T.C. KĠLĠS 7 ARALIK ÜNĠVERSĠTESĠ ÜNİVERSİTEMİZ İÇİN TÜRK DİLİ Hazırlayanlar Dil ve Türk Dili (Okt. Zehra ERGEÇ) Dil ve Anlatım Bozuklukları (Okt. Zehra ERGEÇ) Yazım Kuralları (Okt. Bahanur ÖZKAN BAHAR) Noktalama ĠĢaretleri (Okt. Bahanur ÖZKAN BAHAR) Okuma ve Dinleme (Okt. Zeynep YILDIRIM) Yazılı ve Sözlü Anlatım Kuralları (Okt. Zeynep YILDIRIM) Metin Plânlaması ve Yapı (Okt. Muhammet ATASEVER) Paragraf ve Anlatım Biçimleri (Okt. Muhammet ATASEVER) Düzenleme & Kompozisyon Okt. Muhammet ATASEVER DĠL VE TÜRK DĠLĠ DĠL NEDĠR? Dil insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta; kendi kanunları içerisinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık; milleti birleştiren, koruyan ve onun ortak malı olan sosyal bir müessese; bin yıllar boyunca gelişerek meydana gelmiş bir sosyal kurum; seslerden örülmüş bir ağ; temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemidir. Dilin bazı özellikleri vardır: • Dil bir anlaşma aracıdır. İnsanlar duygu, düşünce, istek ve kanılarını dil aracılığıyla karşısındaki insanlara anlatmaktadır. • Dilin temeli bilinmeyen bir zamanda atılmıştır. Dilin ne zaman doğduğu, nasıl doğduğu kesinlik kazanmamış bir konudur. • Dil bir kurallar dizgesidir. Her dilin kendine özgü kuralları vardır. Ağızdan çıkan her ses konuşmayı oluşturmaz. Bu sesler belirli kurallar doğrultusunda yanyana gelerek seslemi (hece), sesletimlerin yanyana gelmesi sözcükleri, sözcüklerin yan yana gelmesi cümleleri (tümce) oluşturmaktadır. İşte bu yanyana gelişler bir kurallar zinciri doğrultusunda olur. Yargı bildiren bu cümleler de isteklerin anlatılmasını sağlar. • Dil sosyal bir kurumdur. İnsan sosyal bir canlıdır. Tek başına yaşamaz, yaşayamaz. Bir toplum içinde toplumla birlikte yaşamak zorundadır. Onun kullandığı dil de sosyal bir kurumdur. İnsan konuşma yetisiyle doğar; ama kullanacağı dil doğduğu toplumda vardır. Yani birey dili hazır bulur. Dil, bireylerin üstünde, toplumun malı olan ve bütün toplumu içine alan bir kurumdur. • Dil kültürün aynasıdır. Dil bir toplumun kültürünün özelliklerini kendisinde taşır. Kültürün önemli bir öğesi olan dil aynı zamanda kültürün gelişmesini sağlar. Kültürün gelecek kuşaklara taşınması dilin yardımıyla olur. • Dil doğal bir araçtır. Dil insanların kullandığı herhangi bir araca benzemez. İnsan kendisinin ürettiği araçlara istediği biçimi verebilir, onu yönlendirebilir; ama dilin doğallığı buna engel olur. Dilin kendi kuralları vardır. İnsanlar bu kurallara uyarak dilden yararlanabilirler. Dil yapay bir araç değildir. Ortak dil olarak oluşturulmaya çalışılan Esperanto dilinin kullanılmayışının, yaygınlaşmamasının bir nedeni de budur. Dil maddi bir araç gibi oluşturulamaz. Oluşturulmaya çalışıldığı zaman doğallığı yok olur, kendi kendini üretmez. • Dil düşünceyi etkilemektedir. Düşüncenin mi, dili; dilin mi düşünceyi doğurduğu tartışılan bir konudur. Bu iki kavramın da birbirini etkilediği bilinen bir gerçektir. Dil zenginliği düşünce zenginliğinin bir göstergesidir. Bir dilin bilim dili olmadığını ileri sürmek, o dili konuşan insanların bilim üretmediklerini kabul ettikleri anlamına gelmektedir. • Dil canlı bir varlıktır. Dil kendi kuralları doğrultusunda gelişen canlı bir varlıktır. Dil de canlı bir varlık gibi doğar, büyür, gelişir, değişir ve ölür. Bunun en güzel örneği dili oluşturan öğelerden sözcüklerin zaman içinde uğradıkları değişikliklerdir. Günümüzde,Türkiye Türkçesinde değişikliğe uğramış veya kullanılmayan birçok Türkçe sözcük vardır. Bugün kullanılan Türkçe de zaman içinde dilin kendi kuralları doğrultusunda değişecektir. Dilin donup kalmasıolası değildir. DĠL-DÜġÜNCE BAĞLANTISI Eski Yunan düşünürleri, insanı düşünen hayvan olarak tanımlarlar. Son yüzyılda gelişen insan bilimi (antropoloji); insanın kökenini, evrimini, biyolojik özelliklerini, toplumsal ve kültürel yönlerini inceleyen bir disiplindir. Bu bilim dalı insanın varlık yapısını irdelerken, insanı insan kılan nitelikleri şöyle sıralamaktadır: İnsan: bilgiye ihtiyaç duyar, bilgiyi üretir; güzelliğe ihtiyaç duyar, güzelliği üretir, sanat yapar, sanattan zevk alır; kendi gerçeği veya toplumsal gerçeklerle ilgili, ilkeler, görüşler ortaya koyar, bunlara bağlanır; olaylar ve olgular karşısında tavır takınır; değer duygusuna sahiptir; mutluluğu arayan bir varlıktır; daima değişim ve gelişim süreci içinde olan biricik mantıklıdır; tarihî, yani "'dün"ü, "bugün"ü, "yarın"ı olan tek medenîdir; toplum içinde yaşayıp toplumsal sorumluluk duyabilen tek canlıdır; âlet yapabilen ve onu geliştirebilen tek yaratıktır. Yalnız insanla ve onun varlık yapısıyla ilgili olan bütün bu nitelikler teknoloji ve ideoloji kelimeleri ile karşılanabilir. Teknoloji ve ideoloji kavramlarının bileşkesi kültürdür. Tek cümle ile. insan, kültür yapan ve yaratan bir varlıktır. İnsanın bu nitelikleri ve ayrıcalıkları yalnız ve yalnız düşünce gücüne dayanır.İnsanoğlu, dış dünyasındaki ve iç dünyasındaki nesnelerin, olayların, olguların aralarındaki ilgileri görür, karşılaştırmalar yapar, bir takım sonuçlar çıkarır. Böylece zihin gücünü anlama, kavrama gücünü: bilincini oluşturur. Evrendeki varlıklar ve olgular arasındaki ilişkilerden sonuç çıkarma işine düşünme; düşünmeden çıkarılan sonuca da düşünce denir. İnsan, varlığını ancak düşüncesi sayesinde anlar, bilir. Descartes‟ in (1596-1650): «Düşünüyorum öyleyse varım.» sözünün ifade ettiği gerçek de budur. Düşünmenin çeşitli tanımları yapılabilir. Düşünme denince nesneler, durumlar arasındaki bağıntıları kavrama işi, nesneleri ve durumları karşılaştırarak, aralarındaki bağlardan yararlanıp bir takım soyutlamalar, kavram oluşturmalar, problem çözmeler; yine olaylardan, durumlardan mantıkî sonuçlar çıkarmalar gibi zihnî fonksiyonlar anlaşılır; zihin denince de akıl yürütme, hüküm verme, anlama, kavrama, belleme melekeleri anlaşılır. Dil ile düşünce arasında sıkı bir bağ vardır. Dil, düşüncenin düşünce de dilin bir kâğıdın iki yüzü gibi birbirinden ayrılmaz parçasıdırlar. Dil düşüncenin kalıbıdır, kabıdır, taşıtıdır. Düşünceyi somutlaştıran dildir. Dille somutlaşmayan düşünce, düşünce değildir. Düşüncenin düşünce olabilmesi, düşünce değeritaşıyabilmesi için, söz hâline gelmesi, yani dillenmesi gerekir, düşüncelerimizi, dil kalıplarına; kelimelere ve cümlelere dökerek ifadelendirir, başkalarına aktarabiliriz. Ayrıca kelimeler evrendeki varlıkların dildeki karşılıklarıdır, insanoğlu evrendeki varlıkların ve hareketlerin varlığını ancak ve ancak onları adlandırarak kavrayabilir. Konuşan kişinin kullandığı kelimenin karşılığı olan varlık, dinleyenin beyninde ancak kelimenin marifetiyle belirir. Dile getirilemeyen bir varlıktan, bir düşünceden bahsolunamaz. Kelimeler, düşünme, fikir üretme aracıdır. Evreni insan düşüncesinin ulaşabildiği en son nokta ile insan arasındaki varlık alanı olarak tanımlarsak, evrende bir varlık âlemi bir de hareket âlemi vardır. Kelimeler bu temel öğelerin dildeki karşılıklarıdır. Varlıkların dildeki karşılıkları adlar, hareketlerin dildeki karşılıkları fiillerdir. Gerek duyu organları ile algıladığımız somut varlıkların, gerekse akıl yoluyla bulduğumuz soyut varlıkların ve hareketlerin dilde kelime olarak karşılıkları vardır. Dilde karşılığı olmayan bir varlığın veya hareketin, insan düşüncesinde de olmaması tabiîdir. Öyleyse dilde karşılığı olmayan bir şeyin insan düşüncesinde de karşılığı yoktur. Düşüncenin temel taşı kelimelerdir. Düşünce yeteneğimiz sayesinde, kelimelerle düşünürüz; «dil düşüncenin evidir.» sözü bu gerçeği ifade eder. Yani düşüncenin barınabilmesi, varlığını sürdürebilmesi için dilin olması şarttır. «Dil mi öncedir, yoksa düşünce mi öncedir?» yani insan konuştuğu için mi düşünür; düşündüğü için mi konuşur, sorusu yüzyıllardır tartışılmış, konuya bilimsel bir çözüm getirilememiştir. EFLATUN (İ.Ö. 427-347), «Düşünme sessiz bir konuşmadır.» derken dile öncelik tanıyordu. Ancak sağır ve dilsizler üzerinde yapılan araştırmalardan anlaşılmıştır ki; insanda zihin işlemlerinin kurulmasında, bir başka ifadeyle düşüncenin oluşmasında zihin etkinliğinin de rolünün önemli olduğu kabul edilmektedir('). Dil ile düşünce arasındaki ilişki problemi XVII. yüzyılda önem kazanmış, konu ile ilgili yeni görüşler ileri sürülmüştür. ÖzelliklWILHELM vonHUMBOLT'un (1767-1835), görüşlerinin bilinmesi, faydalı olacaktır. WILHELM von HUMBOLT da dilin düşünceyi yarattığını, dilin araç oluşunun düşünceyi yaratmasından ileri geldiğini; insan düşüncesinin kelimelere bağlı olduğunu, dilin sadece gerçekleri tasvir edenbir araç olmayıp bilinmeyenleri keşfeden bir alet olduğunu, dille düşüncenin birlikte hareket ettiğini, bütün etken ve edilgen biçimler içinde, insan olmanın dili şart koştuğunu göstermeye çalışmıştır. Günümüzde konuya mantık, psikoloji, sosyoloji, kültürel antropoloji gibi disiplinler açısından yaklaşılmakta değişik; sonuçlar elde edilmektedir. Dil ile düşünce arasındaki ilişki konusu bugün tam olarak, bilimsel anlamda çözümlenebilmiş değildir. Ancak bu iki kavram arasında ilişki kesindir. Dil ile düşünce adeta bir kâğıdın ön ve arka yüzleri gibi bir birinden ayrı düşünülmemekte, bir birinden soyutlanamamaktadır. Eşitlik, adalet, vicdan, hukuk, insaf, özgürlük, bağımsızlık, güzellik gibi soyut kavramların varlığı, kelimelerin varlığı ile özdeştir. Bu kelimeler olmadan, bu varlıklardan bahsolunamayacağına göre, dille düşünce arasındaki ilişki süreklidir. Matematikte kullanılan sayılar tamamen soyut değil midir? Kelimeler, "düşünce" ile "dil" öğelerinin birleşimidirler. Kelimeler düşünceyi kuran kavramlardır. Yani "kavramlar" düşüncenin temel öğesidir. Düşünce kelimelerle doğar; düşünceden arınmış bir kelime, kelimeden arınmış bir düşünce olamaz. Demek ki dilin en önemli ruhsal işlevi düşünceyi sağlamaktır. Dil olmasaydı insan adımızın gerçek anlamına lâyık olmayacaktık. Özetlersek, dil olmadan düşünce olmayacak, düşüncenin eksikliği ise, konunun başında sıralanan insanı insan yapan, onu diğer canlılardan ayıran yeteneklerin eksikliğini doğuracaktı. Alman filozofu HÖNDERLİN haklı olarak: «Tanrı insana ne olduğunu öğretmek için ona dili vermiş.» demektedir. İnsan hayatı, «gülümseyiş ile ağlayış arasında gidip gelen bir sarkaca benzetilmiştir. İnsan, hayatta kendisine üzüntü veya sevinç veren çeşitli olaylarla, durumlarla karşılaşır. Bu karşılaşma kaçınılmazdır. İnsan, üzüntüyü ve sevinci başkalarıyla paylaşmak zorundadır; zira insan ruhu yalnız acıya değil sevince de tek başına katlanamaz. «Acılar paylaşıldıkça azalır, sevinçler paylaşıldıkça çoğalır.» sözü paylaşmanın önemini vurgular. İşte bu noktada dil; acıları, üzüntüleri, mutlulukları başkalarıyla paylaşmamızda yardımcı olarak, insanın ruhsal yükünün azalmasını, hafiflemesini sağlar. Dil ile; içine kapanık, hayata küskün veya şaşkın, sevinç delisi insan olmaktan kurtuluruz. Dilin bir diğer ruhsal işlevi insanın kendini saklamasını, başka türlü göstermesini sağlamasıdır. İnsanın iç dünyası, dış dünyasıyla, yani çevresiyle zaman zaman çatışma veya sürtüşme içinde olabilir. İnsanoğlu, davranışlarına olduğundan daha değişik şekil vermeye, kendini olduğundan daha değişik göstermeye çalışabilir. Yalnız kişiliği zayıf olanlar değil; normal ruhsal yapıya sahip olanlar da politik, psikolojik, ticarî,veya bunlara benzer sebepler yüzünden, çevrelerinde iyi intiba uyandırmaya, çevrenin istediği gibi davranmaya çalışırlar. Olumsuz, sevimsiz bir özellik ve davranış şekli de olsa insanoğlu zaman zaman bir maskenin ardına sığınır. «Dostlar, birbirini seven ve anlayan insanlar bu kuralın dışında kalırlar». İşte dil, insanın çeşitli durumlarda kendisini saklamasını sağlar, tabiî bu işlevin aksi de söz konusudur. Dil, aynı zamanda insanın kendini açıklama, açıklığa çıkarma aracıdır. İnsan, diliyle kendini sakladığı gibi, diliyle kendini ele verir. KONUġMA VE YAZI DĠLĠ ARASINDAKĠ FARKLAR 1.Dünyadaki tüm ülkelerde resmi olarak kullanılan sadece bir tane yazı dili varken aynı ülkede birden çok konuşma dili olabilir. 2.Yazı dili genel geçer bir dilken konuşma dili her bölgede genel geçer bir dil değildir. 3.Konuşma dili yazı diline göre daha doğal olarak tanımlanabilir. 4.Yazı dilinin hitap ettiği alan konuşma diline göre daha fazladır. 5.Yazı dilinin kendine has kuralları varken konuşma dilinin kendine has kuralları yoktur. 6.İletişim kurma açısından konuşma dili daha pratiktir. 7.Zaman içerisinde konuşma dili birçok değişikliğe uğramıştır ve bu değişiklikler tam olarak belirlenemez. Yazı dilinin geçirdiği tüm evreler kayıt altındadır. 8.Yazı dili kalıcı bir dil olmasına rağmen konuşma dili kalıcı değildir. 9.Konuşma yani sözlü olarak meydana getirilen eserler birçok değişikliğe uğramıştır ama yazı diliyle oluşturulan eserler değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmişlerdir. 10.Konuşma dilinde dilin kurallarına uyulmazken yazı dilinde dilin kendine has kurallarına uyulmak zorundadır. 11.Yazı dili resmi nitelik taşırken konuşma dili resmi nitelik taşımaz. 12.Konuşma dilinde sözün önemine göre vurgu ve tonlama gibi unsurlar yer alırken yazı dilinde bu durum geçerli değildir. ÖZEL-YAPAY DĠL NEDĠR? Özel Dil: Grup dili ya da özel dil adlandırabileceğimiz diller. Bir toplumda, bireyin içinde bulunduğu sınıfa, yaşa, özellikle mesleğe göre belirlenen dillerdir. Kültür açısından birbirinden ayrı düzeydeki kimselerin aynı dili kullanışı, birbirinden çok farklıdır. Dilin gramer kurallarını kullanma konusu bir yana bırakılsa bile, kullanılan sözcüklerin seçimi ve çeşitliliği yönünden büyük ayrılıklar belirir. Kültürsüz kimsenin dili, daha az sözcükle yani daha dar söz varlığından yararlanmayla şekillenir. İyi bir kültür almış olan kimsede kavram, sözcük zenginliği kendini belli eder.Alan dili, bireyin içinde bulunduğu sınıfa, yaşa, özellikle mesleğe göre belirlenen özel dildir.Hekimler, çoğu yabancı öğelerden kurulu terimlerden oluşan ortak dil kullanırlar. Alanlarıyla ilgili kavramlarla öylesine iç içedirler ki hastalarıyla da bir hekimle konuşur gibi konuşurlar. Bu yüzden onları anlamakta güçlük çekeriz. Anestezi, lokal, sendrom, fobi, kronik vb. sözcükler bu alan dili ile ilgili sözcüklerdir. Yapay Dil:Bir yanda doğal, kendiliğinden biçimlenen diller bulunurken, öte yanda kendilerine özel bir konum kazandırmak isteyen bireyler ya da kullanımı var olan dillerden daha kolay, evrensel bir bağı yaygınlaştırmayı amaçlayan topluluklar tarafından yaratılan, yapay ya da planlı diller vardır. Yeryüzündeki insanların başka başka dilleri konuşmaları, bu insanlar arasında kurulan çeşitli ilişkilerde dil güçlüğünün önemli bir sorun olarak ortaya çıkması, eskiden beri, değişik ulusların her birinin konuşacağı, kullanacağı bir yapma dilin meydana getirilip getirilemeyeceğini düşündürmüştür. Uluslararası ilişkilerde büyük kolaylıklar sağlayabilecek böyle bir dil yaratma konusunda bugüne değin 500 kadar denemeye girişildiği bilinmektedir. Bilindiği gibi, gündelik konuşmalarımızda kullanılan sözvarlığı, sözcük sayısı çok sınırlıdır. Hele, kültür bakımından düşük bir düzeyde bulunan kimselerin bir gün içinde kullandıkları kelimeler sayılacak olursa, bunların birkaç yüzü bile bulmadıkları görülür. Ünlü sanatçıların, romancıların sözvarlığının bile kimi zaman 5-6000 sözcük dolayında olduğu görülür. Yapma dil meydana getirmek isteyen kimseler, günlük konuşmalarda kullanılan dilin bu özelliğinden yararlanmışlar, böyle, sınırlı bir çerçeve içindeki kavramlara değişik dillere uyabilecek karşılıklar bulma yoluna gitmişlerdir. Yapay dillerden öne çıkmış olanları genel hatlarıyla incelersek ilk sıraya milyonu aşan konuşucusu ile Esparanto alır. Esperanto, 1870'lerin sonu, 1880'lerin başında; 1887'de Rus İmparatorluğu'na bağlı olan Bialystok'tan Polonyalı Yahudi asıllı göz doktoru LudwikŁazarzZamenhoftarafından icat edilmiştir. DĠLĠN DOĞUġU ĠLE ĠLGĠLĠ KURAMLAR Dilin doğuşu konusunda birçok kuram ileri sürülmüştür. Dilin doğuşuyla ilgili kuramlar şunlardır: Yansıtma Kuramı Bu kuram konuşmanın insanın doğadaki sesleri taklit etmesinden doğduğunu savunur. Hav hav, şırıl şırıl, miyav, me vb. doğada bulunan seslerin insanlar tarafından tekrarlanması konuşmayı oluşturmuştur. Bu kurama göre hav hav sesi köpek, şırıl şırıl sesi su, miyav sesi kedi sözcüklerinin kaynağıdır. Bu ise ancak kökenbilimin sözcüklerin en eski biçimlerini araştırmasıyla kanıtlanabilir. Bu kuram ileri sürüldüğü dönemde Sokrat, Platon gibi düşünürlerin karşıt görüşleriyle çürütülmeye çalışılmışsa da yandaşlar da bulmuştur. Ünlem Kuramı Bu kuramı ileri süren Demokritos konuşmanın insanın duygusal yapısıyla bağlantısı olduğunu savunmuştur. Bu kuramın diğer temsilcileri: Epicuros, Lucretus, Vico, Rousseau'dur. 1970'lerde bir Sovyet bilim adamı da bu kuramı savunur. Bu kurama göre dilin temeli, insanın ilkel coşkularının bilinçsiz anlatımlarıdır. İlkel insan, coşkusunu bir takım davranışlarla dışa vururken, bu davranışların coşkusunu anlatmaya yetmediği yerde sesler çıkartmaya başlamıştır. İşte bu sesler gelişerek dili oluşturmuştur. Bu kuramı savunanlar olduğu gibi karşı görüşler de üretenler olmuştur. 1769 yılında Alman Herder "Rousseau'nun söylediğini hayvanlar da yapıyor; ama konuşamıyorlar." diyerek kuramı çürütmeye çalışmıştır. Herder'e göre, dil düşüncenin ürünüdür. Bu ise sadece insana özgüdür. Dil Tanrı vergisi değildir. Diğer yetenekler gibi bir yetenektir. İnsanlar konuşma yeteneğiyle doğar. İnsanın konuşması düşünceden, hayvanınki ise içgüdüdendir. Herder, dil-düşünce arasında sıkı bir bağın olduğunu vurgulayarak konuşmanın ünlemlerden doğduğunun kabul edilemeyeceğini belirtir. ĠĢ Kuramı Bu kurama göre konuşma insanların birlikte iş yaparken çıkardıkları seslerden doğmuştur. İş yapılırken tek düzelikten kurtulmak, birlikte çalışmayı güdülemek, canla başla çalışılmasını sağlamak için insanların çıkardıkları "ha, hı, he, ho, hu, eh" gibi bir takım sesler konuşmanın temelini oluşturur. Bu kuram da konuya tam bir açıklık getirememektedir. Beden Dili Kuramı Bu kurama göre insan anlaşmak için el-kol hareketleri yaparken birtakım sesler de çıkartır. İnsan hareketle ses arasında bağlantı kurduğu zaman konuşma doğmuştur. Bu kuramın temel dayanağı günümüz insanının bile konuşurken el-kol hareketlerinden yararlanmasıdır. Kuramın savunucularından Sir Richard Paget (Taşer, 1987, s. 32) bu konudaki görüşlerini şöyle dile getirir: "İnsanı, konuşmaya iten temel neden, elleriyle yeterince konuşamamak değildi; çünkü bu işi vücut hareketleriyle de rahatça yapabiliyordu. Ellerini sürekli avda ve ekim-dikimde kullanacağı araçları yapmakta kullanırken düşüncelerini anlatacak başka yöntemler bulmak, sözgelimi, dil ve dudaklarlarından yararlanmak zorunda kalmıştır. Böylece elle yapılan hareketlerin yerini giderek ağzın, dilin, dudakların hareketleri, hareket biçimleri almıştır." Toplumsal Denetim Kuramı Bu kuram konuşmanın insanın kendi dışındaki kişileri denetim altına alarak kişisel gereksinimlerini karşılama isteği sonucunda doğduğunu ileri sürer. Bu kuramın ilginç yanı şudur: Konuşma, insanın coşkusal deneyleri, yaşamı ile rasgele eyleminden doğmuştur; bu eylem, simgesel bir yoldan, öteki bireylerin davranışlarını denetim altına almak, kendi kişisel istekleriyle gereksinmelerini doyurmak amacına yöneliktir (Weaver ve Ness, 1957) . DĠLLERĠN SINIFLANDIRILMASI 1. KÖKENLERĠNE GÖRE DĠLLER Dil gruplarına dil ailesi denir. Kaynak (köken) bakımından birbirine yakın olan diller dil ailelerini oluşturur. Dil ailelerinin belirlenmesi, uzun bilimsel çalışmalar sonucunda mümkün olmuştur. Dillerin birbirleriyle bir dil ailesi oluşturacak şekilde akrabalıklarının saptanmasında o dillerin ses yapısı, şekil yapısı, cümle yapısı, köken bilgisi ve ortak kelimeleri bakımlarından benzerlikleri araştırılmıştır. Bu araştırmalarda kaynak olabilecek ana dillere ulaşılmıştır. Dillerin kökenini oluşturan bu ana dillere ait metinlere ulaşılamasa da gruptaki diller arasında yukarıda sayılan noktalar bakımından benzerliklerin bulunması, zamanla birbirinden uzaklaşan dillerin, bilinmeyen bir yerde ve zamanda konuşulan ana dilden ortaya çıktığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu saptamalardan sonra diller kökenleri bakımından “Hint-Avrupa Dilleri, Ural-Altay Dilleri, Hami-Sami Dilleri, Çin-Tibet Dilleri ve Bantu Dilleri” olarak gruplanmıştır. 2. YAPILARINA GÖRE DĠLLER Dünya dilleri, dili oluşturan kelime ve eklerin yapı bakımından gösterdikleri benzerliklere göre “Tek Heceli Diller, Eklemeli Diller, Çekimli Diller” olmak üzere üç grupta incelenir. Tek Heceli Diller Bu gruptaki dillerde sözcükler tek bir heceden oluşur. Cümleyi meydana getiren sözcükler hiçbir ek almaz ve şekil değişikliğine uğramaz. Bu dillerde sözcüğün görevi cümle içindeki sırasından ve vurgusundan anlaşıldığı için sözcükleri ayırt etmek üzere çok zengin bir vurgu sistemi oluşturulmuştur. Kelime türleri özel seslerle ayırt edilmediği için aynı kelime yerine göre hem isim, hem sıfat, hem fiil, hem edat… olabilmektedir. Çince ve Tibetçe bu grubun tipik dillerindendir. Bazı Himalaya ve Afrika dilleriyle Endenozya dilleri ve Vietnam dili de bu gruba dâhil edilir. Eklemeli Diller Eklemeli dillerde kelime kökleri ve ekler vardır. Kelime kökleri tek veya çok heceli olabilir. Bu dillerde yeni kelime türetilirken veya kelime cümle içinde kullanılırken ekler devreye girer. Yani kelimelerde değişiklik eklerle sağlanır. Eklerle hem yeni kelimeler türetilir hem de kelimelere yeni anlamlar yüklenir. Kelime sonundaki değişiklik ileriye doğrudur, geriye işlemez. Yani kökte pek bir değişme olmaz. Bundan dolayı köklerle ekler birbirinden kolaylıkla ayrılabilir. Bu grubun bazı dillerinde ekler kelime sonuna geldiği gibi kelime başına getirilen ekler de vardır. Bundan dolayı Eklemeli Diller “Ön Eklemeli Diller” ve “Son Eklemeli Diller” olmak üzere iki grupta da düşünülebilir. Türkçe eklemeli diller grubuna dâhildir. Ama kelimeler başa ek almaz. Dolayısıyla Türkçeye “son eklemeli bir dil” diyebiliriz. Örneğin “süt” kelimesinin sonuna -cü eki getirilerek süt satan kişi anlamına gelen “sütçü” kelimesi türetilir. Bu dil grubunda Türkçenin yanı sıra Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Macarca, Japonca, Korece, Fince ve Samoyetçe vardır. Çekimli Diller Çekimli dillerde de tek ve çok heceli kökler ile çeşitli ekler vardır. Yalnız ekler kelimenin önüne, ortasına veya sonuna gelebilir. Ayrıca bu dillerde çekim sırasında ve yeni kelimeler türetilirken kelime kökleri genellikle değişir ve tanınmayacak hâle gelir. Örneğin Hint-Avrupa dillerinde kelime kökünde görülen değişiklik kökü tanınmayacak bir şekle sokar, ortaya çıkan yeni kelimede kökü hatırlatacak bir ses, bir işaret bulunmaz. Almancadaki atmak, fırlatmak fiilinin werfen / warf / geworfen şekillerine girmesi gibi. Bu grupta yer alan bazı dillerde ise kelime kökü ile yeni kelime veya kelime çekimi arasında daima açık bir bağ, ilgiyi gösteren bir iz vardır. Kelime kökündeki asıl sesler yeni kelimede veya kelime halinde hep aynı kalır. Çekimli dillerin tipik bir örneği olan Arapçada, kelimenin çekirdeğini oluşturan ünsüzler değişmezken belli kalıplarla yeni kelimeler türetilir. Aynı kökten olan “ders, medrese, müderris, tedrisat” kelimelerinde d, r, s ünsüzleri sabit kalırken ünlüler ve bazı gramer unsurları değişmektedir. Sami dilleri, Hint-Avrupa dilleri bu gruba girer. DİL VE ANLATIM BOZUKLUKLARI A. ANLAMSAL BOZUKLUKLAR 1. Gereksiz Sözcük Kullanılması 2. Anlamca Çelişen Sözcüklerin Kullanılması 3. Sözcüğün Yanlış Anlamda Kullanılması 4. Sözcüğün Yanlış Yerde Kullanılması 5. Deyimin Yanlış Anlamda Kullanılması 6. Anlam Belirsizliği 7. Mantık ve Sıralama Yanlışlığı B. YAPISAL BOZUKLUKLAR 1. Özne-Yüklem Uyumsuzluğu 2. Eklerle İlgili Yanlışlar 3. Öge Eksikliği 4. Tamlama Yanlışları 5. Bağlaç Yanlışları A. ANLAMSAL BOZUKLUKLAR 1. Gereksiz Sözcük Kullanılması İyi bir cümlede yeterli sayıda sözcük kullanılır. Başka bir deyişle gereksiz sözcüklere yer verilmez. Çünkü gereksiz sözcük kullanımı cümlenin duruluğunu bozar ve anlatım bozukluğu yaratır. Bu anlatım bozukluğu şu şekillerde olabilir: Bir cümlede anlamları aynı olan veya anlamca biri diğerini içeren sözcüklerin birlikte kullanılması anlatım bozukluğuna yol açar. Eşanlamlı sözcüklerin aynı cümle içinde bir arada kullanılması ya da gereksiz bir sözcüğe cümlede yer verilmesi anlatımın gücünü azaltır. Söylenilenin kolaylıkla anlaşılmasına engel olur. Aşağıdaki cümleleri inceleyelim. Örnekler: => Yer yer iki metreyi bulan kar yağışına rağmen ilçeye ulaşılmaya çalışılıyor. Ölçülebilen yağış değil kardır. Yer yer iki metreyi bulan kara rağmen... => Zamanlama çok yanlış bir vakte denk geldi. "Zamanlama yanlış oldu" şeklinde cümle gereksiz sözcüklerden kurtarılabilir. => Duvarlara kalemle yazı yazmayınız. "kalemle" sözcüğü gereksizdir. => İki lider, beş saat süreyle görüştüler. "süreyle" sözü gereksizdir. => Seçimlerin tarihi yaklaştıkça partilerin faaliyeti gittikçe artıyor. "gittikçe" sözcüğü gereksizdir. => Bu görüş ayrılığının sebebi neden kaynaklanıyor? "Bu görüş ayrılığının sebebi nedir?" => İlk yüzmeye başladığım zaman sudan korkardım. "İlk" sözcüğü gereksizdir. => Şirketteki mevcut ikilik günden güne büyüyor. => Yaşanmış deneyimlerinden hareketle bu sonuca varıyor. => Millî maçın oynanacağı gün yaklaştıkça, ülkedeki heyecan gittikçe artıyor. => Yanına gidiniz, konuşarak derdinizi anlatınız. => Problemi çözmek için iki arkadaş üç saat süre ile uğraştılar. =>Japonya‟daki arkadaşıyla on (bilgi yelpazesi.net) yıl boyunca karşılıklı mektuplaştılar. => Az kalsın merdivenlerden düşeyazdı. => Çocukların davranış biçimlerinde gariplikler görüldü. => Takımın, boyu en kısa oyuncusu bendim. => Sana söyleyeceğim bu gizli sırlarımı kimseye söyleme. => Yaptıklarını kendi ağzıyla itiraf etti. => Havada beyaz kar taneleri uçuşuyor. => Bu iş yerinde aşağı yukarı üç dört yıldan beri çalışıyorum. => Sınav yaklaştıkça öğrencilerin heyecanı gittikçe artıyor. => Galiba başka çaresi de yok gibi görünüyor. => Sınıfın boyu en kısa öğrencisini arkaya oturtmuşsun. => Yaşlı adam söz almak için oturduğu yerden ayağa kalktı. => Dosyadaki mevcut belgelerden anlaşılıyor ki bu iş uzun sürecek. => Artık bundan sonra oraya gitmene gerek kalmadı. => İki kardeşten en küçüğü okula gitmiyordu. => Bu saatte oraya yalnız gidemem; seninle birlikte gitmek istiyorum. => İşte seninle bu yüzden dolayı konuşmak istemiyorum. => Niçin böyle yüksek sesle bağırıyorsun ki? => Biz onlara iki günde bir, gün aşırı giderdik. => Yorulmamıza rağmen basamaklardan yukarı hızlı hızlı çıkıyorduk. => Türkçede Arapça ve Farsça dillerinden gelmiş sözcükler vardır. => Böyle havalarda eve bir tane bile ekmek götürmeyi unutur. => Kulağıma eğilerek alçak sesle bir şeyler fısıldadı. => Bu yol yaya yürümekle (bilgi yelpazesi.net) bitecek gibi değil. => Onlar da beş yıldır karşılıklı mektuplaşıyorlar. => Geçmişteki hatıralardan bir şikayetim yok => Ülkemizin sorunları bitmiyor, tükenmiyor => O günleri daha henüz dün gibi hatırlıyorum => Bu gece ısı sıfırın altında eksi beş derece olacak. => Gülmesinin nedeni bugün iyi bir haber almasındandır. => Onunla ilk tanışmamızı unutamam. => Dün gece uyurken gördüğü rüyayı anlattı. => Sanki dalgasız bir deniz gibiydi yüzü. => Kadın küçük çocuğa yaklaşarak senden büyük ağabeyin var mı diye sordu. => Yarınki toplantıda ülkenin ekonomik ve iktisadi problemleri tartışılacak. 2. Anlamca Çelişen Sözcüklerin Kullanılması Anlamları arasında çelişki, birbirine aykırılık bulunan sözler aynı cümlede kullanılmamalıdır. Çelişen sözlerin aynı cümlede kullanılması anlatım bozukluğuna neden olur. Kimi zaman karşıya geçerken ben de başkaları gibi genellikle vapurla geçmeyi seviyorum. "Kimi zaman" ile "genellikle"nin aynı cümlede kullanılması anlatım bozukluğuna yol açmıştır. Sizin verdiğiniz listedeki kitapları mutlaka almış olmalı." "Mutlaka" sözcüğü kesinlik bildirir, "almış olmalı" sözünde ise tahmin söz konusudur. Bu ikisinin aynı cümlede yer alması yanlıştır. Hiç şüphesiz erken saatlerde de Ankara'ya uçak olabilir." "Hiç şüphesiz" ile "olabilir"in aynı cümlede kullanılması anlatım bozukluğuna yol açar. Mutlaka, eminim, hiç şüphesiz, elbette, kuşkusuz, tam..." gibi sözler "kesinlik" bildirir. "Sanırım, -ebilmek, -sa gerek, olmalı, galiba, belki, -mış olmalı..." gibi kullanımlarda ise "olasılık, tahmin" anlamı vardır. Bu iki gruptaki sözlerin bir arada kullanılmaları doğru değildir. => Bir sorun olmasaydı, eminim belki de bugün gelirdi. => Aşağı yukarı, Marmara depreminden tam 20 gün sonra idi. Cümlede hem "tam" hem de "aşağı yukarı"nın yer alması doğru değildir. => ÖSS'ye aşağı yukarı 93 gün kaldı. 93 gün net bir bilgidir; bu cümlede "aşağı yukarı" sözü kullanılmaz => Balıkesir'den sonra İzmir tam üç saat kadardır. "Tam" ile "kadar"ın aynı cümlede kullanımı anlatım bozukluğuna yol açmıştır. => Genellikle karşıya geçerken mutlaka deniz yolunu seçerim. "Genellikle" ile "mutlaka"nın aynı cümlede kullanılması anlatım bozukluğuna yol açmıştır; "mutlaka" atılırsa anlatım bozukluğu giderilir. => Kesinlikle daha önce, bu kitapları okumuş olabilir. "Kesinlikle" ile ihtimal bildiren "olabilir"in aynı cümlede kullanılması yanlıştır. => Hiç şüphesiz akşam sekizden sonra da Kadıköy'e deniz otobüsü olabilir. => Eminim hasta olmasaydı, belki bizimle geziye katılırdı. "Eminim" ile "belki"nin aynı cümlede kullanılması anlatım bozukluğuna yol açmıştır. => Elbette bize anlattıklarının tümü doğru olabilir. => Aşağı yukarı, okulların açılışından tam 15 gün sonra idi. Cümlede hem "tam" hem de "aşağı yukarı"nın yer alması doğru değildir. => Bandırma'dan İstanbul, feribotla tam iki saat kadardır. "Tam" ile "kadar"ın aynı cümlede kullanımı anlatım bozukluğuna yol açmıştır. 3. Sözcüğün Yanlış Anlamda Kullanılması Her sözcüğün belli bir anlam sınırı vardır. Sözcüğün bu anlam sınırı aşılıp da başka ifadeler yerine de kullanılması anlatımı bozar. Bilhassa yazılışları birbirine benzeyen sözcükler birbirlerinin yerine kullanıldıklarında bu tarz anlatım bozukluğu oluşur. Örnek : “Eşine çok bağımlı bir insandır” cümlesinde “bağımlı‟ sözcüğü yanlış kullanılmıştır. Zira bağımlı olmak, bağımsız iş görememektir. “Bağımlı” sözcüğü yerine “bağlı” sözcüğü kullanılmalıdır. Aşağıda sık sık karıştırılan sözcükler, bunların anlamları ve anlatım bozukluğu oluşturan şekilleriyle ilgili örnekler verilmiştir =>Ortaöğretim ve yüksek öğretim arasındaki ayrıcalığı açıklar mısın?(ayrım-fark) =>Bir gömleğin ücreti asgari ücretten fazlasıymış.(fiyat) =>Bu konuda yöneticilerin suskunlukları ve çekimserlikleri bağlanıyor.(çekingenlik) =>Yaptığım planlı çalışmalar para kazanmama neden oldu.(sağladı) yetersizliğe =>Senin sayende üniversite sınavını kaybettim.(yüzünden) =>Kağıda çizilmiş yazılmış şekillerden bir anlam çıkaramadım.(çizilmiş) =>Kitap ücretlerinin yüksek oluşu da okumayı etkiliyor.(fiyatlarının) => Resim öğretimi için kursa kayıt olmuş,bu yeteneğini geliştirmeye çalışıyor.(öğrenimi) =>1968‟li yıllar bizi derinden etkiledi.(1960‟lı yıllar) =>Annem, kardeşime bir kazak dokudu.(ördü) =>Dünya barışı için herkes elinden gelen çabayı harcamadı.(göstermedi) =>Beni çok sinir etmesine karşın onu çok seviyorum. (sinirlendirmesine) =>İkinci teleferik için döşenen teller çok pahalıya mal oluyor.(çekilen) =>Kapkaççı, kadının kolundaki çantayı çalıp kaçtı. (alıp) =>Bu konuda gençleri azımsamak doğru değildir. (küçümsemek) =>Bu tür tatbikatlarda ölüm şansı her zaman mevcuttur. (olasılığı) =>Teknoloji ne kadar artsa da el emeğinin önemi azalmıyor. (ilerleme) =>Şelalenin görüntüsü insanı büyülüyor, suyun sesi insana huzur veriyor.(görünümü) =>Fidanlar ekilirken birbirine çok yakın olmuş. (dikilirken) =>Toplum olarak alkol ve uyuşturucu bağlısı insanlara yardım etmeliyiz.(bağımlısı) =>Sınavdan sonra öğretmen bazı soruların çözülmesini gösteriyordu. (çözümü) =>Onun duygu dünyasını kurduğu hayaller ve rüyalar oluşturur. ( rüya kurulmaz) =>Öteki kentler gibi bu kent de çirkin bir görünüme kavuştu. (görüntüye) =>30 Ekim 1918 yılında Mondros Mütarekesi imzalandı. (tarihinde) =>Onu yaşantısının en verimli döneminde kaybettik. (yaşam- hayat/////yaşantı-tecrübe) =>İnandırıcılığını ve güvenliğini yitirmiş bir yazar, büyük bir okur kitlesine ulaşamaz. ( güvenirliğin) =>Fıstık, Gaziantep‟e özel üründür. (özgü-has) =>Yoksulluğun etken olduğu toplumlarda suçlar artar. ( etkin) =>Bu fabrikada istenmeyen kazalara sıkça rastlanmaktadır. (görünmez) =>Doktoru ona içki sigara gibi zararlı niyetlerini terk etmesi gerektiğini söyledi.(alışkanlıklarını) =>Sınavda birinci olma sevincini ailesiyle kutladı. (paylaştı) =>Karşısına çıkan her türlü zorluk, onu kararından döndüremedi. (hiçbir) =>Dünya kupası maçlarında iki mağlubiyet elde ettik. (aldık) =>Yetkililer, çalışanların yaşam koşullarının artırılması gerektiğini söyledi.(iyileştirilmesi) =>Günde iki paket sigara içmesi sağlığının bozulmasını sağlayacaktır. ( -a neden olacaktır) =>Birini eleştirirken daha tutanaklı sözler söylemeye çalış. ( tutarlı) =>Kazada ölü kaybı olmadığı söyleniyor. ( kayıp) =>Düzenli çalışmamak sınavda düşük not almamıza yarayacaktır. (neden ) =>Bugünden beri buraya gelmeyeceğim.(sonra) =>Savaş nedeniyle kesintiye uğrayan ilköğretimine 1923‟ten sonra devam etmiş. (ilköğrenim) =>Geç gelmesine karşılık, öğretmenimiz Aslı‟yı derse aldı. (karşın) =>Benim onunla pek konuşkanlığım yok. (konuşmuşluğum) =>Çocukların birbiriyle uygunluk içinde oynamaları bizi sevinirdi. (uyum) =>Aralarının açılmasına istemeyerek katkıda bulunduğu için çok üzgündü.(katkı olmaz ) =>Yaz başladığından itibaren denize hiç girmedik. (beri) =>Karşılamanın sonucunda hakem iki güreşçinin de elini sıktı. (sonunda) =>Alacağımız evin fiyatı çok ucuzdu; ama çok fazla masrafı vardı. (düşüktü) =>İktidar milletvekillerinin üçü çekingen kalınca yasa meclisten geçmedi.(çekimser) =>Aldığı maaşı küçümsemiş ve işten ayrılmak istemiş. (azımsamış) =>Ünlü yazar yayınladığı son kitabıyla yine göz doldurdu. (yayımladığı) 4. Sözcüğün Yanlış Yerde Kullanılması Sözcükler, cümlede olmaları gereken yerde değilse, anlam karışıklığı ve anlatım bozukluğu ortaya çıkar. Sözcüklerin cümledeki sözdizimine uygun kullanılmaması anlatım bozukluğu nedenidir. Fiilin başında zarf olarak kullanılması gereken bir sözcük isimden önce yer almışsa anlatım bozukluğu doğar. =>Ben çok denizde yüzerim. =>Pek çok Asya kıtası hakkında bilgi bulunmaktaydı kütüphanede. =>Her zamanki gibi yine ilk eve ben geldim. =>Burada kitabın sürekli başka bölümlerinden söz ediliyor. =>Her yeni buluş hemen hemen kitaplarda yerini alacak. =>Beğendiği çok ayakkabıları derhal alır. =>Fazla bilgisayarla haşır neşir olmak insanı yoruyor. =>Gelecek hafta beklenen müşteriler gelecek. =>Geçmiş yıllarda balta girmemiş ormanlarda bu tür bir araştırma yapılmıştı. =>Dışarıdan bazı öğrenciler iki h a fta açık olan dersanede etütlere katıldılar. 5. Deyimin Yanlış Anlamda Kullanılması Bir cümlede deyim kendi anlamından başka bir anlamda ya da yanlış anlamda kullanılırsa anlatım bozukluğu meydana gelir. =>Sınavı kazandığımı duyunca annemin sevinçten etekleri tutuştu. (zil çalıyor) =>Adamcağız öyle kötü bir duruma düşmüş ki dostlar başına (düşman başına) =>Aklını zeytin ekmekle mi yedin? (peynir) =>Seni okutabilmek için her şeye göz yumdum.(göğüs gerdim / -i göze aldım) =>Ne tuhaf değil mi seni yerde ararken gökte buldum.(gökte ararken yerde buldum.) =>Kapı arkasında durmuş, içeride konuşulanlara kulak misafiri oluyordu.(kulak kabartmak) =>Karşı tarafın oyununa düşmemek için dikkatli olmalıyız.(gelmemek) =>Doktor çocuğu baştan tırnağa muayene etti.(tepeden) =>Halkın tepesinde boza pişirmek kimsenin hakkı değil. (ensesinde) =>Bu senin özelliğin hemen sineği deve yaparsın. (pireyi) => Müjdeli haberi duyunca öyle sevindi, öyle güldü ki ağzı burnuna karıştı.(kulaklarına vardı) =>Bütün gün ağlamaktan gözleri fal taşı gibi açılmıştı. => Bu ülkeye çok yararı dokunmuştur, hangi taşı kaldırsan altından o çıkar.( hangi yöne bakılırsa onun bir izi var.) 6. Anlam Belirsizliği Bazı cümlelerde, tamlayanı ikinci tekil (senin) veya üçüncü tekil (onun) şahıs zamiri olan tamlananların, tamlayanları düştüğünde, ikinci şahsa mı yoksa üçüncü şahsa mı ait olduğu anlaşılmaz. Bazı cümleler iki anlama gelecek şekilde anlaşılabilmektedir. Bu tür cümlelerde anlatım bozukluğu olarak değil, anlam belirsizliği olarak karşınıza çıkabilir. Bu sorularda anlam belirsizliği veya anlam karışıklığı ifadesi yer alır. =>Okuldan ayrılacağını duyunca hepimiz çok üzüldük. (Kimin ayrılacağı senin mi onun mu?) =>Buraya geldiğinden beri bütün köylünün keyfi kaçtı. (Kimin geldiği belli değil.) =>Buralara kadar gelip de bize uğramadan döndüğünü duyunca kulaklarıma inanamamıştım.(Sen mi, o mu? Gelen kim belli değil.) =>Kitap okumaya, dostlarımdan daha çok vakit ayırırım. (Bu cümlede, cümleyi söyleyen kişinin, hem “kitap okumaya ayırdığı vakit bakımından kendisini dostlarıyla kıyasladığı” hem de “kitap okumaya ayırdığı vaktin, dostlarına ayırdığı vakitten daha çok olduğu” anlaşılabilmektedir. Bu yüzden, cümlede anlam karışıklığı vardır.) 7. Mantık ve Sıralama Yanlışlığı Cümlede, durumlar veya olaylar sıralanırken bunların önem sırasına dikkat edilmemesinden ve söylenenin mantık kurallarına uymamasından kaynaklanan anlatım bozukluklarıdır. =>Dostlarından değil bir gün, bir hafta bile ayrı kalmaya dayanamazdı. =>Kurallara uymazsan okuldan atılabilirsin daha kötüsü disiplin cezası alabilirsin. =>Arka taraflardan sesimi işitemeyenler, ellerini kaldırsın. =>Millet Meclisi üye tam sayısının bir fazlası bulunursa hükümet düşer. =>Yaşlı ihtiyar, yapılacak tedaviyle sonunda iyileşti. =>Babamın doğumu beni çok heyecanlandırdı. =>Her pazar deniz kıyısındaki evi olan teyzemlere gider, orda yedi sekiz gün kalırdı. =>Romandan uyarladığımız bu filmde çok küçük değişiklikler dışında romana bağlı kalmadık. =>Yönetmen çekilecek filmle Altın Portakal ödülünü aldı. =>Kararname 257 oya karşılık 125 oyla reddedildi. B. YAPISAL BOZUKLUKLAR 1. Özne-Yüklem Uyumsuzluğu Türkçede özne ile yüklemin farklı yönlerden birbiriyle uyum/uygunluk içinde olması gerekir. Özne-yüklem uyum¬suzluğuna dayanan anlatım bozuklukları sınavlarda sık sık sorulmaktadır. Türkçedeki özne-yüklem uyumlarının bilin¬mesi gerekir. Dilimizde özne ile yüklem arasında üç farklı yönden uyum vardır. A) Tekillik- Çoğulluk Uyumu Öznenin tekil olması durumunda yüklem de tekil, özne çoğul olduğunda yüklem de çoğul olur. Bu genel kuraldır. =>Otobüste yolcu olarak ben ve ihtiyar adam kalmıştı. =>Sen ve Kemal, teneffüste kütüphaneye gelsin =>Koca salonda ben ve bir yabancı kalmıştı. =>Ben, sen ve o burada nöbet tutacaksınız. B) Kişi Uyumu Öznenin tekil kişilerden (ben, sen, o) oluştuğu cümlelerde özne ile yüklem arasında kesin bir uygunluk söz konusudur. =>Arzu ve ben iyi anlaşır. =>Oraya, sen, ben ve o gidecek. =>Bu işi sen ve Murat yapacak. =>Sen ve onlar niye anlaşamıyorlar. C) Olumluluk-Olumsuzluk Uyumu Özne ile yüklem arasında olumluluk-olumsuzluk yönünden de bir uyum olmalıdır. Basit ve bileşik cümlelerde özne-yüklem uyumsuzluğu hemen göze çarpar. Özellikle iki ya da daha çok yüklemli cümlelerde (sıralı ve bağlı cümleler), bu uyumla ilgili yanlışlıklar ortaya çıkmak¬tadır. =>Herkes içeride oturuyor, dışarı çıkmıyor. (yanlış) =>Herkes içeride oturuyor, kimse dışarı çıkmıyor. (doğru) =>Kimse maça gitmedi, yarınki sınava çalıştı. (yanlış) =>Kimse maça gitmemiş, herkes yarınki sınava çalıştı. (doğru) =>Hiçbiri beni dinlemiyor, denizi seyrediyor. (yanlış) =>Hiçbiri beni dinlemiyor, hepsi denizi seyrediyor. (doğru) 2. Eklerle İlgili Yanlışlar Eklerle ilgili yanlışlıklar daha çok isimlerin sonunda yer alan iyelik, hal, çoğul ekleri ile ilgili olmaktadır. Tamlayan ekinin eksikliği ya da gereksizliği, yanlış hal eki kullanımı, iyelik ekinin yanlış kullanımı anlatım bozukluklarına yol açmak¬tadır. Tamlayan eki "-in, -in"le ilgili yanlışlıklar sık sık gündeme gelir. =>Derslerine düzenli çalışan bir öğrenci, doğal olarak dönem sonu sınavlarında başarılı olması beklenir. Bu cümlede geçen "öğrenci" sözcüğünün tamlayan eki alarak "öğrencinin" biçiminde kullanılması gerekir. =>Ankara'ya giderken bindiğimiz otobüs şoförü Alper'in hemşehrisi çıktı. "Otobüs şoförü" yerine "otobüsün şoförü" denmelidir. =>Masanın üstünde duran kül tablası adamın üst üste yak¬tığı sigara izmaritleriyle doluydu. Adam sigara izmaritlerini yakmış. Cümle "...üst üste yaktığı sigaraların izmaritleri..." biçiminde olmalı. =>Sorumluluğunu bilen bir insan, yalnız kendini değil, başkalarının haklarını da gözetmesi gerekir. Bu cümlede de "insan" sözcüğünden sonra bir tamlayan eki olmalıdır. Cümle "...bir insanın... gözetmesi" biçimiyle düzelir. Bazı cümlelerde ise tamlayan ekinin gereksiz kullanımı anlatım bozukluğuna yol açmaktadır. =>Bu sınıfın, birkaç öğrenci dışında bu yıl oldukça iyi durumda. =>Sağlıkla ilgili sorunların hiç vakit kaybetmeksizin çözüme kavuşturulmalıdır. "Sorunların" sözcüğündeki tamlayan eki atılmalıdır. =>Sağlığına dikkat eden bir insan, ne tür yiyeceklerin zararlı olduğunu biliyor olması gerekir. Bu cümlede geçen "insan" sözcüğünün tamlayan eki alarak "insanın" biçiminde kullanılması gerekir. =>Herkesin içtiği çay parasını vermesini istedi." Bu cümleye göre insanlar "çay" değil, "çay parası" içmiştir. "Çay" sözcüğü tamlayan eki alarak "çayın" biçiminde kullanılmalı. Aşağıdaki cümlelerde de tamlayan eki (-in, -in) eksikliğinden kaynaklanan anlatım bozukluğu vardır: =>Türk edebiyatında yaşamını yazdıkları ile kazanan tek yazar Peyami Safa olduğunu çok az kişi bilir."... tek yazar", "tek yazar-ın" olmalı. =>Evden çıkmadan önce içtiği kola şişesini masasında bırakmış."Kola sözcüğü tamlayan eki alarak "kolanın" olmalı. =>Benim içeceğim çay berrak demli ve cam bardakta olması gerekir." "Çay" sözcüğü "çayın" olmalı. Bazı cümlelerde ise tamlayan ekinin gereksiz kullanımı anlatım bozukluğuna yol açmaktadır: =>Tanzimat dönemi sanatçılarının birkaçı dışında, devlet adamı olarak çalışmışlardır. "Sanatçılarının" sözcüğü, tamlayan eki atılarak "sanatçıları" biçiminde kullanılmalı. 3. Öge Eksikliği İlk cümlenin ortak öğesi, ikinci cümleye uymaz. Bu yüzden ikinci cümleye yeni bir öğe eklenmesi gerekir. İşte eklenmesi gereken bu öğe, eksik olan öğedir. a. Özne eksikliği İlk cümle ile ikinci cümlenin öznesi uyuşmaz. Bu sebeple ikinci cümleye bir özne eklenmesi zorunluluğu doğar. Eğitimin aksaması hepimizi üzüyor, halbuki her şeyden daha gerekli. (eğitim) =>Hiç kimse böyle bir şeye ihtimal vermiyor, ona güveniyordu. (herkes) =>Parktaki adamla herkes ilgilendi; çok güzel konuşuyordu. (adam) b. Yüklem eksikliği Ortak kullanılan yüklem cümlelerden birine uymayabilir. Bu sebeple yeni bir yükleme ihtiyaç duyulur. =>Sen bize layıksın, biz de sana İstanbul. (layığız) =>Yemeğe biraz tuz, biber ve limon sıktı. (tuz, biber ekti) =>O sıralar ben yirmi, o ise on dokuz yaşındaydı. (ben yirmi yaşındaydım) c. Nesne eksikliği Ortak kullanılan nesne, cümlelerden birine uymaz. Bu durumda cümlelerden birine bir nesne eklenmelidir. =>Kalabalıklar beni çok sıkar, o yüzden sevmem. (kalabalıkları) =>Dışarıda lapa lapa kar yağıyor ve biz de seyrediyorduk.(onu) =>Aceleyle arabaya bindi, çalıştırdı ve hızla uzaklaştı. (arabayı çalıştırdı) d. Dolaylı tümleç eksikliği Diğerlerinde olduğu gibi ortak kullanılan dolaylı tümleç, cümlelerden birine uymaz. Bu durumda cümlelerden birine dolaylı tümleç eklenmelidir. =>Çekmeceyi açıp değerli eşyalarını yerleştirdi. (çekmeceye) =>Kardeşini çok sever ve her konuda yardımcı olurdu. (ona) =>Yavaşça odaya girdi, bir şeyler aradı, sonra usulca çıktı. (odadan) e. Zarf (edat) tümleci eksikliği Cümlelerden birine zarf tümleci olacak ifadelerin eklenmesi gereklidir. =>İngilizler biraz soğuk insanlar ama yine de iyi anlaşıyoruz.(onlarla) =>Dostlarımı kaybettim, yollarımız ayrıldı bir bir. (onlarla) f. Tamlayan eksikliği Tamlayanlar cümlede tek başına bir öğe değildir; ancak onlardan kaynaklanan anlatım bozukluğu öğe eksikliklerine benzer bir yanlışlıktır.Cümledeki ifadelerden birinde tek başına tamlanan unsuru bulunursa, anlam belirsizliğini gidermek için bu kısma tamlayanın da eklenmesi zorunluluğu ortaya çıkar. =>Oda birkaç haftadır temizlenmiyor, duvarları örümcek bağladı. (odanın duvarları) =>Bir akşam çıkıp geldi, gelmesi hepimizde büyük bir sevinç yarattı. (onun gelmesi) 4. Tamlama Yanlışları Tamlama yanlışları birkaç farklı şekilde karşımıza çıkabilir. Aynı cümlede hem isim tamlamasının hem de sıfat tamlamasının ortak bir sözcüğe bağlanması tamlama yanlışlığı meydana getirir. =>Ekonomi ve kültürel açılardan…(ekonomik ve kültürel açıdan) =>Fen ve askeri liseler…(fen liseleri ve askeri liseler) =>Kamu ve özel kuruluşlar…(kamu kuruluşları ve özel kuruluşlar) =>Askeri ve polis güçleri…(askeri güçler ve polis güçleri) =>Kültürel ve tarih gerçekleri…(kültürel ve tarihsel gerçekler) Bazı tamlamalarda yan yana kullanılan sözcükler yanlış anlamlar ortaya çıkarabilir. Dağ ve nehir yatakları… Camlar ve kapının kolu… Tamlanan ekinin kullanılmaması da tamlama yanlışlığı dır. Bu yanlışlık ek ve yapı yanlışı olarak da değerlendirilebilir. =>Çocuklar manavın elma ve portakallarını yürütmüşler. (doğrusu …elmalarını ve portakallarını…) Bazı sıfat tamlamalarındaki “ler” ekinin fazladan kullanılması da tamlama yanlışlığıdır. =>Ne kadar öğrenciler katıldı geziye. =>Yüzlerce askerler toplandı meydanda. =>Birçok insanlar bu konuda yanılıyorlar. 5. Bağlaç Yanlışları Türkçede “fakat, ama, lakin…” gibi bağlaçlar genellikle bir önceki cümlenin karşıtı bir düşünceyi veya birinci cümledeki düşünce ile ilgili bir şartı ifade eder. “çünkü” bağlacı bir önceki cümleyi açıkla-yıcı niteliktedir. “ve” bağlacı bir önceki cümle ile aynı doğrultuda bir düşünceyi ifade eder. Bağlaçların bu açıklamalar dışında kullanımı anlatım bozukluğuna yol açar. Örneğin, “ve” veya “fakat” bağlacından sonra eğer bir açıklama cümlesi gelirse anlatım bozukluğu meydana gelir. =>Bizimle okula kadar geldi; fakat derse girdi. =>Komşularını çok seviyor; üstelik bütün zor günlerinde yardıma hep onlar koşmuştur. =>Ancak ne var ki annemle böyle konuşmalısın. =>Geleceğini belki de düşünmüş olabilir. =>İşimi bitirip ve hemen döneceğim. =>Düğüne katılmayacaksan hiç olmazsa bari bir kutlama telgrafı çek YAZIM KURALLARI 1. Büyük Harflerin Kullanımı A. Cümle büyük harfle baĢlar: Ak akçe kara gün içindir. * UYARI: İki çizgi arasındaki açıklama cümleleri büyük harfle başlamaz: Bu sefer de onları -her zamanki yerlerinde bulmak ihtimaliyle- farkında olmadan aramıştım. Ġki noktadan sonra gelen cümleler büyük harfle baĢlar: Menfaat sandalyeye benzer: Başında taşırsan seni küçültür, ayağının altına alırsan yükseltir. * UYARI: İki noktadan sonra cümle ve özel ad niteliğinde olmayan örnekler sıralandığında bunlar büyük harfle başlamaz: Bu eskiliği siz de çok evde görmüşsünüzdür: duvarlarda çiviler, çivi yerleri, lekeler… 2007 yılında Türk Dil Kurumu‟nun 75. yılını kutladık. "Et-, ol-" fiilleri, dilimizde en sık kullanılan yardımcı fiillerdir. C. Özel adlar büyük harfle baĢlar: 1. Kişi adlarıyla soyadları büyük harfle başlar: Mustafa Kemal Atatürk * Takma adlar da büyük harfle başlar: Demirtaş Ziya Gökalp Tarhan Ömer Seyfettin Deli Ozan Faruk Nafiz Server Bedi Peyami Safa İrfan Kudret Cahit Sıtkı Tarancı Mehmet Ali Sel Orhan Veli Kanık 2. KiĢi adlarından önce ve sonra gelen unvanlar, saygı sözleri, rütbe adları ve lakaplar Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Kaymakam Erol Bey, Genç Osman, Deli Petro vb. Akrabalık adı olup lakap veya unvan olarak kullanılan kelimeler büyük harfle baĢlar: Baba Gündüz, Dayı Kemal, Hala Sultan, Nene Hatun; Gül Baba, Susuz Dede, Telli Baba vb. UYARI: Akrabalık bildiren kelimeler küçük harfle başlar: Tülay ablama gittim. Ayşe teyzemin keki çok güzel. 3. Cümle içinde özel adın yerine kullanılan makam veya unvan sözleri büyük harfle başlar: Uzak Doğu‟dan gelen heyeti Vali dün kabul etti. 4. Saygı bildiren sözlerden sonra gelen ve makam, mevki, unvan bildiren kelimeler Sayın Bakan,Sayın Rektör,Sayın Vali, Mektuplarda ve resmî yazışmalarda hitaplar büyük harfle başlar: Sevgili Kardeşim, 5. Hayvanlara: Boncuk, Fındık, Minnoş, 6. Millet, boy, oymak adları Alman, Arap, Türk; Hacımusalı, Karakeçili vb. 7. Dil ve lehçe adları Türkçe, Oğuzca… 8. Devlet adları Türkiye Cumhuriyeti, Kırım Özerk Cumhuriyeti vb. 9. Din ve mezhep adları Müslümanlık, Budist; Hanefilik, Hanefi; Katoliklik 10. Din ve mitoloji ile ilgili özel adlar: Tanrı, Allah, İlah, Cebrail, Zeus, Osiris, Kibele vb. * UYARI: “Tanrı, Allah, İlah” sözleri özel ad olarak kullanılmadıklarında küçük harfle başlar: Eski Yunan tanrıları, müzik dünyasının ilahı. 11. Gezegen ve yıldız adları büyük harfle başlar: Merkür, Neptün, Satürn; Halley vb. * UYARI: Dünya, güneş, ay kelimeleri gezegen anlamı dışında kullanıldıklarında küçük harfle başlar: Biz dünyadan ayrı yaşarken dünya epey değişmiş. 12. Batı medeniyeti, Doğu mistisizmi vb. * UYARI: Bu sözler yön bildirdiğinde küçük yazılır: Bursa‟nın doğusu, Ankara‟nın batısı vb. 13. Yer adları (kıta, bölge, il, ilçe, köy, semt vb.) büyük harfle başlar: Afrika; İç Anadolu; İstanbul; Bahçelievler, Kızılay 14. Yer adlarında ilk isimden sonra gelen ve deniz, nehir, göl, dağ, boğaz vb. tür bildiren ikinci isimler: Ağrı Dağı, Asya Yakası, Çanakkale Boğazı, Ege Denizi, Fırat Nehri, Süveyş Kanalı, Tuna Nehri, Van Gölü, Zigana Geçidi vb. * UYARI: Özel ada dâhil olmayıp tamlama kuran şehir, il, ilçe, belde, köy vb. sözler küçük harfle başlar: Konya ili, Etimesgut ilçesi, Uzungöl beldesi, Taflan köyü vb. 15. mahalle, meydan, bulvar, cadde, sokak kelimeleri büyük harfle başlar: Yunus Emre Mahallesi, Karaköy Meydanı, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Nene Hatun Caddesi, İnkılap Sokağı vb. 16. Saray, köşk, han, kale, köprü, kule, anıt vb. yapı adlarının bütün kelimeleri büyük harfle başlar: Dolmabahçe Sarayı, Horozlu Han, Ankara Kalesi, Galata Köprüsü, Beyazıt Kulesi, Bilge Kağan Anıtı vb. kısaltmalısöyleyiş söz konusu olduğunda Hisar‟dan, Boğaz‟dan, Köşk‟e vb. 17. Kurum, kuruluĢ ve kurul: Türk Dil Kurumu, Millî Kütüphane, Atatürk Orman Çiftliği, Çankaya Lisesi; Anadolu Kulübü, Mavi Köşe Bakkaliyesi; Türk Ocağı, Yeşilay Derneği, Emek İnşaat; Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü vb. 19. Kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge, genelge Medeni Kanun, Türk Bayrağı Tüzüğü, Telif Hakkı Yayın ve Satış Yönetmeliği vb. 20. Kurum, kuruluş, kurul, merkez, bakanlık, üniversite, fakülte, bölüm, kanun, tüzük, yönetmelik ve makam sözleri asılları kastedildiğinde büyük harfle başlar: Bu yıl ise Meclis, yeni döneme erken başlayacak. Yapılan işlem Yönetmelik‟in 4‟üncü maddesine aykırı düşmektedir. 21. Kitap, dergi, gazete ve sanat eseri: Kendi Gök Kubbemiz, Resmî Gazete, Hürriyet; Kaplumbağa Terbiyecisi; Yorgun Herkül; Saraydan Kız Kaçırma, Onuncu Yıl Marşı vb. * UYARI: Özel ada dâhil olmayan gazete, dergi, tablo vb. sözler büyük harfle başlamaz: Milliyet gazetesi, Türk Dili dergisi, Halı Dokuyan Kızlar tablosu vb. * UYARI: Mai ve Siyah, Diyorlar ki, Ya Devlet Başa ya Kuzgun Leşe, 22. Ulusal, resmî ve dinî bayramlar Cumhuriyet Bayramı, Kurban Bayramı, Nevruz Bayramı, Miraç Kandili; Anneler Günü, Dünya Tiyatro Günü, Hıdırellez vb. 23. Tarihî olay, çağ ve dönem adları : Millî Mücadele, Cilalı Taş Devri, İlk Çağ, Lale Devri, Cahiliye Dönemi, Buzul Dönemi, Millî Edebiyat Dönemi, Servetifünun Dönemi‟nin vb. 24. Özel adlardan türetilen bütün kelimeler: Türklük, Türkleşmek, Türkçü, * UYARI: Özel ad kendi anlamı dışında yeni bir anlam kazanmışsa büyük harfle baĢlamaz: acem , hicaz , amper ,jul, allahlık, donkişotluk * UYARI: Para birimleri büyük harfle başlamaz: avro, dinar, dolar, lira, kuruş, liret vb. 25. Yer, millet ve kişi adlarıyla kurulan birleşik kelimelerde sadece özel adlar büyük harfle başlar: Antep fıstığı, Brüksel lahanası, Frenk gömleği, Hindistan cevizi, İngiliz anahtarı, Japon gülü, Maraş dondurması, Van kedisi vb. Ç. Belirli bir tarih bildiren ay ve gün adları büyük harfle başlar: 29 Mayıs 1453 Salı günü, 29 Ekim 1923, 28 Aralık 1982‟de göreve başladı. Lale Festivali 25 Haziran‟da başlayacak. Okullar genellikle eylülün ikinci haftası pazartesi öğretime başlar. D. Tabela, levha ve levha niteliğindeki yazılarda geçen kelimeler Giriş, Çıkış, Müdür, Vezne, Başkan, Doktor, Otobüs Durağı, Dolmuş Durağı, Şehirler Arası Telefon 2. Sayıların YazılıĢı 1. Sayılar harflerle de yazılabilir: bin yıldan beri, on dört gün, saat, para tutarı, ölçü, istatistik verilere ilişkin sayılarda rakam kullanılır: 17.30‟da, 11.00‟de, 1.500.000 lira, 25 kilogram, Saatler ve dakikalar metin içinde yazıyla da yazılabilir: saat dokuzu beş geçe bin, milyon, milyar ve trilyon sözleri harfle yazılabilir: 1 milyar 500 milyon kişi, 3 bin 255 kalem, 8 trilyon 412 milyar vb. 2. Birden fazla kelimeden oluşan sayılar ayrı yazılır: iki yüz, üç yüz altmış beş, bin iki yüz elli bir vb. 3. Para ile ilgili işlemlerle senet, çek vb. ticari belgelerde geçen sayılar bitişik yazılır: 650,35 (altıyüzelliTL,otuzbeşkr.) Adları sayılardan oluşan iskambil oyunları bitişik yazılır: altmışaltı, ellibir, yirmibir vb. 7. Çok basamaklı sayılar 49.750.812 8. Sayılarda kesirler virgülle: 15,2 9. Sıra sayıları yazıyla ve rakamla gösterilebilir: 15. , 15‟inci; XX.,XX’nci vb. * UYARI: 8.‟inci değil 8‟inci 10. Üleştirme sayıları rakamla değil yazıyla: 2‟şer değil ikişer,9‟ar değil dokuzar, 100‟erdeğil yüzer vb. 12. Bir zorunluluk olmadıkça cümle rakamla başlamaz. 3. PekiĢtirmelerin YazılıĢı Sıfat veya zarf görevindeki pekiştirmeli sözler bitişik yazılır: apaçık, apak, büsbütün, çepeçevre, çırılçıplak, dümdüz, düpedüz, güpegündüz, paramparça, sapasağlam, sırılsıklam, sırsıklam vb. 5. Ek Fiilin YazılıĢı Ek fiilin çekimli biçimleri (idi, imiş, ise) ayrı yazılabildiği gibi bitişik olarak da yazılabilir. yorgun-du (yorgun idi), güzel-miş (güzel imiş), gelir-se (gelir ise) vb. sonuncu-y-du (sonuncu idi), yabancı-y-mış (yabancı imiş), ne-y-se (ne ise) vb. Ek-fiilin zarf-fiil eki almış biçimi olan iken ayrı yazılabildiği gibi kelimelere eklenerek de yazılabilir. Eklenerek yazıldığında baştaki i düşer. Eklendiği kelimenin ünlüleri kalın olsa da ken zarf-fiil ekinin ünlüsü ince kalır: başlayacak-ken (başlayacak iken), 6. Ġle‟nin YazılıĢı ile, ayrı olarak yazılabildiği gibi kelimelere eklenerek de yazılabilir. bulut-la (bulut ile), çiçek-le (çiçek ile), arkadaşı-y-la (arkadaşı ile 7. Bağlaç Olan Ki‟ Nin YazılıĢı Bağlaç olan ki ayrı yazılır: bilmem ki, demek ki, kaldı ki vb. Birkaç örnekte ki bağlacı kalıplaşmış olduğu için bitişik yazılır: belki, çünkü, hâlbuki, mademki, meğerki, oysaki, sanki. 8. Bağlaç Olan De‟nin YazılıĢı Bağlaç olan da / de ayrı yazılır Kızı da geldi gelini de. Durumu oğluna da bildirdi. Sen de mi kardeşim? Güç de olsa. Konuşur da konuşur. *UYARI: Ayrı yazılan da / de hiçbir zaman ta / te biçiminde yazılmaz: Gidip de gelmemek var, gelip de görmemek var (Gidip te gelmemek var, gelip te görmemek var değil) *UYARI: Ya sözüyle birlikte kullanılan da ayrı yazılır: ya da *UYARI: Da / de bağlacını kendisinden önceki kelimeden kesme ile ayırmak yanlıştır: Ayşe de geldi(Ayşe‟de geldi değil). Kitabın kapağına da dikkat et (Kitabın kapağına‟da dikkat 9. Soru Ekinin YazılıĢı Bu ek gelenekleşmiş olarak ayrı yazılır Kaldı mı? Sen de mi geldin? Olur mu? Soru ekinden sonra gelen ekler, bu eke bitişik olarak yazılır: Verecek misin? Okuyor muyuz? Bu ek sorudan başka görevlerde kullanıldığında da ayrı yazılır: Güzel mi güzel! Yağmur yağdı mı dışarı çıkamayız. UYARI: Birleşik fiillerde mi soru eki iki kelimenin arasına da gelebilir: Vaz mı geçtin? 10. Hece Bölünmesi Satıra sığmayan kelimeler bölünürken satır sonuna kısa çizgi (-) konur. İlk heceden sonraki heceler ünsüzle başlar. BitiĢik yazılan kelimelerde de bu kurala uyulur: ba-şöğ-ret-men, il-ko-kul, Ka-ra-os-ma-noğ-lu vb. Ayırmada satır sonunda ve satır baĢında tek harf bırakılmaz: ………………........................................ u-çurtma değil, ……………….........................................uçurt-ma; .............................................................. müdafaa değil, .............................................................. müdafaa; Kesme işareti satır sonuna geldiğinde yalnız kesme işareti kullanılır; ayrıca çizgi kullanılmaz. ......................................................…….Edirne‟ nin...doğru ............................................................ Edirne-‟ nin...yanlış 11. Ġkilemelerin Yazımı İkilemeler ayrı yazılır: adım adım, ağır ağır, akın akın, allak bullak, kırk elli (yıl), üç beş (kişi), yüz yüz elli (yıllık) vb. ev bark, konu komşu, pılı pırtı, salkım saçak, sere serpe, soy sop, m ile yapılmış ikilemeler: at mat, çocuk mocuk, dolap molap, kapı mapıvb. İsim durum ekleri ve iyelik ekiyle yapılan ikilemeler de ayrı yazılır: baş başa, el ele, göz göze, iç içe; baştan başa; başa baş, bire bir (ölçü), dişe diş, göze göz, teke tek; ardı ardına, boşu boşuna, günü gününe, peşi peşine, ucu ucuna vb. 12. Alıntıların Yazımı Alıntı kelimelerin yazılışlarıyla ilgili bazı noktalar aşağıda gösterilmiştir: Çift ünsüz harfle başlayan Batı kökenli alıntılar, ünsüzler arasına ünlü konulmadan yazılır: francala, gram, gramer, gramofon, grup, Hristiyan, kral, kredi, kritik, plan, pratik, problem, profesör, program, proje, propaganda, Batı kökenli alıntıların içindeki ve sonundaki g ünsüzleri olduğu gibi korunur: biyografi, diyagram, dogma, magma, monografi, paragraf, program; arkeolog, demagog, diyalog, filolog, jeolog, katalog, monolog, psikolog, ürolog vb. Ancak fotoğraf ve topoğraf, topoğrafya kelimelerinde g‟ler, ğ‟ye döner. 13. Kısaltmalar Kısaltma; bir kelimenin, terimin veya özel adın, içerdiği harflerden biri veya birkaçı ile daha kısa olarak ifade edilmesi ve simgeleştirilmesidir. Kısaltmalarla ilgili kurallar şunlardır: 1.KuruluĢ, ülke, kitap, dergi ve yön adlarının kısaltmaları her kelimenin ilk harfinin büyük olarak yazılmasıyla yapılır: TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi TDK Türk Dil Kurumu ABD Amerika Birleşik Devletleri KB Kutadgu Bilig TDED Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi TÖMER Türkçe Öğretim Merkezi Gelenekleşmiş olan T.C. ve T. 2. Ölçü birimlerinin uluslararası kısaltmaları: m , mm , cm , km, g , kg , l cm’yi, kg’dan,mm’den, kr.un. 3. Kısaltılan kelime veya kelime grubu; özel ad, unvan veya rütbe ise ilk harf büyük; cins isim ise ilk harf küçük olur: Alm., İng., Kocatepe Mah., Güniz Sok., Prof., haz., çev., ed., fiz., kim. vb.leri, Alm.dan, İng.yi BDT‟ye, TDK‟den, THY‟de, TRT‟den, TL‟nin vb. Ancak bir kelime gibi okunan kısaltmalara getirilen eklerde kısaltmanın okunuşu esas alınır: ASELSAN‟da, BOTAŞ‟ın, NATO‟dan,UNESCO‟ya, CMUK‟un vb. No.lu, No.suz 14. Yabancı Adların YazılıĢı Latin harflerini kullanan dillerdeki özel adlar özgün biçimleriyle yazılır: Beethoven, Byron, Cervantes, Batı dillerinde kullanılan adların okunuşları ayraç içinde gösterilebilir: Shakespeare (Şekspir) vb. Kökeni Arapça ve Farsça olan kişi ve yer adları Türkçenin ses ve yapı özelliklerine göre yazılır: Ahmet, Bedrettin, Fuat, Mehmet, Necmettin 15. Ayrı Yazılan BirleĢik Kelimeler 1.Etmek, edilmek, eylemek, olmak, olunmak yardımcı fiilleriyle kurulan birleşik fiiller, ilk kelimesinde herhangi bir ses düşmesi veya türemesine uğramazsa ayrı yazılır: alt etmek, arz etmek, var olmak, yok etmek, yok olmak vb. 2. BirleĢme sırasında kelimelerinden hiçbiri veya ikinci kelimesi anlam değiĢikliğine uğramayan birleĢik kelimeler ayrı yazılır. a. Hayvan türlerinden birinin adı: kılıç balığı, köpek balığı, ton balığı, yılan balığı; acı balık, bıyıklı balık, dikenli balık vb. ardıç kuşu, arı kuşu, çalı kuşu, deve kuşu, muhabbet kuşu, saka kuşu, tarla kuşu, yağmur kuşu; ağustos böceği, ateş böceği, cırcır böceği, hamam böceği, ipek böceği, uçuç böceği, uğur böceği; sümüklü böcek vb. at sineği, uyuz sineği vb. deniz yılanı, su yılanı; Ankara keçisi, dağ keçisi, yaban keçisi; fındık faresi, tarla faresi; dağ sıçanı, tarla sıçanı; bal arısı; Pekin ördeği, deniz ördeği; Ankara kedisi. b. Bitki türlerinden birinin adı: ayrıkotu, beşparmak otu, çörek otu, eğrelti otu, güzelavrat otu, ökse otu, pisipisi otu, yüksük otu; acı ot, sütlü ot vb. çuhaçiçeği, güzelhatun çiçeği, ipek çiçeği, küpe çiçeği, lavanta çiçeği mantarağacı, öd ağacı, tespih ağacı vb. meyankökü; ek kök, saçak kök, yumru kök vb. yerelması; çalı dikeni, deve dikeni; kuş üzümü; at kestanesi, kuzu kestanesi; can eriği; kuzu mantarı, yer mantarı; su kamışı, şeker kamışı; ayı gülü, Japon gülü; Antep fıstığı, çam fıstığı; sırık fasulyesi, soya fasulyesi; Afrika menekşesi, deniz menekşesi; Japon sarmaşığı, kuzu sarmaşığı; Hint inciri, kavak inciri; armut kurusu, kayısı kurusu; şeker pancarı vb. kuru fasulye, kuru incir, kuru soğan, kuru üzüm vb. * UYARI: Çiçek dışında taşıyan baklaçiçeği (renk), narçiçeği (renk, suçiçeği (hastalık); anlamlar ot dışında anlamlar taşıyan ağızotu (barut), sıçanotu (arsenik); ses düşmesine uğramış olan semizotu, dereotu bitişik yazılır. olan çöreotu ve yazımı gelenekleşmiş c. Nesne, eĢya ve alet adları: alçı taşı, bileği taşı, çakmak taşı, kireç taşı, lüle taşı, Oltu taşı, yılan taşı;, damla taş, dikili taş vb. arapsabunu, el sabunu; yel değirmeni; kahve dolabı; müzik odası, oturma odası; duvar saati, kol saati; duvar takvimi, masa takvimi; kriz masası, yemek masası; itfaiye aracı; masa örtüsü; el kitabı; Frenk gömleği, İngiliz anahtarı; alt geçit, tüp geçit, üst geçit; çekme kat, dolma kalem, dönme dolap, toplu iğne, vurmalı çalgılar, vurmalı sazlar, yapma çiçek vb. afyonruhu, katran ruhu, tuz ruhu vb. ç. Yol ve ulaĢımla ilgili kelimeler: Arnavut kaldırımı; çevre yolu, deniz yolu, hava yolu, kara yolu, keçi yolu d. Durum, olgu ve olay bildiren sözler: açık oturum, açık öğretim, ana dili, Ay tutulması, baş ağrısı (hastalık), baş belası, baş dönmesi, çıkış yolu, çözüm yolu, dil birliği, din birliği, güç birliği, iş birliği, iş bölümü, madde başı, ses uyumu, yer çekimi vb. e. Bilim ve bilgi sözleri: anlam bilimi, dil bilimi, edebiyat bilimi, gök bilimi, halk bilimi, ruh bilimi, toplum bilim; dil bilgisi, halk bilgisi, ses bilgisi, şekil bilgisi vb. f. Yuvar ve küre sözleri: göz yuvarı, hava yuvarı, ısı yuvarı, ışık yuvarı, renk yuvarı, yer yuvarı; hava küre, ışık küre, su küre, taş küre, yarı küre, yarım küre vb. g. Yiyecek, içecek adları: bohça böreği, talaş böreği; badem yağı, kuyruk yağı; arpa suyu, maden suyu; tulum peyniri, beyaz peynir; Adana kebabı, tas kebabı; İnegöl köftesi, İzmir köftesi; ezogelin çorbası, yoğurt çorbası; irmik helvası; acı badem kurabiyesi; Kemalpaşa tatlısı, yoğurt tatlısı; badem şekeri, kestane şekeri; balık yumurtası, lop yumurta vb. burgu makarna; kakaolu kek, üzümlü kek; çiğ köfte, içli köfte; dolma biber, sivri biber; esmer şeker, kesme şeker; süzme yoğurt; yarma şeftali; kuru yemiş vb. ğ. Gök cisimleri: Çoban Yıldızı, Kervan Yıldızı, Kutup Yıldızı, kuyruklu yıldız; gök taşı, hava taşı, meteor taşı vb. h. Organ veya organ yerine geçen sözler: patlak göz; aşık kemiği, elmacık kemiği; serçe parmak, şehadet parmağı, yüzük parmağı; azı dişi, köpek dişi, süt dişi; kuyruk sokumu, safra kesesi; çatma kaş, takma diş, takma kirpik; ekşi surat; gaga burun (kimse), karga burun, kepçe kulak vb. ı. Benzetme yoluyla insanın bir niteliğini anlatmak üzere bitki, hayvan ve nesne adlarıyla kurulanlar: çetin ceviz, çöpsüz üzüm; eski kurt, sarı çıyan, sağmal inek; eski toprak, eski tüfek, kara maşa, sapsız balta, çakır pençe, demir yumruk, kuru kemik vb. i. Zamanla ilgili birleĢik kelimeler: bağ bozumu, gece yarısı, gün ortası, hafta başı, hafta sonu vb. 3. -r / -ar / -er, -maz / -mez ve -an / -en sıfat-fiil ekleriyle kurulan sıfat tamlaması yapısındaki birleĢik kelimeler ayrı yazılır: bakar kör, çalar saat, çıkar yol, döner sermaye, güler yüz, koşar adım, yazar kasa, yeter sayı; çıkmaz sokak, geçmez akçe, görünmez kaza, ölmez çiçek, tükenmez kalem; uçan daire vb. 4. Renk sözü: bal rengi, duman rengi, gümüş rengi, portakal rengi, saman rengi; ateş kırmızısı, boncuk mavisi, çivit mavisi, gece mavisi, limon sarısı vb. 5. Rengin tonunu belirtmek üzere renkten önce kullanılan sıfatlar ayrı yazılır: açık mavi, açık yeşil, kara sarı, kirli sarı, koyu mavi, koyu yeşil vb. 6. Yer adlarında kullanılan batı, doğu, güney, kuzey, güneybatı, güneydoğu, kuzeybatı, kuzeydoğu, aşağı, yukarı, orta, iç, yakın, uzak kelimeleri ayrı yazılır: Batı Trakya, Güney Kutbu, Güneydoğu Anadolu, Aşağı Ayrancı, Orta Asya, Orta Doğu, İç Asya, İç Anadolu, Uzak Doğu vb. 7. KiĢi adlarından oluĢmuĢ mahalle, bulvar, cadde, sokak, ilçe, köy vb. yer ve kuruluĢ adlarında, sondaki unvanlar hariç Ģahıs adları ayrı yazılır: Yunus Emre Mahallesi; Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Ziya Gökalp Bulvarı; Nene Hatun Caddesi; Fevzi Çakmak Sokağı, Cemal Nadir Sokağı; Koca Mustafapaşa; Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi, Sütçü İmam Üniversitesi vb. 8. Dış, iç, sıra sözleriyle oluĢturulanlar ahlak dışı, çağ dışı, din dışı, kanun dışı, olağan dışı, yasa dışı; ceviz içi, hafta içi, yurt içi; aklı sıra, ardı sıra, peşi sıra, yanı sıra vb. 9. SOMUT olarak YER belirten alt ve üst sözleriyle oluĢturulan birleĢik kelime ve terimler ayrı yazılır: deri altı, su altı, toprak altı, yer altı (yüzey); böbrek üstü bezi, tepe üstü (en yüksek nokta) vb. 10. Alt, üst, ana, ön, art, arka, yan, karşı, iç, dış, orta, büyük, küçük, sağ, sol, peşin, bir, iki, tek, çok, çift sözlerinin BAŞA getirilmesiyle oluĢturulanlar alt kurul, alt yazı; üst kat, üst küme; ana bilim dalı, ana dili; ön söz, ön yargı; art damak, art niyet; arka plan; yan cümle, yan etki; karşı görüş, karşı oy; iç savaş, iç tüzük; dış borç, dış hat; orta kulak, orta oyunu; küçük harf, küçük parmak; peşin fikir, peşin hüküm; bir hücreli; iki anlamlı, iki eşeyli; tek eşli, tek hücreli; çok düzlemli, çok hücreli; çift ayaklılar vb. * UYARI: İçişleri, Dışişleri, Genelkurmay gibi kelimeler kanunla belirlenmiş olduğu için bitişiktir. 16. BitiĢik Yazılan BirleĢik Kelimeler 1. Ses düşmesine uğrayan bil söz: birbiri (< biri biri), pazartesi (< pazar ertesi), sütlaç (< sütlü aş) vb. 2. Özgün biçimleri tek heceli bazı Arapça kökenli kelimeler etmek, edilmek, eylemek, olmak, olunmak yardımcı fiilleriyle birleşirken ses düşmesine, ses değişmesine veya ses türemesine uğradıklarında bitişik yazılır: emretmek, menolunmak, cemetmek, kaybolmak; darbetmek, dercetmek, hamdetmek; affetmek, hissetmek, reddetmek vb. 3. Kelimelerden her ikisi veya ikincisi, birleşme sırasında anlam değişmesine uğradığında bu tür birleşik kelimeler bitişik yazılır. a. Bitki: aslanağzı, civanperçemi, keçiboynuzu, kuşburnu, ayşekadın (fasulye), hafızali (üzüm), camgüzeli, çadıruşağı, b. Hayvan: danaburnu (böcek), karagöz (balık), karafatma (böcek), kızılkanat (balık), sarıkuyruk (balık), yeşilbaş (örd ek), yalıçapkını (kuş), karadul(örümcek) vb. c. Hastalık: itdirseği (arpacık), delibaş, karabaş, karabacak vb. ç. Alet ve eĢya adları: balıkgözü (halka), deveboynu (boru), domuztırnağı (kanca), horozayağı(burgu), karga burnu (alet), keçigözü (lamba), sıçankuyruğu (törpü), gagaburun(gemi), kancabaş (ka yık), adayavrusu (tekne) vb. d. Biçim, tarz, tür, motif vb. adlar: biçimi), balıksırtı (desen), civankaşı (nakış),eşeksırtı (çatıbiçimi), kazkanadı (oyun), kırlangıçkuyruğu (işaret), ayıbacağı (yelken e. Yiyecekadları: hanımgöbeği (tatlı), kadınbudu (köfte), kedidili (bisküvi), dilberdudağı (tatlı),tavukgöğ sü (tatlı), vezirparmağı (tatlı), bülbülyuvası (tatlı), kuşlokumu (kurabiye), alinazik (keb ap) vb. f. Oyun adları: beştaş, dokuztaş, üçtaş vb. g. Gök cisimlerinin adları: Altıkardeş (yıldız kümesi), Arıkovanı (yıldız kümesi), Büyükayı (yıldız kümesi), Demirkazık (yıldız), Küçükayı (yıldız kümesi), Kervankıran (yıldız), Samanyolu (yıldız kümesi),Yedikardeş (yıldız kümesi) vb. h. Oğlu, kızı sözleri: çapanoğlu,eloğlu, hinoğluhin, elkızı vb. 4. -a, -e, -ı, -i, -u, -ü zarf-fiil ekleriyle bilmek, vermek, kalmak, durmak, gelmek ve yazmak fiilleriyle yapılan tasvirî fiiller bitişik yazılır: düşünebilmek, sevebilmek; alıvermek, gülüvermek; uyuyakalmak; gidedurmak, yazadurmak; çıkagelmek, süregelmek; düşeyazmak, öleyazmak vb. 5. Bir veya iki ögesi emir kipiyle kurulan kalıplaşmış birleşik kelimeler bitişik yazılır: albeni, ateşkes, incitmebeni, sallabaş, unutmabeni; batçık, çekyat, geçgeç, kapkaç, örtbas, seçal, tutkal, veryansın, yapboz, yazboz vb. 6. -an/-en, -r/-ar/-er/-ır/-ir, -maz/-mez ve -mış/-miş sıfat-fiil ekleriyle kurulan kalıplaşmış birleşik kelimeler bitişik yazılır: cankurtaran, çöpçatan, dalgakıran, demirkapan, gökdelen, altıpatlar, barışsever, değerbilmez, etyemez, kuşkonmaz, külyutmaz, tanrıtanımaz, varyemez;çokbilmiş, 7. İkinci kelimesi -dı (-di / -du / -dü, -tı / -ti / -tu / -tü) kalıplaşmış belirli geçmiş zaman ekleriyle kurulan birleşik kelimeler bitişik yazılır: fırdöndü, gecekondu, gündöndü, hünkârbeğendi, imambayıldı, karyağdı, külbastı, mirasyedi, papazkaçtı, serdengeçti, şıpsevdi, 8. Her iki kelimesi de -dı (-di / -du / -dü, -tı / -ti / -tu / -tü) belirli geçmiş zaman veya -r /-ar /-er geniş zaman eklerini almış ve kalıplaşmış bulunan birleşik kelimeler bitişik yazılır: dedikodu, kaptıkaçtı, oldubitti, uçtuuçtu; biçerbağlar, biçerdöver, göçerkonar, kazaratar, konargöçer, okuryazar, uyurgezer, yanardöner, yüzergezer vb. 9. Somut olarak yer bildirmeyen alt, üst ve üzeri sözlerinin sona getirilmesiyle kurulan birleşik kelimeler bitişik yazılır: ayakaltı, bilinçaltı, gözaltı (gözetim), şuuraltı; akşamüstü, ayaküstü, bayramüstü, gerçeküstü, ikindiüstü, olağanüstü, öğleüstü, öğleüzeri, suçüstü, yüzüstü; akşamüzeri, ayaküzeri vb. 10. İki veya daha çok kelimenin birleşmesinden oluşmuş kişi adları, soyadları ve lakaplar bitişik yazılır: Gökalp, Güntekin, İnönü, Karaosmanoğlu, Tanpınar, Yurdakul; Boynueğri Mehmet Paşa, Tepedelenli Ali Paşa, Yirmisekiz Çelebi Mehmet, 11. İki veya daha çok kelimeden oluşmuş il, ilçe, semt vb. yer adları bitişik yazılır: Çanakkale, Gümüşhane; Acıpayam, Pınarbaşı, Şebinkarahisar; Beşiktaş, Kabataş vb. Şehir, köy, mahalle, dağ, tepe, deniz, göl, ırmak, su, çay vb. Akşehir, Eskişehir, Suşehri, Yenişehir; Atakent, Batıkent, Konutkent, Korukent; Çengelköy; Yenimahalle; Karadağ, Uludağ 12. Kişi adları ve unvanlarından oluşmuş mahalle, meydan, köy vb. yer ve kuruluş adlarında, unvan kelimesi sonda ise gelenekleşmiş olarak bitişik yazılır: Abidinpaşa, Bayrampaşa, Davutpaşa, Gazi Osmanpaşa (mahalle); Ertuğrulgazi (ilçe), Kemalpaşa (ilçe); Mustafabey (cadde), Necatibey (cadde)vb. 13. Ara yönleri belirten kelimeler bitişik yazılır: güneybatı, güneydoğu, kuzeybatı, kuzeydoğu 14. Dilimizde her iki ögesi de asıl anlamını koruduğu hâlde yaygın bir biçimde gelenekleşmiş olarak bitişik yazılan kelimeler de vardır: a. Baş sözüyle oluşturulan sıfat tamlamaları: başbakan, başçavuş, başhekim, başhemşire, başkent, başkomutan, başköşe, başmüfettiş, başöğretmen, başparmak, başpehlivan, başrol, başsavcı, başyazar vb. b. Bir topluluğun yöneticisi anlamındaki başı sözüyle oluşturulan belirtisiz isim tamlamaları: aşçıbaşı, binbaşı, çarkçıbaşı, çeribaşı, elebaşı, mehterbaşı, onbaşı, ustabaşı, yüzbaşı vb. c. Ağa, baba, bey, efendi, hanım, nine vb. sözlerle kurulan birleşik kelimeler: ağababa, ağabey, beyefendi, efendibaba, hanımanne, hanımefendi, hacıağa, kadınnine, paşababa vb. ç. Biraz, birçok, birçoğu, birkaç, birkaçı, birtakım, herhangi, hiçbir, hiçbiri belirsizlik sıfat ve zamirleri de gelenekleşmiş olarak bitişik yazılır. 15. Ev kelimesiyle kurulan birleşik kelimeler bitişik yazılır: aşevi, bakımevi, basımevi, doğumevi, gözlemevi, huzurevi, kahveevi, konukevi, orduevi, öğretmenevi, polisevi, yayınevi vb. 16. Hane, name, zade kelimeleriyle oluşturulan birleşik kelimeler bitişik yazılır: çayhane, dershane, kahvehane, yazıhane; beyanname, kanunname, seyahatname, siyasetname; amcazade, dayızade, teyzezade vb. 17. -zede ile oluşturulmuş birleşik kelimeler bitişik yazılır: depremzede, afetzede, selzede, kazazede vb. 18. Farsça kurala göre oluşturulan sözler bitişik yazılır: cihanşümul; ehlibeyt, gayrimenkul, gayrimeşru, suikast; cürmümeşhut, hamdüsena, hercümerç, hüsnükuruntu, hüsnüniyet vb. 19. Arapça kurala göre oluşturulan sözler bitişik yazılır: aliyyülâlâ, ceffelkalem, darülaceze, fevkalade, fevkalbeşer, şeyhülislam, aleykümselam, fisebilillah, hafazanallah, inşallah, maşallah, velhasıl vb. 20. Müzikte kullanılan makam adları bitişik yazılır: acembuselik, hisarbuselik, muhayyerkürdi vb. 21. Kanunda bitişik geçen veya bitişik olarak tescil ettirilmiş olan kuruluş adları bitişik yazılır: İçişleri, Dışişleri, Genelkurmay, Yükseköğretim Kurulu, Açıköğretim Fakültesi, Gaziosmanpaşa Üniversitesi vb. 22. Renk adlarıyla kurulan bitki, hayvan veya hastalık adları bitişik yazılır: akağaç, alacamenekşe, karadut, sarıçiçek; alabalık, beyazsinek, bozayı; NOKTALAMA ĠġARETLERĠ 1. NOKTALAMA ĠġARETLERĠ Yazılı anlatımda cümle çeşitlerini göstermek, cümle ögelerini birbirinden ayırmak, yazının daha iyi anlaşılmasını sağlamak, okumayı ve anlamayı kolaylaştırmak, yanlış anlaşılmayı engellemek için gereken yerlere belli işaretler konur, bunlara noktalama işaretleri denir. Konuşma sırasındaki duraklamalar, vurgu ve ton gibi anlatım özellikleri de kısmen noktalama işaretleriyle yazıya yansıtılırlar. Böylece yazının daha anlaşılır olmasına ve doğru okunmasına yardım ederler. Noktalama işaretlerinin bir kısmı doğrudan doğruya söz dizimi ile ilgili olup asıl noktalama işaretleridir. Bir kısmı ise asıl işaretlere yardımcı olup başka durumları belirtmeye yarayan yardımcı işaretlerdir. Noktalama işaretleri yazıda kurallara bağlı olarak kullanılırlar. Dizlimizde kullanılan başlıca noktalama işaretleri ve işlevleri şunlardır: 1.1.NOKTA (.) 1.Cümle ya da cümle değerindeki anlatımların sonuna konur. Bu sadece anlamın tamamlandığını değil, bir durak yapılması gerektiğini de belirtir. Noktadan sonra gelen kelime yeni cümlenin baĢı sayılır ve büyük harfle baĢlar. Sanat eserlerinde güzellik, kullanılan malzemeye değil, onları bir araya getiriş, kullanış tarzına bağlıdır. (M. Kaplan, Kültür ve Dil) Şair edebiyat için çalışan bir çıraktır.(Cahit Sıtkı Tarancı, Evime ve Nihal'e Mektuplar) Ağılda oğlak doğsa ovada otu biter.(Atasözü) Arife günü yalan söyleyenin bayram günü yüzü kara çıkar.(Atasözü) ġiirlerde de anlam tamamlandığında nokta konur: Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu. Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu. (Yahya Kemal) Bu vatan toprağın kara bağrında Sıra dağlar gibi duranlarındır. Bir tarih boyunca onun uğrunda Kendini tarihe verenlerindir. (Orhan Şaik Gökyay) 2. Birden çok kelimeli kurum, kuruluĢ ve devlet adlarını belirten kelimelerin ilk harfleri alınarak yapılan bir takım kısaltmalarda her harften sonra konur. T.C. (Türkiye Cumhuriyeti) T. (Türkçe ) Son yıllarda çok kelimeli devlet, kurum ve kuruluş vb. adlarının kısaltmalarında ilk harf veya heceden sonra nokta kullanılmamaktadır: TC (Türkiye Cumhuriyeti) ABD (Amerika Birleşik Devletleri) İÜ (İstanbul Üniversitesi) TBMM (Türkiye Büyük Millet Meclisi) AB (Avrupa Birliği) İMKB (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) KDV (Katma Değer Vergisi) AKM (Atatürk Kültür Merkezi) MEB (Millî Eğitim Bakanlığı) TTK (Türk Tarih Kurumu) CMUK (Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu) 3. Kelimelerde yapılan kısaltmalarda kullanılır. Kısaltılmak istenen kelimenin ilk veya bir kaç harfi alınarak kısaltılır. Özel isimlerin kısaltması ise büyük harfle baĢlar Ar. (Arapça) çev. (çeviri) Far. (Farsça) örn. (örnek) İng. (İngilizce) İst. (İstanbul) zam. (zamir) dil b. (dil bilgisi) Yrd. Doç. (Yardımcı Doçent) Alm. (Almanca) mad. (madde) c. (cilt) sy. (sayı) trc. (tercüme, tercüme eden) s. (sayfa) msl. (meselâ) z.(zarf) 4. Sıra sayı sıfatı eki olan "-ncı/-nci" anlamı vermek için sayıların ardına konur: V. (beşinci) 12. (on ikinci) 3. (üçüncü) 27. (yirmi yedinci) 5. (beşinci) XIX.(ondokuzuncu) Eğer bölüm, yüzyıl veya bir isimden önce sıra belirtilmek isteniyorsa o zaman romen rakamları kullanılır: IV. Murat III. Selim II. Mehmet XIX. Louis XV. yüz yıl XIX. asır 5. Belli bir günü gösteren tarihlerin yazılıĢında gün, ay ve yılı gösteren sayıların arasına konur: 7. 4. 1957 19. 5. 1919 Eğer tarihlerde ay isimleri yazıyla belirtiliyorsa, ay isimlerinden sonra nokta konmaz: 7 Nisan 1957 Salı günü 19 Mayıs 1919 12 Mayıs 1964 29 Ekim 1923 6. Saat ve dakika gösteren sayılarda zaman bölümlerini ayırmak için konur: 16.30 08.45 17.30 09.50 13.15 23.50 Mavi Tren 23.50'de hareket ediyor. Devlet daireleri, yeni uygulamayla 16.30'da kapanıyor. 17.15'te evden çıkarsan 19.45 uçağına yetişebilirsin. 7. Gruplara ayrılan sayılarda basamakların arasına konur: 16.375.843 (on altı milyon, üç yüz yetmiş beş bin, sekiz yüz kırk üç) 35.000.000 (otuz beş milyon) 2.750.000 (iki milyon, yedi yüz elli bin) 8. Çarpma iĢareti yerine kullanılır: 5. 4 = 20 16. 2 = 32 20. 4 = 80 32. 3 = 96 9. Sıra göstermek için kullanılan rakam ve harflerden sonra konur: 2. Bölüm: Sesler Ünlüler A. Ünlüler 1. Kalın ünlüler B. Ünsüzler 2. İnce ünlüler a. Düz ünlüler b. Yuvarlak ünlüler I. Ses benzeşmeleri II. Ses değişmeleri Bu rakam ve harflerden sonra kapama parantezi de kullanılabilir: A) Ünlüler B) Ünsüzler 1) Kalın ünlüler 1) Patlayıcılar 2) İnce ünlüler 2) Sızıcılar a) Yuvarlak sıradan b) Düz sıradan 10. Kitap, dergi, makale adlarında, yazı ve bölüm baĢlıklarında nokta kullanılmaz: Türk Dilinin Gelişme Alanları Tarih İçinde Türk Dili Türkçenin Ses ve Yazım Özellikleri I. Bölüm II. Bölüm Psikolojik Güçlendirme Dinleme ve Konuşma 11. Kaynak göstermelerde künyelerin sonuna konur: Mustafa Özkan, Tarih İçinde Türk Dili, İstanbul 2000. Hamza Zülfikar, Türkçede Ses Yansımalı Kelimeler, Ankara 1995. 12. Bir cümlede, parantez içinde bir açıklama yapılmıĢsa nokta parantezden sonra konur: "Anadolu Ağızlarında Metathese Gelişmesi" üzerine Ahmet Caferoğlu'nun değerli bir çalışması vardır (Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 1955, Ankara 1988, s. 1-7). 1.2. VĠRGÜL (,) 1. Cümlede eĢ görevli kelime ve kelime grupları arasına konur: Bu masa, bu pencere, bu kapı, bu halı, bu soba, hayat çevresi, dünyamı teşkil eden bu eşyalar âlemi hep meçhul insanlar elinden çıkmış ve buraya gelmiştir. (Mehmet Kaplan) Sıralara göz gezdirirken birdenbire kalbim tatlı bir heyecanla çarptı. En arka sıranın ucunda, bembeyaz denecek kadar uçuk sarı saçlı, duru beyaz tenli, melek gibi güzel çehreli bir kız çocuğu, inci gibi dişleriyle bana gülümsüyordu. (Reşat Nuri Güntekin, Çalıkuşu) Ziyalar, kokular, sesler, çiçekler... Ömrünün her günü bir başka düğün! Bülbüller koynunda aşkı çiçekler Güller dökülürler göğsüne bütün, Gerçekten güzelsin, efsane değil. (Halide Nusret Zorlutuna) 2. Sıralı cümleler arasına konur. ġekil ve anlamca bir iliĢki içinde bulunan bu cümleler bazen bağlaçlarla da birbirine bağlanmıĢ olabilir. O zaman virgül birinci cümlenin sonunda, yani ikinci cümlenin baĢındaki bağlaçtan önce yer alır: Gözleri alevlenmiş, boyu birdenbire bir dev kadar büyümüş, kavuğu sivrilmiş, düşük bıyıkları kabarmıştı. (Ömer Seyfettin) O semtlerdeki minareler görülmez, ezanlar işitilmez, ramazan ve kandil günleri hissedilmez. (Yahya Kemal Beyatlı) 3. Cümlede vurgulanması gereken ögelerden sonra konur. Adam, kapı ile masa arasındaki iki üç adımlık açıklığı acelesiz geçti. (Necati Cumalı) 7. Hitaplardan ve hitap gibi kullanılan kelimelerden sonra konur: Ey sevgi dalında ilk açan tomurcuk, Kanımın akışını yenileştiren damar, Gül rengi ışıkları sevda dolu akşamlar İçime yeni bir fecir gibi dolan çocuk. (Orhan Veli) Eee, Nihat Bey, sen şimdi ne diyorsun, bakalım bu işe? (Necati Cumalı) 8. Tırnak içinde gösterilmeyen aktarma cümlelerden sonra konur: Eline sağlık, dedi bey, pilav da pilav olmuş hani. (Orhan Kemal) Ben de o noktada sizinle beraberim, dedi, ancak medrese mantığını çürütmekle itirazımı çürütmüş olamazsınız, emin olun. (Reşat Nuri Güntekin) Vapurun salonuna girince ooh, çok yoruldum oturayım artık, dedi. (Aziz Nesin) 9. Anlamı güçlendirmek için tekrarlanan kelimeler arasına konur: Sokaklarda seylâbeler ağlaşır, Ufuk yaklaşır, yaklaşır, yaklaşır. (Tevfik Fikret) Akşam, yine akşam, yine akşam, Bir sırma kemerdir suya baksam; Akşam, yine akşam, yine akşam, Göllerde bu dem bir kamış olsam! (Ahmet Haşim) 10. Kabul ve ret sözleri olan ve kendinden sonra gelen cümleyi anlamca pekiĢtiren evet, hayır, yok, yoo, pekâlâ, elbette, tamam, olur, hayhay vb. kelimelerden sonra konur: Evet, yanılmamıştı, biraz evvel oturdukları, konuşup güldükleri lokanta yanıyordu. (Ahmet Hamdi Tanpınar) Hayır, matem senin hakkın değil... Matem benim hakkım, Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım! (Mehmet Akif) Pekâlâ, bu kaşağıyı niye kırdın? (Ömer Seyfettin) Peki, ya yapamazsan ne olur? (Ahmet Hamdi Tanpınar) 11. Mektuplarda ve kitaplardaki ön sözlerde yer adlarını tarihlerden ayırmak için konur: Ankara, 2 Kasım 943 Kardeşim Muhsin, Sana bu mektubumla beraber bir defter gönderiyorum. (Reşat Nuri Güntekin) 12. YazıĢmalarda makam adından sonra konur: İstanbul Üniversitesi Rektörlüğüne, Edebiyat Fakültesi Dekanlığına, Türk Dil Kurumu Başkanlığına, 13. Sayılarda ondalık kısımları ayırmak için kullanılır: 25,3 (yirmi beş onda üç) 0,65 (sıfır yüzde altmış beş) 55,20 (elli beş yüzde yirmi) 15,2 (on beş onda iki) 14. Kaynak gösterilirken yazar, eser, basım yeri vb.nin aralarına konur: Mustafa Özkan, Tarih İçinde Türk Dili, Filiz Kitabevi, İstanbul 1999. Zeynep Korkmaz, Gramer Terimleri Sözlüğü, Ankara 1992. Yazarın soyadı önce yazılmışsa, soyadından sonra da virgül konur: Banguoğlu, Tahsin, Türkçenin Grameri, Birinci Bölüm, Ses Bilgisi, Ankara 1959. Eğer kaynak bir makale ise, makalenin başlığı tırnak içine alınır: Mansuroğlu, Mecdut, "Anadolu'da Türk Yazı Dilinin Başlaması ve Gelişmesi", Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, IV/4 (1951), s. 215-219. 15. Bir konuyla ilgili hususlar alt alta sıralanırken her maddeden sonra konur: Türkçede ton değişmeleri a) Yükselen, b) Düz, c) Alçalan olmak üzere üç yönde olur. 1.3. NOKTALI VĠRGÜL (;) 1. Cümle içinde birbirine bağlı, aralarında biçim ve anlam yönünden iliĢki bulunan, fakat her biri kendi içinde serbest olan sözleri ayırmaya yarar: Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. (Atasözü) At ölür, meydan kalır; yiğit ölür şan kalır.(Atasözü) İyi yazı, karışık fikirleri sadeleştirir; kötü yazı sade fikirleri karıştırır. (Peyami Safa) 4. Cümlede açıklanması istenen bir ibareden sonra kullanılır: Şu üç kişiye; cahiller arasındaki âlime, zengin iken fakir düaşene ve hatırlı iken itibarını kaybederne acı!... (Şeyh Edebali) Sevildiğin yere sık sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir. (Şeyh Edebali) Az zamanda çok büyük işler yaptık; bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk Kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. (Mustafa Kemal Atatürk) 5. Sözlüklerde kelimelerin anlamları açıklanırken, farklı anlamları belirtmek için kullanılır: alem i. Ar. Bayrak, sancak; minare, kubbe, sancak direği gibi şeylerin tepelerinde bulunan ay biçimindeki süs. 1.4. ĠKĠ NOKTA (:) 1. Bir cümlede anlatılmak istenen konuyla ilgili açıklama yapmak, örnek vermek gerektiği zaman cümlenin sonuna konur: Yazar söylediklerini şöyle hülâsa ediyor: Okuduğunu tahlil etmeyen, daha önce okuduklarıyla karşılaştırmayan, her an kendi kafasını kullanmayan, zekâsını mahveder. (Cemil Meriç) Sosyal hayatta nizamın ehemmiyetini gösteren aktüel bir konu vardır: Trafik! Vasıtalar düzenli bir şekilde hareket ederse caddelerde hiçbir karışıklık olmaz. (Mehmet Kaplan) 2. Herhangi bir kimseden veya baĢka bir yerden alıntı yapılacaksa, aktarılan sözden önce iki nokta konup sonra tırnak açılır: Goethe‟nin şu sözünü asla unutmayalım: “ İçinde iyi bir tarafı bulunmayacak kadar kötü kitap yoktur.” Sicil müdürü bu haksızlığa karşı köpürüyor. Müsteşara diyor ki: “Bu iş aksederse, elbette bizim için iyi olmaz.” (Memduh Şevket Esendal) 3. KonuĢma çizgisinden önce kullanılır: Sicil müdürü terden, heyecandan boğulacaktı. Mendili yüzünden çekip fırlattı. Yüzü kızarmış, gözleri dönmüş, saçları dikilmiş, köşeye oturdu. “Bu mendil altında nasıl uyunur” diye düşündü, sonra da tekmesiyle odanın döşemesini teperek: -Meryem, bir kahve pişir, diye hizmetçisine bağırdı. (Memduh Şevket Esendal) Isparta‟dan ayrılmadan evvel orta mektebin hoca ve talebelerine teşekkür etmek istedim. Sevimli Isparta çocuğunun: -Genç, hazır mısın? Diye başlayan nutku hâlâ kulağımdadır. (Falih Rıfkı Atay) 4. Herhangi bir konuyla ilgili bölümler alt alta sıralanırken, kullanılır: sıralamadan önce Türk tarihi yalnız edebiyatın değil, bütün içtimaî müesseselerin tetkiki hususunda, başlıca üç büyük devreye ayrılır ki, biz de edebiyatımızı buna göre taksim ettik: İslâmiyet‟ten evvel Türk edebiyatı, İslâm medeniyeti tesiri altında Türk edebiyatı, Avrupa medeniyeti tesiri altında Türk edebiyatı. 5.Sözlüklerde kelimeleri açıklarken kelimen sonra kullanılır: âni : Gelip geçici, ölümlü. Hicran: Ayrılık acısı. Zulüm : Haksızlık, eziyet. 6. Bibliyografyalarda veya anlatımda bir yazarın eserine atıfta bulunurken, kitabın yayım tarihi ile sayfa numaraları arasında kullanılır: Eski Anadolu Türkçesinin ilginç yapıtlarından biri de, o dönemin ilk ürünlerinden sayılan ve bugünlere kadar XIII. Yüzyıla tarihlenen Ahmet Fakih‟ in Çarhnâmesi‟ dir. Ancak son yıllarda, 83 beyitten oluşan bu yapıtın, daha sonraki yüzyılın ürünü olduğu ileri sürülmüştür (Tezcan,1994: 75-78). (Doğan Aksan, Türkiye Türkçesinin Dünü, Bugünü, Yarını) 1.5. ÜÇ NOKTA (...) 1. Anlatımda bir maksada bağlı olarak sözü bir yerde kesip, cümlenin geri kalan kısmının okuyucunun anlayıĢına bırakmak ve anlatıma güç katmak istendiği zaman kullanılır: O kadar çok işim var ki... Öyle bir yan bakışı var ki... Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti... (Faruk Nafiz Çamlıbel) Eller, kapanan perdeyi alkışlayadursun Sen beklediğin sahneye, er geç kavuşursun... (Faruk Nafiz Çamlıbel) Evin önünde gürül gürül su aksaydı, şöyle doya doya dökseydi, şakır şakır durulasaydı,nerde... (Talip Apaydın) 2. Herhangi bir konuyla ilgili örnekler sıralanırken daha baĢkaları da olduğunu, bunlara baĢka örneklerin de katılabileceğini, ancak uzatmamak için sözün kesildiğini belirtmek üzere kullanılır: Türkçede olumsuzluk kavramı, genellikle fiil kök ve gövdelerine olumsuzluk eki –ma getirilmek suretiyle sağlanır: almak-almamak, içmek-içmemek, görmek-görmemek... gibi. Onlar gibi olmak, onlar gibi giyinmek, onlar gibi yiyip içmek, onlar gibi oturup kalkmak, onların diliyle konuşmak... Haydi bunların hepsini yaparım. Fakat onlar gibi nasıl düşünebilirim? Nasıl onlar gibi hissedebilirim? (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Gece rehzen, sabah olmaz mı bakarsın, sâil, Serseri, derbeder,avâre, harâmî, kaatil... Böyle kaç manzara gördüyse bizim körkandil Bana göstermeli bir kere... Niçin? Belli değil! (Mehmet Akif Ersoy) 3. Bir metinden yapılan alıntılarda veya aktarmalarda, atlanan yerleri göstermek için kullanılır: Millet, dilce müşterek olan yani aynı terbiyeyi almış fertlerden meydana gelmiş bulunan kültürel bir zümredir... Bu itibarla milliyette kök aranmaz, yalnız terbiye aranır. (Ziya Gökalp) 4. Kaba sayılan veya herhangi bir sebepten dolayı anlatım sırasında söylenmek istenmeyen kelimelerin yerine kullanılır: Abdalın yağı çok olursa gâh borusuna çalar, gâh g...ne. İmam o...sa, cemaat s...ar. B....a nispetle tezek amberdir. Kılavuzu karga olanın burnu b...tan kurtulmaz. (Atasözü) 5. ġüpheleri, tereddütleri ifade eden kısa aralıkları belirtmek için kullanılır: Geçen yaz Suadiye‟de gördüm bir delikanlıyla; ilkin görmemezlikten gelmek istedi, burunburuna geldik, çaresiz tanıştırdı: “Kuzenim... Kemal... Safinaz Hanımefendi...” (Muzaffer Hacıhasanoğlu ) 6. KarĢılıklı konuĢmalarda cevapsız bırakılan yerlerde veya yeterli olmayan cevaplarda kullanılır: Koca Ali sade suya bulgur çorbasıyla bu kadar sıkıntıya yıllarca göğüs gerebilecekti. Ama Hacı Kasap‟ın ikide bir: - Ulan Ali!...Kolunun diyetini ben verdim. Yoksa çolak kalacaktın!...diye yaptığı iyiliği tekrarlamasına dayanamıyordu. Bir gün, iki, üç gün dişini sıktı. Durmadan çalıştı. Gece gündüz uyumadı. Gündüz koştu. Efendisinin karşısında elpençe divan durdu. Yine Kolunun diyetini ben verdim. ... Şimdi çolak kalacaktın, ha... ... Benim sayemde kolun var. 7. Seslenmelerden veya ünlemlerden sonra anlatıma güç vermek için kullanılır: Bekliyoruz elbet, dedi, seyirci kalamayız ya!... (Melih Cevdet Anday) Bütün acıları unuttu,işe yarar bir adam olmak ne iyi, ne kadar tatlıdır!... (Memduh Şevket Esendal) 1.6. SORU ĠġARETĠ (?): 1. Soru anlamı taĢıyan cümle ya da kelimelerden sonra konur: Tanıdıklarımdan bir Fransız vardır. Ankara‟da öğretmenlik eder. Türkçe de bilir. Bir gün bana “Sizin deyişinize takılanlar Hiç otobüse binmiyorlar mı? Biletçilerin var mı inecek? diye bağırdıklarını duymamışlar mı” demişti. Yanlış mı sayacağız biletçilerin “Var mı inecek?” demelerini? (Nurullah Ataç) Bu memleket niçin bizim? Dört yüz atlıyla Orta Asya‟dan gelip fethettiğimiz için mi? (Sabahattin Eyüboğlu) Yahya Kemal‟in ölüşü, her şeyden ziyade, bir abidenin yıkılışını andırır. (...) Sinan, İstanbul‟un dış manzarasında neyi tamamlamaktaysa Yahya Kemal onun iç manzarasında öyle bir şeyi tamamlıyordu. Bu bakımdan, belki, yıkılmış bir Süleymaniye‟nin boşluğunu Selimiye, Fatih veya Sultanahmet‟le doldurmak insana mümkün görünür, ama İstanbul‟u içerisinden aydınlatan tek ışık sönünce ne yapılabilir? (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Ġçinde soru eki ya da soru kelimeleri bulunan ancak gerçek soru anlamı taĢımayan cümlelerden sonra soru iĢareti kullanılmaz: Oraya nasıl gitti, anlayamadım. Ne zaman dönecek, bilmiyorum. Bir parıltı gördü mü gözler hemen dalıyor Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor (Faruk Nafiz) Birden fazla soru sorulduğunda araya virgül sona soru iĢareti konur. Bize bunları ne zaman anlatacaktın, bugün mü, yarın mı? 2. Bazen içinde soru eki ve soru kelimesi bulunmadan da, yalnızca yükselen bir tonla cümleye soru anlamı verilebilir. Bu durumlarda da soru iĢareti kullanılır: Adınız? Uyruğunuz? Doğum yeriniz? Mesleğiniz? Oda numaranız? -Bak amca senin oğlan var ya.. Eee ? 3.Verilen bilgilerin kesin olmadığını veya Ģüpheli olduğunu belirtmek üzere, verilen bilginin hemen yanında parantez içinde soru iĢareti kullanılır: Anadolu‟da yazılan ilk Yusuf u Züleyha mesnevisi XII. Yüz yıl şairlerinden (?) Şeyyad Hamza‟ya aittir. Halk arasındaki inanışa dayanılarak Yunus Emre‟nin mezarının Sarıköy‟de olduğu kabul edilmektedir (?). 4. Belli olmayan yıl, yer vb. durumları göstermek için kullanılır: Asıl adı Yusuf Sinan olan Şeyhi (?- 1429) Kütahyalıdır. XV. yüz yılın önemli bir divan şairi de Firkatnâme adlı eseriyle tanınan Halîlî‟dir (? – 1485). Soru anlamı taşıyan sıralı anlatımlarda soru işareti en sona konur: Sular mı yandı, neden tunca benziyor mermer?... (Ahmet Haşim) Hangi öfkeyle yüzün, böyle karıştı yer yer, Sana yan mı baktılar, bir şey mi söylediler? (Necip Fazıl) 1.7. ÜNLEM ĠġARETĠ (!) 1.Sevinç, keder, korku, hayranlık, hayret, ĢaĢma, beğenme, nefret, özlem, bezginlik vb. heyecanlı duygular anlatan cümlelerin sonuna konur: Ne mutlu Türküm diyene! (Atatürk) Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta; Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum! (Necip Fazıl) Ne yazık! Doğmuyoruz şimdi o topraklarda! (Yahya Kemal) Bir acem bahçesi bir seccade, Dolduran havzı ateşten bade! Ne kadar gamlı bu akşam vakti! Bakışın benzemiyor mu‟tade! (Ahmet Haşim) 2. Seslenme, çağırma, emir ve uyarı sözlerinden sonra kullanılır: Garson!, Buyurun!, Aman, dur!, Bravo!, Yarabbi! gibi. Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizindir. Cumhuriyet‟i biz kurduk, onu yükseltecek ve devam ettirecek olan sizsiniz. (Mustafa Kemal Atatürk) Türk‟ün haysiyeti ve gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa, mahvolsun daha iyidir. Öyleyse ya istiklâl, ya ölüm! (Mustafa Kemal Atatürk) Garipler pazarında körpe çocuklar Yorgunluktan güzelim yüzleri al al... Öldüren bir çığlık dudaklarında: “Boş hamal! Boş hamal! Boş hamal!... (Yavuz Bülent Bakiler) Ünlem iĢareti, ünlem olan kelimeden hemen sonra konulabileceği gibi, ünlemlerden ve çağırma sözlerinden sonra virgül konup ünlem iĢareti cümlenin sonuna da konabilir: Hu! Cafer Efendi, bak kim geldi! (Refik Halit Karay) Ey yolcu, uyan! Yoksa çıkarsın ki sabaha: Bir kupkuru çöl var, ne ışık var ne de vâha! (Mehmet Akif Ersoy) Ağzında şarkılıktan çıkmış iniltilerle Dağ, taş deme, arkadaş, gün batmadan ilerle! (Faruk Nafiz Çamlıbel) Ey, bütün dünya ve mâfîhâ ayaktayken, yatan! Leş misin, davranmıyorsun? Bari Allah‟tan utan! (Mehmet Akif Ersoy) 1.8. KESME ĠġARETĠ ( ‟ ) Özel adlardan sonra gelen ekleri ayırmak için kullanılır. Özel adlara (-i, -e, -de, -den, -in, -le, ce) ve iyelik ekleri (-m, -n, -miz, -niz) getirilince kesme işareti ile ayrılırlar. Mustafa Kemal‟i, Halide Edip Adıvar‟ın, Ziya Gökalp‟a, Yunus Emre‟yi, Dursun‟la, Osman‟ım, Türkiye‟nin, Edirne‟den, Van‟a kadar, Van Gölü‟nde canavar varmış, Uludağ‟da gibi. Kısaltmalı olarak kullanılan kurum ve kuruluş adlarından sonra kullanılır. Bu şekildeki ayırımlarda son harfin okunuşu esas alınır: TBMM‟nin, PTT‟den, ABD‟ye, TDK‟de, THY‟nin, NATO‟nun, YÖK‟ten gibi. Eğer kurum ve kuruluş adları açık olarak yazılıyorsa kesme işareti kullanılmaz: Edebiyat Fakültesi Dekanlığına Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışı Türk Dili Kurumundan İstanbul Ticaret Odasında gibi. Özel isimlerden türetilen kelimeler de kesme iĢareti ile ayrılmaz: Türklük, Türkçe, Türkçeleşmek, Türkçülük, Ankaralı, İstanbullu, Romalı, Konyalı gibi. Özel isimlerden sonra gelen –lar, -ler eki bir yapım eki gibi kullanılıyorsa kesme işareti ile ayrılmaz. Kesme işareti –lar, -ler‟den sonra getirilir. Osmanlılar‟ın, Selçuklular‟da, Emevîler‟in gibi. Tarihlerde sayılardan sonra ekleri ayırmak için kesme iĢareti kullanılır: 1923‟ten beri, 1980‟den bu yana 5‟inci defa gibi. Ancak tarihlerin yazılışı sırasında yıl ve ay adı verilince ay adına getirilen iyelik eki kesmeyle ayrılmaz: 1453 Mayısında (1453 Mayıs‟ında değil), 1923 Nisanında gibi. Sayılardan sonra gelen ekler kesme iĢareti ile ayrılır: 1957‟de 1940‟tan 17.30‟da 20‟ye saat 22‟de 9.15‟te 5‟inci 6‟ıncı 19‟uncu Orijinal biçimiyle yazılan yabancı özel adlardan sonra getirilen ekler, kelimenin okunuĢuna uygun olarak kesme iĢaretiyle ayrılır: Bordeaux‟lu Moilere‟in Lille‟li Shakespeare‟in Bruxelles‟i Stendhal‟in 1.9. KISA ÇĠZGĠ (-) Satır sonuna sığmayan kelimeleri hecelere ayırırken kullanılır: .................................................................................................evlerinin...........................................................................................ağaçlardan................................................................................................... Anlam açısından birbirine yaklaĢtırılan veya birleĢtirilen iki kelimenin arasına konur: Kaynak bakımından yer yüzünde başlıca şu dul aileleri vardır: Ural-Altay, Hint- Avrupa, Çin-Tibet, Bantu dilleri, Sami dil ailesi. Türkçede fiiilimsiler üç grupta incelenir: İsim-fiiller, sıfat-fiiller ve zarf-fiiller. Bir toplumdaki sosyo-kültürel gelişmeler hemen dile yansır. Sevda Şener‟in Çağdaş Türk Tiyatrosunda Ahlâk-Ekonomi-Kültür Sorunları adlı kitabı. 3.BaĢlangıç ve bitiĢ bildiren rakamlar ve kelimeler arasına konur: 1927-1940 dönemi, Türk tarih yazıcılığının, bibliyografik taramalar yapılmadan, üniversite ve araştırma kurumlarının faaliyetleri sistematik bir taramadan geçirilmeden, bazı esaslara bakılarak yüzeyden yargılandığını belirtmeliyiz. (İlber Ortaylı, Gelenekten Geleceğe) 1939-1945‟teki İkinci Dünya Savaşı‟nda da binlerce insan öldü. Yerel Yönetimler Haftası 5- 8 Nisan tarihleri arasında Feshane‟de yapılıyor. İstanbul-Adana arası yaklaşık 1000 kilometrelik yoldur. 5. Rakamlar arasına konur ve “yaklaĢık olarak, arasında, ilâ” anlamı verir: Dersler 8.45-16.00 arasında yapılır. 15-20 yaşlarında gibi. 6.Açıklama amacıyla cümleye katılan ara söz ve ara cümleleri ayırmak için kullanılır: Atinalılardan beri insan zekâsının önünde bir terakki olduğunu iddia edemeyiz; fakat hiç olmazsa akıl –keyfiyetini değiştirmedi ise de- birçok meseleleri, davaları halletmekle daha ileri gitmiştir. (Nurullah Ataç) İnce uzun bir fidan düşünün, bir ağaç, bir servi düşünün. Sağlıklı ağacın kabuğunda yara bere, mantar yoktur. Sağlam yazının da buna benzer arızalardan kurtarılması gerekir. Bunu sağlamak için –özellikle amacı bilgi vermek olan yazılarda- göz önünde tutacağımız ortak ilkeler şunlardır. (Fakir Baykurt) 7. Dil bilgisi açıklamalarında kökleri ve ekleri ayırmak için kullanılır: açık-la-y-ıcı anla-m-lı gör-gü-süz ört-ü-ş-ü-yor dur-ak-la-dı yer-i-n-de Fiil kök ve gövdeleri tek başlarına kullanılmadıklarından, bunlar da kısa çizgi ile gösterilir: kaç- taş- ağrı- uğra- savaş- topla- sancı- açıkla- 8. Kelimeleri hecelere ayırmada kullanılır: kiş-ne-di da-ki-ka şak-la-dı ki-tap-lık soh-pet-ler don-dur-ma-cı-dan 9. Yabancı özel adların yazımında kullanılır: Jean-Jacques Rousseau Saint-Gotthard Levy-Bruhl Saint-Simon İle-de-France 10. Henüz dilimize mal olmamıĢ kimi yabancı kelimelerin yazımında da kısa çizgi kullanılmaktadır: by-pass check-up 1.10. off-shore stand-by UZUN ÇĠZGĠ (–) 1. Yazıda karşılıklı konuşmaların başına konur: Lâmia şüpheyle ihtiyar kadının yüzüne baktı: –Bu hediyeden Feriha‟nın haberi var mı? –Hayır kızım...Sakın sen Ferihaya bir şey söyleme! –Niçin hanımefendi? MeftuneHanım , tekrar gözünü kırparak güldü: –Olmaz kızım...sonra Feriha başka şüphelere düşer. –Ne şüphesi? –Lâmia Hanım, pek âlâ anlıyorsunuz, ama beni üzmek istiyorsunuz, civanım... (Reşat Nuri Güntekin, Dudaktan Kalbe) 1.11. DÜZELTME ĠġARETĠ ( ^ ) Türkçeye, Arapça ve Farsçadan geçen kimi kelimelerin doğru okunmasını sağlamak için kullanılır. 1. Arapça, Farsça kelimelerde kalın ünlüler yanında ince okunması gereken /k/, /g/, /l/ ünsüzlerinden sonra gelen /a/, /u / ünlülerinin üzerine, uzatma ve inceltmeyi gösteren bir iĢaret olarak konur: âgâh kâgir lâkin nigâr kâtip lâzım ordugâh ahkâm lâzım 2. Batı dillerinden alınmıĢ kelimelerde /l/ ünsüzünün ince okunduğunu göstermek için bu ünsüzden sonra gelen /a/ ünlüsü üzerine düzeltme iĢareti konmaz: klasik plaj plan klakson lamba reklam 1.12. EĞĠK ÇĠZGĠ ( / ) 1. “Veya” anlamında , birbirinin yerine kullanılabilecek iki öğe arasına konur: 2. ġiirlerde yan yana yazılan mısraları ayırmak için kullanılır: Ne doğan güne hükmüm geçer/Ne halden anlayan bulunur/Ah aklımdan ölümüm geçer/Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur. (Cahit Sıtkı Tarancı 3. Halk Ģiirinde durakları ayırmada kullanılır: Sevdiğim Allah‟tan/ budur dileğim Pervaneler gibi/nâra düşesin Dilerim derdine/ derman olmasın Şeyda bülbül gibi/ zâra düşesin (Emrah) 4. Dil bilgisinde eklerin farklı biçimlerini göstermek için kullanılır: -a/-e -dık/-dik -ça/-çe 5. Gün gösteren tarihlerde kullanılır: 15/10/1996 3/2/2001 6. Adres yazarken apartman numarası ile daire numarası arasına, semt ile Ģehir arasına konur: Pazariçi Mahallesi, Lale Sokağı, 19/3 Fatih/İstanbul 7. Seslerin gösterilmesinde kullanılır: Geniş ünlüler: /a/, /e/, /o/, /ö/‟ dür. 1.13 PARANTEZ (AYRAÇ) ĠġARETĠ ( ) 1. Cümlenin öğeleriyle doğrudan doğruya ilgili olmayan, ancak cümleye eklenmiĢ açıklayıcı nitelikteki kelime ve kelime grupları, rakamlar, göndermeler parantez içine alınır: O yıllarda (1978) enflasyon bu kadar yüksek değildi. Kıbrısta üzümün okkası (aş. yuk. 1300 gram) 750 liraya satılıyor. Ünlem işareti (!) şaşma, kıvanç, heyecan, acıma, korkma, sevinç, sevgi, emir... gibi duyguları anlatan cümlelerin sonuna konur. Seslerin oluşumu konusunda daha önce (bk. s. 95) bilgi vermiştik. 2. Cümlenin içinde geçen bir sözün açıklaması için parantez kullanılır: Vezire çıktıklarında ( O zaman sadrazam Melek Ahmet Paşa idi) Köleoğlu şöyle cevap verdi: (Cenap Ozankan) 3. Bir sözün baĢka bir dilden karĢılığı, ya da yabancı bir kelimenin okunuĢu parantez içinde gösterilir: Basit bir fikri anlatabilmek için bazen ağız dolusu kelimeyi sıralamak gerekecektir; sekiz yüz elli kelimelik Basic English ( Temel İngilizce) de böyledir. Berke Vardar, Fransa‟da 1627-1642 yılları arasında özgürlük (liberte) kavram alanını incelemiştir. 4. Yeni bir kelimenin eski karĢılığını veya eski bir kelimenin yeni karĢılığını belirtmek için kullanılır: Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bir soru önergesi (sual takriri) verdiğinizi gazetelerden okudum. (Doğan Nadi) 5. Tiyatro eserlerinde kiĢilerin davranıĢlarını, durumlarını belirten açıklamalar parantez içine alınır: ALİ – (Döndü‟ye sokulur) Bu meydandan geçmek yasak mı ki? OSMAN– (Seher‟e sokulur) Hatır sormak günah mı ki? SEHER– (Yapmacık) Döndü bacı, baksana şunlara! DÖNDÜ – Çekin gidin, yoksa karışmam! Bağırır bütün köyü başınıza toplarım... (Çabuk işareti). (Necati Cumalı, Nalınlar) 6. Alıntıların yapıldığı yazar veya eser parantez içinde gösterilir: Mehmet II.‟nin Bizans tarihçilerinin tanıklığına göre Arapça ve Farsçadan başka İbranice, Keldanîce, Yunanca, ve Latince de bildiği söylenirse de, burada, Osmanlı Türklerinde ilim tarihini ilgilendiren ve henüz çözümlenmemiş bulunan bu mesele üzerinde biraz durmak lâzımdır. (A. Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim) 8. Küçümseme, yerme, alay, kinaye anlamı kazandırmak için kullanılan ünlem iĢareti (!); bir bilginin Ģüpheyle karĢılandığını ve kesin olmadığını göstermek için kullanılan soru iĢareti (?); alıntılarda alınmayan kelime ve bölümlerin yerine konan üç nokta (...) iĢareti parantez içine alınır: Eksik olmasınlar spor kulüplerimiz Çanakkale Abidesi‟ne yardım için fedakârlık (!) edip özel bir turnuva yaptılar. (Doğan Nadi) 9. Bibliyografik künyelerde çeviren, hazırlayan, yayımlayan, naklden parantez içinde gösterilir: ve benzerleri A. Meillet, Dillerin Yapısı ve Gelişmesi(çev. Cemil Meriç-Berke Vardar), İstanbul (tarihsiz). Faruk K. Timurtaş, Diller ve Türkçemiz(haz. Mustafa Özkan), İstanbul 1996. Şeyyad Hamza, Yusuf ve Zeliha (nakleden: DehriDilçin), İstanbul 1946. 1.14. KÖġELĠ PARANTEZ [ ] 1. Parantez içindeki açıklamalarda yeniden parantez açmak gerektiğinde kullanılır: Burhan Toprak, Yunus Emre Divanı, I-III, İstanbul İstanbul 1933-1934 (Daha sonra iki cilt [ İstanbul 1945] ve tek cilt olarak [ İstanbul 1953] neşirleri yapılmıştır). 2. Bibliyografik künyelerde kimi ayrıntıları göstermek için kullanılır: Enver Naci [ Gökşen], Örnekleriyle Çocuk Edebiyatımız, İstanbul 1980. 3. Bilimsel çalıĢmalarda, eski metinlerdeki silinmiĢ, eksik bırakılmıĢ yerler eğer araĢtırmacı tarafından tamamlanırsa, bu kısımlar köĢeli parantez içine alınır: Eçimkaġanolurupan Türk budunuġyiçeitdi, igit[t]i. Çıganyıg [bay kıldı,azıġöküş kıldı]. “Amcam kağan oturarak Türk milletini tekrar tanzim etti, besledi. Fakiri [zengin kıldı, azı çok kıldı]. (Muharrem Ergin, Orhun Abideleri) 1.15. TIRNAK ĠġARETĠ (“ ”) 1. Bir metin içerisinde baĢkalarının sözlerinden, yazılarından yapılan aktarmalar genellikle tırnak içinde gösterilir: Okuma, tutkuların en asilidir. Ekmek nasıl bedeni beslerse, o da öyle ruhu besler... Büyük yazarlar ömürlerinin yarısını okumakla geçirmişlerdir. Montesquieu, “Çeyrek saatlik bir okumanın gideremediği kederim olmamıştır.” Der. Bir kitap, her zaman güvenilebilecek bir dosttur. Yas içinde bir ahbabına, AlphonseDaudet, “Güzel kitaplar okuyun.” diye yazmıştı. (AntoineAlbalat) 2. Söz içinde geçen eser adları tırnak içinde gösterilir: “Gözlemciyi, gözlediği şeyden ayırmak zordur.” Paul Valery‟nin bir sözü bu. “Tarih Üzerine Söylev” adlı denemesinde, tarihin bir bilim olmadığını söyler. (Oktay Akbal) İlhan Tarus‟un altıncı kitabını, “Köle Hanı”nı okuyup bitirince Goethe‟nin bir sözünü hatırladım: “Yeşil hayat ağacı karşısında her nazariye kül rengi kalır.” (Fethi Naci) 3. Cümlede özel bir anlamla kullanılan veya önemi belirtilmek istenen terim ya da kelimeler tırnak içine alınır: Sözlü edebiyatımızda ölünün ardından şiir söyleme geleneği, çok eski dönemlerden beri vardır. Eski ozanlarımızın “sagu” denen matem şiirleri bu geleneğin canlı biçimde yaşadığını göstermektedir. Çağdaş edebiyat tarihçisi, şairleri “unutulmaktan kurtarmak” ya da eski zevkleri hikâye etmek için eserini yazmıyor. (Agâh Sırrı Levend, Türk Edebiyatı Tarihi) 4. Edebî metinlerde, karĢılıklı konuĢmalarda, konuĢma çizgisi yerine tırnak iĢareti de kullanılabilir: Bu kez o sordu bana: “Araban kaç kilometrede?” “Elliyi düzelttik.” Sevinmişti, gülerdi, kahkaha atardı: “Arabayı bitireceksin yahu! Yarın satışa çıkarsan kim alır?” (Ümit Kaftanoğlu) 1.16. TEK TIRNAK ĠġARETĠ („) 1. Bir alıntı veya aktarma içinde yeniden bir alıntıya ya da aktarmaya yer veriliyorsa bu söz tek tırnak içine alınır: Yolda bana rastlamıştı. Yanıma sokuldu, elini uzatarak “Hani bana: „Bu akşam size geliyorum‟ demiştiniz, ne oldu?” dedi. (Selâmi Tangör) 2. Kimi yazılarda verilen örneğin anlamını belirtmek için kullanılır: Cumhuriyet‟ten sonra dili sadeleşme faaliyetleri sırasında, Türkçenin kurallarına uymayan pek çok sözcük türetilmiştir: ayırga „nifak‟, batkı „iflas‟, bilimtay „akademi‟, gerelti „engel‟, çavlan „şelâle‟ gibi. 1.17. PARAGRAF (ÇENGEL) ĠġARETĠ ( § ) Ayrı ayrı maddeleri, az çok değişik olan konuları ya da örnekleri birbirinden ayırmak için kullanılır. Paragraf başlarına da paragraf aralarına da konur: § Yarım kafiye: Benzerliği genellikle bir tek ünsüze dayanan kafiyeler yarımdır O yana bu yana bakma Beni ateşlere yakma Elini koynuna sokma Seni senden sakınırım (Gevheri) § Tam kafiye: Benzerliği genellikle bir ünsüzle bir ünlüye dayanan kafiyedir. Sen akşamlar kadar büyülü, sıcak Rüyalarım kadar sade, güzeldin. Baş başa uzandık günlerce ıslak Çimenlerine yaz bahçelerinin (Ahmet Hamdi Tanpınar) OKUMA VE DİNLEME Okumak adlandırmaktı, dinlemek ise yalnızca bir dili algılamak değil, aynı zamanda onu kurmaktır. R. Barthes İnsanların bilgiye ulaşabilme yollarının başında okuma gelmektedir. Kişinin duygu ve düşünce dünyasını geliştiren; bilgilenmeyi ve eğlenmeyi sağlayan bir etkinliktir. Bu etkinliğin başlangıcını insanın var olmaya başlamasına kadar götürmek mümkündür. Yıllardır okuma ile ilgili farklı tanımların yapıldığı görülmektedir: Okuma, insanların kendi aralarında önceden kararlaştırdıkları özel sembollerin duyu organları yoluyla algılanıp beyin tarafından yorumlanarak değerlendirilmesi işlemidir. Okuma, yazılı veya basılı işaretleri, belli kurallara uyarak seslendirmektir. Yazıya geçirilmiş bir metne bakarak bunu sessizce çözümleyip anlamak veya aynı zamanda seslere çevirmek. Beynin görme, algılama, seslendirme, anlama, yapılandırma gibi işlevlerinden oluşur. Okumada gözle algılanan işaret ve simgeler beyin tarafından yorumlanarak değerlendirilir ve anlamlandırılır. Bu da bireyin bilgi dağarcığının genişlemesini, toplumla sağlıklı iletişime girmesini sağlar. Günlük ihtiyaçlardan estetik (bediî) ihtiyaçlara uzanan zincir içerisinde dilin önemi büyüktür. Çünkü insanın, maddî, manevî ihtiyaçlarının yanında estetik ihtiyaçları da vardır. Maslow, bu ihtiyaçları bir piramide benzetmiş ve bunu yukarıdan aşağıya doğru şu şekilde belirtmektedir: Buradan da anlaşılacağı gibi insanın kendini gerçekleştirebilmesi için tüm bu ihtiyaçlarını dengeli bir şekilde karşılaması gerekir. Bu çerçevede dilin dolayısıyla da okuma- anlamanın önemi büyüktür. Okuma gözde başlar. Göz okuma sırasında sürekli hareket etmektedir. Gözün okumayı gerçekleştirebilmesi için okuma mesafesinin, netlik alanı ve açısının iyi ayarlanması gerekir. Bu hususa dikkat edilmezse göz çabuk yorulur, okuyucu da okumaktan vazgeçer. Okuma ile birlikte düşüneceğimiz bir diğer etkinlik de dinlemedir. Her ikisi de anlama becerisinin temel bileşenidir; anlama süreciyle ilgilidir. Bu yüzden okuma becerisinin dinleme becerisini doğrudan etkilediğini söylemek mümkündür. Okumada gözün gördüğü işlevi, dinlemede kulak görür. Dinleme, okuma veya konuşma yoluyla gönderilen bir iletinin kavranmasıdır. Bir konuşmaya, bir sese işitmek için kulak vermek, duymak, işitmek anlamına gelen dinleme, bilgi birikimi elde etmenin, daha önce kazanılmış deneyimlerden yararlanmanın yollarından ve başarının önemli anahtarlarından biri olarak görülmektedir. Dilin becerileri arasında en çok kullanılanı dinleme becerisidir. Dinleme, iletişimin ve öğrenmenin en temel yoludur. Bundan dolayı dinlemenin gerçekleşeceği ortam, sağlıklı işitmeye engel olmamalıdır. Dinleme ortamının yanlış düzenlenmesi, ısı, ışık, ses gibi unsurların olumsuzluğu etkili dinlemeye ve öğrenmeye engel olur. Bununla birlikte dinleyenin, içerisinde bulunduğu olumsuz ruh hali, dinleyerek algılamadaki en önemli engeli oluşturmaktadır. Olumsuz ruh halinin kaynağı, kişinin özel ilişki ve durumlarından kaynaklanacağı gibi vericiden ( konuşmacı, öğretmen vb ) ve konu içeriğinden de kaynaklanabilir. Toplumda, doğru dinlemeyi bilmemek nedeniyle birçok insanın işinde ve eyleminde başarısız olduğu, zaman zaman başının derde girdiği görülmektedir. Sözlü anlatım türlerinin hepsinde olduğu gibi dinlemenin de kendine özgü kuralları vardır. Hangi amaçla dinlersek dinleyelim dinlemenin kurallarına uymamız gerekir. Bu kurallar aşağıda sıralanmıştır: Konuşanın sözünü kesmeme, Konuşan kişiden söz isteyerek konuşma, Konuşana sa ygılı olma, Dinlediğine dikkatini yoğunlaştırma, Kendini konuşanın yerine koyma şeklinde sıralanabilir. Yapılan araştırmalar, farklı farklı anketler okumama nedenlerimizi şu şekilde sıralar: Çalışma hayatı izin vermiyor. Kitaplar çok pahalı. Okumak çok sıkıcı ve yorucu. Gözlerim ağrıyor. Kitap okurken uykum geliyor. Ailem böyle bir alışkanlık kazanma konusunda bana yardımcı olmadı; çevre de örnek olmadı. Eğitim sistemi okuma bilinci aşılamıyor. Oyun oynamak daha eğlenceli olduğu için boşvakitlerimi dolduruyor. Televizyon izlemeyi tercih ediyorum. Okuma dil ve kişiliği sistematik olarak geliştirmenin en etkili araçlarından biridir. İnsanın kavrama ve düşünme yönlerini geliştirir. Aşağıda niçin okumalıyız sorusuna verilebilecek cevaplar yer almaktadır: Doğru bilgiye ulaşabilmek için, Bilgi dağarcığımızı genişletip toplumla sağlıklı iletişime girmek için, Bakış açımızı genişletmek için, Olaylara ve insanlara hoşgörüyle bakabilmek için, Kendimizin ve çevremizin algılama şeklini değiştirmek için, Kavramlara tarafsız olarak yaklaşabilmek için, Beğeni düzeyimizi yükseltmek için, Düşünme yeteneğimizi etkin kılmak için, Konuşma ve yazma becerilerimizi üst düzeye çıkartabilmek için, Özgüven sahibi olmak için, Sözümüzü dinletebilmek için, Sözcük dağarcığımızı genişletmek için, Doğru ve isabetli kararlar alabilmek için, Bireyin ruhsal ihtiyaçlarına cevap verebilmek için, Sınavlarda başarılı olabilmek için. “ Kitap bir limandı benim için. Kitaplarda yaşadım. Ve kitapları sokaktaki insanlardan daha çok sevdim. Kitap benim hasbahçemdi. Hayat yolculuğumun sınır taşları kitaplar. Bir kanat darbesiyle Olemp, bir kanat darbesiyle Himalaya. Ayrı bir dil konuşuyordum çağdaşlarımla. Gurbetteydim. Benim vatanım Don Kişot’un İspanya’sıydı. Don Kişot’un İspanya’sı veya EmmaBovary’nin yaşadığı şehir, kasaba. Sonra Balzac çıktı karşıma. Balzac’ta bütün bir asrı yaşadım. Zaman zaman Vautrin oldum, Rastignac oldum, 4000 kahramanda 4000 kere yaşamak…” Cemil Meriç Can tecrübelerle sabittir ki haberdar olmaktan barettir. Kim daha fazla haberdarsa daha fazla canlıdır, Mevlâna “Okumak, haz duymaya, zihnimizi süslemeye ve yetkimizi artırmaya yarar. Hatta insan, zekasına ket vuran her türlü engeli, iyi seçilmiş eserler okumakla ortadan kaldırabilir…” diyen Bacon okumanın önemine dikkat çekmektedir. Okumak için birçok nedenimiz vardır. Bu nedenleri şöyle sıralayabiliriz: Doğruyla yanlışı birbirinden ayırt etmek için, Kendimizi geliştirmek için, Bakış açımızı değiştirmek için, Günlük olayları anlamak için, Mesleki ilgilerimizi sürdürmek ve geliştirmek için, Zevk amacıyla( hobi olarak ) Empati kurabilmek ve karşıdakini anlayabilmek için, Topluma yönelik ihtiyaçlarımızı gidermek için, Adet ya da alışkanlığa bağlı olmak için, Ödev olduğu için. Okuma, biçimleri aşağıda belirtilmiştir: Sessiz okuma, ses organlarından herhangi birini hareket ettirmeden, gövde, baş ve parmak hareketleri yapmadan, yalnız gözle yapılan okumadır. Daha çabuk anlama ve kavramaya yöneliktir. Sesli okumaya göre daha hızlı bir okuma türüdür. Sessiz okuma, anlatılanı çok çabuk kavrama olanağı sağlar. Sessiz okuma ses organlarını devreye sokmadan, göz ve zihin ikilisinin ürünüdür. Gözün görüp, beynin kavradığı bir eylemdir. Gözle algılanıp zihinle kavranan sözcüklerin ya da sözcük kümelerinin konuşma organlarının yardımı ile söylenmesidir. Bu tür okumanın tam ve başarılı olabilmesi için yazıdaki anlamın kavranmasına, sesin ton ve vurgu bakımından ayarlanmasına ihtiyaç vardır. Metni anlamadan iyi bir sesli okuma yapılamaz. İyi bir sesli okuma, dinleyenleri etkiler ve onlara zevk verir. Sesli okumada sözcükler doğru telaffuz edilmelidir. Ses tonu, metindeki duygu ve düşüncelere bağlı olarak ayarlanmalıdır. Hızlı okumaktan çok, noktalama işaretlerine dikkat edilerek uygun yerlerde duraklamalar yapılmalıdır. Okunan metin dikkatle dinlenmeli, okuma süreci kesintiye uğratılmamalıdır. Sesli okuma, hem okuyanda hem de dinleyende okuma zevki uyandır. Düzgün konuşma yeteneğini geliştirir. Dinleyicilerin konuya ilgi duymasını sağlar. Birim zamanda daha fazla uzunlukta metin okuyabilme becerisidir. Normalden daha kısa sürede daha çok şey okuyabilmek, daha iyi anlamak amacıyla yapılan bir okuma tekniğidir. Hayatın tempolu akışı içinde okumaya zaman ayırmakta güçlük çekenler için okuma hızını artırmaya yönelik teknikler geliştirilmiştir. Bu teknikler genel anlamda hızlı okuma olarak adlandırılır. Hızlı okuma, zihinsel okuma olarak da adlandırılır. Bu nedenle gözlerin ve beynin birlikte kullanılması için eğitilmesi gerekmektedir. Bunun için; Göz kaslarını güçlendirme, Benzer kelimeleri ayırt etme, Görme yelpazesini genişletme, Geriye dönüşler yapmadan okuma çalışmalarının yaptırılması gerekir. Her metnin aynı hızda okunması mümkün değildir. Okuma hızının metnin özelliğine göre değişiklik göstereceği açıktır. Eleştirel okuma, okunan metinler üzerinde bizi düşünmeye ve yorumlamaya yönelten bir yöntemdir. Metin karşısında okurun yazarla iç diyalog halinde olduğu hareketli zihinsel bir süreçtir. Eleştirel okumada okur, metnin düşünce ve duygu dünyasına girebilir; yazarın amacını kestirebilir; okuduğu metnin türüyle içeriği ve dil kullanımı arasındaki ilişkileri çok iyi kavrar. Metnin olay örgüsünü ve mantıksal örgüsünü çözümler; metin aracılığıyla verilmek istenen iletileri kavrar; bütün bu süreçleri kendi bilgi ve deneyim birikimiyle karşılaştırıp yorumlamaya yönelir. Yapabileceğimiz şeyleri yapmaya başlasak kendimiz hayretler içinde bırakacak sonuçlar alırız. Thomas Edison İyi okuyucular, okuma sırasında metnin yazarıyla konuşur gibidirler. Onlar bu şekilde okudukları için okurken düşünür ve yazarın yazısıyla tartışırlar. Bu sırada konuyla ilgili akla gelen her türlü bilgi, okunmuş olan başka kitaplarda daha farklı verilmiş olabileceğinden bu bilgi metnin bir köşesine yazılmalıdır. Okurken not alma becerisi kişiden kişiye ve okuma meninin türüne göre de değişiklik gösterebilir. Okuyucu kendi konusuna ve ihtiyaçlarına göre bu beceriyi geliştirir. Not alma, okuduğumuzu ya da dinlediğimizi olduğu gibi kâğıt üzerine aktarma değildir. Yararlı bulduğumuz temel noktaları ayırmalıyız. Bunun için şu noktalara uymak gerekir: Önemli noktaları yakalamaya çalışmak. Bunun için parçadaki anahtar sözcükleri çok iyi seçmeliyiz. Paragraftaki sözcükleri kendi ifadelerimizle yeniden anlatmalıyız. Özgün ifade kullanmalıyız. ƒ Kısaltmalar ve sembollere başvurmalıyız. Anlamını bilmediğimiz sözcükler için sözlüğe başvurmalıyız. Bir insanı dinlemek, ona en büyük insancıllığı göstermektir. Haldun TANER Karşımızdaki insanın söylediklerinin dinlemeye değer olmadığını düşündüğümüzde dahi o kişiyi dinlemeye devam etmek bir görgü kuralıdır. Kendini geliştirmiş insanlar, kötü bir konuşmadan bile öğrenilebilecek bir şeylerin olduğunu bilir ve kim olursa olsun karşısındaki insanı sonuna kadar dinler. Sürekli göz teması kurar. Karşısındaki kişinin sözel veya davranışsal mesajlarını iyi değerlendirir. Sabırlıdır ve konuşan kişinin sözünü kesmemeye özen gösterir. Karşısındaki kişinin yanıtlarına sözel ve davranışsal yanıtlar verebilir. Karşısındaki kişinin anlattıklarını sorular sorarak daha ayrıntılı anlamaya çalışır. Konuşulan konuyu özetler ve kendi cümleleriyle doğru şekildeifade edebilir. Karşısındaki kişi ile empati kurabilir. Karşısındaki kişinin konuşmasını ilgiyle dinler. Dinlemek istediğini ve ilgilendiğini karşı tarafa hissettirir. Eleştiri yapmaz ve yargılayıcı değildir. Açık görüşlüdür. 11. KONU Her yazım ve anlatımın temeli konudur. Konu üzerinde konuşulan yazı yazılandır. Konuşma da, yazma da bir kimseye bir şey hakkında bir şey söyleme, bir şey anlatma işidir. Öyleyse anlatımın oluşması için üzerinde söz söyleyeceğimiz, yazı yazacağımız bir şeyin bulunması gerekir. Üzerinde duracağımız, yazı yazacağımız, söz söyleyeceğimiz şeyin anlatımdaki adı konudur. KONUYU SEÇME Anlatımda başarılı olma konumuzu iyi seçmeye bağlıdır. Sözlü anlatım için de, yazılı anlatım için de bu böyledir. Bir topluluk önünde belirli bir amaç için konuşacaksak ne üzerinde duracağımızı, ne hakkında konuşacağımızı önceden belirlemek zorunda kalırız. Buna da “konu seçimi” denir. Günlük konuşmalarımızda konuyu seçmek için özel bir çaba göstermeyiz. Konularımızı, yaşadığımız günün ya da günlerin olayları, olguları oluşturur genellikle. Konu seçiminde öncelikle yazı yazacak kişinin ikinci gibi dereceden de onu okuyacak ya da dinleyecek kitlenin, yani muhatabın bilgi ve birikim seviyesi etkili olmalıdır. Bunun göz ardı edilerek yapılan konu seçimi yazıda başarısızlığı getirecektir. Çünkü hiçbir bilgi ve fikir sahibi olamadığımız bir konuda yazı yazmak oldukça zordur. Böyle bir durumda kişi, o konuyla ilgili olarak bildiği en genel şeyleri durmadan tekrar tekrar sıralayacak, örnek vermek ve konuyu geliştirmekte zorlanacak, dolayısıyla ortaya sıkıcı, kuru ve kısır bir yazı çıkacaktır. Kendimizin fikir ve bilgi sahibi olmadığı bir konuyu başkasına anlatamayız. Bu yüzden konu seçiminde dikkatli olunmalı, bilgi, fikir veya deneyim sahibi olunan konular seçilmelidir. Yaşantı ve deneyimlerimiz konu seçiminde bize bazı ipuçları verir. Bunlardan hareketle ilginç konular bulabiliriz. Yaşantı ve deneyimlerimizin yanı sıra, özel ilgilerimiz, okuduklarımız ve dinlediklerimiz, dış dünyamızda konuşma ve yazma konuları bulmada bize kaynaklık eder. Elbette konu seçiminde okuyucuların ve dinleyicilerin ilgileri, yaş durumları, eğitim ve kültür düzeyleri de dikkate alınmalıdır. Konu seçiminde göz önünde bulundurulacak özellikler şunlardır: Kişi, konu seçerken bildiği ya da ilgi duyduğu, araştırma yapabileceği konuyu seçmelidir. Konu, geliştirmeye uygun olmalıdır. Konu, bilimsel gerçeklerle çelişmemelidir. Konu, türlü yorumlara yol açmayacak kadar inandırıcı ve açık olmalıdır. Bir paragrafta, metinde konuyu bulmak için şu sorulara başvurulmalıdır: Bu parçanın konusu aşağıdakilerden hangisidir? Bu parçada aşağıdakilerden hangisi üzerinde durulmaktadır? Bu parçanın bütününde ele alınan düşünce, aşağıdakilerden hangisidir? Bu parçada yazarın,yapıtın, yerin hangi yönü üzerinde daha çok durulmaktadır? Örn: Öz Türkçe akımı, bilim dilinde de egemenliğini kazanmaktadır. Dilimizin kavram dağarcığı kendi olanakları içinde yeniden kurulmaktır. Türkçe nesne dili olmaktan çıkıyor artık; insan düşüncesinin her türlü verimlerini karşılayabilecek bir yetkinliğe ulaşıyor. Bu durum bize şunu göstermektedir: “ Türk düşüncesi, somutlamadan soyutlamaya geçerek durağanlığından kurtuluyor.” Bu parçada üzerinde durulan konu aşağıdakilerden hangisidir? A. Öz Türkçenin bilime uygunluğu B. Somut varlık adlarının artması C. Öz Türkçe çabasının dilimize katkısı D. Türkçe konuşanların sayısında artış alması E. Dilimizde kimi kavramların bulunmayışı. Parçada öz Türkçe akımının dilimizi her türlü düşünsel verimi adlandırabilecek noktaya getirdiği belirtilerek bu akımın Türkçeye katkısı üzerinde durulmuştur. Cevap C’dir. Paragrafta, metinde yazarın okuyucuya vermek istediği mesaj, yazıyı yazma amacı ana düşünceyi verir. Paragrafa sorulan “Yazarın vermek istediği mesaj nedir, yazar niçin anlatıyor?” sorularının cevabıdır. Bir paragrafın ana düşüncesi o paragrafın yazılış amacını bildirir. Ana düşünce cümlesinin yazıda belli bir yeri yoktur. Yazının başında, ortasında ya da sonunda verilebileceği gibi, yazının tümüne sindirilmiş de olabilir. Yazarın tutumuna bağlıdır bu. Paragrafta “böylece, o halde, bana göre, kanımca, ama, fakat, oysa, önemli olan…” gibi ifadeler okuru, ana düşünceye götürür. Paragraf tümdengelim yöntemiyle oluşturulmuşsa ana düşünce cümlesi başta yer alır; ilk cümle hem konuyu hem ana düşünceyi yansıtır. Örnek: Tiyatro, sınırları o kadar geniş bir bilgi ve çalışma alanı ki insanın bir ömrü değil, yüz ömrü bile olsa, onu bütünüyle öğrenmeye yetmez. Öyle ki insan, bütün bir yaşamını tiyatroya ayırmış olsa da ömrünün sonunda tıpkı başlangıçtaki gibi boş ve bilgisiz görür kendini. Çünkü yaşam, nasıl yeni günler getiriyorsa, yeni günler de tiyatroya yeni yeni üsluplar, yeni yeni düşünceler, yeni yeni deneyimler getiriyor. Paragraf tümevarım yöntemiyle kurulmuşsa ana düşünce cümlesi sonda olur. Bu durumda sonuç cümlesi, parçada anlatılanların tümünü özetler. Örnek: Dil, bir toplumu başka bir toplumdan ayıran en önemli öğedir. Şair ise dildeki sözcüklere yeni anlamlar, çağdaş yorumlar katan kişidir. Bir toplum, yeni şairlerini anladığı ölçüde daha çağdaş bir toplum olma çizgisine ulaşır. Kısacası şair, toplumun dilini, dolaylı olarak da duyarlığını zenginleştirir ve canlı tutar. Ana düşünce kimi zaman da paragrafın orta bölümünde yer alabilir. Örnek: (I) Sanatın insanoğluyla yaşıt olduğu söylenebilir. (II) İnsanoğlu, geçirdiği evrimlere uygun olarak sanatı da değiştirmiş, geliştirmiştir. (III) İlk sanat örneklerini incelediğimizde sanatın ilkel bir nitelik taşıdığını görürüz. (IV) İnsanın, yerleşik yaşama geçmesiyle birlikte kültür düzeyi de yükselmiştir. (V) Bu da ister istemez sanata yeni nitelikler, yeni boyutlar kazandırmıştır. Ana düşünce cümlesi şu özellikleri taşımak zorundadır: Konu değil düşünce olmalıdır. Açık ve özlüce anlatılmış olmalıdır. Açıkve anlaşılır olması, açık ve anlaşılır olmalı, değişik yorumlamalara yol açmamalıdır. Ana düşünce cümlesi geliştirmeye uygun almalıdır. Bir parçada yazarın okura anlatmak istediği asıl düşünceye “Ana Düşünce denir. “Ana Düşünce” yazarın okura vermek istediği mesajdır. Paragrafta verilmek istenen en kapsamlı yargı ana düşüncedir. Paragrafta verilmek istenen iletinin en kısa ve açık ifadesi ana düşüncedir. Paragrafta verilmek istenen asıl görüş ana düşüncedir. Paragrafta verilmek istenen düşünce ana düşüncedir. Paragrafta yazarın savunduğu görüş ana düşüncedir. Ana düşünce soruları paragraf soruları içinde en yüksek sayıyı oluşturur. Ancak bu sorularda ana düşünce sözü çok fazla kullanılmaz. Aşağıdaki soru cümleleri, çıkmış bazı ana düşünce sorularından seçilmiştir: Bu parçanın ana düşüncesi aşağıdakilerden hangisidir? Bu parçada asıl anlatılmak istenen aşağıdakilerden hangisidir? Bu parçada anlatılmak istenen aşağıdakilerden hangisidir? Bu parçada asıl söylenmek istenen aşağıdakilerdenhangisidir? Bu parçadan çıkarılabilecek en kapsamlı yargı aşağıdakilerin hangisidir? Bu parçada vurgulanmak istenen düşünce aşağıdakilerden hangisidir? Bu parçada vurgulanmak istenen aşağıdakilerin hangisidir? Bu parçada aşağıdakilerin hangisi vurgulanmaktadır? Yazarın bu sözüyle belirmek istediği aşağıdakilerden hangisidir? METĠN PLANLAMASI VE YAPI Etkileyici bir konuşmanın, güzel bir yazının ortaya çıkmasında bilgi birikimi, işlenecek konu seçimi ve planlama birinci derecede etkili unsurlardır. Yazılı veya sözlü kompozisyon için yapılacak plânlamada, hareket noktası konu olacağı için önce bunun incelenmesinde yarar vardır. Başarılı bir kompozisyon yazabilmek için “konu, plân ve plân yapma” hususlarının iyice öğrenilmesi gerekmektedir: 1. KONU Bir metinde üzerinde söz söylenen, yazı yazılan duygu, düşünce, olay veya durumlara konu denir. Konu bir yazının temelini oluşturur. Bu açıdan her şey yazının veya konuşmanın konusu olabilir. Çünkü hangi duygu, düşünce, olay veya olguyu anlatırsa anlatsın her yazının bir konusu vardır.Üzerinde söz söylenebilecek veya yazı yazılabilecek bir duygu, bir düşünce, bir haber, bir sorun, bir eşya, bir olay konu olabilir. Konudan hareketle okura verilmek istenen mesaj ele alınır. Dolayısıyla konu, esas anlatılmak istenen düşünceyi (ana düşünce) vermek için yararlanılan bir araçtır. Metin yazımına başlamadan önce konunun tespiti ve sınırlaması yapılmalıdır. Hakkında yazı yazmaya değecek, ilginç, yazanın yeteneklerine ve geliştirilmeye uygun, bol kaynaklı konuların seçilmesinde yarar vardır. Plânlamanın daha kolay ve doğru yapılması, konunun iyi anlaşılmasına, sınırlarının iyi tespit edilmesine, anlatım şeklinin belirlenmesine bağlı olduğu için konunun üç yönü iyi bilinmelidir: a) Konu Seçimi: Konunun özünü oluşturan temel kavram veya problemdir, konunun incelenecek yönüdür. Seçilen konuda “neyi açıklayacağım?” sorusunun karşılığıdır. “Hangi tür müzikten hoşlanırsınız?” şeklinde verilen bir sorunun konusu müziktir. Konu seçiminde dikkat edilmesi gereken bazı noktalar vardır: Araştırmacı seçmiş olduğu konuya "ilgi” duymalıdır. Seçilen konu bilinenleri değil bilinmeyenleri ortaya koyabilmeli, “orijinal” olmalıdır. Konu “araştırmaya değer” olmalıdır. Fayda sağlamayacak konu zaman kaybına neden olur. Araştırmacının “bilimsel yeterliliği” uygun olmalıdır; yani kendi seviyesinin çok altında veya üstünde olmamalıdır. Konuyla ilgili “yeterli kaynak” bulunmalıdır. Seçilen konu kadar bu konuya ayrılan “zaman” da çok önemlidir. Konu hedeflenen zamana uygun olmalıdır. b) Konuya Bakış Açısı: Konunun çalakalem işlenmesini önleyen, konunun ana maddesini de içine alan, onun hangi yönlerden nasıl işleneceğini belirleyen, konuyu sınırlayan yönüdür. “Konunun hangi yönünü ele alacağım?” sorusunun karşılığıdır. Konunun sınırları iyi çizilmez ve yazı düzgün bir plân üzerine inşa edilmezse konuyu dağınıklıktan kurtarmak mümkün olmaz. Bu sebeple konular belirlenirken genel konulardan ziyade özel konular seçilmelidir. “Türk Edebiyatında Destan” şeklinde verilen bir konu, “Anadolu Sahası Destanları” konusuna göre çok geniş ve genel bir konudur. Konunun sınırlandırılması o konuyu dağınıklıktan, belirsizlikten kurtarır. Yazının başarısını artırır, söylenen sözlerin, ortaya konan düşüncelerin daha derli toplu verilmesine olanak sağlar. Böylece konu dışına çıkmalar, konuyu gereksiz yere uzatmalar da ortadan kalkmış olur. Sınırlandırma içeriğe göre yapılabileceği gibi hitap edilen kitleye, hitap süresine, konunun türüne göre de sınırlandırılabilir. c) Konunun Türü ve Şekli: Kompozisyonda konuyu işlemeye, geliştirmeye uygun anlatım türüne konunun şekli denir. “Hangi tür ve biçimde yazacağım?” sorusuna karşılık gelir. Konunun maddesi belirlenip sınırları çizildikten sonra anlatımda; hikâye, şiir, roman, tiyatro, deneme, makale, fıkra, mektup, nutuk… gibi tür veya biçimlerden hangisi kullanılacaksa o türün/biçimin özellikleri iyi bilinmeli ve yazı buna göre kaleme alınmalıdır. Başlık Seçimi Başlık, bir yazının kimliğidir; yazının veya konuşma konusunun adıdır. Tabiatta adı olmayan, ismi konmayan varlık olmadığına göre yazıya da bir isim konmalıdır. İyi bir başlık: *Parçada anlatılanları çağrıştırır nitelikte olmalıdır. *Konuya ve ana düşünceye paralel olmalıdır. *Fazla uzun olmamalı, birkaç kelimeden oluşmalıdır. *Dikkat çekici ve merak uyandırıcı olmalıdır. *Kolay söylenebilmeli ve akılda kalıcılığı olmalıdır. 2. PLÂN Plan, bir bütünün parçalarının düzenlenişi, bir eserin başlıca bölümlerinin genel düzeni, bir amaca ulaşmak için tasarlanan işlerin sıralanışı anlamındadır. Plan sadece kompozisyonda değil, yaşantımızın her alanında başarılı olmanın en önemli şartlarından biridir. İyi bir şehir plansız kurulamaz. Topluma hizmet üreten bir kuruluş plansız işleyemez. Plansız ve düzensiz bir öğrenci başarılı olamaz. Planın olmadığı yerde düzensizlik ve başarısızlık olur. İyi bir kompozisyon yazmanın yolu da planlı hareket etmektir. Çünkü konuyu doğru olarak anladıktan sonra, konu hakkındaki bilgilerimizi kafamızda canlandırmak, örneklendirmek işine girişiriz. Kafamızda canlanan fikirleri, örnekleri bir düzene koymak, onları ayıklamak, bu bilgilerden en önemli ve etkili olanları seçmek, örneklerin en çarpıcılarına yer vermek gerekir. Bir yazıda ana düşünce çevresinde beliren yardımcı düşüncelerin, ana düşünceyle ilişkileri yönünden uzaklık ve yakınlıkları vardır. Bunları sıraya koymak, gereksizleri atmak, ancak plân yapmakla mümkündür. Plan, fikirler ve örnekler arasında birliği ve uyumu sağlar; tekrarlara düşmemizi engeller. Konuyla ilgisi olmayan fikirler de bu yolla yazıda yer almamış olur. Plan fikir ve duygularımızı yazıya geçirirken atlama ve unutmaları ortadan kaldırır. 3. PLÂN YAPMA Plânın uygulamada iki şekli vardır: Yazılı plân, yazısız plân. Uzun bir yazı için, her yazarın bir yazılı plâna ihtiyacı vardır. Çünkü fikir sayısı çok olduğundan hata yapmak daima mümkündür. Böyle bir plân büyük kolaylıklar sağlar. Kısa yazılar için yazısız plân yeterlidir. Yazar, zihninde bir tertip yapar ve ona göre yazısını yazar. Fakat yazmaya yeni başlayanlar, kısa yazılar için de yazılı plân yaparlarsa daha iyi olur. Bir yazının plânı yapılırken konu seçimi, konuya bakış açısı ve konunun türü/biçimi belirlendikten sonra, her biri ayrı paragrafta işlenecek temel cümleler (ana fikirler) belirlenir ve bunlar kısa ifadeler (cümle değil) hâlinde yazılır; bu ana fikirleri geliştirmede, açmada kullanılacak yardımcı düşünceler, (kısa ibareler şeklinde) şıklar hâlinde belirtilir. Hazırlanan çerçeve plân üzerinde var olan fazlalıklar çıkarılır, eksikler tamamlanır ve işlenecek düşünceler düzenlenir. Yazar, eserini bu plâna göre kaleme alır. Plânda üç ana kısım vardır: Giriş, gelişme (esas kısım) ve sonuç: a) GiriĢ (Serim): Yazının baş kısmında yer alır. Okuyucunun ilk karşılaşacağı bölümdür. Muhatap (ilgili), yazının devamını okuyup okumamaya burada karar verecektir. Bu sebeple girişin son derece uygun, anlaşılır ve merak uyandırıcı olması gerekir. İyi bir giriş için tavsiye edilebilecek bazı şekiller vardır: Meşhur bir sözü nakletmek, ilgi çekici bir hikâye, fıkra veya olay anlatmak, bir konuşmayı aktarmak, bunlardan sadece bir kaçıdır. Hikâye türündeki eserlerde ise en iyi yöntem, bir olay veya diyalogla giriş yapmaktır. b) GeliĢme (Düğüm): Plânda ikinci kısım, konunun işleneceği, fikirlerin söyleneceği ve olayların gelişeceği yerdir. Asıl anlatılmak istenenler burada aktarılacaktır. c) Sonuç (Çözüm): Yazarın okuyucunun huzurundan çekildiği yerdir. Artık söylenecekler söylenmiş, vedalaşma zamanı gelmiştir. Yapılacak iş, okuyucu üzerinde olumlu bir etki bırakmaktır. İyi bir sonuç fikirlerin kabulünde önemli rol oynar. Burada yazıyı özetlemek, temel fikirleri tekrar etmek, güzel bir söz nakletmek, bazen de yazının amacına uygun bir hikâye anlatmak mümkündür. Her yazının kendine göre bir sonucu vardır ve bu konuda kesin ölçüler koymak doğru değildir. Plan yapmanın Yararları Kişiyi boş sözlerden ve konu dışına çıkmaktan kurtarır. Düşüncelerin rahatça anlatılmasını ve yazının kolay anlaşılmasını sağlar. Duygu, düşünce ve hayallerin ölçülü biçimde anlatılmasına yardımcı olur. Kişiyi kararsızlıktan ve zaman kaybından kurtarır. Konu birliğini korur. Örnek bir metin plânı: Konu: “Kuvvete dayanmayan adalet aciz; adalete dayanmayan kuvvet zalimdir.” Konu Seçimi: Adalet ve kuvvet Konuya BakıĢ Açısı: Kuvvetsiz adaletin acizliği; adaletsiz kuvvetin zalimliği Konunun Türü/Biçimi: Makale Konunun Plânı: Giriş: 1. Adalet ne demektir? 2. Kuvvet nedir? 3. Kuvvetsiz adaletin acizliği; adaletsiz kuvvetin zalimliği Gelişme: 1. Adaletin yararlandığı kuvvet nasıldır. Uygulamadaki yansıması 2. Kaba kuvvet ne demektir? Adalete yardımcı kuvvetten farkları nelerdir? 3. Kuvvette ölçüt 4. Kuvvetle güçlendirilmeyen adaletin acizliğine çeşitli örnekler 5. Adaletle sarmalanmayan gücün zalimi ve zulmü doğuracağı, buna tarihten ve zamanımızdan örnekler Sonuç: 1. Ölçüsüz kuvvet savunulamaz. 2. Güç kullanmayan adaletin boşlukta kalacağı 3. Adaletin kuvvetle, kuvvetin adaletle donatılması gerektiği Plânlanmış bir metin örneği: Yarına İnanmak Sevgi, inanış, güven, acıma, saygı gibi varlığımızı ilgilendiren türlü insanlık duygularının bozulmadığı her devirde ve her yerde sanat ve edebiyat ciddiye alınmış, değer taşımıştır. Ciddiye alınmayan gerçek sanat hiçbir yerde gösterilemez. İkinci savaş sonrası kuşaklarına giren yazarların çoğu, ciddilikten yoksundur. Ünü ucuza mal etmek yüzünden çocuk denecek yaşta olanların bile ağıza alınmaz deyimlerle yüz kızartacak sözde şiirler düzmeye, iri iri laflar ederek eleştirmeler yazmaya kalkıştıklarını görmedik mi? Bıyıkları yeni terlemiş bir delikanlının “dünya sanatında” diyerek eleştirmesine başladığını okuyunca dünyanın avuca sığacak kadar küçüldüğünü görerek içim burkulmuştu. Bizim bildiğimiz medeniyetler sanatı ve edebiyatıyla ölçülür. Eski Yunan medeniyetinden sanatını ve edebiyatını kaldırınız, geriye ne kalır? Yirminci yüzyıl Türk medeniyeti, her halde yukarıdaki anlatmaya çalıştığım bu çeşit eserlerle kurulmayacak. Şairlerimizin, eleştirmecilerimizin, bir kelime ile bütün yazarlarımızın çoğunlukça öteden beri takip ettikleri Fransız edebiyatı Dadaisme (Dadaizm)‟den ve bir sürü “isme(izm)” ile biten türedilerinden mi ibarettir? Bunlardan kaçının adı hatıralarda kalmıştır? Ne şiirin, ne sanatın yenisi eskisi olur. Sadece sanat vardır. Hangi şiir Baudelaire‟inkilerden daha şiirdir? Yeni kelimesini ağızlarından düşürmeyenler ya tükenmiş olanlar, ya da kendilerinde yaratma gücü bulunmayanlardır. Yenilik diye ortalığı bulandırmakla gerçek bir şey kazanılmaz. Bulanık suda balık avlandığı sanatta görülmemiştir. Gelecek günlere, yarına inanmayan toplumların yaşamayacakları gibi yarını, yani sürekliliği düşünerek yazmayanların, yazdıklarının yarın açısından sorumluluğunu taşımayanların yaşayamadıklarını tarih ve edebiyat tarihleri gösteriyor. Ama ne tarihin, ne de edebiyat tarihinin okunduğu var. Ölü doğmuş, iddialı sanat ve edebiyat eserlerinin tarihi yazılsa ciltler yetmeyecek. Ben, sanatı ve edebiyatı insan varlığının en kutsal yaratışlarından biri sayarım. Gerçek sanat eserlerinin de, yarına geçecek değerde olduğuna inanan sanatçıların ellerinden çıkmış olanlar arasında bulunacağına inanıyorum. Zaten bana bu satırları yazdıran da bu inanış oldu. Tabii yarını, geleceği masal sayanlar, günü gününe yaşamakla yetinenler, diledikleri gibi düşünüp yazarlar. Bu, onların bileceği iştir. Suut Kemal YETKİN- Günlerin Götürdüğü‟nden PARAGRAF VE ANLATIM TEKNĠKLERĠ PARAGRAF Herhangi bir olayı, durumu, kavramı veya varlığı anlatan cümleler topluluğudur. Yazı parçası demektir. Paragraf kendi içerisinde bir bütünlük taşır, paragraf tek bir düşünce etrafında oluştuğundan kendi içerisinde bir bütünlük oluşturur. PARAGRAFTA ANA DÜġÜNCE Yazar veya şairler bir konu aracılığı ile belirli bir anlatım yöntemini kullanarak okuyucuya bir mesaj ulaştırır. Parçada okuyucuya verilmek istenen asıl düşünceye “ana düşünce” denir. Bir parçanın yazılmasının amacı ana düşüncedir, parçanın konusu da parçanın yazımı için araç niteliğindedir. Ana düşüncenin genel özellikleri: Ana düşünce bir yargı bildirir. Parça okunduğunda herkesin vardığı ortak düşüncedir. Parçayı kapsar nitelikte genel bir yargıdır. Parça tek cümle ile özetlenecek olsa bu ana düşünce cümlesi olur. İyi bir paragrafta ana düşünce bir cümle şeklinde parçanın başında, sonunda veya herhangi bir ye­rinde verilir. Paragraftaki diğer cümleler ise ana dü­şünceyi açıklayıcı ya da destekleyici nitelikte olur. Ana düşünce, bazen de yazının bütününe sindirilmiş durumdadır. Bu durumda ana düşünce paragraf yorumlanarak, anlatılanlardan hareketle bulunur. Ana düşünce bulunurken parçada şu sorulara cevap aranmalıdır: “Yazar bu parçayı hangi amaçla yazmıştır?” “Bize ne anlatmak istemektedir?” PARAGRAFTA YARDIMCI DÜġÜNCELER Parçada ana düşünce ortaya konurken bu düşünceyi açıklayıcı ve destekleyici nitelikte başka düşüncelerden yararlanılır. İşte parçada ana düşünceye zemin oluşturan bu düşüncelere “yardımcı düşünce” denir. Dört ayaklı bir sehpa düşünün. Bu ayaklardan hiçbiri tek başına bir sehpayı oluşturmaz. Ancak dördü bir araya geldiğinde sehpa oluşur ve kullanılır duruma gelir. İşte parçadaki yardımcı düşüncelerin her biri, sehpanın ayaklarından biri gibidir ve bunlar ana düşünceyi ayakta tutar. Yardımcı düşüncelerin genel özellikleri: Parçada sayı olarak birden fazladır. Parçayı tam olarak kapsamaz. Ana düşüncenin sınırlarını çizer. Ana düşüncenin anlaşılmasını sağlayıcı niteliktedir. PARAGRAFIN KONUSU Üzerinde durulan, hakkında yazı yazma gereği hissedilen her türlü kavrama “konu” denir. Konu, yazarın mesajını okuyucuya ulaştıran bir araçtır. Yani yazının yazılış amacı değil, amaca götüren bir araçtır. Parçanın konusu bulunurken şunlara dikkat edilmelidir: o Parçada en çok tekrar edilen sözcükler üzerinde yoğunlaşılmalıdır. o İlk cümlelere dikkat edilmelidir, çünkü konu ilk cümlelerde verilebilir. o Konu, parçanın tamamını kapsar nitelikte olmalıdır. Ancak konuyu ararken genellemeye gidilmemelidir. Konu, mümkün olduğunca parçayı da kapsayıcı şekilde daraltılmalıdır. PARAGRAFIN BAġLIĞI Konuyu en iyi şekilde kapsayıp yansıtan ve birkaç sözcükten oluşan sözcük grubuna “başlık” denir. Başlık; İlgi çekici ve düşündürücüdür. Konu hakkında bilgi verir. Ana düşünceyi çağrıştırır. Parçanın bütünü okunduğunda daha iyi kavranır. PARAGRAFIN BÖLÜMLERĠ Paragrafı oluşturan cümlelerin her birisinin kendine özgü yeri vardır. Bir paragrafın ilk cümlesi ile son cümlesi aynı nitelikleri taşımaz. Ayrıca paragrafı oluşturan cümleler birbirleriyle hem yapı hem de anlam bakımından bir ilişki içerisindedir. Bu cümleler bir yargıyı birbirlerine bağlı olarak anlatır. Giriş Bölümü Genelde tek cümleden oluşan giriş bölümünde parçada anlatılacak konu verilir. Giriş cümlesi bağımsızdır. Diğer cümleler giriş cümlesine biçimce ve anlamca bağlıdır. Kendinden önce de bir cümle varmış gibi bir izlenimi uyandırmamalıdır. Bu yüzden giriş bölümü cümlesinde, sanki giriş cümlesinden önce bir cümle varmış anlamını verebilecek olan: “bu yüzden, bundan dolayı, kaldı ki, yine de, ama, fakat, oysa, çünkü, bunun için, ise, de …” gibi bağlayıcı ifadeler yer almaz. Gelişme Bölümü Giriş cümlesinden sonra gelen ve onu açıklayan, girişte belirtilen konunun ayrıntılarıyla ele alındığı bölümdür. Düşüncelerin açıklanması, anlaşılır hale gelmesi, yerine göre ispatlanması için tasvir, öyküleme, örneklendirme, tanık gösterme, karşılaştırma, açıklama gibi değişik tekniklerden yararlanılır. Sonuç Bölümü Gelişme bölümünde anlatılan olay, düşünce ya da duyguların bir sonuca bağlandığı bölümdür. Bazen ana düşünce sonuç bölümünde verilebilir. Sonuç bölümünde “sonuç olarak, özetle, bundan dolayı, kısaca…” gibi bağlayıcı ifadeler bulundurabilir. PARAGRAFTA ANLATIM TEKNĠKLERĠ 1) Betimleme Varlıkların okuyucunun gözünde, zihninde canlanacak şekilde ayırt edici nitelikleriyle resim çizer gibi anlatılmasına “betimleyici anlatım (tasvir etme)” denir. Betimlemede gözlem esastır. Gözlemle elde edilen bilgiler açık, sade ve anlaşılır bir dille okuyucunun gözünde canlanacak şekilde anlatılır. Betimlemede yazar, tasvir edeceği varlığı kendi bakış açısına, kendi görüş ve değerlendiriş biçimine göre anlatır, betimlemeye kendi yorumunu katabilir. Yazarın kendi kişisel görüşünü katmadan, nesnel bir bakış açısıyla, bir varlığa ait özellikleri sıraladığı betimlemelere “açıklayıcı betimleme”; kendi kişisel görüşünü katarak, öznel bir bakış açısıyla, bir varlığın kendinde uyandırdığı duygu ve düşüncelere de yer vererek yazdığı betimlemelere ise “izlenimsel betimleme” denir. Betimlemeler insanı konu alıyorsa bu tip betimlemelere “portre” denir. Kişinin dış görünüşünün, fiziksel özelliklerinin (yüzü, gözü, saç rengi, kolları, bacakları, boyu vs.) anlatıldığı betimlemelere “fiziksel portre”; kişinin iç dünyasının ve karakter özelliklerinin (sevdikleri, sevmedikleri, düşündükleri, tepkileri, duyguları, önem verdikleri vs.) anlatıldığı betimlemelere ise “ruhsal portre” denir. Bazen iki tür portre de bir parçada iç içe bulunabilmektedir. Özetleyecek olursak: Varlıkların niteleyici özellikleriyle anlatıldığı yazılardır. Sözcüklerle resim yapmaktır. Durağanlık söz konusudur. Paragrafı okuduğumuzda gözümüzde bir tablo canlanır. Varlıkların dış görünüşleri de iç dünyalarına ait özellikleri de anlatılabilir. Nesnel ya da öznel olabilir. Örnek: “Anadolu‟nun hüzünlü sonbaharlarından biriydi. Toprak yola serpilmiş gibi duran seyrek taş parçaları güneşin ilk ışıklarıyla parıldıyor, araba sarsıldıkça gözlerimin önünde kıvılcımlar gibi yanıp sönüyordu. Ara sıra daha fazla koşmak isteğiyle şahlanan gürbüz hayvanların yoldan kaldırdıkları tozlar, arabayı sararak boşlukta uçuşuyor; titreşiyor, sonra dalga dalga yere inerek gözden kayboluyordu.” 2) Öyküleme Tasarlanmış veya yaşanmış bir olayın başkalarına sözle ya da yazıyla anlatıldığı anlatım biçimine “öyküleme (hikâye etme-öyküleyici anlatım)” denir. Anlatımı yönüyle betimlemeye benzer. Bu nedenle öyküleme betimsel anlatımla karıştırılabilir. Öyküleme ile betimleme arasındaki fark şudur: Öykülemede olaylar, kişi veya kişilerin başından belli bir yerde ve belli bir zamanda geçer. Betimlemede ise zaman akış içinde değildir ve kişi veya kişilerin başından geçen herhangi bir olay söz konusu değildir. Yani betimlemede belli bir zamanda durur nitelikteki eylem veya varlıklar tanıtılır. Öykülemede ise zaman akış halindedir ve olaylar bu akış içinde verilir. Buna fotoğraf ve film örneğini verebiliriz: Fotoğrafta zaman, olay ve varlıklar donmuş durumdadır. İşte betimleme bu donmuş durumun sözcüklere dökülmüş şeklidir. Oysa filmde zaman, olay ve varlıklar hareket halindedir, işte öyküleme de belli bir zaman aralığında geçen olayları anlatan film gibidir. Yani: Bir olayın anlatıldığı yazılardır. Yer, zaman ve kişiye bağlı olarak olay anlatılır. Hareketlilik söz konusudur. Genellikle geçmiş zaman kullanılır. Paragrafı okuduğumuzda bir film seyretmiş gibi oluruz. Örnek: “Deniz tarafından bir ihtiyar; balıkçı kahvesine doğru usul usul ilerledi. Kapıyı aralayarak içeriye girdi. Sağda solda uyuyanlar vardı. Gür bir sesle herkesi selamladı. Kendinden emin adımlarla ilerledi, cam kenarındaki bir masaya oturdu. Garsondan bir çay istedi. Çayını içti, parasını ödedi ve dışarı çıktı. Denize doğru, İçli bir şarkı söyleyerek yavaş yavaş yürümeye başladı.” 3) Açıklama Bilgi vermek amacı ile oluşturulan yazılarda kullanılan anlatım tekniğidir. Bu tür yazılarda amaç okuyucuyu bilgilendirmek, ona bir şeyler öğretmek olduğu için sade ve anlaşılır bir dil kullanılır. Açıklayıcı anlatımda yazar, duygularına yer vermez, nesnel bir anlatım hakimdir. Kısaca: Bilgilendirmek ve öğretmek amacıyla yazılan yazılardır. Genellikle eğitici ve öğretici yazılarda kullanılır. Yorum içeren ifadelere pek yer verilmez. Sade bir dil kullanılır. Örnek: “Bulut, havanın yüksek tabakalarında çeşitli yığınlar halinde toplanmış su buharıdır. Bunlar güneşin sıcaklığıyla havada yükselmeye başlar. Yükseldikçe daha soğuk hava tabakalarına rastlar. Böylece su buharı, su damlacıkları haline gelir. Bulutların havada durmasını düşme hızlarının az olması sağlar. Ağırlaşınca düşenler, sıcak hava ile karşılaşınca yeniden buharlaşıp yükselir.” 4) Tartışma Yazarın kendi doğrularına okuyucuyu inandırmak, onu kendi gibi düşündürmek için kullandığı anlatım tekniğine “tartışma (tartışmacı anlatım)” denir. Amaç kendi düşüncesini savunmak, varsa yanlış düşünceyi çürütmek olduğundan yazar, düşüncelerini sanki karşısında okuyucu varmış da onunla konuşuyormuş gibi ele alır. Kendi görüşünü ortaya koyar, karşıt görüşün dayanaksız olduğunu örnekleri ile gösterir. Bu yöntemde önce eleştirilecek olan düşünce verilir. Yazar, kendi düşüncesinin doğruluğunu, eleştirdiği düşüncenin ise yanlışlığını savunur. Başka bir ifadeyle: Bir düşüncenin yanlışlığını göstermek amacıyla yazılan yazılardır. Yanlış olan düşünce, eksik ve kusurlu yönleri ortaya konularak çürütülür. Doğru olan düşünce kanıtlanmaya çalışılır. Söyleşi havası hakimdir. Örnek: “Romancı konuyu önyargılarla ele almamalıymış! Ya nasıl ele almalıymış? Konusu önyargılarla ele alınmamış tek bir sanat yapıtı bilmiyorum. Sanatçı, yapıtını hazırlamak için birtakım seçmeler yapar, ya konuyu seçer ya konunun işlenişinde kullanılacak yöntemi. Bir kere bu seçme bile bir önyargıdır. Önyargıyla hiçbir ilgisi yokmuş gibi görünen, aşkı anlatan kitapları inceleyin. Hepsinde, sevgililerin kavuşmasına engel olan kuvvetlere yazarın karşı durduğu görülür.” PARAGRAFTA DÜġÜNCEYĠ GELĠġTĠRME YOLLARI Parçada anlatılanları daha anlaşılır hâle getirmek, okuyucuyu etkilemek, onun ilgisini çekmek gibi amaçlarla bu dört anlatım biçimine ek olarak bazı yardımcı yöntemler de kullanılabilir. Düşünceyi geliştirme yöntemlerinden, yukarıda gördüğümüz dört temel anlatımın (açıklama, tartışma, betimleme, öyküleme) birinin içinde yararlanılabileceği gibi bu yöntemlerden herhangi biri parçanın anlatımında hâkim konumda da olabilir. 1) Tanımlama Bir kavram veya varlığın ne olduğunun açıklanmasına “tanımlama” denir. Genelde açıklayıcı ve tartışmacı anlatım tekniklerinde tanımlamadan yararlanılır. Varlık ya da kavramın okuyucunun zihninde daha belirginleşmesi amaçlanır. Tanım, “Bu nedir?” sorusuna cevap verir. 2) Karşılaştırma Birden fazla varlık ya da kavram arasındaki benzerlik veya farklılıkları ortaya koymak için kullanılan anlatım yoluna “karşılaştırma” denir. Daha çok tartışmacı ve açıklayıcı anlatım içinde kullanılan bu yöntemde, varlıkların farklı ya da ortak yönleri ele alınır. 3) Örneklendirme Bir düşüncenin somut hâle getirilerek daha anlaşılır kılınması için anlatılan konuyla ilgili örnekler verilmesine “örneklendirme” denir. Düşüncenin anlaşılır ve akılda kalıcı olması amaçlanır. Bazen önce bir örnek verilerek veya fıkra anlatılarak konuya giriş yapılır. Bunlardan hareketle de bir yargıya varılır. 4) Tanık Gösterme Yazarın, savunduğu düşüncenin doğruluğuna okuyucuyu inandırabilmek için tanınan ve görüşlerine itibar edilen kişilerin sözlerinden alıntı yapılmasına “tanık gösterme” denir. Kişinin sadece ismini yazıda kullanmak, tanık gösterme için yeterli değildir. Bu, örneklendirme olur. Tanık göstermede önemli olan, kişinin sözünü destekleyici olarak kullanmaktır. Bu da kişinin düşüncelerinin tırnak içinde aktarılması ile olur. Önce yazar kendi görüşünü verir. Daha sonra bu görüşü kanıtlamak, inandırıcılığı artırmak için, o alanda tanınmış bir kişiden söz edip, o kişinin sözlerine yer verilir. 5) Benzetme Bir kavramı ya da varlığı başka bir kavram ya da varlığın özellikleriyle anlatmaya “benzetme” denir. PARAGRAFTA ANLATICININ BAKIġ AÇISI 1) İlahi Bakış Açısı Bu bakış açısında anlatıcı, olayların gelişiminden kahramanların neler düşündüğüne kadar her şeyi bilir. 2) Kahraman Bakış Açısı Hikâye ve romanlardaki olayların, kahramanlardan biri tarafından anlatıldığı bakış açısıdır. Kahraman bakış açısında birinci kişi ağzı kullanılır. 3) Gözlemci Bakış Açısı Bu bakış açısında olaylar bir kamera tarafsızlığıyla anlatılır. Gözlemci bakış açısında üçüncü kişi ağzından bir anlatım vardır. PARAGRAFTA ANLATIM ÖZELLĠKLERĠ Doğallık: Anlatımın yapmacıksız, günlük yaşantıda olduğu gibi, sanat yapmadan, süs ve özentiden uzak yapılmasıdır. Duruluk:Anlatımın açık ve anlaşılır olmasıdır. Anlatımda anlaşılması zor ifadelerden kaçınılmasıdır. Söylenecek sözü sembollere sığınmadan anlatma demektir. Sürükleyicilik:Okuyucunun ilgisini canlı tutmak, okuyucuyu esere bağlamaktır. Akıcılık:Yazının kolay okunabilmesi ve rahatsız eden kelimelerin kullanılmamasını ifade eder. Düşünceler kolay anlaşılabilir bir biçimde sıralanabilmelidir. Ses sanatları akıcılığın vazgeçilmeyen unsurlarından biridir. Yoğunluk:Birçok anlamı bir arada vermektir. Anlam içinde anlam bulunacak şekilde bir anlatımı tercih etmektir. Tutarlılık:Anlatımda birbiriyle çelişen düşünceler ileri sürmeme, sık sık düşünce değiştirmemektir. Açıklık:Anlatımdan okuyucunun çıkardığı anlam ile yazarın vermek istediği mesajın aynı olmasıdır. Anlatılmak istenenin kolayca anlaşılması demektir. Özgünlük:Anlatımda başkasına benzememe, kendine has olmaktır. Yazıda taklitçilikten kaçınma; farklı, yeni, alışılmışın dışında olmaktır. Özlülük:Anlatımda az sözle çok anlam ifade edebilmektir. Sözü uzatmadan, kısa tutarak mesajı en öz şekilde vermektir. Kalıcılık:Geçmiş dönemde ortaya konan bir yapıtın gelecekte de ilgi görmesi, geçerliliğini korumasıdır. Ulusallık – Yerellik:Sadece bir ulusun kültürel özelliklerini taşımaktır. Evrensellik:Bir sanat yapıtının dünyadaki tüm insanlara hitap eden bir özellik taşımasıdır. Çağdaşlık:Çağının gerisinde kalmamak, çağına uygun özellikler taşımaktır. İçtenlik:Anlatımın yürekten, candan, samimi olmasıdır.