ÇEVRE KONULU EĞİTİCİ EĞİTİMİ KURSU ÖĞRETMEN EL KİTABI 2 – 5 EYLÜL 2014 ÖNSÖZ Çevre bilinci oluşturma ve ekolojik dengeyi koruma amaçlı dernek ve vakıfların son yıllardaki sayıca artışı ve amaca yönelik nitelikli faaliyetleri memnuniyet vericidir. Vizyonunu ‘Doğa-insan arasında bozulan uyum ve dengenin yeniden kurulmasına çalışan uluslararası düzeyde etkin bir çevre kuruluşu olmak’, misyonunu ise ‘Kritik ve analitik düşünce yapısında, yüksek çevre ve ahlak bilincine sahip bir toplum yapısı oluşumuna katkıda bulunmak’ olarak belirlemiş olan Çevre Kuruluşları Dayanışma Derneği (ÇEKÜD) söz konusu dernek ve kuruluşlar arasında müstesna bir yere sahiptir. Derneğin Bakanlığımız ile işbirliği içerisinde 2-5 Eylül 2014 tarihleri arasında eş zamanlı olarak 81 ilimizde öğretmenlerimize yönelik Çevre Konulu Hizmetiçi Eğitim kursu Genel Müdürlüğümüzce çok anlamlı ve takdire şayan bulunmuştur. Bu nedenle kurum olarak ÇEKÜD’e ve tüm çalışanlarına teşekkür ederiz. Ayrıca katkılarından dolayı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Orman Genel Müdürlüğü ve Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü marifetiyle kursa verdikleri destekten ötürü Orman ve Su İşleri Bakanlığına teşekkür ederiz. Katılımın gönüllü olmasına rağmen özveri ile kursa katılarak çevre bilinci kazanan ve bilgi birikimlerini öğrencilerine aktarmak suretiyle çevrenin korunması ve geliştirilmesine, çevre sorunlarının çözümüne katkı verecek öğretmenlerimize teşekkür ederiz. Doç. Dr. Ali YILMAZ MEB Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürü 1 Yaşadığımız ekosistem içerisinde hava, toprak ve su tüm canlılar için hayati öneme sahiptir. Son yıllarda sanayinin teknolojik gelişmelerin, nüfusun ve şehirleşmenin hızla artmasıyla, çevre konusu dünya gündeminin ilk sıralarına yerleşmiştir. Tüm bunların sonucunda da çevre kirliliği tüm dünyada hızla artmakta; birçok bitki ve hayvan türünün de yok olmasına sebep olabilmektedir. Bununla beraber sınırsız zannedilen doğal kaynaklar hızla tükenmekte, çılgın tüketim alışkanlığı ve israf yüzünden yüzbinlerce insan sefalet içerisinde yaşamakta ve dünyada şimdiden birçok ülke su sıkıntısı ve açlık çekmektedir. Çevrenin korunması, geliştirilmesi ve iyileştirilmesi konularında gösterilen çabaların amacı, insanların daha sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşamalarını sağlamaktır. Bunu yapacak olan da insanın kendisidir. Günümüzde sağlıklı bir çevrede yaşama hususundaki çevre bilincine sahip insanların sayısı artmaktadır. Çevremizi ve dünyamızı tehdit eden sorunların aslında tüm insanlığı ve gelecek nesillerimizi de tehdit ettiği her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır. O halde yapılması gereken; çevrenin kirlenmesinde en önemli faktör olan insan eğitimine gereken önemi vermekle işe başlanmalıdır. Bu konuda en büyük görev ve fedakârlık öğretmenlerimize düşmektedir. Çünkü; öğretmenler yeni nesil yani ülke geleceğinin mimarlarıdır. Bu kitabın istenilen gayeye hizmet edeceğini, ayrıca öğretmenlerimiz için de çevre ve orman konularında iyi bir kaynak oluşturacağını ümit ediyor, hepinize temiz, güzel bir çevrede mutlu ve sağlıklı bir hayat diliyorum. İsmail ÜZMEZ Orman Genel Müdürü 2 Doğal yapısı, fiziki ve coğrafi konumu sebebiyle Ülkemiz, en yüksek biyolojik çeşitliliğe sahip ülkelerden biridir. Sahip olduğumuz doğal güzelliklerimiz ile biyolojik zenginliğimizin korunmasında, çocuklarımızın bilinçlendirilmesi ve eğitimi büyük öneme sahiptir. Geleceği emanet edeceğimiz çocuklar, yetişkinleri pek çok konuda olduğu gibi doğaya ve çevreye karşı duyarlılık konusunda da model alarak ve yetişkinlerin davranışlarını gözlemleyerek doğayı sevmeyi ve doğa ile ilgilenmeyi öğrenmektedirler. Çocuklar için öğretmenler önemli bir modeldir ve doğaya duyarlı, ekolojik bilgisi yeterli, ikna ve öğretme kabiliyeti yüksek öğretmenler; çevre ve doğa konusunda duyarlı ve bilinçli bir neslin yetiştirilmesinde önemli bir faktördür. Çevre eğitimi üzerine yapılan uluslararası çalışmaların bulgularına göre, çevre eğitiminin amaçlarına ulaşabilmesindeki en önemli faktör öğretmendir ve öğretmenler de çevre eğitimi verecek şekilde yetiştirilmelidirler. Öğretmenlerin hangi dersi verirlerse versinler, mutlaka çevre ve doğa koruma ile ilgili olarak öğrencilere verebilecekleri bir bilginin, bir mesajın olacağı unutulmamalıdır. Her seviyede ve branşta öğretmenin, çocukların çevre eğitimine yapacakları bir katkı mutlaka vardır. Bundan dolayı, branşı ve düzeyi ne olursa olsun öğretmenlerin çevre konusunda bilgi ve bilinç edinmeleri amacıyla düzenlenen doğa ve çevre eğitimi çalışmaları büyük öneme sahiptir. Çevre Kuruluşları Dayanışma Derneği işbirliği ile düzenlenen bu eğitimler, öğretmenlerimizin doğa ve çevre konusunda bilgi ve bilinç düzeylerinin artırılmasını sağlayacak ve öğrencilere konuyu daha iyi aktarabilmelerine katkıda bulunacaktır. Bu kurslarda eğitilen öğretmenlerin, görev yaptıkları illerinde bulunan diğer öğretmenlere de ulaşmaları ve bu şekilde bu eğitimlerin ülke geneline yayılması ile ülkemiz genelinde görev yapan tüm öğretmenlerin çevre ve doğa konusunda bilgilendirilmeleri ve bilinçlendirilmeleri temin edilecektir. Bu vesile ile eğitime katılan değerli öğretmenlerimize katılımları ve bundan sonra yapacakları çalışmalardan dolayı en samimi şükranlarımı sunar; eğitimin, başta çocuklarımız olmak üzere toplumumuzun tüm kesimlerinde çevre ve doğa duyarlılığının daha da artırılmasına vesile olmasını dilerim. Ahmet ÖZYANIK Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürü 3 Ağaçsızlaşma, kaynakların tüketilmesi, atık ve kirlilik üretme, israf… ÇEKÜD kurulduğu günden itibaren aralıksız olarak bu kitap içerisinde yer alan konularla yakından ilgilenmiştir. Ancak çevre ile kurulacak olan kişisel ve toplumsal iletişimin insan tabiatına uygun biçimde yürütülmesi, geçici bir “aksiyon” değil kalıcı bir “ahlak” ve “davranışlar” bütünü olması gerektiğine inanmaktadır. ÇEKÜD, günlük ve çeşitli ideolojilere alet edilebilecek, kalıcı tesirler bırakmaktan öte kişileri öfkeli tutumlara düşürecek “hareket”lerden sakınmaktadır. Elinizdeki kitapçık bu kalıcı davranış ve ahlaklar bütününe ulaşmada bir ilk adım olarak değerlendirilmelidir. Çevre harcanıp tüketilecek bir meta olmadığı gibi insan da onun sahibi ve hâkimi değildir. Öncelikle bu yanlış kavramların yeniden tanımlanması gerekmektedir. Bununla birlikte çevre faaliyetleri, modern insanın egosunu besleyecek bir alan yahut bir “kendini gerçekleştirme” alanı da değildir. Çevre bütün bu endişelerin dışında ve üstünde bir ehemmiyeti haizdir. Çevre faaliyetleri, insan ile tabiatın aynı evrenin parçaları olduğu bilincinden hareketle bir tarafı koruyup gözeterek diğer tarafı eğitip bilinçlendirerek yürütülmelidir. Elinizde bulunan bu kitapçık, okuyucuları sağduyu ile hareket etmeyi sağlamak, çevre ile aralarındaki yanlış anlamaları en aza indirebilmek için hazırlanmıştır. Av. Muzaffer ÖZCAN ÇEKÜD Yönetim Kurulu Başkanı 4 1) ÇEVRE VE AHLAK Çevre Kavramı Çevre kavramı değişik şekillerde tanımlanmıştır. Bu farklılık, tanım sahiplerinin çevre anlayışlarından ve çevreye bakışlarından kaynaklanmaktadır. Bir tanıma göre çevre, insan faaliyetleri ve canlı varlıklar üzerinde hemen ya da süre içinde dolaylı ya da dolaysız bir etkide bulunabilecek fiziksel, kimyasal, biyolojik ve toplumsal etkenlerin belli bir zamandaki toplamıdır. Mehmet Doğan’a göre çevre; hayatın gelişmesine tesir eden tabiî, içtimaî ve kültürel dış şartların bütünüdür. Bilimsel olarak çevre; “bir organizmanın etrafındaki biyolojik, kimyasal ve fiziksel alanı” diye tanımlanır. Eğitimciler ise çevreyi, “… bir sistem olan insanla etkileşerek onda değişme ya da gelişme yaratan öteki sistem, nesne, güç ve uyaranların toplamıdır” şeklinde tanımlamaktadır. Sonuç olarak çevre; insanlar ve diğer varlıkların yaşamları boyunca yaşamsal faaliyet ve ilişkilerini sürdürdükleri, etkileşim içinde bulundukları fiziksel, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamdır.1 Ahlak Kavramı Ahlak olgusu insanı diğer canlı varlıklardan ayıran en önemli unsurlardan birisidir. Yani ahlaktan bahsedilirken, kesin olarak insani bir durumdan söz ediliyor demektir. Hem bir duygu olarak, hem de iradi-bilinçli bir davranış olarak ahlaki eylem, insana özgü bir tutumdur. Ahlak bilindiği üzere çok genel bir ifadeyle “neyi, niçin ve nasıl yapmalıyız?” sorularına cevap arayan bir ilim sahasıdır. Dolayısıyla insanın kendine ve diğer varlıklara karşı olan sorumluluklarına dair bir takım kural ve prensipleri, kendisiyle ve diğer varlıklarla kuracağı ilişkiler sistemiyle ilgili bir takım değerleri ve değer yargılarını içerir. Bu anlamda bir sistemi ifade eder. Ahlak kavramı, lügatlerde hulk kelimesinin çoğulu olarak geçmektedir. Hulk ise, seciye, huy, tabiat, insanın davranış tarzı, tutumları ve tavırları anlamında kullanılmaktadır. Istılahi olarak ise insanın doğuştan veya sonradan kazanılan zihni veya ruhi halleri ile bu hallerinden doğan iyi veya kötü tavır ve hareketlerini ifade etmektedir. Buna göre Arapçadaki ahlak kelimesi, hem ontolojik-varoluşsal yani felsefi, hem de sosyolojik bir anlam taşır. Buna göre ahlak olgusunun hem değişmez bir yanı vardır, hem de zaman içinde geçirdiği bir değişim söz konusudur. Bu anlam doğrultusunda, bu kavramın içinde özellikle İslam dinine münhasır bir ahlak anlayışının olduğu söylenebilir. Ahlak kavramı Batı dillerinde ise iki farklı biçimde kullanılmaktadır: Etik ve moral… Yunanca "etik" kavramı "ethos" kelimesinden gelmektedir. Bu kavram aslında ahlakın tam bir karşılığı olmaktan çok, ahlakın konuları üzerine yapılan felsefelerin genel bir adıdır. Başka bir 1 Dilaram AKRAMOVA (Yrd. Doç. Dr., Gaziantep Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Eğitimi Anabilim Dalı - ÇEVRE, AHLAK VE DİN EĞİTİMİ) 5 ifadeyle, ahlak üzerine yapılan felsefe ya da ahlak üzerine düşünebilme faaliyetidir. Yani etik, "iyi ile kötü olan davranışların belirlenmesini teorik olarak ve mantık temellerine dayalı olarak incelemeyi konu edinen bir disiplin"’dir. Böylece ahlak felsefesi anlamındaki etik, belli bir toplumda veya belli bir dönemde ortaya çıkmış ahlak kurallarıyla değil, ahlakın her zaman ve toplumda geçerli ilkelerinin neler olduğu, farklı ahlak kuralları arasında seçim yapmamızı belirleyen ilke ve ölçütlerin neler olabileceği gibi konularla ilgilenir. Demek ki dini anlamda ahlak, bir toplumda kabul edilen doğrudan veya dolaylı olarak ilahi kaynaklı belli kurallar kümesini ifade ederken; felsefenin bir dalı olarak etik ise, ahlaki kavramların çözümlenmesi için, rasyonel, mantıki ve teorik temelleri bulmaya çalışır. Bu nedenle de farklı disiplinlere göre farklı ahlak anlayışları ortaya çıkmaktadır.2 Kaynağı dîne dayanmayan ahlâk, yani lâik ahlâk sistemi, insanın karakterini şahsi çıkar esasına bağlar. Onu tereddüt, korku, ihtiras ve menfaatleriyle baş başa bırakır. Bu sistemde insanın en güçlü silahı, aklı, zekâsı ve kurnazlığıdır. Herhangi bir dînî/ahlâkî müeyyide tanımayan insan, akıl ve zekâ silahını kullanmak suretiyle her şeyi çıkarına göre yorumlayabilir, yaptığı gayri meşru işlere kılıf bulur ve yakasını kanunun elinden kolayca kurtarabilir. Böylece bu insan, aklı ve zekâsı olmayan vahşi hayvanlardan daha tehlikeli hale gelebilir.3 Çevre Sorunlarının Sebebi: İnsan ve Davranışları Modern dünya’nın “Gordion düğümü” gibi çözülmesi olmazsa olmaz öneme sahip ortak sorunların başında çevre sorunları gelmektedir. Çevre Sorunları Nedir? Çevre sorunları, canlıların davranış ve yaşam şekillerinde olumsuzluklar meydana getiren faktörlerin tümüdür. Hava-su-toprak kirliliği, hayvan ve bitki türlerinin ortadan kalkması ve kimyasal-nükleer atıklar bunlardan bazılarıdır. Deprem, heyelan, sel, kasırga, çığ, hortum, tsunami gibi büyük ölçüde yıkıcı olaylar ise birer “doğal afet” olarak adlandırılmaktadır. Bu olayların sadece doğadaki fiziksel sebeplerle meydana geldiği ve insanların sosyal, ekonomik ve politik sistemlerinin çarpıklığından dolayı afetlere dönüştüğü savunulmuştur. Buna göre, bu tür olaylar kendi başına afet değil, tehlikedir. Ancak insanların tutumları yüzünden afete dönüşmektedir. Çünkü doğal tehlikeler, jeofiziksel olaylardır ve atmosfer, hidrosfer, litosfer ya da biyosferdeki fenomenlerin değerlerindeki sapmalarla ortaya çıkan risklerdir. Bunlar ancak insan yerleşimleri, toprak kullanımı ve sosyo-ekonomik organizasyon düzeniyle ilişkisi sonucu tehlikeye ve afete dönüşür. Çevre felaketleri ise doğadaki çeşitli unsurlara insan eliyle verilen zarara bağlı olarak gelişen olumsuzluklardır. İklim değişiklikleri, küresel ısınma, ozon tabakasının delinmesi gibi yeryüzündeki tüm canlı yaşamını olumsuz etkileyen yerküredeki köklü değişimler buna dâhildir. Doğal tehlikeler insanın kırılgan tutumuyla afete dönüşürken, çevre felaketleri insanın bizatihi kendi eliyle verdiği zararlardan kaynaklanmaktadır. 4 Dr. Osman ÖZTÜRK Hasan Tahsin FEYİZLİ 4 Mustafa ÜNVERDİ (Yrd. Doç. Dr.. Gaziantep Üniversitesi İlahiyat Fakültesi- İNANAN İNSANDA KÜRESEL ÇEVRE SORUMLULUĞUNUN TEOLOJİK NEDENLERİ) 2 3 6 Çevre Sorunları Süreci İnsanoğlu var olduğundan beri sürekli bir şeyler üretip aynı zamanda tüketmektedir. Tarım toplumlarında insanlar ihtiyaçları kadar üretirken, sanayileşmeyle birlikte üretim artmış, tüketim ise gereksinimleri gidermekten ziyade sembol ve gösterge haline dönüşmüştür. İnsan günlük yaşamını devam ettirebilmek için çeşitli mal ve hizmet üretmek ve tüketmek durumundadır. Bu ihtiyaçların giderilmesinde temel ihtiyaçlar en önemli olanlarıdır. Sanayi inkılabıyla birlikte kırsal kesimden şehir merkezlerine doğru göçün artması yeni üretim, tüketim ve hizmet biçimlerinin oluşmasına neden olmuştur. Sanayi inkılabı ve aydınlanma düşüncesi ile birlikte insanın tabiata olan bakışı değişmiş, tabiat insanın ihtiyaçlarını gideren bir dost olmaktan çıkarak onun güç ve kudret sahibi olması için artık bir araç haline dönüşmüştür. Bu zihinsel dönüşüm, insanın üretim ve tüketimle ilgili düşünce ve davranışlarını etkilemiştir. Sanayi toplumu ile birlikte ciddi çevre sorunları ve yeni risk çeşitleri ortaya çıkmıştır. Sanayi devrimi tüm insanlığın gözlerini kamaştırmış ve heyecan uyandırmıştır. Eski dinsel mutluluk tezlerinin artık iflas ettiği düşünülerek, yeni bir mutluluk tezi geliştirilmiştir. Bu teze göre, var olan ahlaki ve dini değerlerin geçerliliği kalmamış, artık insan mutluluk tezini kendi eliyle yazacak hale gelmiştir. Öyle ki, insanın çevresine istediği gibi hükmedip, istediği tahribatı yapmasında bundan sonra hiçbir sakınca kalmamıştır. Çünkü yeni mutluluk tezinin mimarı da, muhatabı da insandır. Bu heyecan verici süreç, bir gün sorunsuz bir hayat ve sınırsız bir mutlulukla sonuçlanacaktır. Bu inançla ilerleyen söz konusu sürecin sonunda ortaya çıkan şey, ne yazık ki tam bir hayal kırıklığı olmuştur. Belki teknoloji sayesinde günlük hayat daha da kolaylaşmış, ama tam hiçbir engel olmaksızın mutlu olunacağı düşünülürken, başka sorunlar ortaya çıkmıştır.5 XX. yüzyılda yaşanan bu teknolojik gelişmeler ve sanayileşme ile kentleşme ve nüfus artışı, insanın doğa üzerindeki baskısını tehlikeli boyutlara taşımıştır. XX. yüzyılın sonuna doğru toplumlar çevreyle olan ilişkilerinden kaynaklanan bir dizi sorunla karşı karşıya kaldıklarının bilincine varmaya başlamışlardır. Dünyadaki endüstrileşme ile birlikte insanoğlunun ulaştığı refah seviyesi bugün herkesin şikâyette bulunduğu çevre sorunlarını da beraberinde getirmiştir. Şu bir gerçek ki gereğinden çok tüketen yani israf eden daha çok atık madde çıkarmakta, çevreyi daha fazla kirletmektedir. Bu nedenle "çoğu endüstrileşmiş ülke giderek daha fazla zenginleşmekte ve onların "enerji" ve "yenilenmeyen" kaynak tüketimi her zamankinden daha büyük bir hızla artmaktadır. Gelişmekte olan ülkeler de şayet gelişmiş ülkelerin yaptığı oranda çöp, atık ve pislik hâsıl etselerdi ve atmosferi kirletselerdi bugün yeryüzü yaşanmaz hale gelirdi. Eğer çevrenin korunması konusundaki duyarsızlık böyle devam edecek olursa büyük bir olasılıkla insanlık daha birçok felaketle karşılaşacaktır. 5 Prof. Dr. M. Doğan KARACOŞKUN (Gaziantep Üniversitesi Rektörü) 7 Bütün bu sorunların kaynağında ne vardır? Bunları kim ortaya çıkarmaktadır ve neden kaynaklanmaktadır? Hiç şüphesiz ki bu sorunların kaynağında insan vardır. İnsan kendi eliyle ve eylemleriyle hem karada, hem denizde, hem de havada düzeni bozarak yeryüzünü fesada uğratmakta, ekili ve dikili alanları tahrip edip, nesilleri bozmaktadır. Günümüzde gittikçe artan bu çevre sorunları, insan-çevre ilişkilerini yeniden ele almayı gerekli kılmıştır. Çevreyi kirletip tahrip etmeye neden olan birçok maddi ve manevi unsurlar vardır. Genel olarak bunlar: Cehalet, düşmanlık, ilgisizlik, bencillik ve israftır. Bu bağlamda gerçekten de israf ve aşırı tüketim, hesapsızca harcamalar çevre kirliliğini artırmakta mıdır? Eğer artırıyorsa böylesi ahlak-dışı, kötü huyun önüne nasıl geçilir? Bu konuda hangi tedbirler alınabilir, ne gibi çözümler üretilebilir? gibi sorulara cevap aranmalıdır. Tüketim Kültürü Tüketim, mal ve hizmetlerin insan isteklerini gidermek üzere son kez kullanılışıdır. Başka bir ifadeyle tüketim, “belirli bir ihtiyacımızı tatmin etmek için bir ürünü veya hizmeti edinme, sahiplenme, kullanma ya da yok etme” olarak tanımlanabilir. Tüketim olgusu sadece ekonomik ve yararcılık temelinde değil, bunun yanında gösterge, sembol ve işaretleri de içine alan sosyal ve kültürel bir olgu olarak görülmektedir. Tüketim kültürü kavramı farklı anlamlarda kullanılsa da genel olarak iki anlamda kullanılır. Birincisi, üretilen ürün ve hizmetlerin tüketiciye ulaştırılmasında kültürün baskın hale gelmesini anlatmak amacıyla kullanılır. İkincisi ise, bireysel beğenileri, sosyal değerleri ve tüketicilerin yaşam tarzlarını ifade etmek amacıyla kullanılan bir kavramdır. Gerçekte tüketim kültürü, “tüketicilerin çoğunlukla faydacı olmayan, statü arama, başkalarıyla arasında fark meydana getirme ve yenilik arama gibi amaçlarla mal ve hizmetleri tutkuyla arzuladıkları, peşine düştükleri, elde etmeye çalıştıkları bir kültüre karşılık gelir”. Tüketim, modern toplumlarda daha çok toplumsal statünün ve kimliğin bir göstergesi haline gelmiş; kitle iletişim araçları tarafından sunulan moda ürünler ve yeni yaşam tarzları bu eğilimi meşrulaştıran araçlar olmuşlardır. Bu süreçte özellikle gençler, kitle iletişim araçları vasıtasıyla tüketicilere ulaştırılan ürünlerden ve hizmetlerden en çok etkilenen toplumsal kesimi oluşturmuştur. Kapitalist sistemde tüketim önemlidir. Sistemin devamı açısından özellikle mal ve hizmetin çeşitliliği ve sürekli tüketimi hayati öneme sahiptir. Bundan dolayı tüketimi sürekli artırmak ve canlı tutmak için çeşitli faaliyetler yapılır. Kentleşme, kitle iletişim araçları, reklamlar, moda, alışveriş mekânları tüketim kültürünü yaygınlaştıran faktörler olarak karşımıza çıkmaktadır. ‘Ne kadar üretir ve tüketirsem o kadar çok mutlu olurum’ düşüncesi ve sırf maddi tüketime endeksli yaşam tarzı; günümüz insanını huzursuz etmiştir. Nitekim yapılan çalışmalar tüketim çılgınlığı ve mutluluk arasındaki paradoksu göstermesi açısında önemlidir. Normalin üzerinde servet ve tüketimin insanların daha tatminkâr yapamaması, tüketime yönelik yaklaşımımızı yeniden değerlendirmemiz için en etkili nedenlerden biri olabilir. Günümüzde; çevre kirliliği ve ekolojik dengenin bozulmasında temel sebep, kapitalizmin açığa çıkarmış olduğu tüketim çılgınlığı ve doğal kaynakların tahrip edilmesi 8 olarak görülmektedir. Aşırı tüketim –israf- modern yaşam biçiminin neredeyse tüm alanlarını kapsamış durumdadır. İsraf; elde bulunan kaynak ve imkânların yersiz, ölçüsüz ve hesapsız kullanılmasıdır. Sade yaşamın güzelliğini kaybetmesi ve toplumun sürekli tüketime yöneltilmesiyle birlikte üç sosyal hastalık kendini göstermiştir. Bu hastalıklar aile de ve ülke de ekonominin çöküşünün görünmeyen psiko-sosyal nedenidir. Bunlar; “hedonizm, egoizm ve komfortizm” hastalıkları olup zevkçiliği, bencilliği ve kişisel rahatı yücelten bireylerin çoğunlukta olduğu hiçbir aile mutlu olamaz, hiçbir kurum devam edemez ve hiçbir toplum ayakta kalamaz. İsraf ekonomisinin tabii bir sonucu olan tüketim hırsı, korkunç bir şekilde her şeyi yiyip bitirmekte, geriye sadece altından kalkılmaz atık ve enkaz yığınları kalmaktadır. Özellikle Büyük Sanayi Devrimiyle Batı kültürü, doğadaki tüm değerleri üretim, pazarlama ve tüketim döngüsüne yerleştirmeye yönelmiştir. Buna bağlı olan mevcut ekonomik anlayışlar ise hızlı büyüme uğruna sürekli tüketim toplumu oluşturmaktadır. Ekonomik canlılığın devamını sağlamak için de sürekli üretim-tüketim döngüsünü korumak istemektedir. Bunun için de reklâmlar yoluyla kitlelere sürekli yeni ihtiyaçların ortaya çıktığı hissi uyandırılır ve yeni harcama kalemleri oluşturulur. Daha sonra da halka hissettirilen ihtiyaçlar rekabetçi üretim süreçleriyle hızla karşılanmaya çalışılır. Bu kısırdöngü tekrarlandıkça daha fazla üretim, daha fazla tüketim sürekli teşvik edilir. Sonuçta bu hızla tabii kaynaklar yetersiz kalır, dayanamaz olur. Burada insanın aklına gelen bir soru da; tüketim, çevre sorunları ve nüfus artışı üçgeni içinde yer alan nüfusun, israf ve tüketim çılgınlığının, çevre sorunları ve kirliliğinin neresinde ve ne kadar yer almakta olduğu sorusudur. Bu nüfus artışı, kemiyeti ifade eden bir nüfus artışı mıdır? Yoksa keyfiyeti ifade eden bir nüfus artışı mıdır? Yani Afrikalı biri mi çevreyi daha çok kirletmektedir? Yoksa Avrupalı, Amerikalı biri mi? Çevre kirliliğinin en önemli nedenlerinden biri olan israf ve tüketim çılgınlığı gelişmiş ülkeler de mi daha çok, yoksa geri kalmış ülkeler de mi? Yine "İnsan için rahat mı, yoksa huzur mu daha önemlidir?" sorularını akla getirmektedir. 6 Bütün bu soruların cevabı aşağıdaki istatistiki bilgide mevcuttur. Dünya nüfusunun %23’ünü oluşturan Gelişmiş Ülkeler, doğal kaynakların %85‘ni, dünya enerjisinin %70’ini, metallerin %75’ini, besinlerin %60’ını kullanmaktadır. Barry Commoner de The Closing Circle (1971) adlı çalışmasında asıl sorunun nüfus artışının kendisinde olmadığını; sorunun sanayi toplumlarına özgü tüketime dayalı yaşam biçimlerinde olduğunu ileri sürmektedir. Yazar, çevre sorunlarının piyasa ekonomisinin bir başarısızlığı olduğu ve tüketim toplumunun doğayı tahrip ettiğini ileri sürmektedir.7 6 Hüsamettin ERDEM ( Prof. Dr., Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi - İSRAF, TÜKETİM ÇILGINLIĞI VE ÇEVRE KİRLİLİĞİ) 7 Dr. Hasan Yücel BAŞDEMİR - KÜRESEL ISINMA VE ÇEVRE AHLAKI - ÇEVRE VE DİN ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİ METİNLERİ CİLT 2 9 ÇEVRE SORUNLARININ ÇÖZÜMÜ Çevre Sorunlarının Çözümü İçin Hukukî Yaklaşım İnsan ve doğa ilişkisi birbirinden bağımsız bir ilişki değil, iç içe bir birlikteliktir. Doğa olmadan yaşamın değil devamı, bizatihi kendisi mümkün değildir. Doğanın korunması için ulusal ve uluslararası yasal düzenlemeler, ilke ve kurallar konulmaya başlanmıştır. Çevre hukuku diyebileceğimiz bu alan oldukça genç bir hukuk dalıdır. Ne var ki hukuki düzenlemeler çevreyi korumaya yetmeyecektir. Bir fiilin hukuken bir anlam kazanabilmesi için icra edilmesi gerekir. Hukuk eylem icra edildikten sonra devreye girer ve kanunilik ilkesi gereği önceden belirlenen cezai yaptırımın uygulanması söz konusu olur. Cezai yaptırımların gelişim süreci ise cismen ezadan hürriyeti bağlayıcı cezaya, oradan da maddi (parasal) yaptırımlara doğru çevrilmektedir. Bunun sonucu olarak çevrenin korunması için ahlaken donanımlı bireyler yetiştirilmedikçe, bir diğer deyişle çevrenin insanda ahlaki bir değer olarak yer etmesi sağlanmadıkça, hukukun öngördüğü yaptırımı göze alan ya da mevzuattaki boşluğu yakalayan, ya da an itibariyle hukukun tespit edemediği insan çevreye zarar vermeye devam edecektir. Hukuk felsefesinde hukukun kaynağı tartışmaların kaynağı olmuştur. Kelsen'e göre de anayasa dahil tüm normlar geçerliliğini temel bir normdan alır. Temel normun geçerliliği ise siyaset, ahlak ve dine dayanır. Genel kabul gören görüşe göre; hukukun kaynağı, toplum vicdanı, halk şuuru, ahlak, din gibi evrensel değerlerdir. Hukukun küreselleşmesi, ahlak kurallarının hukuk kuralları karşısındaki konumunu daha da geriletirken önemini ve önceliğini daha çok hissettirmeye başlamıştır. O kadar ki ahlak, hukuk normu oluşturulurken devreye girmek durumundadır. Ahlaktan yoksun bir hukuk kuralı ne denli hakkaniyet unsuru taşıyabilir? Ahlak kurallarına aykırı davranılması durumunda toplumsal kınanabilirlik dışında bir yaptırımla karşılaşılmayacağı, kişinin bu kınanabilirliği umursamaması durumunda ahlak kurallarının bir anlamı olmayacağı, bu sebeple hukuken yaptırıma bağlanmış bir kuralın daha etkili olacağı sürekli olarak ifade edilmiştir. Oysa ahlak kurallarının kişiye bir yaptırım uygulamak gibi amacı zaten yoktur. Ahlak kurallarının asıl işlevi, gerçekleştirmek istediği erdemin, herhangi bir zorlama ve yaptırım olmaksızın kişi tarafından kendiliğinden benimsenmesi ve yaptırım tehdidi olmasa bile erdemli davranışın sergilenmesidir. “Ne irfandır veren ahlaka yükseklik ne vicdandır.’’ Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.” Ahlaktan yoksun modern ceza anlayışı, özellikle çevrenin korunması için son derece yetersizdir. Hukuk kurallarıyla korunmaya çalışılan çevre; hukuk kuralı, ahlak unsuru içermediği müddetçe materyalizmin yeni bir faaliyet sahası olmaktan öte geçmeyecektir. 10 Çevre hukuku, oluşan yeni durumlar ve koyduğu ilke ve kuralları bir şekilde dolananlar için yeni çareleri ve kriterleri iş işten geçtikten sonra düşünmeye başlayadursun, ahlak; insanlık tarihiyle birlikte var olan ilke ve değerlere dönüş bekliyor.8 Çevre Sorunlarının Çözümüne Ahlâkî Yaklaşım Çevre sorunları ve özellikle de küresel ısınma; başlangıçta teknolojik gelişmelerin ve aşırı sanayileşmenin sonucu olarak algılanmış, bu sorunun aslında bir insan ve ahlak sorunu olduğu gözden kaçırılmıştır. Daha sonraları çevre sorunlarının küresel bir hal almasıyla aslında karşılaşılan sorunun bir insan ve ahlak sorunu olduğu, yaşanan durumun bir sonuç olduğu değerlendirilmeye başlanmıştır. Günümüz itibariyle ise genelde çevre sorunları özelde de küresel ısınmada insanın en önemli unsur olduğu kabul edilmiş durumdadır. 2009 yılında yayınlanan Birleşmiş Milletler Çevre Raporu küresel ısınmada insan faktörünün etkisini %90 olarak belirtmiştir. Çevre sorunlarının başlıca aktörü insan olmakla beraber söz konusu sorunları en fazla hisseden ve sonuçlarından en fazla etkilenen de insan olmaktadır. Teknoloji kirliliği, enformasyon kirliliği, yerel kültürlerin yok oluşu, fakirlik ve sefaletin artan yükselişi, varlıklı olanlarla fakir olanlar arasındaki farkın gittikçe büyümesi, artan silahlanma oranları, kirli bilim, toprağın verimliliğindeki düşüş ve artan çölleşme oranları, yerel kültürlerin hızla yok oluşu vb. birçok problem, tüm farklılıklarına rağmen insan ve ahlak sorununun sonucudurlar.9 Ahlak dinamik bir tecrübedir. Ahlaki hayat sürekli akan bir su gibi, yeni durumlar, fırsatlar ve yetenekler ortaya çıkarmakta, küçük ve büyük olduğuna bakılmaksızın sürekli karar vermemizi gerektirmektedir. İnsanlık tecrübesinin ortaya çıkardığı çevre sorunları, yeni ahlaki sorumluluklarımızı nasıl yerine getireceğimiz sorusunu gündeme getirmektedir. İnsanın çevreye nasıl bir statü verdiği sorusu, insanın çevreyle kurduğu ahlaki ilişkinin belirlenmesinde merkezi düzeyde bir öneme sahiptir. Çevreye niteliksel olarak nasıl bir değer atfettiğimiz çok önemlidir. Çevrenin araçsal bir değere mi, yoksa araçsal olmayan içsel bir değere mi sahip olduğu sorusuna verilen cevap bizim çevreyle kurduğumuz ilişkinin doğasını belirlemektedir. Çevreye araçsal değer olarak yaklaşmak, ona, başka amaçları gerçekleştirmenin bir aracı olarak bakmak sonucunu doğurmaktadır. Çevrenin bizatihi kendisinin bir değer olduğunu düşünmek ise, çevreye başka amaçların gerçekleştirilmesine yarayan bir araç olarak bakmamak anlamına gelmektedir. Bir şeyin bizatihi değer olarak görülmesi, bireye onu korumak ve ona zarar vermemek şeklinde moral bir sorumluluk ve görev yüklemektedir. Doğa ve insan arasında karşılıklı ve bütünleyici bir ilişki vardır. İnsan doğaya, doğa insana feda edilemez. İkisi birbiri uğruna yok olamaz, ancak birbirleri içinde var olurlar. Bütün insanların şu soru üzerinde derinliğine düşünmesi gerekmektedir: Canlılar topluluğu içinde benim yerim nedir? İnsanın, çevreyle işbirliği içinde olması ve ona karşı özel sorumlulukları olduğunu unutmaması gerekir. Canlıları bilmek ve ihtiyaçlarının farkına derinliğine ve yeterli bir şekilde varmak önemlidir. Ahlak, insanı aşmakta ve insanın ötesindeki varlıkları da kapsamaktadır. Bütün canlı organizmalara ve yapılara karşı insan, sorumluluk ve ahlakla donanmalıdır. 8 9 Av. Doğan KARAOĞLAN (ÇEVRE HUKUKLA DEĞİL AHLAKLA KORUNUR) Prof. Dr. M. Doğan KARACOŞKUN (Gaziantep Üniversitesi Rektörü) 11 Günümüzde insan, tabiata hükmetme ilişkisi geliştirmiştir. İnsanın tabiatın efendisi olma gibi bir pozisyonu ve ona hükmetme şeklinde bir ayrıcalığı yoktur. İnsan, tabiatla üstünlük değil, eşitlik ilişkisi kurmalıdır. İnsanın gayri adil olarak tabiat ve çevreyi tüketme hakkı yoktur. Bütün canlıların iyiliği ve refahı için insanın kendisini sınırlamayı öğrenmesi gerekmektedir. Çevre krizini çözecek veya derinleştirecek olan insani veya gayri-insanî davranışlarımızdır. Çevre konusunda duygularımızın ve maneviyatımızın yeniden inşa edilmesi gerekmektedir. Günümüzde insanlar, ahlaktan çok güdülerine ve arzularına cevap vermektedirler. İnsan hayatında güdülerin ve arzuların yeri, işlevi ve etkisi önemlidir. İnsanın güdülerini ve arzularını sınırlamayı öğrenmesi gerekmektedir Gelecek nesillere karşı sorumluluğumuz, onlara insani ihtiyaçlarını ve hayatlarını devam ettirebilecekleri bir çevre bırakmaktır. İnsanın ötesine giden ve ahlaki duruşu bütün canlılara teşmil eden bir ahlaka ihtiyaç vardır. Bunun için insanın bencil ve dar çıkarlarının ötesine gitmesi gerekmektedir. Bu sebeple insanın çevreye ve içinde yaşayanlara saygı ile yaklaşması gerekmektedir. Doğaya insanın müdahalesi aşırıdır. Doğanın insanın müdahalesinden korunması gerekmektedir. Çevre krizi insanın modern dönemde yaşadığı derin bir krizin sonucudur. Modern insan ve toplumlar, kendilerine ve kutsala yabancılaşmalarının sonucu olarak doğaya yabancılaşmışlardır. İnsanın özgürlüğü teknoloji yardımıyla doğayı boyunduruk altına almakla gerçekleşemez. İnsan doğayla bütünleştiği ölçüde özgürleşir ve insanlaşır. İnsan ve doğayı birbirinden ayıran bölücü yaklaşım terk edilmeli, insan-doğa bütünlüğü esas alınmalıdır. Pozitivizm, çevreyi tahrip eden bir felsefedir. Tabiata azgınlaşmışçasına saldıran bir fıtrat, hem insanlığa hem de çevreye yabancıdır. Doğa üzerine tefekkür ederek, insan kendini inşa edebilir. İnsanın duygusal ve manevi olarak doğa ile ilişki kurmaya ihtiyacı vardır. Duygu ve manevi temelli bir ilişki, insanın merkezine Allah’ı ve O’nun ayetleri olan doğayı yerleştirecektir.10 O halde, çevre sorunlarının temelinde insanın inanç ve düşünce dünyasındaki değişimin yer aldığı bilinmektedir. Çevre sorunlarına sadece teknolojik çözümler aramak yeterli değildir. Bunun yanında kirliliği önlemede toplumların inanç ve düşünceleri de dikkate alınmalı, bu doğrultuda çevre sorunlarının çözümüne yönelik çalışmalar yapılmalı ve projeler geliştirilmelidir. Bireylerin ve toplumların inanç dünyasını ve değer yargılarını göz önünde bulundurarak tüketim kültüründen uzaklaşması için bu değerlerin harekete geçirilmesi gerekmektedir.11 Çevre sorunlarını çözmek için öncelikle insanımıza, manevi ve vicdani sorumluluk bilinci, dünya ve ahiret dengesini kurması gerektiği ve ebedi hayat inancı, yani ferdî çıkarlarıyla ve maddi değerlerini mutlaka manevi değerlerle bütünleştirmesi gerektiği bilinci verilmelidir. O halde, önce insanın kendisini temizlemesi ve düzeltmesi gerekmektedir. O, temizlenmeden hiç bir şey düzelmez; işe önce kişinin kendisinden başlaması gerekir. 10 Bilal SAMBUR ( Prof. Dr., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi - ÇEVREDE BÜYÜK PARADİGMA DEĞİŞİKLİĞİ: TEO-ANTROPO-EKOSENTRİK YAKLAŞIM) 11 Hüsamettin ERDEM ( Prof. Dr., Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi - İSRAF, TÜKETİM ÇILGINLIĞI VE ÇEVRE KİRLİLİĞİ) 12 Dinî kaynakların çevre konusu hakkında söylediklerini, ahlaki öğretilerinin insan üzerindeki etkilerini ve bunda din eğitiminin rolünü ve önemini ortaya koymak, insanların bu hususlarda daha duyarlı davranmasına yardımcı olacaktır. Din ve onun öğretileri insan davranışlarını ve çevresiyle olan ilişkilerini direkt etkileyecektir. İSLAM’IN ÇEVRE TASAVVURU VE İSLAM PERSPEKTİFİNDEN ÇEVRE SORUNLARI MODERN İSLAM’IN ÇEVRE TASAVVURU İnsan-Çevre ilişkilerini izah noktasında kullanılan Thomas Kuhn’a ait paradigmatik modele göre her toplumun egemen bir dünya görüşü vardır ve bu görüş tabiat ile olan ilişkilerini şekillendirir ve meşrulaştırır.12 İslam toplumu kendi dünya görüşünü Kur’ani bilgiler ve Nebevî ölçülere göre belirler. Dolayısıyla onun çevre ile olan ilişkilerini de yine bu iki esas belirler. Buna göre kainat, onu var eden Allah’ın varlık ve kudretinin delili olarak yaratılmış, Rûm suresi 24 ve 25. Ayet-i kerimeler de bu duruma delil gösterilmiştir. Şöyle der Allah Teâlâ: “Size bir korku ve (yağmur) ümidi vermek için şimşeği göstermesi, gökten yağmur indirip onunla ölümünden sonra yeri diriltmesi de, O’nun (kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda akıl erdirecek bir toplum için elbette ibretler vardır. Göğün ve yerin O’nun emriyle (bu şekilde) durması, O’nun (kudretinin) delillerindendir. Canlı ve şuurlu varlıklar âleminin bir parçası olan insan bu alemin etkilenen ve etkileyen bir parçasından ibarettir.13 Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Kainat çeşitli ve farklı unsurlardan meydana gelmiş olsa da her mahluk ve canlı ilahi bir bütünlük arz eder: “Yerde hareket eden hiçbir hayvan ve (havada) kanatlarıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki (yaratılış ve yaşayışta) sizin gibi bir toplum teşkil etmesinler. Kitab’da biz, hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (onların hepsi), ancak Rablerinin huzuruna toplanacaklardır.”14 " (Allah) yeryüzünü canlılar için yayıp döşedi."15 ayeti Allah’ın yeryüzünü bütün canlılar için en uygun ve mükemmel biçimde yarattığını ifade etmektedir. İslam düşünürlerinin büyük bir kısmı “dünya olabilecek âlemlerin en mükemmelidir görüşüne kabul ederler. 16 Kainat belli bir gaye için belli nizam ve kurallara göre tüm canlılar için elverişli biçimde yaratılmıştır ki buna Sünnetullah denilir.17 Allah’ın yaratma ve yönetmesinde ezelden süregelen ve değişmeyen kurallar gereğince gereği varlıklar ne için gönderildiklerinin bilincindedir.18 Mükemmel bir surette ve düzen içinde yaratılmış bu alem kemal ve mükemmelliğini, onu yöneten ve nizama koyan Yaratıcısının hususiyetlerinden almaktadır.19 İnsan, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak yaratılmış ve Onun mahlûkuna halife tayin edilmiştir. İslam yönetim anlayışında devlet, vatandaşlarını, topraklarında bulunan canlıMuammer Tuna, “Çevre Sosyolojisinin ortaya Çıkışı ve Çevre Toplum İlişkilerinin Tarihsel Evrimi”, Çevre Sosyolojisi, Eskişehir: AÜ. Yay., 2012, s. 9. 13 Hür Mahmut Yücer-Sinan Yılmaz, “Şeriat ve Tasavvuf Bağlamında Din-Çevre İlişkisi Üzerine bir Değerlendirme”, TKSAD, Karabük: KÜ, 2012, s. 327. 14 En’am 6/38. 15 Rahman 55/10. 16 Mehmet Dalkılıç, “İslam Düşünürlerinin Alem Görüşü”, Uluslar Arası Çevre ve Din Sempozyumu Bildiriler Kitabı, İstanbul: İÜ, 2008, II, s. 1. 17 İlyas Çelebi, “Sünnetullah”, DİA, İstanbul: TDV, XXXVIII, s. 159. 18 Yücer- Yılmaz, age., s. 327. 19 Dalkılıç, age., s.7. 12 13 cansız varlıklar ile insan yapısı çevreyi temsil ederek, canlı-cansız doğa ile insan yapısı çevre unsurlarının varlığını sadece insan için ve onun hatırına değil, bizatihi kendiliğinden hak sahibi kabul etmelidir. Kur'an: " Göklerde ne var, yerde ne varsa, hepsini (Allah), kendi (lütfu)ndan sizin istifadenize verdi. Şüphesiz bunda düşünecek bir toplum için elbette ibretler vardır."20 ayetinde beyan olunduğu üzere yaratılmışların bir lütuf olarak insana sunulduğunu söylemesinin yanında insanın gerçekte bir "emanetçi" olduğunu da beyan etmektedir: " Doğrusu biz emaneti (emir ve yasakları) yerine getirme sorumluluğunu göklere, yere ve dağlara arz (ve teklif) ettik de (onlar) bunu yüklenmekten kaçındılar ve on(un getireceği sorumluluk)tan korktular da onu insan yüklendi. (Eğer bunun gereğini yapmaktan kaçınırsa) cidden o çok zalim, çok cahil (demek)tir.”21 Yeryüzünde karışıklığa ve kaosa sebep olabilecek potansiyele sahip olduğu yukarıdaki ayette belirtilmiş olan insan bozgunculuk yapmaktan, düzeni bozmaktan, zarar verip fesat çıkarmaktan men edilmiştir. Bu sayılanların tamamına tabiata karşı işlenecek her kusur dahil edilmiştir. Müslümanlar (İman, ahlâk ve ilâhî adaletle belirli bir) düzen sağlandıktan sonra (bunlardan saparak) yeryüzünde bozgunculuk yapmayın,!"22 ayetinden hareketle çevre denilen olgunun insandan topluma, hayvandan bitkiye, kaynaklarından kurallarına kadar bütün unsurlarını zarar vermeden koruma emrini almıştır. İslam’ın çevre anlayışı önce tahrip eden sonra onaran kapitalist düşünceden farklı bir istikamet çizer. Kur’ anı anlayış, varlıklar âleminden düzeni bozmayacak şekilde, gerektiği ölçüde ve miktarda faydalanmayı mümkün görür. Hz. Peygamber (a.s) tabiatın hiçbir şart ve durumda tahrip edilmesine müsaade etmez. Onun Râfi’ b. Amr çocukken karnını doyurmak için Ensar’dan birisinin hurma ağacını taşlayınca, Hz. Peygamber (a.s) ona son derece şefkatli bir üslupla “Evladım, ağaçları taşlama, dibine düşenleri al, ye!23 Sözleri makul dahi olsa ferdi veya toplumsal hiçbir ihtiyaç durumunun tabiatı tahribe ruhsatı yoktur. İnsanın ihtiyaç ve iyiliği için tabiat ve “kaynaklar” denilen istifadeye açık bileşenler feda edilemez. Bu durum doğrudan bir hak ihlalidir. Endüstriyel toplumda çevrecilik, çevrenin korunmasını, insanın da bu korunmuş çevrede fiziksel ve ruhsal olarak dengeli ve sağlıklı biçimde yaşaması anlamına gelir. Modern toplumların nihayet ulaştıkları çevre anlayışı ise tabiat ile iç içe geçmiş bütüncül bir yaşam biçimini ifade eder.24 İslam dininin en büyük uygulayıcısı olan Allah resulünün iki sözü İslam’ın tabiat ile olan irtibat ve ilişkisini izah eder niteliktedir: İlki “Uhud Bizi Sever, Biz de Uhud'u Severiz”25 meşhur hadisidir. Bu hadis İslam dininin çevrecilik anlayışının insan merkezli bir çevreci anlayış olmadığını, her iki varlığın birbirleri için ifade ettiği değere işaret eder. Fayda ve zarar üzerinden yürütülen pek çok çevre anlayışı bu “sevgi” seviyesinde ifade edilmemiştir. Müslümanlar tabiata sevgi ile bağlıdırlar. Bu sevgi hem ona verdikleri değerden hem de onu Yaratan’a duydukları sevgi ve hürmetin tezahüründendir. İkincisi “Yeryüzü bana mescid kılındı!” hadis-i şerifidir. Bu söz ise insanın kulluk kutsallığından kendisini arındırdı kabul edilmiş, ibadet mekânına göstereceği bütün özen ve titizliği yeryüzüne ve içindekilere göstermesi, kutsallık atfetmesi sağlanmıştır. 26 Mescit 20 Casiye 45/13. Ahzab 33/72. 22 Araf 7/56-85. 23 Tirmizi, Buyu’, 54. 24 Muammer Tuna, “Çevreciliğin Teorik Temelleri”, Çevre Sosyolojisi, Eskişehir: AÜ. Yay., 2012, s. 29. 25 Buhârî, Cihad, 71 26 Mehmet Atalay, “İslam ve Çevre Pisikolojisi”, Çevre ve Din Sempozyumu, İstanbul: Yalın Yay, 2008, I, s. 186. 21 14 temizlik demektir, mescit kabul edilen yeryüzünün mescit seviyesinde temizliği ve korunması da bu kabulün getirdiği bir zorunluluktur. Modern Hukukun çevre ile ilgili iki temel hususundan bahsedilir: 1- Çevre insan eliyle kirletilmektedir. 2- Kirlenen çevre temizlenmelidir. Bu iki unsuru dikkate alarak İslam çevre hukukunu “Çevrenin kullanılması, temiz tutulması, kirlenmekten korunması ve kirlenen çevrenin temizlenmesi gayesiyle alınan tedbirleri düzenleyen hukuk kaidelerinin tümü” olarak tanımlamak mümkündür.27 İslam düşüncesinin merkezinde kamu yararı düşüncesi yer almaktadır. Bunun yanında insanlara, eşyalara, canlılara ve cansızlara zarar vermemek ve zarara mani olmak ikinci çok önemli esasıdır.28 Bu husus Resulullah Efendimiz şu hadisinden hareketle belirlenmiştir: “Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yasaktır” Zarar vermemek, zararlıyı bertaraf etmek İslam çevre hukukuna göre yeterli değildir. Ek olarak zararı gidermek, izale etmek de gereklidir. İslam Hukuku çevreye zarar vermeyi yasakladığı gibi çevrenin temizliğini istemek ve emretmenin de İslam’ın en mühim prensiplerinden olan iyiliği emretmek kötülükten nehyetmek çerçevesinde izah eder. Dolayısıyla çevreyi temiz tutmayı emir ve teşvik, insanları da bu zarardan sakındırmak bizzat İslam’ın bu prensibinin bir zorunluluğudur.29 Kurulmuş büyük İslam Devletlerinin neredeyse tamamında göze çarpan, düzenlilik, temizlik, güzele tutkun oluş, yoksulu ve acizi koruma, hayvanlara değer verme ve bakımını üstlenme, ağaçları koruma ve ağaçlandırma çalışmaları İslam dininin arz üzerindeki her varlığa verdiği değeri gözler önüne sermektedir. Ancak tarihi seyir içinde özellikle son birkaç yüzyıldır gerçekleşen dinden uzaklaşma ve gayr-i Müslim toplumlara üstünlük kabulü ile gerçekleşen yakınlaşma, siyasi ve ekonomik güçsüzün güçlüye öykünmesine yol açmıştır. Müslüman ülkeler öz değerlerini unutmuş, güçlenen batı ülkelerinin ihtişamından etkilenerek onları takibe başlamış, sanayileşme ile sınırlı kalacağını zannettikleri bütün bir fikir ve anlayış dünyasını ithal etmişlerdir. Batı düşüncesinin temelinde, tarım toplumuna geçiş ile başlatılan ve Rönesans ile kuvvetlenen, insanın üstünlüğü ve tabiatın bu gücün marifetiyle sömürülmesi görüşü, olduğu gibi değilse de büyük ölçüde özellikle yan etkileri ile birlikte İslam dünyasına girmiştir. İslam topraklarındaki bakımsızlık harabiyet boyutuna o dönemlerde geçmiştir. Nihayet Müslüman ülkeler kendi inanç ve gönül dünyalarına ithal ettikleri sorunlarla çağdaşı ülkeler gibi mücadeleye başlamışlar, bu sorunlara kendi gönül ve kültür dünyalarından çözümler üretmekte aciz kalmışlardır. İSLAM PERSPEKTİFİNDEN MODERN ÇEVRE SORUNLARI Kur’an inancı kişiyi “elinden ve dilinden emine olunan kimse” olarak tarif eder. Ebu Şüreyh’den rivayet edilen bir hadise göre Hz. Peygamber (a.s) (bir kere arka arkaya üç kere yemin ederek) Vallahi iman etmiş olmaz, vallahi îmân etmiş olmaz, vallahi îmân etmiş olmaz! Buyurdu. (Mecliste hazır bulunanlar tarafından): Yâ Resûlallah! Bu iman etmiş olmayan kimdir? diye soruldu. Resûl-i Ekrem: Kim olacak, şu komşusu zulmünden, şerrinden emin olmayan kişi, diye cevap verdi. 30 Bu tarif Müslümanları sadece insanlara değil canlı cansız diğer bütün yaratılmışlara karşı sorumlu ve dikkatli kılar. “Sizden biriniz kendisi için istediğini Müslüman kardeşi için de istemedikçe (kâmil manada) iman etmiş olamaz.”31 Bu hadiste ifade edilen mana gereği mümin sokağını temiz Servet Armağan, İslam’da Çevre ve Korunması, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, 2010, sayı 15., s. 41. Armağan, age., s. 42. Armağan, age., 43. 30 İmam Gazali, İhya-u Ulumi’d-Din, müt. Ali Arslan, İstanbul: Yaylacık Mat., 1973, Kitabu’l-Edeb, Hadis no: 1980. 31 Buhârî, İmân, 7 27 28 29 15 tutmaktan başlayarak, mahallesini, şehrini, ülkesini, dünyasını ve hatta atmosfer dışındaki alanları dahi temiz tutmak anlayışını elde eder. Tüketim ve İsraf İslam toplumsal hayatının en mühim prensiplerinden biri her türlü israftan kaçınmaktır. Bu prensip israfın en sıradan ihtiyaçları da içeren " Ey Âdemoğulları! Her mescit(de yani secde edeceğiniz zaman ve mekân)da ziynet (olan temiz ve güzel elbise)nizi alın (giyinin). Yiyin, için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.!"32 ayet-i kerimesi ile dile getirilir. Tüketim maddelerinin hayvan ve bitkiler dünyasından karşılanan bu ihtiyaçlar bütününe getirilen sınırlama ekosistemi koruyan çok önemli bir katkıdır. Çünkü insanın günlük yiyecek ve içeceklerinin, giyim ve süs eşyalarının tamamı kara ve deniz canlılarından sağlanmaktadır. İslam dini israfı yasaklamakla kara ve denizde, sadece biyotik (canlı) değil; belki abiyotik (cansız) çevreyi de koruma altına almış olmaktadır.33 Raşit Halifelerin ikincisi Hz. Ömer’in "Kişinin her canının çektiğini satın alıp yemesi israf olarak yeter!"34 sözü dikkat çekicidir. Modern toplumun tüketimi teşvik edişi ve bireyi tükettiği ölçüde değerli bulan anlayışı İslam’ın yetecek kadar tüketme prensibi ile örtüşmemektedir. İsrafın gereksiz tüketime, gereksiz ve aşırı tüketimin çevre kirlenmesinden kaynakların israfına kadar pek çok probleme yol açtığı ortadadır. Modern dünya tüketimi özendirerek çevre kirlenmesine, kaynakların hızla tüketilmesine sebep olmaktadır. Oysa Kur ‘ani hayatın israfı yasaklayıp iktisadı teşvik eden prensipleri ile tüketimin azaltılması, üretim aşamasında ortaya çıkan çevre tahribatına yol açan aşamaları bertaraf edeceği gibi, tüketim neticesinde ortaya çıkan atık probleminin de büyük ölçüde azaltılmasını temin edebilir. İhtiyaçtan fazlasını zevk, sefa, gösteriş, itibar gibi nefsanî duyguların tatmini ile tüketmek daha çok kaynak kullanmak, daha çok atık madde üretmek, daha çok kirletmek demektir. Kaynakların giderek azalması alternatif çözümleri düşünülmesini zorunlu kılmaktadır. İsraf, aşırı tüketim ve lüks tüketim sonucu giderek önemi artan kısıtlı ve sınırlı kaynaklar konusu tehlikesi henüz ölçülememiş nükleer güç gibi alanlara yönlenmesine, pek çok canlı türünün ölümüne, ciddi tahribatlara sebep olan zehirli atıkların üretilmesine yol açmaktadır. 35 İslam israf, tüketim kültürünü reddederek problemleri ortaya çıkmadan önleme potansiyeline sahiptir. 36 Ucuz iş gücünün yeni sömürü araçları olarak dünyanın her yerinde yaygınlaştığı bir dönemde aşırı tüketmek ve israf bu sömürüye dolaylı bir katılım anlamını taşımaktadır. Ucuz iş gücünün sömürülmesi konusunun ise göç olgusu ile birlikte düşünülmesi gerekir ki bu da kendi başına yeterince büyük bir problemdir. Bütün bu sayılan problemlere tüketim aşırılığı dolayısıyla sebep olmak, Allah’ın beyan ettiği düzeni bozmak; tabiatın yenilenemez, geri döndürülemez imkânlarını büyük oranda azaltmak gelecek nesillerin haklarını da israf etmek anlamını taşımaktadır.37 Bu da İslam düşüncesine göre başlı başına bir israf ve hak ihlali meselesidir. 32 Araf 7/31. Necdet Çağıl, Kur’an Işığında Çevre Gerçeği ve Çevre Bilinci, EKEV, 2008, sayı 36., s. 28. 34 Çağıl, age. 35 Semra Cerit Mazlum, “Çevrecilik ve Çevre Hareketleri”, Yeni Toplumsal Hareketler, Eskişehir: A.Ü. Yay., 2011., s. 214. 36 En’am 6/141. 37 Hüseyin Akyüz, “Çevre Dostu Bir Elçi: Hz. Muhammed”, Çevre ve Ahlak Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Gaziantep: Gaziantep Üniversitesi, 2014, s. 43. 33 16 Açlık ve Yoksulluk Kaynakların doğru, dengeli ve adaletli kullanılmamasının bir sonucu olarak tabi afetler tabi afetler bile tetiklenebiliyor. Yerel bir sorumsuzluk bütün dünyanın bedeli ödediği bir afete yol açabiliyor. Bu failleri genellikle gelişmiş ülkeler olduğu bilinen bir konudur, sanayileşme ilk olarak bu ülkelerde başlamış çevre ve kaynak sorunları ilk olarak onların gündemlerini işgal etmiş, zararlarını küresel boyuta genişletmişlerdir. Hatta ilk sömürgecilik eylemleri bile kaynak arayışının bir neticesidir. Açlık ve yoksulluk da gelişmiş ülkelerin bir sorumsuzluğu olarak üçüncü dünya ülkelerini etkileyen en önemli sorunlardan biri olarak ortaya çıkmıştır. Üstelik artmakta ve yayılmaktadır, zira sanayileşme, her gün arasına sömüren, kaynakları tüketen, israf eden, kirleten ve bozan yeni ülkeler katarak yoluna devam etmektedir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler gelişmemiş ülkelere oranla çok daha fazla besin ve enerji tüketirler. 38 Üçüncü dünya ülkelerinde yaşayan insanların çoğunun evinde elektrik bile bulunmazken gelişmiş ülkelerin evlerinde ortalama 50 elektrikli araç bulunmaktadır. Gelişmiş ülkelerdeki insanlar aşırı ve dengesiz beslenmekten dolayı sağlık ve kilo sorunları çözebilmek için tonlarca para harcarken, gelişmemiş ülkelerde çocuklar yetersiz beslenme ve açlıktan hayatlarını kaybetmektedir. Ekonomik olarak kaynakları tüketilen, işleyecek ve üretecek sermayeden yoksun olan, eğitim ve gelişim imkânları da bulunmayan ülkeler kısır bir döngünün içine hapsedilmiş durumdadır. İklim değişikliklerinin her türlü sonucundan etkilenen bu ülkeler ormanlarını da ısınma kaynağı olarak kullanıp yok edilmesine yol açmakta, her türlü kurtuluş imkânlarını bilinçsiz ve çaresizce yok etmektedir. İslam böyle bir dengesizliğe göz yummadığı gibi yoksul ve çaresizlere el uzatmayı bireysel ve devletler bazında sorumluluk çerçevesi içine almıştır. İslam inancında mal sahibine dilediği gibi tasarruf hürriyeti verilmez. Zira şahsi menfaatlerinin arkasında içinde yaşadığı cemiyetin menfaatleri vardır.39 Parayı yığmak eğilimini kontrol eden zekât40 müessesesi servetleri görünür kılar ve ilahi bir buyruktur. Herkes malının belirli bir miktarını muhtaç ve yoksullara onların hakkı olarak vermelidir. Yabancı insanlara ait hakkın müminin mülkü arasında bulundurulması yoksulu ötekileştiren modern anlayışın karşısında yer almaktadır. Böylece mümin sadece farkındalık kazandığında değil bu bilince ulaşmadığı durumlarda dahi muhtaç ve yoksullar için “kendinden” bir parçayı ayırmak zorundadır. Zekâtla, yoksul ve güçsüzler, borçlular, köleler, göçe mecbur kalanlar, yeni Müslüman olanların41 tamamı müslümanların sorumluluğuna verilmektedir. Namazla herkesin eşitliği ilkesi, zekâtla da sosyal adalet ve yoksulluğun giderilmesi prensibi öğretilmektedir. 42 Nimetlere şükür bir müslümanın önde gelen vazifesidir. Şükür dil ile yapılabildiği gibi kendisinde var olan her şeyi ona sahip olmayanlarla paylaşmak şükrün bir çeşididir. Sıhhatin şükrü hastayı gözetmektir, tokluğun şükrü açı doyurmaktır, varlığın şükrü yoksulu giydirmektir, ilmin şükrü bilmeyene öğretmektir. Bu bakımdan üçüncü dünya ülkeleri her alanda şükür icra etme sahaları olarak kabul edilebilir, zira bu sorunların hepsine sahip bulunmaktadırlar. Çevrecilik anlayışında daha az tüketmek, daha az enerji harcamak, daha sade yaşamak çözümleri üretilse de İslam’daki ilave “elindeki paylaşmak prensibi” bu çözüme çok büyük bir katkı yapacaktır. Tuna, “Çevreciliğin Teorik Temelleri”, s. 65. Seyyid Kutup, İslam’da Sosyal Adalet, çev. Yaşar Tunagür-Adnan Mansur, İstanbul: Cağaloğlu Yay., 1968, s. 164. 40 Osman Eskicioğlu, Çağdaş Vergi Anlayışının İslam Hukuku Açısından Eleştirisi, Basılmamış Kitap, s. 48, http://www.enfal.de/vergi.pdf, Erişim: 19.05.2014. 41 Eskicioğlu, age., s. 49-50. 42 Eskicioğlu, age., s. 50. 38 39 17 Biyoçeşitlilik - Diğer Canlılar: “Allah güzeldir, güzelliği sever.”43 Hadis-i şerifi bütün İslam düşünce ve hayatına tesir etmiş, bu söz hürmetine İslam güzel sanatları ortaya çıkmıştır. Güzelliğin çevreye tezahürü ise bahçelerdir. Endülüs ve Osmanlı bahçeleri bu sahada değerlendirmeye en layık örneklerdir. Bahçecilik kültürü her toplumun egemen düşüncesine göre gelişmiş sahalardan biridir. Batılı bahçeler günümüzde ülkemizde de benzerleri görüldüğü üzere son derece muntazam bir düzene sahip olduğu gibi mevsimine göre çiçek veren çiçekler ve bitkilerle doludur. İslam mutasavvıfları Rasulullah Efendimizin tavsiyesine uyarak eşyayı yaradılış gayesinin dışında kullanmamaya dikkat etmişlerdir. Bununla birlikte gerekmedikçe hiçbir şeyi ait olduğu yerden bir başka yere nakletmemeye de özen göstermişlerdir.44 İslam dininin bir taşı bile gereksiz yere yerinden oynatmaya müsaade etmemesi müminlerde yerdeki bir çakıl taşını tekmelemekten kaçınmaya kadar varmıştır.45 Sufilerin önderlerinden Bayezid-i Bistamî Hazretlerinden nakledilen şu hadise dikkate şayandır: Bir Hac yolculuğu sırasında Hemedan şehrine uğrayan Beyazıt-ı Bestamî oradan bir çiçek tohumu aldı ve devesine binip Bestam'a geldi. Çiçek tohumunu çıkarmak için torbasını açtığında içine bir kaç karıncanın girmiş olduğunu gördü. Bunları Hemedan’dan getirdiğini düşünerek “Böyle çalışkan bir mahluku vatanından ayırmaya benim hakkım yok.” diyerek, kilometrelerce yolu geri dönerek karıncaları yurtlarına iade etti.46 Osmanlı bahçeleri de dünyaca ünlüdür. Ama onlarda mutlak bir düzenden ziyade tıpkı mimaride görüldüğü gibi ortama ve var olana bir uyum görülür, bu uyumda da büyük bir saygının izleri teşhis edilir. Osmanlı bahçelerinde güller, laleler ve meyve ağaçları ile bezenmiş yerel bitkiler vardır. Havuzlar vardır ama batılı örneklerinde olduğu gibi berrak ve çağıldayan değil, içinde yaşayan canlıların güvenlik ve savunma güdülerini zayıflatmayacak biçimde durgun ve biraz da bulanıktır. Osmanlı bahçeleri bahçe ve avluları ile suyu bol bir yerde kurulmuş, meyve ağaçları ve çiçeklerle dolu, çeşmelerle bezenmiş cennete benzetilerek tasarlanmışlardır. 47 Osmanlıların gül kokusuna ve güle, dolaysıyla gülzârlara olan tutkusu menşeini Peygamber terinin gül koktuğu bilgisine dayandırır. Müslüman bakış açısı güzelleştirmeyi bile güzelleştirilecek olanın tabiatına uygun biçimde yapmayı tercih eder, bozmaz ve yeniden inşa etmez, sadece biçim verir, estetik katar. Tabiatın tabiatına gösterilen bu saygı, ekolojik dengeyi sağlayan biyo çeşitliliğin devamını sağlayan en önemli unsurdur. Zira ekosistemin varlığını sürdürebilmesi barındırdığı bütün canlıların varlığını sürdürebilmesine bağlıdır.48 " (Bak gör) semayı; onu, O yükseltti ve (her şeyde) ölçü (ve denge)yi koydu. (Hak ve adalete ait) ölçüde taşkınlık (haksızlık) etmeyin!"49 ayeti bir ihtar ve tehdit içermektedir. Dengeyi bozmak geri dönüşü mümkün olmayan tahribat ve değişikliğe sebep olabilecektir. Bu sebeple endemik bitki türleri ve nesli tükenen hayvanların varlığı önemlidir. Her bir tükenen cins, Allah’ın yarattığı denge içerisinde kendisine ait yeri terk etmiş demektir. Tabiatı Müslim, İmân, 147. Sema Özdemir, “Sufi Düşünceye Göre Çevre Bilincinin Ontolojik Temelleri”, Çevre ve Ahlak Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Gaziantep: Gaziantep Üniversitesi, 2014, s. 383. 45 Yücer-Yılmaz, age., s. 328. 46 Ferideddin Attar, TEzkiretü’l-Evliya, çev. Süleyman Uludağ, İstanbul: Erdem Yay., 1984, s. 198. 47 Sühendan Arıkan, “Evliya Çelebi Seyahatnamesine Göre İstanbul ve Bursa’daki Bahçe ve Meralar”, Çevre ve Ahlak Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Gaziantep: Gaziantep Üniversitesi, 2014, s. 348. 48 Tuna, “Çevreciliğin Teorik Temelleri”, s. 29. 49 Rahman 55/7-8 43 44 18 zarar görmüş çevre barındırdığı bitki ve hayvan türlerini kaybeder, yeni türler ortaya çıkar. Bu da değiştirilmiş bitki ve canlı dengesi ile fıtratı bozulmuş ve başkalaşmış bir tabiat demektir. Başka bir tabiat başka bir bitki örtüsü başka bir iklim demektir. Kıt Kaynak: Su İklim değişiklikleri, küresel ısınma gibi sorunların da dâhil olduğu birçok karmaşık sebebin yol açtığı kuraklık ve çölleşme İslam’ın duyarlı olduğu konulardandır. İslam soruna sebep olan şartların düzeltilmesinin yanı sıra sınırlı kaynakları doğru kullanma bilinci üzerinde de durur, su tüketimini en aza indirmenin yollarını gösterir. Suyun az bulunduğu bir beldede nazil olan İslam Dini’nin su ile yakın ilişkisi, onu günlük ibadet hayatının bir zorunluluğu sayması dikkat çekicidir. Müslümanlar beş vakit namazlarını su ile abdest alarak kılmalıdırlar, bütün ibadetlerinin kabulü için ise genel bir temizlik olan gusle ihtiyaçları vardır. Buna rağmen suyun dikkatli ve ölçülü harcanması gerekir. Hz. Peygamber (a.s) abdest alırken bile gereğinden fazla su kullanılmasını mekruh saymıştır. Konuyla ilgili olarak nakledilen bir hadis şöyledir: “Sa’d abdest alırken Hz. Peygamber(SAV) çıka geldi. Onun çok su kullanarak abdest aldığını görünce: ‘Bu israf da ne?’ diye müdahale etti. Sa’d’ın: ‘Abdestte israf olur mu?’ diye sorması üzerine Resulullah (SAV) şu açıklamayı yaptı: “Evet, akmakta olan bir nehir kenarında olsanız da.”50 İçme ve kullanım suyunun temizliği meselesi günümüz çevre sorunlarının en önemlilerinden biridir. Dünyada 2 milyar insan temiz içme suyuna erişememektedir.51 Elbette bu insan eli ile yapılmış bir kirliliktir. İçme suyu havzalarında inşa edilen yapılar, havzaların kirletici unsurlardan korunmaması bu sorunun başlıca sebebidir. Esasında bu konu Hz. Peygamber’in (a.s) zamanından su yokluğu sebebiyle bir sorundu. Bu yüzden suyun nasıl ve ne ölçüde kullanılacağına dair pek çok hadis-i şerif varid olmuş, Resulullah bu hususta önemli uyarılar ve kurallar getirmiştir. Hz. Peygamber (a.s) su alınan kuyuların, pislikten korunmasını emretmiş, mesela kuyuların etrafından 25 zira‘lık bir mesafenin (yaklaşık 20 m.) yasak bölge olması gerektiğini belirtilmiştir. Yine bu cümleden olmak üzere, hayvan ağıllarının içme suyu kuyularına 40 zira (yaklaşık 35 m. ) dan daha yakın olmamasını emretmiştir. 52 Ayrıca O, su kaynaklarına, nehir kenarlarına büyük abdest bozmayı; akan ve durgun sulara küçük abdest bozmayı yasaklamıştır. 53 O, kurbanını şehrin içinde ötede beride değil, hayvan kesim yerlerinde (Menhar ve Musallâ) kesilmesini tavsiye etmiştir.54 O dönemin kirletici unsurlarını teker teker sayan, yine o devre ait riskli durumları bertaraf etmeyi emreden Allah Resulünün bu tavsiyelerinden hareketle şunları söylemek mümkündür: Dere, nehir, ırmak veya çay ve benzeri akarsulara; su birikintisi, havuz, gölet, baraj, göl, deniz, okyanus gibi durgun sulara şehir ve sanayii atık sularının akıtılmaması, zorunlu ise arıtıldıktan sonra uygun şartlarda bu kanalların bağlanması gerekir ve bu dinî bir sorumluluktur. 55 Allah Resulünün sınırlamalarında yer altı sularının korunmasının da gerekli olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre sadece insan atıkları ile değil kimyasal üretim ve benzeri yollarla yer üstü ve yer altı sularının kimyevî, radyoaktif ve zehirli maddelerle kirletilmemesi gerekir. Ahmed b. Hanbel, Müsned, haz: Rıfat Oral-Süleyman Sarı, Konya: Ensar Yay., 2003, II, 22 Cemal Zehir, Sorularla Su Problemleri, Gebze İleri teknoloji Enstitüsü e-Bülten, http://www.gyte.edu.tr/ebulten/sayi5/kultur3.htm, Erişim: 19.05.2014. 52 Armağan, age., s. 45. 53 Hüseyin Akyüz, “Çevre Dostu Bir Elçi: Hz. Muhammed”, Çevre ve Ahlak Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Gaziantep: Gaziantep Üniversitesi, 2014, s. 45. 54 Akyüz, age., s. 46. 55 Talat Sakallı, “Hz. Peygamberin Evrensel Mesajındaki Çevre Bilincine Güncel bir Bakış”, Çevre ve Ahlak Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Gaziantep: Gaziantep Üniversitesi, 2014, s. 85. 50 51 19 Kimyevi atıklar gibi ambalajlar da durgun veya akarsuya atılmamalı, yer altı sularını kirlettiği dikkate alınarak toprağa gömülmemelidir. Bu atıkların yakılması hava kirliliğine yol açacağı için özel şartlarda imha yoluna gidilmelidir. Benzeri kirlilik potansiyeline sahip hastane atıklarının da aynı özenle imhası gereklidir. Bahsi geçen kirleticiler hadis-i şerifler kapsamında yer alan su kaynak ve havzalarına yaklaştırılması yasaklanan kirleticilerdir. Çöp depolama tesislerinin, su havzalarına inşa edilmemesini de yine aynı nebevî yasak çerçevesinde değerlendirilmelidir. Zararı suya, havaya, toprağa, insan, hayvan ve bitkilere dokunan, cansız maddeleri bile tahrip eden kimyasal ve nükleer silahların savaş söz konusu olduğunda dahi kullanılması bu nebevî yasak kapsamında ele alınmalıdır.56 Ormansızlaşma-Ağaçlandırma Hz. Peygamberin (a.s) Mekke’den Medine’ye hicreti sadece Müslümanları dönüştürmekle kalmamıştır. Bu göç, Medine için de büyük bir değişimin başlangıcı demektir. Medine bu tarih itibariyle başlayan ağaçlandırma faaliyetleriyle çehresini yeşillendirmiştir. Kendisi ağaç diktiği gibi Müslümanlara da ağaç dikmelerini tavsiye etmiştir. Hürriyetini elde edebilmek için üç yüz-beş yüz fidan dikmek zorunda kalan Selmân-ı Fârisî’ye yardım ederek katıldığı ağaçlandırma faaliyeti tarihte çölde yapılan en kapsamlı ağaç dikme kampanyası kabul edilebilir.57 Medine yakınlarındaki “Zureybu't-Tâvil” ismiyle bilinen alanın ormanlaştırılması için çaba göstermiştir. Hz. Peygamber (a.s), Zûkard Gazvesi’nden dönerken, Zureybut-Tavîl mevkiine gelince, Ensârdan Benî Hârise’ler: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Burası bizim deve ve koyunlarımızın otlağıdır, kadınlarımızın dolaşma için çıktığı yerlerdir’ dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s): ‘Kim buradan bir ağaç kesecek olursa, onun karşılığı olmak üzere bir ağaç diksin!’ diye emretti. Bu emir üzerine ağaçlar dikildi ve bir orman meydana geldi.58 Hz. Peygamber'in (a.s) ağaç dikmeyi ve ziraatı teşvik ettiğine dair pek çok hadis bulunmaktadır. Ayrıca sadece ağaç dikmeyi değil, kesilen ağaçlarına yerine iki misli ağaç dikilmesini şart koşmuştur. Şöyle buyurmuştur: "Hiçbir Müslüman bir meyve fidanı dikmez ki, ondan her yenen; -hatta- kuşların ve canavarların yediği ve birisinin o fidandan noksanlaştırıp aldığı her şey o fidan sahibi için bir sadaka olmasın" buyurmuştur.59 Resulullah Efendimizin sünneti üzere genişleyen mezarlıklara ağaç dikme geleneği neredeyse bütün İslam şehirlerinin en etkili ağaçlandırma faaliyetidir. Yeşilliğin ölülere bile yararı olduğunu bildiren Hz. Peygamber (a.s) bir defasında iki mezar arasından geçerken bir ağaç fidanı istemiş ve onu iki mezarın arasına dikmiştir. Bu davranışının sebebi kendisine sorulduğunda ise, yeşilliğin devam ettiği sürece onların azabının hafifleyeceğini belirtmiştir.60 Zorunluluk durumlarında ağaç kesmek kaçınılmaz olduğunda da Allah Resulünün ifrattan kaçındığı, ancak gerektiği yerlerde ve miktarda ağaç kesilmesine müsaade ettiği görülmektedir. (O hainlik yapan Yahudilerin yurtlarında kendilerine siper edindikleri) herhangi bir hurma ağacını (ne zaman) kestiniz veya onu (kesmeyip) kökleri üzerinde (olduğu gibi) bıraktınızsa, (hep) Allah’ın izniyledir ve (bu izin) yoldan çıkanları rezil etmek içindir. (Yoksa öfke veya keyfinize göre kesemezsiniz.)"61 Bu ayette belirtildiği üzere savaş gibi fevkalade durumlarda bile, ağaçların tamamen değil ancak bir kısmının kesilebilmesi de Allah’ın iznine tabi kılınmaktadır. Sakallı, age., s. 85. Akyüz, age., s. 50. 58 Akyüz, age., s. 53. 59 Müslim, Musagât, 7. 60 Müslim, Taharet, 111. 61 Haşr 59/5. 56 57 20 Kirlilik ve Atık Üretme İslamda esas olan temizliktir ve Allah, pis ve murdar şeyleri haram kılar.62 Bununla birlikte “Allah pâk ve naziftir, pâklık ve nezafeti sever; kerim ve cömerttir, kerem ve cömertliği sever.” 63 Öyle ise Müslümanlar avlularını ve herkesin kullanımına açık boş sahaları temiz tutmalıdır. 64 Temizliği imanın bir parçası kabul eden Resulullah ise kirliliği önleyici türlü tedbirler öne sürmekte ve uyarılarda bulunmaktadır. Zira önemli temizlemek değil kirletmemektir. Günümüzde özellikle ülkemizde çokça görülen “kirli” bir alışkanlık olarak yere gömülmeyen tükürük Allah Resulünün nazarında ümmetinin kötü amellerinden biridir. 65 Yine Hz. Peygamber (a.s) ferdi bir yanlışlığın toplumsal huzura zarar veren boyutuna dikkat çekerek şöyle buyurur: “Lanete uğramışlardan olmaktan sakının” Ashap: “Bunlar da kim, ey Allah’ın Rasulü?” diye sorunca, Resulullah(sav) açıklar: “Halkın gelip geçtiği yollarla, gölgelendikleri (kuytu) yerlerde abdest bozanlardır.”66 Bu çerçevede yolları, parkları, yaşam ve dinlenme alanlarını kirletmek, insanların gelip geçtiği yerlere çöpleri, ambalaj atıklarını bırakmak, insanları rahatsız edecek herhangi bir maddeyi atmak atık olmasa bile men edilmiştir. Hz. Peygamber (a.s) insanların ortak kullanım alanlarının ve yollarının kirletilmesini lanetin bir gerekçesi olarak nitelendirmiştir.67 Kur’an-ı Kerim’de çevreyle ilgili meseleleri içeren, çevreye nasıl muamele edileceğini içeren ve bu manada yol gösterici olan yaklaşık 500 ayet olduğu belirtilmektedir.68 Bunlardan bir tanesi insanın kirleten yönüne dikkat çektiği belirtilen ” O halde (Resûlüm! Bir ön alamet olarak) göğün apaçık bir duman getireceği günü gözetle. (O duman bütün) insanları saracaktır. Bu acıklı bir azaptır.”69 Ayetinin günümüzdeki hava kirliliğini tarif ettiği düşünülmektedir.70 Hz. Peygamberin (a.s) şehircilik görüşlerinden biri olan, Müslümanları inşa edecekleri binanın boyunu, komşusunun binasından daha yüksek yapmama konusundaki uyarısı aslında başka bir amaca da hizmet etmektedir. “İzni olmadıkça binanı onun binasından yüksek yapıp rüzgârına mani olmaman” Hadisinde geçen “rüzgâr” sözcüğünün kapsamını geniş manada düşünülecek olursa kastedilenin hadisten komşunun manzarası ve güneşini engellemeyecek evler inşa etmenin yanında rüzgârın engellenmemesi ve binalar arasında hava akımının sağlanması için yapılmış bir uyarı olduğu görülür.71 Evlerin bahsedildiği biçimde yapılması halinde taze ve temiz havanın dolaşımı sağlanacak, kirli havanın birikmesi ve yığılmasına da engel olunabilecektir. Dolayısıyla İslam canlıların teneffüs ettiği havanın da insan eliyle insanın menfaati doğrultusunda kirletilmesine de karşı çıkar. Müslümanın temizlik fikrine göre kirlilik ister çevre ile alakalı, ister içtimai ve ferdi olsun sakınılması gereken bir derttir. Bu durumu şu hadis-i şerif özetlemektedir: “Allah’ım pislikten ve pislenmekten sana sığınırım.”72 62 Araf, 7/157. İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye, et-Tıb bu’n-Nebevî, çev: Abdülvehhab Öztürk, Ankara: Kahraman Yay., 2013, s. 216. 64 Akyüz, age., s. 44. 65 Müslim, Mesacid, 57. 66 Müslim, Taharet, 68. 67 Müslim, Taharet, 68. 68 E.Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, İstanbul: Şa-To Yay., 2001, s. 21. 69 Duhan 44/ 10-15 70 Armağan, age., s. 46. 71 Akyüz, age, s. 48. 72 Buhari, Vudu, 9. 63 21 Şehircilik Hz. Peygamber’in (a.s) Medine’ye gelişi ile şehrin yapısı da bundan etkilemiştir. Esasında bu etkileşim, daha sonra kurulacak bütün İslam şehirlerinin ana yapısını oluşturacak ilk oluşumdur. Özellikle Cuma namazının bütün cemaati alabilecek büyük mescitlerde kılınması gerekliliği ile insanların bu yapıların etrafında toplanması şehirleşmenin hızlanmasını sağlamıştır.73 Şehrin sosyal, idari ve eğitim merkezleri ise yine mescidler ve camilerdir.74 Şehir kapsamındaki diğer bütün organizasyonlar caminin etrafında şekillenmiştir. İlk İslam şehri olarak Medine daha sonra kurulacak şehirler için bir örnek teşkil etmiştir. İslam mimarisinin de en önemli eserleri ve şehrin sembolleri75 olan mescit ve camii mimarisi “Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, (İslâm’a uygun yaşamak için) Allah’tan başkasından korkmayan kimseler mâmur eder. (Onları yapar, cemaat ve âlimlerle şenlendirir)ler. İşte, onların doğru yola erenlerden olmaları umulur.”76 ayet-i kerimesinin belirttiği mamuriyet ölçüsüne göre inşa edilmişlerdir. Bu ilahi emir ve insana ilka ettiği gönül ve fikir zenginliği dünya mimari tarihinin şaheserlerinin vücuduna vesile olmuştur. İnsani ve ilahî değerler yapı malzemelerine tesir ederek güzelleştirmiş, taşın, toprağın ve ahşabın tesirleri ise insanı dönüştürmüş, böylece mimari toplumu inşa eden fonksiyonunu icra etmiştir.77 İslam şehirlerinin plansız bir yapıya sahip olduğu ve düzensizliğin hâkim olduğu sıklıkla ifade edilir.78 Bu durum İslam düşünürleri tarafından toplumsal ve iktisadi hayata müdahale etmemenin savunulmasından dolayıdır. İslam’ın toplumsal düzenlemelere beşeri müdahaleyi hoş görmemesi bunun ilahi amaca karşı işlenmiş bir cürüm olarak görülmesindendir.79 Şehirlerin insanların birbirlerinin haklarını gözeterek, kendi özgürlük sınırları içinde kalma şartı ile gelişmesi, şehre kendine özgü bir kişilik kazandırmıştır. Izgara modeli ile cetvelle çizilmiş gibi tamamen insan kontrolü ve tahakkümü ile inşa edilmiş şehirlerin en büyük ve görkemlilerinden bile bunu görmek mümkün değildir.80 Müslümanlar tarihleri boyunca kendi inanç ve kültürlerine ve coğrafi yapı ve iklime göre şekillenmiş, tabiata ve inanca tabi olarak özgürleştirilmiş şehirlerde yaşamışlardır. Yeryüzü şekillerini hiçe sayarak, önlerine çıkan dağları, nehirleri, ormanları amansızca yok ederek81 tabiatı nötralize eden82 Protestan benlik ve mekan dili ızgara biçimi83 İslam şehirlerinin kabullenemeyeceği kadar çok müdahale içermektedir. Medine’nin şehirleşmesinde Hz. Peygamber’in (a.s) şehir hayatına dair önerileri belirleyici unsurlar olmuş bu öneriler tarih boyunca İslam şehirlerinde gözlenen niteliklere dönüşmüşlerdir. Resulullah’ın mesken siyasetini fuzulî inşaatın yasak olması prensibi ile başlatmak mümkündür. Şöyle buyurmuştur: “İhtiyaç fazlası her bina, sahibinin üzerinde bir vebaldir.”84 Evlerin niteliği ise herkese yeterli genişlikte bir ev olarak ifade edilebilir.85 Mustafa Demir, Türk İslam Medeniyetlerinde Şehirleşme, İslami Araştırmalar Dergisi, 2003, XVI, sy. 1, s. 158. Halil İnalcık, İstanbul Bir İslam Şehri, çev. İbrahim Kalın, , s. 256. http://www.inalcik.com/images/pdfs/759103iSTANBULBiRiSLAMSEHRi.pdf, Erişim: 20.05.2014. 75 İnalcık, age., s. 248. 76 Tevbe 9/18. 77 Mehmet Yılmaz, İslam’da Mimar ve Şehir, s. 8-10. http://www.derindusunce.org/wpcontent/uploads/2013/09/islamda_mimar_ve_sehir.pdf, Erişim: 20.05.2014. 78 İnalcık, age., s. 252. 79 İnalcık, age., s. 260. 80 Izgara Plan, s. 70, http://anibal.gyte.edu.tr/hebe/AblDrive/73746022/w/Storage/326_2010_2_322_73746022/Homeworks/zgara-plan.pdf, Erişim: 20.05.2014. 81 Izgara Plan, s. 70-71. 82 Izgara Plan, s. 67. 83 Izgara Plan, s. 69. 84 Ebû Dâvud, Edeb 156,157. 73 74 22 Resulullah’ın bu konudaki önerileri de İslam’ın ifrat ve tefrit arası iktisat anlayışını göstermektedir. İhtiyaçtan fazlasını, nicelik ve nitelik bazında hoş karşılamamıştır. İlk İslam şehrinin yolları da Peygamberi önerilerle düzenlenmiş, sokakların yüklü iki devenin karşılaştıklarında birbirlerine değmeden rahatlıkla geçebilecekleri genişlikte (7 zira') olması temin edilmiştir.86 Yol üzerinde bulunan ve insanlara eziyet veren şeylerin de yoldan kaldırılması ve uzaklaştırılması emri ise en bilinen şehircilik kurallarından birdir.87 Bu bağlamda yollara atılmış olan sivri ve kesici maddeleri, araçlara zarar veren maddeleri, taş ve benzeri engelleri yollara koymamak; mükâfatlara nail olma sebebi kabul edilmiştir. Bunun yanında yolları inşa etmekle sorumlu olanların işlerini doğru ve tam olarak yapmamaları, kullanıcıların uygunsuz yer ve biçimde yol kenarlarına araç park etmeleri ve trafik kurallarına riayet etmemeleri gibi uygulamaları da kul hakkına müdahale sayılabilir. Yol kenarlarına oturmak İslam şehri düzeninde men edilmiştir. Hz. Peygamber (a.s) “Yolların kenarlarına oturmaktan sakınınız” buyurdular. Sahabe, “Ey Allah’ın Rasulü!, ihtiyaçlarımızın bir kısmını buralarda görüyoruz, buralarda oturmaktan başka çaremiz yok. Yol kenarları bizim meclislerimiz, oturup sohbet etmek durumunda olduğumuz yerlerimizdir, oralarda biz meselelerimizi görüşürüz” sözleri ile bu konuda izin istediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s): “Mutlaka oturmanız gerekiyorsa, o halde yolun hakkını veriniz” buyurdular. Sahabe “Ya Resulullah, yolun hakkı nedir?” diye sorunca Hz. Peygamber (a.s): “Gözüne sahip olmak (kötü gözle bakmamak, harama bakmamak), halka eziyet vermekten kaçınmak, selam verenin selamını almak, iyiliği emredip kötülüğü yasaklamaktır” buyurdular.88 Bu hadisten yola çıkarak ev ve dükkân sahiplerinin yaya ve vasıtaların geçişini güçleştirecek, yolu daraltacak, trafiği aksatacak şekilde yol kenarlarında oturmaları, yollara eşya koymaları, bir şeyler dökmeleri, inşaat malzemeleri ile geçenleri risk altında bırakmaları gibi şeyler de yol hakkından sayılabilir.89 Hayvanların Korunması: İslam hayvanları her türlü zarardan korumanın ötesinde bir hassasiyete sahiptir. Hayvanlara eziyet etmek de onlara lanet etmek de yasaklanmıştır. Hz. Peygamber (a.s.), bir kadının yolculuk esnasında dişi bir deveye lanet etmesini işitti. Hz. Peygamber (a.s.) ‘hayvana lanet etmeyi bırak’ diyerek o kadını azarladı.90 Bir hayvanın sahibi onu yedirmekle ve o hastalandığında onu tedavi etmekle sorumludur. Bundan dolayı Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “ Allah bir kadını cezalandırdı, çünkü o, bir kediyi açlıktan ölene kadar hapsetmişti. O kadın kediyi ne yedirdi ne de onun kendi yiyeceğini almasına izin verdi.”91 Müslümanların hayvanlara aşırı yük yüklemesi men edilmiştir. Zira Allah insanın bir hayvana acı çektirmesini de yasaklamıştır. İnsan bir hayvanı onun yavrusuna zarar verebilecek tarzda veya zamanda sütünü sağamaz. Bu durum yavruların hakkını ihlaldir. İneği sağacak kişi hayvanın canını yakmamak için tırnaklarını kesmelidir. Arı kovanından bal alan kişi arılara da hak ayırmalı ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmalıdır. Binek olarak kullanılan İbrahim Canan, “Hz. Peygamber’in Mesken Telakkisi”, Şehir ve Yerel Yönetimler, (Ed.: Vecdi Akyüz-Seyfeddin Ünlü), İstanbul, 1996, I, 75. 86 Buhari, Mezalim, 29. 87 Sünen-i Ebû Dâvud, Edeb 159,160; 88 Müslim, Selam, 2. 89 Muhammed Aydın, “Kur’an ve Sünneti Göre İnsanların Bozgunculuklarının Çevreye Etkileri (Çevre Bağlamında Yol Hakkı başlığı ve devamı)”, Çevre ve Din Sempozyumu, İstanbul, 2008, I, 196-201, 90 Mevil Y. İzzeddin, İslamî Ahlak Ve Çevre, Kelam Araştırmaları, 2012, 10:2, s. 325. 91 Buhari, Enbiya, 54 85 23 hayvanların sırtlarında uzun süre beklenilmemesi, fıtrî vazifelerinin dışında kullanılmamaları, dövüştürülmemesi, hayvanların hedef ittihaz edinerek atış yapılmaması da önemle üzerinde durulan konulardır. 92 Bir rivayette Hz. Peygamberin (a.s.) “Rabbim bu adama sor beni boş yere ne diye öldürdü!” 93 dediği bildirilmiştir. Bu hadisten hareketle haksız yere bir hayvanın öldürülmemesi, özellikle eziyet ve işkence ile öldürülmesi yasaklanmış, yüzlerine vurulmaması, zararlı hayvanları öldürürken bile eziyet çektirilmemesi istenmiştir. 94"Kesilene merhamet edene, Allah Kıyamet günü rahmet eder" müjdesini veren Allah Resulü hayvanı keserken bile ona merhamet edilmesini, şefkatli olunmasını emretmiştir. “Koyun, keçi ve diğer hayvanları yemenin dışında bir amaçla kesmeyin, telef etmeyin95 emri ile ancak ihtiyaç miktarınca avlanmaya izin veren İslam dini ile 1889’da “Kraliyet Kuşları Koruma Birliği”nin96 kurulmasına yol açacak kadar aşırı avlanan batılı halkın avcılığı bir spor haline dönüştürmesi arasındaki algı farkı ortadadır. Muasırları insan haklarından habersiz durumdayken, İslam Peygamberinin öğütleri doğrultusunda Müslümanlar hayvan haklarından söz ediyorlardı. İnsan hayvan ilişkisinin en güzel örnekleri Osmanlı toplumunda görülmektedir. Kuşlara hizmet ve birlikte yaşamın en güzel örneği Kuşevleri inşa ediliyor, Guraba-i Laklakan benzeri hasta ve güçsüz hayvanları koruma vakıfları inşa ediliyordu. TASAVVUF DÜŞÜNCESİNDE TABİAT Sûfîler, ilk zamanlardan itibaren hayatın anlamı, âlem ve içindekilerin mahiyeti ve değeri, insanın âlemle ilişkisi hakkında düşünmüş ve çeşitli yorumlar getirmişlerdir. Bu yorumların içinde tabiat ve öğelerine dair düşünceler önemli bir yer tutar. “ Yedi (kat) gök, yer ve onların içindekiler O’nu tesbih eder. O’na, hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat (siz) onların tesbihlerini anlayamazsınız. Doğrusu O, halîmdir (cezaya acele etmez ve) çok bağışlayıcıdır.”97 Ayeti varlıkların yaratıcı ile olan ilişkisinin onlara kattığı hususiyeti izah etmektedir. Zikir ve tesbih etme kabiliyeti varlıklarda şuur ve bilinç delilleri olarak kabul edilmiş böylece tabiatın cansız değil, canlı ve anlamlı olduğu fikri ortaya çıkmıştır.98 Derin ekoloji olarak tanımlanan insan ile tabiat ilişkisini derinlemesine inceleyerek tabiatın değerinin kendinden olduğu fikri99 mutasavvıflarda daha üst bir seviyede algılanır. Var olan her şeyin Allah’ı zikir üzere bulunduğu düşüncesinden hareketle tabiat kutsallık atfedilen bir mertebeye yükseltilmiştir. Hüseyin Hamevî dervişlerini çiçek toplamaya gönderir. Eşref-i Rumi Hazretleri de mürşidinin isteği üzerine gider ama kuru bir menekşeden aşka bir şey getirmez. Hamevî sebebini sorduğunda “Sultanım hangi menekşenin başına varsam bana ‘Allah hakkı için beni koparma, tesbihimden beni ayırma’ diye yalvardığını duydum. Sonunda işte şu zikir ve tesbihi tükenmiş menekşeyi buldum” der.100 Benzeri olayları anlatan pek çok derviş menkıbesi bulunmaktadır. Allah kâinatla konuşur ve onları canlı varlıklar gibi muhatap kabul ederek der: “Sonra (iradesi), bir duman (gaz) halinde olan göğe yöneldi. Ona ve yeryüzüne: “İkiniz de isteseniz Fatih Erkeçoğlu, “Hz. Peygamber ve Çevre Bilinci”, Çevre ve Ahlak Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Gaziantep: Gaziantep Üniversitesi, 2014, s. 74. 93 Ekrem Demirli, İbnü'l-Arabi'nin Alem ve Tabiat Görüşü, http://www.karakalem.net/pfFormat.asp?article=4165, Erişim: 20.05.2014. 94 Erkeçoğlu, age., s. 74. 95 Akyüz, age., s. 53. 96 Mazlum, age., s. 213. 97 İsra 17/44. 98 Demirli, age. 99 Mazlum, age., s. 62. 100 Yücer-Yılmaz, s. 328. 92 24 de istemeseniz de (bir düzen ve uyum içinde var olup hükmüme) gelin.” buyurdu. Onlar da: “İsteyerek geldik.” derler.101 Varlıkların yaradılışı sırasında Allah Teala’nın ‘kün’ yani ‘ol’ emri verildiği anda bu emre tabi olan varlıklar zuhur etmişlerdir. Son devir mutasavvıflarından Prof. Dr. M. Es’ad Coşan müslümanın çevre ve tabiatla olan ilişkisine hem tasavvufi anlamda dikkat çekmiş hem de modern anlamda çevre anlayışını dile getirmiş aktif çevreci hareketler başlatmıştır. Kendisi Müslümanların temizliğe verdiği önemi izah ederken tasavvufi kavramları kullanır: Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurdu; "Yâ Âişe! Şu iki elbiseyi yıka! Bilmez misin ki elbise kirlendiği zaman tesbihi biter." Temizken tesbih eder, kirlendiği zaman tesbihi biter. Öyleyse Müslüman temiz giyinmeli ki kalbi ve azaları gibi elbisesi de tesbih etsin. "Evdeki pislik, süprüntü bereketi giderir, rızkı azaltır."102 Ve "Bir insan secde ettiği zaman, secde ettiği mahal yedi kat yerin altına kadar temizlenir." Hadis-i şerifleri mutasavvıfların zahiri ve batıni temizliği bir arada yorumlamalarını sağlamıştır. Mekanın ve yerin temizliğinin ancak ibadetlerle sağlanabileceğini beyan etmişlerdir. O halde bir yerin temizliği ibadetledir. Bir mekânın temizliği sadece maddî ölçülerle ölçülemez. Maddî ölçülerle temiz olduğu halde mânevî yönden pis kabul edilen mekanlar vardır. Bu yerlerin temizliği ve güzelliği cami, tekke gibi kutsal yapılar ve iman ve irfan gibi değerlerle ziynetlendirilerek temin edilebilir. Hem etken hem de etkileyen konumları ile mekân ve insan ilişkisi, dönüştüren ve değiştiren bir dinamiğe sahiptir. İnsanlar mekânları inşa eder gibi görünse de zaman içinde ve yavaşça mekânlar da insanları dönüştürürler. İnsanların ruh ve gönül dünyalarını yansıtan mekânların içinde yaşayanlarla irtibatına, kültürümüzde bir darb-ı mesel olan "Şeref-ül mekân bil mekîn" (Mekanın şerefi oturanlar iledir) sözü ile dikkat çekilmiştir. O halde mekânların temizliği de içinde barınan insanların temizliği ile mümkündür ki bahsi geçen temizlik ahlakidir. Ahlâk kirliliği, ahlaki bozukluk, fesat veya dejenerasyon mekan kirliliğine yol açan en mühim saiktir. Zira ahlaki kirlilik içsel bir mesele gibi görünse de bozukluğu ve biçimsizliği, aynı nitelikleri haiz mimari anlayışı ve çevre tahribatı ile kendini gösterecektir. Bu ciddi çevre sorununun kaynağından çözümlenmesinin çaresi tasavvuftur.103 Tabiata, havaya, suya, toprağa, ağaca, çiçeğe, yapıya, anıta, kıra, köye, kente, tarlaya, bahçeye, yola, dağa, denize karşı sorumluluk sahibi olmak İslam ahlakı olarak sayılmıştır. Tasavvufun adabı, insanlığın gereği tabiata sevgili ve saygılı olmaktır. Halifetullah ancak böyle olunabilir. Her yönden, her şeye, her mahluka sevgiyle yaklaşmak, fayda götürüp, menfaat sağlamak, yararlı, olumlu, ılımlı, verimli, sevimli olmak...104 İslamın özü, tasavvufun ilk şartıdır. 101 Fussilet, 41/11. M. Es’ad Coşan, Çevre Anlayışımız, http://m.mecmerkezi.org/WebTV/51/video.aspx#startTime=353, Erişim: 17.5.2014. 103 M. Es’ad Coşan, Çevre Anlayışımız, http://m.mecmerkezi.org/WebTV/51/video.aspx#startTime=353, Erişim: 17.5.2014. 104 M. Es’ad Coşan, Başmakaleler, İstanbul: Server İletişim, 2008, III, s. 186-187 102 25 2) ÇEVRE ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRMESİ TÜRKİYE'DE ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRMESİ ÇED: Gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesi ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmalardır. ÇED, ülkemizde 7 Şubat 1993 tarihinden beri uygulanmaktadır. İlk ÇED Yönetmeliği 07.02.1993 tarih ve 21489 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmelik çeşitli yıllarda revize edilmiştir. Gerçekleştirilmesi planlanan projeler için halen 17.07.2008 tarih ve 26939 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ÇED Yönetmeliği hükümleri uygulanmaktadır. Söz konusu yönetmelik 19/12/2009 tarihli ve 27437 sayılı, 14/4/2011 tarihli ve 27905 sayılı, 30/6/2011 tarihli ve 27980 sayılı, 5/4/2013 tarihli ve 28609 sayılı Resmi Gazetelerde yayımlanan yönetmelikler ile revize edilmiştir. Türkiye’de ÇED’in uygulanmasında yetkili merci Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Çevresel Etki Değerlendirmesi, İzin ve Denetim Genel Müdürlüğü’dür. Çevresel Etki Değerlendirmesi Süreci Gerçekleştirilmesi planlanan projenin çevresel etki değerlendirmesinin yapılması için 17.07.2008 tarih ve 26939 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği'nin 8. ve 16. maddelerinde belirtilen başvuru ile başlayan ve işletme sonrası çalışmaların uygun hale geldiğinin belirlenmesi ile sona eren süreçtir. EK-1 Süreci Yönetmelik EK-1 Listesinde yer alan faaliyetleri ve EK-2 listesinden Çevresel Etki Değerlendirmesi Gereklidir kararı verilen faaliyetleri kapsar. Çevresel etki değerlendirmesi başvuru dosyası Başvuru dosyası Yönetmeliğin EK-III’ünde yer alan Genel Format (gerçekleştirilmesi planlanan, yönetmeliğin EK-I listesinde yer alan projelerin özelliklerini, yerini, olası etkilerini ve öngörülen önlemleri içeren, projenin genel boyutları ile tanıtıldığı format) esas alınarak hazırlanır. Hazırlanan dosya Bakanlığa sunulur. Bakanlıkça uygunluk yönünden 3 gün içerisinde incelenen dosyanın bir örneği halka duyurulmak üzere Valiliğe gönderilir. İnceleme Değerlendirme Komisyonu (İDK) Proje için verilecek özel formatın kapsamını, kriterlerini belirlemek ve bu ilkeler doğrultusunda hazırlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporunu inceleyip değerlendirmek üzere Bakanlık tarafından kurulan komisyondur. Komisyon Bakanlıkça süreci yöneten birim ve ilgili kamu kurum/kuruluşları personelinden oluşur. 26 Halkın Katılımı Toplantısı Halkın katılımı toplantısı, kapsam ve özel format belirleme toplantısından önce halkı proje hakkında bilgilendirmek, projeye ilişkin görüş ve önerilerini almak üzere proje mahallinde yapılan toplantıdır. Toplantının yeri, tarihi ve saati en az 10 gün öncesinden, yerel ve ulusal yayım yapan gazetelerde ilan edilir. (Gazete ilan formatına ulaşmak için tıklayınız.) Toplantı İl Çevre ve Şehircilik Müdürünün veya görevlendireceği bir yetkilinin başkanlığında yapılır. Toplantı tutanağı, bir sureti Valilikte kalmak üzere Bakanlığa gönderilir. Komisyon üyeleri, 8 inci madde de belirlendiği şekilde kendi isteklerine bağlı olarak kapsam belirleme toplantısı öncesinde proje uygulama yerini inceleyebilir; kendilerine iletilen tarihe göre halkın katılımı toplantısına katılabilirler. Halkın katılımı toplantısı çalışmaları ile ilgili sekretarya hizmeti, İl Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü tarafından yürütülür. Çevresel Etki Değerlendirmesi Özel Formatı Kapsam belirleme ve inceleme değerlendirme komisyonu tarafından oluşturulan ve projenin önemli çevresel boyutları göz önüne alınmak suretiyle genel formatta belirtilen ana başlıklar altında ele alınması gereken konuları tanımlayan formattır. Bakanlıkça oluşturulan komisyon toplanarak projeyi değerlendirir. Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporunu kimlerin hazırlayacağını belirler. Halkın katılımı toplantısında belirtilen hususları da dikkate alarak özel formatı 12 iş günü içerisinde hazırlar ve yatırımcıya verir. Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu İncelenmesi Yönetmeliğin EK-1 listesinde yer alan veya Valilikçe Çevresel Etki Değerlendirmesi Gereklidir kararı verilen bir proje için Komisyonca oluşturulan özel formata göre hazırlanan rapor Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Raporu adını alır. Hazırlanan ÇED Raporu yatırımcı tarafından Bakanlığa sunulur. Bakanlıkça 3 iş günü içerisinde raporun format uygunluğu kontrol edilir. Rapor uygun bulunmamışsa iade edilir. Bakanlıkça uygun bulunan raporun ise, komisyon üye sayısı kadar çoğaltılması yatırımcıya bildirilir. Çoğaltılıp Bakanlığa sunulan rapor, komisyonca yapılacak toplantıda değerlendirmek üzere üyelere gönderilir. Salt çoğunlukla gerçekleştirilen toplantıda yönetmeliğin 12. maddesi çerçevesinde inceleme ve değerlendirme yapılır. Çalışmalar tamamlandığında tutanak ile rapor nihai edilir. Halkın Görüşü Nihai rapor 10 iş günü halkın görüşüne açılır. Bu süre içerisinde projeye yönelik olarak halktan gelen görüşler de dikkate alınarak 5 iş günü içerisinde karar verilir. Bakanlıkça Verilen Karar: Çevresel etki değerlendirmesi olumlu kararı: Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu hakkında Kapsam Belirleme ve İnceleme Değerlendirme Komisyonunca yapılan değerlendirmeler dikkate alınarak, projenin çevre üzerindeki olumsuz etkilerinin, alınacak önlemler sonucu ilgili mevzuat ve bilimsel esaslara göre kabul edilebilir düzeylerde 27 olduğunun saptanması üzerine gerçekleşmesinde sakınca görülmediğini belirten Bakanlık kararıdır. Gerekli izinler alınarak yatırıma başlanmasında sakınca yoktur. Çevresel etki değerlendirmesi olumsuz kararı: Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu hakkında Kapsam Belirleme ve İnceleme Değerlendirme Komisyonunca yapılan değerlendirmeler dikkate alınarak, projenin çevre üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle uygulanmasında sakınca görüldüğünü belirten Bakanlık kararıdır. Yatırım gerçekleştirilemez. 17.07.2008 tarih ve 26939 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği'ne tabi projeler için Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu kararı veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir kararı alınmadıkça bu projeler hiçbir teşvik, onay, izin, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez, proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez. EK-2 Süreci Yönetmelik EK-2 Listesinde yer alan faaliyetleri kapsar. Proje Tanıtım Dosyasının İçeriği Proje tanıtım dosyası (PTD); Seçme Eleme Kriterlerine tabi projelere Çevresel Etki Değerlendirmesi uygulanmasının gerekli olup olmadığının belirlenmesi amacıyla hazırlanan dosyadır. ( EK-IV) Hazırlanan dosya Valiliğe sunulur. Valilik 5 işgünü içinde dosyayı uygunluk yönünden inceler. Valilikçe; uygun bulunan dosya üzerinde 15 işgünü inceleme ve değerlendirme yaparak, 5 işgünü içerisinde karar verir. Valilikçe Verilen Kararlar: Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı: Seçme eleme kriterlerine tabi projelerin önemli çevresel etkilerinin olmadığı ve Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu hazırlanmasına gerek bulunmadığını belirten Valilik kararıdır. Gerekli izinler alınarak yatırıma başlanmasında sakınca yoktur. Çevresel Etki Değerlendirmesi Gereklidir Kararı: Seçme eleme kriterlerine tabi projelerin çevresel etkilerinin daha detaylı incelenmesi ve Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu hazırlanmasının gerektiğini belirten Valilik kararıdır. Uygulanacak EK-1 prosedürü sonuçlanmadan yatırıma başlanamaz. İzleme ve kontrol Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu kararı alındıktan sonra, projenin inşaat, işletme ve işletme sonrası aşamalarında, kararın verilmesine esas teşkil eden şartlar doğrultusunda ve çevre değerlerini olumsuz etkilemeyecek biçimde yürütülmesinin sağlanması için yapılan çalışmalardır. Proje sahibi Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu kararını aldıktan sonra yatırımın başlangıç, inşaat dönemine ilişkin izleme raporlarını Bakanlığa iletmekle yükümlüdür. Proje sahibi Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir kararını aldıktan sonra projede yapılacak Yönetmeliğe tabii değişiklikleri Valiliğe iletmekle yükümlüdür. 28 Aykırı Uygulamalarda Yapılması Gerekenler Yönetmelik kapsamındaki projelerde; Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu kararı alınmaksızın başlanan faaliyetler Bakanlıkça, Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir kararı alınmaksızın başlanan faaliyetler ise mahallin en büyük amiri tarafından süre verilmeksizin durdurulur. Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu ya da Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir kararı alınmadıkça yatırıma ilişkin durdurma kararı kaldırılmaz. 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun ilgili hükümlerine göre işlem tesis edilir. Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu ya da Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir kararı verildikten sonra, proje sahibi tarafından nihai Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu veya proje tanıtım dosyasında taahhüt edilen hususlara uyulmadığının tespit edilmesi durumunda söz konusu taahhütlere uyulması için projeyle ilgili Bakanlıkça/Valilikçe bir defaya mahsus olmak üzere süre verilebilir. Bu süre sonunda taahhüt edilen hususlara uyulmaz ise yatırım durdurulur. Yükümlülükler yerine getirilmedikçe durdurma kararı kaldırılmaz. 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun ilgili hükümlerine göre işlem tesis edilir. İZİN VE LİSANS İŞLEMLERİ Çevre İzni Çevre Kanunu uyarınca alınması gereken; emisyon, deşarj, gürültü kontrol, derin deniz deşarjı ve tehlikeli madde deşarjı konularından en az birini içeren izindir. Çevre Lisansı Atıkların toplanması, geri kazanılması, geri dönüşümü ve bertaraf edilebilmesine ilişkin teknik yeterliliktir. Geçici Faaliyet Belgesi İşletmecinin* çevre izin veya çevre izin ve lisans başvurusu yaptığında, faaliyeti esnasında ilgili mevzuata uygun olarak çalıştığını belgelemesi için Yönetmeliğin 7 inci maddenin üçüncü fıkrasına göre belirlenecek süreler için tesise verilen belgedir. Yönetmeliğin Ek-1 listesinde yer alan işletmeler için Bakanlık; Ek- 2 listesinde yer alan işletmeler için Valilikler (Çevre ve Şehircilik İl Müdürlükleri) tarafından verilir. Çevre izin veya çevre izin ve lisansına e-başvuru dosyasının hazırlanması ve sunulması Çevre izin veya çevre izin ve lisansı başvurusu çevre yönetim birimi, istihdam edilen çevre görevlisi ya da Bakanlıkça yetkilendirilmiş çevre danışmanlık firmaları tarafından yapılır. Ek-1 ve Ek-2 listelerinde yer alan işletmeler için çevre izni veya çevre izin ve lisans başvurusu elektronik imza ile elektronik ortamda yetkili mercie yapılır. Yönetmeliğin Ek-1 ve Ek-2’sinde belirtilen faaliyet ve tesislerin başvuru dosyalarında Ek3’te belirtilen bilgi, belge ve raporların sunulması zorunludur. Başvuru dosyasının yetkili mercilere sunulmasından başvurunun sonuçlanmasına kadar olan tüm süreçler ile bilgi, belge ve raporların doğruluğu, mevzuata uygunluğu ve doğacak hukuki sonuçlar konusunda işletmeci ve hizmet satın alımı yoluyla işlemlerin 29 gerçekleştirilmesi durumunda yetkilendirilmiş çevre danışmanlık firması müteselsilen sorumludur. Çevre izin veya çevre izin ve lisans prosedürüne tabi olan faaliyeti veya tesisi işleten ve mülkiyet hakkı, kiralama veya diğer yasal yetkilerle kullanma hakkına sahip, hukuki olarak sorumlu, gerçek veya tüzel kişiler. Çevre iznine veya çevre izin ve lisansına tabi işletmeler Çevre iznine veya çevre izin ve lisansına tabi işletmeler, çevresel etkilerine göre aşağıdaki biçimde sınıflandırılmıştır. a) Çevreye kirletici etkisi yüksek düzeyde olan işletmeler (Ek-1 Listesi) b) Çevreye kirletici etkisi olan işletmeler (Ek-2 Listesi) Ek-1 ve Ek-2 listelerinde yer alan işletmelerin, çevre izni veya çevre izin ve lisansı alması zorunludur. Çevre İznine veya Çevre İzin ve Lisansına Tabi Olmayan İşletmeler EK-1 ve EK-2 listelerinde yer almayan işletmelerde de çevre izin veya çevre izin ve lisansı kapsamında yer alan ilgili mevzuatta belirtilen esas ve hükümlere uyulması ve emisyon sınır değerlerinin aşılmaması gerekir. Yetkili merci, EK-1 ve EK-2 listelerinde yer almayan ancak ilgili mevzuattaki emisyon sınır değerlerini aşan işletmelerden de çevre izni veya çevre izin ve lisansı alınmasını ister. Çevre İznini veya Çevre İzin ve Lisansını Vermeye Yetkili Merciler Yönetmelik uyarınca verilecek geçici faaliyet belgesi veya çevre izin veya çevre izin ve lisansı; Ek-1 listesinde belirtilen işletmeler için Bakanlık, Ek- 2 listesinde belirtilen işletmeler için Çevre ve Şehircilik İl Müdürlükleri tarafından verilir. Bakanlık, Ek-1 listesinde yer alan işletmeler için geçici faaliyet belgesi, çevre izni ve çevre izin ve lisansı verme yetkisini Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüklerine devredebilir. Birden fazla tesisi olan işletmelerin çevre izni veya çevre izin ve lisansı işlemleri, işletme adına ve işletmede aynı adreste yer alan entegre tesislerin tümü birlikte değerlendirilerek yürütülür ve sonuçlandırılır. Bir işletme içinde EK-1 ve EK-2 listesine tabi faaliyet veya tesislerin birlikte bulunması halinde söz konusu müracaat Bakanlık tarafından değerlendirilir. Çevre izin veya çevre izin ve lisansına e-başvuru dosyasının hazırlanması ve sunulması Çevre izin veya çevre izin ve lisansı başvurusu çevre yönetim birimi, istihdam edilen çevre görevlisi ya da Bakanlıkça yetkilendirilmiş çevre danışmanlık firmaları tarafından yapılır. Ek-1 ve Ek-2 listelerinde yer alan işletmeler için çevre izni veya çevre izin ve lisans başvurusu elektronik imza ile elektronik ortamda yetkili mercie yapılır. Yönetmeliğin Ek-1 ve Ek-2’sinde belirtilen faaliyet ve tesislerin başvuru dosyalarında Ek-3’te belirtilen bilgi, belge ve raporların sunulması zorunludur. Başvuru dosyasının yetkili mercilere sunulmasından başvurunun sonuçlanmasına kadar olan tüm süreçler ile bilgi, belge ve raporların doğruluğu, mevzuata uygunluğu ve doğacak hukuki sonuçlar konusunda işletmeci ve hizmet satın alımı yoluyla işlemlerin 30 gerçekleştirilmesi durumunda yetkilendirilmiş çevre danışmanlık firması müteselsilen sorumludur. Geçici Faaliyet Belgesi Verilmesi EK-1 ve EK-2 listelerinde yer alan işletmeler, yönetmelik 7 inci madde kapsamında geçici faaliyet belgesi için yetkili merciye e-başvuru yapar. Elektronik başvuru dosyasında EK-3A ve EK-3B’de belirtilen bilgi, belge ve raporların bulunması zorunludur. Geçici faaliyet belgesi e-başvuru dosyası yetkili merci tarafından otuz gün içerisinde incelenir. Yapılan başvurunun yetkili merci tarafından uygun bulunması durumunda işletmeye, gerekli bilgi, belge ve raporların tamamlanması için bir yıl süreli geçici faaliyet belgesi verilir. Çevre izin veya çevre izin ve lisans başvurusunun değerlendirilmesi ve belgenin düzenlenmesi EK-1 ve EK-2 listelerinde yer alan işletmelerin, geçici faaliyet belgesinin alınmasından itibaren en geç altı ay içerisinde çevre izin veya çevre izin ve lisansının ebaşvuru sürecini tamamlamaları zorunludur. Başvuru sürecinin tamamlanması aşamasında, EK-3C’de belirtilen bilgi, belge ve raporlar sunulur. Bu süre içinde başvuru tamamlanmaz ise geçici faaliyet belgesi iptal edilir. E-başvuru sürecinin tamamlanmasından sonra, başvuru yetkili merci tarafından seksen gün içerisinde incelenir. Söz konusu e-başvuru dosyasında herhangi bir bilgi, belge ve raporun eksik olmaması ve başvurunun uygun bulunması halinde yetkili merci tarafından, çevre izin veya çevre izin ve lisans belgesi düzenlenerek işletmeciye verilir. Söz konusu e-başvuru dosyasında herhangi bir bilgi, belge ve raporun eksik olması halinde, yetkili merci eksiklikleri işletmeciye ve hizmet satın alımı yoluyla işlemlerin gerçekleştirilmesi durumunda yetkilendirilmiş çevre danışmanlık firmasına bildirir. Bildirim tarihinden itibaren eksikliklerin seksen gün içinde tamamlanarak yetkili mercie gönderilmesi zorunludur. Eksikliklerin giderilmesi durumunda yetkili merci tarafından çevre izin veya çevre izin ve lisans belgesi düzenlenerek işletmeciye verilir. Geçici faaliyet belgesi iptal edilen veya geçici faaliyet belgesinin süresi içerisinde çevre izni veya çevre izin ve lisansını alamayan işletmeler; bir defaya mahsus olmak üzere, başvuruda bulunulan her bir çevre izin ve/veya lisans konusu için 16 ncı madde uyarınca belirlenen belge bedeli kadar ödeme yaparak tekrar müracaatta bulunur. Bu işletmeler için izin süreci yeniden başlatılır ve işletme kendi adına yeni geçici faaliyet belgesi düzenlenene kadar faaliyette bulunamaz. Bu süre sonunda da çevre izni veya çevre izin ve lisansını alamayan işletmeler üç ay süresince tekrar müracaatta bulunamaz. Geçici faaliyet belgesi veya çevre izin veya çevre izin ve lisansı belgesi olmaksızın faaliyette bulunan işletmeler hakkında 2872 sayılı Çevre Kanununun ilgili maddeleri uyarınca idari yaptırımlar uygulanır. Geçici faaliyet belgesinin süresi dolan, geçici faaliyet belgesi iptal edilen ve/veya faaliyeti durdurulan işletmeler; EK-1 listesinde yer alıyor ise Bakanlık tarafından işletmenin bulunduğu yerdeki Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne, EK-2 listesinde yer alıyor ise Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından Bakanlığa bildirilir. Geçici faaliyet belgesi verilmesi, çevre izin ve/veya çevre izin ve lisans başvurusunun değerlendirilmesi ve belge düzenlenmesi aşamalarında yetkili merci tarafından işletmenin kurumsal elektronik posta adresine yapılan bildirimler işletmeye tebliğ edilmiş kabul edilir. 31 Bildirimler işletmenin çevre yönetim birimi, istihdam edilen çevre görevlisi ya da hizmet satın alınması durumunda Bakanlıkça yetkilendirilmiş çevre danışmanlık firmalarına da gönderilir. Çevre izin veya çevre izin ve lisans belgesinin iptali İşletmenin çevre izin veya çevre izin ve lisans koşullarına aykırı iş ve işlemlerinin tespit edilmesi durumunda yetkili merci tarafından Çevre Kanunu’nun ilgili maddeleri uyarınca idari yaptırım uygulanır. Uygunsuzluğunun düzeltilmesi için; işletme tarafından iş termin planı ve taahhütname verilmesi halinde, işletmeye yetkili merci tarafından en fazla bir yıla kadar süre verilebilir. İşletme tarafından iş termin planı ve taahhütname verilmemesi, çevre ve insan sağlığı yönünden tehlike yaratan faaliyetler nedeniyle işletmeye süre verilmemesi veya işletmeye verilen sürenin bitiminde uygunsuzluğun giderilmemesi halinde, yetkili merci tarafından çevre izin veya çevre izin ve lisans belgesi iptal edilir. İşletmenin faaliyeti, kısmen veya tamamen, süreli veya süresiz durdurulur. Çevre Görevlisi Faaliyetleri sonucu çevre kirliliğine neden olan ve/veya neden olabilecek ve Çevre Kanununa göre yürürlüğe konulan düzenlemeler uyarınca denetime tâbi kurum, kuruluş veya işletmelerin faaliyetlerinin mevzuata uygunluğunu, alınan tedbirlerin etkili olarak uygulanıp uygulanmadığını değerlendiren, tesis içi yıllık iç tetkik programları düzenleyen tesiste veya çevre yönetim hizmeti veren çevre danışmanlık firmasında çalışan görevlidir. Çevre görevlisinde aranılacak nitelikler Tesis veya faaliyet ile bunların çevre yönetim birimlerinde veya yetkilendirilmiş çevre danışmanlık firmalarında çalışacak çevre görevlilerinde aranılacak nitelikler şunlardır: a)En az dört yıllık üniversitelerin çevre mühendisliği bölümünden mezun olmak. b)En az dört yıllık üniversitelerin balıkçılık teknolojisi mühendisliği, endüstri mühendisliği, fizik mühendisliği, gıda mühendisliği, hidrojeoloji mühendisliği, inşaat mühendisliği, jeoloji mühendisliği, jeofizik mühendisliği, kimya mühendisliği, makine mühendisliği, metalurji ve malzeme mühendisliği, maden mühendisliği, orman mühendisliği, orman endüstri mühendisliği, su ürünleri mühendisliği, tekstil mühendisliği ve ziraat mühendisliği, fizik, kimya veya biyoloji bölümlerinden mezun olmak ve Bakanlıkça yapılacak veya yaptırılacak sınavda başarılı olmak. c)Bakanlık merkez ve taşra teşkilatının çevre yönetimi ve çevresel etki değerlendirmesi birimlerinde, yönetmelikte belirtilen görev ve sürelerde çalışmış olmak. Çevre görevlilerinin yükümlülükleri (1) Çevre yönetim birimi ya da tesis veya faaliyette çalışan çevre görevlisi; a) Tesis veya faaliyet bünyesinde; 1) Çevre yönetimi faaliyetlerini mevzuata uygun bir şekilde yürütmek ve koordine etmekle, 2) Yürütülen çalışmaları düzenli aralıklarla izleyerek ilgili mevzuatta belirtilen yükümlülüklerin yerine getirilip getirilmediğini tespit etmekle, 32 3) Yılda bir defadan az olmamak üzere ilgili mevzuat hükümlerine göre iç tetkik gerçekleştirmek ve iç tetkik sonucunda bir rapor hazırlamakla, bu raporu tesis veya faaliyet sahibine/sorumlusuna sunmak ve tesis veya faaliyet bünyesinde muhafaza edilmesini sağlamakla, 4) Uygunsuzluk tespit edildiğinde tesis veya faaliyetin sahibine/sorumlusuna uygunsuzluğun giderilmesi için önerilerde bulunmak ve uygunsuzluğun giderilip giderilmediğinin takibini yapmakla, 5) Çalışanlara çevresel konularda bilgilendirici eğitim çalışmaları yapmak ve özendirici faaliyetler düzenlemekle, b) Tesis veya faaliyetin çevresel konularda alması gerekli izin, lisans ve belgeleri alma, güncelleme ve/veya yenileme çalışmalarını yürütmekle, c) İstenecek bilgi ve belgeleri belirtilen formatta; zamanında ve eksiksiz olarak iletmekle, ç) Bakanlık veya il çevre ve şehircilik müdürlüklerince yapılacak denetimler sırasında; 1) Tesis veya faaliyette hazır bulunmakla, 2) İstenen bilgi ve belgeleri sağlamakla, d) Öğrendikleri ticari sır mahiyetindeki bilgileri saklı tutmakla yükümlüdür. Çevre Denetimi Çevre Denetimi Tesis veya faaliyetlerin çalışmasının Çevre Kanunu ve bu Kanuna dayanılarak yürürlüğe giren yönetmeliklere uygunluğunu kontrol etmek için, bu mevzuatın yetkili kıldığı kurum ve kuruluşlarla işbirliği ve koordinasyon sağlanarak, faaliyetlere ilişkin bilgilerin tarafsız bir şekilde toplanmasını, değerlendirilmesini, rapor haline getirilmesini ve idari yaptırım kararı ile yetkilendirilmiş makama bildirilmesini ifade eder. Denetime Tabi Tesisler veya Faaliyetler Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalan serbest ve münhasır ekonomik bölgeler dâhil egemenlik ve yargılama sahaları içerisindeki tüm kara ve deniz alanlarında 2872 sayılı Çevre Kanunu ve ilgili mevzuat hükümleri kapsamındaki her türlü kirlilik kaynağı ve ihlaller denetime tabidir. Denetime Tabi Tesislerin veya Faaliyetlerin Yükümlülükleri Denetime tabi tesis veya faaliyetler; İlgili mevzuat kapsamında gerekli ölçüm ve analizleri, Bakanlığa ya da Bakanlıkça yetkilendirilmiş özel veya kamu kurum ve kuruluşların laboratuvarlarına yaptırmakla, Denetim sırasında çevre denetim görevlisinin tesis veya faaliyetlerin alanlarına girmesini, güvenliğini ve denetim için gerekli görülen personel ve her türlü ekipmanı sağlamakla, 33 Çevre denetim görevlisinin gerekli gördüğü hallerde ve/veya itiraz durumunda ölçüm ve analizlerin giderlerini karşılamakla, Denetim sırasında çevre mevzuatı kapsamında istenilen bilgi ve belgeleri öngörülen sürede ve eksiksiz olarak sağlamakla, Çevre yönetimi hizmeti konusunda yetkilendirilmiş çevre danışmanlık firmalarından çevre danışmanlığı hizmet satın alımı sözleşmesi yapılması durumunda en geç bir ay içerisinde ilgili valiliğe bildirmekle, Çevre yönetimi hizmeti konusunda yetkilendirilmiş çevre danışmanlık firmalarıyla yapılmış olan çevre danışmanlığı hizmet satın alım sözleşmelerinin iptal edilmesi durumunda en geç bir ay içerisinde ilgili valiliğe bildirmekle, Çevre yönetimi hizmeti konusunda yetkilendirilmiş çevre danışmanlık firmalarıyla yapılmış olan çevre danışmanlığı hizmet alım sözleşmelerinin iptal edildiği tarihten itibaren en geç iki ay içerisinde diğer bir yetkilendirilmiş firma ile yeni bir anlaşma yapmakla veya çevre yönetim birimi kurmak ya da çevre görevlisi istihdam etmekle yükümlüdür. Birleşik Denetim Tesis veya faaliyetlerin, çalışmalarının Çevre Kanunu ve bu Kanuna dayanılarak yürürlüğe giren hava, su, toprak, atık, kimyasallar, deniz ve gürültüye ilişkin tüm yönetmeliklere uygunluğunun bir arada ele alındığı denetimlerdir. Ortam Bazlı Denetim Tesis veya faaliyetlerin Çevre Kanunu ve bu Kanuna dayanılarak yürürlüğe giren hava, su, toprak ortamları ile atıklara, kimyasallara ve gürültüye ilişkin mevzuattan birinin uygunluğunun ele alındığı denetimlerdir. Çevre Denetim Görevlilerinde Aranacak Nitelikler En az dört yıllık yükseköğretim kurumu mezunu Bakanlık merkez ve taşra teşkilatı personelinden aşağıda belirtilen eğitim programlarına katılarak eğitim belgesi alanlar bu madde uyarınca yapılacak puanlamaya göre Çevre Denetim Görevlisi olarak görevlendirilirler. a) Kapsamı Bakanlıkça belirlenen çevre denetimi eğitimi; (60 puan). b) Çevre mevzuatı kapsamında yapılan her bir çevre denetimi bir puan; (en fazla 25 puan). c) Çevre bilim ve teknolojisi, çevre işlem ve etkileri, çevre mevzuatı, çevre yönetim sistem ve standartları, çevre denetim işlem usul ve teknikleri ile cihazların teknik yönleri konularından herhangi birini kapsayan iş tecrübesi her bir yıl için bir puan; (en fazla 15 puan). Tanıtım Kartı Yönetmeliğin 35 inci maddesinde yer alan koşulları sağlayan Bakanlık merkez ve taşra teşkilatı personeli için şekli ve içeriği Bakanlıkça belirlenecek tanıtım kartı düzenlenir. Çevre denetim görevlileri yaptıkları denetimler sırasında bu tanıtım kartlarını ve görevlendirme onaylarını tesis veya faaliyet sahibine ya da tesis veya faaliyet sorumlusuna göstermek zorundadır. Denetim görevinden herhangi bir nedenle süresiz ayrılanlar, tanıtım 34 kartlarını, Bakanlığa gönderilmek üzere İl Çevre ve Şehircilik Müdürlüklerine, Bakanlık merkezinde de ÇED İzin ve Denetim Genel Müdürlüğüne teslim eder. Çevre Gönüllüsü Bakanlıkça, uygun niteliklere sahip kişiler arasından seçilen ve Çevre Kanunu ve bu Kanuna göre yürürlüğe konulan düzenlemelere aykırı faaliyetleri Bakanlığın merkez veya taşra teşkilatına iletmekle görevli ve yetkili kişidir. Görevini kötüye kullandığı tespit edilen çevre gönüllülerinin bu görevleri sona erdirilir; bu kişiler yeniden çevre gönüllüsü olarak başvuruda bulunamazlar. Çevre gönüllülerinin tesis veya faaliyetlere giderek denetleme yapma yetkisi olmayıp bildirim yapma yetkisi bulunmaktadır. Çevre Gönüllüsünde Aranacak Nitelikler Çevre gönüllüsünün: a) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olması, b) Kamu hizmetlerinden yasaklı olmaması, c) En az dört yıllık yükseköğretim kurumlarından mezun olması, ç) Kurum, kuruluş ve işletmelerde en az beş yıl süreyle çevre konularında çalışmış olması, d) Bakanlık tarafından düzenlenecek çevre mevzuatı eğitimine katılmış olması, e) Bakanlık tarafından açılacak sınavda başarılı olması gerekmektedir. Ayrıca, Çevre ve Şehircilik Bakanlığında Müsteşar ve Müsteşar Yardımcısı olarak görev yapmış olan kişiler çevre mevzuatı eğitimi ve sınav koşulu aranmaksızın Bakanlığa başvurdukları takdirde çevre gönüllüsü olurlar. Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teftiş Kurulu Başkanlığı, Hukuk Müşavirliği, Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü, Çevresel Etki Değerlendirmesi İzin ve Denetim Genel Müdürlüğü, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğünde ve Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığında, kamu kurum ve kuruluşların çevre birimi bünyesinde en az beş yıl süre ile çalışmış ve üniversitelerin dört yıllık fakülte ve yüksekokullarından mezun olan personel çevre mevzuatı eğitimi ve sınav koşulu aranmaksızın Bakanlığa başvurdukları takdirde çevre gönüllüsü olurlar. Çevre Mühendisliği bölümlerinden doktor ve üzeri akademik unvan almış kişiler de Bakanlığa başvurdukları takdirde çevre mevzuatı eğitimi ve sınav koşulu aranmaksızın çevre gönüllüsü olurlar. 35 ÇEVRE YÖNETİMİ Atık Yönetimi Günlük hayatımızın içinde; evlerden, hastanelerden, okullardan, tüm iş yerlerinden, tüm sosyal ve kültürel paylaşım alanlarından ve endüstrinin her alanından her gün binlerce ton atık açığa çıkmaktadır. “Atık” Üreticisi veya fiilen elinde bulunduran gerçek veya tüzel kişi tarafından çevreye atılan veya bırakılan ya da atılması zorunlu olan herhangi bir madde veya materyali ifade etmektedir. Çocukluğumuzdan itibaren “çöp” kavramı altına sıkıştırmaya alıştığımız atıklar, günümüzde, planlı ve programlı olarak yönetimi gereken, kendi içinde kurumları olan, sosyal bir kavram haline gelmiştir. Ülkemizde atık yönetimi, evsel, tıbbi, tehlikeli ve tehlikesiz atıkların minimizasyonu, kaynağında ayrı toplanması, ara depolanması, gerekli olduğu durumda atıklar için transfer istasyonlarının kurulması, atıkların taşınması, geri kazanılması, bertarafı, geri kazanım ve bertaraf tesislerinin işletilmesi ile kapatma, kapatma sonrası bakım, izleme-kontrol süreçlerini içeren bir yönetim biçimidir. Atıklar, çevre ve insan sağlığına olan etkileri oranında tehlikeli ve tehlikesiz olarak birbirinden ayrı değerlendirilirler. Ancak özellikleri ne olursa olsun atıkların insan ve canlı yaşamının olduğu ortamlara hiçbir önlem alınmaksızın doğrudan atılmaması gereklidir. Bu gereklilik ülkemizde 1983 yılında çıkarılan çevre kanunu ile yasal zorunluluk haline getirilmiştir. Tehlikeli nitelikli atıklar özellikle içerdikleri zararlı kimyasallar ve diğer maddeler nedeniyle insan ve çevre sağlığına kalıcı zararlar verebilmektedir. Bu tür atıkların özel yöntemlerle toplanması, taşınması, geri kazanılması veya bertaraf ettirilmesi gerekmektedir. 36 Evlerimizden kaynaklanan deterjan kutularından, pillere, arabalarımızdan kaynaklanan yağlara ve akülere ve iş yerlerimizden kaynaklanan çeşitli atıklara kadar, günlük hayatımızın içinde yer alan pek çok atık insan ve çevre sağlığı açısından tehlikeli özellikler taşımaktadır. Bu atıklara endüstrinin çeşitli kollarından çıkan tehlikeli atıklar da eklendiğinde ortaya ciddi şekilde yönetimi gereken binlerce ton atık çıkmaktadır. Özellikleri nedeniyle tehlikesiz olarak nitelendirilebilen atıkların yönetimi de en az tehlikeli atıklar kadar önem arz etmektedir. Örneğin tehlikeli olarak nitelendirilemeyen mutfak atıkları, kâğıt, karton, cam gibi ambalaj atıkları, endüstriden kaynaklanan tonlarca atık tehlikesiz olarak nitelendirilmekle birlikte bu atıkların da tehlikeli atıklara karıştırılmadan ve mümkün olabilen en yüksek oranda geri kazanımını hedefleyen bir yönetim sistemi içinde yönetilmeleri gerekmektedir. Hızla devam eden ekonomik büyüme, şehirleşme, nüfus atışı ve refah seviyesinin yükselmesi atık türleri ve miktarındaki artış her bir atık türü için ayrı yönetim sistemi kurmak yerine tüm atıkları içine alan entegre bir yaklaşımın gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Entegre atık yönetiminin temeli, atık yönetimi, atık önleme, atık azaltma, yeniden kullanım, geri dönüşüm, enerji geri kazanma, bertaraf hiyerarşisine dayanmaktadır. Bu bölümde atıkların mümkün olabilen en iyi şekilde yönetilmelerinin sağlanması için kendi içinde nasıl sınıflandırıldığı ve nasıl tanımlandığının yanısıra bir değer olarak ekonomiye kazandırılmalarına ilişkin özet bilgiler yer almaktadır. Atık yönetimi, çevre kirliliğinin önlenmesi ile ilgili çalışmalarda öncelikli sırada yer almaktadır. Bu konuda ülke olarak daha iyi bir yönetim modelini oluşturabilmemiz için evlerimizden başlayarak daha bilinçli ve sorumlu davranmamız gerekmektedir. Belediye Atıkları Yönetiminden belediyenin sorumlu olduğu, evlerden kaynaklanan ya da içerik veya yapısal olarak benzer olan ticari, endüstriyel ve kurumsal atıklara belediye atığı veya evsel atık denir. Belediye atıkları başlıca aşağıdaki bileşenleri içerir: • • • • • • • • Karışık evsel katı atıklar Geri dönüştürülebilir atıklar (cam, metal karton ambalaj atıkları) Evlerden çıkan tehlikeli atıklar (piller, ampuller, boya kutuları vb.) Ticari ve kurumsal atıklar (iş yerleri, okullar ve diğer kamu binalarından gelen atıklar) Evsel nitelikli endüstriyel katı atıklar Bahçe, hal ve pazaryeri atıkları (yeşil atıklar) Cadde, kaldırım ve meydan süprüntüleri Hacimli atıklar (mobilya vb.) Evsel katı atıkların toplanması, taşınması ve geri kazanılması ile çevre ve insan sağlığına olumsuz etki yapmadan nihai bertarafına ilişkin yükümlülük, yetki ve sorumluluklar 5393 Sayılı Belediye Kanunu ile Belediyelere ve 5216 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile Büyükşehir Belediyelerine verilmiştir. 2872 Sayılı Çevre Kanunu ile, Büyükşehir Belediyeleri ve Belediyeler, evsel katı atık bertaraf tesislerini kurmak, kurdurmak, işletmek veya işlettirmekle yükümlüdürler. 37 Ülkemizde hali hazırda yaklaşık olarak yıllık 30 milyon ton evsel çöp oluşmakta olup 2012 yılı verilerine göre kişi başına düşen atık miktarı 1.14 kg’dır. Atıkların kontrolsüz biçimde bırakıldığı alanlar, insan sağlığını tehdit eden özellikler göstermekte, hastalıkların hızla yayılmasına, toprak kirlenmesine, yüzeysel suların kirlenmesine, yer altı sularının kirlenmesine, çevreye rahatsız edici koku yayılmasına, haşere ve böcek sorunları oluşmasına, bu alanlarında oluşan metan gazı, patlama, heyelan ve hava kirliliği vb. problemlere neden olmaktadır. Söz konusu atıkların çevreye ve insan sağlığına etkisini azaltmak ve yönetimini sağlamak üzere uygulanan bertaraf yöntemleri arasında kompostlaştırma, düzenli depolama, yakma, biyometanizasyon, piroliz, gazlaştırma gibi uygulamalar sayılabilir. Belediye atıklarının yönetimi konusunda 1991 yılından itibaren düzenleme ve çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Bu kapsamda Ülkemizde işletmede olan 69 adet Katı Atık Düzenli Depolama Tesisi bulunmaktadır. İşletmede olan düzenli depolama tesisleri ile 44.5 milyon nüfusa hizmet edilmektedir. Söz konusu tesisler ile Belediyelerin atık hizmeti verdiği nüfusun %74’ünün atıkları düzenli olarak depolanmaktadır. Düzenli depolama tesislerine ek olarak ülkemizde sekiz adet kompost tesisi, on bir adet metan gazından enerji üreten tesis ve belediye atıklarının hammadde olarak kullanıldığı toplam üç adet biyometanizasyon tesisi bulunmaktadır. Düzenli depolama sahalarının işletmeye alınması ile düzensiz depolama sahalarının rehabilite edilmesi ve depo gazının değerlendirilmesi ile ilgili çalışmaların arttırılması hedeflenmektedir. Belediyeler/birlikler evsel katı atıkların bertarafı için en uygun teknolojiyi kullanmak zorundadır. Bertaraf yöntemlerinin belirlenmesinde evsel atığın miktarının ve niteliğinin bilinmesi kilit rol oynamaktadır. Katı atık karakterizasyonu, bir katı atık yönetim sistemi kurulacak bölgede atık miktarının ve niteliğinin belirlenmesi esasıdır. Bu esasa göre katı atık yönetim sistemi içerisinde yer alacak tesislere ve bu tesislerin kapasitelerine karar verilir. Atık kompozisyonu ile ilgili olarak da bölgesel ya da belediye bazında olmakla beraber yapılmış pek çok çalışma bulunmaktadır. Katı Atık Ana Planı Projesi kapsamında yapılan katı atık kompozisyon belirleme çalışmasının sonucu aşağıdaki şekilde verilmektedir. Şekil 1: KAAP Projesi atık kompozisyonu belirleme çalışması sonucu (2006) 38 Belediye Atıklarının Toplanması, Taşınması ve Bertarafı Evlerde, sokak ve parklarda, pazar yerlerinde, sağlık kuruluşlarında ve işyerlerinde oluşan çöplerin, toplum sağlığına zarar vermeyecek şekilde biriktirilmesi büyük önem taşımaktadır. Belediye atıklarının biriktirildikleri yerden bertaraf amacıyla toplanması iki şekilde olmaktadır. • • Karışık Toplama: geri kazanılabilir atıklar, mutfak atıkları ve diğer atıkların tümünün bir arada biriktirilip atık toplama araçlarıyla toplandığı sistemdir. İkili Toplama: Biyobozunur atıklar(yaş atık) ile geri kazanılabilir atıkların(kuru atık) evlerde iki farklı torbada biriktirilmesi ve ayrı olarak toplandığı sistemdir. Belediye/birlikler, geri kazanılabilir atıkların diğer atıklarla karıştırılmadan kaynağında ayrı toplanması için; ikili toplama sistemini, atık getirme merkezlerini kurarlar. Şekil 2:Toplama Ekipmanları Katı atık yönetim sisteminin maliyeti en yüksek kısmı, atıkların toplanmasıdır. Bertaraf metodunun termal işlemler olması halinde ise toplama maliyeti ikinci sırayı alır. Bir entegre katı atık yönetim sisteminin başarısı, toplama sisteminin başarısı ile doğru orantılıdır. Çünkü katı atık yönetim sisteminin hedefe ulaşması, atıkların kaynaklarından intizamlı, sürekli ve zamanında toplanmasına bağlıdır. Kaynağında ayrı toplanan geri kazanılabilir atıklar, sıkıştırmasız araçlarla, karışık ve organik atıklar genellikle sıkıştırmalı araçlarla toplanmakta ve taşınmaktadır. 39 Şekil 3: Atık taşıma araçları Atıkların, toplanma güzergâhının katı atık bertaraf tesisine uzaklığının kısa olduğu yerlerde küçük toplama araçları ile taşıma daha ekonomiktir Ancak uzun mesafelerde; katı atıkların taşınmasının ekonomik olmasını sağlamak, taşıma hattındaki trafiğe fazla yüklenmemek için şehirlerin merkezi yerlerinde aktarma(transfer) istasyonları kurulabilir. Bu istasyonlarda küçük hacimli araçlarla toplanan katı atıkların daha büyük hacimli araçlara aktarılarak, bu araçlarla işleme ve depo yerlerine taşınması sağlanır. Aktarma direkt taşıma aracına yapılabileceği gibi, bir ara depoya (bunker) boşaltıldıktan sonra, yeni araca doldurmak şeklinde, dolaylı olarak da gerçekleştirilebilir. Aktarma istasyonlarının koku, toz, gürültü ve görünüş yönünden çevreyi kirletmemesi için, boşaltma işleminin yapıldığı yerlerin, kapalı olarak inşa edilmesi zorunludur. Şekil 4: Aktarma İstasyonu Ülkemizde, Katı Atık Bertaraf Tesisleri Mahalli İdare Birlikleri aracılığı ile en geniş bölgenin faydalanabileceği (50-60 km yarıçap dahilinde) şekilde hayata geçirilmektedir. Bu noktadan hareketle ülke genelinde birlik oluşturan belediyelere öncelik verilerek çalışmalar bölgesel düzeyde yürütülmektedir. Böylece, sınırlı kaynaklardan maksimum avantaj sağlanacak şekilde yararlanılabilir ve büyük ölçekli işletmeler ve büyük tesisler ortaklaşa kullanılarak daha fazla verim elde edilebilir. İşbirliğinin, pahalı ve kompleks tesislerin planlaması, kurulması ve işletilmesi açısından son derece önemlidir. Mevcut düzensiz depolama sahalarından kaynaklanması muhtemel sorunları önleyebilmek için aşağıda ayrıntılı şekilde açıklanan bertaraf yöntemleri uygulanmalıdır. 40 Atıkların nasıl bertaraf edileceği, katı atık karakterizasyonu dikkate alınarak belirlenir. Bertaraf yöntemleri olarak; kompostlaştırma, düzenli depolama, yakma, biyometanizasyon, piroliz, gazlaştırma sayılabilir. Kompostlaştırma: Kompostlaştırma, organik maddenin kontrollü şartlar altında humus veya humus benzeri stabil ürüne kadar biyolojik olarak ayrışmasıdır. Kompostlaştırma ile başlıca aşağıdaki hedeflere ulaşılması beklenir. Biyolojik olarak ayrışabilir organik maddelerin, biyolojik olarak kararlı bir maddeye dönüştürülmesi ve atığın hacminin azaltılması, Katı atık içinde bulunabilecek organizmaların yok edilmesi, Mevcut veya oluşabilecek koku probleminin ortadan kaldırılması, Maksimum nütrient (N, P, K) içeriğinin muhafaza edilmesi, Gübre ve toprak şartlandırıcısı olarak kullanılabilecek bir ürün elde edilmesi. patojen, sinek yumurtası v.b. istenmeyen Entegre katı atık yönetim sisteminin birinci önceliği, kaynakta ayırma ile üretilen atık miktarının azaltılmasıdır. İkinci öncelik ise kompostlaştırmayı da kapsayan geri dönüşüm ve geri kazanımdır. Kompost, üretilen organik maddenin tekrar kullanıma sunulmak üzere yapılan geri dönüşüm faaliyetinin faydalı son ürün haline getirilmesidir. Piyasa şartları uygun olsa bile, geri dönüşüm ve kompostlaştırma gerekli şekilde planlanıp uygulanmazsa beklenen başarı sağlanamaz. Mesela evsel katı atıklar içerisinde (bahçe ve mutfak atıkları) organik madde içeriği fazla ise buna bağlı olarak kompost tesisi kurulabilir. Kompostlaştırma Teknolojileri; Pasif yığında kompostlaştırma: Basit sistemlerdir. Karıştırma yapılmaz. Doğal hava hareketinden yararlanılır. Yığın yüksekliği 1-1,2m geçmez. Sıcaklık ve sıkışma kontrol edilmezse anaerobik şartlar oluşur. • • • • • Aktarmalı yığında kompostlaştırma: Dünya genelinde en yaygın olarak kullanılan sistemdir. Karıştırma için özel makine ekipmanlar kullanılır. Alan ihtiyacı fazladır. Havalandırmalı statik yığında kompostlaştırma: Genellikle açıkta yapılan sistemlerdir. Havalandırma için ilave sistemler vasıtasıyla sağlanır. Havalandırmada negatif veya pozitif basınç oluşturulur. Negatif havalandırmada çekilen hava biyofiltrede arıtılabildiğinden daha az koku sorunu ile karşılaşılır. Yığın yüksekliği 1,5-2,5 m arasındadır. Reaktörde kompostlaştırma: Bina, kanal veya reaktör içindeki kompostlaştırmadır. Bu sistemlerin ilk yatırım maliyeti yüksektir. Kompost üretim süresi kısadır. Koku problemi daha azdır. Mekanik ekipmana duyulan ihtiyaç fazladır. Alan gereksinimi açık kompost tiplerine göre daha azdır. Bahçe tipi kompost Bahçe ve evlerde üretilen organik atıkların yerinde kompostlaştırılmasını sağlayan bu sistemler dünya genelinde yaygın olarak kullanılmakta olup, pek çok modele sahiptir. 41 Şekil 5: Kompost Tesisi Biyometanizasyon: Organik atıkların oksijensiz ortamda parçalanması işlemidir. Biyogaz tesislerinin amaçları; Biyogaz elde edilmesi ile elektrik ve ısı enerjisi geri kazanımı, Atıkların stabilize edilmesi (arıtma çamurları), Organik gübre elde edilmesi, Atıklarda koku ve patojen giderimi sağlanması (%80’e varan koku giderimi), Çevresel kazançlar (sera gazlarının azaltılması, fosil yakıtların kullanımının azaltılması, vb.) sayılabilir. Biyogaz, ısıtmada, enerji amacıyla, motorlu araçlarda yakıt olarak kullanmaktadır. Termal Sistemler: Yakma: Yanabilir atıkların inert bir kalıntıya (kül, cüruf) dönüştürülmesi prosesidir ve enerji geri kazanımı sağlanır. Atık doğrudan yakılabileceği gibi ısıl değerini arttırmak ve yakma tesisinde daha etkin proses kontrolü sağlamak amacıyla ön işleme de tabi tutulabilir. Ön işleme tabi tutulmuş atık, diğer yakıtlarla birlikte (örneğin kömür) ısı geri kazanımlı yakma tesislerinde yakılabilir. Piroliz: Oksijensiz ortamda yakmadır. Piroliz prosesi ürünleri katı, sıvı ve gaz olabilir. Uygulamada organik bir atığa dışarıdan ısı enerjisi aktarılır. Gazifikasyon: Gazifikasyonda sınırlı miktarda oksijen sisteme verilir ve bunun sonucunda oluşan oksidasyon ile sistem kendi kendinin sürekliliğini sağlayabilecek miktarda ısı üretir. 42 Şekil 6: Yakma Tesisi Düzenli Depolama Yöntemi: Şekil 7: Düzenli Depolama Tesisi 43 Düzenli depolama; katı atık sızıntı sularının ve depo gazının olumsuz etkilerini kontrol altına alınacağı bir sızdırmazlık ve gaz kontrolü sisteminin yapılmış olduğu alanlara, katı atıkların çevre problemleri oluşturmayacak şekilde kademeli olarak zemin üzerinde depolanarak bertaraf edilmesidir. Bu işlemin düzenli depolama olabilmesi için; alt-üst taban geçirimsizliği, sızıntı suyu, depo gazı, yönetiminin olması gerekir. Düzenli Depolama Tesislerinin, birlik nüfusu, çıkan atık miktarı ve atığın karakterizasyonuna bağlı olarak projelendirilmesi gerekir. Düzenli Depolama Tesisi, sabit ve diğer yardımcı üniteler (giriş ve kantar binası, kantar, düzenli depolama lotu, tekerlek yıkama ünitesi, sızıntı suyu toplama havuzu ve sızıntı suyu arıtma tesisi, garaj, atölye, idari bina, trafo, jeneratör, aydınlatma ve yangın söndürme sistemi, yüzey suyu toplama kanalları, yollar, su deposu, gaz toplama sistemi, tıbbi atık sterilizasyon ünitesi, maddesel geri kazanım tesisi, vb.) için gerekli büyüklükte olmalıdır. Düzenli depolama tesislerinde, geçirimsizlik sistemi teşkiliyle, katı atıkların depolanmasından kaynaklı sızıntı sularının yer altı ve yerüstü su kaynaklarına karışması önlenir, sızıntı suları sızıntı suyu borularıyla toplanarak arıtma tesisine verilir, çıkan gaz ise toplanarak enerji üretiminde, ekonomik olmaması halinde depo gazı meşalelerde yakılır. Depolama tesisi, izinsiz girişleri engelleyecek şekilde çevre çiti ve giriş kapısı ile donatılarak emniyet altına alınır. Tesis belli bir plan dahilinde işletilir, gelen atıkların düzenli olarak serilip sıkıştırıp üzerinin her gün örtülmesi sağlanır ve kullanım ömrü dolduğunda uygun şekilde kapatılır. Belediye atıklarının depolanacağı tesisler II. Sınıf Düzenli Depolama Tesisleridir. Düzenli depolama yöntemi, katı atıkların bertarafı konusunda en fazla uygulanan yöntemdir. Maliyeti diğer yöntemlere göre daha azdır. Diğer yöntemlerden hangisi kullanılırsa kullanılsın sonuçta yine depolanması gereken artıklar (kül, curuf ve benzeri artık ve atıklar) açığa çıkmaktadır. Bu nedenle düzenli depolama işleminin tekniğine uygun olarak yapılması, yeraltı ve yüzey sularının kirlenmesinin önlenmesi açısından oldukça önemlidir. Şekil 8: Düzenli depolama tesisi 44 Şekil 9: Düzenli depolama tesisi Düzensiz depolama sahaları; kontamine olmuş sahalardır. Bu alanlarda yüksek çevresel riskler mevcuttur. Düzensiz depolanan atıklar, yeraltı ve yüzeysel suların kirliliği, hava kirliliği, görüntü kirliliği, taşıyıcı haşere üreme riski, heyelan riski taşımaktadır. Depolama alanlarından kaynaklanabilecek riskleri azaltmak için; eski ve kötü/yanlış yönetilmiş/işletilmiş düzensiz depolama sahalarını kapatmak ve rehabilite etmek gerekir. Şekil 10: Düzensiz depolama tesisi 45 Şekil 11: Rehabilite edilmiş saha Evimizdeki Tehlikeli Atıklar Günlük yaşamda kullandığımız ve hayatımızı kolaylaştıran birçok tehlikeli ürün bulunmaktadır. Bu ürünler işlerimizi daha hızlı, kolay ve etkili bir şekilde yapmamızı sağlayan temizlik malzemeleri, deterjanlar, boyalar, kişisel bakım ürünleri, böcek ilaçları gibi çok çeşitlidirler. Acaba bu ürünlere güvenebilir miyiz? Tüketici olarak marketten satın aldığımız bir ürünün genellikle güvenilir olduğuna inanırız. Ancak evlerimizde kullandığımız birçok ürün tehlikeli kimyasal maddeler içermektedir. Bu ürünlerin uygun bir şekilde kullanılmaması ya da bertaraf edilmemesi halinde zararlı etkileri görülebilmektedir. İhtiyacımız olan ürünlerin hangilerinin tehlikeli olduğunu, tehlikeli olması durumunda ürünün kullanımı, saklaması ve alternatifi olan ürünle ilgili bilgimiz olması halinde evimizi ve çevremizi daha sağlıklı ve yaşanılabilir düzeye taşımamız mümkün olacaktır. Satın aldığımız tehlikeli kimyasal maddeler içeren ürünlerin etiketleri üzerinde risklerin neler olduğu hem sembollerle hem de yazılı olarak tüketiciye bildirilmektedir. Bu semboller ve üzerindeki kullanım talimatlarına uyulduğu takdirde bu kimyasalların olası etkileri en aza indirilebilir. Özellikle aşındırıcı, tahriş edici, patlayıcı, solunması halinde tehlikeli, tutuşabilir gibi tehlikelilik özellikleri içeren kimyasalları kullanırken koruyucu eldiven, maske ve elbise kullanılmalıdır. Tehlikeli ürünün kullanılmadığı zamanlarda kapağı sıkıca kapatılmalı, çocukların ve evcil hayvanların ulaşamayacakları kilitli bir yerde saklanmalıdır. Ürün tamamen bitene kadar ya da bertaraf edilinceye kadar orijinal ambalajında saklanmalıdır. Tehlikeli ürünler 46 birbirleriyle karıştırılmamalıdır. Yanıcı ürünlerin ısı ve ateş kaynaklarından uzakta bulundurulması gerekir. Ürünler etiket bilgilerine uygun sıcaklık ve koşullarda saklanmalıdır. Bu tür tehlikeli kimyasalların mutlaka tamamının tüketilmesi gerekmektedir. Kullanabileceğimizden fazla olması halinde bir başkasına vererek tamamının tüketilmesini sağlamalıyız. Her kimyasal farklı özellik göstereceğinden ne şekilde kullanılması ve bertaraf edilmesi gerektiğinin bilinmesi gerekmektedir. Bu sebeple Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca “Evimizdeki Tehlikeli Atıklar” el kitapçığı hazırlanmış ve Bakanlığın web sitesinden tüm tüketicilere kaynak olarak sunulmuştur. Evlerde kullanılan kimyasalların ne gibi riskler içerdiği, nasıl kullanılması gerektiği ve nasıl bertaraf edilmesi gerektiğine dair her türlü bilgiye bu kitapçıktan ulaşılabilmektedir. Atıkların Geri Kazanım a. Geri Kazanım Nedir? Atıkların özelliklerinden yararlanılarak içindeki bileşenlerin fiziksel, kimyasal veya biyokimyasal yöntemlerle başka ürünlere veya enerjiye çevrilmesidir. Sağlıklı ve sürdürülebilir bir atık yönetim sistemi, atıkların diğer atıklarla karışmadan kaynağında ayrı toplanması ve organize bir yapı içerisinde geri kazanım sürecinin gerçekleştirilmesi ile sağlanabilmektedir. b. Geri Kazanımın Yararları o o o o Doğal kaynaklarımız korunur, Enerji tasarrufu sağlanır, Atık miktarı azalır, çöp alanlarının ömrü uzar. Ekonomiye katkı sağlanır. c. Ambalajlar ve Geri Dönüşüm Ambalaj; içindeki ürünü koruyan, temiz kalmasını sağlayan ve taşınmasını kolaylaştıran önemli bir malzemedir. Geri kazanılabilir atıklarının ayrı toplanmasında dünyada en yaygın etkili ve verimli uygulama; kaynağında ayrı biriktirme ve toplamadır. Ambalaj atıklarının kaynağında ayrı toplanmasıyla ambalaj atıklarının geri dönüşümünde kaliteli ürünler elde edilebilmektedir. Katı atık yönetim sisteminin verimli bir şekilde işletilmesi ve halkın memnun edilebilmesi için toplama sisteminin planlandığı şekilde çalıştırılması gereklidir. Bu nedenle toplama sistemi, ülke gerçeklerini dikkate alan, toplumun sosyo-ekonomik yapısı ve alışkanlıkları ile uyumlu, çabuk alışılabilir ve uygulanabilir olmalıdır. Ayrı toplama çalışmalarında toplama yapılacak bölgelere ve yerlere göre mavi poşetler, iç mekân kutuları, kumbaralar ve konteynırlar kullanılabilmektedir. Vatandaşlar 47 tarafından belediyenin hazırlamış olduğu ambalaj atıkları yöneyim planı doğrultusunda ayrı toplama yapılan bölgelerde, poşetlerin kumbaraları ve konteynırların içine ambalajın dışında başka malzemeler atılmamalı, poşetler belirtilen gün ve saatte dışarı çıkarılmalıdır. Uygulamada kullanılan kumbara, konteynır, afiş vb. gibi ekipmanlara sahip çıkılması, onlara zarar verilmemelidir. Ayrı toplama çalışmalarında kullanılan ekipmanların avantaj ve dezavantajları aşağıdaki tabloda verilmektedir. Kaynakta Ayrı Biriktirme Ekipmanları • • • • • Kapıdan kapıya toplama yöntemi Tüketici pasiftir, Ağırlıklı olarak toplayıcı rol oynar, Tüketici tarafından diğer evsel katı atıklardan ayrı olarak ambalaj atıkları bir poşette biriktirilir, Belirli periyotlarla lisanslı işletmeler tarafından toplanır. • • • • Bırakma merkezli toplama yöntemi Toplayıcı pasiftir, Ağırlıklı olarak tüketici rol oynar, Tüketici ayırdığı ambalaj atıklarını belirli bir mesafe kat ederek kumbara ya da konteynerlere bırakır. • • • • Büyük konteyner Ağırlıklı olarak fabrikalar, marketler, alışveriş merkezlerinin arka kısımlarında kullanılır, Büyük konteynerlerde biriktirilir, Belirli periyotlarla konteyner sahiplerince toplanır, Evlerde mavi poşetlerde biriktirilen ambalaj atıkları belediyelerin hazırlamış oldukları ambalaj atıkları yönetim planlarında belirtilen gün ve saatte vatandaşlar veya kapıcılar tarafından dışarı çıkarılmaktadır. Ambalaj atıkları özel olarak giydirilmiş araçlarla taşınmaktadır. Ambalaj atıklarının toplanması ve taşınmasında kullanılacak araçların üzerinde “Ambalaj Atığı Toplama Aracı” ifadesi bulunmalıdır. Kolayca okunabilecek ve anlaşılabilecek boyutlarda tasarlanmalıdır. Ayrı toplanacak ambalaj atıkları ile atılmayacak atık türleri yazı ve şekil ile gösterilmelidir. 48 Ambalaj atıklarının kaynağında ayrı toplama çalışmasında kullanılan özel olarak giydirilmiş araçların örnekleri aşağıda verilmektedir. Karışık olarak toplanan ambalaj atıkları lisanslı ambalaj atığı ayırma tesisinde cinslerine göre ayrılmaktadır. Cinslerine göre ayrılan malzemeler preslenmekte ve lisanslı geri dönüşüm tesislerine gönderilmelidir. Bu tesisler birer eğitim merkezi haline getirilmektedir. Ambalaj atıklarının lisanslı işletmelere verilmesi esastır ve ambalaj atıklarının bunların dışındaki işletmeler tarafından toplanması yasaktır. Lisan almış işletmelere ait örnekler aşağıda yer almaktadır. 49 Toptan ve/veya perakende olarak ambalajlı ürünlerin satışını yapan iki yüz metrekareden büyük kapalı alana sahip mağaza, market, süpermarket, hipermarket ve benzeri satış yerleri ambalaj atıklarının ayrı toplanmasını sağlamak ve tüketicileri bilgilendirmek üzere ambalaj atığı toplama noktaları oluşturmak, ambalaj atıklarını, belediyenin ambalaj atığı toplama planı doğrultusunda sözleşme imzaladığı lisanslı toplama ayırma tesisine vermek, plastik poşet kullanımını en aza indirecek gerekli tedbirleri almaları gerekmektedir. Alıveriş merkezlerinde yer alan biriktirme noktalarından ve poşet azatlımı konusunda gerçekleştirilen çalışmalardan örnekler aşağıda yer almaktadır. 50 Ambalaj atıklarının kaynağında ayrı toplama çalışmalarının geliştirilebilmesi ve yaygınlaştırılması için en önemli etken eğitimdir. toplumun, katı atık yönetimi planının her aşamasında bilgilendirilmesi ve eğitilmesi gerekmektedir. Bu amaçla uygulamanın her aşaması için belediyeler tarafından, sanayici tarafından ayrı ayrı eğitim programları düzenlenmeli, tüketicilere hem uygulamanın başlangıcında tanıtıcı bilgiler hem de uygulama devam ederken yapılan çalışmalarla ait bilgiler verilmelidir. Eğitim çalışmalarında ayrı toplama faaliyetlerine yönelik tanıtıcı reklâmlar, afiş ve broşürler yayımlanmalı, ekipmanlar dağıtılmalı, vatandaşlar bilgilendirilmeli, eğitimin sürekliliği sağlanmalıdır. Eğitim ve uygulama politikaları kapsamında kullanılabilecek eğitim unsurları aşağıdaki gibidir: Yazılı ve Görsel Seminer Programları Uygulama ve Teknik Destek Eğitime öğrencilerden ve kadınlardan başlanmalıdır. Eğitim için görsel dokümanlara ağırlık verilmelidir. Ayrı toplamanın ne zaman başlayacağı halka önceden dağıtılacak dokümanlarla bildirilmelidir. Bu dokümanlarda ayrı toplamanın önemi ve nasıl yapılacağı, halkın sorumluluğu anlatılmalıdır. Okullarda ansiklopedik bilgi vermek yerine ilgi uyandırarak öğrenmeyi sağlamak, araştırmacı, sorgulayıcı ve üretici fertler yetiştirmek, okulöncesi dönemde çevre eğitiminin eğlendirici, bilgilendirici, özendirici, uygulamalı olarak çevre sorunlarının farkına varılmasına olanak sağlamak amaçlanmalıdır. Plastik Ambalajlar: Evsel atıklar arasında bulunan özellikle gıda, meşrubat, deterjan ve kozmetik ürünlerin ambalajlarıdır. Plastik ambalaj atıkları yıkanıp granül haline dönüştürülerek, ikincil ürün imalatında hammadde olarak; plastik torba, 51 marley, pis su borusu, elyaf, dolgu malzemesi ve sera örtüsü imalatı ile otomotiv sektöründe kullanılmaktadır. Metal Ambalajlar: Evlerimizde gıda ve içecek ambalajında kullanılan iki çeşit ambalaj malzemesi vardır. Bunlar teneke ve alüminyumdur. Günlük hayatımızda en çok kullandığımız yağ tenekeleri ve meşrubat kutuları metal ambalajların en önemlileridir. Metal ambalajların geri dönüştürülmesi sonucunda pencere çerçevesi ve sprey kutusu gibi metal malzemeler üretilmektedir. Cam Ambalajlar: Camın hammaddesi kumdur. Cam ambalajlar en sağlıklı ambalaj çeşidi olup, geri dönüşüm oranı en yüksek olanıdır. Cam şişe ve kavanozların kullanımı ülkemizde oldukça eski yıllara uzanmaktadır. Cam şişeler depozitolu ve depozitosuz olarak ikiye ayrılır. Depozitolu şişeler temizlenerek tekrar kullanılır. Depozitosuz olanlar ise, diğer cam atıklar ile birlikte renklerine göre ayrılmak suretiyle, kırılarak cam tozu haline getirilir. Cam tozu; kum, kireç taşı ve soda külü ile karıştırılıp, yüksek sıcaklıkta şekillendirilerek yeni ürünlere dönüştürülür. Kâğıt ve Karton Ambalajlar: Kâğıt ve karton türleri arasında gazete kâğıtları, evsel atıkların önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Kâğıt ve karton üreticisi kuruluşlar, atık kâğıttan yaklaşık %30 oranında orijinal hammaddeye karıştırarak üretimde kullanmaktadırlar. Karton, süt ve meyve suyu kutuları %80 kâğıttan ve az bir oranda da plastik ve alüminyumdan oluşmaktadır. Kullanılmış kartonlardan; masa, sandalye ve dolap gibi mobilyalar üretilmekte, ayrıca kâğıt hammaddesi olarak da kullanılmaktadır. Evsel atıkların önemli bir bölümü temiz ve ayrı toplanabildiği takdirde, ekonomiye geri kazandırılması mümkün olmaktadır. Kâğıt ve karton ambalajların geri dönüştürülmesi sonucu atık miktarı azaltılmış ve enerji tasarrufu sağlanmış olur. Bir ton atık kâğıdın geri dönüştürülmesi ile 17 ağaç kurtarılmış olur. Bunun için halkımızın bu konuya duyarlılığı arttırılmalı, ayrıca ülke genelinde atıkların ayrı toplanması ve değerlendirilmesi konusunda, kamu kurum ve kuruluşları arasında işbirliği sağlanarak, gerekli tedbirler alınmalıdır. ÖZEL ATIKLAR a. Atık Madeni Yağlar Atık yağlar motorlu araçların yağ değişim işlemlerinden ve sanayi kuruluşlarının faaliyetleri sırasında açığa çıkan ve kanserojen etkiye sahip maddeleri içeren tehlikeli bir atıktır. Atık yağlar; Su içindeki oksijeni azaltır, su içinde atık yağla beslenen mikroorganizmalar oluşur. Bu mikroorganizmaları yiyen balıklar ve diğer canlılar yoluyla kanserojen maddeler insanlara ulaşır. Atık yağların kontrolsüz olarak soba vb. yerlerde yakılması neticesinde, içindeki kanserojen maddeler doğrudan havaya karışmakta ve insanlar tarafından solunmaktadır. 52 Atık yağlar; evsel atık su arıtma tesislerinde arıtılamaz, bu nedenle kanalizasyon sistemine dökülmemelidir. Atık yağların Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından lisanslandırılmış tesislerde çevre ve insan sağlığına zarar vermeyecek şekilde işlem görmesi, atık üreten noktaların belirlenmesi ve bilinçlendirilmesi önem arz etmektedir. Atık yağlar ulusal atık taşıma formu düzenlenerek lisanslı özel araçlarla toplanmakta ve kategorilerine uygun olarak geri kazanım(enerji veya hammadde) veya bertaraf amaçlı olarak değerlendirilmek üzere lisanslı işletmelere teslim edilmesi gerekmektedir. Atık yağların enerji geri kazanımı amaçla kullanıldığı çimento, kireç ve demir-çelik fabrikalarında Çevre ve Orman Bakanlığınca belirlenen esaslar dahilinde atık yağlar ek yakıt olarak kullanılmakta ve atık yağlardan önemli bir seviyede enerji geri kazanımı sağlanmaktadır. Atık Yağların Kontrolü Yönetmeliği 30.07.2008 tarih ve 26952 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yapılan düzenlemeyle yönetmelik, Avrupa Birliği 75/439 EC sayılı atık yağ direktifine tam uyumlu hale getirilmiştir. Yönetmeliğe göre, atık endüstriyel yağlar lisanslı atık yağ toplama firmaları tarafından, atık motor yağları ise motor yağı üreticileri veya bunların yetkilendirilmiş kuruluşları tarafından toplanabilmektedir. Atık Madeni Yağların Kontrol ve İzleme Sisteminin Oluşturulması Projesi kapsamında yapılan modelleme ile Türkiye’de yıllık yaklaşık 177 bin ton motor yağının tüketildiği ve 134 bin ton atık motor yağının oluştuğu belirlenmiştir. Ortaya çıkan atık motor yağlarının motor yağı üreticileri tarafından ise ancak % 15-20 civarında bir oranla toplandığı da bilinmektedir. Atık yağın geri kazanımı sonucu elde edilen ürünler başta baz yağ olmak üzere ülke ekonomisi açısından önemli bir değer oluşturur. Kazanç yaklaşık 97 milyon usd/yıl’dır. Bu nedenle atık yağların ekonomiye kazandırılabilen, geri dönüşümü mümkün, çok kıymetli bir atık olduğunun unutulmaması gerekmektedir. Yakıt Kalorifik Değer (kcal/kg) Doğalgaz 13.000 Motorin 10.250 Atık Yağ 9.600 Fuel Oil 6 9.600 Linyit 4.600 Bir litre atık yağ bir milyon litre içme suyunu içilemez hale getirir. Bir litre atık yağdan 3.56 kwh elektrik üretilebilir. Bir litre atık yağın enerji karşılığı 9500 – 10000 kilokaloridir. Bir litre atık motor yağından 0,625 litre baz yağ üretilir. 53 b. Bitkisel Atık Yağlar Ülkemizde kişi başına ortalama bitkisel yağ tüketimi 20 kg olup, yıllık yaklaşık 1,5 milyon ton bitkisel yağ gıda amaçlı olarak piyasaya sürülmektedir. Buna karşılık rafinasyon tesislerinden kaynaklanan soap-stock, tank dibi tortu, yağlı toprak gibi bitkisel atık yağlarla birlikte yaklaşık 350.000 ton atık yağın oluştuğu düşünülmektedir. Kişi başı 2 kg kullanılmış kızartmalık yağ oluşumu öngörüsüyle, bu miktarın yaklaşık 150.000 tonunun kullanılmış kızartmalık yağ olduğu tahmin edilmektedir. Son zamanlarda ülkemizdeki fast-food türü gıdaların tüketimindeki artışlarla beraber, kullanılmış kızartmalık yağ miktarında da artışlar olmuştur. Bitkisel yağlar yüksek sıcaklıkta kolaylıkla okside olmakta kullanım ömürlerini tamamladıktan sonra ekotoksik özellikler göstermektedir. 1 lt atık yağ 1 milyon litre içme suyunu kirletebilmektedir. Kullanılmış bitkisel atık yağlar evsel atık su kirliliğinin yaklaşık %25’ini oluşturmaktadır. Kullanılmış kızartmalık yağlar, lavaboya dökülmesiyle kanalizasyon sistemlerinde tıkanmalara ve arıtma tesislerinin maliyetlerinin artmasına neden 54 olmaktadır. Arıtılmayan atık sular içindeki bitkisel atık yağların denizlere, göllere ve akarsulara ulaşmasıyla da başta balıklar olmak üzere ortamdaki canlılar üzerinde tahribatlara sebebiyet verebilmektedir. Bitkisel atık yağlardan kaynaklanan çevresel zararların en aza indirilebilmesi ve ekonomiye kazandırılabilmesi için Bitkisel Atık Yağların Kontrolü Yönetmeliği 19.04.2005 tarihli ve 25791 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmeliğin Genel İlkeler başlıklı 5 inci maddesinin (ı) bendi gereği “ Atık yağlar, çevre lisanslı geri kazanım tesisleri ile geçici depolama izni almış toplayıcılar tarafından toplanabilir.” Toplanan bitkisel atık yağların geri kazanımı ise Bakanlığımızdan çevre izni ve lisansına sahip geri kazanım tesislerinde gerçekleştirilmektedir. Kullanılmış kızartmalık yağ haricindeki atık bitkisel yağlar genel olarak sabun ve yemlik yağ üretiminde kullanılmaktadır. (Kullanılmış kızartmalık yağların sabun üretiminde kullanımı Sağlık Bakanlığınca, yemlik yağ üretiminde kullanımı ise Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı mevzuatınca yasaklanmıştır.) Kullanılmış kızartmalık yağlar ise genel olarak asit yağ ve endüstriyel yağ üretiminde kullanılmaktadır. Özel Tüketim Vergisi uygulamaları nedeniyle kullanılmış kızartmalık yağlardan biyodizel üretimi ekonomik olmaması nedeniyle gerçekleştirilememektedir. Ayrıca; bu yağlar biyogaz üretimde de kullanılabilmektedir. Bitkisel atık yağların toplanarak geri kazanımının sağlanmasındaki ilk temel nokta, halkın ve bitkisel atık yağ üreten lokanta, otel, yemekhane vb. atık üreticilerinin bu atık yağların çevre ve insan sağlığına olan zararlarının farkında olması ve bu atık yağların ekonomiye katkı açısından önemli bir unsur olduğunun bilincine sahip olmasıdır. Eğer bu bilince ulaşılabilirse toplanan kullanılmış kızartmalık yağ miktarı artacak, bu yağların geri kazanımı ile ekonomiye katkı sağlanacak, istihdam oluşturulacak, çevresel açıdan daha önemli bir husus olarak suyu, toprağı, havayı kısacası gelecek nesillerimizden emanet aldığımız çevreyi korumuş olacağız. 55 c. Ömrünü tamamlamış lastikler Ömrünü Tamamlamış Lastiklerin Kontrolü Yönetmeliği 25.11. 20006 tarih ve 26357 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmış ve 01.01. 2007 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Yönetmelik, bisiklet ve dolgu lastikleri hariç, ömrünü tamamlamış diğer tüm lastikleri kapsar. ÖTL’lerin diğer atıklardan ayrı olarak toplanması, taşınması, geçici depolanması, geri kazanılması, bertarafı, ithalatı, ihracatı ile transit geçişi gibi hususları düzenler. Faydalı ömrünü tamamladığı belirlenerek araçtan sökülen orijinal veya kaplanmış, bir daha araç üzerinde lastik olarak kullanılamayacak durumda olan ve üretim esnasında ortaya çıkan ıskarta lastikler, ömrünü tamamlamış lastik olarak nitelendirilmektedir. Araç lastiğinizin diş derinliği 1,6 mm’nin altında ise artık, lastik değil bir atığa sahipsiniz. Ömrünü tamamlamış lastiklerinizi (ÖTL) ücretsiz olarak satın aldığımız noktaya ya da lastik değişimi yapılan servis noktalarına iade edebiliriz. Ömrünü tamamlamış lastikleri geri kazandığınızda yaklaşık % 73 oranında granül kauçuk malzemesi, % 19 oranında çelik tel ve % 8 oranında tekstil ve diğer maddeler geri kazanılmaktadır. Piroliz yöntemi kullanılarak; karbon siyahı, aromatik yağlar, tel ve ısıl değeri çok yüksek olan pirolitik gaz elde edebilirsiniz. Türkiye’de her yıl yaklaşık 200.000 ton ömrünü tamamlamış lastik açığa çıkmaktadır. Bir lastiğin geri dönüşüme gönderilmesiyle birçok ürün elde edilebilir. • 200.000 ton ömrünü tamamlamış lastiğin geri kazanımı sonucunda; yaklaşık 146.000 ton kauçuk granülü ve 38.000 ton çelik geri kazanılmaktadır, • 200.000 ton ömrünü tamamlamış lastiğin piroliz işlemi sonucunda; yaklaşık 80.000.000 litre pirolitik yağ, 60.000 ton karbon siyahı ve 30.000 ton pirolitik gaz geri kazanılmaktadır. Ömrünü Tamamlamış lastiklerin iyi depolanmaması sonucunda • Sivrisinek ve fareler için uygun bir üreme alanı olacağı gibi salgın hastalıkların yayılmasında da etken bir rol oynamaktadır. • Bu yığınlar, gerekli tedbirler alınmadığı takdirde günlerce söndürülmesi mümkün olmayan yangınlara ve zehirli gazların oluşumuna neden olurlar. 56 d. Atık Piller ve Akümülatörler Ülkemizde atık pillerin ve akümülatörlerin yönetimiyle ilgili esaslar, Bakanlığımız tarafından hazırlanan ve 31 Ağustos 2004 tarih ve 25569 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak 01 Ocak 2005 tarihinde yürürlüğe giren “Atık Pil ve Akümülatörlerin Kontrolü Yönetmeliği” ile belirlenmiştir. Yönetmelik ile atık pil ve akümülatörlerin çevre ve insan sağlığına olan zararlarını en aza indirmek, evsel katı atıklarla karışmasını ve evsel çöp depolama alanlarına atılmasını engellemek ve geri kazanım veya nihai bertarafı için toplama sistemini kurmak ve atık yönetim planını oluşturmak amaçlanmaktadır. Atık Piller Pil şarj edilmeyen primer hücrelerde kimyasal reaksiyon sonucu oluşan kimyasal enerjinin doğrudan dönüşümü ile üretilen elektrik enerjisi kaynağı olup bazı piller şarj edilebilerek birkaç defa kullanılabilmektedir. Türkiye’de yılda yaklaşık 6-7 bin ton pil piyasaya sürülmektedir. Cep telefonundan saate, oyuncaktan tv kumandasına, dizüstü bilgisayara kadar hayatımızı kolaylaştıran birçok alanda kullanılmaktadır. Piller şarj edilmeyen piller ve şarj edilebilen piller olarak iki gruba ayrılır. Çinko karbon, alkali mangan, lityum piller şarjsız, nikel kadmiyum, nikel metalhidrit ve lityum iyon piller ise şarjlı grupta yer alır. Özellikle nikel kadmiyum, nikel metalhidrit ve lityum iyon piller geri kazanılmaktadır. Bu tür pillerin geri kazanımından nikel, kobalt ve kadmiyum elde edilmektedir. Dünyada rezervleri oldukça azalan kobaltın atık pillerden geri kazanım yoluyla elde edildiği bilinmektedir. 57 Piller ve bataryalar sökülmemeli, içleri açılmamalı ve ezilmemelidir. Genellikle saatlerde kullanılan düğme pillerin çocuklar tarafından kolayca yutulabilme riskine karşı, bu tür piller ortalıkta bırakılmamalıdır. Şarj edilemeyen piller, alevlenme ve patlama riskine karşı kesinlikle şarj edilmeye çalışılmamalıdır. Atık pillerin çöpe, toprağa, denize, akarsulara ve kanalizasyonlara atılması veya yakılmaları durumunda içerdikleri ağır metaller çevrenin kirlenmesine yol açabilmektedir. Kadmiyumlu pil bir olimpik havuzun üçte birini doldurmaya yeterli 600.000 litre suyu kirletebilmektedir. Bu da yaklaşık 11 kişinin yıllık su ihtiyacına karşılık gelmektedir. Kullanım ömrünü tamamlamış piller ve bataryalar tüketici tarafından ayrı kaplarda biriktirilmeli, okullarda, marketlerde, camilerde, muhtarlıklarda ve diğer kamuya açık alanlardaki pil toplama noktalarına bırakılmalıdır. Pil toplama noktalarındaki atık piller toplandıktan sonra, yetkili kişiler tarafından türlerine göre ayrıştırılmalı, çeşitli fiziki ve kimyasal işlemlerle bünyelerindeki bazı değerli maddelerin geri alınmaları sağlanmalı veya uygun koşullarda bertaraf edilmelidir. Pil ya da bataryaların yakılarak bertaraf edilmeleri çözüm değildir. Çünkü yanma sonucunda kurşun, cıva ve kadmiyumun daha da zehirli olan oksitleri gaz halinde oluşur ve soluduğumuz havaya karışır Atık Aküler Akümülatörler endüstride ve araçlarda otomatik marş, aydınlatma veya ateşleme gücü için kullanılan, şarj edilebilir sekonder hücrelerde kurşunla sülfürik asit arasındaki kimyasal reaksiyon sonucu kimyasal enerjinin doğrudan dönüşümü ile üretilen elektrik enerjisi kaynağıdır. 58 Akümülatörler kullanım alanlarına göre starter (otomobil aküleri), stasyoner ve traksiyoner (Telekom aküleri, Enerji santral aküleri, Forklift aküler, kesintisiz güç kaynakları aküleri) akümülatörler olarak sınıflandırılmaktadır. Ülkemizde özel aküler hariç (agm ve jel) bütün kurşun asit aküler (starter, stasyoner ve traksiyoner) dünya standartlarında üretilmektedir. Yıllık üretim ve ithalat miktarı yaklaşık 80.000 tondur. Atık akülerin, gelişigüzel atılması veya yasal olmayan bir biçimde depolanması, zamanla deforme olan ve kırılan akülerden; çevreye kurşun veya kurşunla kirlenmiş sülfürik asitin saçılmasına neden olmaktadır. Bu olay toprak kirliliğinin yanı sıra göller, akarsular, nehirler ve yeraltı suları gibi içme suyu kaynaklarının da kirlenmesine yol açar. Atık akülerin gelişigüzel yakılması sonucunda, kurşun kül içinde kalır, açığa çıkan baca gazlarından dolayı havadaki kurşun emisyonu artar ve hava kirliliğine neden olur. 10 gr kurşun 200 kg toprağı kirletmektedir. Atık haline gelen akümülatörlerin uygun koşullarda depolandıktan sonra özel araçlarla taşınarak geri kazanım tesislerine gönderilmesi sağlanmalıdır. 1 ton kurşunun cevherden elde edilmesi için 345 kW-h enerji harcanırken 1 ton kurşunun atık aküden elde edilmesi için yalnızca 115 kW-h enerji harcanır. Bu da hem enerji tasarrufu hem de ülke ekonomisine katkı sağlar. e. Ömrünü Tamamlamış Araçlar (ÖTA) Ömrünü Tamamlamış Araçların Kontrolü Hakkında Yönetmelik 30.12.2009 tarihli ve 27448 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş ve bu Yönetmelikle ömrünü tamamlamış araçların toplanması, depolanması, işlenmesi, geri dönüşümü ve geri kazanımına ilişkin esaslar ve yeni araç tasarımlarında uyulması gereken kriterler belirlenmiştir. Bu 59 yönetmelik otomobil, hafif ticari araç, motosiklet ve motorlu bisiklet haricindeki üç tekerlekli araçları, bu kategorilerdeki ömrünü tamamlamış araçlar ile bunlara ait aksam, parça ve malzemeleri kapsamaktadır. Otomotiv sanayi, demir-çelik, petro-kimya, lastik gibi temel sanayi dallarının başlıca alıcısı ve bu sektörlerdeki teknolojik gelişmenin de sürükleyicisidir. Ömrünü tamamlamış araçlar; otomotiv sektörünün diğer çevresel etkilerden farklı olarak yalnızca çevresel kirleticiler değil, aynı zamanda içerdikleri geri dönüştürülebilir, geri kazanılabilir ve yeniden kullanılabilir malzemeleri ile birer değerdirler. Genel olarak ömrünü tamamlamış bir araca bakıldığında % 85’inin yeniden kullanılabilir, geri kazanılabilir ve geri dönüştürülebilir parça ve malzemelerden oluştuğu görülmektedir. Bu parça ve malzemelerin yeniden kullanımı, geri kazanımı ve geri dönüştürülmesi; doğal kaynakların hızla tüketilmesinin önüne geçer ve üretilen atıkların çevre ve insan sağlığı için bir tehdit olmaktan çıkarılarak ekonomi için bir girdiye dönüştürülmesini sağlar. Ömrünü tamamlamış araç parça ve malzemeleri kurşun, kadmiyum, altı değerlikli krom ve civa gibi tehlikeli maddeler içermektedirler. Eğer bu parça ve malzemeler atık değerlendirilmesi safhasında doğru olarak işlenmezler ise yeniden kullanım veya geri kazanım için söküldüklerinde, parçalandıklarında, yakıldıklarında veya kimyasal işleme tabi tutulduklarında içerdikleri kurşun, kadmiyum, cıva gibi zehirli metaller açığa çıkabilmekte ve bu atıklar önemli birer toksik madde kaynağına dönüşerek çevre ve insan sağlığı açısından büyük sorunlara sebep olabilmektedir. ÖTA yönetimi içerisinde yer alan teslim yerleri, geçici depolama alanları ve işleme tesisleri ile ömrünü tamamlamış araçların çevre ve insan sağlığına zarar vermeden çevre ile uyumlu bir şekilde geri kazanımının sağlanması hedeflenmiştir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü işbirliği ile kurulan veri sistemi ile lisanslı tesislere teslim edilmeyen ömrünü tamamlamış araçların Emniyet Müdürlüğünce de hurdaya ayrılması engellenmiştir. Ömrünü tamamlamış araç sahipleri, araçlarını yukarıda belirtilen alanlara teslim ederek; araçlarının çevre ve insan sağlığına zarar vermeden tehlikeli maddelerden arındırıldığı, söküldüğü, geri dönüşüm ve geri kazanımının sağlandığı alanlara ulaşımını sağlaması gerekmektedir. f. Atık Elektrikli ve Elektronik Eşyalar Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de gelişen teknoloji ile birlikte tüketim alışkanlıkları hızla değişmekte buna bağlı olarak yeni tür atık tipleri ortaya çıkmaktadır. Bunlardan biri de elektrikli ve elektronik eşya atıkları (AEEE) dır. Bilgisayar, monitör, 60 televizyon, buzdolabı, çamaşır makinesi, cep telefonu ve bunun gibi ev, ofis ve endüstride kullanım alanı bulan, yararlı ömrünü tamamlamış veya arıza nedeniyle daha fazla kullanılmayan, tamiri mümkün olmayan aletlerin tümü elektronik atık kategorisi altında toplanmaktadır. İnsan sağlığına ve çevreye zararlı olan bileşikler içerebilen bu atıkların belirli standartlar çerçevesinde geri dönüştürülmesi, geri dönüştürülemeyenlerin ise uygun yollarla bertarafı gerekmektedir. Elektrikli ve elektronik atıkların geri dönüşümü sadece atıkların bertarafı açısından değil aynı zamanda bakır, alüminyum, altın gibi değerli materyallerin geri kazanımı açısından da önemlidir. Bunun yanında doğru olarak işlenmez ise tekrar kazanım veya kullanım için söküldüklerinde, parçalandıklarında, yakıldıklarında veya kimyasal işleme tabi tutulduklarında içerdikleri kurşun, kadmiyum, cıva gibi zehirli metaller açığa çıkabilmekte, bu atıklar önemli birer toksik madde kaynağına dönüşerek çevre ve insan sağlığı açısından büyük sorunlara sebep olabilmektedir. Bu atıklardan değerli olan kısımların geri kazanılmasının ülke ekonomisine getireceği pozitif etkilerin yanında uzaklaştırılması gereken tehlikeli bileşik içerikleri de atık yönetiminin önemini arttıran hususlardan biridir. Bu sebeplerden ötürü birçok ülke bu gibi atıkların miktarının azaltılması ve yeniden kullanımı, geri dönüşümü ve diğer yeniden değerlendirme şekillerinin kontrolü için yasal düzenlemelerde bulunmuşlardır. Elektrikli ve elektronik eşyaların üretiminden nihai bertarafına kadar çevre ve insan sağlığının korunması amacıyla hukuki ve teknik esasların düzenlendiği Atık Elektrikli ve Elektronik Eşyaların Kontrolü Yönetmeliği 22.5.2012 tarihli ve 28300 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmış ve tüm maddeleri ile 22.5.2013 tarihinde yürürlüğe girmiş bulunmaktadır. Yönetmelik, insan sağlığına ve çevreye zararlı olan maddeleri içerebilen bilgisayar, televizyon, buzdolabı, cep telefonu gibi elektrikli eşyaların belirli standartlar çerçevesinde çevre lisanslı tesislerde geri kazanılmasını, geri kazanımı mümkün olmayanların ise uygun yollarla bertarafını içermektedir. Ayrıca bu ürünlerin üretiminde kurşun, kadmiyum, civa gibi bazı tehlikeli maddelerin kullanımında kısıtlamalar getirmiştir. Bu ürünler atık haline geldiğinde vatandaşlar belediyelerin kuracağı atık getirme merkezlerine, üreticiler ve lisanslı işleme tesisleri tarafından kurulacak aktarma merkezlerine veya vatandaşın talep etmesi halinde yeni bir elektrikli ve elektronik eşya satın aldığı yere hiçbir ücret ödemeden verebileceklerdir. Yine bu Yönetmelikle elektrikli ve elektronik eşya üreticileri, ürün bilgisi açıklamalarında “AEEE Yönetmeliğine Uygundur” ibaresine yer vermekle ve piyasaya sürülen EEE’lerini TS-EN’nin 50419 sayılı Türk Standardına uygun olarak sembolü ile işaretlemekle yükümlüdürler. 61 g. Tıbbi Atıklar Sağlık kuruluşlarının faaliyetleri sırasında üretilen atıklar diğer atıklardan daha fazla oranda yaralanma riski ve daha yüksek enfeksiyon riski taşırlar. Atık nerede üretilirse üretilsin, atıklara muamele etmek için güvenli ve güvenilir yöntemler gereklidir. Tıbbi atıkların yetersiz ve uygunsuz muamelesi, ciddi halk sağlığı sonuçları yaratabilir ve çevre üzerine olumsuz etkiler yapabilir. Bu yüzden güvenli tıbbi atık yönetimi, çevre sağlığını korumanın önemli bir bileşenidir. DİKKAT! TIBBİ ATIK BU AMBLEM NEDİR? Bu amblem “uluslararası biyotehlike amblemi” olup, bu amblemin kapsamında, toplanmasından taşınmasına, geçici depolanmasından bertarafına kadar diğer atıklardan ayrı işlem görmesi gereken tıbbi atıklar yer almaktadır. 62 Tıbbi Atık Tanımı Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliği’ne göre tıbbi atık, sağlık kuruluşlarından kaynaklanan enfeksiyöz atık, patolojik atık ve kesici-delici atıkları ifade etmektedir. Daha geniş bir tanımlamayla “tıbbi atık” tanımı, Mikrobiyolojik laboratuvar atıklarını, Kan, kan ürünleri ve bunlarla bulaşmış nesneleri, Kullanılmış ameliyat giysilerini (kumaş, önlük ve eldiven ve benzeri), Diyaliz atıklarını (ekipmanlar), Karantina atıklarını, Bakteri ve virüs içeren hava filtrelerini, Enfekte deney hayvanı leşleri, organ parçaları, kanı ve bunlarla temas eden tüm nesneleri, Vücut parçaları, organik parçalar, plasenta, kesik uzuvlar ve benzeri atıkları (insani patolojik atıklar), Biyolojik deneylerde kullanılan kobay leşlerini, Enjektör iğnelerini, İğne içeren diğer kesicileri, Bistürileri, Lam-lameli, Kırılmış diğer cam ve benzeri nesneleri kapsamaktadır. Tıbbi atıkların güvenli yönetimi amacıyla yayımlanan Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliği’nde sağlık kuruluşlarından kaynaklanan atıklar dört ana başlık altında toplanmıştır. Bu sınıflandırma aşağıda verilmektedir: I-EVSEL NİTELİKLİ ATIKLAR -Genel Atıklar -Ambalaj Atıkları II-TIBBİ ATIKLAR -Enfeksiyöz Atıklar -Patolojik Atıklar -Kesici-Delici Atıklar 63 III-TEHLİKELİ ATIKLAR IV-RADYOAKTİF ATIKLAR Tıbbi Atıkların Sağlık Etkileri Tıbbi atıklara maruziyet hastalık veya yaralanmaya yol açabilir. Tıbbi atıkların tehlikesi aşağıdaki özelliklerin bir veya daha fazlasından kaynaklanabilir. Enfeksiyona neden olabilen patojenler içerir, Kalıtsal yapı (DNA) üzerinde değişikliklere neden olabilir, Toksik ya da tehlikeli kimyasal veya farmasötik maddeleri içerir, Radyoaktivite içerir, Kesicileri içerir. Risk Altındaki Kişiler Tıbbi atıklara maruz kalan tüm bireyler potansiyel olarak risk altındadırlar. Risk altındaki bu bireylere, tıbbi atık üreten sağlık kuruluşlarının içinde veya dışında olup, hem bu atıkları taşıyan, hem de dikkatsiz yönetim sonucu bu atıklara maruz kalanlar dâhildir. Risk altındaki başlıca gruplar aşağıdadır: o Doktorlar, hemşireler, yardımcı sağlık çalışanları ve diğer hastane personeli, o Sağlık kuruluşlarında veya evde tedavi ve bakım alan hastalar, o Sağlık kuruluşlarının hasta ziyaretçileri, o Çamaşırhane, atık toplama ve taşıma gibi sağlık kuruluşlarının destek birimlerinde çalışanlar, o Atık sterilizasyon/bertaraf tesislerindeki işçiler, o Atık boşaltım sahalarında ayıklama yapan kişiler. Enfekte Atıklar ve Kesicilerin Tehlikeleri Enfekte atıklar birçok patojen mikroorganizmalardan birini içerir. Enfekte atıklardaki patojenler birçok yolla insan vücuduna girebilir: 64 o Derideki batma, yıpranma veya kesi yoluyla, o Mukoz membranlar yoluyla, o İnhalasyonla, o Sindirimle. Tıbbi atıklar aracılığıyla bulaşmanın HIV ve hepatit B-C virüs enfeksiyonlarıyla özel ilişkisi vardır. Bu virüsler genellikle kan ile kontamine olmuş şırınga iğnelerinden yaralara bulaştırılırlar. Sağlık kuruluşlarında antibiyotiklere ve kimyasal dezenfektanlara dirençli bakterilerin bulunması, kötü yönetilen tıbbi atıklarla yaratılan tehlikeleri daha da arttırmaktadır. Patojenlerin yoğun olduğu kültürler ve kontamine olmuş kesiciler (özelikle hipodermik iğneler) sağlıkla ilgili akut potansiyel tehlikeleri barındıran atık maddelerdir. Kesiciler, patojenlerle kontamine olmuşlarsa, sadece kesik ve batmalara yol açmazlar, aynı zamanda bu yaraların enfekte olmasına da neden olabilirler. Bu iki riskten (yaralanma ve hastalık bulaşması) dolayı kesiciler çok tehlikeli bir atık sınıfı olarak kabul edilirler. Batma ve kesiklerin yanında esas sorun bu temasla bulaşan kan enfeksiyonlarıdır. Hipodermik iğneler ise kesici atık kategorisinin önemli bir bölümünü oluştururlar. Tıbbi Atık Yönetiminde Uygulanacak Genel Esaslar Türkiye’de tıbbi atıkların güvenli yönetimiyle ilgili esaslar 22 Temmuz 2005 tarih ve 25883 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliği ile belirlenmiştir. Yönetmeliğe göre atıkların kaynağında ayrı toplanması ve geçici depolanması sorumluluğu sağlık kuruluşlarının, atıkların geçici atık depolarından alınarak taşınması, sterilizasyon işlemine tabi tutulması ve bertaraf edilmesi konularındaki sorumluluklar ise belediyelere aittir. Atıkların Kaynağında Ayrı Toplanması Sağlık kuruluşlarında oluşan atıklar tıbbi atıklar, tehlikeli atıklar, evsel nitelikli atıklar ve ambalaj atıkları olarak sınıflandırılmalı ve birbirleri ile karışmadan kaynağında ayrı olarak toplanmalıdır. Tıbbi Atıklar: Tıbbi atıklar, başta doktor, hemşire, ebe, veteriner, diş hekimi, laboratuvar teknik elemanı olmak üzere ilgili sağlık personeli tarafından oluşumları sırasında kaynağında diğer atıklar ile karıştırılmadan ayrı olarak biriktirilirler. Tıbbi atıkların toplanmasında kırmızı renkli özel plastik torbalar kullanılır. 65 Tıbbi atıkların bir alt grubu olan kesici ve delici atıklar ise diğer tıbbi atıklardan ayrı olarak özel plastik veya lamine kartondan yapılmış kutular içinde toplanmalıdır. Ünite içinde tıbbi ve evsel nitelikli atıklar ayrı ayrı taşınmalıdır. Bu araçlar turuncu renkli olmalı, üzerlerinde “Uluslararası Biyotehlike” amblemi ile “Dikkat! Tıbbi Atık” ibaresi bulunmalıdır. Tıbbi atıklar ile evsel nitelikli atıklar aynı araca yüklenmemeli ve taşınmamalıdır. Sağlık kuruluşlarında toplanan atıklar, belediye tarafından alınıncaya kadar geçici atık deposu veya konteynerler içinde geçici olarak depolanmalıdır. Atıklar bu depolarda veya konteynerlerde en fazla 48 saat bekletilebilir. Geçici atık deposu içindeki sıcaklığın +4 ºC’nin altında olması durumunda bekleme süresi bir haftaya kadar uzayabilecektir. Sağlık kuruluşunun geçici depolama için geçici atık deposu mu, yoksa konteyner mi kullanacağı konusu ise öncelikle sağlık kuruluşunun yatak kapasitesine bağlıdır. En az 20 yatak kapasitesine sahip sağlık kuruluşları geçici atık deposu inşa etmek zorundadırlar. 20’den az yatağa sahip sağlık kuruluşları geçici atık deposu olarak konteyner kullanmak zorundadırlar. 66 Belediyelerin Yükümlülükleri Belediyeler tıbbi atık yönetim planı hazırlamakla, tıbbi atıkları taşımakla ve bu atıkları sterilizasyon işlemine tabi tutarak zararsız hale getirmek ve/veya bertaraf etmekle yükümlüdürler. Tıbbi atıkların geçici atık depoları ve konteynerler ile küçük kaynaklardan alınarak bertaraf tesisine taşınmasından büyükşehirlerde büyükşehir belediyeleri, diğer yerlerde ise belediyeler ile yetkilerini devrettiği kişi ve kuruluşlar sorumludur. Tıbbi atıkların taşınması özel olarak dizayn ve imal edilmiş araçlarla yapılır. Tıbbi atık taşıma araçları için ilgili valilikten taşıma lisansı alınması gerekmektedir. Tıbbi atıklar yakılarak bertaraf edilmekte veya sterilizasyon işlemine tabi tutularak zararsız hale getirilmektedir. Kurulacak tıbbi atık yakma ve sterilizasyon tesisleri için Çevre ve Şehircilik Bakanlığından geçici faaliyet belgesi/çevre lisansı alınması gerekmektedir. SU VE TOPRAK KİRLİLİĞİ Su Potansiyeli Su, hayatın en temel kaynağı olmakla birlikte ve sağlık için de vazgeçilmez bir ihtiyacımızdır. Su kaynaklarının korunması ve verimli bir şekilde yönetimi, sürdürülebilir 67 gelişmenin gerçekleştirilebilmesi açısından önem arz etmektedir. Son yıllarda, nüfus artışı ve iklim değişikliği dolayısıyla dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşanan su sıkıntılarında artışlar görülmektedir. Nitekim yayınlanan birçok raporda gelecekte karşılaşılması muhtemel kuraklıklardan bahsedilmektedir. Uluslararası bir araştırma kuruluşu raporunda; “2025 yılına kadar, dünyanın üçte birinin su kıtlığından etkileneceği; 20 yıldan yakın bir sürede de Afrika’da yeterli ve temiz su bulamayan insan sayısının 600 milyona ulaşabileceği” belirtilmektedir. Su varlığına göre ülkeler sınıflandırıldığında; yılda kişi başına düşen ortalama kullanılabilir su miktarı 1 000 m3’ten az olan ülkeler "su fakiri", 2 000 m3’den az olan ülkeler "su azlığı", 8 000 - 10 000 m3’ten fazla olan ülkeler ise "su zengini" olarak kabul edilmektedir. Dünyada kişi başına su tüketimi yılda ortalama 800 m3 civarındadır. Dünya nüfusunun yaklaşık % 20’sine karşılık gelen 1,4 milyar insan yeterli içme suyundan yoksun olup, 2,3 milyar kişi sağlıklı suya hasrettir. Bazı tahminler, 2025 yılından itibaren 3 milyardan fazla insanın su kıtlığı ile yüz yüze geleceğini göstermektedir. FAO (Food and Agriculture Organization) ya göre, 1995 yılında su kıtlığı ve su stresi yasayan nüfusun dünya nüfusuna oranı sırası ile %29 ve %12 iken, 2025 yılında bu oranlar %34 ve %15 e yükselecektir. 1995 ve 2025’te Dünya’da Kişi Başına Kullanılabilir Su Potansiyeli 1995 2025 Su Kaynağı Dünya Nüfus (m3/kişi) Nüfusuna (milyon) Oranı (%) < 500 1 077 19 Su Kıtlığı Var 500-1 000 587 10 1 000-1 700 669 12 Su Stresi Var >1 700 3 091 55 Su Yeterli 241 4 Sınıflandırma Dışı 5 665 100 Toplam DURUM Nüfus (milyon) 1 783 624 1 077 3 494 296 7 274 Dünya Nüfusuna Oranı (%) 25 9 15 48 4 100 FAO (2002), Crops and Drops: Making the Best Use of Water for Agriculture, Rome. Buna ek olarak, 2050 yılında su sıkıntısı çeken ülkelerin sayısı 54’e, bu şartlarda yaşamak zorunda kalan insanların sayısı 3,76 milyara yükselecektir. Bu durum 2050 de 9,4 milyar olması beklenen dünya nüfusunun % 40’ının su sıkıntısı çekeceği anlamına gelecektir. 68 Türkiye’de toplam kullanılabilir su miktarı 112 milyar m3’tür. Ülkemizin, bir yılda kişi başına düşen yaklaşık 1566 m3’lük kullanılabilir tatlı su miktarı dikkate alındığında, su zengini bir ülke olmadığımız anlaşılmaktadır. Aynı zamanda su fakiri sınıfına da girmememizle birlikte, su kaynaklarımızı israf etmeden, planlı şekilde kullanmak mecburiyetinde olduğumuz aşikârdır. Ülkemiz 26 Ağustos 2009 tarihinde Kyoto Protokolü’ne resmen taraf olarak küresel iklim değişikliği ile etkin mücadele edeceğini, bu konudaki küresel mücadeleye katkı vereceğini ve aktif olarak sürece katkı sağlayacağını teyit etmiştir. Şüphesiz ki küresel iklim değişikliğinin en çok tesir edeceği tabii kaynak su olacaktır. Su Kirliliği Nedir? Su kaynağının kimyasal, fiziksel, bakteriyolojik, radyoaktif ve ekolojik özelliklerinin olumsuz yönde değişmesi şeklinde gözlenen ve doğrudan veya dolaylı yoldan biyolojik kaynaklarda, insan sağlığında, balıkçılıkta, su kalitesinde ve suyun diğer amaçlarla kullanılmasında engelleyici bozulmalar yaratacak madde veya enerji atıklarının boşaltılması olarak tanımlanabilir. Su kirliliğinin kaynakları genel olarak üç ana başlıkta toplanabilir. Bunlar; Evsel nitelikli kirlenme (fekal ve organik atıklar) Endüstriyel nitelikli kirlenme (kimyasal, radyoaktif atıklar) Tarımsal nedenli kirlenme (pestisid ve kimyasal gübrenin aşırı kullanımı) Su kirliliğine etki eden unsurlar ise; Fekal atıklar, Organik atıklar, Kimyasal Atıklar, Aşırı üretim artışına neden olan besin maddelerinin, alıcı ortamın dengesini bozacak şekilde aşırı boşaltımı, Atık ısı, Radyoaktif atıklar, Deniz dibinden taranan malzeme, çamur, çöp ve hafriyat artıklarının ve benzeri atıkların boşaltımı, Gemilerden kaynaklanan petrol türevli katı ve sıvı atıklar (sintine suyu, kirli balast, slaç, slop, yağ ve benzeri atıklar), Yukarıda sayılanların dışında kalan kimyasal maddeler gerçekte sanayinin çevre üzerindeki olumsuz rolü belki diğer tüm faktörlerden çok daha fazladır. Özellikle Türkiye’de sanayi kuruluşlarının sıvı atıkları ile su kirliliğine ve yine su kirliliğine bağlı toprak ve bitki örtüsü üzerinde aşırı kirlenmelere neden olduğu ve hızlı bir şekilde doğa tahribine yol açtığı bilinmektedir. 69 Diğer yandan kimyasal gübrelerin bilinçsizce ve aşırı kullanımı da zaman içinde toprağı çoraklaştırmakta ve yine doğal çevrim ile gerek su kirlenmesi gerekse diğer etkileri ile olumsuzluklar yaratmaktadır. Su kalitesinin bozulmasına neden olan kaynaklar arasında; yeterli veya hiç arıtması olmayan yerleşim yerleri ve endüstriler, tarım alanlarının tarım dışı amaçla kullanımı, zirai amaçlı kullanılan gübre ve pestisitler, çöp alanları, yol yapımı, ormansızlaşma ilk sıralarda sayılabilir. Bu etkenler havzada; erozyon, sedimantasyon, kirlilik ve su rejiminin değişmesi şeklinde kendini göstermektedir. Dünyada ve ülkemizde su tüketimi ve ihtiyacı hızla artarken, su kaynakları da hızla tükenmekte ve kirlenmektedir. Hızlı nüfus artışı, çarpık kentleşme, plansız sanayileşme, tarım alanlarının tarım dışı kullanımı, ormansızlaşma, sadece kalkınma ve kar amacının ön planda olduğu politikalar ve yönetsel ve tüzel eksiklikler sonucunda, doğal kaynaklar yok olmakta, su kaynakları olumsuz yönde etkilenmektedir. Doğal kaynaklarımızdan verimli etkin ve sürdürülebilir kaynak kullanımı göz önüne alarak koruma-kullanma ilkeleri çerçevesinde korumamız ve kullanmamız gereklidir. Ülkemiz büyüme süreci içerisinde olup, hızlı nüfus artışının, endüstriyel, kentsel ve tarımsal faaliyetlerin yol açtığı çevre sorunları ve tahribatı sınırlı su kaynaklarının kirlenmesine neden olmaktadır. Bu nedenle, mevcut su kaynaklarının korunması ve atıksuların geri kullanımı çok önem arz etmektedir. Artan su talebi, yükselen alternatif tabii su kaynakları fiyatları ve gelişen geri kazanma teknolojileri atıksuların tekrar kullanılmasını hem çevre ve hem de kaynakların ekonomik kullanımı yönünden cazip hale getirmektedir. Ülkemiz AB’ye katılım sürecinde 21 Aralık 2009 tarihinde Çevre Faslını müzakereye açmıştır. Özellikle Avrupa Birliği mevzuatıyla da uyumlu olarak su kirliliğinin azaltılmasındaki temel politikamız; atıksu oluşturmayan ya da oluşan atıksuyu tekrar geri kazanan temiz üretim teknolojilerinin kullanılması ve “kirliliğin kaynağında önlenmesidir.” İnsanlık olarak suya olan bağımlılığımız dikkate alındığında, kirlenmiş olan suların veya denizler gibi alternatif su kaynaklarının, çeşitli işlemler sonrası kullanılabilir hale getirilmesinin önemi daha da ortaya çıkmaktadır. Bu noktada, günümüzde çevre teknolojilerinde gelinen seviyede, atıksular bir arıtma ünitesinden geçirildikten sonra ileri arıtmadan geçirilerek yeniden kullanılabilmektedir. Gerek deniz suyundan içme ve kullanma suyu elde etme, gerekse evsel, endüstriyel atıksular ve katı atık deponi sahalarından çıkan sızıntı suyunun arıtılarak geri kazanımı ve çeşitli maksatlarla kullanılması son yıllarda oldukça önem kazanmıştır. Bu nedenle bu konudaki uluslararası bilgi birikiminin ve geliştirilen teknolojilerin paylaşılması ve kamuoyuna sunulması, su kaynaklarının etkin yönetimi açısından son derece ehemmiyet arz etmektedir. Geleneksel su temini maliyetlerinin artan kirlilik ve su kıtlığı nedeniyle artması, su geri kullanım ve desalinizasyon maliyetlerinin göreceli olarak azalması nedenleriyle ileri teknolojilerin kullanımı son dönemlerde ülkemizde ve dünyada artış göstermektedir. Su kaynaklarının kısıtlı olması, içme suyu temin edilecek su kaynağının kalitesinin uygun olmaması gibi nedenlerle içme suyunun kıta içi su kaynaklarından ve deniz suyundan temininde bu teknolojilerin kullanımı yaygınlaşmaktadır. Çevreyi koruma amaçlı yapılan çalışmalar sonucunda son yıllarda kanalizasyon şebekesi ve atıksu arıtma tesisi ile hizmet verilen belediye sayısında ve nüfusta önemli artış 70 olmuştur. Atıksu arıtma tesisi ile hizmet verilen nüfusun ise toplam belediye nüfusuna oranı 2012 yılı sonu itibariyle %72’ye ulaşmış olup, 2017 yılında % 85’e ulaşması hedeflenmektedir. Çevre ile ilgili politikaların uygulanmasında ekonomik araçların rolünün çevre politikalarını destekleyecek şekilde kullanılması gerekmektedir. Belediyelerin su, atıksu ve katı atıkla ilgili hizmetlerinin karşılığını almasının sağlanması, bu hizmetlerden tahsil ettikleri gelirleri yine sadece bu alanlarda kullanmalarının sağlanması, teşvik ve cezai yaptırımın güçlendirilmesi hususları yer almıştır. Atıksu altyapı tesisleri ile evsel katı atık bertaraf tesislerinin kurulması, bakımı, onarımı, işletilmesi, kapatılması ve izlenmesi, bu tesislerle ilgili olarak verilen tüm hizmetleri karşılayabilecek tarifelerin; atıksu altyapı yönetimleri, büyükşehir belediyeleri ve belediyeler tarafından belirlenmesi, ayarlanması ve uygulanması yoluyla çevresel altyapı hizmetlerinin sürdürülebilirliğini sağlamaktadır. Hızlı nüfus artışı, aşırı sanayileşme, küresel ısınma, artan kuraklık ve aşırı tüketim ile birlikte tatlı su kaynakları global ölçekte hızla tükenmektedir. Her ne kadar Türkiye, toplam tatlı su kaynakları miktarı bazında, Orta Doğu’daki ülkelere oranla daha avantajlı gözükse de, tatlı su kaynaklarımızın lokasyon olarak homojen bir şekilde dağılmadığı bir gerçektir. Artık ülkemiz bir su zengini değil, tam tersine su fakiri sınıflandırmasına doğru ilerlemektedir. Özellikle endüstriyel ve evsel atıksuların yeterince arıtılmadan alıcı ortamlara verilmesi sonucunda, zaten az olan tatlı su kaynaklarımız kirlenmekte ve kullanılamaz hale gelmektedir. Sanayi atıksularından kaynaklı çevre kirliliği, sadece ülkemizde değil, tüm dünyada üstesinden gelinmesi gereken en önemli çevre sorunlarının başında gelmektedir. Ülkemizde sanayi atıksularından kaynaklı çevre kirliliğinin önlenmesi ve kontrolünden Bakanlığımız sorumludur. Atıksuların kontrolü, bertarafı ve atıksu kaynaklı kirliliğin önlenmesi konularında yetkili kurum olan Bakanlığımız, atıksu sorunlarının çözümü için kurum ve kuruluşların işbirliğiyle mevzuat bazında çalışmalar yapmakta, aynı zamanda farklı sanayi sektörleriyle zaman zaman bir araya gelerek atıksu kaynaklı sorunlara ortak akıl ürünü çözümler getirmeye çalışmaktadır. Kirliliğin giderilmesi ve kontrolü için usul ve esaslar belirlenmekte, sanayide kirliliğin kaynağında önlenmesi, atıksuların en uygun kullanımının sağlanması ve temiz üretim teknolojilerinin kullanılması için çalışmalar yapılmaktadır. Türkiye’de atıksuların kontrolü, bertarafı ve atıksu kaynaklı kirliliğin önlenmesi konularında yetkili kurum olan Bakanlığımız, atıksu sorunlarının çözümü için yalnızca mevzuat bazında çalışmalar yapmamakta; aynı zamanda farklı sanayi sektörleriyle zaman zaman bir araya gelerek atıksu kaynaklı sorunlara ortak akıl ürünü çözümler getirmeye çalışmaktadır. Bu çerçevede ilk günden bu yana sanayicilerle bir araya gelinmekte ve hem çevresel gereklilikleri kollayan hem de ekonomik kalkınmaya engel teşkil etmeyen çözümler bulunmaktadır. Sanayide kirliliğin kaynağında önlenmesi, temiz üretim ve atıksuların en uygun kullanımının sağlanması için çalışmalar yapılmakta ve gerekli düzenlemelerin uygulanması sağlanmaktadır. Toprak Nedir? Toprak, yerküreyi ince bir tabaka halinde kaplayan, kayaçların fiziksel ve kimyasal prosesler sonucunda parçalanması, ayrışması ve zaman içerisinde sayısız mikroskobik ve makroskobik organizma ve bitki kalıntılarının birikmesi sonucunda oluşan bir doğal kaynaktır. 71 Toprak, bitki örtüsünün beslendiği kaynakların ana deposudur. Toprağın üst tabakası insanların ve diğer canlıların beslenmesinde temel kaynak teşkil etmektedir. Bir gram toprağın içerisinde milyonlarca canlı bulunmakta ve ekosistemin devamı için bunların hepsinin ayrı önemi bulunmaktadır. Toprak, su ve hava ile birlikte, yeryüzündeki yaşamın vazgeçilmez unsuru olan önemli bir doğal kaynak olup, her üçü de suyun yerküredeki oluşumunu, değişimini ve hareketini tanımlayan hidrolojik döngü çerçevesinde birbirleriyle yakından ilgilidirler. Birisinde oluşan olumlu ya da olumsuz herhangi bir değişiklik doğrudan veya dolaylı yoldan bir diğerini etkilemektedir. Örneğin, zararlı bir kimyasal madde ile kirlenmiş olan toprak, kirleticinin buharlaşması yoluyla hava kirliliğine, yıkanması yoluyla hem yüzey hem de yeraltı suyu kirliliğine neden olabilmektedir. Toprağın bir doğal kaynak olarak öneminin anlaşılabilmesi için önce toprağın temel işlevlerinin neler olduğunun bilinmesinin önemi yüksek olup, bunlar; -Tarımsal (gıda üretimi) -Altyapısal (inşaat/altyapı zemini) -Ekolojik (biyoçeşitlilik, besin döngüsü) -Hidrolojik (su kaynaklarının beslenmesi, alıcı ortam) işlevleridir. “Toprak Kalitesi” kavramı toprağın bu işlevleri ile doğrudan ilgilidir. Toprak Kirliliği En önemli doğal kaynaklardan birisi olan toprağın tarım dışı amaçlarla kullanılması, ağır metallerle kirlenmesine ve erozyon sonucu oluşan etkilerle kayıplara uğramasına ve veriminin düşmesine yol açmaktadır. Kaybedilen toprakların yeniden kazanılması çok zordur. 1 cm. kalınlıkta ki toprak ancak birkaç yüzyılda oluşabilmektedir. Toprak kirliliği her geçen gün daha da ciddi boyutlara ulaşan önemli çevre problemlerinden birisini teşkil etmektedir. Olayın ciddiyetini kavramak amacıyla basit bir örnek vermek gerekirse; toprağa atılan küçük bir kalem pil 20 çuval toprağı kirletmektedir. Ayrıca kirlenmiş olan toprağın temizlenmesi çok yüksek maliyeti olan bir iş olup, toprağın tekrar eski halini alması ise yıllar sürmektedir. Yirminci yüzyılın ortalarına doğru hızlı nüfus artışı ile birlikte, tarım ve diğer alanlardaki sanayi ve teknolojinin hızla gelişmesine paralel olarak, toprak kirliliği de artmaya başlamıştır. Toprak alıcı ortam ve beslenim alanı olarak düşünüldüğünde, toprak kirliliği yüzey ve yeraltı suyu için uzun süreli kirlilik kaynağı oluşturması bakımından ayrı bir önem arz etmektedir. Alıcı ortam olarak kullanıldığında, toprak kirleticilerin tutulmasını ve giderilmesini sağlayan fiziksel, kimyasal, biyolojik reaktör olarak düşünülebilir. Toprağın kirlilik depolama ve kirliliği giderme (tampon veya filtreleme) kapasitesi, toprağın uzun dönemde bir kirlilik kaynağı tehdidi oluşturup oluşturmayacağını da 72 belirlemektedir. Bu nedenle toprak kirliliği, su kaynaklarını ilgilendiren ve su kalitesine yönelik etkilerin değerlendirilmesinde su kirliliği ile bağlantılı olarak ele alınması gereken bir konudur. Ayrıca, çöp sahaları ve geniş kirlenmiş sahalardan önemli miktarda gazın sıcaklıkla açığa çıkması durumunun mevcut olduğu hallerde, toprak kirliliği hava kirliği ile birlikte değerlendirilmelidir. Toprak Kirliliğine Sebep Olan Faktörler: Endüstri tesislerinden çıkan ve arıtılmaksızın havaya, suya ve toprağa verilen atıklar çevreyi kirletmekte olup, Ülkemizde sanayi tesislerindeki yanlış uygulamalar, uygunsuz atık/atıksu bertarafı, doğal afetler, sanayi tesislerinde çeşitli kimyasal maddelerin depolanması ve nakilleri sırasında meydana gelen döküntü ve sızıntılar noktasal kaynaklı toprak kirliliğine neden olmaktadır. Yerleşim alanlarından çıkan atıklar, egzoz gazları, endüstri atıkları, tarımsal mücadele ilaçları ve kimyasal gübreler toprak kirliliğine sebep olan en önemli etkenlerdir. Yine yerleşim alanlarından çıkan çöplerin gelişigüzel boşaltıldığı alanlar ile kanalizasyon şebekelerinin arıtılmaksızın, doğrudan toprağa verildiği alanlarda toprak kirliliği meydana gelmektedir. Otomobillerden çıkan egzoz gazları ile karbon monoksit, kükürt dioksit, kurşun ve kadmiyum vs. gibi zehirli maddeler havaya yayılmakta ve solunum yolu ile büyük bir kısmı canlılar tarafından alınmaktadır. Geriye kalanı ise, rüzgârlar ile uzak mesafelere taşınmakta ve yağışlarla yere inerek, toprak ve suları kirletmektedir. Tarımsal mücadele ilaçları ve suni gübrelerin, bilinçsiz ve aşırı kullanımı sonucu, toksik maddelerin toprakta birikimi artmakta ve doğal ortamın ve toprağın kirlenmesine sebep olmaktadır. Ayrıca, Sodyum, fosfor, potasyum, kalsiyum, magnezyum, demir, çinko, bakır, mangan gibi maddeleri içeren suni gübrelerin aşırı ve bilinçsiz kullanımı sonucu, toprağın yapısı da bozulmaktadır. Denizlerde Meydana Gelen Kazalara Karşı Hazırlıklar Türkiye, konum itibariyle Asya ve Avrupa Kıtalarını birbirine bağlayan, dolayısıyla iki kıta arası ticaret ağında odak noktası olarak Boğazlarından farklı büyüklükte, sayısız geminin kıtalar arası geçiş yaptığı önemli bir yarımada ülkesidir. Dünya ve Türkiye ticareti açısından son derece önemli olan İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndan yılda ortalama 50000 gemi geçmekte ve Boğaz trafiğinin büyük bir kısmını tankerler oluşturmaktadır. Son 5 yılda geçen tehlikeli madde taşıyan gemilerin taşıdığı yük, ortalama 150 Milyon tondur. Bu verileri göz önünde bulunduracak olursak denizlerimizde kaza riskinin ne kadar büyük olduğu ve muhtemel kazalara karşı hazırlıklı olmanın önemi ortaya çıkmaktadır. Denizlerin birden ülkeye kıyısının olması ve birbirlerine bağlantısı olması sebebiyle, kirliliğe karşı korunması için sadece ülke olarak alınacak tedbirler yeterli olmamaktadır. Bu nedenle denizlerin korunmasına yönelik olarak gerekli düzenlemeleri yapmak üzere ülkeler 73 arasında bölgesel ve uluslararası anlaşmalar, sözleşmeler yapılmaktadır. Bu anlaşmalar uyarınca gerekli tedbirlerin alınması gerekmektedir. Ülkemizde 2009 yılından itibaren gerek uluslararası anlaşmalardan doğan yükümlülükler gerekse ulusal mevzuatın uygulanması için deniz kazalarına karşı risk yönetimi ve acil müdahale çalışmaları büyük bir ivme kazanmış ve 2013 yılı itibariyle bu konuda çok yol kat edilmiş durumdadır. Bakanlığımızın deniz kazaları ile ilgili görevleri arasında, acil müdahale planlarının hazırlanması, kıyı alanlarında acil müdahale planlarının uygulanması, kirlenmenin türü ve etkilerinin belirlenmesi, çevreye olan zararların tespiti, olay sonrası kirlilikten etkilenen alanların rehabilitasyonu bulunmaktadır. Bu kapsamda yapılan çalışmalar sonucu denizlerimizde meydana gelebilecek farklı tür ve boyuttaki kazalara karşı hazırlıklı olmak amacıyla Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından çeşitli acil müdahale planları tanımlanmıştır. Tanımlanan acil müdahale planı türleri şunlardır: a) Gemi acil müdahale planı. b) Kıyı tesisi acil müdahale planı. c) Bölgesel acil müdahale planı. ç) Ulusal acil müdahale planı Gemi acil Müdahale Planı: Ülkemizin taraf olduğu anlaşmalardan biri olan “Gemilerden Kaynaklanan Kirliliğin Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşmenin-MARPOL 73/78” ve ekleri dikkate alınarak petrol veya diğer zararlı madde kirliliğine hazırlıklı olmak amacıyla hazırlanır. Gemiler için gerekli asgari personel, ekipman ve malzeme seviyesi ilgili uluslararası sözleşmelere uygun olarak hazırlanan gemi acil müdahale planlarında belirtilir. 74 Kıyı tesisi acil müdahale planı: Açık deniz tesisleri ve boru hatları da dahil, kıyıda veya kıyıya yakın bölgelerde denizlerin petrol ve diğer zararlı maddelerle kirlenmesine yol açabilecek faaliyetleri icra eden kıyı tesislerine ait kıyı tesisi acil müdahale planları, bütün seviyeler için planlama ve faaliyetleri içerir. Ülkemizde, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından tüm kıyı tesislerine Denizlerin petrol ve diğer zararlı maddelerle kirlenmesine karşı hazırlıklı olma amacıyla “Kıyı tesisi risk değerlendirmesi ve acil müdahale planı” hazırlama zorunluluğu getirilmiştir. Tesis bilgilerinin tümünü içeren bu planlarda, tesise özel acil müdahale planı hazırlanarak yapılması gerekenler adım adım belirlenmiş, şematik olarak da açıklanmış olup; Planlar, olayın müdahale aşamaları, devlet otoritelerine raporlaması ve olay sonrası temizlik çalışmalarının ayrıntılı bilgilerini ve senaryolarını da içeren ayrıntılı bir kılavuzdur. Kıyı tesisleri tarafından hazırlanan planlar Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na sunulmakta; Bakanlık tarafından onaylandıktan sonra Kıyı tesislerinde görevli personel acil müdahale konusunda belirli zaman aralıklarıyla planda belirtilen eğitimlerden geçirilmekte ve periyodik olarak tatbikatlar düzenlenmektedir. Böylece herhangi bir deniz kazası olması durumunda kıyı tesisi ve personel derhal harekete geçebilmekte ve zaman kaybından dolayı yaşanacak felaket önlenmektedir. 75 “Deniz Çevresinin Petrol ve Diğer Zararlı Maddelerle Kirlenmesinde Acil Durumlarda Müdahale ve Zararların Tazmini Esaslarına Dair Kanun ve Uygulama Yönetmeliği” Acil müdahale planlamasında kademeli müdahale yaklaşımı esas alınır. Bu kapsamda aşağıdaki müdahale seviyeleri uygulanır: a) Seviye 1: Bir kıyı tesisinde veya gemide operasyonel faaliyetler sonucu oluşabilecek ve küçük ölçekli kirlenmelere neden olabilecek olayları kapsar. Bir kıyı tesisi veya Kanun kapsamında yer alan bir geminin kendi imkân ve kabiliyetleri ile kontrol altına alabileceği olaylardır. b) Seviye 2: Bir kıyı tesisi veya Kanun kapsamındaki bir geminin kendi imkân ve kabiliyetlerinin yetersiz kaldığı durumlarda bölgesel imkân ve kabiliyetler ile müdahale edilip kontrol altına alınabilecek orta ölçekli olaylardır. c) Seviye 3: Denizde ve/veya kıyı tesisinde meydana gelen ciddi kazalardan kaynaklanan büyük ölçekli olayları kapsar. Acil Müdahale Planlarının uygulanmasında ise olaya müdahale operasyonları aşağıda yer alan dört aşamadan oluşur. a) Aşama I : Bildirim, b) Aşama II : Planın değerlendirilmesi ve aktif hale getirilmesi, c) Aşama III : Müdahale operasyonları, ç) Aşama IV: Atıkların bertarafı ve kirlenen alanların rehabilite edilmesi. Bölgesel acil müdahale planı: Bölgesel acil müdahale planı, ikinci seviyedeki bir olaya hazırlıklı olma ve müdahalenin planlanmasını içerir ve sorumlu vali tarafından uygulamaya konulur. Bölgesel acil müdahale planları aynı zamanda, ilgili tüm personelin görev ve sorumluluklarının yanı sıra, hazırlıklı olma ve müdahale faaliyetlerine ilişkin detaylar ile bildirim prosedürleri, haberleşme usulleri ve sorumlu bölgesel acil müdahale merkezinin tam ve açık bir şekilde belirlenmesini de kapsar. Ulusal acil müdahale planı: Üçüncü seviye bir olaya hazırlıklı olma ve müdahale için bir ulusal acil müdahale planı sürekli olarak hazır bulundurulur. Bu çalışmalar neticesinde; Çevre ve Şehircilik Bakanlığının hazırladığı 6 Bölgesel ve 1 Ulusal Acil Müdahale Planı 8 Şubat 2012 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiş olup; başta Çevre ve Şehircilik 76 Bakanlığı olmak üzere Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı, Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı ve ilgili kurum kuruluşların görev ve sorumlulukları tanımlanmış, koordinasyon, operasyon komiteleri oluşturulmuş, olay yeri koordinatörleri belirlenmiştir. Böylece Ülkemiz, meydana gelmesi muhtemel deniz kazalarına daha hazırlıklı ve donanımlı hale gelmiştir. Planların uygulanabilmesinin sağlanması için planlarda görev alan kişilerin eğitim almaları sağlanmakta ve yine planların etkinliğini artırmak üzere kıyı tesisleri tatbikatlar yapmaktadır. Ulusal ve bölgesel planlarda yer alan kamu kurum/kuruluşları, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının kaza sonucu olan petrol ve diğer zararlı madde kirliliklerine karşı birlikte hareket edebilme hazırlıklı olma ve erken reaksiyon kabiliyetlerinin artırılması amacıyla yine ulusal ve bölgesel düzeyde tatbikatlar yapılmaktadır. Bugüne kadar ülkemizde gerçekleştirilen tatbikatlar ise şöyledir: 1. Karadeniz Ereğli Sulh 2007 Uluslararası Tatbikat Eylül 2007, 2. İzmit Körfezi’nde Petrol Kirliliğine Müdahale Bölgesel Tatbikatı Mayıs 2008, 3. İskenderun Körfezi’nde Petrol Kirliliğine Müdahale Bölgesel Tatbikatı Kasım 2008, 4. İzmir Aliağa Körfezi’nde Petrol Kirliliğine Müdahale Ulusal Tatbikatı Mayıs 2009, 5. Samsun’da Petrol Kirliliğine Müdahale Bölgesel Tatbikatı Kasım 2009, 6. Çanakkale’de Petrol Kirliliğine Müdahale Bölgesel Tatbikatı Mayıs 2010, 7. Antalya’da Petrol Kirliliğine Müdahale Ulusal Tatbikatı Ekim 2010, 8. İstanbul’da Petrol Kirliliğine Müdahale Ulusal Tatbikatı Eylül 2011, Deniz kirliliğine sebep olan kazalardan dolayı meydana gelecek zararları karşılamak üzere gemiler taraf olduğumuz uluslararası anlaşmalar gereği sigorta belgeleri bulundurmakla yükümlüdür. Kıyı tesislerinden kaynaklı bir olayın gerçekleşmesi sonucunda oluşan zararlar ise kıyı tesisleri deniz kirliliği zorunlu mali sorumluluk sigortası ve çevre kirliliği mali sorumluluk sigortasından karşılanmaktadır. BALIK ÇİFTLİKLERİ “Denizlerde Balık Çiftliklerinin Kurulamayacağı Hassas Alan Niteliğindeki Kapalı Koy ve Körfez Alanlarının Belirlenmesine İlişkin Tebliğ” başta Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Denizcilik Müsteşarlığı olmak üzere ilgili kurum/kuruluşların görüşleri doğrultusunda hazırlanmış ve 24.01.2007 tarih ve 26413 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 77 Tebliğ kapsamında bulunan 162 adet Balık Çiftliğinin tamamının Tebliğ kriterlerini sağlayan uygun alanlara taşınma işlemi tamamlanmış olup balık çiftlikleri modernize üretim tesisleri haline dönüştürülmüştür. Kanun ve Tebliğ ile getirilen düzenlemeler, koy ve körfezleri balık çiftlikleri kurulması açısından tamamen yasaklamış değildir. Sadece kıyıdan belli bir mesafede ve uygun akıntı hızı ve derinlikte koy ve körfezlerin kirlenmesini önleyecek ve daha sağlıklı ve sürdürülebilir bir üretimin gerçekleştirileceği alanlarda faaliyette bulunulması sağlanmıştır. Böylece hem denizlerimizin korunması hem de daha sağlıklı üretim yapılması temin edilmiştir. YÜZME SUYU Yüzme Suyu Kalitesi Artıyor İnsan sağlığını korumak, denizlerimizi ve plajlarımızı temiz tutmak için yüzme amaçlı kullanılan suların kalitesi düzenli olarak izleniyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Valiliklerimiz marina, plaj ve yüzme suyu alanlarından faydalanan vatandaşlarımızın sağlığını korumak, çevre ve hizmet kalitesini yükseltmek için birlikte çalışıyor. Bu kapsamda, 76/160/ EEC sayılı “Yüzme Suyu Kalitesi” AB Direktifinin Türk mevzuatı ile uyumlaştırılması yapılmış, “Yüzme Suyu Kalitesi Yönetmeliği” 09.01.2006 tarih ve 26048 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Söz konusu Yönetmelik kapsamında, Sağlık Bakanlığı izlemeden, Çevre ve 78 Şehircilik Bakanlığı ise bu alanlarda kirliliğin önlenmesinden sorumlu otoriteler olarak tanımlanmıştır. Yüzme amacıyla kullanılan suların sağlaması gereken mikrobiyolojik parametrelere ait limit değerler Yönetmelik ekinde verilen Tablo’da yer almakta olup burada verilen değerlere uyulması gerekmektedir. FEKAL KOLİFORM TOPLAM FEKAL KOLİFORM STREPTOKOK Zorunlu Değerler 2 000 10 000 1 000 Kılavuz Değerler 200 1 000 100 Zorunlu Değerler: Mutlak suretle uyulması gereken değer. Kılavuz Değerler: Uyulması hedeflenen değer. 2012 yılında, 1186 numune noktasından yüzme suyu kalitesinin izlenmesi için analiz yapılmıştır. Bu noktalardan; 1081 nokta yönetmeliğe uygun bulunmuştur. MAVİ BAYRAK MAVİ BAYRAK’LI PLAJ VE MARİNALARIN SAYISI ARTIYOR !!! Uluslararası Çevre Eğitim Vakfı (FEE) koordinatörlüğünde plajlar ve marinalarda denizin evsel nitelikli atıksular tarafından kirliliğinin önlenmesi amacıyla yürütülen Mavi Bayrak Kampanyası’na ülkemiz de 1994 yılından bu yana katılmaktadır. Plaj ve marinalara verilen uluslararası bir çevre ödülü olan mavi bayrak için plajlarda 32 ve marinalarda 24 kriter aranmaktadır. Plajlar için öncelikle deniz suyunun AB Yüzme Suları Direktifi, Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği ve Kentsel Atıksu Arıtımı Yönetmeliği’ne uygun olması ve atık suların uygun olarak bertaraf edilmesi, düzenli olarak deniz suyu analizlerinin yapılması, plajda ve yüzme alanında meydana gelebilecek kirlilik kazalarında uygulanmak üzere acil durum planlarının hazırlanması önem kazanmaktadır. Marinalarda ise başta marina içerisinde deniz suyunun görsel olarak temiz olması, bir çevre politikası ve planının olması, marinalarda olabilecek kazalar için acil durum planı ve güvenlik 79 önlemleri ile birlikte yat ve teknelerden kaynaklanan pis su, sintine suları ve tehlikeli atıkları alabilecek olanakların bulunması gelmektedir. Mavi Bayraklı Plaj Mavi Bayraklı Marina Mavi Bayrak, temiz olduğu tespit edilen plaj ve marinalara verilen uluslararası bir çevre ödülüdür. Mavi Bayrak ödülü, 1 (bir) yıl süre ile geçerlidir. Yıllara Göre Mavi Bayraklı Plaj ve Marinalar 400 350 300 250 200 150 100 50 0 258 324 314 286 383 355 Plaj Marina 13 2008 14 2009 14 2010 17 2011 19 2012 21 2013 2013 yılında 383 plaj, 21 marina ile 13 yat Mavi Bayrak ile ödüllendirilmistir. Uluslararası alanda Mavi Bayrak uygulaması yapan 46 Uluslararası Çevre Eğitim Vakfı üyesi ülke arasında 2013 yılında Mavi Bayrak sıralamasında Türkiye 3. sırada yer almaktadır. 80 GEMİLERDEN ATIK ALINMASI VE ATIKLARIN KONTROLÜ İLE İLGİLİ ÇALIŞMALAR: Atık: Gemilerin ürettiği atıklar ile yük artıklarını, Gemilerin ürettiği atıklar: Bir geminin normal faaliyetleri sırasında üretilen ve MARPOL 73/78’in EK-I, EK-IV ve EK-V’i kapsamına giren, kanalizasyon dâhil tüm atıklar ve yük artıkları dışındaki tüm artıkları ve MARPOL 73/78’in EK-V’inin uygulanmasına yönelik düzenlemelerde tanımlanan yük ile ilgili atıkları, Liman: Tersaneler ve yat limanları ile balıkçı ve gezinti tekneleri de dâhil olmak üzere tüm gemilerin muhtelif faaliyetlerinde kullanabilmeleri amacı ile inşa edilmiş ve donatılmış deniz ve kıyı yapılarını, Liman yöneticisi: Liman işleticisi adına hareket edebilecek yetkiye sahip gerçek veya tüzel kişiyi, Atık alım yükümlüsü: Çevre Kanunu’nun (ÇK) 11 inci maddesi ile 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununa göre gemilerden atık alma yükümlülüğü bulunan sorumluları, ifade eder. ÇK 11. Maddesine göre: Liman, tersane, gemi bakım-onarım, gemi söküm, marina gibi kıyı tesisleri; kendi tesislerinde ve gemi ve diğer deniz araçlarında oluşan petrollü, yağlı katı atıklar ve sintine, kirli balast, slaç, slop gibi sıvı atıklar ile evsel atıksu ve katı atıkların alınması, depolanması, taşınması ve bertarafı ile ilgili işlemleri ve tesisleri yapmak veya yaptırmakla yükümlüdürler. Liman başkanlıkları; a) Gemilerin limanlara gelmeden önce yapmaları gereken atık bildirimlerini kontrol etmekle, b) Gemilere ulusal ve uluslararası mevzuat çerçevesinde yapılan denetimler ile liman devleti ve bayrak devleti denetimlerinde; gemilerin bir sonraki limana varana kadar oluşacak atıkları için atık tanklarında yeterli depolama hacminin olmadığının belirlenmesi halinde atıkları alınıncaya kadar kalkışına izin vermemekle, c) Gemilere ulusal ve uluslararası mevzuat çerçevesinde yapılan denetimler ile liman devleti ve bayrak devleti denetimlerinde; yeterli atık depolama hacmine sahip olup da atık vermeyen gemileri, gideceği bir sonraki limanın bağlı olduğu liman başkanlığına ve/veya denetleme yetkisi olan kurumlara bildirmekle yükümlüdür. Ayrıca; Gemilerden Atık Alınması ve Atıkların Kontrolü Yönetmeliği, 24.6.1990 tarihli ve 20558 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak taraf olunan Denizlerin Gemiler Tarafından Kirletilmesinin Önlenmesi Hakkında Uluslararası MARPOL 73/78 Sözleşmesine dayanılarak ve 27.11.2000 tarihli ve 2000/59/EC sayılı Gemilerin Ürettiği Atıklar ve Yük Artıkları İçin Kullanılan Liman Atık Alım Tesisleri Hakkında Avrupa Parlamentosu ve Konsey Direktifine paralel olarak hazırlanmış ve 2004 yılında yayımlanmıştır. Yönetmelik kapsamında, 2003 yılında atık kabul tesisi yok iken, şu anda Bakanlığımız tarafından lisanslandırılan 232 liman atık kabul tesisinde gemi atıklarının alınması hizmeti verilmektedir. 81 Gemilerden Atık Alınması ve Atıkların Kontrolü Yönetmeliği çerçevesinde Mavi Kart” ve “Gemi Atık Takip Sistemi” uygulamaları başlatılmıştır. Etkin bir atık alım ve takip sisteminin kurulması amacıyla hayata geçirilen Mavi Kart Sistemi’nde, yoğun deniz turizminin yaşandığı Muğla ve Antalya illeri pilot bölge olarak belirlendi. Muğla ve Antalya’da bulunan tüm yat limanı, balıkçı barınaklarında atık alım ve sistem alt yapısı oluşturularak, yatlarda ve diğer su araçlarında, online atık kayıt ve takip sistemi olan, Mavi Kart uygulamaları başlatılmıştır. Mavi Kart Sistemi ile kağıt ortamında formlarla yapılan atık kayıt ve takip uygulamaları internet ortamına aktarılacak, bürokrasi azaltılacaktır. Deniz araçlarından bırakılan atığın türü, miktarı, veriliş tarihi gibi envanter bilgileri otomatik olarak tutulacaktır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve yetkisi bulunan diğer kurumlarca yapılan denetim ve kontrollerin etkinliği artacaktır. Bu sayede daha etkin bir atık yönetimi sağlanmış olacaktır Uygulamaya geçirilen bir diğer proje olan Gemi Atık Takip Sistemi(GATS) ile gemi atıklarının daha etkin kontrolü hedeflenmektedir. Projeyle, gemi atık bildirimleri ile limanlarca gemi atıklarının alınması ve bertarafı aşamasında kullanılan form bilgileri elektronik ortama taşınacaktır. Bu sistem sayesinde gemilerin illegal deşarjları kontrol altına alınacak ve gemi atıkları envanteri otomatik olarak sistemde tutulacaktır. Gemi Atık Takip Sistemiyle de gemiler tarafından yapılan atık bildirimleri, atık kabul tesislerine alınan atık tür ve miktarları, yine bu tesislerde yapılan susuzlaştırma ve arıtma işlemleri ile bu atıkların bertaraf işlem ve yöntemleri online olarak görülebilecektir. Liman atık kabul tesislerinin atık yönetim planları sisteme işlenerek atıkların bertarafı ve kontrolü etkin hale getirilecektir. Gemi Kaynaklı İllegal Deşarjların Kontrolü Çalışmaları: Atık kabul tesisinin kurulması tek başına gemi kaynaklı kirliliklerin önlenmesinde yeterli olmamaktadır. Bu tesislerin kurulmasının yanında, illegal deşarj yapan gemiler için uygulanacak cezai müeyyideler ki, Bakanlığımız bu konuda Sahil Güvenlik Komutanlığı başta olmak üzere Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, İstanbul, Kocaeli, Antalya ve Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlıklarını da 2872 sayılı Çevre Kanunu kapsamında yetkilendirmiştir. Bu kapsamda yetkili kurumlar denetim çalışmalarını 24 saat esasına göre sürdürmekte ve deniz kirliliğine neden olan gemilere 2872 sayılı Çevre Kanunu kapsamında cezai işlem uygulamaktadırlar. Ayrıca, Yetkili Kurumlarda görevli denetim elemanlarına “Deniz Kirliliği Denetçisi Eğitimi” verilmektedir. Bu eğitim programlarında; Deniz Çevresinin Ekolojik Yapısı ve Kirlilik Deniz Kirliliği Konusunda Ulusal Mevzuat Uluslararası Düzenlemeler Gemilerin Denetiminde Uygulanacak Mevzuat Hükümleri ve Sorumluluklar Gemilerin Denetiminde Delillerin Toplanması ve Suç Dosyasının Oluşturulması Gemi Terimleri, Gemide Kirleticilerin Bulunduğu Yerler ve Deşarjları Kirleticilerin Bulunduğu Yerlerin Uygulamalı Olarak Gösterimi Numune Alma, Muhafaza ve Taşıma Usul ve Esasları Numune Alma Usullerini Uygulamalı Olarak Gösterimi Gemi Atık Takip Sistemi (GATS) Uygulama Eğitimi konuları işlenmektedir. 82 Bunların yanı sıra Türk Karasularındaki yabancı bayraklı gemilerle ilgili Liman Devleti Kontrolleri de Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından yapılmaktadır. Isınma Kaynaklı Hava Kirliliği Hava kirliliğine genellikle, araçların egzozlarından, sanayi tesislerinden ve ısınma sistemlerinin bacalarından atmosfere verilen yanma gazlarından kaynaklanmaktadır. Özellikle şehir merkezlerindeki hava kirliliğinde en büyük pay ısınma amacıyla kullanılan soba ve kalorifer kazanlarında yakıtların yanması sonucu oluşan partikül madde, kükürt dioksit, karbon monoksit, azot oksitler vb. kirleticiler oluşmaktadır. Yakıtın içindeki kükürtün yanması sonucu oluşan kükürt dioksit gazı ile yakıtın iyi yakılamaması sonucu oluşan karbonlu bileşikler, is, kurum ve kül insan sağlığına zararlıdır. Kış döneminde meteorolojik şartlara da bağlı olarak rüzgarsız ve rutubetli günlerde bu kirleticilerin insan sağlığına etkisi daha da yoğun yaşanır. Ülkemizde özellikle kış mevsiminde bazı şehir merkezlerinde meteorolojik şartlara da bağlı olarak hava kirliliği görülmektedir. Kış aylarında ısınmadan kaynaklanan hava kirliliğinin temel sebepleri; düşük vasıflı yakıtların iyileştirilme işlemine tabi tutulmadan kullanılması, yanlış yakma tekniklerinin uygulanması ve kullanılan yakma sistemlerinin işletme bakımlarının düzenli olarak yapılmaması seklinde sıralanabilir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından ısınma kaynaklı oluşan hava kirliliğinin önlenmesi amacıyla Isınmadan Kaynaklanan Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği, 13.01.2005 tarih ve 25699 sayılı Resmi Gazete' de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmelik ile yakma tesislerinde ısınma amacıyla kullanılacak yerli ve ithal katı, sıvı ve gaz yakıtların kalite kriterleri (özelliklerini) ve kullanılması yasak maddeler, katı yakıtların torbalı satılmasının zorunlu olduğu, illerin kirlilik derecelendirilmesinin nasıl yapılacağı, katı, sıvı ve gaz yakıtlı yakma sistemlerinin uyması gereken kural ve koşulları ile bacadan atılan emisyonlar için sınır değerler belirlenmiştir. Son kullanıcı olan vatandaşın hem yakıtın tam verimle yakılarak maksimum ısınma sağlamak amacıyla, hem de hava kalitesine olan olumsuz etkilerin en aza indirilmesi amacıyla soba veya kalorifer kazanlarının yakılırken dikkat etmesi gereken bazı hususlar bulunmaktadır. - - Kömür satın alırken, Bakanlık birimlerinden alınmış izini olup olmadığının sorgulanması, Kalorifik değeri yüksek ve kükürt, kül, uçucu bileşik oranı düşük yakıtların tercih edilmesi, Kalorifer kazanlarının ateşçi eğitimi almış kişiler tarafından usulüne uygun yakılmasının sağlanması, Yakılması yasak olan petrol koku, mineral yağ, araba plastiği parçaları, lastik, tezek, katı atıklar ve tekstil artıkları, kablolar, ıslak odun, boyalı odun, plastikler, ev eşyaları ve yemek atıkları gibi evsel atıklar, özel atıklar, tıbbi atıklar, asfalt ve asfalt ürünleri, boya ve boya ürünleri ile fuel-oil kapları vb. maddelerin ısınma amacıyla sobalarda yakılmaması, Doğal kullanımı olan yerlerde kömür ve fuel-oile göre daha nispeten daha temiz olan bu yakıtın kullanımının tercih edilmesi, Bina yalıtımlarının yaptırılması veya yalıtımlı konutların tercih edilmesi, gerekmektedir. 83 Ulaşım Kaynaklı Hava Kirliliği Şehir merkezlerinde oluşan hava kirliliğinin en önemli kaynaklarından biride araçların egzozlarından çıkan kirletici gazlardır. Trafik yoğunluğu ve araçların dur kalk faaliyeti ile daha da artan ve çıkış yeri olan araç egzozlarının insan solunumuna en yakın mesafede olmasıyla etkisi en çok hissedilen hava kirliliği kaynağını oluşturmaktadır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından egzoz gazı kirleticilerinin azaltılmasını sağlamak ve ölçümler yaparak kontrol etmek amacıyla Egzoz Gazı Emisyonu Kontrolü Yönetmeliği, 04.04.2009 tarih ve 27190 sayılı Resmi Gazete' de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yönetmelik kapsamında, araçlar sahiplerinin egzoz emisyon ölçümü yaptırma yükümlülükleri, ölçüm yapacak istasyonların özellikleri, egzoz gazı emisyon ölçüm cihazı ile ilgili düzenlemeler belirtilmiştir. Araç kullanıcıların, araçlarının düzenli bakımını yaptırmalı, kaliteli yakıt dışında başka bir yakıt kullanmamalı (10 numara yağ olarak tanımlanan kullanılmış motor yağları) ve egzoz gazı emisyon ölçümlerini takip ederek düzenli olarak yaptırmalıdır. Toplu taşıma araçları kullanmak, yakın mesafelerde yürüyerek veya bisiklet kullanımı ile de ulaşım kaynaklı hava kirliliğini azaltılmasına katkı sağlanabilir. Hava Kirliliği ve Hava Kalitesi İnsan sağlığı ve çevre üzerinde toplu ölümlere varabilecek seviyede olumsuz etkileri olan hava kirliliği özellikle büyükşehirlerde her geçen gün önemi artan bir sorundur. Çarpık kentleşme, nüfus artışı, kentlere göç, plansız sanayi bölgeleri ve trafik yönetimi hava kirliliğinin temel sebepleri arasındadır. Hava kirliliğinin etkin kontrolü için tüm kirletici kaynaklarla ilişkili çok sayıda kurum ve kuruluşun işbirliği ve kamuoyunun desteği büyük önem arz etmektedir. Hava kalitesinin iyileştirilebilmesi için ülkemizde de tüm gelişmiş ülkelerde olduğu gibi çeşitli yasal düzenlemeler yürürlüktedir. Bunların bir kısmı sanayi, ısınma, trafik gibi kirletici kaynakların kontrolüne yönelik, bir kısmı da soluduğumuz havanın kalitesine ilişkindir. Kirliliğin kontrolüne ilişkin düzenlemelerle hedeflenen, hava kirliliğinin insan sağlığı ve çevre üzerindeki zararlı etkilerini önlemek veya azaltmak için belirlenmiş hava kalitesi hedeflerini sağlamaktır. Hava Kirliliğinin İnsan Sağlığı Üzerine Olan Etkileri Hava kirliliği; atmosferde toz, duman, gaz, su buharı şeklindeki kirleticilerin, insan ve diğer canlılara zarar verecek düzeye erişmesidir. Trafik, sanayi ve ısınma sistemleri hava kirliliğinin başlıca kaynaklarıdır. Hızlı kentleşme, şehrin yanlış bölgelere kurulması, kalitesiz yakıtlar ve uygun olmayan yakma sistemleri gibi sebepler de hava kirliliğinin artmasına yol açmaktadır. Yapılan klinik çalışmalarda söz konusu kirleticilerin solunum yolu hastalıklarını artırdığı tespit edilmiştir. Hava kirleticilerindeki günlük artışlar çeşitli akut sağlık sorunlarına sebep olmaktadır. Örneğin hava kirletici parametrelerin konsantrasyonunun artması, astım ataklarında artışa yol açmaktadır. Kirleticilere uzun süreli maruz kalma sonucunda sağlıkta kronik etkiler ortaya çıkmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri ve Hollanda'da yapılan çalışmalarda hava kirliliği olan bölgelerde yaşayanların ömrünün, kirliliğin olmadığı bölgelerde yaşayanlara göre 1-2 yıl daha kısa olduğu belirlenmiştir. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) 2011 yılı raporuna göre, dış ortam hava kirliliğinin dünya çapında yılda 1.3 milyon ölüme neden olduğu ve orta gelirli ülkelerin bu değerin çoğunluğunu oluşturduğu tahmin edilmektedir. 84 Hava kirliliğinin sağlık etkisi öksürük ve bronşitten, kalp hastalığı ve akciğer kanserine kadar değişmektedir. Kirliliğin olumsuz etkileri sağlıklı kişilerde bile gözlenmekle birlikte, bazı hassası gruplar daha kolay etkilenmekte ve daha ciddi sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bu gruplardan biri yaşlılardır. Fizyolojik kapasitesi ve fizyolojik savunma mekanizması fonksiyonlarındaki azalma, kronik hastalıklardaki artma sebebiyle yaşlılar normal yaş gurubundaki halka nazaran hava kirliliğinden daha kolay etkilenmektedir. Küçük çocuklar, savunma mekanizması gelişiminin tamamlanmaması, vücut kitle birimi başına daha yüksek ventilasyon (soluk alıp verme) hızları ve dış ortamla daha sık temas sebebiyle daha fazla riske sahip diğer bir hassas gruptur. Yaş durumunun yanısıra hava yolunda daralmaya yol açan hastalıklar da kirleticilere hassasiyeti artırmaktadır. Yapılan çalışmalar, kirlilik arttıkça astım ve kronik obstrüktif akciğer hastalıkları (KOAH) gibi hastalıklarda artış olduğunu göstermiştir. Kalabalık yaşam, yetersiz sanitasyon (çevre hijyeni), beslenme yetersizliği gibi düşük yaşam standartları da hassasiyeti etkileyen faktörlerdendir. Bu şartlarda yaşayanlar enfeksiyon hastalık sorunları ile karşı karşıyadırlar. Dolayısıyla, hava kirliliğinin sonuçlarından daha fazla etkilenilmektedir. Hava Kirliliği ve Risk Grupları Bebekler ve gelişme çağındaki çocuklar Gebe ve emzikli kadınlar Yaşlılar Kronik solunum ve dolaşım sistemi hastalığı olanlar/Sigara Kullananlar Düşük sosyoekonomik grup içinde yer alanlar Genel olarak havadaki kirleticilerin sağlığa etkileri şöyle toparlanabilir; Solunum fonksiyonlarında bozulma Solunum sistemi hastalıklarında artış Kronik solunum sistemi hastalığı olan kişilerin hastalıklarının alevlenmesinde artış Kronik kalp hastalığı olan kişilerin hastalıklarının alevlenmesinde artış Kanser görülme sıklığında artış Erken ölümlerde artış 85 Dış ortam hava kirliliğinin toplum sağlığı ile ilişkisi değerlendirilirken yukarıda sıralanan doğrudan sağlık etkilerinin yanı sıra içme ve sulama suyu kaynaklarının, bitki örtüsünün zarar görmesi ve mikro klima değişiklikleri nedeniyle dolaylı etkilerini de göz önünde bulundurmak gereklidir. Tüm bunların yanı sıra; ortamın nem oranı, sıcaklık, sıcaklık değişim hızı, rüzgârlar ve benzeri etmenler de hava kirliliğinin sağlık üzerine olan etkisinde değişikliklere yol açabilmektedir. Bakanlığımız ve ilgili kurum ve kuruluşların katkısı ile hazırlanan, Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün 2009 yılında yayımlamış olduğu “Türkiye Kronik Hava Yolu Hastalıklarını Önleme ve Kontrol Programı”nda bahsedildiği üzere; Dünyada 2005 yılında meydana gelen toplam 58 milyon ölümün 35 milyonu kronik hastalıklar nedeniyle olmuştur. Tüm ölümlerin %60’ı kronik hastalıklardan meydana gelmektedir. 86 Şekil: Dünyada Kronik Hastalıkların Durumu, Hastalık Guruplarında Ölüm Sayıları Her bir hava kirleticinin etki süresi, konsantrasyonu ve diğer karakteristiklerine bağlı olarak insan vücudunda yapmış olduğu etkiler aşağıda sıralanmaktadır: Karbonmonoksit ( CO ) Karbon monoksitin oksijen taşıma kapasitesini azaltması sonucunda kandaki oksijen yetersizliği nedeniyle kan damarlarının çeperleri, beyin ve kalp gibi hassas organ ve dokularda fonksiyon bozuklukları meydana gelmektedir. Kükürt Oksitler ( SOX ) Hava kirletici emisyonların en yaygın olanı (SO2) kükürtdioksittir. Her yıl tonlarca SO2 çeşitli kaynaklardan atmosfere verilmektedir. Solunan yüksek konsantrasyondaki kükürt dioksitin %95'i üst solunum yollarından absorbe olmaktadır. Bunun sonucu olarak, bronşit, amfizem ve diğer akciğer hastalık semptomları meydana gelmektedir. Azot Oksitler (NOX) Azot oksitlerin en önemli kaynağı taşıt egzozu ve sabit yakma tesisleridir. Bu gazlar atmosferde doğal gaz çevrimine girerek, nitrik asit (HNO3) oluşumuyla sonuçlanan zincirleme reaksiyonları tamamlarlar. Azot oksitlerin atmosferdeki konsantrasyonuna bağlı olarak, uzun süre maruz kalındığında, akciğerlerde geri-dönüşlü ve geri-dönüşsüz birçok etkisi olduğu saptanmıştır. Akciğer dokusunda yapısal değişikliklere yol açabilmekte ve amfizem benzeri bir tabloya neden olabilmektedir. Düşük seviyeli konsantrasyonlara uzun süre maruz kalınması hücresel düzeyde değişikliklere yol açmaktadır. Ayrıca bakteriyel ve viral enfeksiyonlara karşı direnci düşürmektedir. Yapılan çalışmalar uzun süre azotdioksite maruz kalan çocukların solunum sistemi semptomlarında artış ve akciğer fonksiyonlarında azalış olduğunu göstermiştir. Ancak erişkinlerde benzer bir ilişki net olarak gösterilememiştir. 87 Trafik Kaynaklı Hava Kirliliği Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliği Uçucu Organik Bileşikler Uçucu organik bileşiklere (UOB) maruziyet akut ve kronik sağlık etkileri oluşturur. Düşük dozlardaki UOB’ler, astıma ve diğer bazı solunum yolu hastalıklarına sebep olur. UOB’ler yüksek konsantrasyonlarda, merkezi sinir sistemi üzerinde narkotik etki yaparlar. Bazı UOB’ler ekstrem konsantrasyonlara ulaştıklarında sinir sistemine ait fonksiyonlarda bozulmalara neden olurlar. Toksik özellik gösteren bu bileşikler solunum yolu hastalıklarına sebep oldukları gibi, yüksek konsantrasyonlarda sinir sisteminde tahribata yol açmaktadır. Amerika Çevre Koruma Ajansı (EPA) tarafından yapılan sınıflandırmada “benzen” kanserojen madde olarak değerlendirilirken; karbon tetraklorür, kloroform, vinil klorür, etilen dibromür kansere sebep olma riski taşıyan maddeler olarak sınıflandırılmıştır. Partikül Maddeler ( PM) Partikül maddelerin fiziksel yapısı ve kimyasal kompozisyonu sağlık açısından oldukça önemlidir. Kanser yapıcı organik kimyasallar (PAH, dioksin, furan gibi) içeren partikül maddeler sağlık açısından çok tehlikelidir. Birçok farklı bileşenden oluşmuş olan partikül maddeler akciğerdeki nemle birleşerek aside dönüşmektedir. PM10, akciğere kadar ulaşıp, kanın içindeki karbon dioksitin oksijene dönüşmesini yavaşlatmakta, bu da nefes darlığına sebep olmaktadır. Bu durumda oksijen kaybının giderilebilmesi için kalbin daha fazla çalışması gerektiği için kalp üzerinde ciddi bir baskı oluşturmaktadır. Partikül maddelerin sağlık üzerine etkileri akuttan daha çok kroniktir. 88 Alınabilecek Önlemler Hazırlanan hava kalitesi bültenleri Bakanlığımızca yayımlanarak kamuoyu bilgilendirilmekte ve hava kirliliğinin azaltılmasına yönelik çalışmalar yapılmaktadır. 06 Haziran 2008 tarihli ve 26898 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren “Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi (HKDY) Yönetmeliği” ile mevcut hava kalitesi sınır değerleri yıllık olarak azaltılarak 2014 yılında Avrupa Birliği (AB) hava kalitesi sınır değerleri ile uyumlu hale gelecektir. Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi Yönetmeliğinde belirtilen bilgilendirme ve uyarı eşiklerinin aşılma durumu dikkate alınarak, kirliliğin bulunmuş olduğu bölgede beklenilen meteorolojik parametrelerdeki değişim ve kirliliğin devam durumu göz önüne alınarak kamuoyunun bilgilendirilmesi, acil önlemlerin alınması gerekmektedir. Hava kirliliğinin nispeten yoğun olmasının beklendiği günlerde, ölçüm sonuçlarındaki temayül de dikkate alınarak, hasta, yaşlı ve çocukların dışarı çıkmaması, ilköğretim okullarında açık havadaki faaliyetlerin azaltılması konusunda kamuoyunun bilgilendirilmesi, yakma saatlerinin düzenlenmesi, trafik emisyonlarının azaltılmasına yönelik düzenlemeler yapılmalıdır. Hava kirliliğinin azaltılabilmesi için ulusal ölçekte alınan önlemler; katı yakıt kriterlerinin belirlenmesi, akaryakıt kalitesinin iyileştirilmesi, araç standartlarının iyileştirilmesi, doğalgaz altyapısının yaygınlaştırılması vb. olarak sıralanabilir. Ayrıca, çarpık kentleşmenin önüne geçilmesi, çevre düzeni planları yapılırken hava kirliliği taşınım durumlarının dikkate alınması, imar planlarında toplu taşımacılığın, özellikle 89 raylı sistem taşımacılığının teşvik edilmesi ve gerçekleştirilmesi önem taşımaktadır. Hava Kirliliğini Önlemek için Alınabilecek Tedbirler: Sanayi tesislerinin mevzuatta öngörülen baca gazı sınır değerlerine uymaları sağlanmalı, Isınmada yüksek kalorili kömürler kullanılmalı, her yıl bacalar ve soba boruları temizlenmeli, Binalarda ısı yalıtımına önem verilmeli, Kullanılan sobalar ve kalorifer kazanları kriterlere uygun olmalı, Doğalgaz kullanımı yaygınlaştırılarak özendirilmeli, Kalorifer ve doğalgaz kazanlarının periyodik olarak bakımı yapılmalı, Kalorifercilerin ateşçi eğitim kurslarına katılımı sağlanmalı, Yeni yerleşim yerlerinde bölgesel ısıtma sistemleri kullanılmalı, Toplu taşıma araçları yaygınlaştırılmalı, Kent içi ulaşımda uygun meyilli alanlarda bisiklet yolları, park yerleri, kiralama sistemi oluşturulmalı, kamuoyu bilgilendirilmesi de gerçekleştirilerek bisiklet kullanımı yaygınlaştırılmalı, Isınma ve geri kazanım için atık yakmanın önüne geçilmesi amacıyla atıklar geri kazanılarak değerlendirilmeli veya uygun atık yakma tesislerinde yakılarak bertaraf edilmeli, Yerleşim alanları dışında ve hakim rüzgar yönü dikkate alınarak sanayi tesislerinin yer seçimi yapılmalı, imar planlarında bu alanların çevresinde yapılaşmalar önlenmeli, Euro 4 ve üzeri standartları sağlayan, emisyonları düşük motorlu taşıtlar tercih edilmeli/desteklenmeli, Araçların egzoz emisyon ölçümleri periyodik olarak yapılmalıdır. 90 OZON TABAKASI DOĞAL ŞEMSİYEMİZ KORUYALIM Ozon Tabakası Atmosferin üst tabakalarında bulunan ozon tabakası yeryüzündeki tüm canlı varlıkları güneşin öldürücü morötesi ışınlarına karşı koruyan bir kalkan görevi görmektedir. Ozon Tabakasının Delinmesi Ozon yoğunluğunun ultraviyole ışınlarını tutma görevini yapamayacak kadar azalması “ozon tabakasının delinmesi” olarak adlandırılmaktadır. Bu tabakanın güneşten gelen zararlı ultraviyole ışınlarını (UV-B) yeterince tutamaması sonucunda bütün yaşayan organizmalar üzerinde zararlı etkiler meydana gelir; bitkilerin büyüme hızı azalır, insanlarda cilt kanserine sebep olur, göze zarar verir, bağışıklık sistemleri zarar gördüğü için bulaşıcı hastalıklara gibi yakalanma riskini artırır. Uluslararası Süreç Ozon Tabakasının korunması, dünyada insanların karşı karşıya kaldıkları pek çok çevresel sorunların birisini oluşturmaktadır. 1986 yılından itibaren Ozon tabakasında tespit edilen lekeler nedeniyle, Ozon Tabakasını İncelten Maddelerin göreceli olarak sınırlandırılmasına karar verilmiştir. 22 Mart 1985 tarihinde Ozon Tabakasının Korunmasına Dair Viyana Sözleşmesi 16 Eylül 1987 tarihinde ise Ozon Tabakasının Korunmasına Dair Montreal Protokolü imzalanmıştır. Montreal Protokolü Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında küresel çevre sorunlarının çözümüne yönelik yapılan çalışmaların başlangıcını oluşturmuştur. Montreal Protokolü, bugüne kadar ulaşılan başarılı uluslararası çevre anlaşması olarak kabul edilmektedir. CFC’lere alternatif olarak gösterilen Hidrokloroflorokarbon (HCFC) grubu gazların, hem ozon tabakasına hem de iklim değişikliğine olan olumsuz etkilerinden dolayı uluslararası mutabakat ile kullanımlarına son verilmesine karar verilmiştir. 91 Ulusal Süreç Türkiye Ozon Tabakasının Korunmasına Dair Viyana Sözleşmesi ve Montreal Protokolüne 1991 tarihinde taraf olmuş ve tüm değişikliklerini kabul etmiştir. Protokole ilişkin ulusal ve uluslararası çalışmaların izlenmesi Ulusal odak noktası görevini yürüten Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın koordinasyonunda gerçekleştirilmektedir. Ülkemiz Montreal Protokolünün uygulanmasında başarılı ülkeler arasında yer almaktadır. Türkiye, Kloroflorokarbonlar (CFC) Montreal Protokolünde kendi grubundaki ülkeler için öngörülen azaltma takviminden daha hızlı bir sonlandırma takvimini başarı ile uygulamıştır. Kloroflorokarbon (CFC) grubu gazların kullanımına son verilmesinde olduğu gibi, Hidrokloroflorokarbon (HCFC) grubu gazların da kullanımına son verecektir. Ozon Tabakasını İncelten Maddelerin Azaltılmasına İlişkin Yönetmelik ile Kloroflorokarbon (CFC) grubu gazların İthalatı tüm alanlardaki kullanımı ve 1/1/ 2006 itibarı ile yasaklanmıştır. Yangın söndürücülerde kullanılan Halonların ithalatı 01.01.2008 tarihinden itibaren yasaktır. Yalıtım ve soğutma sektöründe Hidrokloroflorokarbon (HCFC) grubu gazların ithalatı 2007 yılı ithalat miktarları baz alınarak 1/1/2009’dan itibaren kotaya bağlanmıştır. Yalıtım sektöründe Hidrokloroflorokarbon (HCFC) grubu gazların ithalatına 1/1/2013 tarihinde son verilecektir Soğutma sektöründe Hidrokloroflorokarbon (HCFC) grubu gazların ithalatına 1.1.2015 tarihinde (servis amaçlı kullanımı hariç) son verilecektir. Ozon Tabakasını İncelten Maddelerin ithalatı için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından Kontrol Belgesi düzenlenmektedir. Ülkemizde Ozon Tabakasını İncelten Madde İthalinden Son Tüketimine Kadar Olan Tüm İşlemler Takip Edilmektedir! Kontrol altına alınan OTİM’lerin ithalat işlemlerinden tüketimine kadar olan süreçle ilgili olarak yapılan mevzuat düzenlemelerinin uygulanmasında kolaylık sağlanması ve yapılacak analizler için veri bankası özelliği taşıması amacıyla “Ozon Tabakasını İncelten Madde Takip Programı” 2009 yılında kullanıma açılmış olup, 01.01.2012 tarihinde revize edilmiştir. Bu program ile İthalatçı, İthalatçı/sanayici, Dağıtıcı ve Son Kullanıcı servis firmaları on-line olarak takip edilerek kayıt altına alınmaktadır. Ozon Tabakasını Korumak İçin Bireysel Olarak Neler Yapabiliriz? • Ozon tabakasına zarar veren kimyasal maddeleri içermeyen ozon dostu ürünler satın alın. Bir tüketici olarak gücünüzü kullanın! 92 • Buzdolaplarınızın, derin dondurucularınızın ve klimalarınızın düzenli servise tabi tutulmasına önem verin. Gaz değişimi sırasında gerekirse servis elemanını uyararak eski gazın atmosfere salınmasına izin vermeyin! • Otomobil klimaları soğutucu gaz olarak ozon tabakasına zarar veren maddeleri içerebilirler. Bu gazları içermeyen modelleri tercih edin! • Yalıtım malzemeleri ve ambalaj köpüklerinin de ozon tabakasına zarar veren kimyasal maddeler içerebileceğini unutmayın. Bu bilinçle, bu ürünleri gereksiz tüketmeyin! Ozon tabakasına zarar veren kimyasal maddeler ve bunları içeren ürünler hakkında daha çok bilgi edinin. Ozon Tabakasının İncelmesinden Kaynaklanan Etkilerden Korunmak İçin Bireysel Olarak Neler Yapabiliriz? Güneş ışınlarına fazla maruz kalmak ciltte renk bozulmaları, güneş yanıkları ve ileri yaşlarda deri kanseri riskini arttırmaktadır. Cilt kanseri riskini arttıracak durumları önlemeye çalışırken, güneş ışınlarından yeteri kadar D vitamini almak ihmal edilmemelidir. İkisi arasında bir denge kuralım! • Bebeklerin cildinin güneşe karşı daha hassas olduğunu unutmayalım! • Güneş ışınlarının zararlarından korunmak için saat 11.00 ile 15:00 arası zorunlu olmadıkça güneşe çıkmayalım! • Eğer zorunlu olarak bu saatler arası güneş altında kalınacaksa; • Açık renk, pamuklu, uzun kollu giysiler • Geniş kenarlı şapka • U.V. geçirmeyen filtreli güneş gözlükler • Güneş koruma faktörü (SPF) içeren kremler kullanalım! • Bulutlu hava koruyucu değildir çünkü bulutlar ultraviyole ışınlarının şiddetini yok etmeyeceğinden bulutlu günlerde de korunmayı ihmal etmeyelim! ÇEVRESEL GÜRÜLTÜ GÜRÜLTÜ Günümüzde yaşadığımız çevrenin kalitesini ve insan sağlığını olumsuz yönde etkileyen önemli faktörlerden biri de gürültüdür. Gürültüyü, “hoşa gitmeyen, istenmeyen, rahatsız edici ses” olarak tanımlayabiliriz. Ses, nesnel bir kavramdır. Yani ölçülebilir ve varlığı kişiye bağlı olarak değişmez. Gürültü ise öznel bir kavramdır. Tanımdan da anlaşılacağı üzere bir sesin gürültü olarak nitelenip nitelenmemesi kişilere bağlı olarak değişebilir. Kimilerinin severek ve eğlenerek dinlediği müzik diğerlerini rahatsız edebilir. 93 Özellikle hızlı büyüyen şehirlerde, mesken ve sanayi alanlarının plansız ve iç içe gelişmesi, trafik yoğunluğunun artması, elektrik, elektronik ve mekanik aletlerin günlük hayatımıza daha çok girmesiyle birlikte gürültüden rahatsızlık artmakta ve giderek insanlarımızın dinlenebilecekleri, çalışabilecekleri kısaca huzurlu şekilde yaşayabilecekleri mekânlar azalmaktadır. Diğer taraftan, başkalarının istirahat hakkına saygının ve çevre hassasiyetinin yeterince gelişmediği durumlarda, eğlence ve diğer günlük faaliyetlerden kaynaklanan gürültü, yoğun şikâyetlere ve başta işitme kaybı ve uyku bozukluğu olmak üzere ciddi fiziksel ve ruhsal rahatsızlıklara sebep olmaktadır. Gürültü Değerlendirme Ölçüsü, ses basıncı seviyesine dayanan desibel (dB)’dir. Gürültü seviyesinin ölçüsü, kullanılan ağırlık eğrisine göre dBA ya da dBC’dir. İnsan kulağının frekansa bağlı olarak sese olan duyarlılığını en iyi A ağırlık eğrisi temsil eder. Bu nedenle genelde dBA olarak ölçülmektedir. Darbe gürültüsünün ölçüm ve değerlendirilmesinde kullanılmaktadır. dBC olarak ölçülmektedir. ise C ağırlık eğrisi Gürültü Kaynakları Gürültü kaynakları değişik yönlerden gruplandırılabilir. Seslerin doğuş biçimlerine göre havada ve katı ortamlarda doğan gürültüler, akustik yönden noktasal, çizgisel ve düzlemsel kaynaklardan yayılabilirler. a.Seslerin doğuş biçimlerine göre gürültü kaynakları Akustik kirlilik oluşturan gürültüler; kaynak ve alıcıların bir çevredeki konumuna ve yayılma yollarına bağlı olarak iki grupta incelebilir: 1. Yapı dışı gürültüler Yapıların dışında yer alan kaynaklardan üretilen ve gerek yapı içindeki hacimleri ve gerekse de yapı dışındaki açık alanları kullanan kişileri etkileyen gürültülerdir. Bunlar da şu şekilde gruplandırılabilir: Ulaşım gürültüleri (Karayolu, denizyolu, demiryolu, uçak ve havaalanı gürültüleri) 94 Endüstri gürültüleri (araç, gereç ve makineler ile işyerlerindeki çeşitli faaliyetlerden doğan gürültüler) Yapım (şantiye) gürültüleri (yol ve bina yapım işlerinin ve yapım makinelerinin gürültüleri) İnsan etkinliklerine ilişkin gürültüler (yüksek sesle konuşma, spor ve atış alanları, müzik sesleri vb) Eğlence ve ticari amaçlı gürültüler (açık hava sinemaları, eğlence yerleri, reklam ve propagandalar gibi) 2. Yapı içi gürültüler Yapıların içinde yer alan kaynaklardan doğan seslerdir. Konuşma, yürüme ve yükseltilmiş müzik sesleri, Darbe ve eşya sürtünmeleri ile ev araçlarının gürültüleri Büro ve garaj gibi yapı içinde yer alan her türlü işyerinden gelen gürültüler Çeşitli makine ve donanımların gürültüleri (asansör, tesisat v.b.) b. Akustik yönden gürültü kaynakları 1. Noktasal gürültü kaynakları Boyutları ürettiği sesin dalga boyundan çok büyük olan ve her yöne eşit olarak dağıtım yapan (küresel) kaynaklardır. Fiziksel açıdan sabit veya statik olabilirler. Bir yörede yer alan ve alıcılara yeterince uzak olan bir tek eğlence yeri bu gruba örnek verilebilir. 2. Çizgisel gürültü kaynakları Birden fazla noktasal kaynağın aynı doğrultu üzerinde yan yana bulunması durumu ile oluşan kaynak çizgisel kaynak olarak ele alınmaktadır. Alıcının konumu, alıcı ile kaynak arasındaki mesafe ve kaynak uzunluğuna bağlı olarak işlek bir yol, yan yana yer alan ve aynı alıcıyı etkileyen çok sayıdaki eğlence yerleri bu gruba örnek verilebilir. 3. Alansal (düzlemsel) gürültü kaynakları Bir düzlem üzerinde yer alan gürültü kaynakları alansal kaynak olarak ele alınmaktadır. Alıcı noktaya yakın olan bir eğlence yeri bu gruba örnek verilebilir. Gürültünün İnsan Sağlığı Üzerine Etkileri Gürültü herkesi etkileyen bir sorundur. Yüksek gürültü seviyesi olan ortamlarda, uzun süre bulunan kişilerde, kalıcı işitme eşiği değişimleri olduğu birçok araştırmacı tarafından saptanmıştır. Daha düşük seviyeler ya da kısa süreli etkilenmelerde, işitme duyusuna yönelik belirgin bir zararın saptanması çok kolay olmasa da, gürültünün insan sağlığı, davranış biçimi ve mutluluğu üzerindeki olumsuz etkileri belirlenebilmektedir. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından 1996 yılında yayımlanan bir raporda aşağıdaki tabloda verilen tespitler elde edilmiştir. 95 Gündüz (Leq) (dBA) Etki 55-60 Gürültü rahatsız eder 60-65 Rahatsızlık belirgin bir şekilde artar 65 üzeri Davranış biçiminde engellemeler oluşur, gürültü kaynaklı zararlı semptomlar oluşur Gürültünün fiziksel etkileri Gürültünün işitme duyusunda oluşturduğu olumsuz etkilerdir. Geçici ve kalıcı olarak iki bölümde incelenebilir. Geçici etkilerin en çok karşılaşılanı geçici işitme esiği kayması ve duyma yorulması olarak bilinen işitme duyarlılığındaki geçici kayıptır. Etkilenmenin çok fazla olduğu ve işitme sisteminin eski özelliklerine kavuşmada tekrar gürültüden etkilendiği durumlarda işitme kaybı kalıcı olmaktadır. Gürültünün fizyolojik etkileri Bunlar insan vücudunda oluşan değişikliklerdir. Başlıca fizyolojik etkiler; kas gerilmeleri, stres, kan basıncında artış, kalp atışlarının ve kan dolaşımının değişmesi, göz bebeği büyümesi, solunum hızlanması, dolaşım bozuklukları ve ani reflekslerdir. Gürültünün psikolojik etkileri Gürültünün psikolojik etkilerinin basında ise; sinir bozukluğu, korku, rahatsızlık, tedirginlik, yorgunluk ve zihinsel etkilerde yavaşlama gelir. Ani olarak yükselen gürültü düzeyi insanlarda korku oluşturabilmektedir. Gürültünün performans üzerine etkileri Gürültünün is verimini azaltması ve işitilen seslerin anlaşılmaması gibi görülen etkileridir. Konuşmanın algılanabilmesi ve anlaşılabilmesi türünden fonksiyonların engellenmesi, büyük ölçüde arka plan gürültüsünün düzeyi ile ilgilidir. Gürültünün is verimliliği ve üretkenlik ile ilgili etkileri konusunda yapılan çalışmalar karmaşık islerin yapıldığı ortamın sessiz, basit islerin yapıldığı ortamların ise biraz gürültülü olması gerektirdiğini göster mistir. Özetle ortamda belli bir iş ya da fonksiyon için belirlenen arka plan gürültüsünün fazla olması durumunda is verimliliği düşmektedir. Etkilenme Gürültü Derecesi Sağlık Üzerine Etkileri Aralığı (dBA) 1.Derecedeki 30-65 Konforsuzluk, rahatsızlık, öfke, kızgınlık, uyku düzensizliği gürültüler ve konsantrasyon bozukluğu. 2.Derecedeki 65-90 Fizyolojik reaksiyonlar; kan basıncı artışı, kalp atışlarında ve gürültüler solunumda hızlanma, beyin sıvısındaki basıncın azalması, ani refleksler 3.Derece gürültüler 90-120 Fizyolojik reaksiyonlar, baş ağrıları. 4.Derece gürültüler 120-140 İç kulakta devamlı hasar, dengenin bozulması 5.Derece gürültüler >140 Ciddi beyin tahribatı, kulak zarının patlaması 96 BAZI GÜRÜLTÜ DEĞERLERİ VE ETKİLERİ Aktivite Roket Fırlatma Jet uçakların kalkışı Silah sesi Av tüfeği (çifte sesi) Gürültü Görünen Tipik Fiziksek Tepkiler Seviyesi [dB(A)] Gürültülülük 180 Tehlikeli seviye 140 Tehlikeli seviye (Ağrı eşiği) 130 Hava saldırısı sireni Hidrolik pres (3 m uzakta) Araba kornası Uçak pervanesi Ses yükseltici kullanılarak yapılan Rock Müziği Kum püskürtme makinesi Motorlu tekne içi Tipik Gece Kulübü Susturucusuz motosiklet (7m uzakta) Helikopter Jet Kalkışı (500 m uzakta) Tren sireni (30 m uzakta) Dizel kamyonlar Havalı matkap Ağır Kamyon (15m uzakta) Yoğun şehir caddesi Geçen motosiklet Yüksek bağırma Çocuk çığlığı Yoğun trafik alanları Saat zili Yük treni (15 m uzakta) Dizel kamyon (10 m uzakta) 120 110-130 110 Ses yükseltici kullanılarak yapılan konuşmanın duyulmasını engelleyebilmektedir. Gürültü ağrıya sebep olabilir. Günlük 3.75 dk boyunca bu seviyedeki gürültüye maruz kalma kulağa hasar verebilmektedir. 256 kat Günlük 7.5 dk boyunca bu seviyedeki gürültülü gürültüye maruz kalma kulağa hasar verebilmektedir. 128-512 kat Günlük 30 saniye ile 3.75 dk gürültülü arasındaki zaman süresince bu seviyedeki gürültüye maruz kalma kulağa hasar verebilmektedir. 128 kat Günlük yarım saat boyunca bu gürültülü seviyedeki gürültüye maruz kalma kulağa hasar verebilmektedir. 512 kat gürültülü 105 100 64 kat gürültülü 90 32 kat gürültülü Günlük bir saat boyunca bu seviyedeki gürültüye maruz kalma kulağa hasar verebilmektedir. Günlük iki saat boyunca bu seviyedeki gürültüye maruz kalma kulağa hasar verebilmektedir. Çok rahatsız edici. Günlük sekiz saat boyunca bu seviyedeki gürültüye maruz kalma kulağa hasar verebilmektedir. 80 16 kat gürültülü 97 Rahatsız edici Tren kornası (500 m uzakta) Fon müziği Hafif araç trafiği (15 m uzakta) Normal konuşma (1 m uzakta) Çamaşır kurutucusu Gürültülü ofis Kuş cıvıltıları (15 m uzakta ) Sessiz ofis Buzdolabı 70 65 60 8 kat gürültülü 4 kat gürültülü Telefon kullanımını kısıtlar Kalp-kan dolaşımı rahatsızlıkları Rahatsızlık 55 50 2 kat gürültülü 45 Dikkat dağınıklığı Sohbet ederken, telefonda konuşurken, TV ve radyo dinlerken rahatsızlık Halk kütüphanesi 40 Sessiz ortam Sessiz oda Sessiz alanlar Kayıt stüdyo odaları içi 30 Çok sessiz Yatak odası içi Fısıltılı Konuşma Nefes alma sesi (1m 25 uzakta) Sesin algılanma eşiği 10 Ancak duyulabilir Duyma eşiği 0 Duyulur değil Gürültüyü Azaltmak İçin Alınabilecek Tedbirler Bazı gürültü kaynaklarından yayılan gürültünün azaltılması için yapılması gerekenler Susturucu ve ses giderici diğer parçaları olmadan bir motorlu kara taşıtı ile trafiğe çıkılmaması. Motorlu taşıtların üzerinde veya içinde, korna veya ses çıkaran başka bir cihazın gereksiz yere kullanılmaması. Hız sınırlarına uyulması. Yüksek viteste ve düşük devirde sürme şeklinin benimsenmesi. Radyo, televizyon ve müzik aletlerinin yerleşim alanlarında ve gürültüye duyarlı bölgelerde rahatsızlık verecek seviyede seslerinin yükseltilmemesi veya konumlandırılmaması Konut bölgelerinde insanları çok rahatsız eden sokak düğünlerinin ve havai fişek kullanımının yapılmaması. Yol ve bina inşaatı işlerinde kullanılan ekipmanların konut bölgelerinde akşam ve gece saatlerinde kullanılmaması. Yerleşim yerlerinde lokomotif sürücülerinin birbirlerine sesli sinyal vermelerinin yasaklanması. Hava alanları ve sanayi bölgelerinin yerleşim yerlerinden uzakta kurulması Gürültüye duyarlı alanların iyi bir kent planlaması yapılarak trafiğin yoğun olduğu bölgelerden uzakta kurulması.Yerleşim yerlerinde, gürültü rahatsızlığının önlenmesi ve sağlığın bozulmaması için yapılarda ses yalıtımına önem verilmesi. 98 3) ORMANLARIMIZ VE FAYDALARI ORMANLARIMIZ Ormanlar sadece odun hammaddesi üretimiyle değil, sunduğu sosyal koruyucu ve çevresel faydaları ile de ülkemizin en önemli can damarlarındandır. Doğal güzellikleri ve sundukları çeşitli fonksiyonları ile moral ve ruh sağlığımıza olumlu etki yapan, topraklarımızın, suyumuzun ve havamızın sigortası olan, yüzlerce çeşit canlıyı, yaban hayatını, sevdiğimiz sincapları, geyikleri içinde barındıran, hava kirliliğini, gürültüyü önleyen ormanlar değil mi? Ormanlarımızın tüm canlılar için gerekli bu hayati yararlarının sürekli olabilmesi için onları çok iyi korumalı ve geliştirmeliyiz. Orman Varlığımız Yaşantımızda önemli bir yeri olan, doğal zenginlik kaynağı ormanlarımız, genellikle Kıyılarımızda ve kıyılarımıza yakın yerlerde yoğunlaşmıştır. Ülkemiz orman alanı 21.678.134 hektar olup, yurdumuzun genel alanın % 27.6’sını kapsamaktadır. Ormanlık alanlarımızın % 99.9’u devletin mülkiyetindeki alanlardır. Ormanlarımızın % 53,3’ü verimli, geriye kalan % 46,7’si ise verimsizdir. Türk ormancılarının ana hedefi; ormanlarımızın %75’ini verimli hale getirmektir. Ormanlarımız alansal olarak; %60’ı iğne (ibreli) yapraklara sahip ağaçlardan, %40’ı geniş yapraklara sahip ağaçlardan oluşmaktadır. Yapraklı ağaçların çoğunluğunu Meşe ağaç türü, ibrelilerin çoğunluğunu ise Kızılçam ve Karaçam teşkil etmektedir. TÜRKİYE ORMAN FORMLARI VE YAPISI Koru Vasıflı Ormanlar % 79.6 Verimli % 47.4 Verimsiz% 32.2 Baltalık Vasıflı Ormanlar % 20.4 Verimli % 5.9 Verimsiz % 14.5 ORMANLIK ALANLARIN NİTELİĞİ İbreli 11.775 Hektar Yapraklı 7.525 Hektar İbreli + Yapraklı Karışık 2.378 Hektar 99 TÜRKİYE ORMAN VARLIĞI HARİTASI ORMANLARIN FONKSİYONLARI Ormanların fonksiyonlarını ve alanlarını belirlemek sürdürülebilir orman yönetimi açısından önem arz etmektedir. Ülkemizde aynı alanda birçok fonksiyonun iç içe geçtiğini görmek mümkündür. Çoğu zaman hangi fonksiyonun öncelikli olması gerektiği konusunda zaman zaman teknik ve sosyal problemler yaşanmaktadır. Önceleri yalnızca odun hammaddesi olarak yani ekonomik fonksiyonları açısından değerlendirilen ormanlar günümüzde daha çok ekolojik, sosyal fonksiyonları itibariyle değerlendirilmektedir. Bölge Müdürlüklerimizde ekosistem tabanlı ve katılımcı yaklaşımlarla yapılan planlama çalışmaları sonucu belirlenen fonksiyonlar ve alanları aşağıda gösterilmiştir. Ana Fonksiyonları 1- EKONOMİK FONKSİYON 2- EKOLOJİK FONKSİYON 3- SOSYAL FONKSİYON Alansal Büyüklükleri (Hektar) 13.621.559 6.912.424 1.144.151 100 ORMANLARIMIZIN ANA FONKSİYON SINIFLARINA GÖRE DAĞILIMI EKONOMİK FONKSİYON EKOLOJİK FONKSİYON SOSYAL FONKSİYON %63 %32 %5 ORMANLARIN FAYDALARI İnsanoğlu var olduğu günden bu yana çevresini kuşatan ormanlardan faydalanma yollarını aramıştır. Önceleri bu faydalanma yalnızca barınmak, yapacak ve yakacak odun temin etmek biçiminde olmuş, daha sonraları ormanların diğer kollektif faydalarını öğrenmiş ve ormanlardan gittikçe çeşitlenen biçimde faydalanmaya başlamıştır. Bu faydaları şöyle özetleyebiliriz; ● Ormanlar yaşantımızın her safhasında ihtiyaç duyduğumuz yapacak ve yakacak hammadde kaynağıdır. Bunun yanısıra bitkisel nitelikli tohum, çiçek, kozalak vb. ile mineral nitelikli çakıl, kum vb. hammadde kaynaklarının bir kısmı da ormanlardan elde edilmektedir. ● Ormanlar, bitkiler ve hayvanlar için doğal bir su şebekesi gibidirler. Kar ve yağmur biçimindeki yağışı yaprakları, dalları, gövdesi ve kökleri ile tutarak, selleri ve taşkınların oluşmasını önler. Ayrıca yer altı sularının oluşmasına yardım eder. Ormansız alanlarda yağışın % 56'sı yüzeysel akışa gider. Ancak % 44'ü toprağa sızar. Ormanlık bir alanda ise yüzeysel akış % 18'dir. Kalan % 82 oranındaki su toprağa sızarak yeraltı sularını zenginleştirir. ● Etrafı ormanla çevrili bir baraj gölünün 1 cm3'ünde 76 çeşit mikrop tespit edilmişken bu rakam tarım alanları veya çıplak alanlarla çevrili barajın suyunda 4.400 adettir. Dolayısıyla ormanlar temiz su kaynağıdır. ● Toprağın sularla ve rüzgarla taşınmasına erozyon denir. Erozyon ile taşınan kum, taş, toprak, moloz gibi materyallerle tarım topraklarının örtülmesine ve dolayısıyla verimsizleşmesine sebep olur. Ormanlar erozyonu önler. Ormanlar rüzgarın hızını azaltır, toprağı kökleri ile tutarak yağışların ve akarsuların toprağı taşımasını önler. Ormanlık alanda 1 m2 yüzeyden taşınan toprak miktarı 40 gram iken, ormansız çıplak alanda 1500 gramdır. Yani ormanlık bir alan çıplak alana kıyasla erozyonu 350 kat azaltır. "Ormanlar toprak, su ve havanın sigortasıdır." ● Ormanlar, yaban hayatı ve av kaynaklarını korur. Nesli tükenmekte olan hayvanların üretimi, korunması ve barınmasında koruma alanları oluşturur. Milyonlarca canlının yuvasıdır. ● Ormanlar, bitki örtüsü ve toprak içerisinde büyük miktarda karbon depoladıklarından, iklim üzerinde olumlu etkiler yapar. Sıcağı soğuğu dengeler, yaz sıcaklığını azaltırken, kış sıcaklığını arttırır, radyasyonu önler. 101 ● Su buharını yoğunlaştırarak yağmur haline gelmesini sağlar. Öte yandan rüzgarın hızını azaltarak toprak ve kar savrulmalarını ve rüzgarın kurutucu etkisini yok eder. Bu nedenle açık alanlara oranla ormanlarda gündüzler serin, geceler ise sıcaktır. "Ağaçsız kent, susuz bent gibidir" ● Ormanlar. eğlenme, dinlenme ve boş zamanlarını değerlendirme imkanı sağlar. Havası, suyu, doğal görünümleri ve sakin ortamı ile özellikle şehirlerde yaşayan insanları kendisine çeker. Yerleşim alanları çevresindeki hava kirliliğini ve gürültüyü önlemesi insanların beden ve ruh sağlığı bakımından büyük önem taşır. Ormanların insan sağlığı üzerindeki bütün bu olumlu yararları nedeniyle büyük kentlerin çevresinde ormanlar yetiştirilmektedir. Orman Genel Müdürlüğü tüm kentlerimiz ve büyük ilçelerimiz etrafındaki ormanların bir kısmını şehrin stresli, kirli ve gürültülü ortamından uzaklaşmak isteyenlerin sığınacakları alanlar olan "Şehir Ormanı" ve "Orman İçi Dinlenme Yeri" olarak işletilmesi uygulamalarını başlatmıştır. ● Ormanlar, orman içinde ve dışında yaşayan insanlara çeşitli iş alanları sağlar, işsizliği önlemede etkin rol oynar, böylece köyden kente göç azalır. Halkın hizmetine sundukları odun ve odun dışı ürünlerin yanı nda tatlı su balıkçılığı, arıcılık, hayvancılık, madencilik ve turizm hizmetlerine yönelik faaliyet sahaları itibariyle geniş bir işlendirme imkanına sahiptir. ● Ormanlar, ulusal savunma ve güvenlik bakımından da çok önemlidir. Askeri birliklerin savaş tesisleri ile araç ve gereçlerinin gizlenmesinde, savaş ekonomisi bakımından değer taşıyan reçine, katran ve tanenli maddelerin elde edilmesinde yarar sağlar. ● Ormanlar, ayrıca barajların ekonomik ömrünü uzatır, doğal afetleri önler, Ülke turizmine katkıda bulunur. ● Ormanlar, doğal güzellikleri ve sayılamayacak kadar çok faydalarıyla iyi baktığımız taktirde tükenmez bir doğal kaynaktır. ● Ormanlar insanlar için olmazsa olmaz oksijen ve suyun kaynağıdır. ● Ormanlar bütün bu faydalarının yanında gürültüyü azaltması ve havayı temizlemesi ile insan yaşamını daha sağlıklı ve güzel kılar. Örneğin; ◆ 50 m genişliğindeki bir otobanın traşk gürültüsünü 20-30 desibel azaltır. ◆ Yapraklı ağaçlardan meydana gelen bir bölgede 50 kuş türü yaşayabilir. ◆ Ağaçsız bir alana göre 8 kat fazla humus oluşturur ve toprak canlılarının yaşamasına olanak sağlar. ◆ 25 metre boyunda ve 15 metre tepe çatısına sahip bir kayın ağacı saatte 1.5 kilogram oksijen üretir. 102 ◆ Bir hektar ladin ormanı yılda 32 ton, kayın ormanı 68 ton, çam ormanı 30-40 ton toz emer. ◆ Günümüzde hava kirliliğinin yaklaşık % 50’si ormanlar tarafından temizlenip dezenfekte edilebilir. ◆ Egzos ve benzeri zehirli gazlar ile, kirli suları dezenfekte ederek temizler. ◆ 100 yaşındaki bir kayın ağacı, saatte yaklaşık 40 kişinin çıkarttığı 2.35 kilogram karbondioksiti tüketir. ◆ 10x10 metrelik bir alanda yer alan 25 metre boyunda ve 100 yaş civarında bir kayın ağacı kökleri ve kılcal damarları aracılığıyla yılda 30.000 litre su çeker ve verimli toprağın akmasını önler. ◆ Kayın ağacı bir yıl içinde 7 kilogram toz ve 300 kilogram zehiri emip, dışarı süzer. Aşırı kirlenmede ise gövdesindeki bozulma ile alarm verir. ● Güneşten, yağmurdan ve rüzgardan koruma sağlar. ● Bizlere yön bulma konusunda yardımcı olur. "İnsanı bilgi, doğayı ilgi geliştirir" ORMANLARIN İŞLETİLMESİ Planlama Ormanların faydalarının sürekli olabilmesi için planlı ve düzenli bir şekilde işletilmesi gerekmektedir. Bu da Amenajman Planları dediğimiz plan kapsamında yürütülmektedir. Amenajman Planı; ormanların çağın gelişen bilimsel ve teknik esaslarına uygun bir şekilde işletilmesine yön veren, ormancılığın temelini teşkil eden planlardır. Arazide çalışan ormancılar bu plan doğrultusunda uygulama yaparlar. Bu planların yapımında hava fotoğrafları, uydu görüntüleri ve yerden ölçme verilerinden faydalanılmaktadır. Üretim Ağaçlar her yıl belli bir miktarda büyürler. Buna “artım” denir. Ormanlardan bu artımları oranında, amenejman planlarının tespit ettiği miktarda ürün tekniğine uygun kesilerek alınır. Ormanlara hiçbir müdahale yapılmadan doğaya terk edilmesi halinde nitelik ve nicelik açısından vasıfları bozulacak, sağlıklı bünyeye kavuşmaları kaybolacaktır. Dolayısıyla kar, fırtına, rüzgar, böcek ve yangın gibi zararlar karşısında dayanıklılıklarını yitireceklerdir. 103 Gençleştirme Ağaçların belli bir yaştan sonra büyümeleri çok yavaşlar, neredeyse hiç büyüyemezler. Bu yaşlı ağaçların gidip yerlerine genç ağaçların gelmesi gerekir. Bu da gençleştirme ile olur. Gençleştirme işlemi teknik ormancılığın konusudur. Ormancı, önce toprağı, yaşlı ağaçlardan düşen tohumların çimlenebileceği duruma getirebilmek için ormana bir takım müdahaleler yapar. Tohumlar çimlenip genç filizler olur, onları genç bir ağaç oluncaya kadar soğuktan, kuraklıktan ve dondan yaşlı ağaçlar korur ve zamanı gelince bu yaşlı ağaçlar ormandan çıkarılır. Böylece yaşlı ormanlar gençleştirilirmiş olur. Bakım Ormanların sürekliliği için bakıma da ihtiyaçları vardır. Hastalıklı, kurumuş, yaşlı, birbirine çok yakın olan birbirlerinin büyümelerini engelleyen ağaçlar çıkarılır ki diğerleri sağlıklı büyüsün. Böylece hem ağaçların bakımı yapılmış olur, hem de daha sağlıklı ve daha hızlı büyürler. Ayrıca çıkarılan bu ağaçlar yapacak ve yakacak odun olarak insanlara yarar sağlar. Bakım çalışmaları ile yalnız ağaçlar değil toprak da korunmuş olur. Ağaçlandırma Hiç ağaç bulunmayan çıplak alanlar ise ağaçlandırma yapılarak ormanlaştırılır. Bu boş alanlarda ağaçlar için uygun aralıkta ve büyüklükte çukurlar açılır ve buralara genç fidanlar dikilir. Yıllar sonra bu fidanlar büyür, içinde kuş cıvıltıları olan, çocukların koşup oynadığı, dallarına salıncaklar kurup sallandığı bir orman olur. “Sabırla yetiştirdik, sevgiyle büyütelim.” Ormanların Ekonomiye katkıları Bir sektörün ülke kalkınmasındaki yerinin ve öneminin belirlenebilmesi için o sektörün ülke ekonomisine olan katkısının bilinmesi gerekmektedir. Ormancılık sektörünün ülke ekonomisine katkıları; parayla ölçülebilen ve parayla ölçülemeyen katkılar olarak ikiye ayırmak gerekir. 1) Para ile ölçülebilen katkıları Odun kökenli birincil orman ürünleri üretimi, odun kökenli olmayan ikincil orman ürünleri üretimi, işlendirmeye katkısı, bölgeler arası gelişmişlik farkını azaltıcı etkisi, diğer sektörlere katkısı, ödemeler dengesini olumlu yönde etkilemesi vb. katkılardır. 2) Para ile ölçülemeyen katkıları İklim, toprak, su gibi doğal kaynakların korunması ve dengede tutulması, rüzgar, kumul hareketlerine karşı önleyici perde görevi görmesi, su akışını düzenlemesi, yer altı ve yer üstü su kaynaklarının sürekliliğini sağlayarak çoraklaşmanın önlenmesi, erozyonu 104 önlemesi dolayısıyla tarım alanları ile barajların ekonomik ömrünün uzatılması, çığ ve sel baskınlarının önlenmesi, halkın rekreasyon ihtiyaçlarını karşılaması, insan sağlığını olumlu yönde etkilemesi ile iş verimini artırması, ülke turizmine katkıları vb.dir. Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere ormancılık sektöre sadece sağladığı maddi yararlar göz önüne alınarak değerlendirilmemelidir. Yapılan bir hesaplamaya göre, bir ağacın sosyal ve ekolojik yararları maddi yararlarından 2.000 katı fazladır. ODUN DIŞI ÜRÜNLER VE FAYDALARI Ülkemizin değişik iklim koşullarına sahip olması ve 3 floristik bölgenin birleştiği bir yerde bulunması nedeniyle bitki türü çeşitliliği çok zengindir. Kültüre alınmış bir çok bitki türü ile evcilleştirilmiş pek çok hayvan türünün yabani ataları ülkemizde doğal olarak bulunmaktadır. Bu bakımdan Türkiye dünyadaki 8 büyük gen merkezinden biri olarak bilinir. Avrupa kıtasında yetişen 12.000 bitki türünün 3.000'i endemik (yalnızca ülkemizde yetişen) olmak üzere yaklaşık 10.000 türü ülkemizde yetişmektedir. Orman tali ürünleri, çok çeşitli olarak kullanımı olan ürünlerdir. Bazıları doğrudan doğruya kullanılabilir. Defne, kekik, adaçayı, kestane, fıstıkçamı, kuşburnu, keçiboynuzu vs. gibi direkt gıda olarak kullanılabileceği gibi, ihtiva ettikleri uçucu yağlar çeşitli sanayi kollarında da kullanılabilmektedir. Ağaçlardan elde edilen reçine, sığla yağı gibi balzami yağlar ve bunların türevleri sanayide çok çeşitli alanlarda kullanılmaktadır. Kozmetik, gıda, boya ve kimya sanayilerinde vazgeçilmez kullanım imkanlarına sahiptir. Sentetik ilaçların zararlarının artması nedeniyle doğal ve biyolojik kaynaklar daha da önem kazanmıştır. Bu nedenle gerek ilaç sanayii, gerekse diğer kullanım alanlarında bu ürünlere talep giderek artmakta olup, ihtiyaç duyulan ürün çeşitliliği 30’lardan 60’lara yükselmiştir. Tali ürünlerin önemli faydaları sebebiyle dünya bu ürünleri insanların geleceği olarak görmektedir. "Ağaç + Toprak + Su = İnsan" ORMAN - ÇEVRE İLİŞKİLERİ Orman ve çevre arasındaki ilişkileri karşılıklı etkileşim olarak düşünmek gerekir. Yakın zamana kadar orman 2000’den çok kullanım alanı olan odun hammaddesini üreten eşsiz bir doğal kaynak olarak algılanmakta idi. Ancak günümüzde “Ormanın Fonksiyonel Değerleri” diye bilinen çevresel etkileri ön plana çıkmıştır. Uzmanların yaptığı araştırmalar göstermiştir ki bir ağacın ömrü boyunca ürettiği fonksiyonel değerler odun hammaddesi olarak ürettiği değerlerin 2000 katıdır. Ormanın koruma fonksiyonu toprak, su, iklim ve çevreye verilen çeşitli kirleticilere karşı koruma olarak başlıca 4 gruba ayrılabilir. Ormanın toprağı koruma ve erozyonu önleme, 105 su kaynaklarını düzenleme yani hidrolojik fonksiyonu ile rüzgar, kar fırtınası ve ekstrem sıcaklık zararlarına karşı çevresini koruma etkisi herkes tarafından bilinmektedir. Bunların yanı sıra yerleşim ve dinlenme alanlarının havasını, oksijen üretmek ve havadaki zararlı maddelerin bir kısmını tutmak suretiyle temizler. Gürültü kirliliğini azaltma ve çığlardan koruma etkisi de ormanların koruma fonksiyonlarındandır. Estetik güzelliği, seyir yerleri, piknik alanları, koşu ve yürüme yolları ile insanların ruh sağlığı ve dinlenmeleri için eşsiz bir ortam oluşturmaktadır. ORMANLARIN KORUNMASI Ormanlar, toplumun orman ürünlerine olan ihtiyaçlarının yanında, toprağı koruması, su varlığını koruma ve düzenlemesi, iklim ve sağlık üzerinde olumlu etkiler sağlaması gibi pek çok yararları bakımından yalnız ülkemiz açısından değil, bütün bir insanlık ve dünya için vazgeçilmez doğal kaynaklardandır. Böylesine önemli olan bu doğal kaynaklarımızı tehdit eden faktörlerin başında orman yangınları gelmektedir. Orman yangınlarıyla ilgili olarak yapılan araştırmalara göre, yangınların %3-8'i yıldırımdan, %12’si kasten (bilerek yakma), %80’i ihmal ve dikkatsizlikten çıkmaktadır. Bu rakamlardan da anlaşılacağı gibi yangınların %92-97’si insanlardan ya da insanlara bağlı faktörlerden kaynaklanmaktadır. Orman yangınlarının önlenmesi için, teknik önlemlerin yanında ormanların öneminin çok iyi anlatılması, özellikle çocuklarımız ve gençlerimiz olmak üzere bu konuda toplumun bütün kesimlerinin eğitimine ve bilinçlendirilmesine önem vermek gerekmektedir. Orman Genel Müdürlüğü bu amaçla her yıl "Orman Yangınlarıyla Mücadele Eylem Planı" hazırlayarak uygulamaya koymaktadır. İki bölüm halinde hazırlanan Eylem Planlarının birinci bölümü bilinçlendirme faaliyetlerine, ikinci bölümü ise olası orman yangınlarına karşı alınacak tedbirler ile yangın zararlarını azaltıcı önlemlere yönelik faaliyetleri içermektedir. İnsanların ormanlara yaptıkları diğer zararlar ise izinsiz kesimler, tarla açma, yerleşim yeri kazanma, otlatma ve kaçakçılıktır. Ormanlarımızı bu tür zararlardan koruyabilmek için kanuni tedbirler alınmıştır. Ancak yasal tedbirlerin ormanları korumak için yetersiz olduğunu hepimiz biliyoruz. O halde ormanların korunmasının toplumumuz için ulusal bir görev olduğunu unutmamalıyız. Çünkü ormanlar yok olursa içinde yaşayan her şey gibi bizler de mutlaka zarar göreceğiz. Ormanlara insanların vermiş olduğu zararların yanında hayvanların zararları da söz konusudur. Örneğin yırtıcı hayvanlar, av hayvanları ve evcil hayvanlar ağaçların tohumlarını yemek, yaprak ve sürgünleri yemek suretiyle ormana zarar vermektedirler. 106 Kuşlar zararlı böcekleri yiyerek ormanlara faydalı olurken ağaçların tohumlarını yemekle de ormana zarar vermektedirler. Böcekler fidanların ve ağaçların köklerini, gövde ve dal odunlarını, ağacın yapraklarını, sürgünlerini, meyve ve tohumlarını yemek, ısırmak ve emmek suretiyle ağaçların biçimsiz bir hal almalarına, büyümeden kalmalarına, odunun delik deşik olmasına, ağaçların tohum vermemelerine, kurumalarına ve bazen de ölmelerine sebep olmaktadır. Ormanları hayvan zararlılarına karşı korumak için mücadele yöntemleri belirlenmiştir. Bunlar arasında mekanik mücadele; tuzak hendekleri açmak, kapan kurmak, zararlı böceklerin yumurta, larva ve erginlerini toplayıp yok etmek, ormanı tel çitle çevirmek vs., biyolojik mücadele; ise ormanlara zarar veren böcekleri yiyen kuş, karınca ve diğer yırtıcıları bu alanlara yerleştirmekle yapılan mücadeledir. Her canlı gibi orman da, içinde bulunduğu yetişme ortamında çeşitli ekolojik ve doğal faktörlerin etkisi altındadır. Ormanlarımıza zarar veren diğer faktörlerde doğal afetlerdir. Yağmur, kar, sıcaklık, don, rüzgar ve fırtına gibi hava halleri normal değerler içinde oldukları taktirde ormanlar için faydalıdır. Bu faktörler olmadan ağaçların yetişmesi ve büyümesi mümkün değildir. Fakat bu şartların anormal bir şekilde olması halinde ormanlara çok büyük zararları olmaktadır. Örneğin; çok hızlı ve sürekli yağışlar sellere ve toprak kaymasına, dolayısıyla da ağaçların toprağa tutunamayıp devrilmesine, çok yağan kar; ağaçların dallarının kırılmasına, fırtınalar; ağaçların kırılmasına ve devrilmesine, kuraklık; ağaçların ve özellikle fidanların kurumasına, don oluşumu ise ağaç gövdelerinin çatlamasına ve dikilen fidanların sökülmesine neden olmaktadır. Bunun yanı sıra ülkemizde ormanların üzerindeki zararlı etkilerine bir örnek de termik santral ve endüstri kuruluşlarının atıklarıdır. Termik santrallerin bacalarından çıkan kükürt dioksit gazı ya direkt olarak ya da su ile karışarak asit yağmurları halinde ormanlara önemli ölçüde zararlar vermektedir. (Örnek; Murgul-Göktaşı ve Yatağan çevresi gibi) Sonuç olarak; insanlar ormanlar üzerinde zararlı olan faktörlerinin en önemlisidir. Tahrip edilen, ortadan kaldırılan her orman parçası bütün canlıların yaşam temellerinden bir çoğunu beraberinde yok etmektedir. KÜRESEL ISINMA ve ORMANLAR "Küresel ısınmanın panzehri ormanlardır." Küresel ısınmanın nedenleri: Dünya yüzeyi güneş ışınları tarafından ısıtılıyor. Dünya bu ışınları tekrar atmosfere yansıtıyor. Ama bazı ışınlar, atmosfere salınan ve sera gazları denen karbondioksit ve metan gazlarının oluşturduğu bir katman tarafından tutularak tekrar dünya yüzeyine yansıtılıyor. Bu durum yeryüzünün yeterinden fazla sıcak kalmasını sağlıyor. 1860 yılından günümüze kadar tutulan kayıtlar, küresel sıcaklığın ortalama 0,5 ile 0,8 °C arttığını gösteriyor. İnsanlar tarafından atmosfere salınan gazların sera etkisi yaratması sonucunda dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına "küresel ısınma" deniyor. 107 Fosil (kömür ve petrol) yakıtların yakılması, ormansızlaşma, çevre kirliliği, hızlı nüfus artışı ve toplumlardaki tüketim eğiliminin artması gibi nedenlerle sera gazlarının atmosferdeki yığılması küresel ısınmanın başlıca nedenleridir. Küresel ısınmanın etkileri: Dünya iklim sisteminde değişikliklere neden olan küresel ısınmanın etkileri en yüksek zirvelerden okyanus derinliklerine, ekvatordan kutuplara kadar dünyanın her yerinde hissediliyor. Kutuplardaki buzullar eriyor, deniz suyu seviyesi yükseliyor ve kıyı kesimlerde toprak kayıpları artıyor. Dünyanın bazı bölgelerinde kasırgalar, seller ve taşkınların şiddeti ve sıklığı artarken bazı bölgelerde uzun süreli, şiddetli kuraklıklar ve çölleşme oluyor. Bu değişikliklere dayanamayan bitki ve hayvan türleri de ya azalıyor ya da tamamen yok oluyor. Bilim adamları, iklim değişikliklerinin kalp, solunum yolu, bulaşıcı, alerjik ve bazı diğer hastalıkları tetikleyebileceği görüşünde. Küresel ısınmaya karşı alınacak önlemler: ● Temiz enerji kaynaklarını yaygınlaştırarak özendirmeliyiz (Güneş, su, rüzgar, jeotermal, doğal gaz vb.), ● Enerjiyi, verimli ve tasarruflu kullanmalıyız, ● Suyu tasarruflu kullanmalıyız, ● Bol bol fidan dikerek en büyük karbon yutağı olan ormanlık alanlarını genişletmeliyiz, ● Havayı, suyu, toprağı ve çevreyi kirletmemeliyiz. AĞACLANDIRMA SEFERBERLİĞİ "Yeşil bir Türkiye için; Ağaçlandırma Seferberliği'ne bir fidanla sen de katıl" Türkiye; topoğrafik yapısı, iklimi, uygulanan yanlış tarım yöntemleri, aşırı mera ve orman tahribatı ve toprakların çoğunlukla erozyona duyarlı olması nedeni ile dünya yüzünde yüksek düzeyde erozyona maruz kalan ülkeler arasında yer almaktadır. Dünyada her yıl, ülkemiz ormanlık alanı kadar bir ormanlık alan, çoğunluğu insan tahribatı sonucu yok olmaktadır. Bu durum başta iklim dengeleri olmak üzere çeşitli çevresel bozulmaları da beraberinde getirmektedir. Atmosferdeki sera gazlarını dengede tutabilmek için, önemli karasal karbon yutakları olan orman alanlarının artırılması en büyük hedefimizdir. 108 Bu nedenle en kısa sürede orman varlığının artırılması, bozuk ormanların rehabilite edilmesi, erozyonla mücadele edilerek topraklarımızın göllere, barajlara ve denizlere taşınmasının önlenmesi gerekmektedir. Bu amaca kısa sürede ulaşmak için ülkemizin kaynaklarını seferber ederek çalışmalara hız verilmesi mecburiyeti bulunmaktadır. ‘Ulusal Ağaçlandırma Seferberliği Eylem Planı’nda, kamu kurum ve kuruluşları ile toplumun bütün kesimlerinin koordineli bir şekilde çalışmaları öngörülmüştür. Bu eylem planı, 2008-2012 yılları arasını kapsamaktadır. Plan kapsamında beş yıllık süre içerisinde 2.300.000 hektar alanda ağaçlandırma, rehabilitasyon, erozyon kontrolü ve mera ıslahı çalışması planlanmıştır. Ağaçlandırma Seferberliği uygulamaları sonucunda; ● Su kaynakları korunacak, baraj, göl ve göletlerin toprakla dolması önlenecektir. ● Sel ve taşkınları azalacak, tarım toprakları korunacaktır. ● İklim değişikliği ve çölleşmenin etkileri azaltılacaktır. ● Havadaki karbon emisyon oranı azaltılacaktır. ● Bozulan tabii denge yeniden tesis edilecektir. ● Orman varlığımız artacak, Trakya büyüklüğündeki ülke toprağı ormanlaştırılacaktır. ● Bozuk orman alanları iyileştirilecek, aynı zamanda orman köylülerine ek gelir sağlanacaktır. ● Erozyon önlenecek, toprak kaybı azaltılacaktır. ● Ormanlaştırılacak alanlar, ilerde "Şehir Ormanı" olarak halkımızın hizmetine sunulacaktır. ● Fidan dikme alışkanlığı yaygınlaştırılacak, çevre bilinci geliştirilecektir. "Bu Seferberlik ile; 2,3 milyon hektar alan ormanlaştırılacaktır" Ormanlar yok olursa, her şey ve herkes mutlaka zarar görecektir... 109 4) BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK - KORUNAN ALANLAR VE MİLLİ PARKLARIMIZ - EKOLOJİ A. BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİĞİN ÖNEMİ: İnsanların başta gıda olmak üzere temel ihtiyaçlarının karşılamasında vazgeçilmez bir yeri olan canlı kaynakların temeli, biyolojik çeşitliliktir. Gıda ve tarım için önem taşıyan ve giderek azalan canlı kaynaklar, bugün bir ülkenin sahip olabileceği en önemli hazinedir. Dünyanın sahip olduğu biyolojik çeşitlilik hızla tahrip edilmekte ve yok olmaktadır. Bunun sonucu olarak yakın gelecekte insanoğlunun ciddi bir gıda ve su sorunu ile karşı karşıya kalacağı bilimsel gerçeklerle ortaya konulmaktadır. Küresel ölçekte, ülkelerin sahip olduğu biyolojik çeşitlilik, özellikle genetik kaynaklar anlamında büyük bir güç ve fırsat kazandırmaktadır. Dünya’da biyolojik çeşitliliği azaltan, olumsuz yönde etkileyen nedenlerin başında doğrudan veya dolaylı olarak insan faktörü rol oynamaktadır. Biyolojik zenginliği azaltan nedenlerin kökeni ne olursa olsun onu korumak, etkin biçimde yönetmek ve sürdürülebilir şekilde kullanmak hepimizin ortak sorumluluğudur. Biyolojik çeşitlilik; kara, deniz ve diğer su ekosistemleri ile bu ekosistemlerin bir parçası olan ekolojik yapılar da dahil olmak üzere tüm kaynaklardaki canlı organizmaların (habitatların daha geniş anlamda ekosistemlerin) çeşitli biyotik ve abiyotik faktörler bakımından gösterdiği farklılıkları, ekosistemlerde yaşayan canlıların kendi aralarında, canlılar ile cansızlar arasında, yere ve zamana göre değişen farklılıkları ile genler, türler, ekosistemler ve işlevlerin tamamını ifade etmektedir. Biyolojik çeşitlilik genetik çeşitlilik, tür çeşitliliği ve ekosistem çeşitliliği olmak üzere üç hiyerarşik kategoride ele alınır. Genetik çeşitlilik bir tür içindeki çeşitliliği ifade eder. Bu çeşitlilik belli bir tür, popülasyon, varyete, alt-tür ya da ırk içindeki genetik farklılıkla ölçülür. Tür çeşitliliği belli bir bölgedeki, alandaki ya da tüm dünyadaki türlerin farklılığını ifade eder. Bir bölgedeki türlerin sayısı (yani o bölgenin “tür zenginliği’’) bu konuda kullanılan en sık ölçüttür. Ekosistem çeşitliliği ise bir ekolojik birim olarak karşılıklı etkileşim içinde olan organizmalar topluluğu ile fiziksel çevrelerin oluşturduğu bütünle ilgilidir. Ekosistem; kendisini topluluk düzeyinden ayıran, kendileri cansız olan fakat canlı toplulukların oluşumunu, yapısını ve karşılıklı etkileşimlerini etkileyen yangın, iklim ve besin döngüsü gibi faktörleri de içerir. Ekosistem düzeyindeki biyolojik çeşitliliğin korunması besin zincirinin ve enerji akışının korunmasını kapsar. Bu düzeyde, yalnızca türlerin oluşturduğu grupların değil, özelliklerin ve süreçlerin de korunması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. 110 Ülkemiz, gerek coğrafi yapısı, gerekse değişik ekolojik koşulları nedeniyle, dünyanın çok önemli gen ya da orijin merkezinin örtüştüğü bir konumdadır. Ülkemiz, Avrupa-Sibirya, Akdeniz ve İran-Turan olarak isimlendirilen üç bitki coğrafyası bölgesine sahip olması ve iki kıta arasında köprü görevi sağlaması sebebiyle iklimsel ve coğrafik özelliklerin kısa aralıklarla değişmesi sonucu orman, dağ, step, sulak alan, kıyı ve deniz ekosistemlerine, bu ekosistemlerin farklı formlarına ve farklı kombinasyonlarıyla birlikte zengin biyolojik çeşitliliğe sahip olmuştur. Ülkemiz, ekosistem ve habitat çeşitliliği beraberinde oldukça zengin tür çeşitliliğini barındırır. Ilıman kuşakta bulunan ülkelerin biyolojik çeşitliliği ile karşılaştırıldığında, hayvan (fauna) biyolojik çeşitliliğinin ülkemizde oldukça yüksek olduğu göze çarpmaktadır. Veri eksikliğine rağmen tanımlanan canlı türleri içinde en büyük rakamı omurgasızlar grubu oluşturmaktadır. Omurgasız hayvan türü sayısı yaklaşık 19.000’dir ve bunlardan yaklaşık 4.000 tür/alttür endemiktir. Bugüne kadar belirlenen toplam omurgalı hayvan türü sayısı ise 1.500’e yakındır. Ülkemizin dünyanın iki büyük kuş göç yolu üzerinde olması kuşların beslenme ve üreme alanı olarak önemini artırmaktadır. Türkiye’nin bitki (flora) türleri bakımından sahip olduğu zenginliği anlamak için Avrupa kıtası ile karşılaştırmak yeterli olacaktır: Tüm Avrupa kıtasında 12500 açık ve kapalı tohumlu bitki türü varken, sadece Anadolu’da bu sayıya yakın (11000 üzerinde) tür olduğu bilinmektedir. Bunların yaklaşık üçte biri Türkiye’ye özgü (endemik) türlerdir. Türkiye’yi çevreleyen denizlerin farklı özelliklere sahip olması içinde bulundurduğu biyolojik çeşitliliğin de farklılaşmasını sağlamıştır. Dünya okyanusları ve denizlerinde 30.000 tür, Türkiye denizlerinde ise 4000 tür bulunmaktadır. Kıyı şeridinde yaklaşık, 3.000 bitki ve hayvan türü yaşamaktadır. Türkiye denizlerinde de toplam 480 balık, 2150 alg türü yaşamaktadır. Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz’i içeren Türkiye denizleri biyolojik çeşitlilik açısından çok zengindir: Karadeniz’de 300, Marmara Denizi’nde 200, Ege Denizi’nde 300 ve Akdeniz’de de 400 kadar balık türü yaşamaktadır. Denizlerimiz, içinde bulundurduğu canlı kaynaklar ve ekosistem açısından büyük önem arz etmektedir. Bu denizel canlı kaynaklarının korunması ve sürdürülebilirliği ülkemizin gen kaynakları, tür ve ekosistem çeşitliliği açısından önemlidir. Özellikle Akdeniz Foku, deniz kaplumbağası, yunuslar, balinalar, denizlerin akciğeri olan deniz yosunları, balık türleri, mercanlar denizlerimizde bulunan doğa koruma açısından önem taşıyan, dünyaca takip edilen ve izlenen en önemli denizel canlı kaynaklardır. Coğrafi bölgelerden, Doğu Anadolu ve Akdeniz Bölgeleri; Bitki Coğrafyası Bölgelerinden ise İran-Turan ve Akdeniz Bölgeleri endemik bitki türleri bakımından oldukça zengindir. Türkiye’nin genetik çeşitliliği özellikle bitki genetik kaynakları ile önem kazanmaktadır. Ülkemiz, Akdeniz ve Yakın Doğu gen merkezlerinin kesiştiği noktada yer almaktadır. Bu iki bölge tahılların ve bahçe bitkilerinin ortaya çıkışında çok önemli bir role sahiptir. Ülkemizde 100’den fazla türün geniş değişim gösterdiği, çok sayıda önemli kültür bitkisi ve tıbbi bitkiler gibi ekonomik açıdan önemli diğer bitki türlerinin orijin ya da çeşitlilik merkezi olan beş mikro-gen merkezi bulunmaktadır. 111 Hayvan genetik kaynakları açısından ise, konumu nedeniyle birçok yerli hayvan ırkının Anadolu’da yetiştirildiği ve buradan dünyanın diğer bölgelerine yayıldığı kabul edilmektedir. Ülkemizin bu olağanüstü zengin biyolojik çeşitliliğinin gelecek nesillere aktarılmasını sağlamak biz insanoğlunun en temel görevlerinden birisidir. Bu görevin yerine getirilmesinde, yapılan tüm koruma ve yönetim faaliyetlerinin gidişatının izlenmesi ve sonucundan yararlanılarak yeni yol haritalarının belirlenmesi gerekmektedir. Biyolojik çeşitliliğin tür, habitat ve ekosistem düzeyinde etkin izlenmesi ve izleme sonuçlarının değerlendirilmesi neticesinde koruma kullanma dengesinin eşgüdüm içerisinde olduğu bir yönetim anlayışı mümkün olacaktır. DÜNYA’DA VE TÜRKİYE’DE BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK Dünya üzerinde 8.7 milyon türün bulunduğu varsayılmaktadır. Fakat sahip olduğumuz biyolojik çeşitliliğin tür düzeyinde büyük bir bölümü henüz tanımlanmamıştır. Uluslararası Dünya Koruma Birliği (IUCN)’in son verilerine göre dünyamızda var olan türlerden yaklaşık olarak 1.740.330 türün tanımlandığı bilinmektedir. Biyolojik çeşitliliğin dünyadaki durumuna baktığımızda, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin 3. Küresel Biyolojik Çeşitliliğe Bakışı kitabı verilerine göre 1970-2006 yılları arasında dünyada omurgalı türlerinin sayısı yaklaşık üçte bir oranında düşüş kaydetmiş olup tropiklerde bu azalma %59, tatlı su ekosistemlerinde ise % 41 oranındadır. Şekil 3.1.’de görüldüğü gibi Küresel Canlı İndeksi’ne (LPI) göre tür sayılarındaki değişim ılıman ve tropik kuşaklar arasında ve tür çeşidi bakımında büyük farklılık göstermektedir. Dünya genelinde tür bolluğunun azalması, tropiklerde devam eden ve ciddi boyutlara ulaşan biyoçeşitlilik kaybını göstermektedir. 1980’den günümüze Avrupa’daki tarım arazilerindeki kuş popülasyonu %50 azalmıştır. Su kuşlarının popülasyonu %40 oranında azalmıştır. Tüm iki yaşamlı türlerinin %42’sinin ve kuşların %40’ının popülasyon sayıları azalmıştır. 112 Şekil’de ortadaki çizgiyle Küresel Canlı indeksi gösterilmektedir. 1970’den günümüze %30’dan fazla düşüş kaydetmiştir. Tropiklerde (alttaki çizgi) ise düşüş daha keskin olup %60 oranındadır. Ilıman kuşakta önce %15 oranında bir artış olmuştur. Daha sonra önemli oranda düşüşler kaydedilmiştir. (Kaynak:WWF/Zoologial Society of London) Dünya Canlı İndeksi’ne göre dünya genelinde 2300 memeli, kuş sürüngen, iki yaşamlı ve balık türünde 7100’den fazla popülasyon görülmektedir. Şekil Dünya canlı indeksi Kaynak : Global Biodiversity Outlook-3, 2010 (1970=1.0 kabul edilmiştir.) Türlerin zaman içindeki ortalama yok olma durumlarını izleyen Kırmızı Liste İndeksi, nesli tükenme tehlikesi altında olan grupların nesillerinin zamanla daha da riskli duruma ulaştığını göstermektedir. IUCN Kırmızı Listesi’ne göre türler tehlike durumlarına göre 8 kategoride toplanmaktadır. Bunlar: Nesli Tükenmiş, Nesli Doğada Tükenmiş, Tehdite Yakın, Önceliği Düşük, Yetersiz Verili, Kritik, Hassas ve Tehlikede kategorileridir. 113 Şekil Farklı tehlike kategorilerindeki türlerin oranı Kaynak : Global Biodiversity Outlook-3, 2010 Tüm dünyadaki IUCN tehlike kategorisine göre %2 oranında türler yok olmuş ve nesli tükenmiştir. Dünya genelinde %7 oranında kritik türler, %10 civarında nesli tehlikede olan türler, %19 oranında ise tehlike sınırında hassas türler bulunmaktadır. Tehlikeye yakın, hassas, tehlikede ve kritik türlerin toplamı %44 oranındadır. Bu kategoride yer alan türler acilen küresel ölçekte koruma tedbirleri alınması gereken türlerdir. Yakın bir gelecekte gerekli tedbirler alınmazsa nesli tükenmiş veya nesli doğada tükenmiş olan türlerin oranı hızla artacak ve bu türlerin doğadaki popülasyonları yok olacaktır. Tür taksonlarına göre tehlike kategorileri değerlendirildiğinde en çok iki yaşamlıların takson olarak en fazla tehlike grubuna sahip olduğu, yaklaşık 2.000 türü barındırdığı bunu takiben 1.300 kuş türü ve 1.100 memeli türünün tehlike sınıfında yer aldığı görülmektedir. Diğer takson gruplarında ise tehlikede olan tür sayısı 500 türün altındadır. Bu grupta sürüngenlerin en fazla tehlike kategorisinde tür barındıran takson grubu olduğu, en az tehlike grubunda tür içeren grubun ise kızböcekleri olduğu görülmektedir. 114 Şekil Türlerin, kapsamlı incelenmiş taksonomik gruplardaki tehlike durumları Kaynak : Global Biodiversity Outlook-3, 2010 Mercanlar, kuşlar, memeliler ve iki yaşamlı türlerinin yakın gelecekte neslini devam ettirmesi beklenirken, bu gruplara ait Kırmızı Liste İndeksi’ne göre özellikle mercan türlerinin hızlı bir şekilde yok olma eğiliminde olduğunu, bunun yanı sıra iki yaşamlı türlerinin ise en çok tehlike altında olan grup olarak tür sayısının azalma eğiliminde olduğu görülmektedir. 115 Kırmızı liste indeks değeri “1.0” ise, bu grupta bulunan tüm türlerin LC (önceliği düşük) kategorisinde olduğunu ve yakın gelecekte yok olma tehlikesi taşıdığını göstermektedir. Şekil Kırmızı Liste İndeksi Kaynak : Global Biodiversity Outlook-3, 2010 “0” değeri ise grupta bulunan tüm türlerin neslinin tükendiğini göstermektedir. Sonuç olarak dünyada bölgelere göre tehlike kategorilerine bakacak olursak; Güneydoğu Asya, Pasifik Adaları, kutuplar, deniz ve kıyı ekosistemlerindeki kuş türleri tükenme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Avlanma ve habitat kaybı nedeniyle Güney ve Güneydoğu Asya’daki memeli türleri de yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktadır. En çok deniz memelileri risk altında olup, tatlı su memelileri de ciddi tehdit altındadır. Güney ve Orta Amerika ile Karayipler’de iki yaşamlı türlerinin nesli ciddi tehlike altındadır. Dünya’da biyolojik çeşitlilik açısından 34 sıcak bölge önem arz etmektedir. Bu bölgeler aşağıdaki haritada kırmızı renkte görünmektedir. Ülkemiz de bu bölgeler içindedir. 116 Şekil Türkiye'de kesişen üç sıcak bölge Kaynak: Russell A. Mittermeier, Patricio Robles Gil, Michael Hoffman, John Pilgrim, Thomas Brooks, Cristina Goettsch Mittermeier, John Lamoreux, Gustavo A. B. da Fonseca, 2004. “Hotspots Revisited: Earth's Biologically Richest and Most Endangered Terrestrial Ecoregions”, Conservation International, USA Şekil Dünya’daki 34 sıcak bölge; Dünya yüzölçümünün %2,3’ünü kaplamaktadır. Dünya’daki tüm bitki türlerinin %50’si bu bölgelerde yer almaktadır. Dünya’daki tüm karasal omurgalıların %42’si ise bu 34 sıcak noktaya endemiktir. Yukarıdaki şekilde de görüldüğü üzere dünyada tehlike arz eden 34 sıcak noktanın üç tanesi ülkemizde bulunmaktadır. Bunlar; Akdeniz, İran-Anadolu ve Kafkas Bölgesi olarak ifade edilebilir. Dünyada beş ülke (Çin, Kenya, Güney Afrika, Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye) bu sıcak noktaların ikisinin birleştiği ülkelerdir. Bunlardan sadece Türkiye, üç sıcak noktanın buluştuğu yer olması sebebiyle zengin biyolojik çeşitliliğe sahiptir. 117 Şekil Türkiye’nin 9 sıcak noktası Kaynak: WWF, 1999; Lise, Y., Çok çalışkan, B. A., Ataol, M. 2009 TÜRKİYE’NİN BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİĞİ: Ülkemiz doğal orman ekosistemleri yönünden zengin olup, küresel ölçekte 9 orman sıcak noktası barındırmaktadır. Dünya’da tanımlanmış bitki ve hayvan türleri sayısı 1.740.330 iken Türkiye’de tanımlanmış tür sayısının yaklaşık olarak 76.539 civarında olduğu bilinmektedir. Tablo Türkiye’de ve Dünya’da tanımlanmış bitki ve hayvan türleri sayısı Tür Sayısı Tanımlanmış Bitki-Hayvan tür sayısı Dünyada 1.740.330 Türkiye 76.539 Seri 1; Türkiye; 76.539; 4% Dünyada Türkiye Seri 1; Dünyada; 1.740.330; 96% Şekil Türkiye’de ve Dünya’da tanımlanmış bitki ve hayvan türleri sayısı Kaynak: IUCN Kırmızı Red List version 2010.1: Table 1, Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi ve Eylem Planı 2007 Türkiye Avrupa-Sibirya, Akdeniz ve İran-Turan olmak üzere üç farklı bitki coğrafyası bölgesinin kesişme noktasıdır. Türkiye, dünyanın 8 gen merkezinden ikisinin (Akdeniz ve 118 Yakın Doğu) kesiştiği noktada yer almaktadır. Bu iki bölge tahılların ve bahçe bitkilerinin ortaya çıkışında çok önemli bir role sahiptir. Türkiye endemik bitkiler açısından dünyanın önemli ülkelerinden birisidir. Yurdumuzun siyasi hudutları içinde doğal olarak yetiştiği halde başka hiçbir yerde yetişmeyen, diğer bir deyişle dünyada yalnız ülkemizde yetişen bitkiler Türkiye endemikleri olarak adlandırılır. Ülkemizde endemizm oranı %34 civarındadır (Davis, 1965-1988). Tüm taksonlardaki tür çeşitliliği ve tür içi çeşitliliğin fazla olması sebebiyle biyolojik çeşitliliğimiz tür düzeyinde gün geçtikçe sayıca artmaktadır. Her geçen gün yeni türler tanımlanabilmekte ve tür sayısına ilave yeni türler eklenmektedir. Türkiye biyolojik çeşitlilik açısından küçük bir kıta özelliği göstermektedir. Bunun nedenleri arasında üç farklı biyoiklim tipinin görülmesi, bünyesinde Avrupa-Sibirya, Akdeniz ve İran-Turan olmak üzere üç Bitki Coğrafyası Bölgesi (BCB) bulundurması, sahip olduğu topoğrafik, jeolojik, jeomorfolojik ve toprak çeşitlilikleri, deniz, göl, akarsu, tatlı, tuzlu ve sodalı göller gibi değişik sulak alan tiplerinin varlığı, 0-5000 metreler arasında değişen yükselti farklılıkları, derin kanyonlara ve çok farklı ekosistem tiplerine sahip olması, Avrupa ülkelerine göre buzul döneminden daha az etkilenmesi, Kuzey Anadolu’yu Güney Anadolu’ya bağlayan Anadolu Diyagonalinin varlığı ve buna bağlı olarak oluşan ekolojik ve floristik farklılıklar ile üç kıtanın birleşme noktasında yer alması sayılabilir. Özetle, Türkiye tarım, orman, dağ, step, sulak alan, kıyı ve deniz ekosistemlerine ve bu ekosistemlerin farklı formlarına ve farklı kombinasyonlarına sahiptir. Bitki Coğrafyası Bölgelerinden Avrupa-Sibirya Bitki Coğrafyası Bölgesi, Kuzey Anadolu’da boydan boya ve Trakya Bölgesinin Karadeniz’e bakan kısımlarında uzanmaktadır. En yağışlı iklim bölgesidir, geniş kısmı ormanlarla kaplıdır. Akdeniz Bitki Coğrafyası Bölgesi, Akdeniz’e kıyısı olan tüm yöreler ile Trakya’nın batı kısımlarını kaplar ve çok farklı ekosistem tiplerini içerir. İran-Turan bölgesi, bitki coğrafyası bölgelerinin en genişidir ve Orta Anadolu’dan başlayarak Moğolistan’a kadar uzanır. Bölgede karasal iklim ve step bitkileri baskındır. 119 Şekil Türkiye’deki Bitki Coğrafyası Bölgeleri ve Anadolu Diyagonali (Çaprazı) Kaynak: Türkiye’nin Biyolojik Zenginliği ve Korunması, ANG yayınları İstanbul Gökyiğit, A.N (2013) Tablo Bitki Coğrafyası Bölgelerine (BCB) göre endemik bitkilerin dağılımı (alttür ve varyeteler dahil) Avrupa- Sibirya 320 Akdeniz 1325 İran-Turan 1250 Bölgelere özgü olmayan 1030 Toplam 3925 Kaynak : Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi ve Eylem Planı 2007 8% Avrupa- Sibirya 26% 34% 32% Akdeniz İran-Turan Bölgelere özgü olmayan Şekil Bitki Coğrafyası Bölgelerine (BCB) göre endemik bitkilerin dağılım yüzdeleri Kaynak : Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi ve Eylem Planı 2007 Türkiye Florası incelendiğinde sadece belirli bir coğrafi bölgeye has olan diğer bölgelerde bulunmayan endemikler açısından durum aşağıda özetlenmiştir. Ayrıca 1.000 kadar endemik tür ise en az iki bölgemizde yayılış göstermektedir. 120 Tablo Coğrafi bölgelere göre endemik bitki türü sayısı Coğrafi Bölge Akdeniz Bölgesi Doğu Anadolu Bölgesi Orta Anadolu Bölgesi Karadeniz Bölgesi Ege Bölgesi Marmara Bölgesi Güneydoğu Anadolu Bölgesi Toplam Endemik Tür Sayısı 750 380 275 220 160 70 35 1890 Kaynak: Türkiye Bitkileri Kırmızı Kitabı, Türkiye Tabiatı Koruma Derneği, Ankara (Ekim ve ark. 2000) Türkiye, özellikle tohumlu bitkiler açısından bulunduğu iklim kuşağı göz önüne alındığında bitki türleri açısından oldukça zengin sayılabilecek bir konuma sahiptir. Tohumlu bitkilere ait tür sayısı, 2007 yılında hazırlanan Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi ve Eylem Planı’nda yer alan veriler dahilinde aşağıda verilmektedir. Tablo Dünya, Avrupa, Türkiye’de açık ve kapalı tohumlu bitki türleri Açık tohumlular ve kapalı tohumlu türler Dünya 282842 Avrupa 12500 Türkiye 11001 4% 4% 0% Dünyada Avrupa 92% Türkiye de Şekil Dünya’da, Avrupa’da ve Türkiye’deki açık ve kapalı tohumlu bitki tür sayısı dağılımı Kaynak: IUCN Red List version 2010.1: Table 1, Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi ve Eylem Planı 2007 Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi ve Eylem Planı 2007’ye göre; likenler, mantarların alglerle oluşturdukları ortak yaşama dayalı bir canlı grubudur. Dünya’nın hemen her yerinde yayılış gösterirler. Dünya’da bilinen tür sayısı 20.000 civarındadır. Türkiye’de ise likenler üzerine yapılan çalışmalar son yıllarda hızla artış göstermiştir. Türkiye’de günümüzde bilinen liken türü sayısı 1.000 civarında olup, bu sayı her geçen gün artmaktadır. Türkiye’de alg florasına yönelik araştırmalar artmış olmasına rağmen tür sayısı henüz tam belirlenememiştir. 121 Karayosunları, yeterince gelişmemiş en ilkel iletim demetine sahip bitki grubudur. Türkiye’de 3 Boynuzsu Ciğerotu, 165 civarında Ciğerotu ve 740 civarında da Karayosununun yayılış gösterdiği belirlenmiştir. Eğreltiler, tohumlu bitkilerle birlikte en iyi bilinen bitki grubudur. Eğreltiler Türkiye’nin çok kurak bölgeleri hariç diğer bölgelerinde yayılış gösterir, ancak Karadeniz Bölgesi bu bitki grubunun en yaygın olarak bulunduğu bölgedir. Türkiye’de Eğreltiler içerisinde yer alan Atkuyruklarına (Equisetales) ait 8 tür, Kibrit Otlarına ait (Lycopodiales) 6 tür ve gerçek eğreltilere ait 80 civarında tür bulunmaktadır. Tohumlu bitkiler, Türkiye’de ve Dünya’da en iyi bilinen bitki grubu olup, aynı zamanda en gelişmiş bitki grubudur. Türkiye’de tanımlanmış tohumlu bitki türü sayısının tür ve tür altı takson sayısı ile birlikte 11.000 civarında olduğu bilinmektedir. Yeni türlerin tanımlanması ile bu sayı her geçen gün artmaktadır. Bu, tür zenginliği Avrupa’nın hiçbir ülkesinde yoktur. Bu nedenle Türkiye tohumlu bitki çeşitliliği açısından bir kıta özelliği gösterir. Çünkü tüm Avrupa’daki tür sayısı 12.500 civarındadır. Aynı zamanda sahip olduğu türlerin %34’ü endemiktir. Endemizm oranının bu derece yüksek olması Türkiye’yi çiçekli bitkiler açısından ilginç kılmakta ve cazibe merkezi olma özelliğini sürdürmektedir. Tablo Çeşitli bitki gruplarına ait tür ve tür altı takson sayıları, endemizm durumu, tehdit altındaki tür sayıları, nesli tükenmiş türler Bitki Grupları Tanımlanmış Türler/alttürler Endemik Türler Nadir ve Tehlike Altındaki Türler bilinmiyor bilinmiyor 2 1 1 Algler 2150 ----Likenler 1000 ---Karayosunları 910 2 Eğreltiler 101 3 Açık35 5 Tohumlular Tek-çenekliler 1765 420 180 Çift-çenekliler 9100 3500 1100 Toplam 15061 3930 1284 Kaynak : Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi ve Eylem Planı 2007 Şekil Türkiye'de tanımlanmış türler/alttürler Kaynak : Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi ve Eylem Planı 2007 122 Soyu Tükenmiş Türler bilinmiyor bilinmiyor bilinmiyor bilinmiyor bilinmiyor 11 11 nadir ve Bitki genetik çeşitliliği gerek Türkiye gerekse dünya tarımı için çok önem arz etmektedir. Türkiye bitki genetik kaynakları yönünden çok özel bir konumda bulunmaktadır. Vavilov’un açıklamış olduğu çeşitlilik ve orijin merkezlerinden Akdeniz ve Yakın Doğu Merkezleri Türkiye’de örtüşmektedir. J. Harlan’a göre ülkemizde 100’den fazla türün değişim gösterdiği 5 mikro-gen merkezi bulunmaktadır. Ayrıca ülkemiz çok sayıda önemli kültür bitkisi ve diğer bitki türlerinin orijin ya da çeşitlilik merkezidir. Omurgalı ve omurgasız hayvanlarla ilgili envanter verileri UBSEP-2007’ye göre verilmiş olup, mevcut envanter durumunun ortaya konulmasına yönelik “Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Envanter ve İzleme Projesi” hazırlanmıştır. Projede damarlı bitkiler (eğreltiler dahil) ve omurgalı hayvanlar (memeliler, kuşlar, balıklar, sürüngenler ve çift yaşamlılar) için ülke bazında literatür ve arazi çalışmaları yapılması öngörülmüştür. Ayrıca söz konusu projede tohumlu bitkiler (karayosunları, likenler ve makro mantarlar) ve omurgasız hayvanlarla ilgili literatür verileri derlenerek, veri tabanına girişleri sağlanacaktır. Projede iki ana unsur olarak; tüm ülke bazında belirtilen taksonlarda envanter ve izleme çalışmaları yürütülecektir. İzleme çalışmaları tür, popülasyon, ekosistem ve bölgesel bazda yapılacaktır. 2013 yılının ilk yarısında projenin başlatılacak olup, 2018 yılı sonunda proje bitişi ile ülkemizde var olan omurgalı, omurgasız ve damarlı bitkilerin envanterleri güncellenecek, arazi çalışması altlığında sayısal verilerin, analizine ve sorgulanmasına imkan sağlayacak biçimde veri tabanına veri girişleri yapılacaktır. Türkiye, iki önemli Vavilovyan gen merkezinin kesiştiği noktada yer almaktadır: Akdeniz ve Yakın Doğu. Bu iki bölge, tahılların ve bahçe bitkilerinin ortaya çıkışında çok önemli bir role sahiptir. Anadolu kökenli tarım bitki türlerinden bazıları şunlardır: Linum sp., Allium sp., Hordeum sp., Triticum sp., Avena sp., Cicer sp., Lens sp., Pisum sp., Vitis sp., Amygladus sp., Prunus sp., Beta sp., vb. Türkiye’de beş ayrı “mikrogen merkezi” bulunmaktadır : Trakya-Ege Bölgesi: Ekmeklik buğday, durum buğdayı, Poulard buğdayı, değnek buğdayı, küçük kızıl buğday, mercimek, nohut, kavun, burçak, acıbakla ve yonca. Güney - Güneydoğu Anadolu: Çift taneli buğday (Triticum dicoccum), küçük kızıl buğday, Aegilops speltoides, kabak, karpuz, salatalık, fasulye, mercimek, bakla, üzüm asması ve yem bitkileri. Samsun, Tokat, Amasya: Çok sayıda meyve cinsi ve türü, bakla, fasulye, mercimek ve hayvan yemi olarak kullanılan çeşitli baklagiller. Kayseri ve çevresi: Badem, elma, bezelye, meyve türleri, üzüm asması, mercimek, nohut, kaba yonca (alfalfa) ve evliyaotu. Ağrı ve çevresi: Elma, kayısı, kiraz, vişne, yem baklagilleri ve karpuz. İki ayrı gen ve çeşitlilik merkezinin örtüştüğü yerde bulunan Türkiye’nin gen ve orijin merkezi olduğu bazı kültür bitkileri şöylece sıralanabilir: Triticum, Hordeum, Secale, Avena, Linum, Allium, Cicer, Lens, Pisum, Medicago ve Vicia. Türkiye’de buğdayın (Triticum ve Aegilops) 25, arpanın (Hordeum) 8, çavdarın (Secale) 5 ve yulafın (Avena) da 8 adet yabani akrabası vardır. Türkiye, yemeklik tane baklagiller ve yem bitkilerinin yabani akrabaları bakımından da zengindir. Mercimeğin (Lens) 4, nohudun (Cicer) 10, üçgülün (Trifolium) 11 tanesi endemik olmak üzere 104, yoncanın (Medicago) 34, korunganın (Onobrychis) 42, fiğin (Vicia) 6 tanesi endemik olmak üzere 60 türü ülkemizde bulunmaktadır (Açıkgöz ve ark., 1998). Türkiye aynı zamanda Amygdalus spp., Cucumis melo, C. sativus, Cucurbita moshata, C. pepo, Malus spp., Pistachio spp., Prunus spp., Pyrus spp. ve Vitis vinifera türlerinin mikro 123 gen merkezidir (Tan, 1998). Ayrıca Türkiye, başta lale ve kardelen olmak üzere birçok süs bitkisinin de anavatanıdır. Günümüzde birçok botanikçinin katkılarıyla “Resimli Türkiye Florası”nın yazımı ile ilgili çalışmalar başlatılmıştır. Türkiye bitkileri konusunda en son yayınlardan biri olan “Türkiye Bitkileri Listesi (2012)” kitabı hazırlanmıştır. Kitabın hazırlanmasında doksandan fazla bilim insanı katkı sağlamış olup, kitapta yer alan damarlı bitkilere yönelik güncel bilgiler aşağıdaki tablolarda verilmektedir. Tablo Türkiye Bitkileri Listesi (2012) verileri Aileler Kibritotları Eğreltiler Açık tohumlular Kapalıtohumlular Toplam Doğal 3 16 4 131 154 Endemik 0 0 0 0 0 % 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 Cinsler Kibritotları Eğreltiler Açık tohumlular Doğal 5 29 8 1178 Endemik 0 0 0 14 % 0,0 0,0 0,0 1,19 Yabancı 0 0 2 74 Tarım 0 0 0 24 Toplam 5 29 10 1275 14 1,15 76 24 1320 Endemik 1 2 0 3032 % 8,00 2,63 0,0 31,45 Yabancı 0 0 5 169 Tarım 0 0 0 69 Toplam 13 76 27 9880 Kapalıtohumlular Toplam 9753 3035 31,12 174 69 9996 Alttürler Kibritotları Eğreltiler Açıktohumlular Kapalıtohumlular Toplam Doğal 0 6 19 1960 1985 Endemik 0 0 5 495 500 Varyeteler Kibritotları Eğreltiler Açık tohumlular Kapalıtohumlular Toplam Doğal 0 3 8 847 858 Kapalıtohumlular Toplam 1220 Türler Kibritotları Eğreltiler Açık tohumlular Doğal 13 76 22 9642 Endemik 0 0 1 252 253 % 0,0 0,0 26,00 25,26 25,19 % 0,0 0,0 13,00 29,75 29,49 124 Yabancı 0 0 0 10 10 Yabancı 0 0 0 1 1 Yabancı 0 0 3 4 7 Tarım 0 0 0 3 3 Tarım 0 0 0 3 3 Tarım 0 0 1 1 2 Toplam 3 16 4 144 167 Toplam 0 6 19 1964 1989 Toplam 0 3 12 852 867 Melez Cins Kibritotları Eğreltiler Açık tohumlular Kapalıtohumlular Toplam Doğal 0 0 0 5 5 Endemik 0 0 0 0 0 % 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 Yabancı 0 0 0 0 0 Melez Tür Kibritotları Eğreltiler Açık tohumlular Kapalıtohumlular Toplam Doğal 0 12 8 233 253 Endemik 0 0 1 59 60 % 0,0 0,0 13,00 25,32 23,72 Yabancı 0 0 3 5 8 Melez Alttür Kibritotları Eğreltiler Açık tohumlular Kapalıtohumlular Toplam Doğal 0 0 0 5 5 Endemik 0 0 0 1 1 Toplam Cins altı Taksonlar Kibritotları Eğreltiler Açıktohumlular Doğal Endemik % Yabancı Tarım Toplam 13 73 37 11343 1 2 6 3640 8,00 2,74 16,00 32,09 0 0 4 167 0 0 1 69 13 73 42 11579 Kapalıtohumlular Toplam 11466 3649 31,82 171 70 11707 % 0,0 0,0 0,0 20,0 20,0 Tarım 0 0 0 0 0 Tarım 0 0 1 1 2 Yabancı 0 0 0 0 0 Tarım 0 0 0 0 0 Toplam 0 0 0 0 0 Toplam 0 12 12 239 263 Toplam 0 0 0 5 5 Kaynak: Güner,A., Aslan,S., Ekim,T., Vural,M., Babaç, M.T.,(edlr.),(2012).Türkiye Bitkileri Listesi ( Damarlı Bitkiler), Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi ve Flora Araştırmaları Derneği Yayını. İstanbul. Not: Söz konusu kitapta yer alan tabloların son bölümlerindeki rakamlar (Toplam Cinsaltı Taksonlar) basit toplamlar değildir. Varyetesi veya alttürü olan bir basit toplamada en az iki kere toplama katılmış olur. Toplamalarda bundan kaçınılmış, melezler endemik toplamına katılmamıştır. “Türkiye Bitkileri Listesi” kitabı hazırlanması çalışmasında karayosunları, suyosunları ve mantarlar bu çalışmada liste dışında bırakılmıştır. Söz konusu kitaba göre ülkemizde 9.753 doğal türün olduğu, bunun 3.035’inin ise endemik türler olduğu bilinmektedir. Cins altı taksonlar da ilave edildiğinde toplam sayının 11.707 olduğu ve bunun 3.649’unun endemik olduğu tespit edilmiştir. Türkiye, flora açısından zengin olduğu gibi fauna açısından da bulunduğu kuşak itibariyle zengindir. Bunun başlıca sebebi Anadolu’nun Avrupa ve Asya kıtaları arasında köprü oluşturması ve dolayısı ile Anadolu’nun göç yolu üzerinde bulunması, farklı iklim ve 125 ekosistem tiplerine sahip olması, florasının zengin olması ve dolayısı ile besin ihtiyacı olan birçok hayvan türünün kendisine uygun yaşam alanı bulabilmesi sayılabilir. Bütün bu zengin ekolojik faktörler faunanın zenginliğine de yansımıştır. Ilıman kuşakta bulunan ülkeler biyolojik çeşitlilik bakımından karşılaştırıldığında, hayvan (fauna) biyolojik çeşitliliğinin ülkemizde veri eksikliğine rağmen oldukça yüksek olduğu göze çarpmaktadır. Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi ve Eylem Planı 2007 verilerine göre; tanımlanan canlı türleri içinde en büyük rakamı omurgasızlar grubu oluşturmaktadır. Omurgasız hayvan türü sayısı yaklaşık 19.000’dir ve bunlardan yaklaşık 4.000 tür/alttür endemiktir. Bugüne kadar belirlenen toplam omurgalı hayvan türü sayısı 1.500’e yakındır. Omurgalılardan, 70’i balık türü olmak üzere 100’ün üzerinde tür endemiktir. Alageyik ve sülünün anavatanı Anadolu'dur. Ülkemizin dünyanın iki büyük kuş göç yolu üzerinde olması, kuşların beslenme ve üreme alanı olarak önemini artırmaktadır. Türkiye omurgalı faunası üzerine birçok çalışma yapıldığı için fauna büyük oranda ortaya çıkmıştır. Son verilere göre Türkiye’de 460 kuş, 161 memeli, 141 sürüngen, 480 deniz balığı ve 236 tatlı su balığı türünün yaşadığı tespit edilmiştir. Tüm dünyada olduğu gibi böcek (Insecta) grubu Türkiye’de de çok zengindir. Ancak bazı gruplarda hiç çalışma olmaması, bazı gruplardaki çalışmaların yetersiz oluşu gibi sebeplerle Türkiye böcek faunası hakkında tahmini rakamlar vermek mümkündür. Türkiye’de bugüne kadar tespit edilmiş böcek türü yaklaşık 30.000 civarındadır. Ancak tahmin edilen sayı ise 60.000-80.000 arasındadır. Bu rakamlar da böceklerle ilgili çalışmaların ne kadar yetersiz olduğunu göstermektedir. Buna rağmen bazı böcek grupları ile ilgili faunistik liste büyük oranda çıkartılmıştır. Örneğin Türkiye’de kızböcekleri (Odonata) 114, çekirgeler (Orthoptera) 600 (270’i endemik), kınkanatlılar (Coleoptera) 10.000, yumuşakçalar (Mollusca) 522 (203’ü endemik), yarımkanatlılar (Heteroptera) 1.400, eşkanatlılar (Homoptera) 1.500, kelebekler (Lepidoptera) 6.500 (600’ü gündüz diğerleri gece) türle temsil edilmektedir. Türkiye’nin sahip olduğu yaklaşık 8.592 km’lik kıyı şeridinde (adalar hariç) yaklaşık 3.000 bitki ve hayvan türü yaşamaktadır. Türkiye’deki bazı habitatlar bozulmuş hatta tahrip olmuş olsalar bile Akdeniz ve Ege kıyıları Akdeniz Foku (Monachus monachus), deniz kaplumbağası (Caretta caretta) ve yeşil deniz kaplumbağası (Chelonia mydas) gibi nesli tehlikede olan türlere barınma ortamı sağlamaktadır. Türkiye kıyılarında yaklaşık 480 deniz balığı türü tespit edilmiştir. Bunların %50’sinin yerel olarak yok olma tehlikesi altında olduğu tahmin edilmektedir. Ekonomik açıdan önemli balık türleri arasında hamsi, istavrit, palamut, sardalya, lüfer, barbun ve kalkan yer almaktadır. Türkiye'nin deniz alanlarına bağımlı kuş faunası, Ada martısının (Larus audouinii) yanı sıra, göçmen yaz ziyaretçisi Ada doğanını (Falco eleonorae) da içermektedir. 126 Tablo Çeşitli hayvan gruplarına ait tür ve tür altı takson sayıları, endemizm durumu, nadir ve tehlike altındaki tür sayıları, nesli tükenmiş türler Hayvan grupları OMURGALILAR Sürüngenler/Amfibi Kuşlar Memeliler Tatlısu balıkları Deniz balıkları Hayvan grupları OMURGASIZLAR Yumuşakçalar Kelebekler Çekirgeler Kızböcekleri Kınkanatlılar Yarımkanatlılar Eşkanatlılar Nadir ve tehlike altındaki türler Tanımlanmış türler Endemik türler/altür, varyete 141 460 161 236 480 16 Tanımlanmış türler Endemik türler/altür, varyete Nadir ve tehlike altındaki türler 522 6500 600 114 10000 1400 1500 203 89 270 89 10 17 23 37 70 Soyu tükenmiş türler 4 4 Soyu tükenmiş türler 3000 200 200 Kaynak : Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi ve Eylem Planı 2007 Türkiye floristik açıdan olduğu gibi faunistik açıdan da çok zengin ve dikkat çekicidir. Türkiye omurgalı hayvanları üzerine birçok çalışma yapılmış ve yapılmaya da devam etmektedir. Bu nedenle omurgalı hayvanlara ait endemizm durumu, tehlike sınıfları ve koruma altına alınan türlerle ilgili sağlıklı veriler bulunmaktadır. Buna göre Türkiye’de yayılış gösteren 141 sürüngen ve amfibi türünden 16’sı endemik olup, bunlardan 10’u tehdit altındadır. Kuşlardan ise Türkiye’ye endemik tür yoktur. Bununla birlikte memelilerden 5 tür, 32 alttür, sürüngenlerden 16 tür ve/veya alttür, tatlı su balıklarından ise 70 tür/alttür endemiktir. 127 Tür sayıları Şekil. Omurgasız hayvan grupları Kaynak : Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi ve Eylem Planı 2007 Tür sayıları Şekil Omurgalı hayvan grupları Kaynak : Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi ve Eylem Planı 2007 IUCN kaynaklarına ve UBSEP 2007 kaynaklarına göre ülkemizde omurgasızların tür sayısının 19.000 civarında olduğu, bunlardan 4.000’inin endemik olduğu, omurgalılardan ise 1.500 civarında tür olduğu, bunlardan 100’ünün endemik olduğu bilinmektedir. Türkiye Omurgasız Hayvan faunası, omurgalılar kadar iyi bilinmemekle birlikte tanımlanan 30.000, tahmin edilen tür sayısının da 60.000-80.000 civarında olduğu bilinmektedir. Omurgasız hayvan gruplarında endemizm oranı da çok yüksektir. Ülkemiz ekosistem çeşitliliği açısından da farklı ekosistemlerin temsiliyetine sahiptir. Bunlar; tarımsal alan-step biyoçeşitliliği, iç su biyoçeşitliliği, orman ve dağ biyoçeşitliliği ve kıyı-deniz biyoçeşitliliğidir. Ülkemiz, biyolojik çeşitliliğin küresel ölçekte korunması hedefine yönelik çabalara destek vermiş, bu alanda birçok girişim ve anlaşmaları imzalamış, süreçlere katılım sağlamıştır. Türkiye, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesini 1992’de imzalamış ve 29 Ağustos 1996 tarih ve 4177 sayılı Kanun ile onaylamıştır. Sözleşme 14 Mayıs 1997 yılında ülkemizde yürürlüğe girmiştir. 128 B. KORUNAN ALANLAR Ülkemizin ev sahipliği yaptığı biyolojik çeşitlilik değerleri, farklı koruma alanı statüleri ve farklı kanunlarla koruma altındadır. Bu koruma statülerinin bir kısmı ulusal mevzuata göre, bir kısmı da uluslararası sözleşmelere dayanarak oluşturulmuştur. Türkiye’nin korunan alanlar sistemi içinde yer alan mevcut korunan alanlar; estetik, bilim, doğa koruma ve doğal güzellikler açısından sınırlı belirlenmiş önemli alanları içermektedir. Türkiye’nin korunan alanları deniz ve kıyılardan; Ağrı Dağı’na; deltalardan, Karadeniz ormanlarına ve yaylalarına; bozkırlardan, göl ve akarsu sistemlerine; derin vadiler ve kanyonlardan buzullara kadar çeşitli doğal ekosistemleri barındırır. Korunan alanlar nesli tehlike altında, endemik, dar yayılışlı birçok bitki ve hayvan türüne ev sahipliği yapmaktadır. Ayrıca, ekolojik özelliklerinin ve doğal güzelliklerin yanı sıra jeolojik, jeomorfolojik, peyzaj, tarihi, arkeolojik ve kültürel değerlere sahip alanları da içermektedir. Genel Müdürlüğümüzce 2012 yılı içerisinde "Türkiye'nin Korunan Alanları Bilgi Sistemi" Projesi kapsamında gerçekleştirilen çalışmayla ülkemizin karasal korunan alan büyüklüğü 5 milyon 647 bin 568 hektar olarak tespit edilmiştir. Bu alanın ülke yüzölçümüne oranı % 7,24'tür. Bu durumda Türkiye’nin karasal alanlarının % 7,24 'ünün resmi koruma altında olduğunu söyleyebiliriz. Yapılan çalışmalar ve dünyadaki koruma deneyimleri gösteriyor ki korunan alanların ekonomik, ekolojik, kültürel ve sosyal birçok faydası bulunmaktadır: MİLLİ PARKLAR Bilimsel ve estetik açıdan milli ve milletlerarası ender bulunan doğal ve kültürel kaynak değerleri ile koruma, dinlenme ve turizm alanlarına sahip olan ve yönetimi belli yasalar çerçevesinde gerçekleştirilen tabiat parçalarıdır. 129 Milli Parklar’da ki, doğal ve kültürel varlıklar, nesilden nesile intikal edecek şekilde, olduğu gibi muhafaza edilerek, özel bir koruma-kullanma düzeni içinde, sosyal, kültürel, bilimsel ve eğitici yönlerinin yanı sıra dinlenme-eğlenme yönleriyle de toplumun kullanımına sunulmaktadır. Milli Park çalışmaları çok çeşitli disiplin ve dolayısıyla kurumların koordinasyonunu gerektiren faaliyetlerdir. Bu çalışmaların uluslararası karakterinden dolayı, koordinasyonu temin etmek üzere; milletlerarası bazı kuruluşlar, kurumlar ve fonlar kurulmuştur. Bu çerçevede ülkemiz, “Uluslararası Tabiat ve Tabiat Kaynaklarını Koruma Birliği” (IUCN) gibi kuruluşlara da üyedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde bulunan ve 1872 yılında ilan edilen Yellowstone Milli Parkı, Dünyanın en eski Milli Parkı’dır. Ülkemizin ilk Milli Parkı ise 1958 yılında ilan edilen Yozgat Çamlığı’dır. Ülkemizde toplam 39 adet Milli Park yer almakta olup, toplam alanı 814.763,85 ha.’dır. TABİAT PARKI Bitki örtüsü ve yaban hayatı özelliğine sahip, manzara bütünlüğü içinde halkın dinlenme ve eğlenmesine uygun tabiat parçalarını ifade eder. Ülkemizde toplam 191 adet Tabiat Parkı yer almakta olup, toplam alanı 90.937.78 ha.’dır. TABİATI KORUMA ALANI Bilim ve eğitim bakımından önem taşıyan nadir, tehlikeye maruz veya kaybolmaya yüz tutmuş, ekosistemler, türler ve tabii olayların meydana getirdiği seçkin örnekleri içeren ve mutlaka korunması gerekli olup, sadece bilim ve eğitim amaçlarıyla kullanılmak üzere ayrılmış tabiat parçalarını ifade eder. Ülkemizde toplam 31 adet Tabiatı Koruma Alanı yer almakta olup, toplam alanı 63.694 ha’dır. TABİAT ANITI Tabiat ve tabiat olaylarının meydana getirdiği özelliklere ve bilimsel değerlere sahip ve milli park esasları dâhilinde korunan tabiat parçalarını ifade eder. Ülkemizde toplam 112 adet Tabiat Anıtı yer almakta olup, toplam alanı 6.679 ha.’dır. Tescil edilmiş Milli Parklarımıza geçmeden önce şu bilgileri tanımlamak gerekir; Flora: Belirli bir bölgede yetişen bitkilerin hepsi, bitki örtüsü. Fauna: Belirli bir bölge ya da devirde yaşayan hayvan türlerinin tamamının bir araya getirdiği topluluk. Rekreasyon: İnsanın eğlenme, dinlenme, kendini yenileme fonksiyonu olarak tanımlanmaktadır. Endemik Tür: Bitki biliminde endemik, genel olarak alanları belirli bir ülke veya bölgeye ait, yerel, ender ve çok ender bulunan türlere denir. Bu duruma da endemizm adı 130 verilir. Endemik alan; bir ada, bir yarımada veya bir dağ olabileceği gibi birkaç metrekarelik alanlar da olabilir. Türkiye endemik bitkiler açısından dünyanın önemli ülkelerinden birisidir. KORUNAN ALANLARIN SEÇİMİ VE KURULUŞ KRİTERLERİ Milli Parklar Kaynak Değerleri Milli ve milletlerarası düzeyde önem taşımalıdır. Gelecek nesillerin gurur duyacakları seviyede önemli olmalıdır. Tahrip olmamış veya ıslah edilebilir durumda olmalıdır. Saha Büyüklüğü en azından 1000 hektar olmalı ve bu alan bütünüyle koruma ağırlıklı zonlardan meydana gelmelidir Tabiat Parkları Kaynak Değerleri Milli ve bölge seviyesinde rekreasyon potansiyeline sahip olmalıdır. Açık hava rekreasyonu yönünden zengin potansiyele sahip olmalıdır. Kültürel manzaraların ilgi çeken örneklerini de ihtiva edebilmelidir. Saha; Kaynak ve manzara bütünlüğünü sağlayacak yeterli büyüklükte olmalıdır. Devletin mülkiyetinde olmalıdır. Tabiatı Koruma Alanları Kaynak Değerleri Milli ve milletlerarası seviyede nadir, tehlikeye maruz veya kaybolmaya yüz tutmuş ekosistemler, türler ve tabiat olaylarının meydana getirdiği veya gizlediği örnekleri barındırmalıdır. Hassas ekosistemlere, habitatlara biyolojik ve jeolojik önemli çeşitliliklere, zengin genetik kaynaklara sahip olmalıdır. Bilim, eğitim, araştırma kurumları veya ilgili kuruluşlar tarafından belirlenmiş olmalıdır. Saha; korunması gerekli değerlerin hayatlarını uzun süreli olarak devam ettirmelerine yeterli olmalıdır. Devletin mülkiyetinde olmalıdır Tabiat Anıtları Kaynak Değerleri Tabiat olaylarının meydana getirdiği müstesna değerleri barındırmalıdır. Çok az zarar görmüş veya hiç zarar görmemiş olmalıdır. Tahrip olmamış veya ıslah edilebilir durumda olmalıdır. Saha; büyüklük bakımından milli parktan küçük, fakat koruma yönünden bütünlüğü sağlayacak yeterlikte olmalıdır. Devletin mülkiyetinde olmalıdır. TESCİL EDİLMİŞ MİLLİ PARKLARIMIZ 1- Ağrı Dağı Milli Parkı : Ulusal ve uluslararası öneme sahip doğal ve kültürel kaynak değerleri olan Ağrı Dağı Milli Parkı sınırları içerisindeki Büyük Ağrı Dağı, 5137 m yüksekliği ile ülkemizin ve Avrupa’nın en yüksek noktası olması yanında zirvesinde de ülkemizin en büyük buzulu bulunmaktadır.Nuh Peygamberin Gemisi ve Nuh Tufanı nedeniyle Ağrı Dağını dünyada bilmeyen yoktur. Dünyada Alaska’daki meteor çukurundan sonra ikinci büyük göktaşı çukuru da milli park sınırları içerisinde yer almaktadır. Dünyanın her yanından dağcıların geldiği Ağrı Dağı, flora ve fauna açılarından da ilginç özellikler göstermektedir. 131 2- Aladağlar Milli Parkı: Akdeniz Bölgesi’nde, Niğde, Kayseri, Adana illeri sınırları içinde yer almaktadır. Toros sıradağlarının en yüksek zirvelerine sahip olan Aladağlar, jeolojik olarak da ülkemizin en ilginç yerlerinden biridir. Buzul Gölleri ve Kapuzbaşı şelaleleri görülmeye değer yerlerdir. 3- Altınbeşik Mağarası Milli Parkı : Akdeniz Bölgesi’nde Antalya ili sınırları içinde yer almaktadır. Altınbeşik Mağarası ve çevresinin karstik topoğrafyası ve çam ormanları mükemmel bir manzara oluşturmaktadır. Fotoğrafçılık faaliyeti açısından önemli görsel güzellikler sunar. 4- Altındere Vadisi Milli Parkı: Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Trabzon ili sınırları içinde yer alır. Sümela Manastırı, Altındere Vadisi ile flora ve fauna zenginliği, Milli Park’ın kaynak değerini oluşturur. 5- Başkomutan Tarihi Milli Parkı: İç Batı Anadolu'da Afyon, Kütahya, Uşak illeri sınırları içindedir. Türk Kurtuluş Savaşında 26 Ağustos 1922'de başlayan Büyük Taarruz'un, 30 Ağustos’ta zaferle taçlandırılmasıyla sonuçlanan harekatın geçtiği alanları kapsayan Milli Parkta, Kurtuluş Savaşımıza ait tarihi yerler, anıtlar ve şehitlikler bulunmaktadır. Park, ülkemize has (endemik) pek çok bitki türüne de ev sahipliği yapmaktadır. 6- Beydağları Sahil Milli Parkı: Akdeniz Bölgesi’nin Antalya ili sınırları içinde yer almaktadır. Bine yakın bitki türünden yirmi beş tanesi parka özgü endemik türdür. Ayı, kurt, tilki, yaban keçisi, vaşak sincap, oklu kirpi gibi kara memelilerinin yanında kıyılarda nadir de olsa Akdeniz fokuna rastlanmaktadır. Milli Park sınırları içerisinde bulunan ve Deniz kaplumbağalarının yumurta bıraktığı Çıralı Sahilleri özel koruma altındadır. Milli Parkın dâhilinde eski yerleşim yerlerinden M.Ö. VII Yüzyılda Rodos Kolonisi olarak kurulan tarihi Phaselis Antik Kenti ve Milli Park sınırına komşu vaziyette Olympos Harabeleri bulunmaktadır. Çıralı Mahallesi dağlık arazide, Likyanın sönmeyen ateşi olarak adlandırılan gaz (Chimaira) Yanartaş yüzyıllardır yanmakta ve yöreye mitolojik bir değer kazandırmaktadır. Zengin biyolojik çeşitlilik, epik ve jeomorfolojik oluşum Göynük Kanyonu ile Beldibi Kanyon’ları Parkın önemli kaynak değerleri arasında yer almaktadır. 7- Beyşehir Gölü Milli Parkı: Anadolu Bölgesi’nde, Konya ili sınırları içindedir. Beyşehir Gölü, yüz ölçümü bakımından Van ve Tuz Göllerinden sonra üçüncü büyük gölümüz olup, tatlı su göllerimiz içinde en büyük olanıdır. Doğu kıyıları boyunca uzanan ve üç bin metreye yaklaşan dorukları ile Dedegöl dağları, batıdan bakıldığında göle ayrı bir güzellik vermektedir. Suyu, turkuaz mavisi olan göl, adaları ve çevresindeki dağlar ile ülkemizin en önemli doğal güzelliklerindendir. Lükyanus Anıtı, Fasıllar Atlıkaya Kabartması, Kubadabat Sarayı, Kız Kalesi, Mezar evler, Eşrefoğlu Camii ve Külliyesi, Beyşehir Köprüsü, Beyşehir Kalesi, Taç Medrese, İçerişehir Hamamı, Bedeste, Eflatun Pınar Anıtı ve Hitit Anıtı tarihi ve kültürel kaynak değerleri arasında yer almaktadır 8- Boğazköy - Alacahöyük Milli Parkı : İç Anadolu Bölgesi’nde, Çorum ili sınırları içindedir. Milli Park’ta Anadolu'nun en eski uygarlıklarından olan Hitit'lere başkentlik yapmış Hattuşaş (Boğazköy) ve çeşitli tarihi 132 eserler bulunmaktadır. Şehir surları, Aslanlı Kapı, Yer kapı ve Yazılıkaya bunların başlıca örnekleridir. 9- Dilek Yarımadası - Büyük Menderes Deltası Milli Parkı: Ege Bölgesinde Aydın ili sınırları içerisinde yer almaktadır. Büyük Menderes Deltası, morfolojik gelişimin hızlı olduğu ağız kısmında, bu gelişim sürecinin ürünü olan birçok lagün ve bataklıkları bünyesinde barındıran uluslararası niteliklere haiz bir sulak alan karakterindedir. Tatlı ve tuzlu suyun birbirine karıştığı bu lagüner sistem, bünyesinde zengin bir biyolojik çeşitliliği barındırmaktadır. Bu zengin ekosistemde 256 kuş türü görülmekte olup bunlardan 70 tür deltada üremektedir. Bölge aynı zamanda nesli tehlike altında olan Tepeli Pelikan'ın en önemli kuluçkalama alanlarından biridir. Bunun yanı sıra yine dünya çapında nesli tehlike altında olan Cüce Karabatak, Küçük Kerkenez, Akkuyruklu Kartal da burada barınmaktadır. Flamingolar için ise son derece önemli beslenme alanlarıdır. 10- Gala Gölü Milli Parkı: Marmara bölgesinde, Edirne ili, Enez ve İpsala ilçesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Gala Gölü Avrupa ile Afrika arasında birçok göçmen kuş türünün uğrağı alanlardan biri olup uluslararası A sınıfı sulak alanlar listesinde yer almaktadır. Sulak alan, göl ve orman ekosistemlerini ve bu ekosistemlerde barınan çeşitli canlı türlerini ihtiva etmektedir. Dünyanın önemli kuş göç yollarından birinin üzerinde bulunan Gala Gölü Milli Parkı’nda 163 kuş türü tespit edilmiştir 11- Göreme Tarihi Milli Parkı: Göreme Tarihi Milli Parkı İç Anadolu Bölgesi’nde, Nevşehir ili sınırları içinde yer almaktadır. Erciyes ve Hasan Dağı volkanizmalarının lav ve tüflerinin yağışlar ve rüzgârlarla aşınması sonucu dünyada eşi bulunmayan jeomorfolojik yapılar oluşmuş, bu yapılar ve çevresi tarih boyunca çeşitli uygarlıklar tarafından yerleşim ve tarım amaçlı kullanılmıştır. Kapadokya olarak da adlandırılan bu bölge, geçmişiyle olduğu kadar halen var olan yaşamı ile de ilgi çekicidir. 12- Hattila Vadisi Milli Parkı : Doğu Karadeniz Bölgesi’nde, Artvin ili sınırları içinde yer almaktadır. Ülkemizde nadir görülen bir doğa sergilemektedir. Karadeniz Bölgesinde bulunmasına karşın, Akdeniz Bölgesi bitki türlerini de içeren vadi; ayı, tilki, yaban keçisi, sansar, porsuk gibi memelilere, ötücü ve yırtıcı kuşlara ve ünlü Hopa Engerek yılanına ev sahipliği yapmaktadır. 13- Honaz Dağı Milli Parkı : Ege Bölgesi’nde, Denizli ili sınırları içinde yer almaktadır. 2.528 metrelik zirvesi ile Ege Bölgesinin en yüksek noktası olan Honaz Dağı, oldukça gür bir bitki örtüsüne sahiptir. Kızılçam, karaçam ve ardıç başlıca ağaç türleridir. Ülkemize has pek çok bitki türüne ev sahipliği yapmaktadır. Yaban keçisi, Yaban domuzu, tavşan, tilki, porsuk, kirpi alanda görülen memelilerdir. Milli parkta ötücü ve yırtıcı kuşlarla birlikte keklik de bulunmaktadır. 14- İğneada Longoz Ormanları Milli Parkı : İğneada beldesi sınırları içerisinde yer almaktadır. İğneada, Marmara Bölgesi ,Kırklareli İli Demirköy İlçesine bağlı, Bulgaristan ile sınırı olan bir sahil kasabasıdır. Demirköy’e 25 km. uzaklıktadır. Milli Parkta, Yıldız (Istranca) Dağlarından Karadeniz sahillerine doğru akan derelerin taşıdığı alüvyonların birikmesi ve mevsimsel olarak suların altında kalması sonucunda, 133 Longoz (Su Basar) ormanları oluşmuştur. Kış ve ilkbahar aylarında suyla kaplı olan, yaz ve sonbahar aylarında ise suyu kısmen çekilen fakat taban su seviyesi yüksek olan Longoz ormanları, organik madde bakımından çok zengindir. Alan; tatlı ve tuzlu su gölleri, kıyı kumulları, tatlı ve hafif tuzlu bataklıkları, su basar ormanları ve yaprak döken, karışık, oldukça boylu ağaç türlerinden oluşan orman bitki örtüsü tiplerinin hepsini bünyesinde barındırır. Bu nedenle biyolojik çeşitlilik açısından son derece önemlidir. 15- Ilgaz Dağı Milli Parkı : Batı Karadeniz Bölgesi’nde, Çankırı ve Kastamonu illeri sınırları içinde yer almaktadır. İğne yapraklı ağaçların hâkim olduğu bir orman örtüsüne sahiptir. Karaçam, sarıçam ve köknar yaygın ağaç türleridir. Açık alanlarda ardıçlar da görülmektedir. Az sayıda olmakla birlikte ayı, kurt tilki, geyik, karaca ve yaban domuzu görülmektedir. Alan, giderek gelişmekte olan bir kış sporları merkezidir. 16- Kaçkar Dağları Milli Parkı: Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Rize ili sınırları içindedir. Dört bin metreye yaklaşan zirvesi ile Karadeniz bölgesinin en yüksek dağlarıdır. Ülkenin en bol yağışlı kesiminde olması, Milli Parkın bitki çeşitliliğini olağanüstü zenginleştirdiği gibi, akarsular yönünden de benzersiz kılmaktadır. Fırtına deresi, Hemşin deresi gibi aslında bir ırmak büyüklüğündeki akarsular, Milli Parkı çevrelemektedir. Doğu Karadeniz Bölgesi dünyadaki birkaç önemli göç ve yuvalanma alanı olarak kabul edilmekte. Fırtına Havzası ve çevresi Avrupa, Asya ve Afrika göç yollarının kesişme noktasında yer almaktadır. Batı palearktik bölgeyi güney kışlama alanlarına bağlayan tabii bir köprü görevi gören bölgede 300'e yakın kuş türü tespit edilmiştir. Bu sayı neredeyse Avrupa'da tespit edilen kuş sayısına yakındır. Milli Park alanı, doğal değerlerin yanında kültürel açıdan da oldukça zengin bir envantere sahiptir. Milli park alanı içersinde pek çok, kale, tarihi köprü ve konak bulunmaktadır. Milli Park sınırları içerisinde yer alan Zilkale Harabeleri kültürel açıdan önemli bir değer taşımaktadır. Milli Parkta; ayı, kurt, çakal, tilki, karaca, Yaban domuzu, sansar, tavşan, kakım, gelincik gibi memeliler ile yırtıcı ve ötücü kuşlar ve Yaban horozu bulunmaktadır. Fırtına deresi’nde ise Deniz Alası denilen balık türü yaşamaktadır. 17- Karagöl-Sahara Milli Parkı : Doğu Karadeniz Bölgesi’nde, Artvin ili sınırları içinde yer almaktadır. Milli Parkın Karagöl bölümü ormanları; çayırları ve gölü ile ünlü olup, yaz aylarında yöre halkının rekreasyon alanı haline gelmektedir. Sahara bölümü ise geleneksel yayla faaliyetlerinin yaşatıldığı yerdir. Doğa ve geleneksel kültürün iç içe olduğu Karagöl-Sahara Milli Parkı ;ladin ve köknar ormanları, jeolojik yapısı ve faunası ile de dikkat çekmektedir. 18- Karatepe Aslantaş Milli Parkı: Akdeniz Bölgesi’nde, Osmaniye ili sınırları içindedir. Geç Hitit dönemine ait ( M.Ö. 8. Yüzyıl) önemli yerleşimler ile bir kalenin bulunduğu alandır. Roma ve Bizans dönemlerinde de yerleşmeler olmuştur. Milli parkta bu dönemlere ait eserler bulunmaktadır. Ceyhan Irmağı’nın içinden geçtiği alanda; kızılçam ormanları, meşelikler ve makilikler yer almaktadır. 19- Kazdağı Milli Parkı: Marmara ve Ege Bölgeleri geçiş bölgesinde, Balıkesir ili sınırları içinde yer alır. Antik çağlarda İda dağı olarak bilinen Kaz Dağı, Biga Yarımadasının en yüksek dağıdır. Başta 134 Kazdağı köknarı olarak tanınan endemik ağaç türü olmak üzere, zengin bir bitki örtüsüne sahip olan milli park, memeliler, kuşlar ve sürüngenler açısından da çeşitlilik göstermektedir. Dağda, kuzey güney doğrultusunda yer alan derin vadiler ve kanyonlar(Şahinderesi, Zığındere ve Güvercin Kanyonu), deniz etkisinin iç kısımlara taşınmasını sağlar. 20- Kızıldağ Milli Parkı: Akdeniz Bölgesi’nde, Isparta ili sınırları içindedir. Milli Parkta, ünlü Pınar Gözü Mağarası bulunmaktadır. Sedirleri ile tanınan Milli Parkta; karaçam, ardıç, meşe toplulukları ile bozuk maki formasyonlarına da rastlanmaktadır. Beyşehir Gölü’nde su kuşları toplulukları kaydedilirken, iç kesimlerde ötücü kuşlar, keklikler ve yırtıcı kuşlar görülmektedir. Milli parkta kurt, tilki, yaban domuzu, sansar, tavşan gibi memelilere rastlanmaktadır. 21- Kovada Gölü Milli Parkı : Akdeniz Bölgesi’nin Isparta ili sınırları içindedir. Eğirdir Gölü’nün güneye devamı olan Kovada Gölü, aradaki dar bölgenin alüvyonlarla dolması sonucu ayrı bir göl halini almıştır. Göl, Eğirdir ve Beyşehir Göllerinde olduğu gibi turkuaz mavisi sularıyla bilinir. Kovada Gölü’nün ana kaynak değerini göl ve orman ekosistemi oluşturmaktadır. Kızılçam, endemik bir ağaç türü olan Kasnak meşesi ve çınar, Milli Parkın başlıca ağaç türleridir. Otsu flora bakımından da zengin olan Milli Park; sazan, tatlı su levreği ve ıstakozu gibi sucul fauna türleri ile tilki, sansar, yaban domuzu, tavşan, sincap, kirpi gibi memeli hayvan türlerine ve ötücü kuşlara sahiptir. 22- Köprülü Kanyon Milli Parkı: Akdeniz Bölgesi’nde Antalya ili sınırları içindedir. Milli Parkın kaynak değerini oluşturan Köprü Çayının, meydana getirdiği yarma vadi, 14 km. uzunluğu ve 100 m’yi aşan duvar yüksekliği ile Türkiye'nin en uzun kanyonlarından biridir. Milli Parkta kızılçam ve makilik alanlar yaygın olmakla birlikte ,4000 dekarlık saf Akdeniz serisi ormanı benzersiz bir botanik özelliktir. Alabalıkları ile ünlü Köprüçay, aynı zamanda ülkemizin en popüler rafting alanıdır. Milli Parkın yukarı bölgesinde antik Selge şehri kalıntıları bulunmaktadır. 23- Kuş Cenneti Milli Parkı: Marmara Bölgesi’nde, Balıkesir ili sınırları içindedir. Anadolu'dan, Avrupa'ya geçen kuş göç yolu üzerinde bulunan Kuş Cenneti, pelikan, balıkçıl, kaşıkçı, karabatak, Yaban kazı, Yaban ördeği ve ötücülerden oluşan binlerce kuşun ağaçlar ve sazlar üzerine yuva yaptığı büyük kuluçka kolonilerini barındırmaktadır. Kuşcenneti Milli Parkı, Avrupa Konseyi tarafından çok iyi korunan ve kıta ölçeğinde değer taşıyan doğal alanlara verilen “Avrupa Diploması” nın en üst kategorisi olan A sınıfı Diplomasıyla ödüllendirilmiştir. 24- Küre Dağları Milli Parkı : Batı Karadeniz Bölgesi’nde Kastamonu ve Bartın illeri sınırları içinde yer almaktadır. Milli parkın kaynak değerlerini Valla Kanyonu, Ilgarini Mağarası gibi jeolojik oluşumlar, Ilıca Şelalesi gibi doğal güzellikler ve zengin bir bitki ve hayvan çeşitliliği ile otantik kültür zenginlikleri oluşturmaktadır. Milli Park, ülkemizin doğal değerlerinin fazla tahrip görmediği alanlardan biridir. İyi bir orman örtüsü ve otsu floraya sahiptir. Ayı, kurt, çakal, Yaban domuzu, geyik, karaca, sansar, sincap gibi memeliler ve ötücü kuşlar Milli Parkın fauna değerlerini oluşturmaktadır. 135 25- Marmaris Milli Parkı : Akdeniz, Ege bölgeleri geçiş bölümünde , Muğla ili sınırları içinde yer almaktadır. Milli Parkta taban suyu yüksek olan düzlüklerde sığla ağacı toplulukları bulunmaktadır. Alandaki yaygın ağaç türü ise kızılçamdır. Suyun bol olduğu yerlerde çınarlar bulunmakta, güney bakılarda meşelere rastlanmaktadır. Dere yataklarında zakkumlar pembe çiçekleriyle yaz boyunca alana renk katmaktadır. Önceki devirlerde büyük alanlarda yayılış gösteren bugün ise çok sınırlı ve korunmuş mekânlarda varlığını sürdüren Anadolu Sığla Ağacı Milli Parkın önemli kaynak değerlerinden birisini oluşturmaktadır. Milli Parkta Yaban keçisi, Yaban domuzu, sansar, tavşan, sincap kirpi gibi memeli hayvanlarla, ötücü kuşlar ve sürüngenler yaşamaktadır. 26- Munzur Vadisi Milli Parkı : Doğu Anadolu Bölgesi’nin, Tunceli ili sınırları içinde yer almaktadır. Munzur Dağlarında, Ovacık ilçesi yakınlarından büyük gözeler halinde doğan Munzur Suyu, Fırat Nehrine karışmaktadır. Munzur Suyunun iki kenarı, Ovacık kesiminde Türkiye'de doğal yayılışı çok azalmış olan huş ağaçlarıyla kaplıdır. Doğudan gelen Mercan Suyunu da alan Munzur Suyu, Tunceli il Merkezine kadar olan kesiminde ünlü alabalıklarını barındırır. Meşe ağaçlarının hakim olduğu Milli Park; ayı, kurt, tilki, yaban keçisi ve çengel boynuzlu dağ keçisi, susamuru, ile ürkeklik gibi kuşları barındırmaktadır. 27- Nemrut Dağı Milli Parkı : Doğu Anadolu Bölgesi’nde, Adıyaman ili sınırları içindedir. Milli Parkın kaynak değeri; eski çağlarda “Kommagene” olarak bilinen arkeolojik kalıntılardır. Antiochos tümülüsü ve buradaki dev heykeller ile Eskikale, Yenikale, Karakuş Tepe ve Cendere Köprüsü Milli Parkta yer alan kültürel değerlerdir. 28- Nenehatun Tarihi Milli Parkı : Tarihimize 93 Harbi olarak geçen 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşında şehrin korunmasında etkin rol üstlenen Mecidiye ve Aziziye tabyaları, Rusların kente daha fazla ilerlemesini engellemiştir. Erzurum’u ele geçirmek isteyen Ruslar, Ermenilerin de yardımıyla Aziziye Tabyalarına saldırıp, nöbetçileri şehit ederler. Bu haber üzerine Erzurum halkı o zaman henüz 20 yaşında olan Nene Hatun’un önderliğinde kadın-erkek ellerine ne geçirdiyse Aziziye Tabyasına koşarak büyük bir mücadele sonucunda tabyaları geri alırlar. Aziziye Tabyasında gösterdiği kahramanlıkla adını tarihe yazdıran Kahraman Türk Kadını Nene Hatun bir cesaret sembolü olarak tanınmış ve anılmıştır. Ömrünün son demlerini "Üçüncü Ordu'nun Annesi" olarak geçiren ve 1955 yılında "Yılın Annesi" seçildikten sonra 22 Mayıs 1955 günü Erzurum'da vefat eden Nene Hatun, Aziziye Anıtının yanına defnedilmiştir. Tabyalar Milli Parkın kaynak değerlerini oluşturur. 29- Saklıkent Milli Parkı : Akdeniz Bölgesi’nde, Antalya ve Muğla illeri sınırları içinde yer almaktadır. Milli Parkın kaynak değerini, Saklıkent Kanyonu oluşturmaktadır. Eşen Çayının bir kolu üzerindeki kanyon, ilginç coğrafik oluşumlar sergilemektedir. Milli Parkın alt seviyelerinde kızılçam toplulukları görülürken daha yukarılarda karaçam ve sedir toplulukları görülmektedir. Dumanlıdağ çevresinde Anıt Ağaç niteliğinde yüzlerce yıllık sedirler bulunmaktadır. 30- Sarıkamış Allahuekber Dağları Milli Parkı : Doğu Anadolu Bölgesi’nde Kars ve Erzurum illeri sınırları içinde yer almaktadır. 2004 yılında ilan edilmiştir. Milli Parkın en önemli kaynak değeri Allahuekber Dağlarında 1914 1915 yıllarında Sarıkamış Harekatı olarak bilinen harekatın gerçekleştiği alanları 136 barındırmasıdır. Sarıkamış yöresi sarıçam ağacının yurdumuzda yayılış gösterdiği en yüksek alandır. Yörenin sarıçam ormanları yaban hayatı türleri açısından da zengindir. 31- Soğuksu Milli Parkı: Anadolu Bölgesi’nde, Ankara ili sınırları içindedir. Batı Karadeniz Bölgesi’nden İç Anadolu'ya geçiş kuşağında yer alan ormanların hakim olduğu bir alandır. Karaçam, sarıçam, meşe yaygın ağaç türleridir. Milli parkta nesli tehlikede olan Kara akbaba ve bazı kartal türleri yuva yapmaktadır. Ormanlık alanda seyrek de olsa ayı, kurt, tilki, sansar gibi yırtıcılara; geyik, Yaban domuzu, tavşan, sincap gibi memelilere rastlanmaktadır. Ankara'ya 78 km. uzaklıktaki Milli park, başkent halkı için önemli bir rekreasyon alanıdır. 32- Spil Dağı Milli Parkı : Ege Bölgesi’nin Manisa ili sınırları içindedir. Spil Dağı, kanyon ve mağaralar gibi oluşumlara sahiptir. Kızılçam, karaçam Akça ağaç, karaağaç, ardıç, meşe gibi ağaç türleri ile maki florası elemanları, Milli Parkın odunsu bitki türlerini temsil eder. Otsu bitkilerden 20 kadarı endemiktir. Ünlü Manisa lalesi de Milli Parkta doğal olarak yetişmektedir. Milli Park’ın doğusunda 600 m yükseklikte bulunan ve içi tamamen sülüklerle dolu olan “ Sülüklü Göl “ de kalkerlerin erimesi ile meydana gelmiş bir dolin gölü olup, doğal peyzajın en güzel örneklerinden biridir. Milli Parkta karaca, yaban keçisi, tilki, porsuk, sansar, sincap gibi memeli hayvanlarla; ötücü ve yırtıcı kuşlar ve sürüngenler yaşamaktadır. 33- Sultan Sazlığı Milli Parkı : İç Anadolu Bölgesi’nde, Kayseri ili, Yeşilhisar, Develi ve Yahyalı ilçeleri arasında yer almaktadır. Tatlı ve tuzlu su ekosistemlerinin bir arada bulunduğu nadir bir ekosistem oluşu, nesli tehlikeye düşmüş veya düşebilir türlerin de yer aldığı 301 kuş türünün beslenme, barınma ve kuluçka alanı oluşu, Avrupa'da turna, flamingo, akbalıkçıl, kaşıkçı kuşlarının bir arada kuluçkaya yattığı tek alan oluşu, kaynak değerlerini oluşturmaktadır. 34- Tektek Dağları Milli Parkı : Şanlıurfanın güneybatısında bulunan Tektek Dağları üzerinde 193.350 dekarlık bir alanı kapsamaktadır. Şuayp Şehri Harabeleri, Soğmatar Harabeleri, Senem Mağarası alandaki önemli arkeolojik kalıntılardır. Halk arasındaki bir inanca göre, Şuayp peygamber Şuayp Şehrinde yaşamıştır ve kent adını bu peygamberden almıştır. Kalıntılar arasındaki bir mağara Şuayp peygamberin makamı olarak ziyaret edilir. Soğmatar harabeleri, kökü ,Harran Sin kültürüne dayanan Sabizm ve Baştanrı Marilaha’nın kültür merkezi olduğu bilinen bir ören barındırır. Burada bir açık hava mabedi bulunmaktadır. Ayrıca, Roma devrine ait çok sayıda kaya mezarı da Milli Park alanında bulunmaktadır. 35- Güllük Dağı (Termessos) Milli Parkı: Akdeniz Bölgesi’nin Antalya ili sınırları içindedir.. Antalya'nın traverten düzlüklerinden yükselen Güllük Dağı’nda, Anadolu'nun yerli halklarından olan Solim'lerin kurduğu Termesos şehri kalıntıları yer almaktadır. Antik kent çevresinde tepeler, vadiler ve kanyonlar yer almakta olup, bunlardan Mecene Boğazı adıyla bilineni 600 metre derinliğe ulaşmaktadır. Alan, kızılçam ormanları ve maki florasıyla örtülü olup, nesli tehlikede olan alageyik de Milli Parkta yaşamaktadır. Yaban keçisi, karakulak, Kaya sansarı gibi memeli türlerinin yanı sıra, ötücü kuşlar ve Şah kartal gibi nadir yırtıcılar da alanda görülmektedir. Milli park, yabancı turistlerin sıklıkla uğradıkları yerler arasındadır. 137 36- Troya Tarihi Milli Parkı: Ege Bölgesi’nde, Çanakkale ili sınırları içinde yer almaktadır. Milli Parkın kaynak değerlerini; Troyalılar ile Akaların on yıl süren savaşlarındaki askerlerin efsanevi öyküleri, Homeros'un epik eserleri İliada ve Odysseia ile ünlenen Troya Kenti ile meşhur "tahta at" oluşturmaktadır. 37- Uludağ Milli Parkı: Marmara Bölgesi’nde, Bursa ili sınırları içindedir. Yüksekliği 2543 m. olan Uludağ, bölgenin en yüksek noktasını oluşturmaktadır. 2543 metre yükseklikteki Uludağ Tepe altında kalan bölgede, son buzul devrinden kalma ve buzul aşındırması sonucu oluşmuş bir kısmı yazın kuruyan buzul gölleri bulunur. Türkiye'nin endemik ve önemli ağaç türlerinden biri olan Uludağ Göknarı, alanda çok sağlıklı topluluklar oluşturur. Milli parkta; ayı, kurt, çakal, tilki, geyik, karaca, yaban domuzu, sansar gibi yabani hayvanlar ile çeşitli ötücü ve yırtıcı kuşlara rastlanmaktadır. Milli parkta yabani hayvanlardan Uludağ’ a özgü tür olan Apollo Kelebeği ve dünyada sayıları çok azalmış olan Sakallı Akbaba bulunmaktadır. Senenin 4-5 ayı karla örtülü olan Uludağ, Türkiye'nin en gözde kış sporları merkezlerindendir. 38- Yedigöller Milli Parkı : Bolu ilinin kuzeyinde, Batı Karadeniz bölgesinin oldukça engebeli bir yöresinde yer alan Milli Parkın ana kaynak değerini, irili ufaklı 7 adet heyelan gölü, ağırlıklı olarak ormanlardan oluşan zengin bitki örtüsü, su ürünleri ve bu değerlerin yarattığı rekreasyonel kullanım potansiyeli oluşturur. Yedigöller Milli Parkı; kampçılık, günübirlik piknik gibi uğraşların yanında, bitkiler, yosunlar, böcekler, mantarlar ve balıklarla ilgili gözlemlerde bulunmak, fotoğraf ve resim hobisi ile yaban hayatını yakından izlemek için de zengin peyzaj güzellikleri sunmaktadır. 39- Yozgat Çamlığı Milli Parkı: İç Anadolu Bölgesi’nde, Yozgat ili sınırları içindedir. İlk Milli Parkımız olup, 1958 yılında ilan edilmiştir. Bir zamanlar İç Anadolu'nun büyük bir kısmını kaplayan orman örtüsünden günümüze kadar ulaşan nadir örneklerden biridir. Yozgat Çamlığı Milli Parkı, Kafkas Çamı denilen 400-500 yaşlarında Karaçam türünü barındırmakta ve bu çam türü Türkiye’de sadece Yozgat Çamlığı’nda bulunmaktadır. Alanda başlıca ağaç türü, karaçam olup, meşe ve ardıç da bulunmaktadır. Etrafı bozkırlarla çevrili olan bu orman parçasında nadir olarak otsu bitkiler de bulunmaktadır. Park, birçok Küçük memeli, kuş, sürüngen ve omurgasız hayvan türüne de ev sahipliği yapmaktadır. İl merkezinden 5 km. uzaklıkta bulunan Milli Park, yöre halkının başlıca rekreasyon alanıdır. TABİATI KORUMA ALANLARIMIZ 1- Samsun/Çarşamba: 2- Kırklareli/Vize 3- Hatay/Erzin 4- Isparta/Eğirdir 5- Burdur/Bucak 6-Sinop/Merkez-Erfelek 7- İstanbul/Beykoz 8- Karabük/Yenice 9- Karabük/Yenice 10- Bolu/Merkez 11- Kütahya/Tavşanlı Hacıosman Ormanı Kasatura Körfezi Tekkoz – Kengerlidüz Kasnak Meşesi Kargı Köyü Sığla Ormanı Sarıkum Beykoz Göknarlık Kavaklı Çitdere Kökez Vakıf Çamlığı 138 12- Balıkesir/Edremit 13- Bolu/Merkez 14- Muğla/Milas 15- Bolu/Merkez 16- Kırşehir/Mucur 17- Antalya/Finike 18- Kütahya/Domaniç 19- Antalya/Elmalı 20- Kahramanmaraş/Andırın 21- Artvin/Arhavi 22- Antalya/Kumluca 23- Hatay/Merkez 24- Düzce/Akçakoca 25- Adana/Yumurtalık 26- Afyon/Emirdağ 27- Muğla/Köyceğiz 28- Konya/Ereğli 29- Gümüşhane/Kürtün 30- Artvin/Borçka 31- Artvin/Borçka Kazdağı Göknarı Akdoğan ve Rüzgarlar Ebe Çamı Sırtlandağı Halep Çamı Kale – Bolu Fındığı Seyfe Gölü Alacadağ Domaniç - Kaşalıç Çığlıkara Körçoban Çamburnu Dibek Habibineccar Demirciönü Yumurtalık Lagünü Dandindere Kartal Gölü Akgöl ( Ereğli Sazlığı ) Örümcek Ormanı Camili-Efeler Ormanı Camili-Gorgit C. EKOLOJİ EKOSİSTEM NEDİR? Ekoloji, canlıların birbirleri ve çevreleriyle ilişkilerini inceleyen bilim dalıdır. Ekosistem ise canlı ve cansız çevrenin tamamıdır. Biyotik; üreticiler, tüketiciler ve ayrıştırıcılar gibi canlı faktörler ile abiyotik; toprak, su, hava, iklim gibi cansız faktörler ekosistemi oluşturur. Ekosistemi canlı ve cansız elemanlar oluşturur. Canlı elemanlara biyotik, cansız elemanlara abiyotik elemanlar denir. 1. Abiyotik Faktörler Abiyotik faktörler, canlıların yaşamlarını devam ettirebilecekleri çevresel koşullardır. Cansız faktörler, belirli bir çevrede hangi türlerin yaşayabileceğini belirler. Işık, iklim, sıcaklık, su, toprak ve mineraller vb. elemanlar abiyotik faktörlerdendir. 2. Biyotik Faktörler Bir ekosistemde bulunan ve birbirlerini doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen canlı varlıkların hepsine birden biyotik faktör denir. Biyotik faktörler, ekosistemdeki nişlerine göre üreticiler, tüketiciler ve ayrıştırıcılar olmak üzere üçe ayrılır. Canlılar Ekolojik organizasyon düzeylerine göre; Organizma —> Popülasyon —> Komünite —> Ekosistem —> Biyosfer şeklinde sıralanır. 139 TANIMLAR: Ekolojide kullanılan bazı terimler vardır. Bunların başlıcaları; Popülasyon: Belirli sınırlar içerisinde barınmakta olan aynı türden oluşan bireyler topluluğunu ifade eder. Ekolojinin biyotik faktörler içerisinde en küçük birimidir. Popülasyonlar kendi kendine yeterli değildir. Komünite: Bir bölgede yerleşen popülasyonlar topluluğudur. Abiyotik faktörlerle birlikte Komüniteler kendi kendilerine yetebilen topluluklardır. Ekosistem: Bir alandaki canlı ve cansız faktörlerin tümü ekosistemi oluşturur. Habitat: Bir canlı türünün rahatça beslendiği, barındığı, ürediği yaşam alanına denir. Habitat, canlının yaşama adresidir. Niş: Niş, türün ekosistemdeki rolüdür. Flora: Belirli bir bölgeye adapte olmuş ve o bölgede yaşamını sürdüren bitki topluluğudur. Fauna: Belirli bir bölgeye adapte olmuş ve o bölgede yaşamını sürdüren hayvan topluluğudur. Biyotop: Canlıların yaşamlarını sürdürmek için uygun çevresel koşullara sahip coğrafi bölgedir. Kaynaklar: -Biyolojik Çeşitliliği İzleme ve Değerlendirme Raporu 2012 -Global Biodiversty Outlook 3 2010 CBD -UBSEP-2007 -IUCN Kırmızı liste web sayfası -IUCN Avrupa Tehdit Altındaki Türler Raporu -Avrupa Çevre Ajansı – SEBİ İndikatörleri Raporu, Avrupa Biyoçeşitlilik Eğilim Raporu -Flora Araştırmaları Derneği -http://www.currentresults.com/Environment-Facts/Plants-Animals/number-species.php -http://www.iucnredlist.org/documents/summarystatistics/2010_1RL_Stats_Table_1.pdf -http://en.wikipedia.org/wiki/Fauna_of_Europe 140