Değişimin İletişimden Geçen Yolu “Hiçbir toplumsal süreç ya da öğe, değişmeden bağımsız olarak düşünülemez. Her toplumsal öğe ve süreç değişmeye katkıda bulunduğu gibi , değişme tarafından etkilenir de”... (Kongar s..281) Darwin’in evrim teorisinden etkilenen toplum bilimcilere göre, insan ırkının mükemmele erişme çabası, canlı organizmalara benzeyen toplumlar açısından da geçerlidir. Ondokuzuncu yüzyıldan bu yana, evrimci anlayışın ağırlığını duyan toplumsal değişim kuramlarına göre, her uygarlık içgüdüsel eğilimleri nedeniyle, bütün uygarlığın izlediği yolu bireysel olarak tekrarlayacak ve diğerleriyle temas bu süreci hızlandıracaktır (bkz. Appelbaum, s.18-21). Gerçekten devingen yapı, toplumların değişimini kaçınılmaz kılarken, değişim, gelişmemiş ülkeler açısından “diğerleriyle eşitlenme süreci” ( Kongar.s.304) olarak kendini göstermekte ve daha çok batılı ülkelerin standartlarının yakalanması ile eş anlamlı olarak ele alınmaktadır. Modernleşmenin iki önemli unsurundan söz etmek gerekir. bunlardan biri eylem, diğeri analiz....Yani modernleşme, mühendis, siyasetçi ve girişimcilerden oluşan aksiyonerler ile ortaya konan eylemi anlayıp yorumlayacak sanatçılar ve sosyal bilimcilerin eseridir. yirminci yüzyılda eylemcilerin ön planda olmasına karşın, yirmibirinci yüzyılda bilgi üreticilerinin, sanatçıların ve iletişimcilerin önemi artacaktır (Göle,s.8-9). Üretilenler, iletişimin gücüyle diğer toplumlarla ya da toplumun diğer katmanlarıyla buluşurken , toplumsal hareketlilik kendini daha çok hissettiriyor, iletişim kanallarıyla türlü biçimlerde yayılan iletiler, insanların, “kenardan merkeze yöneliş, demokratikleşme, meslek sahibi olma (profesyonelleşme), şehirlilik gibi modernleşme dinamiklerinin”(Akyol) farkına varmasını kolaylaştırıyor. Diğer ülkelerle ve diğer toplumsal katmanlarla temas sonucunda farkına varılan yeni yaşam biçimleri, modernleşme sürecindeki ülkeler açısından değişim adına itici güç rolü oynamaktadır. Modernleşmenin ölçütü olarak alınan teknolojinin, özellikle iletişime yansıması, toplumların, diğer ülke koşullarıyla tanışmasını hızlandırırken, bir an önce o koşullara erişme arzusu, gelişmekte olan toplumlardaki değişime ivme kazandırıyor. Sonradan modernleşen ülkeler, teknolojilerini aldıkları gelişmiş ülkelerin geçtiği tüm aşamalardan geçmek zorunda kalmamak gibi avantaja sahip olmakla birlikte, çoğunlukla teknolojiyle birlikte ideolojiyi de almak gibi bir dezavantajla da karşı karşıyadır. Bir başka deyişle , gelişmiş ülkeler, teknolojilerinin yanında ideolojilerini de ihraç etmektedir. Kısacası, Mc Luhan’ın yıllar önce söylediği gibi, dünya küçülerek global bir köy haline dönüşürken, gelişmiş ülkeler tarafından üretilen teknoloji ve ideoloji diğer ülkeler tarafından da tüketilmektedir. Yani, iletişim teknolojisinde yaşanan baş döndürücü gelişme, bir yandan dünyayı küçültürken, diğer taraftan, bu tüketimin gerçekleşmesinde aktif rol üstlenerek değişime hız kazandırıyor. Çünkü üretilenlerin satılabilmesi, iletişim sektörünün uygun pazarı yaratmak konusundaki başarısıyla da doğrudan ilintili.. Dolayısıyla iletişim, değişim rüzgarının hızıyla birlikte yönünü etkiliyor. Günümüzde tüketici davranışlarının incelenmesi ve yönlendirilmesi, çok kapsamlı bilimsel araştırmalara tanık olurken, çağdaşlık ya da modernlik sözcükleri, sözlük anlamından sıyrılıyor, yeni teknolojiyle üretilen ürünlerin tüketilmesi ve medyanın tanıştırdığı tanrı ya da tanrıçalarla özdeşleşme savaşı, modernliğin ölçütü kabul ediliyor. Oysa, belli bir değişme demek olan modernleşme, modo’dan türetilmiş olan, eski Latincede modernus sözcüğünden alınmıştır. Modernus latincede hemen şimdi demektir. Yani, modern toplum, günümüzdeki toplum anlamındadır. Modernleşme ise, eski zamanların toplum tipinden günümüzdeki toplum tipine doğru bir değişme anlamına gelir (Kongar.s.288). Aslında, “değişim kavramının kendisi de değişime uğradı ve zaman kavramı bugüne indikçe değişim , ilericilik bilincinden modernist bilince doğru çevrildi” (Göle,s. 8). Modernleşme ya da çağdaşlaşma, teknolojinin ithal edilmesinden ve teknolojinin yeni ürünlerini kullanmaktan çok daha derin anlam taşımaktadır. Ancak, gelişmeleri yaratan değil, izleyen ülke insanlarının çoğunlukla, modernleşme, çağdaşlaşma ve değişim kavramlarını sözlük anlamından farklı biçimde algılamaları, kendi kimliklerini koruyarak, diğerleriyle eşitlenme sürecini sancısız atlatmalarını güçleştiriyor. Ve Nilüfer Göle’nin deyişiyle “Melez Desenler” ortaya çıkıyor.. Kendi desenimizi çizemiyor, kendi içimizde çelişkiler yaşıyoruz (bkz. Göle,s.8-18)..... Modernleşme, yeni teknolojik olanaklarla buluşmak, yeni gelişmelerle kucaklaşmak, bilimin sunduğu olanaklardan sonuna kadar yararlanmak, birey olduğumuzu duyumsamak, empati duygusunun farkına varmak, analitik düşünce ve eylemi birlikte yaşamak, dahası, diğer ülkelerle eşitlenme anlamına gelmesine karşın, bütün düşünürler modernleşmenin çeşitli toplumsal rahatsızlıklar yarattığı konusunda birleşmektedir. Levy, Einsenstadt, Smelser ise, incelemeleri sırasında bu rahatsızlıklar üzerinde özellikle durarak, bunların şiddetini belirleyen öğeler üzerine dikkatle eğilmişlerdir. (Kongar.,s.305) Levy’e göre, göreli olarak modernleşmiş toplumlarla temas o yönde bir değişimin başlangıcına neden olur. Artan eğitim ve artan iş olanakları, birey üzerinde bir denetim mekanizması olarak ailenin etkisini azaltırken, aile içi çatışmaların artmasına zemin hazırlar. Modernleşmekte olan ülkelerde, ideal ve istikrarlı bir bireycilik yerine toplumsal denetimin çözülmesinden doğan bireycilik ön plana çıkar. Ayrıca, gelişmekte olan ülkelerde yapılacak işlerin kapsamlarının çok geniş olması, başarı şansını olumsuz yönde etkileyecek, düşük olan kalkınma hızı nedeniyle ise, modernleşme yetersiz görünerek, modernleşmekte olan ülkelerin halklarını modernleşmenin hızı ve nimetleri açısından hayal kırıklığına uğratabilecektir. (bkz.Kongar.s.235-236). Toplumları ve bireyleri yaşanan değişimle tanıştıran iletişim aynı zamanda değişimin önemli bir göstergesidir de. Televizyonlarının düğmesine basan insanlar, diğer ülkelerde/toplumlarda olup bitenleri aynı anda izlerken, iletişim araçlarından bize yansıyanlar toplumun bir anlamda aynası haline geliyor. Bir yandan renkli ve sorunsuz yaşam sunan diziler, diğer taraftan savaşlar ekranlara taşınıyor. Çocuklar süper kahramanları izleyerek büyüyorlar. Küçük kızım ise, değişim sence ne demek? sorusuna “pokemonların evrimi” cevabını veriyor ve bu beni şaşırtmıyor....... Kısacası global pazar, global düşünce, küreselleşme gibi sözcükler, son yıllarda dilimize iyiden iyiye pelesenk olurken, kültürler birbiri içinde eriyor, birleşiyor, kitle kültürü ise bütün egemenliği ile üzerimizde dolaşıyor..... Çabuk üretilen daha da çabuk tüketilen ürünler çevremizi kuşatıyor. Değişen değerlere uyum sağlayamıyorsanız, yani moda deyişle in olan mekanlara girip çıkmıyor, moda olan markaların ürünlerini tüketmiyor ve hala daha birey olmanın, yaşamanın birincil şartının duyumsamak olduğunu söylüyorsanız, güzellikleri dostlarla, kitaplarla, paylaşmanın, doğayı hissetmenin en büyük mutluluk olduğunu savunuyorsanız, son yılların modaya uyduğunuz pek söylenemez... Hele birde önceki yıllarda yaşanan insan ilişkilerini ve değerleri özlediğinizden dem vuruyorsanız nostaljik takılıyorsunuz demektir!!!! Talk showlar, eğlence programları, paparazziler ile bize, yaratılan kahramanlarının eğlenceli yaşamları, medya kanalıyla yüceltilen değerler olarak sunuluyor. Özellikle ilgilenmeyeceğimiz bir haberi ya da dinlemeyeceğimiz bir müziği, çoktan duymuş ve dinlemiş olduğumuzun farkına varabiliyoruz. Farklı kanallarla, farklı biçimlerde ama aynı içeriğe sahip iletiler, yaşam biçimlerimizi etkisi altına alıyor.. Hele bir de analizden ve düşünerek kendimizi yormaktan hoşlanmıyorsak, yaşamın öznesi olmayı çoktan bir kenara bırakıyoruz demektir. Gerçi son zamanlarda, sanki yitirilmiş değerlere bir dönüş var, sanki “işini bilenler” artık birkaç yıl öncesinde olduğu kadar makbul değil, ve sanki temiz topluma özlem giderek artıyor gibi ......... Tabii ki değişime karşı konulamaz, tabii ki değişim, iletişim içinde olduğu tüm katmanları etkiler ve tabii ki değişim, sancılarına rağmen yaşanması gereken bir süreçtir, ama medyanın da desteğiyle temiz toplumdan taviz vermeden....... Gerçekten, modernleşmenin ölçütü teknoloji ise, modern insan, teknolojinin nimetlerinden yararlanmasını bilen insandır. Cep telefonu kullanmayalım demek yerine, yaydığı zararlı dalgaların etkilerini ortadan kaldıracak yeni buluşlara yelken açmayı yeğlemeli insanoğlu .... Bilgisayarları rafa kaldırıp daktiloya dönelim ya da home theatre’ın nimetlerinden yararlanmayalım demek güç . CD, VCD, DVD’lerin kaliteli ses ve görüntüsüne ise itiraz etmek mümkün değil... Ama modern toplumlarda insanların empati duygusunun gelişmiş olması gerektiğinden söz edilir. Oysa, değişim sürecinde teknoloji ve ideoloji paralel biçimde gelişmiyorsa ve toplumun türlü katmanlarında koordinasyonu sağlayamıyorsanız ve modernleşmeyi sadece teknoloji ithali olarak görüyorsanız, değişimin olumsuz etkilerini katlayarak toplumun sırtına yüklüyorsunuz demektir. Gelişmemiş ülkelerde, teknolojinin yaratılmış olan harikalarının, bir statü sembolü olarak tüketime sunulması, değişimin ve modernleşmenin, endüstrileşmenin avantajlarının paylaşımı değil, ürünlere aranan pazarın yaratılması biçiminde algılanmasına neden oluyor. Kimi zaman değişim rüzgarlarıyla gelen ürünler, iletişimin gücüyle öylesine süratle yerlerine ulaşıyor, yaşam biçimleri öylesine iyi taklit ediliyor ki olup bitenleri değişimin en hararetli savunucuları bile hayretle izleyebiliyor. Değerlerin süratle tüketildiği toplumlarda, sözcüklere yeni anlamlar yüklenirken, insanlar, söylenenlerin üzerinde fazla düşünmeden, sadece eylemde bulunmayı yeğlerler.... Çünkü iyi olanın herkes farkındadır, herkes iyiye yönelmek istemektedir, öyleyse eyleme geçmenin zamanı gelmiştir. Oysa, “Niteliğinden ötürü modernleşme, büyük ölçüde planlı ve programlı bir toplumsal değişme, yani toplumsal güdüleme gerektirir. Çünkü erişilecek hedef bellidir, bu hedefe nasıl varılacağı yani toplumun modernleşmesi yöntemleri de oldukça açıklığa kavuşturulmuştur” (Kongar.s.). Eski toplumsal ekonomik ve psikolojik bağların büyük çoğunluğunun zayıfladığı ve bozulduğu , insanların yeni sosyalizasyon ve davranış kalıplarına uygun hale geldiği bir süreçte, hangi yoldan hedefe ulaşılacağının, ise, pek fazla önemi yoktur. Eğer, Niccolo Machıavelli’nin Prens’indeki gibi, amaca giden her yol mübah görünüyorsa, ekonomide de laisse faire anlayışının hüküm sürmesine şaşırmamak gerekir. Yani evrim teorisinin toplum bilime yansımalarından hareketle, doğal seleksiyon sonucu yaşamda kalanlar bizimle olacaktır. Oysa, modernlik, “bilgisayarı ürettiği kadar romanı sosyolojiyi ve estetiği de üretmektedir. Sosyoloji olmadan sanayi toplumu, roman olmadan Batılı birey gibi düşünülemeyeceği gibi bunun tam tersi de doğrudur” (Göle.s.8) Öyleyse; yaşamın nesnesi değil öznesi olarak, yaratılan değil var olan gerçekleri duymalı, ve modernleşme çabalarının, içselleştirilmeden ithal edilen teknoloji ve ideolojinin yayılması ile eş anlamlı olmadığının farkına varmalıyız Kaynaklar: Akyol Taha, “Fundamentalizm”, Objektif, Milliyet Gazetesi, 12.03.2001 Kongar Emre, Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği ,7. Basım, İst;Remzi Kitabevi,1999 Göle Nilüfer, Melez Desenler,İst:Metis yayınları, 2000 Richard P.Appelbaum, Toplumsal Değişim Kuramları, Çev: türker Alkan, Ankara:Türkiye İş Bankası yayınları,t.y. Prof.Dr.Filiz Balta Peltekoğlu Bu makale KARİZMA Nisan-Mayıs- Haziran 2001 Bitmeyen Senfoni DEĞİŞİM sayısında yayınlanmıştır.