PLEVRAL EFÜZYON

advertisement
PLEVRAL EFÜZYON
Dr. Z. Toros Selçuk
Plevra hastalıkları farklı akciğer hastalıklarının yanında çok çeşitli sistemik hastalıkların
tutulumunun sonucu olarak da ortaya çıkabilmektedir. Akciğer ya da akciğer dışı hastalıkların
plevrayı etkilemeleri ile ortaya çıkan en sık görünüm plevrada sıvı birikimi yani plevral efüzyondur.
Plevra göğüs duvarı ile akciğerler arasında yer alan seröz zarla kaplı potansiyel bir
boşluktur. Göğüs duvarını içten örten viseral plevra ve akciğerleri örten parietal plevra arasında yer
alır. Fizyolojik şartlarda plevra basıncı atmosfer basıncının altındadır. Plevral sıvı yaklaşık 10-20
ml. (0.3 ml / kg) arasındadır ve proteinden fakirdir ( 1 gr / dl). Bu sıvı sürekli olarak parietal
plevradaki sistemik mikrodolaşımdan süzülerek plevral boşluğa ulaşır ve yine parietal plevradaki
lenfatik kanallar yardımıyla emilerek uzaklaştırılır. Sıvı homeostazı kapiller filtrasyon ile lenfatik
absorbsiyon arasındaki denge ile sağlanmaktadır. Plevraya sıvı geçişi parietal plevranın apekse
yakın üst kısımlarında, sıvı absorbsiyonu ise daha çok kaudal, diafragmatik ve mediastinal
bölümlerinde gerçekleşmektedir. Parietal lenfatikler sıvı ve protein miktarının yanında plevra
boşluğunun negatif basıncının kontrolünde de rol sahibidirler. Lenfatik kanallar artan sıvı miktarı
karşısında akış hızlarını 20 kat arttırabilirler (30 ml / saat, yaklaşık 700 ml / gün). Sıvı
filtrasyonunun maksimum lenfatik drenaj kapasitesinin üzerine çıktığı durumlarda plevrada sıvı
birikir, yani plevral efüzyon ortaya çıkar (1).
Plevral efüzyon akciğer hastalıkları ya da sistemik hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkabilir.
A.B.D.’de en sık plevral efüzyon nedenleri konjessif kalp yetmezliği, pnömoni ve kanserdir. Daha
sonra ise pulmoner emboli, viral hastalıklar, koroner by-pass cerrahisi, siroz, karın için organları
tutan hastalıklar, üremi gelmektedir (2-4) .
Plevral efüzyon olan hastalardaki belirtiler asıl olarak altta yatan hastalığa bağlı olarak
ortaya çıkar. Çoğu hastada efüzyona bağlı belirti yoktur, en sık belirti ise zaman içinde giderek
artan nefes darlığıdır. Akciğer parankiminin deforme olmasına ya da plevra irritasyonuna bağlı
öksürük olabilir. Plevral inflamasyonun bir belirtisi olarak göğüs ağrısı olabilir ve frotman
duyulabilir.
Plevral efüzyon varlığından kuşku duyulan bir hastada ilk yapılacak inceleme akciğer
grafisidir. Plevral sıvı hava içeren akciğerden daha ağır olmasına bağlı olarak toraks boşluğunun alt
207
kısımlarında toplanır. Plevral efüzyonun en erken bulgusu yan akciğer grafisinde posterior sinüsün
havalanmasının kaybolmasıdır, sıvı miktarı arttıkça lateral ve anterior sinüsler de oblitere olurlar.
Plevral sıvıyı hacim kaplayan diğer durumlardan ayırt edebilmek için sıvı olan tarafın altta kaldığı
lateral decubitus film çekilir, plevral sıvının göğüs duvarı boyunca yayıldığı izlenir. Plevral sıvı
varlığını doğrulamanın bir diğer yolu ultrasonografidir. Hem plevral sıvı hem de altta kalan akciğer
parankimini ve mediasteni değerlendirmek amacıyla bilgisayarlı tomografi de çekilebilir (2).
Plevral efüzyon varlığında klinik olarak karar verilmesi gereken sorular şunlardır (5, 6):
1. Torasentez yapılmalı mıdır?
2. Plevral sıvı transüda mı, yoksa eksüda mıdır?
3. Plevral sıvı etiyolojisi nedir?
Tanısal torasentez nedeni bilinmeyen tüm plevral efüzyonlarda indikedir. Ancak iki durumda
torasentez indikasyonu yoktur. Birincisi plevral efüzyonun çok az olması durumunda işlemin riski
yüksektir; lateral decubitus filminde veya ultrasonografide sıvının kalınlığı 10 mm.den daha az ise
torasentez denenmemelidir. İkinci olarak ateşi veya plöretik göğüs ağrısı olmayan, yaklaşık aynı
miktarda bilateral efüzyonu olan kalp yetmezliği olan hastalarda torasentezden önce diüretik tedavi
denenmelidir. Eğer tedaviyle günler içinde sıvı gerilemez ise tanısal torasentez yapılabilir. Ateşi,
plöretik göğüs ağrısı, tek taraflı ya da farklı miktarlarda efüzyonu olan hastalarda kalp yetmezliği
olsa bile tanısal torasentez yapılmalıdır (2, 7).
Torasentez sonrasında rutin olarak akciğer filmi çekilmesine gerek yoktur. Ancak işlem
sırasında hava aspire edilmiş ise, öksürük, dispne ya da göğüs ağrısı ortaya çıktıysa, sıvının üstünde
kalan toraks kısmında taktil fremitus kaybolmuş ise pnömotoraks var olup olmadığını
değerlendirmek üzere akciğer filmi çekilmesi gerekir (2).
Torasentez sırasında alınan sıvının önce görünümüne ve kokusuna dikkat edilmelidir. Transüda
şeklindeki sıvılar açık sarı renkte ve berraktır. Eksüda tipindeki sıvılar ise daha koyu ve bulanık
olabilir. Kanlı görünümdeki plevral sıvı örneklerinde hematokrit ölçülmelidir. Hematokritin % 1
altında olmasının hiçbir klinik önemi yoktur. Ancak % 1 üzerindeki hematokrit değerlerine sahip
plevral efüzyonlar malign efüzyonlarda, pulmoner emboli ve travmada görülür. Periferik kanın
yarısından yüksek hematokrit değeri olan plevral efüzyonlar hematoraks olarak değerlendirilir ve
tüp drenajı gerekir (2).
208
Plevral efüzyon örneği elde edildikten sonra ilk yapılması gereken transüda-eksüda ayrımıdır.
Transüda şeklindeki efüzyonlar plevrada onkotik ve hidrostatik basınç değişikliklerine bağlı olarak
oluşurlar, endotel ve plevra bütünlükleri korunmuştur. Bu basınç değişiklikleri düzeltildiği takdirde
plevra sıvısı kendiliğinden kaybolur. Transüdatif plevral sıvıların en sık nedenleri konjessif kalp
yetmezliği, siroz ve pulmoner embolidir (2, 7). Transüda nedenleri Tablo I’de belirtilmiştir. Eksüda
tipindeki plevral sıvılar ise plevradaki lokal faktörlerin değişmesine bağlı olarak gelişirler.
Eksüdaların en sık nedenleri pnömoni, kanser ve pulmoner embolidir (2). Pulmoner emboli
hastalarının % 20’sinde transüda tarzında plevral sıvı gelişebilmektedir (7). Eksüda şeklinde plevral
efüzyona neden olan hastalıklar Tablo II’de sıralanmıştır.
Transüda-eksüda ayrımında Light kriterleri kullanılmaktadır. Bu kriterlere farklı seçenekler
önerilmiş olsa da Light kriterlerinin ayrımı sağlamada en duyarlı kriterler olduğu anlaşılmıştır.
Light kriterleri ve önerilen farklı kriterler Tablo III’de özetlenmiştir. Light kriterlerinin üçünden en
az birinin varlığında plevral sıvı eksüda olarak sınıflandırılır. Light kriterleri kullanıldığında eksüda
ayrımında duyarlılık % 98 bulunmuştur (2).
Light kriterlerine göre eksüda olarak belirlenen ancak klinik olarak kalp yetmezliğindeki gibi
transüda düşünülen hastalar olabilir. Bu durum özellikle diüretik kullanılan hastalarda ortaya
çıkabilmektedir. Bu hastalarda serum ile plevral sıvı protein ya da albumin farkına bakılır, eğer bu
fark protein için 3.1 g/dl veya albumin için 1.2 g/dl altında ise sıvı Light kriterlerine rağmen
transüda olarak kabul edilir.
Klinik olarak transüda şeklinde sıvı beklenen ve alınan plevral sıvısının makroskopik görünümü
transüda ile uyumlu olan hastalarda laktik dehidrogenaz (LDH) ve protein dışında tetkikler
istenmemelidir. Bu sonuçlar transüda özelliğini doğrular ise başka tetkike gerek yoktur, klinikte
transüda yapan hastalıkların ayırıcı tanısı yapılarak tedaviye geçilmelidir. Sistemik hastalığın
tedavisi ile birlikte plevral sıvı kendiliğinden ortadan kaybolacaktır. Eğer sonuçlar eksüda ile
uyumlu gelirse ek testlere gerek duyulacaktır. Bu ek testler Tablo IV’de belirtilmiştir. Torasentez ile
hastaların % 75’inde tanı konulabilmekte, % 20 kadarında ise sonuçlar yol gösterici olmaktadır (8).
Plevral sıvının opak, süt görünümünde olduğu durumlarda akla parapnömonik efüzyon,
ampiyem, şilotoraks ve psödoşilotoraks gelmelidir. Eğer santrifüj ile bulanıklık giderilirse bu durum
sıvıda inflamatuvar hücrelerin yoğun olarak bulunduğunu ve dibe çöktüğünü gösterir. Şilotoraks
veya psödoşilotoraksda bulanıklık ya da süte benzer görünüm aynı şekilde kalır. Şilotoraks torasik
duktusun tıkanmasına ya da bütünlüğünün bozulmasına bağlı olarak lenf sıvısının, şilöz sıvının
209
plevrada birikmesidir, Trigliserid düzeyinin 110 mg/dl üzerinde olması veya sıvıda şilomikronların
varlığının gösterilmesi ile tanı konur. Psödoşilotoraks ise kronik plevral efüzyonlarda kolesterol
kristallerinin birikimi ile ortaya çıkar, kolesterol plörezisi olarak da adlandırılmaktadır. Sıvıda
kolesterol düzeyi 200 mg/dl üzerindedir (3, 9)
Plevral sıvı beyaz küre sayısının 10 000/mm3 üzerinde olması parapnömonik efüzyonlarda
görülür, ancak pulmoner emboli, pankreatit, tüberküloz ve sistemik lupus eritematosus
plörezilerinde de olabilir (3). Plevral sıvıda nötrofillerin coğunluğu (% 50’den fazla) akut bir
inflamasyona, mononükleer hücrelerin çoğunluğu ise kronik bir olaya işaret eder. Küçük
lenfositlerin yoğunluğunda malign hastalık veya tüberküloz düşünülmelidir (2, 3). Bu hastalıklarda
plevral sıvıda eozinofili (% 10 üzerinde) çok nadirdir. Eozinofili en sık plevrada kan veya hava
bulunmasına bağlıdır, ayrıca ilaçlara bağlı efüzyonlarda, Churg-Strauss sendromunda, asbest
plörezisinde olabilir (2).
Eksüdatif plevral sıvı örneklerinden mutlaka mikrobiyolojik yaymalar hazırlanmalı ve
uygun kültürlere ekim yapılmalıdır. Kültürler hem aerob hem de anaerob olmalı, ön tanılar arasında
düşünülüyorsa tüberküloz ya da fungal infeksiyonlar için de uygun ekimler yapılmalıdır. Lenfosit
yoğun sıvısı olan veya uzun süreli efüzyon varlığı olan hastalarda tüberküloz ve fungal infeksiyon
akla getirilmelidir. Plevral sıvı kültürü tüberkülozda % 25 oranında pozitif olabilmektedir.
Kültürlerin verimliliğinin yüksek olması için plevral sıvı alındıktan hemen sonra yatak başında kan
kültürüne ekim yapılmalıdır..
Plevral sıvı glükozunun düşüklüğü (60 mg/dl altında) hastada komplike olmuş bir parapnömonik
efüzyon ya da malign hastalıkl olasılıklarını akla getirmelidir. Daha az sık nedenler olarak
hemotoraks, tüberküloz, romatoid plörezi, lupus plörezisi, Churg-Strauss sendromu sayılabilir.
Plevral sıvıdaki laktik dehidrogenaz düzeyi de inflamasyonun şiddetinin bir göstergesidir, seri
ölçümlerle inflamasyonun yatıştığı ya da şiddetlendiği anlaşılabilir (2).
Sitolojik inceleme malign plevral efüzyonlar için en değerli tanı yöntemidir. Sitolojik
incelemenin en yüksek tanı koydurucu değeri metastatik adenokanserler için söz konusudur. İlk
incelemede malign efüzyonların sadece yarısında pozitif sonuç alınabilmektedir, bu nedenle malign
efüzyon düşünülen sıvılardan üç farklı örnek gönderme gerekliliği vardır. Skuamoz hücreli kanser,
mezotelyoma ve lenfomada tanı oranları daha düşüktür. Genel olarak malign efüzyonlarda
sitolojinin tanı değeri % 57 -62 oranındadır. Plevral sıvıda tümör belirleyicilerin ölçümünün yeri
yoktur, yanlış pozitif ve yanlış negatif oranları kabul edilemeyecek düzeydedir (3).
210
Yukarıda anılan testler dışında bazı testler ancak klinik duruma göre gerekli olabilir. Plevral
sıvı pH ölçümü parapnömonik ve malign efüzyonlarda yol göstericidir. Plevral sıvı pH değerinin
7.20 altında olması parapnömonik efüzyonun komplike olduğunu ve drenaj için tüp konulması
gerektiğini, malign efüzyonlarda ise hastanın yaşam beklentisinin bir aydan kısa ve plöredesis
girişiminin başarısız olacağını gösterir. Plevral sıvı pH ölçümü kan gazı ölçüm aletlerinde
yapılmalıdır. Plevral sıvı amilaz düzeyi pankreatik hastalıkta veya ösefagus rüptüründe yükselir;
ilkinde pankreatik kökenli, diğerinde ise tükrük bezi kökenli amilaz yüksek bulunur. Daha önce
belirtildiği üzere tümör belirleyicilerinin ve sistemik lupus eritematosus ya da romatoid artrit gibi
romatolojik hastalıklarda plevral sıvıda romatoid faktör veya antinükleer antikor ölçümlerinin
tanısal katkısı yoktur.
Yukarıda sayılan testlere karşın bir bölüm hastada plevral efüzyon nedeni ortaya
çıkmayacaktır. Özellikle risk faktörleri varlığında, efüzyon miktarı ile orantılı olmayacak şekilde
nefes darlığı olan hastalarda, göğüs ağrısı veya hemoptisi bildirenlerde pulmoner emboli olasılığı
akla getirilmelidir. Pulmoner emboli hastalarının % 25-50’sinde emboliye plevral efüzyon da eşlik
etmektedir (4, 10). Pulmoner embolide plevral sıvı coğunlukla eksüda şeklindedir, ancak % 20
hastada transüda olabilir. Bu tanıyı ekarte etmek için serumda D-dimer ölçülebilir. Eğer pulmomer
emboli bu test ile ekarte edilemiyorsa gerekli diğer testler yapılmalıdır.
Eksüdatif plevral sıvısı olan hastalarda tüm bu invasiv olmayan testlere karşılık tanı
konamaz ise invasiv girişimler yapılabilir. Plevral biyopsi özellikle tüberküloz ve malign
plörezilerde tanıya yardımcı olmaktadır. Malign plörezilerde plevral biyopsinin tanı oranı sitolojinin
altında olmakla birlikte % 20 olguda tek başına tanı koydurucudur (11). Tüberküloz plörezilerde ise
kapalı plevral biyopsinin tanı oranı % 50-80’dir. Tüberküloz düşünülen hastalarda alınan örnekler
hem histopatolojik inceleme hem de tüberküloz kültürü için kullanılmalıdır. Bu nedenle alınan
örneklerin bir bölümü serum fizyolojik içine konarak kültüre gönderilmelidir. Kapalı plevra
biyopsisi ile tanı konamamış ise kapalı biyopsi tekrarlanarak tanı oranı yükseltilebilir. Bir diğer
seçenek ise tanısal torakoskopidir. Özellikle tüberküloz, malign plörezilerde ve malign
mezotelyomada torakoskopinin tanı oranları % 95 ve üzerindedir.
Parapnömonik efüzyonlar
Pulmoner infeksiyonu olan bir hastada aynı tarafta toplanan eksüda tipindeki plevral sıvı
parapnömonik efüzyon olarak tanımlanır (4, 10). Pnömonilerde % 40 oranında parapnömonik
211
efüzyon geliştiği bildirilmektedir, ancak bu sıvıların çoğu uygun pnömoni tedavisi ile ek girişimlere
gerek kalmadan kaybolur. Parapnömonik efüzyonların sadece % 10 kadarında efüzyon için ek
girişimlere gerek vardır (4). Komplike olmayan parapnömonik efüzyonlar infekte değildir, pH
normal sınırlarda, LDH 1000 IU altındadır; bu efüzyonların drene edilmesine gerek yoktur ve tek
başına uygun antibiyotik tedavisi yeterlidir. Komplike parapnömonik efüzyonlarda ise plevra
boşluğu infekte olmuştur, pH düşük, LDH yüksektir. Komplike parapnömonik efüzyonlarda plevra
boşluğundaki sıvının göğüs tüpü ile drene edilmesi gerekir, bazı olgularda dekortikasyon
gerekebilir. Plevral sıvının püy şeklini alması, infeksiyon etkenlerinin sıvı yaymalarında veya
kültürde gösterilmesi durumunda ise ampiyem olarak adlandırılır. Parapnömonik efüzyon
pnömoninin morbiditesi ve mortalitesini yükselten bir bulgudur. Pnömonisi olup aynı tarafta plevral
sıvısı olan tüm hastalara sıvı çok az olmadıkça tanısal torasentez yapılmalıdır. Bakteriyolojik olarak
en sık aerob, ancak önemli oranda anaerob ve mikst infeksiyon etkenleri birlikte saptanmaktadır, bu
öngörü ile hastalara tedavi için uygun antibiyotik seçilmelidir. Plevra sıvısında infeksiyona bağlı
olarak metabolik aktivite artar, glükoz ve pH düşer, LDH yükselir. Efüzyonun gidişini gösteren en
önemli gösterge plevra sıvısı pH’sıdır (10). Parapnömonik efüzyonlarda pH değerinin 7.00 altında
olması ya da ampiyem kriterlerinin varlığında uygun antibiyotik tedavisi yanında mutlaka hemen
göğüs tüpü ile infekte plevral sıvının boşaltılması sağlanmalıdır. Plevral sıvı pH değeri 7.0-7.2
arasında ise seri torasentezler ile hasta yakın olarak izlenmelidir (10, 12).
Tüberküloz plörezisi
Tüberküloz ülkemizdeki sıklığı nedeniyle de plörezili hastalarda akla getirilmesi gereken bir
tanıdır. Tüberkülozu olan hastaların % 3-5’inde plevral efüzyon geliştiği bildirilmektedir, bu oran
HIV yaygın olan gelişmekte olan ülkelerde % 31’e çıkmaktadır (13, 14). Efüzyonu olup kronik
hastalık öyküsü veren, ateşli hastalık tarif eden veya plevra sıvısında lenfosit yoğunluğu bulunan
hastaların tüberküloz yönünden araştırılmaları gerekir. Tüberkülin deri testi (PPD) tüberküloz
plörezili hastalarda % 30, HIV ile infekte hastalarda ise % 59 oranında negatif bulunabilir (13).
Bugün için geçerli olan hipoteze göre plevra altındaki akciğerde kazeöz nekroz gösteren bir
tüberküloz odağının plevraya rüptüre olması ile primer tüberküloz efüzyonu gelişmektedir.
Tüberküloz plörezisi plevranın tüberküloz infeksiyonundan çok basilin proteinlerine karşı gecikmiş
tipte bir aşırı duyarlılık (hipersensitivite) reaksiyonudur (4, 13, 14). Tüberküloz plevral efüzyonu %
90-95 tek taraflıdır, nadiren masif olabilir (14). Plevral reaksiyonun başlangıcında plevral sıvıda
nötrofiller, üçüncü günden sonra ise lenfositler yoğundur. Plevral sıvı eksüda şeklindedir. Glükoz
ve pH değerleri diğer eksüdatif efüzyon yapan nedenlerden farklı değildir (14). Tüberküloz plörezi
tanısı M tuberculosis’in balgam veya plevradan alınan örneklerde gösterilmesi ya da kazeöz
212
granülomların plevral biyopsilerde varlığı ile konulur. Tüberküloz plörezili hastaların çok azında
sıvıda aside dirençli bakteri saptanabilir, plevral sıvı kültürü % 10-35, plevra iğne biyopsisi kültürü
% 39-65, plevra iğne biyopsisi ise % 56-82 oranında sonuç vermektedir (13). Biyopsi sırasında en
az dört parietal plevra örneği alınmalıdır. Plevra iğne biyopsisi ile histolojik ve mikrobiyolojik tanı
oranı % 86’ya ulaşabilmektedir (13). BACTEC gibi sıvı kültürlerin kullanımı ile kültür süreleri
kısalmaktadır, bu yöntemlerle kültürler hemen yatak başında ekildiği zaman tanı oranları daha
yüksek bulunmaktadır (14). Plevra biyopsisine rağmen hastaların % 20-40 kadarına tanı
konamayabilir. Bu nedenle tüberküloz belirleyicileri olarak adenozin deaminaz (ADA), gammainterferon ölçümleri yapılmakta ya da moleküler tekniklerle (Polimeraz zincir reaksiyonu-PCR)
sıvıda tüberküloz basilinin DNA’sı aranmaktadır. Kullanılan eşik değerler ADA için 40 U/L ve γinterferon için 140 pg/ml. olmaktadır. Tüberküloz plörezi prevalansının yüksek olduğu
topluluklarda ADA duyarlılığı % 95 ve özgüllüğü % 90 olabilmektedir. Aktive olmuş T
lenfositlerden salınan ADA ampiyemlerde, romatoid plörezilerde, lenfomada yüksek bulunabilir.
Tüberküloz plörezi tanısında PCR duyarlığı % 20-81 arasında değişmektedir.
Tüberküloz plörezisi tedavi edilmese bile hastaların çoğunda kendiliğinden geçebilir, ancak
bu hastaların üçte ikisinde (% 65) sonraki 5 yıllık dönemde aktif tüberküloz gelişecektir (13). Bu
nedenle tüberküloz plörezilerin tanısı ve tedavisi önemlidir. Tedavide standart olan altı aylık tedavi
yeterlidir. Ülkemizde tüberküloz ilaçlarına direncin arttığı göz önüne alınarak dörtlü ilaç
kombinasyonu (isoniazid, rifampisin, pirazinamid ve etambutol) kullanılmalıdır, pirazinamid ilk iki
aydan sonra kesilir. Kortikosteroidler ateşin daha hızlı düşmesi ve sıvının kaybolmasını
sağlayabilirler, ancak sekel olarak plevra kalınlaşmasını önleyici etkileri yoktur, rutin olarak
kullanılmaları önerilmez (13). Plevral kalınlaşmayı önlemek üzere terapötik torasentez, erken
dönemde tüberküloz kemoterapisi ve göğüs fizyoterapisi önerilmektedir. Tüberküloz plörezi
komplikasyonu olarak psödoşilotoraks ve tüberküloz ampiyem gelişebilir.
Malign efüzyonlar
Malign hastalıkların eksüda tipindeki efüzyonların en sık nedeni olduğu düşünülmektedir
(4). Malign plevral efüzyon plevral sıvıda veya biyopsi ile alınan plevra dokusunda malign
hücrelerin varlığının gösterilmesi ile tanınır. Malign hastalığı olup hastalığın doğrudan plevrayı
tutmadığı hastalardaki efüzyon ise paramalign efüzyon olarak adlandırılmaktadır (15). Malign
hastalarda plevral sıvı nedeni en sık lenfatik obstruksuyondur. Akciğer kanseri, meme kanseri,
lenfoma, over ve mide kanserleri malign efüzyonların % 80’inin nedenidir (4, 15, 16). Malign
efüzyonu olan hastaların % 7’sinde ise primer kanser odağı saptanamamaktadır. Akciğer kanseri
213
hastalarının % 7’sinde başvuru sırasında plevral efüzyon saptanmaktadır. En sık plevral efüzyon
olan akciğer kanseri tipi küçük hücreli akciğer kanseridir (4). Malign efüyonu olan hastaların dörtte
biri asemptomatiktir. Hastaların yarısında ise plevral efüzyon malign hastalığın ilk bulgusu
olmaktadır. Masif (hemitoraksı kaplayan) plevral efüzyonu olan hastaların % 70’inde neden
maligndir. Bilateral plevral efüzyonu ve normal kalp büyüklüğü olan hastaların yarısında da altta
malign hastalık bulunmaktadır (15, 16).
Malign efüzyonlarda plevral sıvı eksüda tarzındadır, ancak % 5 kadarı transüda niteliğinde
olabilir (15). Malign efüzyonda lenfositler yoğundur, oranları % 40-70 arasındadır. Eozinofili
nadirdir, ancak olması malign hastalığı ekarte ettirmez (16). Plevral sıvı seröz, seroanginöz veya
kanlı görünümde olabilir. Sıvıda amilaz düzeyi yüksek bulunabilir. Sıvının pH (< 7.30) ve glükoz
(< 60 mg/dl) değerlerinin düşük olması ileri evre hastalığı, yoğun tümör yükünü gösterir, bu
bulgular sitolojik ve plevra biyopsisi ile tanı koyma olasılığının da yüksekliğine işaret eder (3, 16).
Glükoz ve pH düşüklüğü hastanın yaşam süresinin kısa ve plöredesis girişiminin başarısız
olacağının göstergeleridir. Akciğer kanserinde malign efüzyon varlığı hastanın cerrahi tedavi
olasılığını ortadan kaldırır. Ancak hastaların % 5 kadarında efüzyon kanserin yayılımına bağlı
değildir ve cerrahi tedavi şansı kaybolmamıştır (15). Bu efüzyonlar paramalign efüzyonlar olarak
adlandırılır ve plevral sıvı birikimi en sık lenf damarlarının obstruksuyonuna bağlıdır.
Tablo I: Transüda tipinde plevral sıvı nedenleri
Konjessif kalp yetmezliği
Siroz
Pulmoner emboli
Periton dializi
Urinothoraks
Nefrotik sendrom
Santral venöz kateter komplikasyonu
Hipotiroidism
Meig sendromu
Malign hastalıklar
Superior vena cava sendromu
Sarkoidosis
Plevraya beyin-omurilik sıvısı kaçağı
214
Tablo II: Eksüda tipinde plevral sıvı nedenleri:
Malign hastalıklar
Akciğer kanseri
Plevranın metastatik hastalıkları
Mesotelyoma
Lenfoma
İnfeksiyon hastalıkları
Bakteriyel pnömoni
Tüberküloz
Viral, paraziter, fungal infeksiyonlar
Pulmoner emboli
Koroner arter bypass cerrahisi sonrası
Dressler sendromu
Perikardit
Gastrointestinal hastalıklar
Ösefagus perforasyonu
Pankreatit
Subfrenik apse
İntrahepatik apse
Splenik apse
Abdominal cerrahi sonrası
Diafragmatik herni
Karaciğer transplantasyonu sonrası
Kollajen vasküler hastalıklar
Romatoid plörezi
Sistemik lupus eritematosus (SLE)
İlaca bağlı SLE
Sjögren sendromu
Ailesel Akdeniz ateşi
Wegener granülomatosus
Churg-Strauss sendromu
İlaca bağlı plevral efüzyon
Bromokriptin, nitrofurantoin, amiodarone, metotreksat
Pulmoner tromboemboli
Benign asbest plörezisi
Sarkoidosis
Meig senromu
Postpartum plevral efüzyon
Over hiperstimulasyon sendromu
Sarı tırnak sendromu
215
Tablo III: Eksüda-Transüda ayrımında kriterler
Light kriterleri (Üç kriterden birinin varlığı)
Plevra-serum protein oranı > 0.5
Plevra-serum LDH oranı > 0.6
Plevra sıvısı LDH düzeyinin serum normal LDH oranının 2/3’ünden yüksekliği
(sıklıkla 200 IU/L üzerinde)
Plevral sıvı kolesterol düzeyi > 60 veya 43 mg/dl
Plevra-serum kolesterol oranı > 0.3
Serum – plevra albumin farkı < 1.2 g/dl
Serum – plevra protein farkı < 3.1 g/dl
Tablo IV: Eksüdatif plevral efüzyonlarda ayırıcı tanı için ek testler:
Tam hücre sayımı
Lökosit tiplerinin ayrımı
Mikrobiyolojik yayma – Gram boyama
Mikrobiyolojik kültür
Glükoz düzeyi tayini
Sitolojik inceleme
Tüberküloz için bir belirleyici (Adenozin deaminaz, gama-interferon)
Kaynaklar
1. Miserochi G. Physiology and pathophysiology of pleural fluid turnover. Eur Respir J 1997: 10: 219-225
2. Light RW. Pleural effusion. N Engl J Med 2002; 346: 1971-1977
3. Light RW. Diagnostic approach in a patient with pleural effusion. Eur Respir Mon 2002: 22: 131-145
4. Marel M. Epidemiology of pleural effusions. Eur Respir Mon 2002: 22: 146-156
5. Light RW. Diagnostic principles in pleural disease. Eur Respir J 1997; 10: 476-481
6. Light RW. Current Opinion in Pulmonary Medicine 1999; 5: 245 – 249
7. Kinasewitz, GT. Transudative pleural effusions. Eur Respir J 1997; 10: 714-718
8. Collins TR, Sahn SA. Thoracentesis: complications, patient experience and diagnostic value. Chest 1987; 91: 817822
9. Hillerdal G. Chylothorax and pseudochylothorax. Eur Respir J 1997: 10: 1157-62
10. Hamm H. Light RW. Parapneumonic effusion and empyema. Eur Respir J 1997; 10: 1150-1156
11. Prakash UBS, Reiman HM. Comparison of needle biopsy with cytologic analysis for the evaluation of pleural
effusion: Analysis of 414 cases. Mayo Clin Proc 1985; 60: 158-64
12. Bouros D, Hamm H. Infectious pleural effusion Eur Respir Mon 2002: 22: 204-18
13. Ferrer J. Pleural tuberculosis. Eur Respir J 1997; 10: 942-947
14. Frank W. Tuberculous pleural effusions. Eur Respir Mon 2002: 22: 219-233
15.Sahn SA. Pleural diseases related to metastatic malignancies. Eur Respir J 1997: 10; 1907-1913
16. Sahn SA. Malignant pleural effusions. Eur Respir Mon 2002: 22: 177-188
216
Download