TEZ SON YENİ ASIL2 - Gazi Üniversitesi Açık Arşiv

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
FARMASÖTİK TOKSİKOLOJİ ANABİLİM DALI
ÇOCUKLARDA KROİK BÖBREK HASTALIĞI
VE BÖBREK AKLİ SORASI GEOTOKSİK
HASARI BİYOİZLEMESİ
DOKTORA TEZİ
Dt. Banu AYKAAT
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Sema BURGAZ
Tez Danışman Yardımcısı
Yrd. Doç. Dr. Gonca ÇAKMAK DEMİRCİGİL
ANKARA
Haziran 2010
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
FARMASÖTİK TOKSİKOLOJİ ANABİLİM DALI
ÇOCUKLARDA KROİK BÖBREK HASTALIĞI
VE BÖBREK AKLİ SORASI GEOTOKSİK
HASARI BİYOİZLEMESİ
DOKTORA TEZİ
Dt. Banu AYKAAT
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Sema BURGAZ
Tez Danışman Yardımcısı
Yrd. Doç. Dr. Gonca ÇAKMAK DEMİRCİGİL
Bu tez Gazi Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından
SBE- 02/2007-22 proje numarası ile desteklenmiştir.
ANKARA
Haziran 2010
Çok Sevgili Anneme ve Babama........
TEEKKÜR
Önümde yepyeni ufukların açılmasını sağlayan, desteğini ve
yakınlığını hiç esirgemeyen, değerli bilgi ve katkılarıyla çalışmalarıma yön
veren değerli danışmanlarım Prof.Dr. Sema BURGAZ’a ve Yrd. Doç.Dr.
Gonca ÇAKMAK DEMİRCİGİL’e,
Değerli bilgileri ve bakış açısı ile yönlendirici olan, ayrıca tez
izleme toplantılarındaki önerileri için Prof. Dr. Ali Esat KARAKAYA’ya,
Projenin
oluşturulmasında,
deneylerimin
yürütülmesi
sırasında, tez izleme toplantılarında değerli bilgileri ve destekleri için Prof.
Dr. Necla BUYAN’a,
Projenin
oluşturulmasında,
deneylerimin
yürütülmesi
sırasında yardım ve destekleri için Prof. Dr. Esra BASKIN’a
Tez çalışmalarımın yürütülmesi sırasındaki ilgileri için Prof.
Dr. Bensu KARAHALİL’e ve Prof. Dr. İsmet ÇOK’a,
FISH protokolün geliştirilmesinde değerli katkıları için Prof.
Dr. Hasan ACAR’a,
Hasta
gruplarının
oluşturulması
sırasındaki
özverili
çalışmaları, ilgi ve destekleri için Doç. Dr. Aylin SEPİCİ’ye, Yrd. Doç. Dr.
Kibriya FİDAN’a, Dr. Kaan GÜLLEROĞLU’na, istatistik konusunda emeği
geçen Salih ERGÖÇEN’e,
Yardımları ve sevgileriyle her zaman yanımda olan değerli
bölüm arkadaşlarım Dr. Emre DURMAZ’a, Dr. Ela KADIOĞLU’na, Dr. A.
Başak ENGİN’e, Uzm. Ecz. Erdem CO<KUN’a, Uzm. Ecz. Esra
EMERCE’ye, Uzm. Ecz. Onur Kenan ULUTA<’a ve bölüm sekreterimiz
Meral DOĞANAY’a,
Huzurlu ve sevgi dolu bir çalışma ortamı sağlayıp, destek
olan annem Ayten TÜZÜN’e, eşim Dr. Y. Müh. Mimar Atilla AYKANAT’a ve
oğlum Murat AYKANAT’a
En İçten Duygularımla Teşekkür Ederim
II
İÇİNDEKİLER
1.GİRİ< VE AMAÇ
Sayfa no
.............................................................................. 1
2.GENEL BİLGİLER
............................................................................. 5
2.1. Böbreklerin Temel Fonksiyonları ve Düzenlenmesi ...................... 5
2.2. Glomerüler Filtrasyon ve Glomerüler Filtrat .................................. 8
2.3. Böbrek Hastalıklarında Tanı Yöntemleri ....................................... 11
2.3.1. GFR’nın Ölçülmesi ................................................................ 11
2.3.2. İdrar Analizleri ....................................................................... 15
2.3.3. Plazma Böbrek Akımının Ölçülmesi ..................................... 15
2.3.4. Kan Analizleri ....................................................................... 16
2.3.5. Görüntüleme Yöntemleri ...................................................... 17
2.3.6. Böbrek Biyopsisi ................................................................... 17
2.4. Kronik Böbrek Hastalığı (KBH) ..................................................... 18
2.4.1. KBH Nedenleri ..................................................................... 19
2.4.2. Klinik Bulgular ...................................................................... 20
2.4.3. Üremik Semptomların Patogenezisi .................................... 20
2.4.4. Kronik Böbrek Hastalığında Evrelendirme .......................... 23
2.5.Son Dönem Böbrek Hastalığı (SDBH) ......................................... 24
2.5.1. Son Dönem Böbrek Hastalığı Gelişimi İçin Risk
Faktörleri ............................................................................. 26
2.5.2. Yaygınlık ve Sıklık ................................................................ 28
2.6.Çocuklarda KBH ........................................................................... ..31
2.6.1. Çocuklarda KBH’nın Etiyolojisi ............................................. 32
2.7. Kronik Böbrek Hastalığında Tedavi .............................................. 35
2.7.1. Renal Replasman Tedavisi .................................................. 36
2.7.1.1. Diyaliz ....................................................................... 37
2.7.1.2. Diyalizde Oluşabilecek Komplikasyonlar ................... 42
2.7.1.3. Hemodiyaliz ve Glutatyon S-transferaz
Polimorfizmi
............................................................ 43
III
2.7.1.4. Transplantasyon ....................................................... 45
2.7.2. İmmün Baskılayıcı İlaçlar ..................................................... 49
2.7.3. İmmün Baskılayıcı İlaçlar ve Polimorfizm ............................ 58
2.7.4. İmmün Baskılayıcı İlaçlar ve Genotoksik Etkileri ................. 60
2.8. Renal Replasman Tedavisi Alan Hastalarda Kanser ................... 62
2.8.1. Üremi ve Kanser ................................................................. 63
2.8.1.1. SDBH’da Malign Dönüşümün Potansiyel
Mekanizması ............................................................ 67
2.8.1.2. KBH’da Oksidatif Stres, Karbonil Stres ve Tiyol
Stres .......................................................................... 75
2.8.2. Böbrek Nakli ve Kanser Gelişimi ........................................... 80
2.8.2.1.Böbrek Nakli Yapılan Hastalarda Kanser Etyolojisi..... 86
2.8.2.2.Böbrek Nakli Sonrası Gelişen Kanser Türleri ............. 90
2.9.Genotoksisite Testleri ..................................................................... 97
2.9.1. Comet Yöntemi (Single Cell Gel Electrophoresis Assay) ..... 98
2.9.2. Modifiye Comet Yöntemi ......................................................100
2.9.3. Mikroçekirdek Yöntemi .........................................................101
2.9.4. FISH Yöntemi (Fluoresan İn Situ Hibridizasyon) ..................108
2.9.4.1. FISH Kombine MÇ Yöntemi ....................................110
2.9.5. Eksfoliye Bukkal Epitede MÇ Yöntemi .................................122
2.9.6. Kronik Böbrek Hastalığında Lenfositlerde Comet, MÇ ve
Eksfoliye Bukkal Epitelde MÇ Yöntemi İle Kromozomal
Hasarın Saptanması ............................................................ 128
2.9.7.Çocuklarda Lenfositlerde Comet, MÇ ve Eksfoliye Bukkal
Epitelde MÇ Yöntemi İle Kromozomal Hasarın Saptanması..132
3. GEREÇ VE YÖNTEM ....................................................................... 136
3.1.Materyal ve Çalışma Grubunun Seçimi ........................................ 136
3.2.Çalışma Ve Kontrol Grubundan Biyolojik Analiz Materyalinin
Alınması ....................................................................................... 137
IV
3.3.Comet ve Modifiye Comet Yöntemi ............................................. 138
3.3.1 Test İçin Kullanılan Kimyasal Maddeler ............................. 138
3.3.2. Test İçin Kullanılan Aletler ................................................. 139
3.3.3. Deneyin Yapılışı ................................................................. 139
3.4.Sitokinezisin Durdurulduğu Mikroçekirdek Yöntemi ..................... 142
3.4.1. Test İçin Kullanılan Kimyasal Maddeler ............................. 142
3.4.2. Test İçin Kullanılan Aletler .................................................. 143
3.4.3. Deneyin Yapılışı ................................................................. 143
3.5.FISH Kombine Mikroçekirdek Yöntemi ........................................ 147
3.5.1. Test İçin Kullanılan Kimyasal Maddeler ............................ 147
3.5.2. Test İçin Kullanılan Aletler ................................................. 148
3.5.3. Deneyin Yapılışı ................................................................ 148
3.6.Bukkal Epitelde Mikroçekirdek Yöntemi ....................................... 150
3.6.1. Test İçin Kullanılan Kimyasal Maddeler ............................ 150
3.6.2. Test İçin Kullanılan Aletler .................................................150
3.6.3. Deneyin Yapılışı ................................................................ 151
3.7.İstatistiksel Analiz ......................................................................... 152
4. BULGULAR ...................................................................................... 154
4.1. Hasta ve Kontrol Gruplarının Anket Bilgileri ................................ 154
4.2.Hasta ve Kontrol Gruplarının Genel Özellikleri ............................. 167
4.3.Biyokimyasal Parametrelerin İncelenmesi .................................... 170
4.4.Lenfositlerde Comet ve Modifiye Comet Değerlerinin
İncelenmesi .................................................................................. 185
4.5.Lenfositlerde Mikroçekirdek Sıklığının İncelenmesi .....................192
4.6.Lenfositlerde FISH Kombine Mikroçekirdek Sıklığının
İncelenmesi .................................................................................. 198
4.7.Bukkal Epitel Hücrelerinde Mikroçekirdek Sıklığının
İncelenmesi ...................................................................................205
4.8.Korelasyon Analizleri .................................................................... 208
4.9.Regresyon Analizi .........................................................................215
V
5.TARTI<MA .....................................................................................219
5.1. Biyokimyasal Parametrelerin İncelenmesi ..............................222
5.2. Lenfositlerde Comet ve Modifiye Comet Değerlerinin
İncelenmesi .......................................................................... 226
5.3. Lenfositlerde Mikroçekirdek Sıklığının İncelenmesi ............. 233
5.4. Lenfositlerde FISH ile Kombine Mikroçekirdek Sıklığının
İncelenmesi .............................................................................241
5.5. Bukkal Epitelde Mikroçekirdek Sıklığının İncelenmesi.......... 247
6. SONUÇ ........................................................................................252
7. ÖZET .......................................................................................... 255
8. SUMMARY ................................................................................. 257
9. KAYNAKLAR .............................................................................. 259
10. EKLER ......................................................................................279
11. ÖZGEÇMİ< ...............................................................................284
VI
EKİLLER
Sayfa no
ekil 1: Sağ böbreğin boyuna kesiti ...................................................... 5
ekil 2: Nefronun yapısı ......................................................................... 6
ekil 3: Nefronun işlevleri ....................................................................... 7
ekil 4: USRDS 2008 verilerine göre 2006 SDBH prevalansı ............... 29
ekil 5: USRDS 2008 verilerine göre 2006 SDBH insidansı ................. 30
ekil 6: Türkiye’de 2007 yılında ilk defa RRT’ne başlanan pediyatrik
hastalarda etyoloji .................................................................................. 34
ekil 7: Türkiye’de mevcut pediyatrik HD ve PD hastalarında yaş
dağılımı .................................................................................................. 39
ekil 8: Türkiye’de mevcut HD hastalarında yaş ve cinsiyet dağılımı ... 40
ekil 9: Türkiye’de mevcut HD ve PD hastalarında diyalizde yaşam
süresi ..................................................................................................... 40
ekil 10: HD hastalarında ölüm nedenleri ............................................. 41
ekil 11: Dünyada HD hastalarında ham ölüm oranları ...................... 41
ekil 12: Ülkemizde böbrek nakli yapılan hastalarının yıllara göre
dağılımı ................................................................................................. 47
ekil 13: USRDS 2008 verilerine göre 2006 transplantasyon oranları... 48
ekil 14: Türkiye’de HD ve PD hastalarında malignitelere bağlı
ölümlerin yıllara göre dağılımı ............................................................... 66
ekil 15: DNA’ da oksidatif hasar ve olası sonuçları .............................. 79
ekil 16: Böbrek nakli sonrası ölüm nedenleri ...................................... 80
ekil 17: MÇ formasyonu ......................................................................102
ekil 18: Cyt-B ilavesiyle MÇ formasyonun süreci ................................104
ekil 19: MÇ oluşumu ............................................................................105
ekil 20: Sitotoksik/genotoksik bir ajana maruziyet sonrasında
hücrelerde MÇ yöntemiyle belirlenebilen oluşumlar ........................... 106
ekil 21: Köprü-kırılma-füzyon ve gen amplifikasyonu döngüsü .......... 107
ekil 22: MÇ tekniği ile sentromerik problu FISH’in kombine edilmesi . 111
VII
ekil 23: a) Hibridizasyon bölgesindeki kırık, b) Hibridizasyon bölgesi
dışındaki kırık, c) Kromozom kaybı veya ayrılamaması .........................112
ekil 24 : İn situ hibridizasyonun mekanizması .....................................113
ekil 25: Doğrudan fluorescein işaretli probla hedef DNA’nın
hibridizasyonu ........................................................................................ 114
ekil 26: Bukkal mukozanın yapısı ve oluşan hücreler .........................124
ekil 27: Bukkal mukozanın farklılaşması .............................................125
ekil 28: Bukkal mukozada mikroçekirdekli hücre ................................ 127
ekil 29: Bukkal mukozada değerlendirmeye alınan hücre tipleri ........ 127
ekil 30: Hastaların binükleer lenfositlerindeki MÇ frekansı ................ 131
ekil31: Kontrol, KBH ve HD hastalarında DNA hasarının Comet
yöntemiyle karşılaştırılması ....................................................................131
ekil 32: Mikroskopta MÇ, NPB ve Nbud görünümü .............................145
ekil 33: MÇ ve NPB formasyonu .........................................................147
ekil 34: k1 nolu kontrol grubu çocuğun n-1 kodlu lamından fotoğraflar189
ekil 35: (a, b, c, d) 14 nolu prediyaliz grubu çocuğun n-1 kodlu
lamından fotoğraflar ...............................................................................190
ekil 36: (a) k1 nolu çocuğun, (b,c) 14 nolu çocuğun lenfositlerinde Comet
Assay III görüntü analiz programı ile yapılan ölçümün fotoğrafları ........191
ekil 37: DAPI filtresi ile lenfositlerin çekirdek ve MÇ fotoğrafları (a) 6 nolu
çocuk hastada trinükleer hücrede MÇ, (b) 9 nolu çocuk hastada
mononükleer hücrede MÇ, (c ) 27 nolu çocuk hastada binükleer hücre 204
ekil38:FITC filtresi ile lenfositlerin (a)binükleer hücrede, (b) mononükleer
hücrede sentromerlerinden alınan sinyallerin fotoğrafları ......................205
VIII
TABLOLAR
Sayfa no
Tablo 1: Çocuk ve ergenlerde normal GFR değerleri ............................. 10
Tablo 2: Kronik böbrek hastalığının evrelendirmesi .............................. 24
Tablo 3: ABD’de SDBH nedenleri ve hasta dağılımı (1999-2003) ........ 25
Tablo 4: Türkiye’de hemodiyaliz tedavisine yeni başlayan hastalarda
KBH nedenleri ........................................................................................ 26
Tablo 5: Primer böbrek hastalıklarının yaş dağılımı ............................. 33
Tablo 6: Çocuklarda 1991 yılında ABD’de SDBH insidansı ................. 34
Tablo 7: Böbrek naklinde kullanılan immün baskılayıcı ilaçlar ............ 50
Tablo 8: Cyclosporin ve tacrolimusun karşılaştırması .......................... 53
Tablo 9: Cyclosporine ve tacrolimusun özellikleri ................................
53
Tablo 10: Azathioprine (Aza), mycophenolate mofetil (MMF),
sirolimus’un özellikleri ............................................................................ 56
Tablo 11: İmmün baskılayıcı ilaçlar ve genotoksik etkileri ..................... 61
Tablo 12: Avustralya ve Yeni Zelanda’da SDBH olan çocuklarda
uyumlama yapılmamış uzun dönem sağ kalım yüzdeleri ....................... 63
Tablo 13: SDBH’da malign dönüşümün potansiyel mekanizması ........ 67
Tablo 14: Hemodiyaliz hastalarında artmış oksidan stres ve azalmış
antioksidan savunma nedenleri .............................................................. 69
Tablo 15: En sık karşılaşılan radikaller ve kimlikleri .............................. 75
Tablo 16: Böbrek nakli sonrası malignite insidansını arttıran nedenler .. 83
Tablo 17: Böbrek nakli ve başarılı bir kanser tedavisi arasındaki
bekleme periyodu ................................................................................... 88
Tablo 18: CTTR’ye göre böbrek ve diğer organ alıcılarında “de novo”
malignansil .......................................................................................... 89
Tablo 19: Alıcılarda kanser insidansının, coğrafi bölgelere göre
dağılımı ................................................................................................... 90
Tablo 20: Dünyada transplantasyon sonrası kanser vakaları ............... 94
Tablo 21: Transplantasyon sonrası malignansi insidansı ...................... 95
IX
Tablo 22: KBH olan yetişkinlerde genomik hasarın incelenmesi............130
Tablo 23: Çocuklarda 1999-2010 yılları arasında yapılan çalışmalar
(Lenfositlerde Comet, MÇ, FISH ve bukkal epitelde MÇ) .......................133
Tablo 24: Hasta grubu çocukların KBH’nın nedenleri ............................154
Tablo 25: Tx grubunda kullanılan immün baskılayıcı rejimleri ...............155
Tablo 26: Hasta grubunun anket bilgileri ...............................................157
Tablo 27: Hasta grubunun doktoruna ait anket bilgileri .........................160
Tablo 28: Kontrol grubunun anket bilgileri .............................................166
Tablo 29 : Hasta ve kontrol grubunun genel özellikleri ..........................167
Tablo 30: Tx hastalarının Tx, Tx öncesi HD ve ilk tanıdan itibaren; HD
hastalarının HD ve ilk tanıdan itibaren; PreD hastalarının ilk tanıdan
itibaren geçen süreleri ............................................................................169
Tablo 31: Hasta grubunun biyokimyasal değerleri ................................171
Tablo 32: Kontrol grubunun biyokimyasal değerleri ..............................177
Tablo 33: Tx, HD, PreD, TH ve kontrol gruplarında biyokimyasal
parametrelerin ortalama (±SS) ve ortanca (IQR) değerleri .....................178
Tablo 34: Tx, HD ve PreD gruplarında biyokimyasal parametrelerin
ortalama (±SS) ve ortanca (IQR) değerleri .............................................179
Tablo 35: Hasta ve kontrol grubu çocukların lenfositlerde TINT,
TINTSENDO, TINTSFPG değerleri ........................................................186
Tablo 36: Tx, HD, PreD ve kontrol gruplarında lenfositlerde TINT,
TINTSENDO, TINTSFPG parametrelerinin ortalama (±SS) ve ortanca
(IQR) değerleri ........................................................................................187
Tablo 37: Hasta ve kontrol grubunun lenfositlerde NDI, MÇ’li bnh,
MÇ/bnh, MÇ/mnh, Nköprü/bnh, Nbud/bnh değerleri ..............................193
Tablo 38: Tx, HD, PreD ve kontrol gruplarında lenfositlerde NDI, MÇ’li
bnh, MÇ/bnh, MÇ/mnh, Nköprü/bnh, Nbud/bnh değerlerinin ortalama
(±SS) ve ortanca (IQR) değerleri ............................................................195
Tablo 39: Hasta ve kontrol grubunun lenfositlerde MÇ, S(-)MÇ, S(+)MÇ
değerleri ..................................................................................................199
Tablo 40: Tx, HD, PreD ve kontrol gruplarında lenfositlerde MÇ/bnh,
X
S(-)MÇ, S(+)MÇ sıklığının ortalama (±SS) ve ortanca (IQR) değerleri...201
Tablo 41: Hasta ve kontrol gruplarında lenfositlerde S(- )MÇ ve
S(+)MÇ dağılımı ................................................................................... 202
Tablo 42: Hasta ve kontrol grubunun bukkal epitel hücrelerinde MÇ
sıklığı .....................................................................................................206
Tablo 43: Tx, HD, PreD ve kontrol gruplarında bukkal MÇ, MÇ’li
hücre sıklıklarının ortalama (±SS) ve ortanca (IQR) değerler ...............207
Tablo 44: Hasta grubunda birbiriyle ilişkisi olan genotoksisite
parametreleri .........................................................................................209
Tablo 45: Kontrol grubunda birbiriyle ilişkisi olan genotoksisite
parametreleri ........................................................................................ 210
Tablo 46: Hasta grubunda biyokimyasal parametreler ile genotoksisite
parametreleri arasındaki ilişki ...............................................................212
Tablo 47: Kontrol grubunda biyokimyasal parametreler ile genotoksisite
parametreleri arasındaki ilişki ...............................................................213
Tablo 48: Tx, HD ve PreD süreleriyle genotoksisite parametrelerinin
İlişkisi ....................................................................................................215
Tablo 49: Regresyon analizi ile belirlenen parametrelerin genotoksisite
parametreleri üzerine etkisi ...................................................................216
XI
GRAFİKLER
Sayfa no
Grafik 1: Tx, HD, PreD, kontrol ve toplam hasta gruplarında BUN,
total kolestrol, trigliserit değerleri [ortalama (±SS)] ...............................182
Grafik 2: Tx, HD, PreD, kontrol ve toplam hasta gruplarında ürik asit,
kreatinin, albumin değerleri [ortalama (±SS)] ........................................182
Grafik 3: Tx, HD, PreD, kontrol ve toplam hasta gruplarında
parathormon, alkalen fosfataz, ferritin değerleri [ortalama (±SS)] ........183
Grafik 4: Tx, HD, PreD, kontrol ve toplam hasta gruplarında
homosistein, CRP, değerleri [ortalama (±SS)] ......................................183
Grafik 5: Tx, HD, PreD, kontrol ve toplam hasta gruplarında TAS, IL-6
değerleri [ortalama (±SS)] .....................................................................184
Grafik 6: Tx, HD ve PreD gruplarında potasyum ve sedimantasyon
değerleri [ortalama (±SS)] .................................................................... 184
Grafik 7: Tx, HD, PreD, kontrol ve toplam hasta gruplarında TINT,
TINTSENDO, TINTSFPG değerleri [ortalama (±SS)] ...........................188
Grafik 8: Tx, HD, PreD, kontrol ve toplam hasta gruplarında NDI, MÇ’li
hücre sayısı, MÇ sayısı [ortalama (±SS)] ..............................................197
Grafik 9: Tx, HD, PreD, kontrol ve toplam hasta gruplarında MÇ
sayısı/mnh, Nköprü sayısı/bnh [ortalama (±SS)] .................................. 197
Grafik 10: Tx, HD, PreD, kontrol ve toplam hasta gruplarında MÇ,
S(-)MÇ, S(+)MÇ sayısı [ortalama (±SS)] ...............................................203
Grafik 11: Tx, HD, PreD, kontrol ve toplam hasta gruplarında MÇ ve
MÇ’li hücre sayısı [ortalama (±SS)] .......................................................208
XII
KISALTMALAR
ACE
Anjiotensin çevirici enzim
AGE
İleri glikozilasyon son ürünleri
ALE
İleri lipoksidasyon ürünleri
ALG
Antilenfosit globulin
ALS
Antilenfosit Serum
ANTR
Australian and New Zealand Transplant Registry
ANZDATA Australia and New Zealand Dialysis and Transplant Registry
AOPP
Protein ileri oksidasyon ürünleri
ATG
Antitimosit Globulin
Aza
Azathioprine
BUN
Kan üre azotu
CAT
Katalaz
CBMN
Sitokinezisin bloke edildiği MÇ yöntemi
CMV
Sitomegalo Virus
CRP
C reaktif protein
CTTR
Cincinnati Transplant Tumor Registry
CyA
Cyclosporin A
CYP
Sitokrom P450
Cyt-B
Sitokalazin-B
DAPI
4’,6-diamidino-2-phenylindole
DOQI
Dialysis Outcome Quality Index
EBV
Epstein Barr Virus
EDTA
European Dialysis and Transplant Association
EtBr
Etidium bromür
EPO
Eritropoetin
FMF
Familial Mediterranean Fever
FK506
Tacrolimus
GFR
Glomerüler filtrasyon hızı
GİS
Gastrointestinal sistem
GPx
Glutatyon peroksidaz
GST
Glutatyon S transferaz
GSTM1(-) GST M1 null aleli
HAT
Humanize ANTI-TAC
HBV
Hepatit B Virus
HCV
Hepatit C Virus
HD
Hemodiyaliz
HDF
Hemodiafiltrasyon
HHV-8
Human Herpes Virus-8
HMA
High melting agar
hOGG1
Human OGG1
HPV
Human Papilloma Virus
HSV
Herpes Simpleks Virus
IFN
Interferon-gamma
XIII
LMA
KBH
Maygn
MÇ
MDA
MDR1
MMF
Mtn
NDI
NRTR
OGG1
OSI
PBH
PCC
PD
PMNL
PreD
PTLD
PUFA
RCC
ROS
RRT
S(+)MN
S(-)MN
SCE
SCGE
SDBH
SLE
SOD
SSC
TAS
TND
TNFα
TOR
TOS
TPMT
Tx
UGT
USRDS
VUR
8-OHdG
Low melting agar
Kronik böbrek hastalığı
Milyon aynı yaş grubu nüfus
Mikroçekirdek
Malondialdehit
Multidrug resistance gen1
Mycophenolate mofetil
Milyon toplam nüfus
Nükleer bölünme indeksi
Nordic Renal Transplant Registry
Okzoguanin-DNA glikozilaz 1
Oksidatif stres indeksi
Polikistik böbrek hastalığı
Protein karbonil bileşikleri
Periton diyaliz
Polimorfonükleer lökosit
Prediyaliz
Post transplant lenfoproliferatif hastalık
Doymamış yağ asitleri
Renal hücreli karsinoma
Serbest oksijen radikalleri
Renal replasman tadavisi
Sentromer pozitif MÇ
Sentromer negatif MÇ
Sister chromatid exchange
Comet Yöntemi (The single cell gel electrophoresis)
Son dönem böbrek hastalığı
Sistemik lupus eritematozus
Süperoksit dismutaz
Saline sodium citrate buffer
Total antioksidan kapasite
Türk Nefroloji Derneği
Tümör nekrozis faktör-α
Target of rapamycin
Total oksidatif seviye
Tiyopurin metiltransferaz
Böbrek nakli yapılmış
UDP glukoroniltransferaz
ABD’de Renal Data Sistemi
Vezikoüretral reflü
8-hidroksideoksiguanozin
XIV
1.GİRİ ve AMAÇ
Kronik böbrek hastalığı, glomerüler filtrasyon değerinde
azalmanın sonucu, böbreğin sıvı-solüt dengesini ayarlamada ve metabolik
endokrin fonksiyonlarında kronik ve ilerleyici bozulma hali olarak
tanımlanabilir1. Böbreğin süzme ve hormonal fonksiyonlarındaki kaybının
sebebine, gelişimine ve sonuçlarına yönelik tedavinin ömür boyu
sürdürülmesi gereklidir. Hasta sonunda tüm böbrek fonksiyonlarını
yitirdiğinde, yaşamı uzatmaya yönelik renal replasman tadavisine (RRT)
başlanır2.
Üremik
semptomların
patogenezisinde
hormonal
değişiklikler, kan üre nitrojeni, kreatinin, homosistein ve ileri glikozilasyon
son ürününleri gibi organik bileşikler ve inorganik maddeler rol
oynamaktadır3. Normal şartlarda hücrelerde oksidanlar ve antioksidanlar
arasında korunan denge, kronik böbrek hastalığının bir sonucu olarak
bozulmuştur4. Bu nedenle RRT alan/almayan tüm son dönem böbrek
hastaları, artmış bir oksidatif stresle karşı karşıyadır5.
Kronik böbrek hastalığı olanlarda aynı yaştaki genel nüfusa
göre malignite riskinde artış vardır6. Ancak artışın belirli bir kanser türüne
mi, ya da kronik böbrek hastalığının belli kategorilerine mi özgü olduğu ile
ilgili, genel bir değerlendirme yoktur ve mekanizma tam olarak
bilinmemektedir7. Ayrıca, immün baskılayıcı ilaçlarla uzun süreli tedavi
gören böbrek nakli yapılmış hastaların kanser gelişimine daha duyarlı
oldukları bazı çalışmalarla gösterilmiştir8.
Türk Nefroloji Derneği’nin 2001 yılı istatistiklerine göre, ilk kez
nefroloji polikliniğine yatan hastaların %15.5’i ve hemodiyalize başlayan
hastaların %1.6’sı 15 yaş altındaki çocuklardır9. Hemodiyaliz hastalarının
1
yaş dağılımına bakıldığında ise, %51.4’ünü 15 yaş altı çocuklar
oluşturmaktadır10. 2008 sonu itibariyle hemodiyaliz programına alınan
39208 hastanın %1.0’ini, periton diyaliz programına alınan 4417 hastanın
%2.9’unu ve böbrek nakli yapılan 6979 hastanın %9,4’ünü 0-19 yaş grubu
çocuklar oluşturmaktadır11.
Çocuk hastalar, yetişkin olana kadar üremiye daha uzun
süre
maruz
kalmaktadırlar12.
Üremide
artan
oksidatif
stresin
kardiyovasküler hastalık ve kanser riskinin artışı ile de ilişkili olduğuna
inanılmaktadır13. Kronik böbrek hastalığı (KBH) olan çocuklarda hayatta
kalım süresinin uzatılması konusunda son 20 yılda elde edilen önemli
başarılara rağmen, mortalite oranı hala yüksektir14. Bütün mortalite
oranları beklenenden 30 kere fazladır. RRT’nin başlangıcında yaşın genç
olmasının bütün çalışmalarda önemli bir mortalite risk faktörü olduğu tespit
edilmiştir. Çocuklarda tüm ölümlerin %40-50’si kardiyovasküler, %20’si
enfeksiyon
hastalıklar
nedeniyledir8.
Genel
popülasyon
ile
karşılaştırıldığında ise kansere yakalanma sıklığının 10 kez arttığı
belirtilmiştir12. 1963-2002 yılları arasında Avustralya ve Yeni Zelanda’da
son dönem böbrek hastalığı (SDBH) olan 1634 çocuk ve adolesanın
incelenen kayıtlarına göre; böbrek nakli yapılan çocuklar arasındaki
ölümlerin %14’ünü, hemodiyalizdeki çocuklar arasındaki ölümlerin %1’ini
ve periton diyalizdeki çocuklar arasındaki ölümlerin %2’sini malign
hastalıkların oluşturduğu tespit edilmiştir14.
Pediatrik hastalarda son dönem böbrek hastalığının nedeni,
yetişkin hastalardan belirgin bir şekilde farklıdır. Pediatrik SDBH olan
hastalarda tedavi şekli de yetişkinlerden oldukça farklıdır. Büyüme,
gelişme ve okula devam gibi sonuçlar, pediatrik SDBH olan hastalara
özgüdür. SDBH olan çocukların bakımının, yetişkinlerdekinden daha
kompleks olduğu kabul edilir. Bu nedenle çocuklarda böbrek hastalığı
2
tedavisi, multidisipliner bir takım çalışması ve daha fazla araştırma
yapılmasını gerektirmektedir15.
Oksidatif
stresin,
genotoksik
hasar
ile
ilişkisi
ve
genotoksisitenin de kansere giden yolakta ara bir basamak olarak
öngörülmesi7, etkinin biyogöstergeleri olarak genotoksisite testlerinin
kullanımını yaygınlaştırmıştır.
Comet Yöntemi oksidatif hasarın tespitinde16, lenfositlerdeki
MÇ
Yöntemi
de
kanser
riskini
öngörmede17
kullanılan
önemli
göstergelerdir. Karsinojen ve mutajenlerin oluşturduğu bazal DNA
hasarının
tespitinde
ise
bukkal
epitel
hücreleri
yaygın
biçimde
kullanılmaktadır18.
KBH olan yetişkin hastalarda genomik hasarın varlığı
periferal kan lenfositlerinde Mikroçekirdek (MÇ), Comet, lökositlerde 8OHdG, bukkal mukoza epitelinde MÇ ölçümü gibi çeşitli yöntemlerle
gösterilmiştir19. Henüz hemodiyaliz (HD) programına girmemiş veya uzun
süredir HD’de olan yada böbrek nakli yapılmış immün baskılayıcı kullanan
hastaların, DNA onarımında azalma olduğu gösterilmiştir20. Aynı hasta
gruplarında, lenfositlerdeki MÇ
sıklıklarında anlamlı artışlar olduğu
gözlenmiştir 21,20.
Diyaliz tedavisi gören ya da böbrek nakli nedeniyle immün
baskılayıcı ilaçlarla tedavi gören çocuk hastalarda kanser oluşma riskini
öngörecek, genotoksik hasara yönelik biyogöstergelerin kullanıldığı
çalışmalar;
gerekli
önlemlerin
alınabilmesi,
tedavi
yaklaşımlarının
geliştirilebilmesi ve en önemlisi sağlıklı, uzun bir yaşam sürdürülebilmesi
açısından önemlidir. Ayrıca genotoksik hasarı saptamaya yönelik invaziv
3
olmayan yöntemlerin etkinliğinin saptanması çocuk hastaları daha kolay
biyoizleme olanaklarını ortaya koyması açısından önem taşımaktadır.
Elimizdeki son verilere göre, prediyalizde olan veya diyaliz
tedavisi gören ya da böbrek nakli nedeniyle immün baskılayıcı ilaçlarla
tedavi gören çocuk hastalarda genotoksik hasar düzeylerinin incelendiği
herhangi
bir
çalışma
bulunmamaktadır.
Bu
nedenle
düzenlenen
çalışmamızın amacı;
•
Prediyalizde olan, hemodiyaliz tedavisi gören ve böbrek nakli
yapılmış kronik böbrek hastalığı olan çocukların lenfositlerinde
oksidatif/DNA hasarı düzeylerini Comet ve MÇ Yöntemleri ile
saptamak,
•
Olası genotoksik hasarın klastojenik ya da anojenik bir mekanizma
ile oluşup oluşmadığını “fluorescence in situ hybridization” (FISH)
tekniği ile kombine MÇ Yöntemi ile belirlemek,
•
Bukkal mukozanın eksfoliye epitel hücrelerinde bazal DNA hasarını
MÇ Yöntemi ile belirlemek ve hasta grubunun biyoizlenmesinde
bukkal mukoza eksfoliye epitel hücrelerinin alternatif bir doku olma
potansiyelini incelemek,
•
Bu hasta gruplarındaki biyokimyasal parametrelerin ve immün
baskılayıcı ilaçların DNA hasar düzeylerine etkisini incelemektir.
4
2.GENEL BİLGİLER
2.1. Böbreklerin Temel Fonksiyonları ve Düzenlenmesi
Böbrekler retroperitoneal bölgede bulunan, her biri yaklaşık
120-150g ağırlığında olan organlardır1. Iekil 1’deki boyuna kesitte
böbreğin dışta korteks, en içte medulla ve internal pelvis ve kalislerden
oluştuğu görülür22.
23
ekil 1: Sağ böbreğin boyuna kesiti
Böbreğin temel fonksiyonları24:
1) Vücut sıvı ve elektrolit dengesinin korunması
(Su, Na, K, H, Ca, P, Mg, bikarbonatL)
2) Metabolik artık ürünlerin atılımı
(Üre, ürik ast, kreatininL)
3) İlaçlar, toksinler ve metabolitlerinin detoksifikasyonu ve atılımı
4) Ekstrasellüler sıvı hacmi ve kan basıncının hormonal düzenlenmesi
•
Renin-anjiotensin sistemi
•
Renal prostoglandinler
•
Renal kallikrein-kinin sistemi
5) Hormon üretimi ve metabolizmasına katkı
5
(Eritropetin, D vitaminiL)
6) Peptit hormonların yıkımı
(İnsülin, glukagon, parathormon, kalsitonin, büyüme hormonuL)
7) Küçük molekül ağırlıklı proteinlerin yıkımı
(Hafif zincirler, beta-2-mikroglobülinL)
8) Metabolik etki
(Glukoneogenez, lipid metabolizmasıL)
Böbreğin
fonksiyonel
birimi
nefrondur.
Nefron
hem
salgılama hem de boşaltım fonksiyonları olan bir tübülden ibarettir22. Her
iki böbrekte yaklaşık 2000000 nefron vardır ve her nefron tek başına idrar
yapma yeteneğine sahiptir. Bir nefron temel olarak iki kısımdan oluşur1
(Iekil 2).
1) Sıvının kandan filtre olduğu glomerül
2) Filtre edilmiş sıvının idrara dönüştüğü tübül
25
ekil 2: Nefronun yapısı
6
Kortekste glomerüller, proksimal ve distal tübülüsler ve de
korteksteki nefronların Henle kulpları bulunur. Medullada ise toplayıcı
kanallar, Henle kulpları ve vasa rektalar bulunur1.
Nefronların temel işlevleri1 (Iekil 3):
1) Glomerüler
filtrasyon:
Glomerüldeki
kanın
yaklaşık
1/5’ini
glomerüler membrandan tübüler sistem içine filtre eder.
2) Tübüler reabsorbsiyon: Filtre edilen sıvı tübüllerde seyrederken
başta su olmak üzere gereken maddeler peritübüler kapiller ağdaki
plazma içine reabsorbe edilirken, istenmeyen maddeler geri
emilmez ve idrar oluşumuna katkıda bulunur.
3) Tübüler sekresyon: İstenmeyen maddelerin atılmasını sağlayan
önemli bir mekanizmadır. Plazmadaki bazı maddeler tübülleri
döşeyen epitel hücrelerince doğrudan tübüler sıvı içine sekrete
edilir.
ekil 3: Nefronun işlevleri
26
7
Glomerüler filtrat, tübüllerden geçerken su içeriğinin %99’u
ve solüt içeriğinin değişen miktarları vasküler sisteme emilirken, az
sayıdaki bazı maddeler de tübüllerin içine sekrete edilir. Bu işlemler
sonucunda, geri kalan tübüler su ve solütler idrarı oluşturur1.
Renal kan akımı ve basıncı: 70kg ağırlığında erişkin bir
insanda her iki böbrekten geçen kan akımı 1200ml/dk’dır. Afferent
arteriyolün başında ~100mmHg olan kan basıncı, glomerül içindeki
kapillerlerde 60mmHg’ya düşer. İnsan vücudunda glomerül dışında
bulunan kapillerlerde ise basınç ortalama 15-35mmHg’dır. Bu değerlerden
de anlaşılabileceği gibi glomerül içindeki kapiller yapı, özelleşmiş bir
yapıdır ve ~60mmHg’lık basınç, sıvının kolayca filtre olmasını sağlar. Kan
efferent arteriyol içinde ilerledikçe basınç 20mmHg’ya düşer. Bu azalmış
basınç
plazmanın
onkotik
basıncından
düşük
olduğu
için,
tübül
lümeninden geri emilim sağlanır1.
2.2. Glomerüler Filtrasyon ve Glomerüler Filtrat
Glomerülden Bowman kapsülü içine filtre olan sıvıya filtrat
adı verilir. Glomerüler membran, çok katmanlı olmasına rağmen olağan bir
kapillere göre 100 ila 500 kat daha fazla geçirgenliğe sahiptir. Fakat
glomerüler membranın geçirgenliğinin fazla olmasına rağmen seçiciliği
molekül büyüklüğüne göre değişir. Bu seçiciliği, porların büyüklüğü ve
elektriksel yük etkiler. Glomerül porları, kuvvetli negatif yüklü kompleks
proteoglikanlar içerdiğinden negatif yüklü molekülleri uzaklaştırır1.
Glomerüler filtratın kompozisyonu: Glomerüler filtratın yapısı,
pratik açıdan plazma ile benzer olmasına karşın, içinde eritrosit yoktur ve
protein miktarı çok daha azdır (plazmadakinin 1/240’ı kadar)1.
8
Glomerüler filtrasyon hızı (GFR)1: Her iki böbreğin tüm
nefronlarında
birim
zamanda
üretilen
glomerüler
filtrat
miktarına,
glomerüler filtrasyon hızı denilir. Normal bireyde bu değer yaklaşık 125
ml/dk’dır. Çocuk ve ergenlerde normal GFR’ı değişiklik gösterir (Tablo 1).
Günde üretilen glomerüler filtrat miktarı yaklaşık 150-180litredir. Tübüllere
ulaşan glomerüler filtrat sırasıyla proksimal tübül, Henle kulpu, distal tübül,
kortikal toplayıcı kanallar ve pelvise ulaşan toplayıcı kanallar içinde ilerler.
Ama %99’undan fazlası reabsorbe edilir ve geri kalanı idrar olarak atılır.
İdrarın oluşumunda geri emilim, sekresyondan çok daha önemli bir rol
oynar. Ancak sekresyon, özellikle potasyum ve hidrojen iyonlarının atılımı
açısından çok önemlidir. Plazmanın glomerüler filtrat haline dönüşen kısmı
filtrasyon fraksiyonudur. Böbreklerden normal plazma akımı 650 ml/dk ve
normal glomerül filtrasyon hızı 125ml/dk olduğunda, ortalama filtrasyon
fraksiyonu %18-20’dir1.
Glomerül içinde filtrasyonu sağlayan dinamiği oluşturan
1
etkenler :
1) Glomerüler kapiller içindeki filtrasyon lehindeki hidrostatik basınç
2) Bowman kapsülünün filtrasyona karşı koyan hidrostatik basıncı
3) Filtrasyona engel oluşturan plazma proteinlerinin onkotik basıncı
4) Filtrasyona yardımcı olan Bowman kapsülü içindeki proteinlerin
onkotik basıncı (Fizyolojik koşullarda bu basınç sıfıra yakındır).
9
27
Tablo 1: Çocuk ve ergenlerde normal GFR değerleri
YA ve CİNSİYET
GFR ± SD (ml/dk/1.73 m2)
1 hafta
40.6±14.8
2-8 hafta
65.8 ±24.8
>8 hafta
95.7 ±21.7
2-12 yaş
133.0 ±27.0
13-21 yaş – erkek
140.0 ±30.0
13-21 yaş – kız
126.0 ±22.0
GFR’nı böbrekler değişen fizyolojik durumlara göre yeniden
düzenleyebilir. GFR, 80-180mmHg değerler arasında kan basıncı
değişikliklerinden etkilenmez (otoregülasyon). Bu otoregülasyonda rol
oynayan mekanizmalar1;
1) Miyojenik mekanizma: Kan basıncı düşünce afferent arteriyolde
vazodilatasyon olur.
2) Tübüloglomerüler mekanizma: Kan basıncının düşmesi geçici
olarak glomerüler kapiller basınç ve GFR’nı azaltır. Bunun
sonunda makula densaya daha az sodyum gelir. Buna bağlı olarak
afferent arteriyolün direnci azalır ve vazodilatasyon olur.
3) Renin-anjiyotensin sisteminin aktivasyonu: Kan basıncında azalma
ve makula densaya gelen sodyumun azalması lokal reninanjiyotensin sistemini aktive eder. Anjiyotensin II’nin artması ise
efferent arteriyolde vazokonstrüksiyona yol açar.
10
2.3. Böbrek Hastalıklarında Tanı Yöntemleri
Böbrek
hastalıklarında
başlangıçta
hastayı
doktora
yönlendirecek yakınma fazla değildir. Hastalık ilerleyince belirti ve bulgular
ortaya çıkar ve çoğu kez tanı hastalık ilerledikten sonra konur28. Tanıda
kullanılan yöntemler:
1) GFR’nın ölçülmesi
2) İdrar analizleri
3) Plazma böbrek akımının ölçülmesi
4) Kan analizleri
5) Görüntüleme yöntemleri
6) Böbrek biyopsisi
2.3.1. GFR’nın Ölçülmesi
GFR’nın ölçülmesi aşağıdaki durumlarda yararlıdır1:
•
Böbrek yetmezliğinin derecesinin saptanması
•
İlaç dozunun ayarlanması
•
Kronik diyaliz tedavisine başlama zamanının belirlenmesi
•
Tedaviye yanıtın değerlendirilmesi
Böbrek plazma akımının yaklaşık %20’si glomerülden filtre
olur. GFR’nın ölçülmesi tüm böbrek fonksiyonları içinde en önemlisidir.
GFR’nın normal değeri 70-145ml/dk’dır. 40 yaşından sonra GFR her yıl 1
ml/dk azalır. Klinikte GFR hesaplanırken klerens formülleri kullanılır24.
Klerens ölçümü için kullanılacak olan ideal bir madde; dolaşımda
serbestçe bulunmalı, glomerüler bazal mambrandan serbestçe filtre
olmalı, nefron boyunca sekrete edilmemeli ve geri emilmemeli, sabit hızda
endojen üretilmeli ve kolaylıkla ölçülebilir olmalıdır. GFR’nın ölçülmesinde
11
en sık kullanılan yöntem, kreatinin klerensidir. Ayrıca inülin, Tc 99m
(Teknesyum-99m) ile işaretlenmiş DTPA (dietilen triamin pentaasetik asit)
ve üre gibi maddeler de kullanılabilir1.
Kreatinin, kas hücrelerinin yıkımı sonucunda oluşur. Yaklaşık
20mg
kasın
günlük
metabolizması
sonucunda
1mg
kreatinin
üretilmektedir. Ayrıca idrar kreatininin yaklaşık %20’si et alımı ile
olmaktadır3. Erkeklerde 20-26mg/kg/gün ve kadınlarda 14-22mg/kg/gün
idrarla
atılır1.
Kreatinin
üretimi
stabil
olduğundan
ve
kreatinin
glomerüllerden filtre edildiğinden, böbrek klerensi hemen hemen glomerül
filtrasyon hızına eşit kabul edilir22.
Ama kreatinin klerensi ile bulunan
değer, gerçek GFR’dan %15 daha fazladır24. Bunun nedeni tübüler
sekresyondur24. Kronik böbrek yetmezliği ve şiddetli proteinüri varlığında
kreatininin tübüler sekresyonunun oranı artar ve ilerlemiş kronik böbrek
yetmezliğinde “kreatinin klerensi / gerçek GFR” oranı 2-2,5’a yükselir. Bu
durumda kreatinin klerensi GFR’nı daha az yansıtır hale gelir1. GFR’nın
daha düzgün hesaplanması için, kreatinin salgılanmasının engelleyicisi
olarak
simetidin
verilmektedir3.
Serum
kreatinin
değerleri
böbrek
fonksiyonlarının yaklaşık %50’si kaybolana kadar normal düzeylerde kalır.
Diğer atık ürünlerinin çoğunun aksine serum kreatinin düzeyi genellikle
besinlerden ve hidrasyon durumundan etkilenmez. Böbrek fonksiyonunun
ölçümü açısından, kreatinin yüksek derecede güvenilir olmasına karşın,
idrar özellikle belirtilen süreden (sıklıkla 24 saat) daha kısa bir zamanda
toplanmış veya aynı anda serum örneği alınmamışsa kreatinin klerensi
yanıltıcı olabilir22.
Kreatinin klerensi 2 formülle hesaplanabilir1.
i) 24 saat idrar toplanarak1:
İdrar kreatinin (mg/dl) X Günlük idrar hacmı (ml)
Kreatinin klerensi (ml/dk) = -----------------------------------------------------------------Serum kreatinin (mg/dl) X 1440
12
ii) Sadece serum kreatinine bakılarak (Schwartz formülü, CockcroftGault formülü ve MDRD formülü) 1:
•
Schwartz formülü
Boy (cm) x 0.55
GFR= ------------------------------------Serum kreatinin
•
Cockcroft-Gault formülü:
(140-yaş) (İdeal kilo)
Kreatinin klerensi (ml/dk) = --------------------------------------Serum kreatinin (mg/dl) X 72
Boy (cm) – 152,4
İdeal kilo (erkek için) = 50 + 2,3 X --------------------------2,54
Boy (cm) – 152,4
İdeal kilo (kadın için) = 45,5 + 2,3 X --------------------------2,54
•
MDRD (Böbrek Yetmezliğinde Diyet Değişiklikleri) formülü:
GFR = 186 X ([Scr]
-1,154
) X ([Yaş]
– 0,203
) X (0,742 kadın ise)
Scr= Serum kreatinin düzeyi (mg/dl)
MDRD
formülü
ile
hesaplanan
GFR,
Cockcroft-Gault
formülünden biraz daha düşüktür. Her üç formül de böbrek yetmezliğinin
belirli bir dengede olduğu hastalar için geçerli olup, serum kreatinin
düzeyini değiştiren faktörlerin yanıltıcı etkilerine açıktır1.
13
Serum
kreatinin
düzeyine
dayalı
klerens
formülerinin
kullanılamayacağı durumlar1:
•
Uç yaşlar
•
Uç beden boyutları
•
Iiddetli malnütrisyon veya obesite
•
İskelet kas hastalıkları
•
Parapleji veya kuadripleji
•
Vejeteryan diyet
•
Hızlı değişen böbrek fonksiyonları
•
Böbrekten atılan nefrotoksik ilaç doz hesaplanması
•
Serum kreatininini etkileyen diğer durumlar
Üre klerensi de kısmen GFR’nı yansıtır, ama kabaca bir
göstergedir1. Üre, protein katabolizmasının primer metaboliti olup
tamamen böbreklerden atılır. Bu nedenle kan azotu, glomerül filtrasyon
hızıyla yakın ilişki içindedir22. Üre klerensinin normal değerleri 60-80
ml/dk’dır. Kreatinin klerensinden düşük olma nedeni, ürenin tübüler geri
emilimidir1.
Üre klerens formülü1:
İdrar üre azotu (mg/dl) X Günlük idrar hacmı (ml)
BUN klerensi (ml/dk) = ----------------------------------------------------------------BUN (mg/dl) X 1440
Kreatininin
hidrasyon
durumundan
aksine
ve
BUN
diyetteki
gastrointestinal
protein
sistem
miktarından,
kanamalarından
etkilenir. Böbrek fonksiyonlarının yaklaşık üçte ikisi kaybolduğunda BUN
düzeyinde önemli yükselmeler belirir. Bu nedenle yüksek BUN düzeyi
yükselmiş kreatinin düzeyine göre böbrek yetersizliğinin daha az spesifik
bir göstergesidir. Buna karşın BUN / Kreatinin oranı spesifik tanısal bilgi
14
sağlayabilir. Normalde bu orantı 10/1’dir. Dehidrate hastalarda ve her iki
tarafta obstrüksiyon veya idrar ekstravazasyonu olanlarda orantı 20/1 –
40/1 arasında değişebilir. Aşırı hidrate hastalarda normal BUN düzeyinden
daha düşük değerler görülebilir22.
2.3.2. İdrar Analizleri
Böbrek hastalığının tipi ve şiddetine göre idrar hacmı değişir.
Genellikle GFR, normalin %5’inden aşağı düşerse çıkartılan idrar miktarı
oldukça azalır. Sodyum kayıpları düşük düzeyde ise kısa süre sonra
sodyum retansiyonu oluşur. Proteinüri değişkenlik gösterebilir. İdrar
tahlillerinde lökositler ve ara sıra mumsu silindirler görülebilmesine karşın,
idrar tahlilleri genellikle nonspesifik olup, aktif enfeksiyon bulguları
vermez22.
•
İdrarda protein: Normalde günde 100-150mg protein idrarla
kaybedilir1.
•
İdrarla günlük albümin kaybı ise 30 mg altındadır1.
•
İdrar pH: Normalde 4-8 arasındadır1.
•
İdrarın özgül ağırlığı: 1003-1035 arasındadır1.
•
İdrarın ozmolaritesi: 50-1200 mOsm/kg arasındadır1.
•
İdrarda glikoz: İdrarla günde 50-150mg glikoz atılır. Glikozun
nerdeyse tamamı glomerüler filtrata geçer1.
2.3.3.Plazma Böbrek Akımının Ölçülmesi
Kalp atım hacmının %20-25’i böbreğe gelir. Böbrek kan
akımı yaklaşık dakikada 1,1litredir1.
(100—hematokrit) x (böbrek kan akımı)
Böbrek plazma akımı = ---------------------------------------------------------100
15
2.3.4. Kan Analizleri
Kronik böbrek hastalığında sıklıkla normokromik, normositik
anemi görülür. Aneminin nedeni, genellikle mikroskobik hematürinin yol
açtığı kronik kan kaybı değildir22. Üremideki anemi; azalmış eritropoetin
aktivitesi, kemik iliğinin eritropoetine cevabını azaltan dolaşan faktörler ve
dolaşan eritrositlerin ömürlerinin kısalmış olması gibi birçok faktörün
kombinasyonu sonucu oluşmaktadır. KBH’ı olanlarda eritrositlerin ömrü
120 günden 80 güne inmiştir. Tanımlanmamış olmasına rağmen
muhtemelen üremik toksinler de rol oynamaktadır. Rekombinant EPO’nun
bulunmasıyla beraber böbrek hastalığındaki aneminin ana nedeninin EPO
üretimindeki azlık olduğu görülmüştür. Çünkü üremik hastalara dışarıdan
verilen EPO’ya iyi yanıt alınmaktadır3. Yüksek hematokrit ve hemoglobin
düzeylerinin gösterdiği gibi eritrositlerde spesifik bir artış, renal hücreli
kansere eşlik eden bir preneoplastik sendromun göstergesi olabilir.
Eritrosit sayısındaki belirgin yükselmeler ürolojik semptomların altta yatan
nedeni olan lösemiyi gösterebilmesine karşın, genellikle nonspesifik bir
bulgudur22.
GFR 30 ml/dk altına düştüğünde serum elektrolit ve mineral
metabolizmasında birkaç anormallik görülebilir. Genellikle GFR 5ml/dk
altına düşmedikçe hiperkalemiye rastlanmaz. Pek çok faktör serum
fosfatında artma ve serum kalsiyumunda azalmaya yol açar. Böbrek fosfat
klerensinin
düşmesi
nedeniyle
hiperfosfatemi
gelişir22.
Plazma
magnezyum ve fosforu GFR 25ml/dk altına inene kadar artmaz. Ondan
sonra bile GFR 5ml/dk’nın altına inene kadar sadece 1-2mg/dl artış
gösterir3. Böbrek yetmezliğinde kalsiyumun fraksiyone klerensinin artmış
olmasına rağmen, atılım esasen azalmıştır. Üremik hastaların iştahı da
azalmıştır, bu nedenle daha az kalsiyum alırlar. Diğer elemental
bozuklukların tersine üremik durum ile bozulmuş kalsiyum metabolizması
önemli olaylara yol açabilir. İlerlemiş böbrek yetmezliği olanlarda
16
hipokalsemi yaygındır3. Ayrıca vitD2’nin aktif vitD3’e renal dönüşümü
azaldığından
vitD
aktivitesi
düşmüştür.
Bu
bozukluklar
sekonder
hiperparatiroidizme bağlı hem osteomalasi, hem de osteitis fibroza
sistikayla karakterize iskelet anomalilerine yol açar. Böbreklerden atılımın
azalması nedeniyle ürik asit düzeyleri sıklıkla yükselmiş olmasına rağmen
bu durum nadiren taş ve guta yol açar22.
2.3.5. Görüntüleme Yöntemleri
Ultrasonografi, sintigrafi, voiding sistoüretrografi (VSUG), BT,
retrograd pyelografi tanı amacıyla kullanılır. Düşük böbrek fonksiyonlu
hastalar rutin olarak kontras madde kullanılan incelemelere alınmamalıdır.
Böbrek ultrasonografisiyle önemli tanısal bilgiler elde edilebilir. Böbrek
büyüklüğünü ve korteks kalınlığını belirleme ve perkütan böbrek biyopsisi
için dokunun lokalizasyonu açısından böbrek sonografileri yararlı olur.
Kemik filmleri büyüme geriliği, osteomalasi veya osteitis fibrosayı
gösterebilir. Yumuşak doku kalsifikasyonları görülebilir22.
2.3.6. Böbrek Biyopsisi
KBH’da orijinal böbrek hastalığı ne olursa olsun histolojik
incelemede glomerüler skleroz, ekstrasellüler matriks artışı, tübüler atrofi,
periglomerüler ve interstisiyel fibrozis gözlenir. Bu durum primer
hastalıktan
bağımsız
olarak
ilerleyici
böbrek
hasarında
ortak
mekanizmaların rol oynadığını düşündürmektedir1. Böbrek biyopsileri
nonspesifik interstisyel fibroz ve glomerülonefrit dışında çok fazla bilgi
vermez. Terminal dönemdeki büzülmüş böbreklerin açık veya perkütan
biyopsileri özellikle kanama gibi yüksek morbidite oranları taşır22.
17
2.4. Kronik Böbrek Hastalığı (KBH)
Kronik böbrek hastalığı, glomerüler filtrasyon değerinde
azalmanın
sonucu
böbreğin
sıvı-solüt
dengesini
ayarlamada
ve
metabolik–endokrin fonksiyonlarında kronik ve ilerleyici bozulma hali
olarak tanımlanabilir1. Kısaca sağlıklı bir fizyolojik denge sağlamak için
gerekli uyum mekanizmalarının kalıcı böbrek fonksiyonu bozulmasına
bağlı olarak kaybıdır denilebilir2. KBH’dan etkilenmeyen organ veya sistem
yok kabul edilir1. Hastaların klinik semptomları ve bulguları böbrek
yetmezliğinin derecesi ve gelişme hızı ile yakından ilişkilidir1. Klinik gidiş,
tipik olarak sürekli ve belirti vermeyen nefron fonksiyon kaybıdır. Sonuçta
son dönem böbrek yetmezliğine yol açar. Hastalığın başlangıcı ile kronik
böbrek yetmezliği ve son dönem böbrek yetmezliği arasındaki süre sadece
farklı hastalıklarda değil, aynı hastalık sürecinde olan farklı kişiler de bile
değişebilmektedir3.
BUN ve kreatinin düzeylerindeki yükselme veya kreatinin
klerensindeki azalma ile böbrek yetmezliği tanısı koyulabilir29. Sorun, akutkronik böbrek hastalığı ayırıcı tanısıdır1. Böbrek yetersizliği oluşum hızına
ve
ardından
sınıflandırılabilir.
azotemi
Böbrek
süresine
göre
yetersizliğinin
akut
süresini
veya
kronik
saptamak
olarak
güçtür22.
Öncel hipertansiyon veya küçük, büzülmüş böbrekler gibi radyolojik
bulgular kronik bir süreci gösterir30. Bazı akut böbrek yetersizlikleri de geri
dönüşümsüz olarak kronik böbrek yetersizliğine doğru ilerler22. Amiloidoz,
diyabetik nefropati, hidronefroz, polikistik böbrek hastalığı, böbreğin
infiltratif hastalıklarında ise kronik böbrek yetmezliği olmasına rağmen,
böbrekler küçülmemiş olabilir. Böbrekler küçükse, histolojik inceleme
amiloidoz dışında yeterli bilgi sağlamaz1.
Böbrek hasarı belirteçleri olsun veya olmasın; 3 aydan uzun
bir süre GFR<60ml/dk/1.73m2 ise kronik böbrek hastalığından bahsedilir28.
18
2.4.1. KBH Nedenleri
1) Konjenital ve herediter hastalıklar
•
Polikistik böbrek hastalığı
•
Alport sendromu
•
Konjenital hipoplazi/displazi
•
Amiloidozis
2) Glomeruler hastalıklar
•
Primer
Glomerulonefritler
Fokal segmental glomeruloskleroz (FSGS)
•
Sekonder
Diabetik glomerulosklerozis (çocuklarda nadir)
Amiloidozis
3) Piyelonefritler
4) Vasküler hastalıklar
•
SLE (Sistemik lupus eritematozus)
•
HSN (Henoch Schönlein nefriti)
•
PAN (Poliarteritisnodosa)
•
HÜS (Hemolitik üremik sendrom )
5) Tubulointerstisiyel hastalıklar
•
Tubulointerstisiyiel nefrit
(idiyopatik, ilaçlara bağlı, immün orijinli)
•
Reflux nefropatisi
•
Nefrokalsinozis
6) İdrar yolu obstrüksiyonu
•
Üriner sistem taşları/ nefrokalsinozis
•
PUV (Posterior üretral valv)
•
UV-Darlık (Üreterovezikal darlık)
•
UP-Darlık (Üreteropelvik darlık)
19
2.4.2. Klinik Bulgular
Genel bitkinlik, yorgunluk, unutkanlık, libido kaybı, bulantı ve
kaşıntı bu kronik hastalığın sık görülen genel yakınmalarıdır. Sıklıkla güçlü
bir ailevi böbrek hastalığı kanıtı vardır. Ergenlik öncesinde primer
yakınma, büyüme yetersizliğidir. Birlikte birden fazla sistemi ilgilendiren
semptomlar görülebilir. Böbrek yetmezlikli pek çok hastada aşırı volüm
yüklenmesine ve aşırı hidrasyona bağlı olarak kan basıncı yükselmiştir.
Ancak çok düşük sodyum diyetinde veya başka bir seçenek olarak göze
çarpan tuz kaybetme eğiliminde olan hastalarda kan basıncı normal veya
düşük olabilir. Anemi ve metabolik asidozun belirtisi olarak nabız ve
solunum hızlanmıştır. Sıklıkla üremik faktör, trombosit bozuklukları, ödem,
perikardit, nörolojik bulgular, mental bozukluklar, periferik nöropati,
konvulsiyon ve puberte problemleri mevcuttur. Oftalmoskopik muayene
hipertansif veya diyabetik retinopatiyi gösterebilir22.
2.4.3. Üremik Semptomların Patogenezisi
Üremik semptomların patogenezisinde organik bileşikler,
hormonal değişiklikler ve inorganik maddeler rol oynamaktadır3.
1) Organik bileşikler: Üremik semptomların patogenezisinden
çeşitli toksinler sorumlu tutulmuştur3. Üremide biriken solütler molekül
ağırlıklarına göre düşük (<300dalton), orta (300-12000dalton), yüksek
(>12000dalton) olmak üzere üç gruba ayrılır. Küçük-orta molekül ağırlıklı
solütlerin üremik semptomlardan sorumlu olduğu düşünülmektedir. Böbrek
yetmezliğinde bu solütlerin birikmesinin nedeni, bu maddelerin böbrek
aracılığıyla ve/veya böbrekte yıkılmasıdır1.
•
Homosistein:
Üremik toksinler arasında homosisteinin eliminasyonu tam
olarak bilinmeyen bir mekanizmayla yavaşladığından dolayı, bu hastaların
20
çoğunda homosistein artar30. Azalan böbrek rezervi ile homosistein
düzeyleri arasında yakın bir ilişki vardır31. Böbrek yetmezliği gelişen
hastalarda homosistein düzeyleri normal kişilere oranla en az 3-4 kere
artmakta,
normal
popülasyonda
%5-7
olan
hiperhomosisteinemi
prevalansı bu hastalarda %85-90’a ulaşmaktadır. Diyalizle tedavi edilen
hastaların da %83’ünde hiperhomosisteinemi saptanmıştır. KBH olan
çocuklarda hiperhomosisteinemi ile ilgili çalışmalar sınırlıdır. Sağlıklı ve
üremik çocuklarda homosistein düzeylerinin yaşla arttığı bilinmektedir.
Erişkinlerdekine
benzer
şekilde
üremik
çocuk
hastalarda
da
hiperhomosisteinemi geliştiği, bunun SDBH’lığı gelişmeden önce ortaya
çıktığı ve renal transplantasyon yapıldıktan sonraki dönemlerde de sebat
ettiği saptanmıştır. Ayrıca plazma homsistein düzeyi ile glomerül filtrasyon
hızı arasında ters ilişki olduğu da gösterilmiştir. Homosisteinin, kültüre
edilmiş endoteliyal hücrelerde reaktif oksijen radikalleri oluşumunu
arttırdığı ve peroksitleri detoksifiye edecek antioksidan enzimleri inhibe
ettiği gösterilmiştir. Bunun sonucunda üremik hastalarda homosisteinin
özellikle okside formlarının birikimi nedeniyle serbest oksijen radikalleri
aşırı
miktarda
üretilmekte,
antioksidan
savunma
mekanizmaları
bozulmakta, nitrik oksitin biyoyararlanımı azalmakta ve endotel bağımlı
vazodilatasyon negatif yönde etkilenmektedir31. Homosistein, DNA sitozin
metilasyonu
için
metil
vericisi
bir
amino
asit
olan
metioninin
metabolizmasının normal bir ürünüdür. Homosistenin DNA metiltransferaz
üzerinde inhibe edici etkisi vardır32. Bu yüzden hiperhomosisteinemisi olan
diyaliz hastalarının DNA’sının hipometillenmiş olduğu tespit edilmiştir.
Hipometillenen DNA, daha kararsız olmaya meyillidir. Bu durum diyaliz
hastalarında görülen artan genomik hasar için mekanistik bir açıklama
olabilir. Sağlıklı kişilerde plazma homosisteini, periferik kan lenfositlerinde
gözlenen genomik hasarın derecesiyle korelasyon gösterir. Homosistein
birikimi, folik asit ve vitB12 desteğiyle azaltılabilir33.
21
•
İleri glikozilasyon son ürününleri (AGE):
Üremik toksinlerden muhtemel bir aday da, böbrek yetmezliği
hastalarında yoğun bir şekilde artan ileri glikozilasyon son ürününleridir.
Ieker ketonu veya aldehit grubuyla proteinlerin, lipitlerin ve amino asitlerin
serbest
bir
amino
grubunun
arasındaki
enzimatik
olmayan
bir
reaksiyonundan AGE formasyonu ortaya çıkar. Bir dizi dehidrasyon,
kondansasyon,
fragmantasyon,
oksidasyon
ve
dönüşüm
reaksiyonlarından sonra AGE ile ifade edilen birçok tanımlanmamış
bileşikler oluşur. AGE’lerin çok azı kimyasal olarak karakterize edilmiş ve
dokularda
tespit
edilmiştir
(örneğin
karboksimetillizin)7.
Böbrek
hastalığında AGE birikiminin AGE’lerin eliminasyonunun bozulmasından
ve oksidatif stres nedeniyle artan AGE formasyonundan kaynaklandığı
düşünülmektedir34. Glikozilasyon ürünlerinin DNA modifikasyonlarını
doğrudan kullanabildiği ve böylece DNA hasarını veya mutajenik etkileri
indüklediği düşünülmektedir7.
2) Hormonal değişiklikler: Üremide hormonal değişiklikler 4
mekanizma sonucu olmaktadır3.
•
Birinci olarak; zarar görmüş böbrek EPO ve 1,25(OH)2D3 (1,25dihidroksikolekalsiferol)
gibi
hormonların
üretimini
sağlayamamaktadır3.
•
İkinci olarak böbrek; büyüme hormonu, prolaktin, luteinizan
hormon, gastrin, insülin, glukagon ve paratiroid hormon gibi bazı
hormonları normal olarak atmakta ve azaltmaktadır. KBH olan
hastalarda bu maddelerin atılımının azalmasına bağlı olarak bu
hormon düzeyleri artabilir3.
•
Üçüncü olarak; hasar görmüş böbrek iskemi nedeniyle renin
üretimini artırıp, anjiotensin aldesteron üretimi artmaktadır3.
22
•
Dördüncü olarak son mekanizma; trade-off hipoteziyle açıklanır.
Nefronların ilerleyici yıkımı sonucu geri kalan nefronların vücut
hemeostazını
sağlayabilmek
için
sodyum
dengesinin
korunmasındaki adaptasyon mekanizmasını açıklamak için tradeoff hipotezi kullanılmaktadır. Bu hipoteze göre; GFR 2ml/dk altına
düştüğünde filtre edilen sodyumun yaklaşık %30’u vücut sodyum
dengesini korumak için atılmalıdır. Sodyum reabsorbsiyonunu
engelleyen
muhtemel
natriüretik
bir
hormon
olduğu
kabul
3
edilmektedir .
3) İnorganik maddeler: Üremik semptomların ortaya çıkışında
inorganik maddelerin rolü ilgi çekmektedir. Üremik hastalarda beyin ve
periferik sinirlerde kalsiyum düzeyleri artmış olarak bulunmuştur. Fosfor,
bir diğer inorganik toksindir. Fosfor retansiyonu üremik hastalarda
hiperparatiroidizm ve metastatik kalsifikasyonun patogenezisinde rol
oynamaktadır. Üremik hastalarda alüminyum toksikasyonu nörolojik ve
iskelet toksisitesinden sorumlu tutulmaktadır. Çinko eksikliği üremik
hastalarda impotans ve iştahsızlığa neden olmasına rağmen çinko tedavisi
çelişkili sonuçlar vermektedir3.
2.4.4. Kronik Böbrek Hastalığında Evrelendirme
2002 yılında ABD’de Ulusal Böbrek Vakfı (National Kidney
Foundation) kronik böbrek hastalığı ile ilgili bir kılavuz hazırlamıştır. Bu
kılavuzda DOQI (Dialysis Outcome Quality Index) sınıflamasına göre
kronik böbrek hastalığı tanımlanmış ve evrelere ayrılmıştır. Tablo 2‘de
evrelendirme sistemi gösterilmiştir27. Tablo 3 ve 4’de ABD’de ve
Türkiye’de KBH nedenleri ve hasta dağılımları gösterilmiştir.
23
27
Tablo 2: Kronik böbrek hastalığının evrelendirmesi
GFR* ml/dk/1,73m2
Evre Tanımlama
1
Böbrek hasarı var ama GFR normal veya artmış, ≥90
çoğunlukla asemptomatik
2
Hafif böbrek hasarı var, GFR hafif azalmış
60-89
3
Orta derecede azalmış GFR
30-59
4
Iiddetli derecede azalmış GFR
15-29
5
Böbrek yetmezliği *
<15
* Bazı yazarlara göre GFR 15ml/dk’nın altında ise son dönem böbrek yetmezliği daha uygundur.
2.5. Son Dönem Böbrek Hastalığı (SDBH)
SDBH deyimi, hayatı tehdit eden üremiyi engellemek için
renal replasman tedavisi alan hastalar için kullanılmaktadır. KBH olan
hastalarda böbrek fonksiyonlarındaki azalma başlangıçta asemptomatiktir.
KBH’nın erken evrelerinde kalan nefronların böbrek fonksiyonlarını
korumaları söz konusudur. GFR, normal veya hiperfiltrasyon nedeniyle
artmış bile olabilir3. Yüksek proteinli yemek ve stres sonrası GFR’nin
ölçümü,
normal
böbrek
rezervinin
yokluğunu
gösterebilir.
Böbrek
rezervinin bitmesi GFR’nin normalin %25’ine düşmesi ile olur. Hastada
genelde semptomlar yoktur, azotemi ve serum kreatininde artış vardır.
GFR normal değerin %25’inin altına inince artan sayıda ve ciddiyette
üremik klinik bulgular ve biyokimyasal bozukluklar ortaya çıkar. Anormal
kreatinin düzeyine sahip olan kişilerin hangi oranda SDBH’na ilerleyeceği
açık değildir3.
Serum
kreatinin
konsantrasyonu,
GFR’nin
her
%50
düşüşünde 2 kat artmaktadır. Fonksiyonlar daha düşer ve GFR %25
olursa
serum
kreatinin
tekrar
ikiye
katlanır.
Serum
kreatinindeki
değişiklikler, böbrekte hasar olduğu zaman renal fonksiyonların beklenen
24
yetmezliği saptanmakta daha hassas bir duruma gelmektedir3. Bu hasar
düzeyi
GFR’nin
25ml/dk
nın
altında
semptomlar ortaya çıkmaya başlar1.
glomerüler filtrasyonda
azalma
olmasıdır3.
Hastada
üremik
Serum kreatininde doğrusal artış,
ile orantılıdır.
Altta
yatan böbrek
hastalığından bağımsız olarak son dönem böbrek yetmezliğine ilerleyiş
serum kreatinin 1,5 – 2,0mg/dl yi aştığı zaman görülmektedir3. GFR 15
ml/dk’ya
inince
SDBH’dan
bahsedilir
ve
hastalar
diyaliz,
renal
transplantasyon gibi renal replasman tedavilerine ihtiyaç duyarlar1. Tek
başına GFR’nin normal sınırlar altına inmesi teşhis için yeterli değildir.
GFR’ndeki azalmanın spesifik olumsuz etkilerinin de ortaya çıkması
gerekmektedir2.
İlk bozulan fonksiyonlardan biri idrarı konsantre etme
yeteneğinin azalmasıdır. SDBH’na kadar su, sodyum ve potasyum
dengesi normal koşullarda korunur, ancak alt ve üst sınır limitleri
azalmıştır. GFR 30-35ml/dk’nın altına inince hematokritte düşme başlar.
Hastaların çoğunda normokrom normositer anemi gözlenir. Temel neden
eritropoetin sentezindeki yetersizliktir1.
Tablo 3: ABD’de KBH nedenleri ve hasta dağılımı (1999-2003)
1
HASTA SAYISI
%
Diyabetik nefropati
215733
44,8
Hipertansiyon / büyük damar hastalığı
130704
27,1
Glomerülonefrit
41097
8,5
İnterstisyel nefrit / piyelonefrit
17582
3,6
Kistik / herediter / konjenital hastalıklar
15206
3,2
Sekonder glomerülonefrit / vaskülit
10412
2,2
Kanser
10094
2,1
Diğer nedenler
21301
4,4
Nedeni bilinmeyen
19646
4,1
484998
100
TOPLAM
25
Tablo 4: Türkiye’de hemodiyaliz tedavisine yeni başlayan hastalarda KBH
1
nedenleri
%
Diyabetes mellitus
27,2
Hipertansiyon
25,0
Kronik glomerülonefrit
7,5
Ürolojik hastalıklar
6,0
Polikistik böbrek hastalıkları
4,3
Piyelonefrit
3,6
Renal vasküler hastalık
1,8
Diğer nedenler
4,8
Belirsiz
17,7
Bilgi yok
2,1
2.5.1. Son Dönem Böbrek Hastalığı Gelişimi İçin Risk Faktörleri
SDBH gelişimi için 4 ana risk faktörü tanımlanmıştır3:
1) Irk ve etnik köken: Böbrek yetmezliği insidansı, AfrikaAmerikalılar ile beyazlar cinsiyet uyumlu olarak karşılaştırıldığında AfrikaAmerikalı nüfusta milyonda 500, beyazlarda ise milyonda 140 olup, AfrikaAmerikalı nüfusta 3 kat daha fazladır3.
2) Yaş: SDBH insidansı; 20-44 yaşları arasında milyonda
95, 65-74 yaşlarında milyonda 760 olarak bulunmuştur. Diyabet ve
hipertansiyon dışarıda bırakıldığında yaklaşık tüm SDBH nedenlerinin
%13’ü büyük oranda yaş bağımlıdır. 40 yaşından önce fokal segmental
glomeruloskleroz
(FSGS),
lupus
eritamatozus,
Henöch
Schönlein
purpurası, AIDS bağımlı nefropati ve kalıtsal hastalıklar en sık olarak
gözlenmektedir. 40-55 yaş grubunda otozomal dominant polikistik böbrek
hastalığı
(PBH),
memranöz
glomerülonefrit,
membranoproliferatif
26
glomerülonefrit ve hemolitik üremik sendrom artan oranda görülmektedir.
Goodpasture sendromu, interstisyel nefrit, analjezik nefropatisi, amilodoz,
multiple myelom ve Wegener granülomatozis 55 yaş üzerindeki grupta en
sık olarak görülmektedir3.
3) Cinsiyet: Cinsiyet, bazı böbrek hastalıklarının gelişimi ve
ilerleyişi açısından ek bir risk faktörüdür. Genel olarak SDBH insidansı
erkeklerde kadınlardan daha sıktır (%56,3’e karşı %43,7). Fakat TipII
diyabet, interstisyel nefrit, lupus eritamatozus, skleroderma ve hemolitik
üremik
sendrom
nedeniyle
oluşmuş
SDBH
kadınlarda
daha
sık
3
görülmektedir .
4) Aile öyküsü: Genetik faktörler SDBH gelişimi için
önemlidir3. Ailesinde hipertansiyon öyküsü bulunan diyabetik hastalar ve
lityum-sodyum transport anomalisi bulunan hastalar böbrek yetmezliği
gelişimi açısından daha büyük riske sahiptir. Ayrıca kalıtsal Alport
sendromu, otozomal dominant PBH, Fabry hastalığı gibi pek çok hastalık
mevcuttur. SDBH‘de ilerleyişteki bireysel farklılık edinsel veya kalıtsal
renal hastalıklara sahip hastaların karakteristik özelliğidir. KBH’nın
ilerlemesinde birçok genetik faktör tanımlanmıştır. En çok üzerinde
çalışma yapılmış olan ise anjiotensin çevirici enzim (ACE) geninde
insersiyon veya delesyon polimorfizmidir. Birçok hastalıkta bu lokusun
renal fonksiyonların bozulmasında önemli yeri olduğunu açığa çıkarmıştır3.
27
2.5.2. Yaygınlık ve Sıklık
Sıklık ve yaygınlık açısından kesin bilgi SDBH hastaları için
söz konusudur. SDBH’nın sıklığı, yani diyaliz veya yaşamı destekleyen
böbrek nakline ihtiyaç gösteren hasta sayısı, renal replasman programının
elverişliliği ve kapasitesine göre değişir. Japonya, Amerika Birleşik
Devletleri, Avusturya ve Almanya gibi ülkelerde hastaya tedavi uygulamak
için belirli bir sınırlama yoktur ve sıklık diğer ülkelerden daha fazladır. Bu
istatistiklerden önemli bir sonuç çıkarılmalıdır. Renal replasman tedavisinin
başarılı olduğu öyle ispatlanmıştır ki, şimdi birçok gelişmiş ülkede bir hak
olarak kabul edilmektedir2.
SDBH insidansı nüfusun yaş, ırk ve cinsiyet özelliklerine
göre coğrafik farklılıklar göstermektedir. 1999’da ABD’de SDBH insidansı
milyonda 317 idi. 2000 yılında ABD’de 90000 üzerinde hastada SDBH
gelişmiş olup, yıllık yapılan transplantasyon sayısı 13000’dir. Bu da demek
oluyor ki, hastaların büyük çoğunluğu diyalizle tedavi edilmektedir. Artışlar
bu şekilde devam ederse 2010 yılında insidans 170000, prevalans ise
%77 artarak 660000’e ulaşacaktır3.
Ülkemizde KBH sıklığı ve nedenlerini araştıran en sağlıklı
veriler Türk Nefroloji Derneğinin çalışmalarından elde edilmektedir24. 2007
yılında Türkiye’de renal replasman tedavisi gerektiren son dönem kronik
böbrek yetmezliği nokta prevalansı milyon nüfus başına 709 olarak
saptanırken, 2006 yılında ise nokta prevalansı milyon nüfus başına 578 ve
insidans ise milyon nüfus başına 189 olarak saptanmıştır (Iekil 4; 5).
Önceki yıla göre prevalansta artma dikkati çekmiştir35.
28
35
ekil 4: USRDS 2008 verilerine göre 2006 SDBH prevalansı
29
35
ekil 5: USRDS 2008 verilerine göre 2006 SDBH insidansı
Ülkemizde böbrek hastalığı sıklığı konusunda sağlıklı veri
elde etmek amacıyla Türkiye’de Kronik Böbrek Hastalığı Prevalansı
Araştırması (Chronic Renal Disease In Turkey-CREDIT) çalışması
başlatılmıştır1.
30
2.6. Çocuklarda KBH
Yeni yüzyılın son çeyreğinde, kronik böbrek hastalığına ilgi
arttırmıştır. Çocuklar için 1970’li yıllarda insidans Kuzey Amerika’da 1
çocuk/mtn ve Avrupa’da ise 3-5çocuk/mtn olarak bildirilmiştir. Bu farklılık 1
yaş altındaki çocukların analize alınıp alınmaması ve SDBH olan
çocukların
hangi
kronolojik
yaşta
erişkin
grubuna
dahil
edilmesi
gerektiğindeki çelişkili görüşlerden kaynaklanmaktadır. Daha sonra
yayınlanan KBH ile ilgili prospektif ve retrospektif çalışmalarda insidans
sırasıyla 1-5 ile 4-5çocuk/mtn oranında değişmektedir2.
Yeni doğan yoğun bakım ünitelerinde bebeklerde böbrek
yetmezliği, nadir rastlanan bir durum değildir. Bu çocuklar ya ölürler, ya da
düzelirler ve önemli bir kısmında SDBH gelişmediği ve dolayısıyla insidans
çalışmalarını etkilemediği düşünülür2. 19 yaştan daha genç olan çocuklar
pediatrik hasta olarak ifade edilir. 19-20 yaşındaki adolesanlar da, bazı
organizasyonlarda ve veri tabanlarında pediatrik yaş grubuna dahil
edilmiştir15.
Avrupa
Diyaliz
ve
Transplantasyon
Birliği’nin
(EDTA)
raporunda 1984’de Avrupa’da ülkeler arasında, renal replasman tedavisi
gören çocuk sayısının değişkenlik gösterdiği bildirilmiştir. ABD’de de
Avrupa ülkelerine benzer şekilde eyaletler arasında farklılık gözlenmiştir2.
ABD’de Renal Data Sisteminin (USRDS) kurulmasıyla bu ülkede 0-19 yaş
arası SDBH insidansını güvenilir şekilde belirlemek mümkün olmuştur.
USRDS’in 2009 yıllık raporunda 0-19 yaş arası çocuklarda 2005-2007
yılları için insidans 15.1 hasta/milyon çocuk/yıl olarak bildirilmiştir. (0-4 yaş
için 10,8; 5-9 yaş için 6,0; 10-14 yaş için 14,6; 15-19 yaş için 28,3
hasta/milyon çocuk/yıl)36.
31
Türkiye’de çocukluk yaş grubunda KBH için 2007 Türk
Nefroloji Derneği verilerine göre35:
•
2007 yıl sonu itibariyle toplam pediyatrik hemodiyaliz (HD) hasta
sayısı 1042, pediyatrik periton diyaliz (PD) hasta sayısı 1063 ve
transplantasyon uygulanmış (Tx) pediyatrik hasta sayısı 326 ‘dır.
•
Tüm HD hastalarının %1.1’i 0-19 yaş grubudur.
•
2007 yılında PD’e alınan hastaların %2.9’u 0-19 yaş grubudur.
•
2007 yılında böbrek nakli yapılan hastaların %7.9’u 0-19 yaş
grubudur.
•
2007 yılında kronik HD tedavisine yeni başlayan pediyatrik hasta
sayısı 55’dir.
•
2007 yılı içinde kronik PD tedavisine yeni başlayan pediyatrik hasta
sayısı 83’tür.
•
2007 yılında transplantasyon uygulanmış pediyatrik hasta sayısı
42’dir.
2.6.1. Çocuklarda KBH’nın Etiyolojisi
Yapılan epidemiyolojik çalışmalar; KBH’nın bir buz dağı,
SDBH’nın da bu buz dağının görünen kısmı olduğunu göstermiştir.
Günümüzde dünya genelinde kronik böbrek hastası sayısı, özellikle
adolesanlarda kayda değer bir şekilde artış göstermekte ve büyük bir halk
sağlığı problemi olarak tanımlanmaktadır37.
Çocukta geriye dönüşü olmayan böbrek fonksiyon bozukluğu
oluşturan patolojik olayların kesin nedenini araştırmak birçok açıdan
gereklidir. Çocuklarda KBH ile sonlanan birçok hastalık kalıtsaldır. Spesifik
etiyolojinin belirlenmesi, diğer aile bireylerinde gizli kalmış hastalıkların da
ortaya çıkmasını sağlayabilir2.
32
Yapılan çalışmalar çocuklarda KBH’na yol açan primer
böbrek hastalıklarının etiyolojilerinin erişkin hastalarda bildirilenlerden
farklı olduğunu göstermektedir2 (Tablo: 3; 5; 6). Erişkinlerde ilk sırada yer
alan diyabetik nefropati ve hipertansif nefrosklerozis, çocuklukta SDBH’nın
nadir sebeplerinden biri olarak karşımıza çıkar15. Aksine, renal displaziyle
ilişkili obstrüktif üropati, çocuklukta SDBH’nın en yaygın sebeplerinden
birisidir15. Amiloidozis Batı Avrupa ve Kuzey Avrupa ülkeleriyle kıyasla
Türkiye’de daha sıklıkla görülmektedir38 (Iekil: 6). Çocuklukta SDBH’nın
sebebi çocuğun yaşına göre değişir. Ek olarak cinsiyet ve ırksal grup da
böbrek yetmezliğinin sebebini etkiler. Sağ kalım oranları yaş ve tedavi
şekli ile farklılık gösterir. Diyaliz tedavisi gören 0-4 yaş grubu çocukların
SDBH tanısı koyulduktan 5 yıl sonrasında sağ kalımı %69 iken, diğer yaş
gruplarındaki çocukların sağ kalımı ise %82’dir. Böbrek nakli yapılan
çocuklar daha uzun süreli sağ kalıma sahiptir ve transplantasyon,
çocuklarda renal replasman tedavisinin tercih edilen bir tedavi şeklidir. Her
ne kadar diyalizde olan çocuklarda mortalite oranları, genel pediyatrik
popülasyondan daha yüksekse de, diyalizdeki yetişkin hastalardan dikkat
çekici bir şekilde daha düşüktür15.
Tablo 5: Primer böbrek hastalıklarının yaş dağılımı
2
YA
TANI
0-1
2–5
6-12
13-17
(n=127)
(n=344)
(n=763)
(n=795)
%
%
%
%
Aplastik hipoplastik displastik
böbrek
28
22
18
12
Obstrüktif üropati
20
23
17
13
Fokal segmental
glomeruloskleroz
0
8
15
12
52
47
50
63
Diğer
33
2
Tablo 6: Çocuklarda 1991 yılında ABD’de SDBH insidansı
Primer Hastalık Grupları
Toplam
% İnsidans
Yaş ort. (yıl)
SDBH olan hasta sayısı
3431
100.0
15
Glomerulonefritler
1087
37.7
16
Kistik böbrek hastalıkları
723
25.1
16
Konjenital diğer kalıtsal hast.
560
19.4
11
Kollajen vasküler hastalıklar
283
9.8
16
Obstüktif nefropati
170
5.9
13
İnterstisyel nefrit
121
4.2
12
Hipertansiyon
105
3.6
17
Diyabet
45
1.5
19
Metabolik hastalıklar
32
1.1
10
Orak hücreli anemi
13
0.4
18
Habis hastalıklar
11
0.3
3
1
<0.1
13
16
0.5
7
Bilinmeyen
303
10.5
15
Yeterli bilgi verilmeyen
551
-
14
AİDS’e bağlı
Diğer
VUR ve tekrarlayan İYE
25
Prim er
glom erülonefritler
20
Nörojenik/nonnörojenik
m esane
Doğumsal ürolojik
anom aliler
15
Renal hipoplazi/displazi
Yüzde
10
Taş hastalığı
Sekonder
glom erülonefritler
5
Am iloidoz
0
Etyoloji
Bilinen diğer nedenler
Bilinm eyen
ekil 6 : Türkiye’de 2007 yılında ilk defa RRT’ne başlanan pediyatrik hastalarda
35
etyoloji
34
2.7. Kronik Böbrek Hastalığında Tedavi
Hafif derecede böbrek yetmezliği olan hastalara koruyucu
yaklaşım, son dönem böbrek yetmezliğine ilerlemeyi geciktirecek ve
komplikasyonları azaltacaktır. Geç başvuru, diyalize başlanan ilk yılda
daha yüksek ölüm oranına eşdeğerdir. Bütün kronik böbrek yetmezliği
olgularının kesin sıklığını belirlemek güç olduğu gibi, bu tanımlamaya göre
de değişir. Bununla beraber kronik böbrek hastalığı olan birçok hastaya,
son dönem böbrek yetmezliği ve üremik acil olarak karşımıza çıkana dek
tanı konmamış olur. Kronik böbrek hastalığı, hastaların hayatını her
yönüyle etkiler. Böbreğin süzme ve hormonal fonksiyonlarındaki kaybın
sebebi, gelişimi ve sonuçlarına yönelik tedavi ömür boyu sürdürülmelidir.
Hastanın alışageldiği yaşam tarzını sürdürmesi imkansız hale gelene
kadar tedavi konservatif olmalıdır. Konservatif tedavi diyette protein
(0,5g/kg/gün), potasyum ve fosfor kısıtlaması, hastalarda diyetteki sodyum
dengesinin dikkatle idamesinden ibarettir. Bu yaklaşım hastanın vücut
ağırlığının sık sık ve doğru olarak ölçümüyle gerçekleştirilebilir. Orta
derecede
asidemide
bikarbonat
kullanımı
yararlı
olabilir.
Anemi
rekombinant eritropoetinle tedavi edilebilir. Olası üremik osteodistrofiden
korunma kalsiyum ve fosfor dengesini dikkatle izlemeyi gerektirir. Dengeyi
sağlamak için fosfat tutucu antasitler, kalsiyum ve vitD gerekebilir22. Hasta
sonunda tüm böbrek fonksiyonlarını yitirdiğinde yaşamı uzatmaya yönelik
renal replasman tadavisine (RRT) başlanır. Amaç; hastaya mümkün olan
en uzun ve elverişli hayatı sunmak olmalıdır2.
Diğer hastalıkların aksine SDBH tedavi masrafları, hastaların
yaşam süreleri uzadıkça artar. Artan yaşla SDBH oranında ki artış da
bunun üzerine eklenir2.
35
2.7.1. Renal Replasman Tedavisi
Kronik böbrek hastalarının kalan yaşamı boyunca, tedavide
yapılan birçok değişiklikle beraber hastalığı zamanla hızlanarak ilerler2. Bu
hastalarının yaşam süresi, her birinin kendine özgü komplikasyon ve
yetersizlikleri olan renal replasman tedavisi denilen, değişik tedavi tipleri
ile uzatılmasına rağmen, hiçbir tedavi şekli tam tatminkar değildir. Aynı
zamanda ileri derecede bir planlamaya da ihtiyaç gösterir. Erken başlayan
tedavinin hastanın uzun dönem yaşam süresini anlamlı oranda arttırdığına
dair kanıtlar bulunmaktadır3.
Böbrek fonksiyonlarını yerine koyma tedavisi olarak bilinen
RRT, ilk kez 1960 yılında diyaliz uygulamalarıyla ortaya çıkmış bir
kavramdır39. Ekip, donanım ve deneyim eksikliği nedeniyle RRT çocuklara
ancak 1970’li yıllarda uygulanmaya başlanmıştır40. Türkiye’de ilk pediatrik
prosedürleri 1975’de Mehmet Haberal ve ekibi gerçekleştirmiştir41. 1980’in
ilk yıllarına kadar çocukluk yaşlarında kullanılan tedavi yöntemlerinin
başında hemodiyaliz geliyordu. 1985 yılından sonra ise çocuklarda periton
diyalizi uygulanmaya başlandı. Günümüzde ise çocuk RRT’de hedeflenen
tedavi yöntemi böbrek naklidir39.
1970’li yıllarda RRT uygulanabilmesi için hastaların 10
yaşından ve 10kg’dan büyük olması istenirdi. Günümüzde ise RRT’ne
hasta seçiminde yaş ve ağırlık gibi hiçbir engelleyici kriterin bulunmadığı
kabul edilmektedir. EDTA kayıtlarına göre, 6 aydan ve 5 kg’dan küçük
çocukların da tedaviye alındığı bildirilmektedir. RRT’den yararlanan hasta
sayısı çocuklarda yaşla artış göstermektedir. 0-5 yaş grubundaki
hastaların %32’si, 5-10 yaş grubundaki hastaların %72’si, 10-16 yaş
grubundaki hastaların ise %87’si RRT’den yararlanmaktadır39.
36
Hastalara kronik diyaliz veya böbrek transplantasyonu veya
her ikisi gerekebilir. Diyaliz ve transplantasyon dünya çapında hızla
genişlemektedir. A.B.D.’de 233000’den fazla sayıda hasta halen diyalizle
tedavi edilmektedir ve halen nakil yapılan 94000 hastanın böbrekleri
çalışmaktadır22.
Diyaliz hastalarında
yıllık
mortalite oranı %20’nin
üzerindedir. Böbrek nakli sonuçları ise immün baskılayıcı tedavilerin
geliştirilmesi ile gelişmektedir. Ortalama bir yıllık greft sağ kalımı, canlı
donörden ise %90, kadavra donörden ise %85’dir. SDBH tedavi
programına alınan hastaların ancak %20’sinde böbrek transplantasyonu
yapılabilmektedir3.
2006
yılı
sonu
itibariyle
Türkiye’de
mevcut
SDBH
hastalarında RRT tipleri ve yüzdeleri35 :
Hemodiyaliz
(HD) hastaları
% 80.5
Periton diyaliz (PD) hastaları
% 9.7
Transplant
% 9.8
(Tx) hastaları
2.7.1.1. Diyaliz
Diyaliz, yarı geçirgen bir membran aracılığı ile hastanın kanı
ve uygun diyaliz solüsyonu arasında sıvı-solüt değişimini temel alan bir
tedavi şeklidir. Sıvı ve solüt hareketi, genellikle hastanın kanından
diyalizata doğrudur. Bu diyalizatın uzaklaştırılması ile hastada mevcut olan
sıvı-solüt dengesizliği normal değere yaklaştırılır. Deneysel olarak ilk
hemodiyaliz uygulaması, 1913 yılında nefrektomize köpekler üzerinde
yapılmıştır. İnsanda ilk hemodiyaliz uygulaması ise, 1944 yılında
Hollandalı bir hekim olan Kolff tarafından yapılmıştır. İlk periton diyalizi ise,
1923 yılında Ganter tarafından gerçekleştirilmiştir1.
37
Sıvı ve solüt değişiminin difüzyon ve ultrafiltrasyon olmak
üzere iki temel prensibi vardır. Difüzyon, membranın iki yanındaki
konsantrasyon farkı nedeni ile, solütün konsantrasyonu yüksek olan
taraftan düşük olan tarafa hareketidir. Ultrafiltrasyon ise, uygulanan basınç
nedeni ile membranın bir yanından diğer yanına sıvı transferidir. Sıvı
transferine solüt transferi de eşlik eder1.
Diyaliz, normal iki böbreğin klerens kapasitesinin %5’inden
fazlasını temizleme yeteneğine sahip değildir, ama üreminin akciğer ödemi
ve hiperkalemi gibi yaşamı tehdit eden etkilerini kontrol eder. Diyalize
başlama zamanı genelde GFR’nin 5ml olduğu zamandır. Fakat bazı
hastalar
bu
semptomlara
düzeyin
sahip
üzerindeki
olabilirler.
renal
Sıvı
fonksiyonlarda
dengesini
da
üremik
sağlamada
güçlük,
hipertansiyon veya entelektüel performansta kötüye gidiş renal fonksiyon
ne olursa olsun diyalize başlama endikasyonudur. Klinik olarak izlenen
perikardit,
pulmoner
ödem,
2
geciktirildiğini
düşündürür .
periferal
Diyaliz
nöropati
tedavisinde
ise
diyalizin
hedef,
çok
hastanın
yaşamasının sağlanması ve yaşam kalitesinin arttırılması olmalıdır1.
Diyaliz iki membran aracılığıyla uygulanabilir1:
a. Sentetik bir membran aracılığıyla hemodiyaliz
b. Periton aracılığıyla periton diyalizi
a) Hemodiyaliz
Hemodiyaliz, hastadan alınan kanın bir membran aracılığı ve
bir makine yardımı ile sıvı ve solüt içeriğinin yeniden düzenlenmesidir2.
Suda eriyebilen, plazma proteinlerine bağlı olmayan düşük molekül
ağırlıklı maddeler hemodiyaliz ile vücuttan uzaklaştırılırlar1. Genellikle
haftada 3 kez 3-5 saat uygulanır22. Günümüzde en etkili hemodiyaliz
38
uygulamaları bile, iyi işlev gören, normal iki böbreğin başardığı küçük
molekül ağırlıklı solüt atılımının sadece %10-12’sini sağlayabilir42.
2007 yılı sonu itibariyle ülkemizde düzenli HD programında
olan hastaların HD seans sayı ve yüzdeleri35:
Haftada bir kez HD
% 0.9
Haftada iki kez HD
% 7.8
Haftada üç kez HD
% 89.9
Haftada üç kezden fazla HD %1.4
Günümüzde daha yaygın olarak uygulanan uzun süreli
diyaliz yöntemi, hemodiyaliz tedavisidir. Türk Nefroloji Derneği 2007 yılı
verilerine göre ülkemizde yaklaşık 40309 (1042’si çocuk) hemodiyaliz ve
6370 (1063’ü çocuk) düzenli periton diyaliz hastası mevcuttur35. Iekil 7’de
Türkiye’de mevcut pediyatrik HD ve PD hastalarında yaş dağılımı
verilmiştir.
45,0
40,0
35,0
30,0
25,0
Yüzde
HD
20,0
PD
15,0
10,0
5,0
0,0
0-2
>2-6
>6-10
>10-15
>15-18
>18
Yaş
ekil 7: Türkiye’de mevcut pediyatrik HD ve PD hastalarında yaş dağılımı (TND
35
2007)
39
TND
2007
verilerine
göre
Türkiye’de
mevcut
HD
hastalarında yaş ve cinsiyet dağılımı, HD ve PD hastalarında diyalizde yaşam
süreleri Iekil 8 ve 9’da gösterilmiştir.
25
20
15
Yüzde
Erkek
Kız
10
5
0
0-19
20-44
45-64
65-74
75+
Yaş
ekil 8: Türkiye’de mevcut HD hastalarında yaş ve cinsiyet dağılımı (TND 2007)
90
80
70
60
50
Yüzde
40
30
20
10
0
35
HD
PD
0-5
6-10
11-15
16-20
>20
Yıl
ekil 9: Türkiye’de mevcut HD ve PD hastalarında diyalizde yaşam süresi (TND
2007)
35
40
Hemodiyaliz hastalarındaki en sık rastlanan ölüm nedeni
kardiyovasküler hastalıklardır (%52.8). Bunu serebrovasküler hastalık,
malignite ve infeksiyonlar izlemektedir (Iekil 10) (TND 2007)35.
60
50
Kardiovasküler
SVO
40
Malignite
İnfeksiyon
Yüzde 30
GİS kanaması
20
Karaciğer yetmezliği
Akciğer embolisi
10
Diyalizi red
0
Diğer
Ölüm nedeni
ekil 10: HD hastalarında ölüm nedenleri (TND 2007)
300
35
Norveç 2002
İsveç 2002
250
ABD 2000
Avusturya 2002
Danimarka 2002
200
İngiltere 2002
Ölüm oranı
(1000 kişide)
Finlandiya 2002
150
Yunanistan 2002
Almanya 2000
100
İtalya 2002
İspanya 2002
Avustralya 2002
50
Fransa 2000
Kanada 2001
0
Türkiye 2002
Ülkeler
Japonya 2003
ekil 11: Dünyada HD hastalarında ham ölüm oranları (TND 2007)
35
41
b) Periton diyaliz
Peritonun kan akımının 70-110ml/dk olması ve kan basıncı
düşünce kan akımının korunması, peritonun diyaliz için uygun bir
membran olmasını sağlar1.
Hemodiyalizle karşılaştırıldığında kreatinin ve üre gibi küçük
moleküllerin, B12 gibi büyük moleküllere göre daha az etkinlikle
temizlenebilmesine karşın mükemmel bir tedavi sağlanabilir. Aralıklı
haftada 3 kez (IPPD), sürekli yardımlı periton diyaliz (CCPD) veya kronik
ayaktan periton diyaliz (CAPD) olasıdır. Teknolojik gelişmeler sayesinde,
daha az sıklıkta bakteriyel kontaminasyon ve peritonit görülmektedir42.
2.7.1.2. Diyalizde Oluşabilecek Komplikasyonlar
Her iki tip sürekli diyalizde ortak sorunlar; enfeksiyon,
ilerleyici kardiyovasküler hastalık,
kemiklere ilişkin semptomlar, teknik
kazalar, inatçı anemi ve psikolojik bozukluklardır. Uzun süreli tedavide
sıklıkla ateroskleroza ilişkin morbidite oluşur. Kronik üremi hastalarında
diyalize rağmen tükenme sendromu, kardiyomiyopati, polinöropati ve
diyalize
sekonder
amiloidoz
gelişebildiğinden
acilen
böbrek
nakli
gerekebilir. Diyaliz hastalarında bazen edinsel kistik böbrek hastalığı
oluşabilir. Bu hastaların in situ renal hücreli karsinom gelişimi açısından
yakından izlemi gereklidir22.
Hastada başka sistemik sorunlar (ör; diyabet) yoksa idame
diyaliz
tedavisi
başlananlarda
yıllık
mortalite
oranları
%8-10
düzeyindedir22.
42
2.7.1.3. Hemodiyaliz ve Glutatyon S-transferaz Polimorfizmi
Oksidatif DNA hasarları içinde hücresel DNA’yı en çok
etkileyen
8-hydroxy-2-deoxyguanosine
(8-OHdG)
hasarıdır.
HD
hastalarının lökositlerinde 8-OHdG seviyesinin çok yüksek olduğu, bunu
PreD ve sağlıklı bireylerin izlediği tespit edilmiştir. 8-OHdG seviyesi,
selüloz membran kullanılan diyaliz hastalarında sentetik membran veya
vitE bağlı membranlar kullanılan hastalarınkinden daha yüksektir. Bu
nedenlerden dolayı lökositlerde 8-OHdG seviyesi, HD hastalarında
oksidanların indüklediği DNA hasarının bir göstergesi olarak kabul
edilebilir43.
Çeşitli organizmalarda çok sayıda mekanizma, 8-OHdG
birikimini azaltmaya çalışır. 8-OHdG lezyonları öncelikle baz eksizyon
tamir yolağı sürecindeki DNA tamirine bağlılıdır. OGG1 geni tarafından
kodlanan okzoguanin-DNA glikozilaz 1 (OGG1), 8-OHdG lezyonları
üzerinde etki gösteren bir DNA tamir enzimidir. HD hastalarında DNA
tamirinin etkinliğini değiştiren genetik faktörlerin, hOGG1 gen polimorfizmi
ile
(özellikle
nükleotid
1245’de
C3G
değişimiyle)
ilişkili
olduğu
gösterilmiştir43.
Glutatyon, majör hücre içi bir antioksidandır ve hasarlı
hücresel durumlarda glutatyonun kan seviyelerinde bir azalma olur. Çok
sayıda genotoksik epoksidin metabolizmasına katılan, özellikle DNA’nın
oksidatif hasardan korunmasında rol oynayan glutatyon S-transferaz M1,
çok sayıda kimyasal karsinojenin detoksifikasyonunda gerekli bir protein
olan GST ailesinin bir üyesidir. Okside DNA lezyonları için, baz eksizyon
tamir yolağına ek olarak, ROS’nin indüklediği hasara karşı hücresel
DNA’yı korumak için GST yolağıyla toksinlerin eliminasyonu önem
taşımaktadır. Okside lipitler GST substratlarıdır ve ateroskleroz ve tümör
oluşumunda rol oynadığı düşünülmektedir43. Farklı etnik gruplardaki
43
insanların yaklaşık yarısı polimorfiktir ve GST enzim aktivitesi eksiktir.
Eksiklik GST M1 geninin 15 kb’lık bir alelinin homozigot
delesyonu
nedeniyledir. GST M1 null aleli [GST M1(-)] epidemiyolojik çalışmalarda,
akciğer ve mesane kanseriyle ilişkisinin ve sigara kullananlarda kalp
hastalığı artışıyla ilişkisinin bir sonucu olarak daha fazla dikkat
çekmektedir. HD hastalarında diyaliz esnasında askorbat kaybı ve
üremiyle
ilişkili
metabolik
bozukluklar
nedeniyle
plazma
askorbat
seviyesinde kısmen bir azalma görülür. HD hastalarında, plazma askorbat
seviyesinde ve kanda glutatyon seviyesinde azalmaya bağlı olarak, GST
enzim aktivitesindeki kaybın oksidatif stresin artmasına katkıda bulunduğu
gösterilmiştir43.
Lin
YS
ve
ark.nın
çalışmasında
HD
hastalarında
lökositlerdeki 8-OHdG seviyesi ile GST M1(-) gen polimorfizminin ilişkisi
gösterilmiştir. HD hastalarında ve kontrol grubunda GST M1(-) genotipinin
ve hOGG1 genotiplerinin (CC, CG, GG) dağılımında istatistiksel olarak
anlamlı farklılık olmadığı tespit edilmiştir (p>0,05). Ayrıca, HD hastalarında
kullanılan membran tipine ve böbrek yetmezliğinin sebebine göre GST M1
ve hOGG1 polimorfizmlerinin dağılımında da bir farklılık tespit edilmemiştir
(p>0,05). Lökositlerdeki 8-OHdG seviyesi; kontrol grubunun GST M1(-) ve
GST M1(+) genotipleri arasında anlamlı farklılık göstermezken (p>0,05),
GST M1(-), 1245GG ve CG genotipleri olan HD hastalarında, GST M1(+)
ve 1245CC genotipleri olan HD hastalarından anlamlı olarak daha yüksek
olarak bulunmuştur (p<0,001). En yüksek 8-OHdG seviyesi ise hem GST
M1(-), hem de1245GG olan HD hastalarında tespit edilmiştir43 (p<0,001).
HD hastalarında genel popülasyona göre iskemik kalp
hastalığı ve kanserden ölüm oranları daha yüksektir. HD hastalarında
lökosit 8-OHdG seviyesindeki her 10/106 dG’lik artışın tüm mortalite
nedenlerinde %88’lik bir artışa neden olacağı tahmin edilmektedir. GST
M1 polimorfizmi ve belirli kanser türleri arasındaki ilişkiyi gösteren deliller
44
vardır ve GST M1(-) aleli riskteki artışı gösterir. GST M1(-) olan HD
hastaları oksidatif stres açısından daha savunmasızdır ve lökositlerinde 8OHdG seviyesi daha yüksektir. Akciğer kanseri olan hastalarda da GST
M1(-) genotipi, sağ kalımdaki azalmayla ilişkilendirilmektedir. GST M1(-)
genotipi HD hastalarında diyalizle ilişkili ölüm riskinde güçlü bir etkiye
sahiptir. GST M1(-) aleli homozigot olan HD hastaları, GST M1 aktivitesi
olan hastalara göre 2 kat daha fazla ölüm riskine sahiptirler43.
Biyouyumlu
membranların
yerine
diyalizde
selüloz
membranların kullanımıyla ROS’nin üretiminin arttığı bilinmektedir. Azalan
GST aktivitesi ile birlikte ROS’lerinin artışı, lökositlerde daha yoğun
oksidatif DNA hasarına neden olabilir. Lin YS ve ark.nın çalışmasında bu
artışın selüloz membranlı diyalize giren GST M1(-) hastalarında en fazla
olduğu tespit edilmiştir43.
2.7.1.4. Transplantasyon
Organ nakli dünyasındaki değişim, baş döndürücü bir hızla
gelişmektedir.
Kadavra
organ
sunumu
sabit
kalırken,
gereksinim
önlenemez şekilde artmaktadır. Kadavra organı için bekleme süresi
aylardan yıllara uzamakta ve böbrek bulununcaya kadar geçen sıkıntılı
bekleme süresi içinde diyaliz hastalarının çoğunun genel durumları
bozulmaktadır42.
Türkiye’de
ilk
başarılı
böbrek
nakli
1975
yılında
44
gerçekleştirildi . Ülkemizde 2007 yılında yapılan 1316 (%7,9’u 0-19 yaş
arası) böbrek nakli sayısı geçen yıllara göre artmış olmakla birlikte, olması
gerekenin çok altındadır. Iekil 12’de ülkemizde böbrek nakilleri sayısının
yıllara göre dağılımı, Iekil 13’da ise USRDS 2008 verilerine göre dünyada
2006 transplantasyon oranları verilmiştir. Ülkemizde 2007 yılı sonuna
45
kadar çocuklarda toplam 326 böbrek nakli gerçekleştirilmiş olup, bu
nakillerin 78’i 2007’de yapılmıştır. Bu hastaların %81’i 10 yaş üzerindedir
ve %84’ünde böbrek fonksiyonları iyi seyretmektedir 35.
Böbrek nakli, SDBH olan hastalara sağlıklı ve üretken bir
yaşam fırsatı vermektedir. Ama tüm böbrek alıcıları, en azından bir
dereceye kadar SDBH’nın zararlı etkilerine maruz kalmışlardır. SDBH’nın
olası uzun süreli etkilerinin, başarılı organ naklinden yıllar sonra bile klinik
izlemde gözlenebileceği bilinmelidir42.
Organ naklinde immün baskılayıcı ajanların uygulanması ile,
daha da karmaşık bir durum ortaya çıkmıştır. Yeni, etkin ve kuvvetli ajanlar
uzun dönem yararları ve en uygun kullanım şekilleri kesinleşmeden, kısa
dönem uygulama sonuçları temel alınarak kullanıma sunulmuştur. Değişik
protokol seçenekleri ile karşı karşıya kalan organ nakli uygulayıcıları,
tedaviyi hastaya özgünleştirmede zorlanabilmektedir. Diğer taraftan
kardiyovasküler hastalıklar, kanser ve enfeksiyon uzun dönem sağ kalımı
sürekli tehdit etmektedir42.
Türk Nefroloji Derneği’nin 2007 yılı böbrek nakli sonrası mortalite
analizinde; enfeksiyonlar, kardiyovasküler hastalıklar, serebrovasküler
hastalıklar, pulmoner emboli ve malignitenin en önemli ölüm nedenleri
arasında olduğu saptanmıştır35.
46
1400
1200
1000
800
Sayı
Tx hastaları
600
400
200
0
1995
1997
1999
2001
2003
2005
2007
ekil 12: Ülkemizde böbrek nakli yapılan hastalarının yıllara göre dağılımı (TND
2007)
35
Nakledilen böbrek, anaerobik metabolizma sonucu ortaya
çıkan yüksek yoğunluktaki serbest oksijen radikalleri ve yeniden dokuya
giren
oksijenle
birlikte
oluşan
iskemi-reperfüzyon
hasarına maruz
kalmaktadır. Ortaya çıkan süperoksid anyonu ve hidrojen peroksid hücre
zarının lipid peroksidasyonuna yol açmaktadır. Nitrik oksid sentez
enzimleri tarafından üretilen nitrik oksid, hasar ve immün aktivite arasında
bağlantı sağlayabilir. Sitokinlerin ve büyüme faktörlerinin aktivasyonu,
düşük düzeyde yangı oluşumunu kolaylaştırarak, akut ve kronik immün
hasarı kolaylaştırabilir. Olaylar zincirinin sırası böylece hasar, yangı,
immün yanıt, daha fazla hasar şeklinde olmaktadır42.
47
35
ekil 13: USRDS 2008 verilerine göre 2006 transplantasyon oranları
48
2.7.2. İmmün Baskılayıcı İlaçlar
Bağışıklık
sistemi
yabancı
doku
antijenlerini
kolayca
tanıyabilir ancak, tümör dokusunu organizmadan kolayca atamaz. İnsanda
bir saniyede bir milyara yakın hücre çoğalması olmakta ve somatik olarak
bunların
birkaçı,
günde
yüzlercesi
mutasyonla
farklı
hücreler
oluşturmaktadır. Bu farklı hücrelerin temizlenmesinde hücresel immün
cevap mekanizması rol oynamaktadır. Buna, immün sistemin kansere
karşı “immün denetimi” denilmektedir. İmmün sistem, kanser oluşumunu
denetlemekte, aynı zamanda kanser hücresi ve antijenlerine karşı immün
cevap oluşturmaktadır45. Hücresel immün cevap baskılandığı zaman,
kanser oluşumu artmaktadır46. Bu nedenle immün sistemi baskılayıcı ilaç
kullananlarda malignite riski artmaktadır45.
İmmün baskılayıcı ilaçlar tarafından tetiklenen çok sayıda
yan etkiden birisi olan kanser, morbidite ve mortalitenin en büyük
nedenlerinden birisidir47. Kullanılan ilaçların mutajenik özelliklerinin olup
olmadığı ve bunun kanser riskinin artışına katkıda bulunup bulunmadığı en
önemli
sorudur21.
İmmün
baskılamanın
malignansi
gelişimine
yol
açabileceği konusunda ilk kanıt, kanserden muzdarip vericilere ait
böbreğin
nakledildiği
alıcılarda
yapılan
gözlemlerden
elde
edildi.
Kanserden muzdarip vericilerin, makroskobik olarak normal allogreftlerinin
transplant alıcılarına kanseri naklettiği tespit edildi48. İmmün baskılama için
kullanılan ilaçların tipi, uygulama süresi ve dozunun kanserin tipi ve
insidansını etkilediği bilinmektedir. Ama immün baskılayıcı ajanlar ve
kanser
arasındaki
nedensel
ilişkiyi
immün
baskılama
tamamen
açıklayamamaktadır49. Malign tümörler, organ naklini takiben immün
baskılayıcı kullanan hastalarda, nakil yapılmayan hastalardakinden daha
sık meydana gelir. Risk 2-10 kattır ve bazı vakalarda bu 100 kata bile
ulaşabilir. Bu durum, transplant hastalarının %4-18’inde tümör gelişmesi
beklenebilir demektir50. İmmün baskılayıcı ilaçlar, greft rejeksiyonunun
49
tedavisinde ve profilaksisinde ömür boyu kullanılmaktadır1. Erken
dönemde rejeksiyon riski daha yüksek olduğundan ilaç dozları başlangıçta
daha yüksek tutulur1. İmmün baskılayıcı ilaçlar Tablo 7‘de gösterilmiştir.
52
Tablo 7: Böbrek naklinde kullanılan immün baskılayıcı ilaçlar
1) Kalsinörin inhibitörleri
Cyclosporin A
Tacrolimus
Azathioprine
2) Antiproliferatif ajanlar
Mycophenolate mofetil
Sirolimus
3) Kortikosteroidler
Prednizolon
Metilprednizolon
OKT3
Basiliksimab
4) Antikor preparatları
Daklizumab
Rituksimab
Alemtuzumab
Antitimosit globulin
Hastanın ve vericinin özelliklerine göre ikili, üçlü veya dörtlü
tedavi protokolleri uygulanır. Sıklıkla kullanılan iki protokol vardır1:
1. Tacrolimus (veya Cyclosporin A) + Mikofenolat Mofetil + Steroid
2. Tacrolimus (veya Cyclosporin A) + Sirolimus + Steroid
1) Kalsinörin inhibitörleri
•
Cyclosporin A (CsA):
Cyclosporin, doku ve klinik organ nakli ile ilgili pek çok
deneysel modelde etkisi kanıtlanmış, güçlü bir immün baskılayıcı ajandır.
50
Cyclosporinin molekül ağırlığı 1200 kD olup, 11 aminoasit içerir. Sitokrom
P-450 sisteminin izoenzimleri tarafından metabolize edilirler52. Cyclosporin
aslında prodrug’dur ve tek başına immün baskılayıcı değildir2. Siklofilin
bağlayıcı proteinle oluşturduğu kompleksle, kalsinörine bağlanıp fosfataz
aktivitesi göstermesini engeller1. Başlıca etkisi yardımcı T-lenfositleri
üzerinedir. Yardımcı T-lenfositlerinin lenfokin üretimini önler. Özellikle IL2’nin (T-hücresi büyüme faktörü) üretimini baskılar. Bu şekilde, sitotoksik
T-hücresi oluşumu önlenir53. Buna karşılık, hem nonspesifik hem de
spesifik
baskılayıcı
T-hücrelerinin
oluşumu
inhibe
edilmemektedir.
Baskılayıcı T-hücreleri, cyclosporine göreceli olarak dirençlidir. Genel
olarak cyclosporinin B-lenfositi işlevlerini fazla etkilemediği düşünülürse de
aksi yönde deliller de bulunmaktadır2. Yan etkileri: nefrotoksisite,
hepatotoksisite, jinjival hiperplazi, hipertansiyon, hirsutismus, tremor,
nörotoksisite, fungal ve viral enfeksiyonlara yatkınlık ve artmış kanser riski
sayılabilir1. Cyclosporin dar bir terapötik indekse sahiptir ve farmakokinetik
karakteristikleri bireyler arasında değişkenlik gösterir54. Çocuklarda
cyclosporinin emilimi daha az, metabolizması ise erişkinlerden daha
hızlıdır (CsA’nın yarı ömrü; çocuklarda 9,3 saat, yetişkinlerde 16-27 saat).
Bu nedenle infantlarda adolesanlardan %50-80 daha yüksek doz
gereklidir. Doz artışı yaş ilerledikçe azaltılır. Bu durum ilaç metabolizma
oranlarının daha yüksek olmasıyla, özellikle sitokrom enzimleriyle
açıklanabilir.
Klerensdeki farklılıkların
diğer
potansiyel
kaynağı
p-
glikoprotein ve P190’dır. CYP3A ve p-glikoproteinin kombine çalışması
azalan absorbsiyonu açıklayabilir55. Az sayıda çalışmada tedavi rejimine
cycosporinin
katılmasından
sonra
kanser
riskinde
artış
olmadığı
bildirilirken, çok sayıda çalışmada ise, cyclosporinin malignansi riskinde
artış ile ilişkili olduğu gösterilmiştir56. 1987’de Penn, cyclosporinin
kullanımıyla Kaposi sarkomu ve non-Hodgkin lenfomanın arttığını
bildirmesine rağmen, 1990’da Vagt ve arkadaşları 518 böbrek nakli
yapılan hastanın 18’inde (%3) heterojen maligniteler saptamışlardır2.
Cincinnati Transplant Tumor Registry’ye göre CsA ile tedavi edilen
51
transplant hastalarında en yaygın malignansilerin sırasıyla lenfoma, deri
maligniteleri, Kaposi sarkoma ve renal malignansiler olduğu bildirilmiştir57.
Ayrıca cyclosporin ile tedavi edilen hastalardaki malignansi tipi ve gelişme
sıklığı, azathioprine ile tedavi edilenlerden farklı bulunmamıştır2. CsA
tedavisi gören organ alıcılarının lenfositlerinde kromozomal aberasyon
indüksiyonunda ve SCE frekansında artış bildirilmiştir21.
•
Tacrolimus (FK506):
Tacrolimus, bağlayıcı proteinle oluşturduğu kompleks ile
kalsinörine bağlanıp fosfataz aktivitesi göstermesini engeller. Toprak
mantarından elde edilen bir makrolid antibiyotiktir. Hasta ve greft yaşam
süresi cyclosporine benzerdir. Yan etkileri: nefrotoksisite, hemolitik üremik
sendrom, “hipertansiyon, hiperlipidemi ve kozmetik etkileri cyclosporinden
daha az”, “diyabet ve nörotoksisite cyclosporinden daha fazla” şeklinde
sayılabilir1. Tacrolimusun, pretransplant dönemde Epstein Barr Virus
(EBV) seronegative olan hastalarda post transplant lenfoproliferatif
hastalık (PTLD) geliştirme riskinin yüksek olduğunun unutulmaması
önerilmektedir. Bu yüksek olarak değerlendirilen riskin, tacrolimus
kullanımına başlanıldığı yıllarda yüksek doz verilmesinin sonuçlarının
günümüze yansıması olabileceği de düşünülmektedir58.
Tablo 8 ve Tablo 9’da cyclosporin ve tacrolimusun
karşılaştırmalı özellikleri görülmektedir.
52
Tablo 8: Cyclosporin ve tacrolimusun karşılaştırması
58
Cyclosporin Tacrolimus
İlaç etkileşimleri
Benzer
Benzer
Rejeksiyonu önleme yetisi
+
++
Mevcut rejeksiyonu tedavi etme yetisi
+
++
MMF ile birlikte kullanım
+
+
Sirolimus ile birlikte kullanım
+
+(!)
Nefrotoksisite
+
+
Steroide daha az gereksinim
+
++?
Hipertansiyon ve sodyum retansiyonu
++
+
Pankreas adacık toksisitesi
+
++
Nörotoksisite
+
++
Kozmetik yan etki
++
+
GİS yan etki
–
+
Gastrik motilite
–
+
Hiperpotasemi
+
+
Hipomagnezemi
+
+
Hiperkolesterolemi
+
–
(+) bilinen etki, (++) daha belirgin etki, (–) etkisiz veya az etkili,
(+?) olası büyük etki, (!) eşleşme resmen kabul edilmemiş
58
Tablo 9: Cyclosporine ve tacrolimusun özellikleri
Elde edilişi
Ticari adı
Dağılımı
Metabolitleri
Substratı olduğu enzim
Atılım
Hayvan, bakteri
çalışmaları
Genotoksisite
Karsinojenesite
Teratojenisite
Fertilite
Hamilelikte kategori
İnsan sütüne geçiş
İnsanda
Malignansi riski
En yaygın
görülen
maligniteler
Cyclosporine
Tacrolimus
Mantar
kaynaklı Streptomyces
siklik polipepdit
tsukabaensis
kaynaklı makrolid
antibiyotik
Sandimmune, Neoral Prograf
Plazmada
Plazmada
lipoproteinlere
lipoproteinlere
bağlanır
bağlanır
15 adet
8 adet
CYP3A, P-gp
CYP3A, P-gp
Safra
%92,6 feçes, %2,3
idrar
Yeterli delil yok
Negatif
Var
Var
Yeterli delil yok
Embrio/fötotoksik
Negatif
Negatif
C
C
Var
Var
Artış var
Artış var
Non-Hodgkin
Non-Hodgkin
Lenfoma ve deri Lenfoma ve deri
kanserleri
kanserleri, PTLD
53
2) Antiproliferatif ajanlar58:
•
Azathioprine (Aza):
Pürin
antimetabolitidir.
Karaciğerde
6-merkaptopürine
dönüşerek immün baskılayıcı etkisini gösterir. Hücre içine geçen 6merkaptopürin, inozitol ile yarışarak pürin nükleotidleri olan adenozin ve
guanin sentezini engeller. Böylece DNA ve RNA sentezini inhibe ederek
antiproliferatif etkiye ve lenfositlerde immün yanıtsızlığa neden olur2.
Genel miyelosit baskılayıcısıdır. Bu sebeple primer immün yanıtın kuvvetli
bir
inhibitörüdür
ve
akut
rejeksiyon
başlamasının
önlenmesinde
51
önemlidir . Rejeksiyon ataklarının tedavisinde etkili değildir51. Çocuklar
tarafından iyi tolere edilir. Yan etkileri: trombositopeni, lökopeni, hepatit ve
kolestaz, enfeksiyon, malignite (lenfoma, PTLD, hepatosplenik T-hücreli
lenfoma)58.
Azatiyoprinin
direkt
veya
indirekt
onkojenik
etkisi
tartışmalıdır47.
•
Mycophenolate mofetil (MMF):
İnosin monofosfat dehidrogenaz enziminin geri dönüşlü
inhibitörüdür.
DNA
sentezi
üzerinden
T
ve
B
lenfositlerinin
proliferasyonunu baskılar. B lenfositlerinden antikor oluşumunu, lenfosit ve
monositlerde glikoproteinlerin glikolizasyonunu baskılar51. Çocuklarda yan
etkiler daha çoktur ve tacrolimus ile kombine kullanılıyorsa doz %50
azaltılmalıdır. Abdominal kramplar, diyare, lökopeni gibi yan etkileri doza
bağlıdır. Diğer yan etkiler: enfeksiyon, kemik iliği toksisitesi, lenfoma,
PTLD ve deri kanserleridir58. Bazı çalışmalar MMF’in mutajenik etkiye
sahip olduğunu ve malignansi yayılımını arttırabildiğini gösterirken, bazı
çalışmalarda ise MMF’in malignansi riskinde herhangi bir artış ile ilişkili
olmadığı gösterildi56.
54
•
Sirolimus:
Toprak mantarından elde edilen bir makrolid antibiyotiktir.
Hücre bölünmesinde düzenleyici bir rol oynayan “target of rapamycin"’i
(TOR) (sitokin reseptörleri ile hücre siklusu arasında iletişimi kuran
protein) inhibe ederek etki ederler1. TOR inhibisyonu hücre bölünme
siklusunun G1-S fazındaki sitokin bağımlı hücresel çoğalmayı inhibe eder.
Etkisini hem kan, hem de diğer hücrelerde gösterir. Önceleri cyclosporine
ile birlikte kullanılmış, ancak sonradan yapılan çalışmalar takrolimus ile
kullanıldığında da etkin ve güvenilir olduğunu göstermiştir. Yan etkileri:
hiperlipidemi,
trombositopeni,
lökopeni,
anemi,
yara
iyileşmesinde
gecikme, akut tübüler nekrozun iyileşmesinde gecikme, proteinüri, ağız
ülserleri, deri lezyonları ve pnömonitis sayılabilir1. Sirolimus kullanan
hastalar, kalsinörin inhibitörleri kullananlar ile kıyaslanırsa nakil sonrası
malignansi insidansında bir azalma bildirilmiştir56.
Azathioprine,
mycophenolate
mofetil
ve
sirolimus’un
özellikleri karşılaştırmalı olarak Tablo 10’da gösterilmiştir.
55
Tablo 10:Azathioprine(Aza), mycophenolate mofetil(MMF), sirolimus’un özellikleri
Aza
Pürin
antimetaboliti
MMF
2-morpholinoethyl ester
İmuran
Plazma
proteinlerine
bağlanır
6-MeMP, 6-TU,
6-MeMPN,6TGN
Thiopurine
Smethyltransfera
se ve Xanthine
oxidase
İdrar
CellCept
Plazma
proteinlerine
bağlanır
Mikofenolik asit
Eldesi
Ticari adı
Dağılımı
Metabolitleri
Substratı olduğu enzim
Atılım
Genotoksisite
Karsinojenesite
Hayvan,
bakteri
çalışmaları
Teratojenisite
Fertilite
Hamilelikte kategori
İnsan sütüne geçiş
Malignansi riski
İnsanda
En yaygın
görülen
malignansiler
↑↑↑: Artış var
???: Bilinmiyor
Var
Var
Var
Sirolimus
Streptomyces
hygroscopicus
kaynaklı
makrolid
antibiyotik
Rapamune
Plazma
proteinlerine
bağlanır
7 adet
Glucuronyl
transferase
CYP3A, P-gp
%87 idrarla, %6
feçesle
Kesin delil yok
Kesin delil yok
Var
%91 feçes,
%2,2 idrar
Negatif
Var
Embrio/fötotoksik etki
Dişilerde etki
yok,
erkekte
sperm
sayısı
azalıyor
C
???
↑↑↑
Lenfoma
ve
deri kanserleri
Sperm sayısı ve Etkisi yok
canlılığında
azalma
D
Var
↑↑↑
Lenfoma ve deri
kanserleri
58
C
???
↑↑↑
Lenfoma, PTLD
3) Kortikosteroidler:
•
Prednisolone ve prednisone:
Prednisone kareciğerde aktif bileşiği olan prednisolona
metabolize edilir. Her ikisinin de glukokortikoid etkileri vardır. T
lenfositlerinin sitokin salgılamasını ve hücresel immünolojik reaksiyonun
başlamasını önlerler. B lenfositlerinin antikor oluşturmasını inhibe ederler.
Makrofaj, monosit, PMNL’leri inhibe ederler (Böylece TNFα ,IL-1 yapımını
56
azaltır, IL-6 transkripsiyonunu inhibe eder)58. Aktif hale gelmiş lenfosit
gruplarının lizisinde de görev alabilirler51. Yan etkileri: enfeksiyon sıklığı ve
şiddetinde artış, iştah artışı, su ve tuz retansiyonuna bağlı kilo artışı,
hipertansiyon, osteoproz artışı, kompresyon kırıkları, femur başında
aseptik nekroz, miyopati, gastrointestinal hassasiyet, katarakt, çocuklarda
büyüme gecikmesi sayılabilir1.
4) Antikor preparatları:
•
Polyclonal antibodies:
Bunlar “Antitimosit Globulin (ATG)”, “Antilenfosit Serum
(ALS)”, “Antilenfosit globulin (ALG)“ dir51.
Atgam atların, timoglobulin ise tavşanların insan lenfoid
materyali
ile
immünizasyonu
sonucunda
üretilen
antitimosit
globulinledendir. Etki mekanizmaları tam olarak anlaşılamamıştır. T-hücre
yanıtlarını bloke ederler. Uygulanmasından sonra periferal kan lenfositleri
azalmaktadır.
Yan
etkileri:
üşüme,
titreme,
ateş,
eklem
ağrıları,
trombositopeni, lökopeni, enfeksiyon, nadiren anaflaksi58.
•
Monoclonal antibodies:
Bunlar “OKT3”, “Humanize ANTİ-TAC (HAT)” dır.
OKT3 bir immünglobulin G’dir. Tümüyle sıçanlardan elde
edildiği için tür aşırı yaban etkiye sahiptir. T-hücre reseptörünün bir
parçası olan CD3 molekülüne bağlanarak CD3’ü bloke eder. T-hücrelerini
etkisiz hale getirir ve bir saat içinde retiküloendoteliyal sistem tarafından
dolaşımdan temizlenir. OKT3, rejeksiyon yanıtının oluşmasında önemli
rolü olan doğal öldürücü T-hücrelerinin işlevini de kilitlemektedir. Yan
etkileri; üşüme, titreme, ateş, akciğer ödemi, nefrotoksisite, nörolojik
57
komplikasyonlar, enfeksiyon, hematolojik komplikasyonlar ve nadiren
lenfoma58.
OKT3
kullanımının,
özellikle
virüslerle
tetiklenen
transplantasyon sonrası, malignansi riskini arttırdığı gösterilmiştir. Ayrıca
OKT3, PTLD gelişimi için iyi bilinen bir risk faktörüdür56.
Basiliximab,
Daclizumab’ın
içinde
olduğu
HAT,
IL-2
reseptörünün alfa zincirini hedef almaktadır ve akut rejeksiyon ataklarını
tedavi etmek için değil, önlemek için tasarlanmışlardır. Monoklonal sıçan
antikoru olarak üretilmekte ve daha sonra genetik mühendisliği yöntemleri
ile insan IgG molekülüyle değiştirilmektedir. Önemli yan etkileri yoktur58.
5) Testleri süren immün baskılayıcılar:
•
FTY720
•
FK778
•
LEA29Y
•
Alemtuzumab
2.7.3. İmmün Baskılayıcı İlaçlar ve Polimorfizm
Bireyler arasındaki değişikliklerden dolayı immün baskılayıcı
ilaçların kullanımı zor olabilir. Düşük doz, rejeksiyonla sonuçlanırken,
yüksek dozlar ise malignansi, enfeksiyon ve bir çok organda toksik
reaksiyonlarla ilişkilendirilir. Başlangıç dozunun belirlenmesi de ilaçların
farmakokinetiğindeki
heterojenite
açısından
zordur.
Doz
ve
kan
konsantrasyonu arasında zayıf bir ilişki vardır. İlaçların terapötik indeksi
dardır54. Ayrıca genetik polimorfizmden dolayı ilaç seçim ve doz miktarı
değişmektedir. Her hasta için doğru ilaç ve doğru doz seçimi önem
kazanmaktadır. Bu nedenle kullanılan ilaçları metabolize eden genlerin
polimorfizm sonuçları da incelenmelidir. Bunlar:
58
•
CYP3A4, CYP3A5 polimorfizmi:
CYP3A5*3
polimorfizmi,
sirolimus
ve
tacrolimus’un
59
farmakokinetiği ile ilişkilendirilmektedir . Cyclosporine ile arasındaki ilişki
ise daha şüphelidir54. CYP3A5*3 ve CYP3A4*1B homozigot bireylerde
tacrolimus atılımı fazla olduğu için daha yüksek tacrolimus dozu
önerilmektedir. En az bir fonksiyonel CYP3A5 aleli olması istenir, aksi
halde doz azaltılması önerilir. Uygun tacrolimus dozunun ayarlanması için
CYP3A5 genotipinin kullanılması ümit vermektedir. CYP3A5’i eksprese
edemeyenlerde ve CYP3A4*1B aleli taşıyanlarda daha düşük sirolimus
dozu önerilmektedir. CYP3AP1 psödogeni polimorfizminde CYP3AP1*1
aleli taşıyanlarda tacrolimus kan konsantrasyonu daha düşük olduğu için
CYP3AP1*3 aleli taşıyanlardan daha önce akut rejeksiyon görülür59.
•
MDR1 gen polimorfizmi:
“Multidrug resistance gen1” (MDR1 geni), P-glikoproteini
kodlayan gendir. MDR1’i güçlü eksprese edilen homozigot bireylerde,
tacrolimus dozu %40 daha yükseltilmesi önerilmektedir. MDR1 gen
polimorfizmi
ile
cyclosporine
ve
sirolimus
arasında
bir
ilişki
bulunamamıştır60.
•
TPMT polimorfizmi:
Yüksek
“tiyopurin
metiltransferaz”
(TPMT)
aktivitesi,
azathioprine etkisini azaltır ve yüksek hepatotoksisite riski oluşturur.
TPMT*2, TPMT*3A ve TPMT*3C non-fonksiyonel alellerdir. Heterozigot
alellerde orta seviyede aktivite, homozigot alellerde ise miyelotoksisite
riskinde artışla sonuçlanan düşük aktivite veya aktivite yokluğu görülür.
Beyaz ırk ve Afrika-Amerikalıların %10’unda non-fonksiyonel heterozigot
alel, %0,3’ünde non-fonksiyonel homozigot alel görülürken, Asyalılarda ise
59
non-fonksiyonel alel çok daha nadirdir61. Türk popülasyonunda TPMT*3A
ve TPMT*3C alel frekansı birlikte %0,9’dur. Türkiye’de TPMT*3C alel
frekansı
Caucasianlar’a
benzerken
TPMT*3A
frekansı
ise
62
Caucasianlar’dan daha düşüktür .
•
UGT1 polimorfizmi:
“UDP
enzimatik
aktiviteyi
glukoroniltransferaz”ın
azaltırken,
UGT1A9*3
UGT1A8
ve
polimorfizmi
UGT1A9
genleri
glukronidasyon aktivitesini arttırdığı biliniyor60.
2.7.4. İmmün Baskılayıcı İlaçlar ve Genotoksik Etkileri
KBH’da kullanılan immün baskılayıcı ilaçların genotoksik
potansiyeliyle ilgili olarak daha çok in vitro çalışmalar yapılmıştır. İn vivo
çalışma sayısı ise az ve çelişkilidir. Örneğin CsA’nin bazı çalışmalarda
genotoksik olmadığı gösterilirken bazı çalışmalarda ise tedavi dozunda
genotoksik etkileri olduğu gösterilmiştir63. Bu çalışmalarda genotoksik
etkiler
için
kardeş
kromatid
değişimi
(SCE)
ve
MÇ
Yöntemleri
kullanılmıştır. IARC, CsA’ni insanlar için Grup1 karsinojen olarak kabul
etmiştir64. Bu konuda yapılan bazı çalışmalar tablo11‘de özetlenmiştir.
60
Tablo 11: İmmün baskılayıcı ilaçlar ve genotoksik etkileri
N:30
Maruziyetin
kaynağı
CsA
SCE
↑↑(SCE sıklığı)Tx öncesi/Tx sonrası 3.ay (8,8±1,5/10,7±1,8)
N:14 Tx
N:20 kontrol
CsA+MMF+
Pred.
Lenfositlerde
MÇ
↑↑(MÇ) Hasta /kontrol (10,5-25)/(2-11,5)
N:20 CsA
N:17 Tacrolimus
N:37 kontrol
N:68 Tx
CsA+Tacroli
mus
SCE
↑↑(SCE sıklığı) CsA kullananlar/kontrol
↔(SCE sıklığı) Tacrolimus kullananlar/kontrol
CsA+MMF+
Pred
Lenfositlerde
MÇ
Çalışma grubu
↑↑ (p< 0.05);
↔ (p> 0.05)
Sonuç
Yöntem
Yorum
p
Referans
Tedavi dozunda
genotoksik potansiyel
gösterildi.
İmmünbaskılayıcı ilaçlar
DNA hasarı oluşturuyor.
p< 0.005
63
(1999)
p< 0.01
21
(2004)
CsA ile genotoksik etki
artarken, tacrolimus ile
etki değişmiyor.
↑↑(MÇ)9yıldan fazla RRT/3 yıldan az RRT(13,4±4,1/10,7±1,9) İmmünbaskılayıcı ilaçlar
DNA hasarı oluşturuyor.
↑↑(MÇ)Tx öncesi/Tx 3 hafta sonrası (12,3±3,4/16,1±4,8)
↔ Yaş ve cinsiyet İle MÇ
p< 0.001
p> 0.05
65
(2008)
p< 0.05
p< 0.001
p> 0.05
66
(2009)
SCE: Kardeş kromatid değişimi
61
2.8.
Renal Replasman Tedavisi Alan Hastalarda Kanser
Kanserin, normalde immün sistem tarafından elimine edilen
hatalı hücrelerden kaynaklandığı fikri, ilk kez 1959’da Thomas tarafından
otaya
atıldı.
Hayvanlardaki
deneylerin
pozitif
sonuçları
bu
fikri
desteklemiştir. Ancak insanlar üzerindeki bilgiler, immün baskılayıcı
ajanların nakil ve diğer amaçlar için kullanımlarına kadar, yetersiz
kalmıştır. İmmün baskılayıcı ilaç kullanan transplant alıcılarının kansere
duyarlı olduğunun ilk belirtisi, kanserden ölen vericilerin tamamen normal
olan böbreklerinin nakli ile ortaya çıktı. Bu tip organların malign hücreleri
tuttuğu ve çoğalmaları sonucunda “de novo” olarak ortaya çıkan
kanserlerin, alıcının ölümüne neden olduğu anlaşıldı (Martin ve ark 1965,
McPhaul ve ark. 1965). Daha sonra çoğu transplantasyon için bekleyen
diyaliz hastalarının da kanser gelişimi için yüksek risk taşıdığı öne sürüldü2
(Matas ve ark. 1975). SDBH olan hastalarda kanser frekansının genel
popülasyondan daha yüksek olduğu bilinmektedir. Fakat bu artışın belli
kanserlere mi yoksa SDBH hastalarının belli kategorilerine mi özgü olduğu
kesinlik kazanmamıştır9. Transplantasyondan sonra gelişen malignansiler
hızlı ilerleme, kötü prognoz ve tedaviye zayıf cevapla karakterizedir50.
1963-2002 yılları arasında Avustralya ve Yeni Zelanda’da
SDBH olan 1634 çocuk ve adolesanın incelenen kayıtlarına göre; böbrek
nakli yapılan çocuklar arasındaki ölümlerin
%14’ünü, hemodiyalizdeki
çocuklar arasındaki ölümlerin %1’ini ve periton diyalizdeki çocuklar
arasındaki ölümlerin %2’sini malign hastalıkların oluşturduğu tespit
edilmiştir.
Malign
hastalıktan
ölümlerin
genellikle
geç
dönemde
gerçekleştiği gözlenmiştir. Malign hastalıklardan ölümler; RRT’nin ilk 4
yılında ölümlerin %1’ini, RRT’nin başlangıcından 5-9 yıl sonra %2’sini, 1014 yıl sonra %13’ünü, 15 yıl ve daha sonrasında ise %17’sini
oluşturmaktadır. Ölüm riski açısından; diyaliz tedavisinin, böbrek nakline
göre 4 kere daha riskli olduğu bildirilmiştir. SDBH olan çocukların yaş
62
açısından
uzun
dönemde
sağ
kalımları
kıyaslandığında;
RRT
başlandığında yaşı daha büyük olan çocukların çok küçük yaştaki
çocuklara göre uzun dönemde sağ kalım için daha fazla şanslı olduğu
görüldü (Tablo: 12)14.
Tablo 12: Avustralya ve Yeni Zelanda’da SDBH olan çocuklarda uyumlama
14
yapılmamış uzun dönem sağ kalım yüzdeleri (RRT’nin başlama yaşına göre)
RRT
BALAMA
YAI
SAĞ KALIM (%)
5 yıl
10 yıl
15 yıl
20 yıl
<1
73
67
67
-
1-4
79
78
74
74
5-9
87
79
73
72
10-14
88
79
70
68
15-19
86
79
72
65
0-19
86
78
71
66
2.8.1. Üremi ve Kanser
SDBH’larında artan insidansta kanser gözlenmiştir. Özellikle
de
böbrek,
prostat,
karaciğer,
uterus
karsinomaları
ve
lenfoma
görülmüştür. Böbrek hastalığıyla doğrudan veya dolaylı olarak ilişkili olan
faktörler ve tedavi rejimleri bu hastalarda artan malignite formasyonuna
katkıda bulunabilir. İmmün sistemin ve DNA tamir mekanizmasının
bozulması, antioksidan savunmanın azalması, böbrek eliminasyonunda
azalma nedeniyle karsinojenik bileşiklerin birikimi ve kronik enfeksiyonlar
genel popülasyona kıyasla SDBH’da daha sık gözlenmektedir. Bu durum
malign dönüşümü ve formasyonu hızlandırabilir67. Üremik hastalarda
malignansiler için en yaygın faktörler; tümör gözetiminin engellenmesi ve
onkojenik virüslerin aktivasyonuyla sonuçlanan hücresel immünitenin
baskılanması ve granülosit disfonksiyonu ile karakterize olan üremik
immün baskılamadır68. Karsinojenik ve/veya mutajenik potansiyel için
63
hassas bir indikatör olan kardeş kromatid değişim hızının üremik
hastalarda daha yüksek bulunması, üremi ile kanser ilişkisini gündeme
getirmiştir. Üremi ile malignite arasındaki olası ilişkinin ilk sistematik
çalışması 1975 yılında Matas tarafından yapılmış ve bu çalışmada, üremik
hastalarda malignite görülme olasılığının aynı yaş ve cinsiyetteki normal
kişilerden 7 kat daha fazla olduğu belirtilmiştir1.
Üremisi olan ve diyaliz tedavisi gören hastalarda immün
baskılama önemli bir komplikasyondur. Üremik birikim, vitB6 eksikliği,
diyaliz ekipmanlarının biyolojik uyuşmazlığı da immün baskılamaya
katkıda bulunabilir. Diyaliz işlemi de, malignansiye katkıda bulunabilir.
Diyalizattaki su kaynaklı toksinler ve diyaliz borularından gelen silikon
partiküller malignansi riskini arttırabilir. Karsinojenlerin birikimi, serumda
serbest oksijen radikallerinin artışı ve süperoksid dismutaz eksikliğinin
malignansi
hastaların
gelişimini sitümüle
serumunun
kistik
ettiği
düşünülmektedir.
hastalığı,
adenoma
ve
SDBH
olan
karsinomaları
tetikleyen artan miktarda büyüme faktörü içerdiği hipotezi de mevcuttur68.
Böbrek fonksiyonlarını etkileyen kanserlerin diyalize giren
hastalarda, genel popülasyonda beklenenden daha sık olması sürpriz
değildir. Bazı hastalarda, multiple myelom gibi kanserler direkt olarak
böbrek yetmezliğinin sebebi iken, diğerlerinde böbrek yetersizliğinin
sebebi, renal ve uteral malignitelerin tedavisi sırasında tüm fonksiyonel
dokuların çıkarılmasıdır. Bazı hastalar ise, analjezik nefropatisi gibi hem
yüksek kanser riski içeren hem de böbrek yetersizliği yapan tablolarla
karşı karşıyadırlar69. Uzun süre diyalize giren hastalarda oluşabilen böbrek
kistleri de yüksek malignite riski taşırlar2, 69.
Tedavi süresine bağlı olarak hemodiyalizdeki yada periton
diyalizdeki hastaların %90’ında ve diyaliz öncesindeki hastaların %8’inde
64
görülen akiz kistik böbrek hastalığı sıklıkla renal hücre karsinomalarıyla
ilişkilendirilir67. Akiz kistik böbrek hastalığı prevalansının diyaliz hastalarına
kıyasla transplant alıcılarında daha düşük olduğu bilinmektedir ve diyaliz
hastalarında premalign bir durum olarak görülmektedir57. Proksimal
hücrelerin proliferasyonu, üremik ortam ve renal iskemi kist formasyonuna
ve malign dönüşüme katkıda bulunabilir67.
Bununla beraber, diyalize giren hastaların renal sistem
dışındaki kanserlere daha duyarlı olup olmadığı konusunda tartışma
vardır2. Matas, Miach, Sutherlan, Herr ve Lider gibi birçok otorite kronik
böbrek yetersizliğinde malignite riskinin arttığı konusunda birleşmişlerdir.
Slifkin ve Kinlen gibi araştırmacılar ise böyle bir artışın olmadığını, sadece
non-Hodgkin lenfoma riskinin arttığını bildirmişlerdir2.
Diyaliz hastalarında oluşan kanserin ayrıntıları, Avustralya ve
Yeni Zelanda‘daki diyaliz ve transplantasyon kayıtlarında (ANZDATA)
bildirilmiştir. 1991’de yayınlanan bu rapor, ortalama 18 ay diyalize giren
13524 hastayı kapsamaktaydı. Bu hastaların 380’inde (%3) deriyi
ilgilendiren maligniteler, 337’sinde (%2) diğer organ maligniteleri ortaya
çıkmıştır. Tüm bu maligniteler ilk kez, hasta diyalizde iken tespit edilmişti
ve hiçbirinde diyalizin uygulanma nedeni malignite değildi. Deri dışındaki
kanserlerin yaklaşık 1/3’i böbreği, mesaneyi ve üreteri tutan malignitelerdi.
Aynı yaştaki genel nüfusa göre kanser oluşma riski iki misliydi2. Son
yıllarda yapılan çalışmalarda böbrek, mesane, oral kavite kanserlerinin
gelişim riski için insidans genel popülasyona kıyasla 9 kere daha yüksek
olarak bildirilmiştir34.
Son yıllarda üremik hastaların tedavilerindeki ilerlemeler, bir
yandan hastaların daha uzun süre yaşamalarını sağlarken, bir yandan da
hastalığın klinik ve patofizyolojik olarak daha ayrıntılı bir biçimde gözlenme
65
ve incelenmesine olanak vermiştir. İmmünolojideki gelişmeler, üremide
immün sistemin yeni bir yaklaşım ile incelenmesine yol açmıştır. İmmün
yetersizlikle
kanser
gelişimi
arasındaki
ilişkiler,
üremideki
1
komplikasyonların daha iyi bir şekilde anlaşılmasını sağlamıştır .
Avrupa ve Amerika’nın büyük diyaliz merkezlerinin geniş
kapsamlı vaka serilerini içeren raporlarında, ev diyalizi uygulanan
hastaların %6’sının, hastane diyalizi uygulanan hastaların %2’sinin
kanserden öldükleri bildirilmiştir. Daha sonra Miach ve arkadaşları üremili
hastalarda %13’e varan oranlarda kanser görüldüğünü bildirmişlerdir.
Bunu takiben üremik hastalarda değişik oranlarda kanser insidansını
gösterir çok fazla rapor yayınlanmıştır. Avrupa ve Amerika’nın büyük
diyaliz merkezlerinden bildirilen büyük vaka serilerinde, üremik hastaların
sadece kanserden ölenlerin bildirilmiş olması, kansere rağmen yaşayan
üremik hastaların bildirilmemesi üremide kanser oranının umulan ve
bulunandan daha yüksek olabileceğini düşündürmektedir1. Ülkemizde
TND’nin
verilerine
göre
2006
yılında
hemodiyaliz
hastalarında
malignitelere bağlı ölümlerin oranı %10.9, periton diyaliz hastalarında ise
%3.8 olarak bildirilmiştir (Iekil 14).
12
10
8
Yüzde
HD
6
PD
4
2
0
1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006
ekil 14: Türkiye’de HD ve PD hastalarında malignitelere bağlı ölümlerin yıllara
göre dağılımı (TND 2005
10
36
ve 2007 )
66
Son yıllarda üremik hastalarda malignite oranının yüksek
bildirilmesinin nedeni, bu hastaların malignansi gelişebilecek kadar uzun
yaşatılabilmesi olabilir. Diğer böbrek hastalıkları ile karşılaştırıldığında
kanser oranı, kistik böbrek hastalığında en yüksektir. Yine bu hastalarda
renal hücreli karsinom görülme sıklığının normal popülasyona oranla 50
misli daha fazla bulunmasının nedeni, hastalık seyrinin yavaş olmasından
olabilir. Kronik böbrek yetmezliği olan hastalarda hipernefroma, uterus
kanseri, multipl myeloma ve kanser riski artmıştır. Üremik hastalarda
çoğunlukla mezanşimal kökenli kanserler gelişirken, transplantasyon
sonrası hastalarda çoğunlukla epitelyal kökenli kanserlerin gelişiyor
olması, kanser oluşumunda değişik tipte mekanizmaların varlığını
düşündürmektedir1.
2.8.1.1. SDBH’da Malign Dönüşümün Potansiyel Mekanizması
SDBH’da malign dönüşümün potansiyel mekanizması Tablo
13’de özetlenmiştir. Buna göre70:
67
Tablo 13: SDBH’da malign dönüşümün potansiyel mekanizması
İmmün sistemin bozulan fonksiyonu
Reaktif oksijen türlerinin artan formasyonuna eşlik eden azalan antioksidan kapasite
Paratiroid hormon aşırılığı ve 1,25-dihidroksikolekalsiferol eksikliği
Kronik enfeksiyonlar
İlaçlar: immün baskılayıcılar,analjezikler, diüretikler
Karsinojenik bileşeklerin birikimi (heterosiklik aminler ve nitrosodimetilamin)
Hipometilasyon
Tütün
Diyalizle ilişkili faktörler
DNA tamirinde bozukluk
67
1) İmmün sistemin bozulan fonksiyonu:
SDBH’da hücresel ve hümoral immün cevap sıklıkla
bozulmuştur70.
Üremik
hastalarda
immün
cevapta
bir
azalma,
sirkülasyondaki B ve T lenfositlerinde azalma, yardımcı ve süpressör T
hücre oranında azalma, kütanöz hipersensitivitede gecikme gözlenir67.
Diyaliz hastalarında onkojenik virüslere karşı hassaslığın, üremik immün
bozuklukdan kaynaklandığı düşünülmektedir.
immün
sistemin
fonksiyonunu
Ayrıca RRT’nin tipi de
değiştirebilir71.
Sürekli
hemodiyaliz
hastalarında IL-2 gen indüksiyonu kaybolur, Interferon-gamma (IFN) gen
indüksiyonu da azalır. Periton diyaliz hastalarında ise IL-2 mRNA
ekspresyonu normalken, IFN mRNA ekspresyonu artmıştır67.
2) Reaktif oksijen türlerinin artan formasyonu ve bozulmuş antioksidan
savunma:
Hemodiyaliz hastalarında, normal sağlıklı gruplara göre
oksidan stres artmış ve antioksidan savunma ise azalmıştır72. Bunun
sonucunda, vücutta birçok oksidatif reaksiyonda eşleşmemiş bir elektrona
sahip atom veya moleküllerden oluşan serbest radikal oluşumu artmıştır.
Bu serbest radikaller karbonhidratlar, proteinler, nükleik asitler ve özellikle
de membran lipitleri ile reaksiyona girer. Bu durum iyon transport
mekanizmalarını bozarak hücre ölümüne yol açar. SOD, CAT, GPx gibi
antioksidan enzimler serbest radikallerin toksik seviyeye ulaşmasını
engellerler. Ancak enzim düzeylerinde azalma olduğu taktirde, denge
serbest radikaller lehinde bozularak organizma zarar görür73. Vanella ve
arkadaşları HD tedavisi uygulanmayan üremik hastaların eritrositlerinde
süperoksit dismutaz (SOD) aktivitesinin düşük olduğunu ve bunun
hemodiyaliz sonrasında anlamlı şekilde arttığını göstermişlerdir. Böylece
üremik toksinlerin antioksidan enzimleri inhibe ettiği, diyaliz ile toksinlerin
düzeyinin azaltılması ve bunun sonucunda antioksidan enzimlerin arttığı
düşünülebilir.
HD
öncesi
düşük
konsantrasyonda
olan
glutatyon
68
peroksidaz (GPx) enzimi de HD sonrasında yükselmektedir72. Aksine,
sürekli hemodiyalize giren hastalarda sıklıkla SOD aktivitesinin azaldığı da
gözlenmiştir67. Tablo 14’de hemodiyalize giren hastalarda oksidan streste
artışın ve antioksidan savunmada azalmanın nedenleri özetlenmiştir72.
Tablo 14: Hemodiyaliz hastalarında artmış oksidan stres ve azalmış antioksidan
72
savunma nedenleri
Oksidan stresin artış
nedenleri
Antioksidan savunmanın azalma
nedenleri
Üremiye bağlı toksik metabolitler
Üremik hastalarda beslenme bozukluğu
sonucu eksik alım, HD sonucu vitE, Cu, Zn,
Se kaybı
Hemodiyalizin etkisi:
Eritrosit Na-K ATP-az ve asetil kolin esteraz
aktivitesinde azalma
•
HD membranlarında lökosit ve
kompleman sisteminin
Eritropoetin eksikliği veya etkisine direnç
aktivasyonu
•
Heparinin etkisiyle serbest yağ Üremiye
bağlı
toksik
metabolitlerin
asidi artımı
antioksidan savunma enzimlerini inhibe
etmesi
Diyaliz sıvısı
•
•
Diyaliz sırasında hastalardan
eser element ve vitamin kaybı
•
Termal hasar
Renal antioksidan enzim fonksiyonlarında
azalma
Oksidatif strese karşı savunma mekanizmaları; intrasellüler,
membransal
ve
ekstrasellüler
olarak
sınıflandırılabilir.
İntrasellüler
antioksidanlar içinde SOD, GPx, CAT, Na-K ATPaz, asetil kolin esteraz,
sitokrom oksidaz gibi enzimler bulunmaktadır67. VitE, koenzim-Q, βkaroten membransal antioksidanlara, askorbik asit, transferrin, laktoferrin,
haptoglobulin, hemopeksin, albumin, serüloplazmin, bilirubin, mukus, ürik
asit, glikoz ise ekstrasellüler antioksidanlara örnek olarak sayılabilir74.
Antioksidanları görevlerine göre üç grup altında toplamak mümkündür75:
69
•
Birincil antioksidanlar: Yeni serbest radikal oluşumunu önlerler.
(SOD, GPx, transferrin seruloplazmin..)
•
İkincil antioksidanlar: Yeni oluşan serbest radikalleri ortamdan
uzaklaştırırlar. (Vit C, Vit E, β-karoten, ürik asit, bilirubin, albumin,
tiyoller..)
•
Üçüncül antioksidanlar: Serbest radikaller tarafından oluşturulan
hücre hasarını onarırlar. (metionin sülfoksit redüktaz, DNA onarım
enzimleri...)
SDBH’da plazma GPx’ın ana kaynağı olan proksimal tübül
hücrelerindeki hasara bağlı olarak sentezdeki yetersizlik nedeniyle plazma
GPx aktivitesi azalmıştır. Sıklıkla azalan serum selenyum seviyesi de,
plazma
GPx
aktivitesinin
bozulmasına
katkıda
bulunabilir.
Çünkü
selenyum, enzimin aktif merkezinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır.
Araştırıcılar sürekli hemodiyaliz hastalarında serum selenyum seviyesinin
normal değerinden daha aşağıya düştüğünü ve plazma GPx aktivitesinin
azaldığını gösterdiler. Birçok epidemiyolojik çalışmada, düşük serum
selenyum seviyesi kanser gelişiminde bir risk faktörü olarak gösterildi.
Kanser gelişimine karşı selenyumun koruyucu etkisi; radikal bir temizleyici
olarak ve nihai karsinojen oluşumunda prokarsinojenlerin aktivasyonunun
bir inhibitörü olarak gösterilebilir. Hiperkalemi riski ve genel malnütrisyon
nedeniyle diyetle alınan antioksidanlar (askorbat, tokoferol, karotenoidler
ve koenzim-Q10) sürekli hemodiyaliz hastalarında azaltılabilir. Meyve ve
sebzeden zengin diyetin kanser önleyici etkisi, birçok epidemiyolojik
çalışmada gösterilmiştir. Sürekli hemodiyaliz hastalarında diyetteki bu
bileşiklerin düşük tüketimi bu hastalarda kanser riski için bir faktör olabilir.
Kararlı okside edici bileşiklerin birikimi de, sürekli hemodiyaliz hastalarının
plazmasında
gösterilmiştir.
VitC,
vitE’nin
fizyolojik
plazma
konsantrasyonları veya azalmış glutatyon üremik plazmanın oksidasyon
kapasitesini inhibe edemez67. Giray B ve ark. nın HD hastalarında 14
70
haftalık vit E desteği ile eritrositlerde SOD ve GPx aktivitelerinde anlamlı
bir artış tespit etmişlerdir76.
3) Paratiroid hormon fazlalığı ve 1,25-dihidroksikolekalsiferol eksikliği:
Primer hiperparatiroidizmin artan malignansi insidansıyla
ilişkisi gösterilmiştir. Özellikle tiroid, meme ve GİS kanserleri primer
hiperparatiroidizm ile ilişkilidir. İkincil hiperparatiroidizm sıklıkla SDBH’da
tespit edilmiş olup, bu hastalarda karsinojenezisin artışında paratiroid
hormonun aşırılığının etkisi tartışmalıdır. VitD’nin aktif formu olan 1,25dihidroksikolekalsiferol ise hücre çoğalmasını baskılar, paratirod hormon
sentezini inhibe eder. Bu yüzden SDBH’da 1,25-dihidroksikolekalsiferolün
eksikliği nedeniyle artan paratiroid hormonun prokanserojen etkisi, kronik
böbrek yetmezliğinde artan malignite formasyonuna katkıda bulunacak
şekilde davranabilir67.
4) Kronik enfeksiyonlar:
Kronik inflamasyonda nötrofil ve makrofajlarda respiratuar
patlama sırasında, çok miktarda oksijen ve nitrojen radikalleri oluşmakta
ve bunlar DNA ile etkileşerek kansere yol açabilen zincir kırıkları, nokta
mutasyonları ve kromozom anomalileri gibi genetik değişikliklere neden
olabilmektedir77. Kronik enflamasyon, KBH olanlarda ve özellikle diyaliz
tedavisi alanlarda yaygın görülen bir durumdur. SDBH ve HD hastalarında
dolaşımdaki nötrofillerde oksidatif metabolizmanın arttığı gösterilmiştir5.
Üreminin tetiklediği immün baskılama ve bozulmuş antioksidan savunma
virüs ve bakteri enfeksiyonlarına zemin hazırlar. Nitrik oksit, süper oksit,
hidrojen peroksit ve hidroksil radikallerinin artışı ile çoğalan fagositik
aktivite DNA hasarına, mutasyonların ve kanserin teşvikine katkıda
bulunabilir. Çünkü DNA sentezi hatasız bir süreç değildir ve DNA
hasarının onarım süresi hızlı DNA sentezi ile kısaltılabilir. Sürekli
hemodiyaliz hastalarında kronik hepatit, karaciğer sirozu ve hepatosellüler
karsinomaya yol açan hepatit B ve C enfeksiyonlarının prevalansında bir
71
artış olduğu gösterilmiştir. Japonya’da onkojenik (insan) T-hücreli lösemi
virüsünün aktivasyonu nedeniyle sürekli hemodiyaliz hastalarında yetişkin
T-hücreli lösemisinde artış bildirilmiştir. Genel popülasyonda sık görülen
diğer bir enfeksiyon da mide kanserinde artışla ilişkili olan Helicobacter
pylori bakterisinin sebep olduğu kronik gastirittir. Fakat böbrek hastalığı
olmayan kontrol grubuna kıyasla sürekli hemodiyaliz hastalarında, gastrik
metaplazi insidansı artsa da, Helicobacter pylori enfeksiyonu prevalansı
daha düşüktür. Kronik üremide, kronik enflamasyon artan kanser
prevalansının tek sebebi değildir67.
5) İlaçlar:
Sürekli hemodiyaliz hastalarının çoğu glomerulonfrit yada
başarısız
böbrek
kullanmışlardır.
naklinden
Azathioprin,
dolayı
metotreksat,
immün
baskılayıcı
siklofosfamid
ve
ilaçları
özellikle
cyclosporin gibi immün baskılayıcı ilaçlar lenfoma ve sarkoma kadar deri,
dudak, uterus, mesane ve karaciğer karsinomalarının prevalansının
artışına da yol açabilir67. Diüretiklerin kronik kullanımı renal hücreli kanser
gelişimimde risk faktörü olabilir. Kalsiyum kanal blokerlerinin de kanser
defans mekanizmalarından apopitozu inhibe ettikleri deneysel olarak
gösterildiğinden, kronik kullanımları kanser görülme riskinde rölatif artış
yapabilir70.
6) Karsinojenik bileşiklerin birikimi:
SDBH’da triptofan, glutamik asit ve imidazokinolon bileşikleri
gibi karsinojenik heterosiklik aminler birikir. Üremik hastaların plazmasında
diyaliz
uygulaması
başlamadan
hemen
önce
yapılan
ölçümlerde
karsinojenik heterosiklik aminlerin yüksek olduğu gösterilmiştir67.
72
7) Hipometilasyon:
SDBH’da malignite formasyonunun frekansında artışa neden
olan diğer bir faktör hipometilasyondur. Homosistenin DNA metiltransferaz
üzerinde inhibe edici etkisi olduğu bilinmektedir. Hiperhomosisteinemisi
olan diyaliz hastalarında homosistein ve homosistein prekürsorü olan Sadenosilhomosisteinin biriktiği ve buna bağlı olarak DNA metiltransferazın
inhibisyonu sonucunda DNA’nın hipometillenmiş olduğu tespit edilmiştir33.
DNA’nın hipometilasyonu hücresel farklılaşmaya ve malign dönüşüme
meyillidir. Yüksek miktarda toksik adenozilhomosistein SDBH’da artan
homosisteinin kan konsantrasyonu ile doğrudan ilişkilidir. Homosistein
seviyesi, toksik adenozilhomosistein konsantrasyonunu da azaltan folik
asit tedavisi ile düşürülebilir67.
8) Tütün:
Sigara içmek de artan kanser riski ile ilişkilidir. Fakat SDBH
olanlarda artmış kanser riski ile sigara arasındaki ilişkinin, genel
popülasyona göre farklılık gösterdiğine dair veri yoktur70. Böbrek nakli
yapılan hastalarda kanser insidansının analizi sonucunda, 45 yaş üzerinde
olmakla ve sigara içmekle artan kanser riski arasında anlamlı bir ilişki
gösterildi56. Transplant süresinde 25 paket-yıl sigara içenler, sigara
içmeyen veya çok az içenlere göre 2,56 kere daha yüksek kanser riskine
sahipti78.
9) Diyaliz tedavisiyle ilişkilendirilen faktörler:
Diyaliz süreciyle doğrudan ilişkilendirilen faktörler artan
malignansi riskine de katkıda bulunabilir. Kompleman aktivasyonu olan
diyaliz memranından dolayı oluşan biyouyuşmazlık, proteaz ve sitokin
salınımı gibi serbest oksijen radikallerinin formasyonunu arttıran granülosit
ve platelet aktivasyonunu tetikleyebilir. Fakat yapılan çalışmalarda
kompleman aktivasyonu olan veya olmayan membran tipleri arasında
kanser insidansı açısından anlamlı bir farklılık gözlenmedi. Fakat kanser
73
mortalitesi, sürekli hemodiyaliz hastalarında periton diyaliz hastalarından
daha yüksekti67.
10) Uzun süreli hemodiyaliz tedavisinden sonra DNA tamirinde
bozukluk:
DNA hasarının onarımı gerçekleştiren hücresel yetenek,
kansere karşı majör bir savunma mekanizmasıdır. Diyalize başlanmadan
önce ve uzun süreli RRT’den sonra lenfositlerindeki mikro çekirdek
sayısının değerlendirilmesiyle DNA onarımında anlamlı değişiklikler
olduğu gösterilmiştir71. Uzun süreli diyaliz tedavisi sırasında karsinoma
gelişen hasta grubunda, DNA onarımının baskılandığı gözlenirken, kısa
süreli hemodiyaliz grubunda, kontrol grubuna kıyasla DNA onarımında
artış görülmüştür. Aksine, diyalize girmeyen kronik böbrek hastalarında,
DNA onarımında azalma tespit edilmiştir. Bozulan DNA onarımı; artan
hücre içi kalsiyum konsantrasyonunu ve DNA hipometilasyonunu içeren
çeşitli faktörlerin sonucunda olabilir. Üremik hastalarda aşırı paratiroid
hormonun etkisiyle hücre içine kalsiyum girişinin arttığı ve in vitro olarak
kalsiyum iyonoforu ile lenfositlerde kalsiyum içeriğinin ani yükselişinin DNA
onarımını inhibe ettiği gösterilmiştir. “Geleneksel olarak tedavi edilen
üremik hastalarda ve üremik toksinleri muhtemelen elimine eden
hemodiyaliz tedavisinin ilk yılındaki iniş çıkışlarda bile, DNA onarımı
baskılanmış
görünmektedir”
denilebilir.
Sonuç
olarak,
uzun
süreli
hemodiyaliz tedavisi, hemodiyalizin advers etkilerine ilave olarak kısmen
kalıcı olan üreminin DNA onarımını baskılamasıyla sonuçlanır67. DNA
onarım yeteneğinin bozulması, üremik hastalarda kanser insidansının
artışına katkıda bulunur79.
74
2.8.1.2. KBH’da Oksidatif Stres, Karbonil Stres ve Tiyol Stres
Enzimatik
mitokondriyal
elektron
reaksiyonlar,
taşıma
zinciri,
mikrozomal
hidroksilasyon,
otooksidasyon
reaksiyonları,
fagositoz gibi endojen reaksiyonlar ve ağır egzersiz, aşırı alkol kullanımı,
aşırı beslenme, hava kirliliği, radyasyon, pestisidler, sigara dumanı, UV
ışını, radyoaktif ışın gibi eksojen reaksiyonlar sonucunda organizmada çok
miktarda serbest radikaller oluşmaktadır77. Serbest radikaller yaşam için
gereklidir ama çeşitli makromoleküllere de saldırıda bulunabilirler4 (Tablo
15). Yapısal proteinler, hücre membranları, enzimler, lipidler ve DNA
okside edilebilir yapılardır. Oksidatif streste in vivo üretilen serbest oksijen
radikalleri, DNA’da farklı mekanizmalarla nükleik asitlerin, proteinlerin ve
lipitlerin oksidatif hasarına neden olur. Bu hasarın sonucunda oksidasyon,
köprüleşme,
protein
sarmalında
kesilme,
kromozom
kırılmaları,
mutasyonlar, malign değişiklikler ve hatta hücre ölümü gerçekleşebilir74.
Tablo 15: En sık karşılaşılan radikaller ve kimlikleri
74
Hidrojen
Bilinen en basit radikal
Süper oksit
Oksijen metabolizmasının ilk ara ürünü
Hidroksil
En toksik (reaktif) oksijen metaboliti
Hidrojen peroksit
Reaktivitesi çok düşük, moleküler hasar yeteneği zayıf
Singlet oksijen
Yarılanma ömrü hızlı, güçlü oksidatif oksijen formu
Perhidroksi radikal
Lipidlerde hızlı çözünerek lipid peroksidasyonunu artırır
Peroksil radikal
Perhidroksile oranla daha zayıf etkili, lipidlere lokalize olur
Triklorometil
CCl4 metabolizması ürünü
Tiyol radikali
Sülfürlü ve çiftlenmemiş elektron içeren türlerin genel adı
Alkoksil
Organik peroksitlerin yıkımı ile üretilen oksijen metaboliti
Nitrojen oksit
L- arjinin amino asitinden in vivo üretilir
Nitrojen dioksit
NO'in oksijen de reaksiyonundan üretilir
75
Hidroksil radikali biyolojik sistemlerde bulunan en güçlü
radikaldir4.
DNA
ile
hidroksil
radikallerinin
etkileşimi
durumunda,
radikallerin %80’i bazlara eklenir ve %20’den daha az bir kısmı da şeker
grubundan bir hidrojen atomu alır4.
Albumin, üremik hastalarda oksidatif strese uğrayan başlıca
proteindir4. Protein oksidasyon ürünleri arasında protein karbonil bileşikleri
(PCC); 3-nitrotirozin, klorotirozin gibi yan zincir oksidasyon ürünleri;
ditirozin ve protein ileri oksidasyon ürünleri (AOPP) gibi çapraz bağlanma
ürünleri sayılabilir. Karbonil stres varlığında proteinlerin reaktif karbonil
bileşikleriyle etkileşimi, AGE’lerin ve ileri lipoksidasyon ürünlerinin (ALE)
oluşumuyla sonuçlanır. Üremik hastalarda AGE/ALE birikimi sadece
okside proteinlerin renal atılımındaki azalmaya değil, karbonil strese de
bağlanabilir5.
Proteinlerin yanı sıra sistein, glutatyon gibi serbest tiyol
grubu içeren bileşikler de üreminin başlıca hedefleri arasındadır. SDBH
hastalarında plazma tiyol seviyelerinin azaldığı belirlenerek, bu durum tiyol
stres olarak değerlendirilmiştir. Tiyol düzeyindeki azalma üremide üretilen
serbest oksijen radikalleri tarafından tiyolün tüketilmesine ve diyalizden
önce de protein oksidasyonunun oluşumuna bağlanabilir5.
Antioksidanlar ise bu serbest radikallerin etkilerini nötralize
eden, kanser, kalp hastalıkları ve erken yaşlanmaya neden olabilecek
zincir reaksiyonlarını engelleyen moleküllerdir. Aynı zamanda serbest
radikaller için kolay bir elektron hedefi oluştururlar4. Antioksidan savunma;
radikal metabolit üretiminin önlenmesi, üretilmiş radikallerin temizlenmesi,
oluşan hücre hasarının onarılması, sekonder radikal üreten zincir
reaksiyonlarının
durdurulması
ve
endojen
antioksidan
kapasitenin
74
artırılması olarak beş grup altında toplanabilir .
76
Normal şartlarda hücrelerde oksidanlar ve antioksidanlar
arasında korunan bir denge vardır4. Organizmada serbest oksijen
radikallerinin aşırı miktarda üretildiği, ya da antioksidan mekanizmaların
yetersiz kaldığı durumlarda oksidan-antioksidan sistemler arasındaki
denge bozulur ve bu durum oksidatif stres olarak adlandırılır5. Serbest
radikaller klinik olarak direkt ölçüm için oldukça kısa ömürlüdür, bu yüzden
reaktif oksijen ürünlerinin ölçümünde indirekt göstergeler kullanılır74.
Oksidan-antioksidan
homeostazının
ölçümünde
kullanılan
bazı
parametreler aşağıda gösterilmiştir75:
•
TOS (Total oksidatif seviye)
•
TAS (Total antioksidan kapasite)
•
OSI (Oksidatif stres indeksi) OSI=TOS/TAS
Plazmada bulunan antioksidanlar ayrı ayrı ölçülebilse de çok
sayıda antioksidan olması ve birbiriyle in vivo etkileşimleri nedeniyle,
oksidatif stresin ortaya konulmasında TAS’ı gösteren analizlerin daha
değerli olduğu düşünülmektedir75.
RRT alan/almayan tüm SDBH hastaları, artmış bir oksidatif
stresle karşı karşıyadır. Ancak oksidatif stresin neden HD hastalarında
daha belirgin olduğu halen tartışılmaktadır. Üremik toksinlerin yanı sıra,
diyalizin dolaşımdaki nötrofil ve monositleri ROS oluşturmak üzere
tetiklediği, vitamin kaybıyla antioksidan gücün de zayıfladığı ve böylece
diyaliz hastalarında oksidatif stresin oluşabileceği varsayılmaktadır5. Bu
durumun üremik toksinlere maruziyet ve bilinmeyen diğer bazı faktörlerden
dolayı serbest radikal üretimi sırasında antioksidan tüketiminden de
gerçekleşebileceği
ileri
sürülmektedir13.
Hiperhomosisteinemi,
enflamasyon gibi üremi ile ilişkili metabolik anormallikler, kan-membran
uyumsuzluğu ve/veya endotoksinle kontamine diyalizat kullanımı gibi
diyalize bağlı faktörler ve hatta tedavide kullanılan eritropoietin gibi
ilaçların da oksidatif strese katkıda bulunabilecekleri düşünülmektedir. Her
77
seansta artan oksidatif stres; hem karbonil stresi artıran başlıca
faktörlerden biri, hem de hastalardaki kronik komplikasyonların sorumlusu
olarak düşünülmektedir. Diğer bir görüş ise, oksidatif stresle ilişkili en
önemli faktörün HD işleminden çok, enflamasyonun derecesi ve tedavinin
süresi olduğunu öne sürmektedir. HD işleminin askorbik asit gibi
antioksidanların kaybına yol açarak total antioksidan kapasiteyi azaltacağı
öne sürülmektedir. HD’in TAS’ı etkilemediği ya da HD sonunda TAS’ın
düşük bulunduğu çalışmalar da vardır. Bu durum diyalizle azalan ürik asit
seviyelerine bağlanabilir. Plazmada tiyol ve TAS’ın yükselmesi çok kısa
süre olmakta ve diyaliz seansları arasında prooksidan şartlar nedeniyle
tiyol seviyeleri yeniden düşerken TAS’da azalmaktadır5.
Böbrek naklinde, öncelikle böbreğin çıkarılması sırasında
total bir iskemi durumunu oluşur. Bunu uzun bir soğuk iskemi periyodu
izler. Daha sonra cerrahi vasküler anastomoz sırasındaki iskemireperfüzyon periyodu bunu takip eder. İskemi-reperfüzyon esnasında ROS
nedeniyle doku zedelenmesi oluşur80. Böbrek nakli sonrasında greft
fonksiyonu hemen gerçekleşse bile, tübüllerde ve nefronun glomerüler
yapısında morfolojik ve fonksiyonel değişiklikler görülür. Reperfüzyon
sırasında, artan oksijen konsantrasyonu, ROS artışına neden olur81.
Bunun sonucunda DNA bazlarında karakteristik değişiklikler ve zincir
kırıkları
oluşur.
Özellikle
hidroksil
radikalleri
tarafından
timidinin
oksidasyonuyla timidin glikol oluşur ve idrarla değişmeden atılır. Böbrek
nakli sonrası timidin glikolün atılımında artış gözlenir. Atılım oranındaki bu
artış, böbrekte iskemi-reperfüzyonun tetiklediği oksidatif DNA hasarı ile
açıklanabilir ve oksidatif DNA hasarının bir biyogöstergesi olarak
kullanılabilir81.
SDBH olanlarda en az 2 tip oksidatif DNA hasarının
meydana gelebileceğini beklenir82. Birinci tip oksidatif DNA hasarı,
kendiliğinden veya üremik sendromla ilişkili faktörlerle oluşan üremiyle
78
ilişkilidir. Diğer tip oksidatif DNA hasarı ise, kan antioksidan yetersizliği ve
belirgin ROS üretim artışıyla karakterizedir82. DNA’da oluşan oksidatif
hasar, mutagenezisin, karsinogenezisin ve yaşlanmanın göstergesidir83
(şekil 15). Oksidatif DNA hasarını artıran ajanlar, genellikle kanser gelişimi
riskini de artırır. Yapılan çalışmalardaki kanıtlar, malign hücrelerin yüksek
miktarda
okside
Oksidasyonla
olmuş
değişikliğe
DNA
lezyonları
uğratılmış
DNA
içerdiğini
miktarının
göstermiştir4.
artışı,
insan
dokularında özellikle tümörlerde ortaya çıkarılmıştır. DNA hasarının
mutlaka kansere yol açması da beklenmemelidir4. Düşük düzeylerde
hasar, etkin bir şekilde onarıldığından ve yüksek düzeylerde oksidatif
hasar ise hücre ölümü ile sonuçlandığından, orta düzeydeki hasarın
maligniteye yol açma olasılığı çok yüksektir4.
ekil 15: DNA’ da oksidatif hasar ve olası sonuçları
4
79
2.8.2. Böbrek Nakli ve Kanser Gelişimi
Böbrek nakli, SDBH tedavisinde hastaya en iyi yaşam
kalitesini sunan bir tedavi şeklidir. Ama böbrek naklinin uzun süreli
fonksiyonel olması için uygulanan immün baskılama tedavisinin erken ve
uzun dönemde gelişebilen yaşamı tehdit edici yan etkileri vardır69. Böbrek
nakli sonrası ölüm nedenleri arasında kardiyak nedenler, enfeksiyonlar,
malignite ve inme sayılabilir42 (Iekil 16).
Diğer
30%
İnme
7%
Akut MI
11%
Malignite
12%
Diğer kardiyak
nedenler
22%
İnme
Akut MI
Malignite
Enfeksiyon
Diğer kardiyak nedenler
Diğer
Enfeksiyon
18%
ekil 16: Böbrek nakli sonrası ölüm nedenleri (1998 USRDS yıllık raporu)
42
Böbrek nakli sonrası oluşan geç komplikasyonlar2:
1. Kardiyovasküler komplikasyonlar
2. Malignite
3. Kemik ve mineral metabolizması komplikasyonları
4. Hiperürisemi-gut
5. Kronik transplant nefropatisi şeklinde sayılabilir.
80
Hastalarda kanser riskini belirlemek için iki yaklaşım vardır47 :
•
Kümülatif kanser riski: Çeşitli çalışmalardan elde edilen verilerde,
böbrek nakli hastalarında kümülatif kanser riskinin, 10 yılda %1318’den
20
yılda
%35-40’a
ve
25
yılda
%60-70’e
arttığı
belirlenmiştir47.
•
Kanser insidansı: Kanser insidansı daha kullanışlı bir yaklaşım
olup, böbrek nakli yapılan hastalarda düzenli diyalizde olan
hastalarla
kıyaslandığında
anlamlı
şekilde
daha
yüksek
bulunmuştur47. 1973-2007 yılları arasında böbrek nakli yapılan
2535 hastanın malignite insidansının incelenmesi sonucunda 188
(%7,6) hastada 193 malign hastalık tespit edildi50.
Üremili hastalarda hücresel ve hümoral immün cevabın
baskılandığı bilinmektedir1. Bu etkinin renal transplantasyondan sonra
yüksek doz immün baskılayıcı tedavi alan hastalarda, daha fazla olduğu
bildirilmiştir1. Maligniteler organ naklinden sonra herhangi bir zamanda
ortaya çıkabilir. Kronik diyaliz hastalarında, eşdeğer normal nüfusa kıyasla
daha sık olan maligniteler, organ naklinden sonra da, sık görülmektedir48.
Malignite-organ nakli ilişkisi ile ilgili bilgilerin çoğu Dr Israel Penn
başkanlığındaki “Cincinnati Transplant Tumour Registry (CTTR)” ile
“Australia-New
Zealand
Dialysis
and
Transplantation
Registry
(ANZDATA)” gibi geniş kayıt sistemlerinden elde edilmektedir. Bu verilere
göre deri dışı malignitelerin insidansı yaş uyumlu kontrollere kıyasla 3,5
kat
daha
fazladır.
Bu
artış
birçok
kanser
insidansındaki
artışa
atfedilebilir42. Ancak birçok kanser tipinde gözlenen/beklenen kanser
insidansı tekdüze değildir. Kadınlarda meme, erkeklerde prostat kanseri
gibi bazı kanserlerin böbrek alıcılarındaki görülme sıklığı, genel nüfusa
göre daha azdır69. Aksine deri kanserleri ise transplant popülasyonu
arasında daha yüksek insidansa sahiptir. Kanser kayıtlarının verilerine
göre lenfoma, dudak kanserleri, Kaposi sarkoma, böbrek kanserleri ve
81
vulval veya perineal kanserler gibi genel popülasyonda nadir görülen
malignansiler ise transplant popülasyonunda daha yüksek bir insidansta
görülür46. Böbrek alıcılarında değişik malignitelerde gözlenen/beklenen
arasındaki
insidans
farkı,
böbrek
naklinden
sonra
birden
fazla
mekanizmanın malignite gelişmesine katkıda bulunuyor olması ile
açıklanabilir42. Bazı hastaların kronik rejeksiyon nedeniyle tedavilerinin
kesilip
diyalize
dönmesinden
gözlenmektedir84.
Transplant
sonra
bile,
hastalarında
malignansi
geliştiği
malignansiler,
normal
popülasyona göre daha agressif davranmaktadır85. Örneğin Kaposi
sarkoma, genel popülasyonun aksine transplant hastalarında daha sık
ortaya çıkmakta ve daha ciddi bir seyir göstermektedir86.
Böbrek
hastalıklarına
bazen
premalign
veya
malign
patolojiler eşlik etmektedir. Böbrek alıcıları arasında üriner maligniteler
daha sık görülebilir. Benzer şekilde nadir görülen paratiroid kanseri
riskindeki artış, uzun süreli böbrek hastalığına ve organ nakli öncesi
olaylara atfedilebilir. Bunda başka mekanizmaların da rolü olduğuna
inanılmaktadır. Böbrek nakli sonrası malignite insidansını artıran nedenler
Tablo 16’da verilmiştir. Organ naklinden sonra erken dönemde bazı
malignitelerin ortaya çıkma olasılığı diğerlerine göre daha yüksektir. Bunlar
arasında Kaposi sarkomunu saymak mümkündür. Diğer malignitelerin
büyük çoğunluğu geç dönemde ortaya çıkmaktadır. ANZDATA verilerinde
non-Hodgkin lenfomaların ortaya çıkışı ile organ naklinin yapıldığı zaman
arasında geçen ortalama süre 8-10 yıldır. Malignitelerin insidansı organ
nakli sonrası geç dönemde giderek artmaktadır. Organ naklinden 30 yıl
sonra deri dışı malignitelerin toplam görülme sıklığı %33’tür42. Deri
kanserleri de dahil olmak üzere kanser insidansı transplantasyondan 25 yıl
sonra %40’dır87.
82
2
Tablo 16: Böbrek nakli sonrası malignite insidansını arttıran nedenler
Kronik immun defekt
Kronik antijenik uyarı
Onkojenik viruslar
İmmün baskılayıcı ilaçların direkt etkisi
Uzun süreli üremi
Genetik eğilim
•
Kronik immun defekt:
Normal insanlarda anormal hücrelerin sıklıkla ortaya çıktığı
gerçeği, yaygın olarak benimsenmiştir. Bu gibi hücreler, somatik mutasyon
veya viral enfeksiyonla açığa çıkar ve zamanla otonom hale gelip
malignansi oluşturabilirler. Bu gibi potansiyel malignansilerin ortadan
kaldırılmasında immün sistemin önem taşıdığı da ortaya konmuştur
(Thomas 1959). Neoplastik mutasyon geçirmiş hücrelere yönelik denetim
mekanizmasının yok olması ya da azalmasının, bir kanser sebebi olarak
görülebileceği
de
öne
sürülmüştür
(Keast
1970).
Cyclosporin-A,
antilenfosit globulin ve OKT3 gibi güçlü antilenfosit aktiviteye sahip immün
baskılayıcı ajanların, T lenfositlerin eliminasyonu ve fonksiyonlarında
oluşturdukları değişiklikten
ötürü,
viral onkojenezi arttırdıkları öne
2
sürülmüştür .
•
Kronik antijenik uyarı:
Hastalarda yabancı allogreft antijenlerinin devamlı olarak
uzun süreli taşınması, kanser sebebi olarak önem taşıyabilir. Waldorf ve
Smithers’in çalışmalarıyla kronik olarak lenfoid uyarımın da yüksek
insidansta malign lenfomalara sebebiyet verdiği gösterilmiştir. Lenfoid
dokunun devamlı olarak uyarılması hiperplaziye ve sonuç olarak
83
malignansiye yol açar. Bunun yanı sıra, viral proliferasyon yapabilen latent
bir virojenin
aktivasyonuyla,
malign
bir transformasyon
gelişebilir.
Transplantasyon dışında diğer hastalıklar nedeniyle immün baskılayıcı
ajan kullananlarda, transplant vakalarına oranla çok daha düşük kanser
insidansı bildirilmiştir (Mc Ewan ve Petty 1972, Kinler ve ark 1979). Bu
durum, insan allogreft alıcılarında canlı antijen bulunmasının malignansi
oluşumundaki önemini ortaya koymuştur2.
•
Onkojenik virüslar (EBV, HBV, HCV, HPV):
Bazı malignitelerin viral enfeksiyonlarla oluştuğu konusunda
kuşku bulunmamaktadır. Normal koşullarda konakta sessiz kalacak olan
virüs, immün baskı altındaki böbrek alıcılarında potansiyel olarak ölümcül
malign değişime yol açabilir42. Onkojenik virüsler, deneysel tümör
modelleri sayesinde iyi bilinmektedir. Organ nakli alıcıları Epstein Barr
virüsü (EBV), herpes simplex virüsü (HSV), herpes zoster virüsü,
sitomegalo virüs (CMV) ve human papilloma virüsü (HPV) gibi virüsler
tarafından
oluşturulan
viral
enfeksiyonlara
duyarlıdır.
Bu
virüsler
insanlarda potansiyel onkojenlerdir. Örneğin EBV’nun nakil yapılmamış
insanlarda Burkitt Lenfoma ile ilişkisi bilinmektedir. Organ nakli alıcılarında
benzer tipte malignitelerin (lenfomalar, deri, dudak, serviks kanserleri gibi)
etiyolojisinde
de
muhtemelen
onkojenik
virüslerin
rol
oynadığı
düşünülmektedir46. Kinlen ve arkadaşları non-Hodgkin lenfoma, Kaposi
sarkomu ve hepatoma oluşumunda viral enfeksiyonun rol oynadığını
göstermişlerdir.
Transplantasyon
ve
bazı
malignitelerin
oluşumu
arasındaki kısa indüksiyon periyodu da, viral onkojenez lehinedir Çünkü
viral değişim immün baskılamanın başlamasıyla birlikte başlar. Organ nakli
alıcılarında, EBV ve lenforetiküler malignitelerin ilişkisi, cyclopsporin
tedavisinin ortaya çıkışından hemen sonra, hem bu ajanla tedavi edilen,
hem de diğer immün baskılayıcı ajanların kullanıldığı hastalarda
gösterilmiştir. Öne sürülen hipotez: cyclosporin ve anti lenfositik ajanlar
84
gibi immün baskılayıcıların, bazı T hücresi fonksiyonlarını inhibe ederek,
primer viral enfeksiyon ya da latent virüsün reaktivasyonuna yanıt olarak
kontrol edilemeyen B hücre proliferasyonuna neden oldukları şeklindedir.
Onkojenezde
viral
düşünülmüştür.
rol
Viral
ihtimali,
olarak
bazı
gelişen
siğil
bu
taşıyan
tümörler,
hastalarda
nerdeyse
da
nakil
hastalarının yarısında bulunur (Koranda ve ark 1974). Az sayıdaki hastada
da bu siğillerin malign tümörlere döndüğü açıkça belirtilmiştir. Bu değişim,
güneş gören bölgelerde olur ve bu da malign değişimde bir çok
karsinojenik uyarı gerektiğini gösterir2. Nakil hastalarında diğer viral
enfeksiyonlara bağlı kanserler arasında uterusun servikal karsinoması
(HPV ve HSV ile), hepatoma (HBV ile) ve Kaposi sarkomu (CMV ile)
sayılabilir46. Organ nakli alıcılarında premalign keratoz ve skuamoz hücreli
karsinoma oluşumları içinde onkojenik ve benign HPV tespit edildi. Bu
durum HPV’ün kütanöz malignansilerin gelişiminde bir rol oynayabileceğini
göstermektedir88.
•
İmmün baskılayıcı ilaçların direkt etkisi:
Yeni ve daha etkin immün baskılayıcı ajanların kullanımı,
transplant alıcıları için uzun süreli sağ kalımı sağladı. Buna bağlı olarak
kronik
immün
malignansilerin
baskılamanın
riskinde
artış
uygulandığı
olduğu
alıcılarda
“de
89
düşünülmektedir .
novo”
İmmün
baskılamaya bağlı onkojenetik katkıların yanı sıra, immün baskılayıcı
ajanlar direkt olarak da neoplastik olabilirler2. İmmün baskılayıcı ajanlar
DNA’yı hasara uğratabilir, hücrelerde malign dönüşüme yol açabilir,
normal immün kontrolü baskılayabilir ve malign değişimi gerçekleşen
hücrelerin
kontrolsüz
sağlayabilirler.
olarak
Hayvan
bölünme
modelinde
ve
çoğalmasına
cyclosporinin,
konağın
olanak
immün
hücrelerinden bağımsız olarak doğrudan “transforming growth factorbeta”nın
hücrelere
etkisiyle
kanserin
büyümesini
hızlandırdığı
gösterilmiştir42. Kombine tedavilerin kullanımı, kanserde bireysel immün
baskılayıcı ajanların etkisini değerlendirmek için zorluk oluşturmaktadır56.
85
Araştırıcıların çoğu, böbrek naklinden sonra deri dışı malignitelerde artmış
insidansın herhangi bir özel etken veya etkenlerden çok, doğrudan immün
baskının kümülatif etkisi ile ortaya çıktığına inanmaktadır. Yaşın organ
nakli sonrası malignite gelişme riskini arttırdığı gösterilmiştir. Bu nedenle
60 veya 65 yaşın üzerindeki organ alıcılarında immün baskı dozunun
mümkün olan en düşük düzeyde tutulması akılcı bir uygulamadır42.
•
Uzun süreli üremi:
Üremik hastalarda ve diyaliz hastalarında, hümoral ve
hücresel
immünitede
bozukluklar
vardır.
Bu
bozukluk,
diyaliz
hastalarındaki yüksek kanser riskini açıklayabilir2. Ayrıca, transplantasyon
sonrası devam eden kanser riskine de katkıda bulunabilir2.
•
Genetik eğilim:
Birçok transplant alıcısında kanserin oluşmasında, genetik
etkinin kişisel eğilimi denetlediği gösterilmiştir2. Von Hippel-Lindau
sendromu, Wiskott-Aldrich sendromu ve Drash sendromu gibi nadir bazı
genetik durumlarda görülen herediter papiller renal hücreli karsinoma
oluşumunda ailesel ve genetik faktörlerin etkisi gösterilmiştir56. Bazı
hastalardaki
renal malformasyonların
da,
renal
hücreli
karsinoma
71
gelişiminde risk artışına neden olduğu düşünülmektedir .
2.8.2.1. Böbrek Nakli Yapılan Hastalarda Kanser Etiyolojisi
Böbrek nakli yapılan hastalarda kanser etiyolojisinde rol
oynayan faktörleri 3 grupta toplamak mümkündür:
•
Kanserli böbrek nakli adayları
•
Nakledilen kanser
•
De novo (sonradan gelişen) kanser
86
1) Kanserli böbrek nakli adayları:
Transplantasyon öncesi kanser hikayesi olmayan alıcılarla
karşılaştırıldığında, invazif kanser hikayesi olan alıcılarda transplantasyon
sonrası kanser riskinin 2 kattan daha fazla olduğu gösterilmiştir56. Penn’in
retrospektif çalışmasında, hastalarda önceden var olan ve tedavi edilen
neoplazmların
böbrek
nakli
sonrası
tekrarı
%22
olarak
bildirildi.
Tekrarlayan vakaların %53’ü transplant öncesinde 2 yılda tedavi edilen,
%34’ü önceden 2-5 yıl tedavi gören ve %13’ü önceden 5 yıldan fazla
tedavi edilen hastalardaki kanserlerdi. Bu bulguların ışığında Dr Penn,
malignansi tipindeki farklılıklara göre hastalar için transplantasyon öncesi
2 yıl, 2-5 yıl ve 5 yıldan daha fazla bekleme periyodu önerdi90.
“The
European Best Practice Guidelines for Renal Transplantation” ve “The
American Society of Transplant Physician Guidelines”ın böbrek nakli ve
başarılı bir kanser tedavisi arasındaki bekleme periyodu için önerileri
Tablo 17’de gösterilmiştir. Bazı araştırıcılar Kaposi sarkomu gibi bazı
malignitelerin, nakil için kesinlikle kontrendike olduğunu bildirdiler. Kanser
küçük bir odaksa, uygun histolojisi varsa ve kanser tedavisi ile transplant
zamanı arasında uzun süre varsa kanser tekrarının düşük olması
beklenebilir. 1963-1999 yılları arasında Australian and New Zealand
Transplant Registry (ANTR) tarafından belirlenen 11894 böbrek nakli
alıcısının
210’unda
nakilden
önce
malignite
tanısı
koyuldu.
210
malignitenin 11’i (%5) tekrarladı69. Bu çalışmada diyalizden önceki kanser
tanısının prognozu, genel popülasyona benziyordu. Bu delillere dayanarak
diyalizdeyken malignite gelişen hastalar için nakilden önce 5 yıllık bir
bekleme süresi öneriliyor. Malignite tanısı hasta diyalize girmeden önce
koyulmuşsa bekleme süresinin 2 yıla kadar kısaltılabileceği bildiriliyor69.
87
Tablo 17: Böbrek nakli ve başarılı bir kanser tedavisi arasındaki bekleme
periyodu
69
<2 YIL
2 YIL
2-5 YIL
Tesadüfen tespit edilen renal karsinoma
In situ karsinomalar
Tek odaklı, küçük neoplazmlar
Düşük dereceli mesane kanseri
Bazal hücreli deri kanseri
2 yıldan daha az olanlar ve 2’den 5 yıla kadarkiler hariç
Melanomalar
Meme karsinomalar
Kolorektal karsinoma
Uterusun non-in situ karsinoması
Lenfomalar
Prostat karsinoması
>5cm veya semptomatik renal karsinoma
2) Nakledilen kanser:
Kanserli vericilerden organ grefti alan hastaların büyük
çoğunluğunda hem organda, hem de sistemik olarak malignite geliştiği
gösterilmiştir2. Hastaların çoğu da malignite nedeniyle kaybedilmiştir. Bu
nedenle kansere yakalanmış potansiyel organ vericilerinin, donör olarak
daha ileri tetkikleri yapılmalıdır. Donör organlarının çok az olması
nedeniyle, opere edilemeyen primer intraserebral malignitesi veya düşük
dereceli deri malignitesi olan donörlerin bağışları, seyrek metastaz
yapmaları nedeniyle kabul edilebilir. Yine de trajik olarak tüm dikkatlere
rağmen
sonuçta
metastatik
lezyonlara
sahip
böbrek
nakli
gerçekleştirilebilir2. Bu sonuç vericilerde malign bir hastalığın çok kapsamlı
bir şekilde araştırılmasını ve kanser hastalarının da transplant vericisi
olarak kabul edilmemesine büyük dikkat sarf edilmesini gerektirmiştir48.
88
3) De novo kanser:
Pratikte,
bütün
“de
novo”
neoplazmlar,
böbrek
nakli
hastalarında daha büyük bir insidansa sahiptir69. Cincinnati Transplant
Tumor Registry (CTTR)’ye göre organ alıcılarında en yaygın “de novo”
neoplazmlar; deri maligniteleri ve PTLD’dır69 (Tablo 17).
Böbrek dışındaki organ alıcılarının aksine böbrek alıcılarında
en fazla kütanöz maligniteler görülür ve nakil süresi ile insidans artar91.
Böbrek dışı organ alıcılarında ise en fazla PTLD görülür (Tablo 18). “De
novo” neoplazmların bu farklı dağılımı böbrek alıcılarının daha fazla takip
süresi ve daha düşük immün baskılama düzeyi ile açıklanabilir. Daha uzun
süreli sağ kalım sonucunda, alıcılar kütanöz maligniteleri hızlandıran
fiziksel
faktörlere
daha
fazla
maruz
kalmaktadırlar.
Iiddetli
akut
rejeksiyonları engellemek için kullanılan güçlü immün baskı tedavisi,
böbrek
alıcılarında
yaşamlarını
sürdürebilmeleri
diyalizle
sağlanabileceğinden dolayı diğer organ alıcılarına göre daha sık terk
edilir69.
Tablo 18: CTTR’ye göre böbrek ve diğer organ alıcılarında “de novo” malignansiler
69
Malignansi tipleri
Böbrek alıcıları
(8868 hastada 9508
malignansi)
Diğer organ alıcıları
(2087 hastada 2155
malignansi)
N
%
N
%
Deri kanserleri
3819
40
587
27
PTLD
1080
11
873
41
Akciğer karsinoma
505
5
147
7
Kaposi sarkoma
416
4
51
2
Serviks karsinoma
337
4
19
1
Böbrek maligniteleri
385
3
30
1
Vulva/perineum
karsinoma
265
3
20
1
89
Böbrek alıcılarda kanser insidansı, coğrafi bölgelere göre
değişiklik göstermektedir. “De novo” kanserlerin oranı tablo 19’da
görüldüğü gibi Avrupa’da %1.6, İskandinavya’da %3.3, ABD’de %5.6,
Avustralya’da %24 olarak bildirilmiştir. Avustralya’daki bu değişikliğin
sebebi,
deri
kanseri
oluşması
yönünden
yüksek
riskli
bölgeleri
olmasındandır. Eğer deri kanserleri göz ardı edilirse, nakil yapılan
hastalarda %4-7 kanser oranı olağandır. Penn 1975’de bu oranın, aynı
yaştaki genel nüfusa oranla 100 kat daha fazla olduğunu hesaplamıştır2.
Tablo 19: Alıcılarda kanser insidansının, coğrafi bölgelere göre dağılımı
Avrupa
% 1.6
Jacobs ve ark
İskandinavya
% 3.3
Birkeland ve ark
ABD
% 5.6
Penn ve ark
Avustralya
% 24.0*
Sheil ve ark
2
2.8.2.2. Böbrek Nakli Sonrası Gelişen Kanser Türleri
•
Deri kanserleri:
Deri kanserlerinin böbrek nakli yapılan hastalarda en yaygın
malignansiler olduğu ve böbrek nakli sonrası geçen süre ile arttığı
konusunda görüş birliği vardır. CTTR’e göre deri kanserleri, böbrek
alıcılarında bütün malignansilerin %40’ını oluştıurmaktadır69. İmmün
baskılamaya uzun süreli maruziyet, nakil sonrası deri kanseri gelişimi için
bağımsız bir risk faktörüdür92. Nordic Renal Transplant Registry
(NRTR)’ye göre böbrek nakli hastalarında insidans, genel popülasyonda
beklenenin 30 katıdır. İnsidans, immün baskılamanın ilk yılında %7 iken,
20 yıl sonra %82’lere ulaşabilmektedir69. Deri kanseri gelişmesi açısından
immün baskılamaya 5-10 yıl maruz kalanlar, 5 yıldan daha az maruz
kalanlara göre 4 kere daha yüksek riske sahiptir93. Etiyolojisinde güneşin
ultraviyole ışınları önem taşır56. Transplantasyondan sonra deri kanserinin
90
patogenezisinde deri tipi, immün baskılama ve güneş ışığı arasında
karşılıklı etkileşim söz konusudur. Deri kanserlerinin Batı Avrupa,
İskandinavya, ABD gibi ılıman ülkelerde çok yaygın olmadığı düşünülür.
Fakat bu ülkelerde de çok daha az güneş ışığına maruz kalmalarına
rağmen, böbrek nakli hastalarda deri kanseri gelişme riskinin gittikçe
arttığı
gözlenmektedir94.
Viral
etiyolojisinde
HPV
rol
oynadığı
düşünülmektedir56. Deri kanserinin geliştiği böbrek nakli alıcıları, genel
popülasyonda
etkilenenlerden
daha
gençtir
ve
alıcılarda
genel
popülasyonda görülenin aksine çok sayıda odak şeklinde ortaya çıkar95.
Genel popülasyonda bazal hücreli karsinoma, skuamoz hücreli karsinoma
oranı 5:1 iken, böbrek nakli hastalarında bu oran 1,8:1 şeklinde skuamoz
hücreli karsinoma lehinedir69. Transplantasyonun gerçekleşmesi ve ilk
karsinomanın ortaya çıkışı arasındaki ortalama latent periyodun 39,5 ay
gibi çok kısa bir süre olduğu bildirilmiştir96.
•
Posttransplant lenfoproliferatif hastalık (PTLD):
PTLD, nakil sonrası immün baskılama koşullarında ortaya
çıkan
lenfoid
hücre
çoğalması
ile
karakterize
bir
hastalık
kombinasyonudur. Benign polimorfik hiperplazi ve poliklonal hiperplaziden
maligniteye dönüşüm oldukça yüksektir69. En yüksek insidansı nakil
sonrası ilk aylar veya yıllarda görülür ve görülüm sıklığı zaman ilerledikçe
azalır47. Opelz ve Hendreson böbrek nakli yapılan hastalarda PTLD
insidansını ilk yıl için %0.2 (genel popülasyondan 20 kere daha fazla)
olarak
bildirmişlerdir.
PTLD
gelişiminde
ana
risk
faktörü
EBV
enfeksiyonudur. EBV sero-pozitif organ alan sero-negatif hastalarda PTLD
insidansı, sero-pozitif alıcılardan birkaç kere daha fazladır. Böbrek nakli
alıcılarında ATG/ALG veya OKT3 kullanımının PTLD riskini 1.8 kat
arttırdığı bildirilmiştir. Böbrek nakli hastalarında PTLD için rölatif risk, genel
popülasyondan NRTR’e göre 10 kere, diğer kayıtlara göre ise 4.8 kere
daha fazladır. CTTR’de böbrek nakli yapılan hastaların kaydedilen
kanserlerinin %11’i PTLD’tır. Genel popülasyonda ise lenfoproliferatif
91
durum neolazmların %6’sıdır. Çocuklarda mortalite %48’lere kadar
çıkabilmektedir69.
•
Kaposi sarkoma:
Kaposi sarkoma, böbrek nakli yapılan popülasyonda yüksek
bir insidansa sahiptir. Nakil sonrası ilk yıllarda en fazla olarak görülür.
Görünüm sıklığı zamanla azalır. Transplant alıcılarında ortalama görülme
zamanı 13-72 ay arasıdır87. Etyopatolojisi Human Herpes Virüs-8 (HHV-8)
enfeksiyonu ile ilişkilidir. Böbrek alıcısının nakil öncesi sero-pozitif olması,
nakil sonrasında bu malignansinin gelişmesi için bir risk faktörüdür69.
Dağılımı belli bölgeler ve ırklara göre değişiklik göstermektedir97. Bu
malignansi Yunan, İtalyan, Türk, Yahudi ve zenci transplant alıcılarında
daha sık görülür. Genel popülasyonda çok nadir görülürken böbrek nakli
hastalarında belirlenen malignansilerin %4’ünü oluşturur. CTTR’e göre
transplant alıcılarında genel popülasyondan 400-500 kez daha fazladır69.
Mortalite %50’lere ulaşabilir69. Türkiye’de 10 yıllık bir periyotta incelenen
böbrek nakli yapılmış 772 hastanın %3,2’sinde Kaposi sarkoma vakası
tespit edilmiştir85. Haberal ve ekibinin 1975-2004 yılları arasında 86
pediyatrik hastada gerçekleştirdiği böbrek nakilleri sonrasında geç dönem
komplikasyonu olarak 2 hastada Kaposi sarkoma geliştiği bildirilmiştir44.
•
Melanoma:
Görülme zamanı nakil sonrası ortalama 5 yıldır. Açık renkli
göz ve saça sahip olan bireylerde daha fazla görülür. Böbrek nakli
popülasyonunda genel popülasyondan NRTR’e göre1.6 ve ANTR’e göre
3.3 kere daha fazladır. Yetişkinlerde transplantasyon sonrası “de novo”
deri kanserlerinin %6.2 ‘ni, çocuklarda ise %15’ini oluşturur69.
92
•
Renal hücreli karsinoma (RCC):
İlk kez, 1977’de Dunhill ve arkadaşları edinsel kistik böbrek
hastalığı ve hemodiyaliz arasında bir ilişkinin varlığını bildirmişlerdir98.
Edinsel renal kistik hastalık, yaş ve primer böbrek hastalığından bağımsız
olarak hemodiyalizde veya periton diyalizde olan hastalarda ortaya çıkar
ve prevalans diyalizin süresiyle artar99. 3 yıldan daha az diyalizde olan
hastalarda %10-20, 3 yıl diyalizde olan hastalarda %40-60, 5 yıldan daha
fazla diyalizde olan hastalarda ise %90’dan daha fazla edinsel renal kistik
hastalık tespit edilmiştir100. Edinsel kistlerden sonra sekonder gelişen
RCC,
diyaliz
süresiyle
ilişkili
bulunmuştur99.Transplant
alıcılarında
ortalama ortaya çıkma süresi 84 aydır, ama bu maligniteler diyalizdeki
hastalarda da sıklıkla oluştuğu için bu süre değişkenlik göstermektedir69.
RCC alıcının kendi böbreğinde ve daha az sıklıkla da nakledilen böbrekte
görülebilir101. Analjezik nefropatisi ve hastanın fonksiyonsuz kendi
böbreğini etkileyen edinsel kistik hastalık, böbrek kanseri gelişimi için bir
risk faktörüdür71. Böbrek nakli yapılan hastalarda yaş uyumlu genel
popülasyona oranla böbrek kanseri gelişme riski 7 kere daha fazladır.
Bütün böbrek nakli malignansilerinin de %4.6‘sını oluşturmaktadır. Genel
popülasyonda görülme sıklığı ise %3’dür. Böbrek nakli alıcılarında “de
novo”
RCC’ların
%25’i
tesadüfen
fark
edilir.
Mortalite
%40’dır69.
Malignansinin kümülatif prevalansı takip edilen süreyle artış gösterir.
İmmün baskılamanın yoğunluğu ve süresi transplantasyon sonrası
malignansi gelişimi için önemli bir risk faktörüdür71.
•
Anogenital karsinoma:
Genel popülasyonda %0.7, böbrek nakli alıcılarında ise %3
olarak görülür. Ortalama görülme süresi 7 yıldır69. HPV enfeksiyonu bir
risk faktörüdür102. ANTR’e göre ATG/ALG veya OKT3 tedavisi uterus,
serviks, vajina ve vulva kanserlerini artırmıştır69.
93
Tablo 20’de dünyada transplantasyon sonrası kanser vakaları
ve Tablo 21’de 1990-2004 yılları arasında yapılmış çalışmalardaki verilere
dayanarak transplantasyon sonrası malignansi insidansları verilmiştir69.
94
Tablo 20: Dünyada transplantasyon sonrası kanser vakaları
Ülke
Yıl
Hasta
Malignansi
sayısı
sayısı
İnsidans
Tedavi
Deri
Lenfoma
Kaposi
(%)
(%)
S (%)
Avustralya
1996
6993
1915
27,38
CsA-Aza
75,10
3
0,73
Kanada
2002
760
93
12,20
CsA-Aza
42,30
2,70
1,80
Danimarka
2000
1821
109
11,40
NS
56,40
9,30
0
Finlandiya
1994
2090
94
4,50
CsA-Aza
10,20
7,40
2,10
Fransa
1997
1710
133
7,78
CsA-Aza
39
15
6,80
Almanya
1997
2372
1476
6,20
CsA-Aza
50
5,70
0,40
İtalya
1996
854
76
8,90
CsA-Aza
46
4
17
Rusya
2000
718
33
4,60
CsA-Aza
12,10
6,00
45,40
İspanya
2003
2121
84
4,24
CsA-Aza
33,30
12,20
5,50
İngiltere
1995
918
70
7,63
CsA-Aza
53
9
0
USA (IL)
1996
305
28
9,18
CsA
71
7,10
3,60
USA (AL)
1995
3359
137
4,08
CsA-Aza
41
8,80
0
Güney
2001
542
41
7,56
CsA-Aza
31,70
4,90
53,60
Mısır
1997
950
22
2,32
CsA-Aza
4,50
13,60
50
İran
2000
1216
21
1,73
CsA
14,20
33,30
23,80
Japonya
1997
1744
46
2,64
CsA-Aza
0
10,90
0
Kore
1998
1600
32
2,00
CsA
NS
NS
15,60
Meksika
1992
318
16
5,03
CsA-Aza
37,50
18,80
6,20
Pakistan
1999
630
12
1,90
CsA
0
50
33,30
Türkiye
1999
1167
33
2,83
CsA-Aza
NS
NS
25,80
Türkiye
2001
954
36
3,80
CsA-Aza
25
22,50
25
Afrika
NS: spesifik değil
94
69
Tablo 21: Transplantasyon sonrası malignansi insidansı (1990-2004)
Araştırıcı
Böb. Nakli
sayısı
Kasiske ve ark (2004)
Stewart ve ark (1995)
35765
a
Malignansi sayısı
Rapor edilmemiş
Malignansi insidansı
%
14,9
25914
762
2,9
Sheil ve ark (2001)
9796
3061
31,0
Adami ve ark (2003)
5931
692
11,6
Birkeland ve ark (1995)
5692
471
8,3
Lampreabe ve ark (1993)
5635
165
3,2
Kyllonen ve ark (2000)
3440
230
6,7
Vilardell (1992)
2222
66
3,0
Birkeland ve ark (2000)
1821
175
9,6
Hoshida ve ark (1997)
1744
46
2,6
Hiesse ve ark (1997)
1710
133
7,7
Mankin ve ark (1989)
1605
59
3,7
Anaya ve ark (1995)
1528
46
3,0
Danpanich ve Kasiske (1999)
1500
88
5,8
Behrend ve ark (1997)
1497
147
9,8
Ishikawa ve ark (2000)
1312
40
3,0
Fahlenkamp ve ark ( 1996)
1243
39
3,1
Villacampa ve ark (1998)
1231
28
2,3
Tremblay ve ark (2002)
924
London ve ark ( 1995)
918
70
7,6
Pecqueux ve ark (1990)
709
19
2,7
Schmidt ve ark (1996)
633
38
6,0
Ondrus ve ark (1999)
620
18
2,9
Vogt ve ark (1990)
598
18
3,0
Gaya ve ark (1995)
274
54
19,7
Dantal ve ark (1998)
231
60
25,0
a
Rapor edilmemiş
12,2
23729 böbrek ve 2185 kalp nakli
95
Pediatrik alıcılarda gelişen malignansi tipleri ise genel
pediatrik popülasyondan ve yetişkin alıcılardan çok farklıdır103. Pediyatrik
alıcılardaki lenfomalar bütün malignansilerin %52’sini kapsar. Pediatrik
alıcılardaki lenfomaların %85’i çocukluk döneminde meydana gelir104. 25
yaş altındaki hastalar transplantasyon sonrası ilk 2 yıl sonrası özellikle
artan bir riske sahiptir105. İkinci en yaygın malignansi deri kanserleridir104.
Fakat bunlar yetişkin alıcılardakinden
daha az sıklıkta oluşur. Malign
melanomlar ve dudak kanserleri ise pediatrik alıcılarda yetişkinlerden daha
yaygındır103. Genel popülasyonla kıyaslandığında yetişkin böbrek nakli
popülasyonunda iki kat sıklıkla oluşan RCC, pediyatrik böbrek nakli
alıcılarında nadirdir104. Lenf düğümlerine yayılma, pediatrik alıcılarda
yetişkinlerden daha fazladır. Bunları vulva ve perineumun sarkoma ve
karsinomaları izler. Bu malignansiler çocukluktan sonra ortaya çıkar.
Pediatrik alıcılarda gelişen diğer malignansiler: tiroid karsinoma, Kaposi
sarkoma, baş boyun kanserleri, serviks karsinoma, lösemi, ovaryum
karsinoma, renal karsinomadır103.
96
2.9 . Genotoksisite Testleri
Moleküler epidemiyoloji ve toksisite alanındaki gelişmeler
hastalık ve toksik bir durumun erken teşhisi için değerli yöntemlerin ortaya
çıkmasını sağlamıştır. Çevresel ve mesleksel maruziyetlerde bu yöntemler
büyük
önem
taşımaktadır.
Kanser etiyolojisiyle
ilgili çalışmalarda,
biyogöstergelerinin kullanılması ile daha az bireyle daha hızlı çalışabilme
ve daha doğru maruziyet değerlendirmesi yapabilme olanağı vardır. Hücre
düzeyinde biyolojik izleme, genotoksik maddelere maruziyet sonucu
ortaya
çıkan
kromozomal
hasarı
saptamada
geleneksel
olarak
kullanılmaktadır. Genotoksisite terimi, genellikle DNA’ya ya da kromozoma
zarar
verebilen
kimyasalları
tanımlamak
için
kullanılmaktadır.
Genotoksisite, mutasyonların ya da kromozom hasarının ölçümü ile
doğrudan saptanabilmektedir106.
Genotoksik kimyasallara maruz kalmış popülasyonlardaki
kromozomal hasarın tespiti için en fazla kullanılan genotoksisite
yöntemleri: Mikroçekirdek Yöntemi (MÇ), Comet Yöntemi, Kromozomal
Aberasyon (CA), Kardeş Kromatid Değişimleri (SCE), Floresan In Situ
Hibridizasyon Yöntemi (FISH), protein katım ürünleri, DNA katım ürünleri,
hipoksantin
guanin-fosforiboziltransferaz
(HPRT)
mutasyonlarıdır.
Yöntemlerin birçoğu in vivo ve in vitro olarak çeşitli hücrelerde yaygın
olarak kullanılmaktadır. Periferal kan hücreleri (lenfositler), eksfoliye
hücreler (yanak, burun, serviks epiteli gibi) ve in vitro hücre kültürü için
kullanılan hücre dizileri genotoksisite yöntemlerinde kullanılan hücre tipleri
arasındadır106.
97
Çalışmamızda kullanılan yöntemler:
•
Comet Yöntemi /The single cell gel electrophoresis (SCGE)
•
Modifiye Comet Yöntemi
•
Mikroçekirdek Yöntemi
•
FISH kombine Mikroçekirdek Yöntemi
•
Eksfoliye bukkal epitelde Mikroçekirdek Yöntemi’dir.
2.9.1. Comet Yöntemi (Single Cell Gel Electrophoresis Assay)
DNA
hasarını
ölçmek
için
sıklıkla
kullanılan
etkinin
biyogöstergelerinden birisi Alkali Comet Yöntemi’dir108. Comet Yöntemi,
denatüre olan DNA’nın elektroforetik bir alan boyunca göçüne dayanan,
tek tek hücrelerin DNA hasarını ölçmek için kullanışlı, hızlı, kolay ve
duyarlı bir yoldur107. İlk olarak 1984 yılında Östling ve Johanson tarafından
tek tek hücrelerde DNA hasarının direkt olarak gösterilmesinde bir teknik
olarak sunulmuştur83. 1989 yılında Singh ve ark. tarafından geliştirilen
yöntem, daha sonra çeşitli modifikasyonlarla genotoksisite ve apoptoz
araştırmalarında sıklıkla kullanılır hale gelmiştir108. Bu testte hücreler agar
içine yerleştirilir ve DNA’ları lizis edilir. DNA’yı gevşetmek ve denatüre
etmek için alkali ile muamele edilir ve elektriksel alana maruz bırakılır109.
Tek veya çift zincir kırıklarının, alkali labil bölgelerin ve gevşek
kromatinlerin varlığı, bozulmamış çekirdeksel DNA’nın ilerisine, anoda
doğru hareket eden DNA fragmanlarına yol açar110. Elektriksel alanda
DNA hasarı olan hücrelerde, DNA’sı bozulmamış olan hücrelere göre
daha fazla DNA göçü olmaktadır107. Küçük fagmanlar ve gevşek luplar,
bozulmamış DNA’dan ve daha büyük yapılardan daha uzağa hareket
edebildikleri için mikroskop altında kuyruklu yıldız benzeri bir yapı
oluşur111. Bu nedenle yönteme Comet Yöntemi adı verilmiştir112. DNA’nın
sağlam kısmı yıldızın başını, kırık zincirler ise kuyruğunu oluşturur77. Bu
yapılar uygun DNA boyamasıyla (EtBr, silver stain veya floresan boyalarla)
98
mikroskopta değerlendirilebilir. Basitliği ve duyarlılığı nedeniyle Comet
Yöntemi,
genotoksisite
testleri
arasında
kendine
önemli
bir
yer
bulmuştur112. Comet Yöntemine ilgi duyulmasının diğer nedenleri: hücre
örneklerinin sayısındaki azlık ve farklı dokulardan yeterli hücre örneğinin
invaziv olmayan işlemlerle elde edilebilmesi nedeniyledir113.
Comet Yöntemi ile, çalışılan bireydeki bazal DNA hasarı
değerlendirilir. Oluşan DNA görüntüleri, DNA hasarının miktarı tahmin
edilerek veya kuyruk boyu ölçülerek analiz edilir. İmaj analiz cihazları
çeşitli parametreleri analiz edebilir: Cometlerin momentleri, göç eden DNA
yüzdeleri, kuyruk uzunluğu, kuyruk yoğunluğu gibi114. Kuyruk uzunluğun
tek
başına
comet görüntüsünü
bir
çizgi
olarak
yansıtamayacağı
düşünülmektedir110. Kuyruk yoğunluğu gevşeyen ya da kırılan parçaların
sayısını yansıtırken, kuyruk momenti ise kuyruk uzunluğunun ve
yoğunluğunun bir arada ifadesidir83. Bu yöntem çok duyarlıdır ve sonuçları
yorumlamak için bilgili bir araştırmacıya ihtiyaç duyulur114. Gözle yapılan
değerlendirme ile %DNA arasında ise düzgün lineer bir ilişki vardır115.
Comet ile yapılan DNA hasarı değerlendirmelerinde yaş,
cinsiyet, çevresel faktörlerin (egzersiz, güneş ışığı, hava kirleticiler gibi)
etkisi olduğu bilinmektedir. Bazı çalışmalar mevsimsel değişikliklerin
rolünü de göstermektedir115.
DNA hasarının doğru ölçümü bazı faktörlere bağlıdır83:
•
Lizis durumu ( tuz konsantrasyonları, pH, lizis süresi)
•
Elektroforez öncesi yıkama basamağı (arta kalan tuzlar DNA
göçünü inhibe edebilir)
•
Agaroz konsantrasyonundaki artış
•
Lamların elektroforez öncesi kullanılan tamponla dengelenip
dengelenmemesi
99
•
Elekroforez süresinin kısalması
DNA göçünü etkileyebilir83.
Enfeksiyon, beslenme bozukluğu, kan örnekleme zamanı
veya ağır fiziksel aktivite gibi faktörlerin comet formasyonuna neden
olduğu bildirilmiştir. Bu durum kontrol edilmelidir. Genomik hasar için en az
bir diğer gösterge ile kombinasyon önerilmektedir112.
2.9.2. Modifiye Comet Yöntemi
Alkali şartlar hazırlandığında Comet Yöntemi; tek ve çift
zincir kırıklarını (fakat ikisini birbirinden ayırt edemez), alkali labil olan
bölgeleri (tek zincir kırıklarında), tamamlanmamış eksizyon tamirlerini (tek
zincir kırıklarında), DNA-DNA ve DNA-protein etkileşimlerini tespit eder.
DNA modifiye edici enzimleri eklenerek, Comet Yönteminin spesifikliği
arttırılabilir116. Comet Yönteminde başarıyla kullanılan enzimler; alkilasyon
hasarı için Alk A, okside edici pürinler için formamidopyrimidine DNA
glycosylase (FPG/ Mut M), okside edici primidinler için endonuclease III
(Endo III), DNA-protein etkileşimleri için proteinkinaz K’dır114. Radikallerin
DNA ile etkileşimi sonucu DNA’da yaklaşık 20 tane oksidatif hasar ürünü
oluşmaktadır4. Bunların arasında en fazla miktarda oluşan ve en mutajenik
DNA hasarı, 8-hidroksideoksiguanozindir (8-OHdG)77. DNA’da tüm pürin
ve pirimidin bazları arasında guanin, oksidasyona daha çok yatkındır118,
119
. 8-OHdG, hidroksil radikalinin DNA bazlarından guaninin 8. karbonunu
oksitlemesi ile oluşur4. Böylece 8-OHdG, DNA replikasyonu sırasında
sitozin yerine adeninle eşleşerek G:C →T:A mutasyonuna neden olur. 8OHdG, DNA onarım enzimleri tarafından kesilerek uzaklaştırılır, periferik
dolaşıma geçer ve idrarla atılır74. Bu nedenle 8-OHdG, hem hücre içi
oksidatif DNA hasarının, hem de onarım seviyesinin göstergesidir117.
Onarımın yetersiz olduğu koşullarda hasar kalıcı hale gelir77. Bu baz
100
değişimi mutasyona uğramış protoonkogenler ve tümör baskılayıcı
genlerde sıklıkla görülmektedir. 8-OHdG’ne spesifik bir endonükleaz olan
FPG kullanılarak, bu hasarın bulunduğu bölgelerde ilave kırıklar
oluşturmak yoluyla DNA üzerindeki 8-OHdG kalıntılarının sıklığı Comet
Yöntemi ile belirlenebilmekte ve oksidatif DNA hasarının bir göstergesi
olarak değerlendirilmektedir. Burada amaç, DNA zincir kırıkları ve FPGduyarlı bölgelerin sıklığının belirlenmesidir116. DNA üzerinde zincir kırıkları
oluşumu sadece oksidatif strese bağlı olmayıp UV, radyasyon ve DNA
hasarlarının onarımı sırasında da geçici olarak ortaya çıkabilmektedir.
Oysa 8-OHdG kalıntıları sadece oksijen ve nitrojen radikalleri tarafından
oluşturulmaktadır77.
ENDOIII ile tayin edilen DNA lezyonları110:
•
5,6-dihidroksi-5,6-dihidro-2’-deoksitimidin (timidin glikol, dTg)
•
5,6-dihidroksi-5,6-dihidro-2’-deoksiüridin (urasil glikol, dUg)
•
5 hidroksi-2’-deoksisitidin (5-OHdC)
•
5 hidroksi-2’-deoksiüridin (5-OHdU)
FPG ile tayin edilen DNA lezyonları110:
•
7-hidro-8-okso-2’-deoksiguanozin (8-oxodG)
•
2,6-diamino-4 hidroksi-5-formamidoprimidin (FapyGua)
•
4,6-diamino-5-formamidoprimidin (FapyAde)
2.9.3. Mikroçekirdek (MÇ) Yöntemi
Literatürde
mikroçekirdek
(MÇ),
küçük
çekirdek
anlamındadır120 ve Howell-Jolly cisimcikleri olarak da bilinir121. MÇ, hücre
bölünmesinde mitozun metafaz-anafaz geçişi esnasında, iki kardeş
hücrenin
içine
kromozomlardan
katılamayan
oluşur.
asentrik
İlerleyen
fragmanlardan
aşamalarda
interfaz
veya
tam
hücresinin
sitoplazmasında bir membranla çevrili kromatin materyali içeren küçük bir
101
çekirdek olarak ortaya çıkar122. Bu olaylar oksidatif stresle, klastojen veya
anojenlere maruziyetle, hücre siklusunu kontrol eden ve/veya DNA onarım
genlerindeki genetik defektlerle tetiklenebilir123. Anöploidiyi uyaran ajanlar,
sentromer
bölünme
hatalarına
ve
iğ
iplikçiklerinde
fonksiyon
bozukluklarına yol açarak; klastojenler ise kromozom kırıkları oluşturarak
MÇ oluşumuna katkıda bulunmaktadırlar121 (Iekil 17). MÇ görülmesindeki
sıklık, kromozom kırılmalarına veya kayıplarına ve hücre bölünme oranına
bağlıdır120.
ekil 17: MÇ formasyonu
124
MÇ Yöntemi mitoz geçiren tüm bitki, hayvan ve insan
hücrelerinde, fiziksel ve kimyasal ajanların oluşturduğu genotoksik etkinin
belirlenmesinde kullanılabilir125. Bu yöntem, 1950’lerde bitki hücrelerinde
kromozom hasarının ölçülmesinde, 1970’lerde hayvan hücrelerinde ve
daha sonra Haddle ve arkadaşları tarafından kültüre edilmiş insan
lenfositlerinde kimyasal karsinojenleri belirlemeye yönelik bir test olarak
kullanılmaya başlanmıştır. Bazı araştırmacılar geliştirdikleri modifiye
metotlarla anöploidiye yol açan ajanlar ile klastojenleri birbirinden ayırmak
için MÇ büyüklük farkından yararlanmışlar; klastojenlerce uyarılan
MÇ’lerin asentrik kromozomal fragmanlar içeren küçük ebatlı, anojenlerce
uyarılan MÇ’lerin tam kromozom içeren daha büyük ebatlı olduğunu
göstermişlerdir126. Daha sonra 1985’de Fenech ve Morley tarafından
geliştirilen sitokinezisin bloke edildiği MÇ Yöntemi (SBMÇ), bazı kinetik
102
problemlerin ortadan kalkmasını ve tekniğin uygulanmasındaki güvenirliğin
artmasını sağlamıştır127. Bu metot, küf mantarlarının metabolitlerinden biri
olan Sitokalazin-B (Cyt-B) ile bir çekirdek bölünmesi geçiren hücrelerde,
sitokinezi durdurma esasına dayanmaktadır (Iekil 18). Cyt-B, sitokinezis
esnasında
kardeş
çekirdekler
arasında
sitoplazmanın
daralmasını
sağlayan mikrofilament halkasının oluşumu için ihtiyaç duyulan bir aktin
polimeraz
inhibitörüdür128.
Standart
lenfosit
kültürlerine
uygun
konsantrasyonda Cyt-B ilavesiyle, çekirdek bölünmesini tamamlamış,
ancak sitoplazmik bölünmesini gerçekleştirememiş çift çekirdekli hücreler
kolaylıkla
tanınarak
Heddle
ve
Countryman’in
kriterlerine
göre
sayılabilmekte ve MÇ bulunduran hücrelerin oranı saptanabilmektedir. Bu
yöntem ilk başta, insan lenfosit kültürlerinde kullanım için geliştirilmişti.
Ama daha sonra, solid tümör ve kemik iliği hücreleri gibi çeşitli hücre
tiplerine de adapte edilidi121.
MÇ Yöntemi kromozom kaybı ve kromozom kırıklarını
güvenilir bir şekilde belirlemeye olanak verir121. MÇ genetik hasara yol
açan iç ve dış indikatörlere duyarlıdır ve in vivo ve in vitro genotoksisite
testleri içinde en önemli son noktalardan birisidir20. Genotoksik ajanlara
maruz kalan insan popülasyonlarında kromozomal hasarın varlığını veya
yokluğunu
değerlendirmek
için
periferal
kan
lenfositlerindeki
MÇ
frekansının ölçülmesi moleküler epidemiyoloji ve sitogenetikte geniş bir
şekilde
kullanılır.
MÇ
tekniğinin
basitliği,
çok
sayıda
hücrenin
incelenebilmesi, yüksek güvenilirlik ve düşük maliyeti in vitro ve in vivo
genomik hasar çalışmalarında bu biyogöstergenin benimsenmesine ve
başarısına katkıda bulunmuştur127.
103
128
ekil 18: Cyt-B ilavesiyle MÇ formasyonun süreci
MÇ Yönteminde sadece iki çekirdekli hücrelerde MÇ sayımı
yapılır121. İncelenen alanda, kültür süresi içinde ikinci bölünmesini
tamamlamış 3, 4 ve daha fazla çekirdekli hücrelere de rastlanmaktadır;
ancak MÇ sayımında Heddle ve Countryman’in kriterlerine göre bu
hücrelerde görülen MÇ’ler değerlendirme dışı bırakılmaktadır126. MÇ
Yönteminde diğer önemli bir nokta, tek çekirdekli hücrelerde sayılan MÇ’in
de alternatif bir kavram olmasıdır. Bunun dayanağı; lenfositlerin zaten in
vivo hücre bölünmesinin bir sonucu olarak ifade edilen mikroçekirdeği
içinde bulundurmasıdır132. Tek çekirdekli hücrelerdeki MÇ, Cyt-B ile
kültüre koymadan önce hücrelerde var olan DNA hasarını göstermektedir.
Binükleer hücrelerdeki MÇ sayılmasına ilave olarak, tek çekirdekli
hücrelerde de MÇ sayımının yapılması, daha kapsamlı bir işlem olup, MÇ
olarak kaydedilen bütün DNA hasarını ifade edebilmektedir129.
Lenfosit proliferasyon oranını değerlendirmek için nükleer
bölünme indeksi (NDI) aşağıdaki formüle göre hesaplanır130.
NDI =
1 mono + 2 bi + 3 tri +4 tetra
---------------------------------------------Toplam sayılan hücre sayısı
MÇ tetiklenmesi ve kanser gelişimi arasında bir ilişkinin
varlığı çok sayıda çalışmayla desteklenmektedir. Kanıtların bazılarının
kapsamı aşağıdaki şekildedir125, 131:
104
i) Tedavi edilmeyen kanser hastalarında ve kansere yatkın olduğu
bilinen konjenital hastalıklı kişilerde bu biyogöstergenin yüksek frekansta
olması. Ör: Bloom sendromu, ataxia telengiectasia gibi.
ii) Klinikte kimyasallarla yapılan çalışmalarda oral mukozada bir
yardımcı biyogösterge olarak kullanılan MÇ frekansında artışın olması.
iii) MÇ tetikleyen ajanlar ve karsinojenesite arasındaki korelasyonun
varlığı. Ör: iyonize radyasyon ve ultraviyole.
iv) Folat, kalsiyum, vitE, nikotinik asit gibi kanser riskinin
azaltılmasıyla ilgili belirli vitamin ve minerallerin diyetle alınımı ve/veya kan
konsantrasyonları ile MÇ frekansı arasındaki ters korelasyonun varlığı.
Sitokinezisin bloke edildiği kültüre edilen lenfositlerde
gözlenen MÇ, muhtemelen daha önceden var olan MÇ’den de
türeyebilir132 (şekil 19). Kandan toplanan bazı lenfositler, toplanmadan
önce son hücre bölünmesi sırasında in vivo olarak belirlenen bir MÇ
içerebilir. Lenfositler, son bölünme ve kanın toplandığı zaman arasındaki
sürede kültürde bölünme için stimüle edildikten sonrasına kadar eksprese
edilmeyen Go’da hücrelerdeki ilave DNA lezyonlarını biriktirebilir131.
ekil 19: MÇ oluşumu
132
105
Kültürdeki insan lenfositlerinde spontan MÇ frekansı, sirküle
şekilde uzun süre yaşayan (yaklaşık 3-4 yıl) lenfositlerin yaşam süresinde
genetik hasarın birikiminin bir kaydını verir. Gözlenen genetik kararsızlık,
olgun lenfositlerin orijin aldığı kök hücre soyunda biriken mutasyonları da
yansıtabilir124. Endojen DNA hasarının büyük bölümü, organizmanın
detoksifikasyon mekanizmasından kaçan reaktif oksijen türleri tarafından
tetiklenir. Reaktif oksijen türlerinin yüksek miktarda olduğu durumlarda
yakın çevredeki tek zincir kırıkları, çift zincir kırığı formasyonuna neden
olabilir ve sonuçta MÇ oluşumu artar. MÇ insidansı DNA tamir sürecinden
etkilenir görünmektedir. Bir hücre siklusunda kesip çıkarma ile onarılabilen
lezyonların mikroçekirdeğe dönüşümü, insan lenfositlerine DNA onarım
inhibitörlerinin
artabilir20.
eklenmesiyle
MÇ
Yöntemiyle
kültürdeki
lenfositlerinde şekil 20’de görüldüğü gibi kromozom kırıklarının ve
kaybının, disentrik kromozomların, nükleoplazmik köprülerin (NPB), gen
amplifikasyonlarının (Nbud), nekrozis ve apoptozisin değerlendirmesi
yapılabilir133.
ekil 20: Sitotoksik/genotoksik bir ajana maruziyet sonrasında hücrelerde MÇ
133
Yöntemiyle belirlenebilen oluşumlar
106
Disentrik kromozom, bölünebilen hücrelerde bir sorun olarak
karşımıza çıkar. Çünkü anafazda iki sentromer zıt kutuplara çekilirken
NPB oluşumuna neden olur. Daha sonra bu köprünün eşit olmayan bir
şekilde kırılmasıyla gen amplifikasyonu ve daha fazla sayıda köprükırılma-füzyon olayları birbiri ardına gerçekleşir (Iekil 21). Bunun
sonucunda
mutasyonda aşırı bir artış görülür. Gen amplifikasyonları
onkogen miktarında değişime neden olabilir ve bu durum kanser riskinde
artışı yol açabilir134.
ekil 21: Köprü-kırılma-füzyon ve gen amplifikasyonu döngüsü
134
Sağlıklı bireylerin lenfositlerinde tek bir binükleer hücredeki
MÇ sayısı 0-3 arasındadır. Ama genotoksinlere ve yaşa bağlı olarak 3’den
fazla olabilir121. Yaş ve cinsiyet MÇ indeksini etkileyen en önemli
demografik değişikliklerdir. İlerleyen yaşla MÇ frekansında artış olduğu
gösterilmiş ve bu durum DNA onarım kapasitesindeki bozulmayla
ilişkilendirilmiştir. MÇ, kadınlarda yaş gruplarına bağlı olarak erkeklerden
daha fazladır ve yaşla daha artmaktadır. MÇ frekansı; folat eksikliği,
vitB12 ve homosisteinin plazma seviyeleri gibi diyet faktörlerinden de
etkilenir. Çeşitli biyolojik faktörler ve deneysel değişiklikler MÇ frekansının
107
değerlendirmesini
etkileyebilir.
Örneğin;
laboratuar
şartları,
farklı
teknisyenlerin MÇ sayımları en önemli faktörler arasındadır131.
Yapılan
çalışmaların
sonucunda
periferal
kan
lenfositlerindeki MÇ formasyonu, kanser riskini önceden bildiren bir
biyogösterge olarak kabul görmektedir134. Bu veriler deneysel, mekanistik
ve
ilgili
çalışmalardan
toplanan
delilleri
destekler
ve
güçlendirir.
Lenfositlerde ölçülen genetik hasarın büyüklüğü, hedef dokulardaki erken
karsinojenik olayların oluşumunu yansıtır125.
2.9.4. FISH Yöntemi (Fluoresan İn Situ Hibridizasyon)
FISH, hücrelerdeki kromozomal değişiklikleri tayin etmek
için floresanla işaretlenmiş DNA problarının kullanıldığı bir tekniktir136. Bir
hücredeki makro ve mikro çekirdeklerde FISH sinyallerinin tayin
edilebilmesi, 1995’den beri yapılan anöploidi çalışmalarındaki büyük
ilerlemeyi göstermektedir127.
Marmur ve Lane 1960’da DNA çift sarmalını oluşturan
komplementer iplikçiklerin kontrol altında tutulan tepkimelerle birbirlerinden
ayrılıp tekrar eşleşebileceğini göstererek In Situ Hybridization (ISH)
Yöntemine ilk adımı atmışlardır17. 1969’da Pardue ve Gall, ISH tekniğini
geliştirdi. ISH, morfolojik olarak iyi korunan metafaz veya interfaz
hücrelerinde radyoizotop kullanarak nükleik asitle ilişkili reaksiyonların
sonuçlarını görüntülemeye izin veren bir tekniktir137. O yıllarda nükleik
asitleri tek işaretleme yolunun radyoizotoplar ve hibritleri görüntüleme
yolunun da otoradyografi olması nedeniyle Gall ve Pardue tek zincirli RNA
probunu
moleküler
tritium
radyoizotopuyla
yöntemlerle
işaretlemişlerdir.
klonlanması
ve
Nükleik
radyoaktif
asitlerin
yöntemlerin
iyileştirilmesiyle ISH’in kullanım alanı genişlemiştir. Duyarlı bir yöntem
108
olmasına karşın radyoaktivitenin tehlikeli, raf ömrünün kısa olması ve
otoradyografinin zaman alıcı olması nedeniyle ISH sadece araştırma
laboratuarlarında uygulanmıştır. 1981’de Langer’in ilk rayoaktif olmayan
DNA işaretleme yöntemi ile, non-izotopik in situ hibridizasyon (FISH)
geliştirilmeye başlandı17. Diğer enzimatik veya floresan yöntemleri
kullanarak işaretleme yapılması, radyoaktif olmayan tespit metotlarının
geliştirilmesi, teçhizatlı mikroskopların, filitrelerin, kameraların ve imaj
analizlerinin kullanılması sonucunda FISH, mevcut sistemlerle yer
değiştirdi ve geniş olarak kullanılmaya başlandı138.
Floresan in situ hibridizasyona dayanan teknikler moleküler
genetik ve konvansiyonel sitogenetik arasında köprü vazifesi görmektedir.
FISH temeline dayanan metodlar hematolojik malignitelerin ve solid
tümörlerin sitogenetik analizini büyük ölçüde artırmıştır. Gerek FISH
teknolojisine olan ilgi, gerekse konvansiyonel sitogenetikteki zorluklar,
renkli karyotipleme (multipleks FISH), fiber FISH, karşılaştırmalı genomik
hibridizasyon, polipeptid nükleik asit problar ve padlock problar gibi FISH'e
dayanan yeni teknolojilerin gelişmesini sağlamıştır139. FISH analizi
metafaz indeksi yüksek olduğu için lenfositlerde ve fibroblastlarda kolayca
uygulanabilir. Metafaz indeksi düşük olan lenfoblastoid ve tümör “cell line”
larında ise kullanımı daha zordur140.
FISH tekniğininin uygulanabildiği hücreler141:
•
Periferal kan
•
Kemik iliği aspirasyonu
•
Lenf nodları ve doku biyopsisi
•
Serebrospinal sıvı
•
Plevral sıvı
•
Formalin ile fikse edilmiş parafine gömülmüş doku
109
ISH Yöntemi diğer genotoksik yöntemlerle kombine olarak
kullanılabilmektedir. Comet-FISH Yöntemi hücrelerde bölgeye özgü DNA
hasar ve tamirini tayin etmekte kullanışlı bir yöntemdir. Comet Yöntemiyle
sadece DNA hasarının düzeyi tespit edilirken, FISH kombinasyonuyla
hasarlı ve hasarsız comet bölgelerinde prob uygulanan dizilerinin
gözlenmesine imkan sağlanır142. Bukkal ve ürotelial epitel gibi eksfoliye
epitelde yada lenfositlerde MÇ ile kobine FISH Yöntemi kullanılarak oluşan
MÇ’in tam kromozomdan mı, yoksa kromozom kırığından mı orijin aldığı
tespit edilebilir143, 144.
2.9.4.1.
FISH Kombine MÇ Yöntemi
MÇ
analizi,
klastojen
ve
anöploidojenlere
maruziyeti
belirleyebilir145. Fakat MÇ formasyonunun ayırımını yapamaz. Mikro
çekirdek tetikleme mekanizması, ancak MÇ içinde kinetokor proteininin
varlığı veya yokluğunun tayini ile klastojenik ve/veya anojenik olarak
nitelenebilir127.
Gözlenen mikroçekirdeğin orijinini belirlemek için, MÇ tekniği
ile sentromerik problu FISH’in kombine edilmesi klastojenik ve anojenik
ajanları ayırt etmekte kullanışlı bir görüntüleme tekniği olduğunu
düşündürmektedir146 (Iekil 22). MÇ’in oluşumunun tam kromozomdan mı
yoksa asentrik kromozomdan mı kaynaklandığıyla ilgili ilk çalışmalar, tam
kromozom içeren MÇ’in daha büyük olacağı farz edilerek büyüklük
temeline göre yapıldı122. Anojenler çok miktarda MÇ indükleseler bile
klastojenler de, birden fazla asentrik fragman içeren çok miktarda MÇ
indükleyebilir olduğundan dolayı, MÇ çapının ölçümü bugünlerde sadece
tarihsel bir değere sahiptir. Kromozom spesifik probların kullanımı interfaz
lenfositlerinde kromozom kayıp veya kazancınının indüklenmesini tayin
edebilir. Ama pansentromerik prob gibi kromozoma spesifik olmayan
110
probların kullanımı, sadece kromozom kırıklarını tayin etme kısıtlamalarına
karşın, görüntüleme için daha güvenilir olmaktadır147.
FISH-MÇ tekniğinde gözlenen mikroçekirdeğin orijinini S+MÇ ve SMÇ şeklinde açıklanır130:
•
S-MÇ (Sentromer negatif MÇ): MÇ’de floresan sinyalin yokluğu
olup, kromozom kırığından orijin alır (klastojenik etkinin bir sonucu
olarak)130 (Iekil 23).
•
S+MÇ (Sentromer pozitif MÇ): MÇ’deki sentromerik sinyal tam bir
kromozomu içerir (anojenik etkinin bir sonucu olarak)130. MÇ’de
probun hedeflediği bölgedeki kırıktan orijin alan bir kromozom
fragmanı içeriyorsa MÇ’de sinyal vardır ve bu durum yanlış
tespittir122 (Iekil 23).
128
ekil 22: MÇ tekniği ile sentromerik problu FISH’in kombine edilmesi
111
ekil: 23: a) Hibridizasyon bölgesindeki kırık, b) Hibridizasyon bölgesi dışındaki
kırık, c) Kromozom kaybı veya ayrılamaması
122
“İn situ” mikroskop lamına fikse edilen hücrelerin çekirdeği
içinde hibridizasyonun meydana geldiği yer demektir148. FISH, spesifik
DNA dizisinde çekirdekte floresan moleküllerinin birikmesini gerektirir138.
Kısaca FISH; hücre veya doku fiksasyonu, hedef DNA’nın denatürasyonu,
floresanla işaretlenmiş probun hibridizasyonu, yıkama ve prob tayininden
oluşan çok basamaklı bir prosedürdür149.
Yöntemin 6 temel aşaması vardır17 (Iekil 24):
1) Probun işaretlenmesi
2) Dokunun fikse edilerek hibridizasyona hazırlanması
3) Prob ile hedef dokunun denature edilmesi
4) Denatüre
edilen
tek
iplikli
DNA
prob
ile
hedef
DNA’nın
hibridizasyona sokulması
5) Hibridizasyon sonrası yıkamalar
6) Prob
DNA
ile
hedef
DNA’dan
oluşan
hibrid
molekülün
görüntülenmesi
112
ekil 24 : İn situ hibridizasyonun mekanizması
150
Problar, non-izotopik yöntemlerle direkt ve indirekt şekilde
görüntülenebilir. Direkt yöntemde görüntülenen aracı molekül, doğrudan
DNA probuna bağlandığı için hibridler hibridizasyondan hemen sonra
mikroskopta görülebilir (Iekil 25). Bu yöntemde en önemli noktalardan biri,
prob ile aracı molekül arasında oluşan bağın ağır hibridizasyon ve
hibridizasyon sonrası yıkama aşamalarına dayanmasıdır. Ancak yöntemin
duyarlılığı indirekt yönteme göre 5-10 kat daha azdır. Bu nedenle daha
çok alfa satellit DNA’ları gibi kozmitlere oranla daha büyük hedeflerin
görüntülemesinde kullanılır. Anti-floresein antikorlarından yaralanılarak
sinyali çoğaltmakla duyarlılık artırılabilir. Çok renkli FISH uygulamaları için
elverişli olması ve hibridizasyon yöntemini hızlandırması nedeniyle direkt
yöntem
prenatal
tanıda
ve
preimplantasyon
tanısında
da
tercih
edilmektedir17.
113
ekil 25: Doğrudan fluorescein işaretli probla hedef DNA’nın hibridizasyonu
17
İndirekt yöntemde aracı molekül, DNA probunun kimyasal ya
da enzimatik olarak modifiye edilmesiyle proba integre edilir. Aracı molekül
ancak
sitokimyasal
afinite
tepkimeleriyle
probun
görüntülenmesini
sağladığı için görüntüleme dolaylı yoldan gerçekleşir17.
Görüntülemede 3 çeşit aracı molekül kullanılır. Bunlar:
enzimler, florokromlar ve kolloidal altındır17.
En sık kullanılan enzimlerden alkalin fosfataz
sitokimyasal
yöntemlerle
ışık
yada
ile peroksidaz,
refleksiyon
kontras
mikroskobuyla görülebilen renk tepkimeleri oluşturur17.
En sık kullanılan florokromlar ise, uygun filtreler yardımıyla floresan
mikroskopta görülebilen ve yeşil floresan veren FITC, kırmızı
floresan veren Rhodamin ve Teksas kırmızısıdır. Ayrıca amino metil
kumarin asetik asit ve Cy3 gibi spektrumu maviden kırmızı ötesine
dek uzanan florokromlar sayesinde çok renkli FISH Yöntemi
uygulanabilmektedir17.
Kolloidal altının oluşturduğu sinyaller ise, istenirse gümüşle
çoğaltılarak ışık mikroskobuyla görüntülenir17.
114
Genellikle FISH için kullanılan probların hepsi haptenler veya
florokromlar
ile
işaretlenir.
işaretlemedir149.
Günümüzde
bulunabilmeleri
nedeniyle
Alternatif
pratik
direkt
bir
yaklaşım
olmaları
florokromla
ve
da
PCR
ticari
işaretli
ile
olarak
problar
kullanılmaktadır137.
Analiz edilmek istenen hedef hücreler ya da metafaz
kromozomları, klasik sitogenetik yöntemlerle elde edilen dokulardan
hazırlanarak lam üzerine yayılır. Prob DNA’sının hedef DNA ile hibridize
olması için ilk şart, her iki DNA’nın da tek zincirli hale getirilmesi yani
denatüre edilmesidir. Nükleik asitler, komplementer dizilerine bazlar
arasındaki zayıf hidrojen bağlarıyla bağlıdır. Hibridizasyondan önce alkalin
ortamda ya da yüksek pH ve ısı yardımıyla bu bağlar kırılarak DNA
molekülü tek zincirli hale getirilebilir. Ancak yüksek pH ve ısı, hücre
morfolojisini bozduğu için, hidrojen bağlarının kırılmasını sağlayan
formamid kullanılarak denatürasyon ısısı düşürülmektedir. Prob ve hedef
DNA’nın birlikte denatürasyonuna olanak veren bu yöntem kolay olduğu
ve iyi sonuç verdiği için daha sık kullanılmaktadır. Ancak uygun
denatürasyon ısısı ve süresi her prob ve hedef DNA için deneysel olarak
saptanmalıdır. Uzun DNA parçaları, kısa olanlara göre daha zor denatüre
olur. Denatürasyon ısısı, başka bir deyişle DNA’nın stabilitesi içeriğindeki
GC miktarı ile doğrudan ilişkilidir. Bir DNA’daki GC çiftinin molar oranı
arttıkça erime ısısı da artar. Erime ısısı ortamdaki çift zincirli DNA’ların
yarısının tek zincirli hale geldiği yani denatüre olduğu ısıdır17.
Hibridizasyon, denatüre edilmiş DNA’nın erime ısısından
daha düşük bir ısıda komplementer iplikçiği ile eşleşmesine bağlıdır. Erime
değerini ve renatürasyonu etkileyen parametreler; ısı, pH, hibridizasyon
solüsyonundaki bir değerlikli katyonların konsantrasyonu ve organik
eriyiklerdir17.
115
Isı: Denatüre edildikten sonra iki DNA molekülü en hızlı 25°C’de
hibridize olur17.
pH: Hibridizasyon hızı 5-9 arasındaki pH değerlerden etkilenmez.
Bu nedenle hibridizasyon solüsyonu olarak daha çok pH’ı 6,5-7,5
arasında olan 25-50mM fosfat içeren tampon çözeltiler kullanılır17.
Bir değerlikli katyonlar: Sodyum iyonu gibi bir değerlikli katyonlar
nükleik
asitlerle,
özellikle
de
fosfat
gruplarıyla
elektrostatik
etkileşime girer. Bu nedenle SSC gibi yüksek oranda tuz içeren
solüsyonlar, çift sarmalın iki iplikçiği arasındaki elektrostatik itme
gücünü azaltarak hibrit molekülün stabilitesini artırır17.
Organik eriyikler: Formamid gibi organik eriyikler çift sarmallı
polinükleotidlerin termal stabilitesini azaltarak hibridizasyonun 6575°C’den daha düşük derecede yapılmasını sağlar. %50 oranında
formamid
içeren
hibridizasyon
solüsyonu
kullanıldığında,
hibridizasyon 30-45°C’de gerçekleştirilebilir. Bu da morfolojinin
korunmasını
sağlar.
Işık
formamidi
hızla
iyonlaştırdığı
için
hibridizasyon işlemi karanlıkta yapılmalıdır17.
Hibridizasyon
için
en
uygun
ortam
koşullarının
belirlenmesinde; probların boyu, konsantrasyonu ve dekstran sülfat
solüsyonunun kullanımı da önemlidir17.
Probun boyu hibridizasyon süresini ve termal kararlılığı etkiler.
Çözeltideki DNA’nın renatürasyon hızı, tek zincirli DNA parçasının
uzunluğunun kare köküyle orantılıdır. Bu nedenle uzun problar
daha hızlı hibridize olur. Ancak kısa probların yoğun hücre
matriksinin içine girmesi ya da kromozomlarla hibridizasyonu daha
kolay olduğu için FISH Yönteminde yaklaşık 200-500 baz çiftinden
oluşan kısa problar tercih edilir17.
Probun konsantrasyonu ilk birkaç bazın eşleşme sayısını etkiler.
Nükleasyon tepkimesi adı verilen bu tepkime hibridizasyon hızını
116
belirler. Prob ne kadar konsantre ise hibridizasyon hızı o kadar
artar17.
Dekstran sülfat hibridizasyon solüsyonunun bileşiminde yer alır.
Sulu çözeltilerde hidrate olduğu için makromoleküllerin suyla
birleşmesini önleyerek prob konsantrasyonunu, dolayısıyla da
hibridizasyon hızını artırır17.
Hibridizasyon genellikle çok sert olmayan ortam şartlarında
yapıldığı için, prob komplementer dizilerinden başka dizilerle de
eşleşebilir. Ancak spesifik olmayan ve sinyal gürültüsü yaratan bu eşleşme
nedenleriyle oluşan stabilitesi zayıf hibrid molekülleri hibridizasyon sonrası
yıkamalar ile ortamdan uzaklaştırılır. Spesifik olmayan hibrid molekülleri ile
hibridize olmamış probları ortamdan uzaklaştırmak amacıyla yıkamalar
dilüe tuz çözeltisi (formamid/SSC) kullanılarak hibridizasyon ısısından
biraz daha yüksek ısıda gerçekleştirilir17.
Kromozomların sentromerleriyle ilişkili kinetokor proteininin
varlığı veya asentrik kromozom fragmanlarından dolayı yokluğunu
tanımlama amacıyla, floresanla işaretlenmiş DNA’yı görüntülemek için
kullanılan karşı boyalar (antifade) genellikle kırmızı floresan veren PI ya da
mavi floresan veren DAPI’dir127. FISH Yöntemi ile hibrid moleküllerin
görüntülenmesinde
uygun
filtre
setleri
bulunan
standart
floresan
mikroskoplar kullanılır. İkili ya da üçlü filtre setlerinin geliştirilmesi iki ya da
üç farklı florokromla işaretlenmiş probların aynı anda görülebilmesini
sağlamıştır. Floresan mikroskobu ile elde edilen görüntüler dijital
görüntüleme ve görüntü işleme sistemleri yardımıyla güçlendirilebilmekte,
saklanabilmekte ve sinyal yoğunlukları ile sinyaller arası uzaklıklar
ölçülebilmektedir17.
Problar, sıklıkla izole edilen DNA fragmanlarından türetilir.
Prob, hedefine uygun hiridizasyon için yeterince uzun olmalıdır fakat
117
hibridizasyon işlemini engellemek için çok da büyük olmamalıdır151.
Floresan boyanın çok sayıda rengini birini bağlayarak bu problar
işaretlenir. Sinyal, prob hibrizidasyonu ile görünür hale getirilir138. Problar
tek
zincirden
oluştuğu
için
onlar
DNA’nın
tamamlayıcı
zincirine
bağlanabilir. Prob bir kromozoma bağlandığı zaman onun floresan
işaretlenmesi, onun lokasyonunu görmek için araştırıcılara bir yol
sağlar152. Çekirdekteki hedef DNA’ya probların ulaşması, hücrelerin
geçirgenleştirilmesi ile sağlanabilir. İnterfaz sitogenetiğindeki protokoller
temel olarak incelenilen materyale ve uygulanan probun çeşidine
bağlıdır149.
Tüm genomdan, klonlanmış DNA parçacıklarından (maya
yapay
kromozomları,
kozmit,
faj
ve
plazmitler),
polimeraz
zincir
tepkimesiyle çoğaltılan DNA’dan ya da sentetik oligonükleotitlerden
hazırlanabilen üç çeşit FISH probu vardır152:
1) Tam kromozom probları:
Kromozom boyunca değişik bölgelere özgü floresan işaretli
birçok DNA dizisi içermesi nedeniyle tüm kromozomu p terminalinden q
terminaline kadar boyayan problardır. Özellikle kaynağı belirlenemeyen
marker kromozomların, karmaşık translokasyonların ve “de novo” yapısal
anomalilerin
tanımlanmasında
kullanılır.
Tam
kromozom
probları
17
kromozom anomalilerinin tespiti için de özellikle kullanışlıdır .
2) Lokusa özgü işaretleme probları:
Bu problar 15 ila 500 kilobaz uzunluğundadır17. Bir
kromozomun özel bir bölgesine bağlanır. Bir genin küçük bir kısmını izole
edildiği zaman ve genin yerleştiği kromozom tespit edilmek istediğinde bu
tip problar kullanışlıdır152. Metafaz kromozomlarında ya da interfaz
nükleuslarındaki
hedef
lokusta
parlak
bir
floresan
sinyal
verir.
118
Kromozomların belli bir bölgesindeki delesyon, duplikasyon ya da
inversiyonlar ile özellikle tümör hücrelerinde karmaşık translokasyonların
kırık noktaların belirlenmesinde ve birçok mikrodelesyon sendromunun
belirlenmesinde kullanılır17.
3) Alfoid ve sentromerik problar (Tekrarlayan dizi probları):
Her
bir
kromozomun
ortasında
bulunan
tekrarlayıcı
dizilerinden yaratılır. Araştırıcılar bir bireyin doğru sayıda kromozoma
sahip olup olmadığını tayin etmek için bu probları kullanır152. Tüm insan
DNA’sının yaklaşık %10-20’si satellit DNA adı verilen tekrarlayan
dizilerden oluşur. Satellit DNA özellikle kromozomların sentromer ve
sentromeri
çevreleyen
bölgelerinde
bulunur
ve
105-106
baz
çifti
uzunluğunda kısa tandem tekrarlar yapar. Bu alfa satellit, beta satellit ya
da diğer satellit DNA dizilerini oluşturan monomerik birimler birbirinden
öyle farklıdır ki, birçoğu kromozoma özgü birer gösterge olarak
kullanılabilir. Tekrarlayan dizilerin bu özelliğinden yararlanılarak birçok
kromozoma özgü tekrarlayan dizi probu izole edilip ticari klonlanarak ticari
kullanıma sunulmuştur17. Bu problar aynı zamanda bir bireyin belli bir
kromozomdan genetik materyalin kaybolup kaybolmadığını tayin etmek
için “lokusa spesifik problar” ile kombinasyonla da kullanılabilir152. Tandem
tekrarlar yapan dizilerden en iyi incelenmiş olanı alfa satellit DNA’sıdır153.
Bir monomeri 171 baz çifti içeren alfa tekrarları herbir kromozomun lineer
uzunluğunun %2-5’ini kaplar ve tüm insan kromozomların sentromerinde
birkaç bin kopya olarak bulunur. Bu nedenle alfoid problar da denilen alfa
satellit
dizileri
işaretlenip
hücrelerle
hibridizasyona
sokulduğunda
sentromerde ya da bazı kromozomların heterokromatik bölgelerinde ve
interfaz nükleusunda oldukça parlak kuvvetli bir sinyal alınır. Bu
özelliklerinden
dolayı
alfoidler,
sentromerlerin
incelenmesinde,
ring
kromozomların varlığının belirlenmesinde ve anöploidilerin prenatal
tanısında kullanılmaktadır. İnsan alfoid DNA’sının kromozoma özgü alfa
tekrar
alt
ailelerini
içerdiğini
göstermişti.
Nükleotidlerindeki
bazı
119
değişiklikler ile belirgin olan alfa tekrar alt aileleri arasında bu değişiklikler
yaklaşık %30 oranında sekans varyasyonuna yol açar17.
FISH Yönteminin avantajları122:
•
Kullanımının kolay olması122,
•
Duyarlı olan floresan işaretli probların daha kararlı ve rezolüsyon
düzeyinin daha yüksek olması17,
•
Farklı renklerle işaretli problar kullanılarak aynı hücrede iki ya da
daha çok dizinin aynı anda görüntülenebilmesi17,
•
DNA’nın üç boyutlu yapısı bozulmadan DNA dizilerinin yerinin hem
interfaz
nükleusunda
hem
de
metafaz
kromozomlarında
17
saptanabilmesi ,
•
İşaretleme
molekülleriyle
floresan
maddelerin
birlikte
satışa
sunulmuş olması nedeniyle yöntemin kolay ve güvenilir olarak
uygulanabilmesi17,
•
Kullanılan probun uzunluğuna ve yapısına bağlı olarak belli bir
türün tüm genomunu, p terminalinden q terminaline kadar
kromozomlarını, kromozomlardaki tekrarlayan bölgelerini ya da tek
kopya dizilerini görüntülemenin mümkün olması17,
•
Kısa süreli kullanımda gerekli olan özel bir saklama olmaması122,
•
Prob ve antikor penetrasyon problemlerinin proteinaz ve/veya
deterjanların kullanımı ile giderilebilmesi122,
•
DNA problarının nicelik
elde edilebilmesi
ve değişkenlikte minimal sınırlamalarla
122
,
•
Lamların standart sitogenetik tekniklerle hazırlanabilmesi122,
•
Sinyallerin genellikle çok güçlü olması122,
120
FISH Yönteminin dezavantajları122:
•
Eğer ajan, prob ile hedeflenen bölgede kırığa neden olmuş ise
sonuçlar hatalı yorumlanabilir.
•
DNA probları genellikle türe özgüdür.
•
Bazı
problar
bir
türün
tüm
kromozomlarını
aynı
etkinlikle
işaretlemez.
•
Sinyaller farklı kromozomlarda farklı niteliklere sahiptir.
•
Pahalı ve zaman alıcıdır.
•
Denatürasyon süreci hücre morfolojisine ve zayıf kromatine zarar
verebilir.
•
FISH
sinyalinin
sayısal
değerlendirmesi
için
yaklaşımların
gelişimindeki artan ilgiye rağmen, henüz standardize edilmiş ve
yaygın kullanılan bir protokol yoktur154.
FISH ile yapılan analizlerin doğruluğu, tekrarlanabilirliği ve
güvenilirliği;
kullanılan
probların
duyarlılığına,
özgünlüğüne
ve
hibridizasyonun verimlilik derecesine bağlıdır. Örneklerin hazırlanma
biçimi, hücre geçirgenliği, probların yapısı ve uzunluğu ise verimliliği
etkiler17.
Hibridize edilen dizilerin incelenmesi epifloresan mikroskop
kullanarak yapılır. Esas lambadan beyaz ışık filtre edilir. Floresan
moleküllerin sitümülasyonu için sadece uygun dalga boyları numuneye
ulaşır. Florokromla yayılan ışık genellikle ikinci optik filtre yardımıyla
sitümülasyon ve yayılma ışığı arasındaki farka izin veren daha uzun dalga
boylarıdır. Bu nedenle karanlık bir zeminde parlak renkli sinyalleri görmeyi
mümkün kılar. Aynı hedefteki birçok farklı probu incelemeye olanak veren
121
şiddetli sitümülasyonu ve yayılma bantları arasındaki farkı da ayırt etmek
mümkündür155.
Klinik uygulamalar göz önüne alındığında FISH yeni yeni bir
araştırma yöntemi olarak kabul edilmektedir. Klinik sitogenetikte bir çığır
açan FISH Yönteminin kromozomların tekrar bölgelerine özgü alfoid
problar kullanılarak, interfaz nükleuslarında da uygulanmasıyla “interfaz
sitogenetiği” adı verilen yeni bir alan doğmuştur17.
2.9.5. Eksfoliye Bukkal Epitelde MÇ Yöntemi
Bu yöntem, insan bukkal mukoza hücrelerinde DNA
hasarının,
kromozomal
instabilitenin,
hücre
ölümü
ve
rejeneratif
potansiyelin incelenmesine imkan veren minimal invaziv bir metottur18.
Vücuttaki organ ve dokuların yenilenme kapasitesi sağlıklı
yaşlanmanın temel ilkesidir. Yenilenme; çoğalmakta olan bazal hücrelerin
sayısına ve bölünme oranına, genomik stabilitesine, hücre ölümü eğilimine
bağlıdır. Bukkal mukoza hücreleri, insanlarda ektodermden menşey alan
epitel dokusunun yenilenme kapasitesini incelemek için benzersiz bir fırsat
sağlar. Bukkal epiteldeki bazal hücrelerin ölü hücrelere oranı bu dokunun
yenilenme kapasitesinin bir göstergesidir. Bukkal mukoza potansiyel
karsinojenlere karşı bir bariyer oluşturur18. Kanserlerin %90’dan fazlası
epitel dokuda ortaya çıkar. Bu dokular karsinojenlerin çoğunun hedef
dokusudur131. Lenfosit kültürlerindeki çalışmalara paralel olarak MÇ
tekniği, eksfolyatif hücrelere 1982 yılında ilk defa Stich ve arkadaşları
tarafından uygulanmıştır. İnvaziv olmayan bu teknik sayesinde toplanan
ağız, burun, bronş ve ürotelyal eksfolyatif hücrelerde kimyasalların ve
enfeksiyonların etkilerini değerlendirmek mümkün olmuştur. Hızla çoğalan
bu epitelyal dokular çevreleriyle sürekli temas halindedir ve epitelin
122
yüzeyel
tabakasını
oluşturan
eksfolyatif
hücreler
kolaylıkla
elde
edilebilmekte, dolayısıyla uğradıkları genotoksik hasar da kolaylıkla
gösterilebilmektedir. Böylece bu hücreler ait oldukları dokularda meydana
gelen morfoloji bozukluğunu, kromozom kırıklarını, premalign değişiklikleri
ve
kanseri
gösterebildiklerinden
bir
biyogösterge
olarak
değerlendirilebilmekte ve karsinojenlere maruz kalmış bireylerde artmış
kanser riskini göstermek amacıyla kullanılabilmektedir126. Sigara içmek,
tütün çiğnemek gibi faktörlerin, tıbbi tedaviler, potansiyel mutajenik veya
karsinojenik kimyasallara mesleki maruziyet gibi genotoksik etkilerin
gösterilmesinde, Bloom sendromu gibi herediter genomik bozuklukların
belirlenmesinde ve normal yaşlanma ile Down sendromu, Alzheimer gibi
hastalıklarda
görülen
erken
yaşlanma
arasındaki
farklılıkları
değerlendirmekte eksfoliye bukkal hücreler başarıyla kullanılmıştır18.
Bukkal epitel, çevresel ve mesleki olarak inhalasyonla maruz
kalınan genotoksikanların maruziyetini incelemek için alternatif bir
dokudur. İnsan hücrelerinde klastojenik ve anojenik olayları çalışmaya izin
veren yeni moleküler sitogenetik tetkikler ihtiyaç duyulan duyarlılığı
sağlayabilir156. DNA hasarının (örneğin: MÇ ve/veya nükleer bud),
sitokinetik defektlerin (örneğin: binükleer hücreler), çoğalma potansiyelinin
(bazal hücre frekansının), hücre öümlerinin (örneğin: çekirdeğin hücre
içine dağılması, piknotik ve karyolitik hücreler) biyogöstergesi olarak
Bukkal MÇ Yöntemi kullanıldı. Yöntem DNA adduct ölçümü için moleküler
probların kullanımını da mümkün kılmaktadır18.
Bukkal mukoza 4 katmandan oluşur (Iekil 26). En dıştaki
stratum korneum, keratinize hücre tabakasıdır. Yüzeyel dokunun yıpranıp,
dökülen hücrelerini oluşturur. Bu tabakanın altında stratum granülozum ve
stratum spinozum vardır. Bu tabakalarda farklılaşmış, apoptotik ve
nekrotik hücreler bulunur. Bu tabakaların altında stratum germinativum
tabakası yer alır. Bu tabaka aktif olarak bölünebilen bazal hücreler ve
123
bazal kök hücrelerden oluşur. Bu hücreler bukkal mukozanın profilinin,
yapısının ve bütünlüğünün devamlılığını ve değişimini sağlarlar18.
18
ekil 26:Bukkal mukozanın yapısı ve oluşan hücreler
Yüzeyel epitel hücreleri sürekli olarak dökülür ve skuamoz
epitel katmanlarının bazal hücre suşlarındaki hücre bölünmesi ile yer
değiştirir18. Bu hücreler bölündüğü zaman, kromozom fragmanları veya
tam kromozomlar mitotik anafaz esnasında geri kalabilir ve kardeş
hücrelerin sitoplazmasında mikroçekirdek denilen küçük nükleer partiküller
şeklinde görülebilir. Kromozomlar anafazda hatalı da ayrılabilir. Hücrelerin
olgunlaşması ve yüzeye göç etmesinden sonra sitogenetik değişiklikler
dökülen hücrelerden analiz edilebilir156 (Iekil 27). Standart prosedürlerle
dökülen hücreler toplanır. Örnekleme yapılırken her iki yanaktan bukkal
mukozada tek bir bölgeden değil geniş bir alandan örnek alınmalıdır.
Hücre dağılımını sabitlemek için örnekleme metodunu aynen korumak
önemlidir. Aynı alanda tekrarlayan sert sürüntü yapılması daha az
124
farklılaşmış bazal tabakadan hücrelerin toplanmasına neden olacağından
dikkatli olunmalıdır18.
18
ekil 27: Bukkal mukozanın farklılaşması
Hücreler lamlara sürülerek yayılır, fikse edilir ve Giemsa
veya Feulgen gibi kromatin spesifik boya veya Hoechst 33258 veya
propidium iodid gibi floresan boyalarla boyanır131. Yapılan çalışmalarda
Giemsa, May-Grunwald Giemsa ve/veya Leishmann’s gibi Romanowsky
tip boyalarla MÇ frekansında hatalı pozitif sonuçlar elde edilebildiği
gösterildi18. Bu boyalar keratin cisimciklerini de boyar. Bu da DNA
hasarının hatalı değerlendirilmesine yol açar. Bu yüzden bu tip analizler
için uygun değildir. Feulgen’inin önerilme nedeni: Floresan ışığı altında
sürekli gözlenebilen lamlar elde edilebilmesindendir. MÇ sonuçlarını
yorumlamada en önemli unsur, hücre kinetikleridir. Dökülen epitel
hücrelerinde gözlenen MÇ’i eğer hücreler yüzeyde ise teşvik etmez, ama
bazal tabakada ise teşvik eder. Genellikle, hücrelerin yüzeye çıkması ve
dökülmesi 7-21 gün kadar sürer (Iekil 27). Bu nedenle akut maruziyetin
125
genotoksik etkilerini 7-21 gün sonra gözlemlemek mümkündür. İdeal olanı
örneklemenin akut maruziyetten en az 7 gün sonra, 28 gün veya daha
sonra tekrarıyla biyogöstergelerin incelenmesidir. Kronik maruziyette ise
en az 3 ayda bir, çoklu örnekler alınmalıdır. Farklı hücre tipleri ve çekirdek
anomalilerini skorlama kriterleri Tolbert ve arkadaşlarının tanımladığı
şekilde yapılır. Bu kriterler bukkal hücreleri sınıflamak için tasarlanmıştır.
Bukkal mukozada mikroçekirdekli hücreler için temel alınacak frekans
genellikle 1000 hücrede 0,5-2,5 MÇ ‘dir. Çok sayıda MÇ’i olan hücreler
sağlıklı kişilerde nadirdir olup, radyasyon veya genotoksik ajanlara maruz
kalan bireylerde daha yaygındır. Bu hücrelerde bir ana çekirdek ve bir
yada daha fazla MÇ denilen daha küçük çekirdeksel yapılar bulunur. MÇ,
yuvarlak veya oval olup, ana çekirdeğin çapının 1/3 ve 1/16’sı kadardır,
ana çekirdekle aynı densitede ve aynı boyanma özelliğindedir. MÇ’li
hücrelerdeki çekirdekler normal hücrelerdeki çekirdek morfolojisine
sahiptir. MÇ, hücre sitoplazması içinde yerleşmiştir (şekil 28). MÇ’in
varlığı, hücre bölünmesinin erken dönemlerindeki kromozom kaybı veya
kromozom parçalanmasının bir göstergesidir. MÇ sadece aynı şekilde
boyanmış farklılaşmış hücrelerde sayılır. Bazal hücrelerde de saymak
mümkündür, ama bu hücre tipinin frekansının düşük olması nedeniyle
pratik değildir. Piknotik hücreler, kondanse kromatinli veya karyorhektik
çekirdeği olan hücreler MÇ için sayılmaz18 (şekil 29). Bukkal epitelde
yapılan çalışmalarda MÇ genellikle 1000 hücrede değerlendirilirken,
etkinliği arttırmak için 3000 hücrede MÇ’in değerlendirildiği çalışmalar da
vardır157.
126
18
ekil 28: Bukkal mukozada mikroçekirdekli hücre
18
ekil 29: Bukkal mukozada değerlendirmeye alınan hücre tipleri
127
2.9.6. Kronik Böbrek Hastalığında Lenfositlerde Comet, MÇ ve
Eksfoliye Bukkal Epitelde MÇ Yöntemi İle Kromozomal Hasarın
Saptanması
Kanser, spesifik hücresel genlerdeki mutasyonların ilerleyici
bir şekilde birikmesiyle karakterize kompleks bir süreçtir. Bu duruma
onkogenlerin aktivasyonu ve tümör baskılayıcı genlerin inaktivasyonu
sebep
olur.
Kanser
hücrelerinin
sonuçlardan
biri
nokta
kromozomal
değişikliklerin
oluşum
mutasyonlarını,
oluşumunu
ve
gelişmesinde
mikrosatellit
içeren
genetik
kesin
dengesizliğini,
dengesizliğin
kazanılmasıdır. Kromozomal değişiklikler; translokasyonlar, delesyonlar,
amplifikasyonlar ve anöploidiyle sonuçlanır158.
Kronik böbrek hastalığının bir sonucu da, artan kanser
riskidir159. Bu fenomenin altında yatan mekanizmalar arasında üremi,
mikroenflamasyon, oksidatif ve karbonil stres en önemlileridir19. Artan
malignite formasyonu, DNA tamirinin bozulmasıyla ilişkili olabilir. Çünkü
DNA hasarını onaran hücresel yetenek, kansere karşı en büyük savunma
mekanizmasıdır112.
Diyalizin ilk yıllarında malignansi insidansı yüksektir. Çoğu
malignansiler için 10 yıllık bir latent dönem vardır. Bu nedenle malign
formasyonun RRT’ne başlamadan önce geliştiği söylenebilir. Çünkü
genomik hasar, yüksek kreatinin seviyesine sahip olan prediyaliz
hastalarında en yüksektir. Bu nedenle kanser riskini azaltmak için, bu
hastalarda daha erken diyalizle müdahale avantajlı olabilir. Aksine erken
RRT, daha uzun bir diyaliz süreci demektir ki, bu durum da muhtemel
kanser riski demektir112.
128
Sağlıklı kişilerle kıyaslanırsa, böbrek nakli yapılmış immün
baskılayıcı kullananlarda MÇ frekansında anlamlı bir artış ve nükleer
çoğalma indeksinde önemli bir azalma görülmüştür. Transplant alıcılarında
malignansi riskine neden olan mekanizmalar tam olarak bilinmemektedir.
Muhtemelen çok sayıda faktör bu konuda rol oynamaktadır: İmmün
sistemin kronik stimülasyonu, genetik duyarlılık, çevresel faktörler,
onkojenik virüslerin aktivasyonu, immün baskılamanın seviyesi, kullanılan
immün baskılayıcı sayısı, cinsiyet, transplantasyon süresi, ek olarak
immün baskılayıcıların onkojenik etkileri ve bu bileşiklerin muhtemel koonkojenik özellikleri21.
İster prediyaliz ister diyalizde olsun KBH olanlarda ve
transplant yapılan yetişkin hastalarda genomik hasar, periferal kan
lenfositlerinde MÇ, Comet ve bukkal MÇ ölçümü gibi çeşitli yöntemlerle
gösterilmiştir (Tablo 22).
129
Tablo 22: KBH olan yetişkinlerde genomik hasarın incelenmesi
Çalışma
grubu
N:19 PreD
N:16 HD
N:23 kontrol
Maruziyetin
kaynağı
KBH
Yöntem
Sonuç
Yorum
p
Referans
Lenfositlerde MÇ
↑↑MÇ
(HD/kontrol)(44,3±13,7/15,3±4,7)
↑↑
PreD ve HD’de oluşan DNA
hasarı bu hastalarda kanser
insidansını artırıyor.
p< 0.01
p< 0.01
20
(1999)
(şekil 30)
N:23 PreD
N:26 HD
N:15 HDF
N:21 kontrol
KBH
KBH ve uzun süreli HD tedavisi
DNA hasarını arttırıyor.
p< 0.01
p< 0.01
p< 0.01
112
(2001)
(şekil 31)
N:36 HD
N:36 kontrol
KBH-HD
Lenfositlerde
Comet
HD DNA hasarı oluşturuyor.
Tedavi süresi ile hasar artıyor.
p< 0.001
p< 0.001
160
(2002)
N:14 Tx
N:20 kontrol
İmmün
baskılayıcı
ilaçlar
KBH-HD
Lenfositlerde MÇ
↑↑Hasta
MÇ/ kontrol MÇ (10,5-25)/(2-11,5)
↑↑
İmmünbaskılayıcı ilaçlar DNA
hasarı oluşturuyor.
p< 0.01
21
(2004)
Lenfositlerde MÇ
↑↑MÇ
(SHD/DHD)(29,1±5,9/14,8±4,0)
↑↑
DNA hasarı DHD hastalarında
SHD hastalarından daha düşük.
p< 0.01
19
(2005)
↑↑MÇ
(PreD/kontrol)(28,2±9,4/15,3±4,7)
↑↑
Lenfositlerde
Comet
↑↑%DNA
(PreD/kontrol)(14,7±3,5/10,5±0,8)
↑↑
↑↑%DNA
(HD/kontrol)(16,7±4,2/10,5±0,8)
↑↑
↑↑%DNA
(HDF/kontrol)(15,6±2,1/10,5±0,8)
↑↑
↑↑DNA
hasarı-tedavi süresiyle
↑↑
N:13 DHD
N:12 SHD
N:12 kontrol
N:20 HD
N:20 PD
N:40 kontrol
↑↑HD de DNA hasarı (x :321,16)
2
↑↑DNA
hasarı-tedavi süresiyle
↑↑
↑↑MÇ
(SHD/kontrol)(29,1±5,9/13,2±3,0)
↑↑
↔ MÇ (DHD/kontrol)(14,8±4,0/13,2±3,0)
KBH
Bukkal MÇ
↑↑MÇH
(HD/kontrol)(5,6±5,3/1,5±2,0)
↑↑
↑↑MÇ
(HD/kontrol)(5,6±5,3/1,8±2,2)
↑↑
p>0.01
PD, HD’e göre daha emniyetli .
Tedavi süresiyle DNA hasarı
artıyor.
↔(MÇH;MÇ)(PD/kontrol
p< 0.01
p< 0.01
p>0.01
p< 0.01
159
(2008)
↑↑MÇH-tedavi
süresiyle
↑↑
HD: Hemodiyaliz, PreD: Prediyaliz, PD: Periton diyaliz, HDF: Hemodiyafiltrasyon, DHD: Günlük HD, SHD: Standart HD
↑↑ (p< 0.01); ↔ (p> 0.01)
130
MN/1000BN
44,3
45
40
35
30
25
20
15
10
5
0
28,2
3-B Sütun 1
15,3
Kontrol
SDBH
MHD
(SDBH: Sondönem böbrek hastalığı, MHD: Sürekli HD)
20
ekil 30: Hastaların binükleer lenfositlerindeki MÇ frekansı
25
20
15
Kuyruktaki
DNA(%)
10
5
0
Kontrol
KBY
Kreatinin
>6mg/dL
HD
HD>10yıl
ekil 31: Kontrol, KBH ve HD hastalarında DNA hasarının
karşılaştırılması
Comet Yöntemiyle
112
131
2.9.7. Çocuklarda Lenfositlerde Comet, MÇ ve Eksfoliye Bukkal
Epitelde MÇ Yöntemi İle Kromozomal Hasarın Saptanması
KBH
olan
çocuklarda
genotoksik
hasar
düzeylerinin
incelendiği herhangi bir çalışma bulunmamaktadır. Tablo 23‘de çeşitli
etkilere maruz kalan çocuklarda kromozomal hasarın saptanmasına
yönelik lenfositlerde Comet, MÇ ve eksfoliye bukkal epitelde MÇ Yöntemi
ile yapılmış çalışmalar gösterilmiştir.
132
Tablo 23: Çocuklarda 1999-2010 yılları arasında yapılan çalışmalar (Lenfositlerde Comet, MÇ, FISH ve bukkal epitelde MÇ)
Çalışma grubu
Maruziyet
kaynağı
Muhtemel
Yöntem
genotoksik faktör
N=30 kontrol
N=26 tümörsüz Gomel ç
N=16 tiroid CA Gomel ç
Yaş (kontrol 14,96±2,17;
tümörsüz Gomel ç 10,58±2,09;
tiroid CA Gomel ç11,56±2,60)
Çernobil
kazası
137
N=20 kontrol
N=21 hasta
yaş ( hasta 6,8±5,0; kontrol
8,8±5,5)
N=28
Yaş:3-12
Malign tümör
Tarım ilacı
Lenfositlerde MÇ
DNA
hasarının
parametresi
MÇ
Lenfositlerde MÇ
MÇ
↑↑ MÇ li h (kontrol 2,4±2,3; hasta (p<0,05)
5,1±3,9)
Comet
Tail moment
Tail length
↔ TMOM Spreyleme öncesi
9,1±3,2 ve sonrası 9,1±3,0
↔ TL Spreyleme öncesi
43,2±12,7 ve sonrası 39,2±9,6
MÇ
↑↑(hasta
MÇ/ kontrol MÇ
↑↑
5.29±1.67/1.58±0.33)
(p<
0.001)
MÇ
↑↑ MÇ daha genç grup için
(kontrol 4,9± 2,0; maruz 7,0± 2.3)
↔ Yaş ve cinsiyet
(p< 0.05)
↑↑DDE, DDT ve bazal DNA
hasarı
↔ DDE, DDT ve oksidatif DNA
hasarı
(p< 0.05)
↑↑Folat tedavisi öncesi
lenfositlerde(CD MÇ 10,1±12,1;
UC MÇ 5,3±6,1; kontrol MÇ
8,3±11,5)
↑↑Folat tedavisi sonrası
lenfositlerde (CD MÇ 6,6±8,3; UC
MÇ 18,1±16,7; kontrol MÇ
8,7±10,7)
(p< 0.05)
Cs
Deltametrin
ve Bukkal MÇ
N=20 hasta N=20kontrol
E/K, 3/2 Yaş ort=7,5
Kronik tonsillit Enfeksiyon
antibiyotikler
N=24 kontrol
N=23 maruz
yaş (6,6±0,6; 9,0±1,2 şeklinde
2 şerli 2 grup)
Hava kirliliği
N=118
Yaş:6-13
Sağlıklı çocuk DDE, DDT
N=41 hasta
N=28 kontrol
E (kontrol %54; hasta%59)
Yaş ort (kontrol 12,8±3,4;
hasta11.8±3,9)
Crohn’s
Enfeksiyon, ROS, Lenfositlerde MÇ
hastalığı (CD) ilaçlar
ve ülseratif
kolit (UC)
PAH’lar
Lenfositlerde MÇ
Comet ve Modifiye
Comet (FPG)
N (denek sayısı); E(erkek); K(kız); MÇ (mikronükleus); TL(kuyruk boyu); ↑↑ (p< 0.05);
MÇ
Sonuç
p
Diğer test sonuçları
↑↑ MÇ’li bnh
(kontrol* 2,0±2,1;
tümörsüz Gomel ç 3,61±2,65;
tiroid CA Gomel ç* 7,4±4,95)
↔ Yaş ve cinsiyet
(p< 0.05)
161
(1999)
162
(2000)
İdrarda 3-PBA and
Br2CA ve toprakta
Deltametrin ölçümleri
Referans
163
(2005)
↑↑Hasta (BNh: 3.13±1.2) 164
(2005)
Kontrol
(BNh:1.43±0.47)
(p< 0.001)
↑↑Havada
partikül 165
(2006)
madde konsantrasyonu
(2 bölge arasında)
(p< 0.05)
166
(2006)
167
(2007)
↔ (p> 0.05)
133
Tablo 23: Çocuklarda 1999-2010 yılları arasında yapılan çalışmalar (Lenfositlerde Comet, MÇ, FISH ve bukkal epitelde MÇ) (devam)
Çalışma grubu
Maruziyet
kaynağı
Muhtemel Yöntem
genotoksik
faktör
Enfeksiyon, Bukkal MÇ,
N=41 hasta
N=28 kontrol
E (kontrol %54; hasta%59)
Yaş ort (kontrol 12,8±3,4;
hasta11.8±3,9)
Crohn’s
hastalığı (CD) ROS,
ilaçlar
ve ülseratif
kolit (UC)
N=49 kontrol
N=92 maruz
yaş 9
Hava kirliliği
Kurşun
N=49 kontrol
N=92 maruz
yaş 9
Hava kirliliği
Kurşun
N=21 kontrol
N=20 hasta
yaş ( hasta 9.8±5.6; kontrol
6.3±5.4)
Malign tümör
ve
kemoterapi
Lenfositlerde MÇ
N=21 kontrol
N=20 hasta
yaş ( hasta 9.8±5.6; kontrol
6.3±5.4)
Malign tümör
ve
kemoterapi
Bukkal MÇ,
N=12 kontrol
N=21 pasif içici
Yaş (7-10)
Pasif sigara
maruziyeti
Sigara
dumanı
DNA hasarının Sonuç
parametresi
p
Diğer test sonuçları
Referans
MÇ
↑↑Folat tedavisi öncesi bukkal
epitelde(CD MÇ 1,3±1,0; UC MÇ
1,1±0,8; kontrol MÇ 1,3±1,2)
↑↑Folat tedavisi sonrası bukkal
epitelde (CD MÇ 0,9±1,0; UC MÇ
3,3±2,3; kontrol MÇ 1,1±1,1)
Lenfosit MÇ, bukkal MÇ’nin 10 katı
(p< 0.05)
167
(2007)
Lenfositlerde MÇ
ve FISH
MÇ,
S+MÇ,
S-MÇ
↑↑ MÇ (kontrol 1,16±1,28; maruz
2,96± 2.36)
↑↑ S+MÇ%/S-MÇ% (kontrol* 31/69;
maruz* 52/48)
(p< 0.05) ↑↑ Kan kurşun
düzeyi maruz grupta
(p<0,05)
yüksek
(p< 0.05)
168
(2007)
Lenfositlerde MÇ
ve FISH
MÇ,
S+MÇ,
S-MÇ
↑↑ S+MÇ (kontrol 0,53±1,02; maruz
1,64±1,27)
↑↑ S-MÇ (kontrol 0,90±1,19; maruz
1,93±2,78)
↔ Yaş ve cinsiyet
Lenfositlerde MÇ li h (kontrol
0,38±0,59)
↑↑ Tedavi öncesi lenfositlerde MÇ li
h 2,90±2,51
↑↑Tedavi sonrası lenfositlerde MÇ li
h 7,95±6,77
Bukkal MÇ li h kontrol 0,10±0,20
↔ Tedavi öncesi bukkal MÇ li h
0,45± 0,81
↔Tedavi sonrası bukkal MÇ li h
0,81± 1,00
↔ Yaş ve cinsiyet
(p<0,05)
(p<0,05)
↑↑ Kan kurşun
düzeyi maruz grupta
yüksek
(p< 0.05)
168
(2007)
Comet
TL
N (denek sayısı); E(erkek); K(kız); MÇ (mikronükleus); TL(kuyruk boyu); ↑↑ (p< 0.05);
↑↑ %DNA TL (kontrol 7,00±0,66;
maruz 9,11±0,39)
↔ Yaş ve cinsiyet
(p<0,05)
169
(2008)
(p>0,05)
169
(2008)
(p< 0.05)
170
(2008)
↔ (p> 0.05)
134
Tablo 23: Çocuklarda 1999-2010 yılları arasında yapılan çalışmalar (Lenfositlerde Comet, MÇ, FISH ve bukkal epitelde MÇ) (devam)
Çalışma grubu
Maruziyet
kaynağı
Muhtemel
genotoksik
faktör
Partikül
madde
Yöntem
N=24 kontrol (kirlilik az)
N=23 maruz (kirlilik yoğun)
yaş (7.8)
Hava kirliliği
N=15 kontrol
N=5 grup
Yaş (6-15)
Petrol
endüstrisi
PAH’lar
Comet
N=60 5-10 yaş çocuk
N=60 40-50 yaş yetişkin
N=60 70-80 yaş yaşlı
E/K (20/60)
Sağlıklı çocuk γ-irradiation,
H202
Comet
N=30hasta
N=30 kontrol
E/K, 15/15
Yaş ort (kontrol 16,80±11,90;
hasta 17.07±12.28)
Down
sendromu
Bukkal MÇ
N=30 maruz
N=30 kontrol
E (kontrol %33; maruz %47)
Yaş ort (kontrol 7,67±0,95;
maruz 8,33±1,24)
Pasif sigara
maruziyeti
Genetik
Sigara
dumanı
DNA
hasarının
parametresi
Lenfositlerde bnh MÇ %
MÇ
Comet
Sonuç
p
Diğer test sonuçları
↑↑ bnh MÇ [kontrol 5.8 (1–17); maruz
8.0 (4–5)]
(p<0,05)
↑↑Havada
partikül 171
(2008)
madde konsantrasyonu (2
bölge arasında) (p<0,05)
TL
ve TL (kontrol 12,25; maruz 14,21-42,14)
Tail/Head
Tail/Head (kontrol 0,63; maruz 0,97-2,83
↑↑DNA hasarı ve maruziyet arasında
Kuyruktaki
(↑↑gruplar arasında)
DNA %
% DNA (çocuk 3,2±0,12; yetişkin
10,2±0,13, yaşlı 22,5±0,18)
MÇ
Kuyruktaki
DNA %
N (denek sayısı); E(erkek); K(kız); MÇ (mikronükleus); TL(kuyruk boyu); ↑↑ (p< 0.05);
Referans
US/EPA
TO-13-A 172
methodu ile PAH analizi
(2008)
↑↑H202 ve γ-ışınlaması
sonrası (en yüksek hasar
yaşlılarda, en düşük
hasar gençlerde)
↑↑H202, γ-ışınlaması
sonrası (en yüksek
onarım gençlerde, en
düşük onarım yaşlılarda)
173
(2009)
↑↑(hasta MÇ/ kontrol MÇ
14.30±9.35/4.03±1.71
↔ Cinsiyet
Yaş-MÇ frekansı
(p< 0.001) ↑↑Hasta (BNh:0.97±1.3)
174
(2009)
↑↑% DNA (maruz 10,73±1,38; kontrol
8,16±1,29)
(p< 0.05)
(p< 0.05)
Kontrol(BNh:0.33±0.66)
(r = 0.437; (p< 0.05)
p<0.001)
175
(2010)
↔ (p> 0.05)
135
3. GEREÇ VE YÖNTEM
3.1. Materyal ve Çalışma Grubunun Seçimi
Çalışmanın deney grubu, Gazi Üniversitesi ve Başkent
ÜniversitesiTıp Fakültelerinin Pediyatrik Nefroloji Bölümünde tedavi edilen
2-19 yaş arası toplam 49 çocuktan oluşmaktadır. Bu çocukların 17’si
prediyaliz, 15’i hemodiyaliz ve 17’si transplant hastasıdır. Kontrol grubu
ise, yaş ve cinsiyet uyumlu sağlıklı 20 çocuktan oluşmaktadır.
Çalışma için 07.03.2007 tarih ve 07/39 sayı ile Başkent
Üniversitesi’nden Etik Kurul onayı alındı (Ek:1). Çalışma ve kontrol
grubunundaki çocukların ebeveynlerinden, çocuklarının çalışmada gönüllü
olarak yer aldığına, kan ve bukkal epitel örneklerinin bu projedeki
çalışmalarda kullanılmasını kabul ettiklerine dair gönüllü beyan formu ile
onayları alındı. Her çocuğa yaş, kilo, boy, öğrenim durumu, sigara ve çay
alışkanlığı, son 3 ayda X-ışını maruziyeti, son 1 yılda olduğu aşılar,
kullandığı ilaç ve vitaminler, yaptığı spor aktiviteleri gibi bilgileri içeren
anket formu uygulandı. Anket formunun hastanın hekimi tarafından
doldurulacak bölümünde ise, böbrek yetmezliği ve tipini belirleyen
parametreleri, hastalığın şiddetini, tedavi tipini, kullandığı ilaçlarını ve
geçirdiği viral enfeksiyonları sorgulayan sorular yer almıştır. Uygulanan
anket formu ve gönüllü beyan formu örneği Ek:2 ve 3’de yer almaktadır.
136
3.2. Çalışma Ve Kontrol Grubundan Biyolojik Analiz Materyalinin
Alınması
Çalışma ve kontrol grubunun kan ve bukkal epitel örnekleri
16.07.2008–29.07.2009 tarihleri arasında toplanmıştır. Kan ve bukkal
epitel örnekleri Gazi ve Başkent Tıp Fakültelerinin Pediyatrik Nefroloji
Bölümünde çalışan hemşireler tarafından alınmıştır. Kanda Comet, MÇ,
FISH kombine MÇ Yöntemleri ve bukkal epitelde MÇ Yönteminin
uygulanması Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Toksikoloji
Ana Bilim Dalında gerçekleştirilmiştir. Diğer biyokimyasal analizler ise ilgili
fakültelerin laboratuarlarında yapılmıştır.
Kan örneklerinin alınması:
Venöz kan örnekleri Comet, MÇ ve FISH ile kombine MÇ analizleri için
heparin içeren steril tüplere (5ml), biyokimyasal analizler için ise teste
özgü tüplere alınmıştır. Hasta ve kontrol grubunda BUN, kreatinin, ürik
asit, total kolestrol, trigliserit, total protein, albumin, CRP, kalsiyum, fosfor,
demir, ferritin, homosistein, parathormon, alkalen fosfataz, TAS, IL-6
analizleri için kan örnekleri alınmıştır. Açlık kan şekeri, AST, ALT, HSCRP,
potasyum, sodyum, hematokrit, hemoglobin, eritrosit, lökosit, trombosit,
sedimantasyon, HDL-K ve LDL-K analizleri ise sadece hasta grubunda
yapılmıştır. Toplanan kan örnekleri alındığı gün en geç 4 saat içinde
Comet, MÇ ve FISH kombine MÇ analizleri için kültür ortamlarına
eklenmiştir (+4°C’de muhafaza edilerek).
Bukkal epitel örneklerinin alınması:
Çalışma ve kontrol grubundan, kan alımıyla eş zamanlı olarak yanaktan
bukkal epitel örneği alındı. Bu işlem için lamlar etanolde yıkanarak oda
ısısında kurutuldu. Her birey için 2 lam kodlandı. Deneklerin ağızı suyla
iyice çalkalatıldı. Sonra distile su içinde bekletilen abeslangın bir tarafı ile
137
sol yanaktan, diğer tarafıyla sağ yanaktan bukkal epitel kazındı. Bu
sürüntü atıldı. Distile su içinde bekletilen diğer abeslangın bir tarafı ile sol
yanak kazınarak distile suda bekleyen lam üzerine yayıldı. Abeslangın
diğer tarafıyla da sağ yanaktan bukkal epitel kazınarak diğer lam üzerine
yayıldı. Lamlar oda ısısında kurumaya bırakıldı. Kuruyan lamlar %80’lik
metanol içinde 10 dakika bekletilerek fiksasyonları gerçekleştirildi ve oda
ısısında kurutularak daha sonra boyanmak üzere saklandı.
3.3. Comet ve Modifiye Comet Yöntemi
3.3.1. Test İçin Kullanılan Kimyasal Maddeler
NaOH
(Merck-B929862710): 1kg
KOH
(Merck-B0075321747): 1kg
EDTA
(Amresco-6381926): 500g
Tris
(Amresco -77861): 500g
NaCl
(Amresco -7647145): 1kg
Agarose
(Serva-11404): 100g
Agarose II
(Amresco-9012366): 25g
RPMI 1640
(Biological Industries- 011061B): 100ml
PBS
(Biological Industries-020231B): 100ml
Lymphocyte LSM 1077
(PAA-J11-004): 100ml
Triton x-100
(Amresco-0694): 1lt
Dimetil sülfoksit (DMSO)
(Amresco -67685): 500ml
Hepes
(Amresco-0511): 250g
KCl
(Merck-1049361000): 1kg
BSA (Albumine bovine)
(Amresco-0332): 25g
Endonükleaz III
(Collins Lab)
FPG
(Collins Lab)
Ethidium bromide
(Sigma-E8751): 1g
Distile su
138
3.3.2. Test İçin Kullanılan Aletler
Isı ayarlı santrifüj
(Nüve NF 800R)
Elektroforez cihazı
(Thermo EC250-90)
Etüv
(PπMed Termal)
Isıtıcı tabla
(PπMed Major Science)
Vorteks
(FIRLABO-sa)
Hassas terazi
(Shimadzu AW320)
Pipetler
(Acura)
Fotoğraf makineli floresan mikroskop (Zeiss)
Traşlı lam ve lamel
(Menzel-Glaser)
3.3.3. Deneyin Yapılışı
10M NaOH çözeltisi: Distile su ile 400g NaOH 1lt’ye tamamlanacak
şekilde hazırlandı ve +4°C’de saklandı.
0.2M EDTA çözeltisi: Distile su ile 74.4g EDTA 1lt’ye tamamlanacak
şekilde hazırlandı ve +4°C’de saklandı.
10M KOH çözeltisi : Distile su ile 561.1g KOH 1lt’ye tamamlanacak
şekilde hazırlandı ve oda sıcaklığında saklandı.
Stok lizis çözeltisi
:146.1g (2.5M) NaCl + 37.2g (100mM) EDTA + 1.2g
(10mM) tris, distile suyla 900ml’ye tamamlandı ve
oda sıcaklığında saklandı. (pH 10)
Lizis çözeltisi
: 89ml stok lizis çözeltisi+10ml DMSO+1ml tritonX
karışımı taze olarak hazırlandı ve +4°C’de saklandı.
Nötralizasyon tamponu: Distile su ile 48.5g tris 1lt’ye tamamlanacak
şekilde hazırlandı ve +4°C’de saklandı. (pH 7.5)
Elektroforez tamponu: Distile suyla 37.5ml (10M) NaOH + 6.75ml (0.2M)
EDTA 1250ml’ye tamamlandı. Taze olarak
hazırlandı ve +4°C’de muhafaza edildi.
139
Stok enzim çözeltisi : Distile suyla 95.32g (10mM) hepes + 74.55g (0.1M)
KCl + 1.86g (0.5mM) EDTA + 40.2g BSA, 1lt’ye
tamamlandı ve 25ml’lik falkon tüplerine dağıtılarak
–20°C’de saklandı. (pH 8)
Enzim çözeltisi
: Stok enzim çözeltisinin +4°C’de çözülmesi
sağlandı, sonra 1/10 oranında distile suyla
seyreltildi. (pH 8)
%65’lik LMA
: 0.65g LMA PBS içinde mikrodalgada çözüldü,
kullanıma kadar +37 °C’de bekletildi.
HMA çözeltisi
: 0.65g agarose 100ml distile su içinde mikrodalgada
çözüldü.
Ethidium bromide stok çözeltisi: Distile suyla 5mg ethidium bromide
50ml’ye tamamlandı ve +4°C’de saklandı.
Ethidium bromide (20µg/ml) çözeltisi: Ethidium bromide stok çözeltisi
1/5 oranında distile suyla seyreltildi.
Lamlar, HMA ile kaplanmaları için +90°C’ye ayarlanmış
ısıtıcı tabla üzerinde duran HMA çözeltisine batırıldı, alt yüzleri silinerek,
oda ısısında kurumaya bırakıldı. Kuruyan lamlar daha sonra kullanılmak
üzere kutularına yerleştirildi.
Ortam karanlık yapıldı. Her birey için 6 adet ependorf
kodlandı. Kodlama 1 adet n (enzimsiz için), 1 adet b (buffer için), 2 adet
e1, e2 (Endo III için), 2 adet f1, f2 (FPG için) olacak şekildeydi.
Ependorfların her birine 1ml PBS ve 100µl heparinize kan koyuldu. Ters
yüz edilen ependorflar buz üzerine dizildi. 10 dakika beklendikten sonra
lenfositleri izole etmek için, ependorfların en dip kısmına 100µl lenfoprep
yavaşça, pipet yardımıyla bırakıldı. Bu ependorflar, daha önceden
sıcaklığı +4°C’ye getirilmiş olan santrifüjde 1500 rpm’de 3 dakika santrifüj
edildi ve tekrar buz üzerine alındı. Dipte kalan çökeltinin hemen üzerindeki
140
lenfosit yoğun şeffaf kısımdan, 100µl lenfosit alınarak aynı şekilde
kodlanmış yeni ependorfların içine bırakıldı. Daha önceden +37°C’ye
getirilmiş olan LMA çözeltisinden 100µl, ependorf içindeki lenfosit üzerine
bırakıldı. Pipetaj yapılarak, aynı şekilde kodlanmış olan HMA kaplı lam
üzerine 100µl damlatıldı. Üzeri lamelle kapatılarak +4°C’ye kaldırıldı. 30
dakika sonunda lameller çıkarılarak, önceden aluminyum folyo ile
kaplanmış şale içine lamlar dizildi. Lenfositlerin çekirdek materyali dışında
tüm sitoplazmasını parçalamak amacıyla, yüksek konsantrasyonda tuz
içeren lizis çözeltisi şaleye döküldü. Kapağı kapatılarak +4°C’ye kaldırıldı.
Ertesi gün ortam karanlıklaştırıldı. Stok enzim çözeltisi
seyreltildi. Yeni bir şale aluminyum folyo ile kaplanarak buz aküsü üzerine
yerleştirildi. Enzimsiz (n olarak kodlanan) lamlar dışındaki lamlar lizis
çözeltisinden çıkarılarak yeni şaleye yerleştirildi ve üzerine seyreltilmiş
enzim buffer döküldü. 5 dakika sonra enzim buffer şaleden dışarı döküldü.
Iale içine yeniden enzim buffer koyularak işlem 3 kere tekrarlandı.
Oksidatif DNA hasarını gösteren FPG ve Endo III-duyarlı bölgelerin
sıklığını ölçmek için şaleden çıkarılan lamlardan (b) kodlu olanlara 50µl
“enzim buffer”, (e) kodlu olanlara 50µl “10µl Endo III + 290µl enzim buffer”
çözeltisi, (f) kodlu olanlara 50µl “10µl FPG + 290µl enzim buffer” çözeltisi
damlatıldı. Üzerlerine lamelleri kapatılarak nemli ve karanlık bir kutu
içerisinde +37°C’deki etüve yerleştirildi. (f) kodlu lamlar 30 dakika sonra,
(b) ve (e) kodlu lamlar ise 45 dakika sonra etüvden alınarak lamelleri
çıkarıldı. (n), (b), (e) ve (f) kodlu tüm lamlar önceden (25V, 300A şeklinde)
hazırlanan soğutulmuş elektroforez tankı içerisine yerleştirilerek 20 dakika
elektroforez tamponuyla süpersarmal yapının gevşeyerek açılması için
muamele edildi. Sonra cihaz 20 dakika çalıştırıldı. Sürenin sonunda lamlar
buz aküsü üzerinde duran şale içine alınarak, nötralizasyonu sağlamak
amacıyla nötralizasyon tamponu ile 3 kere 5’er dakika yıkandı. Lamlara
50µl ethidium bromide çözeltisi damlatıldı ve lamelleri kapatılarak +4°C’ye
141
kaldırıldı. 10 dakika sonra karanlık ortamda Comet Assay III görüntü analiz
programının kullanıldığı floresan mikroskobunda, herbir lamda 50 hücrenin
değerlendirmesi yapıldı. Çalışmamızda DNA hasarını ölçmede “tail
intensity” değerleri kullanıldı. Jel tabakasının kenarları civarındaki cometler
lamın gerisindekilere benzememektedir. Bu testteki “kenar etkisi”dir107. Bu
nedenle jel tabakasının kenarı boyunca cometler skorlanmadı.
FPG ve Endo III ile inkübe edilmiş lamda bulunan zincir
kırıkları sıklığından buffer uygulanan lamda bulunan zincir kırıkları sıklığı
çıkartılarak, oksidatif baz hasarının net miktarı bulundu.
3.4. Sitokinezisin Durdurulduğu Mikroçekirdek Yöntemi
3.4.1. Test İçin Kullanılan Kimyasal Maddeler
RPMI 1640
(Biological Industries- 011061B): 100ml
Fötal Buzağı Serumu
(Biological Industries-040071B): 100ml
Fitohemaglutinin (PHA-M) (Biological Industries-120061H)
L-Glutamin
(Biological Industries-030201C): 100ml
Sitokalazin B
(Sıgma-C6762-SMG): 5mg
Dimetil sülfoksit (DMSO)
(Amresco -67685): 500ml
KCl
(Merck-1049361000): 1kg
Asetik asit %100
(Merck-1000562500): 2.5lt
Metanol
(Merck-1060072500): 2.5lt
Formaldehit
(Merck-1040022500): 2.5lt
%4 Giemsa
(Merck-1092040500): 500ml
%4 May Grünwald
(Merck-1014240500): 500ml
142
3.4.2. Test İçin Kullanılan Aletler
37 °C’lik inkübatör
(PπMed Termal)
1000 rpm’lık santrifüj
(Nüve CN180)
Vorteks
(FIRLABO-sa)
Hassas Terazi
(Shimadzu AW320)
Pipetler
(Acura)
Işık mikroskobu
(Zeiss)
Sayaç
(Marienfeld Superior Counter 2001)
Traşlı lam ve lamel
(Menzel-Glaser)
Su trompu
Özel boyama kabı
3.4.3. Deneyin Yapılışı
Vasat hazırlanması: Steril koşullarda 100ml RPMI içine kültür ortamını
zenginleştirmek amacıyla 2.5ml fitohemaglütinin, 25ml fötal buzağı serumu
ve 500µl L-glutamin eklenerek hepsi iyice karıştırıldı. Sonra karışım, steril
koşullarda her birinde 4.5ml olacak şekilde, özel steril
kültür tüplerine
dağıtıldı. Sonra kullanılmak üzere tüpler -20 °C’ye kaldırıldı.
Sitokalazin B çözeltisinin hazırlanması: Steril koşullarda 2.5ml DMSO,
5mg sitokalazin B’ye eklendi, iyice vortekslendi, steril küçük ependorflara
30µl olacak şekilde dağıtılarak -80 °C’ye kaldırıldı.
Hazırlanan vasatlar her bireyin numarasına göre 2’şer adet
kodlandı. Steril koşullarda vasatlara 500µl venöz kan eklendi. Tüpler 72
saat kalmak üzere +37°C’deki inkübatöre kaldırıldı. 44. saatte son
konsantrasyonu 6µg/ml olacak şekilde hazırlanmış olan 100µl sitokalazin
B çözeltisi (15µl sitokalazin B + 85µl RPMI içeren) steril koşullarda
143
vasatlara ilave edildi ve inkübatöre kaldırıldı. Vasatlar 72 saat sonunda
inkübatörden alınarak 1000 rpm’de 10 dakika santrifüj edildi. Üstte kalan
sıvı, su trompuyla çekildi. Vasatlar vorteks üzerindeyken çökelti üzerine
pastör pipetiyle
5ml (taze
hazırlanmış
ve
buzdolabında
+4°C’ye
soğutulmuş) potasyum klorür damla damla ilave edildi ve sonra
buzdolabına koyularak 3 dakika beklendi. Daha sonra 1000 rpm’de 10
dakika santrifüj yapılarak üst kısım atıldı ve kalan çökelti üzerine (taze
hazırlanmış ve buzdolabında +4°C’de soğutulmuş) metanol:asetik asit
(3:1) fiksatifi, vasat vorteks üzerindeyken damla damla 5ml olacak şekilde
eklendi. 10 dakika 1000 rpm’de sanrtifüj edildi. Bu işlem dipteki çökelti
şeffaflaşana kadar 4 kere tekrarlandı. Vorteks üzerinde son fiksatifin
ilavesi sırasında 2 damla formaldehit eklenerek, santrüfüj edildi. En üstteki
sıvı atıldı, altdaki çökeltiye cam pipetle pipetaj yapıldı ve soğuk metanolde
bekletilen aynı şekilde kodlanmış 2 lam üzerine damlatılarak uygulandı.
Lamlar oda ısısında kurumaya bırakıldı.
100’lük
mezüre
4ml
Giemsa,
4ml
May
Grünwald
boyalarından koyularak distile suyla 100ml’e tamamlandı. Lamlar bir cam
şaleye yerleştirildi ve üzerine hazırlanan boya çözeltisi ilave edilerek 17
dakika beklendi. Süre sonunda lamlar distile suyla 2 kere çalkalandı ve
oda ısısında kurutuldu. Boyanmış preparatlarda her birey için 1000
binükleer
hücre
ışık
mikroskobunda
X40
objektif
kullanılarak
değerlendirildi. 250 binükleer hücre sayılana kadar belirlenen 1, 2, 3, 4, 5,
6, 7, 8 çekirdekli hücrelerin yüzdesi hesaplandı. 250 binükleer hücre
sayılana kadar 1, 2, 3, 4 çekirdek içeren hücre sayıları tespit edilerek
nükleer bölünme indeksi hesaplandı. 1000 binükleer hücre sayılana kadar
MÇ’li binükleer hücre sayısı; binükleer hücrelerdeki MÇ, nükleer bud
(Nbud) ve nükleer köprü sayısı (NPB); mononükleer hücrelerdeki MÇ ve
nükleer bud sayısı, belirlendi (şekil 32).
144
ekil 32: Mikroskopta MÇ, NPB ve Nbud görünümü
133
Binükleer sitokineziste durdurulmuş hücrelerin teşhisi için kriterler121,129:
•
Hücreler iki çekirdekli olmalı.
•
Hücreler 6 mikroçekirdekten fazla mikroçekirdek içermemeli.
•
Ayrılan ana hücreler yaklaşık aynı hacımda, aynı boyama
özelliklerinde ve aynı yoğunlukta olmalı.
•
İki çekirdekli bir hücrede, ana iki çekirdek temas edebilir ama biri
diğeriyle üstüste gelmemeli, örtüşmemeli. Örtüşen 2 çekirdeği olan
bir hücre, sadece eğer her bir çekirdeğin çekirdek sınırları ayırt
edilebiliyorsa sayılabilir.
•
İki çekirdekli bir hücre, çekirdek çapının ¼’inden daha geniş
olmayan nükleoplazmik bir köprü ile bağlı olabilir.
•
İki çekirdekli bir hücrede iki çekirdeğin çekirdek zarları tam olmalı ve
aynı sitoplazmik sınır içinde yerleşmiş olmalı.
•
İki çekirdekli bir hücrenin sitoplazmik sınırı veya membranı
bozulmamış olmalı ve bitişik hücrelerin sitoplazmik sınırlarından
açıkça ayırdedilebilmeli.
145
Sayılamayan hücreler128,129 :
•
Tek çekirdekli, 3 çekirdekli, 4 çekirdekli veya çok çekirdekli hücreler.
•
Ana çekirdekleri apoptozise uğramış hücreler
Mikroçekirdeğin tanınması için kriterler129,130:
•
Mikroçekirdek düzgün konturlu, yuvarlak veya oval olmalı ve hücre
sitoplazması içinde kalmalı.
•
Ana çekirdeğe kıyasla koyuluğu aynı veya daha az olmalı,
morfolojik yapısı ve ışığı kırması benzer olmalı. Mikroçekirdek ışığı
kırmaz ve bu nedenle onlar boyama partikülleri gibi artifaktlardan
kolayca ayırt edilebilir.
•
Ana çekirdeğin çapının 1/16 ve 1/3’ü arasında olmalı.
•
Ana çekirdekle aynı düzlemde olmalı.
•
Ana çekirdekten açık bir şekilde ayırt edilebilmeli.
•
Ana çekirdeğe nükleoplazmik köprüyle bağlı olmamalıdır.
•
Ana çekirdekle temasta olmamalı ve ana çekirdekle üst üste
çakışmamalı.
•
Iüphe duyulan mikroçekirdek değerlendirme dışında bırakılmalı.
NPB’lerin özellikleri129,176 (şekil 33)
•
NPB,
binükleer
bir
hücrede
çekirdekler
arasında
devamlı
nükleoplazmik bir bağlantıdır.
•
NPB,
çekirdekleri
açıkça
ayırt
edilen
binükleer
hücrelerde
değerlendirilir. Çünkü çekirdekleri temas eden veya üst üste binen
hücrelerde bir NPB görmek zordur.
•
Bir
NPB’nün
genişliği
değişebilir
ama
genellikle
hücredeki
çekirdeklerin çapının 1/4’ünden fazla olmaz.
•
NPB, ana çekirdeklerle aynı boyanma özellikleri gösterir.
•
Bir binükleer hücrede birden fazla NPB olabilir.
146
•
NPB olan bir binükleer hücrede bir yada daha fazla MÇ olabilir veya
olmayabilir.
•
NPB, anafazda disentrik kromozomların sentromerlerinin hücrenin
zıt kutuplarına çekilmesinden kaynaklanır.
ekil 33: MÇ ve NPB formasyonu
3.5.
133
FISH Kombine Mikroçekirdek Yöntemi
3.5.1. Test İçin Kullanılan Kimyasal Maddeler
RPMI 1640
(with L-glutamine, HEPES) (Biological Industries011061B): 100ml
Fötal Buzağı Serumu
(Biological Industries-040071B): 100ml
Fitohemaglutinin (PHA-M) (Biological Industries-120061H)
L-Glutamin
(Biological Industries-030201C): 100ml
Sitokalazin B
(Sıgma-C6762-SMG): 5mg
Dimetil sülfoksit (DMSO)
(Amresco -67685): 500ml
KCl
(Merck-1049361000): 1kg
Asetik asit %100
(Merck-1000562500): 2.5lt
Metanol
(Merck-1060072500): 2.5lt
Etanol
(Merck-1009862500): 2.5lt
Formaldehit
(Merck-1040022500): 2.5lt
Sodyum sitrat
(Amresco -6132043): 1kg
147
NaCl
(Amresco -7647145): 1kg
Pepsin
(Merck-1071850100): 100g
HCl %37
(Merck-1003142500): 2.5lt
FITC
(Cambio-1695 F) 150µl
DAPI
(Cambio-1124MD) 150µl
Bidistile su
3.5.2. Test İçin Kullanılan Aletler
37 °C’lik inkübatör
(PπMed Termal)
1000 rpm’lık santrifüj
(Nüve CN180)
Vorteks
(FIRLABO-sa)
Su banyosu
(Nüve BM402)
Hassas terazi
(Shimadzu AW320)
Pipetler
(Acura)
Floresan mikroskobu
(Zeiss)
Traşlı lam ve lamel
(Menzel-Glaser)
Su trompu
Özel boyama kabı
3.5.3. Deneyin Yapılışı
%10’luk pepsin stok çözeltisinin hazırlanması: 0.1g pepsin, 1ml (+37°C’de)
bidistile su ile vortekslenerek hazırlandı. Kullanılmayan çözelti 44µl
şeklinde ependorflara bölünerek -20°C’de saklandı.
0.005’lik pepsin çözeltisinin hazırlanması: +37°C’deki 69.3ml bidistile su,
0.7ml 1N HCl ve 44µl pepsin stok çözeltisi iyice karıştırıldı. Hemen ve
sadece 3 lam için kullanıldı.
148
20XSSC (saline sodium citrate buffer) solüsyonunun hazırlanması: 87.6g
NaCl ve 44,1g sodyum sitrat bidistile suyla 500ml’ye tamamlandı.
Otoklavlanarak +4°C’de saklandı. (pH 7.4)
2XSSC solüsyonunun hazırlanması: 25ml “20XSSC”, +37°C’deki 225ml
bidistile suyla karıştırılarak taze olarak hazırlandı.
4XSSC solüsyonunun hazırlanması: 50ml “20XSSC”, +37°C’deki 200ml
bidistile suyla karıştırılarak olarak hazırlandı.
Hazırlanan vasatlar her bireyin numarasına göre kodlandı.
Steril koşullarda vasatlara 500µl venöz kan eklendi. Bu andan itibaren
Mikroçekirdek Yönteminin boyama aşamasına kadar olan işlemler aynen
uygulandı. Kuruyan lamlar, içinde 2XSSC bulunan şalede 5 dakika
bekletildikten sonra, oda ısısında kurumaya bırakıldı. Lamlar taze
hazırlanan +37°C’deki pepsin çözeltisi içinde 7 dakika inkübe edildikten
sonra, +37°C’deki 2XSSC solüsyonunda 1 dakika, +37°C’deki distile su
içinde 2 kere 1’er dakika yıkandı. Lamlar 3 dakika %70’lik etanolde, 5
dakika %90’lık etanolde dehidrate edildikten sonra oda ısısında kurumaya
bırakıldı.
Karanlık
ortamda
(-20°C’de
bekletilen)
FITC
probu
vortekslendikten sonra 15µl lama uygulandı, üzerine lamel kapatıldı ve
kenarları yapıştırıldı. Kullanılan FITC probu içinde formamid içeren
hibridizasyon bufferı mevcuttu. Önceden +70°C’ye getirilmiş olan su
banyosundaki kap içine lamlar yerleştirilerek 7 dakika denatüre edildi.
Daha sonra lamlar ışık geçirmeyen, kapalı bir kutuya yerleştirilerek
+37°C’de 1 gece hibridizasyona bırakıldı. Ertesi gün karanlık ortamda,
lamlar +37°C’de 2XSSC solüsyonu içinde yıkandı ve lamelleri çıkarıldı.
Daha sonra lamlar +37°C’deki 2XSSC solüsyonunda 2 kere 5’er dakika
ve +37°C’deki 4XSSC solüsyonunda 2
kere 5’er dakika yıkandı. Oda
ısısında karanlıkta kurutularak hemen görüntülemek üzere (-20°C’de
149
bekletilen) 15µl DAPI vortekslenerek lama uygulandı ve lameli kapatıldı.
Lamlar, bekletilmeden floresan mikroskopta DAPI filtresi kullanılarak X40
objektifle değerlendirildi. 1000 binükleer hücre sayılarak, MÇ sayısı
belirlendi. Ayrıca belirlenen MÇ’li hücrelerde FITC filtresi kullanılarak
sentromerden
sinyal
alınıp
alınmadığına
bakıldı.
Sinyal
alınan
mikroçekirdekler “sentromer pozitif MÇ” [S(+)MÇ], sinyal alınmayan
mikroçekirdekler “sentromer negatif MÇ" [S(-)MÇ] olarak değerlendirildi.
Binükleer sitokineziste durdurulmuş hücrelerin teşhisi ve mikroçekirdeğin
tanınması için geçerli olan kriterler FISH Yöntemi için de aynen uygulandı.
3.6. Bukkal Epitelde Mikroçekirdek Yöntemi
3.6.1. Test İçin Kullanılan Kimyasal Maddeler
Fast green FCF (Merck-K20676480507):10g
HCl %37
(Merck-1003142500): 2.5lt
Xylen
(Merck-86852500): 2.5lt
Pararosanilin
(Merck-K18926509404): 100g
Sodyum bisülfit (Merck-K22464657-547)1000g
Aktif kömür
Metanol
(Merck-1060072500): 2.5lt
Etanol
(Merck-1009862500): 2.5lt
3.6.2. Test İçin Kullanılan Aletler
Su banyosu
(Nüve BM402)
Işık mikroskobu
(Zeiss)
Sayaç
(Marienfeld Superior Counter 2001)
Pipetler
(Acura)
Abeslang
Traşlı lam
(Menzel-Glaser)
150
3.6.3. Deneyin Yapılışı
Feulgen reaktifinin hazırlanması: Erlen içinde 1g pararosanilin 100ml
kaynamış distile suyla çözüldü. Erlen aluminyum folyo ile kaplanarak,
+60°C’ye soğuması beklendi. Yeterince soğuyan çözelti filtre kağıdından
süzülerek içine 20ml 1N HCl ve 2g sodyum bisülfit eklendi. Çözelti
aluminyum folyo ile kaplı bir şişeye alınarak ağzı kapatıldı ve oda ısısında
karanlıkta bekletildi. 24 saat sonra, içine 300mg aktif kömür ilave edilerek,
1 dakika iyice çalkalandı. Çözelti aluminyum folyo ile kaplı bir şişeye filtre
kağıdından
süzülerek
aktarıldı.
Kapağı
sıkıca
kapatılan
çözelti
gerektiğinde kullanılmak üzere +4°C’ye kaldırıldı.
Fast green çözeltisinin hazırlanması: 0.5g fast green 100ml %95’lik
etanolde çözüldü. Çözelti aluminyum folyo ile kaplı bir şişede oda ısısında
saklandı.
1N HCl hazırlanması: 83ml %37’lik HCl distile suyla 1lt’ye tamamlandı.
Fiksasyonu yapılmış olan lamlar, içinde 1N HCl bulunan
şalede 2 dakika bekletildi. Lamlar, su banyosunda içinde +60°C’ye
getirilmiş 1N HCl bulunan şaleye geçirilerek 10 dakika beklendi. Ialeden
çıkarılan lamlar 10 dakika kurutulduktan sonra, oda ısısında içinde 1N
HCL bulunan şaleye yerleştirildi. 2 dakika sonra lamlar distile suyla
yıkandıktan sonra kurutuldu. Ertesi gün karanlık ortamda, lamlar içinde
Feulgen reaktifi olan (aluminyum folyo ile kaplanmış) şaleye dizilerek 2
saat beklendi. Lamlar içinde distile su bulunan şaleye geçirilerek 15 dakika
daha beklendi. Daha sonra distile suyla yıkanarak kurumaya bırakıldı.
Lamlar, içinde Fast Green çözeltisi bulunan beherde 10 saniye
bekletildikten sonra etil alkolde yıkanıp, kurumaya bırakıldı. Kuruyan
lamlar çeker ocak altında, içinde xylen olan şalede 10 dakika bekletildi.
151
Sonra oda ısısında kurutulan her iki lamda ışık mikroskobunda X40
objektifle sayılan 1000 farklılaşmış hücrenin MÇ değerlendirmesi yapıldı.
Ayrıca MÇ’li hücre sayısı belirlendi. Uygulanan Fuelgen-Fast Green
boyama yöntemi ile hücrenin çekirdeği parlak pembe, sitoplazması ise
açık yeşil boyanmaktadır.
Mikroçekirdeğin tanınması için kriterler18:
•
MÇ, sadece aynı şekilde boyanmış farklılaşmış hücrelerde
skorlanır,
•
Bazal hücrelerde de skorlamak mümkündür, ama bu hücre tipinin
frekansının düşük olması nedeniyle pratik değildir,
•
Piknotik hücreler, kondanse kromatinli veya karyorhektik çekirdeği
olan hücreler MÇ için skorlanmaz,
•
MÇ, yuvarlak veya oval olup, ana çekirdeğin çapının 1/3 ve 1/16’sı
kadardır,
•
MÇ, ana çekirdekle aynı yoğunlukta ve aynı boyanma özelliğindedir
•
MÇ’li
hücrelerdeki
çekirdekler
normal
hücrelerdeki
çekirdek
morfolojisine sahiptir,
3.7. İstatistiksel Analiz
Verilerin
analizi
“SPSS
for
Windows
11.5”
paket
programında yapıldı. Sürekli değişkenlerin dağılımının normale yakın olup
olmadığı Shapiro Wilk testi ile araştırıldı. Tanımlayıcı istatistikler sürekli
değişkenler için ortalama (± standart sapma) veya ortanca (IQR:
interquartile range) olarak, kategorik değişkenler ise olgu sayısı ve (%)
olarak gösterildi. Gruplar arasında ortalamalar yönünden farkın önemliliği
bağımsız grup sayısı iki olduğunda Student’s t testi ile ikiden fazla grup
arasındaki farkın önemliliği ise Tek Yönlü Varyans Analizi (One-Way
ANOVA) ile değerlendirildi. Tek yönlü varyans analizi sonucunun önemli
bulunması halinde post hoc Tukey testi kullanılarak farka neden olan
152
durumlar belirlendi. Gruplar arasında ortanca değerler yönünden farkın
önemliliği bağımsız grup sayısı iki olduğunda Mann Whitney U testi ile
ikiden fazla grup arasındaki farkın önemliliği ise Kruskal Wallis testi ile
değerlendirildi. Kruskal Wallis test istatistiği sonucunun önemli bulunması
halinde parametrik olmayan çoklu karşılaştırma testi kullanılarak farka
neden olan durumlar belirlendi. Kategorik değişkenler Pearson’un Ki-Kare
veya Fisher’in Kesin Sonuçlu Ki-Kare testi ile değerlendirildi. Gruplar
içerisinde S(+)MÇ ve S(-)MÇ oranları arasındaki farkın önemliliği Wilcoxon
İşaret testiyle incelendi. Sürekli değişkenler arasında istatistiksel olarak
anlamlı korelasyon olup olmadığı Spearman’ın Korelasyon testiyle
araştırıldı. Tek değişkenli istatistiksel analizler sonucunda genotoksisite
göstergeleri üzerinde istatistiksel olarak anlamlı birliktelik gösteren
faktörlerle klinik olarak etkili olabileceği düşünülen faktörler bir araya
getirilip
Çoklu
Adımsal
Doğrusal
Regresyon
Analizi
kullanılarak
genotoksisite göstergeleri üzerinde en fazla belirleyiciliğe sahip olan
etkenler tespit edildi. Daha sonra, yaş, cinsiyet, beden kitle indeksi (BMI),
sigara maruziyeti ve günlük spor yapma süresine göre düzeltme
yapıldığında genotoksisite göstergeleri üzerinde daha önce anlamlı
belirleyiciliği olan faktörlerin hem de araştırma gruplarının anlamlı
etkilerinin devam edip etmediği Çoklu Doğrusal Regresyon Analiziyle
araştırıldı. Her bir değişkene ait regresyon katsayısı ve %95 güven
aralıkları hesaplandı. Genotoksisite göstergeleri normal dağılmadığından
regresyon analizlerinde logaritmik dönüşüm yapıldı. p<0,05 için sonuçlar
istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi
153
4. BULGULAR
4.1. Hasta ve Kontrol Gruplarının Anket Bilgileri
Hasta grubu çocuklarının kronik böbrek hastalıklarının
nedenleri tablo 24’de, Tx grubunda kullanılan immün baskılayıcı rejimleri
tablo 25’de gösterilmiştir.
Tablo 24: Hasta grubu çocukların KBH’nın nedenleri
KBH NEDENİ
VUR (Vezikoüroteral reflü)
Nörojenik mesane
Konjenital ürogenital sistem anomalisi
Nefrolitiazis
Fokal segmental glomeruloskleroz
Nefrotik sendrom
Bardet-Biedl
Sistinozis
VUR+Nörojenik mesane
FMF+VUR
FMF+SLE
Down send+Nörojenik mesane
Polikistik böbrek hastalığı
Obstrüktif üropati
Atrofik böbrek
Alport Sendromu
Oxalozis
Hemolitik üremik sendrom
Post üretral valv
Bilinmeyen
TOPLAM
N
12
5
3
3
3
2
2
2
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
5
49
154
Tablo 25: Tx grubunda kullanılan immün baskılayıcı rejimleri
İMMÜN BASKILAYICI TİPİ
TX Grup
n
%
4
8
23,5
47,1
1
1
5,9
5,9
Rapamisin+ MMF+Steroid
1
1
5,9
5,9
Rapamisin
1
5,9
TOPLAM
17
100,0
Siklosporin + MMF+Steroid
Takrolimus+ MMF+Steroid
Siklosporin + MMF
Takrolimus+ Steroid
Takrolimus
Hasta grubunun, doktorunun ve kontrol grubunun anket bilgileri tablo 26,
27 ve 28’de gösterilmiştir.
155
Tablo 26: Hasta grubunun anket bilgileri
Hasta Ad
Kilo
Yaş Cinsiyet
No Soyad
(kg)
2
3
4
5
6
HA
ONB
TG
MK
RNG
7 IOD
9
10
11
12
13
14
15
AB
EY
EG
VTA
FNC
MA
MKK
16
16
16
15
13
Erkek
Erkek
Kız
Erkek
Kız
16 Erkek
16
16
17
19
6
12
18
Erkek
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Erkek
Boy
(cm)
Son 1 yılda
yapılan aşı
62
46,5
65
42
49
160
147
159
142
147
53
165
Grip
42
60
47,5
60
16
45
109
150
162
150
160
102
135
157
Hepatit
Son 3 ayda çekilen
rontgen
Yaşadığı
BMI
ortamda
2
(kg/m ) sigara içiliyor
mu
DÜSG MAG-3 sintigrafi 24,22
21,52
Pelvis
25,71
20,83
22,68
Pelvis
Böbrek
Hepatit
Akciğer
Akciğer
KranialCT, akciğer
19,47
18,67
22,86
21,11
23,44
15,38
24,69
44,22
İçilen çay
(bardak/gün)
Yaptığı
Spor
spor
aktivitesinin
aktivitesi
süresi
Hayır
Evet
Hayır
Hayır
Hayır
--2
--3 veya daha fazla
1
Orta
Fazla
Az
1 saat
1saat
Yarım saat
Evet
1
Fazla
1 saat
Hayır
Hayır
Hayır
Hayır
Evet
Hayır
Hayır
------3 ve daha fazla
3 ve daha fazla
2
1
Fazla
Fazla
Az
Orta
Orta
Fazla
Az
4 saat
2 saat
7 saat
2 saat
1 saat
2 saat
Yarım saat
157
Tablo 26: Hasta grubunun anket bilgileri (devam)
Hasta Ad
Kilo
Yaş Cinsiyet
No Soyad
(kg)
16
17
18
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
İK
AOA
Eİ
SA
DY
HA
EG
ET
AÇ
GG
AK
SD
DA
CK
YÖ
FY
6
10
14
14
17
17
16
2
18
14
18
18
18
9
12
17
Erkek
Erkek
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Kız
Erkek
Erkek
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Kız
Erkek
Kız
36
22
35
37
82
51
43
8
41,5
26
24
69
40
24
35
32
Boy Son 1 yılda
(cm) yapılan aşı
113
118
135
149 Hepatit
172
154
147
71 DBT, HİB
141 HİB
123
140
104
156
122
132
135
Son 3 ayda
çekilen
rontgen
Akciğer
Akciğer
Akciğer
Yaşadığı
BMI
ortamda
2
(kg/m ) sigara içiliyor
mu
28,19
15,80
19,20
16,67
27,72
21,50
19,90
15,87
Sistogram
20,87
17,19
12,24
63,79
Akciğer
16,44
16,12
20,09
Direkt karın g 17,56
Hayır
Evet
Hayır
Hayır
Evet
Hayır
Evet
Hayır
Hayır
Evet
Evet
Hayır
Hayır
Hayır
Hayır
Evet
İçilen çay
(bardak/gün)
--2
2
2
3 ve daha fazla
2
2
--1
--2
2
3 ve daha fazla
3 ve daha fazla
--2 bardak
Yaptığı
spor
aktivitesi
Spor
aktivitesinin
süresi
Fazla
Az
1 saat
5 saat
Fazla
Az
Az
Az
Az
2 saat
1 saat
Yarım saat
1 saat
Az (bebek)
Az
Az
Az
Az
Orta
Orta
Orta
1 saat
1 saat
1 saat
1 saat
1 saat
1 saat
Yarım saat
158
Tablo 26: Hasta grubunun anket bilgileri (devam)
Hasta Ad
Kilo
Yaş Cinsiyet
No Soyad
(kg)
MB
BF
GK
ES
RB
IB
YG
SA
41 CB
15
19
18
16
14
12
15
18
42 ID
43 AÇ
44 EM
45 HNM
46 IÖ
47 KA
48 SG
49 AC
50 BD
51 MAA
52 MK
33
34
35
36
37
38
39
40
Boy
(cm)
Kız
Kız
Kız
Kız
Kız
Kız
Erkek
Kız
44
34
63,5
34
40
32
20
60
122
130
160
136
152
142
125
170
18 Erkek
33,5
140
8
12
10
9
5
13
15
15
15
18
17
17
33
43
19,5
13
27
27
27
74
65
39
98
145
133
120
100
120
135
131
169
183
143
Kız
Kız
Erkek
Kız
Kız
Kız
Erkek
Erkek
Erkek
Erkek
Erkek
Son 1 yılda yapılan
aşı
Yaşadığı
Son 3 ayda
BMI
ortamda
çekilen
2
(kg/m ) sigara içiliyor
rontgen
mu
VCUG
Hepatit B
Grip
VCUG
Akciğer
Akciğer
Bacak
Okulda 3 kere
Okulda
VCUG
Okulda
Akciğer
Tetanoz, hepatit
İçilen çay
(bardak/gün)
Spor
Yaptığı spor
aktivitesinin
aktivitesi
süresi
29,56
20,12
24,80
18,38
17,31
15,87
12,80
20,76
Evet
Hayır
Evet
Hayır
Hayır
Evet
Evet
Evet
1
2
2
--3 ve daha fazla
2
2
2
Az
Az
Az
Az
Fazla
1 saat
Yarım saat
1 saat
Yarım saat
1 saat
Az
Az
1 saat
Yarım saat
17,09
Evet
3 ve daha fazla
Az
1 saat
17,70
15,74
24,31
13,54
13,00
18,75
14,81
15,73
25,91
19,41
19,07
Evet
Evet
Evet
Evet
Evet
Hayır
Hayır
Evet
Evet
Evet
Evet
1
3 ve daha fazla
2
1
--2 bardak
2 bardak
1 bardak
3 bardak
1 bardak
2 bardak
Az
Fazla
Orta
Fazla
Orta
Yarım saat
6 saat
3 saat
2 saat
1 saat
Fazla
Az
Az
Fazla
Az
1 saat
1 saat
2 saat
2 saat
2 saat
159
Tablo 27: Hasta grubunun doktoruna ait anket bilgileri
Hasta Yetmezliğin
grubu
şiddeti
No
Başka bir hastalığı
Hastalığın
süresi
Diyaliz
süresi
Diyaliz öncesi
Ne kadar
İmmün
İmmün
Gün/
immün
süre önce
baskılayıcı baskılayıcı
hafta baskılayıcı ilaç
böbrek nakli
ilacın adı ilacın süresi
kullanımı
yapıldı?
Kullanılan immün
baskılayıcı ilaç
2
Tx
Tx
3
Tx
Tx
7 ay
Takrolimus
4
Tx
Tx
FMF
2 ay
4 yıl
Takrolimus, MMF, Steroid
5
Tx
Tx
Epilepsi
2 ay
1 ay
Takrolimus, MMF, Steroid
6
Tx
Tx
9 ay
Siklosporin MMF
2,5 yıl
Takrolimus, MMF,Steroid
1,5 yıl
Takrolimus, MMF, Steroid
3 ay
Siklosporin, MMF, Steroid
7
Tx
Tx
9
HD
Son
10
Tx
Tx
11
Tx
Tx
12 PreD
Orta
13 PreD
Orta
14 PreD
Son
15 PreD
Orta
6 yıl
Lesch Nyhan send Doğuştan
Down S+ Mesane
disfonksiyonu
Hepatik fibrozis
Takrolimus, MMF, Steroid
3
Doğuştan
1,5 yıl
5 yıl
20 gün
Lawrence Moon Biedle
Doğuştan
160
Tablo 27: Hasta grubunun doktoruna ait anket bilgileri (devam)
No
Hasta Yetmezliğin
grubu
şiddeti
Başka bir hastalığı
Hastalığın Diyaliz Gün/
süresi
süresi hafta
Diyaliz
öncesi
İmmün
İmmün Ne kadar süre
immün
baskılayıcı baskılayıcı önce böbrek
baskılayıcı
ilacın adı ilacın süresi nakli yapıldı?
ilaç
kullanımı
Kullanılan immün
baskılayıcı ilaç
16
Tx
Tx
19 ay
Takrolimus, MMF, Steroid
17
Tx
Tx
1 ay
Siklosporin, MMF, Steroid
18
Tx
Tx
3 yıl
Takrolimus,MMF,steroid
20
Tx
Tx
2 yıl
Rapamisin
21
Tx
Tx
4 yıl
Siklosporin, MMF,Steroid
22
Tx
Tx
1 yıl
Takrolimus,MMF,Steroid
23
Tx
Tx
2 yıl
Rapamisin,MMF, Steroid
Üretrovezikal darlığa ikincil
üretrakotenostomi
24 PreD
Orta
25
HD
Son
4 yıl
3
26
HD
Son
3 yıl
3
27
HD
Son
6 yıl
3
28
Tx
Tx
1,5 yıl
Takrolimus, Steroid
29
Tx
Tx
10 ay
Siklosporin, MMF, Steroid
30 PreD
Orta
Epilepsi
Polikistik böbrek hastalığı
1,5 yıl
2 yıl
Doğuştan
161
Tablo 27: Hasta grubunun doktoruna ait anket bilgileri (devam)
No
Hasta Yetmezliğin
grubu
şiddeti
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
PreD
HD
PreD
HD
PreD
HD
PreD
HD
HD
HD
HD
PreD
Orta
Son
Son
Son
Orta
Son
Orta
Son
Orta
Son
Son
Son
43
HD
Orta
44
45
HD
HD
Orta
Son
Başka bir
hastalığı
Diyaliz öncesi
Hastalığın Diyaliz
immün
Gün/hafta
süresi
süresi
baskılayıcı ilaç
kullanımı
3
5 yıl
3
Hidrosefali
Bardet Biedl
Doğuştan
doğuştan
1 ay
3 ay
6 yıl
5 yıl
3
3
3
3
Oksalozis
Doğuştan
Hipertansiyon
1 ay
1 hafta
2
1 yıl
5 ay
2
3
14 ay
3
Başlangıç
Orta
Orta
Meningomiyosel Doğuştan
49 PreD
Orta
Konjenital kalp h Doğuştan
50 PreD
51 PreD
Başlangıç
Orta
Son
4 yıl
Doğuştan
47 PreD
48 PreD
HD
4
Kas distrofisi
46 PreD
52
1 yıl
C.albicans enf
1 yıl
İmmün baskılayıcı ilacın adı
İmmün
baskılayıcı
ilacın süresi
Evet
Prednizolon, siklofosfamid
15 gün
Evet
Siklosporin, MMF, prednizolon
6 ay
Ne kadar Kullanılan
süre önce
immün
böbrek nakli baskılayıcı
yapıldı?
ilaç
162
Tablo 27: Hasta grubunun doktoruna ait anket bilgileri (devam)
No
Antihipertansif ilaç
Eritropoetin Osteoporoz ilacı
kullanıyor mu?
2 Vasocard,Hyzaar
Diğer ilaçlar
Vitamin mineral takviyesi
Sıklığı
Son 2 yılda
geçirilen viral
enfeksiyon?
Antiasidoz, Phosex, Cipro
Multivitamin
Her gün
Polyomavirus
Multivitamin
Her gün
Multivitamin
Her gün
Ca-Sandoz
3
Rocaltrol
4
Kolşisin,
5
6 Norvasc, Enapril
Aspirin, Bactrim, Supradyn, Omeprol
7 Cozaar, Enapril
Zocor
9
Ürikoliz, Scholl sol
10
Bactrim, Aspirin
11
Bactrim, Zocor, Supradyn, Aspirin
Multivitamin
Her gün
Antiasidoz,Aminoglikozid,Bactrim,
Ca karbonat,
Multivitamin
Her gün
12
Amlodipen
Evet
Rocaltrol
Antifosfat,Scholl,
Ferrosanol,Allopürinol,Ca karbonat
13 Kaptopril,Dideral,
Suçiçeği
14
15
Enapril
Rocaltrol
163
Tablo 27: Hasta grubunun doktoruna ait anket bilgileri (devam)
Diğer ilaçlar
Vitamin mineral
takviyesi
Sıklığı
Omeprol, Bactrim
Multivitamin
Her gün
17
Bactrim, Omeprol, Triflucan
Multivitamin
Her gün
18
Symbicort
No
16
Antihipertansif ilaç
kullanıyor mu?
Eritropoetin
Osteoporoz ilacı
Enapril, Norvasc
20
Evet
21
Ca-Sandoz,Aktif Dvit
Antifosfat, Antiasidoz,Scholl,
Son 2 yılda
geçirilen viral
enfeksiyon?
BK virüs
Rocaltrol,Ca-Sandoz
22
Enapril
23
Norvasc
Aktif Dvit
Ator,Bactrim
24
25
Evet
26
Evet
27
Uropan,Lansor,Oral
fosfor,Scholl sol
Evet
Scholl solüsyonu, Phosex
Multivitamin
Kalsiyum laktat, Phosex
Folat
Rocaltrol
Phosex
Multivitamin
Rocaltrol
Phosex, Ferrasanol,
Luminaletten
Folat
28
Her gün
Her gün
Aspirin
29
Enapril,
Norvasc,Alfamet,
30
Enapril
Rocaltrol
Multivitamin
Hergün
164
Tablo 27: Hasta grubunun doktoruna ait anket bilgileri (devam)
No
Antihipertansif ilaç
kullanıyor mu?
Eritropoetin
Osteoporoz ilacı
Diğer ilaçlar
Vitamin mineral
takviyesi
Sıklığı
Renegel,Calcijex,
Bemiks,Folbiol
Her gün
Son 2 yılda
geçirilen viral
enfeksiyon?
31
32
Evet
33
34
Enapril,Norvasc
Evet
Rocaltrol,
Phosex, EAS,Ferrasanol
Folat
Enapril,Norvasc
Evet
Rocaltrol
Phosex,Renegel,Ferrasanol,
Multivitamin
Her gün
Bemiks,Folbiol
Her gün,3
günde 1
35
36
37
Adalat
Vasocard,Enapril,Dideral
38
Losartan,
39
Vasocard
40
41
42
43
Enapril
Prednol
Evet
Rocaltrol
Evet
Evet
Adalat, Norvasc
48
49
50
51
52
Multivitamin
Phosex
Phosex
Folat
Folat
Vasocard, Enapril
Multivitamin
44
45
46
47
Scholl sol,Bactrim
Evet
Scholl sol,Antifosfat
Multivitamin
Ferrasanol
Pyeloseptil
Folat
Grip
Her gün
Multivitamin
Her gün
Rocaltrol
Scholl sol,Bactrim,Pyloseptil
Cvit
Her gün
Rocatrol
Phosex, Eprex
Folat
Her gün
Norvasc
165
Tablo 28: Kontrol grubunun anket bilgileri
Son 1
Ad
yılda
No
Yaş Cinsiyet Kilo (kg) Boy (cm)
Soyad
olunan
aşı
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
AY
TY
CK
CK
TK
DK
PB
KEZ
KEK
GK
TK
OK
YA
LÖ
AO
CY
BY
EA
OE
DF
14
17
10
9
18
12
16
4
10
16
18
15
15
18
11
9
13
9
9
13
Kız
Kız
Erkek
Erkek
Erkek
Kız
Erkek
Erkek
Kız
Kız
Erkek
Erkek
Erkek
Kız
Kız
Kız
Kız
Erkek
Erkek
Erkek
34
49
29
22
50
40
74
20
25
35
67
43
47
52
31
33
48
38
26
48
143
152
129
127
160
148
168
109
138
162
175
153
166
165
148
144
158
134
131
165
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Son 3
ayda
çekilen
rontgen
Kol
Yaşadığı
BMI
ortamda sigara
2
(kg/m )
içiliyor mu
16,63
21,21
17,43
13,64
19,53
18,26
26,22
16,83
13,13
13,34
21,88
18,37
17,06
19,10
14,15
15,91
19,23
21,16
15,15
17,63
Evet
Evet
Evet
Evet
Evet
Evet
Hayır
Evet
Evet
Evet
Evet
Evet
Evet
Evet
Evet
Evet
Evet
Evet
Evet
Evet
İçilen çay
(bardak/gün)
1 bardak
2 bardak
2 bardak
1 bardak
2 bardak
2 bardak
2 bardak
--1 bardak
2 bardak
2 bardak
1 bardak
2 bardak
2 bardak
1 bardak
1 bardak
2 bardak
1 bardak
--2 bardak
Yaptığı
spor
aktivitesi
Orta
Orta
Fazla
Orta
Fazla
Orta
Orta
Orta
Az
Az
Orta
Fazla
Fazla
Az
Az
Az
Az
Orta
Orta
Az
Spor
aktivitesi
süresi
4 saat
2 saat
3 saat
3 saat
5 saat
2 saat
2saat
2 saat
1 saat
1 saat
2 saat
3 saat
3 saat
1 saat
1 saat
2 saat
1 saat
2 saat
2 saat
2 saat
166
4.2. Hasta ve Kontrol Gruplarının Genel Özellikleri
Hasta ve kontrol grubunun genel özellikleri Tablo 29’da gösterilmiştir.
Tablo 29 : Hasta ve kontrol grubunun genel özellikleri
Hasta Grubu
Tx
HD
PreD
Toplam
17
15
17
49
20
15,06(±3,05)
15,20(±3,17)
12,71(±5,15)
14,29(±4,03)
12,80(±3,87)
Erkek N(%)
10(%58,8)
7(%46,7)
9(%52,9)
26(%53,1)
11(%55,0)
Kız
7(%41,2)
8(%53,3)
8(%47,1)
23(%46,9)
9(%45,0)
N
a
Yaş Ortalama (±
±SS) yıl
Cinsiyet
b
N(%)
Tx süresi Ortalama
(±
±SS) ay
HD süresi Ortalama
(±
±SS) ay
PreD süresi Ortalama
(±
±SS) ay
BMI Ortalama (±
±SS)
Çevresel
sigara
etkisi
Kontrol
Grubu
22,35(±19,43)
29,75(±27,68)
41,35(±38,83)
23,98(±10,87)
c
17,61(±3,29)
20,99(±7,56)
20,99(±8,27)
11 (%73,3)
9 (%52,9)
26 (%53,1)
17,79(±3,27)
c
Var N(%)
6(%35,3)
Yok N(%)
11(%64,7)
Alıyor N(%)
6(%35,3)
Almıyor N(%)
11(%64,7)
0 (%0,0)
12(%70,6)
23 (%46,9)
19 (%95,0)
Viral enf
(son 2
yılda)
Geçiren N(%)
2(%11,8)
1 (%6,7)
1 (%5,9)
4 (%8,2)
0 (%0,0)
Geçirmeyen
N(%)
15(%88,2)
14 (%93,3)
16 (%94,1)
45 (%91,8)
20 (%100,0)
Aşı
(son 1
yılda)
Olan N(%)
4(%23,5)
f
12 (%24,5)
Olmayan N(%)
13(%76,5)
13 (%76,5)
37 (%75,5)
Çekilen N(%)
7(%42,1)
Çekilmeyen
N(%)
10(%58,8)
8 (%53,3)
11 (%64,7)
29 (%59,2)
19 (%95,0)
2 bardak
2 bardak
2 bardak
2 bardak
2 bardak
Az
Az
Orta
d
e
4 (%26,7)
d
15 (%100,0)
d
8 (%47,1)
e
5(%29,4)
e
23 (%46,9)
26 (%53,1)
d
e
19 (%95,0)
1 (%5,0)
1 (%5,0)
d
e
Vitamin
Rontgen
(son 3
ayda)
Çay içme alışkanlığı
Spor yapma alışkanlığı
Spor süresi (Ortanca)
a
1 saat
b
h
f
g
4 (%26,7)
f
4 (%23,5)
11 (%73,3)
7 (%46,7)
1 saat
g
6 (%35,3)
h
1 saat
c
g
20 (%40,8)
f
g
0 (%0,0)
f
20 (%100,0)
1 (%5,0)
g
Orta
h
1 saat
h
2 saat
h
d, e, f, g
[ (Anova test p>0,05 ), (Ki Kare test p>0,05), (kontrol-Tx p<0,05, Tukey test),
h
(kontrol-Tx, HD, PreD p<0,05, Ki Kare test), (kontrol-Tx, HD, PreD p<0,001, MannWhitney test)]
167
Tablo 29’da da görüldüğü gibi hasta grupları ve kontrol
grubunda yer alan çocuklar yaş ve cinsiyet açısından uyumludur (p>0,05).
Hasta ve kontrol grubu çocuklar sigara içmiyordu. Fakat, kontrol grubu
çocuklarda çevresel sigara etkisine maruziyet Tx, HD, PreD ve toplam
hasta (TH) gruplarına göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksekti
(p<0,05). BMI; kontrol ve hasta grubu arasında anlamlı bir farklılık
bulunmamasına karşın (p>0,05), TX grubunda kontrol grubundan anlamlı
bir şekilde yüksek bulunmuştur (p<0,05). Son iki yıl içinde viral enfeksiyon
geçirme açısından kontrol ve hasta grubu ve her bir hasta grubu benzerlik
göstermektedir (p>0,05).
Hasta grubunun vitamin kullanma, son bir yılda aşı olma ve
son 3 ayda röntgen çektirme yönünden kontrol grubuna göre istatistiksel
olarak anlamlı farklılığı vardı (p<0,05). TX ve HD gruplarında az enerji
gerektiren spor aktiviteleri yapılırken, PreD ve kontrol gruplarında ise orta
derecede enerji gerektiren spor aktiviteleri yapılıyordu. Kontrol grubunda
spor yapma süresinin ortanca değeri 2 saat iken, hasta grubunda ise bu
değer 1 saat idi.
168
Tablo 30: Tx hastalarının Tx, Tx öncesi HD ve ilk tanıdan itibaren; HD hastalarının
HD ve ilk tanıdan itibaren; PreD hastalarının ilk tanıdan itibaren geçen süreleri
TX
TX
öncesi
İlk tanıdan
HD
İlk tanıdan
Hasta
Hasta
Grup Süresi
HD
itibaren geçen
Grup Süresi itibaren geçen
No
No
(ay)
süresi
süre (ay)
(ay)
süre (ay)
(ay)
Tx
2
9
72
36
108
HD
3
6
Tx
3
25
7
60
72
HD
48
156
Tx
4
26
48
8
57
HD
36
44
Tx
5
27
1
48
54
HD
72
216
Tx
6
32
9
42
120
HD
12
132
Tx
7
34
30
48
144
HD
48
96
Tx
10
36
18
36
180
HD
60
60
Tx
11
38
3
6
9
HD
1
101
Tx
16
39
19
23
42
HD
3
60
Tx
17
40
1
47
48
HD
72
85
Tx
18
41
36
6
144
HD
60
132
Tx
20
43
24
6
120
HD
1/4
4
Tx
21
44
48
3
51
HD
12
72
Tx
22
45
12
12
36
HD
5
89
Tx
23
52
24
5
36
HD
14
72
Tx
28
18
40
60
Tx
29
10
72
88
PreD
12
24
13 PreD
60
14 PreD
2
15 PreD
18
24 PreD
10
30 PreD
10
PreD
31
4
33 PreD
7
35 PreD
8
37 PreD
14
42 PreD
28
46 PreD
1
PreD
47
120
48 PreD
156
49 PreD
168
50 PreD
37
51 PreD
36
169
4.3. Biyokimyasal Parametrelerin İncelenmesi
Hasta
ve
kontrol
grubunun
biyokimyasal
analizlerinin
sonuçları tablo 31 ve 32’de, ortalama (±SS) ve ortanca değerleri (IQR) ise
tablo 33 ve 34‘de gösterilmiştir.
170
Tablo 31: Hasta grubunun biyokimyasal değerleri
BUN
Kod Grup (mg/dl)
Kreati
nin
(mg/dl)
GFR*
T.
Triglise
T.
Albumin CRP
Ca
P
Kolestrol
rit
protein
(g/dl) (mg/L) (mg/dl) (mg/dl)
(mg/dl) (mg/dl) (g/dl)
Fe
(ug/dl)
2
1
22 1,25 232,73
149
139 7,40 5,30 1,00 10,40 3,80 125,00
3
1
51 7,28 36,71
250
247 7,30 4,50 0,10 9,60 5,40 73,00
4
1
15 0,91 317,68
172
282 7,40 4,70 9,80 9,70 3,30 35,00
5
1
17 0,89 290,09
148
98 7,30 5,50 0,00 10,30 5,20 98,00
6
1
18 1,00 267,27
155
137 6,90 4,90 0,20 10,00 3,70 55,00
7
1
25 1,62 185,19
134
109 6,00 4,15 0,60 8,60 5,70 71,00
10
1
23 1,30 226,57
108
136 7,37 4,16 9,60 10,40 5,82 35,00
11
1
18 0,91 299,70
185
492 6,90 5,00 3,80 9,70 4,70 49,00
16
1
16 0,55 373,55
169
69 7,30 5,20 1,20 9,90 4,50 198,00
17
1
11 0,54 397,31
172
296 5,70 3,70 11,50 9,60 5,40 68,00
18
1
13 0,71 345,71
162
56 6,60 4,90 2,13 9,80 3,90 42,00
20
1
32 3,53 76,74
110
73 6,80 4,70 1,00 8,70 3,40 52,00
21
1
24 1,44 217,17
157
132 8,10 5,40 9,39 9,90 3,80 62,00
22
1
13 0,77 363,64
179
68 7,40 5,40 1,24 10,40 3,40 34,00
23
1
29 3,12 85,66
173
67 6,40 4,70 5,02 8,20 2,80 31,00
28
1
24 1,86 101,66
162
125 7,30 5,20 3,40 9,60 3,10 136,00
29
1
79 3,75 75,64
256
211 4,60 3,36 11,80 8,20 5,51 169,00
9
2
41 6,41 42,55
163
103 7,75 4,70 11,80 10,50 6,09 41,00
25
2 131 14,23 18,02
188
128 6,69 3,74 5,10 7,40 2,88 36,00
(*GFR, Schwartz formülü ile hesaplanmıştır) (Grup 1: Tx; Grup 2: HD; Grup 3: PreD)
Ferritin
(ng/ml)
Homo Paratiroid
sistein h (pg/ml)
56,03
618,00
84,00
404,00
19,00
11,00
44,00
134,00
107,00
124,00
16,56
115,62
54,38
31,17
11,94
118,00
148,00
55,00
302,00
22,30
19,83
18,48
13,31
10,92
8,60
13,30
10,10
9,66
5,87
9,40
35,00
17,50
23,20
31,80
14,20
9,60
14,21
30,20
22,20
663,50
51,84
162,50
57,16
129,00
84,43
37,29
46,95
86,00
40,80
546,20
121,90
111,60
1177,00
72,00
54,00
358,90
1100,00
Ürik
Alkalen
TAS
IL-6
asit fosfataz
(mmol/l) (pg/ml)
(mg/dl) (U/L)
4,40
7,00
6,50
8,40
3,00
5,80
8,80
3,40
3,60
5,20
2,80
3,10
9,00
5,90
5,30
9,20
6,10
3,00
9,30
199
398
210
464
284
246
669
253
567
212
212
889
213
174
184
113
178
718
903
0,98
1,83
1,18
1,89
0,89
1,78
1,85
0,96
0,99
1,11
0,97
0,91
1,76
0,76
1,23
1,25
1,65
1,30
1,82
3,80
9,15
6,59
3,69
3,10
15,43
5,43
5,08
3,45
14,97
6,94
6,13
15,20
7,17
4,15
2,41
7,29
2,29
17,52
171
Tablo 31: Hasta grubunun biyokimyasal değerleri (devam)
BUN
Kod Grup (mg/dl)
Kreati
nin
(mg/dl)
GFR*
T.
Triglise
T.
Albumin CRP
Ca
P
kolestrol
rit
protein
(g/dl) (mg/L) (mg/dl) (mg/dl)
(mg/dl) (mg/dl) (g/dl)
26
2
80 7,95 28,13
132
147 6,10 4,10 4,30 8,10 10,20
27
2
82 7,28 34,97
158
60 5,70 3,60 12,10 9,00 5,70
32
2
46 6,18 39,72
140
216 7,90 5,40
10,90 3,80
34
2
60 9,43 25,07
114
122 6,70 4,10 4,80 9,40 7,70
36
2
67 5,57 44,39
126
203 7,10 4,60 5,80 9,60 6,60
38
2
40 5,80 44,51
159
211 6,10 4,20 12,00 10,50 4,50
39
2
66 4,50 50,51
146
140 5,30 3,40 24,00 8,90 6,20
40
2
55 10,87 28,44
156
166 7,20 4,90 4,60 9,30 5,90
41
2
44 5,91 43,07
189
124 6,80 10,00 5,20 10,00 2,40
43
2
66 2,46 107,17
275
189 5,20 2,90 4,00 8,50 6,90
44
2
39 1,89 127,95
212
201 7,10 4,40
1,02 4,60
45
2
10 1,30 167,83
206
222 7,50 4,60 6,20 11,80 1,80
52
2
79 12,14 21,42
152
162 7,36 4,45 0,70 7,50 6,33
12
3
51 3,48 83,59
117
87 6,70 4,50
9,30 3,00
13
3
64 2,07 89,59
132
84 6,10 4,30 0,22 7,60 6,30
14
3
25 4,87 50,40
5,00 3,50 24,00 8,70 5,20
15
3
51 4,05 70,48
174
300 7,82 4,78 2,60 9,90 4,75
24
3
53 1,47 87,82
124
108 7,10 4,90 2,30 10,40 5,40
(*GFR, Schwartz formülü ile hesaplanmıştır) (Tx; Grup 2: HD; Grup 3: PreD)
Fe
(ug/dl)
Ferritin
(ng/ml)
Homo Paratiroid
sistein h (pg/ml)
45,00 186,00 15,10
61,00 226,00 11,06
576,35
51,00 123,00 10,12
49,00 211,00 14,29
2000,00 8,10
57,00 298,98 11,10
56,00 124,00 26,30
19,00 536,00 14,37
47,43 28,70
74,00 23,15 9,00
54,00 128,00 9,63
66,00 46,00 14,03
96,00 185,36 18,00
17,00 28,37
31,00
39,00
46,00 118,00 43,17
56,00 220,00 10,20
210,00
146,00
388,30
246,00
108,00
218,00
117,30
296,70
79,20
1743,00
107,10
174,00
108,90
1258,00
Ürik
Alkalen
TAS
IL-6
asit fosfataz
(mmol/l) (pg/ml)
(mg/dl) (U/L)
4,30
6,30
3,80
6,80
4,30
4,10
6,70
7,10
6,40
4,60
4,40
1,40
6,70
5,80
9,60
6,40
7,80
7,80
500
148
269
216
311
89
290
189
136
132
252
432
652
155
111
108
288
1828
1,00 13,57
1,08 10,55
1,83 6,36
1,52 61,71
0,88 2,17
1,29 13,22
1,68 15,66
1,29 1,83
1,53 36,59
1,03 226,36
1,06 5,31
1,81 11,36
1,61 1,71
1,39 4,73
0,89 6,94
1,78 17,87
1,75 11,71
1,41 3,57
172
Tablo 31: Hasta grubunun biyokimyasal değerleri (devam)
BUN
Kod Grup (mg/dl)
Kreati
nin
(mg/dl)
GFR*
T.
Triglise
T.
Albumin CRP
Ca
P
kolestrol
rit
protein
(g/dl) (mg/L) (mg/dl) (mg/dl)
(mg/dl) (mg/dl) (g/dl)
30
3
85 5,32 41,70
184
235 8,07 5,02
31
3
42 2,61 91,95
6,10 4,10
33
3 137 15,98 13,88
146
74 7,30 3,55
35
3
58 6,17 47,15
188
205 7,00 4,70
37
3
52 2,04 135,47
345
132 5,60 3,70
42
3 126 8,29 21,49
113
110 6,70 3,98
46
3
34 1,60 113,64
138
279 7,10 4,70
47
3
46 3,88 56,23
132
132 7,30 4,50
48
3
47 2,81 87,35
150
161 7,50 5,00
49
3
56 2,82 84,46
147
94 7,10 4,70
50
3
18 1,14 269,54
192
8,10 5,40
51
3
31 1,76 189,05
185
168 6,30 4,00
(*GFR, Schwartz formülü ile hesaplanmıştır) (Grup 3: PreD)
6,10 10,00
9,00
4,80 5,40
4,10 9,50
6,10 8,50
1,00 5,90
9,40
9,00
9,70
9,50
10,10
8,90
6,32
3,50
5,01
4,60
4,60
9,85
4,80
2,70
4,10
5,00
Fe
(ug/dl)
Ferritin
(ng/ml)
71,00 215,00
478,19
120,00 140,00
42,00 15,00
67,00 124,00
77,00 115,00
26,00
117,00 46,16
64,00 44,95
185,00 11,14
67,00 21,65
4,10 123,00 81,61
Homo Paratiroid
sistein h (pg/ml)
25,11
42,78
18,70
16,00
24,33
8,80
26,40
15,30
9,40
19,80
68,00
973,30
646,10
160,70
108,10
659,00
0,00
130,30
287,70
Ürik
Alkalen
TAS
IL-6
asit fosfataz
(mmol/l) (pg/ml)
(mg/dl) (U/L)
8,40
3,80
7,40
6,50
8,10
6,80
6,30
1,60
5,30
6,10
442
131
274
167
142
571
213
168
696
280
5,90
75
1,91 1,36
1,40 23,69
1,78 2,29
1,83 3,10
1,88 4,38
1,62 5,90
1,55 2,87
1,83 6,36
1,27 4,50
1,11 3,10
0,80 2,41
1,37 3,34
173
Tablo 31: Hasta grubunun biyokimyasal değerleri (devam)
AKI
(mg/dl)
No
AST
(U/L)
ALT
(U/L)
HS CRP
K
Na
Hematokrit Hb
(mg/L) (mmol/L) (mmol/L)
(%)
(g/dl)
2
90
19
19
3
88
35
4
96
27
5
99
6
70
7
9
10
11
Eritrosit Lökosit
(M/uL) (bin/uL)
Trombosit
(bin/uL)
Sedim
(mm/h)
HDL-K
(mg/dl)
LDL-K
(mg/dl)
0,06
4,1
137
42,3
14,4
5,08
8,28
239
7
37
84,2
18
89
3,4
139
31,6
10,3
3,68
5,15
161
60
41
159
15
14,9
3,6
138
38,8
12,7
4,91
4,51
245
23
39
87
21
17
0,7
3,6
139
42,7
14,3
4,77
10,8
229
2
46
71
22
15
1,5
4,3
136
31,3
10,3
3,84
7,79
322
22
38
90
68
13
11
0,1
4,3
140
30,7
10,1
3,8
7,31
282
3
30
83
101
16
11
2,1
5,2
144
33,9
11,3
3,47
6,3
257
23
61
101
87
21
12
2,9
4,8
144
30,9
10,2
3,92
13
352
0
36
63
82
30
24
0,8
3,8
144
37
12,4
3,98
6,45
346
16
32
80
12
103
23
25
0,74
4,4
134
34,5
11,5
3,86
6,26
226
21
35
65
13
100
15
0,22
141
141
14
4,61
1,89
3,05
91,4
42
73
14
101
13
6
15
100
9
11
16
85
34
17
91
28
18
87
20
91
21
22
3,2
142
19,8
9,14
3,61
12,6
242
0
11,5
6
144
30
10
3,39
6,87
210
55
35
114
25
1,9
3,8
139
39,3
13,6
4,58
9,12
429
7
56
101
25
13,8
4,8
138
32,2
10,7
3,69
9,61
255
6
28
89
20
26
0,17
3,3
145
35,5
12
4,21
7,6
312
11
58
93
18
10
0,06
4,1
141
30,4
9,97
3,62
6,47
170
27
42
53
86
8
20
0,93
5
140
44,8
15,1
5,3
6,73
241
16
32
98,6
98
13
12
0,12
4,1
142
38,2
13,7
4,85
7,64
298
5
43
122
174
Tablo 31: Hasta grubunun biyokimyasal değerleri (devam)
No
AKI
(mg/dl)
AST
(U/L)
ALT
(U/L)
HS CRP
K
Na
Hematokrit Hb Eritrosit Lökosit Trombosit
(mg/L) (mmol/L) (mmol/L)
(%)
(g/dl) (M/uL) (bin/uL) (bin/uL)
23
90
14
19
0,43
24
92
44
11
25
88
16
12
26
82
12
27
75
18
28
83
12
29
81
30
152
31
32
3,7
145
31,1
9,69
3,63
0,1
4
0,3
5,1
133
33
11,4
139
30,8
30,8
6
1,8
6
24
5,4
140
26,7
6
136
26,3
10
1,1
4,2
139
13
25
8
4,3
4,9
14
0,8
5,3
86
172
87
16
143
0
13
0
33
89
34
18
16
2
35
50
16
16
80
14
10
36
87
24
37
83
12
38
110
16
13
39
84
16
9
1,63
40
123
24
6
41
76
10
6
Sedim
(mm/h)
HDL-K
(mg/dl)
LDL-K
(mg/dl)
6,14
259
27
67
92,6
4,12
10
259
14
46
58
3,82
4,72
197
54
28
68
8,6
3,22
5,97
149
22
25
89
8,8
3,08
5,38
137
21
47
87
31,9
10,7
3,95
4,74
245
13
53
90
141
21,3
7,14
2,69
4,87
148
50
44
172
138
31
10,2
3,71
8,83
436
30
40
110
3,5
139
16,6
5,5
2,6
15,4
257
0
5,6
146
28
9,89
3,17
12,7
393
44
28
68,8
4,9
138
15,6
5,22
1,8
4,47
131
77
29
105
258
6
138
34
11,1
3,6
12
121
30
45
30
1,1
4,2
138
33,3
11
4,05
6,37
176
16
61
96
12
0,8
6,3
139
35,4
11,5
4,53
6,37
208
3
28
63
15
0,9
5,4
142
36,6
12,1
4,42
7,63
187
45
137
161
3,8
139
21,6
7,4
3,11
10,2
254
19
32
84
4,1
137
21,6
7,18
2,42
7,9
312
54
45
73
0,4
3,9
143
32,7
10,6
4,04
5,96
177
12
31
93
2,2
5
138
29
9,36
3,71
4,68
184
21
49
96
175
Tablo 31: Hasta grubunun biyokimyasal değerleri (devam)
No
AKI
(mg/dl)
AST
(U/L)
ALT
(U/L)
HS CRP
K
Na Hematokrit Hb
(mg/L) (mmol/L) (mmol/L)
(%)
(g/dl)
42
76
25
11
9,2
43
76
28
14
1,45
44
85
26
16
45
63
18
22
46
109
22
9
47
104
13
48
93
33
49
85
27
34
4,8
137
75
99
19
Trombosit
(bin/uL)
Sedim HDL-K LDL(mm/h) (mg/dl) K(mg/dl)
18,9
6,65
2,46
6,15
202
45
27
93
52
185
43
128,8
5
131
24
8,58
3,56
9,64
310
4,7
139
36,3
12
4,65
7,47
310
61
3,1
137
21,6
7,18
2,48
8,02
313
65
34
115
4,4
138
31,4
10,9
3,89
6,86
323
9
34
57,4
8
965
3,4
139
38,6
13
4,15
6,85
173
37
68,6
27
0,49
4,5
138
38,1
13,4
4,49
13,1
264
42
75,8
0,05
5,7
140
29,3
9,79
3,62
6,14
226
39
89,2
45,6
16,6
5,25
5,06
253
44
122,6
0
53
98,4
30,4
10
3,81
5,63
206
27
33
81
0,21
52
Lökosit
(bin/uL)
0,69
50
51
Eritrosit
(M/uL)
10
9
0,02
4,9
137
5,7
139
176
Tablo 32: Kontrol grubunun biyokimyasal değerleri
Kreati
T.
Triglise T.
Ürik Alkalen
Fe
Albumin CRP
Ca
P
Fe Ferritin Homo Paratiroid
TAS
IL-6
nin GFD* kolestrol rit protein
asit fosfataz
bağlama
(g/dl) (mg/L) (mg/dl) (mg/dl) (ug/dl) (ng/ml) sistein h (pg/ml)
(mmol/l) (pg/ml)
(mg/dl)
(mg/dl) (mg/dl) (g/dl)
(mg/dl) (U/L)
kap (ug/dl)
No
BUN
(mg/dl)
1
14
0,56
140
153
80
7,8
5,2
1
10
5,5
53
25,59
7
76
3,3
2
13
0,72
116
139
56
7,5
5,2
3,17
9,5
5
48
13,11
7,9
118
2,5
3
18
0,56
127
127
38
6,7
4,7
1
9,3
5,2
34
17,35
7,5
35,8
2,3
4
16
0,55
127
140
44
7,1
5,1
1
9,3
5,3
50
8,69
8,6
33,9
2,2
5
14
0,64
138
101
28
6,8
5
1,51
9,4
4,7
74
18,08
10,2
41,5
4,1
6
16
0,63
129
101
67
6,8
4,7
1,81
9,6
5,7
75
11,21
11,9
29,6
4,5
7
15
0,86
107
91
33
7,2
5,1
1,7
9,5
3,3
100
33,53
11,5
44,1
8
13
0,5
120
151
32
6,5
4,5
1
9,5
5,2
84
25,9
6,8
9
10
0,55
138
135
66
7,4
5,1
1,38
10
4,4
75
17,61
9,2
10
13
0,65
137
130
53
7,5
5,2
1
9,9
3,5
73
13,38
11
12
0,85
113
126
81
6,9
5,1
1,63
9,6
4,9
147
46,21
12
13
0,66
128
148
73
7,5
5,2
2,32
9,6
5,7
104
13
12
0,72
127
121
47
7,4
4,9
1
9,6
5,6
14
10
0,5
182
150
82
6,7
4,6
1
9,5
5,1
1,8079
4,733
400
1,6867
2,988
368
180
1,5251
3,105
324
204
1,3231
2,523
376
228
1,5453
2,058
318
223
1,6665
6,477
350
5,8
108
0,8686
5,314
328
34,1
3
253
1,9089
30,43
363
41,8
3,2
226
1,8079
24,62
344
11,6
52,5
3,5
75
1,2625
22,52
333
1,63
37,8
5,7
95
1,8584
20,9
361
22,21
12,8
32,3
3,9
215
1,5958
14,5
448
36
6,84
16,4
94,6
4,1
1,9392
10,9
436
42
21,81
10,6
43,7
2,5
1,9291
7,291
397
66
15
8
0,85
96
131
69
6,6
4,7
1
9,2
3,9
44
20,35
11
21,1
3
1,1615
3,453
325
16
10
0,47
169
133
48
6,6
4,9
1
9,5
5,2
115
23,51
7,9
43,8
3,2
1,4847
4,965
367
17
7
0,54
161
161
149
7,6
5,1
1
9,9
4,5
161
25,6
10
25,7
4,3
1,5857
26,13
419
58
18
9
0,57
129
160
177
7,4
5
2,65
9,7
4,9
55
33,47
11,8
30,4
3,4
231
1,7069
14,03
371
19
15
0,55
131
171
53
7,6
5,2
6
9,7
5
35
66
8
8
4,6
250
1,6968
4,849
319
20
9
0,65
140
144
53
6,7
4,6
1,86
9,5
5,8
30
14,2
7,8
36,7
4,7
1,7675
8,802
377
(*GFD, Schwartz formülü ile hesaplanmıştır)
177
Tablo 33: Tx, HD, PreD, TH ve kontrol gruplarında biyokimyasal parametrelerin ortalama (±
±SS) ve ortanca (IQR) değerleri
BİYOKİMYASAL
PARAMETRELER
N
BUN *
(5-18mg/dl)
Kreatinin *
(0,3-0,7mg/dl)
Ürik asit *
(2-5,5mg/dl)
Total kolestrol*
(121-205mg/dl)
Trigliserit *
(50-200mg/dl)
Total protein
(6-8g/dl)
Albumin *
(3,8-5,4g/dl)
Kalsiyum
(8,8-10,8mg/dl)
Fosfor
(4,5-5,5mg/dl)
Demir
(25-156ug/dl)
Ferritin *
(21,8-274,6ng/ml)
Homosistein *
(5-14 umol/L)
Parathormon *
(14-72pg/ml)
Alk.fosfataz *
(15-250U/L)
TAS *
(mmol/l)
IL-6
(pg/ml)
CRP *
(0-6mg/L)
Ortalama (±SS)
b,c,e
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
b,c,e
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
e
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
e
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
e
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
b,c
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
b,e
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
e
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
b,c,e
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
Ortanca(IQR)
b
Tx (a)
17
26,29 (±16,77)
22,00 (11,50)
1,85 (± 1,73)
1,25 (1,66)
5,74 (± 2,19)
5,80 (4,20)
167,12 (±38,86)
162,00 (27,50)
161,00 (±113,89)
132,00 (158,00)
6,87 (± 0,83)
7,30 (0,89)
4,75 (± 0,61)
4,90 (0,92)
9,59 (± 0,73)
9,70 (1,00)
4,32 (± 1,02)
3,90 (2,00)
78,41 (± 50,17)
62,00 (73,00)
123,34 (±157,61)
84,00 (103,92)
16,06 (± 8,24)
13,31 (11,44)
203,79 (±308,48)
84,43 (96,36)
321,47 (±210,50)
213,00 (239,50)
1,29 (± 0,40)
1,18 (0,80)
7,06 (± 4,27)
6,13 (4,48)
4,22 (± 4,37)
2,13 (8,70)
a,e
a,e
e
e
e
a,e
a,e
e
a,e
a,e
Hasta Grubu
HD (b)
15
60,40 (± 27,49) a,e
60,00 (38,00)
6,79 (± 3,69) a,e
6,18 (4,93)
5,28 (± 1,98) e
4,60 (2,60)
167,73 (± 40,99) e
158,00 (49,00)
159,60 (± 47,49) e
162,00 (79,00)
6,70 (± 0,85)
6,80 (1,26)
4,61(± 1,62) a,e
4,40 (0,96)
8,83 (± 2,49)
9,30 (2,40)
5,44 (± 2,18)
5,90 (2,80)
50,75 (± 14,50)
52,50 (18,00)
325,53 (±492,48) e
186,00 (247,00)
15,44 (± 7,41) e
14,12 (7,90)
417,62 (±497,99) a,e
232,00 (256,48)
349,13 (±243,35)
269,00 (352,00)
1,38 (± 0,33)
1,30 (0,61)
28,41 (± 57,02)
11,36 (15,23)
7,74 (± 6,00) e
5,20 (7,45)
PreD (c )
17
57,41 (± 31,92)
51,00 (23,00)
4,14 (± 3,59)
2,82 (3,20)
6,48 (± 1,89)
6,45 (1,98)
164,47 (± 56,70)
147,00 (53,00)
154,93 (± 73,77)
132,00 (120,25)
6,88 (± 0,85)
7,10 (1,20)
4,43 (± 0,55)
4,50 (0,85)
8,87 (± 1,39)
9,30 (1,20)
4,95 (± 1,65)
4,78 (1,25)
75,31 (± 43,89)
67,00 (68,75)
122,96 (±121,13)
115,00 (156,99)
22,64 (± 11,71)
19,25 (15,53)
390,10 (±398,97)
167,35 (547,48)
353,06 (±430,64)
190,50 (269,75)
1,50 (± 0,34)
1,55 (0,52)
6,36 (± 6,02)
4,38 (3,66)
5,69 (± 7,18)
4,10 (4,45)
e
e
e
e
e
e
e
e
e
e
e
e
Toplam Hasta (d)
49
47,18 (± 30,25)
44,00 (38,50)
4,16 (± 3,65)
2,82 (4,67)
5,84 (± 2,05)
6,10 (2,78)
166,47 (±44,91)
158,00 (47,00)
158,70 (±83,02)
136,50 (104,75)
6,82 (± 0,83)
7,10 (1,17)
4,60 (± 1,00)
4,60 (0,85)
9,11 (± 1,66)
9,50 (1,35)
4,88 (± 1,69)
4,73 (2,07)
69,93 (± 41,99)
57,00 (33,50)
187,75 (±309,86)
118,00 (166,05)
17,92 (± 9,58)
14,37 (13,66)
320,90 (±400,14)
130,30 (291,79)
340,65 (±303,51)
231,00 (272,25)
1,39 (± 0,36)
1,37 (0,73)
13,35 (± 32,69)
5,90 (9,24)
5,73 (± 5,71)
4,60 (8,19)
Kontrol Grubu (e)
a,b,c,d
a,b,c,d
a,b,c,d
a,b,c,d
a,b,c,d
b,c,d
a,b,c,d
a,b,c,d
a,b,c,d
d
d
b,c,d
20
12,35 (± 2,96)
13,00 (4,75)
0,63 (± 1,12)
0,60 (0,16)
3,69 (± 1,04)
3,45 (1,45)
135,65 (±20,92)
137,00 (24,50)
66,45 (± 37,13)
54,50 (33,50)
7,12 (± 0,42)
7,15 (0,80)
4,96 (± 0,24)
5,05 (0,48)
9,59 (± 0,22)
9,55 (0,20)
4,92 (± 0,70)
5,05 (0,90)
71,75 (± 37,44
64,00 (53,50)
23,23 (±13,76)
21,08 (12,24)
9,51 (± 3,02)
9,60 (3,75)
44,07 (±25,33)
37,25 (13,15)
172,29 (±74,10)
209,50 (138,75)
1,60 (± 0,28)
1,68 (0,31)
11,03 (± 9,07)
6,88 (15,52)
1,70 (± 1,19)
1,19 (0,85)
[*p<0.05 ; a,b,c, e ile karşılaştırıldığında (Kruskal Wallis testi); d, e ile karşılaştırıldığında (Mann Whitney testi)
178
Tablo 34: Tx, HD ve PreD gruplarında biyokimyasal parametrelerin ortalama (±
±SS) ve ortanca (IQR) değerleri
BİYOKİMYASAL
PARAMETRELER
N
HDL kolestrol
(30-80mg/dl)
LDL kolestrol
(60-130mg/dl)
Açlık kan şekeri
(60-100mg/dl)
AST
(0-40U/L)
ALT
(0-40U/L)
HS CRP
(0-0,3mg/L)
Potasyum *
(3,4-4,7mmol/L)
Sodyum
(138-145mmol/L)
Hematokrit
(35-45 %)
Hemoglobin
(11-15,5g/dl)
Eritrosit
(3,7-5,3M/uL)
Lökosit
(4,5-13,5bin/uL)
Trombosit
(130-400bin/uL)
Ortalama (±SS)
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
b,c
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
Ortanca(IQR)
Ortalama (±SS)
b,c
Sedimantasyon *
Ortanca(IQR)
(0,15mm/h)
[*(P<0,05 ) Kruskal Wallis test]
Tx (a)
17
42,47 (± 10,73)
41,00 (15,50)
95,80 (± 30,44)
90,00 (18,30)
86,59 (± 8,39)
87,00 (8,50)
20,47(± 8,03)
20,00 (14,50)
16,82 (± 5,85)
17,00 (10,50)
7,81 (± 21,41)
0,93 (3,46)
4,11 (± 0,53) a
4,10 (0,90)
140,41 (± 2,76)
140,00 (4,50)
34,71 (± 5,90)
32,20 (8,05)
11,61 (± 2,14)
10,70 (3,50)
4,15 (± 0,67)
3,95 (1,13)
7,42 (± 2,27)
7,31 (3,05)
266,65 (± 72,81)
255,00 (83,00)
18,44 (± 16,54) a
14,50 (19,75)
Hasta Grubu
HD (b)
15
38,73 (± 10,81)
34,00 (19,00)
90,84 (± 34,84)
87,00 (32,20)
85,73 (± 17,95)
85,00 (23,00)
18,29 (± 5,25)
16,00 (8,00)
11,40 (± 4,60)
12,00 (8,00)
29,27 (± 80,69)
1,72 (6,95)
4,99 (± 0,92) a
5,10 (1,60)
139,00 (± 3,53)
139,00 (3,00)
28,82 (± 5,10)
29,00 (9,90)
10,95 (± 5,71)
9,89 (2,72)
3,51(± 0,65)
3,56 (0,71)
7,53 (± 2,55)
6,37 (4,01)
235,20 (± 79,30)
208,00 (133,00)
35,85 (± 24,99) a
27,00 (34,00)
PreD (c )
17
46,73 (± 26,44)
40,00 (11,00)
90,32 (± 29,19)
89,20 (45,40)
95,50 (± 18,32)
92,50 (19,00)
31,27 (± 39,98)
22,00 (14,00)
22,81 (± 32,94)
12,50 (12,75)
66,20 (± 248,67)
0,74 (1,79)
13,10 (± 34,11)
4,65 (1,33)
138,63 (± 2,83)
138,00 (3,50)
29,14 (± 9,41)
31,20 (16,95)
10,06 (± 3,25)
10,55 (4,68)
3,58 (± 0,95)
3,79 (1,35)
7,85 (± 3,35)
6,86 (3,57)
228,53 (± 78,61)
226,00 (79,75)
34,67 (± 22,53)
30,00 (35,00)
179
Tablo 33 ve 34’e görüldüğü gibi gruplar arasında [TX, HD,
PreD, kontrol ve toplam hasta (TH)] BUN, kreatinin, albumin, ferritin, total
kolestrol, trigliserit, CRP, homosistein, parathormon, alkalen fosfataz, ürik
asit, potasyum ve sedimantasyon değerlerinde anlamlı farklılık bulundu.
Çoklu karşılaştırma sonuçlarına göre:
•
BUN değeri; TX grubunda HD ve PreD gruplarından anlamlı düşük
(p<0,001) iken kontrol grubundan anlamlı yüksekti (p<0,05). HD,
PreD ve TH gruplarında ise kontrol grubundan anlamlı yüksekti
(p<0,001) (Grafik 1).
•
Kreatinin değeri: TX grubunda HD ve PreD gruplarından anlamlı
düşük (p<0,001) iken kontrol grubundan anlamlı yüksekti (p<0,001).
HD, PreD ve TH gruplarında ise kontrol grubundan anlamlı yüksekti
(p<0,001) (Grafik 2).
•
Albumin değeri: TX grubunda HD ve PreD gruplarından anlamlı
yüksekti (p<0,05). HD, PreD ve TH gruplarında ise kontrol
grubundan anlamlı düşüktü (p<0,001) (Grafik 2).
•
Ferritin değeri: TX grubunda HD grubundan anlamlı düşükken
(p<0,05), kontrol grubundan anlamlı yüksekti (p<0,001). HD, PreD
ve TH gruplarında ise kontrol grubundan anlamlı yüksekti (p<0,001)
(Grafik 3).
•
Total kolestrol değeri: TX, HD, PreD ve TH gruplarında kontrol
grubundan anlamlı yüksekti (sırasıyla p<0,001; p<0,05; p<0,05;
p<0,05) (Grafik 1).
•
Trigliserit değeri: TX, HD, PreD ve TH gruplarında kontrol
grubundan anlamlı yüksekti (p<0,001) (Grafik 1).
•
CRP değeri: TX grubunda HD grubundan anlamlı düşükken
(p<0,05) HD, PreD ve TH gruplarında kontrol grubundan anlamlı
yüksekti (sırasıyla p<0,001; p<0,05; p<0,05) (Grafik 4).
180
•
Homosistein değeri: TX, HD, PreD ve TH gruplarında kontrol
grubundan anlamlı yüksekti
(sırasıyla p<0,05; p<0,05; p<0,001;
p<0,001) (Grafik 4).
•
Parathormon değeri: TX grubunda HD ve PreD gruplarından
anlamlı düşük (p<0,05) iken kontrol grubundan anlamlı yüksekti
(p<0,001). HD, PreD ve TH gruplarında ise kontrol grubundan
anlamlı yüksekti (p<0,001) (Grafik 3).
•
Alkalen fosfataz değeri: TH grubunda kontrol grubundan anlamlı
yüksekti (p>0,05). TX, HD ve PreD gruplarında da kontrol
grubundan
anlamlı yüksekti, fakat istatistiksel anlamlılığı yoktu
(p>0,005) (Grafik 3).
•
Ürik asit: TX, HD, PreD ve TH gruplarında kontrol grubundan
anlamlı yüksekti
(sırasıyla p<0,001; p<0,05; p<0,001; p<0,001)
(Grafik 2).
•
TAS değeri: Kontrol grubunda TH grubundan anlamlı yüksekti
(p<0,05). TAS, kontrol grubunda en yüksek, daha sonra sırasıyla
PreD, HD ve TX grubu geliyordu. Fakat bu gruplar arasında
istatistiksel anlamlılık yoktu (p>0,05) (Grafik 5).
•
IL-6 değeri: HD grubunda en yüksek, daha sonra sırasıyla kontrol,
TX ve PreD grubu geliyordu. Fakat istatistiksel bir anlamlılık yoktu
(p>0,05) (Grafik 5).
•
Potasyum değeri: TX grubunda HD ve PreD gruplarından anlamlı
düşüktü (sırasıyla p<0,001; p<0,05). Bu değere sadece hasta
gruplarında bakılmıştı (Grafik 6).
•
Sedimantasyon değeri: TX grubunda, HD ve PreD gruplarından
anlamlı düşüktü (p<0,05). Bu değere sadece hasta gruplarında
bakılmıştı (Grafik 6).
181
Trigliserit mg/dl
300
T kolestrol mg/dl
250
BUN
Tx-HD
Tx-PreD
Tx-K
HD-K
PreD-K
TH-K
P<0,001
P<0,001
P<0,05
P<0,001
P<0,001
P=0,000
200
T kolestrol
Tx-K
P<0,001
HD-K
P<0,05
PreD-K P<0,05
TH-K
P<0,05
150
BUN mg/dl
100
50
0
Tx
HD
PreD
K
TH
Trigliserit
Tx-K
P<0,001
HD-K
P<0,001
PreD-K P<0,001
TH-K
P=0,000
Grafik 1: Tx, HD, PreD, kontrol ve toplam hasta gruplarında BUN, total kolestrol,
trigliserit değerleri [ortalama (±
±SS)]
12
Ürik asit
Tx-K
P<0,001
HD-K
P<0,05
PreD-K P<0,001
TH-K
P=0,000
Kreatinin mg/dl
Ürik a mg/dl
10
Albumin g/dl
8
6
4
2
0
Tx
HD
PreD
K
TH
Kreatinin
Tx-HD P<0,001
Tx-PreD P<0,001
Tx-K
P<0,001
HD-K
P<0,001
PreD-K P<0,001
TH-K
P=0,000
Albumin
Tx-HD
Tx-PreD
HD-K
PreD-K
TH-K
p<0,05
p<0,05
p<0,001
p<0,001
p<0,05
Grafik 2: Tx, HD, PreD, kontrol ve toplam hasta gruplarında ürik asit, kreatinin,
albumin değerleri [ortalama (±
±SS)]
182
Parathormon
Tx-HD p<0,05
Tx-PreD p<0,05
Tx-K
p<0,001
HD-K
p<0,001
PreD-K p<0,001
TH-K
p=0,000
Parat h pg/ml
Alkalen f U/L
1000
800
Ferritin ng/ml
600
Alkalen fosfataz
TH-K
p<0,05
400
200
Ferritin
Tx-HD
Tx-K
HD-K
PreD-K
TH-K
0
Tx
HD
PreD
K
TH
p<0,05
p<0,001
p<0,001
p<0,001
p=0,000
Grafik 3: Tx, HD, PreD, kontrol ve toplam hasta gruplarında parathormon, alkalen
fosfataz, ferritin değerleri [ortalama (±
±SS)]
40
Homosistein umol/L
Homosistein
Tx-K
p<0,05
HD-K
p<0,05
PreD-K p<0,001
TH-K
p=0,000
35
30
CRP mg/L
25
20
CRP
15
Tx-HD P<0,05
HD-K
P<0,001
PreD-K P<0,05
TH-K
P=0,05
10
5
0
Tx
HD
PreD
K
TH
Grafik 4: Tx, HD, PreD, kontrol ve toplam hasta gruplarında homosistein, CRP,
değerleri [ortalama (±
±SS)]
183
40
35
IL-6 pg/ml
30
TAS
TH-K
25
p<0,05
20
15
TAS mmol/L
IL-6
10
p>0,05
5
0
1
Tx
HD
PreD
K
TH
Grafik 5: Tx, HD, PreD, kontrol ve toplam hasta gruplarında TAS, IL-6 değerleri
[ortalama (±
±SS)]
Sedim mm/h
70
60
Potasyum
Tx-HD P<0,001
Tx-PreD P<0,05
50
40
30
Potasyum mmol/L
Sedim
Tx-HD P<0,05
Tx-PreD P<0,05
20
10
0
Tx
HD
PreD
Grafik 6: Tx, HD ve PreD gruplarında potasyum ve sedimantasyon değerleri
[ortalama (±
±SS)]
184
4.4.
Lenfositlerde
Comet
ve
Modifiye
Comet
Değerlerinin
İncelenmesi
Comet Yönteminde lenfositlerdeki bazal DNA hasarının
miktarı kuyruk yoğunluğu (tail intensity, TINT) ölçülerek analiz edildi.
Oksidatif DNA hasarının ölçümünde ise okside edici pürinler için
“Formamidopyrimidine DNA Glycosylase (FPG)”, okside edici primidinler
için “Endonuclease III (Endo III)” enzimleri kullanıldı, TINTSENDO ve
TINTSFPG ölçümüyle analiz yapıldı.
Hasta
ve
kontrol
grubunun
TINT,
TINTSENDO
ve
TINTSFPG değerlerine ilişkin sonuçlar tablo 35 ve 36’da gösterilmiştir.
185
Tablo 35: Hasta ve kontrol grubu çocukların lenfositlerde TINT, TINTSENDO,
TINTSFPG değerleri
Comet
KOD GRUP NTINT
Comet
TINTSEND TINTSFPG
KOD GRUP NTINT TINTSEND TINTSFPG
2
1
1,54
3,08
9,28
15
3
6,07
1,13
7,28
3
1
3,16
4,41
10,64
24
3
5,08
-0,35
0,73
4
1
4,15
1,85
9,15
30
3
5,23
0,87
1,49
5
1
8,47
-0,59
2,57
31
3
4,62
-0,87
-0,16
6
1
6,73
2,22
0,89
33
3
4,52
-0,17
3,35
7
1
7,62
3,76
3,29
35
3
5,62
-1,75
0,59
10
1
6,67
3,87
5,32
37
3
4,80
3,50
1,26
11
1
5,34
2,02
7,39
42
3
5,79
0,94
0,11
16
1
4,78
-0,06
7,72
46
3
6,35
0,73
1,75
17
1
6,53
-0,01
5,76
47
3
2,46
15,01
10,19
18
1
4,33
2,79
5,43
48
3
4,32
-0,84
3,96
20
1
8,48
3,42
4,97
49
3
6,24
12,17
-0,13
21
1
7,06
3,05
1,42
50
3
3,49
18,09
15,55
22
1
7,62
0,61
4,55
51
3
2,34
3,73
4,77
23
1
6,70
7,32
2,47
k1
4
2,63
0,30
-0,55
28
1
4,03
-6,65
-3,06
k2
4
2,91
3,79
0,96
29
1
5,29
0,25
-1,44
k3
4
14,43
-0,57
-1,91
-0,16
9
2
3,88
5,42
4,12
k4
4
0,52
-0,44
25
2
6,69
2,63
3,66
k5
4
1,24
2,99
0,51
26
2
6,56
-0,26
1,44
k6
4
3,47
-1,21
-1,93
27
2
4,21
-0,11
1,34
k7
4
1,40
2,89
3,26
32
2
3,93
7,63
4,54
k8
4
1,40
2,64
1,74
34
2
5,24
3,73
3,38
k9
4
0,89
1,53
2,50
36
2
3,47
0,53
0,53
k10
4
1,95
3,10
1,16
38
2
5,62
0,10
0,21
k11
4
1,21
2,65
3,35
39
2
4,07
5,21
-0,18
k12
4
2,36
4,44
1,60
40
2
6,04
1,82
-0,68
k13
4
3,53
3,53
3,89
41
2
3,47
0,36
1,12
k14
4
2,58
1,55
1,41
43
2
4,67
-1,56
-0,80
k15
4
0,83
0,83
4,54
44
2
7,74
2,00
1,60
k16
4
2,21
4,86
4,31
45
2
4,68
0,07
0,27
k17
4
1,76
0,80
-0,36
52
2
3,39
47,30
3,03
k18
4
3,33
9,87
3,75
12
3
4,98
7,11
8,71
k19
4
3,23
1,42
3,80
13
3
6,45
1,67
12,87
k20
4
2,93
1,55
5,57
14
3
5,36
-3,62
15,71
[Tx grubu (1), HD grubu (2), PreD grubu (3), kontrol grubu (4)]
186
Tablo 36: Tx, HD, PreD ve kontrol gruplarında lenfositlerde TINT, TINTSENDO, TINTSFPG parametrelerinin ortalama (±
±SS) ve ortanca
(IQR) değerleri
Hasta Grubu
GENOTOKSİSİTE PARAMETRELERİ
N
Ortalama (±SS)
e
Tx (a)
HD (b)
PreD (c )
Toplam (d)
17
15
17
49
5,79 (±1,94)
e
4,91 (±1,35)
e
4,92 (±1,23) e
Kontrol Grubu (e)
20
5,22 (±1,57) a,b,c,d
2,74 (±2,91)
TINT *
Ortanca (IQR)
COMET TINTSENDO
Ortalama (±SS)
Ortanca (IQR)
Ortalama (±SS)
b,e
6,53 (3,10)
4,67 (2,16)
5,08 (1,51)
5,23 (2,38)
2,29 (1,88)
1,84 (±2,96)
4,99 (±11,98)
3,37 (±6,16)
3,34 (±7,69)
2,33 (±2,44)
2,22 (3,47)
1,82 (5,15)
0,94 (6,01)
1,82 (3,78)
2,10 (2,62)
5,18 (±5,53)
3,84 (±4,27)
3,35 (8,79)
3,03 (4,93)
4,49 (±3,78)
a,c
1,57 (±1,77)
b,e
a,c
1,87 (±2,17)
TINTSFPG *
Ortanca (IQR)
4,97 (5,61)
1,34 (3,17)
1,67 (3,78)
[* (P<0,05 ); a,b,c, e ile karşılaştırıldığında (Kruskal Wallis testi); d, e ile karşılaştırıldığında (Mann Whitney testi)]
187
Tablo 36’da görüldüğü gibi gruplar (TX, HD, PreD, kontrol ve toplam
hasta) arasında:
•
Kuyruk yoğunluğu (TINT) değeri: TX, HD, PreD ve TH gruplarında
kontrol grubundan anlamlı olarak yüksekti (p<0,001) (Grafik 7).
•
Pürin baz hasarı (TINTSFPG) değeri : Hem TX hem de PreD
grubunda, HD ve kontrol gruplarından anlamlı yüksekti (p<0,05)
(Grafik 7).
•
Primidin baz hasarı (TINTSENDO) değeri: HD grubunda en yüksek,
sonra sırasıyla PreD, kontrol, Tx gruplarında azalmaktadır. Fakat
istatistiksel olarak gruplar arasında anlamlılık yoktu (p>0,05) (Grafik
7).
COMET
18
16
14
TINTSENDO
TINTSFPG
TINT
Tx-K
p<0,001
HD-K
p<0,001
PreD-K p<0,001
TH-K
12
10
TINT
TINTSENDO
p>0,05
8
6
TINTSFPG
Tx-HD p<0,05
Tx-K
p<0,05
HD-PreD p<0,05
PreD-K p<0,05
4
2
0
Tx
HD
PreD
K
TH
Grafik 7: Tx, HD, PreD, kontrol ve toplam hasta gruplarında TINT, TINTSENDO,
TINTSFPG değerleri [ortalama (±
±SS)]
188
Kontrol grubumuzdan ve hasta grubumuzdan birer hastanın
farklı comet görüntülerinin fotoğrafları şekil 34 ve 35’de, Comet Assay III
görüntü analiz programı ile yapılan ölçümlerinin fotoğrafları ise şekil 36’de
verilmiştir.
(a)
(b)
ekil 34: k1 nolu kontrol grubu çocuğun n-1 kodlu lamından fotoğraflar
189
(a)
(b)
(c)
(d)
ekil 35: (a, b, c, d) 14 nolu prediyaliz grubu çocuğun n-1 kodlu lamından
fotoğraflar
190
(a)
(b)
(c)
ekil 36: (a) k1 nolu çocuğun, (b,c) 14 nolu çocuğun lenfositlerinde Comet Assay III
görüntü analiz programı ile yapılan ölçümün fotoğrafları
191
4.5. Lenfositlerde Mikroçekirdek Sıklığının İncelenmesi
Hasta ve kontrol grubunun lenfositlerde NDI, MÇ’li bnh,
MÇ/bnh, MÇ/mnh, nükleer bud/bnh, nükleoplazmik köprü/bnh değerlerine
ilişkin sonuçlar tablo 37 ve 38’de gösterilmiştir.
192
Tablo 37: Hasta ve kontrol grubunun lenfositlerde NDI, MÇ’li bnh, MÇ/bnh,
MÇ/mnh, Nköprü/bnh, Nbud/bnh değerleri
KOD GRUP
NDI
MÇ li
bnh
MÇ/bnh MÇ/mnh Nköprü/bnh Nbud/bnh
2
1
1,76
3
3
5
0
1
3
1
1,66
2
2
5
3
0
4
1
1,44
7
7
10
1
0
5
1
1,69
1
1
7
1
0
6
1
1,44
3
3
10
6
3
7
1
1,71
7
7
9
0
0
10
1
1,85
3
3
3
0
1
11
1
2,05
3
3
1
0
0
16
1
2,08
11
12
10
5
1
17
1
1,68
7
7
11
7
0
18
1
1,61
4
4
7
1
0
20
1
1,80
6
6
3
0
0
21
1
1,86
5
5
3
1
1
22
1
1,86
4
4
2
0
0
23
1
1,59
5
5
4
1
0
28
1
1,26
7
8
21
7
0
29
1
1,92
24
24
23
15
1
9
2
1,96
1
1
2
1
0
25
2
2,11
7
7
7
6
0
26
2
2,25
8
8
6
0
0
27
2
2,44
3
3
0
1
0
32
2
2,10
9
10
4
4
0
34
2
1,99
15
15
0
0
0
36
2
2,09
10
11
2
0
3
38
2
2,28
12
12
6
0
0
39
2
2,29
8
8
5
0
0
40
2
2,53
6
6
2
1
0
41
2
2,39
7
7
5
0
0
43
2
1,95
14
14
22
4
10
44
2
2,24
9
9
4
0
0
45
2
1,88
5
5
5
1
0
52
2
1,91
19
20
11
1
0
12
3
2,10
6
6
3
0
0
[Tx grubu (1), HD grubu (2), PreD grubu (3), kontrol grubu (4)]
193
Tablo 37: Hasta ve kontrol grubunun lenfositlerde NDI, MÇ’li bnh, MÇ/bnh,
MÇ/mnh, Nköprü/bnh, Nbud/bnh değerleri (devam)
GRU
KOD P
NDI
MÇ li
hücre
MÇ/bnh MÇ/mnh Nköprü/bnh Nbud/bnh
13
3
2,08
10
10
5
1
1
14
3
1,86
13
13
6
0
0
15
3
2,14
10
10
4
0
1
24
3
1,74
7
7
9
0
3
30
3
1,97
4
4
3
1
0
31
3
1,96
7
7
13
6
1
33
3
1,56
11
12
9
7
4
35
3
2,04
9
9
3
0
0
37
3
1,95
6
6
5
0
0
*42
3
-
-
-
-
-
-
46
3
2,30
10
10
4
0
2
47
3
2,09
11
11
8
1
0
48
3
2,29
12
12
3
1
0
49
3
2,15
10
10
2
0
1
50
3
2,15
8
8
3
0
1
51
3
2,00
12
12
3
0
1
k1
4
1,91
2
2
3
0
1
k2
4
1,71
3
3
0
0
1
k3
4
2,11
2
2
0
0
0
k4
4
2,03
2
2
1
0
0
k5
4
2,07
3
3
1
0
0
k6
4
2,05
3
3
2
0
0
k7
4
2,06
1
1
2
0
0
k8
4
2,00
0
0
2
0
0
k9
4
2,12
0
0
1
0
0
k10
4
2,03
1
1
1
1
0
k11
4
1,77
1
1
2
0
0
k12
4
1,90
2
2
1
0
1
k13
4
2,27
0
0
0
0
1
k14
4
1,92
1
1
0
0
0
k15
4
2,14
2
2
1
0
0
k16
4
2,15
3
3
1
0
1
k17
4
1,99
2
2
2
0
0
k18
4
2,04
2
2
0
0
0
k19
4
2,04
1
1
1
0
3
k20
4
1,89
1
1
1
0
0
[Tx grubu (1), HD grubu (2), PreD grubu (3), kontrol grubu (4)]
(*Teknik nedenlerden dolayı analiz yapılamadı)
194
Tablo 38: Tx, HD, PreD ve kontrol gruplarında lenfositlerde NDI, MÇ’li bnh, MÇ/bnh, MÇ/mnh, Nköprü/bnh, Nbud/bnh değerlerinin
ortalama (±
±SS) ve ortanca (IQR) değerleri
GENOTOKSİSİTE PARAMETRELERİ
Tx (a)
N
17
b,c,e
1,72
(±0,22)
Ortalama(±SS)
NDI *
Ortanca(IQR)
1,71 (0,26)
MÇ li hücre Ortalama(±SS) b,c,e 6,00 (±5,24)
Ortanca(IQR)
5,00 (4,00 )
*
Ortalama(±SS) b,c,e 6,12 (±5,33)
MÇ
MÇ/bnh *
Ortanca(IQR)
5,00 (4,00 )
Lenfositlerde
7,88 (±6,18)
Ortalama(±SS) e
MÇ/mnh *
Ortanca(IQR)
7,00 (7,00 )
Nköprü/bnh Ortalama(±SS) e
2,82 (±4,05)
Ortanca(IQR)
1,00 (5,50 )
*
0,47 (±0,80)
Ortalama(±SS)
Nbud/bnh
Ortanca(IQR)
0,00 (1,00 )
Hasta Grubu
HD (b)
PreD (c )
15
17
a
2,16 (±0,20) a
2,02 (±0,19)
2,11 (0,33 )
2,06 (0,19 )
a,e 8,87 (±4,67) a,e 9,13 (±2,55)
8,00 (6,00 )
10,00 (4,00 )
a,e 9,07 (±4,86) a,e 9,19 (±2,61)
8,00 (6,00 )
10,00 (4,75 )
e
5,40 (±5,40) e
5,19 (±3,06)
5,00 (4,00 )
4,00 (4,50 )
e
1,27 (±1,87)
1,06 (±2,17)
1,00 (1,00 )
0,00 (1,00 )
0,87 (±2,64)
0,94 (±1,19)
0,00 (0,00 )
1,00 (1,00 )
e
e
e
e
Toplam (d)
49
1,96 (±0,27)
1,96 (0,36)
7,94 (±4,48)
7,00 (5,00)
8,06 (±4,58)
7,00 (5,75)
6,21 (±5,12)
5,00 (5,75)
1,75 (±2,96)
1,00 (1,00)
0,75 (±1,67)
0,00 (1,00)
Kontrol Grubu (e)
20
2,01(±0,13)
2,03 (0,19 )
a,b,c,d 1,60 (±0,99)
2,00 (1,00 )
a,b,c,d 1,60 (±0,99)
2,00 (1,00 )
a,b,c,d 1,10 (±0,85)
1,00 (1,75 )
a,b,d
0,05 (±0,22)
0,00 (0,00 )
0,40 (±0,75)
0,00 (1,00 )
a
[* (P<0,05 ); a,b,c, e ile karşılaştırıldığında (Kruskal Wallis testi); d, e ile karşılaştırıldığında (Mann Whitney testi)]
195
Tablo 38’de görüldüğü gibi gruplar (TX, HD, PreD, kontrol ve toplam
hasta) arasında:
•
NDI (Nükleer bölünme indeksi) değerleri: TX grubunda, HD, PreD
ve kontrol gruplarından anlamlı olarak düşüktü (p<0,001) (Grafik 8).
•
MÇ’li hücre sayısı/1000 bnh ve ve MÇ sayısı/1000 bnh değerleri:
TX grubunda, HD ve PreD gruplarından anlamlı düşük (p<0,05)
iken kontrol grubundan anlamlı olarak yüksekti (p<0,001). HD, PreD
ve TH gruplarında ise kontrol grubundan anlamlı olarak yüksekti
(p<0,001) (Grafik 8).
•
MÇ sayısı/mnh: TX, HD ve PreD gruplarında kontrol grubundan
anlamlı olarak yüksekti (p<0,001) (Grafik 9).
•
Nükleer köprü sayısı/bnh: TX ve HD gruplarında kontrol grubundan
anlamlı olarak yüksekti (sırasıyla p<0,001; p<0,05) (Grafik 9).
196
NDI
Tx-HD p<0,001
Tx- PreD p<0,001
Tx-K
p<0,001
Lenfositlerde MÇ
16
MÇ sayısı
MÇ’li hücre
MÇ’li hücre
Tx-HD p<0,05
Tx-PreD p<0,05
Tx-K
p<0,001
HD-K
p<0,001
PreD-K p<0,001
14
12
10
TH-K
8
p<0,001
NDI
6
MÇ sayısı
Tx-HD p<0,05
Tx-PreD p<0,05
Tx-K
p<0,001
HD-K
p<0,001
PreD-K p<0,001
TH-K
p<0,001
4
2
0
Tx
HD
PreD
K
TH
Grafik 8: Tx, HD, PreD, kontrol ve toplam hasta gruplarında NDI, MÇ’li hücre sayısı,
MÇ sayısı [ortalama (±
±SS)]
Lenfositlerde MÇ
16
MÇ sayısı/mnh
MÇ sayısı/mnh
Tx-K
p<0,001
HD-K
p<0,001
PreD-K p<0,001
TH-K
p<0,001
14
12
10
8
Nköprü sayısı/bnh
N köprü sayısı/bnh
p<0,001
Tx- K
HD-K
p<0,05
TH-K
p<0,001
6
4
2
0
Tx
HD
PreD
K
TH
Grafik 9: Tx, HD, PreD, kontrol ve toplam hasta gruplarında MÇ sayısı/mnh, Nköprü
sayısı/bnh [ortalama (±
±SS)]
197
4.6. Lenfositlerde FISH Kombine Mikroçekirdek Sıklığının İncelenmesi
Hasta ve kontrol grubunun lenfositlerde MÇ, S(+)MÇ,
S(-)MÇ değerlerine ilişkin sonuçlar tablo 39 ve 40’da gösterilmiştir.
198
Tablo 39: Hasta ve kontrol grubunun lenfositlerde MÇ, S(-)MÇ, S(+)MÇ değerleri
KOD GRUP MÇ S-MÇ S+MÇ
KOD GRUP MÇ S-MÇ S+MÇ
2
15
1
4
3
1
3
8
1
3
24
1
0
0
0
3
5
1
4
30
1
7
5
2
3
6
2
5
31
1
4
4
0
3
8
2
6
33
1
1
0
1
3
10
6
7
35
1
6
4
2
3
20
12
10
37
1
2
0
2
3
6
2
11
*42
1
2
1
1
3
16
46
1
10
2
8
3
7
3
17
47
1
10
2
8
3
9
5
18
48
1
5
2
3
3
10
6
20
49
1
7
1
6
3
12
7
21
50
1
5
1
4
3
7
2
22
51
1
10
7
3
3
14
6
23
k1
1
5
2
3
4
1
0
*28
k2
1
8
4
3
2
*29
k3
1
24
4
3
1
9
k4
2
2
1
1
4
2
0
25
k5
2
8
1
7
4
2
1
26
k6
2
10
3
7
4
4
2
27
k7
2
4
2
2
4
1
1
32
k8
2
9
3
6
4
0
0
34
k9
2
11
4
7
4
1
1
36
k10
2
13
8
5
4
0
0
38
k11
2
8
2
6
4
1
1
39
k12
2
6
1
5
4
2
0
40
k13
2
5
0
5
4
1
0
41
k14
2
8
3
5
4
1
0
43
k15
2
9
1
8
4
1
1
44
k16
2
6
3
3
4
3
1
45
k17
2
5
4
1
4
2
0
52
k18
2
15
6
9
4
3
0
12
k19
3
7
2
5
4
3
1
13
k20
3
9
5
4
4
1
1
14
3
9
4
5
[Tx grubu (1), HD grubu (2), PreD grubu (3), kontrol grubu (4)]
7
4
4
6
4
8
4
4
4
4
5
5
8
1
1
2
2
1
2
0
0
0
0
0
2
1
1
0
2
2
3
2
0
(*Teknik nedenlerden dolayı analiz yapılamadı)
199
Tablo 40: Tx, HD, PreD ve kontrol gruplarında lenfositlerde MÇ/bnh, S(-)MÇ, S(+)MÇ sıklığının ortalama (±
±SS) ve ortanca (IQR) değerleri
GENOTOKSİSİTE PARAMETRELERİ
N
MÇ/bnh *
FISH
S(-)MÇ *
S(+)MÇ *
Ortalama (±SS)
Ortanca (IQR)
Ortalama (±SS)
Ortanca (IQR)
Ortalama (±SS)
Ortanca (IQR)
b,c,e
c,e
b,c,e
Tx (a)
17
5,20 (±3,21) a,e
5,00 (5,00)
2,27 (±2,02) e
2,00 (3,00)
2,93 (±2,58) a,e
2,00 (3,00)
Hasta Grubu
Kontrol Grubu(e)
HD (b)
PreD (c )
Toplam (d)
15
17
49
20
7,93 (±3,45) a,e
9,19 (±3,69) e
7,48 (±3,78) a,b,c,d 1,75 (±1,12)
8,00 (5,00)
8,50 (3,00)
7,00 (5,00)
1,50 (2,00)
2,80 (±2,11) a,e
4,13 (±2,90) e
3,09 (±2,47) a,b,c,d 0,65 (±0,67)
3,00 (3,00)
3,50 (4,00)
2,00 (3,25)
1,00 (1,00)
5,13 (±2,45) a,e
5,06 (±1,44) e
4,39 (±2,38) a,b,c,d 1,10 (±0,97)
5,00 (4,00)
4,50 (1,75)
4,00 (3,25)
1,00 (2,00)
[* (P<0,05 ); a,b,c, e ile karşılaştırıldığında (Kruskal Wallis testi); d, e ile karşılaştırıldığında (Mann Whitney testi)]
201
Tablo 40’da görüldüğü üzere gruplar (TX, HD, PreD, kontrol ve toplam
hasta) arasında:
•
MÇ sayısı/1000bnh (FISH): HD, PreD, Tx ve TH gruplarında
kontrol grubundan anlamlı yüksekti (p<0,001), öte yandan TX
grubunda, HD ve PreD gruplarından anlamlı düşüktü (p<0,05)
(Grafik 10).
•
Sentromer(-)MÇ/1000bnh: TX grubunda, PreD grubundan anlamlı
düşük (p<0,05) iken kontrol grubundan anlamlı yüksekti (p<0,05).
HD, PreD ve TH grupları ise kontrol grubundan anlamlı yüksekti
(p<0,001) (Grafik 10).
•
Sentromer(+)MÇ/1000bnh: TX grubunda, HD ve PreD gruplarından
anlamlı düşük (p<0,05) iken kontrol grubundan anlamlı yüksekti
(p<0,05). HD, PreD ve TH gruplarında ise kontrol grubundan
anlamlı yüksekti (p<0,001) (Grafik10).
•
Tx, HD, PreD ve kontrol gruplarında S(+)MÇ yüzdeleri, S(-) MÇ
yüzdelerinden daha yüksek olarak tespit edilirken (p>0,05), HD
grubunda
S(+)MÇ
yüzdeleri,
S(-)MÇ
yüzdelerinden
anlamlı
düzeyde yüksekti (p<0,05) (Tablo 41).
Tablo 41: Hasta ve kontrol gruplarında lenfositlerde S(- )MÇ ve S(+)MÇ dağılımı
TX grup
HD grup *
PreD grup
Kontrol
S(+)MÇ
S(-)MÇ
S(+)MÇ
S(-)MÇ
S(+)MÇ
S(-)MÇ
S(+)MÇ
S(-)MÇ
N
14
14
15
15
16
16
18
18
Ortalama
58,04
41,96
64,40
35,60
58,69
41,31
57,41
42,59
SS
± 31,05
± 31,05
± 21,04
± 21,04
± 15,83
± 15,83
± 42,09
± 42.09
%
60,00
40,00
63,64
36,36
57,14
42,86
66,70
33,30
p
0,277
0,023
0,078
0,478
[*(P<0,05 ) Wilcoxon Signed Ranks Test]
202
MÇ sayısı
Tx-HD p<0,05
Tx-PreD p<0,05
Tx-K
p<0,001
HD-K
p<0,001
PreD-K p<0,001
TH-K
p<0,001
FISH-MÇ
14
MÇ sayısı
12
10
S(-)MÇ
S(+)MÇ
8
S(-)MÇ
Tx-PreD
Tx-K
HD-K
PreD-K
TH-K
p<0,05
p<0,05
p<0,001
p<0,001
p<0,001
S(+)MÇ
Tx-HD
Tx-PreD
Tx-K
HD-K
PreD-K
TH-K
p<0,05
p<0,05
p<0,05
p<0,001
p<0,001
p<0,001
6
4
2
0
1
Tx
HD
PreD
K
TH
Grafik 10: Tx, HD, PreD, kontrol ve toplam hasta gruplarında MÇ, S(-)MÇ, S(+)MÇ
sayısı [ortalama (±
±SS)]
Iekil 37’de DAPI filtresi ile lenfositlerin çekirdek ve MÇ fotoğrafları, şekil
38’de ise FITC filtresi ile alınan sinyallerin fotoğrafları gösterilmiştir.
203
(a)
(b)
(c)
ekil 37: DAPI filtresi ile lenfositlerin çekirdek ve MÇ fotoğrafları (a) 6 nolu çocuk
hastada trinükleer hücrede MÇ, (b) 9 nolu çocuk hastada mononükleer hücrede
MÇ, (c ) 27 nolu çocuk hastada binükleer hücre
204
ekil 38: FITC filtresi ile lenfositlerin (a) binükleer hücrede, (b) mononükleer
hücrede sentromerlerinden alınan sinyallerin fotoğrafları
4.7. Bukkal Epitel Hücrelerinde Mikroçekirdek Sıklığının İncelenmesi
Hasta ve kontrol grubunun bukkal epitel hücrelerinde MÇ
sıklığı, MÇ’li hücre sayısına ilişkin sonuçlar tablo 42 ve 43’de gösterilmiştir.
205
Tablo 42: Hasta ve kontrol grubunun bukkal epitel hücrelerinde MÇ sıklığı
KOD GRUP MÇ/1000 MÇli hücre
2
3
4
5
6
7
10
11
16
17
18
20
21
22
23
28
29
9
25
26
27
32
34
36
38
39
40
41
43
*44
45
52
12
13
14
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
3
3
3
7
17
2
6
4
14
5
7
9
6
10
4
9
11
34
10
9
9
13
9
7
2
27
16
5
17
1
13
5
3
6
37
8
15
5
14
2
5
4
9
4
5
7
5
7
4
4
10
23
7
7
5
9
8
6
2
17
8
5
11
1
5
4
2
5
16
4
11
KOD GRUP MÇ/1000 MÇli hücre
15
24
30
31
33
35
37
42
46
47
48
49
50
51
k1
k2
k3
k4
k5
k6
k7
k8
k9
k10
k11
k12
k13
k14
k15
k16
k17
k18
k19
k20
3
3
3
3
3
3
3
3
3
3
3
3
3
3
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
6
4
1
9
15
3
7
6
13
2
3
1
3
7
0
4
0
0
0
0
0
0
0
1
0
3
1
0
4
0
1
0
1
3
5
4
1
8
11
3
5
4
6
2
3
1
2
3
0
2
0
0
0
0
0
0
0
1
0
3
1
0
2
0
1
0
1
2
[Tx grubu (1), HD grubu (2), PreD grubu (3), kontrol grubu (4)]
(*Teknik nedenlerden dolayı analiz yapılamadı)
206
Tablo 43: Tx, HD, PreD ve kontrol gruplarında bukkal MÇ, MÇ’li hücre sıklıklarının ortalama (±
±SS) ve ortanca (IQR) değerleri
GENOTOKSİSİTE PARAMETRELERİ
N
MÇ
Bukkal
MÇ *
MÇ li hücre *
Ortalama (±SS)
Ortanca (IQR)
Ortalama (±SS)
Ortanca (IQR)
Hasta Grubu
Tx (a)
17
e
9,65 (±7,31) e
9,00 (5,00)
e
7,18 (±4,97) e
5,00 (4,00)
HD (b)
15
9,50 (±7,12) e
8,00 (9,25)
6,29 (±4,18) e
5,00 (4,75)
Kontrol Grubu (e)
PreD (c )
Toplam (d)
17
49
20
8,24 (±8,66) e
9,10 (±7,62) a,b,c,d 0,90 (±1,41)
6,00 (8,00)
7,00 (8,50)
0,00 (1,00)
5,24 (±4,09) e
6,23 (±4,43) a,b,c,d 0,65 (±0,93)
4,00 (4,50)
5,00 (4,00)
0,00 (1,00)
[* (P<0,05 ); a,b,c, e ile karşılaştırıldığında (Kruskal Wallis testi); d, e ile karşılaştırıldığında (Mann Whitney testi)]
207
Tablo 43’de görüldüğü üzere gruplar (TX, HD, PreD, kontrol ve toplam
hasta) arasında:
•
Bukkal epitelde MÇ sayısı/1000 hücre ve MÇ’li hücre sayısı: TX,
HD, PreD ve TH gruplarında kontrol grubundan yüksekti (p<0,001)
(Grafik 11).
Bukkal MÇ
MÇ sayısı
18
16
MÇ’li hücre
14
12
MÇ sayısı
Tx-K
p<0,001
HD-K
p<0,001
PreD-K p<0,001
TH-K
p<0,001
10
8
MÇ’li hücre
Tx-K
p<0,001
HD-K
p<0,001
PreD-K p<0,001
TH-K
p<0,001
6
4
2
0
Tx
HD
PreD
K
TH
Grafik 11: Tx, HD, PreD, kontrol ve toplam hasta gruplarında MÇ ve MÇ’li hücre
sayısı [ortalama (±
±SS)]
4.8. Korelasyon Analizleri
Hasta ve kontrol gruplarında genotoksisite parametreleri
arasındaki korelasyon analiz sonuçları tablo 44 ve 45 ‘de gösterilmiştir.
208
Tablo 44: Hasta grubunda birbiriyle ilişkisi olan genotoksisite parametreleri*
COMET
TINTSENDO
HASTA GRUBU
(r , p)
N
Lenfositlerde MÇ
TINTSFPG
(r , p)
N
r=0,347
p=0,015
49
FISH-MÇ
MÇ/1000bn
MÇli
bnh/1000bn
(r , p)
(r , p)
N
r=0,997
p=0,000
48
N
S(+)MÇ
(r , p)
Bukkal MÇ
S(-)MÇ
N
(r , p)
MÇ li hücre
N
(r , p)
N
MÇ/1000h
(r , p)
N
r=0,927
p=0,000
48
TINT
COMET
TINTSENDO
TINTSFPG
MÇ/1000bn
Lenfositler
MÇ
FISH-MÇ
Bukkal MÇ
MÇli
bnh/1000bn
S(+)MÇ
r=0,717
p=0,000
r=0,712
p=0,000
46
46
r=0,477
p=0,001
r=0,477
p=0,001
46
46
S(-)MÇ
MÇ li hücre
[*Spearman’s rho korelasyon testi]
209
Tablo 45: Kontrol grubunda birbiriyle ilişkisi olan genotoksisite parametreleri*
COMET
KONTROL GRUBU
TINTSENDO
(r , p)
N
TINTSFPG
(r , p)
N
Lenfositlerde MÇ
MÇli
MÇ/1000bn
bnh/1000bn
(r , p)
N
(r , p)
N
TINT
COMET
TINTSENDO
r=0,481
p=0,032
FISH-MÇ
S(+)MÇ
(r , p)
r=0,464
p=0,039
Bukkal MÇ
S(-)MÇ
N
(r , p)
MÇ li hücre
N
(r , p)
N
MÇ/1000h
(r , p)
N
r=0,989
p=0,000
20
20
20
TINTSFPG
MÇ/1000bn
Lenfositler
MÇ
FISH-MÇ
Bukkal MÇ
MÇli
bnh/1000bn
S(+)MÇ
r=1,000
p=0,000
20
r=0,561
p=0,010
r=0,561
p=0,010
20
20
S(-)MÇ
MÇ li hücre
[*Spearman’s rho korelasyon testi]
210
Tablo 44 ve 45’de görüldüğü gibi:
•
Hasta ve kontrol grubunda TINTSENDO ile TINTSFPG arasında
aynı yönde bir ilişki tespit edildi. Bu ilişki hasta grubunda r=0,347
(p=0,015) iken kontrol grubunda r=0,481 (p=0,032) idi.
•
Hasta ve kontrol grubunda lenfositlerdeki MÇ ile MÇ’li hücre sayısı
arasında aynı yönde güçlü bir ilişki tespit edildi. Bu ilişki hasta
grubunda r=0,997
(p=0,000) iken kontrol grubunda r=1,000
(p=0,000) idi.
•
Kontrol grubunda TINT ile S(+)MÇ arasında aynı yönde bir ilişki
tespit edildi (r=0,464 p=0,039).
•
Hasta ve kontrol grubunda lenfositlerdeki MÇ ile S(+)MÇ arasında
aynı yönde bir ilişki tespit edildi. Bu ilişki hasta grubunda r=0,717
(p=0,000) iken kontrol grubunda r=0,561 (p=0,010) idi.
•
Hasta ve kontrol grubunda lenfositlerdeki MÇ’li hücre sayısı ile
S(+)MÇ arasında aynı yönde bir ilişki tespit edildi. Bu ilişki hasta
grubunda r=0,712 (p=0,000) iken kontrol grubunda r=0,561
(p=0,010) idi.
•
Hasta grubunda lenfositlerdeki MÇ ile S(-)MÇ arasında aynı yönde
bir ilişki tespit edildi (r=0,477 p=0,001).
•
Hasta grubunda lenfositlerdeki MÇ’li hücre sayısı ile S(-)MÇ
arasında aynı yönde bir ilişki tespit edildi (r=0,477 p=0,001).
•
Hasta ve kontrol grubunda bukkal MÇ’li hücre sayısı ile bukkal MÇ
arasında aynı yönde bir ilişki tespit edildi. Bu ilişki hasta grubunda
r=0,927 (p=0,000) iken kontrol grubunda r=0,989 (p=0,000) idi.
Hasta ve kontrol gruplarında genotoksisite parametreleri ile
biyokimyasal parametreler arasındaki korelasyon analiz sonuçları tablo 46
ve 47‘de gösterilmiştir.
211
Tablo 46: Hasta grubunda biyokimyasal parametreler ile genotoksisite parametreleri arasındaki ilişki*
HASTA
GRUBU
TINT
(r , p)
N
COMET
TINTSENDO
TINTSFPG
(r , p)
(r , p)
N
r=0,359
p=0,011
r=-0,372
p=0,009
49
N
Lenfositlerde MÇ
MÇ/1000bn
MÇli
bnh/1000bn
(r , p)
N
(r , p)
N
FISH-MÇ
S(+)MÇ
S(-)MÇ
(r , p)
N
(r , p)
Bukkal MÇ
MÇli hücre
MÇ/1000h
N
(r , p)
N
(r , p)
N
r=0,325
p=0,024
48
r=0,292
p=0,044
48
YA
BMI
BUN
Kreatinin
49
r=0,379
p=0,008
r=0,298
p=0,040
48
48
r=0,382
p=0,007
r=0,294
p=0,043
48
48
r=0,374
p=0,010
r=0,337
p=0,022
46
46
CRP
Fosfor
Demir
Ferritin
Homosistein
Parathormon
Alk. fosfataz
TAS
IL-6
Ürik asit
Spor süresi
İlk tanıdan
itibaren geçen
süre
r=0,305
p=0,033
49
[*Spearman’s rho korelasyon testi]
212
Tablo 47: Kontrol grubunda biyokimyasal parametreler ile genotoksisite parametreleri arasındaki ilişki*
KONTROL
GRUBU
TINT
(r , p)
N
COMET
TINTSEND
O
(r , p)
N
TINTSFPG
(r , p)
N
Lenfositlerde MÇ
MÇ/1000bn
MÇli
bnh/1000bn
(r , p)
N
(r , p)
N
FISH-MÇ
S(+)MÇ
(r , p)
Bukkal MÇ
MÇ li hücre
MÇ/1000h
S(-)MÇ
N
(r , p)
N
r=0,463
p=0,040
20
(r , p)
N
(r , p)
N
YA
BMI
BUN
r=-0,559
p=0,010
20
Kreatinin
CRP
Fosfor
Demir
r=0,511
p=0,021
r=-0,473
p=0,035
20
20
Ferritin
Homosistein
Parathormon
Alk. Fosfataz
TAS
IL-6
r=-0,487
p=0,029
r=-0,600
p=0,005
20
20
r=-0,487
p=0,029
r=-0,600
p=0,005
20
20
Ürik asit
Spor süresi
[*Spearman’s rho korelasyon testi]
213
Tablo 46 ve 47’de görüldüğü gibi:
•
Kontrol grubunda fosfor ile TINT arasında aynı yönde bir ilişki tespit
edildi (r=0,511 p=0,021).
•
Kontrol grubunda demir ile TINT arasında ters yönde bir ilişki tespit
edildi (r=-0,473 p=0,035).
•
Kontrol grubunda CRP ile S(-)MÇ arasında aynı yönde bir ilişki
tespit edildi (r=0,463 p=0,040).
•
Kontrol grubunda TAS ile; lenfositlerdeki MÇ ve MÇ’li hücre sayısı
arasında ters yönde bir ilişki (r=-0,487 p=0,029) tespit edildi.
•
Kontrol grubunda IL-6 ile; lenfositlerdeki MÇ ve MÇ’li hücre sayısı
arasında ters yönde bir ilişki (r=-0,600 p=0,005) tespit edildi.
•
Kontrol grubunda BUN ile TINTSFPG arasında ters yönde bir ilişki
tespit edildi (r=-0,559 p=0,010).
•
Hasta grubunda BMI ile TINTSFPG arasında aynı yönde bir ilişki
tespit edildi (r=0,359 p=0,011).
•
Hasta grubunda BUN ile; TINTSFPG arasında ters yönde bir ilişki
(r=-0,372 p=0,009), lenfositlerdeki MÇ arasında aynı yönde bir ilişki
(r=0,379 p=0,008), lenfositlerdeki MÇ’li hücre sayısı arasında aynı
yönde bir ilişki (r=0,382 p=0,007) ve S(+)MÇ arasında aynı yönde
bir ilişki (r=0,374 p=0,010) tespit edildi.
•
Hasta grubunda kreatinin ile; lenfositlerdeki MÇ arasında aynı
yönde bir ilişki (r=0,298 p=0,040), lenfositlerdeki MÇ’li hücre sayısı
arasında aynı yönde bir ilişki (r=0,294 p=0,043), S(+)MÇ arasında
aynı yönde bir ilişki (r=0,337 p=0,022) tespit edildi.
•
Hasta grubunda IL-6 ile; bukkal MÇ arasında aynı yönde bir ilişki
(r=0,292 p=0,044), bukkal MÇ’li hücre sayısı arasında aynı yönde
bir ilişki (r=0,325 p=0,024) tespit edildi.
•
Hasta grubunda ilk tanıdan itibaren geçen süre ile; TINTSENDO
arasında aynı yönde bir ilişki (r=0,305 p=0,033) tespit edildi.
214
Hasta grubunda Tx,HD ve Prediyaliz süreleri ile incelenen
genotoksisite parametreleri arasındaki korelasyon analiz sonuçları tablo
48’de gösterilmiştir.
Tablo 48: Tx, HD ve PreD süreleriyle genotoksisite parametrelerinin ilişkisi*
TINT
Lenfositlerde
MÇ/1000bnh
Bukkal
MÇ/1000h
Tx süresi
HD süresi
PreD süresi
-0,171
0,512
17
0,256
0,321
17
0,072
0,785
17
-0,018
0,949
15
-0,249
0,371
15
0,167
0,585
15
-0,183
0,483
17
0,106
0,695
17
-0,535
0,027
17
r
p
N
r
p
N
r
p
N
[*Spearman’s rho korelasyon testi]
Tablo 48’de de görüleceği gibi; Tx ve HD süreleriyle TINT, lenfositlerde
MÇ/1000bnh ve bukkal MÇ/1000h ile arasında bir ilişki gözlenmezken,
sadece PreD süresiyle bukkal MÇ/1000h arasında ters yönde anlamlı bir
ilişki görüldü (r= -0.535; p=0.027).
4.9. Regresyon Analizi
Değişkenler
arasındaki
ilişkinin
yapısı
ve
derecesini
incelemek amacıyla Çoklu Adımsal Doğrusal Regresyon Analizi yapıldı.
Regresyon analizinde genotoksisite parametreleri üzerinde etkili olabilecek
çok
sayıda
faktör
bulunduğundan
regresyon
analizi
iki
adımda
gerçekleştirildi. ilk aşamada klinik ve istatistiksel olarak genotoksisite
parametrelerindeki değişimi en fazla belirleyecek faktörleri tespit etmek
amacıyla eleminasyon yapıldı. Bu işlemin önemi işe yaramayacak olan
faktörleri belirleyerek işe yarayacak diğer faktörlerle yola devam etmekti.
Birinci adımda BUN, ürik asit, kreatinin, ferritin, TAS, spor süresi ve
vitamin kullanımı genotoksik parametreleri etkileyen değerler olarak
215
belirlendi (p<0,05). İkinci aşamada Tx, HD ve PreD grubunda olmak, yaş,
cinsiyet, BMI, pasif sigara içiciliğinin de içinde bulunduğu gruba birinci
aşamada
belirlenen
parametreler
ilave
edilerek
regresyon
analizi
gerçekleştirildi (Tablo 49).
Tablo 49: Regresyon analizi
parametreleri üzerine etkisi
TINT
Comet
TINT
SENDO
TINT
SFPG
ile
belirlenen
Lenfositlerde MÇ
MÇ
MÇli bnh
0,973
0,909
B
0,000
0,000
p
0,886
1,321
B
HD grubu
0,003
0,000
p
0,792
0,651
1,335
B
PreD
grubu
0,001
0,032
0,000
p
0,060
B
Yaş
0,011
p
B
Cinsiyet
p
- 0,096
- 0,084
B
BMI
0,000
0,000
p
B
Pasif
sigara
p
B
Spor
saati
p
X
B
BUN
X
p
B
Kreatinin
p
X
B
TAS
X
p
X
B
Ürik asit
X
p
B
Ferritin
p
X
B
Vitamin
kullanımı p
X
X: Birinci adımda genotoksik parametreleri etkileyen değerler
TX grubu
parametrelerin
genotoksisite
FISH-MÇ
S(+)MÇ
S(-)MÇ
0,914
0,684
Bukkal MÇ
MÇli
MÇ
hücre
0,690
1,445
1,566
0,000
1,322
0,002
1,327
0,003
1,080
0,000
1,151
0,000
1,318
0,000
1,349
0,000
0,000
1,155
0,000
0,002
1,254
0,000
0,003
1,094
0,000
0,007
1,156
0,000
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
216
Tablo 49’de görüldüğü gibi:
•
TINT’yi etkileyen değerler; Yüksekten düşüğe doğru sırasıyla “Tx
grubunda olmak” (B=0,973; p=0,000), “HD grubunda olmak”
(B=0,886; p=0,000) ve “PreD grubunda olmak” (B=0,792; p=0,001)
olarak güçlü bir etki tespit edildi.
•
TINTSENDO’yu etkileyen değerler; “Yaş” aynı yönde zayıf bir etki
(B=0,060; p=0,011), “BMI” ise ters yönde zayıf bir etki (B=-0,096;
p=0,000) olarak tespit edildi.
•
TINTSFPG’yi etkileyen değerler; “PreD grubunda olmak” aynı
yönde orta derecede bir etki (B=0,651; p=0,032) ve “BMI” ise ters
yönde zayıf bir etki (B=-0,084; p=0,000) olarak tespit edildi.
•
Lenfositlerdeki MÇ’i etkileyen değerler; Yüksekten düşüğe doğru
sırasıyla
“PreD
grubunda
olmak”
(B=1,349;
p=0,000),
“HD
grubunda olmak” (B=1,321; p=0,000) ve “Tx grubunda olmak”
(B=0,909; p=0,000) olarak güçlü bir etki tespit edildi.
•
Lenfositlerdeki MÇ’li hücre sayısını etkileyen değerler; Yüksekten
düşüğe doğru sırasıyla “PreD grubunda olmak” (B=1,349; p=0,000),
“HD grubunda olmak” (B=1,322; p=0,000) ve “Tx grubunda olmak”
(B=0,914; p=0,000) olarak güçlü bir etki tespit edildi.
•
Lenfositlerdeki S(+)MÇ’yi etkileyen değerler; Yüksekten düşüğe
doğru sırasıyla “HD grubunda olmak” (B=1,327; p=0,000), “PreD
grubunda olmak” (B=1,155; p=0,000) ve “Tx grubunda olmak”
(B=0,684; p=0,002) olarak güçlü bir etki tespit edildi.
•
Lenfositlerdeki S(-)MÇ’yi etkileyen değerler; Yüksekten düşüğe
doğru sırasıyla “PreD grubunda olmak” (B=1,254; p=0,000), “HD
grubunda olmak” (B=1,080; p=0,002) ve “Tx grubunda olmak”
(B=0,690; p=0,003) olarak güçlü bir etki tespit edildi.
•
Bukkal MÇ’yi etkileyen değerler; Yüksekten düşüğe doğru sırasıyla
“Tx grubunda olmak” (B=1,566; p=0,000), “HD grubunda olmak”
(B=1,318; p=0,007) ve “PreD grubunda olmak” (B=1,156; p=0,000)
olarak güçlü bir etki tespit edildi.
217
•
Bukkal MÇ’li hücre sayısını etkileyen değerler; Yüksekten düşüğe
doğru sırasıyla “Tx grubunda olmak” (B=1,445; p=0,000), “HD
grubunda olmak” (B=1,151; p=0,003) ve “PreD grubunda olmak”
(B=1,094; p=0,000) olarak güçlü bir etki tespit edildi.
•
Cinsiyet
ve
çevresel
sigara
etkisi,
incelenen
genotoksisite
parametrelerini etkilememiştir (p>0.05).
218
5. TARTIMA
Kronik böbrek hastalığı böbrek fonksiyonlarında şiddetli ve
geri dönüşümsüz bir azalma ile karakterize olup, artan insidansı, yüksek
maliyeti ve kötü prognozu ile dünya genelinde bir halk sağlığı problemi
oluşturmaktadır. Diyaliz ve transplantasyon kronik böbrek hastalarında
yaşamı uzatan ve uzun süreli yarar sağlayan etkin tedavi şekilleridir.
Türk Nefroloji Derneğinin 2008 verilerine göre HD’ye giren
hastalarının %1’ini, transplantasyon yapılan hastaların ise %9,4’ünü 0-19
yaş
grubu
çocuklar
oluşturmaktadır177.
Her
ne
kadar
SDBH
popülasyonunun küçük bir yüzdesini kapsamakta ise de çocukların
kendilerine özgü karakteristikleri ve problemleri vardır. Bu nedenle
çocuklarda böbrek hastalığının tedavisi için multidisipliner bir takım
çalışmasına ihtiyaç vardır15.
Kronik böbrek hastalığı olan çocuklar, yetişkinlere göre
üremiye daha uzun süre maruz kalmaktadırlar12. Üremide artan oksidatif
stresin, kardiyovasküler hastalık ve malignite riskinin artışı ile de ilişkili
olduğuna
inanılmaktadır13.
Üremik
hastalarda
malignite
görülme
olasılığının, aynı yaş ve cinsiyetteki normal kişilerden 7 kat daha fazla
olduğu bildirilmiştir. Üremik hastalarda çoğunlukla mezanşimal kökenli
malignansiler gelişirken, transplantasyon sonrası hastalarda çoğunlukla
epitelyal kökenli malignansilerin gelişiyor olması, malign oluşumda değişik
mekanizmaların varlığını düşündürür1.
Çocukluğundan beri kronik böbrek hastalığı olan gençlerde
uzun dönem malignansi riski yeterince değerlendirilmemiştir. 1963-2002
yılları arasında Avustralya ve Yeni Zelanda’da SDBH olan 1634 çocuk ve
adolesanın incelenen kayıtlarına göre; böbrek nakli yapılan çocuklar
arasındaki ölümlerin
%14’ünü, hemodiyalizdeki çocuklar arasındaki
219
ölümlerin %1’ini ve periton diyalizdeki çocuklar arasındaki ölümlerin
%2’sini
malign
hastalıkların
oluşturduğu
tespit
edilmiştir.
Malign
hastalıktan ölümlerin genellikle geç dönemde gerçekleştiği gözlenmiştir.
RRT başlandığında yaşı daha büyük olan çocukların, çok küçük yaştaki
çocuklara göre, uzun dönemde sağ kalım için daha fazla şanslı olduğu
görülmüştür14. Pediatrik Tx hastalarında yapılan çalışmalarda lenfomaların
bütün
malignitelerin
%52’sini
oluşturduğu,
bunu
sırasıyla
deri
maligniteleri104, vulva ve perineumun sarkoma ve karsinomaları, tiroid
karsinoma, Kaposi sarkoma, baş boyun kanserleri, serviks karsinoma,
lösemi ve renal karsinomanın izlediği görülmüştür103. Bu nedenle özellikle
çocuk hastalar, daha ayrıntılı incelenmeli ve malignite yönünden takip
edilmeye devam edilmelidir.
2003 yılında WHO’nun Bangkok bildirgesinde, çocukların çok
sayıda kimyasal, fiziksel ve biyolojik ajanın etkilerine karşı çok savunmasız
olduğu açıklanmıştır. Yetişkinlere göre çocukların savunmasızlığının
artması üç ana faktöre bağlıdır. Birincisi; çocuklar, yaşam biçimi ve
fizyolojileri nedeniyle çevresel toksinlere daha yüksek dozda maruz
kalırlar. İkincisi; çevresel toksinlerin çocuklardaki metabolizmasıyla ilgilidir.
Yetişkin ve çocukta maruziyet benzer olabilir ama, hedef organa ulaşma
miktarında farklılık olabilir. Üçüncüsü; maruziyet çocuklukta başlarsa,
bedeninde maruziyetin kronikleşmesi ve advers sağlık etkilerinin ortaya
çıkması için yeterince zamanın olmasıdır. Çocuklukta bazı maruziyetler
daha sonraki yıllarda malignansi riskini artırabilir. Örneğin, hayatın erken
dönemindeki enfeksiyonların çocukluk dönemi lösemilerinin etyolojisinde,
hepatit B virüs enfeksiyonlarının da hepatosellüler karsinoma gelişiminde
rol oynadığı düşünülmektedir178.
Çocuklarda
metabolizması
da,
ilaçların
fizyolojik
absorbsiyonu,
özelliklerinden
dolayı
dağılımı
ve
yetişkinlerden
farklıdır178. Çocuklarda verilen ilaçların plazma proteinlere bağlanma
220
miktarı yaşla değişim göstermekte ve yetişkinlere göre proteinlere daha az
bağlanma
nedeniyle,
artmaktadır178.
bağlanmamış
Örneğin
çocuklarda
toksinlerin
CsA’nın
plazma
emilimi
seviyeleri
daha
az,
metabolizması ise erişkinlerden daha hızlıdır. Bu nedenle doz ayarlamaları
önem taşımaktadır55.
Oksidatif
stresin,
genotoksik
hasar
ile
ilişkisi
ve
genotoksisitenin de kansere giden yolakta ara bir basamak olarak
öngörülmesi7, etkinin biyogöstergeleri olarak genotoksisite testlerinin
kullanımını yaygınlaştırmıştır. Genomik hasar göstergesi olarak en fazla
kullanılan genotoksisite yöntemleri: Mikroçekirdek Yöntemi (MÇ), Comet
Yöntemi, Kromozomal Aberasyon (CA), Kardeş Kromatid Değişimleri
(SCE), Floresan In Situ Hibridizasyon Yöntemi (FISH), protein katım
ürünleri, DNA katım ürünleri, hipoksantin guanin-fosforiboziltransferaz
(HPRT) mutasyonlarıdır106. Bu göstergelerden Comet Yöntemi oksidatif
hasarın tespitinde152, lenfositlerdeki MÇ Yöntemi ise kanser riskini
öngörmede17 kullanılan önemli göstergelerdir. Karsinojen ve mutajenlerin
oluşturduğu bazal DNA hasarının, bazal DNA hasarı olan hücre sıklığının
ve hücre ölümünün tespitinde ise bukkal epitel hücreleri yaygın biçimde
kullanılmaktadır18.
KBH olan yetişkin hastalarda genomik hasarın varlığı
periferal kan lenfositlerinde mikroçekirdek (MÇ), Comet, lökositlerde 8OHdG, bukkal mukoza epitelinde MÇ ölçümü gibi çeşitli yöntemlerle
gösterilmiştir19,179.
Fakat
KBH
olan
çocuklarda,
genotoksik
hasar
düzeylerinin incelendiği herhangi bir çalışma bulunmamaktadır. Bu
nedenle yapılan çalışmamızda prediyalizde olan, hemodiyaliz tedavisi
gören ve böbrek nakli yapılmış çocukların lenfositlerindeki oksidatif/DNA
hasarı düzeyleri Comet ve MÇ Yöntemleri ile, genotoksik hasarın
klastojenik mi yoksa anojenik bir mekanizmayla mı oluştuğu FISH kombine
MÇ Yöntemi ile, bukkal mukozanın eksfoliye epitel hücrelerindeki bazal
221
DNA
hasarı
ise
MÇ
Yöntemi
ile
ölçüldü.
Ayrıca
biyokimyasal
parametrelerin DNA hasar düzeylerine etkisi incelendi. Çalışmamız tablo
29’da görüldüğü gibi 0-19 yaş arasında 17 prediyaliz (PreD), 15
hemodiyaliz (HD), 17 böbrek nakli yapılmış çocuk hastada (Tx) ve kontrol
grubu
olarak
yaş-cinsiyet
uyumlu
(p>0,05)
20
sağlıklı
çocukta
gerçekleştirildi.
5.1. Biyokimyasal Parametrelerin İncelenmesi
Çalışmamızda kronik böbrek hastalığı olan çocuk hastaların
(PreD, HD, Tx) ve sağlıklı kontrol grubu çocukların biyokimyasal
parametrelerinin analizi yapıldı. Tablo 33’de de görüldüğü gibi BUN,
kreatinin, ürik asit, total kolestrol, trigliserit, parathormon, ferritin,
homosistein değerleri tüm hasta gruplarında kontrol grubundan, CRP
değeri ise sadece HD ve PreD gruplarında kontrol grubundan anlamlı
şekilde yüksektir (p<0,05). Albumin değeri Tx grubunda ve kontrol
grubunda HD ve PreD gruplarından anlamlı şekilde yüksektir (p<0,05). Bu
değerler KBH’nın bir sonucu olarak beklenen değerlerdi. Çünkü üremik
semptomların patogenezisinde hormonal değişiklikler, BUN, kreatinin,
homosistein ve ileri glikozilasyon son ürününleri gibi organik bileşikler ve
inorganik maddeler rol oynamaktadır3.
Çalışmamıza
benzer
şekilde
Ece
A
ve
ark.nın13
çalışmasında da PreD ve periton diyalizde (PD) olan çocuklarda üre, ürik
asit, kreatinin, total kolestrol ve CRP değerleri kontrol grubundan yüksek
olarak tespit edilmiştir (p<0,001). Albumin seviyesi ise çalışmamızdakinin
aksine hasta ve kontrolde benzerlik gösterirken (p>0,001), PreD grubunda
PD grubundan yüksektir (p<0,001). Stoyanova ve ark.nın yetişkinlerdeki
çalışmasında16 albumin seviyesi PreD hastalarında HD hastalarından
yüksektir (p<0,001). Aynı çalışmada16 parathormon, CRP, ferritin ve
222
homosistein değerleri ise HD grubunda PreD grubundan yüksektir
(p<0,001).
Parathormon
Fivush BA ve ark.nın
180
değeri
çalışmamızdakine
benzer
şekilde,
çocuklarda yapılan çalışmasında da, PreD
grubunda kontrol grubuna göre yüksektir (p<0,05). Parathormonun
aşırılığının kronik böbrek hastalarında karsinojenezisin artışındaki etkisi
halen tartışmalıdır67.
Serum ferritin değeri, Tarng DC ve ark.nın yetişkinlerdeki
çalışmasında en yüksek PD grubundaydı (p<0,05) ve çalışmamızdakine
benzer
şekilde
bunu
PreD
ve
kontrol
grupları
takip
ediyordu.
Enflamasyonun veya karaciğer hastalığının yokluğunda, demir birikiminde
artış olması, çok miktarda intravenöz demir ilaçlarının kullanıldığını veya
daha önce çoklu kan nakillerinden yapılmış olduğunu düşündürür.
Çalışmamızda 1 PreD, 1 Tx, 10 HD hastası eritropoetin kullanırken 1
PreD, 4 HD hastası ise oral demir tedavisi görüyordu. Demir, hücresel bir
değişim elementidir ve onun iyonik formları tek elektron transfer
reaksiyonlarına katılmaya eğilimlidir. Bu kapasite, demirin serbest radikal
oluşumuna katkıda bulunmasına olanak sağlar. Oluşan çok reaktif
hidroksil radikalleri lipit peroksidasyonunu veya DNA hasarını başlatır.
Demir metabolizması ve hidroksil radikallerinin üretimi oksidatif DNA
hasarının seviyesiyle yakından ilişkilidir82. Aksu BY’nin çalışmasında demir
eksikliği anemili çocuklarda, tedavi dozunda verilen oral demir tedavisi
sonrasında, tedavi öncesine göre DNA hasarında artmanın olduğu
gösterilmiştir. Bu durumun oral demir takviyesinin oksidan-antioksidan
dengeyi oksidanların lehine bozmasıyla oluşturduğu düşünülmektedir74.
Kronik
böbrek
yetmezliği
olan
yetişkinlerde
artan
kardiyovasküler mortalite ve morbidite iyi tanımlanmıştır. Kronik böbrek
223
yetmezliğinde endotel hasarı için muhtemel bir mekanizma, yüksek
homosistein seviyesinin varlığıdır ve aterosklerozun patogenezisinde rol
oynamaktadır. Gençlerde kardiyovasküler mortalite ve morbiditede kronik
böbrek yetmezliğinin advers etkisi, kontrol grubundan 500 kat daha yüksek
orandadır.
Homosistein
seviyesi,
kronik
böbrek
yetmezliği
olan
yetişkinlerde artmakta ve böylece aterosklerozun patogenezisinde rol
oynamaktadır12.
Üremik
hastalarda
homosisteinin
özellikle
okside
formlarının birikimi nedeniyle, serbest oksijen radikalleri aşırı miktarda
üretilmekte ve antioksidan savunma mekanizmaları bozulmaktadır31.
Homosistenin DNA metiltransferaz üzerinde, inhibe edici etkisi yüzünden
hiperhomosisteinemisi olan diyaliz hastalarının DNA’sının hipometillenmiş
olduğu tespit edilmiştir. Hipometillenen DNA, daha kararsız olmaya
meyillidir. Bu durum diyaliz hastalarında görülen artan genomik hasar için
mekanistik bir açıklama olabilir. Sağlıklı kişilerde plazma homosisteini,
periferik kan lenfositlerinde gözlenen genomik hasarın derecesiyle
korelasyon gösterir33. Tablo 33’de de görüldüğü gibi çalışmamızda
homosistein değeri, en yüksek PreD grubunda sonra sırasıyla Tx ve HD
grubunda tespit edilidi, fakat farklılık anlamlı değildi (p>0,05). Homosistein
değeri, tüm hasta gruplarında ise kontrol grubundan anlamlı yüksekti
(p<0,05). Çocuklarda homosisteinle ilgili veriler sınırlı olup, çalışmamıza
benzer şekilde homosistein değeri Richards KB ve ark.nın çalışmasında12,
PreD grubundaki çocuklarda
kontrol grubundakilerden yüksek olarak
tespit edilmiştir (p<0,05). Benzer şekilde Fragedaki E
ve ark.nın19,
Kouloridis ve ark.nın181 yetişkinlerdeki çalışmalarında homosistein değeri
HD grubunda kontrol grubundakilerden yüksek olarak
tespit edilmiştir
(p<0,05). Çalışmamızda 5 PreD, 6 Tx, 15 HD hastası multivitamin tedavisi
görüyordu.
Stopper
H
ve
ark.larının33
HD
hastalarında
yapılan
çalışmasında, folik asit ve daha etkin olan folik asit-vitB12 kombinasyonu
ile MÇ sıklığında ve homosistein seviyesinde bir azalma olduğu bildirildi
(p<0,05).
224
KBH’da artan oksidatif stres, böbrek hasarının sebep ve
sonucu olarak gösterilmektedir182. Oksidatif stres, üremik hastaların
dokularındaki protein ve diğer moleküllerin biyokimyasını önemli ölçüde
etkiler183.
Üremi,
oksidatif
stresle
ve
protein
modifikasyonlarıyla
karakterize patolojik bir durumdur. Bu değişiklikleri üreten mekanizmaları
sadece biyokimyasal parametrelerin analizi ile tahmin etmek yetersizdir.
Fakat üremiye eşlik eden oksidatif stresin amino asitler, lipitler,
karbonhidratlar, proteinler gibi küçük molekülleri ve enflamatuar durumu
arttırdığı bilinmektedir183. AGE’ler, karboniller ve ilerlemiş oksidasyon
protein ürünleri, böbrek yetmezliği ve hemodiyaliz tedavisi esnasında
meydana gelen oksidatif işlemlerle tetiklenen bazı değişikliklerdir184.
Üremik
hastalarda
oksidan/antioksidan
artan
oksidatif
dengesizliği
stres,
nedeniyle
üremik
serbest
serumdaki
radikallerin
çok
miktarda üretilmesine de neden olur. Antioksidan korumanın azalması
doğrudan total antioksidan kapasitenin ölçümüyle izlenebilir183. Bu amaç
doğrultusunda çalışmamızda ölçümü gerçekleştirilen TAS değeri, en
yüksek PreD grubunda sonra sırasıyla HD ve Tx grubunda tespit edildi,
fakat farklılık anlamlı değildi (p>0,05) (Tablo 33). TAS değeri toplam hasta
grubunda ise kontrol grubundan anlamlı şekilde düşüktü (p<0,05). Tarng
DC ve ark.nın çalışmasında PD hastalarında vitC ve vitE gibi antioksidan
desteği ile ROS’nin indüklediği DNA hasarında azalma tespit edilmiştir82.
Benzer şekilde Domenici ve ark. HD hastalarında vitE desteği ile Comet
ve 8-OHdG analizi ile DNA hasarında azalma tespit etmiştir185. Ayrıca
Stopper H ve ark.nın çalışmasında HD hastalarında folik asit ve daha etkin
olan folik asit-vitB12 kombinasyonun MÇ frekansında ve homosistein
seviyesinde bir azalmaya neden olduğu görüldü33. Bizim çalışmamızda her
3 hasta grubunda da multivitamin tedavisi alan hastalar vardı (6 PreD, 6
Tx, 15 HD hastası). Fakat az sayıda hastanın vitamin kullanımı nedeniyle
vitaminlerin antioksidan düzeyini etkileyip etkilemediği konusunda yorum
getirmek olanaksızdı. Çalışmamıza benzer şekilde Ece A ve ark.nın13 KBY
olan çocuklarda, oksidatif stres göstergelerinin incelendiği çalışmasında
225
TPX (total peroksit) ve OSI (oksidatif stres indeksi) kontrol grubuna göre
daha yüksek, antioksidan göstergeler PON (paraoksanaz) ve TAS ise
daha düşüktür (p<0,05). Karamouzisa I ve ark.nın182 çalışmasında ise,
TAS değeri sağlıklı kontroller ve PreD hastalarında benzerlik gösterirken,
HD grubunda küçük miktarlarda azalma göstermiştir (p>0,05). Benzer
şekilde Kaya ve ark.nın çalışmasında da PON aktivitesi, HD grubunda
kontrol grubuna göre düşüktür186( p<0,05).
Kronik böbrek hastalığında TAS azalması, üremik toksinlere
maruziyet ve bilinmeyen diğer bazı faktörlerden dolayı serbest radikal
üretimi sırasında, antioksidan tüketimi gibi nedenlerden kaynaklanabilir.
ROS’nin aşırı üretimi IL-6 gibi proenflamatuar sitokinlerin ve CRP gibi
proteinlerin üretimini düzenleyebilir. IL-6 ve CRP’nin artan plazma
seviyeleri, üremik hastalarda bunu izleyen kardiyovasküler morbidite ve
mortalitenin güçlü bir habercisi olarak ortaya çıkar13. Çalışmamızda IL-6
değeri, HD grubunda en yüksek, daha sonra sırasıyla kontrol, TX ve PreD
grubunda geliyordu. Fakat istatistiksel bir anlamlılık yoktu (p>0,05) (Tablo
33). CRP değeri ise sadece HD ve PreD gruplarında kontrol grubundan
anlamlı şekilde yüksekti (p<0,05). Çalışmamıza benzer şekilde Ece A ve
ark.nın13 çalışmasında da IL-6 ve CRP gibi enflamasyon göstergeleri
hastalarda kontrol grubundan daha yüksektir. Fragedaki E ve ark.nın19
yetişkinlerdeki çalışmasında ise, CRP değeri HD ve kontrol gruplarında
benzerken (p>0,05), IL-6 ise HD grubunda kontrol grubundan yüksektir
(p<0,05).
5.2.
Lenfositlerde
Comet
ve
Modifiye
Comet
Değerlerinin
İncelenmesi
DNA
hasarını
ölçmek
için
sıklıkla
kullanılan
etkinin
108
biyogöstergelerinden birisi Alkali Comet Yöntemi’dir
. Comet Yöntemi,
226
elektroforetik bir alan boyunca denatüre olan DNA’nın göçüne dayanır. Bu
yolla hücrelerin tek tek DNA hasarı ölçülmektedir107. Bu yapılar uygun
DNA boyamasıyla mikroskopta ölçülebilir. İlk olarak 1989 yılında Singh ve
ark. tarafından geliştirilen yöntem, daha sonra çeşitli modifikasyonlarla
genotoksisite
ve
apoptoz
araştırmalarında
sıklıkla
kullanılır
hale
gelmiştir77. Günümüzde Comet Yöntemi, oksidatif hasarın tespitinde
kullanılan önemli bir gösterge olarak kabul edilmektedir16. Bu yönteme ilgi
duyulmasının nedeni: basitliği, duyarlılığı, hücre örnek sayısının az oluşu
ve farklı dokulardan yeterli hücre örneğinin invaziv olmayan işlemlerle elde
edilebilmesindendir113.
Standart Comet Yöntemi ile sadece zincir kırıkları ve alkali
labil bölgeler tespit edilebilirken, Modifiye Comet Yöntemi ile ENDOIII ve
FPG gibi enzimler kullanılarak, pürin ve primidin baz hasarlarının
bulunduğu bölgelerde ilave kırıklar oluşturmak yoluyla, DNA üzerindeki
okside olmuş bazlar kolayca tespit edilebilmekte16,110 ve oksidatif DNA
hasarının bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir77.
Comet Yöntemi kullanılarak oksidatif DNA hasarını inceleyen
çalışmalarda, etkilemesi olası faktörlere göz atıldığında, aşağıdaki bilgilere
erişilmektedir:
•
Sigara kullanımının, yaşın ve cinsiyetin oksidatif DNA hasarı
üzerindeki etkileri üzerinde çelişkili sonuçlar vardır187,115. Zalata A
ve ark çocuklarda çevresel sigara maruziyetinin (pasif sigara
içiciliği) DNA hasarını arttırdığını tespit etmiştir188.
•
VitC ve vitE kullanımı ile oksidatif DNA hasarı arasında bir ilişki
gözlenmemiştir115. VitB12 ve folat kullanımı ile ilgili veriler ise
yetersizdir187.
•
Uzun süreli fiziksel egzersizlerin oksidatif DNA hasarını arttırdığı
gösterilmiştir187, 115.
227
•
Demirbağ ve ark. BMI ile oksidatif DNA hasarı arasında aynı yönde
anlamlı bir ilişki tespit etmişlerdir187. Heilborn ve ark. 6 ayda vücut
ağırlığının %15 kaybında oksidatif DNA hasarında azalma tespit
etmişlerdir187.
•
Yaz aylarında oksidatif DNA hasarında artış belirlenmesiyle,
mevsimsel değişikliklerin (ör: güneş ışığı) oksidatif DNA hasarını
etkilediği gösterilmiştir115,189.
Bir çok çalışmada onarımdaki azalmaya bağlı olarak yaş
artışıyla, DNA hasarı arasında anlamlı bir ilişkinin olduğu gösterilmiştir.
Memelilerde yaşam süresi, DNA onarımının etkinliğiyle korelasyon
gösterir. DNA onarım enzimlerinin etkinliğinin yaşla azalması beklenebilir,
fakat bu durumun gerçekleşip gerçekleşmediği konusu halen tartışmalıdır.
Bireysel değişiklikler olsa da, 20 ve 70 yaşları arasında insan lökosit
DNA’sında, 8-OHdG seviyesinde lineer bir artış gözlenmiştir. İnsan
fibroblastlarında yapılan çok sayıda çalışmada nükleotid eksizyon
onarımının
yaşla
azaldığı
gösterilmiştir.
Yaşlıların
fibroblast
ve
lökositlerinde glikozilaz aktivitesi gençlere göre düşüktür. Yaşla, baz
eksizyon
onarımlarında
görülen
azalmanın
nedenin
de,
glikozilaz
aktivitesindeki bu düşüş nedeniyle olduğu düşünülmektedir190.
Çalışmamızda
lenfositlerde
yapılan
Comet
analizi
sonucunda bazal DNA hasarı TINT değerinin ölçümüyle, oksidatif DNA
hasarı ise TINTSENDO (primidin baz hasarı için) ve TINTSFPG (pürin baz
hasarı için) değerlerinin ölçümüyle belirlendi (Tablo 36).
Çalışmamızda Tx grubunda bazal DNA hasarı en yüksektir.
Bunu PreD ve HD grubu takip etmektedir. Ama hasta grupları arasında
istatistiksel olarak anlamlılık yoktur. Buna karşılık bazal DNA hasarı TX,
HD, PreD ve TH gruplarında kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek
228
oluşu, hasta grubunun bazal DNA hasarında bir artış olduğunu
göstermektedir. Bu durum, regresyon analizi esnasında bazal DNA
hasarını, ürik asitin etkilediğinin gösterilmesiyle de desteklenmiştir. Çünkü
ürik asit değeri, toplam hasta grubunda, kontrol grubundan anlamlı şekilde
yüksektir. Regresyon analizi sonucunda bazal DNA hasarını, hasta
gruplarından herhangi birinde olmanın güçlü bir şekilde etkilediği tespit
edildi (Tablo 49). Bazal DNA hasarı üzerindeki etki TX grubunda en
yüksek bulunmuştur (B=0,973; p=0,000) ve bunu sırasıyla HD (B=0,886;
p=0,003), PreD (B=0,792; p=0,000) grupları izlemektedir. Tx grubundaki
etkiden kullanılan immün baskılayıcı ilaçlar, HD ve PreD grubundaki
etkiden ise üremik toksinler, reaktif AGE’ler ve karbonil bileşiklerin birikimi
gibi etkenlerin sorumlu olabileceği önerilebilir. Kobras ve ark.nın191 HD ve
HDF grubu hastalarda yapılan çalışmalarında, reaktif AGE’ler ile genetik
hasar arasında (Comet ve MÇ yöntemiyle belirlenen) bir ilişki bulmaları bu
öneriyi doğrular niteliktedir. Ayrıca HD grubunda, ilave olarak diyalizattaki
su kaynaklı toksinler, diyaliz borularından gelen silikon partiküller, vitB6
eksikliği, diyaliz ekipmanlarının biyolojik uyuşmazlığı68 ve uzun süreli
hemodiyaliz tedavisinin kısmen kalıcı olan üreminin DNA onarımını
baskılamasıyla67,79 genomik hasarın arttığı bilinmektedir.
Çalışmamıza benzer şekilde Stoyanova E16 ve Stopper H ve
ark.nın112 yetişkin kronik böbrek hastalarında yaptıkları çalışmalarda DNA
hasarı HD ve PreD hastalarında, Kan E160, Horoz M192, Bagatini PB193,
Buemi M179 ve ark.nın
çalışmalarında ise HD hastalarında kontrol
grubundan anlamlı olarak yüksek tespit edilmiştir. Buemi M ve ark.nın
çalışmasında179 DNA hasarının HD grubunda kontrol grubundan anlamlı
yüksek oluşu, SCE analizi ile de desteklenmiştir.
Kronik böbrek hastalarında oksidatif stres, sağlıklı kişilere
göre daha yüksektir. Bu durum üremi, azalan antioksidan kapasite,
hemodiyaliz membranlarının okside edici etkileri ve intravenöz demir
229
infüzyonlarına bağlanmaktadır16. Ayrıca SDBH’da önemli şekilde artan
AGE’ler ve reaktif karbonil ürünlerin de oksidatif stresi tetiklediği
bilinmektedir184. Antioksidan koruma mekanizması oksidan ajanların
çoğunu uzaklaştırabilir. ROS’ların aşırı üretimi veya antioksidan koruma
mekanizmasındaki yetersizlikler gibi özel durumlarda da oksidatif stresin
oluştuğu görülür16. DNA’da oluşan oksidatif hasar, aynı zamanda
mutajenezisin, karsinojenezisin ve yaşlanmanın da göstergesidir194.
Radikallerin DNA ile etkileşimi sonucu DNA’da yaklaşık 20 tane oksidatif
hasar ürünü oluşmaktadır4. Bunların arasında en fazla miktarda oluşan ve
en mutajenik DNA hasarı 8-hidroksideoksiguanozindir (8-OHdG)77. 8OHdG, DNA onarım enzimleri tarafından kesilerek uzaklaştırılır, periferik
dolaşıma geçer ve idrarla atılır75. Bu nedenle 8-OHdG, hem hücre içi
oksidatif DNA hasarının, hem de onarım seviyesinin göstergesidir118.
Çalışmamızda
primidin
baz
hasarının
göstergesi
olan
TINTSENDO değeri açısından, hasta grupları ile kontrol grubu arasında ve
hasta grupları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (Tablo 36). Yaş
ile primidin baz hasarı arasında aynı yönde zayıf bir etki vardır (Tablo 49).
Bu durum yaşın oksidatif hasarı arttırıcı özelliğini de destekler bir
durumdur.
Çalışmamızda
pürin
baz
hasarının
göstergesi
olan
TINTSFPG değeri açısından; hem TX hem de PreD gruplarında, HD ve
kontrol gruplarından anlamlı yüksek sonuç, bu gruplarda oksidatif DNA
hasarında bir artış olduğunu göstermektedir (Tablo 36). Biyokimyasal
parametreler ile genotoksisite parametreleri arasındaki ilişkinin incelendiği
korelasyon analizinde, pürin baz hasarı ile BMI arasında aynı yönde
anlamlı bir ilişki tespit edilmiştir (Tablo 46). Boya nazaran kiloda artış
olduğunda,
BMI artar. BMI’ndeki artış, prednisolon kullanan Tx
hastalarında görülebilir195 ve pürin baz hasarı ile BMI arasındaki aynı
yöndeki ilişkinin sonucunda, Tx grubundaki oksidatif DNA hasarındaki
230
artışı açıklayabilir. Pürin baz hasarı PreD grubunda en yüksektir. Aynı
durum regresyon analizi sonucunda PreD grubu olmak ile pürin baz hasarı
arasında da gözlenerek (B=0,651; p=0,032) desteklenmiştir (Tablo 49).
Biyokimyasal parametrelerden BUN değeri ile pürin baz hasarının ters
ilişki göstermesi beklenenden farklı bir durumdur (Tablo 46). BUN
göstergesi hastalık durumunun özelliklerindendir ve oksidatif hasarla
artması beklenir. Bu sonuç bize, pürin baz hasarının BUN parametresi ile
açıklanamadığını göstermektedir. DNA üzerinde zincir kırıkları oluşumu
sadece oksidatif strese bağlı olmayıp UV, radyasyon ve DNA hasarlarının
onarımı sırasında da geçici olarak ortaya çıkabilmektedir. 8-OHdG
kalıntıları
ise
sadece
oksijen
ve
nitrojen
radikalleri
tarafından
oluşturulmaktadır77. Yani PreD ve Tx gruplarında, DNA üzerindeki 8OHdG kalıntılarının sıklığını gösteren pürin baz hasarına duyarlı bölgelerin
fazla oluşu, bu gruplarda ROS’ların aşırı üretimi veya antioksidan koruma
mekanizmasındaki yetersizliklerin varlığıyla açıklanabilir. Oksidatif DNA
hasarını artıran ajanların, malignite gelişimi riskini de arttırabileceği göz
ardı edilmemelidir4. Çalışmamızda hasta ve kontrol grubunun genotoksisite
parametreleri arasındaki korelasyon analizi sonucunda, TINTSENDO ile
TINTSFPG arasında aynı yönde anlamlı bir ilişki tespit edildi (p<0,05)
(Tablo 44).
Çalışmamıza benzer olarak KBH’da pürin ve primidin baz
hasarına ilişkin yapılmış tek araştırma Stoyanova E ve ark.nınkidir16 .
Çalışmamızdan farklı olarak yetişkin hastalar ele alınmıştır. Primidin baz
hasarı Stoyanova E ve ark.nın araştırmasında çalışmamızdaki gibi HD
grubunda kontrol grubundan yüksektir16. Çalışmamızda anlamlı artış
yokken, primidin baz hasarı adı geçen araştırmada HD grubunda PreD
grubundan ve HD ve PreD gruplarında kontrol grubundan anlamlı yüksek
bulunmuştur (p<0,001). Pürin baz hasarı ise her iki çalışmada, PreD grubu
için kontrol grubundan anlamlı olarak yüksektir. Tek fark HD grubunun
Stoyanova E ve ark.nın çalışmasında PreD grubundan yüksek olmasıdır
231
(p<0,001). Genel olarak değerlendirildiğinde, her iki çalışmada da hastalık
durumunun baz hasarını, dolayısıyla oksidatif hasarını arttırmış olmasıdır.
Kronik böbrek hastası olan çocukların lenfositlerinde, Comet
Yöntemiyle
oksidatif
DNA
hasarın
incelendiği
bir
çalışma
bulunmamaktadır. Bulgularımızı çocuklarda Comet Yöntemi ile yapılan
diğer çalışmalarla karşılaştıracak olursak (Tablo 23): Çalışmamızdaki tüm
hasta gruplarına benzer şekilde, PAH’lara172, DDE ve DDT’ye166, sigara
dumanına maruz kalan çocuklarda170,175 bazal DNA hasarı kontrol
grubundaki çocukların hasarından yüksektir. Tarım ilacı Deltametrin’e
maruz kalan çocuklarda163 ise bazal DNA hasarı kontrol grubuna
benzerdir. Pürin baz hasarı ise çalışmamızdakine benzer şekilde DDE ve
DDT’ye
maruz
kalan
çocuklarda166
kontrol
grubundaki
çocukların
hasarından yüksektir.
Çalışmamızda Tx, HD ve PreD süreleri ile TINT arasında
korelasyon olmadığı (p>0,05) (Tablo 48), ilk tanıdan itibaren geçen süre
ile TINTSENDO arasında ise aynı yönde bir korelasyon olduğu görüldü
(p<0,05) (Tablo 46). Stopper H ve ark.nın 9-23 yıl arası HD’de olan 20
kronik böbrek hastasının Comet Yöntemiyle yapılan çalışmasında, 10 yıl
ve daha fazla HD süresi ile DNA hasarı arasında bir ilişki bulundu112
(p<0,05). Bu farklılık bizim hasta grubumuzun Tx (22,35±19,43 ay), HD
(29,75±27,68 ay) ve PreD (41,35±38,83 ay) sürelerinin daha az oluşundan
kaynaklanıyor olabilir. Ayrıca çalışmamızda çocukların ele alınmış olması,
sözü edilen sürelerin kısa olmasındaki etkenlerden biri ve en önemlisidir.
Benzer şekilde Kan E ve ark. DNA hasarı ve diyaliz tedavisinin süresi
arasında anlamlı bir ilişki bulmamışlardır160 (p>0,05). Bu çalışmada da
ortalama diyaliz tedavisi süresi 3.5 yıl gibi kısa süreydi160. Uzun süreli HD
tedavisi ile DNA hasarı arasındaki ilişki aşağıdaki şekilde açıklanabilir:
Uzun süreli ve sürekli HD’e giren hastaların kanı biyouyumlu diyaliz
membranlarıyla etkileşebilir ve bu süreçte çok sayıda reaktif oksijen türü
232
üretilebilir. Substratları ve esansiyel faktörleri ortamdan uzaklaştırdığı için
diyaliz süreci, glutatyonla ilişkili enzimleri de etkileyebilir ve bu enzimlere
gereksinimi olan antioksidan mekanizmalar hasar görebilir160.
5.3. Lenfositlerde Mikroçekirdek Sıklığının İncelenmesi
Mikroçekirdek, spontan olarak ya da genotoksik maruziyete
yanıt olarak, hücre bölünmesi sırasında iki kardeş hücrenin içine
katılamayan asentrik fragmanlardan veya tam kromozomlardan oluşur122.
Uzun ömürlü T lenfositlerin yarı ömrünün ortalama 3-4 yıl olduğu tahmin
edilmektedir. Bu nedenle insan lenfositlerindeki spontan MÇ frekansı,
sirkülasyondaki lenfositlerin yaşam süresi boyunca oluşan genetik hasarın
birikiminin
bir indeksini sağlar124.
Mikroçekirdek,
kromozom kaybı
(anojenik etki) ve kromozom kırıklarınının (klastojenik etki) sonucunda
oluşabilmektedir121. Kromozomlardaki bu sayısal ve yapısal hasarlar,
maruziyetin göstergesidir ve genotoksik kimyasallara biyolojik yanıtın
indikatörleridir123. MÇ Yöntemi genetik hasara yol açan iç ve dış
indikatörlere duyarlıdır ve in vivo ve in vitro genotoksisite testleri içinde en
önemli
son
noktalardan
birisidir20.
Cyt-B
kullanımıyla
sitokinezis
durdurularak, hücre çekirdeği bölünürken binükleer hücrelerin açığa
çıkmasıyla MÇ Yöntemi daha duyarlı hale getirilmiştir128.
Periferal kan lenfositlerindeki MÇ frekansının, kanser riskini
öngörmede duyarlı bir biyogösterge olduğu ortaya konmuştur135.
Bu
veriler, deneysel ve mekanistik çalışmalardan toplanan delilleri destekler
ve güçlendirir niteliktedir125. MÇ tetiklenmesi ve kanser gelişimi arasındaki
ilişkinin varlığını gösteren kanıtları aşağıdaki şekilde sayabiliriz125:
•
Tedavi edilmeyen kanser hastalarında ve kansere yatkınlığı olan
konjenital hastalıklı bireylerde MÇ sıklığının yüksek olması (Ör:
Bloom sendromu, Ataxia telengiectasia gibi).
233
•
Klinik kemoterapi uygulamalarında yardımcı biyogösterge olarak
kullanılan oral mukozada artan MÇ frekansının varlığı.
•
Genotoksik
olarak
karsinojenesite
mikroçekirdeği
arasındaki
tetikleyen
korelasyonun
varlığı
ajanlar
(Ör:
ve
İyonize
radyasyon ve ultraviyole).
•
Folat, kalsiyum, vitE, nikotinik asit gibi kanser riskinin azaltılmasıyla
ilgili belirli vitamin ve minerallerin diyetle alınımı ve/veya kan
konsantrasyonları ve MÇ sıklığı arasındaki ters korelasyonun
varlığı.
Yaş ve cinsiyet, MÇ indeksini etkileyen en önemli demografik
değişikliklerdir. Kadınlarda MÇ sıklığı daha yüksektir ve yaş ilerledikçe
erkeklerden daha fazla artış gösterdiği bilinmektedir. Çocuklarda yaşla MÇ
sıklığının hem arttığına, hem de azaldığına dair veriler vardır. Ayrıca MÇ
sıklığının, folat196, vitB12 ile ters yönde korelasyon gösterdiğine,
homosisteinin plazma seviyesiyle ise aynı yönde korelasyon gösterdiğine
dair bilgiler mevcuttur187. Günde 30 sigaranın üzerinde sigara kullanımıyla
MÇ sıkığının arttığı bildirilirken, daha az sigara kullanımıyla ilgili yeterli
delil yoktur. Alkoliklerde MÇ sıklığı artmaktadır, fakat kullanım süresiyle
korelasyon bulunmamıştır. VitE ve vitC için çelişkili sonuçlar vardır. MÇ
sıklığının; BMI yüksekliğinde, yoğun egzersizlerde ve kronik hastalıklarda
(Alzheimer hastalığı, Behçet hastalığı, Parkinson hastalığı, romotoid artirit,
kanser, diyabet, kardiyovasküler hastalıklar, polikistik over sendromu ve
kronik obstrüktif pulmoner hastalık gibi) arttığı bildirilmiştir187.
Kronik böbrek hastalığının genomik hasarda artış oluşturup
oluşturmadığı
MÇ
sıklığı
ile
değerlendirilirken,
in
vitro
mitotik
stimülasyondan sonra kültürde periferal lenfositlerin çoğalma yeteneğini
etkileyip etkilemediği ise, MÇ’li hücrelerin değerlendirilmesiyle mümkün
olur. Bu nedenle çalışmamızda hem MÇ, hem de MÇ’li hücre sayısı analiz
edildi.
234
Çalışmamızda MÇ ve MÇ’li hücre sıklığı PreD grubunda en
yüksekti, bunu HD ve Tx grupları takip ediyordu. Tx, HD, PreD ve TH
gruplarında MÇ ve MÇ’li hücre sıklığının kontrol grubundan anlamlı olarak
yüksek (p<0,001) oluşu, hasta grubunun genomik hasarında bir artış
olduğunu gösteriyordu (Tablo 38). Bu durum, regresyon analizi sonucunda
MÇ ve MÇ’li hücre sıklığı ile TAS arasındaki ters yönde bir etkileşimin
varlığıyla da desteklendi (Tablo 49). Çünkü TAS değeri, toplam hasta
grubunda kontrol grubundan anlamlı şekilde düşüktü (p<0,05) (Tablo 33).
Regresyon analizi sonucunda hasta gruplarından herhangi birinde olmak
ile lenfositlerdeki MÇ ve MÇ’li hücre sıklığı arasında aynı yönde güçlü bir
etki tespit edildi (p=0,000) (Tablo 49). MÇ sıklığı üzerindeki etki PreD
grubunda en yüksekti (B=1,335; p=0,000) ve bunu sırasıyla HD (B=1,321;
p=0,000), Tx (B=0,909; p=0,000) grupları izliyordu. MÇ’li hücre sıklığındaki
etki de sırasıyla PreD (B=1,349; p=0,000), HD (B=1,322; p=0,000) ve Tx
(B=0,914; p=0,000) grupları şeklindeydi. Üremik toksinler, reaktif AGE’ler
ve karbonil bileşiklerin birikimi nedeniyle PreD grubunda genomik hasar
daha yüksek bulunmuş olabilir. Fragedaki E ve ark.nın19 HD grubu
hastalarda yapılan çalışmalarında da reaktif AGE’ler ve karbonil bileşikleri
ile genetik hasar arasında bir ilişki bulmaları da bu sonucumuzu doğrular
niteliktedir.
TX grubunda ise MÇ ve MÇ’li hücre sıklığı, HD ve PreD
gruplarından anlamlı olarak düşüktü (p<0,05) (Tablo 38). Çalışmamızın
korelasyon analizinde MÇ ve MÇ’li hücre sıklığı ile BUN ve kreatinin
arasında aynı yönde bir ilişki saptandı (Tablo 46). BUN ve kreatinin
değerinin HD ve PreD gruplarında Tx grubundan anlamlı yüksek (p<0,05)
oluşu, TX grubundaki MÇ ve MÇ’li hücre sıklığındaki azalmayı da
açıklayabilir. Ayrıca Tx grubunda kullanılan immün baskılayıcı ilaçlar
nedeniyle de, genomik hasarda artış olması beklenebilir. Tablo 11’de de
görüldüğü gibi Cyclosporin63,65 ve Tacrolimus’un65 SCE sıklığını arttırdığı,
Cyclosporin+Mycophenolate mofetil+Prednizolon kombinasyonunun21,66
235
da lenfositlerde MÇ sıklığını arttırdığı yapılan in vivo çalışmalarla
gösterilmiştir. Fakat PreD ve HD gruplarına göre Tx grubunda MÇ
sıklığının az oluşuna, Tx grubunun immün baskılayıcı ilaçlara maruziyet
süresinin (22,35±19,43 ay) kısa oluşu nedeniyle, ilaçların geç dönem
komplikasyonlarından daha az etkilendiği şeklinde açıklık getirilebilir.
Çalışmamızdaki
çocukların
kullandığı
immün
baskılayıcı
ilaçların
çeşitliliğinin fazla oluşu, kısa süredir kullanılıyor olmaları ve hasta
sayısının az olması nedeniyle TX grubundaki hastaların lenfositlerinde
gözlenen DNA hasar düzeylerine (MÇ sıklığı olarak) immün baskılayıcı
ilaçların katkısı tam olarak anlaşılamamıştır.
Çalışmamızda Tx, HD, PreD ve TH gruplarında MÇ’li hücre
sıklığının kontrol grubundan anlamlı olarak yüksek (p<0,001) oluşu (Tablo
38), kronik böbrek hastalığının, lenfositlerin çoğalma yeteneğini de
etkilediğini gösterdi. Hasta grupları içinde MÇ’li hücre sıklığının Tx
grubunda en az olması kullanılan immün baskılayıcı ilaçların etkisiyle
açıklanabilir.
Çalışmamızdakine benzer şekilde Fragedaki E ve ark.nın
yetişkinlerdeki çalışmasında MÇ sıklığı, HD grubunda kontrol grubuna
göre19 (p<0,01), Oliveira VD ve ark.nın çalışmasında ise Tx grubunda
(CsA, MMF ve prednizolon kullanan) kontrol grubuna göre daha yüksek
miktarda tespit edilmiştir21 (p<0,001). Benzer şekilde Stopper ve ark.nın
çalışmasında da, MÇ sıklığı PreD ve HD gruplarında kontrol grubundan
yüksek iken20 (p<0,05), çalışmamızdakinin aksine MÇ’li hücre sıklığı ise
PreD, HD ve kontrol gruplarında benzerlik gösteriyordu, yani KBH
lenfositlerin çoğalma yeteneğini etkilememişti20 (p>0,05).
Kronik böbrek hastası olan çocukların lenfositlerinde MÇ
değerlendirilmesinin
incelendiği
bir
çalışma
bulunmamaktadır.
Çalışmamızdaki hasta gruplarının MÇ sıklığı, kronik böbrek hastası olan
236
yetişkinlerle karşılaştırıldığında daha düşük olduğu görüldü19,20,21 (Tablo
22).
Çocuk ve yetişkinlerde DNA hasar ve tamir etkinliğinin
incelendiği çalışmalara aşağıdaki örnekleri vermek mümkündür: Reddy
TPK ve ark. nın çalışmasında yaşlılarda antioksidan potansiyelde
azalmayla birlikte lenfositlerdeki DNA hasarının, gençlere göre iki kat attığı
gösterilmiştir197.
Norppa
H
ve
ark.
65
yaş
üzerindeki
bireylerin
lenfositlerinde 20-25 yaşlarındaki gençlere göre daha fazla tam kromozom
içeren MÇ oluşumunun varlığını gösterdiler145. Fenech M ve ark.
lenfositlerde MÇ sıklığının kadınlarda yaşla arttığını bildirdiler131,133. Sirota
NB ve ark. ise spontan DNA hasarının derecesi ve yaş arasında anlamlı
bir ilişki bulamadılar198. Richards KB ve ark.nın çalışmasında KBH olan
çocuklarda 8 haftalık folik asit desteği ile homosisteinde azalma,
oksidasyona duyarlı LDL’de düşüş ve endotel fonksiyonlarında düzelme
saptarken, yetişkinlerde benzer bir etkinin görülmediğini bildirdiler12.
Bulgularımızı çocuklarda MÇ Yöntemi ile yapılan diğer
çalışmalarla karşılaştıracak olursak, tablo 23’de görüldüğü gibi belirlenen
DNA hasar düzeyleri:
•
Çalışmamızdaki topam hasta gruplarındaki çocuklarda MÇ sıklığı
(8,06±4,58); çeşitli hastalıkları olan çocukların (ülseratif kolit, Crohn
hastalığı ve malignansiler gibi) ve hava kirliliği nedeniyle kurşuna,
PAH’lara maruz çocukların kan örneklerindeki MÇ sıklıkları aralığındaydı
(minimum: 2,96 - maksimum: 10,1) 161,162, 165, 167,169.
•
Çalışmamızdaki kontrol grubundaki çocukların lenfositlerindeki MÇ
sıklıkları (1,60±0,99), çocuklarda yapılan diğer çalışmalardaki sağlıklı
kontrol grubu bireylerin MÇ sıklıkları aralığındaydı (minimum: 0,38maksimum: 8,3).
237
Prediyaliz ve hemodiyaliz durumundaki genomik instabilitenin, yukarıda
sayılan etken ya da durumlarla karşılaştırıldığında oldukça önemli olduğu
görülmektedir.
Çeşitli kimyasal ajanlar ve farklı tipteki radyasyonlar
moleküler, hücresel ve kromozomal seviyede çoklu etkiler gösterir. Bu
etkiler eş zamanlı ve doza bağımlı olarak ortaya çıkabilir. Nükleer bölünme
indeksi (NDI), apoptoz veya nekroz üzerinde etkileri olan genotoksik
olayların izahı komplekstir. Çünkü genom hasarında gözlenen artış
apoptozisin inhibisyonu, daha kısa hücre döngüsüne yol açan hatalı hücre
döngüsü noktaları ve yüksek oranda hatalı kromozom ayrılmaları gibi
indirekt faktörler nedeniyle de oluşabilmektedir. Bu nedenle NDI’nin ve
nekroz veya apoptoza uğrayan hücrelerin oranının bilinmesi toksisite
değerlendirmeleri yönünden önemli bilgi sağlar. Lenfositlerde NDI, immün
cevabın bir biyogöstergesi olarak mitojenlere cevabın bir ölçümünü
verir131. Kısaca NDI, genotoksik bir maruziyete maruz kalan hücre
kültürünün canlılığının bir göstergesidir. Çalışmamızda NDI değerleri TX
grubunda, HD, PreD ve kontrol gruplarından anlamlı olarak düşüktü
(p<0,001) (Tablo 38). Tx grubundaki NDI’deki bu azalmanın immün
baskılamanın bir sonucu olduğu düşünülmektedir. Benzer şekilde Oliveira
VD ve ark.nın çalışmasında da Tx grubunda (CsA, MMF ve Pred.
kullanan) kontrol grubuna göre NDI’de önemli bir azalma gözlenmiştir21
(p<0,001). Rath ve ark.nın çalışmasında Tx grubunda (CsA, MMF ve pred.
kullanan) transplantasyon sonrasında NDI, trasnplantasyon öncesine göre
azalma göstermiştir199.
Çalışmamızda kronik böbrek hastalarının lenfositlerinde
gerçekleştirilen MÇ analizinde, binükleer hücrelerdeki MÇ frekansının yanı
sıra NPB ve Nbud ve mononükleer hücrelerdeki MÇ frekansları da tespit
edilmiştir. Fenech ve Morley tarafından geliştirilen MÇ Yönteminde,
mononükleer ve binükleer hücrelerdeki MÇ’in yanı sıra, nekroz, apoptozis,
disentrik
kromozomların
biyogöstergesi
olarak
NPB’lerin,
gen
238
amplifikasyonlarının biyogöstergesi olarak Nbud’ların ölçümünün de
yapılabileceği ortaya konmuştur131. Kronik böbrek hastalarında binükleer
hücrelerdeki MÇ’in yanı sıra NPB, Nbud ve mononükleer hücrelerde MÇ
gibi
diğer
biyogöstergelerin
de
incelendiği
herhangi
bir
çalışma
bulunmamaktadır.
Nükleoplazmik köprü, anafazda disentrik kromozomların
hücrenin zıt kutuplara çekilmesi sırasında oluşur. Hücreler sitokinezisi
tamamlamayı anafaz ve telofazda hızlı bir şekilde sürdürürler ve kardeş
hücreler ayrıldığında en son nükleoplazmik köprünün kırılması gerçekleşir.
Bu nedenle, nadir de olsa çekirdek zarı şekillenmesinden önce disentrik
anafaz köprülerini gözlemlemek mümkündür. Cyt-B kullanılan MÇ
Yönteminde sitokinezis inhibe edildiği için, NPB’li binükleer hücreler
birikime uğrar ve çekirdek membranı bu yapının etrafında şekillenir.
DNA’daki zincir kırıklarının hatalı onarımını takiben, çeşitli mekanizmalar
NPB oluşumuna yol açabilir133:
•
Genellikle, asentrik kromozom fragmanları MÇ oluşumu ile,
disentrik kromozom fragmanları ise NPB oluşumu ile sonuçlanırlar.
DNA’daki zincir kırıklarının hatalı onarımı, NPB ile sonuçlanan
disentrik ring kromozom ve bitiştirilmiş ring kromozom oluşumuna
neden olabilir133.
•
Disentrik kromozom ve NPB oluşumunda diğer bir mekanizma;
telomerde protein kaybı, kohezyon kaybı nedenleriyle telomerin
kısalması sonucunda telomerin ucunda kaynaşma olmasıdır. Fakat
bu durumda NPB’ye bir asentrik fragmanın veya MÇ’in eşlik etmesi
şart değildir133.
Gerçek zamanlı in vitro çalışmalarda anafaz köprülerinin geç
anafaz esnasında bir veya daha fazla bölgeden kırılabildiği ve MÇ
formasyonuyla sonuçlandığı gösterilmiştir. Bu nedenle bazı MÇ’ler
anafazda kırılan NPB’lerden de orijin alabilirler. Bu nedenle NPB’lerin
değerlendirilmesi küçümsenmemelidir. Çünkü NPB’ler; hatalı onarılmış
239
DNA kırıklarıyla veya telomerin kısalması, telomerin stabilizasyonundan
sorumlu
proteinlerin
kaybı,
telomer
kohezyonundaki
bozukluklarla
sonuçlanan genom hasarı ile ilgili direkt delillerdir ve bu durumu sadece
MÇ
değerlendirmesiyle
anlamak
mümkün
değildir133.
Bu
amaçla
çalışmamızda binükleer hücrelerde NPB değerlendirmesi de yapıldı. Buna
göre nükleer köprü sıklığı TX ve HD gruplarında kontrol grubundan anlamlı
olarak yüksek olarak tespit edildi (sırasıyla p<0,001; p<0,05) (Tablo 38).
Bu nedenle Tx ve HD hastalarında gözlenen genomik hasarın bir kısmının
yukarıdaki oluşum mekanizmaları göz önüne alındığında hatalı onarılmış
kromozomal kırıklardan ya da telomerde oluşan bozukluklar nedeniyle
oluştuğu düşünülebilir.
Gen amplifikasyonunun tümor ilerlemesinde ve kanser
ilaçları ile tedavide, ilaca rezistans gelişiminde önemli bir rol oynadığı
bilinmektedir200.
Gen amplifikasyonun göstergesi olarak nükleer bud (Nbud)
ölçümü diğer bir MÇ formasyonu olup, son 10 yıl içinde önem kazanmaya
başlanmıştır. Shimizu ve ark tarafından mitozun S fazı sırasında MÇ
oluşturmak için nükleer budding yoluyla çekirdeğin periferinde spesifik
bölgelere genişleyen DNA’nın yerleştiği gösterilmiştir. Nükleer budding
süreci, S fazı sırasında ortaya çıkar. Oluşan Nbud’lar, budding sürecinin
aşamasına bağlı olarak ince veya kalın bir nükleoplazmik materyal ile
çekirdeğe bağlı olmasının dışında MÇ ile aynı morfolojiye sahiptir. Nükleer
budding süreci sırasında MÇ formunun hücre dışına doğru itilmesinin
nedeni bilinmemektedir. γ-radyasyonununa maruziyet sonrasında MÇ’in
budding süreciyle de şekillenebildiği gösterilmiştir133. Ayrıca folik asid
eksikliğinin de Nbud oluşumunu arttırdığı bilinmektedir201.Çalışmamızda
binükleer hücrelerde Nbud değerlendirmemiz sonucunda TX, HD, PreD ve
kontrol grupları arasında anlamlı bir farklılık bulunmadı (p>0,05) (Tablo
38).
240
MÇ Yönteminde diğer önemli bir gelişme, alternatif olarak
mononükleer hücrelerde (mnh) de MÇ değerlendirmesinin yapılmasıdır.
Bu değerlendirme, lenfositlerin in vivo hücresel bölünmenin bir sonucu
olarak önceden bir MÇ içerebilmesine dayanmaktadır129. Mononükleer
hücrelerdeki MÇ, Cyt-B ile kültüre koyulmadan önce hücrelerde var olan
DNA hasarını gösterebilir. Binükleer hücreler, kültürde iken oluşan MÇ’e
ek olarak in vivo G0 fazı esnasında biriken kromozom kırıklarının bir
sonucu olarak önceden var olan MÇ de içerebilirler202. Binükleer
hücrelerdeki MÇ değerlendirmesine ek olarak mononükleer hücrelerdeki
MÇ’in de değerlendirilmesi ile, MÇ olarak ifade edilen tüm DNA
hasarlarının daha emin ve kapsamlı şekilde belirlenmesi sağlanmış olur129.
Bu
amaçla
çalışmamızda
mononükleer
hücrelerdeki
MÇ’ler
de
değerlendirildi. Buna göre mononükleer hücrelerdeki MÇ sıklığı TX, HD
ve PreD gruplarında kontrol grubundan anlamlı olarak yüksek bulundu
(p<0,001) (Tablo 38).
Çalışmamızda Tx, HD ve PreD süreleri ile binükleer
hücrelerdeki MÇ sıklığı arasında korelasyon olmadığı görüldü (p>0,05)
(Tablo 48). Bu durum bizim hasta grubumuzun Tx (22,35±19,43 ay), HD
(29,75±27,68 ay) ve PreD (41,35±38,83 ay) sürelerinin daha az oluşundan
kaynaklanıyor olabilir.
5.4.
Lenfositlerde
FISH
ile
Kombine
Mikroçekirdek
Sıklığının
İncelenmesi
Kromozomlardaki
yapısal
ve
sayısal
değişiklikler
onkojenezisin önemli bir yüzüdür203. Anöploidinin (kromozomlardaki
sayısal değişiklikler), infertilitede ve kanserde önemli bir rol oynadığı
bilinmektedir. İnsan kanser hücrelerinde anöploidiye sıklıkla rastlanır ve
genelde solid tümörlerde bulunan kromozomal instabilitenin ağırlıklı bir
241
türüdür. Çok sayıda araştırma ile anöploidinin, insan prekanseröz
lezyonlarında (serviks, gırtlak, kolon, akciğer, cilt, pankreas, gonatlar,
özefagus gibi) ve akut lösemide erken bir basamak veya erken bir olay
olduğu gösterilmiştir. Bu nedenle mutajenlere ve karsinojenlere maruziyet
sonucunda anöploidinin
frekansındaki her artış belirlenmeli ve kontrol
edilmelidir204.
MÇ analizi, MÇ formasyonunu belirler, fakat klastojenik ve
anojenik maruziyetin ayırımını yapamaz205. Mikroçekirdek tetikleme
mekanizması, ancak MÇ içinde kinetokor proteininin varlığının veya
yokluğunun tayini ile klastojenik (yapısal değişiklikler) ve/veya anojenik
(sayısal değişiklikler) olarak nitelenebilir127. FISH Yöntemi ise, hücrelerdeki
kromozomal değişiklikleri tayin etmek için floresanla işaretlenmiş DNA
problarının kullanıldığı bir tekniktir136. Gözlenen mikroçekirdeğin orijinini
belirlemek için, MÇ tekniği ile sentromerik problu FISH’in kombine edilmesi
klastojenik ve anojenik ajanları ayırt etmekte kullanışlı bir görüntüleme
yöntemi oluşturmuştur146. FISH sinyalinin sayısal değerlendirmesi için
yaklaşımların gelişimindeki artan ilgiye rağmen, henüz standardize edilmiş
ve yaygın kullanılan bir protokolü yoktur154.
Tüm insan DNA’sının yaklaşık %10-20’si satellit DNA adı
verilen tekrarlayan dizilerden oluşur. Satellit DNA özellikle kromozomların
sentromer ve sentromeri çevreleyen bölgelerinde bulunur. Alfa satellit,
beta satellit ya da diğer satellit DNA dizilerini oluşturan monomerik birimler
birbirinden öyle farklıdır ki, bir çoğu kromozoma özgü birer gösterge olarak
kullanılabilir. Tandem tekrarlar yapan dizilerden en iyi incelenmiş olanı alfa
satellit DNA’sıdır. Bu nedenle alfoid problar da denilen alfa satellit dizileri,
işaretlenip hücrelerle hibridizasyona sokulduğunda sentromerde ya da
bazı kromozomların heterokromatik bölgelerinde ve interfaz nükleusunda
oldukça parlak kuvvetli bir sinyal alınır. Bu özelliklerinden dolayı alfoidler;
242
sentromerlerin
incelenmesinde,
ring
kromozomların
varlığının
belirlenmesinde ve anöploidilerin prenatal tanısında kullanılmaktadır17.
Sentromere özgü prob kullanımını takiben, FITC filtresi
kullanılarak MÇ’li hücrelerde sentromerden sinyal alınan mikroçekirdekler
“sentromer pozitif MÇ” [S(+)MÇ], sinyal alınmayan mikroçekirdekler
“sentromer
negatif
MÇ"
[S(-)MÇ]
olarak
değerlendirilir.
S(+)
mikroçekirdeklerde kromozom kaybına bağlı sayısal bir hasar (anojenik
etki), S(-) mikroçekirdeklerde ise kromozom kırıklarına bağlı yapısal bir
hasar (klastojenik etki) mevcuttur205.
Gerek yetişkin gerekse çocuk kronik böbrek hastalarında,
genotoksik
hasarın
FISH
Yöntemiyle
değerlendirildiği
bir
çalışma
yapılmamıştır. Bu nedenle çalışmamızda ilk kez FISH ile kombine MÇ
Yöntemini de kullanarak bulduğumuz MÇ değerlerinin anojenik mi yoksa
klastojenik bir aktiviteyle mi oluştuğunu belirlemeyi amaçladık.
MÇ Yönteminin uygulandığı çalışmamızda MÇ sıklığını Tx,
HD, PreD ve TH gruplarında kontrol grubundan anlamlı olarak yüksek,
hasta grupları arasındaki karşılaştırmada ise, Tx grubunun MÇ sıklığının
HD ve PreD gruplarından anlamlı olarak düşük olduğunu ortaya
koymuştuk. Hasta ve kontrol grubunun genotoksisite parametreleri
arasındaki korelasyon analizi sonucunda, MÇ sıklığı ile S(+)MÇ ve S(-)MÇ
arasında aynı yönde anlamlı bir ilişki tespit edildi (p<0,05) (Tablo 40).
•
S(-)MÇ sıklığı; PreD grubunda en yüksek, sonra sırasıyla HD ve Tx
grupları takip ediyordu. TX grubunda, PreD grubundan anlamlı düşük
(p<0,05) iken Tx, HD, PreD ve TH grupları ise kontrol grubundan anlamlı
yüksekti (p<0,001). Bu durumda, tüm hasta gruplarında özellikle de PreD
grubunda, daha fazla klastojenik maruziyet sonucunda kromozomal kırık
oluşumunun arttığını belirledik.
243
•
Sentromer(+)MÇ sıklığı; HD grubunda en yüksek, sonra sırasıyla
PreD ve Tx grupları takip ediyordu. TX grubunda, HD ve PreD
gruplarından anlamlı düşük iken (p<0,05), Tx, HD, PreD ve TH gruplarında
ise kontrol grubundan anlamlı yüksekti (p<0,001). Bu durumda, tüm hasta
gruplarında
özellikle de PreD ve HD gruplarında, daha fazla anojenik
maruziyet sonucunda kromozom kaybı oluşumunun arttığını belirledik.
Tx, HD, PreD ve kontrol gruplarında S(+)MÇ yüzdeleri, S(-)
MÇ yüzdelerinden daha yüksek olarak tespit edildi ama istatistiksel olarak
anlamlılık yoktu (p>0,05), sadece HD grubunda S(+)MÇ yüzdeleri, S(-)MÇ
yüzdelerinden anlamlı düzeyde yüksekti
(p<0,05) (Tablo 41). HD
hastalarında; reaktif AGE’lere ve karbonil bileşiklerine19 ilave olarak
diyalizattaki su kaynaklı toksinler, diyaliz borularından gelen silikon
partiküller, üremik birikim, vitB6 eksikliği, diyaliz ekipmanlarının biyolojik
uyuşmazlığı doğrudan veya immün baskılamaya katkıda bulunarak68 ve
uzun süreli hemodiyaliz tedavisiyle RRT’nin advers etkilerine ilave olarak
kısmen kalıcı olan üreminin DNA onarımını baskılayarak67,79 malignansi
riskini arttırdığı bilinmektedir. Yukarda bahsedilen etkenlerin HD grubunda
gözlenen
anöploidi
frekansındaki
artışın
nedeni
olabileceği
düşünülmektedir.
Regresyon analizi sonucunda hasta gruplarından herhangi
birinde olmak ile lenfositlerdeki S(+)MÇ ve S(-)MÇ sıklığı arasında aynı
yönde güçlü bir etki tespit edildi (p=0,000) (Tablo 49). S(+)MÇ ve S(-)MÇ
sıklığı üzerindeki etki, PreD grubunda en yüksekti (sırasıyla B=1,155;
p=0,000 ve B=1,254; p=0,000) ve bunu sırasıyla HD (sırasıyla B=1,327;
p=0,000 ve B=1,080; p=0,002), Tx (sırasıyla B=0,684; p=0,002 ve
B=0,690; p=0,003) grupları izliyordu.
244
Sonuç olarak tüm hasta grupları, kontrol grubuna göre hem
klastojenik hem de anojenik etkiye daha fazla maruz kalmışlardı (p<0,05)
(Tablo 40). Hasta gruplarında anojenik etki daha baskındı, ama sadece
HD grubunda, anojenik etkinin baskın oluşu anlamlı şekilde belirlendi
(Tablo 41). Ayrıca PreD grubunun Tx grubuna göre hem klastojenik hem
de anojenik etkiye daha fazla maruz kaldığını, HD grubunun ise Tx
grubuna göre daha fazla anojenik etkiye maruz kaldığını belirledik (Tablo
40). Bu durumda özellikle HD ve PreD grubunda gözlenen anöploidi
frekansındaki artışının, insan prekanseröz lezyonlarının gelişimindeki
önemi göz ardı edilmemelidir204.
Rath T ve ark. nın Tx hastalarıda yapılan çalışmasında
immün baskılama sonrasında, Tx öncesine göre MÇ sıklığında artış,
NDI’de ise azalma gözlendi199. İmmün baskılama Tx için mutlaka
gereklidir, fakat lenfositlerin proliferasyonunda azalmaya neden olur.
Lenfosit
proliferasyonu
göz
önüne
alınmadığında
hastaların
greft
fonksiyonu çok iyi olabilir. Bu durum, uygulanan immün baskılayıcının
antiproliferatif etkisini yansıtıyor olabilir, ama belki de bu, uygulanan ilacın
mutajenezisinde gizli olabilir. CsA için, bildirilen genotoksik etkileri ve
mutajenezis üzerindeki sonuçları çelişkilidir. Ama yine de, kanserin
başlamasına ve yayılmasına öncülük eden DNA onarımının inhibisyonu ve
aktif
T
hücrelerinin
apoptozisinin
indüksiyonu
için,
CsA
sorumlu
tutulmaktadır. Steroidlerin DNA üzerindeki sitotoksik etkilerinin zayıf
olduğu düşünülmektedir. MMF’in ise B ve T lenfositlerinde DNA sentezini
inhibe ettiği bilinmektedir. Bunun sonucunda da hücre proliferasyonu güçlü
bir şekilde inhibe edilir ve apoptozis artışı görülür. İn vitro çalışmalarda
MMF’in düşük konsantrasyonlarında bile, lenfosit kültüründe hücre
döngüsünde gecikmeye, MÇ artışına eşlik eden NDI’de azalmaya neden
olduğu bildirilmiştir. Kısaca Tx hastalarında immün baskılayıcı tedavi,
KBH’nın neden olduğu genotoksik hasarı arttırmaktadır. Bu durum
KBH’larında artan kanser riskinin nedeni olabilir199.
Çalışmamızdaki
245
çocukların kullandığı immün baskılayıcı ilaçların çeşitliliğinin fazla oluşu,
kısa süredir kullanılıyor olmaları ve hasta sayısının az olması nedeniyle,
TX grubundaki hastaların lenfositlerinde MÇ sıklığı olarak gözlenen DNA
hasar düzeylerine, immün baskılayıcı ilaçların katkısı tam olarak
anlaşılamamıştır.
Çalışmamızın korelasyon analizinde S(-)MÇ sıklığı ile BUN
arasında (Tablo 49), S(+)MÇ sıklığı ile BUN ve kreatinin arasında aynı
yönde bir ilişki saptandı (Tablo 46,49).
Kronik böbrek hastalarında, hastalığın şiddetini gösteren
kreatinin seviyesi ile DNA hasarı (lenfositlerde Comet ve MÇ sıklığı)
arasında bir ilişki olduğu gösterilmiştir. DNA onarımındaki bozukluk ve
artan kromozom hasarı, kalıcı üremik durumla ile ilişkilendirilebilir20,112.
Çalışmamıza
benzer
şekilde,
Stopper
ve
ark.nın
yetişkin
PreD
hastalarında kreatinin seviyesi >6mg/dL olduğunda lenfositlerde TINT
değerinde anlamlı bir artış gözlenirken112 (p<0,01), MÇ sıklığında ise hafif
bir artış görüldü20 (p>0,01). MÇ sıklığının değerlendirildiği ikinci çalışmada,
örnekleme hacmının küçük oluşu nedeniyle incelenen farklılıkların anlamlı
olmadığı vurgulandı.
Tablo 33’de görüldüğü gibi BUN ve kreatinin değerlerinin HD
ve PreD gruplarında Tx grubundan anlamlı yüksek (p<0,05) oluşu, TX
grubundaki kromozom kırığı ve kaybının daha az oluşunu açıklayabilir.
Ayrıca
Tx grubunun immün baskılayıcı ilaçlara maruziyet süresinin
(22,35±19,43
ay)
kısa
oluşu
nedeniyle,
ilaçların
geç
dönem
komplikasyonlarından daha az etkilendiği de düşünülebilir.
Kronik böbrek hastası olan çocukların lenfositlerinde FISH
kombine
MÇ
değerlendirilmesinin
incelendiği
bir
çalışma
246
bulunmamaktadır. Bu nedenle çalışmamızı çocuklarda FISH kombine MÇ
Yöntemi ile yapılan diğer bir çalışmayla karşılaştıracak olursak (tablo 23):
Çalışmamızdaki tüm hasta gruplarındaki çocuklarda belirlenen anojenik ve
klastojenik maruziyet, hava kirliliği nedeniyle kurşuna maruz kalan
çocuklardaki168 anojenik ve klastojenik maruziyetten daha yüksekti. Her iki
çalışmadaki sağlıklı kontroller ise benzerlik gösteriyordu.
5.5. Bukkal Epitelde Mikroçekirdek Sıklığının İncelenmesi
Vücuttaki organ ve dokuların yenilenme kapasitesi sağlıklı
yaşlanmanın temel ilkesidir. Yenilenme; çoğalmakta olan bazal hücrelerin
sayısına, bölünme oranına, genomik stabilitesine ve hücre ölümü eğilimine
bağlıdır131. Tüm malignitelerin yaklaşık %90’ı epiteliyal orijinlidir. Bukkal
mukoza,
karsinojenlerin
çoğunun
hedef
dokusudur
ve
potansiyel
karsinojenlere karşı bir bariyer oluşturur131. Vücuda inhalasyonla veya
sindirim yoluyla giren potansiyel karsinojenlerin bir sonucu olarak
gelişebilen genotoksik olayların erken gözlemlenmesinde eksfoliye bukkal
mukoza epiteli kullanılabilir. Bukkal mukoza epitelinde uygulanan MÇ
Yöntemi, DNA hasarının (örneğin: MÇ ve/veya nükleer bud), sitokinetik
defektlerin (örneğin: binükleer hücreler), çoğalma potansiyelinin (bazal
hücre frekansının), hücre öümlerinin (örneğin: çekirdeğin hücre içine
dağılması, piknotik ve karyolitik hücreler) ve rejeneratif potansiyelin
biyogöstergesi olarak incelenmesine imkan veren minimal invaziv bir
metottur. Yöntem, DNA adduct ölçümü için moleküler probların kullanımını
da mümkün kılmaktadır. Bukkal hücrelerin döngüsü 7-21 gün kadardır.
Teorik olarak akut maruziyetin genotoksik etkileri 7-21 gün sonra
gözlemlemek mümkündür. Fakat daha sonra da örneklemeler yapılarak
genotoksinle inhibe edilen hücre bölünmesinin miktarına bakılabilir. İdeal
olanı örneklemenin akut maruziyetten en az 7 gün sonra, 28 gün veya
daha sonra tekrarıyla biyogöstergelerin incelenmesidir18.
247
Çalışmamızda bukkal epitelde MÇ ve MÇ’li hücre sıklığı Tx,
HD, PreD ve TH gruplarında kontrol grubundan anlamlı olarak yüksekti
(p<0,001). MÇ ve MÇ’li hücre sıklığı Tx grubunda en yüksekti, sırasıyla
HD ve PreD grupları onu takip ediyordu. Fakat 3 hasta grubu arasında
anlamlı bir faklılık bulunmadı (p>0,05) (Tablo 43). Bu durum hasta
grubunun genomik hasarında bir artış olduğunu gösteriyordu. Bu sonuç,
regresyon analizi sonucunda MÇ ve MÇ’li hücre sıklığı ile TAS arasındaki
ters yönde bir etkileşimin varlığıyla da desteklendi (Tablo 49). Çünkü TAS
değeri, toplam hasta grubunda kontrol grubundan anlamlı şekilde düşüktü
(p<0,05) (Tablo 33). Ayrıca biyokimyasal parametreler ile genotoksisite
parametreleri arasındaki ilişkinin incelendiği korelasyon analizinde hasta
grubunda MÇ ve MÇ’li hücre sıklığı ile IL-6 arasında aynı yönde anlamlı
bir ilişki saptanırken, kontrol grubunda ise benzer bir ilişki görülmedi
(Tablo 46). IL-6 değeri gruplar arasında anlamlı farklılık göstermiyordu
(p>0,05).
IL-6,
tümör
hücrelerinin
büyümesini
ve
farklılaşmasını
sağlayarak kanserin patogenezinde ve inflamatuar cevapta önemli rol
oynadığı bilinen bir sitokindir18. Bazı kanser hastalarında IL-6 düzeylerinin
arttığı da bildirilmiştir206. Regresyon analizi sonucunda bukkal MÇ ve MÇ’li
hücre sıklığı ile kreatinin arasında, bukkal MÇ sıklığı ile ferritin arasında ve
bukkal MÇ’li hücre sıklığı ile ürik asit arasında aynı yönde etkileşim
saptanmıştır (Tablo 49). Kreatinin ve ferritin değeri HD grubunda Tx
grubuna göre anlamlı yüksek iken, ürik asit ise her üç hasta grubunda da
benzer şekilde yüksekti (p<0,05) (Tablo 33). Üremik semptomların
patogenezisinde kreatinin ve ürik asitin önemli rol oynadığı3, demir
metabolizması ve hidroksil radikallerinin üretiminin de oksidatif DNA
hasarının seviyesiyle yakından ilişkili olduğu bilinmektedir82. Hasta
grubunun genomik hasarındaki artışta yukarıda sayılan nedenlerin katkıda
bulunabileceğini söylemek mümkündür.
248
Çalışmamızdakine benzer şekilde Roth JM ve ark.nın HD
grubu yetişkinlerdeki çalışmasında bukkal MÇ sıklığı HD grubunda kontrol
grubundan yüksekti159 (p<0,01).
Regresyon analizi sonucunda hasta gruplarından herhangi
birinde olmak ile bukkal MÇ ve MÇ’li hücre sıklığı arasında aynı yönde
güçlü bir etki tespit edildi (p=0,000) (Tablo 49). MÇ sıklığı üzerindeki etki
Tx grubunda en yüksekti (B=1,566 p=0,000) ve bunu sırasıyla HD
(B=1,318; p=0,007), PreD (B=1,156; p=0,000) grupları izliyordu. MÇ’li
hücre sıklığındaki etki de sırasıyla Tx (B=1,445; p=0,000), HD (B=1,151;
p=0,003) ve PreD (B=1,094; p=0,000) grupları şeklindeydi. Bukkal MÇ ve
MÇ’li hücre sıklığının Tx grubuyla etkileşiminin daha fazla olması Tx
grubunda kullanılan immün baskılayıcı ilaçlar nedeniyle olabilir. Çünkü
bukkal hücrelerin döngüsü 7-21 gün arasında olduğu için, bukkal
epiteldeki MÇ sıklığı yakın zamandaki genomik hasarın bir göstergesidir.
Bu
nedenle
kullanılan
ilaçların
kısa
dönemdeki
etkilerini
saptayabilmektedir.
Kronik böbrek hastası olan çocukların bukkal epitelinde MÇ
değerlendirilmesinin incelendiği bir çalışma bulunmamaktadır. Bu nedenle
çalışmamızı çocuklarda bukkal MÇ Yöntemi ile yapılan diğer çalışmalarla
karşılaştıracak olursak, tablo 23’de görüldüğü gibi belirlenen DNA hasar
düzeyleri:
•
Çalışmamızdaki tüm hasta gruplarındaki çocukların bukkal MÇ
sıklığı (9,10±7,62): kronik tonsilliti olup antibiyotik kullanan çocukların164,
ülseratif kolitli çocukların167, Crohn hastalığı olan çocukların167, kemoterapi
öncesi ve sonrası malign tümörü olan çocukların169, Down sendromu olan
çocukların174 bukkal MÇ sıklıkları aralığındaydı (minimum: 1,1-maksimum:
14,30).
249
•
Çalışmamızdaki kontrol grubundaki çocukların bukkal MÇ sıklıkları
(0,90±1,41), çocuklarda yapılan diğer çalışmalardaki sağlıklı kontrol grubu
bireylerin MÇ sıklıkları aralığındaydı (minumum: 0,10 - maksimum: 4,03).
Tx, PreD ve HD durumundaki genomik instabilitenin, yukarıda sayılan
etken ya da durumlarla karşılaştırıldığında oldukça önemli olduğu
görülmektedir.
Çalışmamızda PreD süresi (1ay- 14yıl) ile bukkal MÇ sıklığı
arasında ters yönde bir ilişki olduğu görüldü (r=-0,535; p<0,05) (Tablo 48).
Çalışmamızdakinin aksine Roth JM ve ark.nın yetişkinlerdeki çalışmasında
HD grubunda MÇ’li hücre sıklığı ve tedavi uzunluğu (2-22 yıl) arasında
aynı yönde bir ilişki olduğu gösterildi159 (r=0.414; p< 0.01).
Çalışmamızda hasta grubunun biyoizlenmesinde bukkal
mukoza eksfoliye epitel hücrelerinin alternatif bir doku olma potansiyelini
de inceledik. Bukkal hücrelerdeki ve lenfositlerdeki MÇ sıklığı arasında
korelasyonun olmaması nedeniyle (Tablo 44), bukkal mukoza eksfoliye
epitel hücrelerinin alternatif doku olma potansiyelinin zayıf olduğu öne
sürülebilir. Bu durum başka çalışmalar ile de araştırılmıştır. Antiblastik
kemoterapi ile indüklenen kromozomal aberasyonda MÇ’in etkinliğinin
lenfositlerde bukkal hücrelerden daha yüksek olduğu bildirilmiştir156. Diğer
bir çalışma, etilen oksidin kromozomal aberasyonu binükleer lenfositlerde
indüklerken bukkal hücrelerde indüklemediğini gösterdi156. Bununla
beraber, başka çalışmalarda ters sonuçlar da alındığından dolayı,
lenfositlerle kıyaslandığında bukkal hücrelerde daha düşük cevap tüm
maruziyetler için genellenemez156. Örneğin formaldehite maruz kalanlarda
bukkal hücrelerde MÇ çekirdek frekansı artarken, lenfositlerde artmaz.
Bukkal hücrelerde MÇ frekansının karsinojenik maruziyetle birkaç kat
artabildiği bildirilmiştir156. Bu çalışma ile elde ettiğimiz veriler, farklı
biyolojik hedeflerdeki genotoksik etkilerin tayininde bukkal MÇ ve
lenfositlerdeki MÇ Yöntemlerinin birbirlerini tamamlayıcı nitelikte olduğunu
düşündürmektedir.
250
Öte yandan çocuklarda yapılacak çalışmalarda, bukkal epitel
örneklerin
kolay
alınması,
tekrarlanabilir
örnekleme
açısından
avantajlıdır. Bu nedenle örnek sayısı ve sayılan hücre sayısı arttırılarak ya
da hassasiyeti artırıcı diğer tekniklerle kombine ederek, bukkal epitelin
alternatif doku olma potansiyeli incelenmeye devam edilmelidir. Bukkal
dokuda elde ettiğimiz sonuçların, şu anda devam etmekte olan bukkal
hücrelerde yöntem validasyonu ve kanser riski göstergesi olarak kullanılıp
kullanılmayacağına
ilişkin
HUMAN
XL
projesine207
önemli
katkı
sağlayacağını söylemek mümkündür.
251
6. SONUÇ
Kronik böbrek hastalığı, çocuk ve gençlerin yaşamını
derinden
ilgilendirdiğinden
önemi
büyüktür.
Üremik
hastaların
tedavilerindeki ilerlemeler, bir yandan hastaların daha uzun süre
yaşamalarını sağlarken, bir yandan da hastalığın daha ayrıntılı bir biçimde
gözlenme ve incelenmesine olanak vermiştir. Son yıllarda üremik
hastalarda malignite oranının yüksek bildirilmesinin bir nedeni de, bu
hastaların malignite gelişebilecek kadar uzun yaşatılabilmesi olabilir.
Malignite riskini azaltmak için kronik böbrek hastalarında
daha erken diyalizle veya böbrek nakliyle müdahale avantajlı olabilir.
Aksine erken RRT, daha uzun bir diyaliz süreci yada uzun bir immün
baskılama süreci demektir ki, bu durum da
muhtemel kanser riski
demektir. Konuyla ilgili moleküler epidemiyolojik çalışmalar özellikle
çocuklarda oldukça azdır. Ayrıca çocuk hastalar, yetişkin olana kadar
üremiye daha uzun süre maruz kalmaktadırlar.
Gerekli önlemlerin
alınabilmesi, tedavi yaklaşımlarının geliştirilebilmesi ve en önemlisi
sağlıklı, uzun bir yaşam sürdürülebilmeleri açısından çocuk hastalar daha
ayrıntılı incelenmeli ve malignite yönünden takip edilmeye devam
edilmelidir.
Bu çalışmada elde ettiğimiz sonuçlar; kronik böbrek
hastalığı
olan çocuk hastaların,
genotoksik hasar riskinin arttığını ve
kanser insidansında artışa katkıda bulunabileceğini ortaya koymaktadır.
•
Comet Yöntemiyle belirlenen bazal DNA hasarının Tx, HD ve PreD
gruplarında arttığı, okside DNA hasarını yansıtan pürin baz
hasarının PreD ve Tx gruplarında HD grubundan daha yüksek
olduğu, primidin baz hasarının ise hasta gruplarında benzerlik
gösterdiği saptandı.
252
•
MÇ Yöntemiyle belirlenen DNA hasarının da benzer şekilde Tx, HD
ve PreD gruplarında arttığı, fakat hasarın HD ve PreD gruplarında
Tx grubuna göre daha yüksek olduğu saptandı.
•
3 hasta grubunda da MÇ oluşumunda hem anojenik (sayısal hasar)
hem de klastojenik (yapısal hasar) mekanizmaların rolünün arttığı
belirlendi. HD grubundaki mikroçekirdek artışında anojenik etkilerin
daha baskın olduğu belirlendi.
•
Bukkal epitelde MÇ Yöntemiyle belirlenen DNA hasarının da benzer
şekilde Tx, HD ve PreD gruplarında arttığı belirlendi. Çalışma
sonuçlarımız, farklı biyolojik hedeflerdeki genotoksik etkilerin
tayininde, bukkal MÇ ve lenfositlerdeki MÇ Yöntemlerinin birbirlerini
tamamlayıcı nitelikte olduğu göstermektedir.
•
BUN, kreatinin, TAS, ürik asit ve ferritin değerleri ile incelenen
genotoksisite parametreleri arasında daha fazla etkileşim saptandı.
•
Tx grubunda gözlenen DNA hasarı artışında immün baskılayıcı
ilaçların katkısını açık bir şekilde
değerlendirmek
mümkün
olmamıştır.
ÖNERİ
•
Çalışmamızdaki hasta grubu, klinisyenlerle birlikte ileriye yönelik
kanser izleme çalışmaları içine alınmalıdır.
•
Tedavi yöntemlerinin ve kullanılan immün baskılayıcı ilaçların uzun
dönemdeki etkilerini görebilmek için, en az 5 yıl sonra aynı hasta
grubunda benzer bir çalışma gerçekleştirilmelidir.
•
Bukkal epitel hücreleri ile yapılacak çalışmalarda, örnek ve sayılan
hücre sayısının arttırılmasının yanı sıra bukkal epiteldeki diğer
çekirdek anomalilerini de (binükleer hücre sayısı, karyolitik,
karyorhektik, piknotik ve Nbud içeren hücreler) içerecek biçimde
daha kapsamlı olarak gerçekleştirilmelidir.
253
•
Bukkal epitelde yapılan analizlerin hassasiyetini artırmak amacıyla
FISH Yöntemiyle kombinasyon yapılabilir.
•
Genetik faktörlerin (OGG1, GSTM1, CYP3A4, CYP3A5, MDR1,
TPMT ve UGT1 gibi genetik polimorfizmlerin) bu çalışmada
incelenen genotoksik yanıtlar üzerine etkisinin araştırılması elde
ettiğimiz sonuçların yetkinliğine katkıda bulunacaktır.
254
7. ÖZET
Çocuklarda Kronik Böbrek Hastalığı Ve Böbrek Nakli Sonrası Genotoksik
Hasarın Biyoizlenmesi
Kronik böbrek hastalığı, böbrek fonksiyonlarında şiddetli ve
geri dönüşümsüz bir azalma ile karakterize olan çok ciddi bir hastalıktır.
Yapılan epidemiyolojik çalışmalar; KBH’nın bir buz dağı, SDBH’nın da bu
buz dağının görünen kısmı olduğunu göstermiştir. Günümüzde dünya
genelinde kronik böbrek hastası sayısı özellikle adolesanlarda kayda
değer bir şekilde artış göstermekte ve büyük bir halk sağlığı problemi
olarak tanımlanmaktadır. KBH’nın bir sonucu, artan kanser riskidir. Kanser
riski, genomik hasarın artışıyla ilişkilendirilebilir. KBH olan çocuklarda
genomik hasarın incelendiği herhangi bir çalışma bulunmamaktadır.
Bu amaçla, 17 PreD, 15 HD ve 17 Tx hastası çocuğun
lenfositlerinde Comet, Modifiye Comet, MÇ, FISH kombine MÇ ve bukkal
epitelde MÇ Yöntemlerini kullanarak genomik hasarı ve ölçümü yapılan
biyokimyasal
parametrelerin
genotoksisite
parametreleriyle
ilişkisini
değerlendirdik. Kontrol grubumuz yaş ve cinsiyet uyumlu 20 sağlıklı
çocuktan oluşturuldu. Comet Yöntemiyle belirlenen bazal DNA hasarının
(TINT) Tx (5,79±1,94), HD (4,91±1,35) ve PreD (4,92±1,23) gruplarında
arttığı, pürin baz hasarının (TINTSFPG) PreD (5,18±5,53) ve Tx (4,49
(±3,78) gruplarında HD (1,57±1,77) grubundan daha yüksek olduğu
(p<0,05), primidin baz hasarının (TINTSENDO) ise hasta gruplarında
benzerlik gösterdiği saptandı (p>0,05). MÇ Yöntemiyle belirlenen DNA
hasarının Tx (6,12±5,33), HD (9,07±4,86) ve PreD (9,19±2,61) gruplarında
arttığı, fakat hasarın HD ve PreD gruplarında Tx grubuna göre daha
yüksek olduğu saptandı (p<0,05). 3 hasta grubunda da MÇ oluşumunda
hem anojenik (sayısal hasar) hem de klastojenik (yapısal hasar)
255
mekanizmaların
rolü
olduğu
belirlendi
(p<0,05).
HD
grubundaki
mikroçekirdek artışında anojenik etkilerin (%63,64) daha baskın olduğu
belirlendi (p<0,05). Bukkal epitelde MÇ Yöntemiyle belirlenen DNA
hasarının da benzer şekilde Tx (9,65±7,31), HD (9,50±7,12) ve PreD
(8,24±8,66) gruplarında arttığı belirlendi (p<0,05). BUN, kreatinin, TAS,
ürik asit ve ferritin değerleri ile incelenen genotoksisite parametreleri
arasında
etkileşim
saptandı.
Regresyon
analizi
sonuçları,
hasta
gruplarından birinde olmanın Comet, MÇ, S(+)MÇ, S(-)MÇ ve bukkal MÇ
sıkılığını arttırdığını göstermektedir. Bu çalışma ile elde ettiğimiz veriler,
farklı biyolojik hedeflerdeki genotoksik etkilerin tayininde bukkal MÇ ve
lenfositlerdeki MÇ Yöntemlerinin birbirlerini tamamlayıcı nitelikte olduğu
düşündürmektedir. Bukkal hücrelerdeki ve lenfositlerdeki MÇ sıklığı
arasında korelasyonun olmaması nedeniyle, bukkal hücrelerin kanser
riskini öngörmede kullanılıp kullanılmayacağını ve her iki hücre grubu
arasındaki
ilişkiyi
göstermek
için
daha
ileri
çalışmalara
ihtiyaç
duyulduğunu söylemek mümkündür.
Bu çalışmada elde ettiğimiz sonuçlar; kronik böbrek hastalığı
olan çocuk hastaların genotoksik hasar riskinin arttığını ve bu durumun
kanser insidansındaki artışa katkıda bulunabileceğini ortaya koymaktadır.
Anahtar sözcükler: kronik böbrek hastalığı, çocuklar, genotoksisite
256
8. SUMMARY
Biomonitoring Of Genotoxic Damage In Children With Chronic Renal
Disease And İn Those After Kidney Transplantation
Chronic renal disease is a serious illness that causes severe
and irrevesible reduction in kidney function. Epidemiological studies
showed that the CRD is an iceberg and ESRD is the tip of this iceberg.
Worldwide, the number of patients with CKD is rising remarkably,
especially in adolescence, and CKD is now being recognized as a major
public health problem. One consequence of chronic renal disease is an
elevated cancer risk. It has been suggested that cancer risk may be
related to an elevated level of genomic damage. To the our knowledge,
there has been no previous study examining genomic damage in children
with chronic renal disease.
For this purpose, we evaluated the genomic damage by
using Comet, modified Comet, MN, FISH-MN Assay in lymphocytes and
MN Assay in buccal epitelium. Lymphocytes and buccal epitelium were
taken from 17 PreD, 15 HD, and 17 Tx pediatric patients. We evaluated
the relation between genotoxicity parameters and the measured
biochemical parameters. Our control group consist of 20 healthy children
who were age and sex matched. The DNA base damage (TINT)
determined by Comet Assay increased in Tx (5,79±1,94), HD (4,91±1,35)
and PreD (4,92±1,23) groups (p<0,05). It was found that purine base
damage (TINTSFPG) in PreD (5,18±5,53) and Tx (4,49 (±3,78) groups
was higher than the HD (1,57±1,77) group (p<0,05) whereas primidine
base damage (TINTSFPG) was the same in all patient groups (p>0,05).
MN frequencies in lymphocytes were significantly higher in Tx (6,12±5,33),
HD (9,07±4,86) and PreD (9,19±2,61) groups when compared with that of
257
control (p<0,05). However, the DNA damage as MN frequencies in HD
and PreD groups were higher than the Tx group (p<0,05). It has been
found that role of both
aneugenic and clastogenic mechanisms were
evident in increased MN frequencies of all patient groups. However,
aneugenic effects (%63,64) were more predominant in HD group (p<0,05).
In buccal epithelium, the DNA damage determined by MN Assay was also
increased in Tx (9,65±7,31), HD (9,50±7,12) and PreD (8,24±8,66) groups
(p<0,05). There was an interaction between BUN, creatinine, TAS, uric
acid and ferritine and genotoxicity parameters analyzed.
Regression
analysis shows that being in any of the patient groups increases the
Comet as DNA base damage , MN, C(+)MN, C(-)MN and buccal MN
frequencies. Our results indicate that buccal cells and lymphocytes may
complement each other in the detection of a wide range of genotoxic
effects in completely different biological targets. There was no correlation
between MN frequencies in lymphocytes and those in buccal cells, thus,
further studies will be needed to prove such a relationship and whether
buccal cells may be used to predict future cancer risk.
In conclusion, our results reveal that pediatric PreD, HD and
Tx patients with chronic renal disease have an increased genotoxic
damage and thus contributing to the future cancer risk.
.
Key words: chronic renal disease, children, genotoxicity
258
9. KAYNAKLAR
1. Akpolat T, Utaş C, Süleymanlar G. Nefroloji el kitabı. 4. Baskı. İstanbul:
Nobel Tıp Kitabevleri Ltd; 2007.
2. Morris PJ. Böbrek transplantasyonu temel bilgiler ve uygulama. 4.Baskı.
İstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri Ltd; 1997.
3. Schrier RW. Böbrek ve elektrolit hastalıkları. 6.Baskı. Ankara: Güneş
Kitabevi Ltd; 2005.
4. Altuntaş İ. The importance of 8-Ohdg, the oxidative DNA damage
indıcator in the diagnosis and treatment of autoimmune thyroidit. Yüksek
Lisans. Ankara: Ankara Üniversitesi; 2007.
5. Yazıcı C ve Köse K. Kronik böbrek yetmezliğinde oksidatif stres ve
biyomarkırları. TNDT Derg 2004; 13(3): 117-124.
6. Maisonneuve P, Agodoa L, Gellert R, Stewart JH, Buccianti G,
Lowenfels AB, et al. Cancer in patients on dialysis for end-stage renal
disease: an international collaborative study. The Lancet 1999; 354: 9398.
7. Stopper H, Schinzel R, Sebekova K, and Heidland A. Genotoxicity of
advanced glycation end products in mammalian cells. Cancer Letters
2003; 190: 151-1156.
8. Groothoff JW. Long-term outcomes of children with end-stage renal
disease. Pediatr Nephrol 2005; 20: 849-853.
9. Türk Nefroloji Derneği. Türkiye’de Nefroloji-Diyaliz ve Transplantasyon.
İstanbul: Türk Nefroloji Derneği Yayınları; 2001.
10.Türk Nefroloji Derneği. Türkiye’de Nefroloji-Diyaliz ve Transplantasyon.
İstanbul: Türk Nefroloji Derneği Yayınları; 2005.
11.Türk Nefroloji Derneği. Türkiye’de Nefroloji-Diyaliz ve Transplantasyon.
İstanbul: Türk Nefroloji Derneği Yayınları; 2008.
12. Richards KB, Kattenhorn M, Donald A, Oakley G, Varghese Z, Rees L,
et all. Does oral folic acid lower total homocysteine levels and improve
259
endothelial function in children with chronic renal failure. Circulation 2002;
105: 1810-1815.
13. Ece A, Atamer Y, Gürkan F, Davutoğlu M, Bilici M, Tutanç M, ve ark.
Paraoxonase, anti-oxidant response and oxidative stress in children with
chronic renal failure. Pediatr Nephrol 2006; 21: 239-245.
14. McDonald SP and Craig JC. Long-term survival of children with endstage renal disease. N Eng J Med 2004; 350: 2654-2662.
15. Andreoli SP , Brewer ED, Watkins S, Fivush B, Powe N, Shevchek J,
et al. American society of pediatric nephrology position paper on linking
reimbursement to quality of care. J Am Soc Nephrol 2005; 16: 2263-2269.
16. Stoyanova E, Sandoval SB, Zuniga LA, El-Yamani N, Coll E, Pastor
S, et al. Oxidative DNA damage in chronic renal failure patients. Nephrol
Dial Transplant 2010; 25: 879-885.
17. Kılıç GL. Fetal doku interfaz nükleuslarında 13, 18, 21, X, Y kromozom
anöploidilerinin fluoresan in situ hibridizasyon yöntemi ile araştırılması.
Doktora Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi; 1998.
18. Thomas P, Holland N, Bolognesi C, Kirsch-Volders M, Bonassi S,
Zeiger E, et al. Buccal micronucleus cytome assay. Nat Protoc 2009; 4(6):
825-837.
19. Fragedaki E, Nebel M, Schupp N, Sebekova K, Vökel W, Klassen A, et
al. Genomic damage and circulating AGE levels in patients undergoing
daily versus standart haemodialysis. Nephrol Dial Transplant 2005; 20:
1936-1943.
20. Stopper H, Meysen T, Böckenförde A, Bahner U, Heidland A and
Vamvakas S. Increased genomic damage in lymphocytes of patients
before and after long-term maintenance hemodialysis therapy. Am J
Kidney Dis 1999; 34(3): 433-437.
21. Oliveira VD, Zanki H, and Rath T. Mutagenic and cytotoxic effects of
immunosuppressive drugs on human lymphocyte cultures. Exp Clin
Transplant 2004; 2: 273-279.
260
22. Tanagho EA, and McAninch JW. Smith genel üroloji. 16.Baskı.
İstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri Ltd; 2004.
23.http://images.google.com.tr/imgres?imgurl=http://academic.kellogg.cc.
mi.us/herbrandsonc/bio201_McKinley/f276ab_renal_corpuscl_c.jpg&imgre
furl=http://academic.kellogg.cc.mi.us/herbrandsonc/bio201_McKinley/Urin
ary%2520System.htm&usg (Mart 2008)
24.http://www.tsn.org.tr/egchalhem/bobrek_yetmezligi.pdf (Iubat 2007)
25.http://images.google.com.tr/imgres?imgurl=http://www.engin.umich.edu
/~cre/web_mod/viper/pics/kidney2.gif&imgrefurl=http://www.engin.umich.e
du/~cre/web_mod/viper/kidney_function.htm&usg (Mart 2008)
26. www.chemcases.com/alcohol/alc-07.htm (Mart 2008)
27.http://www.kidney.org/Professionals/kdoqi/guidelines_ckd/p4_class_g1.
htm (Mart 2008)
28. http://www.kidney.org/kidneydisease/ckd/index.cfm (Mart 2008)
29.http://www.tsn.org.tr/egchalhem/kronik_bobrek_yetmezligi.pdf
(Iubat
2007)
30. Çetinkaya R, Odabaş AR, Aktaş E ve Selçuk Y. Kronik hemodiyaliz
hastalarında hemodiyaliz yeterliliğinin homosistein düzeylerine etkisi.
TNDT Derg 2001; 10(4): 219-222.
31. Bakkaloğlu SA. Homosistein ve kronik böbrek yetmezliği. TNDT Derg
2002; 11( 2): 68-73.
32. Crott J, and Fenech M. Preliminary study of the genotoxic potential of
homocystein in human lymphocytes in vitro. Mutagenesis 2001; 16(3):
213-217.
33. Stopper H, Treutlein AT, Bahner U, Schupp N, Schmid U, Brink A, et
al. Reduction of the genomic damage level in haemodialysis patients by
folic acid and vitamin B12 supplementation. Nephrol Dial Transplant 2008;
23(10): 1-8.
34. Schupp N, Schmid U, Heidland A, and Stopper H. New approaches for
the treatment of genomic damage in end-stage renal disease. J Ren Nutr
2008; 18 (1): 127-133.
261
35.Türk Nefroloji Derneği. Türkiye’de Nefroloji-Diyaliz ve Transplantasyon.
İstanbul: Türk Nefroloji Derneği Yayınları; 2007.
36. http://www.usrds.org/atlas.htm
37. Warady BA, Chadha V. Chronic kidney disease in children: the global
perspective. Pediatr Nephrol 2007; 22: 1999-2009.
38. Iirin A, Emre S, Alpay H, Nayır A, Bilge I, Tanman F. Etiology of
chronic renal failure in Turkish children. Pediatr Nephrol 1995; 9(5): 549552.
39. Mir S. Çocuk yaş grubu renal replasman tedavisinde (RRT) yenilikler.
TNDT Derg 1994; 3: 20-25.
40. Darbyshire P, Oster C, and Henning P. Children’s and young people’s
experiences of chronic renal disease: a review of the literature,
methodological commentary and an alternative proposal. J Clin Nurs
2006; 15(6): 751-760.
41. Haberal M, Bereket G, Karakayalı H, Arslan G, Moray G, Bilgin N.
Pediatric renal transplantation in Turkey: A review of 56 cases from a
single center. Pediatr Transplant 2000; 4: 293-299.
42. Danovitch GM. Böbrek nakli el kitabı. 3. Baskı. Ankara: Güneş
Kitabevleri Ltd; 2003.
43. Lin YS, Hung SC, Wei YH, and Tarng DC. GST M1 polymorphism
associates with DNA oxidative damage and mortality among hemodialysis
patients. J Am Soc Nephrol 2009; 20: 405–415.
44. Sözen H, Dalgic A, Karakayali H, Baskin E, Saatci Ü, Haberal M, ve
ark. Renal transplantation in children. Transplant Proc 2006; 38: 426-429.
45. http://www.genetikbilimi.com/genbilim/kansernedir.htm (Mart 2007)
46. Langer RM, Jaray J, Toth A, Hidvegi M, Vegsö G, Perner F, et al. De
novo tumors after kidney transplantation: the Budapest experience.
Transplant Proc 2003; 35: 1396-1398.
47. Vial T, Descotes J. Immunosuppressive drugs and cancer. Toxicology
2003; 185: 229-240.
262
48. Winter P, Schoeneich G, Miersch WDE, Klehr HU. Tumour induction
as a consequence of immunosuppression after renal transplantation. Int
Urol Nephrol 1997; 29(6): 701-709
49. Dantal J, Soulillou JP. Immunosuppressive drugs and the risk of
cancer after organ transplantation. N Eng J Med 2005; 352(13): 13711373.
50. Vegso G, Toth M, Hidvegi M, Toronyi E, Langer RM, Dinya E, et al.
Malignancies after renal transplantation during 33 years at a single center.
Pathol Oncol Res 2007; 13(1): 63-69.
51. Taylor Al, Watson CJE, and Bradley JA. Immunosuppressive agents in
solid organ transplantation: Mechanisms of action and therapeutic
efficacy. Crit Rev Oncol Hematol 2005; 56: 23-46.
52.
http://www.fda.gov/ohrms/dockets/dailys/04/apr04/042004/03p-0275-
ref0001-063-Tab-18-vol4.pdf (Ocak 2009)
53. Ataman R, Önen K, Sarıyar M, Ayaz M, Dalmak S, Ülkü U, et al. Renal
transplantasyonda üçlü tedavi (siklosporin, azathioprin, prednisolon) ve
sonuçlarımız. TNDT Derg 1992; 1: 34-39.
54. Azarpira N, Aghdaie MH, and Behzad-Behbahanie A, Geramizadeh B,
Behzadi S, Malekhoseinie SA, et all. Association between cyclosporine
concentration and genetic polymorphisms of CYP3A5 and MDR1 during
the early stage after renal transplantation. Exp ClinTransplant 2006; 4 (1):
416-419.
55. Schachter AD, Benfield MR, Wyatt RJ, Grimm PC, Fennell RS, Herrin
JT, et al. Sirolimus pharmacokinetics in pediatric renal transplant
recipients receiving calcineurin inhibitor co-therapy. Pediatr Transplant
2006; 10(8): 914-919.
56. Dantal J, and Pohanka E. Malignancies in renal transplantation: an
unmet medical need. Nephrol Dial Transplant 2007; 22: i4-i10.
57. Lien YH, Hunt KR, Siskind MS, and Zukoski C. Association of
cyclosporin A with acquired cystic kidney disease of the native kidneys in
renal transplnt recipients. Kidney Int 1993; 44: 613-616.
263
58. http://www.fda.gov/medwatch/ (Ocak 2009)
59. Thervet E, Anglicheau D, Legendre C, Beaune P. Cytochrome P450
3A
polymorphisms
and
immunosuppressive
drugs:
an
update.
Pharmacogenomics 2007 Jul; 8(7): 835-49.
60. Thervet E, Anglicheau D, Legendre C, Beaune P. Role of
pharmacogenetics of immunosuppressive drugs in organ transplantation.
therapeutic drug monitoring. Ther Drug Monit. 2008; 30 (2): 143-150.
61.http://www.accessdata.fda.gov/drugsatfda_docs/label/2005/016324s03
0,017391s013lbl.pdf (Ocak 2009)
62. Tümer TB, Ulusoy G, Adalı O, Iahin G, Gözdaşoğlu S, Arınç E. The
low frequency of defective TPMT alleles in Turkish population: a study on
pediatric patients with acute lymphoblastic leukemia. Am J Hematol. 2007;
82(10): 906-10.
63. Palanduz S, Sever MS, Öztürk I, Taşçıoğlu C, Karan MA, Sönmez G,
ve ark. Genotoxic potential of cyclosporin A in patients with renal
transplantation. Cell Biol and Toxicol1999; 15: 13-17.
64. IARC Monograph. 1990; 50; p.77
65. Öztürk S, Ayna TK, Cefle K, Palanduz S, Çiftçi HS, Kaya SA ve ark.
Effect of cyclosporin A and tacrolimus on sister chromatid exchange
frequency in renal transplant patients. Genet Test 2008; 12(3): 427-430.
66. Rath T, and Oliveira-Frick V. Mutagenicity of immunosuppressive
medications among renal transplant recipients. Am J Nephrol 2009; 30:
514–520.
67. Vamvakas S, Bahner U, Heidland A. Cancer in end-stage renal
disease: potential factors involved. Am J Nephrol 1998; 18: 89-95.
68. Ou JH, Pan CC, Lin JSN, Tzai TS, Yang WH, Chang CC, et all.
Transitional cell carcinoma in dialysis patients . Eur Urol 2000; 37: 90-94.
264
69. Andres A. Cancer incidence after immunosuppressive treatment
following kidney transplantation. Crit Rev Oncol Hematol 2005; 56: 71-85.
70. Er Ö. Son dönem böbrek yetmezliğinde kanser. TNDT Derg 2001; 10:
7-10.
71. Ramon P. Malignancy and chronic renal failure. Saudi J Kidney Dis
Transpl 2003; 14 (1): 5-14.
72. Çavdar C, Sifil A, Çamsarı T. Hemodiyaliz hastalarında oksidan stres
ve antioksidan savunma. TNDT Derg 1997; 3-4: 102-105.
73. Altaş E, Çetinkaya R, Kızıltunç A, Tonbul HZ, Üçüncü H, Çapoğlu İ.
Kronik hemodiyaliz hastalarında işitme kaybı ve antioksidanlar. TNDT
Derg 1998; 2: 97-101.
74. Aksu BY. Demir eksikliği anemili çocuklarda oral demir tedavisinin
DNA hasarı ile ilişkisi. Uzmanlık Tezi. İstanbul: Sağlık Bakanlığı Bakırköy
Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı Ve
Hastalıkları Kliniği; 2008.
75.http://www.danoneenstitusu.org.tr/pdf/Birgul_Mutlu_en_iyi_bildiri_3.pdf
(Ocak 2009)
76. Giray B, Kan E, Bali M, Hincal F, Başaran N. The effect of vitamin E
supplementation on antioxidant enzyme activities and lipid peroxidation
levels in hemodialysis patients. Clin Chim Acta 2003; 338: 91–98.
77. Dinçer Y, Akçay T, Saygılı Eİ, Ersoy EY, Tortum O. Helicobacter pylori
ile enfekte vakalarda clarithromycin+amoxicillin tedavisinin oksidatif DNA
hasarı üzerine etkisi. UHOD 2007; 4(17): 204-208.
78. Danpanich E, Kasiske BL. Risk factors for cancer in renal transplant
recipients (The 18th annual meeting of the American society of
transplantation, may 15-19, 1999, Chicago, Illinois clinical transplantation).
Transplantation 1999pp; 68 (12): 1859-1864.
79. Zevin D, Malachi T, Gafter U, Friedman J, Levi J. Impaired DNA repair
in patients with end-stage renal disease and its improvement with
hemodialysis. Miner Electrolyte Metab 1991; 17(5): 303-306.
265
80. Cooke Ms, Evans MD, Dizdaroğlu M and Lunec J. Oxidative DNA
damage: mechanisms, mutation, and disease. FASEB J 2003; 17: 11951214.
81.
Makropoulos W, Kocher K, Heintz B, Schwarz ER, Mertens PR,
Stefanidis I. Urinary thymidine glycol as a biomarker for 1 oxidative stress
after kidney transplantation. Ren Fail 2000; 22(4): 499-50.
82. Tarng DC, Chen TW, Huang TP, Chen CL,Liu TY, Wei YH. Increased
oxidative damage to peripheral blood leukocyte DNA in chronic peritoneal
diaysis patients. J Am Soc Nephrol 2002;13: 1321-1330.
83. Fairbairn DW, Olive PL, O’Neill KL. The comet assay: a
comprehensive review. Mutation Res 1995; 339: 37-59.
84. Aydın Ç, Turkmen F, Berber İ, Aydın M, Yaltı T, Yiğit B, et al. Renal
Transplant alıcılarında posttransplant maligniteler. TNDT Derg 2000; 1:
41-43.
85. Berber I, Altaca G, Aydın C, Dural A, Kara VM,Yigit B, et all. Kaposi’s
sarcoma in renal transplant patients: predisposing factors and prognosis.
Transplant Proc 2005; 37: 967-968.
86. Moray G, Başaran Ö, Yağmurdur MC, Emiroğlu R, Bilgin N, Haberal
M. Immunosuppressive therapy and Kaposi’s sarcoma after kidney
transplantation. Transplant Proc 2004; 36: 168-170.
87. Agraharkar ML, Cinclair RD, Kou YF, Daller JA, Shahinian VB. Risk of
malignancy with long-term immunosuppression in renal transplant
recipients. Kidney Int 2004; 66: 383-389.
88. Euvrard S, Chardonnet Y, Pouteil-Noble C, Kanitakis J, Chignol MC,
Thivolet J, et all. Association of skin malignancies with various and
multiple carcinogenic and noncarcinogenic human papillomaviruses in
renal transplant recipients. Cancer 1993; 72(7): 2198-2206.
89. Adani GL, Baccarani U, Lorenzin D, Gropuzzo M, Tulissi P, Montanaro
D, et all . De novo gastrointestinal tumours after renal transplantation: role
of CMV and EBV viruses. Clin Transplant 2006; 20: 457-460.
266
90. Hanaway MJ, Weber S, Buell JF, Trofe J, Alloway R, Beebe T, et all .
Risk
for
recurrence
and
death
from
preexisting
cancers
after
transplantation. Transplant Rev 2005; 19: 151-163.
91. Veroux M, Puliatti C, Fiamingo P, Cappello D, Puliatti D, Vizcarra D, et
all . Early de novo malignancies after kidney transplantation. Transplant
Proc 2004; 36: 718-720.
92. Moloney FJ, Comber H,
O’Lorcain P, O’Kelly P, Conlon PJ, and
Murphy GM. A population-based study of skin cancer incidence and
prevalence in renal transplant recipients. Br J Dermatol 2006; 154: 498504.
93. Bordea C, Wojnarowska F,
Millard PR, Doll H, Morris PJ. Skin
cancers in renal transplant recipients ocur more frequently than previously
recognized in a temperate climate. Transplantation 2004; 77(4): 574-579.
94. Moosa MR. Racial and ethnic variations in incidence and pattern of
malignancies after kidney transplantation. Medicine 2005; 84: 12-22.
95. Ramsay HM, Fryer AA, Hawley CM, Smith AG, Nicol DL, and Harden
PN. Non-melanoma skin cancer risk in the Queensland renal transplant
population. Br J Dermatol 2002; 147: 950-956.
96. Fuente MJ, Sabat M, Roca J, Lauzurica R, Fernandez-Figueras MT,
and Ferrandiz C. A prospective study of the incidence of skin cancer and
its risk factors in a Spanish Mediterranean population of kidney transplant
recipients. Br J Dermatol 2003; 149: 1221-1226.
97. Sabeel AI, Qunibi WY, Alfurayh OA, Meshari KA. Kaposi’s sarcoma in
Sudanese renal transplant recipients: A report from a single center. J
Nephrol 2003; 16: 412-416.
98. Savaj S, Liakopoulos V, Ghareeb S, Musso C, Sahu K, Bargman JM,
et all. Renal cell carcinoma in peritoneal dialysis patients. Int Urol and
Nephrol 2003; 35: 263-265.
99. Satoh S, Tsuchiya N, Habuchi T, Ishiyama T, Seimo K, Kato T. Renal
cell and transitional cell carcinoma in a Japanese population undergoing
maintenance dialysis. J Urol 2005; 174: 1749-1753.
267
100. Farivar-Mohseni H, Perlmutter AE, Wilson S, Shingleton WB, Bigler
SA, Fowler JE. Renal cell carcinoma and end stage renal disease. J Urol
2006; 175: 2018-2021.
101. Barama A, St-Louis G, Nicolet V, Hadjeres R, Dalozi P. Renal cell
carcinoma in kidney allografts: A case series a single center. Am J
Transplant 2005; 5: 3015-3018.
102. Mir S, Özkayın N, Akalın T. Renal transplantasyon sonrası human
papillom virüs olgusu. TNDT Derg 2003; 12(4): 236-238.
103. Penn I. De novo malignancy in pediatric organ transplant recipients. J
of Pediatric Surgery 1994; 29(2): 221-228.
104. Tyden G, Wernersson A, Sandberg J, Berg U. Development of renal
cell carcinoma in living donor kidney grafts. Transplantation 2000; 20(11):
1650-1656.
105. Smith JM, Rudser K, Gillen D, Kestenbaum B, Seliger S, Weiss N, et
all . Risk of lymphoma after renal transplantation varies with time:an
analysis of the United States Renal Data System. Transplant 2006; 81:
175-180.
106. Farmasötik toksikoloji uygulama ders notu. GÜ Eczacılık Fak F
Toksikoloji ABD, 2007.
107.http://www.usbweb.com/tech_tips/Single%20Cell%20Gel%20Electrop
horesis%20(Comet)%20Assay.pdf (Ekim 2008)
108. Speit G, Schütz P, Bonzheim I, Trenz K, Hoffmann H. Sensititivity of
the FPG protein towards alkylation damage in the comet assay. Toxicol
Lett 2004; 146: 151-158.
109. Speit G, and Hartmann A. The Comet Assay a sensitive genotoxicity
test for the detection of DNA damage and repair. Methods Mol Biol 2006;
314: 275-286.
110. Moller P. The alkaline comet assay: towards validation in
biomonitoring
of
DNA
damaging
exposures.
Basic
&
Clinical
Pharmacology & Toxicology 2006; 98: 336-345.
268
111. Collins AR. The Comet Assay for DNA damage and repair. Mol
Biotechnol 2004; 26: 249-261.
112. Stopper H, Boullay F, Heidland A, Vienken J, and Bahner U. Cometassay analysis ıdentifies genomics damage in lymphocytes of uremic
patients. Am J Kidney Dis 2001;38: 296-301.
113. Valverde M, Wegman PO, Rojas E, Fortoul T, Meneses F, Ramirez M
et all. The application of single cell gel electrophoresis or comet assay to
human monitoring studies. Salud Publica Mex 1999; 41(2): s109-s113.
114. http://imbs.massey.ac.nz/images/al_micronucleus.jpg (Ekim 2008)
115. Moller P, Knudsen LE, Loft S, and Wallin H. The comet assay as a
rapid test in biomonitoring occupational exposure to DNA-damaging
agents and effect of confounding factors. Cancer Epidemiol Biomarkers
Prev 2000; 9: 1005-1015.
116. Stoyanova E, Sandoval SB, Zuniga LA, El-Yamani N, Coll E, Pastor
S, et all. Oxidative DNA damage in chronic renal failure patients. Nephrol
Dial Transplant 2010; 25: 879-885.
117. Altuntaş İ. Otoimmün tiroid hastalığının tanı ve takibinde oksidatif dna
hasar belirleyicisi 8-OHdG’nin önemi. Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Ankara
Üniversitesi; 2007.
118. Collins AR, Dusinska M, Gedik CM and Stetina R. Oxidative damage
to DNA: do we have a reliable biomarker. Environ Health Perspect 1996;
104(3): 465-469.
119. Dinçer Y, Akçay T, Saygılı Eİ, Ersoy EY, Tortum O. Helicobacter
pylori ile enfekte vakalarda clarithromycin+amoxicillin tedavisinin oksidatif
DNA hasarı üzerine etkisi. UHOD 2007; 17(4): 204-208.
120.http://ntp.niehs.nih.gov/ntpweb/idex.cfm?objectid=16D65516-BA998D3E-BEFF712372F4B675 (Ekim 2008)
121. Fenech M. The in vitro micronucleus technique. Mutat Res 2000;
455:81-95.
269
122. Schuler M, Rupa DS, Easmond DA. A critical evaluation of
centromeric labeling to distinguish micronuclei induced by chromosomal
loss and breakage in vitro. Mutat Res 1997; 392: 81-95.
123. Fenech M, Baghurst P, Luderer W, Turner J, Record S, Ceppi M, et
all. Low intake of calcium, folate, nicotinic acid, vitamin E, retinol, βcarotene and high intake of pantothenic acid, biotin and riboflavin are
significantly associated with increased genome instability-results from a
dietary intake and micronucleus index survey in South Australia.
Carcinogenesis 2005; 26(5): 991-999.
124. Fenech M. The cytokinesis-block micronucleus teqnique and its
application to genotoxicity studies in human populations. Environ Health
Perspect 1993; 101(3): 101-107.
125. Bonassi S, Znaor A, Ceppi M, Lando C, Chang WP, Holland N et all.
An increased micronucleus frequency in peripheral blood lymphocytes
predicts the risk of cancer in humans. Carcinogenesis 2007; 28(3): 625631.
126. Demirel S, Zamani AG. Mikronükleus tekniği ve kullanım alanları.
Genel Tıp Derg. 2002; 12(3): 123-127.
127. Parry EM, Parry JM, Corso C, Doherty A, Haddad F, Hermine TF, et
all. Detection and characterization of mechanisms of action of aneugenic
chemicals. Mutagenesis 2002; 17(6): 509-521.
128.htpp://cdfc00.rug.ac.be/HealthRisk/genotoxicitytests/micronucleus_tes
t.htm (Ekim 2007).
129. Fenech M, Chang WP, Kirsch-Volders M, Holland N, Bonassi S,
Zeiger E. HUMN project: detailed description of the scoring criteria for the
cytokinesis-block micronucleus assay using isolated human lymphocyte
cultures. Mutat Res 2003; 534: 65-75.
130. Lewinska D, Stepnik M, Krajewski W, Arkusz J, Stanczyk M,
Wronska-Nofer T. Increased incidence of micronuclei assessed with the
micronucleus assay and the fluorescence in situ hybridization (FISH)
270
technique in peripheral blood lymphocytes of nurses xposed to nitrous
oxide. Mutat Res 2005; 581: 1-9.
131. Fenech M, Holland N, Chang WP, Zeiger E, Bonassi S. The human
micronucleus project-an international collaborative study on the use of the
micronucleus technique for measuring DNA damage in humans. Mutat
Res 1999; 428: 271-283.
132. www.istanbul.edu.tr/fen/notlar/1260050503.ppt (Ekim 2009)
133. Fenech M. Cytokinesis-block micronucleus cytome assay. Nat Protoc
2007; 2(5): 1084-1104.
134. Fenech M. Biomarkers of genetic damage for cancer epidemiology.
Toxicology 2002 ; 181-182: 411-/416.
135. Bolognesi C, Landini E, Perrone E, Roggieri P. Cytogenetic
biomonitoring of floriculturist population in Italy: micronucleus analysis by
fluorescence in situ hybridization (FISH) with an all-chromosome
centromeric probe. Mutat Res 2004; 557: 109-117.
136. Halling KC, Kipp BR. Fluorescence in situ hybridization in diagnostic
cytology. Hum Pathol 2007; 38: 1137-1144.
137. www.genbilim.com/content/view/3414/33 (Eylül 2008)
138. Gole LA, Bongso A. Fluorescent in-situ hybridization-some of its
applications in clinical cytogenetics. Singapore Med J 1997; 38 (11): 497503.
139. Tuna M. Kanser sitogenetiğinde yeni moleküler teknikler. Türk
onkoloji dergisi 2001; 16(3): 142-145.
140.
http://info.med.yale.edu/genetics/ward/tavi/FISHguide.html
(Eylül
2008)
141. http://www.hmds.org.uk/fish.html (Eylül 2008)
142. Schlörmann W, and Glei M. Comet Fluorescence In Situ
Hybridization (Comet-FISH): Detection of DNA Damage. CSH Protoc
2009: 5; 5220.
143. Holland NT, Moore LE, and Smith MT. Measurement and
characterization of micronuclei in exfoliated human cells by fluorescence
271
in situ hybridization with a centromeric probe. Mutat Res 1994; 312(1): 3950.
144. Surralles J, Autio K, Nylund L, Jarventaus H, Norppa H, Veindebaum
T, et al. Molecular cytogenetic analysis of buccal cells and lymphocytes
from benzene-exposed workers. Carcinogenesis 1997; 18(4): 817-823.
145. Norppa H, Luomahaara S, Heikanen H, Roth S, Sorsa M, Renzi L, et
all. Micronucleus assay in lymphocytes as a tool to biomonitor human
exposure to aneuploidogens and clastogens. Environ Health Perspect
1993; 101(3): 139-143.
146. Cavallo D, Ursini CL, Sale EO and Iavicoli S. Micronucleus induction
and FISH analysis in buccal cells and lymphocytes of nurses
administering antineoplastic drugs. Mutat Res 2007; 628: 11-18.
147. Migliore L, Cocchi L, Scarpato R. Detection of the centromere in
micronuclei by fluorescence in situ hybridization: its application to the
human lymphocyte micronucleus assay after treatment with four
suspected aneugens. Mutagenesis 1996; 11(3): 285-290.
148. htpp://vysis.com/WhatIsFISH 12954.asp (Eylül 2006)
149. Werner M, Wilkens L, Aubele M, Nolte M, Zitzelsberger H,
Komminoth P. İnterphase cytogenetics in pathology: principles, methods,
and applications of fluorescence in situ hybridization (FISH). Histochem
Cell Biol 1997; 108: 381-390.
150. Passarge E. Renkli Genetik Atlası. İstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri;
2002.
151. http://en.wikipedia.org/wiki/Fluorescent_in_situ_hybridization (Eylül
2006)
152. http://www.genome.gov/10000206#3 (Eylül 2006)
153. Norppa H, and Falek GCM. What do human micronuclei contain?
Mutagenesis 2003; 18(3): 221-233.
154. Iourov IY, Soloviev IV, Vorsanova SG, Monakhov VV, Yurov YB. An
approach for quantitative assessment of fluorescence in situ hybridization
272
(FISH) signals for applied human molecular cytogenetics. J Histochem
Cytochem 2005; 53 (3): 401-408.
155.http://science.jrank.org/pages/2775/Fluorescence-in-SituHybridization-FISH.html (Eylül 2006)
156. Surralles J, Autio K, Nylund L, Jarventaus H, Norppa H, Veidebaum
T, et all. Molecular cytogenetic analysis of buccal cells and lymphocytes
from benzene-exposed workers. Carcinogenesis 1997; 18(4): 817-823.
157. Burgaz S, Erdem O, Çakmak G, Erdem N, Karakaya A, Karakaya
AE. Cytogenetic analysis of buccal cells from shoeworkers and pathology
and anatomy laboratory workers exposed to n-hexane, toluene, methyl
ethyl ketone and formaldehyde. Biomarkers 2002; 7(2): 151-161.
158. Andreassi MG, Botto N. DNA damage as a new emerging risk factor
in atherosclerosis. TCM 2003; 13(7): 270-275.
159. Roth JM, Restani RG, Gonçalves TTS, Sphor SLS, Ness AB,
Martino-Roth MG et all. Genotoxicity evaluation in chronic renal patients
undergoing hemodialysis and peritoneal dialysis, using the micronucleus
test. Genet Mol Res 2008; 7 (2): 433-443.
160. Kan E, Ündeğer Ü, Bali M, Başaran N. Assessment of DNA strand
breakage by the alkaline comet assay in dialysis patients and the role of
vitamin E supplementation. Mutat Res 2002; 520: 151-159.
161. Zotti-Martelli L, Migliore L, Panasiuk G, and Barale R. Micronucleus
frequency in Gomel-Belarus / children affected and not affected by thyroid
cancer. Mutat Res 1999; 440: 35–43.
162. Fellay-Reynier I, Orsie`re T, Sari-Minodier I, Auquier P, ZattaraCannoni H, Capodano AM, et al. Evaluation of micronucleated
lymphocytes, constitutional karyotypes and anti-p53 antibodies in 21
children with various malignancies. Mutat Res 2000; 467: 31-39.
163. Ortiz-Perez MD, Torres-Dosal A, Batres LE, Lopez-Guzman OD,
Grimaldo M, and CarranzaC, et al. Environmental health assessment of
deltamethrin in a malarious area of Mexico: environmental persistence,
273
toxicokinetics, and genotoxicity in exposed children. Environ Health
Perspect 2005; 113(6): 782-786.
164. Ünal M, Çelik A, Ateş NA¸ Micozkadioğlu D, Derici E, Pata YS, et al.
Cytogenetic biomonitoring in children with chronic tonsillitis: Micronucleus
frequency
in
exfoliated
buccal
epithelium
cells.
Int
J
Pediatr
Otorhinolaryngol 2005; 69: 1483-1491.
165. Pedersen M, Vinzents P, Petersen JH, Kleinjans JCS, Plas G, KirschVolders M et al. Cytogenetic effects in children and mothers exposed to air
pollution assessed by the frequency of micronuclei and fluorescence in
situ hybridization (FISH): A family pilot study in the Czech Republic. Mutat
Res 2006; 608: 112-120.
166. Perez-Maldonado IN, Athanasiadou M, Yanez L, Gonzalez-Amaro R,
Bergman A, and Diaz-Barriga F. DDE-induced apoptosis in children
exposed to the DDT metabolite. Sci Total Environ 2006; 370: 343–351.
167. Holland N, Harmatz P, Golden D, Hubbard A, Wu YY, Bae J, et al.
Cytogenetic damage in blood lymphocytes and exfoliated epithelial cells of
children with ınflammatory bowel disease. Pediatr Res 2007; 61(2): 209214.
168. Kapka L, Baumgartner A, Siwin´ska E, Knudsen LE, Anderson D, and
Mielzynska D. Environmental lead exposure increases micronuclei in
children. Mutagenesis 2007; 22(3): 201-207.
169. Minicucci EM, Ribeiro DA, de Camargo B, Costa MC, Ribeiro LR, and
Salvador DMF. DNA damage in lymphocytes and buccal mucosa cells of
children with malignant tumours undergoing chemotherapy. Clin Exp Med
2008; 8: 79–85.
170. Akıcı N. Sigara dumanına maruz kalan pasif içici durumundaki
çocuklarda
DNA
hasarının
araştırılması.
Uzmanlık
Tezi.
İstanbul:
Haydarpaşa Numune Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı Ve
Hastalıkları Kliniği; 2008.
171. Van Leeuwen DM, Pedersen M, Hendriksen PJM, Boorsma A, van
Herwijnen MHM, Gottschalk RWH, et al. Genomic analysis suggests
274
higher susceptibility of children to air pollution. Carcinogenesis 2008;
29(5): 977–983.
172. Gamboa RT, Gamboa AR, Bravo AH, and Ostrosky WP.
Genotoxicity in child populations exposed to polycyclic aromatic
hydrocarbons (PAH’s) in the air from tabasco, Mexico. Int. J. Environ. Res.
Public Health 2008; 5(5): 349-355.
173. Piperakis SM, Kontogianni K, Karanastasi G, Iakovidou-Kritsi Z, and
Piperakis MM. The use of comet assay in measuring DNA damage and
repair efficiency in child, adult, and old age populations. Cell Biol Toxicol
2009; 25: 65–71.
174. Ferreira FLS, Pra D, Martino-Roth MG, and Garcias GL. Buccal
micronucleus frequency is associated with age in Down syndrome. Genet
Mol Res 2009; 8 (4): 1231-1237 .
175. Beyoğlu D, Özkozaci T, Akıcı N, Omurtag GZ, Akıcı A, Ceran Ö, ve
ark.. Assessment of DNA damage in children exposed to indoor tobacco
smoke. Int. J. Hyg. Environ. Health 2010; 213: 40-43.
176. Fenech M. The Micronucleus Assay Determination of Chromosomal
Level DNA Damage. Methods Mol Biol 2006; 410: 185-216.
177. Türk Nefroloji Derneği. Türkiye’de nefroloji-diyaliz ve transplantasyon2008. İstanbul: Dernek; 2009.
178. Wild CP, and Kleinjans J. Children and increased susceptibility to
environmental carcinogens: evidence or empathy? Cancer Epidemiol
Biomarkers Prev 2003; 12: 1389-1394.
179. Buemi M, Floccari F, Costa C, Caccamo C, Belghity N, Campo S, et
al. Dialysis-related genotoxicity: sister chromatid exchanges and DNA
lesions in T and B lymphocytes of uremic patients. Blood Purif 2006; 24:
569–574.
180. Fivush BA, Jabs K, Neu AM, Sullivan EK, Feld L, Kohaut E, et al.
Chronic renal insufficiency in children and adolescents: the 1996 annual
report of NAPRTCS. Pediatr Nephrol 1998; 12: 328-337.
275
181. Koulouridis E, Tzilianos M, Katsarou A, Costimba I, Klonou E,
Panagiotaki E, at al. Homocysteine and C-reactive protein levels in
Haemodialysis patients. Int Urol and Nephrol 2001; 33: 207–215.
182. Karamouzisa I, Sarafidisb PA, Karamouzisa M, Iliadisa S, Haidichc
AB, Sioulisb A, et al. Increase in oxidative stress but not in antioxidant
capacity with advancing stages of chronic kidney disease. Am J Nephrol
2008; 28: 397-404.
183. Antolini F, Valente F, Ricciardi D, Baroni M, Fagugli RM. Principal
component analysis of some oxidative stres parameters and their
relationships in hemodialytic and transplanted patients. Clin Chim Acta
2005; 358: 87-94.
184. Schupp N, Dette EM, Schmid U, Bahner U, Winkler M, Stopper H.
Benfotiamine reduces genomic damage in peripheral lymphocytes of
hemodialysis patients. Naunyn Schmiedebergs Arch Pharmacol 2008;
378: 283-291.
185. Domenici FA, Vannucchi MTI, Jardao AA, Meirelles MSS, and
Vannucchi H. DNA oxidative damage in patients with dialysis treatment.
Ren Fail 2005; 27: 689-694.
186. Kaya H, Polat F, Çetinkaya R, Taysi S, Odabaş AR, Selçuk Y. Serum
paraoxonase activity in chronic hemodialysis patients. Official Journal of
the Turkish Nephrology Association 2000; 3: 176-179.
187. Battershill JM, Burnett K, and Bull S. Factors affecting the incidence
of genotoxicity biomarkers in peripheral blood lymphocytes: impact on
design of biomonitoring studies. Mutagenesis 2008; 23(6): 423-437.
188. Zalata A, Yahia S, El-Bakary, and Elsheikha HM. Mut Res/Genetic
Toxicology and Environmental Mutagenesis 2007; 629(2): 140-147.
189. Kopjar N, Zeljezic D, and Garaj-Vrhovac V. Evaluation of DNA
damage in white blood cells of healthy human volunteers using the
alkaline comet assay and the chromosome aberration test. Acta Biochimia
Polonica 2006; 53(2): 321-336.
276
190. Best BP. Nuclear DNA Damage as a Direct Cause of Aging.
Rejuvenatıon Res 2009; 12(3): 1-22.
191. Kobras K, Schupp N, Nehrlich K, Adelhardt M, Bahner U, Vienken J,
et al. Relation between Different Treatment Modalities and Genomic
Damage of End-Stage Renal Failure Patients. Kidney Blood Press Res
2006; 29: 10–17.
192. Horoz M, Bölükbaş C, Bölükbaş FF, Koçyiğit A, Aslan M, and Koylu
AO. Assessment of peripheral DNA damage by alkaline comet assay in
maintenance hemodialysis subjects with hepatitis C infection. Mutat Res
2006; 596: 137–142.
193. Bagatini PB, Palazzo RP, Rodrigues MT, Costa CH, and Maluf SW.
Induction and removal of DNA damage in blood leukocytes of patients with
type 2 diabetes mellitus undergoing hemodialysis. Mutat Res 2008; 657:
111–115.
194. Forlenza MJ, and Miller GE. Increased Serum Levels of 8-Hydroxy-2Deoxyguanosine in Clinical Depression. Psychosom Med 2006; 68: 1-7.
195. Patel MG. The effect of dietary intervention on weight gains after
renal transplantation. J Ren Nutr 1998; 8(3): 137-141.
196. Titenko-Holland N, Jacob RA, Shang N, Balaraman A, and Smith MT.
Micronuclei in lymphocytes and exfoliated buccal cells of postmenopausal
women with dietary changes in folate. Mutat Res 1998; 417: 101–114.
197. Reddy TPK, Kanala KR, De Dios AE, Cantu GJM. Age-related
correlation between antioxidant enzymes and DNA damage with smoking
and body mass index. J Gerontol A Biol Sci Med Sci 2008; 63(4): 360-364.
198. Sirota NP, Kuznetsova EA. Spontaneous DNA damage in peripheral
blood leukocytes from donors of different age. Bull Exp Biol Med 2008;
145(2): 194-197
199. Rath T, and Oliveria-Frick V. Mutagenicity of immunosuppressive
medications among renal transplant recipients. Am J Nephrol 2009; 30:
514–520.
277
200. Morales C, Garcia MJ, Ribas M, Miro R, Munoz M, Caldas C, et al.
Dihydrofolate reductase amplification and sensitization to methotrexate of
methotrexate-resistant colon cancer cells. Mol Cancer Ther 2009; 8(2):
424-432.
201. Fenech M, and Crott JW.Micronuclei, nucleoplasmic bridges and
nuclear buds induced in folic acid deficient human lymphocytes-evidence
for breakage-fusion-bridge cycles in the cytokinesis-block micronucleus
assay. Mutat Res 2002; 504(1-2): 131-136.
202. El-Zein R, Fenech M, Lopez MS, Spitz MR, and Etzel CJ.
Cytokinesis-blocked micronucleus cytome assay biomarkers identify lung
cancer cases amongst smokers. Cancer Epidemiol Biomarkers Prev 2008;
17(5): 1111–1119.
203. Iarmarcovai G, Botta A and Orsi`ere T. Number of centromeric
signals in micronuclei and mechanisms of aneuploidy. Toxicology Letters
2006; 166: 1–10.
204. Iarmarcovai G, Botta A, Orsiere T. Number of centromeric signals in
micronuclei and mechanisms of aneuploidy. Toxicology Letters
2006;
166: 1-10.
205. Acar H, Çalışkan U, Demirel S and Largaespada DA. Micronucleus
incidence and their chromosomal origin related to therapy in acute
lymphoblastic leukemia (ALL) patients: detection by micronucleus and
FISH techniques. Teratog Carcinog Mutagen 2001; 21: 341–347.
206. Kemik Ö, Kemik AS, Dülger AC, Hasırcı İ, Daşdan E, Bartın MK, ve
ark. Karaciğer metastazlı kolon kanserli hastalarda İnterlökin-6 düzeyleri.
Van Tıp Der 2010; 17(2): 42-45.
207. Bonassi S, Biasotti B, Kirsch-Volders M, Knasmueller S, Zeiger E,
Burgaz S, et al. State of the art survey of the buccal micronucleus assay a
first stage in the HUMNXL project initiative. Mutagenesis 2009; 24(4): 295302.
278
10. EKLER
EK 1:
279
EK:2
GÖNÜLLÜ BEYAN FORMU
Kronik böbrek yetmezliği veya böbrek nakli sonrası çocuk hastalarımızın
hücrelerinde oluşabilecek zedelenmelerin araştırılarak bunların önlenmesini amaçlayan
çalışmada gönüllü olarak yer alıyorum. Kan, idrar ve yanak epiteli örneklerimin bu
projedeki çalışmalarda kullanılmasını kabul ediyorum.
Ad:
Soyad :
Telefon no:
İmza:
Tarih:
280
EK: 3
ANKET
A) HASTA TARAFINDAN DOLDURULACAK BÖLÜM
1.Adı Soyadı:
2.Yaş:
Kilo:
Boy:
3.Öğrenim durumu;
İlk
Doğum yeri:

Orta

Lise

Yüksekokul

4.Nerede yaşıyorsunuz?
Köy

İlçe

İl

5.Son bir yılda herhangi bir aşı oldunuz mu?
Evet

Hayır

Cevabınız evet ise ne aşısı oldunuz?
6.Son 3 ay içinde röntgen çektirdiniz mi ?(Diş ve diğer)
Hangisi?
7.Doktorunuz tavsiyesi dışında herhangi bir ilaç alıyor musunuz? Evet

Hayır

Cevabınız evet ise adı nedir?
Ne kadar süredir?
8. Doktorunuz tavsiyesi dışında vitamin ve mineral takviyesi alıyor musunuz?
Evet

Hayır

Cevabınız evet ise adı nedir?
Hangi sıklıkta?
9.Sigara içme alışkanlığınız:
Hiç içmedim
İçiyorum


.L. Ay

Yıl
Günde L.. adet sigara içiyorum .L. Ay

Yıldır
Eskiden içerdim

10.Yaşadığım ortamda LLLLLLLL Sigara içiliyor
11.Çay içme alışkanlığınız var mı?
Evet

Hayır

 önce bıraktım
 içiyorum
Sigara içilmiyor


Cevabınız EVET ise aşağıdakilerden hangisi ?
Günde 1 bardak

2 bardak

3 ve daha fazla bardak

281
12.Yaptığınız spor ve aktivitelere ilişkin olarak;
 Az enerji gerektiren spor ya da diğer aktivitelerde bulunuyorum.
(yürüme, bahçe işleri, ev işleri gibi)
_____ saat/gün
 Orta derecede enerji gerektiren spor ya da diğer aktivitelerde bulunuyorum.
(ağır ev işleri ya da bahçe işleri, yüzme, bisiklet sürme gibi)
_____ saat/gün
 Fazla güç ve enerji gerektiren spor ve aktivitelerde bulunuyorum.
(koşu, hızlı yüzme ya da bisiklet sürme, futbol gibi)
_____ saat/gün
B) HEKİM TARAFINDAN DOLDURULACAK BÖLÜM
1.Hastanın renal yetmezliği hangi parametre ile belirlendi?
Parametre Değeri :LL
(Yapılan tüm klinik analiz sonuçlarının fotokopisi eklenmelidir)
2.Hastanın renal yetmezliğinin şiddetiLLBaşlangıç
3.Hastanın başka bir rahatsızlığı var mı? Evet


Orta
Hayır


Son dönem

( Genetik, diyabet,
hipertansiyon, akut, kronik, intercurrent enfeksiyon, malign tümör, vb)
Cevabınız EVET ise nedir?
Ne kadar süredir?
4.Hasta diyalize giriyor mu? Evet

Hayır

Cevabınız EVET ise hangi tip diyalize giriyor?
Haftada kaç gün diyalize giriyor?
Ne kadar süredir diyalize giriyor ?
5.Eğer hasta periton diyaliz yapıyorsa son 6 ay içinde peritonit geçirdi mi?
Evet

Hayır

282
6.Hasta diyalize girmeden önce immün süpressif ilaç aldı mı? Evet

Hayır

Cevabınız EVET ise LL..
Ne dozda immün süpressif ilaç aldı?
Ne süredir immün süpressif ilaç aldı?
Kullandığı immün süpressif ilacın adı?
7.Hastaya böbrek nakli yapıldı mı?
Evet

Hayır

Cevabınız EVET ise ne kadar süre önce yapıldı?
İmmünosüpressif bir ilaç kullanıyor mu? Evet

Hayır

Cevabınız EVET ise hangi ilacı kullanıyor?
8.Hasta başka ilaç kullanıyor mu?
Evet

Hayır

Cevabınız EVET ise nedir?
9.Hasta vitamin ve mineral takviyesi alıyor mu?
Evet

Hayır

Cevabınız EVET ise aşağıdakilerden hangisi?
Multivitamin

C vitamini

E vitamini

Beta karoten

Çinko

Hangi sıklıkta?
10.Hasta son iki yılda herhangi bir viral enfeksiyon geçirdi mi ? (sarılık, kızamık,
kızamıkçık, suçiçeği, kabakulak, menenjit vb gibi)
Cevabınız EVET ise hangi viral enfeksiyonu geçirdi ?
Dr. LLLLLLLLLLL..
Tarih
283
11. ÖZGEÇMİ
KİIİSEL BİLGİLER
Adı ve Soyadı
: Dt. Banu AYKANAT
Doğum Yeri ve Tarihi
: İstanbul – 04.08.1957
Yabanci Dili
: İngilizce
EĞİTİM BİLGİLERİ
• 1982
: Hacettepe Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi
(Yüksek Lisans)
•
2003
: Anadolu Üniversitesi, Sağlık Kurumları İşletmeciliği
Uzmanlığı
•
2004
: Gazi Üniversitesi , Sağlık Bilimleri Enstitüsü,
Farmasötik Toksikoloji ABD (Yüksek Lisans)
•
2005
: Anadolu Üniversitesi, İşletme Fakültesi (Lisans)
PROFESYONEL DENEYİM
•
1983- 1984 : Zonguldak Devlet Hastanesi, Diş Hekimi
•
1984
: Ankara Çubuk Yenice Sağlık Ocağı, Diş Hekimi
•
1983-1992
: Serbest Diş Hekimi olarak çalışma
•
1993-1994
: Çankırı, Diş Hekimliği Iube Müdürü
•
1994-
: Ankara Numune Eğitim Araştırma Hastanesi
Diş Polikliniği, Diş Hekimi
BİLİMSEL YAYINLAR
•
Karahalil B, Aykanat B, Ertaş N. Dental lead levels in children from
two different urban and suburban areas of Turkey. İnt j Hyg Environ
Health 2007; 210: 107-112.
•
Çok İ, Aykanat B. Gıdaların Işınlanması. Journal of Health and
Society 2006; 16(1): 12-19.
284
KONGRE KATILIMI
•
Coşkun E, Aykanat B, Ertaş N, Karahalil B. 3rd Euro-Asian
Conference on Hazardous Waste & Human Health (2008).
•
Aykanat B, Coşkun E, Ertaş N, Karahalil B. “Türkiyenin İki Farklı
Bölgesinde Yaşayan Çocuklardaki Kurşun Maruziyetinin Süt
Dişlerinde Tayini” konulu poster ile 7. Uluslararası Katılımlı Türk
Toksikoloji Derneği Kongresi (2009).
•
Aykanat B, Çakmak GD, Fidan K, Gülleroğlu K, Bayrakçı US,
Buyan N, Baskın E, Karakayalı H, Haberal M, Burgaz S.“DNA
Damage In Lymphocytes Of Children With Chronic Kidney Disease
And After Transplantation By Comet Assay” konulu poster ile 10.
International Conference on Environmental Mutagens (2009).
•
Çakmak GD, Aykanat B, Fidan K, Bayrakçı US, Buyan N, Baskın
E, Karakayalı H, Haberal M, Burgaz S. “The Detection of
Aneuploidy in Peripheral Blood Lymphocytes of Children With
Chronic Kidney Disease” konulu poster ile 10. International
Conference on Environmental Mutagens (2009).
•
Çakmak GD, Aykanat B, Fidan K, Bayrakçı US, Büyükkaragöz B,
Karakayalı H, Haberal M, Baskın E, Buyan N, , Burgaz S.
“Genotoxicity Assessment by Micronucleus Assay in Peripheral
Blood Lymphocytes and Buccal Epithelial Cells of Children With
Chronic Kidney Disease” konulu poster ile 12. International
Conference of Toxicology (2010).
•
Aykanat B, Çakmak GD, Fidan K, Gülleroğlu K, Sepici A, Bayrakçı
US, Buyan N, Baskın E, Karakayalı H, Haberal M, Burgaz
S.“Detection of Genomic Damage in Lymphocytes of Children With
Chronic Kidney Disease by Comet Assay” konulu poster ile 15.
Congress of The International Pediatric Nephrology Association
(2010).
285
ALINAN ÖDÜL
“Detection of Genomic Damage in Lymphocytes of Children with Chronic
Kidney Disease by Comet Assay”
konulu poster ile “Trainee Travel
Award”.
ÜYE OLUNAN BİLİMSEL KURULUILAR
•
Türk Diş Hekimleri Birliği
•
Türk Toksikoloji Derneği
286
Download