Gündelik Yaşamda Avrupalı Müslümanlar - ipc

advertisement
Gündelik Yaşamda Avrupalı Müslümanlar
İstanbul Politikalar Merkezi-Sabancı Üniversitesi-Stiftung Mercator Girişimi, 3 Şubat
Çarşamba günü, moderatörlüğünü İPM Kıdemli Uzmanı ve Sabancı Üniversitesi Sanat
ve Sosyal Bilimler Fakültesi Dekanı Ayşe Kadıoğlu’nun üstlendiği, Mercator-İPM
Kıdemli Araştırmacısı ve Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales’de akademisyen
olan Nilüfer Göle’nin Gündelik Yaşamda Avrupalı Müslümanlar isimli kitabının
tanıtımını gerçekleştirdi. Kitap tanıtımında Avrupalı Müslümanların Avrupa’da var
olmaları ve görünür hale gelmelerinin kamusal alanda oluşturduğu itilaflar ve bu
çerçevede Nilüfer Göle’nin araştırmalarında karşısına çıkan çeşitli örnekler üzerine
konuşuldu.
Ayşe Kadıoğlu kitap tanıtımına Nilüfer
Göle’yi, kitaplarını
ve çalışmalarını
tanıtarak başlıyor. Paris Ecole des Hautes
Etudes en Sciences Sociales’de öğretim
üyesi
olan
Nilüfer
Göle,
Ayşe
Kadıoğlu’nun sözleri ile “ufuk açıcı, farklı
disiplinler içinden düşünebilen, yazdığı
metinlere edebiyat ve sanat katan bir
sosyal bilimci”dir. Yeni kitabı Gündelik
Yaşamda Avrupalı Müslümanlar 2009 ve
2013 yılları arasında yirmi bir Avrupa
kentindeki göçmenler ve yerli Avrupalılar
arasında geçen itilafları anlatmaktadır. Bu
itilaflar cami inşaatı, başörtüsü, sokakta
namaz, helal gıda gibi konular üzerinde
ortaya çıkan itilaflardır.
Kısa bir tanıtımdan sonra sözü devralan
Göle ilk önce kitabın metodolojisinden
bahsediyor. Göle, deneysel kamusal alanı
açıklayan
yönetiminin
ilhamını
Brezilya’da
ezilenlerin
tiyatrosundan
alarak oluşturmuş. Bu tiyatroda bir senaryo
olmadığı gibi, sahnede doğaçlama yapan
oyuncular güncel toplumsal konulardaki
ihtiyaçlarını dile getiriyorlar. Göle’ye göre
bu tiyatrolar durmuyor, gelecek inşa
ediyorlar.
Göle,
sosyal
bilim
araştırmalarının tek amacının gözlem
yapmak değil, yeni bir toplumsal alanın
oluşumuna önayak olmak olduğunu
belirtiyor ve bunu deneysel kamusal alan
olarak tanımlıyor. Sadece bulguları
sunmuyor, geleceğin oluşumu için bir
tahayyüle yardımcı oluyor. Deneysel
kamusal alan imkanlar için bir ufuk
sunuyor. Kitapta çok fazla tiyatro, sanat ve
edebiyat örnekleri var. Bu da çalışmayı
disiplinler arası bir çalışma yapıyor.
Göle, araştırma yöntemini düşünürken
zaman
ve
mekan
konusundaki
düşüncelerini anlatıyor. Göle’ye göre
toplumsal
yaşamda
Avrupa’daki
Müslümanlar arasında oluşan tartışmalar
medyada sürekli kamusal alan ile eş
tutuluyor ve bu kamusal alanı daraltıyor.
Ayrıca medyatik alanın zamanı ile
siyasetin kamusal alanının zaman dilimleri
ve tartışma biçimleri farklı, polemikler
üzerinden dönen bu tartışmalar ile sade
vatandaşın yaşadığı gündelik yaşamdaki
tartışmalardan farklı. Göle, Avrupa’da
Müslümanlar ile oluşan itilaflar ve bunun
kamusal alanı araştırmasının yöntemini
belirlerken kamusal alan dediğimiz yerin
nasıl bir sosyolojik araştırması yapılır
sorusu üzerinden düşünüyor. Ayrıca
Müslümanlar kategorisinin farklı mezhep
ve bulunulan ülkeden kaynaklı farklı
Avrupalılıktan dolayı zor bir kategori
olduğunu
belirtiyor.
Sosyolojinin
sınıflandırmasının
ötesine
geçmeyi
amaçlayarak konuyu itilaflar olarak
seçiyor. Nilüfer Göle sınıflandırma yerine
bu
itilaflara
bakarak
araştırmasını
oluşturduğunu söylüyor. Çünkü bu itilaflar
Müslümanların görünürlük kazanmasına,
“meydana çıkmasına” ve “silik olmaktan”
biçim almasına sebep oluyor.
Müslümanlar son on yıl içinde meydana
çıktılar, görünür oldular ve bu minareler,
örtü ve helal yemek arzusu ile oldu.
Göle’ye göre görünürlük kazanmak da bu
nedenle bir itilaf unsuru oldu. Çünkü ona
atfedilen değerler ve karşı tarafın algısı
arasında çatışma çıkıyor. Bu karşılaşma
Avrupa’yı dönüştürücü ve bütün bu
değerler tartışmasını getiriyor. Göle
çalışmasında yapmak istediğini kendi
sözleri ile “Avrupa’nın İslam odaklı yeni
bir okuması.” “Bu bir doku uyuşmazlığı
mıdır? Yoksa bir arada yaşamanın bu
günden ipuçlarını görebilir miyiz?” olarak
tanımlıyor.
Kitabın
yönteminden
ve
araştırma
sorusundan sonra çalışmanın içeriğine
geçiliyor. Ayşe Kadıoğlu’nun yönelttiği bir
başka soru da sık sık referansı olan “içeri
girilmez” teması. Okullara, yüzme
havuzlarına göçmenler alınmıyor, sınırlar
koyuluyor. Kadıoğlu “1960larda davet
edilen göçmenlere ne zaman içeri girilmez,
nerede içeri girilmez dendi?” sorusunu
yöneltiyor. Göle Bolonya ve Köln’deki
itilaflar üzerinden soruyu cevaplıyor.
Bolonya’da Müslümanlar daha genç ve
kökten vatandaşlar daha yaşlılar. İlk defa
bir Avrupa Müslümanlığını kamusal alana
taşıyan
bu
eylemde
Müslümanlar
katedralin önünde namaz kılıyorlar.
Kamusal
alanın
nasıl
sabote
edilebileceğine burada tanık olan Göle,
Müslümanlar için kamusal alandaki namaz
barış çağrısı anlamına gelirken, Katolikler
için işgal anlamına geldiğini anlatıyor.
Yanlış anlama ve kültürel kodların
farklılığı itilaf yaratırken, Müslümanlardan
sonunda sizin dini duyarlılıklarınıza
saygısızlık ederek sizi rahatsız etmek
istemezdik
denilerek özür dilendiğini
anlatan Göle yeni sağ grupların tartışmaları
sabote ettiğini gözlemlediğini anlatıyor.
Yeni
sağ
mensupları
tamamen
karşısındakinin söylediklerini yok sayma
amacıyla hareket ediyorlar ve diyaloğu
ortadan kaldırıyorlar. Göle’ye göre “yeni
sağ bu kadar hakim ise en başta sorulan
bir arada yaşanabilir mi tartışması
imkansızlaşıyor.”
Köln’de ise tam tersi; islamofobi
açıklamak için yeterli değil. Katedral Köln
için önemli bir sembol, bu yüzden yanına
yapılacak olan cami Köln’de yaşayan
herkesi ilgilendiriyor. Burada görünürlük
devreye giriyor. Görünmeyen camiler ve
onun sorunlarından ötürü şehirde herkesin
göreceği bir yerde camiye benzeyen bir
bina isteniyor. Göle’ye göre “Nasıl bir
cami olacak?” sorusu toplumsal süreci
başlatıyor. Bu izin alma ve hukuksal süreç
gibi bürokratik bilgiye sahip olan
Müslümanların katılımını gerektiriyor.
Camiler toplumun gündemine oturdu.
Ancak
Göle
Paris’teki
şiddet
eylemlerinden sonra camilerin estetik
yapılar olmaktan çıktığını radikalliğin evi
diye kapatılmaya başlandığını belirtiyor.
Camiler ise buna karşı “Gelin beraber çay
içelim, dua edelim” minvalinde açık kapı
eylemi
yapıyorlar.
Bu
eylemlere
performatif eylem adını veren Nilüfer Göle
bu eylemlerin az sayıda olmasına rağmen
önemli bir değeri olduğunu düşünüyor.
Çünkü
bu
eylemlerin
camilerin
radikalleşmesine karşı olan hareketlerin bir
yeri olacağının örneğini vermiş olduklarını
düşünüyor. Kadıoğlu Köln’de yaşanan bir
itilaftan çok etkilendiğini belirtiyor. ProKöln
hareketi
caminin
yapımının
engellenmesi için bir hareket ve Köln’deki
diğer insanlar ise bu hareketi dışladılar.
Estetik formların çok önemli olduğunu
düşünen Göle kent yaşamını bir estetik
form olarak tanımlıyor. Meydan ve kent
yaşamı bir estetik form ve bu estetik
formun çelişkileri dönüştürebileceğine
inanıyor. Nilüfer Göle şu örneği veriyor;
minareler suskun sessiz ama buna karşılık
Avrupa’da en güzel minare seçiliyor, güzel
bir yazı ile ibadete çağırma var demek ki
bu illaki sessiz olması onun yok edilmesi
anlamına gelmiyor; sözünü söyleyebiliyor.
Kadıoğlu, Göle’nin “Kolaj potansiyel
olarak patlayıcıdır.” ifadesinden yola
çıkarak aynı zamanda araştırmaya yön
veren yan yana durmanın ötesine geçmek
gereği düşüncesini tartışmaya açıyor.
Göle’nin 2009’daki kitabı İç içe Girişler
İslam ve Avrupa’da, bu içiçe girişler ve
çok kültürlülük bir arada durmaya değil
birlikte yaşamaya dair bir olgu olarak
karşımıza çıkıyor. Göle’ye göre çok
kültürlülük söyleminin iflası hemen hemen
her toplumda ifade edildi ve bu
toplumlarda da yeni sağ olarak ortaya
çıkarak kendini gösterdi.
Göle araştırmasında 3000 kişinin sözünü
nasıl yazıya dönüştürmesi gerektiğini
düşündüğünü anlatıyor. Nasıl yazacağını
bulamadığını ifade ediyor. Tam bu noktada
halı dokumacısı bir kadın ve önünde
tezgahında ilmik ilmik bütün o renkleri
görüyor
ve
bunu
Avrupa’daki
Müslümanların ve Müslüman olmayanların
zor birlikteliği olarak algılıyor. Kendi işini
ise bir halı desencisi olarak tanımlıyor. O
iç içe geçme ile yeni bir desen ve motif
yaratmamız gerektiğinden bahsediyor.
Göle’ye göre toplum ancak kendini
dokuyarak var olabiliyor. Birbirini
dönüştürme ve sadece tek bir unsurun
kendine tamamen ait olarak kalmaması ile
arınmış bir kimlik olmanın bırakılması
gerekiyor. Göle, bu melezleşme şiddet ve
itilaf yaratıyor diyor. Mekansal olarak
Müslümanlar ihlal yaratıyorlar. Müslüman
kodları hiç var olmayan bir yere ihlal
yapıyorlar.
Müslüman
kodlar
ile
mekanlarına giriyorlar. Göle’ye göre kendi
kimliğinizle bir şey yaparken ötekinin
kimliğini dikkate almanız gerekiyor,
böylece kimlik politikası bozulmaya
uğruyor. Göle kimlik politikası üzerinden
bütün
bunların
anlaşılamayacağını
düşünüyor. Kimlik politikası ile ya yeni
sağ ortaya çıkıyor ya da radikal İslam.
Onlar da kamusal alandaki gündelik
vatandaşları ve beraber yaşam alanını
hedef alıyorlar.
Kadıoğlu tartışmaya “Bu iç içe geçmeler
sonucu ortaya çıkan Avrupalı Müslümanlık
düşüncesi ve Avrupa’da dönüşen bir
Müslümanlık. Bir yer de de Müslümanlık
Avrupa kültürü ile uyumsuz. Bunun
aşılması mümkün olacak mı?” sorusu ile
devam ediyor ve Charlie Hebdo’daki
Aylan Bebek karikatürünü örnek vererek
sosyalist kuşaktan da gelen tepkiyi
Göle’nin açıklamalarına bırakıyor. Göle
bunları egemen söylem olarak tanımlıyor
ve bu medyatik temsillerin ve polemiklerin
ötesinde kamusal alanda farklı şeylerin var
olduğunun ancak bunların medyaya ve
siyasete yansımadığının altını çiziyor.
Solun dini ve Müslümanların görünürlük
kazanmasını düşünmeyi bilmediğini, bu
yüzden egemen söyleme yeni sağa
yaklaştığını belirtiyor. 68’den beri sol, özel
hayatta kürtaj yasağına karşıt durarak,
LGBTİ
ve
feminist
hareket
ile
sekülerleşmeyi yaşadı. Bu özellikle
kadınların özgürleşmesi olarak algılandı ve
kadınlar meydana çıktı. Bu gençlerle
Müslümanlar aynı zamanda ve aynı
mekanda karşılaşıyorlar. Müslümanların
hala kutsala inançları var. Sol ise çok farklı
bir yerden bakıyor. İç içe girmeleri çok
zor.
Göle’nin
araştırmasında
Avrupalı
Müslümanlar çok katmanlı; sonradan
Müslümanlığı seçenler çok fazla. Göle,
günlük hayattaki namaz tartışmalarından 3
farklı tartışmayı örnek olarak veriyor.
Bolonya’da siyasi olarak barış hareketi
yapmaya çalışan ve katedralin önünde
namaz kılanlar aslında Katedralin önünde
namaz kıldıklarını düşünmüyorlar. Onlar
Bolonya tarihinde kendini ifade eden bütün
siyasi hareketler gibi meydandalar. Bunlar
da onun devamı olarak solcular ile beraber
çıkıyorlar. Namaz başlayınca solcular
çekiliyor. Nilüfer Göle buradaki profili işçi
göçmen profili olarak tanımlıyor. İkinci
Avrupalı Mülüman profil; Almanya’da
Alman baba ve Türk annenin çocuğu olan
bir lise öğrencisi. Melez bir ailenin çocuğu
olan bu Avrupalı Müslüman okul
koridorunda namaz kılıyor ve birden bire
bu laik midir değil midir; okullarda namaz
kılınır mı tartışmalarını yaratıyor. Son
örnek ise Kordoba’da Müslümanlığa
geçmiş bir İspanyol. Eskiden mescid olan
bina
katedrale çevrilmiş. İspanyol
Müslüman orada namaz kılarak, oranın
tekrar ibadete açılmasını talep ediyor.
Göle’ye göre katedral İspanya’daki
Müslümanların geçmişini silmek amacıyla
yapılmış hatta yazar kendisine Ayasofya’yı
hatırlattığını
belirtiyor.
Göçmen
Müslümanların Mescid ile bir derdi yok.
Onlar yeni cami yapmak isterken, İspanyol
Müslümanlar kendi geçmişlerine sahip
çıkmaya çalışıyorlar. Göle’ye göre farklı
Avrupalı yüzler burada ortaya çıkıyor ve
Avrupa Müslümanlığı konusunda bir fikir
veriyor.
Kadıoğlu domuz ve helal et tüketimi
üzerinden oluşan itilafları iki sanat yapıtı
üzerinden Göle ile tartışıyor. Bu sanat
yapıtlarının ilki 2004 yılında Nezaket
Ekici’nin Domuzum isimli çalışması. Bu
çalışmada kara çarşafa bürünmüş bir kadın
bir domuzu tasmayla gezdiriyor ve
okşuyor. İkincisi ise Sara Maple’ın Haram
isimli çalışması; İslami başörtüsü takmış
sanatçı kucağındaki domuzu bebek gibi
sallıyor. Göle’nin deneysel kamusal alan
çalışmasında bunlardan da söz ediliyor.
Göle domuzun kamusal alan itilaflarının
bir yüzü gibi Avrupa’ya yerleştiğini
anlatıyor. Avrupalı Müslümanlığın çok
önemli bir meselesi olan helal beslenme
piyasada helal jambon olarak ortaya
çıkıyor. Helal sertifikası alarak oradaki
yaşama uyulmak isteniyor. Sadece helal et
yemek değil aynı zamanda helal yaşamak
da
önemli.
Göle’nin
çalıştığı
Müslümanların hepsi topluma katılmak
isteyen ve zaten bir ölçüde de katılımda
başarılı ancak kendilerine ait yaşam
alanlarını korumak istiyorlar. Göle’ye göre
aynı zamanda azınlık hakları söylemi
bugün batıda geçersiz. Örneğin helal kesim
konusunda
bayıltılmaması
gibi
uygulamalar gerektiği için hayvan hakları
devreye giriyor. Bu azınlık dini söyleminin
ötesine geçiyor; çünkü bu kesim “bizim
değerlerimize” uymaz hayvan haklarına
aykırı deniliyor. Göle’ye göre burada yeni
bir olguyla karşı karşıyayız; o da İslam’ın
Avrupa
toplumunun
gündemini
belirlemesi. Bu bir azınlık dininin
haklarıdır diye bir yere koyulamıyor.
Koşer Yahudiler için azınlık dini hakları
çerçevesinde alınıyor ancak İslamla ilgili
tartışmalar ister istemez toplumsal
tartışmalar haline geliyor; azınlık dininin
hakları olarak algılanamıyor.
Bu
tartışmalar aslında Yahudileri de içine
alıyor. Sünnet de bunun içinde.
Almanya’da Yahudi soykırımı ile ilgili
hatırlama yapan bir toplumun belleğinde
sünnetin aynı zamanda Yahudileri de
ilgilendirdiğini unutup bir sünnet yasağı
çıkarmaya çalışması Göle’yi şaşırtıyor.
Sünnet konusunda çocuk hakları söylemi
ile
aileye
çocuğunuzu
sünnet
ettiremezsiniz
çünkü
bu
çocuğa
müdahaledir diyorlar. Söylem helalde
hayvan hakları oluyor. Başörtüsünde de
kadın hakları oluyor.
Amacının
Avrupa’nın
yeniden
şekillendiğini gözler önüne sermek
olduğunu söyleyen Göle, domuzun çok
farklı veçheleri olduğundan bahsediyor.
Domuzu kullanarak Müslümanları rencide
etme durumu var. Aslında Müslümanlar
“domuzu yememiz haram; o da bir canlıdır
onunla bir sorunumuz yok” diyorlar.
İtalya’da domuzlar caminin yapılacağı
alanda
gezdirilerek
cami
inşası
engellenmeye çalışılıyor. Göle’ye göre
burada amaç mekanın kutsallığını bozmak.
Bu olay Göle’nin gruplarında tartışılıyor.
Bir kısmı İslamafobi diyor. Küfür yani
kutsal olanla, kutsal olmayanı bir araya
koyup bir şok yaratılıyor. Sanatçılarda ise
kara çarşaflı, yüzü kapalı bir kadın
kutsallığı temsil ediyor. Öbür tarafta
pembe bir domuz var. Bunlar Göle’ye göre
Avrupalı Müslümanlık. Diğer dinler ile
birlikte bir toplumda olduğunun bilincine
varıyor ve ortak hareket ediyor. Göle’nin
grup tartışmalarında çok ilginç ve en güçlü
bulduğu yorum ise bir kişinin “çok anaç
bir şekilde kucaklamış, bence bu
Müslümanlar
Avrupa’yı
kucaklıyor
demek” diye yorumlaması.
Dinleyenlerden gelen sorular kısmında,
çalışmaların sadece Sünni Müslümanları
mı
yoksa Alevileri de kapsayıp
kapsamadığı soruluyor. Göle, çalışmanın
mezhep ve köken üzerinden bir okuma
olmadığını ve itilafları ortaya çıkarmaya
odaklandığını
anlatıyor.
Çalışmanın
amacının, yeme-içme ya da giyinme
konusunda sıradan olmaktan çıkıldığı anı
ve aynı zamanda o yaşamın içerisindeki
yerini tanımlamak olduğunu belirtiyor.
Genç ve çocuklarda farklılıkların olup
olmadığı sorusuna ise Göle, böyle bir
kategori yapmadığı yanıtını veriyor. Son
olarak terör saldırıları ve göçmen kriziyle
beraber ekonomik krizle bilenmiş yükselen
yeni sağ açısından bakıldığında, gelecek
beş-on yılda ne beklenildiği ve Göle’nin
araştırmasını devam ettirmesi halinde bu
sonuçlardan başka ne gibi sonuçlarla
karşılaşılabileceği soruluyor. Göle, bu
tablodan
sadece
demokrasinin
gerilemesinin
ve
kamusal
alanın
küçülmesinin çıkacağını dile getiriyor.
Kadıoğlu, ifade edilebilirse itilafın ne
kadar değerli ve dönüştürücü olduğunu
belirtirken, bu kitabın Nilüfer Göle’nin
uzun yıllar boyunca oluşan birikimini
gözden geçirmesi açısından da çok değerli
olduğunu söyleyerek kitap tanıtımını
sonlandırıyor.
Download