ve rızık anlamındadır. Bunun da Budda'nın babası ile yakınlığı vardır. Zira onun adı; "SIDHUDANA" idi. Bunun anlamı ise; güzel ve tatlı nzıktır. Şayet bu görüşlerin bir kısmı, ilim adamlarınca kabul görürse; Hz. Peygamberin siretinde adı geçen bir başka Hint devleti de, bütün özellikleri ile biTlikte ortaya çıkınış olur. Zira KPILAVASTU, Hindistan'ın kuzeyinde bir bölgedir. Günümüze kadar da kalıntıları gelmiştir. · Zül-Karneyn kıssası da, yine Kur' an~ ı Kerim'in Mekki ·bir silresinde anlatılınıştır( 28 ). Bu ismin kime ait olduğu konusunda müfessirler görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Çoğu müfesirler bunun Hindistan'ın da bir kısmım fetheden büyük fatih Makedonya'lı Büyük İskender olduğunu ileri sürer, Büyük İskender'in, Mısır'dan Hindistan'a giderken Mekke'ye uğradığını ve Kabe'yi ziyaret ettiğini· bildirirler. Bunun devleti de bizim belirtmek istediğimiz devlet çeşit­ lerine· bir devlet daha ekler. gibi Kur'an-ı Kerim, önce kişiden (insanlığın babası) sözeder. Sonra aileden, aşiretten, kabileden, sonra da kırallıktan bahseder. Belki Kur'an-ı Kerim'in bahsettiği en eski krallık devleti; Babil'deki Nemrut devletidir. Hz. İbrahim'in (a.s.) ateşe atılmasını emreden, Nemruttur. Yüce Allah da Hz. ibrı:ı.­ him'i bir mucize şeklinde ateşten kurtarmış ve; "Ey ateş! İbraYukanda da belirttiğimiz (28)' Kehf, 18/83-98. 59 1 '' ·'1 ' Wm'e Imrşı serin ve zararsız ol!"(29) demişti. Devrimiz alimleri, anlatmaya çalıştığım N emrfid'un Hamurabi olduğunu zannediyorlar. Zira o da Hz. İbrahim devrinde yaşaınıştı. (Şüphesiz doğruya.Allah, daha iyi bilir.) Yeni kanunlar koymuş ve bunları büyük bir taş levhaya yazdırarak halka ilan etmişti. Söz konusu bu hitabe, zamanı­ mıza kadar gelmiş ve şu anda Paris'teki Lovr müzesinde bulunmaktadır. O devrin, adalet ile ilgili görüşleri, bugün bize çocuk görüşü gibi gelir. Mes~la; o zaman da ·kısas emrediliyordu. Fakat sadece göze göz, ineğe karşı ~ek değil, aynı zam.anda kıza kız şeklinde idi. Yani bk kimse, birinin kızını öldürmüş olsa; buna karşılık öldüren değH, öldürenin kızı öldürülmeli idi. Oysa; babası cinayet işleyen o mamm kızın suçu nedir? HİCRETTEN SONRA MEDiNE'DE Hz. Peygamber (s.a.s.), Yüce Allah tarafından miladi 609 yı­ lındı: peygamber olarak gönderildikten sonra insanları Allah'a davet etmeye b~ladı ve gücü yettiğince halkı ısiaha çalıştı; önce kendi evinden, ailesinden başladı. Sonra akrabalarını, daha sonra da bütün Mekke halkını ve oraya uğrayan yabancıları davet etti. Fakat kendisi ile birlikte pek az kimse iman etti. Diğerleri ise kendisine her geçen gün daha çok işkence ettiler. Hatta onu öldürmeye bile karar verdiler. Bu durumu görünce vatanından ayrılıp başka bir ilikeye yerleşmek istedi. Fakat Allah katında her şeyin bir zamanı vardı. Bunun için, hac mevsiminde Mina'da her hangi bir kabilenin mensupları ile karşılaşınca onları islam'a davet ediyor ve onlara şöyl'3 diyordu : ~'Beni heraberinize ahnız; tek bir Allah'a daveti teb· liğ konusunda bana yardım ediniz. Pek kısa bir zaman sonra Allah, Kisra'nın ve Kayser'in hazinelerini sizin ayaldarınızın altına serecektir''. Buna benzer pek çok teşebbüsten sonra, nihayet başarıya ulaştı. Bazı Medineliler müslüman oldu. Bunlar samimi kimselerdi; islam davetini Medine'de çevrelerine yaydılar. Bir sene sonra da bunlardan bir gurup hac için gelip, Miiıa'da Rasulullah ile karşılaş­ tılar ve müslüman oldular. RasU.lullah Mekke'den onlara bir öğıret­ meıı gönderdi. Bu öğretmen, büyük başarı elde etti. Sonra Medineli müslümanlardan büyük bir gurup hacc için Mekke'ye geldi. Bunlar, RaAUlullah'ı ve beraberindeki müslümanları, Mekke'den ayrılıp, Me(29) Enbiya, 21/69. 60 iline'ye hicret etmeye davet ettiler. O da kabul etti. Medine'den gelen bu müslümanlar, oniki kabileden idiler. Her kabileden bir temsilci seçti, bunların da başına birisini görevlendirdi. Bu :M:edine'de kendi temsilcisi gibi idi. Sonra Mekke'de bulunan müslümanlara s1ra ile Medine'ye hicret etme iznini verdi. Bunlarin bir kısmı hicret edemedi. Çünkü efendileri onları hapsetmişlerdi. Hz. Peygamber (s.a.s.) ve Hz. Ebu Bekir (r.a.) vatanından en son hicret edenlerden idiler. Yolculukları kolay olmadı. Hz. Peygamber (s.a.s), bu yolculuğu esnasında Mudlic kabilesine uğradı. Kabile reisi, onu Kureyş adına yakalamayı veya öldürmeyi düşündü. Fakat mucizeleri görünce müslüman oldu. Hz. Peygamber (s.a.s.) ona, müslümanların kısa bir süre sonra İran­ lıların büyüğü Kisra'nın devletini ele geçirecekleri, imparatorun iki bileziğinin Mudlic kabilesinden bedevi olan Süraka'ya teslim edileceği müjdesini verdi. Birkaç gün sonra diğer. bir "devlet" e, Eslem kabilesine ulaştılar. Yine kabile reisi, onu öldürmek istedi. Fakat o da Hz. Peygamber (s.a.s.) 'in daveti. üzerine Süraka gibi müslüman öldu. Nihayet Hz. Ebu Bekir ile birlikte Medine'ye bir konaklık mesafeye yaklaşınca; Medine'de vekili durıimunda bulunan baş temsHciye birini g0nderip, gelişlerini haber verdi. Bunun üzerine Medine müslümanları, O'nu karşılamak için çıktılar. önce Kuba'ya; Evs kabilesine gidip orada :birkaç gün kaldı. Sonra oradan ayrılıp kentin kuzeyinde bulunan (ve baş temsilcisinin kabilesi olan) Hazrec yurduna; M~scid-i Nebevi'nin şu anda bulunduğu yere gitti. Orada bir tslam devleti kurmakla uğraştı. önce Mekke muhacirleri ile Medine müslümanlarını kardeş ilan ederek Mekke'den gelenleri yerleştirdi. Sonra Medine'de bulunan bütün arap ve yahudi kabilelerinin baş­ kanlM'IDl toplantıya çağırıp, onlara Konfederal bir devlet kurmayı teklif etti. Buna göre; her kabilenin başkanı, kendi iç işlerine bakacak, ancak yabancı bir düşmandan gelecek saldırıya karşı yapıl­ ması ggereken askeri savunma işi ile iki ayrı kabile mensubu arasında doğabilecek çatışmaları adaletle, halletme işi; devletin genel paşkanı tarafından yürütülecekti. '!'oplantıya katılan aırap ve yahudilerin çoğu, bu teklifi kabul ettiler. Çünkü, bir taraftan bu devlete yapılacak herhangi bir dış saldırıya karşı gerçekleştirilecek bir savunmanın yanı başında, diğer taraftan kendi işlerinde tam bir bağımsızlık söz konusu idi. Hatta; her dinin mensupları, kendi kanun- 61 larını koyacaklar, müslümanlar, yahudiler ve müşrikler, kendi inançlarına göre yaşayacaklar&. Bu şartları yazıya geçiırdiler. Böylece bu, yeryüzünde yazıya geçirilmiş ve bize kadar ulaşmış ilk devlet kanunu özelliğini kazandı. (Tanınmış bir çok kitaplarımda ve makalelerimde bundan sözettim.) Bu durum, Hz. Peygamber (s.a.s.) 'in a;rzusuna uygun olarak tamamlanınca, O, Medine civarında bulunan bağımsız, gayr-i müslim kabileleri ziyaret etmeye başladı. Bu ziyaretlerinde o kabilelere kısaca şöyle diyordu : "Şu anda siz iç ve dış işlerinizde tam bağımsızsınız. Fakat yalnızsınız. Size birisi saldırsa, yardımınıza koşacak sizden başka kimse yoktur. Şu halde neden anlaşma yapmıyoruz? Sizinle savaşılırsa; size yardım ederiz. Bizimle savaşan olur da yardım istersek! yardım edersiniz. Yalnız din iş­ leri; bu anlaşnu:mın dışındadır''. Bu şekilde Medine'nin kuzeyinde bulunan Cuheyne'lilere ve sonra da Medine'nin güneyinde bulunan Benf Damira kabilesine giderek onlarla yazılı bir anlaşma yaptı. Ve iste "Devletlerarası" anlasınalardan bir örnek : ' ' "Culıeyne'den Beni Zur'a ve Beni Rab'a kabileleri ile canlarını ve mallarını koruma konusunda anl~ma yapılmıştır. Buna göre; dini konular dışında kendilerine ve onlara bağlı olan kimselere saldırıldığı ya da zulme uğradıkları zaman; onlara yardım edilecektir. Tek yardımcı .AJlah'tırn (30). Medine'deki İslam devletinin b~kanı sıfatı ile Hz. Peygamber (s.a.s.), bu girişimleri ile, Medine'nin çevresinde birbirleri ile aniaş­ mış bulunan devletlerin bulunmasını istemiş, bunu da Medine'ye saidırmayı düşünen Mekkeli müşriklere karşı yapmıştı. Böylece; onlarla savaşmak yerine Filistin ve Irak'a gidecek olan Mekke kabilelerine ait ticaret kafilelerinin, müslümanlarm ve müttefiklerinin topraklarından geçmelerini engellemiştir. Koceyş, bu 'duruma razı olmayınca; Bedir'de, Uhud'ta ve Hendek'te kanlı savaşlar olmuştur. Sonra Hudeybiye'de bir anlaşma yaptılar. Fakat anlaşmayı da kendileri bozdular. Sonunda Mekke, müslümanlar taırafından fethedilip İslam devletinin bir ·bölgesi ve özel valisi bulunan bir yeri haline geldi. Böylece İslam devleti, başlangıçta, Medine'nin sa'dece bir bölümünde iken her yeni gün genişlemeye devam etti. Hz. Peygamber (s.a.s.), vefat ettiği zaman, bütün Arap yarımadasına, Güney Irak ve Güney Filistin'e hükmediyordu. (30) Bak: "Siyasi Vesikalar'' 62 adlı eseri.m, No: 151. Dini tebliğ konusunda, komşu k!'allara mektuplar yazarak onları İslam'a davet etti. Mesela; Bizans'ın Kayseri Hirakle, İran Kisra'sı Perviz'e, Habeşistan kralı Necaşi'ye, Mısır'daki kiptilerin reisi Mukavkıs'a, Kisra'nın Bahreyn'deki valisi Münzir bin Savi'ye, Irak'taki Semave kralı Nufase bin Ferve'ye, Culundi'nin iki oğlu olan C.eyfar ve Abd adındaki Umman krallarına ve benzerlerine mektuplar gönderdi. Bunların bir kısmı da müslüman oldu. Bu sonuncusu (Arap panayırları konusunda Culundi bin el-Mustekbir'in adı geçmişti" dikkat ç;ekicidir. O bir hükümdar idi. Öldüğü zaman; iki oğlu da birden tahta oturdular. Ancak bu konuda geniş bilgiye sahip değiliz. Bütün konularda birbirlerine damşırlar mı idi? Yoksa, biraz sonra da Hz. Musa ve Hz. Harun kıssalarında göreceğimiz gibi, yetkileri mi bölüşmüşlerdi, bilemiyoruz. Bu bir İslam devleti idi. Onu. Hz. Peygamber (s.a.s.) kurmuş­ tu. Yerinde başka hiç bir devlet de yoktu. Orada müslümanları ilgilendiren bütün işler, Hz. Peygamber (s.a.s.) 'in elinde idi. Bu konfederal devlete girmiş olsun veya olmasın Medine arapları arasında bulunan Yahudi, Hıristiyan ve müşrik gibi gayr-i müslim siyasi birimlerin işi de onların elinde idi. Hz. Peygamber (s.a.s.) 'in, mektup gönderdiği kimseler arasında da; Huze bin AliEl-Hanefi ile NeCid'teki Yername reisi Sümame bin Asal vardır. Hz. Peygamber, Suleyt bin Amr el-Kuraşi el-Amirl'yi bunlara elçi olarak göndermişti. (31) Fakat bu iki kişinin· de birlikte veya ayrı ayrı kabUelere hükmettiklerini bilemiyoruz. İl~n Hişam bu konuda "Yemame'nin iki hükümdarı" ifadesini kullamr. tbni Düreyd ve tbni abdi Rabbih, Hlize'nin "Zit'Taç=Taçlı" lakabı ile meşhlir olduğıunu söylerler. Çünkü İran Kisra's1 ona, içinde mücevher bulunan bir taç vermişti. Şu halde Arap Yarımadası, pek çok parçalara bölümnüştü. Mesela, genellikle güney ve doğu bölgelerde (İhsa, Bayreyu ve U man'da) devleti olamayan bedevi kabileler ve çoğunluğu İran devletine bağlı medeni kabileler vardı. Kuzeyde ise, değişik özellikler görmekteyiz. Zira orada; DUınetü'l-Cendel gibi küçük Arap devletçikleri, Hayher devleti gibi yahudi yerleşim beldeleri ve Teyme ile Mukna gibi bağımsız kabileleri görmekteyiz. Hz. Peygamber ·(s.a.s.)'in, Medine'de kurduğu İslam devleti, yavaş yavaş genişleyerek bütün Arap (31) El-Mekrizt, Emtftu'l-Esına.•; 1/808; 63 yarımadasını sınırları içine aldı. Yahudiler de, İslam devletinin hakimiyeti altında zimmi olarak kaldılar. Aynı devlet, Hz. Peygamber (s.a.s.) 'in devrinde, bir taraftan kanlı Sasanilerin yerlerinde bulunan Samave ve diğerlerinin yaşadığı Güney Irak'a, diğer taraftan da önceleri Bizanslıların elinde bulunan (Mukna, Eyle, Cerba', Ezrah ve diğer kabilelerin yaşadığı) güney Filistin'e kadar ulaştı. Kı­ zıldeniz adaları da, aynı devrede İslam'a girmişlerdi. Hz. Peygamber (s.a.s.), henüz hayatta iken orada geçen deniz savaşlarından da söz edilmektedir. 'Son olarak yukarda belirttiğimiz devlet çeşitlerinin dışında Kur'an-ı Kerim'de anılan devletleri de kısaca zikrederek bu konuyu kapatmak istiyoruz : Yemen'de Sebe' devleti : Kraliçesi Belkıs idi. Güneşe taparlardı. Hz. Süleyman, tek Allah'a ibadet etmeye onu davet edince; Filistin'e git7i ve Hz. Süleyman ile birlikte .Alenılerin Rabbı olan Allah'a teslim oldu. 1) Daha önce İsrailoğulları (yani Hz. ihraalım'in oğlu Hz. İs­ hak'ın oğlu Hz. YakUb'un oğulları) Filintin'de yaşıyorlardı. Hz. Yakub'un oğlu Hz. Yusuf (a.s.), Mısır Firavunların._ın devletinde, bakan (Hazine bakam) olunca; Mısır'a gittiler. Kısa bir zaman sonra da, hükümranlık el değiştirince, yeni Firavn zamanında İsrail oğul­ larına zulmetm3ye; doğumdan hemen sonra erkek çocuklarını öldürmeye ve kızlarını alıp pgötüımeye başladılar. Yüce Allah, onların hiç kimseyi öldürmedikleri bir yılda Hz. Harun'un doğmasını takdir buyurdu. Kardeşi Hz. Musa da öldürme- yılında doğdu. Fakat annesi onu gizlemiş ve nehire atmıştı. Rüzgar onu, Firavun'un sarayına kadar götürdü. Firavn'un karısı o zaman, kıyıda çamaşır yıkıyordu. Onu gördü, ona acıdı ve bakımını üstlendi. Firavn da onu çok seviyordu. Hatta o büyüyüp geliştiği zaman, Firavn Ramses, onu Habeşistan'ı fethetmek için gönderdiği ordunun başına komutan tayin etti. Sonra MU.Sa, bir ;Mısırlı ile kavga eden bir yahudi (İsrailli) 'yi gördüğü zaman, Mısırlı'ya vurdu. Adam öldü. Bunun üzerine Firavn, Musa'ya ceza vermek isteyince kaçtı ve Filistin'e (Medyen} gidip orada yerleşti. Sonra Hz. Şuayb'm ikızı ile orada evlendi. Yıllar sonra ailesi ile birlikte ülkeyi terketti. Yüce Allah onu, Peygamber olarak gönderdive Firavnu ıslah etmek için Mısır'a dönmesini emretti. Fakat başaramadı. Bunun üzerine bütün İsrailoğulları ile birlikte Mısırdan ayrılmaya karar verdi. Firavn onlara engel olmak iste2) yince; suda boğuldu, İsrrailoğullarıı da kurtuldu. Sayıları çok fazla idi. Bunun üzerine Sina'da bir çeşit devlet kurdu. Kendisi Peygamber idi. Bilindiğine göre Hz. :Musa, idare ve siyasi işlerle uğraşır­ ken, kardeşi Hz. Harun (a.s.) da ibadet işleri ile ilgilendi. Her ikisi, Filistin'in diğer topraklarını fethetmek istediler. Fakat onlar hayatta iken bunu başarramadılar. Ancak daha sonra yahudiler, Filistin'in bir ·bölümünü fethetmeyi başardılar. 3) Daha sonra onların arasında birçok peygamberler ve hükümda;rfarr, hatta hem peygamber, hem de hükümdar olanları görüyoruz. Mesela, Hz. Davfı.d (a.s.), hem peygamber hem hükümdar idi. Ondan sonra oğlu, Hz. Süleyman (a.s.) da, hem peygamber hem hükümdar oldu. Yukarıda da belirttiğimiz gibi O'nun zamanında Yemen ve Sebe' kraliçesi ile ikili ilişkileri vardı. zamanda İsrail oğullarının peygamberleriyle ilgili kıssalar anlatır. ''Onlar, peygamberlerrinden birisine "bize hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım" (~2 ) demişlerdi. Talfı.t, hükümda;rlan oldu. Böylece onların hem peygamberleri, hem de hükümdarları vardı. :ilkisi aynı zamanda ve aynı yerde idi. '4) Kur'an-ı Kerim, aynı SONUÇ İrili ufaklı çok çeşitli devlet vardır. Bunların çoğu, tek baş­ kana, bazıları da devlet işlerinde iki ayn hükümdara bağlıdır. Baş­ kan ve hükümda;rlar arasında hem erkekleri hem de kadınları görüyoruz. Aynca; alt kademedeki devlet idarresine etkinliği olan ve ba§ sorumlu niteliğinde bir de "Hükümdarlar Hükümdarı"nı görüyoruz. Bildirildiğine görre; Necasi öldüğü zaman, Hz. Peygamber (s.a.s.) Medine'de onun cenaze namazını kılmıştı. Bundan, Hz. Peygamberin başkanlığındaki Medine islam 'devleti ile Necaşi arasında özel bir ilişki bulunduğu görüşünü çıkarabiliriz. Fakat bu ilişki, Habeşistan devletinin, Medine-i Münevvere devletine tabi olduğu anlamında değildir. Son olarak Hz. Peygamber (s.a.s.) 'in vefatından sonra Hila.feti görüyoruz. Mesela; imam Buhar! ve diğerlerinin naklettikleri Hz. Aişe'nin hadisine göre; Hz. Peygamber (s.a.s.), Hz. Ebu Bekir'in hi(32) Eaka.ra, 2/246 ve devamı. 65 ,, '' lafeti için emirler buyurmuştur. Hulefa-i Raşidin'in ilk devri olan bu hilafet, "Hz. Peygamberin siretinde anılan devlet çeşitleri" şeklin'de­ ki bu konumuz ile de ilgilidir. Hatta diyebiliriz ıki; Hulefa-i Raşidin devri bu hilafet; bir çeşit cumlıuriyettir. Mesela; kırallık sisteminde krallık, babadan oğula geçer ve bu, hayat boyu devam eder. Cumhuriyette ise miras, yani babadan oğula geçiş sistemi yoktur. Bütün vatandaşlar arasından, en iyisi olarak görülenin seçimi vardır. Bu da (mesela dört sene gibi) belirli bir süre içindir. Hulefa-i Raşidin devri Hilafeti ise; hem ~allığm, hem de cemhuriyetin özelliklerini taşır. Çünkü onda babadan oğula miras gibi geçen bir hilafet yoktur, seçim vardır. Fakat bu seçim; yalnız belirli yillar için değil, kalan bütün ömür içindir. 66