METASTATİK SPİNAL TÜMÖRLERDE İNSTABİLİTE ve CERRAHİ

advertisement
T.C
Sağlık Bakanlığı
Dr.Lütfi Kırdar
Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
1.Nöroşirürji Kliniği
Şef : Op.Dr.Işık Gürel
METASTATİK SPİNAL TÜMÖRLERDE
İNSTABİLİTE ve CERRAHİ TEDAVİSİ
Dr..Mahmut GÖKDAĞ
(Uzmanlık Tezi)
İSTANBUL
2005
Önsöz
5 yıllık nöroşirürji eğitimine başladığım tarihten bu yana bize desteğini hiçbir zaman
esirgemeyen, her konuda yardımcı olan, bilgisinden ve engin tecrübelerinden ders aldığımız,
hekimlik mesleğinin onur ve gururunu, nöroşirürjiyen olmanın özelliğini öğreten, hayat boyu
hep örnek alacağımız sayın hocam Op.Dr.Işık GÜREL’e, her zaman her konuda yardımlarını
esirgemeyen şef yardımcılarım Op.Dr.Kamil DİRİKER’e ve Op.Dr.Haluk ÖZSARAÇ’a,
çalışkanlığı, bilgisi, dürüstlüğü ve yardımseverliği ile eğitimimize büyük katkısı olan
başasistanım Op.Dr.Sedat DALBAYRAK’a, asistanlık eğitimim boyunca her türlü yardım ve
desteğini esirgemeyen Op.Dr.Mesut YILMAZ’a ve beraber çalıştığım diğer asistan
arkadaşlarıma teşekkürü bir borç bilirim.
Dr.Mahmut Gökdağ
İÇİNDEKİLER
a- Metastatik spinal tümörlerin patolojik özellikleri
1
3
5
5
b- Metastatik spinal tümörlerin radyolojik
11
c- Klinik ve laboratuar bulgular
d- Biyomekanik ve instabilite kavramı
e- Klinik karar, evreleme ve skorlamalar
f- Medikal tedavi
g- Cerrahi tedavi
15
18
24
29
33
48
50
62
75
86
87
Giriş ve amaç
Tarihçe
Genel Bilgiler
özellikleri
Materyal ve metod
Bulgular
Olgu Örnekleri
Tartışma
Sonuç
Kaynaklar
Giriş ve Amaç
Spinal metastatik hastalıkların tedavisi halen yoğun tartışmalara neden olmakta ve
ortak bir görüş birliği sağlanamamaktadır. Son yıllarda spinal tümörlere cerrahi yaklaşım
büyük ölçüde değişmiştir. Önceleri cerrahinin yeri biyopsi alarak histopatolojik tanı sağlama,
laminektomi ile dekompresyon yapma ve ağrıya yönelik palyatif girişimlerle sınırlı iken;
gelişen cerrahi teknikler omurgaya her düzeyde girişimi olanaklı hale getirmiş, biyomekanik
bilgimizin ve enstrüman olanaklarımızın artışı stabilizasyon sorununa etkili bir şekilde
yaklaşabilmemizi sağlamış, gelişen nöroradyolojik incelemeler lezyonları gerçek boyutlarıyla
bir bütün halinde görmemizi olanaklı kılmıştır. Tüm bu gelişmelerin sonucu olarak birçok
olguda radikal girişimlerle total tümör rezeksiyonu olası hale gelmiş ve omurga tümörlerinde
cerrahinin ağırlığı artmıştır.
Omurga tümörlü her hasta multidisipliner yaklaşımın uygulandığı bir ekip çalışması
halinde ele alınmalıdır. Yaklaşım radyolojik olarak tanının konulması ve bir cerrahi
uygulamasından ibaret değildir. Multidisipliner çalışma grubunda spinal cerrah, radyolog,
patolog, medikal onkolog ve radyasyon onkoloğu bulunmalıdır. Omurga tümörlü hastalar tüm
bu uzmanların ve gerekli donanımın sağlanmış olduğu merkezlerde ele alınması gereken
belirlenmiş protokollerin ve uzun dönem izlemin gerekli olduğu olgulardır.
Cerrahinin dokunun tanınmasında veya palyasyon için nöral dekompresyonda yardımcı
olacağı görüşü bırakılmalı ve yerini kanser tedavisi ve stabilizasyonu gibi daha büyük
hedeflere bırakmalıdır. Ancak sadece sınırlı bir palyasyonun mümkün olduğu yaygın kanserli
birçok hastaya bu hedeflerin uygulanmayacağı kabul edilmelidir. Tedavi olasılığını arttırmak
için bilinen ve gizli metastazları yok etmek amacıyla adjuvan tedaviler (lokal radyoterapi)
veya sistemik kemoterapi gerekebilir.
Değişik modaliteleri karşılaştırmak için bazı çabalar gösterilmiş ise de, iyi kontrollü
prospektif çalışmaların olmaması belki de açık yol göstericilerin olmamasının sorumlusu
olmuştur. Birçok hastada tedavi hala büyük oranda kişisel koşullara göre ayarlanmaktadır.
Spinal metastatik hastalıklar sıklıkla ilerlemiş kanserin bir göstergesi olmakta ise de
tedaviyle ilgili genellemeler yapmayı zorlaştıran çok geniş bir sendrom yelpazesi
bulunmaktadır.
Kanserin çoğu zaman sistemik bir hastalık olduğu unutulmamalıdır. Sınırlı yaşam
süresi bulunan bu hastalık grubunda uygulanacak her türlü girişimin hastanın son döneminde
rahat ve konforlu yaşamasına izin verecek şekilde planlanması gerektiğine inanmaktadayız.
Bunun da multidisipliner bir ekip çalışması ile aşılması gerektiğini savunuyoruz. Ayrıca hasta
konforunun omurganın stabilitesi ile sağlanabileceği ve bu nedenle omurga biyomekaniğinin
ve özellikle tümöre bağlı instabilite kavramının iyi bilinmesi görüşündeyiz.
Biz onkoloji, radyoloji ve patoloji klinikleri ortak görüş belirtilerek ele aldığımız
spinal metastazlı hasta grubunda; konforlu yaşamın omurganın stabilitesi ile mümkün olacağı
ve bunun da sadece nöral dekompresyonla yeterli olmadığını instabilitesi bulunan hastalara
stabilizasyon yapılması gerektiğine inanarak retrospektif bir çalışma yaparak dökümante ettik.
Tarihçe
Sterilizasyon koşullarının ve anestezinin gelişimi ile birlikte 19. yüzyıl ortalarında
omurga ve omurilik cerrahisi önemli aşamalar kaydetmiştir. İlk amaç nöral dokunun
dekompresyonu olmuş bu da posterior yoldan laminektomi yöntemi ile sağlanmıştır. Egeli
Paulus laminektomi ile dekompresyon fikrini ilk ortaya atan kişidir. Ancak kayıtlara geçen ilk
girişim 1814 yılında H.J.Cline Jr. tarafından gerçekleştirilmiştir. Torakal bölgedeki fraktür
dislokasyon nedeniyle kord basısı gelişen bir hastayı laminektomi yolu ile dekomprese etmiş
olup bu operasyon omurga cerrahisinin başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Üçüncü gün olgu
septik komplikasyonlar ile kaybedilmiştir. Bunu Tyrell ve Rogers’ın yayınladıkları seriler
izlemiş ise de bu serilerde mortalite yüzde yüz olarak bildirilmiştir. Olumlu sonuç elde
edilebilen ilk olgu ise 1828’de Alban Smith’in posttravmatik medulla basısı için yaptığı çok
seviyeli laminektomidir. Hastada parsiyel nörolojik kazanımlar ortaya çıkmıştır.3
1887 yılında Victor Horsley ektramedüller tümör basısına yönelik cerrahi girişim
gerçekleştirmiş ve paraplejik durumdaki olguda şifa elde edildiği söylenmiştir. Sırt ağrısı ve
bacaklarında ilerleyici yakınmaları ile dönemin ünlü nöroloğu William Gowers‘a başvuran
hasta klinik muayene ile lokalize edilen medulla basısını tanısını takiben hastasını Horsley’e
göndermiş ve iki saat sonra sabaha karşı ameliyata alınan hastada üst torakal yerleşimli
epidural fibromiksoma total eksize edilmiştir. Ameliyat sonrası bir yıl nekahat döneminin
sonunda kaptan olan hasta işine dönebilmiştir. Gowers ve Horsley’in yayınladıkları çalışmada
bu olguya değin geçen süre içerisinde cerrahi girişim ile tedavi edilmiş 58 olgu mevcut
olmasına rağmen bütün olgular değişik komplikasyonlar ile kaybedilmişlerdir.
1905 yılında Harvey Cushing iki olguda tümör çıkarmayı denemiş fakat ameliyatı
myelotomi aşamasında sonlandırmıştır. Fakat postoperatif dönemde olguların nörolojik
tablosunun düzelmesi daha sonra Elsberg tarafından uygulanacak kademeli tümör çıkartılması
ameliyatına esin kaynağı olmuştur. Yayınlanmış olan ilk başarılı intramedüller tümör
eksizyonu ise 1907 yılında von Eiselsberg’e aittir. Daha sonra uzun yıllar uygulanacak olan
kademeli tümör çıkartılması ameliyatı ya da Charles Elsberg’in tanımıyla “tümör
ekstrüzyonu” 1911 yılında ameliyat ettiği iki olgusunu yayınlaması ile başlamıştır.
Elsberg 1916’da “Diagnosis and treatment of surgical diseases of the spinal cord and
its membranes” adlı kitabı yayınlamıştır. Elsberg bu kitapta spinal AVM’ler,sirengomyeli ve
enfeksiyonlardan da söz etmiştir. Elsberg spinal tümör, AVM cerrahisindeki katkılarından
dolayı belki de spinal cerrahinin babasıdır.
Vertebral kolonun ve medullanın lateral ve ventral bölümüne ulaşmayı amaçlayan
yöntem arayışları bu sıralarda sürmekteymiş. Bu girişimlerin ilk örneği 1894 yılında
Menard’ın tanımladığı “kostotransversektomi” olmuştur. Bu girişim 1933 yılında Capener
tarafından modifiye edilerek “lateral rachotomy” olarak adlandırılmıştır. Lateral rachotomy
1976 yılında Sanford Larson tarafından modifiye edilerek “lateral ekstrakaviter yaklaşım”
biçimine dönüştürülünceye değin kısıtlı sayıda uygulanmıştır.
Ventral yaklaşımla ilgili ilk başarılı sonuç W. Müller’in bildirdiği 1906 yılına ait
olgudur. Müller lumbosakral lokalizasyonlu bir sarkoma transperitoneal olarak ulaşmış fakat
lezyonun tümör değil tüberküloz absesi olduğunu görerek drenaj ve debridman yaparak
başarılı sonuç elde etmiştir. Burns 1933 yılında transperitoneal yaklaşımla spondilolistezisi
olan olgusuna L5-S1 düzeyinde anterior füzyon uygulamıştır. Torakal vertebranın ventral
bölümüne yapılan ilk girişim ise 1956 yılında Hodgson ve Stock ikilisine aittir. Ventral
yaklaşımı enstrümanlı füzyon ile desteklemek için yapılan girişim ise 1969 yılında
A.F.Dwyer’a aittir.32
Özellikle posterior yaklaşımların yarattığı destabilizan etkinin kompanse edilmesi
amacı ile posterior füzyon uygulaması fikri yüzyılın başından beri mevcut ise de ilk posterior
füzyon 1911 yılında Hibbs ve Albee tarafından ayrı ayrı uygulanmıştır. Psödoartroz oranının
yüksek olması daha sonra entrümanlı füzyonların tercih edilmesine neden olmuştur. İlk
enstrüman 1891‘de Hadra’nın servikal bölgede uyguladığı interspinöz tel uygulaması ise de
gerçek anlamda entrümanlı füzyonlar Paul Harrington’un 1960’larda başladığı skolyoz
ameliyatlarını takiben gerçekleştirilmiştir.
Ülkemizde nöroşirürji serüveni 1920’li yıllarda başlar. Dr.Abdülkadir Cahit Tuner
Türkiye’de ilk spinal tümör vakalarını 1924’te opere eden cerrahtır. İlk operasyonunu T9
seviyesinde intradural ektramedüller fibrom nedeniyle yapmış hasta tam olarak iyileşmiştir.
Dr. Tuner aynı yıllarda 5 seviye laminektomi yaparak bir intradural “psammom”u da eksize
etmiştir.110 Ülkemizde doğrudan Sağlık Bakanlığı’ndan uzmanlık belgesi olan resmi ilk
nöroşirürjiyen Dr. Dilek ilk spinal tümörünü 1943’te eksize etmiş 1955 yılında ise opere ettiği
30 medulla tümörü vakasını bildirmiştir.
Dr.Nurhan Avman 1960’lı yıllarda omurilik tümörlerinde ciddi çalışmalara imza
atmıştır. Dr.Avman ve arkadaşları 1965-1974 yılları arasında opere ettikleri 184 kord tümörü
vakasının analizini yaparak, mikroteknikle opere edilen 7 vakada mikroşirürjinin etkinliğini
gösterdiler.6
Genel Bilgiler
a-) Metastatik spinal tümörlerin patolojik özellikleri
Omurganın kemik tümörleri iskeletin diğer bölgelerine göre bazı ayrıcalıklar taşır. Bu
ayrıcalıkların bir bölümü tümörlerin, bir bölümü de omurganın gelişimsel ve anatomik
özelliklerinden kaynaklanır. Omurlar dışındaki kemikler mezenkimal hücrelerin doğrudan
doğruya osteoblastlara diferansiye olması ile (membranöz tipte kemikleşme) veya önce
kemiğin kıkırdaktan bir modelinin yapımı ile ve daha sonra bu modelin kemik yapan
hücrelerin istilası ile yerini kemik dokusuna bırakması sonucu (enkondral tipte kemikleşme)
oluşmaktadır. Omurganın gelişimi ise, insan embriyosunun yaşamının üçüncü haftasında
ortaya çıkan notokord ile başlar. İlkel bir dokudan oluşan ve Rathke kesesinden, son kaudal
segmente kadar kesintisiz bir çubuk halinde uzanan bu oluşum kısa süre sonra bölümler
halinde önce kıkırdak ve daha sonra kemik dokusunun istilası ile yerini omurlara bırakır.86
Myelomlarla birlikte ele alındığında primer kemik tümörlerinin 1/4'ü vertebralarda
lokalize olur. Myelomlar malign kemik tümörlerinin yaklaşık yarısını oluşturmaktadır. İkinci
sıklıkta görülen tümör hemanjiomlardır. Bunların büyük bir bölümü belirti vermediği için
rastlantısal olarak yakalanmaktadır.
Sinüsoidal damar ağı nedeniyle kırmızı ilik içeren kemikler özellikle metastatik
yayılımlar için uygundur.76 İskelet vasküler sisteminin vücut damar ağının zengin bir kısmını
oluşturması ve vertebral venöz pleksusun valv içermemesi nedeni ile retrograd akışın
olabilmesi metastazı kolaylaştırır. Kaval sistemi bypass eden retrograd akım kolaylıkla
vertebral kemiklere ulaşır. Metastatik hastalık mekanizması, tümör hücrelerinin primer
bölgeden ayrılmaya başlamasıyla oluşur. Tümör bölgesindeki endotelyum ve bazal
membrandaki artmış gözeneklilik nedeniyle, bu hücrelerin vasküler ve lenfatik sisteme
geçmesi zor değildir. Bu gözeneklilik, tümörden ve çevre inflamatuar hücrelerden salınan
enzimler nedeniyle oluşmuştur. Sirkulatuar tümör hücrelerinin fibrin ve platelet ile kaplı
olmaları, onları korumakla birlikte dolaşım sırasında endotele tutunmaları ve endotel yatağa
yapışmasına neden olur. Endotelyal tutulum ve sonrasında damar duvarı bazal membranı
geçerek, tümör hücreleri ikinci bölge oluştururlar. Bu bölgede vasküler destek olmazsa,
metastaz klinik olarak belirgin hale gelmez. Tümör anjiogenesis faktör, vasküler destek için
uyarıcıdır ve bu yolla tümör beslenmesi ve dolayısıyla tümör büyümesi metastatik bölgede
oluşur. Sirkülatuar tümör hücrelerinin %0.1’inden azı vasküler transport sırasında canlıdır ve
%0.01’i ise yaşamlarını sürdürüp klinik metastaz oluştururlar. Moleküler seviyede ise, hücre
endotelyal yüzeyinde değişik adezyon molekülleri bulunmaktadır. Normal hücrelerde,
moleküler
düzeyde
büyüme
kontrol
altında
bulundurulmaktadır.
Fakat,
adezyon
moleküllerindeki disregulasyon, metastaz oluşumu ile ilgili olabilmektedir.
Spinal metastazlar, tümör hücrelerinin hematolojik yolla ekimi veya paraspinal bir
tümörün direk yayılımı ile olabilir. 1889’da Paget ve 1928’de Ewing, vasküler ve lenfatik
dolaşımın metastaz üzerine olan etkisini tarif etmişlerdir. 1940’da ise Batson, metastaz
mekanizmasında vertebral ven sisteminin metastatik hastalığın yayılımı üzerine olan etkisini
vurgulamıştır. Batson, ince duvarlı spinal venöz sistemin tüm spinal kolon boyunca segmental
seyri sırasında akciğer, meme, böbrek, prostat ve tiroid gibi major organlarla birbirine
bağlayıcı bir ağ halinde uzandığını ifade etmiştir. Torakolomber kavite dışında olan bu
sistemin valvsiz ve düşük intraluminar basınca sahip olması nedeniyle, intraabdominal basınç
artımı durumunda torakal, abdominal ve pelvik organ venöz dönüşünün bu yolla olacağı
Codman ve Delong tarafından gösterilmiştir. Bu görüş, meme kanserinin torakal omurgaya ve
prostat kanserinin ise lomber vertebraya yaptığı metastazı açıklamaktadır.86
Batson tarafından açıklanan ven sistemiyle tümör hücreleri vertebradaki basivertebral
venlere gelirler. Buraya yerleşen tümör vertebra cismi ve pedikülleri harap ederek büyür.
Vertebral metastazın karakteristik özelliği, vertebradaki destrüksiyonun büyüklüğüne karşın
intervertebral diskin korunmuş olmasıdır. Ayrıca, metastatik vertebra lezyonunda, dura mater
ve posterior longitudinal ligament de korunmuştur.
Vertebrada korpus tutulumu öncelikli olup, lomber seviye, torakal servikal ve sakral
bölgelere göre daha sık tutulur.111 Metastatik karsinom, makraskobik olarak diagnostik
özellikler taşımaz. Desmoplastik reaksiyona bağlı olarak fibrotik görülebilir.
Metastazlar osteoblastik reaksiyon oluşturarak tipik sklerotik ya da litik etki
yaparlar.111 Osteoblastik metastazlarda prostatik karsinom oldukça serttir. Nadiren
osteosarkomu andıracak kadar reaktif kemik yapımı olabilir. Soliter kemik metastazı her tip
karsinomda görülebilir. Ancak en sık böbrek, akciğer, meme, pankreas, tiroid ve kolon
kaynaklı karsinomlarda rastlanır.102
İskelet metastazlarında yaşla artan görüme sıklığı, yaşlılardaki tümör artış hızı ile
uyumludur. Elli yaşını geçmiş hastalar metastaz bakımından en büyük risk grubunu meydana
getirir. Kadın/erkek oranı her kanser tipine göre değişir. Fakat metastaz yapma gücü bulunan
bütün tümörler birlikte irdelendiği zaman, kadın ve erkeklerin, metastaz gelişme riski
bakımından eşit oldukları görülür. Her tümörün kemiklere metastaz yapma eğilimi farklıdır ve
herbirinin iskeletteki gerçek metastaz yüzdelerini belirlemek zordur. Otopsi materyallerinden
elde edilen bilgilere göre, kanserli bir hastanın torakolomber vertebra korpuslarında metastaz
bulgularının ortaya çıkma olasılığı %70 kadardır.38
Metastatik karsinom primer kaynağındaki tanıtıcı morfolojileri ile saptanır. İnce iğne
aspirasyon biyopsisi metastatik karsinomu belirlemede yeterli bir yöntemdir.111 Primer malign
tümörü bilinen bir hastada ortaya çıkan bel ağrısı ve omur destrüksiyonu çoğu zaman primer
olayla bağlantılıdır. Bu gibi durumlarda tanı için biyopsi yapmak bile gereksiz olabilir. Asıl
sorun primeri bilinmeyen ve omurgasında destrüktif lezyonu bulunan hastalardır. Bu gibi
hastalarda tanı için biyopsi yapılması ve primer odağın bulunması için eldeki tüm olanakların
kullanılması gereklidir. Ayırıcı tanıda rutin tekniklerle gözlenen mikroskobik özelliklere ek
olarak prostat spesifik antijen, tiroglobulin, alfa fetoprotein, müsin boyası gibi
immunohistokimyasal belirleyicilerle tanı yelpazesi daraltılmaya çalışılır. Bazen prostat
kaynaklı metastazlarda olduğu gibi, sklerotik reaksiyon oluşturan osteoblastik aktivite o kadar
baskın olur ki tanı koydurucu kanser hücrelerini gizleyebilir. Bu durumda klinik bulgularla
değerlendirilip, keratin boyası uygulanarak metastatik epitelyal hücreler saptanmaya çalışılır,
gerekirse verifikasyon için biyopsi tekrarı önerilir.46,102 Tiroid, hepatosellüler karsinom, renal
hücreli karsinom gibi metastazlarda patolog kolaylıkla primeri söyleyebilir. Ancak, az
diferansiye adenokarsinom veya skuamöz hücreli karsinomlarda patolog primeri ancak
varsayabilir. 27
Nadiren metastatik karsinom hücreleri iğsileşerek psödosarkomatöz görüntü ile
sarkomu andırabilir. Klinik, yaş ve radyoloji tanıda yönlendiricidir. Şüphe halinde epitelyal
belirleyiciler uygulanarak olasılık aydınlığa kavuşturulmalıdır. Bu özellikle böbrek karsinomu
metastazında beklenen bir bulgudur.106 Ancak, epitelyal belirleyicilerin bazen sarkomatoid
karsinomda negatif olabileceği unutulmamalı, aynı şekilde bazı sarkomlarda saptanabilecek
keratin pozitifliği nedeniyle kesin tanının klinik bulgular ışığında desteklenerek yön verici
olması sağlanmalıdır. Bazı metastatik karsinomlar reaktif osteoklastik dev hücrelerden zengin
bir görünümle dev hücreli kemik tümörü ile karışabilir.27
Meme kanseri metastazı: Doğal öyküsü son derece değişkendir. Bir izole spinal
metastaz ile hasta yıllarca yaşarken, bir diğer hasta çok yaygın metastazlarla birkaç ay içinde
kaybedilebilir. Östrojen ve progesteron reseptörlerinin ölçülen değerleri memenin primer
tümöründe ve metastatik tümöründe farklı miktarlarda olabilir. Bu yüzden metastatik
lezyonun antiöstrojenik ve antiprogestasyonel tedaviye yanıtı zayıf olabilir.28 Meme kanseri
metastazları servikal ve üst torakal bölgede biraz daha sık görülürler.5 Bu lezyonlar genellikle
radyoduyarlıdır. Hem hormon tedavisine hem de kemoterapiye iyi yanıt verirler. Bu hastalar
genellikle cerraha daha önce uygulanmış radyoterapi sonrası tekrarlayan tümör veya tedaviye
yanıt vermeyen ağrıyla gelir. Tümör çoğunlukla vertebra cismindedir. Lezyon ilk vertebra
cisminden başladığı için vertebral kollaps ve kifoz ile hastalar başvurur. Spinal kolonda
birbirine komşu birden fazla segment tutulumu sıktır. Bu olgularda ancak belirgin instabilite
veya subluksasyon varsa , tedaviye rağmen nörolojik defisit varsa , izole bir lezyona rağmen
dayanılmaz ağrı varsa ve hastanın yaşam süresi kabul edilebilir sınırlarda ise cerrahi yaklaşım
düşünülmelidir.22
Akciğer kanseri metastazı: Omurgaya ya göğüs duvarından invazyon yaparlar ya da
gerçek bir metastaz yaparlar. Metastaz yoluyla gelenler vertebra anterior bölümünde yerleşir,
invazyon ile yayılanlar ise unilateraldir ve vertebra orta bölümünü, kostakondral eklemi
tutarlar. Akciğer metastazları çoğunlukla multipldir. Sıklıkla hastalığın geç döneminde
görülürler. Beyin ve visseral metastazlar daha erken oluşurlar. Akciğer kanserinin omurga
metastazları, cerrahi serilerde meme metastazlarından daha seyrektir. Oysa akciğer kanseri,
meme kanserinden daha sık görülür. Akciğer kanseri metastazları diğer meme ve prostat
orjinli metastazlara nazaran daha agresif seyreder. Genellikle torakal bölge yerleşimlidir.95
Değişik akciğer karsinomları arasında küçük hücreli tümörler nadiren cerrahiye
gelirler. Küçük hücreli tümörler hem radyoduyarlıdır, hem de çok nadiren masif kemik
destrüksiyonu ve instabiliteye yol açarlar. Konvansiyonel radyoterapi ile kolayca küçülürler.
Küçük hücreli tümörler sistemik bir hastalık olarak kabul edilebilirler.86
Skuamöz hücreli tümörler masif destrüksiyon ve kollaps yapma eğilimindedir.
Pediküllerden posterior elemanlara yayılırlar. Çoğunlukla da ardışık olarak birkaç vertebrayı
invaze ederler. Bunlar ayrıca daha radyodirençlidirler. Agresif radyoterapiye rağmen ilerlerler.
Cerrahi girişim ancak fonksiyonu korumak için ve başka yol kalmayınca yapılmalıdır.
Nörolojik fonksiyonu korumak için cerrahi önerilse bile hastaların yaşam süreleri kısadır.
Eğer yaşam süresi 6 ay ile sınırlı ise ve hastada ilerleyici nörolojik gerileme varsa,
laminopedikülotomi, posterolateral dekompresyon ve posterior enstrümantasyon ile hastlar
ambulatuar durumda kalabilir.99
Primer akciğer karsinomları arasında adenokarsinom daha seyrektir. Ancak bunlar
daha sık olarak vertebra metastazlarına yol açarlar. Radyasyon tedavisi tipik olarak
başlangıçta tatmin edici, fakat yetersiz bir yanıt verir. Bunu geç dönemde rekürrens izler.
Lezyon cerrah tarafından genellikle bir rekürrensten sonra görülür. Bir rekürren geniş doku
kitlesi, vertebra cismini ve ventral epidural mesafeyi doldurur. Vertebra kollaps olmaktan çok
ekspanse olmuştur. Posterior elemanlar da sıklıkla salimdir. Radyoterapi sonrası progresif
nörolojik defisit olduğunda ve sistemik tümör yayılım olmadığı sürece bu tümörün de aynı
agresif yöntemle tedavi edilmesi için tereddüt edilmemelidir.
.
Prostat kanseri metastazı: Genellikle yaşlı hastalarda görülür. Olguların çoğu 70
yaşından sonra farkedilir. Sıklıkla lumbosakral bölgede rastlanır. Prostat tümörleri
antiandrojenik tedaviye iyi yanıt verirler. Spinal metastazda bile antiandrojenlere iyi yanıt
alınabilir. Hem iyi hem de kötü diferansiye tümörler radyoterapiye en azından birkez iyi yanıt
verirler. Vertebra metastazı ile beraber olan iyi diferansiye (low grade) prostat kanserlerinin
yaşam süreleri uzundur ki, daha malign prostat kanseri metastazlarında bile yaşam süresi 3 yıl
civarındadır. Radyolojik görüntüsü, prognoz, büyüme hızı ve tıbbi tedaviye yanıtıyla korele
değildir. Prostat kanseri metastazları nadiren spinal instabilite yaparlar.63 Fakat sıklıkla izole
radiks ve kauda basısı ile bulgu verirler. Genellikle sklerotik metastaz yaparlar. Grafilerde
blastik veya litik lezyonun prognozla bir ilişkisi yoktur. Maksimum radyoterapi ve hormonal
manipulasyon olmadan prostat spinal metastazlı bir hastanın spinal cerrah tarafından
görülmesi enderdir.102 Lezyonlar başlangıçta vertebra cisminde iken, tanı konduğunda
genellikle pedikülü invaze etmişlerdir. İyi diferansiye primer tümörleri olanlarda veya
hastalığı bir veya iki komşu vertebraya yayılmış olanlarda agresif bir cerrahi yaklaşım önerilir.
Çünkü uzun bir yaşam süresi olabilir.86
Böbrek kanseri metastazı: Diğer tip metastazlara karşın daha nadirdir. Ancak böbrek
kanserinin ilk tanısı anında sıklıkla vertebra metastazı vardır. Genellikle radyorezistandır ve
radyoterapiye cevabı zayıftır. Biyolojik tavrı değişkendir. Çok kısa süreli yaşam şansı verdiği
hastalar dışında uzun süreli yaşam da vardır. Sunderasan101, bu tip metastazlara uygulanacak
olan anterior rezeksiyon ve rekonstrüksiyonun, radyoterapi ve laminektomiye karşın üstün
olduğunu göstermiştir. Diğer metastazlardan ayıran özelliği ise bu tümörün vaskülaritesinin
çok olmasıdır. Cerrahi öncesi anjiografi ve embolizasyon yardımcı olur.
İntradural intramedüller metastatik tümörler: Santral sinir sisteminde serebrospinal
sıvının akışkanlığının düşük olması metastatik karsinomların ve lenfomaların intrakranyal ve
intarspinal kolayca yerleşmesine ve dolaşmasına neden olur. Santral sinir sistemine metastatik
tümörler mortaliteleri ve morbiditeleri son derece yüksek tümörlerdir. İntrakranyal
metastazlarda lokalizasyon en sık intraparankimal, ikinci sırada leptomeningial metastaz
gelirken intraspinal olanlarda her ikisi de eşit sıklıkta görülebilmektedir.65 Hatta bazı serilerde
en sık metastazın epidural mesafeye olduğunu, bunların bir kısmının vertebral kemik
metastazlarının direkt olarak korda invazyonu şeklinde olduğu belirtilmektedir.81 Ayrıca
epidural mesafeye direkt metastaz da görülebilir. Santral sinir sistemi metastatik olgulara
bakıldığında %50-70’inde bir ya da iki metastatik odak mevcuttur. Santral sinir sistemine
metastaz nedeniyle kaybedilen hastaların ise %65-80’inde multiple metastaz saptanır.65 Santral
sinir sistemine dolayısıyla medulla spinalise en sık metastaz yapan karsinomlar akciğer,
meme, mide-kolon ve renal hücreli karsinomdur. En sık metastaz yapan maligniteler içinde
karsinom dışında malign melanom ön plana çıkarken, over karsinomu, prostat karsinomu ve
Hodgkin Lenfomanın santral sinir sistemine metastazı son derece nadirdir.65 Klinik olarak ise
eğer hastada hem intrakranyal hem de intraspinal metastaz varsa intrakranyalin klinik verileri
intraspinal olanı gölgeleyecektir.
Lenforetiküler sistem tümörleri: Kemik kökenli olmadığı halde myeloma ve lenfoma
gibi lenforetiküler sistem tümörleri omurganın primer tümörleri olarak ele alınır. Çünkü
sistemik form olan multiple myelomun lokal form olan plazmasitomdan farklı davrandığını ve
bu hastaların yaygın metastazlar nedeniyle kaybedildiği bilinmektedir.
Bilindiği gibi myelom tanısı genellikle hematoloji –onkoloji kliniklerinde kemik iliği
aspirasyonu ile konmakta ve hastaların sağaltımı da buralarda medikal olarak yapılmaktadır.
En sık görüldüğü yaş grubu 50-60 yaşlarıdır. Multiple myelom kemik ve omurganın en sık
görülen malign tümörlerinden biridir. Hastalık, monoklonal immunglobulin veya hafif
zincirlerin idrar ve serumda artışı ile karakterize, malign plazma hücre tümörü olarak
tanımlanabilir.59 Normalde immunglobulin ve antikor üreten plazma hücreleri kemik iliği
içerisinde yaygın biçimde bulunur. Bu nedenle neoplastik nitelik kazandıkları zaman iskelet
kemiklerini yaygın olarak tutan kemik kaybı, kemik ağrı ve kırıkları gibi değişikliklere neden
olur. Lenfoproliferatif hastalıklar arasında kemik dokuya en fazla affinitesi olan tümör
multiple myelomdur. Multiple myelomda omurga tutulumu her zaman vardır, ancak
semptomatik olmayabilir. Hastalık önce kemik iliğinden başlar. Kemik iliği hücreleri hızla
neoplastik myeloma içeren noduller tarafından istila edilir. Bu nodüller çoğu alanda normal
ilik ile karışmış durumdadır. Mikroskobik olarak nodüller göreceli uniform boyutlarda olan
plazma hücrelerinden ibarettir. Tümör hücrelerinin sitoplazmaları bazofilik, çekirdekleri tipik
olarak “araba tekerleği” görünümündedir. Arada yer yer iri, birden fazla çekirdeği olan, garip
görünüşlü hücrelerin varlığı dikkati çeker. Tümör bu aşamadan sonra çevre kemik dokusuna,
diğer kemik yapılara ve yumuşak dokulara yayılır. Tümör özellikle hemapoetik açıdan aktif
kemiklerde, başlıca kostalar, pelvis, kranyum kemikleri, sternum ve vertebralarda fokal
rezorpsiyon ve destrüktif lezyonlar oluşturur. Kemik rezorpsiyonunda, osteoklastik
aktivitenin, tümör invazyonundan daha önemli bir rol oynadığı ve myeloma hücrelerinden
osteoklastik aktiviteyi arttıran “osteoklast aktive edici faktör” salgılandığı gösterilmiştir.78
Soliter plazmositomlar veya myelomlar omurga kompresyonuna yol açtığından serum
protein ve immun elektroforezi omurgada patolojik kompresyon fraktürü bulunan ve primer
malignitesi bilinmeyen tüm hastalarda yapılmalıdır. Tedavide kemoterapi ve radyoterapi ilk
seçilecek yöntemlerdir. Bu hastalar cerrahi açıdan problemli olgulardır. Hastalığın anemi,
trombositopeni, böbrek yetmezliği, enfeksiyon eğilimi, osteoporoz gibi sistemik etkileri
nedeniyle cerrahi riskler oldukça yüksektir. %50’den az kompresyonlarda konservatif tedavi
ve korse ile izlem önerilirken; nörolojik kayıplara sebep olan daha ciddi omurga kırıklarında
cerrahi önerilmelidir. Eğer mümkünse komplet tümör rezeksiyonuna çalışılmalı ve omurga
stabilize edilmelidir. Ameliyat sonrası çoğu onkolog lokal kontrolu sağlamak amacıyla
postoperatif radyoterapi yapmayı tercih eder. Ancak eğer stabilizasyon için kemik greftler
kulanılmışsa erken radyasyon nonuniona yol açabilir. Bu nedenle solid kemik füzyona izin
vermesi için radyoterapi geciktirilmelidir. Klinik olarak aşikar myelomlu hastaların önemli bir
kısmında segmental instabilite ve radyasyona bağlı olarak progresif ağrı ve sakatlık gelişir .Bu
nedenle dikkatli bir radyolojik inceleme yapılmalı, instabilite tanısı konarak omurgada
stabilizasyon sağlanmalıdır. Fraktür gelişen hastalarda da profilaktik stabilizasyon
endikasyonu vardır.101
b-) Metastatik spinal tümörlerin radyolojik özellikleri
Omurga tümörlü hastaların çoğu nörolojik defisit gelişmekte iken değerlendirmeye
alınırlar. Etkilenen spinal segmentlerin doğru sayısını anlamak, sistemik metastazların
yaygınlığını bularak evrelendirme yapmak birkaç gün alabilir. Radyolojik değerlendirme
aşaması ve bunun tamamlanması tedavinin aciliyetine göre yapılmalıdır. Son beş yıl içinde
omurganın görüntülenmesi konusunda büyük ilerleme kaydedilmiştir. Günümüzde çoğu
hastada düz grafiler, radyonüklid çalışmalar, bilgisayarlı tomografi, myelografi, MRG gibi
değişik incelemelerden gelen verilerin entegre edilmesine gerek duyulmaktadır. Radyolojik
değerlendirmede ne çeşit bir anormallik olduğu, ilk radyolojik değerlendirme negatif ise hangi
ilave çalışmalar yapılması gerekliliği, ayırıcı tanının ne olduğu, lokal ve sistemik tutuluşun
yaygınlığı araştırılır.
Yeterli bir radyolojik değerlendirme için teknik olarak yeterli görüntülere gereksinim
vardır. Çoğu omurga tümörü kemiğin medüler aralıklarından köken alır ve kemik
yoğunluğundaki küçük oynamaları saptamak zor olabilir.Vertebra cisminde yaklaşık %95
trabeküler kemik ve %5 kortikal kemik vardır. Oysa posterior elemanlar daha çok kortikal
kemikten oluşur. Deneysel çalışmalar radyografik değişiklikler görülebilir olmadan önce
medüller aralığın %30-50’sinin destrükte edilmesi gerektiğini göstermiştir. Hatta osteopenik
hastalarda daha fazla trabeküler destrüksiyon gerekli olabilir. Tümöral tutuluşun belirtileri
olarak fokal litik destrüksiyon veya osteopeni, vertebral çökme, pedikülün destrüksiyonu(göz
kırpan baykuş belirtisi) ve omurganın dizilim bozukluğu görülebilir.57
Kemik ve tümör arasındaki sınıra da dikkat edilmelidir. Yavaş büyüyen bir lezyon
genellikle iyi sınırlı bir marjinal skleroz kenarına sahiptir. Bir nöral foramende genişleme veya
vertebra korpusunun arka kenarında oyuklaşma vardır. Daha yüksek büyüme hızı olan
lezyonlarda bu kenar daha belirsizdir ve kenarda reaksiyon yoktur (zımba ile delinmiş). Daha
da hızlı büyüyen yüksek gradeli tümörlerde çok sayıda kemik erimesi alanları ile araya giren
rezidüel kemik alanları görülebilir. Kenarları düzensiz çok sayıda yarık şeklinde minik kemik
destrüksiyonu alanları vardır.17
Omurga ekseni boyunca lokalizasyon yapmak ayırıcı tanı için önemlidir. Örneğin;
sakrum, kordomanın ve dev hücreli tümör ve Ewing sarkomu gibi diğer tümörlerin en sık
görüldüğü yerdir. Lezyonun köken aldığı vertebra kısmı da önemlidir. Osteoblastoma, osteoid
osteoma ve anevrizmal kemik kisti başlıca arka elemanlarda yerleşir. Oysa metastatik
lezyonlar pedikülden veya pedikülle korpusun birleşme yerinden köken alır. Tersine malign
primer tümörlerin çoğu örneğin osteosarkoma, dev hücreli tümör ve lenfoma vertebra
korpusunun içinden köken alır.76
Vertebra metastazlarında direkt grafi %60 olguda pozitiftir. %20 olguda multiple
tutulum olduğundan tüm vertebral kolonun grafilerinin alınmasında fayda vardır.
Metastazların çoğu litik karekterdedir. Prostat ve meme metastazlarında osteoblastik ya da
sklerotik lezyonlar görülebilir. Pedikül destrüksiyonu en sık görülen direkt grafi bulgusudur.
Diğer bulgular multifokal litik korpus lezyonları, patolojik kompresyon fraktürü ve paraspinöz
yumuşak doku kitlesidir. Epidural metastatik yayılım açısından kesin olmayan ama yararlı
direkt grafi bulgusu korpus posterior çizgisinin silinmesidir.83
Metastazlar nedeniyle iskelette bir yeniden modellenme oluşur ve bu da kemikte
bölgesel olarak bir metabolizma değişikliği yaratır. Kemik sintigrafisi bu metabolik
değişikliği saptamada son derece hassastır ve normal kemik alanındaki %5-10’luk bir
değişiklik sintigrafide saptanmak için yeterlidir.57 Oysa lezyonun direk grafide görülebilmesi
için kemiğin trabeküler yapısının %40-50 oranında tutulmuş olması gerekir. Bu sebepten,
teknesyum kemik sintigrafileri vertebra tümörlerinin tanısında çok yararlıdır. Teknesyum
sintigrafisi osteoid formasyonundaki artışa duyarlıdır. 2mm kadar küçük lezyonlar
saptanabilir. Ancak bunlar spesifik değildir. Sıcak lezyonlar varsa lezyonun ya yeni kemik
ürettiği ya kemiği destrükte ettiği, ya da yerleştiği kemikten osteoblastik bir yanıt geldiği
düşünülür. Eğer multiple sıcak lezyonlar varsa metastaz en büyük olasılıktır. Oysa multiple
myelomda sıklıkla soğuk (düşük tutuluş) veya negatif (normal tutuluş) görülür. Bir malignitesi
olduğundan kuşkulanılan ancak henüz saptanamamış olgularda kemik sintigrafisi biyopsi için
uygun yeri gösterebilir. Öte yandan bir metabolik değişiklik durumunu gösterdiğinden
sintigrafinin nonspesifik olduğu travma, infeksiyon ve dejeneratif hastalıklarda da pozitif
olabileceği unutulmamalıdır.57 Ayrıca, çok agresif seyreden yaygın metastatik kanserde yanlış
negatif sintigrafi sonucunun görülebildiği de bildirilmiştir.4
MRG’nin gelişmesi ile kemik tümörlerinin gelişmesinde bir devrim olmuştur.
MRG’nin en büyük avantajları mükemmel kontrast rezolusyonu ve her düzlemde görüntü
verme yeteneğidir. MRG hidrojen yoğunluğunun bir göstergesidir. Mobil hidrojen
protonlarının değişik radyofrekans sekanslarına yanıtını gösterir. Bu yanıt değişik doku
yoğunluklarında değişir ve protonların biyofizik çevreleri ile ve T1 ve T2 relaksasyon zaman
sabiteleri ile etkilenir. Sinyal yoğunluğu yalnız hidrojen yoğunluğuna değil, ayrıca kullanılan
puls sekansına da bağlıdır. Kortikal kemik, ligamanlar, tendonlar ve fibrokartilaj çok düşük
sinyale (siyah) sahiptir. Yumuşak dokular, yağ ve kemik iliği kuvvetli sinyal yoğunluğuna
sahiptir. Omurga tümörlerinin MRG’si T1 ve T2 ağırlıklı sekanslara sahip olmalıdır. Çoğu
tümörde T1 ağırlıklı görüntülerde düşük bir sinyal vardır. Bu kemik iliği ve yağın yüksek
sinyalleri ile iyi bir kontrast sağlar. T2 ağırlıklı görüntüler tümörün yüksek sinyali ile kortikal
kemik, kas ve fibroz yapıların düşük sinyali arasında en iyi kontrast sağlarlar.
MRG omurga metastazlarının saptanmasında kemik sintigrafisinden bile hassastır.
MRG ayrıca noninvazif olarak epidural ve spinal metastaz yayılımını gösterir. Kord
kompresyonu net olarak belirlenebilir. Vertebral metastatik hastalıkta dört farklı MRG paterni
görülmektedir.4
1- Fokal litik
2- Fokal sklerotik
3- Diffüz homojen
4- Diffüz heterojen
En sık karşılaşılan lezyonlar multifokal litik lezyonlardır. Tüm yaygın lezyonlar gibi
T1 ağırlıklı incelemelerde hipointens, T2’de hiperintens görünüm verirler. Sklerotik lezyonlar
ise hem T1, hem de T2’de hipointens görünürler. Diffüz homojen ve heterojen lezyonlar
T1’de hipointens, T2’de hiperintens görüntü verirler. Metastatik lezyon yayılımını
değerlendirmek amacıyla sıklıkla kontrast verilmektedir. Kontrast tutulumu lezyondan
lezyona farklılık gösterir.
Benign (osteoporotik) ve patolojik (tümöral) kompresyon fraktürlerinin ayırımı MRG
ile olasıdır. Osteoporoza bağlı kronik benign bir fraktüre uğrayan vertebra, normal vertebralar
ile aynı intensitededir ve uniform bir görünümü vardır. Oysa patolojik çökmeye uğrayan bir
vertebranın intensitesi diğer vertebralardan farklıdır. Genellikle T1’de hipointens, T2’de
hiperintens görünür. Heterojen bir sinyal verir. Multiple olabilir ve pedikül tutulumu da sıktır.
Bilgisayarlı tomografi (BT) kemik yapıyı incelemek ve paraspinal dokulara ve epidural
aralığa yayılan yumuşak dokuları saptamak gereken tüm hastalarda endikedir.17 BT’nin en
büyük avantajı her zaman temin edilebilmesi ve MRG’ye göre düşük maliyetidir. Yeterli
görüntü elde etmek için uygun pencere ve düzeylerde görüntü manipulasyonu gerekir. BT
ayrıca kemiğin kortikal sınırlarını ve kalsifikasyonunu göstermede MRG’ye göre daha
anlamlıdır. Son olarak BT iğne biyopsisi sırasında iğnenin uygun yere sokulması için en iyi
değerlendirmenin yapılamasını da sağlar.76 Yumuşak doku komponentleri olan hastalarda
tümör yayılmasını iyi görmek için intravenöz kontrast kullanmak gerekebilir. İntravenöz
kontrast , tümörü rezidüel fibrozisten ayırtetmekte ve büyük damarları göstermekte yararlıdır.
Omurga cerrahisine gidecek hastalarda kemik pencerede alınan preoperatif BT’lerin
değerlendirilmesi pedikül genişliğini, vertebra korpusu çapını ve diğer ölçümleri verecek ve
spinal implantların uygun şekilde seçimine yardım edecektir. Enstrümantasyon uygulanmış
hastalarda tümör rekürrensi için periyodik değerlendirme BT miyelografiyi gerektirebilir.
Enstrümantasyondan kaynaklanan artefaktları en aza indirgemek için titanyumdan yapılmış
BT ve MRG uyumlu implantların kullanılması önerilir.
Miyelografi günümüzde çok daha seyrek uygulanmakta ise de değerini yitirmemiştir.124
Tam blok varsa üst sınırını bilmek gerekir. Çünkü multipl tümörler olabilir. Bunu anlamak
için üç farklı yöntem kullanılabilir. 1. Başaşağı yatarken 1-2 ml hava vermek. Bu durumda
intratekal basınç artıp bir miktar kontrast blok yerini geçer. 2. IV mannitol verip tümör ve
omuriliği rahatlatmak. Böylece kontrast madde yukarı geçer. 3. Lateral C1-2 veya sisterna
magna ponksiyonu ile rostral subaraknoid mesafeye kontrast madde vermek.
Kanser hastasında yağda eriyen kontrast kullanmak, tüm spinal kanalı incelemeyi ve
ileride kontrol myelografileri yapmayı kolaylaştıracağından tercih edilebilir. Myelografide
total blok saptanır ve hasta myelografi sonrası kötüleşirse “omurilik herniasyonundan”
kuşkulanılmalıdır. Bu durumda hemen steroid başlanıp acil dekompresif operasyon yapmak
gerekir.
Hipervasküler tümörlü hastalarda tümör vaskülaritesini azaltmak için spinal anjiografi
ile preoperatif embolizasyon uygulanabilir.101 Ayrıca anjiografi Adam-Kiewicz arteri gibi
kritik arterlerin yerleşimini ve bir servikal tümörde vertebral arter tutulumunu değerlendirmek
için
faydalıdır. Embolizasyon için bir dizi terapotik ajan kullanılmaktadır. Bunların en
popüler olanı polyvinyl alkol köpüğü olup 150-500 mikron çapında partiküllerden
oluşmaktadır. Etkili bir embolizasyon için en küçük partiküller kullanılmalıdır. Bir sklerozan
ajan olarak ve ameliyat öncesi kalıcı tümör nekrozu yapmak için absolu alkol de kullanılabilir.
Böbrek, tiroid ve sarkoma metastazlı hastalar preoperatif embolize edilmelidir. İntraoperatif
kan kaybını azaltmak amacıyla morbiditeyi etkilemekle kalmaz, aynı zamanda tümör
rezeksiyonunun sınırlarının geniş tutulmasını da sağlar.
Tümöre bağlı radyografik kemik değişiklikleri osteolitik, osteoblastik veya bunların
karışımı şeklinde olabilir.4 Omur gövdesi veya posterior elemanları tutmuş olan osteolitik
lezyonlar akciğer, böbrek, meme veya tiroid kanserlerinin birinin metastazı olabilir. Prostat,
kolon ve bazı meme kanserleri daha çok osteoblastik lezyonlara yol açar. Tek bir omurun
gövdesinden ortaya çıkan osteoblastik lezyon prostat karsinomu metastazı olabilir. Fakat
lenfoma veya paget hastalığı olma olasılığı daha fazladır. Meme, akciğer, prostat veya mesane
kanserlerinin metastazlarında litik ve blastik değişiklikler bir arada bulunabilir. Tiroid ve
böbrek kanserlerinin metastazları, yerleştikleri kemik bölgesini periostu aşmadan şişirebilir.
Omur gövdesinin çökme kırıkları osteolitik tümörlerde sık görülür. İntervertebral diskler
sağlam kalır. Bu nedenle omur gövdesi destrüksiyonuna intervertebral disk aralığının
daralması da eşlik ettiği zaman, tümörden çok enfeksiyon düşünülmelidir. Multiple myelomda
vertebra en sık tutulan bölgedir ve epidural yayılım sıktır. Lezyon çoğunlukla korpus
yerleşimlidir. Hem fokal hem de diffüz lezyonlar olabilir. Direk grafiler ile BT’de fokal ya da
diffüz litik defektler görülür. MRG sinyali değişkendir. T1 ağırlıklı görüntülerde lezyonların
çoğu komşu kemik iliğine göre düşük, kasa göre eş ya da yüksek sinyal intensitisindedir. T2
ağırlıklı serilerde lezyon sinyal intensitesi yüksektir. Yağ baskılayıcı ve T2 ağırlıklı sekanslar
lezyon yayılımını göstermek açısından yararlıdır.
c-) Klinik ve laboratuar bulgular
Omurga
tümöründen
kuşkulanılan
hastalarda
en
sık
görülen
başlangıç
semptomlarından birisi ağrıdır.54,61,68 Daha önce primer malign tümörü olan veya 50 yaşın
üzerinde bulunan kişilerde, travma öyküsü olmaksızın ortaya çıkan omurga ağrılarında,
metastaz olasılığından kuşkulanılmalıdır. Ne yazık ki, ilk aşamadaki ağrı semptomları daha
nonspesifiktir ve disk hastalığından kolayca ayrılmaz. Dikkatli bir sorgulama ile disk hastalığı
ve spondiloartrit gibi mekanik nedenleri tümöre bağlı ağrıdan ayırdetmek mümkün olabilir.
Mekanik ağrı genel olarak aktivite ile şiddetlenir ve yatak istirahati ile geçer. Oysa mekanik
olmayan ağrı süreklidir, azalmaz, istirahatle geçmez, geceleri artar. Omurga tümörlerinde
sürekli fokal, radiküler veya yansıyan ağrı olur. Fokal ağrı, vertebra korpusunun korteksinde
ekspansiyona ve üstündeki periosteumun gerilmesine yol açan lokal tümör büyümesi ile olur.
Bunun sonucunda omurda çökme ile lokal ağrıda yoğunlaşma olabilir. Spesifik segmental
ağrı, tutulan bölge üzerine basınç veya perküzyon ile yaratılabilir. Radiküler ağrı dural kese
ve/veya radikslerin irritasyon veya kompresyonundan olur. Radiküler ağrı tümör kitlesinin
paravertebral ekstansiyon veya ödem ile ekstrensek kompresyonunu gösterir. Radiküler ağrı
servikal veya lomber segmentlerdeki lezyonlarda sıktır. Torakal bölgede radiküler ağrı kuşak
şeklinde dizestezi veya parestezi bandı ile kendini gösterir. Son olarak omurun kollapsı veya
kifoskolyozu sonucunda gelişen spinal deformite paraspinal kas spazmı ve ağrıya yol açar.
Spinal kord kompresyon patogenezinde iki faktör; direkt kompresyon ve vasküler
yetmezliktir.36 Vertebra cismine yerleşmiş olan kitlenin ekspansiyonu direkt kompresyona
neden olur. Ayrıca patolojik fraktür kemik fragmanların veya tümör dokusunun kanal içine
yer değiştirmesine neden olur. Vertebra cismi kollapsı, kifotik deformite veya spinal
instabiliteye neden olabilir. Metastatik lezyonun intradural ekilmesi, kemik tutulum olmadan
spinal kord basısı yapabilir. Bu tip direk basının yanında vasküler yetmezlik de spinal kord
fonksiyon bozukluğuna yol açar. Vertebral venöz pleksusa olan tümör basısı başlangıçta
spinal kordda vazojenik ödem yapar. Tümör büyümesi veya instabilitenin artması ile oluşan
mekanik bası, spinal kordun etkilenen bölgesinde spinal kan akımının daha da azalmasına ve
sonuçta kord fonksiyonun da kaybına neden olur. İskemik zeminde gelişebilecek bu hızlı
tabloda, erken cerrahi veya medikal müdahale hastada irreversible nörolojik fonksiyon
kaybının olmasını engeleyecektir.
Hastanın tıbbi öyküsünün dikkatlice alınması gerekir. Ayrıntılı bir nörolojik muayene
omurga tutuluşunun anatomik bölgesini gösterebilir. Omuriliğin kompresif lezyonu olan
hastalar genellikle paraparezi, spastisite, gayta ve idrar inkontinansı, hiperrefleksi ve refleks
anormalliği, düzey veren ağrı ve duyu bozukluğu, patolojik plantar yanıt ile gelirler. Konus
medüllaris tümörleri sık idrara çıkma, konstipasyon ve empotans ile gelirler. Genelde otonom
sistem disfonksiyonu omurilik basısının bir geç göstergesidir. Eğer doğru tanı bu geç
dönemde konmadı ise, klinik sendrom çoğunlukla irreversibl olan tam paraliziye dek
ilerleyecektir.124
Omurga tümörlü bir hastada bazı spinal deformite belirtileri bulunabilir.63 Servikal
malignitelerde tortikolis sık görülen başlangıç bulgusudur. Sinir kökü irritasyonu veya kas
spazmından kaynaklanan ağrılı skolyoz olabilir. Bu olgularda tümör genellikle skolyotik
kurvaturun konkavitesi içinde yer alır. Bir kifotik deformite vertebral kollapsın belirtisi
olabilir. Özellikle lumbosakral ağrısı olan hastalarda presakral bir tümörü veya prostat
malignitesini ayırdetmek için ayrıntılı bir fizik muayeneye rektal muayene de ilave
edilmelidir.
Metastatik spinal tümörlerde sistemik maliginite bulguları görülür. Omurilik basısı ile
gelen kanserli hastaların %50’sinde primer odağın henüz bulgu vermediği bilinmelidir.
Bunlarda iştahsızlık, kilo kaybı, gece terlemeleri olabilir. Hafif iştahsızlık ve uyku
alışkanlığında değişme gibi belli belirsiz bulgular kanserin en erken bulguları olabilir. Kemik
metastazları yüzünden kemikten serbestleşen kalsiyumun kandaki düzeyi artabilir. Bu da
iştahsızlık, bulantı kusma, susama, yorgunluk, güçsüzlük, bitkinlik ve dinlenememe hissi,
hatta konfüzyona neden olabilir.99
Metastazın erken döneminde laboratuar bulguları anlamlı değildir. Daha sonra,
nonspesifik olmakla birlikte, anemi, artmış eritrosit sedimantasyon hızı, idrar ve kan kimyası
bozuklukları gibi bir dizi değişiklik bulunabilir. İlave olarak prostat spesifik antijen (PSA),
karsinoembriyojenik antijen (CEA), serum laktik dehidrogenazı (LDH), CA 125 düzeyleri
sayılabilir. Bu testler değişik malignitelerde yükselen tümör işaretleyicileridir.
Multiple myelomda olguların %20’si ilk başvuru nedeni genellikle bir travma
öyküsüne bağlanan omurga kırığıdır.59 Paraplejiye daha çok soliter plazmositomda rastlanır.
Yaygın torasik vertebra, sternum ve kosta tutuluşu olan hastalarda boy kaybı ve kifoz
gelişebilir. Yoğun kemik kaybı, anormal immunglobulin yapımı ve kemik iliği infiltrasyonu
gibi farklı bozukluklar nedeniyle multiple myelomda geniş bir yelpazede klinik semptomlar
ortaya çıkar. Yoğun kemik yıkımına bağlı hiperkalsemi hastalarda halsizlik, iştahsızlık,
bulantı, kusma, mental bozukluklar ve böbrek taşları gibi olaylara yol açar. Anormal
immunglobulin artışı ise ilerleyici böbrek yetmezliği, infeksiyonlara karşı duyarlılık ve
amiloidozise neden olabilir. Hastalığın erken dönemlerinde fizik bulgular belirgin olmayabilir.
Fakat hastalık ilerleyip, kemik tutuluşu arttıkça yaygın kemik ağrıları, ateş, solukluk ve
purpura sabit bulgular haline gelir. Vertebral kollapsın ileri boyutlara ulaştığı durumlarda,
nörolojik muayenede, omurilik ve kök basısına ait bulgular ortaya konabilir.60
Multiple myelomda laboratuar incelemeleri birçok önemli bozukluğu ortaya koyarak
tanıya yardımcı olur. Tam bir kan sayımı ile genellikle normokrom normositik anemi saptanır.
Sıklıkla eritrosit otoaglutinasyonu görülür. Kemik iliği aspirasyonu veya biyopsisi
materyalinde multiple myelom için tanısal olan karekteristik değişiklikler vardır. Kemik iliği
yaymalarında %30’un üzerinde plazma hücresi bulunur. Biyokimyasal profilde artmış
globulin fraksiyonu ve hiperkalsemi (başlangıçta hastaların %30’unda, daha sonraları %70’i)
ile karşılaşılır.13 Böbrek yetmezliği gelişmiş ise üre, kreatinin yüksekliği vardır.87 Alkalen
fosfataz genellikle normaldir. Serum protein değişiklikleri oldukça karekteristiktir. En çok,
IgG salgılayan myelom ile karşılaşılır ve bu tip hastaların hepsinde monoklonal paraprotein
salgılanması vardır. Diğer immunglobulin tiplerinin görüldüğü myelom olguları da vardır.
Multiple myelomda hafif ve ağır zincirlerden oluşan tek bir antikorun yüksekliği
karekteristiktir. Aşırı hafif zincir yapımı idrarda Bence –Jones proteinürisine, yoğun ağır
zincir salgısı ise ağır zincir hastalığı tablosuna yol açar.
d-) Biyomekanik ve instabilite kavramı
Omurgaya yerleşen tümörlerde cerrahi yaklaşım tümörü çıkarmak ve omurgada
instabilite varsa stabiliteyi sağlamaktır. Dura içinde gelişen tümörler instabiliteye neden
olmazlar ama omurgada kemikten veya çevre dokusundan gelişen primer tümörler veya
kanserin omurga metastazları omurga devamlılığını bozan en önemli nedenlerden birini
oluştururlar. Omurga devamlılığının bozulması, myeloradikülopati gelişmesine neden olacak
ve yaşam kalitesini önemli ölçüde kötü yönde etkileyecektir. Aynı zamanda primer hastalığın
tedavisinin yapılması güçleşecek, hastanın yaşam süresinin kısalmasına neden olacaktır.
Tümörde oluşan instabilite, travmada oluşan instabiliteye göre farklılık gösterir. Yavaş yavaş
gelişirken, myelopati oluşma riski de buna paralel olarak tedricen artar. Bu nedenle gelişmekte
olan bir instabilitede spinal mekanik, cerrahi endikasyonlar ve cerrahi olarak neler
yapılabileceğinin gözden geçirilmesi gerekir. 85
Tüm radyolojik ve kadavra çalışmalarına bugün için instabilitenin tam doğru bir
tanımı yoktur. Buna bağlı olarak da hangi durumda ne yapılacağına dair bir algoritm yoktur.
Spinal kinematiğin iyi bilinmesi, spinal anatomi ve kinematik ilişkisinin ortaya konması ile
omurgaya olan patolojik yüklenmenin ne gibi sonuçlar doğurduğunun öğrenilmesi bize ancak
en iyi kurulabilecek cerrahi konstruksiyonun ne olabileceğini gösteren rehber olacaktır.
Omurga fonksiyonel anatomisinin ve onun hareket özelliğinin ortaya konması ancak
mekanik mühendisliğinin tanımlamaları ve prensiplerine uygun bir formasyona taşınması ile
olur. Biyomekanik, biyolojik dokulara güçlerin etkisini ortaya koyarken, kinematik ise
herhangi bir gücün yüklenmesi olmaksızın, yalnızca oluşan hareketin kendisini inceler.63
Omurgada oluşan bu hareketleri daha iyi anlamak için omurga bir standart kartezyen
koordinat sistemine alınmıştır. Kartezyen koordinat sistemi, sagital frontal ve horizontal
düzlemlerden geçen eksenler etrafındaki omurga hareketlerinin daha iyi anlaşılmasını
sağlamak için yerleştirilmiştir. Bu sistemde x,y,z eksenleri üzerinde, omurgada rotasyon
(dönme) ve translasyon (kayma) hareketleri oluşur. Böylece her bir eksende iki tane olmak
üzere altı serbest hareket meydana gelir ki, eksenlerin aksi yönlerine doğru da aynı hareketler
yapılabileceğinden bu üçlü koordinat sisteminde toplam 12 hareket vardır. Sonuçta anlık
rotasyon
ekseni etrafında ikişerden
toplam altı temel hareketle 12 yöne hareket
sağlanmaktadır. Fleksiyon ve ekstansiyon; sagital plan rotasyonu yaparken, sagital plan
translasyonu ile eş zamanlı hareket eder.56,57 Tüm bu hareketler aynı planda birtakım yapılar
tarafından engellenir. Fleksiyon ve ekstansiyonda anlık rotasyon ekseni posterior longitidunal
ligamentin önünde ve vertebra cisminin içindedir.11 Anterior longitudinal ligament ve anterior
annulus, ekstansiyona rezistans göstererek hareketin yapılmasına engel olurken, posterior
annulus, kapsüler ve flaval ligamentler, interspinöz ve supraspinöz ligamentler ise fleksiyona
direnç gösterirler.7,71,77 Sagital planda anlık rotasyon ekseninden daha uzakta olan ligamentler,
uzun momentarm (kaldıraç kolu) yoluyla rezistansı daha güçlendirir ancak ana rezistansı
oluşturan yapı ise bütünlüğü bozulmamış sağlıklı olan anulustur.79,91
Aşırı ekstansiyon: unkovertebral eklemlerin birbirine değmesi, fasetlerin, spinöz
çıkıntı ve laminaların birbirine yüklenmesi ile engellenir. Aşırı fleksiyon ise bu kadar fazla
engelleme ile karşılaşamaz ve subluksasyonla sonuçlanır.10,56,79 Parsiyel bir fleksiyonda,
fizyolojik lordoz düzleşir. Bu durumda olan bir aksiyel kompresyon, omurgada yumuşak
dokunun engellemesini minumuma indirir. Ancak kemik yüklenmenin maksimum olduğu bir
durum yaratır. Bu nedenle omurga yaralanmaları en fazla fleksiyon kompresyonda olurken,
omurganın en fazla kemik hasarı da fleksiyon kompresyon yüklenmelerinde olur. Yana
eğilme, frontal planda rotasyona neden olurken, omurganın eğilme yönünde konkav tarafa
doğru aksiyel rotasyona neden olan eş zamanlı hareketin yapmasına neden olur.10,56,57 Hem
primer hem eş zamanlı gelişen rotasyon eksenleri vertebra cisminin ön kısmından geçer.
Böylece lateral bending eğilme tarafının aksi tarafındaki annulus, kapsüler ligamentlerin
gerilmesi ve aynı taraftaki faset eklemlerinin birbirine değmesiyle durdurulur.56 Servikal
fasetlerin transvers planla yaptıkları 45 derecelik açı nedeniyle aksiyel rotasyonu
kolaylaştırırken, lomber fasetlerin sagital planda vertikal yerleşmeleri aksiyel rotasyona direnç
gösterir.
Üst servikal bölge ve torasik bölgeyi ise anatomik özellikleri nedeniyle ayrı ayrı
irdelemek gerekir. Üst servikal bölgede atlanto oksipital ve atlanto aksiyel eklemler vardır.
Atlanto oksipital eklem sagital planda belirgin ölçüde rotasyona olanak sağlar ve posterior
longitudinal ligamentin foramen magnumdaki uzantısı olan tektorial membran tarafından aşırı
rotasyon engellenir.30 Atlantoaksiyel eklemler ise aşırı aksiyel rotasyona olanak sağlarken, alar
ligament tarfından durdurulur. Bu eklemin yaptığı bir miktar sagital rotasyon ve translasyon
ise transvers ligament tarafından engellenir.31,35
Torakal bölge omurganın en hareketsiz kısmıdır.56 T10’a kadar olan torakal
omurgadaki hareket ayrıca sternum, kosta ve kostatransvers eklemlerle engellenir. Bu bölgede
kanal çapı, spinal kord çapına yakın olduğundan, spinal kanalın bütününü doldurur. Bu
nedenle kanal içine giren bir tümör veya gelişen torakal bir instabilite çok çabuk nörolojik
bulguların ortaya çıkmasına neden olur.
White ve Panjabi’ye118 göre klinik instabilite, “fizyolojik yüklenmeler karşısında
omurganın, omurilik ve sinir köklerinde harabiyet, irritasyon veya şiddetli ağrıya neden olacak
şekilde gelişecek bir deformiteye karşı koyamayacak bir duruma gelmesidir” diye
tanımlanmıştır. Akut instabiliteyi ise “ kemik veya ligament harabiyetinin herhangi bir
yüklenmeye karşı veya var olan deformiteden dolayı oluşacak bir nöral eleman harabiyetini
engeleyemeyecek durumda bulunmasıdır” diye ifade etmişlerdir. Tümörlerde gelişen
instabilite akut instabilite değildir. Yavaş yavaş büyüyen tümör dokusu omurganın
sağlamlığını sağlayan yapıları tek tek devre dışı bırakarak instabiliteye neden olacaktır. Bu
olay bir süreç gerektirdiğinden yavaş yavaş gelişecektir. Kronik instabilite, oluşan kemik ve
ligament harabiyeti sonucu progresif deformite gelişmesine bağlı nörolojik bulguların
oluşması veya kötüye gitmesi, nörolojik bulgularda düzelmenin engellenmesi, artan ağrı veya
normal fonksiyonların yapılmasının imkansız hale gelmesidir.
Omurga kemik ve ligamentlerle birlikte elastik bir yapı oluşturur. Fizyolojik
yüklenmeler veya ufak travmatik yüklenmelerde, şekil değiştiren omurga, tekrar kendisini
oluşturan yapıların içinde taşıdığı rezidüel enerji sayesinde, eski şeklini alacaktır. Eski şeklini
alabildiği sürece omurga stabildir. Eğer bir nedenle artık eski haline dönemiyorsa instabildir.
Tümöral olaylarda yavaş yavaş bozulan bu bütünlük sonucu öyle bir an gelir ki fizyolojik
yüklenme sınırlarındaki, omurganın geri dönüşümünü sağlayan enerjiyi sağlayamadığı için
nörolojik hasar gelişmesi kaçınılmaz olur.11,118
Vertebra metastazları klinikte kendilerini ağrı, instabilite, deformite ve nörolojik
defisit ile gösterirler. Tümör olgularında instabilite genellikle üç şekilde kendini gösterir.
a) Vertebra cisminin yüksekliğinin progresif kaybı ve deformite
b) Direkt bası ile bağlantılı olmayan vertebra cismi yükseklik kaybı ile ortaya çıkan
nörolojik defisit
c) Tümör rezeksiyonundan sonra oluşan postoperatif instabilite 17,41,62,74
Tıbbi tedavi genellikle tek başına bir çözüm getirmediğinden, cerrahi işlem birçok
olguda kaçınılmaz olarak akla gelmektedir. Cerrahinin amacı ağrıyı gidermek, nöral basıyı
kaldırmak ve mekanik stabiliteyi yeniden ve hemen sağlamaktır. Seçilecek cerrahi yaklaşım
tümörün lokalizasyonuna göre değişmekle birlikte metastazların %85’i vertebra korpusunda
olduğuna göre yaklaşım genellikle anteriordan olmaktadır.
Hazlet51, spinal instabiliteyi altı alt grupta toplamıştır. Buna göre spinal instabilite,
travma, enfeksiyon, tümör, spondilolistezis, dejeneratif ve skolyoza bağlı olarak
gelişebilmektedir.
Travma sonucu oluşan instabilite ile tümör sonucu oluşan instabilite farklı mekanik ve
dinamiklere sahiptir. Travma olgusunda instabilite genellikle akut olup, kemik ve ligamentöz
yapılar tutulurken, hastanın beklenen sağ kalım süresi genellikle uzundur. Tümör olgularında
ise olay genellikle kronik olup, patoloji başlıca kemiği tutar. Ligamentler ve diskler sağlamdır.
Hastanın beklenen sağ kalım süresi travmaya göre genellikle daha azdır. Spinal tümörlerde,
tümörün yeri ve uzanım yerine göre ve büyüme hızına göre değişken bir instabilite ile
karşılaşılır. Başka bir deyişle instabilite hastalığın ileri evrelerinde ortaya çıkar.
Harrington50 spinal tümörü olan olgularını stabilite açısından beş gruba ayırmıştır.
1) Nörolojik olarak intakt veya minimal duyu defisiti
2) Kollaps veya instabilite olmaksızın kemik tutulumu
3) Belirgin kemik tutulumu olmaksızın majör nörolojik defisit
4) Belirgin nörolojik tutulum olmaksızın mekanik ağrı ile birlikte vertebral kollaps
veya instabilite
5) Major nörolojik defisitin eşlik ettiği vertebral kollaps veya instabilite
Harrington’un bu sınıflamasında instabilite grup 4 ve grup 5‘te karşımıza çıkmaktadır.
Spinal tümörler farklı evrelerde, farklı biyomekanik özellikler sergiler. Bu sürecin dinamik
oluşu tümörün büyüme hızı ve biyolojik doğası ile doğrudan bağlantılıdır.
Spinal tümörlerde instabilite üç farklı şekilde ele alınmalıdır.
1.Preopereatif instabilite:
Preopereatif spinal instabilite spinal tümörlerin başlıca bulgularından biridir. Bu
durum kendini vertebra yükseklik kaybı, patolojik fraktür ve deformite ile gösterir. Klinikte
ise hareket ile ortaya çıkan şiddetli ağrı ile kendini gösterir. Belirgin bir instabilitenin tanısı
zor değildir. Vertebra yükseklik kaybı ve angulasyon en bariz bulgusudur.37,79
2.Gelişmesi olası spinal instabilite:
Spinal tümörlerde omurga her zaman instabil değildir. Vertebranın defektif olmayan
bölümleri ile paraspinal kas ve ligamentler vertebranın intrensek stabilitesini koruyabildiği
sürece genellikle sorun olmaz. Ancak kalan bölümlerde ne zaman tam bir patolojik fraktür ve
bunun sonucu deformite ve nöral bası olacağını önceden kestirmek oldukça zor, hatta
imkansızdır. Burada vurgulanmak istenen, vertebranın tümör tarafından defektif hale geldiği,
ancak stabilitenin tam olarak bozulmadığıdır. Bununla birlikte, travma gibi bazı etkenlerin
eklenmesi ile vertebranın direncinin kırılması sonucu patolojik fraktür gelişebilir. Özellikle
radyosensitif olan ve dekompresyon yapılmayan hastalar böylesi bir risk ile karşı karşıyadırlar.
Ancak böyle bir fraktürün ortaya çıkma zamanı tam olarak bilinmediği için, buna dönük bir
stabilizasyonun zamanlaması da yapılamaz. Son zamanlarda vertebrada drill ile defekt
oluşturularak yapılan tümör modellerinde patolojik fraktürün ne zaman gelişeceği önceden
kestirilmeye çalışıldıysa da, bu konuda somut veriler elde edilememiştir.27 Benzer çalışmalar
bilgisayarlı tomografiden yararlanılarak da yapılmış, ancak tatmin edici sonuçlar elde
edilememiştir.112
3.Ameliyat sonrası gelişmesi beklenen (iyatrojenik) spinal instabilite:
Hastanın var olan stabilitesi (veya instabilitesi) genellikle operasyonda çıkarılan tümör
ve kemik hacmi ile koşut olarak etkilenmektedir. Sadece posterior dekompresyonun yapıldığı
olgularda genellikle ciddi bir stabilite sorunu ile karşılaşılmaz.
Ancak anterior
dekompresyonun yapıldığı durumlarda, preoperatif dönemde instabilite yoksa bile
dekompresyon ile operasyondan sonra büyük olasılıkla instabilite gelişir. Özellikle
metastazların çoğunun vertebra korpusunu tuttuğu göz önüne alınırsa, parsiyel veya total
korpektomi omurganın stabilitesini etkiler.2,48,52 Korpektomi vertebra korpusunun alınması
şeklinde tanımlanır. Bu durum parsiyel veya total olabilir. Oysa vertebrektomi tüm bir
vertebranın çıkarılması demektir ve genellikle iki aşamalı bir operasyondur. Vertebrektomi,
korpektomiye göre çok daha destrüktif bir girişim olup, daha fazla instabilite olduğundan,
stabilizasyonun da daha kapsamlı yapılmasını gerektirir. Bununla birlikte, pratikte vertebranın
ne kadarının alınmasının ne ölçüde vertebrayı destabilize ettiği çok açık değildir. Günümüzde
yapılan biyomekanik çalışmalarda beş vertebradan oluşan bir sistemde ortadaki vertebraya
korpektomi yapılarak tümör instabilitesi taklit edilmeye çalışılır. Oysa klinikte yapılan her bir
cerrahi işlemin etkisi tam olarak bilinmemektedir.
Bu karmaşaya son vermek için Benzel bir “domino küpleri sistemi” geliştirmiştir.12
Benzel, vertebra korpusunu eşit 27 domino küpüne ayırmıştır. Buna göre spinal stabilite bu
küplerin bütünlüğüne göre etkilenir. Bir diğer deyişle, hasar gören 9 küpün lokalizasyonu
oldukça önemlidir. Ortadaki aksiyal kolonun kaybı stabiliteyi bozarken, sagital düzlemdeki
ortadaki kolonun hasarı stabiliteyi pek etkilemez. Koronal düzlemindeki arka kolon veya orta
kolonun korpektomi ile alınması da stabiliteyi fazlaca etkilemezken, en öndeki kolunun
alınması stabiliteyi bozar. Benzer bir şekilde lateral ekstrakaviter yaklaşım ile arka kolonun
kısmi olarak alınması da stabiliteyi belirgin olarak etkilemeyebilir.
Stabilitenin değerlendirilmesi
Spinal tümörü olan bir olguda yapılması gereken işlemlerden biri instabiliteyi
değerlendirmektir. Ancak bu işlem oldukça zor bir işlemdir.
Travmatik olgularda spinal stabilitenin değerlendirilmesi için tanımlanmış birçok
puanlama sistemi ve şema ile kolonlar sistemi vardır. Puanlama sistemlerinin en basiti Panjabi
tarafından her bölge için ayrı ayrı tanımlanan, daha sonra Benzel tarafından tek parça haline
getirilerek tüm bölgelere uygulanabilen puanlama sistemleridir. Puanlama sistemlerinden
başka, birçok “iki kolon” ve “üç kolon” sisteminden de söz edilebilir. Bu sistemlerin içinde en
çok klinikte uygulama alanı bulan Denis’in “üç kolon” ile Louis’in “üç kolon” görüşüdür.
Denis’in kolonları kemiklerin yanısıra ligamanlar ve intervertebral diski de kapsamaktadır.
Oysa spinal tümörlerde bu iki yapı ciddi oranda etkilenmemektedir. Olay daha çok kemik ile
ilgilidir. Bu nedenle klasik kolon sistemleri arasında spinal tümörler için en uygun olanı
Louis’in kolonlar sistemi gözükmektedir. Louis’e göre vertebra korpusu bir kolon, her iki
faset kompleksi iki kolon olmak üzere üç kolon bulunmaktadır. Özellikle spinal tümörlerde
karşılaşılan vertebra korpusu kollapsını Louis’in kolonlar sistemine göre değerlendirmek
olasıdır.40
Kostuik spinal tümörlerde stabiliteyi değerlendirmek için Denis’in kolonlar sistemini
modifiye etmiştir.63 Buna göre; Denis tarafından tanımlanan üç kolon sağ ve sol olmak üzere
iki ayrı kolona bölünerek toplam 6 kolon oluşturulmuştur. Kostuik iki veya daha fazla
kolonun etkilenmesi durumunda vertebranın kollabe olma riski olduğunu, üç veya dört
kolonun etkilenmesi durumunda vertebra korpusunun kollapsının kaçınılmaz olduğunu, beş
veya altı kolonun tutulması durumunda ise belirgin instabilite gelişeceğini bildirmektedir.
Kostuik operasyona alınacak bir olguda bu şemanın gözönünde bulundurulması gerektiğini
vurgulamaktadır. Ayrıca, 20 dereceden fazla angulasyon da instabilite kriteri olarak alınır.
Kostuik instabiliteyi değerlendirirken yumuşak doku uzanımı veya epidural yayılımı
gözönünde bulundurmaz. Kostuik’in tanımladığı bu skalayı hastanın BT ve MRG
görüntülerinden yararlanarak oluşturabiliriz.
Mevcut kolon ve puanlama sistemleri arasında spinal tümörler için en kolay ve yol
gösterici olanı Kostuik’in tanımladığı sistemdir. Bu yaklaşımla hem preoperatif instabilite
hakkında bilgi edinilir, hem de yapılacak dekompresyon hakkında karar verilerek postoperatif
dönemde gelişmesi olası instabilite de önceden kestirilir ve stabilizasyon planı yapılabilir.
e-) Klinik karar, evreleme ve skorlama
Evrelendirme yapmak için daima tanının bilinmesi gerekir. Bu da ilk etapta biyopsi ile
olmaktadır. Üç tür biyopsi vardır: İğne biyopsisi, açık biyopsi ve eksizyonel biyopsi. Biyopsi
için en sık endikasyon kuşkulanılan metastazın kanıtlanmasıdır. İğne biyopsisi BT eşliğinde
perkutan olarak güvenli bir şekilde yapılabilir. Genel olarak floroskopi altında biyopsi BT
kontrollu biyopsiye göre daha hızlı ve daha kolaydır. Çeşitli türde iğneler vardır. Ancak
biyopsi sırasında tümörün başka alanlara implante edilebileceği ve bunun kompartman içi bir
lezyonu, kompartman dışı yapmak için ciddi sakıncaları olabileceğini unutmamak gerekir. Bu
nedenle biyopsiden önce tümör evresi ne olursa olsun
cerrahi planlanmalı ve gerekirse
biyopsi traktusu asıl ameliyat sırasında çıkarılmalıdır. Posterior spinal lezyonların biyopsisi
sorun olmazken, anterior lezyonlarda pek çok kompartmanın aşılması ve kontaminasyonu
sorunu vardır.43
Benign ve malign primer omurga tümörlerinin evrelendirilmesi için radyolojik,
histolojik ve anatomik veriler aynı anda göz önüne alınmalıdır. Evrelendirmenin prognoz
tayinine katkısı ve tedavi kararı verilirken önemi büyüktür. Malign tümörlerde Friedlander ve
Southwick evrelemesi ve Tomita evrelemesi kullanılmaktır.
a)Friadlander ve Southwick Evrelemesi:39 (Tablo1) Bu evrelemeye göre düşük
grade’li ve kompartman içinde kalmış tümörlerin cerrahisi ve prognozu daha iyidir. Yüksek
grade’li veya kompartman dışına çıkmış veya metastaz yapmış tümörlerin prognozu daha
kötüdür. Bu evrelemeye dayanarak Friedlander ve Southwick’in önerdiği cerrahi protokol:
Evre 1A ve 1B’de bir kısım çevre normal doku ile birlikte tümör total çıkarılmalıdır. Evre
2A’da tümör ile birlikte kompartmanın total çıkarılması gerekir. Bir ekstremitede yerleşmiş
evre 2B lezyonlara üstten radikal amputasyon önerilir. Ancak diğer kemik tümörlerinde
uygulanan bu yöntem, hem nörolojik fonksiyon hem de stabilite nedeniyle omurgada olası
değildir. Bu nedenle intralezyonel veya marginal bir eksizyon yapılır.
Tablo1-Malign omurga tümörlerinin Friedlander ve Southwick evrelemesi
Evre
Grade
Yerleşim
Metastaz
Cerrahi
1A
Düşük
Komparman içi
Yok
En blok rezeksiyon(normal doku ile )
1B
Düşük
Kompartman dışı Yok
En blok rezeksiyon(normal doku ile)
2A
Yüksek
Kompartman içi
Kompartmanın tm.ile birlikte çıkarılması
2B
Yüksek
Kompartman dışı Yok
3
Herçeşit Her çeşit
Yok
Var
İntralezyonel cerrahi
İntalezyonel cerrahi
b)Tomita Evrelemesi:107,108 Primer veya metastatik, benign veya malign tüm omurga
(Tablo2) tümörlerine uygulanabilen bu evreleme cerrahi girişim stratejisini de belirlemektedir.
Bu evrelemeye dayanarak Tomita’nın önerdiği cerrahi strateji: Tip 1 ve 2‘ye anterior
korpektomi veya posterior spondilektomi, Tip 3 ve 4 ‘e total spondilektomi, Tip 5’e palyatif
cerrahi yapılmalıdır. Tip 6 ve 7 ‘ye cerrahi girişim yapılmamalı, radyoterapi ve kemoterapi
gibi tedaviler uygulanmalıdır.
Tomita daha sonra bu evrelemede modifikasyon yapmıştır. (Tablo 3) Bu evreleme
cerrahi endikasyonu da kolaylaştırmaktadır.
Tablo 2- Tomita evrelemesi
Kompartman içi lezyonlar
Tip 1- Kompartman içi, anterior veya posterior in situ lezyon
Tip 2- Kompartman içi, pediküle uzanımı olan lezyon
Tip 3- Kompartman içi, anterior-posterior uzanımı olan lezyon
Kompartman dışı lezyonlar
Tip 4- Kompartman dışı, epidural uzanımı olan lezyon
Tip 5- Kompartman dışı, paravertebral uzanımı olan lezyon
Tip 6- Kompartman dışı, komşu vertebraya uzanımı olan lezyon
Tip 7- Kompartman dışı, multipl, atlayan lezyonlar
Tablo 3- Modifiye Tomita evrelemesi
1-Kemik içinde kalmış tümörler
Tip 1: İn situ tümör. Korpus veya lamina/spinöz çıkıntı içinde kalmış tümör
Tip 2: Pediküle yayılmış tümör
2- Kemik dışına yayılmış tümörler
Tip 3: Epidural veya paravertebral alana yayılmış tümör.
Tip 4: Komşu vertebraya yayılmış tümör
3-Multipl tümörler
Tip 5: Komşu olmayan vertebralarda tümörler vardır.Ya da cilt ve çevre dokulara yayılmış
tümörler vardır.
Histolojik olarak düşük grade’li (benign) tümörlerde “a”eklenir.
Histolojik olarak yüksek grade’li (malign) tümörlerde “b” eklenir.
Metastatik tümörlerde “c” eklenir.
Bu evrelemedeki Tip 5 ile Tomita’nın orjinal evrelemesindeki Tip 5, 6 ve 7 kastedilmektedir.
Ameliyat Öncesi Skorlama (Prognoz Skorlamaları) : Spinal metastazlarda cerrahiye
uygun hasta seçimini kolaylaştırmak amacıyla bazı skorlamalar geliştirilmiştir. Bunlar, klinik
karara yardımcı olmak açısından yalnızca histolojik tanı ve radyolojik görüntü kriterlerine
dayandırılmış evrelemelere oranla daha yetkindirler.
a) Tokuhashi preoperatif skorlaması : Tokuhashi skoru:105 Genel durum,
ekstraspinal kemik metastazların sayısı, vertebralardaki metastazların sayısı, major iç
organlara metastaz, kanserin primer yeri ve omurilik tutuluşu kriterlerine göre hesaplanır.
(Tablo 4) Bu skorlamada prognozu olumlu etkileyecek faktörler yüksek puan alırlar. En
yüksek puan 12 olup nörolojik defisiti olmayan, genel durumu iyi olan, iç organ metastazları
olmayan ve tek vertebrada metastazı olan bir hastaya verilir. En düşük puan ise paraplejik,
Karnofsky skoru kötü, birden fazla vertebrada ve iç organlarda metastazı olan bir hastadır.
Tokuhashi’ye göre 9-12 arasında puan alanlara eksizyonel cerrahi yöntemler uygulanmalı, 0-5
arasında puan alanlarda mümkünse cerrahi girişim uygulanmamalı veya palyatif cerrahiler
yapılmalıdır.
Tablo 4- Tokuhashi Skorlaması
1-Genel durum ( Karnofsky skalası )
Skor
Kötü ( KS %10-40 )
Orta ( KS %50-70 )
İyi ( KS %80-100 )
2-Ekstraspinal kemik metastazlarının sayısı
0
1
2
3
1-2
0
3-Vertebralardaki metastazların sayısı
0
1
2
1
2
>3
4-Major iç organlara metastaz
2
1
0
Var, çıkarılamaz
Var, çıkarılabilir
Yok
5-Kanserin primer yeri
0
1
2
Akciğer, mide
Böbrek ,karaciğer, uterus, diğer, ayırdedilemeyen
Tiroid, prostat, meme, rektum
6-Omurilik tutuluşu
0
1
2
Tam tutuluş
Parsiyel tutuluş
Yok
0
1
2
b) Tomita prognoz skorlaması: Tomita, spinal metastazlar için izlenecek cerrahi
stratejiyi saptamak amacıyla bir prognoz skoru oluşturmuştur.107 (Tablo 5) Bu skor üç kritere
göre hesaplanmaktadır. Toplam puan 2-10 arası bulunur. Ulaşılmak istenen cerrahi amaç ve
bu amaca ulaşmak için kullanılacak cerrahi teknikler bu skora göre hesaplanır. Bu skorun
cerrahi kararı ne şekilde yönlendireceği Tablo 6’da sunulmuştur.
Tablo 5- Tomita prognoz skorlaması
1-Malignite evresi
Yavaş gelişim
Orta –ılımlı gelişim
Hızlı gelişim
1
2
4
Yok
Tedavi edilebilir
Tedavi edilemez
0
2
4
Tek
Multiple
1
2
2-İç organ metastazı
3-Kemik metastazı
Tablo 6- Tomita prognoz puanının cerrahi kararı yönlendirmesi
Tomita prognoz
Cerrahi amaç
Cerrahi Teknik
puanı
2-3
4-5
Uzun süreli lokal kontrol
Orta dönem lokal kontrol
Geniş veya marjinal eksizyon
Marjinal veya intralezyonal
6-7
8-10
Kısa süreli palyasyon
Cerrahi uygulanmaz, destekleyici
eksizyon
Palyatif cerrahi
tedavi yapılır
Tomita’ya göre, bundan sonraki aşama spinal tümörlerin sınıflama kriterlerine göre
tümörü isimlendirmek ve teknik olarak uygun ve mantıklı cerrahiyi uygulamaktır.
Ameliyat Sonrası Skorlama (Prognoz Skorlamaları) : Spinal tümörlerin cerrahi
sonuçlarının değerlendirilmesi için bazı sınıflamalar kullanılmaktadır. Bunlardan birisi Brice
ve MacKissock19 sınıflamasıdır. (Tablo7) Bir diğeri ise Shaw ve ark.93 tarafından önerilen
ambulatuar gradelemedir.( Tablo 8)
Tablo 7- Brice ve MacKissock nörolojik defisitleri evrelemesi
Grup 1
Hafif
Hasta yürüyebiliyor
Grup 2
Orta
Hasta bacaklarını oynatabiliyor, ancak
yürüyemiyor
Grup 3
Ağır
Hafif rezidüel motor ve duyu fonksiyonu
Grup 4
Total
Total omurilik lezyonu
Tablo 8- Shaw ve ark. (1980) tarafından önerilen ambulatuar derecelendirme
1
Ambulant
2
Paraparetik, nonambulant
3
Paraplejik
Ameliyatın hedeflerinden biri de ağrıyı dindirmek olduğundan ameliyat öncesi ağrının
da skorlanmasında yarar vardır. Tong ve ark. (1982) bu amaçla bir ağrı skorlaması (Tablo 9)
ve ağrı için kullanılan narkotiklerin skorlamasını (Tablo 10) yapmıştır. Burada tedavi ya da
ameliyat bölgesindeki ağrı kastedilmektedir.
Tablo 9- Tong ve ark. tarafından önerilen ağrı şiddeti ve ağrı sıklığı derecelendirmesi
Ağrının şiddeti
Yok
0
Hafif
1
Orta derece
2
Şiddetli
3
Ağrının sıklığı
Seyrek(Bir günden seyrek)
1
İntermittan(En az günde birkez)
2
Sürekli
3
Ağrı skoru = Ağrının şiddeti X Ağrının sıklığı
Tablo 10- Tong ve ark. tarafından önerilen
ağrı kesicinin tipi ve kullanım sıklığı,narkotik skorunu verir.
Ağrı kesicinin tipi
Yok
0
Analjezik
1
Hafif narkotik
2
Güçlü narkotik
3
Ağrı kesicinin sıklığı
Yok
0
Seyrek
1
Günde bir kez
2
Günde birden sık
3
Narkotik skoru = Ağrı kesicinin tipi X Ağrı kesicinin sıklığı
Prognozu değerlendirirken de bazı derecelendirmeler yapılır. Zileli ve ark.124 tarafından
önerilen prognoz derecelendirilmesi hastanın nörolojik bulgularına göre yapılır.
Tablo 11- Zileli ve ark. tarafından önerilen prognoz skoru
A grubu
Hiç nöropatolojik bulgu yok, yakınma yok veya subjektif yakınmalar var:
B grubu
mesleğini ve günlük yaşamını sürdürüyor
Minimal nöropatolojik bulgu var, günlük yaşamında yardım gerektirmiyor,
C grubu
yürüyebiliyor; mesleğini sürdürmekte güçlük çekiyor
Major nöropatolojik bulgular var, yatağa ve çevresine bağımlı, yürüyemiyor,
D grubu
sfinkter kontrolu yok
Eksitus
f-) Medikal Tedavi
Spinal metastazların ilk tedavisi olarak değişik seçenekler vardır. Steroidler,
kemoterapi, radyoterapi gibi tedavi şekilleri uygulanmaktadır.
Genel tedavi ilkeleri nelerdir ?
1. Omurga instabilitesi olduğunda ve omurilik basısı bulunduğunda cerrahi tedavi
düşünülmelidir.
2. Tedaviden önce histolojiyi öğrenmekte yarar vardır.
3. Tümörün histolojik tanısı bilinmiyorsa ve perkutan kemik biyopsisi çeşitli nedenlerle
yapılamıyorsa cerrahi tedavi yapılmalıdır.
4. Eğer tümör radyoduyarlı ise ve klinik tablo uygun ise cerrahiden önce radyoterapi
yapılmalıdır.
5. Eğer tümör radyodirençli ise ve klinik tablo çok hızlı ise cerrahi yapılmalıdır.
6. Radyoterapi sonrası rekürrens olursa veya radyoterapi sırasında klinik kötüleşme
olursa da cerrahi tedavi düşünülmelidir.
7. Vertebra ve paraspinal yapılarda yaygın infiltrasyon olduğunda önce cerrahi daha
sonra da radyoterapi en iyi stratejidir.
8. Çok sayıda aktif metastaz varsa radyoterapi uygun olur.
9. Kemoterapi her olgu için ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
10. 24 saati geçmiş paraplejisi olan hastaları opere etmekten kaçınmak gerekir.
1) Steroid tedavisi:
Spinal metastazlı her hastaya başlangıçta kortikosteroid verilmesi genel kabul gören bir
durumdur.En çok kullanılan steroid ise deksametazondur. Deksametazon dozu tartışmalıdır.
Başlangıçta son derece yüksek dozlarda (100 mg. İV) vermek ve bir günde 4 kez IV olarak 24
mg. idame şeklinde bir uygulama akımı vardır. Ancak bu dozları destekleyecek klinik bir veri
bulunmamaktadır.102 Bu nedenle 10-20 mg. IV vermeyi takiben bir günde dört kez 4’er
mg.vermek şeklinde daha gerçekçi bir yaklaşım uygulanmalıdır. Bazı klinisyenler son derece
yüksek dozlar kullanmaya devam etmekte ise de, bunun kullanılması sırasında oluşabilecek
ciddi yan etkileri göz önüne almak gerekir. Bunlar arasında hiperglisemi, gastrointestinal
kanama, stres ülserinin perforasyonu, miyopati, steroid psikozu ve immun fonksiyonların
baskılanması sayılabilir. Cerrah için en önemli yan etki ameliyat yarasının iyileşmemesi ve
immun supresyon nedeniyle sepsis ve yara enfeksiyonlarının gelişmesidir.68
2) Kemoterapi:
Kord basısına yol açan lenfoma, multipl myeloma, germ hücreli tümörler, meme ve
prostat
kanserlerine
bağlı
metastazlarda,
cerrahi
veya
radyoterapi
yapılamıyorsa,
kemoterapiden yararlanılır.22 Bu hastalarda cerrahi veya radyoterapi yapılmış olsa bile,
tedavinin kemoterapi ile sürdürülmesi gerekir. Meme ve prostat kanserleri genellikle hormon
tedavisine duyarlı tümörlerdir. Bu nedenle prostat kanserlerinde tedaviye androjen blokajı
yapılarak başlanır. Bu amaçla orşiektomi, LHRH (lüteinizan hormon releasing hormon)
analogları veya östrojen (dietilstilbestrol=DES) kullanılarak yapılan kastrasyonla birlikte,
surrenal kökenli androjenleri bloke edecek veya periferik etkilerini bloke edecek ilaçlar
(flutamid, nilutamid, siproteron asetat gibi) birlikte verilir. Genellikle bu tedavi şekli ile,
yaklaşık iki yıl süre ile remisyon sağlanır; hastanın ağrıları geçer, kandaki PSA düzeyi
normale döner ve tüm vücut kemik sintigrafisinde gözlenen osteoblastik aktivite artışları
geriler.101 Bu dönemi, hormona dirençli hastalık devresi izler. Bu dönemde, kemoterapi ve
steroid tedavisinden fayda sağlanır. Bugün için uygulanmakta olan kemoterapi şekli: 3-4
haftada bir uygulanan mitoksantron ve prednisolon tedavisidir. Ayrıca prostat kanseri
tedavisinde siklofosfamid, antrasiklinler, sisplatin, vinblastin, etoposid gibi sitotoksik ilaçlar
etkili olmaktadır. Genellikle yaşlılıkta ortaya çıkan prostat kanserinin tedavisinde yaşa göre
ilaç seçmek gerekir; çünkü metastazlı prostat kanserinde şifa şansı yoktur. Tüm tedaviler
palyasyona yöneliktir.102
Kemiğe metastazlı meme kanserinin tedavisinde de , nörolojik bozukluklar ve ağrı
yoksa, hormon reseptörü (östrojen ve progesteron reseptörleri: ER/PR) taşıyan tümörlerde
antiöstrojen ilaçlar ile tedaviye başlanmaktadır. Bu amaçla, tamoksifen kullanılmaktadır.5
Bundan sonraki basamak aromataz inhibitörleri ve üçüncü seçim olarak progesteronlardır.
Hormon reseptörü taşımayan tümörlerde veya hormon tedavisne cevap alınamayan olgularda
sistemik kemoterapiden yararlanılır. Bu amaçla, özellikle antrasiklin (doksorubisin,
epidoksorubisin gibi) içeren çok ilaçlı kemoterapilerden yararlanılır. En sık kullanılan
kemoterapötikler: 5-fluorourasil, doksorubisin ve siklofosfamidin birlikte kullanıldığı
kombine tedavidir. Spinal metastazlarda, omurlarda çökme kırığı oluşma riski nedeniyle,
statik önem taşıdığı ve omurilik basısı ortaya çıkabileceği için yakın takip şarttır. En ufak yeni
bir bulguda radyoterapinin uygulanması faydalı olur. Tedaviye bisfosfonatların da
eklenmesiyle hem ağrı palyasyonu sağlanır, hem de kemik rezorbsiyonu azalır.16 Bisfonatlar,
doğal ve patolojik kemik rezorbsiyonunu inhibe eden maddelerdir. Osteoklast aktivitesini
azaltarak ve osteoklastları apopitoza yönlendirerek etkili olurlar. Kansere bağlı gelişen
hiperkalseminin standart tedavisinde yer alırlar ve kemik metastazlarının tedavisinde yeni
önem kazanmış ilaçlardır. Multipl myelom standart tedavisi alkilleyici ilaçlardan
oluşmaktadır. Bu amaçla melfalan ve siklofosfamid başta olmak üzere, nitrosoure grubu
ilaçlar ve doksorubisin kullanılmaktadır.
3) Radyoterapi:
Eksternal radyoterapi, günümüzde spinal metastazlı hastaların tedavisinde ana
yöntemlerden birisidir.44 Çünkü çoğu hasta cerrahi adayı değildir veya umulan yaşam süreleri
kısa veya genel durumları kötüdür. Birçok çalışmada tedavi gören hastaların yaklaşık 1/2’ si
ile 1/3’ ünde düzelme sağlandığı ve bu hastaların yüreyebildiği gösterilmiştir. Gilbert ve ark.44
tarafından yapılan bir çalışmada, sadece radyoterapi görmüş 170 hasta ile cerrahi ve
radyoterapi görmüş 65 hastanın sonuçları karşılaştırıldığında herhangi bir istatistiksel farkın
olmadığını bildirmişlerdir. Young ve ark.122 yaptığı bir çalışmada sadece radyoterapi
uygulanmış ve laminektomiyi takiben radyoterapi uygulanmış hasta grupları ağrı palyasyonu,
yürümenin gelişmesi, sfinkter fonksiyonundaki gelişmeye göre karşılaştırılmış ve istatistiksel
bir fark saptanmamıştır. Maranzano ve Latini73 tarafından bildirilen prospektif çalışmanın son
analizinde, radyoterapi ile tedavi edilmiş nörolojik defisiti olmayan ya da minimal nörolojik
bulguları olan hastaların %94’ünün tedavi sonrası yürüyebilir olduğu, buna karşılık
paraparetik hastaların %60’ının ve paraplejik hastaların ise yalnızca %11’inin radyoterapi
sonrası yürüyebilir hale geldiği bildirilmiştir. Olguların %44’ünde sfinkter disfonksiyonu
düzelmiştir. Bu çalışmada tüm grupta median sağ kalım süresi 6 ay ve 1 yıllık sağ kalım ise %
28’dir. Tedavi öncesi yürüyebilen hastalarda median sağkalım 8 ay iken paraparetik veya
paraplejik hastalarda bu süre 4 aydır. Sağ kalımı etkileyen bir diğer faktör de primer tümörün
lokalizasyonudur. Radyoterapiye yanıtı daha iyi olan tümör tiplerinde; myeloma, meme,
lenfoma, prostat gibi, median sağkalım süresi 10 ay iken, diğer tümör tiplerinde bu süre 3
aydır.
Metastatik meme kanserine bağlı epidural kord basısı gelişmiş
olgularda
radyoterapinin cerrahi yaklaşım kadar etkili olduğu ve heriki grupta da tedavi öncesi
yürüyebilen hastaların %75’inde tedavi sonunda nörolojik düzelme sağlandığı bildirilmiştir.44
Kord kompresyonunda en önemli faktör hastanın yürüyor olup olmamasıdır. Kord
kompresyonu nedeniyle radyoterapi uygulanan 56 meme karsinomlu hastada radyoterapi
sonrası 1 yıllık sağkalım oranı yürüyebilir hastalarda %66 iken yürüyemeyenlerde %10 olarak
bildirilmiştir.73 Eğer hasta tedavi öncesinde yürüyebiliyor ise %40 ile %80 arasında tedavi
sonrasında da yürüyebilmektedir. Ancak, paralizi gelişmiş hastalarda tedavi sonrasında
yürüme oranı düşüktür.69 Yapılan çalışmalarda, paralizi gelişmiş hastalarda laminektomiyi
takiben radyoterapi uygulanması ile elde edilen sonuçların, yalnızca radyoterapi gören
olgulara göre daha iyi olduğu bildirilmiştir. Bu nedenle nörolojik defisit gelişmiş olgular ile,
patolojik fraktür gelişmiş ve spinal korda kemik basısı oluşturmuş olgularda öncelikle basıyı
gidermek için cerrahi girişim yapılması ve bunu takiben radyoterapi uygulanması tercih
edilmelidir.
Çoğu hasta genellikle günde 200 cGy’den total 3000 cGy ‘lik bir dozu alır. Bu doz tek
bir posterior porttan lezyon düzeyinin 2 segment yukarısına ve 2 segment aşağısına dek verilir.
Bu doz torakal bölgede omurilik toleransına ulaşmaktadır. Tümör rekürrensi olduğunda tekrar
uygulanması mümkün değildir. Lomber segmentlerde potansiyel olarak şifa sağlanabilecek
hastalığı olanlarda (meme kanserinden soliter metastaz gibi) düşük fraksiyonlarda daha uzun
sürelerde total 5000 cGy’lik dozlar kullanılabilir. Ekternal radyoterapi ile şifa oranlarını
iyileştirmeyi önleyen en önemli sınırlayıcı faktör omuriliğin radyasyon toleransının sınırlı
olmasıdır.45 Bu nedenle geleneksel dozlarla günümüzdeki tedavi sonuçları genellikle 3 ile 6 ay
içinde tümör rekürrensi ile lokal relapslara ve instabiliteye yol açmaktadır.
Radyasyon görmüş hastaları opere etmede iki büyük sorun yara iyileşmesi ve spinal
rekonstruksiyon sonrası kemik füzyon edilmesidir. Birçok çalışmada radyoterapi uygulanan
hastalarda ameliyat sonrası yara açılma oranının özellikle eğer enstrüman da kullanılıyor ise %
30’lara ulaşabileceği bildirilmiştir. İlk tedavi olarak cerrahi uygulanan hastalarla
karşılaştırıldığında önce radyoterapiye giden hastaların komplikasyon oranları çok artar.8
g) Cerrahi tedavi
Hastalığın tedavisini sağlamak için önce kesin tanıyı koymak gerekir. Öncelikle
lezyonun primer mi yoksa metastatik orjinli mi olduğunu saptamak gerekir. Yapılan tüm
incelemelere rağmen bilgi alınamamışsa artık noninvaziv bir yöntem olan biyopsi
yapılmalıdır.
Spinal metastazlarda tedavinin amacı; nörolojik fonksiyonların sağlanması, ağrının
tamamen ortadan kaldırılması veya azaltılması, mekanik stabilitenin onarımı ve yaşam
kalitesinin optimize edilmesidir.101
Tedavinin planlanmasında bazı sorulara yanıt aramak gereklidir.
 Nörolojik defisit varlığı
 Patolojik tanı ve primer tümörün biyolojik özellikleri
 Ümit edilen yaşam süresi ve hastanın genel durumu
 Spinal kolonun bütünlüğü, instabilite veya kifoz varlığı
 Tümörün radyosensitivitesi
 Başka metastatik tümör varlığı
 Ağrının derecesi
 Kemoterapi olasılığı
 Hastanın veya ailesin arzusu
Hastanın yaşam süresi, o andaki hastalığın yayılım genişliğine ve primer tümörün
doğal seyrine bağlıdır. Genel olarak, meme ve prostat kanseri metastazı olan hastalar uzun
süre yaşayabilir. Buna karşın akciğer ve gastrointestinal kanser metastazı olanların yaşam
süresi düşüktür.84 Omurga metastazı olan hastalarda ortalama yaşam süresi; tiroid ve prostat
için ortalama 5 sene, multipl myelom için 3 sene, meme kanseri için 2 sene, böbrek kaynaklı
olanlar için 1 senedir. Her tümör tipi kendine özgün tümör biyolojisi ve patofizyolojisi
gösterir. Bu nedenle her spinal metastaz ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
Cerrahi girişimin hedefleri nelerdir?
1. Biyopsi alarak histolojik tanıyı elde etmek.
2. Nöral elemanlara olan basıyı kaldırmak
3. Tümörü küçülterek ağrı ve diğer semptomları azaltmak.
4. Omurgayı stabilize etmek
Cerrahi girişim endikasyonları nelerdir?
1. Hızla ilerleyen nörolojik defisiti olan hastalar
2. Kanal içine girmiş kemik veya disk fragmanı veya spinal instabiliteye bağlı omurilik
veya kauda bassısı olan hastalar.
3. Spinal instabilitesi olan hastalar (Tümörün 2 veya 3 kolonda , 3-4 hemikolonda kemik
destrüksiyonu ile ligaman instabilitesi yapması)
4. Radyoterapinin başarısızlığı. Tümörün radyoterapiye dirençli olduğunun bilinmesi
durumunda da cerrahi girişim tercih edilmelidir. Radyoterapinin etkisini anlamak için
belirgin kötüleşme yoksa en az 48 saat süreyle denemek gerekir. Maksimal
radyoterapiden sonra rekürrens olması durumunda da cerrahi girişim yapılmalıdır.
5. Primer tümörün bilinmemesi
6. Tedavi edilemez ağrı
7. Patolojik fraktür, instabilite ve deformite varlığı ve bunların gelişme olasılığı
Ameliyata seçilecek en iyi adaylar; nörolojik defisiti olmayan, 6 aydan uzun yaşam
beklentisi olan, radyorezistan veya hormon bağımlı tümörü olan, 1-2 komşu düzeyde tümörü
bulunan, hızla ilerleyen nörolojik defisit yaratan tümörü bulunan hastalardır. Omurga
metastazı var, hiç nörolojik defisit yoksa radyoterapi tercih edilebilir. Bu sırada eğer spinal
stabilite bozulmamışsa bir dış destek ile korunabilir. Ancak instabilite varsa internal
fiksasyon, füzyon ve postop radyoterapi önerilir.95
Cerrahi girişim kontrendikasyonları nelerdir?
1. Paraplejik hasta. Özellikle paraplejiden sonra 24 saat geçmiş hastalara cerrahi
uygulamamakta yarar vardır.
2. Daha önce radyoterapi uygulanmamış ve radyasyona çok duyarlı tümörler (myelom,
lenfoma vb.)
3. Genel durumu cerrahiyi tolere edemeyecek durumda olan hastalar
4. Üç aydan kısa yaşam beklentisi olan hastalar
5. Çok yaygın metastazları olan hastalar
Spinal metastazlarda ayrıca, tedavinin zamanlaması da önem taşımaktadır. Hızlı ilerleyen
ve ileri nörolojik defisit gelişmiş vakalarda, cerrahi dekompresyon ve stabilizasyon
olabildiğince erken dönemde yapılmalıdır. Yavaş ilerleyici nörolojik bulguları olan hastalarda
cerrahi elektif şartlarda yapılır. Spinal instabilitenin düzeltilmesine yönelik cerrahi de keza
elektif şartlarda yerine getirilmelidir. İnstabilitesi, angulasyonu ve kollapsı olan hastalarda
nörolojik stabilite olsa bile cerrahi rekonstrüksiyon yapılmalıdır. Metastatik vakalarda iskelet
traksiyonunun yeri çok kısıtlıdır.
Vertebroplasti: Zayıflamış vertebra korpusunu mekanik olarak bir akrilik dolgu veya
kemik greft ile kuvvetlendirmek için yapılan bir minimal invaziv girişimdir. PMMA patolojik
vertebra çökme kırıklarında dolgu maddesi olarak yaygın olarak kullanılmaktadır. Primer
kansere yönelik tedaviler hastaların yaşam sürelerini uzattığı için vertebra metastazlarına ve
fraktürlerine sık rastlanmaktadır. Perkutan vertebroplastinin ana amacı osteoporoz veya tümör
infiltrasyonu sonucu gelişen vertebra çökme fraktürlerine bağlı ağrıdır. Tümör invazyonuna
bağlı vertebra fraktürlerinde MRG’de sinyal kaybı gözlenir. Ancak spesifik olmaması
nedeniyle tümör olduğu düşünülen olgularda perkütan vertebroplasti için girilen kanülden
biyopsi yapılmalıdır. Perkütan vertebroplasti daha sonra uygulanacak kemoterapi ve
radyoterapinin tedavi edici etkisini engellemez.
Girişim genel anestezi altında ya da sedoanaljezi eşliğinde lokal anestezi ile yapılır.
Açık cerrahi uygulamalarında olduğu gibi steril ortam ve aletlerle yapılmalıdır. Hasta prone
pozisyonunda ve nötral olarak yatırılır. Girişim öncesi floroskopi ile AP ve lateral görüntüler
alınarak uygun pediküller seçilir. Girişim unipediküler ya da bipediküler yapılır. Lomber
vertebraya 3-5 ml, torakal vertebraya 2-3 ml sement yeterlidir. İşlem tamamlandıktan sonra
sementin sertleşmesi 20 dakika ile 1 saat içinde olacağından hasta bu süreyi yatarak
geçirmelidir. Hastaların ağrılarında azalma genellikle 4 ile 24 saat arasında başlar.
Etki mekanizması hakkında birtakım teoriler vardır. Isı nekrozu, intraosseöz ağrı
resptörlerinin kemotaksisitesi, mekanik stabilizasyon gibi birçok mekanizmalarla ağrının
azaltılması açıklanmaya çalışılmıştır.18,42 Sement monomerlerinin nörotoksik olduğu tahmin
edilmektedir. Tümör çevresinde nekrotik bir bölgenin oluştuğu görülmüştür. Ancak nekrotik
bölge sementin ekzotermik polimerizasyon reaksiyonu sonucu ısı hasarı sonucunda da
oluşabilir.90 Polimerizasyon süresince ısı 122 oC ulaşabilir. Osteoporotik kadavra vertebrasında
yapılan invitro çalışmada ise vertebroplasti esnasında oluşan ısının, gerek nöral dokuda
gerekse osteoblastlarda, yaygın bir termal nekroz için yeterli olmadığı saptanmıştır.26 Tümör
dokusu normal dokuya göre ısı etkisine daha duyarlıdır. Bu nedenle tümöre uygulanan
sementin ısı etkisi daha fazladır. Tümörlerde termel nekroz oluşmasından sorumlu diğer bir
mekanizma ise iskemidir. İskemi, direkt sementin invazyonu veya indirekt olarak tümör
damarlarının oklüzyonu ile oluşmaktadır. Ayrıca sement enjeksiyonu vertebra gövdesine
sertlik ve kuvvet kazandırarak, kırık uçlarında ağrılı mikro hareketleri engeller ve mekanik
stabilizasyon sonucu ağrı palyasyonu sağlar.9
Anterior girişim mi ? Posterior girişim mi ? : Kompresyonun yeri ve tümörün
yayılımına bağlı olarak en iyi cerrahi yaklaşım tümör rezeksiyonu için uygun girişimi sağlayan
ve ayrıca enstrümantasyon ve stabilizasyon için yeterli ekspozisyon sağlayan girişimdir.98,99
Bu nedenle spinal tümörler posterior, lateral, anterior girişimlerle veya bunların
kombinasyonları ile opere edilebilirler.
Geçmişte en yaygın kullanılan yaklaşım tamamen posteriordan yapılan dekompresif
laminektomi idi. Oysa bu girişim tümörleri tamamen duranın arkasında yerleşen hastalar
dışında terk edilmiştir. Günümüzde laminektominin hastaların yalnızca 1/3 ‘ünde düzelme
yaptığı ve laminektominin birçok komplikasyonu olduğu anlaşılmıştır. Bunlar arasında
instabilite yaratması, kifoz ve kayma veya açılanmadan ötürü nörolojik kötüleşme yaratması
sayılabilir. Çoğu çalışmada nörolojik palyasyon açısından bakıldığında sadece radyoterapi
uygulanan hastalara göre daha büyük bir yarar sağlamadığı bulunmuştur. Findlay 1816 hastayı
taramış ve tedavi sonunda yürüyebilen hasta oranlarının laminektomi uygulananlarda %32,
laminektomi ve radyoterapi uygulananlarda %38, sadece radyoterapi uygulananlarda
%51
olduğunu tespit etmiştir.36 Diğer bir grupta hastaların %20’sinde kötüleşme olmuştur. Ayrıca
ameliyat edilen hastaların %11’inde perioperatif komplikasyonlar ve %9 oranında mortalite
görülmüştür. Tümör kitlesi omuriliğin önünde yerleşmişse laminektomi kontrendikedir.
Vertebra cismi kollaps olduysa veya kifotik deformite varsa veya bir vertebranın diğeri
üzerinde subluksasyonu varsa laminektomi uygulanmamalıdır. Sadece doku tanısı elde etmek
için kullanılabilinir.
Lomber tümörlerde posterior girişim yeterli olabilir. Çünkü kauda ekuinanın motilitesi
arkadan girişimle anterior dekompresyona izin verir.
Anterior cerrahinin avantajları tümöre direkt yaklaşım sağlanması ve anteriordan
tümörün total çıkarılma olasılığının büyük olmasıdır. Dezavantajları ise stabiliteyi
sağlamaktaki zorluk ve büyük bir girişim olmasıdır.96 Eğer kemik stabilizasyon isteniyorsa
önce posterior cerrahi ile stabilizasyon yapılıp sonra anterior cerrahi yapılabilir. Genelde
anterior patolojilerde anterior girişim sonuçları daha iyidir. Anterior girişim için vertebral
kolonun değişik düzeylerinde değişik girişim şekilleri uygulanır. Anterior yerleşimli bir
tümörde anterior girişim uygulanan hasta grubunda başarı %80 iken posterior girişim
uygulanan hasta grubunda %26’lara kadar düşmektedir. Posterior yerleşimli bir tümörde
posterior girişim uygulanması sonucunda başarı %50’dir.124
Posterior cerrahinin avantajları stabilizasyonu sağlamada daha etkin olması ve büyük
damarlarla visseral organların manipulasyonu nedeniyle gelişebilecek
morbiditeden
kaçınmamızı sağlamasıdır. Posterior girişim çoğu cerrah için de daha rahat ve alışkın olunan
bir girişimdir. Dezavantajları ise genellikle anteriorda yerleşmiş tümörlerin tamamen
çıkarılamaması ve cerrahi açılışta ilk karşımıza çıkan omurilik ve radikslerin iyatrojenik hasar
riskinin daha fazla olmasıdır.101 Ancak; metastazlı, genel durumu bozuk, anterior yerleşimli
tümörü olan hastalarda palyatif posterior girişim ve enstrümantasyon yapılabilir. Hall ve
Mackay 118 spinal metastazda yalnızca posterior dekompresyon yapmış ve düzelme oranlarını
şu şekilde vermiştir49 : Posterior yerleşimli tümörlerde %39, lateral yerleşimli tümörlerde %
35, sirkumferensiyel yerleşimli tümörlerde %25, anterior yerleşimli
tümörlerde % 9.
Kanayama ve ark.58 değişik derecelerde tümör vakalarında, anterior rekontrüksiyona
karşın
dairesel
rekonstrüksiyonu,
mekanik
prensipler
üzerinde
karşılaştırmışlardır.
Korpektomi veya subtotal spondilektomiyi takiben uygulanan anterior rekonstrüksiyonun
dairesel rekonstrüksiyona eşdeğer sağlamlığa sahip olduğunu, buna karşılık
total
spondilektomi sonrası anterior rekonstrüksiyonun değil de anterior ve posterior kombine
rekonstrüksiyonun seçilmesi gerektiğini mekanik çalışmayla göstermişlerdir.
Anterior ve anterolateral yaklaşımlar cerraha, etkilenen vertebra cismine direkt
yaklaşım imkanı verir. Patolojinin cerrah ile dura arasında olması, spinal kord
dekompresyonun direkt görülerek yapılmasına olanak verir. Ayrıca dekompresyon sonrası
duranın görülmesi ile rekonstrüksiyon daha rahat ve emin yapılabilir. Multipl seviyede
yerleşmiş lezyonlar ise bu yaklaşımın dezavantajıdır. Ayrıca anterior yaklaşım karşı tarafta
lateralde yeralmış lezyona ulaşma imkanı vermez. Posterior ve posterolateral yaklaşımda
lezyon ile cerrah arasında bu sefer dura olduğu için yeterli dekompresyon ve stabilizasyon bu
yöntemle olası değildir. Bu yolla ancak posterolateral bilateral dekompresyon yapılabilir.
Seçili vakalarda ve seviye bağımlı olarak, her iki yaklaşım kombine kullanılabilir. 3 kolon
tutulumu olan tümörlerde anterior dekompresyon ve stabilizasyon, posterior stabilizasyon ile
kombine edilebilir. Son yıllarda soliter tümörü olan hastalarda vertebra cismi pedikül
hizasından kesilerek yapıalan “ enblok spondilektomi” yöntemi de cerrahi bir seçenek olarak
sunulmuştur. Abe ve ark. bu şekilde opere ettikleri 8 hastanın 5’inde kombine anterior ve
posterior füzyon, 3’ünde ise sadece anterior enstrümantasyon kullanmışlardır. Sonuç olarak bu
cerrahi yaklaşım soliter metastazı olan hastalarda, düşük morbiditeye sahip olup lokal
rekürrens kontrolünü sağlayabilmektedir.1 Ayrıca Sunderasan ve ark.100 soliter metastazlarda
agresif cerrahi tedavinin önemini hassasiyetle vurgulamışlardır. Kendi serilerinde yaptıkları
bir çalışmada, total tümör rezeksiyonu ve stabilizasyon uygulanan hastalardaki ortalama
yaşam süresi olan 16 ayın, bu yöntemi uyguladıkları soliter metastazlarda 3 yıla çıktığını
görmüşlerdir. Sonuç olarak, seçili hastalarda soliter metastaza yönelik agresif cerrahi
tedavinin kanser tedavisine yönelik onkolojik konsept içinde iddialı bir kür sağlama yöntemi
olması gerekliliğini vurgulamışlardır.
Laminektomi omuriliğin ön yüzüne yeterli bir yaklaşım sağlayamadığı için bir dizi
ekstensif posterolateral yaklaşım tanımlanmıştır. Bunlar kısa dönemde %75’e kadar varan
düzelmeler sağlamaktadır. Özellikle enstrümantasyonla birlikte uygulandığı zamanlarda.115
Posterolateral girişim için başlıca endikasyonlar multisegmental tutuluş olması, posterolateral
tümör kitlesinin radyolojik olarak gösterilmesi, üç kolon instabilitesi olması ve torakotomiyi
tolere edemeyecek durumda olan hastalardır. Perrin ve ark. posterolateral girişim yapılan 200
olguluk serilerinde ağrının %80 olguda gerilediğini, tedavi sonrası ambulasyon oranının %65
olduğunu ve % 8 mortalite olduğunu bildirmiştir.15
Hangi yer kaplayıcı biyomateryal?: Günümüzde anterior vertebrektomi sonrası
optimal konstrüksiyon materyali polymethylmetacrylate’dir. (PMMA) Her ne kadar bunun
uzun süreli stabilitesi konusunda bazı kuşkular mevcut ise de anterior konstrüksiyon materyali
olarak kullanıldığında kompresif güçlere direnmesi oldukça fazladır. Metilmetakrilatın
fiksasyonu rezeksiyonun bir üst ve bir altındaki sağlam vertebralara içine sokulan Steinman
veya kirshner çivileri ile sağlanır.88 Metilmetakrilat konstrüksiyonu ile yapılan uzun süreli
takiplerde kötüleşme şeklinde bir klinik belirti görülmemiştir. Oysa Steinman çivilerinin
yorgunluk fraktürleri birçok olguda saptanmıştır. Bu tekniğin bir büyük avantajı basitliği ve
pahalı enstrüman sistemleri ile karşılaştırıldığında düşük maliyetidir. Ayrıca tüm rekonstrüktif
cerrahilerde düşünülmesi gereken önemli konulardan birisi takip değerlendirilmesinin
yapılabilmesi için MRG uyumlu titanyum implantların kullanılmasıdır.
Metil metakrilatın tek başına deformiteyi düzeltmede yetersizliği, enstrüman
kullanımını zorunlu hale getirmiştir. Son yıllarda korpektomi sonrasında, vertebra korpusu
yerine kullanılabilecek birçok materyal geliştirilmiştir.124 Bu grupta;
1-Titanyum kafesler: Metal protezlerle yapılan stabilizasyon metilmetakrilata göre
daha güçlü ve güvenilir bir stabilizasyon sağlar. Titanyum örgü kafesler Harms kafesleri
olarak da bilinir. Baklava şeklinde diagonal yerleşimli titan örgüsü anulus fibrosusa
benzetilmeye çalışılmıştır. Baklava dizaynı hem greftin çevre kemiğe iyi kaynamasını sağlar,
hem de aksiyel ve diagonal güçlere direncini arttırır. Arzu edilen boyutta kesilebilir. Böylece
hem disk aralığına, hem de korpektomi sahasına uyar. Bunlarla insitu distraksiyon yapılamaz.
2-Distraktif metal protezler: Rezaian cihazı, Koustik- Harrington cismi, Wolter cihazı ve
Türkmen cihazı distraktif enstrüman seçenekleridir. Bu çeşit distraktif vertebra protezlerinin
de dezavantajları vardır. Büyük hacimde metal implant vertebra cisminin dışında kalırsa
vasküler yaralanmaya yol açabilir. Distraksiyon ekseni anterior olmaktan çok lateraldir. Bu da
kifozu düzeltmekte yetersiz olabilir. Türkmen cihazı T7-L4 arası omur düzeylerine uygundur.
60 mm’den büyük korpektomi sahalarına ve osteoporotik vertebralara uygundur. İnsitu
distraksiyon sağlar. Ancak greft yerleştirmek için çok fazla yer yoktur. Anterior distraksiyon
cihazının (Ulrich) tüm omur düzeylerine uyan boyutları vardır. Uçlarındaki küçük pinler güçlü
kavrama sağlar. İçine kemik talaşlar yerleştirilebilir. İnsitu distraksiyon yapabilir. Son plak 6
derece açılı olabilir. Böylece lordoz sağlanabilir. Yüksekliği 10-65 mm. arasında
değişmektedir.
3-Biyolojik seramik protezler: Sadece osteokonduktif özelliği vardır. Kalsiyum fosfat
seramiklerinin
çoğu
sentetiktir
ve
hidroksiapatit,
trikalsiyumfosfat
veya
ikisinin
kombinasyonunu içerir.20 Kırılma direnci düşük olan gevrek materyallerdir. Çarpma, torsiyon,
eğilme veya makaslama stresi gerektiren uygulamalarda kullanımı pratik değildir. Seramik
içerisinde kemik oluşuncaya kadar yüklenmelerden korunmalıdır, sadece hafif eğilme ve
bükülmeleri tolere edebilir. Bu ürünler tek başına kullanılabileceği gibi, kemik greft
genişleticisi olarak otogreft veya allogreft ile de karıştırılarak kullanılabilir.
4-Allogreft ve otogreftler: Benign tümörleri veya yavaş büyüyen maligniteleri olan
hastalarda otolog kemik greftlerinin kullanılması endike ise de temel yaşam süreleri kısa olan
hastalarda veya ameliyat sahasına postoperatif radyoterapi uygulanması gereken hastalarda
kemik greft kullanılmamalıdır. Kemik grefti bir yıldan fazla yaşam beklentisi olan hastalarda
kullanılabilir. Yavaş büyüyen malign tümörlerde lokal kontrolu sağlamak için postop
radyoterapi kullanıldığında greftin inkorparasyonun yeterince olması için radyoterapi
geciktirilmelidir. Eğer kemik greftleri omurga rekonstrüksiyonu için kullanılıyorsa ilave bir
enstrümantasyon gerekir. Füzyonun gelişmesi gibi bir beklenti çoğu zaman söz konusu
değildir.
Hangi internal fiksasyon sistemi?: Bu amaçla birçok anterior ve posterior rod ve plak
sistemi kullanıma girmiştir. Ancak gerçekte bu sistemlerin etkinliğine ilişkin yapılan
çalışmalar, çelişkili sonuçlar doğurmuştur. Öyle ki gerek biyomekanik çalışmalar, gerekse
klinik çalışmalar arasında hem anterior hem de posterior stabilizasyonu destekleyen yayınlar
vardır. Çok sayıda çalışma ise en iyi sonucun sirkumfirensiyel stabilizasyon ile
sağlanabildiğini söylemektedir. Literatürde spinal tümör dekompresyonunu taklit ederek
yapılmış az sayıda biyomekanik çalışma vardır.
Heller ve ark.52 bir çalışmada korpektomi sonrasında kombine anterior ve posterior,
TSRH, Luque ve akrilik, Luque ve transvers bağlayıcı ve titanyum kafesi karşılaştırmış,
aksiyel ve sagital torsiyona karşı en iyi dayanımı kombine anterior ve posterior yaklaşımla
anterior TSRH’den almışlardır.
Gurr ise,48 Kaneda sisteminin çok seviyeli posterior transpediküler enstrümantasyona
eşdeğer bir stabilite sağladığını, oysa Luque’nin sublaminar telleme sisteminin yetersiz
kaldığını bildirmiştir.
Zdeblick123 yaptığı bir çalışmada TSRH sistemi ile Kaneda sistemlerinin korpektomide
etkin bir stabilite sağladığını bildirmiş, ancak hem posterior hem de anterior tutulumun olduğu
olgularda sirkumferensiyal bir fiksasyon önermiştir.
Kanayama58, korpektomi sonrasında yalnızca anterior fiksasyonla sirkumfirensiyal
fiksasyonu karşılaştırmıştır. Bu çalışmada korpektomide anterior fiksasyonun yeterli olduğu,
ancak vertebrektomide mutlaka sikumfirensiyal fiksasyon yapılması sonucu çıkmıştır.
Vahldiek ve Panjabi112 ise tümör rezeksiyonunu taklit ederek korpektomi yaptıkları
biyomekanik bir çalışmada, anterior kafes+çift anterior rod, kafes+posterior tek rod,
kafes+posterior iki rod, kafes+kombine tek rod ve kafes+kombine çift rodun stabiliteye
katkısını araştırmışlardır. Bu çalışmada posterior ve kombine fiksasyonlar torsiyonel ve
fleksural rijiditeye karşı anterior fiksasyona göre daha iyi bir biyomekanik sonuç
sergilemişlerdir. Tümör olgusunda fiksasyon olabildiğince rijit olmalıdır.
Metastatik spinal tümörlerde stabilizasyon: Spinal tümörlerde biyomekanik açıdan
bakıldığında yanıtlanması gereken ilk soru instabilitenin olup olmadığı, varsa veya gelişecekse
stabilizasyonun nasıl yapılması gerektiğidir. Günümüzde kemoterapi ve diğer tedavi
yöntemlerinin giderek daha etkin olarak kullanılması, hastaların sağ kalımlarını olumlu yönde
etkilemiş, bu nedenle stabilizasyonun önemi daha da belirginleşmiştir. Bilindiği gibi
radyoterapi yumuşak doku basısına bağlı nörolojik defisitleri giderebilmekle birlikte,
deformite
ve
deformiteye
bağlı
nörolojik
defisitlere
karşı
değildir.109
etkin
O halde deformite stabilizasyonu akla getirmelidir. Spinal tümörlerde cerrahi yaklaşımı
seçerken birçok faktör gözönünde bulundurulmalıdır. Bu da tümörün patoanatomisi ve
patomekaniğini bilmeyi gerektirir. Spinal bir tümörde stabilizasyonun gerekli olup olmadığını
belirlemek oldukça önemlidir.
Spinal tümörlerde instabiliteye göre değişen tedavi seçenekleri
Spinal tümör
Radyolojik inceleme
Stabilitenin değerlendirilmesi
İnstabil
>20 derece kifoz
>%50 çökme
>3.5 mm. kayma
Korpus ve bir pedikülün invazyonu
Stabil
Ameliyat endikasyonu?
1-Ciddi omurilik basısı
2-Radyorezistan tümör
3-Primer spinal tümör
Evet
Hayır
Omurilik basısı yok
Radyoduyarlı tümör
Metastatik tümör
Stabilizasyon cerrahisi
+ sekonder onkolojik tedaviler
Dekompresyon cerrahisi
+ rekonstrüksiyon +
enstrümanlı fiksasyon
Sekonder onkolojik
tedaviler
Spinal cerrahide enstrümantasyon son yıllarda büyük gelişme göstermiştir. Çok çeşitli
yaklaşım yollarının ortaya konması ve enstrümantasyon teknolojisinin büyük bir hızla
gelişmesindeki amaç omurganın bütünlüğünü sağlamak ve hastanın hemen yatak dışına
çıkmasını sağlamaktır. Komplike anatomik yapısı itibarıyla omurga cerrahisi son derece zor
olup, başarılı sonuç ciddi bilgi ve beceri ister. Bugün için instabilitenin restorasyonunda,
cerrahi yaklaşım yolunda ve kullanılacak enstrümanın seçilmesinde bir konsensus sağlanmış
değildir. İnstabilite konsepti iyi kavranılırsa, tedavide de birden fazla doğrunun olduğu
görülecektir. Normalde enstrümantasyon, cerrahi yaklaşımın sigortasıdır. Travma gibi akut,
dejeneratif değişiklikler gibi kronik instabilitede, kemik füzyonla kalıcı bütünlük sağlanana
kadar geçici olarak stabilite devam eder. Bu olgularda kemik füzyonla desteklenmeyen bir
enstrümantasyonda kemik-metal uyumsuzluğu nedeniyle kaçınılmaz olarak gelişecek olan
gevşeme sonucu instabilitenin tekrar gelişeceğinin kaçınılmaz olduğu unutulmamalıdır. Ancak
tümör cerrahisinde durum değişiktir. Çok az bir kısmı instabiliteye neden olacak olan benign
tümör grubu hariç tutulursa çoğu kez instabilite primer kanserin uzak metastazları şeklinde
omurgada karşımıza çıkacaktır. Bu hastaların yaşam süreleri sınırlı olduğundan yapılan
cerrahi girişimler, yaşam kalitesinin kalan yaşam süresi boyunca korunmasını sağlamaya
yöneliktir. Bu nedenle enstrümantasyon ilke olarak stabiliteyi hastanın yaşayacağı süre kadar
sağlamaya yöneliktir. Füzyonu gelişmesi gibi bir beklenti çoğu kez söz konusu olmadığı gibi
eksilen omurga kısmı metal veya akrilikle doldurularak eksiklik anında giderilmeye çalışılır.
Tümörlerin yerleşim bölgelerine göre yaklaşım:
a)Üst
servikal
bölge:
Üst
sevikal
omurga
primer
olarak
rotasyondan
sorumludur.Normalde aksiyal rotasyon atlantooksipital eklemde 8 derece ve atlantoaksiyal
eklemde ise 56 derecedir.29 Bu iki eklemde de sagital rotasyon maksimum 25 derece kadardır.
Atlantoaksiyal tranlasyon ise transvers ligament tarafından kısıtlanmıştır. Atlantodentin
mesafe adultlarda 3 mm. çocuklarda 4mm.’den fazla ise ve ön arka görünümde atlasın heriki
lateral kütleleri toplam 7 mm.’den fazla aksisin dışına taşmış ise bir transvers ligament
rüptüründen bahsetmek söz konusudur.70 Bu durumda ciddi bir instabilite söz konusudur. Çok
nadir olmayarak tümörler ve enfeksiyonlar bu bölgede lokal destrüksiyonla atlantoaksiyal
dislokasyona neden olur. Atlantoaksiyel dislokasyonlarda C1-C2 kemik füzyon ve telleme
yapılır. Ayrıca buna ilave C1-C2 posterior transartiküler vida ile fiksasyon konstruksiyon daha
güçlendirilir.47
Atlantooksipital bölgede yerleşerek kaymaya neden olacak tümöral infiltrasyon son
derece nadirdir. Daha çok travmalardan sonra görülür. Cerrahi tedavisinde oksipitoservikal
füzyon ve enstrümantasyon yapılır. Enstrümantasyonda:Y plak, at nalı plak veya benzeri
enstrümanlar kullanlır. Plak okipital ve servikal bölgeye telle veya vida ile tutturulur ve
benign patolojiler mutlaka kemik füzyonla desteklenmelidir.
Tümöral kitlelerde aksisin destrüksiyonu nadir olmayarak görülebilen patolojilerdir.
Tümöral infiltrasyonlarda, C1-C2’nin posterior yolla transartiküler vida ile fiksasyonu ve
C1-C2 telleme veya oksipitoservikal enstrümantasyon yapılır. Gerekirse transoral yolla tümör
eksizyonu yapılabilir.
b)Alt servikal bölge (C3-C7) : Bu bölgedeki servikal omurgalar primer olarak sagital
planda rotasyona neden olurken eş zamanlı olarak sagital translasyona neden olurlar. Sagital
planda angulasyon statik grafilerde 11 dereceyi, dinamik grafilerde 20 dereceyi geçmez.
Sagital translasyon 3.5 mm’den fazla değildir. Normal segmental hareket sınırları fleksiyon ve
ekstansiyonda 8-15 derece, yana eğilmede 6-10 derece ve aksiyel rotasyonda 5 ile 10 derece
arasındadır.53
Bu bölgeye yönelik geniş uygulanım imkanı mümkündür. Geniş bir anterior kesi
sonrası C3-T1 korpektomi, diskektomi yapılabilir. Korpektomi sırasında, komşu disk end
platelerinin ve PLL’nin alınması gereklidir. Kullanılan enstrümantasyon sistemi tümör
rekürrensinde tekrar çıkarılmaya ve revize edilmeye müsait olmalıdır.98
Tümöral infiltrasyon ön ve arka kolonun harabiyeti ile sonuçlanırsa veya arkadan
pediküller yoluyla orta kolonu harap ederse instabil bir yapı oluşturur. Bu nedenle tümörün
lokalizasyonuna göre önden yerleşen olgularda, önden tümör rezeksiyonu, greft veya akrilikle
beraber anterior plak vida ile stabilizasyon yapılır. Arkaya lokalize olan tümörlerde tümör
çıkarılmasını takiben posterior servikal plakla enstrümantasyon uygulanabilir. Bazen de
kombine yaklaşım gerekebilir.
c)Servikotorasik bileşke: Spinal cerrahi için ulaşılması güç bölgelerden biridir. Brakial
pleksusun alt trunkusu, üst mediastene ait yapılar, klavikulalar, kostalar ve sternum ile çevrili
bu bölge aynı zamanda servikal lordozdan torakal kifoza geçiş bölgesidir. Metastatik
tümörlerin %10’u
servikotorasik bileşkede yer alır. Laminektomi, pedikülektomi gibi
posterior yaklaşımlar anterior spinal alan için çok yetersiz olduğundan servikotorasik
bileşkeye özgü değişik anterior ve posterolateral yaklaşımlar geliştirilmiştir. Özellikle
posterior ve posterolateral yerleşimli lezyonlara lateral paraskapular, ekstraplevral yaklaşım
tercih edilebilir. Bu yaklaşım T1-T4 arası vertebralara yandan direkt yaklaşım olanağı sağlar.
Direkt görüş altında spinal kord dekompresyonuna olanak sağlaması, ekstraplevral bir
yaklaşım olması, C7-T4 arasındaki tüm vertebralara aynı anda ulaşılabilmesi, aynı zamanda
posterior stabilizasyon yapılabilmesi avantajlarıdır.96
Anterolateral transtorasik yaklaşım; aynı anda servikal bölgeye de ulaşmak
gerekmiyorsa ve daha çok T3 ve T4 anterioruna yapılacak girişimlerde tercih edilmelidir.
Göğüs kafesinin yukarı doğru daralması nedeniyle T1 ve T2’ye ulaşılması zor olabilir.
Skapulanın transmuskuler mobilizasyonu, interplevral diseksiyon, derin bir alanda çalışılması
dezavantajlarıdır.
Transklavikular, transmanubrial yaklaşım; aynı anda servikal ve üst torakal bölgeye
önden yaklaşım için çok uygundur. Gerektiğinde vertebrektomi ve anterior stabilizasyon için
büyük kolaylık sağlar. T3’e kadar anterior plak uygulamasına olanak vermesi posterior
stabilizasyon ihtiyacını azaltabilir. Nazzaro ve ark. “trap-door” adını verdikleri ve
transservikal transmanubrial yaklaşımı, transtorasik yaklaşımla modifiye ederek geliştirdikleri
açılımla C4’den T3’e kadar uzanan bölgeye rahatça ulaşabileceğini göstermişlerdir.80
d)Torakal bölge: Torasik vertebralarda anatomik yapı itibarıyla fasetlerin kuruluş
şeklinin aksiyel rotasyonu kısıtlaması, ayrıca torakal omurganın göğüs kafesine bağlanması
nedeniyle torakal omurgaların hareketleri son derece sınırlandırılmıştır. Rölatif sagital
angulasyonun 5 dereceden fazla olması veya sagital translasyon 2.5 mm’den fazla olması
halinde instabiliteden bahsedilir. Sistemik yayılımı, multiseviye tutulumu ve yaşam süresi
düşük olan hastalarda laminopedikülotomi ve kostatransversektomi yoluyla simple
posterolateral dekompresyon yeterlidir. Eğer vertebrada instabilite oluşturmuş kollaps veya
angulasyon daha önceden yoksa bu yaklaşımın sonunda füzyon gerekmemektedir. Heriki
tarafı
ve
spinal
kanalı
tutan
lezyonlarda
bilateral
posterolateral
dekompresyon
uygulanabileceği gibi ekstrakaviter yaklaşım da seçilebilir.99 Bu iki yaklaşım da sonuçta
instabilite oluşturalacağı için füzyon gereklidir. Füzyon uygulamasında torakal bölgenin diğer
bölgelere nazaran daha stabil olduğu ve bu bölgenin fonksiyonel anatomisi gözönünde
bulundurulmalıdır. Bu nedenle posterior stabilizasyon kendi başına daha çok uygulama alanı
bulabilmektedir.T6’nın üzerinde pedikülün dar olması nedeniyle vida yerine kanca-rod sistemi
ve daha uzun bir segmentte olmak üzere uygulanabilir. T6-T12 arasındaki lezyonlara ise sol
torakotomi ile ulaşmak daha doğrudur. Cerrahi tedavide tümör lokalizasyonuna göre ön ve
arka yaklaşımlar yapılarak gerekirse heriki bölgeye de enstrümantasyon uygulanabilir.
Transtorasik korpektomide uygulanacak olan rekonstrüksiyon, posterior elemanların ve
kostotransvers eklemin intakt veya tümör tarafından tutulmuş olmasına bağlıdır. Bu elemanlar
sağlamsa, akrilik ile pin, internal fiksatörler veya kemik greft ile doldurulmuş kafes sistemleri
kullanılır.124 Sağlam değilse, düşük profilli plak ve vidalarla bir üst ve alt vertebra araya greft
konularak sağlamlaştırılmalıdır. Posterior bölgeye Luque, rod kanca veya pediküler vida-rod
enstrümantasyonları yapılabilir. Torakal omurlar cerrahi girişim açısından risklidir. Çünkü
kanal dardır ve bası sonucu irreversibl myelopati riski fazladır. Ancak kostaların sağladığı
stabilizasyon etkisi servikal omurlara göre daha geniş eksizyona izin verir.
e)Torakolomber bölge: Bu bölge torasik kifozdan, lomber lordoza geçiş bölgesini
oluşturur. Torakal bölgedeki hareketsizlik burada çözülmeye başlar ve fasetler giderek vertikal
pozisyon alırlar. Spinal kord bu bölgede sonlanır. Travmadan en çok etkilenen bölgedir ancak
tümöral infiltrasyonlarda da tutulması nadir değildir. Anterior rod-plak, vertebra cisimleri
arası distraksiyon cihazları veya posterior transpediküler vida rod fiksasyonu veya kanca, vida
rod kombinasyonları kullanılır. Rekonstrüksiyon materyali olarak yine metil metakrilat
steinmann çivileri ile birlikte kullanılabilir. Bilsky ve ark. tariflediği posterolateral
transpediküler yol kullanılarak tümör çıkartılması ve stabilizasyon uygulanabilir.15
f)Lomber bölge: Tüm omurgaya olan yüklenme bu bölgede son bulur. Bu nedenle
omurlar daha büyük ve rezistansları daha fazladır. Vertikal olarak yerleşen faset eklemleri
aksiyel rotasyonu ve yana eğilmeyi kısıtlar. Sagital rotasyon ise 22 dereceden fazla veya
sagital translasyon 3mm.’den fazla ise instabilite söz konusudur.14,89 Anterior, posterior ve
lateral olarak bu bölgeye yaklaşılabilir. Sadece posterior elemanları tutmasının ender olması
sebebiyle bu bölge patolojilerine posterior dekompresif uygulamalarda enderdir. Posterior
dekompresyonun instabilite oluşturacağı unutulmamalıdır. Laminektomi ile kazanılacak olan
kaybedilecek olandan daha azdır. Anterior elemanların tümör tarafından haraplandığı
omurgaya yapılacak olan posterior girişim sonrası, vertebra kollapsı veya kayma neticesinde,
ileri dönemde rekonstrüktif cerrahi uygulama zorunluluğu doğabilir.
Weinstein, omurgada tümörün bulunduğu yeri ve tedaviyi düzenlemek amacıyla “4
bölge” modeli tariflemiştir.85
1.bölge: Lamina, spinöz proçes, pars’ın alt alt yarısı ve alt faset
2. bölge: Pars’ın üst yarısı, üst faset ve transver proçes
3.bölge: Vertebra cisminin ön 3/4’lük kısmı
4.bölge: Vertebra cisminin arka 1/4‘lük kısmı
Tümörün bu bölgelerden hangisinde olduğunun belirlenmesi, cerrahi yaklaşım ve
stabilizasyon yönünden kararlaştırılması yönünden faydalıdır. Tümörlerin çoğu anterior
bölgede yerleştiği için uygun olan yaklaşım anterior prosedürlerdir.
Bu yaklaşım sırasındaki önemli noktalar:
 Yaklaşılacak olan seviyenin 2 seviye üstündeki kosta çıkarılır (üst lomber bölgede)
 L1 vertebra ve T12-L1 diskine ulaşmak için parsiyel diafram kesisi yapılması gerekir.
 Psoas kası proksimal pedikül ve foramen görülene kadar posteriora doğru subperiostal
sıyrılmalıdır.
 Adamkiewicz arterine dikkat etmek koşuluyla 1-3 arası segmental besleyici arter ligate
edilebilir.
 Sempatik zinciri genelde korumak zordur. Hastaya sempatik zincir kesildiği zaman
postoperatif hangi bulgularla karşılaşabileceği önceden söylenmelidir.
Lateral yaklaşımda, yandan bakıldığında vertebranın posterior kenarı proksimal
pedikülün gerisinde kalacaktır. Posterior cismi tutan tümörlerde (Weinstein bölge 4),
ipsilateral pedikülün rezeksiyonu, total tümör çıkarımı için gerekir.
Total tümör rezeksiyonu amaçlandıysa:
1. Tümörün bulunduğu tüm vertebra cisminin alınması,
2. Eğer komşuluğunda varsa anterior ve posterior ligamentlerin rezeksiyonu,
ipsilateral ve gerekirse kontrlateral pedikül alınarak herhangi bir tümörün
bulunup temizlenmesi,
3. Tutulan seviyenin alt ve üstündeki diskin temizlenmesi gerekmektedir.
Bununla birlikte, büyük damar ve lomber pleksusa yayılan ekstraosseoz kısmın
temizlenmesi zor olabilir ve operasyon bu noktada sonlandıralabilir. Vertebra
cismi arka 1/4 bölümüne yerleşmeyen tümörlerde, operasyon sırasında
posterior longitudinal ligament ve pedikülün korunması mümkündür. Böylece
gerekli olan rekonstruksiyon daha kolay hale gelir. Komplet rezeksiyon
uygulanan hastalarda ise stabilizasyon daha komplike olmak zorundadır.98
Lomber bölgede L5’e lateral yaklaşım, iliak kanatların altında kalması ve psoas kasıyla
geniş örtülmesi sebebiyle diğer vertbralara nazaran daha zordur. Anterior transperitoneal
yaklaşım daha iyi görüntü sağlamaktadır. Buna karşın, postoperatif seksüel disfonksiyon ve
tümör hücrelerinin peritoneal ekimi kimi zaman önlenememektedir.
Vertebra cisminin bir yanını tutan tümörlerde ise posterolateral yaklaşım uygulanabilir.
Spinöz çıkıntı, lamina, faset, pars ve pedikülün alınmasıyla birlikte sınırlı dahi olsa vertebra
cisminde uygulanımın yapıldığı tarafa ulaşmak mümkündür. Bölge 1 ve 2’yi tutan tümörlerde
ise bu şekilde rezeksiyon uygulanmaktadır. Genellikle bu tümörler anterior yerleşimli olduğu
ve vertebra anterior bölgesine rezeksiyon yapıldığı için, rezeksiyon sonrası instabil hale gelen
bu alanın yükü taşıyacak materyallerle doldurulması gereklidir. 1 yıldan az yaşam süresi
olanlarda akrilik ve bir Steinmann çivisiyle tutturulur.99
L5 korpektomi yapılan hastalarda, bu alanın anterior konstraktlarla stabil hale
getirilmesi bu bölgede öne doğru normalde 25 derece ve operasyon sonrası 40-45 dereceyi
bulan açılanma nedeniyle zor olmaktadır. Posterior stabilizasyon ise yeterli yükü
taşıyamamaktadır. Bu nedenle, L5 korpektomi sonrası, ön yüzü konveks, tam kalınlıkta bir
iliak greft L4-S1 arasına yerleştirilir.96
Anterior rezeksiyonda bölge 4 ve posterior elemanların intakt ve stabil olduğu
durumlarda anterior greft ve enstrümantasyon kullanılır. Eğer anterior rezeksiyon sırasında
pediküller ve posterior longitudinal ligament alınmışsa (bölge 4) veya anterior-posterior
rezeksiyon beraber yapılmışsa bu sefer daha komplike stabilizasyon uygulamaları
yapılmalıdır. Bu durumda uygulanacak olan yöntem anterior stabilizasyonun, posterior
stabilizasyonla birlikte kombine edilmesidir.100
g)Sakral bölge:
Sakral tümörlerin ekstramarginal eksizyonu, yani radikal tümör
cerrahisi oldukça zor olsa da mümkündür. Radikslerin korunması, lumbosakral ve sakroiliak
stabilitenin sağlanması, vasküler ve visseral yapıların korunması, bu cerrahinin önemli
basamaklardır. Sakrektomi sonrası herzaman stabilite bozulmaz. Ancak sakroiliak eklemin tek
taraflı da olsa tamamen bozulmuş olması stabiliteyi bozacaktır. Eğer sakrektomi S1’i içine
alıyorsa daima stabilizasyon gereksinimi vardır. Çünkü pelvik halka bozulmuş, vertebral
kolonu ile pelvisin ilişkisi kalkmıştır. Stabilizasyon için birçok teknik tanımlanmıştır. Ancak
en çok bilinen ve uygulananı Galveston rodları ile spinopelvik fiksasyondur.124
Materyal ve Metod
Dr.Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1. Nöroşirürüji Kliniğinde Ocak
2000 ile Aralık 2004 tarihleri arasındaki dönemde cerrahi tedavi uygulanan 64 spinal metastaz
hastası çalışmaya alınarak retrospektif olarak analiz edildi.
Tüm hastalar Onkoloji kliniği ile ortak görüş bildirilerek yapılan konsultasyonlar
sonrası ele alındı. Hastaların ortalama yaşam süreleri her hasta için ayrı ayrı ele alınarak
primer kanserin özelliklerine göre değerlendirildi. Primer kanseri bilinmeyen patolojik
fraktürlerde primere yönelik tüm tetkikler Onkoloji kliniği ile ortak yapılan çalışmalar sonucu
ele alındı.
Hastaların yaşları, cinsiyetleri, genel durumları, primer kanserin patolojik özellikleri,
lezyonların spinal alanda yerleşim yeri, nörolojik tabloları, radyolojik inceleme yöntemleri,
uygulanan cerrahi girişimleri, morbidite ve mortaliteleri dökümante edildi.
1- Tüm hastalara spinal kolonun tamamını gösteren direkt grafiler,akciğer grafileri,
kranyal grafiler, koksofemoral eklemi ve sakrumu gösteren pelvis grafileri
2- Lezyon bölgelerine ait kemik pencere bilgisayarlı tomografi görüntüleri
3- Lezyon bölgelerine yönelik spinal manyetik rezonans görüntüleme
4- Primeri bilinmeyen bazı hastalara tüm vücut kemik sintigrafisi
5- Tüm hastalara tanı ve ayırıcı tanı için rutin kan tetkikleri ve bazı hastalara primer
kansere yönelik tüm batın ultrasonografi, tüm batın tomografi ve toraks tomografisi
görüntüleri ayrı ayrı ele alındı.
Radyolojik ve klinik olarak neoplazik veya enflamatuar proçes ayırımı yapılamayan
lezyonlarda tanı ve ayırıcı tanı açısından BT eşliğinde perkütan biyopsiler veya girişimsel bir
yöntem olan vertebroplasti işlemi sırasında floroskobi altında vertebra biyopsileri yapıldı.
Hastalarımızın tamamını klinik ve radyolojik durumlarına göre; tedavi şeklinin
belirlemesine yardımcı olması bakımından, lezyonun vertebrada yerleşim bölgesine göre
ayıran Tomita Evrelemesini kullandık.(Tablo 2) Ayrıca cerrahiye uygun hasta seçimine karar
verme açısından yardımcı olan; genel durum, ekstraspinal kemik metastazlarının sayısı,
vertebralardaki metastazların sayısı, major iç organlara metastaz, kanserin primer yeri ve
omurilik tutuluşu kriterlerine dayandırılmış olan Tokuhashi Preoperatif Skorlaması’ na
(Tablo 4) göre değerlendirdik.
Hastalarımızda tutulan seviye, lezyon yerleşim yerine, instabilite ve deformite
durumuna göre çeşitli cerrahi girişim şekilleri uyguladık. Hastalarımızda instabilite
değerlendirmesini; nörolojik ve radyolojik özelliklerine göre Harrington sınıflaması ve spinal
tümörler için en uygun olan Koustik’in kolonlar sistemine göre yaptık.
Postoperatif dönemde cerrahi tedavi sonuçlarımızı değerlendirmek amacıyla; nörolojik
durumlarına göre bir sınıflama olan Brice ve MacKissock sınıflaması (Tablo 7) ve Shaw ve
ark tarafından önerilen (Tablo 8) ambulatuar derecelendirmeyi kullandık.
Vertebroplasti uyguladığımız hastalarımızda ağrıyı değerlendirmek amacıyla Tong ve
ark. tarafından hazırlanan ağrının şiddeti ve sıklığına göre yapılan ağrı skorlamasını (Tablo 9)
ve ağrı kesicinin tipi ve sıklığına göre yapılan narkotik skorunu (Tablo 10) kullandık.
Hastalarımız postop dönemde klinik ve radyolojik olarak rutin poliklinik kontrolleri ile
takibe alındı. Postop erken dönemde, 6 aylık süre zarflarında takipleri yapıldı. Postop
dönemde de preop dönemde olduğu gibi Onkoloji Kliniği ile ortak görüşmeler sonucu
radyoterapi ve kemoterapi gibi kansere yönelik tedaviler uygulanmıştır.
Bulgular
Kliniğimizde 01.01.2000 ile 01.07.2004 tarihleri arasında klinik belirti veren ve
yapılan tetkikler sonucu spinal metastatik hastalığı saptanan 64 olguya çeşitli cerrahi
girişimler uygulandı. Tüm hastalar Onkoloji kliniği ile ortak ele alındı. 26 olgu, çeşitli
nörolojik defisitler, farklı klinik belirtiler ve radyolojik bulgularla direkt polikliniğimize
başvurması üzerine yapılan tetkikler sonucu tanı ve tedavisi yapıldı. Onkoloji kliniğinde takip
ve tedavisi yapılan 38 olgu spinal metastaz saptanması üzerine kliniğimize refere edildi.
Olgularımızın 36 (%56)’sı erkek, 28 (%44)’i kadındır. Tüm hastalar 31-78 yaş sınırları
içerinde olup ortalama yaş 58.3 idi. Erkek olgular 32-78 yaş sınırları içerisinde, kadın olgular
31-76 yaş sınırları içerisindedir. Erkek olguların ortalama yaşı 62.1, kadın olguların ortalama
yaşı 54.5 dir.
Olgularımızın genel durumları ve primer kanserin orjin aldığı yere göre dağılımı
Tablo 12’de özetlenmiştir.
Primer kanser
Meme
n
15
Akciğer
Lenforetiküler sistem
Mide
Böbrek
12
10
5
4
Rektum
Tiroid
Prostat
3
3
2
Kadın genital
Primeri bilinmeyen
Diğerleri
2
3
5
Yaptığımız çalışmada en sık olarak meme kanseri
metastazı saptandı. Normal kanser sıralamasında akciğer
kanseri daha sık görülmesine karşın meme kanseri
metastazına daha sık rastlanır. En sık olarak 15 (%23)
olgu ile meme kanseri metastazına rastladık. Primer
kanserin yerleşimine göre olgularımızın 12 (%18)’si
akciğer kökenli idi. Akciğer kökenli dört tümör tipinden
10’u adeno Ca. metastazı, 1’i skuamöz cell. Ca.
metastazı, 1’i non small cell. Ca. metastazı idi.
Çalışmamızda opere edilen small cell Ca. metastazına
rastlamadık.
Kemik kökenli olmadığı halde plazmositom myeloma ve lenfoma gibi lenforetiküler
sistem tümörleri sıklıkla omurganın primer tümörleri arasında sayılır. Ancak biz yaptığımız
bu çalışmada bu tümörleri metastatik spinal tümörler başlığı altında ele aldık.
Meme,
akciğer kanseri metastazı ve lenforetiküler sistem tümörleri 37 olgu (% 58) dışında kalan 24
(% 37) olguda çeşitli tip primer kanserler saptandı. 3( % 5) olgumuzda yapılan tetkiklere
rağmen primer kanser saptanamadı. Gastrointestinal sistem, kadın ve erkek genital
sisteminden en sık mide kanseri metastazı 5 olguda (% 8) saptandı. 3 olguda (% 5)
rektosigmoid kolon kanseri metastazı primer olarak saptandı. 4 olgu (% 6) böbrek kanseri
metastazı olarak ele alındı. 2 olguda (% 3) kadın ürogenital sistem metastazı, 3 olguda (% 5)
tiroid kanseri metastazı saptandı. Olgularımızın 1’inde tükrük bezi kanseri primer yerleşimli
idi. 1 olgu karaciğer kanseri metastazı olarak incelendi. 1 olgu nazofarinks kanseri metastazı,
1 olgu pankreas kanseri metastazı, 1 olgu da mesane kanseri metastazı olarak ele alındı
Olgularımızın lezyonlarının spinal bölgede yerleşim yerine göre dağılımı ayrı ayrı ele
alındı. Toplam 98 seviye lezyon saptandı. Lezyonlar vertebra cisminde, pediküllerde, faset
eklemlerinde, posterior elemanlarda, yumuşak dokuda, epidural mesafede, spinal kanalda ve
intradural bölgedeki yerleşimine göre bulunduğu seviyedeki vertebranın numarasına göre
isimlendirildi. Olgularımızın 26 (% 41)’sında birden fazla vertebrada tutulum görüldü. 19
(% 30) olguda iki veya üç seviye tutulum, 7 (% 11) olguda üç ve daha fazla seviye tutulum
gözlendi. 37 olguda (% 59) tek vertebra tutulumu izlendi.
Tablo 13
Lezyonlar servikal, torakal, lomber ve sakral bölgede vertebralardaki yerleşimine göre
tek tek değerlendirildi. En sık lezyon yerleşim yeri toplam 53 seviye tutulum ile torakal bölge
saptandı. Bunu toplam 29 seviye tutulum ile lomber bölge ve 15 seviye tutulum ile servikal
bölge izledi. Servikal bölge yerleşimli tümörlerde 4 seviye üst servikal bölge tutulumu izlendi.
Servikotorakal bileşkede toplam 8 seviye lezyon saptandı. Torakolomber bileşkede 20 seviye
lezyon saptandı. Tek tek vertebra ele alındığında; L1 vertebrası toplam 15 seviye tututulum ile
en sık yerleşim yeri olarak göze çarpmaktadır.
Hastalarımızın tamamında radyolojik durumlarına göre tedavi şeklinin belirlemesine
yardımcı olması bakımından tümörün vertebrada yerleşimine göre ayıran Tomita evrelemesini
kullandık. Yalnız 1 olgu intradural yerleşimli metastaz olması bakımından bu evrelemeye
dahil edilmedi. Tablo 14’de görülen lezyonun kompartman içi ve kompartman dışı
yerleşimine göre 7 tipi bulunmaktadır. İlk 3 tip lezyonun kompartman içinde vertebra
korteksinin
sınırlarını
aşmadan
pediküle
ve
anterior,
posterior
uzanımına
göre
değerlendirilmiştir. 4, 5, 6 ve 7. tipler ise lezyonun vertebra korteksinin sınırlarını aşıp
epidurale, yumuşak dokuya ve diğer komşu vertebralara yayılımına göre değerlendirilmiştir.
Tablo14
En sık olarak 4. ve 5. tip olduğu izlenmiştir. Bu da lezyonların
çoğunluğunun epidural bölgeye ve paravertebral bölgeye yayılımının
rezeksiyonu ve stabilizasyon, rekonstrüksiyon gibi ileri dönük girişimler
Tip
6 olgu
Tip
6 olgu
Tip
18 olgu
Tip
18 olgu
Tip
12 olgu
Tip
2 olgu
2
önermektedir. Biz bu gruptaki olgularımıza anterior veya posterior
yoldan nöral doku dekompresyonu ile beraber totale yakın tümör
1 olgu
1
olduğunu göstermektedir. Tomita 3 ve 4. tipteki lezyonu olan hastalara
total spondilektomi, 5. tip lezyonu olan hastalara palyatif cerrahi
Tip
3
4
uyguladık. Vertebra korteksi sınırları içerisinde olan ilk 3 tipte minimal
invaziv girişim olan vertebroplasti işlemini uyguladık. Tomita tip 6 ve tip 5
7 lezyonu olan olgular çoğunluka servikal bölge yerleşimli idi. Tomita bu
gruptaki hastalara öncelikle RT ve KT gibi tedaviler önerse de spinal
6
kanal içi lezyonu ve kord basısı olan bu olgularımıza dekompresif
7
cerrahiler uygulayıp, servikal bölge yerleşimli olgularda stabilizasyon ve rekonstrüksiyon
yaptık. Olgularımızı postoperatif erken dönem radyoterapi için Onkoloji kliniğine refere ettik.
Olgularımızın başlangıç semptomlarına, nörolojik tablolarına ve klinik durumlarına
göre değerlendirmeler yaptık. En sık başlangıç semptomu ağrı olarak saptandı. Olguların
tümünde fokal, radiküler ve yansıyan ağrı şeklinde değişik ağrı semptomları saptandı. Bu
ağrılar sürekli, istirahatla geçmeyen ve geceleri artan ağrılar şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
Lezyon bölgesine ait fokal ağrı olguların tümünde görülmektedir. Fokal ağrı, vertebra
korpusunun korteksinde ekspansiyona ve üstündeki periosteumun gerilmesine yol açan lokal
tümör büyümesi ile olmaktadır. Radiküler ağrı, dural kese veya radikslerin irritasyon veya
kompresyonundan olur. Radiküler ağrı servikal bölgede 8 olguda saptandı. Lomber bölgede
14 olgu radiküler ağrı semptomu ile başvurdu. Torakal bölgede radiküler ağrı kuşak şeklinde
dizestezi ve parestezi ile kendini göstermektedir.
Her
olgu
ayrıntılı
nörolojik
muayene
yapılarak
değerlendirildi.
Nörolojik
muayenelerine göre defisiti olmayan ambulant olgular, paraparetik olgular ve paraplejik
olgular ayrı ayrı ele alındı. Olgularımızın
28 (%44)’i hiçbir nörolojik defisiti olmayan
ambulant durumdaydı. 32 (%50) olguda paraparezi, 4 (%6) olguda parapleji saptandı.
Paraprezi durumunda olan 18 (%28) olgu yatağa bağımlı durumdaydı. Paraplejik durumdaki
2(%3) olgu komplet paraplejik durumda idi. Lezyonların yerleşim bölgesine göre en sık
lomber ve servikal bölge olmak üzere radiküler bulgular 14 (%21) olguda saptandı. Spinal
kolonda ciddi kompresyonu olan 10 (%15) olguda idrar ve gayta inkontinansı, 12 (%18)
olguda hiperrefleksi ve refleks anormalliği, 22 (%34) olguda seviye veren duyu kusuru
saptandı.
Klinik özelliklerine göre tanı ve tedaviye yardımcı olması bakımından çeşitli
radyolojik inceleme yöntemleri kullanıldı. Olguların başvurusu sırasında tüm hastalara
servikal, torakal, lomber direkt grafiler çekildi. 26 (%40) olguda direkt grafide lezyon bölgesi
görülmekte idi. Direkt grafide en sık olarak pedikül harabiyeti izlenmektedir. Korpusta
yükseklik kaybı 18 (%28) olguda görüldü. Patolojik fraktürle beraber çeşitli tip deformiteler
8 (%12) olguda saptandı. 38 (%60) olguda direkt grafide belirgin bir patoloji gözlenmedi.
Vertebra cisminin arka duvarında silinme, epidural metastaz olgularında görülebilen,
yakalanması zor fakat önemli bir direkt grafi bulgusudur. Diğer yöntemlerle tanısı konulan
olguların tümüne lezyon bölgelerine ait bilgisayarlı tomografi görüntüleri alındı. Spinal alanda
özellikle kemik patolojiyi gösteren bu yöntemle cerrahi müdahale yapılacak tüm alanlara
kemik pencere BT görüntüleri alındı. Özellikle enstrümantasyon uygulanacak olan metastatik
tümörlerde pedikül genişliği korpus yüksekliği görülerek uygun entrümantasyonlar buna göre
uygulandı. Spinal MRG tanı yöntemleri arasında altın standarttır. Olgularımızın tümüne
lezyon bölgesine ait, beraberinde multiseviye tutulumu olan olgularda tüm spinal MRG tetkiki
yapıldı. Spinal MRG ile 62 (%96) olguda patolojik kompresyon fraktürü, 36 (%56) olguda
epidural kord basısı, 14 (%21) olguda radiks tutulumu, 32 (%50) olguda yumuşak doku
yayılımı saptandı. Spinal metastatik hastalıkta dört farklı MRG paterni görülür. Osteoporotik
ve patolojik kompresyon fraktürlerinin ayırımı genellikle MRG ile olasıdır. 26 olguda primer
kanserin diğer kemiklere yayılımı açısından tüm vücut kemik sintigrafisi yapıldı. Metastaz
taramasında çok duyarlı fakat nonspesifik olan bu yöntemle spinal bölge hariç çeşitli kemik
tutulumları görüldü. Tüm olgulara primerine yönelik ayrıntılı kan tetkikleri
ve genel kan tetkikleri yapıldı. Patolojik fraktürle başvuran 36 olguya primere yönelik tüm
batın USG, batın BT ve toraks BT görüntüleri alındı. 33 olguda yapılan bu tetkikler sonucu
primer kanser saptandı.
Olgularımızı cerrahiye uygun hasta seçimine yardımcı olan Tokuhashi skorlamasına
(Tablo 4) göre değerlendirdik. Genel durumuna göre olgularımızın büyük çoğunluğu iyi ve
orta durumdaydı. Spinal kolon dışında iskelet sisteminde grafilerde ve sintigrafide saptanan
metastatik tutulum 7 olguda (% 11) saptandı. Vertebralarda saptanan kemik metastaz sayısına
göre en sık tek metastaz saptandı. 19 olguda 2 seviye, 7 olguda 3 ve daha çok seviye tutulum
görüldü. İç organlara metastaz yapılan tetkiklerde sadece 2 olguda saptandı. Kanserin primer
yerine AC ve mide metastazı saptanan olgular düşük puan, tiroid, prostat, meme, rektum
metastazı saptanan olgular yüksek puanlar aldılar. Omurilik tutuluşuna göre yapılan
skorlamada; ilk fizik muayene bulgularına göre 4 olguda (% 6) komplet tutulum gözlendi. 28
olguda (% 44) hiçbir nörolojik defisit yoktu.
Tablo 15
Bu skorlamaya göre olgularımız 12
ile 6 puan arasında puanlar aldılar. 12-9
Genel durum
Kötü (Karnofsky skoru %10-40)
Orta (Karnofsky skoru %50-70)
puan alan 43 (%67) olguya eksizyonel
n
12
26
İyi (Karnofsky skoru %80-100)
cerrahi yöntemlerle beraber stabilizasyon ve Ekstraspinal kemik metastaz sayısı
rekonstrüksiyon uyguladık. 6-8 puan alan 21 3
1-2
(%33) olgumuza dekompresif cerrahi 0
Vertebralardaki kemik metastaz sayısı
yöntemler uyguladık.
26
n
2
5
57
n
Hastalarımızda tutulan seviye, lezyon 1
2
yerleşim yerine, instabilite ve deformite >3
durumuna göre çeşitli cerrahi girişim Major iç organlara metastaz
Var, çıkarılamaz
şekilleri
uyguladık.
Hastalarımızda
Var, çıkarılabilir
instabilite değerlendirmesini; nörolojik ve Yok
radyolojik özelliklerine göre Harrington Kanserin primer yeri
Akciğer, mide
sınıflaması ve spinal tümörler için en uygun
Böbrek, KC, diğer
olan Koustik’in kolonlar sistemine göre Tiroid, prostat, meme, rektum
Omurilik tutuluşu
yaptık.
Tam tutuluş
Bu sınıflamalara göre Harrington Parsiyel tutuluş
spinal tümörü olan olguları stabilite Yok
37
19
7
n
2
62
n
20
22
22
n
4
32
28
açısından 5 gruba ayırmıştır. Tablo 16’de görülen bu sınıflamaya göre olgularımızın 1‘i
nörolojik olarak intakt veya minimal defisiti olan grup 1’e dahil edildi. Olgularımızın 11‘inde
( % 17) kollaps veya instabilite olmaksızın kemik tutulumu mevcuttu. Bu olgular grup 2
olarak ele alındı. Belirgin kemik tutulumu
olmaksızın majör nörolojik defisiti olan 3. grupta 9 olgu (% 14) saptadık. Olgularımızın 17’si
(% 27) belirgin nörolojik tutulum olmaksızın mekanik ağrı ile birlikte vertebral kollaps veya
instabilite olarak 4. grupta ele alındı. Major nörolojik defisitin eşlik ettiği vertebral kollaps
veya instabilite olan 5. grupta 26 olgu(% 41) saptandı. İnstabilite 4. ve 5. grupta karşımıza
çıkmaktadır. Bu instabilite durumlarına göre çeşitli cerrahi girişimler uygulandı.
Tablo 16
Spinal tümörler için mevcut kolon ve puanlama sistemleri
Grup 1 1 olgu
içerisinde en kolay ve yol gösterici olan Koustik’in kolonlar sistemine Grup2 11 olgu
Grup 3 9 olgu
göre (Denis tarafından tanımlanan 3 kolon sağ ve sol olmak üzere iki ayrı
Grup 4 17 olgu
kolona bölünerek toplam 6 kolon oluşturulmuştur.) olgularımızın Grup 5 26 olgu
10‘unda 2 kolon, 6‘sında 3 kolon, 5‘inde 4 kolon , 23‘ünde 5 kolon , 20’sinde 6 kolon
tutulumu bulunmaktaydı. Buna göre iki kolon tutulumu olan 10 olgumuzda vertebranın
kollabe olma riski olduğunu, üç veya dört kolonun etkilendiği 11 olgumuzda vertebra
korpusunun kollapsının kaçınılmaz olduğunu, beş veya altı kolon tutulumu olan 43
olgumuzda (% 67) belirgin instabilite gelişeceğini planlayarak çeşitli cerrahi girişimler
uyguladık. Bu instabilite kriterlerini uygularken yumuşak doku uzanımını veya epidural
yayılımı gözönünde bulundurmadık.
Radyolojik tetkiklerle ve klinik olarak tanısı konulan 64 spinal metastaz olgusuna
çeşitli cerrahi yöntemler uygulandı. Uyguladığımız cerrahi yöntemler 3 ana başlık altında;
a. Vertebroplasti 11 olgu (% 17)
b. Anterior yaklaşım 18 olgu (% 28)
c. Posterior yaklaşım 32 olgu ( % 50)
d. Kombine (anterior+posterior) yaklaşım 3 olgu ( % 5)
Metastatik tümöre bağlı patolojik kompresyon fraktürü saptanan olgularımıza minimal
invaziv olan vertebroplasti işlemini uyguladık. 11 olguda toplam 13 seviye vertebroplasti
uygulandı. 2 olguda 2 seviye uygulama yapıldı. Torakal bölgede 3 seviye, lomber bölgede 10
seviye uygulandı. Torakal bölgede 1 seviye T3 vertebrasına 1 seviye T7 vertebrasına 1 seviye
T11 vertebrasına, lomber bölgede 9 seviye L1 vertebrasına, 1 seviye L2 vertebrasına
vertebroplasti yapıldı.
Vertebralarında kompresyon fraktürü bulunan, yükseklik kaybı ile beraber kanal içi
basısı olmayan vertebra cisminde sınırlı tümör grubunda uygulandı. Vertebroplasti
uygulanacak olan olgular uygun endikasyon grubunda idi ve tüm tetkikler yapıldı. 11 olgunun
Harrington sınıflamasına göre hepsi 2. grupta idi. Yani kollaps ve instabilite olmaksızın kemik
tutulumu mevcuttu. Koustik’in kolonlar sistemine göre 10 olguda 2 kolon, 1 olguda 3 kolon
tutulumu mevcuttu. Bu olgularda vertebranın kollabe olma riski düşünülerek vertebroplasti
uygulandı. Tomita evrelemesine göre 1 olgu tip1, 6 olgu tip2, 4 olgu tip3 olarak ele alındı.
Yani olguların tümörleri vertebra korteksinin sınırları içerisinde kompartman içi yerleşimli
idi. Kanserin primer yerleşimine göre 4 olgu akciğer kanseri metastazı, 3 olgu mide kanseri
metastazı, 2 olgu meme kanseri metastazı, 1 olgu pankreas kanseri metastazı, 1 olgu myelom
idi.
Nörolojik bakımdan defisitleri olmayan bu olguların tümünde lezyon bölgesine ait
lokalize ve yansıyan ağrılar mevcuttu. 10 olgu ağrıya bağlı destekle yürümekte idi. 1 olgu
ağrıya bağlı immobilize durumda idi.
Preop hazırlıkları yapılan uygun endikasyondaki olguların tümüne hafif sedasyon ve
lokal anestezi ile işlem yapıldı. Genel anestezi altında vertebroplasti yapılmadı. Hastalar prone
pozisyonda nötral olarak yatırıldı. C kollu skopi eşliğinde seviye tespit edilerek transpediküler
veya ekstrapediküler yöntemle tek taraflı veya iki tarflı uygulandı. C kollu skopi masanın
konumuna göre lateral ve AP görüntüler vermektedir. İşlemler kemik sementin vertebra
korpusuna doldurulması ile tamamlandı. İlk işlem sırasında 11 numara gauge iğne ile kemik
içinden biyopsiler alındı. Tedaviye destek olması bakımından oldukça avantajlı olan bu
yöntem patolojik fraktürlerin tanısının konmasında veya primer kanser biliniyorsa tanının
doğrulanmasında da oldukça etkili ve kullanışlı bir yöntemdir. Primer kanser tanısı bilinen 8
olguda, primeri bilinmeyen 3 olguda tanı koydurucu olmuştur. 1 olguda işlem sırasında kemik
sementin epidural alana kaçtığı gözlenmiş fakat herhangi bir nörolojik defisit ve sorun
yaratmamıştır. 1 olguda prone pozisyonunda yatmaya bağlı olarak solunum sıkıntısı olmuş
işlem tek taraflı yapılarak sonlandırılmıştır. 1 olguda L1 vertebrasına vertebroplasti
uygulanmasına müteakip 3 ay içinde kompresyon fraktürünün artması ve L1-L2 instabilite
gelişmesi üzerine posterior stabilizasyon yapılmıştır. L2 patolojik fraktür nedeniyle
posterolateral transpediküler yolla L2 parsiyel korpektomi, PMMA ile rekonstrüksiyon ve L1,
L3 posterior stabilizasyon uygulanan 1 olguda torakal bölgede T3 ve T7 seviyelerine
vertebroplasti işlemi yapıldı.
Vertebroplasti uygulanan hastaların tümü postop BT ile kontrol edilerek aynı gün
mobilize edilmiştir. Hastanede kalış süresi ortalama 1 gündür. Tüm hastalarda lokalize bel ve
sırt ağrılarının dramatik şekilde düzeldiği görüldü. Olguların tümünde vertebroplasti sonrası
erken dönem radyoterapi uygulandı. 6 aylık takiplerinde 1 olgu dışında lezyon bölgesine ait
bir sorunla karşılaşılmadı.
Vertebroplasti uyguladığımız hastalarımızda ağrıyı değerlendirmek amacıyla Tong ve
ark. tarafından hazırlanan ağrının şiddeti ve sıklığına göre yapılan ağrı skorlamasını (Tablo 9)
ve ağrı kesicinin tipi ve sıklığına göre yapılan narkotik skorunu (Tablo 10) kullandık.
Buna göre vertebroplasti öncesi ağrı skoru 9 olan 7 olgumuzun işlem sonrası ağrı
skoru 4 olmuştur. Ağrı skoru 6 olan 3 olgumuzun ağrı skoru 2 olmuştur. Ağrı skoru 4 olan 1
olgumuzun ağrı skoru 2 olmuştur. Narkotik skoru 9 olan 6 olgumuzun narkotik skoru 4
olmuştur. Narkotik skoru 4-6 arası olan 5 olgumuzun işlem sonrası skoru 2 olmuştur.
Kompresyon yeri ve tümörün yayılımına bağlı olarak en iyi cerrahi yaklaşım tümör
rezeksiyonu için uygun girişimi sağlayan, nöral dekompresyonu sağlayan ve enstrümantasyon
için yeterli açılım sağlayan girişimdir ilkesi ile hareket ederek 32 (%50) olgumuzu posterior
ve posterolateral girişim yoluyla opere ettik. 20 olguya (% 31) tek seanslı posterolateral
transpediküler yolla parsiyel veya total korpektomi anterior dekompresyon yapıldı. Bu
olguların 18’ine posterior transpediküler vida-rod sistemi ile stabilizasyon ve tümünde
PMMA ile rekonstrüksiyon uygulandı. Nörolojik defisiti hızlı ilerleyen 2 olguda sadece
Kirschner ve PMMA ile rekonstrüksiyon sağlanarak stabilizasyon yapılmadı.
Sadece posterior yaklaşımla opere edilen 12 olgunun 10‘unda (% 16) dekompresyon
ve tümör eksizyonu yapıldı. 2 olguda dekompresyonla beraber stabilizasyon uygulandı.
Posterior yolla opere edilen olgularda 2 seviye servikal bölge, 17 seviye torakal bölge, 5
seviye lomber bölge, 1 seviye sakral bölge tutulumu görüldü. Tüm spinal kolonda toplam 25
seviye tutulum görüldü. Posterior yolla opere edilen olgulara instabilite değerlendirmesi
yapıldı. Bu gruptaki olgular Harrington sınıflamasına göre; 1.grupta 1 olgu, 3. grupta 8 olgu,
4.grupta 2 olgu mevcuttu. 1. grupta yer alan yani nörolojik olarak intakt veya minimal
nörolojik defisiti bulunan 1 olgu ile 3.grupta yer alan yani belirgin kemik tutulumu olmaksızın
major nörolojik defisiti olan 8 olgu instabilite olmaksızın değerlendirildi. Bu gruptaki olgulara
tümörün yerleşimine göre dekompresyon uygulandı. 4.grupta yeralan 2 olguda nörolojik
tutulum olmaksızın mekanik ağrı ile birlikte vertabral kollaps ve instabilite söz konusu
olduğundan posterior stabilizasyon ve füzyon uygulandı. Koustik’in kolonlar sistemine göre
değerlendirildiğinde 10 olguda 2 kolon 2 olguda 5 kolon tutulumu mevcuttu. 5 kolon
tutulumu bulunan 2 olguda belirgin instabilite gelişeceğini planlayarak stabilizasyon
uygulandı. Stabilizasyon uygulanan olgulardan 1 olgu Tomita evrelemesine göre tip 5, 1 olgu
tip 6 olarak incelendi. Posterior stabilizasyon yapılan 1 olgu meme kanseri metastazı idi.
C1-C2 instabilitesi olan bu olguda oksiput C3-C4 stabilizasyon sistemi ve iliak kanattan
alınan otojen greftle füzyon uygulandı. Tiroid medüller kanseri metastazı olan 1 olguda T9,
T10, L1 multiseviye tutulum mevcuttu. Bu olguya dekompresyon ve uzun segment
stabilizasyon uygulandı. Allogreft kemik cipsi ile füzyon yapıldı.
Anterior yaklaşıma veya kombine farklı seanslarda yaklaşıma alternatif olan tek seanslı
posterolateral transpediküler yaklaşım 20 olguda (%31) yapıldı. Bu yaklaşımla iki taraflı veya
tümörün tutulumunun olduğu taraftan tek taraflı pediküler yolla girilerek anterior yerleşimli
tümör rezeksiyonu ve anterior dekompresyonla beraber posterior stabilizasyon uygulandı.
Tümörü torakal bölge yerleşimli 12 olguda, lomber bölge yerleşimli 8 olguda uygulanan bu
yöntemle farklı seansta uygulanan anterior girişime gerek kalmadan güvenle uygulanmıştır.
Torakotomiyi tolere edemeyecek durumdaki hastalarda ve multiseviye tutulumu olan hasta
grubunda uygun bir cerrahi yaklaşımdır. 20 olguda 18 seviye torakal 9 seviye lomber tutulum
ile toplam 27 seviye tutulum mevcuttu. Bu olguların Harrington sınflamasına göre 8 olgu
4.grup 12 olgu 5. grupta yani tümünde instabilite mevcuttu. Kouistik’in kolonlar sistemine
göre 10 olguda 5 kolon 10 olguda 6 kolon tutulumu mevcuttu. Tomita evrelemesine göre bu
olguların tümü kompartman dışı epidurale ve yumuşak dokuya uzanımı olan 4, 5 ve 6. tipte
lezyonlardı. Bu yolla opere ettiğimiz hastaların tümünde rekonstrüksiyon materyali olarak
PMMA kullandık. PMMA ya tek başına ya da bir üst ve bir alt mesafedeki sağlam korpusun
içine interkorporal olarak yerleştirilen kirshner çivileri ile desteklenerek kullanıldı. Bu yolla
opere edilen 18 olguda toplam 76 seviye stabilizasyon uygulandı. Stabilizasyon sistemi olarak
transpediküler vida-rod sistemleri kullanıldı. 2 olguda pediküler ve laminar hooklar kullanıldı.
Hiçbir hastada füzyon yapılmadı. Nörolojik defisiti hızlı ilerleyen 2 olguda sadece PMMA ve
kirshner ile rekonstrüksiyon yapılarak posterior stabilizasyon teknik nedenlerden dolayı
yapılamadı.
Anterior yaklaşım ile 18 olgu (% 28) opere edildi. Servikal bölge yerleşimli tümörü
olan
6 olgu anterior yoldan opere edildi. 6 olguda 10 seviye tutulum mevcuttu. Bu olgular
Harrington sınıflamasına göre 5. grupta yer almaktaydı. Tümünde major nörolojik defisitin
eşlik ettiği vertebral kollaps ve instabilite mevcuttu. Koustik’in kolonlar sistemine göre 5 ve 6
kolon tutulumu mevcuttu. Servikal bölge yerleşimli tümörü olan tüm olgularda plak-vida ile
stabilizasyon yapıldı. Mesafeye rekonstrüksiyon amacıyla 5 olguda PMMA kullanıldı. PMMA
3 olguda toraks tüpü uygun şekilde kesilerek içine doldurulmak kaydıyla kullanıldı. Yine
PMMA ile rekonstrüksiyon yapılan olguların tümünde üst ve alt sağlam korpusun içine destek
olması bakımından kirschner telleri kullanıldı. PMMA dışında 1 olguda otojen iliak kanattan
alınan greft ile füzyon sağlandı.
Torakal bölge yerleşimli tümörü olan 8 olgu anterior yoldan opere edildi. Bu olgular
Harrington sınıflaması ve Koustik’in kolonlar sistemine göre instabilite sınırları içerisinde
olduğundan tümünde stabilizasyon sağlandı. T1 yerleşimli metastatik tümörü olan 3 olgu alt
servikal anterior açılımla, T4, T4-5, T9, T8-9, T12-L1 lezyonu olan 5 olgu torakotomi ile
opere edildi. T1 yerleşimli tümörü olan 3 olguda plak-vida ile stabilizasyon sağlandı. 2 olguda
PMMA ve kirshner teli ile rekonstrüksiyon sağlandı, 1 olguda fibular allogreft ile füzyon
yapıldı. T4 ve T9 yerleşimli tümörü olan 2 olguda anterior plak-vida ile stabilizasyon ve
PMMA ile rekonstrüksiyon sağlandı. T4-5, T8-9, T12-L1 tümörü olan 3 olguda interkorporal
fiksatör (Türkmen cihazı) ile stabilizasyon sağlandı. İnterkorporal fiksatör kullanılan
hastaların 2 olguda PMMA ile rekonstrüksiyon 1 olguda otojen kosta kemikleri füzyon
sağlandı..
Lomber bölge yerleşimli tümörü olan 4 olgu anterior yaklaşımla opere edildi.
Olguların tümü retroperitoneal yolla opere edildi. Olguların tümü instabilite sınırları içerisinde
olduğundan anterior yoldan stabilize edildi. 1 olguda anterior yolla L1 korpektomi ve tümör
eksizyonu sonrası PMMA ve kirschner ile rekonstrüksiyon sağlandıktan sonra anterior vidarod sistemi ile stabilize edildi. L2, L3, L4 tutulumu olan 3 olguda interkorporal fiksatör
(Türkmen cihazı) ile stabilizasyon sağlandı.
Koustik’in kolonlar sistemine göre 6 kolon tutulumu olan 3 olgu anterior+posterior
kombine yolla opere edildi. C7 tutulumu olan 1 olguya anterior servikal açılımla C7
korpektomi ve tümör çıkarılması sonrası iliak kanat otojen greftle füzyon sağlandıktan sonra
C6-T1 plak-vida sistemi ile stabilizasyon uygulandı. Aynı seansta olguya posterior C7 sol
hemilaminektomi ve tümör eksizyonu yapıldı. T3 tutulumu olan 1 olguya anterior sternotomi
açılımıyla T3 total korpektomi sonrası fibular allogreftle füzyon sağlandıktan sonra T2-T4
plak-vida ile stabilizasyon yapıldı. Farklı bir seansta olguya posterior telleme yapılarak
posterior allogreft kemik cipsi ile füzyon sağlandı. T10 tutulumu olan 1 olguya anterior
torakotomi ile girilerek T10 total korpektomi otojen greftle füzyon sağlandıktan sonra T9-T11
vida-rod sistemi ile stabilizasyon sağlandı. Farklı seansta olguya posterior transpediküler vidarod sistem ile stabilizasyon ve allogreft kemik cipsi ile füzyon yapıldı.
Morbidite ve mortalite yönünden değerlendirdiğimiz hastalarımızın preop ve postop
erken dönemde dökümü yapıldı. Kombine yaklaşım uygulanan 3 olgu dışında 3 olgu da iki
kez opere edildi. Mide kanseri metastazı nedeniyle L1 kompresyon fraktürü olan 1 olguya
vertebroplasti uygulanmasına müteakip 3. ayda epidurale ve bir alt vertebraya yayılımın
olması sebebiyle olguya posterolateral transpediküler yolla anterior dekompresyon
uygulanarak mesafeye PMMA ile rekonstrüksiyon sonrası posterior stabilizasyon yapıldı.
Olgunun 6 aylık takibinde stabilizasyon sistemine ait bir sorunla karşılaşılmadı. Akciğer
kanseri metastazı nedeniyle L2 patolojik fraktürü olan 1 olguya posterolateral transpediküler
yolla L2 parsiyel korpektomi sonrası PMMA ile rekonstrüksiyon ve L1-L3 stabilizasyon
uygulandı. Postoperatif 1 yıl sonra T3 ve T7 patolojik kompresyon fraktürü olan kord basısı
olmayan vertebralara vertebroplasti yapıldı. 6 aylık takibinde bir sorunla karşılaşılmadı.
Akciğer kanseri metastazı nedeniyle C7-T1 patolojik fraktürü ve kord basısı olan 1 olguya
anterior yolla C7 parsiyel T1 total korpektomi sonrası mesafeye kirschner teli ile desteklenmiş
PMMA ile rekonstrüksiyon sonrası anterior C6-T2 plak-vida ile stabilizasyon yapıldı.
Postoperatif 1 ay sonra düşmeye bağlı PMMA’nın kord basısı yaptığı ve T2 vertebrasında da
kompresyon izlenmesi üzerine reoperasyonla stabilizasyon sistemi ve PMMA çıkarıldı. T2
korpektomi sonrası mesafeye toraks tüpü içerisinde PMMA ve kirschner teli ve C6-T3 plakvida ile stabilizasyon yapıldı. L2 metastatik kitle nedeniyle posterolateral transpediküler yolla
parsiyel korpektomi, PMMA ile rekonstrüksiyon ve
posterior stabilizasyon yapılan 1
olgumuzda postop 4. gününde üst GIS kanaması gelişti. Cerrahi müdahale gerekmeden
medikal tedavisi yapıldı. T12-L1 kitle nedeniyle anterolateral retroperitoneal yolla opere
edilen 1 olgumuzda postop pnömotoraks gelişti ve gerekli tedavisi yapıldı. Toraks BT’sinde
plevral effüzyon ve plevral kalınlaşması olan 1 olgumuz T6 kitle nedeniyle nörolojik
defisitinin arttması üzerine acil olarak posterior yoldan opere edilmesinin ardından solunum
sıkıntısının artması üzerine yoğun bakım ünitesine alınarak tedavisi devam ederken kardiak
arrest sonrası eksitus oldu. L2 kitle nedeniyle anterolateral retroperitoneal yolla opere edilen 1
olguda sepsis gelişti. Antibiyoterapi yapılırken postop 28. gün solunum arresti gelişmesi
üzerine eksitus oldu. T8-T9 kitle nedeniyle torakotomi yapılan 1 olguda yara yeri infeksiyonu
gelişti. Kültür antibiyogramına uygun antibiyoterapi ile düzeldi.
İnstabilite kriterleri içinde olan PMMA destekli rekonstrüksiyon ve anterior, posterior
füzyon yapılan 43 olguda stabilizasyon uygulandı. Peroperatif olguların hiçbirinde bir sorunla
karşılaşılmadı. Postoperatif 1.gün kontrol grafiler, lezyon bölgelerine ait BT görüntüleri
alındı. Bazı olgularda kontrol spinal MRG ile takip edildi. Hastaların hastanede kalış süreleri
1 gün ile 30 gün arasında ortalama 7 gündür. Ambulant durumdaki hastalar postoperatif 1.gün
rijit ortez ile mobilize edilmişlerdir. Postoperatif eksitus olan 2 olgu ve stabilizasyon yapılıp
kansere bağlı başka sebeplerden eksitus olan 4 olgu dışında stabilizasyon sistemlerine ait 6
aylık takiplerde herhangi bir sorunla karşılaşılmadı.
Postoperatif eksitus olan 2 olgu dışında PMMA ile rekonstrüksiyon yapılan olgulara
erken dönem, füzyon yapılan olgulara 6 hafta sonra radyoterapi verildi.
Olgularımızın tümü ortalama 6 ay takip edilmiştir. Postoperatif dönemde cerrahi
tedavi sonuçlarımızı değerlendirmek amacıyla; nörolojik durumlarına göre bir sınıflama olan
Brice ve MacKissock sınıflaması (Tablo 7) ve Shaw ve ark tarafından önerilen(Tablo 8)
ambulatuar derecelendirmeyi kullandık.
Brice ve MacKissock nörolojik defisitleri 4 gruba ayırmıştır. Buna göre 4.grupta total
omurilik lezyonu olan 4 olgumuzda 6 aylık izlem sırasında düzelme olmamıştır. 3. grupta
hafif rezidüel motor ve duyu fonksiyonu bulunan 18 olgumuzun 10‘u(% 56) 2.gruba geçmiş
olup bacaklarını oynatabiliyor ancak yürüyemez durumda kalmıştır. 2 olgu eksitus olmuş, 6
(% 33) olgu yürür konuma gelmiştir. 2.grupta bulunan 14 olgumuzun tamamı (% 100)
1.gruba geçerek yürüyebilir konuma gelmiştir. 1.grupta bulunan yürüyebilen 28 olgunun
tamamı aynı durumda postoperatif süreç içinde izlenmiştir. Postop erken dönemde eksitus
olan 2 olgu 3. grupta, 6 aylık dönemde takip edilen eksitus olan 4 olgu 4.grupta total
paraplejik durumda idi. Bu sınıflamaya göre total omurilik lezyonu olan 4 olgumuzda
düzelme olmamış, yürüyebilen 28 olgumuz aynı durumda rehabilitasyona gerek kalmadan
nörolojik defisiti olmadan kalmıştır. Ortalama 6 aylık takiplerde nörolojik defisiti olan 36
olgunun 30’u (% 83) nörolojik defisitleri kısmen veya tamamen düzelmiştir.
Buna benzer bir sınıflama olan Shaw ve ark. tarafından yapılan derecelendirmeye göre
paraplejik durumda olan 4 olgumuz aynı durumda kaldı. Paraparetik, nonambulant durumdaki
32 olgumuzun 20‘si(% 63) ambulant duruma geçmiştir. Ambulant durumdaki 28 olgumuz
postoperatif izlemde aynı durumda ambulant olarak kalmıştır.
OLGU
ÖRNEKLERİ
Olgular
Olgu 1
52 yaşında kadın, meme kanseri nedeniyle hormonoterapi ve radyoterapi almış. Şiddetli lokalize bel
ağrısı. L1 patolojik kompresyon fraktürü. Nörolojik defisiti yok. Tokuhashi skoru 11, Tomita
evrelemesine göre Tip 2 (vertebra korteksi sınırlarını aşmayan kompartman içi lezyon), Harrington
sınıflamasına göre 2. grup (kollaps ve instabilite olmaksızın kemik tutulumu mevcut)
Sedoanaljezi ile lokal anestezi altında L1 vertebroplasti yapıldı. Postop 1. gün mobilize edilen olguya
bu girişimle biyopsi yapıldı. Postop 14. ayında olan olguda takiplerde bir sorunla karşılaşılmadı.
Olgu 2
74 yaşında kadın, sol kolda radiküler bulgular, C1-C2 patolojik fraktür, instabilite. Tokuhashi skoru 10,
Tomita evrelemesine göre tip 5, Harrington sınıflamasına göre 4. grup, Koustik’in kolonlar sistemine
göre 5 kolon tutulumu mevcut.
Posterior girişimle C2 total laminektomi, kitle eksiyonu, oksiput C4 posterior stabilizasyon ve otojen
iliak kemikle füzyon uygulandı. Patoloji sonucu plazmositoma olarak gelen olgu postop 1. gün mobilize
edildi. 12 hafta sonra radyoterapi başlanan olgu postop 9.ayda herhangi bir sorunla karşılaşılmadı.
Olgu 3
42 yaşında kadın, her iki kolda distalde belirgin nörolojik defisit(3/5).C6-7 epidural uzanımı olan
patolojik fraktür. Tokuhashi skoru 9, Tomita evrelemesine göre tip 6, Harrington sınıflamasına göre 5.
grup, Koustik’in kolonlar sistemine göre 4 kolon tutulumu mevcut.
Anterior yolla C6-C7 total korpektomi, mesafeye Kirschner çivisi destekli toraks tüpü içine yerleştirilen
PMMA ile rekonstrüksiyon ve C5-T1 plak-vida sistemi ile stabilizasyon uygulandı. Postop 1. gün
mobilize edildi. Patoloji sonucu metastatik kitle(meme) olarak gelen olgu Onkoloji kliniğine takip ve
tedavi için verildi. Postop 7. ayda olan olguda herhangi bir sorunla karşılaşılmadı.
Olgu 4
60 yaşında erkek, heriki kolda distalde belirgin nörolojik defisit(3/5). T1 epidural uzanımı olan patolojik
fraktür. Tokuhashi skoru 8, Tomita evrelemesine göre tip 5, Harrington sınıflamasına göre 5. grup,
Koustik’in kolonlar sistemine göre 5 kolon tutulumu mevcut.
Anterior yolla C7 pariyel, T1 total korpektomi, mesafeye Kirschner çivisi destekli PMMA ile
rekonstrüksiyon ve C6-T2 plak-vida ile stabilizasyon yapıldı. Patoloji sonucu metastaz(akciğer) olarak
geldi. Postop 1. gün mobilize edilen hasta 1 ay sonra düşmeye bağlı PMMA’nın kırılması ve kord
basısına yol açması sebebiyle eski plak-vida sistemi ve T2 korpektomi ile PMMA çıkarılarak yeni
PMMA ile birlikte
C6-T3 anterior plak-vida ile stabilizasyon yapıldı. Postop Onkoloji kliniğine
devredilen olgu takiplerde 7. ayda solunum problemi nedeniyle vefat etti.
Olgu 5
32
yaşında
erkek,
alt
ekstremitede paraparezi(4/5) ve
şiddetli sırt ağrısıyla başvurdu.
Kord basısına yol açan T3
patolojik
fraktürü
mevcut.
Tokuhashi skoru 8, Tomita
evrelemesine
göre
tip
5,
Harrington sınıflamasına göre
5. grup, Koustik’in kolonlar sistemine göre 6 kolon tutulumu mevcut.
Anterior sternotomi yoluyla T3 total korpektomi, mesafeye fibular allogreftle füzyon ve T2-T4 anterior
plak-vida ile stabilizasyon uygulandı. Patoloji sonucu plazmositoma olarak gelen olgunun nörolojik
defisitleri geriledi. Farklı bir seansta posterior yolla telleme ve kemik cipsi ile füzyon yapılan olgu
Onkoloji kliniğne devredildi. Postop 4. yılda olan olguda herhangi bir nörolojik defisit yoktur.
Olgu 6
46 yaşında kadın, 3 yıldır tükrük bezi kanseri nedeniyle Onkoloji kliniğinde takip altında. Alt
ekstremitede paraparezi(4/5) ve şiddetli sırt ağrısı. T4,T7 ve T12’de belirgin multiple vertebra tutulumu.
Tokuhashi skoru 7, Tomita evrelemesine göre tip 7, Harrington sınıflamasına göre 5. grup, Koustik’in
kolonlar sistemine göre T4 ve T12 6 kolon, T7 4 kolon tutulumu mevcut.
Posterolateral transpediküler yolla T4 ve T12 parsiyel korpektomi, mesafelere PMMA veT7
vertebroplasti, T2-L5 posterior stabilizasyon uygulandı. Postop 5. gün mobilize edilen olgu Onkoloji
kliniğinde takip ve tedavisinin 7. ayındadır.
Olgu 7
60 yaşında erkek, mide kanseri nedeniyle Onkoloji kliniğinde takip edilmekte. T10 patolojik fraktür.
Belirgin nörolojik defisit yok,ciddi sırt ağrısı mevcut. Tokuhashi skoru 9, Tomita evrelemesine göre tip
5, Harrington sınıflamasına göre 4. grup, Koustik’in kolonlar sistemine göre 5 kolon tutulumu
Posteroalateral transpediküler yolla T10 parsiyel korpektomi, mesafeye Kirschner çivisi destekli PMMA
ve posterior stabilizasyon uygulandı. Postop 3. gün mobilize edilen olgu Onkoloji kliniğinde takibinin 9.
ayındadır.
Olgu 8
70 yaşında kadın, Kolon kanseri nedeniyle Onkoloji kliniğinde takip altında.T8,T9 patolojik fraktür.alt
ekstremitede paraparezi(3/5). Tokuhashi skoru 8, Tomita evrelemesine göre tip 7, Harrington
sınıflamasına göre 5. grup, Koustik’in kolonlar sistemine göre 5 kolon tutlumu.
Anterior torakotomi yoluyla T8,T9 total korpektomi, mesafeye interkorporal fiksatör ve PMMA ile
rekonstrüksiyon uygulandı. Fizik tedavi desteğiyle postop 2. ayda yürüyebilen hasta Onkoloji kliniğinde
2 yıldır takip edilmektedir.
Olgu 9
62 yaşında erkek, alt ekstremitede paraparezi(4/5) ile başvurdu. T10 epidural uzanımı olan patolojik
fraktür. Tokuhashi skoru 8, Tomita evrelemesine göre tip 6, Harrington sınıflamasına göre 5. grup,
Koustik’in kolonlar sistemine göre 6 kolon tutulumu mevcut.
Anterior torakotomi yoluyla T10 total korpektomi, mesafeye interkorporal fiksatör ve otojen kemikle
füzyon uygulandı. Farklı seansta olguya posterior stabilizasyon uygulandı. Patoloji sonucu metastaz
(akciğer) olarak gelen olgu rehabilitasyon merkezine ve Onkoloji kliniğine devredildi.Takiplerinde 1.
ayda mobilize olan hasta 9. ayda solunum problemi neddeniyle vefat etti.
Olgu 10
71 yaşında erkek, mide kanseri nedeniyle Onkoloji kliniğinde takip altında. Lokalize şiddetli bel ağrısı.
L1 patolojik kompresyon fraktürü. Tokuhashi skoru 10, Tomita evrelemesine göre tip 2, Harrington
sınıflamasına göre 2. grup.
Lokal anestezi ile L1 vertebroplasti yapıldı. Ağrıları kısmen düzelen hastanın takiplerinde 3. ayda L1
vertebrasının çökmesinin artması ve instabilite yaratması nedeniyle posterior stabilizasyon uygulandı.
Postop 2. gün mobilize edilen hasta takibinin 6. ayında herhangi bir sorunla karşılaşılmadı.
Olgu 11
60 yaşında erkek,
sırtında lokalize şiddetli geçmeyen ağrı. Nörolojik defiti olmayan hastanın T9
patolojik fraktürü mevcut. Tokuhashi skoru 10, Tomita tip 5, Harrington 4. grup, Koustik’in kolonlar
sistemine göre 5 kolon tutulumu mevcut.
BT eşliğinde iğne biyopsi yapıldı. Patoloji sonucu metastaz ile uymlu gelen hastaya anterior torakotomi
yoluyla T9 total korpektomi, mesafeye PMMA ve anterior stabilizasyon yapıldı. Akciğer kanseri
metastazı olan hasta postop 5. gün mobilize edildi. Onkoloji kliniğine devredilen hasta postop 14. ayda
solunum problemi nedeniyle vefat etti.
Olgu 12
51 yaşında erkek, böbrek kanseri nedeniyle Onkoloji kliniğinde takip edilmekte. Alt ekstremitede
paraparezi(4/5). L1 patolojik fraktür. Tokuhashi skoru 8, Tomita evrelemsine göre tip 5, Harrington
sınıflamasına göre 5. grup, Koustik’in kolonlar sistemine göre 5 kolon tutulumu mevcut.
Anterolateral retroperitoneal yolla L1 total korpektomi, mesafeye Kirschner çivisi destekli PMMA ile
rekostrüksiyon ve anterior stabilizasyon yapıldı. Postop nörolojik defisitleri kısmen düzelen hasta
Onkoloji kliniğine devredildi. Postop 5. ayda olan hasta destekle yürümektedir.
Tartışma
Spinal cerrahideki gelişmeler ışığında son 10-15 yıl içinde spinal tümörlere
yaklaşımlar konusunda büyük aşamalar kaydedilmiştir. Günümüzde tüm spinal kolonun
tümörlerinin rezeksiyonu teknik olarak mümkün hale gelmiştir. Yapılan çalışmalar ışığında
spinal biyomekanik konusunda daha net ve geniş bilgilere sahip olunması, enstrüman
olanaklarının artışı ile özellikle metastatik spinal tümörlerde instabilite ve stabilite sorununa
etkili bir şekilde yaklaşmamızı sağlamıştır. Ayrıca görüntüleme yöntemlerinin spinal
cerrahide yaygın olarak kullanıma girmesi, bizim uygun yaklaşım planlamamıza ve tedavi
sonuçlarımızı değerlendirmemize yardımcı olmuştur. Sonuç olarak metastatik spinal
tümörlerde radikal cerrahinin ağırlığı artmıştır.100
Cerrahi, dokunun tanınmasında veya palyasyon için nöral dekompresyonda yardımcı
olacağı için değil kanser tedavisi ve omurga stabilizasyonu gibi daha büyük hedefler için
yapılmalıdır.96 Bizim kliniğimiz de spinal cerrahideki bu gelişmelerden büyük ölçüde
etkilenmiş ve son yıllarda metastatik spinal tümörü olan hastalara yaklaşımımızı
yönlendirmiştir.
Metastatik spinal tümörü olan her olgu multidisipliner yaklaşımın uygulandığı bir ekip
çalışmasıyla ele alınmalıdır. Spinal cerrah, medikal onkolog, radyasyon onkoloğu, patolog ve
radyolog her olguyu birlikte incelemelidir. Tüm bu uzmanların bulunduğu hastanemizde her
olgu ortak görüş birliğine varılarak incelendi. Hastanemiz Onkoloji kliniğine yılda ortalama
3000 hasta başvurmaktadır.
Metastazlar iskeletin en sık görülen malign tümörleridir. Omurga ise metastatik
tümörlerin yerleşmeyi çok sevdikleri iskelet bölgesidir. İskeletin metastatik tümörleri primer
kemik tümörlerinden çok daha fazladır. Primer-metastaz oranı yaklaşık olarak 1:25 kadardır.
Bizim opere ettiğimiz yılda ortalama 10-15 metastatik tümöre karşılık 1-2 primer kemik
tümörü saptandı. Bu sayının büyük çoğunluğunu kordamalar oluşturmaktadır.
Bir çalışmada otopsi materyallerinden elde edilen bilgilere göre, kanserli bir hastanın
torakolomber vertebra korpuslarında metastaz bulgularının ortaya çıkma olasılığı % 70
kadardır.38 Bir diğer çalışmada tüm kanser hastalarının % 15-40’ında spinal metastaz vardır.
Bunların da % 20’si klinik olarak semptomatiktir.98
Spinal kord kompresyonu, spinal metastazı olan hastaların % 20’sinde her yıl
kanserden ölen hastaların ise % 5’inde saptanır.96 Spinal kord basısı ile gelen hastaların
% 50 ’sinde primer odak henüz bulgu vermemiştir. Yaklaşık % 10 olguda primer odak
saptanamaz. Bizim çalışmamızda 22 olguda (% 34) spinal kord kompresyonu saptandı. Bize
direkt klinik ve radyolojik bulgularla başvuran 26 olguda (% 40) primer odak henüz
bilinmiyordu. 3 olguda da (% 5) primer odak saptayamadık.
Literatürde spinal metastazı olan hastaların % 80’i 40 yaşın üzerindedir.97 Kadın/erkek
oranı her kanser tipine göre değişir. Fakat metastaz yapma gücü bulunan bütün tümörler
birlikte irdelendiği zaman, kadın ve erkeklerin, metastaz gelişme riski bakımından eşit
oldukları görülür. Bizim serimizde olguların % 56’sı erkek, % 44’ü kadın olarak saptandı.
Çoğu cerrahi seride yalnızca dört primer tümör odağı tüm spinal metastazların
2/3’ünden fazlasını yapar.96,97,100 Bunlar meme, akciğer, hemopoetik sistem ve prostattır.
Bizim serimizde 15 olguda (% 23) meme, 12 olguda (% 19) akciğer, 10 olguda (% 16)
hemopoetik sistem, 2 olguda (% 3) prostat kanseri primer odak olarak toplam 39 olguda
(% 61) saptandı.
Mirra ve ark.76 tarafından yapılan bir çalışmada 60 yaş üstü spinal metastazı olan 403
olguda % 77 meme, % 22 primeri bilinmeyen, % 16 akciğer, % 9 böbrek, % 8 prostat, % 3’er
tiroid, rektum, larinks, % 2’şer, mesane, serviks, sigmoid kolon kaynağı saptanmış. Bizim
serimizde meme, akciğer, lenforetiküler sistem prostat kanseri dışında % 8 mide, % 6 böbrek,
% 5’er rektum, tiroid ve primeri bilinmeyen, % 3 kadın genital, % 2’şer tükrük bezi,
karaciğer, nazofarinks, pankreas ve mesane kanseri primer tümör olarak saptandı.
Plazmositoma ve myeloma gibi lenfoid sistemin tümörleri genellikle spinal tümörler
arasında tartışılırlar. Oysa bunlar gerçek anlamda lenforetiküler sistem tümörleridir ve
metastatik hastalığa benzer bir klinik gösterirler.99 Biz, bu gruptaki tümörleri çalışmamız
içine dahil ettik.
Cerrahi
serilerde
akciğer
kanserinin
spinal
metastazları,
meme
kanseri
metastazlarından daha seyrektir. Oysa akciğer kanseri, meme kanserinden daha sık görülür.
Biz 15 olgu ile (% 23) en sık meme kanseri metastazı saptadık.
Meme kanserinin biyolojik davranışı çok değişkendir. Hastaların uzun yıllar
yaşamasına imkan veren tek soliter bir metastaz olduğu gibi, kısa yaşam süresine neden olan
dissemine metastazlar da yapabilir. Bizim serimizde meme kanseri metastazlarının büyük
çoğunluğunu tek soliter metastazlar oluşturmaktadır. Meme kanseri metastazlarının çoğunluğu
radyoduyarlıdır. Postop erken dönemde tüm olgularımıza radyoterapi uygulanmıştır. Hormon
tedavisine ve kemoterapiye de iyi yanıt verirler. Genellikle servikal ve üst torakal bölge
yerleşimlidir.22
Akciğer kanseri vertebralara ya direkt invazyon yoluyla yayılırlar ya da gerçek
metastaz yaparlar.95 Biz 12 akciğer kanseri olgumuzun 8’inde metastaz, 4’ünde invazyon
saptadık. Metastaz yoluyla gelenler, vertebra anterior bölümünde yerleşir. İnvazyon yoluyla
yayılanlar ise genelde tek taraflı kostakondral eklemi ve vertebranın orta bölümünü tutarlar.
Akciğer kanseri metastazları da genellikle torakal bölge yerleşimlidir.
Akciğer kanseri metastazları agresif seyirlidir.100 Küçük hücreli tümörler nadiren
kemik destrüksiyonu ve instabiliteye yol açarak cerrahiye giderler. Küçük hücreli tümörler
sistemik bir hastalık olarak kabul edilirler ve radyoduyarlıdırlar. Bizim serimizde küçük
hücreli akciğer kanseri metastazı nedeniyle opere edilen olgu yoktur. Skuamöz hücreli
tümörler masif destrüksiyon ve kollaps yaparlar. Biz 1 olguda skuamöz hücreli tümör
metastazı saptadık. Bunlar radyodirençlidirler. Agresif radyoterapiye rağmen ilerler. Nörolojik
fonksiyonları korumak için cerrahi önerilse de bu hastaların yaşam süreleri kısadır.
Akciğer kanserleri arasında seyrek olan adenokarsinomların spinal metastaz yapma
olasılığı daha yüksektir.86 Bizim çalışmamızda 12 akciğer kanseri arasında 10 olgumuzda
adenokarsinom saptandı. Radyoterapi başlangıçta tatmin edici fakat yetersiz yanıt verir.
Sistemik tümör yayılımı olmadığı sürece bu tümörlerin agresif yöntemle tedavi edilmesi için
tereddüt edilmemelidir.
Multiple myelom plazma hücrelerinin major malignitesidir.13 Lenfoid malignitelerden
myelomayı ayıran özellikler osteolitik kemik destrüksiyonu veya diffüz osteoporozdur.
Hastalar, hastalıklarının farklı evrelerinde çok değişik özelliklerle gelirler. Hastalık, kemik
iliğinde malign plazma hücreleri ile ve hastaların % 99’unda serum ve idrardaki monoklonal
immunglobulinlerle karakterizedir.86 Hastaların yaklaşık % 5’inde hastalık bir kemikte soliter
plazmositoma şeklinde ilk bulgusunu verir. Bunlar arsında da spinal kolona sıklıkla yerleşir
Çoğu plazmositomlar myelomanın bir parçası olarak görülseler de, diğerlerinde sadece
lokal radyasyon ile uzun süreli hastalıksız dönemler yaratılarak gerçekten lokalize kalmış
olabilir Soliter plazmositomlu hastalarda tahmini yaşam süresi 5 yıldan fazla olduğundan
omurga rekontrüksiyonu için PMMA yerine kemik greftleri kullanılabilir. Dekompresyona
ilaveten, ameliyat için başka bir gerekçede stabiliteyi sağlamaktır. Klinik olarak aşikar
myelomalı hastaların önemli bir kısmında segmental instabilite ve radyasyona bağlı olarak
progresif ağrı gelişir. Bu nedenle dikkatli bir radyolojik inceleme yapılmalı, instabilite varsa,
tanısı konarak omurgada stabilizasyon sağlanmalıdır.23
Sundaresan’a99 göre myelomada stabilizasyonun rolü literatürde pek vurgulanmamıştır
ve bunun üzerinde durulması gerekir. Fraktür gelişen hastalarda da profilaktik stabilizasyon
endikasyonu vardır. Bizim serimizde myelom saptanan 10 olgumuzdan instabil durumdaki 8
olgumuza anterior veya posterior stabilizasyon ile PMMA rekonstrüksiyon veya füzyon
uygulandı. Stabil durumdaki olgularımıza vertebroplasti uygulandı.
Metastazların çoğu kemikte yerleşip epidural bölgeye yayılırlar. Saf intradural
metastazlar oldukça seyrektir ve tüm spinal metastaz olgularının % 1’ini oluşturlar. Bizim
serimizde 1 olguda(% 1.5) saptandı.
Zileli ve ark.124 tarafından yapılan bir çalışmada saf epidural metastazlar % 5, tamamen
kemik içine izole metastazlar %10, hem kemik hem de epidural mesafeye yerleşimli
metastazlar % 84 oranında saptanmıştır. Bizim çalışmamızda Tomita evrelemesine göre
kompartman içi, yani vertebra kemik korteksinin sınırlarını aşmayan tümörü olan 13 olgu
(% 20), hem kemik hem de epidural yerleşimli metastazı olan 50 olgu (% 78.5) saptandı.
Yine aynı çalışmada hastalık, olguların %14’ünde tek bir düzeyde lokalize, %86
multiple düzeydedir. Torakal bölge, spinal metastazların % 70’inin yerleştiği yerdir. Lomber
bölgede % 20, servikal bölgede de % 10 oranında görülür. Bizim serimizde 38 olguda (% 59)
tek bir düzeyde lokalize tutulum, 26 olguda (% 41) multiple düzeyde tutulum görüldü.
Toplam 98 seviye lezyondan 53 seviye (% 54) torakal bölge, 29 seviye (% 30) lomber
bölgede, 15 seviye (% 15) servikal bölge ve 1 seviye (% 1) sakral bölge tutulumu izlendi.
Mekanik olmayan ağrı süreklidir, azalmaz, istirahatla geçmez ve geceleri artar. Spinal
tümörlerde sürekli fokal, radiküler ve yansıyan ağrılar olur. Radiküler ağrı servikal ve lomber
segmentlerdeki lezyonlarda sıktır. Torakal bölgede radiküler ağrı kuşak şeklinde dizestezi
veya parestezi bandı ile kendini gösterir. Bizim çalışmamızda lezyon bölgesine ait fokal ağrı
olguların tümünde görüldü. Radiküler ağrı servikal bölgede 8 olguda (% 13) lomber bölgede
14 olguda (% 22) saptandı.
Literatürde tanı sırasında nörolojik defisitler sık görülür.95,96,99,100 Hastaların 3/4’ünden
fazlasında değişik derecelerde kuvvetsizlik vardır. Hastaların yaklaşık yarısında mesane ve
gayta disfonksiyonu belirtileri vardır. Hastaların yaklaşık % 10’u tanı sırasında ciddi şekilde
paraparetik veya paraplejiktir. Bizim çalışmamızda her olguya ayrıntılı nörolojik muayene
yapıldı. 28 olgu ( % 44) hiçbir nörolojik defisiti olmayan ambulant durumdaydı. 36 olguda
(% 56) değişik dercelerde kuvvetsizlik vardı. 22 olgu (% 34) ileri derece paraparezik ve
paraplejikti. Spinal kanalda ciddi kompresyonu olan 10 olguda (% 15) idrar ve gayta
inkontinansı, 22 (% 34) olguda seviye veren duyu kusuru saptandı.
Metastatik spinal tümörlerde cerrahinin amacı ağrıyı gidermek, nöral basıyı kaldırmak,
instabilite varsa stabiliteyi sağlamaktır. Kanserin omurga metastazları, omurga devamlılığını
bozan en önemli nedenlerden birini oluştururlar. Omurga devamllığının bozulması
myeloradikülopati gelişmesine neden olacak ve yaşam kalitesini önemli ölçüde etkileyecektir.
Aynı zamanda primer hastalığın tedavisinin yapılması güçleşecek, hastanın yaşam süresinin
kısalmasına neden olacaktır.
Literatürde metastatik spinal tümörlerde instabilite üç şekilde kendini gösterir.17,41,62,72
Vertebra korpusunun yüksekliğinin progresif kaybı ve deformite, direkt bası ile bağlantılı
olmayan vertebra korpus yükseklik kaybı ile ortaya çıkan nörolojik defisit ve tümör
rezeksiyonundan sonra oluşan postoperatif instabilite. Bizim cerrahi uyguladığımız
olgularımızın büyük çoğunluğunu ilk iki neden oluşturmaktadır. Tümör rezeksiyonunda sonra
postoperatif instabilite gelişebileceğini düşündüğümüz olgularımızda mutalaka stabilizasyon
yapıldı.
Biyomekaniksel olarak spinal stabilite travmada olduğu gibi spinal tümörlerde de
etkilenir. Ancak metastatik spinal tümörlerdeki instabilite birçok yönden travmatik
instabiliteden ayrılır. Travma olgusunda olay akuttur, hastanın beklenen sağkalım süresi
uzundur. Kemik ve ligamantöz yapılar tutulurlar. Tümör olgularında ise olay genellikle kronik
olup, patoloji başlıca kemiği tutar. Ligamanlar ve diskler sağlamdır. Beklenen sağkalım süresi
kısadır.
White ve Panjabi’ye118 göre klinik instabilite “fizyolojik yüklenmeler karşısında
omuraganın, omurilik ve sinir köklerinde harabiyet, irritasyon veya şiddetli ağrıya neden
olacak şekilde gelişecek bir deformiteye karşı koyamayacak duruma gelmesidir” diye
tanımlamışlardır.
Kronik instabilite “kemik ve ligaman harabiyeti sonucu progresif deformite
gelişmesine bağlı nörolojik bulguların oluşması veya kötüye gitmesi, nörolojik bulgularda
düzelmenin engellenmesi, artan ağrı veya normal fonksiyonların yapılmasının imkansız hale
gelmesidir” diye tanımlanmıştır. Bizim görüşümüze göre tümörlerde oluşan instabilite kronik
instabilitedir. Yavaş yavaş büyüyen tümör dokusu omurganın sağlamlığını sağlayan yapıları
tek tek devre dışı bırakarak instabiliteye neden olacaktır.
Hazlet51 spinal instabiliteyi altı alt grupta toplamıştır. Buna göre spinal instabilite;
travma, tümör, spondilolistezis, dejeneratif ve skolyoza bağlı olarak gelişebilir.
Harrington50, spinal tümörü olan olgularını stabilite açısından beş gruba ayırmıştır.
Bizimde çalışmamızda kullandığımız bu sınıflamada instabilite 4. ve 5. grupta karşımıza
çıkmaktadır. Spinal tümörler farklı evrelerde, farklı biyomekanik özellikler sergilerler. Bu
sürecin dinamik oluşu tümörün büyüme hızı ve biyolojik doğası ile doğrudan bağlantılıdır.
Biz bu sınıflamaya göre 4. ve 5. gruptaki 43 olgumuzda (% 67) instabilite olduğunu
düşünürek stabilizasyon uyguladık.
Spinal tümörlerde omurga her zaman instabil değildir. Vertebranın defektif olmayan
bölümleri ile paraspinal kas ve ligamanlar vertebranın intrensek stabilitesini koruyabildiği
sürece sorun olmaz. Ancak kalan bölümlerde ne zaman bir patolojik fraktür ve bunun sonucu
deformite ve nöral bası olacağını önceden kestirmek oldukça zor, hatta imkansızdır. Travma
gibi bazı etkenlerin eklenmesi ile vertebranın direncinin kırılması sonucu patolojik fraktür
gelişebilir. Metastatik spinal tümörler arasında en büyük sorunu bu grup oluşturmaktadır.
Patolojik fraktürün ortaya çıkma zamanı tam olarak bilinmediği için, buna yönelik
stabilizasyonun zamanlaması da yapılamaz.
Dimar ve ark27 tarafından vertebrada dril ile defekt oluşturularak yapılan tümör
modellerinde patolojik fraktürün ne zaman gelişeceği önceden kestirilmeye çalışıldıysa da, bu
konuda somut veriler elde edilememiştir. Benzer çalışmalar Windhagen ve ark119 tarafından
bilgisayarlı tomografiden yararlanılarak da yapılmaya çalışılmış, ancak tatmin edici sonuçlar
elde edilememiştir.
Günümüzde yapılan biyomekanik çalışmalarda beş vertebradan oluşan bir sistemde
ortadaki vertebraya korpektomi yapılarak tümör instabilitesi taklit edilmeye çalışılır. Oysa
klinikte yapılan her biri cerrahi işlemin etkisi tam olarak bilinmemektedir. Bu kargaşaya son
vermek için Benzel11 bir “domino küpleri sistemi” geliştirmiştir. Benzel, vertebra korpusunu
27 domino küpüne ayırmıştır. Buna göre spinal stabilite bu küplerin bütünlüğüne göre
etkilenir.
Travmatik olgularda spinal stabilitenin değerlendirilmesi için tanımlanmış birçok
puanlama sistemi vardır. Panjabi tarafından her bölge için ayrı ayrı tanımlanan, daha sonra
Benzel11 tarafından tek parça haline getirilerek tüm bölgelere uygulanabilen puanlama
sistemleri vardır. Ancak bizim görüşümüze göre tümöral patolojiler dinamik süreçte ve farklı
biyomekanik özellikler sergilemesi bakımından puanlama sistemleri pek uygun değildir.
İnstabiliteyi ortaya koymak için çeşitli teorik kavramlar öne sürülmüştür. Denis’in üç
kolon görüşüne göre kolonlar ligamanlar ve intervertebral diski de kapsar. Oysa spinal
tümörlerde bu iki yapı ciddi oranda etkilenmemektedir. Olay daha çok kemik ile ilgilidir.
Louis’e göre vertebra korpusu bir kolon, her iki faset kompleksi iki kolon olmak üzere
üç kolon bulunmaktadır. Bizim görüşümüze göre kolon sistemleri arasında spinal metastatik
tümörler için Louis’in kolonlar sitemi uygundur. Çünkü vertebra korpusu kollapsını buna göre
değerlendirmek olasıdır.
Koustik63 spinal tümörlerde stabiliteyi değerlendirmek için Denis’in kolonlar sistemini
modifiye etmiştir. Üç kolon sağ ve sol olmak üzere iki ayrı kolona bölünerek toplam altı
kolon oluşturulmuştur. Biz yaptığımız çalışmada instabilite kararını verirken Koustik’in
kolonlar sistemini kullandık. Bizim görüşümüze göre mevcut kolon ve puanlama sistemleri
arsında spinal tümörler için en kolay ve yol gösterici olanı budur. Bizim serimizde 5 ve 6
kolon tutulumu olan belirgin instabilitesi olan 43 olgu (% 67) saptandı.
Günümüzde kemoterapi ve diğer tedavi yöntemlerinin giderek artması, hastaların sağ
kalımlarını olumlu yönde etkilemiş, bu nedenle stabilizasyonun önemi daha da
belirginleşmiştir. Tomita109 radyoterapinin, yumuşak doku basısına bağlı nörolojik defisitleri
giderebildiğini, ancak deformite ve deformiteye bağlı nörolojik defisitlere etkin olmadığını
söylemiştir.
Sunderasan101
radyoterapi
uygulanan
ambulatuar
hastaların
%20’sinin
kötüleştiğini söylemiştir.
Tedavi sonuçları büyük oranda tedavi öncesi nörolojik duruma bağlı olduğundan,
erken cerrahiden yararlanabilecek hasta kesimini ayırdetmek çok kritik bir karardır. Biz
çalışmamızda radyolojik durumlarına göre tedavi şeklinin belirlenmesine yardımcı olması
bakımından tümörün vertebrada yerleşimine göre ayıran Tomita107 evrelemesini, ayrıca
cerrahiye uygun hasta seçimine karar verme açısından Tokuhashi preoperatif skorlamasını105
kullandık.
Kompresyon yeri ve tümörün yayılımına bağlı olarak en iyi cerrahi yaklaşım tümör
rezeksiyonu için uygun girişimi sağlayan, nöral dekompresyonu sağlayan ve ayrıca
enstrümantasyon ve stabilizasyon için yeterli ekspozisyon sağlayan girişimdir.
Geçmişte çok sık olarak başvurulan posterior yoldan laminektomi girişimi günümüzde
hastaların sadece 1/3’ünde düzelme yaptığı ve instabilite yaratması sebebiyle terkedilmiştir.
Bu girişim sadece epidural uzanımı olan kemik tutulumu olmayan hastalar için
kullanılmaktadır. Bizim çalışmamızda epidural tümörü olan instabilitesi olmayan ve belirgin
nörolojik defisiti olan 11 olguya (% 17) stabilizasyonsuz dekompresif laminektomi yapıldı.
Hall ve Mackay49 118 spinal metastazlı hastada yalnızca posterior dekompresyon
yapmış ve düzelme oranlarını posterior yerleşimli tümörlerde % 39, lateral yerleşimli
tümörlerde % 35, sirkümferansiyel yerleşimli tümörlerde % 25, anterior yerleşimli tümörlerde
% 9 olarak vermiştir.
Findlay36 1816 hastayı taramış ve tedavi sonunda yürüyebilen hasta oranlarını
laminektomi uygulananlarda %32, laminektomi ve radyoterapi uygulananlarda %38, sadece
radyoterapi uygulananlarda % 51 olarak saptamıştır.
Gilbert ve ark44 retrospektif bir çalışmada , sadece radyoterapi görmüş 170 hasta ile
cerrahi ve radyoterapi görmüş 65 hastanın sonuçlarını karşılaştırmış ve anlamlı bir fark
olmadığını bildirmişlerdir.
Young ve ark122 tarafından yapılan prospektif randomize bir çalışmada ise radyoterapi
uygulanmış ve laminektomiyi takiben radyoterapi uygulanmış hasta grupları ağrı palyasyonu,
yürümenin gelişmesi, sfinkter fonksiyonundaki gelişmeye göre karşılaştırmış ve istatistiksel
anlamlı bir fark saptamamışlar.
Lindstad,69 radyoterapi uygulamasının paralizi gelişmiş olgularda başarı oranının
düşük olduğunu, laminektomiyi takiben radyoterapi uygulaması ile elde edilen sonuçların,
yalnızca radyoterapi gören olgulara göre daha iyi olduğunu bildirmiştir.
Fessler’e33
göre
tümör
kitlesi
omuriliğin
önüne
yerleşmişse
laminektomi
kontrendikedir. Vertebra cismi kollaps olduysa veya kifotik deformite varsa laminektomi
uygulanmamalıdır.
Harrington50 spinal tümörlerde posterior stabilizasyon endikasyonlarının kısıtlı
olduğunu söylemektedir. Buna göre kombine bir yaklaşımın parçası olarak, anterior
stabilizasyonun çok uzun olması durumunda, posterior eleman tutulumu olması durumunda ve
L3’ün distalindeki gerek anterior gerekse posterior lezyonlarda posterior stabilizasyon
yapılması önerilmiştir. Bize göre posterior cerrahinin avantajları; stabilizasyonu sağlamada
daha etkin olması ve büyük damarlarla visseral organların manipulasyonu nedeniyle
gelişebilecek morbiditeden kaçınmamızı sağlamasıdır.
Siegal ve ark95,96 prospektif bir çalışmada spinal kanal içindeki tümör basısının yerinin
prognostik öneminin büyük olduğunu ve anterior yerleşmiş bir tümör anterior yoldan
dekomprese edilirse başarı oranı % 80 iken, posterior yerleşimli bir tümör laminektomi ile
dekomprese edilirse başarı oranının %39 olduğunu söylemişlerdir.
Tao ve ark103 tarafından yapılan retrospektif bir çalışmada metastatik spinal tümörü
olan 63 hasta çalışmaya alınmış. 41 hastada anterior enblok ya da parsiyel rezeksiyon,
dekompresyon, internal fiksasyonlu rekonstrüksiyon, 8 hastada laminektomi ve stabilizasyon,
14 hastada kombine yaklaşım kullanmış. 6 aydan uzun süre takip ettiği hastlarında % 91.9
ağrıda azalma, % 66.1 nörolojik tabloda düzelme tespit etmiş. Serisinde cerrahi komplikasyon
görülmemiş. Akciğer ve karaciğer kanserli olgularında ortalama yaşam süresini 6 ay, meme,
prostat kanserli olgularında ortalama 15 ay, tiroid ve böbrek kanserinde de ortalama 28 ay
olarak saptamıştır.
Laminektomi omuriğin ön yüzüne yeterli bir yaklaşım sağlayamadığı için bir dizi
ekstensif posterolateral yaklaşım tanımlanmıştır. Bunlar özellikle enstrümantasyonla birlikte
uygulandığında kısa dönemde %75’e varan düzelmeler sağlamaktadır.
Bilsky ve ark15 son yıllarda bildirdiği 25 hastalık seride tek seansta posterolateral
transpediküler yol kullanılarak tümör eksizyonu ve sirkümferansiyel rekonstrüksiyon
uygulamışlardır. Stabilizasyon için Steinman çivisi destekli PMMA ile posterior rod kanca
sistemi kullanmışlardır. Bizim çalışmamızda 20 olgu (% 31) bu yolla opere edildi. Bu yolla
opere ettiğimiz olguların tümüne posterior yoldan transpediküler vida rod sistemi ile
stabilizasyon ve Kirschner çivisi destekli PMMA ile çepeçevre rekonstrüksiyon sağlandı.
Bizim görüşümüze göre tek seanslı transpediküler yolla girişim morbiditesinin düşük olması
ameliyat süresinin kısa ve kanamanın az olması yanında kombine yaklaşımlara alternatif
olarak kullanılması uygundur. Bu yolun avantajı üç kolonun da görülmesi ve müdahale
edilmesidir.
Wang ve ark115 140 olgu ile yaptığı bir çalışmada kombine yaklaşımların
morbiditesinin yüksek olduğunu düşünerek tek aşamalı posterolateral transpediküler yolla
dekompresyon çepeçevre rekonstrüksiyon ve posterior stabilizasyon yapmıştır. Olguların
tümünde anterior rekonstrüksiyon materyali olarak Steinmann çivisi destekli PMMA
kullanmışlardır. Ortalama ameliyat süresi 5.1 saat, ortalama kanama miktarı 1500 ml,
ortalama hastanede kalış zamanını 9 gün olarak vermişlerdir. Ağrıda azalmayı % 96, nörolojik
defistlerdeki düzelme oranlarını % 75 olarak saptamışlardır. Komplikasyon oranlarını % 14.3
olarak vermişlerdir..
Tomita ve ark108 posterior yolla spondilektomi yapmışlar ancak daha sonra bu
girişimin primer malign omurga tümörlerinde uygun olacağını vurgulamışlardır. Bizim
görüşümüze göre de metastatik spinal tümörlerde spondilektominin uygulanması son derece
kısıtlıdır.
Abe ve ark1 en blok spondilektomi yoluyla opere ettikleri 8 hastanın 5’inde kombine
anterior ve posterior füzyon, 3’ünde ise sadece anterior enstrümantasyon kullanmışlardır.
Sunderasan ve ark98’nın 16 hastalık klinik serilerinde torakal bölge tümörlerinde
posterolateral torakotomiyi, lomber bölge tümörlerinde retroperiton yolunu kullandığı
görülmüştür. Bizim çalışmamızda torakal bölge yerleşimli tümörü olan 8 olgu (% 12)
torakotomi yolu ile, lomber bölge yerleşimi olan 4 olgu (% 6) retroperitoneal yolla opere
edilmiştir.
Stabilizasyonun aneriordan mı yoksa posteriordan mı yapılması gerektiği, büyük
ölçüde tümörün lokalizasyonuna bağlıdır. Metastazların çoğunlukla vertebra korpusunu
tuttukları göz önüne alındığından birçok yazar anterior yaklaşımı tercih etmektedir. Bizim
serimizde 18 olgu (% 28) olgu anterior yoldan opere edildi. Çalışmamızdaki bu oranın düşük
olmasının sebebi anterior yaklaşıma alternatif olan posterolateral transpediküler yaklaşımı
tercih etmemizdendir.
Anterior ve anterolateral yaklaşımlar vertebra cismine direkt yaklaşım imkanı vererek
spinal kord
dekompresyonunun direkt görülerek yapılmasına izin verir. Ayrıca duranın
görülmesi ile rekonstrüksiyon daha emin yapılabilir. Multiple seviyede yerleşmiş lezyonlar bu
yaklaşımın dezavantajlarıdır.
Wise ve ark120 tarafından yapılan retrospektif bir çalışmada metastatik spinal tümörü
olan 80 olgu anterior, posterior ve kombine yollarla opere edilmiş. Ortalama yaşam süresini
tanıdan sonra 26 ay, cerrahi uygulamalardan sonra 15.9 ay olarak saptamıştır. Komplikasyon
oranını % 25 olarak saptamış. İntraoperatif ölüm görülmemiştir.
Kanayama ve ark58 değişik derecelerdeki tümör vakalarında, anterior rekonstrüksiyona
karşın
dairesel
rekonstrüksiyonu,
mekanik
prensipler
üzerinde
karşılaştırmışlardır.
Korpektomi veya subtotal spondilektomiyi takiben uygulanan anterior rekonstrüksiyonun
dairesel rekonstrüksiyona eşdeğer sağlamlığa sahip olduğunu, buna karşın total spondilektomi
sonrası anterior rekonstrüksiyonun değil de anterior posterior kombine rekonstrüksiyonun
seçilmesi gerektiğini mekanik çalışmayla göstermişlerdir.
Timlin ve ark104 metastatik tümörü olan 28 hastayı çalışmalarına almış ortalama yaşam
sürelerini 6.4 ay olarak vermişlerdir. 20 olguda anterior yaklaşımla PMMA kullanarak
fiksasyon, 6 olguda kombine yaklaşım uygulamışlardır. Ağrısı ve nörolojik defisiti olan 24
olgunun 17’sinde düzelme saptamışlardır.
Literatürde anterior vertebrektomi sonrası dolgu materyali olarak en sık kullanılan
polimetilmetakrilatttır.(PMMA) Stabilitesi konusunda bazı kuşkular olmasına rağmen
kompresif güçlere direnmesi oldukça yüksektir. Fiksasyonu rezeksiyonun bir üst ve bir alt
vertebrasına sokulan Steinman veya Kirschner çivileri ile sağlanır. Bu tekniğin avantajı
basitliği ve pahalı enstrüman sistemleri ile karşılaştırıldığında düşük maliyetidir. Literatürde
kötüleşme şeklinde bir klinik belirti görülmemiştir. Ancak Steinman çivilerinin yorgunluk
fraktürleri birçok olguda saptanmıştır. Bizim çalışmamızda servikal bölgede Kirschner
destekli PMMA kullanılan ve plak vida ile stabilizasyon 1 olguda düşmeye bağlı PMMA’nın
kırıldığı gözlenerek tekrar opere edildi.
Temel yaşam süreleri kısa olan hastalarda veya ameliyat sahasına postoperatif
radyoterapi uygulanması gereken hastalarda kemik greft kullanılmamalıdır. 1 yıl ve üstü
yaşam beklentisi olan malign tümörlerde kemik ile füzyon yapılabilir. Kemik greft kullanılan
hastalarda radyoterapi 6 hafta geciktirilmelidir.
Literatürde anterior rekonstrüksiyon materyali olarak allogreftler, seramik protezler,
distraktif metal protezler ve kafesler kullanılmıştır.95,96,98,124 Bizim çalışmamızda anterior yolla
opere ettiğimiz olgularda çoğunlukla distraktif metal protez olarak Türkmen cihazı kullanıldı.
Çalışmalarda osteolitik spinal metastazlar ve myeloma vertebroplasti için uygun
hastalık grubunu oluştururlar.
Vertebroplastinin ana amacı tümör infiltrasyonu sonucu
vertebra çökme kırıklarına bağlı ağrı tedavisidir. Tümörlerde kemik sementin ısı etkisiyle
termal nekroz oluştuğu ve tümör damarlarının okluzyonu ile iskemi oluşturduğu
varsayılmaktadır.26
Cotten24, metastaz veya myelom nedeniyle perkutan vertbroplasti uyguladığı 37
hastanın % 90’nında ağrıda anlamlı derecede azalma bildirilmiştir. Bizim serimizde
instabilitesi olmayan, nöral basısı olmayan metastatik hastalığa bağlı patolojik kompresyon
fraktürü olan 11 olguya (% 17) vertebroplasti uygulandı. Ağrı skoruna ve narkotik skoruna
göre belirgin düzelme saptandı. Girişim sırasında herhangi bir komplikasyonla karşılaşılmadı.
Wenger ve ark117 ağrısı olan, instabilitesi olmayan patolojik kompresyon fraktürlerine
vertebroplasti uygulamışlar. Ağrıda azalma oranlarını % 80 olarak, komplikasyon oranlarını
% 10 olarak vermişlerdir. Ayrıca vertebroplastinin kemoterapi, radyoterapi ile kombine olarak
kullanılabilceğini vurgulamışlardır.
Levine67 187 hastaya uyguladığı vertebroplasti uygulamasında % 70-80 oranında ağrıda
azalma ve hastanın mobilizasyonunda artma tespit etmiştir.
O’Brien ve ark82 ise %70’in üzerinde ciddi çökmesi olan 6 hastaya vertebroplastiyi
başarıyla uygulamıştır.
Spinal metastatik tümörlerde nörolojik ve nörolojik olmayan komplikasyonlar
bildirilmiştir. Literatürde en sık nöral dokunun perop yaralanması, BOS fistülü, hematom
ödem, enfeksiyon, iyatrojenik instabilite ve deformite yaratılması, yetersiz enstrümantasyon
bildirilmiştir. Bizim serimizde peroperatif herhangi bir komplikasyonla karşılaşılmadı. Postop
1 olgumuzda 4. günde üst GİS kanaması, 1 olgumuzda 1. gün pnömotoraks gelişti. 1 olgu
postop erken dönem solunum sıkıntısı, 1 olgu da sepsis nedeniyle eksitus oldu.
Vrionis ve Small114 metastatik tümörü olan 96 hastayı incelemişler. Komplikasyon
oranlarını: % 5.2 enfeksiyon, % 2 BOS fistülü olarak vermişlerdir: Mortalite oranlarını % 4.1
saptamışlardır.
Sonuç
Günümüzde onkolojideki gelişmelerle kanser hastalarının yaşam süreleri olumlu yönde
etkilenmiştir. Metastatik spinal tümörü olan olgulara son yıllardaki gelişmelerle birlikte bakış
açısı da değişmiştir. Metastatik spinal tümörlerde cevap arayan ilk soru biyomekanik açıdan
bakıldığında instabilite olup olmadığıdır.
Tüm çalışmalara rağmen metastatik spinal tümörlerde instabilite tanısı koymak ve
cerrahi endikasyonu vardır diyebilmek son derece zordur. Günümüzde yapılan çalışmalarda
kanser olgularını ve dolayısıyla spinal metastazları belirli bir kalıba sokmak ve buna yönelik
cerrahi girişim uygulamak için ortak bir görüş birliği yoktur. Bunun sebebi kanser olgularının
son derece farklı davranması ve metastatik spinal tümörlerin davranışının hastadan hastaya
farklılıklar göstermesidir.
Radyoterapi ve kemoterapi gibi yöntemler yumuşak doku basısına bağlı nörolojik
defisitleri gidermekte ancak deformite ve deformiteye bağlı nörolojik defisitlere etkili
olamamaktadır.
Metastatik bir spinal tümör varsa ilerleyici bir destrüksiyon var demektir. O anda bir
sorun yoksa bile daha sonra olacağı kesindir. Çoğu zaman tümör basısı hariç gelişmiş bir
instabilite varsa klinik olarak instabildir diyebiliriz.
Tüm amaç gelişmiş instabiliteyi ve yakın gelişecek instabiliteyi ortaya koymak ve
cerrahi olarak omurganın restorasyonunu sağlayacak tedbir almaktır. Son yıllarda
enstrümantasyon sistemlerindeki gelişmeler ve omurganın her seviyesine girişimin mümkün
olması sonucu hastanın hemen mobilize edilerek yatak dışına çıkması olanaklı hale gelmiştir.
Metastatik spinal tümörü bulunan kanser hastaları mutlaka farklı branş hekimlerinin ve
Onkoloji merkezlerinin bulunduğu yerlerde ve multidisipliner ekip çalışması ile ele
alınmalıdır.
Sınırlı yaşam süresi bulunan kanser olgularında tüm amaç hastanın son döneminde
rahat ve konforlu yaşamasını sağlamaktır. Hasta konforunun da omurganın stabilizasyonu ile
mümkün olacağı unutulmamalıdır.
Kaynaklar
1.
Abe E, Sato K, Murai H, Tazawa H, Chiba M, Okuyama K: Total spondylectomy for solitary spinal
metastases of the thoracolombar spine: Tohoku J exp. Med. 190: 33-49,2000
2. Akeyson EW, McCutheon IE: Single-stage posterior vertebrectomy and replacement combined with
posterior instrumentation for spinal metastasis. J Neuros. 85: 211-220, 1996
3.
Alberstone CD, Benzel EC: History.İn:Benzel EC(ed):Spine surgery:Techniques, complication
avoidance and management.New york, 1999
4.
Algra PR, Bloem JL, Tissing H et al. Detectin of vertebral metastases: comparison between MR
imaging and bone scintigraphy,11: 219-232, 1991
5. Asdourian PL, Mardjetko S, Rausching W, et al: An evaluation of spinal deformity in metastatic breast
cancer. J spinal disord 3: 119-134, 1990
6.
Avman N, Tanyaş Y, Dinçer C: Spinal kord tümörleri ve mikroteknik.AÜTFM.1976
7.
Bailey RW: Fractures and dislocations of the cervical spine. Postgrad med. 558-599,1964
8. Barcena A, Lobato R, Rivas J, et al:Spinal metastatic disease:Analysis of factors determining functional
prognosis and choice of treatment. Neurosurg. 15:820-827, 1984
9.
Belkoff SM, Mathis JM, Erbe EM, Fenton DC,: Biomechanical evaluation of a new bone cement used
in percutaneous vertebroplasty. Spine 25:1061-1064, 2000
10. Bergmark A: Stability of the lumbar spine. A study in mechanical enginering. Acta Orthop scand supll
66: 1-54,1989
11. Benzel EC: Biomechanics of spine stabilization. Princeples and clinical practice. 1 st ed. Mc Graw-Hill
Inc 1995
12. Benzel EC: Omurga stabilizasyonunun biyomekaniği . Türkçesi : Sait Naderi,Kemal Yücesoy, Serdar
Özgen: Marmara Nörolojik Bilimler Enstitüsü . İstanbul 1998
13. Bergsagel DE, Giriffith Km, Haut A, Stuckey WF Jr. The treatment of plasma cell myeloma. Adv
Cancer Res. 10:311-359, 1967
14. Bernhard M, Bridwell KH: Segmental analysis of the sagittal plane aligment of the normal thoracic and
lumbar spines and thoracolumbar junction. Spine 24:717-726, 1989
15. Bilsky MH, Boland P, Lis E, et al: Single stage posterolateral transpedicle approach for
spondylectomy,epidural decompression, and circumfirential fusion of spinal metastases. Spine 25:22409,2000
16. Bloomfield DJ: Should bisphosphanate be part of the standart therapy of patients with multiple myeloma
or bone metastases from other cancer? An evidence-based review .J Clin Oncol 16:1218-1225,1998
17. Boriano S,Weinstein JN: Differential disgnosis and surgical treatment of primary bening and malignant
neoplasm. İn. Frymoyer JW (ed): The adult spine, Lippincott-Raven Publishers, Philadel 951-987, 1997
18. Bostrom MP, Lane JM: Future direction. Augmentation of osteoporotic vertebral bodies.Spine 22:3842, 1997
19. Brice J, McKissock W. Surgical treatment of malignant extradural spinal tumors. Br. Med. J. 1:13411344, 1965
20. Bucholz RW, Carlton A, Holmes RE: Hyroxyapatite and tricalcium phosphate bone graft substitutes.
Orthop. Clin. North Am. 18:323-334, 1987
21. Cahill DW: Malignant tumors of the bony spine. Menezes Ah, Sonntag VK ed. Principles of spinal
surgery. New York: 1401-1423, 1996
22. Chap LI, Haskell CM: Breast cancer:systemic treatment for metastases. Haskell CM,ed Cancer
treatment Philadel.WB saunders company 560-576,2001
23. Clark C, Keggi K, Panjabi M. Methyl methacrylate stabilization of cervical spine. J bone Joint surg. 66:
40-46, 1984
24. Cotten A, Dewatre F, Cortet B, et al: Percutaneous vertebroplasty for osteolytic metastases and
myeloma: effects of the percentage of lession filling and leakage of methyl
25. De Santas LA, Goldstein HM, Murray JA, Wallaces: Computed tomography in the evaluation of
musculoskeletal neoplasms. Radiology 128: 89-94, 1978
26. Deremond H, Wright NT, Belkoff SM: Temperature elevation caused by bone cement polymerization
during vertebroplasty. Bone 25:17-21, 1999
27. Dimar JR, Voor MJ, Zhang YM, Glassman SD: A human cadaver model for determination of
pathological fracture threshold resulting from tumors destruction of vertebral body.Spine 23:1209-1214,
1998
28. Domcheck SM, Younger J, Finkelstein DM,Seiden MV: Predictors of skeletal complication in patient
with metastatic breast carcinoma. Cancer 89: 363-368, 2000
29. Dvorak J, Hayek J, Zehnder R: CT-functional diagnosis of the rotary instability of the upper cervical
spine. Spine 12:726-738, 1987
30. Dvorak J, Panjabi MM: Functional anatomy of the alar ligaments. Spine 12: 183-189, 1987
31. Dvorak J, Schneider E, Saldinger P, Rahn B: Biomechanics of the cranio cervical region: The alar and
transvers ligaments. J Orth. Res. 6: 452-462, 1988
32. Dwyer AF, Newton NC, Scherwood AA: An anterior approach to scoliosis. A preliminary report. Clin
Orthop 62: 1969
33. Fessler R, Dietle D, Macmilan M, Peace D: Lateral parascapular extrapleural approach to the upper
thorasic spine. J Neurosurg. 75:349-355, 1991
34. Fidler M. Anterior decompression and stabilization of metastatic spinal fractures. J bone joint surg.
68:1986
35. Fielding JW, Cochran Gv, Lowsing JF: Tears of the transvers ligament of the atlas. J. Bone Joint surg.
Am 56: 1683-1691, 1974
36. Findlay G. The role of vertebral body collapse in the management of malignant cord compression. J
Neurol. and Neurosurg., Phsych 50:151-154, 1987
37. Flatley TJ, Anderson MH, Anast GT: spinal instability due to malignant disease: J bone joint surg. 66:
47-52, 1984
38. Fornaiser VL, Jorne JG: Metastases to the vertebral column. Cancer.590-594, 1975
39. Friedlaender GE, Southwick WO. Tumors of the spine. In:Rothman RH, Simeone FA ed. The
spine.Philadel.,saunders.1022-1040,1982
40. Frymoyer JW, Pope MH:Segmental instability. Seminars in spine surgery 3:109-118, 1991
41. Galasko CSB: Spinal instability secondary to metastatic cancer. J bone joınt surg. 73: 104-108, 1991
42. Galibert P, Deramaont H, Rosat P, LeGars D. Preliminary note on the treatment of vertebral angioma by
percutan. Acrylic vertebroplasty. Neurosurg. 3:163-168, 1987
43. Ghelman B, Lospinusa M, Levine D, : Percutaneus computed tomography-guided biopsy of the torasic
and lumbar spine.Spine 16:736-39 1991
44. Gilbert RW, Kim JH, Posner JB: Epidural spinal cord compresion from metastatic tumor: diagnosis and
treatment. Ann Neurol. 3:40-51, 1978
45. Goodwin-Austin R, Howell D, Wothing B: Observations on radiaton myelopathy. Brain 98:557-568,
1975
46. Greenspan A, Wolfgang R: Metastases. Differential Diagnosis of tumors and tumor-lkike lesion of bone
and joints. Piladel, 367-385, 1998
47. Grob D, Magerly F: Surgical stabilization of C1-C2 fractures. Orthop.16:46-54, 1987
48. Gurr KR,Mc Afee PC,Shih CM: Biomechanical analysis of anterior and posterior instrumentation
system after corpectomy.A calf spine model. J Bone joint surg. 70: 1182-1191, 1998
49. Hall AJ, Mackay NS: The result of laminectomy for compression of the cord or cauda equina by
extradural malignant tumor. J Bone joint surg 55:497-505, 1973
50. Harrington KD: Anterior decompression and stabilization of the spine as a treatment for vertebral
collapse and spine cord compresion from metastaticc malignancy. Clin Orthop. 233: 177-197, 1988
51. Hazlet JW, Kinnard P: Lumbar apophysel process excision and spinal instability. Spine 7: 171-176,
1982
52. Heller JG, Zdeblick TA, Kunz DA, McCabe R, Cooke ME: Spinal instrumentation for metastatic
disease. İn vitro biomechanical analysis. J spinal disord. 6:17-22, 1993
53. Holmes A, Wang C, Han ZH, Dang DT: The range and nature of flexion-extansion motion in cervical
spine. Spine J Neurosurg. 19:2508-2510, 2000
54. Jaeckle K, Young D, Foley K. The natural history of lumbosacral plexopathy in cancer. Neurology 35:
8-15, 1985
55. James KS, Wenger KH, Schlegel JP, Dunn HK: Biomechanical evaluation of the stability of
thoracolumbar burst fractures. Spine 19:1731-1740, 1994
56. Jiang H, Raso Jv, Moreau MJ: Quantitative morphology of the lateral ligaments of the spine. Assement
of their importance in maintaining lateral stability.Spine 19: 2676-2682 1994
57. Kamholtz R,Sze G. Current imaging in spinal metastases dissease. Sem Onkol 18: 158-169, 1991
58. Kanayama M, Ng JT, Cunningham BW, Abumi K, Kaneda KmcAfee PC: Biomechanical analysis of
anterior versus circumferential spinal reconstruction for various anatomic stages of tumor lesions. Spine
24:445-450, 1999
59. Kempin S, Sunderasan N: Disorders of the spine related to plasma cell dyscrasias. Philadelphia: 2:
1832-1842, 2000
60. Knowling MA,Harwood AR, Bergsagel DE. Comparison of extramedullary plasmacytomas with solitary
and multiple plasma cell tumors of bone . J Clin Oncol. 1: 255-262,1983
61. Kori S, Foley K, Posner J. Brachial plexus lesions in patients with cancer. Neurology 31:45-50, 1981
62. Kouistik JP, Errico TJ, Gleason TF, Errico CC: Spinal stabilization of vertebral column tumors. Spine
13: 250-256, 1988
63. Koustik JP: Differantial diagnosis and surgical treatment of metastatic spine tumors. In Fry moyer JW
ed. The adult spine, Philadel. 989-1014, 1997
64. Landmann C, Hunig R, Gratzl O: The role of laminectomy in the combined treatment of metastatic
spinal cord compression. In. J Rad. Onco. 24: 627-631, 1992
65. Lantos PL, Vandenberg SR, Kleihues P: Tumours of the nervous system. London; Arnold, 787-791,
1997
66. Levine AM, Crandall DG: Treatment of primary malignant tumors of the spine and sacrum. In
Bridwell ,Dewald eds. The text book of spinal surgery. Second edition. Phila. 1983-2006, 1997
67. Levine SA, Perin LA, Hayes D, Hayes WS: An evidence based evaluation of percutaneous
vertebroplasty. Manag Care 9:56-60, 2000
68. Lewis D, et al. İncidence, presentation, and outcome of spinal cord disease in children with systemic
cancer. 78: 438-443, 1986
69. Lindstadt DE: Spinal cord. Leibel S., Philips TL. Ed. Textbook of radiaition Oncology. WB.
Pennsylvan: Saunders Company.410-411, 1998
70. Locke GR, Gardner JI, Van Epps EF: Atlas Dens Interval in children: A survey based on 200 normal
cervical spine.Am J Roedrgen 97:135-140, 1966
71. Lysell E: Motion in the cervical spine. Acta Orthop. Scand Suppl 123: 161, 1969
72. Macedo N, Sunderasan N, Galicich J: Decompressive laminectomy for metastatic cancer: what are the
cizrrent indications? Proc am soc. Clin. Oncol. 4: 278, 1985
73. Maranzano E, Latini P: Effectiveness of radiation therapy withoutsurgery in metastatic spinal cord
compression: Final result from a prospective trial. In J Radiat. Oncol Biol Phys 32:959-967,1995
74. Miles J, Banks Aj, Dervin E, Noori Z: Stabilization of the spine affected by malignancy. J Neuro l
neurosurg. Psychiatr 47: 897-904; 1984
75. Mirra J.Bone tumors: Clinical, radiologic, and patholog. Correlations. Philadel. 1989
76. Mirra J, Golg R: Metastases. Bone tumors Lea and Febiger,Philadel,1989
77. Moroney SP, Schiltz AB, Mille Jaa, Anderson GBJ: Load displacement propertics of lower cervical
spine motion segment.J Biomech.21:769-775 1988
78. Mundy GR, Raisz LG,Cooper RA et al: Evidence for the secretion of an osteoclast stimulating factor in
myeloma. N. Engl. 291: 1041-1046, 1974
79. Munro D: The factors that govern the stability of the spine. Paraplegia 3: 219-228, 1965
80. Nazzaro JM, Arbit E, Burt M: Trap door exposure of the cervicothoracic junction: Technical note. J
Neurosurg. 80:338-341, 1994
81. Nelson JS, von Deimling A, Ptersen I, Janzer RC: Metastatic tumors of the CNS. Kleihues P, Cavenee
WK, ed. Pathology and genetics: tumours of the nervous system. Lyon, IARCPress, 2000; 250-253
82. O’Brien JP, Sims JT, Evans AJ: Vertebroplasty in patients with severe vertebral compression fractures.
American J. Neurorad. 21:1555-1558, 2000
83. Olcott EW,Dillon Wp: plain film clues to the diagnosis of spinal epidural neoplasm and ınfection,
noeuroradiol 35: 288-292, 1993
84. Onimus M, Papin P, Gangloff S: Resultof spinal thorasic and lumbar metastases. Eur Spine j. 5:407411, 1996
85. Özer AF: Omurga ve omurilik cerrahisi. Özer AF,Zileli M(ed).1. baskı saray matbaası İzmir;1997
86. Öztop F: Omurga ve omurilik cerrahisi Özer AF,Zileli M(ed) 2. baskı Meta basım
sy: 957-967
Bornova, İzmir 2002
87. Parades JM, Mitchell BS. Muliple myeoloma: current consepts in diagnosis and management. Med Clin.
North Am. 64:729-742, 1980
88. Polster J, Wuisman P, Harle A, Matthias H: Ventral stabilization of primary tumors and metastases of
the spine with vertebral body implant and palacos. Z Orthop Ihre Grensgeb 127:414-417, 1989
89. Posner I, White AA, Edwands WT: A biomechanical analysis of clinical instability of the lumbar and
lumbosacral spine. Spine 7:374-389,1982
90. Sances A, Weber RG, Larson SJ: Bioenginering analysis of head and spine injuries. Crit Reu bioeng.
5:79-122, 1981
91. San Milan RD, Burkhardt K, Jean B. Pathology findings with acrylic implants.Bone 25:85-90, 1999
92. Schaberg J, Gainor BJ. A profile of metastatic carcinoma of spine. Spine. 10: 19-20 1985
93. Shaw B, Mansfield FL, Borges L. One stage posterolateral decompression and stabilitation for primary
and metatstatic vertebral tumors in the torasic and lumbar spine. J Neurosurg. 70:405-410, 198913411344, 1965
alignant
extradural
spinal
tumors.atic
spine
tumors
prognosis.9
595959595959595959595959595959595959595959595959595959595959595959595959595959595959595
94. Sherman R, Waddell J: Laminectomy for metastaticepidural compression by malignant tumors. J Bone
Joint surg. 67:375-382, 1985
95. Siegal T, Siegal T. Current consideration in the management of neoplastic spinal cord compression.
Spine. 14:223-8, 1989
96. Siegal T, Siegal T: Surgical decompression of anterior and posterior malignant epidural tumors
compression the spinal cord. A prospective study. Neurosurg. 17: 424-32, 1985
97. Sorensen S , Borgesen SE, Rohde K, Rasmusson B et al: Metastatic epidural spinal cord compression.
Result of treatment and survival. Cancer 65:1502-1508, 1990
98. Sunderasan N, Galicich J, Lane J, Bains M, McCormack P: Treatment of neoplastic epidural spinal cord
compression by vertebral body resection and stabilization. J Neurosurg. 63:676-684, 1985
99. Sunderasan N, DiGiacinto G, Hughes J. Surgical treatment of spinal metastases. Clin. Neurosur. 33.503522, 1986
100.Sunderasan N, Alfred AS, Moore F,Sachdev VP, Krol G, Hough L, Kelliher K: Indications and result s
of combined anterior-posterior approaches for spine tumor surgery. J Neurosurg. 85: 438-446, 1996
101.Sunderasan N, Krol G, Hughes J: Treatment of malignant tumors of the spine. Youmans ed.
Neurological surgery, WB saunders , Philadel. 3. ed. 1990
102.Tannock IF, Osoba D, Stockler MR, et al: Chemotherapy with mitoxantrone plus prednisone or
prednisone alone for symtomatic hormon resistant prostate cancer: a Canadian randomized trial with
paliative end points. J clin Oncol. 14:1756-1763, 1996
103.Tao HM, Ye ZM, Yang DS, Li WX: Risc factors and prognosis of surgery for spinal metastases.
26:226-230, China 2004
104.Timlin M, Thalgot J, Ameriks J, Jordan F: Management of metastatic tumors to the spine using simple
plate fixation. Am surg. Dublin,1995
105.Tokuhashi Y, et al. Scoring system for the evaluation of the metastatic spine tumors prognosis.Spine
15:1110-1113, 1990
106.Toma S, Venturino A, Sogno G, Formica C, Bignotti B, Bonassi S, Palumbı R: Metastatic bone tumor.
Non surgical treatment, outcome and survival. Clin Orthop 295: 246-251, 1993
107.Tomita K, Kawahara N, Kobayashi T,et al. Surgical strategy for spinal metastases.Spine 2001; 26:298306
108.Tomita K, Tsuchiya H, Kawahar N. New proposal on surgical staging of vertebral tumour for spine
salvage surgery. In: Limb salvage-current trendsi proc. 7th. Intern symposium,Singapure 1993
109.Tomita T, Galicich JH, Sunderasan N: Radiation therapy for spinal epidural metastases with complete
block. Acta Radiol Oncol 22:135-143, 1983
110.Tuner AC: Türkiye’de sinir ve ruh hekimliği ile nöroşirürjinin kısa tarihçesi. Türk Nöroşirürji Dergisi
1996
111.Ushio Y, Posner R, Posner J, Shapiro W: Experimental spinal cord compresion by epidural neoplasm.
Neurol. 27:422-429, 1997
112.Vahldiek MJ, Panjabi MM: Stability potential of spinal instrumentations in tumor vertebral body
replacement surgery. Spine 23:543-550, 1998
113.Vigorita VJ: Metastatic bone disease. Orthopedic pathology.Philadel:Lippincott Williams and Wilkins,
472-489, 1999
114.Vrionis FD,Small J: Surgical management of metastatic spinal neoplasms. Neurosurg. Foc. 15:e12, 2003
115.Wang JC, Boland P, Mitra N, Yamada Y, Lis E, Stubblefield M, Bilsky MH: Single stage PL TPA for
res. Of epid. Met. Spine tumors involving the VB with Circ. Recons: Result in 140 patient. 3:287-298,
New York 2004
116.Watkins R: Surgical approaches to the spine. Springer-verlag, New York, 1983
117.Wenger M: Vertebroplasty for metastases. Neurosurg. Med. Oncol. Switzerland 2003
118.White AA, Panjabi MM: Clinical biomechanics of the spine. 2 nd ed. Philadel. 1990
119.Windhagen H,Hipp JA, Hayes WC;: postfracture instability of vertebrae with simulated defects can be
predicted from computed tomography data. Spine. 25: 1775-1781, 2000
120.Wise JJ, Fishgrund JS, Herkowitz HN, Montgomery D, Kurz LT: Complication, survival rates, and risk
factors of surgery for metastatic disease of the spine. 18:1943-51, Michigan 1999
121.Yogandan N, Pintar FA, Sances A: Stenght and kinematic response of dynamic cervical spine injuries
spine 165:511-517, 1991
122.Young RF, Post EM, King GA: Treatment of spinal epidural metastases.Randomized prospective
comparison of laminectomy and radiotherapy.J Neurosurg. 53:741-748, 1980
123.Zdeblick TA, Warden KE, Zou D, McAfee PC, Abitol JJ: Anterior spinal fixations. A biomechanical in
vitro study. Spine 18:513-517,1993
124.Zileli M : Omurga ve omurilik cerrahisi.Özer F, Zileli M. Ed. Sy.1013-1050,meta basım mat. Bornovaİzmir, 2002
Download