Ama kâfirlerin medeniyetinde görülen mehâsin ve

advertisement
Sorularlarisale.com
"Ama kâfirlerin medeniyetinde görülen mehâsin ve
yüksek terakkiyât-ı sanayi -bunlar- tamamen medeniyeti İslâmiyeden, Kur’ân’ın irşâdâtından, edyân-ı
semâviyeden in’ikâs ve iktibas edildiği,.." Bizim eğitim
sisteminde bu konu anlatılmıyor neredeyse... Akılcılık
ve çok çalışmayla Batı ilerledi tezi vurgulanır hep, bu
yanlış nasıl düzelecek?
Yetmiş yıldır tevhid-i tedrisat kanunu ile İslam ve onun parlak mazisi silinmeye ve
unutturulmaya çalışılmıştır. Bu sistemde güya fen ilimleri esas yapılmaktadır,
halbuki fen ilimleri adı altında dinsizlik şırınga edilmektedir.
Oysa her bir fen ilmi bir veya birkaç isme dayanıyor. Üstad Hazretleri her bir fen bir
isme dayanır, ifadesini şu şekilde söylüyor:
"Her bir kemâlin, her bir ilmin, her bir terakkiyâtın, her bir fennin
bir hakikat-i âliyesi var ki, o hakikat bir ism-i İlâhîye dayanıyor. Pek
çok perdeleri ve mütenevvi tecelliyâtı ve muhtelif daireleri bulunan
o isme dayanmakla, o fen, o kemâlât, o san'at kemâlini bulur,
hakikat olur. Yoksa, yarım yamalak bir surette, nâkıs bir gölgedir."
"Meselâ, hendese bir fendir. Onun hakikati ve nokta-i müntehâsı,
Cenâb-ı Hakkın ism-i Adl ve Mukaddir'ine yetişip, hendese
aynasında o ismin hakîmâne cilvelerini haşmetiyle müşahede
etmektir."
"Meselâ, tıp bir fendir, hem bir san'attır. Onun da nihayeti ve
hakikati, Hakîm-i Mutlakın Şâfî ismine dayanıp, eczahane-i kübrâsı
olan rû-yi zeminde Rahîmâne cilvelerini edviyelerde görmekle, tıp
kemâlâtını bulur, hakikat olur."
"Meselâ, hakikat-i mevcudattan bahseden hikmetü'l-eşya, Cenâb-ı
Hakkın (celle celâlühü) ism-i Hakîm'inin tecelliyât-ı kübrâsını
müdebbirâne, mürebbiyâne eşyada, menfaatlerinde ve
maslahatlarında görmekle ve o isme yetişmekle ve ona dayanmakla
şu hikmet hikmet olabilir. Yoksa, ya hurafâta inkılâb eder ve
mâlâyâniyât olur veya felsefe-i tabiiye misilli dalâlete yol açar."(1)
page 1 / 3
İslam fen ilimlerine Allah’ın isimlerini anlatan bir ders olarak bakarken, ladini rejim
fen ilimlerini menfi felsefenin yani dinsizliğin bir aracı bir aleti nazarı ile bakıyor.
Kur'an'da zikredilen peygamberlerin kıssaları, bilhassa mucizeleri insanlara iki mesaj
takdim etmektedir:
Birisi, insanların hak davayı tasdik etmelerini temindir.
İkincisi de insanlara fen, sanat ve teknolojinin en son sınırını çizerek, en nihai
hedeflerini tayin ederek o mucizelerin bir benzerini yapabilmelerini temin ve teşvik
etmektir. Yani peygamber kıssaları sadece manevi bir rehber ve ilham kaynağı ile
kalmayıp, maddi gelişmelere de bir rehberlik ve ilham kaynağı ola gelmişlerdir.
Mesela, Kur'ân-ı Kerîm'in Hz. Mûsa (a.s.)'nın asâsını yere vurarak su çıkardığını
haber vermekle, insanlara yerden su çıkaracak bir âlet yapmaya, Hazret-i İbrahim
(as)'in ateşe atıldığını, fakat ateşin onu yakmadığını bildirmekle, ateşin
yakmayacağı maddeyi bulmanın mümkün olduğunu, Hazret-i Davud(a.s.)'un demiri
hamur gibi yoğurduğunu haber vermekle, demire istenilen şeklin verilebileceğini,
Hazret-i Süleyman (as)'ın Belkıs'ın tahtını bir anda yanına getirttiğini anlatmakla,
eşyanın bir anda bir yerden bir yere aynen nakledileceğini beyan buyurmaktadır.
Gerçekten de, Kur'ân'dan ilham alan ilim adamları mucizelerin aynısını
yapamamakla birlikte, küçük bir benzerini yapmayı başarmışlardır. Sondaj âleti ile
istedikleri yerden su çıkarabildikleri gibi, amyant maddesi sayesinde de kızgın
alevlerin içine girebilmektedirler. Eşyanın aynı anda nakledilmesi hususunda ise
çalışmalar yapılmakla birlikte, henüz istenilen sonucu elde edememişlerdir.
Üstad Hazretleri eğitim ile ilgili en büyük projesini şu cümleler ile özetliyor:
"Vicdanın ziyası, ulûm-u dîniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir.
İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin
himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup,
ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder."(2)
Osmanlının son dönemlerinde, medreselerde sadece dini ilimler okutulup fen
ilimlerine yeterince ihtimam gösterilmediği için, İslam alemi Batı medeniyeti
karşısında zayıf ve fakir kalmıştır. Teknolojik olarak onlarla rekabet edemeyecek bir
zaafa düşülmüş ve en nihayetinde iş parçalanmaya kadar gitmiştir.
Yeni kurulan cumhuriyet rejimi de başka bir yanlışa düşerek, tevhid-i
tedrisat kanunu ile eğitim kurumlarında sadece fen ilimlerini okutup din ilimlerini
tecrit etmiştir. Bundan da hile, inkar, sefahat, ahlaksızlık gibi bir çok manevi
hastalıklar türemiş ve insan-ı kamil modeline ulaşılamamıştır.
page 2 / 3
Osmanlının eğitimde fen ilimlerini ihmal etmesi nasıl bir yanlış ve tefrit ise, yeni
rejimin din ilimlerini dışlayıp sadece fen ilimlerine yönelmesi de aynı şekilde yanlış
ve ifrat bir tutumdur.
Çözüm din ilimleri ile fen ilimlerinin beraber okutulduğu bir eğitim sistemidir.
Dipnotlar:
(1) bk. Sözler, Yirminci Söz, İkinci Makam.
(2) bk. Münazarat, Sualler ve Cevaplar.
page 3 / 3
Powered by TCPDF (www.tcpdf.org)
Related documents
Download