İndir - Turuz

advertisement
Muzaffer GÖKMAN
Eski bir kütüphaneci
Tarihi Sevdiren Adam
AHMED REFÎK ALTINAY
HAYATI VE ESERLERİ
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Her Hakkı Saklıdır.
BİRİNCİ B A S K I: 3.000
İstanbul, 1978
Kapak D üzeni: Said MADEN
Basıldığı y e r : Baha Matbaası — İstanbul
T el.: 27 32 44
Değerli Hocam Merhum
Ord. Prof. M. Cavid Baysım’un
Aziz Hâtırasına
M.G'.
M üverrih Ahmed R efik B ey
Y ı l : 1934
İÇİNDEKİLER
Sayfa
Birkaç söz .....................................................................................................
1 — Hayatı ...............................................................................................
IX
1 - 134
2 — Gazete ve dergilerdeki yazıları ................................................... 135 - 340
3 — Taşjlama, eleştirme, sataşma ve tartışmaları ............................ 341 - 354
4 — Şiirleri ......................................... ........ ........................................... ..355-358
5 — Hayatında ve ardından yazılanlar ............................................. ..359 - 369
(Fotoğraf - Yazı - Kitap)
6 — Tarih ve tarihle ilgili kitapları..... ............................................ .. 371 - 391
7 — Okul kitapları ...................................................................................393 - 398
8 — Albüm, şiir, çeviri, değişik konulu eserleri ................... .........399 - 403
9 — Makale, kitap, konu başlığı dizini ........................... ......... ......405 -431
10 — Yazar adı dizini
................... ................................................ ..433 - 436
BİRKAÇ SÖZ
Yeryüzünde tarihi en zengin Milletlerden biri olan Türkler’in
geriye doğru uzanan 3.000 yıl içinde türlü adlarla kurdukları dev­
letlerle dünya tarihinin yarısından fazlasını oluşturdukları söyle­
nebilir.
İşte, bu zenginlik nedeniyledir ki, Osmanlı tarihi üzerinde yerli
ve yabancı yüzlerce kitap ve makale yazılmıştır. Günümüzde de ya­
zılmaktadır ve yazılacaktır da. Avrupa ve Am erika’da çeşitli üniver­
sitelerde öğrencilere Osmanlı tarihinin ayrıntılarına inen tezler v e ­
rilmekte v e tartışılmaktadır.
Geçen yaz karşılaştığım Belgrad Üniversitesini bitirmiş bir dok­
tora öğrencisinin tezi hayli ilginçti. Bu genç «Tuna’da Osmanlı do­
nanması» konusunu seçmişti. Doktora öğrencisi, İstanbul’da Devlet
Arşivi’mizde çalışmış, bir hayli doküman toplamış, işlemek üzere
yurduna dönüyordu. Bayezit Devlet Kütüphanesine de uğramıştı, bu
konuda yeni yayınları görmek için. Biliyorsunuz yurdumuzda yayın­
lanan her basıyı görmek mümkündü Devlet Kütüphanesinde en m o­
dern tasnif ve koşullar içerisinde.
Evvelce Osmanlı İmparatorluğu’nun birer eyâleti olan ve günü­
müzde birer devlet statüsü kazanmış olan milletlerde bu araştırma­
lar devamlı sürdürülmekte ve Osmanlı Türkleri’nin Anadolu’nun
küçük bir kasabasında doğarak kısa süre içinde büyük ve âdil bir
fütuhat yaparak, gönüller fethederek nasıl genişlediği araştırılmakta
ve bu arada çöküş nedenleri de tespit edilmeye çalışılmaktadır.
★
Son birkaç yıl içinde yurdumuza kadar gelerek Osmanlı tarihi
üzerinde çalışan yabancı öğrenci ve öğretim üyelerinin araştırma ko­
nularından örnekler verm ekle bu kanıtımız kuvvetlenecektir :
IX
Örneğin; bir Fransız araştırmacı «Osmanlı Devleti toprak ve şe­
hir hayatı ile Rumeli’de Osmanlı fütuhatının başlaması» konusunu
ele almıştır. Bir Amerikalı «X IX . Yüzyılda Osmanlı reformları»ra
incelerken, bir başka Amerikalı «XVII, XVIII ve XIX. yüzyıllarda
İstanbul’da esnaf teşkilâtı» üzerinde geniş bir çalışma yapmıştır.
«Macar - Arnavud - Bulgarlar’la ilgili Osmanlı Kanunnameleri» ko­
nusu bir Çek araştırmacının ilgisini çekmiştir. Bir Japon araştırma­
cı «XV, X V I ncı yüzyıllarda Kapıkulu süvarileri» konusuna eğilir­
ken, bir başka Japon da «Muhsin-Zâde Mehmed Paşa ve Ayanlık
Müessesesi»ni incelemiştir. «1881, 1897 - 1914 Türk - Iran İlişkileri»
bir İranlı’ya, «X X . Yüzyılda Türk - Romen İlişkileri» bir Romen’e
konu olmuş, bir Alman da ecdat sporu güreşimizi «1500- 1870 yılları
arasında yağlı güreşçiler ve serüvenlerini işlemiştir.
Bu örneklerin sayısını arttırmak mümkün.
★
Osmanlı tarihini inceleyecek olanlar çeşitli kaynaklardan yarar­
lanırlar. Bunlardan başta geleni; olayların yıl sırası ile işlenildiği
kitaplardır. Günümüzde kronolojik eser denilen bu kaynaklar, bilin­
diği gibi iki türlüdür :
1 — Özel olarak yazılmış kitaplar,
2 — Onsekizinci yüzyıldan itibaren devletin resmi memuru
olan vakanüvisler tarafından olayların tarih dizisine göre kaydedil­
diği kitaplar. Vakanüvis devletin resmî görevlisi olduğundan, olay­
lara kişisel düşündüklerini katamadığı gibi, devrin akışına göre de
tarafsız ve objektif olduğu da kesin olarak söylenem eyecektir. Bir
kısım eleştiricilerin söyledikleri gibi de yaşanılan devir övülmüş,
istenilmeyen devirler de yerilmiştir. Onsekizinci yüzyıldan önce bu
görev şehnâmenüvisler tarafından yapılıyor ve tarihler de mo.nzum
olarak yazılıyordu.
Gerçek tarih yazacaklar için en değerli ve en doğru yerli kay­
nak, her ülkede olduğu gibi yurdumuzda da (Devlet Arşivi) dir. Os­
manlIların geniş fütuhatını, açılmasını yalnız kılıç ve pazı kuvve­
tinde aramanın büyük hata olduğunu kişi, bu arşivlerdeki dokü­
manları ve düzeni gördükten sonra bir kez daha anlar. Ecdadımız
ilk kuruluş yıllarından beri arşivin önemini anlamış ve bir kâğıt
parçasının dahi kaybolmasına meydan vermemiştir.
★
X
Elinizde tuttuğunuz kitap; vakanüvis olmadıkları halde Osmanlı
tarihine ait eserler yazanlar dizisinin son halkası, İmparatorluğun son
ve fakat halkın ilk tarihçisi Ahmed Refik Altmay’m hayat dizisi,
yetiştiği ortam ve eserlerinin topluca sunuluşudur.
Yaşıtları arasında (hoca), (müverrih) olarak adlandırılan Ahmed
Refik; İmparatorluğun sırlarını deşmek için (Devlet Arşivi) ne el atan­
ların başında yer aldığı, eski belgeleri ilk defa karıştırıp, özellikle
Osmanlı tarihinin gerçek kimliğini ve yüzünü ortaya çıkarmaya ça­
lıştığı kadar, tarihi halka okutan, sevdiren bir yazar olarak da ün
yapmıştır. Başka bir deyimle; yüzyıl önce halka okuma terbiyesi v e­
ren Ahmed Mithat Efendi’cfen sonra, tarih yolu ile okutan kişi o ol­
muştur.
Ahmed Refik’in hikâyeleştirdiği tarih olayları, bir çok romanlar­
dan fazla rağbet bulmuş, kolayca kavranır, sade olduğu kadar renkli
üslûbu, konuları aktualiteye uydurmak yolundaki becerisi, tarihe sı­
ğınarak, açıkça eleştirilem eyen gündelik olaylara dolaylı yollardan
parmak basması, onun tutulmasına ve aranmasına başlıca etken ol­
muştur.
Yarım yüzyılı aşan yaşantısı içinde, öğrencilik yıllarından başla­
yarak yüzü aşan kitap yayınlayan, gazete ve dergilerde el değmemiş
konularda, her birine halkın beğendiği adlar bularak binlerce araş­
tırma dizisi, tarihî hikâye, tarihî tefrika yazan, bu arada duygulu
şiirler de yazmaktan geri kalmayan Hoca’mn gazete ve dergi köşelerinde kalmış yazılarını derlerken, kitabın kuru bir bibliyografya ol­
mamasına özen gösterdik. Bir yönden de tarih ansiklopedisi olması
için, yazı özetlemelerini fazla taşmamakla beraber gerektiğinde he­
men yararlanabilir bir duruma getirm eye çalıştık. Kitabın sonundaki
konu başlığı dizisinde de tutumumuzu sürdürdük.
Kırk yıla yakın eksiksiz yazan Hoca’nm bütün yazılarının ve hak­
kında yazılanların derlenebildiği savında olmayan bu kitapçığın ek ­
siklerinin bulunabileceğini şimdiden kabul ediyor ve göremedikle­
rimizi bizlere hatırlatacak meraklı araştırıcılara şimdiden teşekkür
ediyorum.
4 Mayıs 1978
Muzaffer GÖKMAN
XI
TARİHİ SEVDİREN ADAM
I
HAYATI
AHMED REFİK ALTINAY
Şen gözlerine neş’e veren bir çiçek olsam,
Bûsenle sararsam, o güzel sinede solsam!
Her koklayışın ruhumu âteşlere yaksa.
Bûsenle sararsam, o güzel sinede solsam!
Ahmed Refik
«Ben, Ahmed Refik adını ilk defa, Vefa İdadisinin birinci sınıfın­
da okuduğumuz umumî tarihin üstünde görmüştüm. O zamana ka­
dar elimizde bulunan küçük Osmanlı tarihinde kavuklu, basma kalıp
padişah resimleri görmekten bıkan ve alâkasızlaşan gözlerimiz; an­
cak bu kitabın sayfalarında Roma tapınaklarının, Mısır firavunları­
nın, Hind ve Çin mazisine ait belgelerin resimlerine hayret ve hay­
ranlıkla tesadüf etmişti.
Tarih üslûbu olarak da Abdurrahman Şeref Merhumun yazısını
buluyorduk. Halbuki bu küçük Osmanlı tarihinin yazılışı da şekli ka­
dar yeni ve bize yakındı. Pembe kâğıtlı, Babıâli deyimli tarih kitabın­
dan beyaz kâğıtlı, karton ciltli, resimli ve haritalı tarihe bizim kuşa­
ğımız bu kitapla erişti. Murad Beyi tanımadığımız için bizim mintanlı
ve istanbolinli tarihten, sert yakalı ve kravatlı tarihe geçişimiz böyle
olmuştur.
Bundan sonra Ahmed Refik, benim için kitap üstünde aranan bir
yazar adı oldu. O sıralarda “ Büyük Tarihi Umumî” si forma forma ba­
sılıyor ve satılıyordu. Bütün cilde abone olacak para bulamadığım
içlin her hafta Ankara Caddesine gider; Hilmi Kitaphanesinden, yeni
çıkan formayı alırdım. Resimlerini görmek için eve kadar sabredemez; sayfaları yolda açar, bakardım. Ressam olsam Termopil Geçi­
1
di’ni gösteren tabloyu şimdi çizebilirim; olay hakkındaki yazılan unuttum, fakat resim bu kadar açık olarak hafızamda yaşamaktadır.
Keşke her şeyi resimle öğretmek mümkün olsaydı... O zaman öğret­
menler de rahat ederdi, öğrenci de. îtiraf etmeliyim ki o resimler­
den edindiğim faydaları, makara boşalır gibi ders verip giden tarih
öğretmenlerinden hiç birinden elde etmiş değilim...» Bu satırlar, ho­
cam Hasan-Âli Yücel Merhumun Ahmed Refik hakkındaki yazdıkla­
rından bir parçadır1.
★
«...Ahmed Refik’in acele bir krokisini çizmek isteyenlerin göz­
leri önüne gelen kişi şudur: İmparatorluğun son ve halkın ilk tarih­
çisi; yaptığı işi sarayın dalkavukluğu halinden çıkararak, milletin
müdafaası haline sokan ilk tarih yazarı; yazdığı kitapları halka oku­
tabilmek için tarih vülgarizasyonu yapan ilk kalem sahibi; İmpara­
torluğun sırlarını deşmek için Evrak Hâzinesine (Başbakanlık A r­
şiv Genel Müdürlüğü) gözlerini daldıran ilk mütecessis; tarihi de­
virleri, içinde bulundukları edebiyat atmosferi içinde mütalâa eden
ilk tarih edebiyatçısı; İmparatorluğun yıkılmasına sebep olmuş klerikal tesirlere, ülema ve softa otoritesine hücum etmiş bir tarihçi.
Maziye zekâsından ziyade mizacıyla ve hassasiyetle bakmış, eserlerine bilgisinden ziyade gönlünü kaptırmış; fakat bilhassa Bal­
kan Harbinden sonra ümitleri yıkıldığı için kuşağının bütün sanat­
kârları gibi, genel anlamıyla tam bir epikürizme vererek, hakikatta
bir nâle devrinden başka bir şey olmayan Lâle Devri’nin tasasız, çap­
kın ve müstehzi şiirini sevmiş; fikir adamı olmaktan ziyade gönül
adamı ve kalem ehli olmaktan ziyade ehl-i dil; kahkaha ile. göz yaşı
arasında kararını bulamamış ve bütün ömrü birinden ötekine atla­
makla geçmiş; şiire tarihten fazla istidatlı, fakat tarihe şiirden faz­
la emek vermiş; ikisinin de aşkını duymuş...» okuduklarımız, büyük
Ahmed Refik’in, kalender Hoca’nın ölümünün ardmdan usta kalem
Peyami Safa’nm yazdıklarından bir bölümdür bunlar2.
★
«...Onu her görüşte Reşidüddin’i, Hâkani’yi, Asım'ı hatırlar ve için
için yanardım. Bu hatırlayış ve bu yanış bende tabiileşmiş, yahut
1) Hasan-Âli Yücel. Akşam, pazartesi konuşmaları. «Ahmed Refik».
18.10.1937
2) Peyami Safa. Cumhuriyet. Hadiseler arasında. «Ahmed Refik».
12.10.1937
2
Ahmed Refik’in sevimli ve zeki yüzü benim için o üç ölüyü gösteren
bir aynaya dönmüştü. Kendisiyle karşılaşır karşılaşmaz mutlaka biri
ondördüncü, biri onyedinci, biri ondokuzuncu yüzyılda ölen o muh­
terem kişileri görür gibi olurdum. Garip bir üzüntüye kapılırdım.
Reşidüddin, bütün dünya üzerinde ilk (İlm-i Cihan) tarihini ya­
zan adamdı, felâket içinde can verdi. Hâkani, abdest alınarak okun­
maya lâyık görülmüş bir eserin yazarı idi. Seksen yaşına varmış bu­
lunmasına rağmen ata binmek müsaadesi alamadı, tabuta konulun­
caya kadar yaya kaldı. Asım; (Kamus) ve (Bürhan) gibi iki büyük
eserin mütercimi, iki koca cilt tutan nefis bir tarihin de yazarı oldu­
ğu halde aç öldü. Ahmed Refik de bana onların bahtını taşıyan bir
adam gibi geliyordu ve yüreğime -her tesadüfte tazelenen- bir elem
aşılıyordu.Ne yazık ki yıllardan beri sezinlediğim bu akibet kuru bir kurun­
tudan ibaret kalmadı. Onbinlerce tarihseverin, adını yıllardanberi
saygı ve sevgi ile ana geldiği Ahmed Refik; her eseri üçer beşer kere
basılıp kapışa kapışa alınmış ve okunmuş olan Ahmed Refik, bütün
Türk okuyucularına yıllarca tarih sevgisi ve bilgisi sunan Ahmed Re­
fik; Üniversitede uzun yıllar hocalık yapan Ahmed Refik nihayet bir
güz soğuğuna karşı zayıf vücudunu koruyacak örtü bulamayarak zatüreeye yakalandı. Bir yudum ilâç parası tedarik edebilmek için has­
ta hasta sokağa çıktığı için üstelik satlıcan’a3 da tutuldu ve adı du­
yulmamış, kendisini tanımamış bir adam kimsesizliği içinde ölüp
gitti. Reşidüddin de en geniş bir şöhrete rağmen, O’nun gibi sürün­
müş, Hâkani de eseri muskalaşmış bir yazar iken yurdunda böyle ök­
süzleşmiş, Asım da eserleri elde ve adı dillerde gezerken bu şekilde
dünyadan göçüp gitmişti.
Anlaşılıyor ki; yalnız bilmek, yalnız eser yayınlamak şu fâni
âlemde, bahtiyar olmaya kâfi gelmiyor. Biraz da bahtın iyi olması lâ­
zım. Fakat baht ile ilmin uyuşması da .kolay değil.
Ahmed Refik, şüphe yok ki müverrihti. Lâkin onda tarih bilgisi
kadar tarihi sevdirmek ve okutmak bilgisi de vardı. Hiç kimse tara­
fından tekzip edilmeyeceğine emin olarak söylüyorum. Memleketi­
mizde Ahmed Refik adlı biri çıkıp da tarihî eserler yazmasaydı.
Bugün umumileşmiş ve Batı âlemine bile müessir olmaya başlamış
3)
Satlıcan hastalığı; akciğer zarının kuru veya sulu bir tür iltihap­
lanmasıdır. Eski bir deyim olup, arapçası zatülcenp, tıp literatüründe «plörezi» dir.
3
olan tarih sevgimiz vücud bulmayacaktı. Onu bu bakımdan sade bir
tarihçi değil, tarih mimarı sayabiliriz.
Mimar, dedim. Doğru... fakat, kendi hayatı baştan başa harap bir
mimar. Keşke O, biraz mâmur ve biraz mutlu olsaydı da, adı sade
müverrih kalaydı!...»
Bu okuduklarımız da çeşitli gazete ve dergilerde “ M. Turhan Tan”
adıyla yıllarca fıkra yazan, tarihi tefrikalarını zevkle okuduğumuz
Samih Rıfat’ın dar gazete sütununa sığdırabildikleridir4.
★
«...Yıllarca Darülfünunda profesörlük eden Türk tarihçiliğinde
bir merhale yaratan bu adamın cenazesinde, ne yazık ki tek bir üni­
versiteli bulunmadı.
Öldüğünü okuduğum zaman çevremde bir boşluk açılmış gibi
oldu.
— Ne çabuk?.. İmkânı yok!.. •
Eğer hastalığından haberiniz olmazsa ve ölüm ihtimaline alıştırılmazsak her sevgilinin ölüm haberi bizi böyle düşündürür.
Fakat bu bir hakikatti. Çünkü bütün gazeteler bunu yazıyorlardı
ve günlerdenberi hastahanede bulunduğunu ilâve ediyorlardı.
Şimdi ağlayan, gürleyen ve biraz sonra gülen bir hava...
Ada vapurunda tanıdık yüzler var: Hepsi de üzgün birer ruhu
aksettiriyor. Nurullah A ta ç. sordu :
— Siz de cenazeye mi?..
Sert rüzgara ve biraz da soğuğa rağmen üst güverteye çıkmak
ihtiyacını duyuyoruz. Ahmed Refik de kim bilir kaç defa buralara
çıktı, belki bizim oturduğumuz yerlere oturdu ve şu güzel denize,
köpüklü dalgalara rağmen sevimli denize baktı!..
Nurullah Ataç onbeş yıllık dostunu anıyor, bize hayatından kesik
kesik filmler gösteriyor. Bir aralık sesini yavaşlatarak şöyle d iy o r :
— Ölmesi belki de iyi oldu; çünkü sefalet çekiyordu.
Son yıllarda eskisi gibi çalışamadığım, pek üzüntülü bir hayat
sürdüğünü, başkaları da söylüyorlardı. Fakat her şeye rağmen biz
onun (bir anıt halinde de olsa) aramızda ka'lmasını elbet isterdik.
Vapurdan Ada İskelesine büyük bir kalabalık boşanıyor. Türk
4)
4
M. Turhan Tan. Cumhuriyet. «Ahmed Refik». 12.10.1937
Bayrağına sarılmış olan büyük ölünün ardına takılanlar ancak bir­
kaç düzinedir: On beş kadar liseli, yirmi kadar küçük okul çocuğu,
beş on yazar ve öğretmen, bir o kadar dost...
Vali Muhittin Üstündağ bu kalabalığın ortasında rastgele bir
adam gibi sâkin ve mütevazi yer almış.
Adalı Avni, Halid Fahri, Esad Mahmud da orada.
Önde üç çelenk var; bunları gönderenler: Basın Kurumu, Tarih
Kurumu ve Adalar Cumhuriyet Halk Partisi...
Gözlerimle Üniversiteyi aradım. Fakat görmek kabil olmadı!
Geçtiğimiz yollardaki balkon ve pencerelerde gözleri yaşlı ka­
dınlar ve erkekler var...
Adada herkes onu tanıyor. O da şüphesiz bunları biliyor. Hemen
hemen bütün ömrü adada geçmiş. O kadar seviyormuş ki, Adalı
Avni bu sevgiyi gösteren birkaç mısraını okudu :
ŞEN ADALAR
Yüreğim sızlayarak gözlerim âfâka dalar,
Yâda geldikçe çiçeklerle dolu şen Adalar.
Leblerim sîneni, çeşmim gene mehtabı arar,
Yâda geldikçe çiçeklerle dolu şen Adalar.
Güllerin rengini görsem lebini yâdederim.
Düşünür çamları, leylâkları artar kederim.
Şimdi gül sîneli yârim acaba nerde derim.
Yâda geldikçe çiçeklerle dolu şen Adalar.
Âhmed Refik
Şair ruhlu Ahmed Refik kısa bir zaman için ve istemeksizin
Adadan ayrıldığı sırada uzun uzun içini çekerek söylermiş.
Bundan sonra onu Adadan hiç bir şey ayıramayacak.
Ada ile Ahmed Refik biribirine karışacak.
Ahmed Refik’in en çok sevdiği adam büyük ressam Çallı İbra­
him’miş. Bir dost onu a ra dı:
— Yahu. Çallı’yı göremiyorum.
Dedi. Başka biri cevap v e r d i:
—. Son zamanlarda darılmışlar.
5
Çallı5 böyle bir şüpheye tahammül edememiş gibi kalabalıkta
göründü tabuta koşuyor; rüzgârda dalgalanan kıvırcık ve kır saçla­
rını bile toplamayı düşünmeden Ahmed Refik’i omuzlarına alanların
arasına karışıyor. O da taşıyor. Halinde kalbinin yarısını kaybeden
bir zavallının üzüntüleri var. Tabuttan ayrıldığı zaman iki arkadaş
onun kollarına giriyorlar.
Onların büyük dostluklarını anlatan iki mısraı da gene Adalı
Avni hatırlatıyor:
Birbirinden vâr ise ayrılmayan yârı şefik
Çallı İbrahim Efendiyle Hoca Ahmed Refik
Bütün dostları O’nu eskidenberi (Hoca) diye anarlarmış.
Bir yokuşu çıkıyoruz. Etrafta keskin bir yaprak kokusu var. Esen
sert rüzgâra rağmen havayı tamamen doldurmuş. Bu hal mezara
kadar sürdü.
O’nu toprak anaya verirken gök gürlemeye, yağmur serpilmeye
başladı. İçin için kalbe sızan kederlerin, çekingen ağlayışların üstün­
de bir kadın hıçkırığı yükseliyor.
Yağmur hızlandı ve Ahmed Refik’in tabutunu örten kırmızı top­
rakları sulamaya başladı.
O’nu pek sevdiği Adanın bu yüksek tepesinde sevgilisinin koynunda bırakarak ayrıldık.
KEDERDEN M İ?...
Kederden mi, neden böyle sararmış rengi ru hsam ?
Seninçin bak, nasıl ağlar, yanar bu âşıkı zârın.
Ağarsa saçların kâfi bana çeşmi füsünkârın.
Seninçin bak, nasıl ağlar, yanar bu âşıkı zârın.
Firakın zehreder billâh bana her âlemi âbı.
Nolur bir neş'elendirsen, şu gamlı rûhu bîtabı. .
Ağarmış saçlar olsun ömrümün son nurlu mehtabı.
Seninçin bak, nasıl ağlar, yanar bu âşıkı zârın.
Ahmed Refik
5)
Ünlü ressam Çallı İbrahim’in doğum yeri Denizli İline bağlı Çal
İlçesidir. 1882’de doğmuş ve ilk öğrenimini burada yapmıştır. Ressamlığı
kadar nükteleriyle meşhur olan Çallı, 22 Mayıs 1960’da öldü.
6
iskeledeki pastahanede beş on kişi vapuru bekliyoruz. Adalı Avni
o tatlı dili. Selis sözleriyle hep Ahmed Refik’ten sözediyor. Ahmed
Refik -G ö n ü l-6 adı altında şiirlerini topladığı küçük kitabı Avni’ye
ithaf etmiş. Ahmed Refik hakkında etüt yapmak isteyenler için Ada­
lı Avni başlıca kaynaktır.
A n latıyor:
Geçen yıl Çallı İbrahim dargın olmasına rağmen Ahmed Refik’e
gelmiş. Evinin kapısını çalmış, açılmamış. Bunun üzerine elindeki
torik balığını pencereden içeri atmış. Bunu görenler:
— Yahu, ne yaptın?., demişler.
— Ne olacak, dargınız dedikse rızkını da kesmedik ya...
Ahmed Refik, ressam Çallı için :
— Boyacı!..
dermiş.
Çallı da karşılık vermiş :
— Ne olduğu belli değildir. Tarihçidir, âlimdir... Ben cehlimi
bir silindir gibi geçiririm de onun ilmini ezerim.
Çallı İbrahim, Ahmed Refik’in bir portresini yapmış. O kadar
canlı ve güzelmiş ki, Çalh’nın ona karşı olan sevgisini isbat için bu
yüksek eser başka şahide lüzum bırakmazmış.
Ahmed Refik’in bu resmi bir içki masası başındaki halini gös­
teriyormuş. Bir zaman sonra Çallı, gene resmi görünce :
— Yahu!., masanın üstü pek boş...
demiş ve bir havyar resmi yapmış.
Böylece her seferinde bir ıstakoz, bir başka yiyecek resmi yap­
mak suretiyle doldurmuş. Şimdi masa dolup taşmış bir halde.
Ahmed Refik, masaya bakar bakarmış da :
— Ben ömrümde böyle zengin bir sofra başında oturmadım...
dermiş.
Köprüdeki kalabalığa karıştığım zaman Ahmed Refik’i hatırla­
tan, ona üzülen hiç bir şey göremiyorum. Büyük elektrik fenerlerinin
keskin ışıkları altında bir insan ve otomobil seli karşılıklı akıp gidiyor.
Kimler öldü de, bu hep böyle aktı.
6)
100 s. 8°
Ahmed Refik. Gönül. «Şiirler». İstanbul 1932 Hilmi Kitaphanesi.
7
Sonuç şu du r:
Tarihçi Ahmed Refik de tarih oldu.» 7
★
içli bir insan, duygulu bir kişi, anlaşılamayan bir fâni olarak
göçüp giden, bugünkü kuşağın hemen hemen hiç tanımadığı Ahmed
Refik’in; buram buram aşk ve sevgi tüten şiir ve şarkıları vardır.
Bunların büyük bir kısmı evvelce sözünü ettiğimiz (Gönül) adlı şiir
demetinde toplanmıştır. Şarkılarının bir kısmı radyomuzun başta
gelen şarkıları arasında, plak satan mağazaların tutulan plakları ara­
sında yer almıştır. Kimin olduğunu ve ne zaman, nedenle yazıldığını
bilmeden dudaklarımızda dolaşanları vardır içlerinde :
ŞEN GÖZLERİNE...
Şen gözlerine neş'e veren bir çiçek olsam.
Busenle sararsam, o güzel sînede solsam!..
Her koklayışın ruhumu âteşlere yaksa,
Busenle sararsam, o güzel sînede solsam!..
Öldürse de çevrin, yaşatır gönlümü handen.
Yansam da, yakılsam da, usanmam gene senden.
Bir şey dilemem uçsa da ruhum şu bedenden.
Busenle sararsam, o güzel sînede solsam!..
Ahmed Refik
Şarkılarında, şiirlerinde; güzeli, güzelliği, aşkı, âşıkı, sevgiyi,
sevgiliyi, ömrünü tükettiği ve şimdi kırmızı killi topraklarında ebe­
dî uykusunu uyuduğu Ada’yı ve Adalıları dile getiren Ahmed Refik,
sevdiklerini de konu olarak alır bâzı şiirlerinde. Sevdikleri arasında
Çallı İbrahim başta gelir. Biribirlerine takılmadan geçemezler. Çocuk
gibi bazı kez küserler biribirlerine. Bu küskünlük uzun sürmez.
Çevreye yayılmadan darıldıkları, onlar barışmışlardır bile.
Ahmed Refik'in Çallı için yazdığı bir -Çallınâme- si vardır. Bu
uzun diziden bir bölümünü buraya aktarmadan geçemedik.
7)
8
Kadırcan Kaflı. Son Posta. «Bir tarihçi tarih oldu». 12.10.1937
VİLÂDETİ İBRAHİM DER KAZAİ ÇAL
Sîmden binbir kavak 8 gördüm ki hep olmuştu nur.
Dehre İbrahim gelmiş, Çal bütün olmuştu nûr.
Âsüman elvana garkolmuş, serâpâ nûr idi.
Gözlerinde parlayınca renkler, solmuştu nûr.
Lâle, gül, sümbül, menekşe vecdden mestoldular.
Fırçasın nur sandılar, renk oldular, hep doldular.
Kırdaki gülrenk çiçekler gıptadan sermesttiler.
Veçhi İbrahim içün kızlar koşup hep yoldular.
Mey semâdan çiğ gibi yağdı muattar güllere
Neş'e geldi bûyu meyden mestolan bülbüllere.
Tâlii nâsâzdan binbir şikâyet iderek,
Gıptadan bin gusse düştü mor, beyaz sümbüllere.
Pîşi çeşminde anın birden saçıldı renkler.
Zeybek oldu hep melekler, başladı âhenkler.
Lebleri meyle bezensün, gönlü şâd olsun deyu
Bağlar hep mey kesildi, çaldı kızlar çenkler.
Çıktı bin kız, oynadı zeybek hevâsın pürsürûr,
Rab semâlardan güneş indirdi, saldı ufka nûr.
Mâi, mor, al, pembe, tirşe, erguvanı renkler
Hep birer şuh tablo oldu kızlar ittikçe mürûr.
Ahmed Refik
Ahmed Refik’in beklenilmeyen erken ölümü, Çallı’nın üzerinde
şok etkisi yaptı. Cenaze töreninde kollarına giren arkadaşları O’nu
güçlükle durdurdular. Ada, O’nun için devamlı bir ziyaretgâh yeri
oldu. Hoca’nın aşağıdaki iki satır dizisi, O’nun çalışma odasında
başucunda durup taşardı.
Çallı'nın yârı azizi hazreti Ahmed Refik
Nur yağsun fırçasından renk kesilmesin Çallı'mın.
23 Kasım 1931
★
8)
Çallı İbrahim’in doğum yeri olan - Çal - İlçesinde çok sayıda kavak
ağacı varmış.
9
Babıâli, bugünkü adıyla Ankara Caddesine yeni bir anlayış, yeni
bir magazin türüyle giren ve en kısa zamanda «Yedigün» adlı dergi­
siyle o dönemin en yüksek tirajına ulaşan Merhum Sedat Sim avi9
ile çok iyi anlaştılar. Sedat Bey, Hoca’nın Türk okuyucusuna yeni
bir tarih anlayışı getirdiğini çok evvelden anlamış bir kişiydi.
Her tür okuyucuya seslenen dergisinde, herkesin anlayacağı şe­
kilde Ahmed Refik'e tarihi yazılar yazdırıyor ve bu yazıları da dev­
rinin değil, bugün dahi tarihî yazı ve tefrikaların en usta fırçası olan
Münif Fehim’e 10 renkli veya siyah tablolar halinde bir kat daha
değerlendiriyordu. Sedat Bey daha o yıllarda okuyucunun göz öğre­
nimini ön plânda tutan bir kişiydi. Başarısının bir kısmını da bu tu­
tumuna bağlıydı.
Hoca mutluydu. Yedigün okuyucuları, dergideki arkadaşları O’nu
seviyorlardı. Yazısını kendi eliyle Ankara Caddesinde (Yedigün) ida­
rehanesine getirir, Sedat Beyle yeni konu veya konular üzerinde ko­
nuşur, çok defa Caddenin hemen başında bulunan Basma Yazı ve
Resimleri Derleme Müdürlüğü’ne 11 uğramadan geçemezdi.
Türkiye’de İlmî esaslara uygun yolda hazırlanacak olan bir bib­
liyografyanın yayınlanması ve buna gerekli dokümanın memleket
içinden tam ve eksiksiz olarak toplanabilmesi görevi bu müesseseye
verilmişti. İstanbul’da Ebussuud Caddesindeki bugünkü Milli Eğitim
Bakanlığı Ders Araçları Merkezinde faaliyete geçen bu kuruluş, bi­
lâhare yine İstanbul’da Ankara Caddesinde Tersane Emini Yusuf
Ağa’nın yaptırdığı Sübyan Okuluna taşınmıştı. 2 Temmuz 1934 tari­
hinde yürürlüğe giren kanunu yürütmekle görevli müessesenin ba­
şında, memleket irfanına çeşitli hizmetleri dokunan ve en verimli
9) Muzaffer Gökman. Sedat Simavi. Hayatı ve Eserleri. İstanbul 1970.
Apa Ofset Basımevi. xı + 508 s. resimli 8°
10) Soyadı «Özarman» olup, 1900’de İstanbul’da doğdu. Türk sanatçısı
Ahmet Fehim efendinin oğludur. Tiyatro dekorları, afiş ve reklam işleriyle
meşgul olmuş, çeşitli romanları değerlendirmiştir. Dergi yayınlayan, mizah
çizgileri çizen, dinî ve tarihî tefrikaları resimlendiren Münif Fehim, özellikle
tarihî resim ve kostüm üzerinde eserler vermiş bir sanatkârımızdır.
11) Yurt içi bütün yayınları (kitap, broşür, ayrıbasım, gazeto, afiş,
pul, banknot, kartpostal vb.) eksiksiz olarak beş kütüphanede toplamak ama­
cıyla «Basma Yazı ve Resimleri Derleme Kanunu» (No. 2527) kabul edilmiş
ve bu görevi bu müessese yürütmüştür. «Devlet Nüshası» olarak adlanan bu
beş nüsha : İstanbul - Beyazıt Devlet, Işt. Üniversitesi, Ankara Millî, İzmir
Millî ve Ankara Umumî Kütüphanesinde değerlendirilmektedir.
10
çağında kaybettiğimiz Selim Nüzhet Gerçek12 bulunuyordu. Bu küçük
kitabın hazırlayıcısı da bu müessesede küçücük bir memurdu.
Her ikisi de ebediyete göçmüş olan bu iki kitap seven kişinin
konuşmaları cidden çok ilginç olurdu. Derleme Müdürlüğü yeni ku­
ruluş halinde olduğundan; Hoca ile Selim Nüzhet Gerçek arasındaki
konuşmaları, aynı salonda çalışan diğer arkadaşım merhume Lâmia
Kutan ile dinler ve yararlanırdık. İkisi de kitaptan ve tarihten başka
bir şey konuşmazlardı. Gerçek; İstanbul Kütüphaneleri tarihiyle il­
gili bir eser hazırlamakta olduğundan ve Fetih’ten sonra da başkent
olan İstanbul’da sayıları yüzleri aşan kütüphane ve kütüphanecik
kurulduğundan, bu tesislerin kurucuları ve mezarları hakkında so­
ruları bulunurdu her kez Hoca geldiğinde. Dinlemeye doyum olmaz­
dı bu konuşmaları.
Hatırımda kaldığına göre Hoca, Selim Bey’i devamlı Ada’ya ça­
ğırır, her gelişinde de bu davetini tekrarlardı.
O konuşmalardan hatırladığıma göre Hoca, «Yedigün» Dergisine;
— Belki hastalanırım veyahut bir başka engel olur da yazamam!..
Düşüncesiyle devamlı, yedek bir yazı bırakırmış. Yedek yazının
ne kadar önemli olduğunu gazete ve dergilerle biraz ilgisi olanlar
bilirler. Hele, hele... nazlı fıkra yazarlarından çekilenleri. Yeri ay­
rılmış, bağlanmak üzere olan bir sayfa karşısında bekleyen bir so­
rumlu yazı işleri müdürü ve durmadan ilerleyen saatler.
Ahmed Refik Bey, hiç bir şeyi tesadüfe bırakmak istememişti.
Hoca, Ada’dan gelip gidiyor, Yedigün İdarehanesinde her zaman en
az bir yedek yazı bulunduruyordu. Hoca’nın bu titizliğini Yedigün
idarecileri ölümünden sonra belirtmek ihtiyacını duymuşlardır13.
★
12) Selim Nüzhet Gerçek 1891-1945. Derleme Kanununun yürürlüğe
girmesiyle beraber «Türkiye Bibliyografyası* nı da yayınlamaya başlamış ve
çok dar kadro ve imkânlar içerisinde bu yayını ölümüne kadar düzenli sür­
dürmüştür. Merhumun; Türk temaşa ve matbaacılığıyla ilgili değerli araş­
tırmaları bulunduğu gibi, çeşitli gazetelerde sahne eleştirileri de yazardı.
Şehir tiyatrosu Tepebaşı Dram bölümünün ilk temsillerinde 1 no.lu kol­
tukta temiz ve itinâlı giyinişiyle göz doldururdu. Ölümünden sonra yöne­
ticiler bir süre merhumun amsına ilk temsillerinde bu koltuğu boş bırak­
tılar. Gerçek; Yunan klâsiklerinden bir kısmını öğretici olarak sahneye
koymak suretiyle rejisörlük de yaptı. Büyük hizmeti «Türkiye Bibliyog­
rafyasının kuruluşunda geçmiştir.
13) Yedigün Dergisi. «Ahmed Refik», sayı 241, s. 4 dv.
11
Yedigün Dergisinde Ahmed Refik ile her hafta sayfa komşuluğu
yapan merhum Falih Rıfkı Atay da Hoca’yı aşağıda okuyacığınız
satırlar içinde dile getirir I4.
«Biz Türkler pek çok sıfat sarfederiz; fakat pek azını yerinde
kullanırız. Yazılarımızda cümle aşırı (Büyük), (Yüksek), (Geniş),
(Derin)... kelimelerinin sıralandığını görürüsünüz. Sanki «eb a t»15
muvazenesini kaybetmişizdir. Bir adam veya onun bir vasfı, mutla­
ka büyük veya küçük, yüksek veya alçak, geniş yahut dar olmak
lâzım gelmez. Meslekler için de böyledir : Fikir âlemimizde (dâhi)’
den, (üstat)’dan, (m übdi)’den geçilmez. Yahut herkes birer sıfır!..
Yirmibeş yıldır tanıyıp sevdiğim Ahmed Refik’in sıfatı da (bü­
yük müverrih) idi. Halbuki Ahmed Refik son Tarih kongresinde ra­
hatsız olduğu için bulunmamış değildir. Hakikat odur ki, Ahmed
Refik hiç bir zaman bir tarih âlimi olmamıştı. Ahmed Refik bir
(Vulgarisateur) idi. Üstat bir müverrih olarak öne sürdüğümüzde,
onu düşürmeye mahkûmuz: Kimi çevirilerini bile kontrol etmeyi bil­
mediğini söyleyecek, kimi Osmanlı devrine ait hikâyeleştirmelerinin
pek çok kusurları olduğunu iddia edecek, biraz zalim bir tenkitten
sonra belki Ahmed Refik’in eserinden pek hafif bir tortu kalacaktır.
Harp sonrası frenk edebiyatında tarihi romanlaştıran yazarlar türe­
miştir : Ahmed Refik onların, eskidenberi, Türkiye’de bir benzeri idi.
Ahmed Refik bu çerçeve içine girdiği vakit hakiki ebadını alır
ve onun hizmetine belki de (Büyük) sıfatım sıkılmaksızın yapıştıra­
biliriz. Ahmed Refik’in hizmeti bizim nesilden öncesine okuma ter­
biyesi veren Ahmed Mithat nevinden olmuştur. Merhum tarih me­
rakını o kadar genişletti ki, bugün gündelik gazete sürümünün dayançlarından biri, (tarihi tefrika) dır. Ahmed Refik’in hikâyeleştirdiği tarih vak’aları, birçok romanlardan fazla rağbet buldu. Kolayca
kavranır, sade olduğu kadar basit üslûbu, mevzularını aktualiteye
uydurmak hususundaki beceriği, bazan, tarihe sığınarak, açıkça tenkit
edilemeyen gündelik vak’alara ima etme zekâsı onun revacına yar­
dım eden sebeplerdendir. Damat Ferid adı, bir memleket hâdisesi
haline geldiği zaman, Ahmed Refik’in yeni tefrikasının ünvanını
keşfedebilirdiniz : Osmanlı tarihinde damatlar!..
Cihan Harbinde Ahmed Refik İttihat ve Terakki’nin (Yeni Mec­
mua) sında yazanlardan idi. Mütarekede onu İttihatçı düşmanlarının
14)
15)
12
Falih Rıfkı Atay. «Ahmed Refik». Yedigün Dergisi, sayı 241.
Boyut.
ön safında bulmuştuk. Kendisine bu karakter zayıflığını hatırlatan­
lara, Ahmed Refik bıyık altından gülümseyerek cevap veriyordu:
—
Yeni Mecmua’daki falan tefrikam Enver, falan tefrikam Talât
aleyhinde idi.
(Üssü-inkilâp) muharriri Ahmed Mithat gibi, (Sabah) ve (Peyamı Sabah) tefrikacısı Ahmed Refik de bir ahlâk misali olarak gös­
terilir. İkisi de zamanecilik’de şarklı idiler. Her şeye rağmen prensip
ve dâva müdafaasının başı ikide bir eğilmekten kurtaran yüksek
gurur ve şerefinden mahrum idiler. Mütemadiyen fikirlerini söyle­
mek veya herhangi bir safta görünmek zaruretinde olanlar, muhar­
rirler ve politikacılar için, 1908’den beri Türkiye hayatı pek çetin
bir imtihan olmuştur.
Ahmed Refik bu imtihanı muvaffakiyetle geçiremedi. Talih yıl­
dızı, havada, bütün Astronom’larla alay edercesine seyir değiştiri­
yordu : Şu teselli noktası var ki, Ahmed Refik, ne ilk, ne de en fazla
şaşıranlardan değildi. Bilhassa gazetecilik ve muharrirlik hayatında
Ahmed Refik’i çok geride bırakanlar onun ömür sonunu zehir eden
bedbahtlığının binde birini çekememişlerdir.
Ziya Gökalp’in Tevfik Fikret’in ölümünde yazdığı bir cümlesin­
den istifade ederek şunu diyebiliriz : «Hizmetini seviniz, fakat ahlâ­
kım tâkip etmeyiniz!..»
Hizmet! Ölmüş olanın yalnız iyi vasfı üzerinde ısrar edelim. Eğer
bugün bir Türk münevverliği seviyesi varsa, o, yüzyıldan beri gelip
giden, büyük küçük, böyle hizmetler yekûnunun eseridir. Ekim yağ­
mur bulutları altında, onu, o kadar sevdiği Ada’nm ılık ve kızı 1 son­
bahar toprağına uğurlayanlar, eğer gözlerinin yaşardığını hissettilerse, haksız değillerdir: Ahmed Refik, velev su’da bir damla, fakat
su’da hissesi olanlardandır.»
★
Yedigün Dergisinde diğer bir sayfa arkadaşı, eğitimci, yazar,
Büyük Atatürk’ün ebediyete intikalinde «Tavâf» şiiri ile şairliğini
bir kez daha perçinleyen Hocam İbrahim Alâettin Gövsa’mn Ahmed
Refik hakkında yazdıkları, Hoca’yı başka bir açıdan bize yansıt­
maktadır 16.
16)
241, s. 9 dv.
İbrahim Alâettin Gövsa. «Ahmed Refik». Yedigün Dergisi, sayı:
13
«Aziz ve kıymetli yazı arkadaşımız müverrih Ahmed Refik’in
ölümü (Yedigün) ailesi için ağır bir elem olduğu gibi, memleketin
fikir ve ilim hayatı namına ciddi bir matem sayılmağa lâyıktır. Bu
elem ve matemin acılığı her fâniye mukadder olan ölümünden ziya­
de, 35 yıllık bir kalem ve ilim emektarının son yıllarda uğradığı
takdirsizliği ve ihmali gözönüne getirmekten ileri geliyor.
Ekim’in 11 inci Pazartesi günü, pek sevdiği ve ömrünün yarıdan
fazlasını içinde geçirdiği Büyükada’nın toprağına gömdüğümüz Ah­
med Refik kimdi?..
Memleketin en ıssız bir köşesinde bile biraz kitap ve gazete ka­
rıştırmış olanlar arasında O’nun adını duymayan var mıdır?.. O,
edip ve şâir tarihçinin tertümei halini burada tekrara' lüzum gör­
müyoruz. 56 yıllık ömrünün tafsilâtını (Meşhur Adamlar Ansik­
lopedisi) nin dördüncü cildinde ve (Türk Şairleri)nin birinci cildinde
okumak mümkündür...
Lâle devri, kadınlar saltanatı, Tesâviri ricâl, Kabakçı Mustafa...
gibi sonradan birer kitap haline gelen tefrikaları ve altı ciltlik (Büyük
tarihi Umumî) si ile tercüme ettiği üç ciltlik (Tarihi Medeniyet) i,
o zamanların gençliği tarafından en hararetle; âdeta kapışılarak oku­
nan yazılardandır.
Çalışkanlığının hakkı olarak kazandığı bu muvaffakiyet ve şöh­
retten dolayıdır ki, onu devletin büyük bir ehemmiyetle tesis ettiği
(Tarihi Osmanî Encümeni) ne önce âza, sonra reis seçilmiş ve Da­
rülfünunda profesör bulunduğu yıllarda bir taraftan halka tarih zev­
kini verecek umumî mahiyette eserler, diğer taraftan da Evrak Hâ­
zinelerindeki vesikaların tetkikine müstenit ve kapalı kalmış birçok
hakikatları meydana çıkaran hakiki bir ilim adamına yakışacak tet­
kikler neşretti.
O’nun bir kısım eserlerindeki hafif ve sathi çeşniyi düşünerek
tarih ilminin sathında kalmış bir heveskâr sayanlar varsa da, bu
hüküm haksızdır. Çünkü Ahmed Refik bizdeki eski vesikaları ilk de­
fa karıştırıp araştırarak, bilhassa Osmanlı tarihinin hakikî hüviyet
ve simasını ortaya çıkaran ve bu çığırı açan bir adamdır. Gençlikte
ve halkta tarih zevk ve merakını uyandırması, monografi, tarihî fık­
ra, tarihî roman meydana getirmek cereyanını uyandırması da ayrı
ve mühim bir hizmeti olarak unutulmamalıdır.
Ahmed Refik’in hayat telâkkisi şair Nedim’in :
Bir nîm neş'e say bu cihânın baharını
Bir sâgarı keşîdeye tut lâlezârını.
14
Beytinde canlandırdığı rindane görüşe pek yakındır. Bundan do­
layı olacaktır ki (Lâle Devri) ni büyük bir zevk ve aşk ile tasvir
etmişti. Özel hayatında İlmî şahsiyetine biraz aykırı düşen bazı
lâubalilikleri vardır ki, bu kusuru biraz da aile hayatında ınes’ut
olmamasında ve ayık gezmeyi âdet edinmemiş Bohem ruhlu bazı sa­
natkâr arkadaşlarının tesirinde aramak lâzım gelir.
Bu hal onu ancak Lâle devrine yakışan kalender ve perişan mi­
zaçlı bir müverrih olarak tanıtmış ve yüz elliden fazla eserine, tarih
telâkkisinde açtığı çığırlara rağmen son Üniversite inkılâbında açıkta
kalması da bundan ileri gelmiş olacaktır. Fakat Türk fikir ve ilim
hayatında onun hatırası daima diridir. Ve gözlüğünün arkasındaki
ışıklı mavi gözleri bir kadeh içindeki mavi sümbüller gibi, tarihin
uzun ve karanlık buharı arasında bize daima gülümseyecektir.»
-k
Ahmed Refik’i; değerli hocam, İstanbul kütüphanecilerinin bü­
yük dostu, ağabeyi, bir çoklarının hocası, Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin devamlı okuyucusu, büyük bir itinâ ile kollarına geçirdiği
siyah kolluklarıyla aramızda dolaşan;
—
Hazret!., yeni bir kitap satın aldım. Ben de bir zamanlar
kütüphaneciydim. Türk Tarih Encümeni kütüphanesi hafız-ı kütübü...
diyerek öğrencilerinin hatırını sormadan geçemeyen, en verimli ça­
ğında kaybettiğimiz Prof. Mükrimin Halil Ymanç 17, şöyle anlatır ıs.
«Beşiktaş’da Valdeçeşmesi’nde doğdu. Babası Sultan Abdülaziz’
in vekilharcı Ürgüplü Ahmed Ağa’dır. Memleketlerinde Gürlükcüoğulları diye anılırlardı. İlköğrenimini İstanbul’da Beşiktaş’ta Vişnezade Okulunda yaptı. Sonra Beşiktaş Askerî Rüştiyesini bitirdi.
Oradan Kuleli Askerî İdadisine gitti. Harbiye Mektebine geçti. Bu
okulu da 1898’de henüz 18 yaşında iken birincilikle bitirerek piyade
teğmeni rütbesiyle Türk Silâhlı Kuvvetlerine katıldı. Yaşı küçüktü,
o tarihlerde teğmen rütbesiyle görevde bulunan çok yaşlı subaylar
vardı. Ahmed Refik’in idadî okulunda ve Harp Okulundaki çahşkankanlığı üstlerinin de dikkatini çekmişti. K ıt’a tayini, Toptaşı Askerî
Rüştiyesi ile Soğukçeşme Askeri Rüştiyesi coğrafya öğretmenliğine
17) 1898 - 1061
18) Mükrimin Halil Yınanç. «Müverrih Ahmed Refik». Millî Mecmua,
sayı 39, 15.6.1341 [1925].
15
tayin edildi. Dört yıl süre ile ilk önce Toptaşı’nda, bilâhare Soğukçeşme Rüştiyesinde derslerine devam eden genç teğmen, 1902 yılında
Harp Okulu Fransızca öğretmenliğine nakledildi. 1903’de üsteğmen,
1907 yılında da yüzbaşı oldu.
Harp Okulunda göreve başlamasıyla beraber gittikçe çoğalan ve
genişleyen küçük yazılar yayınlamaya başladı. Bu yıllar içinde gün­
lük ve haftalık gazete ve dergilerde ilk yazılarını gördüğümüz Ahmed
Refik, bir süre Terceman-ı Hakikat baş yazarlığını da üzerine aldı.
Devrinin başta gelen dergilerinden; İrtikâ, Malûmat, Hazine-i Fünûn
ve Mecmua-i Ebüzziya da devamlı makaleleri görülüyordu.
1908’de Meşrutiyet’in ilânı ile beraber, o zamana kadar yaptığı
yayınların, çevresinde uyandırdığı ilginin ilk takdirini topladı. Harp
Okulu tarih öğretmenliğine tayin edildi. Aynı yıl içinde yeniden tesis
edilmiş olan Millet Gazetesi başyazarlığını da yaptı. Bir süre İkdam
Gazetesine geçerek burada fıkra ve tarihî romanlar yayınlamaya
başladı.
1325-1909’da Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Ceride Şubesine me­
mur oldu ve burada Askerî Mecmuanın yayınlanmasını gözledi ve
bir yandan da askerî makaleler yayınlamaya başladı. Aynı yıl içinde
kurulan Tarih Encümeni’ne üye tayin edildi. 1328’de [1912] Balkan
Savaşı sırasında Erkân-ı Harbiye-i Umumiye tarafından sansür mü­
fettişliğine tayin edilen Ahmed Refik Bey, savaşın bitiminde emekli­
ye sevkedilm iştir19.
1325 yılında Fransa edebiyat, sanayi kuruluşlarını incelemek üze­
re giden heyete katılan Ahmed Refik Bey, seyahat süresinde Fran­
sa’nın çeşitli dallarında ilim adamları ile politikacılarla tanıştı.
Balkan Savaşından sonra Peyam Gazetesinin edebî nüshaların­
da tarihî yazılar yazan Ahmed Refik Bey, 1329-1913’de medreselere
tarih öğretmeni tayin edilmiş ve Medrese-t-ülvâızin ile diğer bir
medresede hocalık yapmıştır. 1914’de Birinci Dünya Savaşı esnasında
yeniden yüzbaşı rütbesiyle silâh altına alınmış ve bu kere Sansür
Genel Müfettişliği emrine verilmiştir. Hoca, bu görevi esnasında
Erkânı Harbiye Riyasetinin emirleriyle Türkiye ve Rusya ilişkilerine
dair yazdığı yazıların birinde, Kavalalı Mehmed Ali’nin Türkiye’ye
ihanetinden sözetmesi hayli tepki uyandırmış ve o vakit Sadrazam
bulunan Said Halim Paşa’mn emriyle Ulukışla’ya «Arpa-saman»
19)
Hoca’mn muavini, merhum Reşat Ekrem Koçu hocamızın yazdı­
ğına göre; kendi isteğiyle emekliye sevkedilmiştir. Reşat Ekrem Koçu. A h­
med Refik. İst. 1938 s. 8 dv.
16
memurluğuna gönderilmiş ve alaylı bir yüzbaşının maiyetine veril­
miştir.
Ahmed Refik Bey, bir nev’i sürgün yeri olan bu yeni görevini de
değerlendirmesini bilmiş, Ürgüp ve Nevşehir dolaylarını dolaşarak
Nevşehirli Damat İbrahim Paşa hakkında; yerinde, ilk kaynaklardan
araştırma yapmak imkânını bulabilmiştir. 1915 yılında Eskişehir Sevk
Komisyonu Başkanlığına tayin edilen Hoca, burada bulunduğu süre­
ce; Karahisar ve Osmanlı Devleti’nin ilk kuruluşuna sahne olan yer­
ler hakkında bilgilerini, ilk Osmanlı Hükümdarlarıyla ilgili notlarını
çoğaltmıştır.
Birkaç yıldanberi İstanbul’dan ve dost muhitinden uzak kalan
Ahmed Refik Bey, Eskişehir’de şiddetli bir soğuklama ile yatağa
düşmüş, ora doktorlarının gösterdiği kesin lüzum üzerine İstanbul’a
nakledilmiş ve tedavisi sırasında Harbiye Nâzırı -askerlik arkadaş­
lığı dolayısıylan Enver Paşa’nm, Refik Bey hakkında Said Halim
Paşa’nın kızgınlığını yumuşatması ile İstanbul’da oturması sağlan­
mıştır.
Ahmed Refik Be}*- şimdi dünyaya yeniden gelmiş gibidir. Ürgüp,
Nevşehir, Eskişehir, Bilecik gibi burcu burcu Osmanlı kokan bu yer­
lerden toplayıp getirdiği bilgi ve belgelerin artık tezgâhlanma za­
manı gelmiştir. Bir yandan da Enver Paşa tarafından Harp Mecmuası’na yazı yazmaya ve eski savaşlara ait Hazine-i Evrak belgelerini
toplamaya ve incelemeye memur edilmiştir. Aynı zamanda Ordu’ya
dağıtılmak üzere Erkân-ı Harbiye-i Umumiyye’nin emriyle, «Tarih­
te Osmanlı Neferi», «Yirmibeş sene siper kavgası» benzeri askerlere
mahsus kitapçıklar yazmış, bu kitapçıklar Erkân-ı Harbiye hesabına
basılarak orduya dağıtılmıştır.
1917’de yayınlanan (Yeni Mecmua) da-Köprülüzâde Fuad, Ziya
Gökalp, Necmeddin Sadık Beylerle birlikte çalışmış ve tarihî ma­
kaleler yazmıştır. Birinci Dünya Savaşı’mn sonlarında Doğu Anado­
lu’nun geri alınması üzerine Ermenilerin Türklere karşı yaptıkları
mezalimi incelemek üzere yabancı gazete muhabirlerinden kurulmuş
olan heyete başkanlık etmiş, Batum, Trabzon, Erzurum, Erzincan,
Kars, Ardahan ve Artvin bölgelerini dolaşarak Ermeni mezalimi
hakkında incelemelerde bulunmuş ve Ahmed Refik Beyi’n görgü ve
araştırmaya dayanan bu notları, telgraflarla Avrupa’ya duyurul­
muştur.
Bu notlar bir süre sonra (İki komite - İki kıtal) ve (Kafkas yol­
larında) adı altında iki inceleme dizisi, iki kitap olacak ve tarih ki­
taplığında yerini alacaktır.
17
Refik Bey; 1334 [1918] yılında Mehmed A rif Bey’in yerine Osj
manii Tarihi Kürsüsüne tayin olundu ,ve bir yıl sonra müderrisliğe
yükseldi. Halen (Türkiye Tarihi) Müderrisi bulunmaktadır...»
Hocanın sağlığında yazılan bu hayat dizini, aşağıdaki satırlarla
son b u lu r:
«Ahmed Refik Bey 1325 [1909] yılında kurulan Tarih Encüme­
nine üye tayin olunduğu zamandan itibaren Encümenin en faal üye­
si olmuş, bütün yayınlara nezaret etmiş, Encümen’in yayınladığı
eserlerin büyük bir bölümünü bizzat kendisi hazırlamıştır. Onun bu
faaliyet ve mesaisini takdir eden Tarih Encümeni üyeleri, Abdurrahman Şeref Bey 20’in ölümüyle boşalan Encümen Başkanlığına
25 Şubat 1341 [1925] tarihinde Ahmed Refik Bey’i seçmişlerdir.
Eserleri ve yazılarıyla yurdumuzun her tarafında saygıyla tanı­
nan ve Avrupa ilim dünyasında takdire mazhar olan Ahmed Refik
Bey’in Tarih Encümeni Başkanlığına seçilmesi, Encümenin haysiyet
ve şerefi noktasından pek yerinde olduğu kadar, onun İlmî kudreti­
nin ve tarihteki geniş kavrayışının kadirbilir bir armağanı olmuştur.»
★
Bizim İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümüne
devam ettiğimiz yıllarda (1943) sinıflar günümüzdeki kadar kala­
balık değildi. Hoca-öğrenci ilişkileri daha yakın sürdürülebiliyordu.
Hocalar, öğrencilerin adlarını, mezun oldukları okulu, hatta aile du­
rumuna kadar özgeçmişlerini bilirlerdi. Bu yakınlığın dersler ve ve­
rim üzerinde olumlu etkisi görülürdü.
Bugün önemli bir kısmı sonsuzluğa intikal etmiş bulunan de­
ğerli hocalarımız; Cavit Baysun, Cemal Tukin, Cevat Eren, Tanrı
sağlıklı ömür versin Tayyip Gökbilgin henüz taze, çiçeği burunların­
da birer doçenttiler. Merhum Hâmid Ongunsu da dekanımızdı. Bir
aile havası eserdi Fakültenin her köşe ve bucağında.
Uygulama gezileri dışında baharın gelmesiyle beraber İstanbul’
un belli başlı mesire yerine bir, iki gezinti düzenlenerek dersler ke­
20)
Abdurrahman Şeref Bey (1853 - 1925) sön Osmanlı vak’anüvisidir.
İleri bir öğrenim görmüş, Mülkiye Mektebinde 16, Galatasaray Lisesinde
14 yıl müdürlük etmiş, TBMM 2. devresine İstanbul milletvekili olarak
katılmış, milletvekili iken ölmüştür.
Dersleri, yazı, kitap ve yetiştirdiği öğrencileriyle memlekete hizmet et­
miş bir kişidir.
18
silir ve imtihanlar başlardı. Bu gezintilere dışarıda görevi olanlar
dışında bütün arkadaşlar katılırdı. Nezih, saygı ve sevgiye dayanan
bu gezilerin hikâyesini biz sonradan dinlerdik arkadaşlardan.
Gezinti Büyükada’ya yapıldığı zaman Ada İskelesine çıkılınca
birkaç öğrencisiyle ortadan kaybolurmuş Mükrimin Hoca. İlk kez ne­
vale düzmeye bağlamışlar bu ayrılmaları. Sonra öğrenmişler bu kay­
boluşun nedenini.
Ahmed Refik’in, Hoca’nın mezarım ziyaret...
Mükrimin Bey Ada toprağına ayak basar basmaz soluğunu me­
zarın başında alırmış.
Mükrimin Hoca ile sonraları çok yakın ilişkini oldu ve ölümüne
kadar da sürdü. İstanbul’da Lâleli’de Şair Haşmet Sokağındaki evine
ziyarete giderdim. Bizim kuşak için yaşımız ne kadar büyürse büyü­
sün biz öğrenci, onlar Hoca idi daima. O da biraz rind meşrepti.
Duygulu, tamamiyle içine dönüktü. Ahmed Refik Bey’den çok şey
öğrenmişti. Mükrimin Halil Bey bol ve rahat yazan bir kişi olmadı­
ğından Hoca’sına olan tutkusunu, bağlarını dile getirememişti ama,
Büyükada’nın dört bir yanı mavi sularla çevrili bir yamacında ebedî
uykusunu uyuyan Hoca’sına, Fâtiha okumadan geçemezdi.
Nerde âhû bakışın, nerde o gözlerdeki nûr?
Ada'dan sen gideli kalmadı gönlümde sürür.
Mâhitaplar, geceler, etmede hasretle mürûr.
Ada'dan sen gideli kalmadı gönlümde sürür.
Ahmed Refik
*
Akşam Gazetesinin Akşamcı’sı; gazetenin ilk kuruluş yıllarının
tarihi fıkraları yazarı Ahmed Refik Hoca için ne yazıyor21.
«Tanınmış tarihçi Ahmed Refik’in vefatını dünkü nüshamızda
elemle haber vermiştik. Ahmed Refik yıllardanberi — Hatta Akşam’
m ilk kuruluşundan beri — gazetemizin muharrirleri arasında bu­
lunduğu için, bizler, yalnız kıymetli ve yüksek bir münevverimizi
kaybetmekle değil, bir mesai arkadaşımızı da aramızdan silinmiş gör­
mekle matemdeyiz.
21)
Akşam Gazetesi. «Ahmed Refik’in ölümüne dair». 12.X .1937
19
Onu kim bilmez?.. Eserlerini kim okumamıştır?.. Ahmed Refik’
ten kim yeni bir şey öğrenmemiştir?..
Merhum’un doğrudan doğruya tarih kitabı şeklinde muhtelif ve
cilt cilt muhalledatı vardır ki, kendi sahalarında Türkçemizde henüz
daha iyileri yazılmamıştır. Tarih telâkkisinin son değişmesine kadar
bunlar kendisinden evvelkilerdeki bütün bilgiyi toplayıp üzerlerine
yenilerini de ilâve etmiş sayılıyorlardı.
Ahmed Refik, eski elyazısı eserleri, Hazine-i Evrakı yıllarca bü­
yük bir sabırla araştırmış, elde ettiği vesikaları dergilerde yayınla­
mıştır. Bunlar, muhtelif devirlere, muhtelif şahıslara dair beşerin bil­
gi istinatgâhları olarak kalacaklardır. Daha şimdiden beynelmilel tak­
dirlere de mazhar olmuşlardır. Nitekim isveçliler, Demirbaş Şarl’a
dair yazdığı bir eser için kendisine madalya vermişlerdi.
Bahusus, O, bu sonuncu çeşit mesaisiyle asla modası geçmemiş,
geçmeyecek kıymetli bir âlimimiz, bir mütetebbimiz olarak kala­
caktır.
Çalışmalarından pratik faydalar da hasıl olmuştu : Sürp Agop
mezarlığına dair vesaiki ortaya çıkarmak suretiyle, İstanbul şehrine
bir kaç milyon lira kazandırmıştı. Gördüğü ender mükâfatlar arasın­
da, ona, bu hizmetinden dolayı küçücük bir ev almak parası verilmişti.
Ahmed Refik, kuru, can sıkıcı bir âlim olarak kalmasını iste­
memiştir. Halka, geniş tabakalara okutmak hevesiyle kalemini kul­
lanmıştır. Tarihi kolay okunur, herkesçe anlaşılır bir tarzda yazmak
tecrübesine memleketimizde ilk girişen ve bunda muvaffak olan
Ahmed Refik’tir. Meselâ: (Lâle Devri) gibi eserleri, en çok okunan
romanlar derecesinde âmmenin rağbetini kazanmıştı; lezzetle, zevkle,
her yaştaki, her seviyedeki vatandaşlar tarafından okunmuştur.
Ahmed Refik’i taklit ederek, bir çok muharrirler tarihî roman­
laştırmağa kalkmışlar; bazan da işi çığırından çıkarmışlardır; hakikatları tahrif etmişlerdir. Fakat O, kendi bildiği, hakikatına inandığı
yoldan ayrılmamış, halk için yazdığı eserlerde de daima doğruyu
vesikalara istinaden tahkiye (Bir olayı anlatmadaki düzen) etmiştir.
Üstadın halk muharriri olmağı sevmesine ve halka kendini sevdirebilmesine iki esaslı sebep vardı. Bunlardan birincisi gazetecili­
ğiydi. Ahmed Refik, İkdam’m doğrudan doğruya profesyonel muhar­
rirliğini yapmıştı. Yazışındaki tatlı üslûbu da tab’ındaki şairaneliğiııden almıştı. Ahmed Refik’in manzum eserleri de vardır. Şarkıları
hâlâ dillerde dolaşmaktadır.
Rabbin bana bir nimeti varsa, o da sensin!
20
Kendisini bütün tanıyanlar sevmişlerdir. Zira, o gayet rind, ne­
şeli bir insandı. Gençliğinde de yakışıklı bir zabit olarak tanınmıştı.
Mâziyi sevdiği gibi hâli de severdi: Tarihin güzel kadınları var diye
devrimizin dilberlerine yüz çevirmezdi. Cem âyinini yirminci asırda
ihyaya çalışırdı: İçkiden çok hoşlanırdı. Fakat derler ki kırkına ka­
dar hiç işret kulanmamış da ondan sonra başlamış.
Bunu da hayatını istediği kadar kolaylıkla kazanamamasına ham­
letmek mümkündür. Nitekim sefalet içinde öldüğünü öğreniyoruz.
Sefalet ise sefahatle arkadaştır. İkisi de bâde tokuşturur. Filhakika
Ahmed Refik çok sıkıntılı günler yaşamıştır.
Ne garip bir tecellidir ki, tarihî bir takım hakikatları meydana
çıkaran Ahmed Refik’in öldüğü gün, doğum tarihi muhtelif gazete­
lerde münazaunfih oldu : kimi 1881 diye, kimi 1882 diye yazdı. Biz
de 1876 dedik. Sanırım bu en doğrusudur. Zira aksi takdirde 18 yaşın­
da zabit çıkıp muallimlik etmiş olması lâzım geliyor.
Ahmed Refik bizim hesabımıza göre 61 yaşında vefat etmiştir.
Onu pek erken, pek vakitsiz 'kaybettiğimizden dolayı müteessifiz.
Kendisinden pek çok faydalar daha beklerdik.
Allah rahmet eylesin.»
Ünlü Türk romancısı Ercüment Ekrem Talu başka bir yönü ile
Ahmed Refik’i gözlerimizin önünde sergiliyor22:
«Son defa kendisini gördüğümde, dudaklarının daimî tebessümü
daha ziyade bir elem ve ıstırap kıvrımı olmuştu.
— Hasta mısın?., diye sordum.
— Hayır!.. Maatteessüf turp gibiyim; cevabını verdi.
Sağlamlığına ve sağlığına esef eden bu zihniyeti anlamak benim
için güç değildi. Ne vakittir, Ahmed Refik’in maddî ve manevî üzün­
tüden artık bunalacak raddeye gelmiş olduğunu biliyordum. Kibar­
lığının son bir aksülâmeli ile bu vaziyetini belli etmemeye çalışıyor­
du. Fakat bütün o ıstırabın, simasında, gittikçe derinleşen izlerinden
biz, onun yakınları, herşeyi anlıyorduk.
Bir iki seneden beridir, muntazaman çalışabilmek kabiliyetini de
kaybetmişti. O velûd muharrir, dimağını istilâ eden başka düşünceler
ve başka endişeler yüzünden kısır olmuştu.
22)
E. Talu. «Ahmed Refiğin Arkasından». Son Posta. 12.10.1937
21
Ahmed Refik her günkü meşgalesini teşkil eden tarihin yorgun­
luğunu şiirle gidermeyi seven çok ince duygulu bir insandı. Adanın
kış, yaz ihtiyarlamasını bilmeyen bazı gönüller gibi, tazeliğini ve
yeşilliğini muhafaza eden çamlarının altında, âşık kalpleri senelerce
coşturan şarkı güfteleri söylemiş ve onları besteleyerek piyasada yay­
mıştır.
Endamının hayâlini gözlerimden silemem
Kollarında can vereyim , başka bir şey dilem em ...
Şarkısı onun, karşılık görmeyen bir sevgisinin içten kopmuş mah­
sulü idi.
Ona rastladığım o gün, mahzun çehresinde ufacık bir neş’e lem’ası
parlatabilir miyim acaba diye kendisine bu şarkıdan bahsedecek ol­
dum. Bu sefer acı acı güldü...
—
Gözlerimden o hayal... Gönlümden o emel de silindi, gitti...
dedi.
Ahmed Refik bir yığın eser yazmıştı. Bunların pek çoğunu bugün •
piyasada arasanız, bulamazsınız. O derece rağbet görmüş, o, kadar çok
satılmıştı. O eserlerin yüzünden bol para kazanan Babıâlinin dimağ
ve kültür kabzımalları mariz vücudunu o nankör kaldırımlarda sü­
rüyen Ahmed Refik’ten yüz çevirdiler.
Eğer, geçen günkü bir makalemde teşekkülünü temenni ettiğim
muharrirler birliği mevcut olsaydı, bu kıymetli fikir adamı bu dün­
yadan ötekine, gönlünde daha az meraretle ve insanların nankörlü­
ğü hakkında daha az kanaatle göçerdi.
Ahmed Refik, üzerinde, hayatının aynı zamanda hem en mes’ut
ve hem de en elemli günlerini yaşadığı Büyükada toprağının, şimdi­
den sonra da altında ebedî istirahate kavuşmuş bulunuyor.
O, Adayı müşfik ve vefakâr bir mâşuka gibi severdi. Haklı imiş:
Ona ömrünün sonunda kucak açan yalnız o oldu.
Zavallı Refik!»
★
Kendine özel tutkuları, yaşantısı, Fatih Sultan Mehmed’e kafa
tutan Kara Davud adlı tarihi romanı, gürül gürül sesi, dostları, An­
kara Caddesinin yeri doldurulamayan çehresi, Rahmetli Nizameddin
Nazif Tepedelenlioğlu’nun kaleminden23 Ahmed Refik’i dinlemekte
yarar var.
23)
Nizameddin Nazif [Tepedelenlioğlu]. «Ahmed Refik. Dost, büyük­
baba ve artist». Haber Gazetesi, 18.10.1937
22
«Ahmed Refik benim dostumdu, ve sanırım ki çok sevişir dik de...
Onu son defa tarih kongresinde görmüştüm. Tarih kongresinin
encümenlerine seçilmiş olmanın gururu, galiba dostuma tarih pro­
fesörlüğü kürsüsünden mahrum kalmanın acısını bir parça unuttur­
muştu.
îçleri gülen gözlerini bana dikerek :
— Ecnebi tarihçileri, arkeologları dinledin ya... -demişti- hep
bizi konuşuyorlar... tarih demek biz demekiz. Türk ile tarih bir
mânaya gelir. Ne yazık ki Çallı bu hakikatin hâlâ gafilidir.
— Bunu nereden kestiriyorsunuz hoca?., diyecek olmuştum.
Yeşil gözlerinden tatlı bir hırçınlık ışıldarken şu cevabı vermişti:
— Nereden olacak? Ortada yok; görünürde yok; kongrede yok;
Adada yok, Ahmed Refik’in ziyaretine gelen dostları arasında yok.
Her yerde, memleketin her tarafından münevver insan, zekâlı insan,
sanatkâr insan teneffüs ediyorum. Yalnız onu göremiyorum. Ortada
bir Çalh yok.
Çallı...
Ahmed Refik, ömrünün son on yılını hem onunla yanyana, hem
onun nostaljisini duyarak yaşadı. Bu garip tezad Çallı’nm bazan bu­
lunduğu yerde, aynı zamanda var ve aynı zamanda yok oluşunu ifa­
de eder.
Çallı...
Bilmem bu sanatkâr dostum, onu, o çok iyi insanı, onu çok
sevmiş olan Ahmed Refik’i çabuk unutabilecek mi?..
Kırk yılı geçen uzun ve yorucu bir çalışma devresinde sarı ve
yumuşak saçları teker teker kırlaşan bu başı, bu memleketin fikir,
sanat ve kültür âlemine hiç ihmale gelmez bir kıymet katan Ahmed
Refik’in başı, Ada’nın kiremit renkli toprağına gömüldüğü gün, bana
onun ne yaptığını bilmez bir hale girdiğini, o geceyi, Çal ovalarında
başı boş dolaşıp koşarken birden kalbi durmuş bir aygır gibi dostu­
muzun mezarı üstüne yıkılarak geçirdiğini söylediler. Eğer böyle ise
Ahmed Refik’in tek alacağı kalmaz.
Gani şekilde, en cömert şekilde tediye edilmiş olur. Ve bir dos­
tun yok oluşundan duyulan azabın bu tecellisi ile şu sanatkâr, (İm­
parator Timur ve İmparator Yıldırım) adlı müstakbel eserinden um­
duğumuz derecede kuvvetli ve yeni bir ölümsüzlük daha kazanacağı­
na inanabilir.
Ahmed Refik’in Köprü üstünde bir yaz şöyle bağırdığını işitm iştim :
23
— Gelin be! Bağımın üzümleri hep sizin için yetişiyor. Evimin
altında dostlar için bir meyhane açtım.
Bir yaz da bana kollarını açarak böyle söylem işti:
— Bahçem karanfillerle dolu, gelin, koklayın... erikler, şeftaliler
öyle oldular ki ağaçların dalları kırılacak. Gelin Allahınızı severse­
niz, gelin şu erikleri, şu şeftalileri yeyin!.. Kütür kütür şeftaliler...
Ağaçlarımın dallarını masûm kız göğüslerinin azabından kurtarın...
Ahmed Refik’in rindâne edâsında kâh bir ilâh Bakûs, kâh bir
Hayyam, kâh bir Hâfız, kâh bir Mevlana konuşur gibi olurdu.
O bir müverrih miydi?.. Sanmam. Devrini vermedi. Geçmiş de­
virlerin hiç bir karanlığına onun eliyle bir sistemin meşale uzattığı
da iddia edilemez. Bununla beraber gerek Türk tarihçiliğinde ve ge­
rek umumî Türk kültüründe Ahmed Refik’in arzettiği endam pek
enine boyunadır.
Türk edebiyatında Ahmed Refik’in rolü asla unutulamayacaktır.
Kaybettiğimiz Ahmed Refik, büyük bir Ahmed Refik’tir.
Bütün aksi iddialar onun yirmi beş yıl evvel ayağından çıkardığı
çizmelerin topuklarına kadar bile erişemez. Bence Ahmed Refik’in
ölümü ile aramızdan ayrılan vatandaş, bizi sayısız hâtıraları ve unu­
tulmaz matemi ile başbaşa bırakan vatandaş, bir âlimden ziyade bir
sanatkârdır:
Kültürü, heyecanı, İnsanî mânası ve verimi yüksek bir edibin
matemini tutmaktayız.
Altı yedi yıl kadar oluyor galiba... bir gün Sirkeci’de, tramvay
caddesine bakan bir gazinonun terasasmda oturuyordum. Omzuma
bir el dokundu. Baktım :
O:
— Nasılsın?..
— iyiyim hoca...
Biraz dalgınca bir hali vardı, yanıma oturunca sordum :
— Neyin var?.. Bir şeye mi sinirlendin?..
— Evet...
Biraz neşelensin diye bir komediyen tavrı takınarak bağırdım :
— Hangi melun senin canını sıktı hocam?.. Aaah bir elime ge­
çirsem kafasını patlatırım.
Gülümsedi.
— Tamam... Ben de bunun için geldim zaten... Sen onu tanıyormuşsun!..
24
— Kim bu o?..
— Senin sınıf arkadaşlarından biriymiş.
— Tuhaf şey... ne yaptı sana?
— Ne yapacak?.. Bana damat olmak istediğini söyledi.
■
— Ey... sen ne yaptın?..
— Olmaz, dedim...
— Mükemmel!.. Kesip atmışsın işte.
— Benim kesip atmamla iş bitse iyi. Senin melûn ısrar ediyor.
— Ya kız?..
— O da senin melûnla aynı fikirde.
— Mesele kalmamış öyle ise...
— Sanırım sen arkadaşına bir rica edersen bu sevdadan vazgeçirebilirsin.
— Adını söyle bakayım...
Eğildi. Çocukluk arkadaşımın adını kulağıma fısıldadı. Bu, tanı­
dıklarımın eh halûku, en zekisi idi ve şerefli, parlak bir istikbale de
nam zetti:
— Hoca... -dedim- sana birinci ikramiye isabet etmiş, bundan
iyisini nereden bulursun?..
Kızdı, hiddetlendi, bir hayli kavgadan, gürültüden, münakaşadan
sonra homurdanarak yanımdan ayrıldı.
İki yıl benimle konuşmadı... sonra bir gün onu Adada, beş
yaşında çok sevimli bir yavruya yemiş alırken manavın önünde ya­
kaladım :
— İhtiyar bu kim?..
Hemen kulağıma e ğ ild i:
— Sus! Sakın o kavgamızdan bahsetme!.. Duymasın... Onun
doğmasını istememiş olduğumu sanmasından korkarım. Torunumu ne
kadar seviyorum bilsen?.. Geceleri göğsüme çıkıp uyuyor yaramaz.
Onun o gün, yemiş yiyen sarı saçlı bir mini miniyi yederek
önümden gidişi ne güzeldi. Büyük babalık, Ahmed Refik’e çok yakışmıştı. Ve galiba hayatının son döneminde en büyük zevki torunu
ile şakalaşmak ve en beğendiği sıfat büyük babalık oldu.
Ahmed Refik’ten boşalan yer büyüktür.
O, bunamadan ve modası geçmeden öldü.
O, büyük eserlerini gölgede bırakacak en büyük verimler vadederken öldü. Büyük dostumun azabı içindeyim. 1937 çok kötü başla­
dı, çok kötü yürüyor.»
★
25
Denemeci, eleştirici, fransızca ve edebiyat öğretmeni, çevirmen,
bütün bunların üstünde Ahmed Refik’i tanımış ve anlamış bir kişi
olan Nurullah Ataç, iki ayrı yazı dizisi ile ıstırabını dindirmeğe ça­
lıştı, başarabildiyse ne mutlu 2\
«Ağlamak kabiliyetini kaybetmenin acısını, Ahmed Refik’in ce­
nazesinde anladım. O adamı yıllardan beri sevmeğe, elini öpmeğe,
hattâ mütemadiyen kendisinden bahsetmesine, kendisini öğmesine
alışmıştık.
Bir tarihçi Ahmed Refik vardır. Bir de bizim dostumuz olan
Ahmed Refik. Birincisinin cilt cilt kitapları vardır, onlar daha uzun
zaman okunacaktır. Zaten bizim nesle -tarih zevkini değil- okumak
zevkini aşılamakta o kitapların büyük hizmeti oldu. Tarihi Umumî’si
forma forma çıkarken bizler daha mektep sıralarında idik: onları
haftada bir alır, biraz okur, resimlerine bakar, saklardık. Her cilt
bitip de Hilmi Kütüphanesinden onun yeşil cildini aldık mı, koltuk­
larımız kabarırdı. Ahmed Refik bizim ilk kıymetli kitabımızın mu­
harriridir. Sonradan kütüphanelerimize daha güzel, daha kıymetli
kitaplar g ir d i: parlak kâğıdın, resmin büyük bir şey olmadığını an­
ladık, tarihi umumî’yi açıp okumaz olduk. Hatta çoğumuz onu başka­
larına verdik, kaybettik. Fakat onu unutmadık. Ona, çoğunluğumuz,
ilk okuma zevkimiz bağlıdır. Şimdi Hilmi’nin Atlas’ını ve o Tarihi
Umumî’yi hatırladıkça gözlerimin önüne yeni okumağa başladığım
günlerin bahar sabahları geliyor. Bu yalnız benim için böyle değil­
dir: bizim neslin bir çok kimseleri için böyledir. Hatta bugün ben
yaşta olanlar, Ahmed Refik’in kitaplarını benden fazla okudular: ben
Lâle devrini, Sokullu’yu yeni çıktıkları zaman okumadım; çünkü ben
Atâ B eyin 25 oğluyum. Atâ Bey de -her nedense- Ahmed Refik’ten
pek hoşlanmazdı.
Bizim dostumuz Ahmed Refik, tarihçiden ziyade şairdi. Rakı iç­
meğe oturdu mu, ikinci kadehte coşar, şarkılarını okumağa başlardı.
Bazan da bize :
— Bir şiir okuyun... derdi.
Fakat ne söylesek beğenmez, başkasını isterdi. O istediği başka
24) Nurullah Ataç. «Ahmed Refik». Haber (Akşam Postası) 12.10.1937
25) Atâ Bey. (Asıl adı: Mehmed Atâullah Mefharî. 1856 - 1919). Doğubatı kültürünü bilen bir devlet adamıdır. Kısa bir süre bakanlık da yaptı.
Gazete ve dergilerde ad, takma ad ile yazı yazmıştır. Telif ve çeviri eserleri
vardır. J. Von Hammer’in Devleti Osmaniye Tarihini notlu ve haşiyeli di­
limize çevirmiştir.
26
şiir kendi manzumeleri, şarkıları, Çallınâmesi idi. Onları ezbere bi­
lenimiz çok az olduğundan Hoca ile şiirden bahsetmek hayli zor
olurdu. Fakat o kusura bakmaz, bizim yerimize kendisi okuyuverirdi. Ahmed Refik’i çok severdim : İlmine karşı içimde, belki babam­
dan kalma bir şüphe vardı ama bir çocuk gibi mahviyyetini gizle­
meyen, herkesle, hiç tanımadığı kimselerle senli benli konuşan o gö­
nülsüz insandan hoşlanırdım. Buna rağmen şiirlerinin harikulade ol­
duğunu söyleyemeyeceğim. Hiç sanatkâr değildi, gelişi güzel söyler­
di. Şarkıları, meselâ (Rabbin bana bir nimeti varsa...), (Şen gözle­
rine neşe veren...) hâlâ dillerde dolaşıyor, bir müddet daha söylene­
cektir. Fakat Gönül -şiir mecmuası- pek rağbet görmedi; bundan son­
ra göreceğini de zannetmiyorum. Belki birkaç beyti hafızalarda yer
etmeğe lâyıktır. Meselâ (Lebimden aldığı ezvakı sen bir dinle sinen­
den, - Ne sinen kurtulur benden, ne gönlüm vazgeçer senden...)
Bu da kâfi değil mi?..
Zavallı Ahmed Refik, zavallı Hocam... Öleceğini biliyorduk, ama
yine yüreğim parçalandı!
Bir ağlayabilseydim.
Belki ondan sonra seni sükûnla, güzel hatıraların verdiği tebes­
sümle anabilirdim!»
★
«Pazar ile pazartesi arasındaki gece gürültü ile yağmağa baş­
lamıştı ama sabahleyin durdu ve biz -barometreye bakmağa bir türlü
alışamayanlar, daha doğrusu akıl erdiremeyenler- hava açılacak diye
ümide düştük. O gün Büyükada mezarlığına Ahmed Refik’i bırakma­
ğa gittik. Ahmed Refik, karanlık bir gök altında, şimşekler çakarken
gömüleceğini bilseydi bunu, romantik ruhuna uygun bulup memnun
olurdu. Son kürek toprak da atılıp Kur’an okuyanlar sustuktan sonra
ilk olgun taneler düşmeğe başladı. Cenazeye gelen kadın, erkek, ço­
luk çocuk Tepeköyü’nden iskeleye koşar gibi acele acele iniyordu;
sanki bir panik, kelimenin hakikî mânası ile bir panik, yani Pan Tan­
rının gözüküvermesiyle yürekleri sarıveren ürperme... Ahmed Refik’
in cenazesi öyle parlak olmadı; büyük bir kalabalık yoktu; fakat pek
sevdiği İstanbul’un seması o gün elinden geldiği kadar heybetli ol­
mayı esirgemedi.» 26
★
26) Nurullah Ataç. Hayata dair. «Yağmur». Haber (Akşam Postası).
16.10.1937
27
Hikayeci, romancı, gazeteci, genel olarak sosyal konuları işlediği
eserleriyle Türk edebiyatında küçük hikâyenin belli başlı temsilcile­
rinden olan Sadri Ertem de başka yönleriyle Ahmed Refik’i anlatıyor
bizlere 27.
«Ne çok basit, ne de çok mürekkep olan şeyi tarif edemiyoruz.
Onun için hayat izahsız kalıyor. Dünyaya gelip giden insanları bazan
bir kalıp içinde dökülmüş mâdenler gibi şekilli olarak tanırız. Ona
ad veririz, sıfatlarını kolayca sayarız. Sanki onlar mikroskop altına
konmuş birkaç damla sudur... Statik şekillenmiş itiyadın rayları üs­
tünde dolaşan ruhları anlamak isteyenler, eğer varsa ancak derinlik­
lerinde müşküllerle karşılaşırlar. Fakat arzın koynuna ölümden ka­
çan yavrular gibi sokulan madenlere pek benzeyen insan vasıfları
kâşifleri gözlerler.
Onlar kâşiflere bütün sırlarım vermekte hiç te inatçı değildir­
ler... Usta kâşifleri pusuda beklerler. Fakat hiç bir kalıba uymayan,
müphemliği ve basitliği altında bir mahşer taşıyan ruhları tarif asla
mümkün olamaz. Sicilleri, meslekleri, hattâ gündelik hayatları onla­
rın hayallerini ve nefeslerinin izlerini taşıyan, aksettiren bir ayna
değildir... Elbiseleri ne kadar şahsiyetlerini ifadeden uzak ise, meş­
gul oldukları, yahut uğraşır gibi göründükleri işler de onları bize
anlatamaz. Sanki meslekleri, gündelik hayatları, görünüşleri insan­
larla alay etmek, insanları şaşırtmak için hazırlanmış birer oyundur.
Harbiye mektebinin eski meç hocası zabit, müellif, bestekâr, şair,
müverrih, profesör, mütekaid yüzbaşı tek başına Ahmed Refik’i ifade
etmekten yüzde yüz uzaktır.
Ahmed Refik’i en ziyade aksettirdiği iddia edilen hattâ kendisi­
ne büyük şöhret veren tarihçiliğini de ben onu anlatmayan vasıf­
lardan biri olarak alıyorum.
Vakıâ o bizde modern tarih muharrirliğinin babasıdır. Bugün iri­
li ufaklı bir sürü tarih hikâyesi tarih romanı yazan insanlar vardır
ki; onun kitaplarını okumuş, gazete sayfalarına naklettiği tarihî hâ­
diseleri anlamış, üslûpla tarihin izdivacına bizde ilk misâli veren
Ahmed Refik’ten feyiz almıştır. O, tarihi popülerleştirmekte başlı
başına bir mektep vazifesini görmüştür. Fakat bir muharrir için kâfi
bir mazhariyet diyebileceğimiz bu vasfı yanında onu m odem mâna­
sıyla bir müverrih diye tanımamıza imkân yoktur. Bu imkânsızlığı
bir taraftan Ahmed Refik’in ruhunun nescinde, bir taraftan da dev­
rinin psikolojisinde aramalıdır.
27)
28
Sadri Ertem. Kurun’un haftalık ilâvesi. E k im /1937
Ahmed Refik, hendesi, berrak vazıh bir mizaca sahip değildi. K u­
ru ve hendesi müstehaseler, ölü şehirler, ölü vakıalar üzerinde mu­
kayeseler yapmağa, ölü medeniyetlerin başucunda vesikalar topla­
mağa, metrukât kaydetmeğe ruhu asla müsait değildi. Gerçi Babıâli
hâzinesinden bir çok şeyler çıkardı. Fakat bunlar sadece tarihin ham
maddeleridir. Ve bazı zaruretlerin ifadesidir. Ruhun verdiği bu im­
kânsızlığa, devrin ilim ve tarih zihniyetini de ilâve etmek gerekir.
Bu devirde Osmanlı vak’anüvisliği gömülmüş olmakla beraber
ciddî ve m odem ilim zihniyetinin istediği usullere göre tarih yazmak
asla tahayyül edilmiş bir hakikat değildi. Ahmed Refik, Vak’anüvisin öldüğünü ve tarihin yasak sayıldığı devrin ortasında hayata gö­
zünü açmıştı. Abdülhamid devri, tarihi, bomba, dinamit, isyan be­
yannamesi ve ihtilâl nev’inden bir şey sayıyor ve onu bacakları zin­
cirli muharrikler arasında zindanlara atıyordu. Tarihin tekevvün ede­
memesi için bu politik şartın yanında insan fikirlerini, zamane mü­
nevverlerini idare eden zihniyet ve müverrihin yetişmesine imkân
bırakmıyordu. Müverrihin asgarî müsbet ve felsefî bir kültüre sahip
bulunması iktiza! eder. Halbuki zihniyetin sentez yapmasına vasıta
olan felsefi tefekkür, bu zamanda «İlmi kelâm» hudutlarını aşama­
mıştı. İlmi kelâm tefekkürüne göre tarih ancak «Mukaddes hikâye»
lerin yekûnu olabilirdi. Mamafih bunun yanında tarih için de Tan­
zimat devri, ekonomi, edebiyat, madde ve tabiat ilimleri için ne
yaptıysa, aynı yaşta Avrupalı bir teneffüs cihazı bırakmıştı: itha­
lâtçılık!..
İthalâtçı ekonomi sistemi, ithalâtçı edebiyat ve ilim havası ya­
nında ithalât emtiası olan tarih bilgisi ancak ayakta durabiliyordu.
Bu ruh, mektep kitaplarının bile tercüme edilmesi gibi bir basmaka­
lıpçılık şeklini almıştı. Meşrutiyet devrinde para getiren ilim yolu
bundan başka bir şey değildi.
Ahmed Refik, bu devrin ortasında tarihi sevdi, başkalarına sev­
dirdi. Ve sanatkâr ruhunun bütün kudretiyle insanları tarihin gale­
rilerine şevketti.
Ahmed Refik’in en kuvvetli görünen cephesi, böylece onun ru­
hunu ifadeden uzaktır. Onun bu vasfı kendisini d e ğ il: Babıâli kitap­
çılarının zekâlarını, hesap cetvellerini ifade eder. Onun ruhundan
ancak bir parçayı haber verir :
Sanatkâr Ahmed Refik’ten birkaç kıvılcım.
O, izahını bulamamış bir insandı. Şair olarak, müellif olarak,
29
Müverrih Ahmed Refik Bey
Y ıl: 1926
musikişinas olarak onu ayrı ayrı adlarla anmaktan ise, coşkun hayat
diye müphem bırakmak daha doğru olur.
Bu içli, daima delikanlı olan artist Ahmed Refik’in ölümünü biz
daima genç bir ölünün hüznüyle hatırlayacağız...»
★
Vâlâ Nureddin de O’nun, Hoca’nin Babıâli’nin, mürekkep kokan,
bir yönden nankör, çiçek iken koklayan, solmaya yüz tutunca kökün­
den söküp atan Ankara Caddesinden kalem arkadaşıM.
«Bazen bir eser okursunuz; çok hoşunuza gider; kendi kendinize:
— Ah şunun müellifini görebilseydim... diye düşünürsünüz.
28)
Va-Nû. «Ahmed Refik’in fâni hüviyeti öldü». Haber (Akşam Pos­
tası) 14.10.1937
30
Karşınızda hayalen canlandırdığınız şahsiyet belki Fuzûli’dir,
belki Nedim’dir. Belki Naima’dır, belki Evliya Çelebi’dir.’.. Yahud
Ziya Paşa, Tevfik Fikret...
Bunlar birer mânevi yarım ilâhtırlar.
Sonra, garp müellifleri, Victor Hugo, Shakespeare ve daha bin
bir isim.
Hayatta kendileriyle karşılaşsaydmız, ne kadar merak, tecessüs
ve hürmet duyardınız. Bunlar hakkında ihtifaller yapılıyor. Heykel­
ler dikiliyor, yahut dikilecek. Merasimler için avuç dolusu para sarfolunuyor.
Fakat bugün de aramızda yaşayan bir çok bu kabil insanlar var­
dır. Ve vardı. Meselâ: Abdülhak Hâmid, şayet bir asır evvel yaşa­
saydı, bir Fuzûli, bir Nedim kadar merakımızı celbetmiyecek m iy­
di?.. Onu görmemiş olan bir takım vatandaşlarımızın nazarında o,
ölümünden sonra aynı erişilmez şahikaya yükselmemiş midir?.. K e­
za, Yahya Kemal... İnşallah çok yaşar. Fakat bu millet kendisini
elbette bir gün kaybedecektir. O zaman kıymeti bilinecek. Sütun
sütun yazılar, âbideler, mitingler, merasim.
Bugün Yahya Kemal, sizin benim gibi tramvaya, vapura, bini­
yor, bir evde oturuyor. Gidebilir, kendisiyle görüşebilirsiniz. Haddi­
zatında onun tarihteki en meşhur şairlerinden eksiği yoktur. Bazan
böyle düşünüyorum da, eski Yunan’m fâniler arasına karışmış mabudları gözümün önüne gelir. Bunlar da işte bizlerin arasında ya­
şıyor.
Bence Ahmed Refik de işte böyle bir insandı. O cilt cilt eser­
leriyle, aramıza nazil olmuştu. Tarihlerini, bilhassa kıymeti birinci
derecede olan tetkik makalelerini, halk için yazılmış kitaplarım üst
üste okuyacak olursanız, bu mânevi hüviyet kendi maddî hüviyetin­
den her halde pek daha yüksek boylu tutardı. Onun beşeri kusurları
olabilir, fakat meziyetleri öyle büyüktü ki kusurları eserlerinin ya­
nında Oscar Wilde’nin gönül kaptırması, yahut Hayyam’ın sarhoş
olması, Nedim’in İbrahim Paşa’ya dalkavukluk etmesi kabilindendir.
Ahmed Refik’in ölümünü büyük bir elemle anarız. Hele sefalet
içinde ölüşünü!.. Bir büyük adam kaybettik. Bir büyük adamımız,
fâni hayatından çekildi, kütüphanelerimize yığınlarla eserini bırakıp
gitti. •
Allah Rahmet eylesin.»
★
31
Ankara Caddesi’nin bir Kandemir Ağabeyi vardır. Her gazete
ve her dergide sütun sütun yazıları, çeşitli tarihî kitaplarıyla daima
aramızda yaşayacak olan Feridun Kandemir.
O da bu yokuştan geldi, geçti ve göçtü. Kurtuluş Savaşı’nın ilk
yıllarında Ankara’da bulundu. Ankara’da yayına geçen ilk gazetenin
hazırlayıcıları arasındaydı. Eski bir baskı makinasını Konya’dan A n­
kara’ya nasıl taşıdıklarını anlatmıştı bana bir kez, en ağır taşıma
aracının manda arabası olduğu yıllarda. Hatay’ın Ana Vatan’a ka­
tılması sırasında görevli olarak orada bulunmuş ve bir hayli de
hizmeti görülmüştü. Canlı tarihti. Anılarla dolup taşardı. Hamidiye
kahramanı Rauf Orbay’a ayrı bir sevgisi vardı ve bu ilgi, Balkan,
Cihan ve Kurtuluş Savaşı tarihimize ışık tutan bir kitap halinde
yayınlanmıştı. Röportajda da Caddenin başta gelen ustalarındandı.
Aşağıya naklettiğimiz bu yazı dizisi, ebediyete göçmüş iki yazı usta­
sını bir kez daha anmamıza vesile olması dolayısıyla ayrı bir önem
taşıyor29.
«— Eyvah... Baskına uğradık!., yıllarla muallimlik, müderrislik
ettiği için (Hoca) diye anılan müverrih Ahmed Refik, Büyükada’
daki (kâşanesi) nin kendi eliyle tanzim edilmiş güzel bahçesinde
henüz işini bitirmiş, üstübaşı toz toprak içinde, dinlenmeğe hazırla­
nıyordu ki, kapının eşiğinde bizi gördü.
— Yakalandık desene... Hoş (Bugünlerde geleceğim) dediğindenberi kulağım kirişte... hele bu sabah sanki içime doğdu; alayım ba­
şımı, gidip Beyazıt kütüphanesi’ne kapanayım, dedim, ama, sen daha
atik davranmışsın... E... söyle bakalım ne olacak şimdi?..
Kanapeye, yanyana kurulduk.
— Konuşacağız hocam...
Makinasını hazırlayan Foto Perşembe’ye dikdik bakarak :
— Ya bu ne olacak?., dedi - maşallah takım taklavat tamam...
Konuşacağız diyorsun ama, konuşmanın ne demek olduğunu bilmi­
yorsun galiba... Şimdi senin niyetin beni söyletmek... sen soracaksın,
ben cevap vereceğim... buna konuşmak değil, istintak derler... Öyle
değil mi?.. Benim de sual sormağa hakkım var mı?..
— Sor hocam...
— Öyle ise söyle bana, bu işten vaz geçsen de, şu lâtif bahar
gününü zehir etmesek, tatlı tatlı dereden tepeden konuşsak olmaz
mı?..
29)
Feridun Kandemir. «Ahmed Refik. Muharririmize neler anlatıyor?».
Perşembe Dergisi, s a y ı: 60, 21.5.1936
32
— Sen hiç rahatını bozma hocam, keyfine bak... sorularımla seni
sıkmayacağım, yine tatlı tatlı konuşacağız...
Üstadın buna biraz aklı y a ttı:
— Desene ki Çallı’nın resim yapışı gibi... O benim resmimi ya­
parken katiyen poz almam... hem içeriz, hem arada sırada fırçasını
işletir; en kolay resmi yapılan adam sensin der...
Hoca karşımızda asılı duran Çallı’nm yarıda kalmış bir tablosu­
nu göstererek:
— Şu sofrada meze olarak kavundan başka bir şey yoktu. Bu
gördüğün ıstakozlar, havyarlar, salatalar... hep uydurmadır. Müba­
rek eline fırçayı almıyor mu, bir çırpıda sofrayı donatıveriyor. Y a­
parken de söyleniyordu;
— A l Hoca... sana bir tabak ıstakoz, şu da âlâ havyar...
Göreceğim geldi kâfiri...
— Moskova’dan döneli epey oldu...
— Görüşmediniz mi?
Gözlüğünün altında ışıldayan gözlerinde neşe, hayret, hasret...
hepsi karmakarışık okunuyor:
— Sus... Çallı’nın huzuruna varmaya artık korkuyorum... vallahi
korkuyorum... kürk giymiş yahu... kürklenmiş... belki beni kabul
etmez. Şimdi yanma varınca kürkünün eteğine mi sarılacağız, ne
yapacağız bilmiyorum ki?..
Hâlâ gülüyor... kahkahalarla çınlatıyor odayı...
Fırsat gelince soruyorum :
— Hocam, sende tarih merakı nasıl başladı?..
— Bende mi?.. İlk tarih merakı Seignobos’un meşhur «medeni­
yet tarihi»ni okuduktan sonra canlandı. Meşrutiyeti müteakip bu üç
cildi hemen tercüme ve neşrettim. Benim kafamı düzelten bu adamdır. Kendisi ile de 1910’da Paris’e gittiğim zaman Ernest Lavis vası­
tasıyla tanışmıştım.
Emest Lavis de yamandır... Beni çok iyi kabul etmişti. Görüşür­
ken kendisine bizim Hazine-i Evrakımızın zenginliğinden bahsettim.
Bana:
— Siz, bize ait vesikaları gönderin, ben de Şarka ait vesikaları
size yollayayım...
Ben de vesika merakı o zamandan başlamıştır. Orada dikkatimi
çeken şeylerden biri de bir profesörün huzuruna çıkmak meselesiydi. Bir doktoru ziyaret eder gibi dışarıda ziyaretçiler sıra ile bekle-'
33
şiyorlar ve huzuruna birer birer kabul ediliyorlardı. Ne nazik adam­
dı, ne kibar insandı o... Ben kendimi bir hiç saydığım halde kapısına
kadar beni teşyi etmişti. Elini öpmek istedim ama... Utandım.
— Paris’te başka kimleri gördünüz?..
— Çook... Garip tesadüf. Yahya Kemal, ressam Sami...
Kendini tutamayarak yine kahkahayı basıyor:
— Bizim Çallı da o sırada Paris’te imiş...
— O zamandan mı tanışırsınız Çallı ile?..
Ve neşeli neşeli anlatmaya devam etti :
— Yok canım... Ben ilmî tetkikata gitmiştim... Çallı hiç ilim
yerine gelir mi?-. İlim onun ayağına gider. Zaten Rab ona demiş ki :
Bâde iç ta suphadek
Hiç üzme kendin ilm ile
Kul olanlar ilme dalsın
Sen düşünme hiç derin
O Paris’te okumuş, tahsil etmiş... Biz ondan çok sonra tanıştık.
İlk defa Çallı’yı, Sarıyer’de ressam Sami ile oturdukları evde gördüm.
Dere boyundaki evlerinde ikisi de harıl harıl çalışıyorlardı. Hiç
unutmam, O; bir kulübenin yanında bahara açılmış çiçekleriyle bir
şeftali ağacını gösteren bir tablo yapıyordu. Pek beğenmiştim bunu.Sonra bilmem nasıl oldu, Çallı mı beni sevdi, ben mi ona meftun
oldum, birleşiverdik gittik. Demek gönülden olmuş bir iş... hattâ
ben iki mısra yazmıştım :
Birbirinden bıkmayan vâr ise iki yârı şefik
Çallı İbrahim Efendiyle Hoca Ahmed Refik
Çallı bayılır buna...
— Hocam sizce tarih nedir?..
Durdu;
— Ne demek istiyorsun yani?..
— Tarih nedir... İlim mi, sanat mı?..
— Hah... şimdi oldu... Tarih sanattır... Ve ilim onun yardım­
cısıdır. Gabriyel Hanoto da; (Erudition tarih değildir. Tarih sanattır)
der. Erudition tarihe malzeme hazırlar. O malzeme ile de müverrih
binayı kurar ve asırlardan sonra gelen nesillerin gözlerinde geçmişi
canlandırır...
34
— Yazdığınız Osmanlı tarihinde yerli olarak en beğendiğiniz si­
ma hangisidir?..
— Orhan Bey... Gazi Hünkâr Yıldırım... Koca Murad Gazi...
bir de Fatih... Bir de Yavuz. Ondan sonrakileri anmaya bile değmez.
— Ya kadınlardan Hocam?..
Yüzünü buruşturarak cevap v e rd i:
— Hiç birisi hoşuma gitmez...
Ben bunların hepsiyle yazılarımda alay etmişimdir... Hepsi ec­
nebi yahu...
Alay ederim bunlarla... Osmanlı tarihinde bir Türk kadını gör­
medim ki... Yalnız Yavuz’dan evvelkiler içinde Rum kızları olmak­
la beraber Anadolu kızları da vardı. Gülçiçek Hatunlar, Gülbahar
Hatunlar, Nefise Hatunlar gibi... Bunlar hep güzel Anadolumuzun
kızlarıydı... ve Hürrem Sultanla başlayan felâket sona kadar gitti.
Üstada, nasıl çalıştığını, nasıl yazdığını soruyorum.
— Tarihi en doğru olarak yazmaya çalışırım... diyor. Vicdanım
kanaat etmezse tek satır yazmam. Tahrif edilen şey benim kafam­
dan geçmez... Vesikaya istinat ederek yazılan tarih biraz sanatla
süslenmelidir. Tarih mâzinin romanıdır, roman da halin tarihidir.
Bütün ilim adamlarının mesaisi geçmiş zamanları canlandırmak et­
rafında toplanıyor. Kitabeler, müstehaseler, kütüphaneler, araştır­
malar... hep maziyi aydınlatıp bugünkü insanlara göstermek. O
zamanlar topraklardan nasıl istifade edildiğini, ne biçim geçinildiğini anlatmak içindir. Meselâ; Almanların Bağdat şimendiferini yap­
tırmaları Bağdat’ın servetine göz dikmelerindendir. Ve bütün Alman
ilim adamları yıllarca hep Bağdat ile uğraştılar. Fırat ve Dicle’nin
etrafında dolaştılar, orada topraktan yüzde ne kadar mahsul alına­
bileceğini hesap ettiler, durdular. Yani her memleketin ilim adamı
yurdunun politikasını gütmek vazifesiyle yükümlüdür. Ben de bunu
güzelce anlamışımdır ve bu yolda çalışıyorum.
Bir lâhza durdu, sonra gülümseyerek sözünü tamamladı;
— Vakıa ihtiyar olduk, ama onu da hiç zannetmiyorum, daha
ihtiyarlığa bir hayli vakit olsa gerek... Ölünceye kadar yapacağım
iş budur benim...
— Müverrih Seignobos’tan başka üzerinizde tesir yapan olmadı
mı?..
isyan eden bir tavırla yerinde doğruldu :
— Yahu sen adama nefes aldırmıyorsun... Biraz dur canım, bu
ne azap böyle... Sonra gönlümü almak ister gibi yine söze başladı :
35
— Şarİ Dil’in Figures Bizantin’i okuduktan sonra da onun gibi
portreler yazmağa başladım. Ondan sonra aldı, yürüdü, yazan ya­
zana... Hâlâ da yazıyorlar...
Hoca omuzunu tutarak bana biraz daha sokuldu, ve bir sır verir
gibi konuştu:
— Fakat ne dersin... Çallı’ya o kadar tarih öğretmeğe çalıştım,
kafası almadı gitti. Benim kitapları nasılsa okumuş, bir gün bahsetti:
(Hoca be... -dedi- bu Orhan Bey Fatih’in babası mıdır?.. Benim
aklımda öyle kalmış) sus... sus -dedim ona- tarih senin nene gerek...
Sonra bayağı kızdım da. Yahu senin bir şeyden haberin yok, diyecek
oldum... Boynunu büktü de; (Öyle, haberim yok... Yanlış söylersem
sen düzelt) deyiverdi.
Ahmed Refik ılık bahar gününe açılan pencereye dalan gözlerini
bana çevirerek eski günleri anlatıyor:
— Şu Şişli’deki Mecidiyeköy’ünü kuran babam Ürgüplü Ahmed
Ağadır... Şimdi Yahyaefendi de... Anamı da onun koynuna göm ­
düm... İşte ben oradan, yağmur demez, çamur, kar, fırtına demez
hergün yayan Beşiktaş’taki askerî rüştiye mektebine giderdim. Ora­
da çalışır dururdum, bir şeyler öğrenmeye çabalardım... Öğrendim
mi, öğrenmedim mi hâlâ farkında değilim.
Ve birden akima yine Çallı g eliy or:
— Şimdi de Çallı’dan, onun ilminden istifade ederek öğrenmeye
çalışıyorum...
Ve şen bir kahkaha daha atarak, devam e d iy o r:
— O, ilme yanaşmadığı için galiba biz de sıfırıyet kalacağız.
Moskova’ya gi'tti, demişlerdi, ne yalan söyleyeyim, pek keyiflenmiştim... eh, belki bir şeyler öğrenir de gelir, bana da anlatır, istifade
ederim demiştim. Döndü geldi, sırtında kürkü ile Beyoğlu Caddesin­
de dolaştığını işitince ürktüm, ödüm koptu.
Hoca firara davranırken bir başka soru yetiştiriyorum :
— Edebiyata merakım mı?., -diyor- Mecidiyeköy’ünden Beşik­
taş’a gidip gelirken Ahmed Rasim ile Mehmed Celâl’i okurdum. Ve
onun yazısı çıkan mecmualara boyuna mektuplar yazar (Ahmed Rasim’in yazılarını isteriz) der dururdum. Andelip, Ahmed Rasim için
(Aşifte) derdi. Çünkü Üstat bir kapandı mı aylar meydana çıkmazdı.
Kâh Papazın bağı, kâh bir nigârın kucağı... koydunsa bul Ahmed
Rasim’i...
Mülâzım (teğmen) çıktıktan sonra (Malûmat) gazetesine gittim,
36
Basım ile orada tanıştım, ve Ahmed Rasim’ i çok sevdim... Demek
bize de sonunda içmek ve geçmek mukaddermiş!.. Yine bir gün Ahmed
Rasim ile Malûmat matbaasında oturuyorduk... Dur... dur...
Hoca kınla kınla gülüyor... Ve kahkaha kırıntıları arasında sesi
güç du yuluyor:
— Meğer o zaman Çallı da o matbaada müvezzi imiş... Hiç ha­
berim yoktu vallahi... Sonradan öğrendim... Onun ne marifetleri
vardır bilsen... Arzuhalcilik de yapmış...
Kahkaha, dinen bir fırtına gibi yavaş yavaş sönüyor;
Ahmed Rasim hem ağlıyor, hem yazıyordu... ertesi sabah bu
yazısını okudum, meğer (Kitabe-i gam) mış. Ahmed Rasim’in ruhunu
(Kitabe-i gam) dan anlamak lâzımdır. O, onun yüreğinin acısıdır.
(Kitabe-i gam) dan sonra artık tarihe daldı... Ve... hiç bir kadın
sevmedi.
Sözünü kesiyorum :
— Sen sevdin mi hocam?..
Ellerini havaya kaldırıyor, gözlerini a çıy o r:
— Bin defa... On bin defa sevdim. Ben serapa aşıkım...
Ve kanapeye yaslanarak, fısıldar gibi, o kadar yavaş, sorduğumu
tekrar e d iy o r:
— Aşklarım mı?.. Benim aşklanm, öyle mi?.. Peki. Artık serbest
konuşabilirim, kalbimin hikâyelerini söyleyebilirim :
Bak irticalen söylüyorum :
Bilmem ki hangisi gönül yıldızı
Biri samurdur, biri Râb kızı
Bunu birkaç defa tekrar ediyor, sonra beğenmiyor :
— Olmadı... olmadı... sil onu...
— Ya bundan sonra hocam?..
— Bir genç kız seveceğim... ama onun da beni sevmesi lâzım.
Öyle bir hale geldik ki, kız beni sevmezse ben de onu sevmem.
— Severse?..
— Severse başımda taşınm... Tapanm ona... Allaha tapar gibi.
Ahmed Refik’e arkadaş olarak kimi sevdiğini sormak gafletinde
bulunuyorum. Boynunu büküyor, büzülüyor, bir suç itiraf eder gibi,
ellerini yavaşça a çıy or:
— Çallı!
37
Diyor ve ilâve ediyor :
— Ruhen ve kalben biriz. Ben onun sanatını da severim, ama
o benim ilmimi sevmez... Fakat yine beni sever...
— Yazdığınız şarkılar arasında en çok hangisini seversiniz?..
— Ahmed Rasim’in beğendiğini... Bir gün bunu ona okumuştum.
İçiyorduk. Dinledi, hiç sesini çıkarmadı. Ertesi gün Surp Agoptaki
Gülistan birahanesine gittim. Bahardı, karanfiller, güller açmıştı...
ben Çallı’nm çok sevdiği Alman bağından henüz dönmüştüm. Bak­
tım Ahmed Rasim arkadaşlarıyla ötede oturuyor. Tam o sırada yine
Çallı’nın ahbabı Rus önüme bir demet karanfil koydu. Garsona ver­
dim, Ahmed Rasim’e gönderdim... Zavallı Rasim... başım çevirdi,
şöyle gözlüğünün altında tatlı tatlı gülümsedi... fırladım/yanına git­
tim. Yirmi dört kişilik saz şimdi bir onun, bir benim şarkımı çalıyor...
İşte o sırada Ahmed Rasim bana :
— Hani dün bana bir şarkı okumuştun, bir daha okusana...
-dedi- Pek beğendim onu. Derhal hatırıma geldi ve okudum :
Olmasaydın sen, gözüm görmezdi hiç dünyada şevk,
Vuslatın bir başka âlem, hasretin bir başka zevk.
Buseden sermest edersin, neş'eden hicrana sevk.
Vuslatın bir başka âlem, hasretin bir başka zevk.
Sînenin aksiyle her bir sunduğun mey nûrdur.
Saçların her dem perîşan, gözlerin mahmurdur.
Elde bade, âşıkın hem mest, hem meshûrdur.
Vuslatın bir başka âlem, hasretin bir başka zevk.
Ahmed Refik
★
Hoca, Ahmed Rasiın’in hatırasından kurtaramıyor kendisini.
Gözleri bahçenin renklerinde, sanki sade kendi gördüğü bir hayale
söy lü y or:
— İstanbul’un temiz bir çocuğu idi Ahmed Rasim... Şiirde Nedim
İstanbul’u nasıl terennüm etmişse, aynı işi Ahmed Rasim de nesirde
yapmıştır. Fakat onun arkadaşı Mehmet Celâl’i, Sincabîzade İsmet’i
de unutmayalım... Adayı terennüm eden şair, Celâl’dir. Şimdi ise
onun adını anan bile yok...
38
Yorgun, mecalsiz duruyor ve bulut ardından görünür gibi uzak
gözlerinde bir taze gamın izleri b eliriyor:
— 1932 senesi eylülünün yirmi dördüncü günü öldü Ahmed
Rasim. Bir deli gibi koştum. Çoluğu çocuğu, torunu hep etrafına top­
lanmışlardı. Tabutuna kapandım. Hüngür hüngür ağladım. Sonra
başımın üstüne aldım, evinden onu ben çıkardım...
Kadehlerimiz bir, bir daha doluyor, boşalıyor. Odanın havası dar
geliyor...
— İşte şu bahçe yok mu?.. En sevdiğim y e r: toprak... Çallı’ya
söyledim, gel seni bahçemde otomobille gezdireyim... dedim. Bin, gez,
dolaş... Biter tükenir yol mu bu... vişneler, kirazlar çiçek açıyor...
Hele şu erguvana bak... Sakın bunları yazma, Çallı duymasın, kalkar
soluğu burada alır...
Tarhlar arasında gülüşe gülüşe dolaşıyoruz. Hoca pek sevdiği
erguvanın önünde yine duruyor ve henüz yayınlanmamış en yeni
şarkısını o k u y or:
Bilmem ki neden el sözüne böyle kanarsın
Kaçsan yine gönlünde hayâlimle yanarsın
Bir lâle görürsen, beni hasretle anarsın
Kaçsan yine gönlünde hayâlimle yanarsın
Yıllarca o gül leblerinin zevkini tattım
Cânımla sarıldım, o güzel sînede yattım
Âteş kesilen sînemi, gül sînene kattım
Kaçsan yine gönlünde hayâlimle yanarsın.
Ahmed Refik
Ayrılırken Hoca heyecanla kolumu kavradı:
V e : — Yaz... dedi. Sana en yeni şarkımın tek mısraını söy­
leyeyim :
Göz yaşlarının izleri hâlâ bu denizde!..
Şimdi, mavi sularında köpükten bir bembeyaz yol açarak uzak­
laştığımız ilâhî adaları da, onların meftunu Ahmed Refik hocayı da,
en güzel baharın koynundaki uykularına bırakıyoruz.»
Hoca’nm (Lâle Devri) ni, Kâğıthane eğlencelerini dile getiren
yazı ve kitaplarında, bahçe ve çiçeğe olan merakını canlı olarak gör­
mek mümkündür. Röportajı yapan Kandemir’de de Ahmed Refik
gibi bir çiçek sevgisi vardı. Anlaştıkları, birleştikleri noktalardan bi­
ri, her ikisinin de tarihe olan tutkuları kadar çiçek ve bahçeydi de.
39
Kandemir zaman zaman eski gazete ve dergileri araştırmak için
Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ne gelirdi. Yaşı hayli ilerlemiş olmasına
rağmen dinçti. Kulakları biraz ağır işitmesine rağmen hayat doluy­
du. Gelmeden evvel araştıracağı gazete ve dergilerin adlarını tele­
fonla bildirir, biz de vakit kaybetmesin diye hazırlatırdık istedikleri­
ni. Biz de ondan çiçek isterdik.
Gül...
Gül’ün çeşidi vardı bahçesinde... Bazan :
—
Muzaffer!., daha tomurcuk... Bir daha sefere, derdi. Bir daha
gelişinde unutmazdı. Kocaman bir gül demeti ile gelirdi kütüphaneye.
Kütüphane idaresi gül kokusu ile dolup taşardı. Kandemir de
yokuşta kayboldu bir gün, Hoca gibi...
★
İstanbul’da yayınlanan Akşam Gazetesinin ilk kuruluş yılları
1918’den itibaren bu eski ve köklü gazetede tarihî fıkralar yazan, yazı
ailesinde yer alan Hoca’yı dile getiren anma yazısı, merhum Enis
Tahsil Til tarafından yazıldı ve bir kere daha (Bütün Türkiye)
dergisi tarafından iktibas edilecek yayınlandıM.
«Ahmed Refik’in eserleri sayılamayacak kadar çoktur. Bunların
en mühimmi İbrahim Hilmi Kitabevi tarafından yayınlanan (Büyük
Tarihî Umumî) dir. Eser altı ciltten mürekkeptir ve tarih kitapları­
nın en iyilerinden biridir. Bundan sonra (Geçmiş asırlarda Türk
hayatı) serisi gelir. 13 eserden meydana gelen bu seride şunlar var­
dır: Samur Devri, Bizans Karşısında Türkler, Alimler ve Sanatkâr­
lar, Sokullu, Kadınlar Saltanatı, Sultan Cem, Felâket Seneleri, Tesaviri Ricâl, Köprülü Zâde Ahmed Paşa, Lâle Devri, Kabakçı Musta­
fa, Tarihî Simalar. Bu eserler mehaz olacak mahiyette değildir. Fa­
kat tatlı bir üslûpla yazılmış, zevkle okunacak şeylerdir. Bunun için
bir çok defalar basılmıştır.
Ahmed Refik’in bu seriye dahil olmamakla beraber, aynı dere­
cede zevkle okunacak şu eserleri vardır: Baltacı Mehmet Paşa, Bi­
rinci Viyana Muhasarası, Sahaifi Muzafferiyatı Osmaniye, Gazevatı
Celile-i Peygamberi, Meşhur Osmanlı Kumandanları, Fatih Sultan
Mehmet ve Ressam Bellini, Tarih Sayfaları, Fatma Sultan, iki K o­
mite - iki Kıtal, Kafkas Yollarında, Turhan Valide, Sultan Abdülhamid’i Sâni’ye Dair, Hoca Nüfuzu, Tarihte Osmanlı Neferi, Bizans
30)
40
Bütün Türkiye. «Ahmed Refik». S a y ı: 8, Ocak 1951
împaratoriçeleri, Alemdar Mustafa Paşa, Prusya Nasıl Yükseldi?,
Ocak Ağalan, Tarihte Kadın Simâları, Kızlar Ağası.
Ahmed Refik’in bunlardan başka (Çocuklara Tarih Kitapları)
adlı 11 eseri, Mimar Sinan, Büyük Frederik, Büyük İskender, Eski
İstanbul, eserleri vardır. Bu eser, İsveçliler tarafından çok takdir
edilmiş, kendisine madalya verilmiştir. Bu yorulmak bilmez muhar­
rir, bir çök eserler de tercüme etmiştir. Bunların arasında, asker
ocağından yetişmiş olduğu için (Ateş muharebesinde takım zabiti,
Piyade sınıfına mahsus tahmini mesafe, Mangabaşı) gibi askerî eser­
ler de vardır.
Ahmed Refik nihayet hassas bir şâirdi. Yazdığı şiirleri (Gönül)
adlı bir eserde toplanmıştır. İbrahim Hilmi Kitabevi tarafından ba­
sılmış olan bu eser, başından sonuna kadar, bu güzelliğe âşık ince
muharririn aşkı terennüm eden şiirleriyle doludur. Kendisi gibi rind
bir şâir olan Adalı Avni Bey’e ithaf ettiği şiirlerin bir çoğu bestelenmiştir. Radyoda sık sık dinlediğimiz bu şarkıların güftelerinin
Ahımed Refik’in olduğunu bilmeyenler pek çoktur.
Sun da içsin, yâr elinden âşıkın peymâneyi.
Bir kadeh ver, mestü bîtâb et dili vîrâneyi,
Sinei gülrengini aç da utandır lâleyi.
Bir kadeh ver, mestü bîtâb et dili vîrâneyi.
Gene çok dinlediğimiz şu şarkı da Ahmed Refik’indir.
Kim görse seni aşkına hasrı emel eyler.
Güller seni, çamlar seni, mehtap seni söyler.
Sensiz yaşamaz hasta gönül vuslatı bekler.
Güller seni, çamlar seni, mehtap seni söyler.
Ezhâr açılır, nâzü edâlarla gezersin.
Kimdir sana meftun, bunu bîşüphe sezersin.
Âşıklarını nâz ile, işveyle üzersin.
Güller seni, çamlar seni, mehtap seni söyler.
★
(Gönül) baştan başa bu tarzda şiirlerle doludur. Arada Ada’
ların güzelliğini terennüm edenler de vardır. Esasen Ahmed Refik
Adalara âşıktır. Ömrünün yarısından fazlasını Büyükada’da geçir­
41
miştir. Uzun çalışmalardan sonra Sürp Agop mezarlığına ait vesaiki
meydana çıkararak, buranın Belediyeye ait olduğunu ispat ettiği ve
şehre milyonlar kazandırdığı zaman, Belediye kendisine bir ev satın
alacak kadar para vermişti. Ahmed Refik bununla Büyükada’da bir
ev satın almış, bahçesini tanzim ettirmişti. Bahçede bir çok meyve
ağaçları vardı. Meyveler olgunlaştığı zaman dostlarını davet eder,
onlara ağaçlar altında (âlemi âb) tertip ederdi. Öleceğini anladığı za­
man da cenazesinin Ada’ da defnini vasiyet etmesi, kendisindeki Ada
aşkının ne kadar kuvvetli olduğunu gösterir.
1937 Ekim ayının 10’ncu günü hayata gözlerini kapayan bu kıy­
metli muharrir ve tarihçi daha birçok eser yazabilecek çağdaydı.
Fakat son yıllarda maruz kaldığı darbeler kendisini çok sarsmıştı.
Okuyup yazmaktan bile zevk duyamıyordu. İstanbul’a indiği zaman
ekseriya Akşam Matbaasına uğrar, muharrirlerle sohbet ederdi. Fa­
kat bu Ahmed Refik, eski Ahmed Refik değildi. Bir zamanlar yeşil
gözleri daima gülerdi, sonraları acı, keder verici bir hâl almıştı.
Son yıllar zarfında baş dostu Ressam Çallı İbrahim’di. Bu dost­
luk o kadar kuvvetliydi ki Ahmed Refik (Çallı’nâme) diye altı fasıllık manzum bir eser yazmıştı. Birinci fasıl (Vilâdeti İbrahim der
kaza-i Çal), ikinci fasıl (Yavru İbrahim’in desti Rab’dan bâde içti­
ğidir), üçüncü fasıl (Ressam şüdeni Çallı İbrahim der vilâyeti İstan­
bul), dördüncü fasıl (İmtihan şüdeni Çallı İbrahim der huzuru Kadı-i Kartal), beşinci fasıl (Bâdel imtihan Rabbm Çallı’ya mâidesidir),
altıncı fasıl (Duayı berayı efzâyişi ömrü İbrahim) dir. Ahmed Refik
altıncı dua faslında diyor k i :
Tuttuğu her kâğıdı Râb nakte tahvil eylesün
İçtiği her âbı birden câma tebdil eylesün
Bezmine meftun olan âşıkların tenşit içün,
Veçhinin ezhârı açsun, deste teşkil eylesün.»
★
Ahmed Refik hakkında detaylara kadar inilmiş en uzun dizi,
Türk folkloru ve İstanbul araştırmacılarına ışık tutan çok değerli
araştırma ve bibliyografyaların hazırlayıcısı merhum M. Halit
Bayrı 31’nm.
31)
59, 60/1937
42
M. Halit Bayrı. «Müverrih Ahmed Refik». Yeni Türk Dergisi. Sayı:
«Türk toplumu, son günlerde değerli bir çocuğunu daha kay­
betti : Müverrih Ahmed Refik, kısa süren bir hastalıktan sonra
Haydarpaşa Nümune Hastahanesinde 10 birinci teşrin [Ekim 1937]
tarihine tesadüf eden pazar sabahı, gözlerini hayata ebediyen kapadı.
Hiç beklenmediği halde birdenbire tahakkuk ediveren bu felâket
karşısında Türk münevverlerinin duydukları derin ve sonsuz acıyı
hakkıyla ifade etmek pek güçtür.
Müverrih Ahmed Refik, 1882 yılı şubatında şimdi ilçe merkezi
olan Beşiktaş’ın Valde-Çeşmesi semtinde doğmuştur. Fakat doğduğu
yere bakarak Ahmed Refik’i Istanbul’lu zannetmek yanlıştır. Ahmed
Refik aile itibariyle Anadolu’lu olup, babası Ürgüp’lü Ahmet, büyük
babası da Hacı Mehmet ağalardır. Ürgüp’te Ahmed Refik’in soyu
(Kürlükçü Oğulları) adıyla tanınmıştır. Ahmed Refik’in babası Ah­
met, Osmanlı Padişahı Abdülmecit zamanında Ürgüp’ten İstanbul’a
gelmiş, burada yerleşmiş ve evlenmiş, yine Osmanlı padişahı Abdülaziz’in vekilharçlığında bulunmuş ve Abdiilaziz öldükten sonra
işinden ayrılarak emekli olmuş, 1898 tarihine kadar kendi köşesinde
mütevazi yaşadıktan sonra bu tarihte İstanbul’da ölmüştür...
1909 yılında Ahmed Refik yeni kurulan ve ilk adı (Tarihi Osmanî Encümeni) olan (Türk Tarih Encümeni ) üyeliğine seçilmiştir.
Balkan Savaşı ilân edildiği zaman askerî Sansür Umum Müfettişli­
ğine tayin olunan müverrih, bu savaş bittikten sonra emekli edile­
rek askerlik hayatından ayrılmış, artık serbest olarak çalışmağa baş­
lamış, muhtelif gazetelerde muharrirlik ettiği gibi, aynı zamanda
muhtelif medreselerde de tarih muallimliği yapmıştır.
1914 yılında Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşına gi­
rince Ahmed Refik tekrar yüzbaşılıkla orduya alınmış ve Sansür
Umum Müfettişliğine, yani Balkan Savaşı esnasındaki vazifesine
verilmiştir. Müverrih bu vazifede iken Erkânı Harbiyei Umumiye
Reisliğinin gösterdiği arzu üzerine Türkiye ile Rusya’nın tarihî m ü­
nasebetlerine dair bir çok yazılar yazmıştır.
Bu yazıların birinde Kavalalı Mehmed Ali’nin Türkiye’ye karşı
aldığı münasebetsiz vaziyetlerden bahseden müverrih, bu suretle o
zaman Sadrazam olan Sait Halim’i kızdırmıştır. Sadrazamın affet­
meyen kini dolayısıyla Ahmed Refik Sansür Umum Müfettişliğinde
fazla kalamayarak, sırf kendisine hakaret kasdiyle arpa saman me­
murluğu ile Ulukışla’ya gönderilmiştir. Burada alaylı ve cahil bir
yüzbaşının yanında çalışmaya mecbur olan Ahmed Refik, fırsat bu­
larak Ürgüp ve Nevşehir taraflarında dolaşmış, buralarda Nevşehirli
Damad İbrahim Paşa hakkında araştırmalar ve incelemeler yapmıştır.
43
Ahmed Refik, 1915 yılında Eskişehir Askerî Sevk Komisyonu
Başkanlığına tayin olunmuş ve burada bulunurken de Osmanlı Devleti’nin ilk teşekkülüne sahne olan yerler hakkındaki bilgilerini müşahadeleriyle kuvvetlendirmiştir. Bu sıralarda şiddetli bir hastalığa
tutulan müverrih, İstanbul’a gelmiş, sırf meslek arkadaşlığı dolayı­
sıyla Harbiye Nazırı Enver Paşa’nm Sadrazam Sait Halim Paşa nezdinde yaptığı teşebbüslerle Ahmed Refik’in İstanbul’da kalmasını te­
min etmiştir.
Bundan sonra eski savaşlara dair Harp Mecmuasıyla yayın ya­
pan Ahmed Refik, bir taraftan da aynı konu hakkında Osmanlı (Hazir.s-i Evrak)’ında çalışmaya memur edilmiş, orduda dağıtılmak üze­
re küçük kitaplar yazmış, 1918 yılında da İstanbul Darülfünunu Osmanlı Tarihi müderrisliğine tayin olunmuştur. Ahmed Refik bir
yandan Darülfünundaki vazifesini sürdürürken 1925 yılında Tarih
Encümeni Başkanlığına seçilmiş, bir yandan da burada, zamanını
Türk tarihi tetkiklerine hasreylemiştir.
Ahmed Refik’in Darülfünun müderrisliği, Üniversite teşkilâtı­
na ve Tarih Encümeni Başkanlığı da Türk Tarih Cemiyeti’nin ku­
ruluşuna kadar devam etmiş, Üniversite teşkilâtı yapıldığı zaman
Darülfünundan ve Türk Tarih Cemiyeti kurulduğu zaman da Tarih
Encümeni Başkanlığından ayrılmıştır.
Artık Büyükâda’daki evinde kendi mesaisi ile başbaşa kalan
Ahmed Refik, ölümüne kadar durmadan çalışmış, bir çok mahrumi­
yetlere katlanarak, fakat bir an bile Türk Vatanına hizmetten kaç­
mayarak yaşamış, Devlet tarafından bastırılan Evliya Çelebi Seya­
hatnamesinin son ciltlerinin basılmasına nezaret etmiştir.
Ahmed Refik Harbiye Mektebi’nden çıkar çıkmaz yazı yazmaya
başlamıştır. İlk eserleri, bazı İslâm kahramanlarının hayatlarına ve
dinî savaşlara taalluk etmektedir. Ahmed Refik’in fikrî mesaisini ve
muvaffakiyetlerini müjdeleyen bu eserlerin şimdi mevcudu bulun­
maz olmuş ve belki adları da unutulmuştur.
Müverrihin asıl tarihî mesaisi ve neşriyatı Meşrutiyet İnkılâ­
bından sonra inkişaf etmiş, Ahmed Refik meşrutiyet idaresi kurulur
kurulmaz tesis ettiği Millet Gazetesiyle gazetecilik hayatına karıştı­
ğı gibi bu gazete kapandıktan sonra da bu hayattan büsbütün çık­
mamış, İkdam Gazetesinde muhtelif tarihî konulara dair pek çok
makale de yazmıştır.
Ahmed Refik, Balkan Savaşından sonra (Peyam) gazetesi yazıcı­
ları arasında, Birinci Dünya Savaşı sırasında da (Yeni Mecmua)
44
muharrirleri arasında yer almış ve bu gazete ve mecmuada Türk
okuyucularının daima aradığı, daima lezzetle izlediği çok değerli
yazıları çıkmıştır. Bunlardan başka Ahmed Refik Tarih Encümeni
Mecmuasıyla, Anadolu Mecmuasının da faal bir unsuru olmuş ve
son zamanlarda yazılan Cumhuriyet ve Akşam gazeteleri sayfalarını
süslemiştir. Bu saydıklarımızın dışında Ahmed Refik’in; Millî Mec­
mua, Hayat Mecmuası gibi mecmualarla İstanbul’da çıkan diğer mec­
muaların bir çoğunda da yazıları vardır.
Ahmed Refik, Türk tarihçileri arasında en çok eser meydana ge­
tirmiş olanlardan biridir. Şu satırları yazarken hatırlayabildiklerimiz
kitapları kırk beş cilde baliğ olmakta, kitap haline getirilemeyerek
gazete ve mecmua sayfalarında kalan yazıları ve incelemeleri bunla­
rın dışında bulunmaktadır...
Ahmed Refik’in eserlerinden çoğu İlmî mahiyette olmaktan zi­
yade birer halk kitabı sayılabilir. Fakat, şu noktayı hemen söyleye­
lim ki, bunlar vesikaya müstenit olmayan ve hiç bir incelemeye da­
yanmayan eserler de değiller. Bilâkis hepsi esaslı bir tetebbua da­
yanan ve bu cihetle birer mehaz vazifesi görmese bile çok değerli ta­
rih malûmatı veren, tarih bilgimizi tashih eden, kuvvetlendiren, ta­
mamlayan ürünlerdir. Ahmed Refik’in bu bölüm kitapları dışında
kalan eserleri ise yüksek kıymette birer vesika ve doküman toplulu­
ğudur ki, benzerleri memleketimizde o kadâr bol olmasa gerektir.
Memâliki Osmaniye'de Demirbaş Şarl, Memâliki Osmaniye’de Kral
Rakoçi ve Tevâbii, Lamartin, Türkiye’de Mülteciler Meselesi, Onun­
cu, Onbirinci, Onikinci, Onüçüncü Asırlarda İstanbul Hayatı, Ana­
dolu’da Türk Aşiretleri, Osmanlı Devrinde Türkiye Madenleri, Onaltmcı Asırda Râfızilik ve Bektâşilik... işte bu belge anlamında olan
eserlerdendir.
Ahmed Refik’in pek İlmî anlamda olmayan, birer halk kitabı
sayılabilen eserleri Türkiye’de tarih zevkini uyandıran, tarih bilgi­
sini geniş ölçüde arttıran, tarih fikrini yerleştiren eserlerdendir. Bu
itibârla bunların önemini inkâr etmek imkânı yoktur. Ahmed Refik
bu eserlerinde tarihî olayları heyecanla, sürükleyici ve temiz bir ede­
biyat dili ile nakletmiş, bir çok olayları birer manzara şekline koya­
rak canlı ve kavrayıcı bir surette anlatmıştır.
Eğer bu eserlere bakılırsa, Ahmed Refik büyük bir âlim ve mü­
verrih olmaktan uzak kalır. Fakat bunların yanma diğer ürünlerini
koyacak olursak ona ilim dünyasında yüksek bir mevki ayırmak mec­
buriyetinde kalırız ki, Ahmed Refik’in asıl yeri de işte bu mevkidir.
45
Müverrih Ahmed Refik, memleketimizde unutulmaması ve bilâ­
kis her zaman saygı ile anılması lâzım gelen adlardan biridir. İrfa­
nımızın seviyesini yükseltmek için üstüne aldığı ve büyük bir mu­
vaffakiyetle başardığı mesuliyetli hizmetin müspet ve canlı delilleri
olan eserleriyle, başlı başına bir küçük kütüphane vücuda getiren
Müverrihin bütün hayatmca hiç durmayan, duraksamayan çalışma­
sını inkâr etmek beyhude bir külfet olur. Hele bu mesainin değer­
sizliğini, tesirsizliğini ileri sürmek, güneşi balçıkla sıvamak kabilin­
den akla, mantığa sığmayan boş bir harekettir ki, herhangi bir Türk’
ün buna kalkışacağını zannetmek yanlıştır.
Ben, Ahmed Refik’i 1924 yılında Sayın arkadaşlarım Mükrimin
Halil, Hilmi Ziya, Ziyaeddin Fahri, Reşat Şemseddin ile birlikte
(Anadolu Mecmuası) m çıkarırken tanıdım. O zaman Darülfünunda
müderris ve Tarih Encümeninde üye olan Müverrih, Anadolu Mec­
muasına muntazaman yazılar yazar, bunlar vesilesile Osmanlı Türkleri tarihinin muhtelif safha ve simaları hakkında bizimle tatlı tatlı
konuşurdu.
Şimdiki Vilâyet dairesinin alt katında Türk Tarih Encümeni
odasında hemen bütün arkadaşlar haftada bir defa mutlaka toplanır­
dık. Bazan Necip Asım’m da katıldığı bu toplantılar, akşama kadar
uzanır, Ahmed Refik, bize acele bir çok şeyler anlatır, hepimizi fay­
dalandırır, hepimize zevk ve neş’e verirdi.
(Anadolu Mecmuası) adlarını saydığım arkadaşlarla daha birkaç
tanıdığın verdiği beş on liralık küçük ve zayıf bir sermaye ile çıka­
rıldığı için, bütçesi geniş bir mecmua değildi. Bu sebeple mecmua­
ya yazı yazanlara para veremez ve para ile yazı temin etmeyi, hatta
hiç düşünemezdik. Mecmuamızı kendi kalemlerimizle beslemek ve
bu maksatla da durmadan, dinlenmeden çalışmak mecburiyetindeydik.
Aramıza tanınmış bir yazıcı alamıyor, kimseden hiç bir yardım
görmüyor, esasen böyle bir şey de beklemiyorduk. İşte bu sırada genç
ruhumuzun taşkınlığını, bağlandığımız idealin yüksekliğini ve temiz­
liğini ilk anlayan Ahmed Refik oldu ve hiç düşünmeden, tereddüt
etmeden bizim saflarımızda yer alarak tıpkı bizim gibi uğraşmaya
koyuldu. Onun şâir yönü bizim duygularımıza vurgun ve bizimkinden
coşkundu.
Ahmed Refik, koltuğunda ve çantasında koca ciltler taşıyan,
her gittiği yere bunları da birlikte götüren bir müverrih değildi.
Çok okur, çok yazar, fakat bunları herkesin gözü önünde yapmak
istemezdi. Mesaisinin muhassalasmı iddialı bir şekilde tantana ile
.46
ortaya koymaz, gürültüden ve gösterişten daima uzak kalırdı. O ci­
hetle ilgilendiği konular üzerinde ulu orta tartışmaya giriştiği kim­
seler çok olmamıştır. Kendisine itiraz edenler bulunsa bile, o bun­
lara mesnetlerini sayar, vesikalarını gösterir, hulâsa sükûnetle, tevâzu ile cevap vermeyi bilirdi.
Ahmed Refik, kırıcı, dökücü, yırtıcı bir tabiatta olmaktan ziyade
yumuşak ve uysal mizaçlı görünürdü. Ancak yümuşaklığı ve uysal­
lığı hiç bir vakit izzeti nefsinden feragat ve fedakârlık derecesine de
çıkarmamıştı. Sevdiklerine ve sevmediklerine karşı aynı suretle sa­
mimî, dostluğunda, düşmanlığında mert ve kahramandı. İyi ve fena
düşündüklerini hiç değiştirmeden, süslemeden oldukları gibi söy­
lemekten çekinmez ve kendisine karşı da bu tarzda hareket edil­
mesinden daima hoşlanırdı.
Ahmed Refik, hassas ve heyecanlı bir adamdı. Güzeli görmeği,
seçmeyi, benimsemeyi çok iyi bilirdi. Sevmek kabiliyeti Ahmed Re­
fik’te sınırsız ve sonsuz bir kudretti. O tabiatı sevmiş, kadını sevmiş,
ilmi sevmiş, edebiyatı sevmiş, okumayı, okutmayı, yazmayı sevmiş,
eskiyi ve yeniyi sevmişti. Üstat için sevmek bir ihtiyaç, sevmek de­
mek, aynı zamanda bağlanmak ve artık sevdiğinden ayrılmamak de­
mekti. İşte bundan dolayı gönlünü kapan ve kaplayan Ada’mn gü­
zelliklerinden ölünceye kadar ayrılmadı ve öldükten sonra da yine
onların kucağında uyumayı tercih etti.
Kadın ise, Ahmed Refik’in hayatında fasılasız bir geçit resmi
yapan yaratıktır. Ömrünün son demine kadar kadın iptilâsı müver­
rihte bir hastalıktı, denilirse pek büyütülmüş olmaz. Bir iki yıl önce
eşinden ayrı yaşamaya başladığı zaman hissettiği acıyı onun dilinden
dinlemek ne hazindi.
Fakat bunların hepsini bir tarafa bırakmak, Ahmed Refik’in sev­
gilerinden değil, biricik sevgisinden bahsetmek mecburiyetindeyiz ki,
o da üstat’taki tarih aşkıdır. Ölümünden sonra bazı kalem sahipleri­
nin anlattıkları gibi, Ahmed Refik tarih usulüne sımsıkı bağlanma­
mış, bugünkü ilmin istediği karakterde bir müverrih olmamıştı. O
ister sert ve muammalı vesikalar, isterse açık, aydınlık hadiseler kar­
şısında bulunsun, her zaman ihtiyar tarihi heyecanla kucaklamış,
onun ıstırabı, sevinci, sükûnu ve hiddetiyle baş başa kalmış, her
anında ve her haliyle onu sevmişti.
Ahmed Refik’e göre tarih bir sevgiliydi ki, ondan daima bahar ve
'hassasiyet istiyordu. Onun için üstat tarihin önünde bir âşık kalmış
ve bu hal onu usulden fazla şiire ve heyecana götürmüştü.
47
Ahmed Refik tarihten sonra edebiyatı da seviyordu. Vakıa m ü­
verrihin edebiyatla iştigali, tarihle iştigali gibi mütemadi değildir.
Yalnız zaman zaman edebiyatın göğsünde kendini sükûna bırakan
Ahmed Refik, bazan kanatlanan kalemiyle şiir ve hayal ülkesine de
girmiştir. Orhan Seyfi, 1 Ekim 1927 tarihli (Güneş Mecmuası)’nda
diyor ki32:
«Adalardan sözedildiği zaman hatıra evvela Büyükada gelir.
Sonra İstanbul’a doğru sırasıyla Heybeli, Burgaz ve Kınalıada ha­
tırlanır. Tabiatın vücuda getirdiği bu tertip aynı zamanda adalann
ehemmiyet ve güzelliklerini de ifade eder. Bununla beraber sükûn
ve uzlet için Burgaz’ı tercih edenler, İstanbul’a yakınlığı ve tekellüfsüzlüğünden dolayı da Kınalı’yı sevenler vardır.
Yıllardan beri koynunda üstâd Hüseyin Rahmi Bey gibi büyük
bir sanatkâr saklayan Heybeliada, bu hususiyeti ve eski bir şöhrete
sahip olan - Çam Limanı - ile edebiyatımızı yakından alâkadar eder.
Bununla beraber yine kendisinden edip ve şairlerimize en çok bahs­
ettiren Büyükada’dır. Savaş zamanında en kuvvetli edebiyat ve
san’at cereyanını vücuda getiren - Yeni Mecmua - nin başlıca şâir
ve muharrirleri Büyükada’yı bir ilham köşesi addetmişlerdi. O za­
man bizim gibi tecrübe ve görgüsü pek az olan edebiyat heveskârları,
bu hayata karışmak için kendimizde hak ve cüret bulamadığımız için
Adayı uzaktan bir cennet gibi tahayyül ederdik.
Gaz buhranından mütevellit bir yarım zulmet içinde manzume­
lerimizi karalarken Büyükada’da parlak bir mehtap altında ilham
alanları düşünürdük. Yat Kulüpte denize karşı bir kadeh buzlu rakı
içmenin hayaliyle mest olurduk. Zannediyorum ki bugünkü genç­
lerde pek moda olan Ada iştiyakını o zaman bu mahrum hislerimizle biz icat ettik, itiraf etmeli ki Büyükada’nm en parlak edebî devri
bu zamandır. Yahya Kemal’in unutulmaz şiirleri o devirden kaldı.
Yakup Kadri’nin en güzel düz yazıları yine o devrin ürünüdür.
Hatta zavallı Tahsin Nahit bile, Ada’nın yamaçlarında sonbaharda
mahsul veren kocayemişleri gibi o devirde kemâle ermişti.
Edebiyatı cedide devrinden sonra Büyükada bana en çok şu üç
simâyı hatırlatır:
Ada için en güzel mısraları söyleyen Yahya Kemal, Adada en
32)
M. Halit Bayrı merhum, yazısında bu makalenin bir bölüm ünü
almışsa da biz, (Ada şiirleri) başlığını taşıyan bu yazının tamamım aktar­
makta yarar gördük.
48
son ve en güzel şiirleri yazan Tahsin Nahit, Ada’nın bütün güzelle­
rinin ve güzelliklerinin ebedî âşıkı Ahmed Refik.
Hangimiz, adayı andığımız zaman Yahya Kemal’in şu güzel şii­
rini hatırlamayız :
Şen şarkıların sustuğu bir lahza kenarda,
Yâd et ki seviştikti İlâhî Adalarda!
Bir gün soğuk ellerle beyaz alnını sar da,
Yâd et ki seviştikti İlâhî Adalarda!
Ey... şimdi elâ gözleri süzgün, sesi şakrak,
Kumral saçın üstünde görürsen, iki üç ak,
Ç ık kuytu hıyâbanlara, al bir kuru yaprak,
Yâd et ki seviştikti İlâhî Adalarda!
Büyükada’yı biraz tanıyanlar, Adanın pek hususî, pek şirin bir
köşesi olan (Viran Bağ)’ı görmemişlerse bile, adını muhakkak işitmişlerdir, mümkün mü, (Virân Bağ) yadedilsin de Yahya Kemal’in
şu şiiri hatıra gelmesin :
Adalardan yaza ettik te vedâ,
Seni hâtırlıyoruz Vîran Bağ..
Sızlıyor bağrımız üstündeki dağ,
Seni hâtırlıyoruz Vîran Bağ.
Yahya Kemal’in hatta, Ada’dan bahsetmeyen şiirlerinde bile
Ada’dan alınmış ilham izleri, ruha ferah ve genişlik veren çam koku­
larını andırır bir şey vardır :
Issız geceler, kolkola geldik yarınızda,
Sallandık o şen kızla salıncaklarınızda.
Hülyâlı denizlerden esen rüzgârınızda,
Sallandık o şen kızla salıncaklarınızda.
İnsan bu şiiri okuduğu zaman Ada’da geçen bir aşk hayatının
gölgesini görür gibi oluyor. Hiç şüphe yok ki Yahya Kemal, Ada’yı
en çok seven, onun güzelliklerini en çok duyan ve duyuran bir şair­
dir. Bu kısa devirde, sanatkârların Ada’da geçirdikleri hayatta değil,
Ada’daki konuşmalarının içinde bile nükteler ve şiirler vardır. Yah­
ya Kemal ince ve rakik bir hanım için bir konuşma esnasında şu iki
güzel mısraı söylüyor:
49
Adalardan dedik : Allah!., hemen ses verdi,
Bize bir ince, ela gözlü prenses verdi.
Yine başka bir konuşma esnasında lâtife olarak söylediği:
Yâkup eşek süvâr olarak Tûr'dan gelir!
Mısraı, Ada’nm hususî bir eğlencesi olan merkeple yapılan tur­
ları gözümün önüne getiriyor.
Tahsin Nahit’e gelince : (Fecri âtici) lerle beraber edebiyat yo­
lunda bir hayli bocalayan ve o zamanın en silik ve en sönük bir şah­
siyeti olan bu iyi kalpli şair bize, genç ve hazin ölümünün hâtırasıyla,
hayatının son devirlerinde yazdığı birkaç güzel şarkıyı yadigâr bırak­
mıştır. Onlardan biri ve belki en güzeli de şu Ada şarkısıdır :
Ada'nın kırlarında nisandı,
Yolda gördüm ne hoş hâramandı.
Bana bir baktı gözlerim yandı,
Şarkın ahu kadınlarındandı.
Saçının turrai siyahından,
Göğsünün gizli gizli âhmdan,
Kalbe mestî veren nigâhından
Belli aşkın kadınlarındandı.
Zavallı Mehmed Celâl’den sonra Ada’nm en ziyade hüzünle ha­
tırlayacağı bu tâlihsiz şair, saffet ve hassasiyetle dolu kalbinin ses­
lerini ancak kırık dökük birkaç parça şarkı, bir iki manzume ile
terennüm edebilmiştir. Eğer talihi müsaade etseydi - Ruhu bi kayd şairi gitgide olgun bir sanatkâr olacaktı. Şiirlerinde hemen daima
mâsum bir âşk terennüm eden Tahsin Nahit, bir gün bir Ada gezin­
tisinde şu iki nükteli mısraı Ada’nın edebî tarihine küçük bir hâtıra
olarak bırakmıştır:
Aşkı tâ ezelden biz bile geldik, '
(Âşıklar Yolu) ndan biz (D il) e geldik.
Fakat Ada’nm en coşkun âşıkı ve asıl ada şairi müverrih Ahmed
Refik Bey’dir. Ahmed Refik Bey yıllardan beri yaz kış kucağında
yaşadığı Ada’nm her türlü güzellerine güzelliklerine meftundur. Ada­
da her şey onun gözüne başka bir güzellikte, her yüz başka bir güzel
görünür. Hassasiyetinin daima gergin duran tellerine her havada do­
kunur, oradan eski, yeni, kâh hece vezniyle, kâh aruzla, bazan bir
manzume, bazan bir şarkı nağmesi çıkarır.
50
Ahmed Refik Bey, şüphe yok ki, şair değildir ve kendisi de hiç
bir zaman şair olmayı düşünmemiştir. Fakat ona şiir söyleten derunî
bir saik, mukavemet edilmez bir kuvvet vardır. Yaz’ı ve kış’ı mesti
mahmûr bir aşk hayatı geçiren Alımed Refik Beyin şiirleri hissiya­
tının zaptedemediği kısımlarıdır. Onun için, bu manzumelerin tar­
zına, nevine bakılmaz. Gelişi güzeldir. Meselâ (Burgaz) için yazdığı
bir manzume hamidnâmedir. Niçin?.. Çünkü o manzumenin ilhamı
öyle gelmiştir de ondan!.. Aziz müverrihin nazım nev’ile, nazım li­
sanıyla uğraşacak vakti yoktur. Biran evvel içinde kabaran, coşan
hissiyatı dökmek ister. îşte size bir m isâl:
YOSMA BURGAZ
Dildâr seninle- oldu hemrâz,
Mes'utsûn âh! Yosma Burgaz.
Tanburla, kemanla, utla, tefle
Sahillerin inledi bütün yaz.
Hüznüm, kederimle anladım ben,
Şendendi gelen o tatlı âvâz.
Topraklarına gömülse cismim,
Âhengine can da olsa demsâz.
Evvelce anılmıyordu nâmın,
Şimdi seni kim eden serefrâz?..
Çamlıklarına perî dadanmış,
Allah, o perîye can dayanmaz!..
Zülfü teli sırma, çeşmi mâî,
Bir öyle perî ki, şûh, dilbaz.
Bir handesine yanan gönüller
Aşkından onun .ölür de bıkmaz.
Y ü z sürmek için o şîvekâra
Kuş olsa da rûhum etse pervâz.
Zannım seni de vefâsız etti,
Benden kaçan o perîi tannâz.
Geçtikçe önünden ağladım da,
Hiç derdime olmadın devâsâz.
Yetmez mi bu ıstırabı hicran
Sen söyle de artık etmesin nâz.
Cânân eli olduğun ne mutlu!
Mes'ûtsun âh! Yosma Burgaz.
Ahmed Refik; Büyülcada 1917
51
Başka bir zamanda, başka bir ilham ile yazdığı şiir de tesadüfen
nedimâne ve şarkı tarzında olmuştur :
ADALAR'DAN NİYE SIR OLDU?..
Nazlı bir şûhu idin gamla geçen sevdamın,
Adalar'dan niye sır oldu güzel endamın?..
Hasreti dâğı derun tatlı yeşil gözlerinin,
Adalar'dan niye sir oldu güzel endamın?..
İçemem bâdeyi seyreylemeden zülfü terin.
Gidemem çamlara, yoksun, göremem hiç eserin.
Pâyine yüz süreyim, söyle güzel nerde yerin?..
Adalar'dan niye sır oldu güzel endamın?..
Ahmed Refik
Diğer bir zamanda, başka ilham eseri olan şu güzel manzumeyi
de hece vezniyle ve yeni bir tarzda yazmıştır:
MİMOZA
Ufuklardan güneş hâlâ inm iyo r33.
İçim mahzun, gözümden yaş dinmiyor.
Ada sensiz yüreğim e sinmiyor.
Gel de biraz, gözlerini göreyim,
Mimozadan sana çelenk öreyim.
Kumral saçlar işvelerle dökülsün.
Yeşil gözler badelerle süzülsün.
A şık gönlüm sana yansın, üzülsün.
Gel de biraz, gözlerini göreyim,
Pembe gülden sana çelenk öreyim.
Hasretinden kan ağlıyor yüreğim.
Hebâ oldu yazık bunca emeğim.
Benim senden budur en son dileğim :
Gel de biraz, gözlerini göreyim,
A yağına yüzüm, gözüm süreyim.
Ahmed Refik
33)
52
«Gönül» adlı şiir kitabında : Semâlardan güneş hâlâ inmiyor.
Ada bahtiyardır ki bu asırda güzelliklerini terennüm eden, ken­
disini candan seven bu kadar sanatkâr çocukları var).
Ahmed Refik’e dair (Yeni Türk) ün geçen sayısında (Sayı:
59/1937) yayınlanan yazımızda Üstadın coşkun ve verimli kalemin­
den çıkan eserleri sayarken bunlar arasında bazı hatırlayamadıkla­
rımız bulunabileceğini de kaydetmiştik. Yazının yayınlanmasından
sonra özel kütüphanemizde bulunmayan şu kitapları da geçen sayı­
da gösterilenlere eklemek gerektiğini öğrendik: Tarih Sayfaları, Fa­
tih Sultan Mehmed ve Ressam Bellini, Gazavatı Celilei Peygamberi,
Sahaifi Muzafferiyatı Osmaniye, Meşhur Osmanlı Kumandanları,
Osmanlı Tarihine Dair Nefer Neler Bilmelidir?.. Orhan Gazi...
Bunlardan (Orhan Gazi) galiba İkdam gazetesinde tefrika edil­
miş, fakat henüz kitap halinde basılmamıştır. Yukarıda saydıkları­
mızla Ahmed Refik’in eserleri elli iki cilde varmakta olup, mek­
tepler için hazırladığı tarih kitapları bu hesabın dışında bulunmak­
tadır. Bazıları birkaç defa basılan ve bazıları yabancı dillere çevrilen
bu eserlerden başka Üstadın eski İstanbul hayatına dair Hazine-i
Evrak vesikalarını muhtevi belediyeye tevdi edilmiş bir eseri daha
vardır. Bu eser merhumun (İstanbul Hayatı) adını taşıyan dört ki­
tabındaki vesikalardan münhasıran şehir işlerini ilgilendirenlerin der­
lenerek bir araya getirilmesi suretiyle hazırlanmıştır. Gerek bu ese­
rin, gerek basılmamış diğer yazılarının Üstadın kitaplarını ötedenberi yayınlayan Hilmi Kitaphanesi tarafından bastırılmasını ve bu de­
ğerli hâtıraların da kaybolmaktan kurtarılmasını dilemek kabil ol­
muyor.»
★
Edebiyatçı, tarihçi, şair ve benzeri kişiler yazı yazmaya başladık­
ları gün, yazılarının sürüp gideceğini hiç bir zaman düşünemezler.
Bir çok tanınmış, profesyonel yazarımızın ilk yazısı, çizdiği karika­
tür okul dergisinde, belki de büyük ümitler ve rüyalar içinde bir tek
sayısı çıkıp da ikinci sayısı çeşitli nedenlerle yayınlanmayan, ölüler
listesinde yer alan bir dergide çıkmıştır.
Yazısını, yazılarını sürdürebilen mutlu kişiler, yıllar sonra uya­
nırlar bu tatlı sarhoşluktan, okuyucu tarafından aranır kişi olmak
mutluluğuna erişmiştir ama... ilk yazıları elinde yoktur. Yayınladı­
ğı gün kesilerek bir zarfa konularak korunması mümkün olan bu
yazılardan bir kısmının kitap haline getirilmesi de sözkonusu olunca
durum daha da ciddileşir. Derginin veya gazetenin adı bilinse de, ta53
rihini hatırlayabilmek hayli müşküldür. Büyük kütüphanelere, daha
yerinde bir deyimle canlı kütüphanelere, kanunî olarak yurd içi bü­
tün yayınları eksiksiz izlemekle görevli bulunan bir kütüphaneye
başvurmak gerekir.
Hele hele basın kartının yaygınlaştığı bu yıllarda hemen hemen
her gün bu tür okuyuculara rastlanır kütüphanelerde. Bunların bir
bölümü kütüphanecilerin dostudur veya bir dost bularak gelir. Der­
ginin adını, hangi tarihte yayınlandığını dahi hatırlayamaz okuyucu.
Hatırlayabildiği onuncu sınıfta öğrenciyken, renkli kapaklı bir çocuk
dergisinin yayınlamaya başlamış olmasıdır. Kurtarıcı simit, bütün
ümit bundan ibarettir.
. Tanınmış bir karikatürist dostumuzun ortaokulda iken çizdiği,
sanatının ilk eseri, ilk emeği olan karikatürünü haftalarca aradığını
ve daha bir çok benzerlerini, tam 45 yıla yaklaşan kütüphanelere
hizmeti geçmiş bir kişi olarak hatırlarım, türlü örnekleri ve anıla­
rıyla. Hele yıllarca evvel yayınlanmış bir tefrikasını kitap haline ge- .
tirmek için bir basımevi veya yeniden tefrika edebilecek bir gönüllü
gazete bulanlar. Kütüphanecinin karşısında; gazetenin adını, yılını
hatırlamak için şakakları zonklayan, eski deyimle erbabı kalem... Bir
dost yazar.
Yazı ve makale için söylediklerimiz kitaplar için de söylenebi­
lir. Büyüklerinin sağlığında onun kitap ve yazılarıyla ilgilenmeyen­
ler, yıllar sonra o büyüklerinin kitaplarının tam bir koleksiyonunu
yapmak tutkusuna kendilerini kaptırabilirler. Bu tür araştırıcı nadir
olmakla beraber hiç yok da değildir. Bu arama kazanç amacıyla da
olabilir. Vârisler; babalarının, dedelerinin, annelerinin kitap veya ki­
taplarının telif hakkını bir basımevine vermek için anlaşmışlarsa da
ellerinde kitabevine verecek örnek kitap yoktur. Bir Bakanlığa ba­
balarının tüm kitaplarının bası hakkını satmak üzere ortaya çıkan
tanınmış bir ailenin kitaplardan birer örneğini satmalma komisyonu­
na veremediğini ve bir büyük Devlet Kütüphanesinde tam ve eksik­
siz bulunduğuna ve gerektiğinde yararlanabilineceğine dair alman
belge ile resmî işleme çözüm yolu bulunmaya çalışıldığını hatırlarım.
Bu konuyu kısaca değinmemizin nedeni; büyük yazarların, çok
eser vermiş kişilerin kitaplarını eksiksiz, bir dereceye kadar bulup
tesbit etmek mümkün, gazete ve dergilerdeki makale ve yazılarının
bulunabilmesinin başlı başına bir konu olması.
Bu kitapçığın hazırlayıcısı yıllarca evvel Millî Eğitim Bakanlı­
ğınca büyük yazar Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın açıklamalı makale54
ler bibliyografyasının hazırlanmasıyla görevlendirilmişti34. Gürpı­
nar hakkında çeşitli kitaplar vardı ama, Üstadın yazılarının yayınlan­
dığı gazete ve dergilerin adını vermekten ileri gidememişti hiç biri.
Gürpınar da Marmara’nın incilerinden bir Ada’ya tutkundu. Heybeliada’daki köşkü müze gibi korunuyordu ama, resmî müsaade ile
köşke gitmemden çok önce, temizlik yapıldığı bir gün, sağda solda,
köşe bucakta, göze çarpan ne kadar eski gazete parçası varsa, evin te­
mizleyicisi tarafından mahalle kasabına verilivermişti.
Merhum Ahmed Refik’in o günün koşullarına göre hayatını dile
getiren lehte veya aleyhte kim bilir daha ne kadar ilginç yazılar
vardı. Bunlardan örnekler vermek, en az yarım yüzyıl evvelki, bugün
olduğu gibi o yüzyıllarda da Türkiye’nin nabzının attığı, kültür' ha­
yatının diğer illere göre daha yaygın ve köklü olan İstanbul’u bu
yönden tanımak için de yararlıydı.
1921 yılında (Hizmeti Umumiye Merkezi Umumisi) tarafından
İstanbul’da yayınlanan ve 54 sayısını görebildiğimiz Payitaht (baş­
kent) adlı gündelik gazetede (H.N.) imzalı iki uzun sütun dizi35.
«Memleketin meşahirini tanımayan halkımıza büyüklerini tanıt­
mak elzem iken maatteessüf bu hususta pek lâkayt davranılmıştır.
Ben, büyük bir tarafsızlıkla memleketin tarihçilerini halka tanıtma­
ya ve bu suretle noksanımızdan birisini doldurmaya muvaffak olur­
sam kendimi bahtiyar sayacağım.
Tarihçilerimiz içinde en çok şöhret kazanan Ahmed Refik Beyi
tanımayan veya duymayan pek az kişi kalmıştır. İşte, evvela bu
muharrir ve tarihçiden bahsedeceğim. Tarihte şanlı bir inkılap yapan
bu zat aynı zamanda Osmanlı tarihçileri içinde en çok eser neşredenlerdendir. O, şayanı hayret zekâsıyla tarihte büyük bir teceddüt
göstermiş, halka tarihini anlatmaya pek ziyade çalışmış, vazifesini
tamamıyla idrâk etmiştir.
Ahmed Refik Beyi görüp de zekâsını takdir etmemek kabil de­
ğildir. Memleketin en zekileri arasında ilk evvel Ahmed Refik Bey
gösterilse zerre kadar mübalağa edilmiş olmaz.
34) Muzaffer G ök m a n : Hüseyin Rahmi Gürpınar. Açıklamalı bibli­
yografya. İstanbul 1966 M illî Eğitim Basımevi. X I+ 248+1 s. 8°. «Millî Eği­
tim Bakanlığı Yayınları. Büyük Türk Yazar ve Şairleri : 1. Bibliyografya : 1»
35) H. N. «Ahmed Refik Bey. Türk tarihçileri», Payitaht Gazetesi.
İstanbul. Sayı: 53, 1337 [1921].
55
Ahmed Refik Beyin eserlerinden evvelâ halk için yazdığı (Köp­
rülüler) ve saire gibi külliyatını zikredeceğim. Halkın son derece
rağbet ettiği bu eser, İlmî bir kıymeti haiz değilse de sırf halkın
yararlanması düşünülerek yazılmış eserlerin en birincilerindendir.
Ahmed Refik Beyin bu eserini okutan en büyük sebep üslubudur.
Gelelim büyük tarihi umumi’sine : Birkaç âlimin bir araya gele­
rek yapması icabeden vazifeye Ahmed Refik Beyin tekbaşına girişti­
ğini ve iyi de muvaffak olduğunu söylersek kendisinin azmini ve faa­
liyet derecesini biraz göstermiş oluruz. Ahmed Refik Bey; bu eserin­
de -tabiî- vak’aları uzun zaman tetkik edemeyeceğini anladığından
tercüme etmiş, hiç kimsenin el uzatamadığı bir işte muvaffak ol­
muştur.
Ahmed Refik Beyin büyük tarihî umumisi hatadan salim değil­
se de memlekette bu zat gibi böyle büyük işlere el uzatanlar olmadı­
ğından kendisini takdire şayan bulmak lâzım gelir.
Halka tarihini öğretmeye çalışan ilk tarihçi Ahmed Refik Beydir.
Halk; o eski ve karışık, lugatli ibâre ile yazılan vak’anüvis tarihlerin­
den bir çoklarını sırasıyla okuyarak olayları zihnine işlememişlerdir.
Halk; Abdurrahman Şeref Beyin mutantan ibârelerle, lugatli cüm­
lelerle düzenlediği eserleri okumamıştır. Çünkü onlar kendi dilince
yazılmamıştır. Halkı ilk defa düşünen, onun istifadesini kendi istifa­
desi sayarak halk dilince eser yazan Ahmed Refik Beydir. Binaen­
aleyh Ahmed Refik Bey Osmanlı tarihinde büyük, hem pek büyük
bir yer tutmuştur.
Ekseri âlimlerin kırk yaşından sonra şaheserlerini yazdıkları göz
önüne alınırsa Ahmed Refik Beyden tam şu sıralarda ilmî eser bek­
lemek icabeder.
Okuyucularım şuna emin olmalıdırlar ki Ahmed Refik Bey hiç
bir zaman boş durmaz. O, daima çalışır.
Memlekette ilim adamı pek ender olaıı şu zamanda Ahmed Refik
beyin yegâne tarihçi olduğunu söyledikten sonra ilme hayatını vak­
fetmiş, kara sevda ile tarihe âşık olan müverrihler arasında Refik
beye en aşağı mevkii vermek en insaflıca harekettir.
Evet, Refik bey bu yoksulluk memleketinin en yüksek bir ta­
rihçisi ise de ilmin en derin noktalarında at oynatan müverrihler ara­
sında bir hiçtir. Askerlikten tarihçiliğe dönen bu kişiye daha küçük
yaşında müverrih olmak için çalışan çekirdekten müverrihler yanın­
da bir mevki vermek doğru1değildir.
Refik beyin şairlik hissi pek ziyadedir. Bir iki şiirini matbuatta
56
neşretmesi de bu sözümü biraz tenvir eder. Sonra eserlerinin büyük
kısmı şairane ibarelerle doludur. Refik bey’de bir şair kalbi olduğu
gibi bir şair kalemi de olduğunu bir çok kişiler takdir ederler. Bi­
naenaleyh merhum Atâ beyin kabul ettiği gibi Refik beye (Müverri­
hi edip) lâkabı verilmek en doğru bir şeydir.
Refik bey, padişahlarını sıra ile sayamayan şu memlekette Osmanlı tarihinin esas hatlarını gayet iyi kavramış bir tarihçidir. Lâ­
kin kendisinde derin bir tetkik aramak da çocukluk olur. Arabi ve
farisî bilmemesi, bu dillerdeki Osmanlılara dair eserleri tetkik ede­
memesiyle sonuçlanmıştır.
Gelelim üslûbuna : Memleketimizde Refik beyin üslûbunu be­
ğenmeyen bir kişinin bulunduğuna inanamayacağım. Edebiyata heve­
si olan bir çok gençlere Refik bey üslûbu sayesinde eserlerini okut­
muştur. Okuyucunun hayalinde şairane manzaralar canlandıran Refik
bey üslûbu sayesinde eserlerini okutmuştur. Okuyucunun hayalinde
şairane manzaralar canlandıran Refik beyin eserleri bir şair için pek
kıymettar ise de ciddî bir müverrih için hiçtir.
Refik beyin; talebelerine tavsiye ettiği gibi gayesi okuyucunun
nazarında olayları canlandırmaya çalışmaktır. Kendinde bir şair ka­
lemi bulunduğundan kendine özel bir üslûp ile yazı yazar. Bir şair
kalbini ve kalemini taşıyan Refik bey eserlerinin büyük bir kısmını
şairane yazmıştır.
Refik bey’de, memlekette mevcut bütün tarihiçlerimizin üstün­
de bir özellik vardır. O da, eserini pek mükemmel bir surette tasnif
etmesidir. Geçmiş zaman tarihçilerinden vaz geçelim, şimdiki tarih­
çilerimiz içinde Refik beye bu hususta en yüksek dereceyi vermemiz
icap eder.
Batıdaki tarih tasnifini, doğuda ilk uygulayan şüphesiz Refik bey­
dir. Necip Asım beyin (Türk Tarihi) ndeki tasnifin pek fena olduğunu
söyleyen bir çok gençlere tesadüf ettimse de Refik beyin tasnif tar­
zını beğenmeyen hiç kimseyi görmedim.» Kırk yaşını dolduran Ahmed
Refik Hoca hakkında yazılanlar bu kadarla bitmiyor.
★
Bir diğer örnek, 1914 tarihli (Nevsali Millî). Hoca’nın o yıllara
ait gözlerinden zekâ fışkıran, hayat dolu bir fotoğrafiyle de değer­
lendirilmiş x.
36)
Ahmed Refik Bey. Nevsâli Millî. Y ı l : 1. 1330 [1914] s. 93.
57
«Pir tarihin genç muhibbi muhteremi Ahmed Refik bey ancak
otuz iki yaşında, gelmiş geçmiş bütün müverrihlerimizden daha zi­
yade eser sahibidir. İstikbal için en ve adlî tarihnüvisler inkılap
devirlerinde doğar... Tukititos, Nâima, Michelet... gibi, Refik bey
Sultan Abdülhamidi Sâni devrinde doğdu, yaşadı. İlk çalışmalarını
askerî eserlere ayırdı. Temmuz inkılabına kadar otuz şu kadar askerî
eseri, Osmanlı zaferlerini, çeşitli zafernarneleri intişar etti.
Sultan Beşinci Mehmed devrinde tek başına bütün bir tarih
kütüphanesi yazmaya koyuldu. Berlin’de, Paris’te, Londra’da, daima
bir heyetin yardımıyla çıkan bir umumî tarih’i üstün bir himmet
ve sabırla cilt cilt bizzat yazdı. Osmanlı tarihi yazılışında bir baş­
langıç sayılmaya layık bu eseri anarken, müverrihin gayretli editörü
Hilmi Beyin 37 namını anmamak küfranı nimet olur.
Bizde ilk ilim ışığı veren bu külliyattan sonra Charles Seignobos’dan o kadar vâkıfane tercümesi, üç cilt (tarihi medeniyet) ve
tarihi milliye ıtra usuliyle yazdığı safahat geldi. Refik beyin kol to l
ayrıldıkça tükenmeyen feyzi istidadı, bu son vâdide bilhassa nefis
meyveler verdi. (İkdam)’da hepimizin her sabah merak ve heyecanla
okuduğumuz (Lâle Devri, Tarihî Simalar, •Köprülüler, Felâket Se­
neleri, Kadınlar Saltanatı) gibi geçmişe ait olaylar yalnız tarih usu­
lünün değil, gazetecilikte de tarih türünün de birer örneğidir.
Ahmed Refik bey Harbiye Mektebinden mezundur. On senede
yüzbaşılık rütbesini kazandı ve mekâtibi rüştiyei askeriyle ve Harbiye’de oniki sene öğretmenlik etti. Meşrutiyetten sonra Erkânı Harbiyei Umumiye Dairesi ceride (yayın) kısmına tayin edildi. Daha
sonra Tarih Encümenine girdi. Çalışmalarını bütünüyle Osmanlı ta­
rihine vakfetmek aşkıyla askerlik mesleğine vedâ etti.
Ahmed Refik bey Büyükada’da sâde bir köşkte en eski Osmanlı
ve en yeni Alman eserleri ortasında münzevi bir hayat sürer. Bir
fransız deyimiyle kendi âzade-i âsarıdır.»
*
Ahmed Refik’i çok yakından tanıyan, öğretmenlikte ve Ankara
Yokuşunda dostlukları kesilmeden süren, Hoca’yı hiç bir zaman
dilinden ve kaleminden düşürmeyen, Millî Eğitim Bakanlığından
37)
Hilm i Kitabevi kurucusu ve sahibi. Ünlü yazarlarımızın, örneğin;
Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın, Ahmed Refik Altınay’ın devamlı editörü ve
dostu.
58
ayrıldıktan sonra (Eski bir öğretmen) imzasıyla yazılarını zevkle
izlediğimiz merhum Hasan-Âli Yücel’in yazdıklarına bir kez daha
göz atalım 38.
«...Onun, iyi taraflarını söylemek kararıyla bu satırları yazmaya
başlıyorum. Zayıf cephelerinde müşterek olup da ondan çok daha
geniş bir hayat imkânı içinde yaşamak fırsatını bulanlar her zaman
ve her mekânda mevcut oldukça, böyle ölümlerden sonra hoşgörür
olmamak vazifesini bizzat tarihe bırakmak daha uygun olur sanırım.
Aramızdan bir daha dönmemek üzere ayrılan Ahmed Refik’i,
tarih gibi kaşları çatık ,ve adalet kadar soğukkanlı yazamayacağım.
Fakat şunu da hemen söylemeliyim ki, onun, hayatında ettiği hata­
ları belirtmek, hal tercümesini etraflı surette tetkik edip yazacaklar
için önemli bir görevdir. Çünkü genç nesil, memlekette iz bırakmış
ve yer almış insanların hangi cihetlerde sürçtüğünü görmeli, bilmeli
ve kendisini de o çarklara eteğini kaptırmaktan korunmalıdır...
Artık ben Ahmed Refik’in okuyucularından biri olmuştum. Sıra
tefrikalarına gelmişti. Lâle Devri, zevkle okuduklarımdan biridir.
Tuhaftır, Osmanlı padişahlarının âciz, beyinsiz ve korkaklarını böyle
canlı levhalar içerisinde görüp onlardan tiksinmem de bu devirde
başlamıştı. Taassup çirkefleri içinden çıkmış adamların isyanlarını,
padişahtan kelle istemelerini, bir gün önce iltifatı şahaneye mazhar
olmuş yeziriâzanıların cansız cesedlerinin bir gün sonra yerlerde sü­
rünmelerini hep o tefrikalardan öğrenmiştim. Patrona Kalil, Kabak­
çı Mustafa ve bunlara âlet olan yenilik düşmanlarını o sayfalarda
tanıdım, taassuba ve müteassıplara ilk gayzımı böyle duydum.
Bu tefrikalar için Nâima’nm çevirisidir diyenler var. Hattâ ta­
rihlerde yanlışlıklar olduğu da vaki. Bütün bunlar doğru olabilir.
Fakat muhakkak olan bir şey var ki Ahmed Refik’in üslubu ve kalemi,
ciddî bir tarih eseri vermeğe değil, böyle roman gibi kolay okunur,
tarih sıhhati aratmaya ihtiyaç hissettirmeksiziıı geçmiş günleri göz­
lerimizde yaşatır bir eser vücuda getirmeğe daha müsaitti. Haşan
Mellah veya Hüseyin Fellah ne kadar edebiyatsa, kadınlar saltanatı
veya Cinci Hoca da o kadar tarihtir. Bu itibarla Ahmed Refik, bizde
tarihin Ahmed Mithat efendisi sayılabilir.
İkisi de çok yazdılar. İkisinin de külliyatı binlerce ve binlerce
sayfa tutar. Fakat şu da kat’îdir ki, ikisi de okunmuşlardır. Zira ikisi
38)
18.10.1937
Hasan-Âli Yücel. «Ahmed Refik». Akşam. Pazartesi konuşmaları.
59
Ahm ed Rsfil‫؛‬
; A ltın sy 34 ysşındH
(Nevsâli Millî. Y ıl; 1, 1914)
de romancı, tarihçi, şucu veya bucu olmadan önce muallimdiler. Mit­
hat Efendi romanlarını tarla mesahasından vücudu beşer teşrihine
kadar her şeyi okuyucusuna öğretmek azmiyle yazmıştı. Ya ahlâki
bir fikri telkin etmek ister, ya gamlı bir yarar teminini düşünür,
hep bu gayelerle sayfalar doldurur, cild cild kitaplar yazardı.
Ahmed Refik’te de bu vardır. 1898’de Harbiye’den subay çıktık­
tan sonra Toptaşı rüştiyesinden başlayan muallimliği, Soğukçeşme
rüştiyesinde, Mektebi Harbiyede ve Balkan Harbi ile Umumî Harp
sıralarındaki fasılaları müteakip Darülfünunda devam edip gitmiştir.
Muharrirliği de hemen hemen muallimliğe muvazidir. Terceman-ı
Hakikat, İrtika, Malûmat, Hazine-i Fünun, Mecmua-i Ebüzziya’da pek
çok yazılar yazmıştı. Meşrutiyetin ilânında Millet gazetesini çıkarmış,
sonra İkdama geçmişti. Daha son günlerine kadar bu itiyadını bırak­
mış değildi. (Cumhuriyet) teki üç makalesi, toprağa gömüldüğünün
ertesi günleri intişar etmiştir. İşte Ahmed Refik, muallim -muharrir
vasfıyla ve bu ihtirasla eserini vücude getirdi.
Ahmed Refik’te tarih, sade bir roman, bir şey öğretme vasıtası
olmakla da kalmamıştır. Sarahatle ifade edemediği günlük fikirlerini
ve tenkitlerini Osmanlı tarihinden aldığı konularla söylemeye pek
meraklıydı. Belediyeyi mi tenkid edecek, Üçüncü Mehıiıed devrinde
ihtisap ağası bilmem ne ağa diye bir makale yazar; orada halkın odun
kömür sıkıntısından bahseder, geçmiş günleri göz önüne getirerek
içinde saklı kalan itirazları maziye söyletirdi. Bilhassa Birinci Dün­
ya Savaşı içinde halkı kasıp kavuran ihtikârı böyle hatırlatıcı maka­
lelerle kendince tenkit etmiştir. Edebiyatta telmihi melih, telmihi
kabih gibi sanatlara bir üçüncüsünü ilâve etti : Telmihi tarih.
(Divanı Hümayun vesaikine müstenit) etütleri ve neşriyatı hak­
kında uzmanları dinlemek lâzımdır. Onlar bu hususta fikirlerini söy­
lerlerse Ahmed Refik’in bu cephesine dair doğru kanaatler elde ede­
biliriz. Söz söylemeye selâhiyetli olmaktan çok uzak bulunduğum bu
ciheti erbabına bırakarak, onun en hissî, en iç tarafına dokunmak
istiyorum : Çok görmüş ve yaşamış bir adam olmasına rağmen bir
türlü muvazeneleyemediği hayatında rind, lüzumundan fazla kayıdsız olduğu zamanlarda meydana çıkan, çok objektif çalışmalarının
külleri altından arada sıyrılıp gözüken şair Ahmed Refik... Yıllardanberi yaz, kış, bütün gidiş geliş zahmetlerine katlanarak adada
oturması, onun güzelliğine aşkındandı.
Bu, bütün hayatının hazin bir remzidir. Şiirlerinde ve şarkıla­
rında terennüm ettiği bahar nağmeleri, dün bir rüzgâr gibi Ada’nın
61
çamlarında ses olurken; bugün vücudunun parçalanan zerreleri gene
o çamların köklerine başka bir hayat olarak intikal ediyor.
Sevdiklerinde yaşamak da biraz ölmemek değil midir?..»★
Şair ve oyun yazarı, edebiyat öğretmeni, hecenin beş şairi adıyla
anılan toplulukta yer alan, Hoca’nın Yokuş arkadaşı Merhum Halid
Fahri Ozansoy’dan Ahmed Refik merhumu dinlemekte yarar var39.
«Ahmed Refik öldü... On gün evvel Büyükada’daki evinde çok
ağır, çok ateşli ve tehlikeli geceler geçirdikten sonra ateşi gevşemiş­
ti. Bu ümit veriyordu. Fakat doktorların iş’arile beş gün evvel hastahaneye nakledildi. İşte o gündenberi Büyükada’da bütün dostlar
akşamları biribirimize hep onun durumunu soruyorduk. Ve bazan
ümit verici haberler veriyor, haberler alıyor, bazan da şüpheli ve
yeise düşücü sözler işitiyorduk. Nihayet dün kara ölüm haberi Ada’
ya bir telefon çalışıyla bir dakikanın içinde geldi.
O anda, eşimle beraber, Ada’da tutulacak bir ev hakkında gö­
rüşmek üzere iskeledeki dostum eczacı Mehmed Beyin eczahanesin-^
de bulunuyordum. Bir hissi kablelvuku ile mi nedir, Mehmed Bey
neş’esizdi, benim de başım ağrıyordu. Beş dakika konuştuk, konuş­
madık, telefon çaldı ve arkadaşım daha telefonu kulağına alır almaz
haykırdı:
— Nasıl, Hoca vefat mı etti.?.. Ne diyorsun?..
Eşim, ben ve arkadaşım üçümüz de teessürümüzden, ne diyece­
ğimizi şaşırmıştık. Ve dimdik ayakta duruyorduk. Gayrı ihtiyarî si­
nirli hareketlerle :
— Vah zavallı, vah zavallı!., diyorduk. İki dakika sonra Büyükada’nın hâkimi Niyazi Bey içeriye girdi. Bu defa da Üstadın ölüm
haberini derin bir elemle ona biz veriyorduk. Şimdi o da, aynı ke­
derle ve dolu gözlerle sesi titreyerek, içinin acısını kısa kelimelerle
anlatıyor ve artık hepimizin teessürü bir noktada toplanıyordu.
Eminim ki Adada bütün Ahmed Refik’i tanıyanlara yarım saat
içinde yayılan bu ölüm haberi, bir çok gönülleri sızlatmıştı. Ve uzaktakilerle Üstadın eserlerini okumuş olanlarla beraber onu şahsen ta­
nıyanların ve bilhassa çok zaman sohbetinde bulunmuş, nüktelerini
39)
62
Halit Fahri Ozansoy. «Ahmed Refik». Son Posta. 11.10.1937
işitmiş ve fazlasıyla yiğit kalbinin duygularını tanımış olanlar, bu­
gün gazetelerde bu korkunç, acı haberi kim bilir ne ıstırapla karşı­
layacaklardır?..
★
Ahmed Refik her şeyden evvel iyi bir muharrirdi. Açık, sade bir
dille ve renkli bir üslupla yazardı. Sonra, en büyük bir meziyeti, tarih
zevkini edebî bir zevk gibi eserleri ve Darülfünundaki müderrisli­
ğiyle memlekete yaymasını bilmesiydi. Eserleri ve derslerinin bu
cephede popüler bir kıymeti olduğu inkâr edilemez.
Fakat o, tarihi bu suretle herkesin zevk alacağı ve anlayacağı
bir ilim haline getirirken ilmi basitleştirmemiş, vesikaların üzerinde
çalışmış, hayatının uzun senelerini Babıâlinin mahzeni evrakında toz­
lu vesikaları tetkikle geçirmişti. Bütün bu tetkiklerinin neticesidir
ki bir çok eserlerine yarın için de kütüphanelerin raflarında kıymet­
li bir mevki ayırmaktadır.
Ölümüne kadar ne kadar eser yazdı?.. Bunu bu anda doğru bir
liste halinde düşünecek ve sıralayacak vaziyette değilim. Yalnız ilk
düşünüşte hatırladıklarım, on cilt mi, on iki cilt mi tutan büyük
tarihi umumisi ve Sokullular, Köprülüler, Kadınlar Saltanatı, Lâle
Devri gibi pek ünlü eserleridir.
Ahmed Refik’in şairliği de vardı. înce ve hisli şarkılarla dolu
bir cilt şiir kitabı bunun delilidir. Ahmed Refik bu şarkılarında aşkın
hüzünlerini ve ince, geçici anlarını terennüm ediyor ve bilhassa çok
sevdiği Ada’nın her kıyısında ve her çamlığında bir hâtıranın yâdını
inliyor. Fakat ne içten, ne duygulu bir inleyiş!.. Çünkü Ahmed Refik
bütün ömrünü tarihte ve tarihin karanlık asırlarındaki esrarına vak­
fettiği kadar bütün ömrünce aşk için de çırpman bir kalbe malikti,
işte bugün onun ölümüyle ilim sahası çok kıymetli bir unsurunu ve
duygu âlemi çok ince bir evladını kaybediyor, dostları da en sevimli
bir çehrenin aralarından ebediyen çekildiğini, elemle, esefle görüyor
ve âdeta bu ölüme inanamıyorlar. Ne diyeyim, sevdiklerinin ölümü
insana öyle aklı durduran bir destek veriyor ki. İlk dakikada inan­
mak, inanmamak, ölüme karşı tabii bir aksülâmel gibi geliyor. Fakat
aradan bir gün geçip te o aziz vücudu toprağa gömdükten sonra :
Ah... O zaman bu kâbustan ne ürpererek uyanış ve elde sadece
bir avuç toprak!..
Ne yazık!.. Yaşadıkça bu acılara alışacağız.
★
63
Ahmed Refik’i hastahaneye naklettikleri gün vapurda bir dostu
nasılsa elinde tuttuğu gazeteyi onun gözünden kaçıramamıştı. Ahmed
Refik bu dostun alâka ve teessürle gözlerini bir sütuna sapladığını
görmüştü. Israrla gazeteyi istedi. Çaresiz verdiler. Sedyenin içinde
biraz doğruldu. Gözlüklerini şakaklarına doğru yukarıya kaldırdı.
Ve gazetedeki kısa yazıyı okudu. Bu yazıda başlık olarak (Meşhur
Profesör Ahmed Refik’in ağır bir hastalık geçirdiği) haber veriliyordu.
Ahmed Refik çok acı, çok hüzünlü bir çehre ile :
— Bu sefer artık dönmem... dedi.
Çünkü evvelce de bir kere yürüyerek Cerrahpaşa Hastahanesine
gitmişti, fakat o zaman dönmüştü.»
★
Ankara Caddesi’nin en eskilerinden, mürekkep kokan bu yoku­
şun canlı tarihi bir Münir Süleyman Çapanoğlu ağabeyimiz vardı.
O da geldi geçti bu yokuştan bir daha geri dönmemek üzere. Bu
yokuşun ne denli nankör ve unutkan olduğunu bilip de unutulmuş­
ları unutturmamaya çalışırdı. Son yıllarda görmüyordu ama, en kü­
çük ayrıntıya kadar basınla ilgili anıları vardı ve unutmuyordu hiç
birini. Aşağıda birlikte okuyacağımız yazısı ile Ahmed Refik 16 yıl
sonra yeniden aramıza geliyordu. Çapanoğlu da; (Müverrih Ahmed
Refik öleli 16 yıl olmuş!..) başlığıyla başlıyordu yazısına40.
«Demek üzerinde hayatının aynı zamanda hem mutlu ve hem de
en elemli, en sıkıntılı ve ıstıraplı günlerini yaşadığı, ölgün bir mum
ışığı gibi yavaş yavaş sönüp eridiği Büyükada’da, müşfik ve yefakâr
bir mâşuka gibi sevdiği bu güzel yerdeki ebedî istirahatgâhma bı­
raktığımız gündenberi on altı yıl geçmiş!..
Ahmed Refik’in Ada’yı sevmekte hakkı varmış. Ona ömrünün
sonunda koynunu açan yalnız ve yalnız o oldu.
Yıllar ne çabuk geçiyor?..
Günlük bir gazetenin geçmişteki önemli hâdiseleri ve vâkıaları
hülâsa eden sütununda bunu okuyunca içim sızladı. Çünkü, Ahmed
Refik’in ölümünün dönüm yılını haber vermek ve onun hüviyetini,
memleket irfanına yaptığı hizmetleri belirtmek kadirşinaslığını an­
cak bu gazete gösterdi. Ondan başka ne bir gazete, ne de bir dergide
40)
Münir Süleyman Çapanoğlu. «Ölüm ünün 16. Yıldönüm ünde Ahmed
Refik». Resimli 20. Asır. Haftalık Mecmuası. Yıl : 1953, sayı : 64.
64
Ahmed Refik’e dair etütler, biyografik makaleler şöyle dursun, bir­
kaç satırlık haber bile yayınlanmadı.
Halbuki subay, askerî yazar, Harbiye Mektebinde fransızca ho­
cası, şair, müverrih, emekli yüzbaşı, profesör, Tarih Encümeni üyesi
ve başkanı (Vak’anüvis Abdurrahman Şeref Efendiden sonra), san­
sür müfettişi ve nihayet rindmeşrep ve neş’eli bir ruh taşıyan Ahmed
Refik hakkında çok şeyler yazmak lazımdı.
Onu ölümünün dönüm yılında dostları da aramadı. Mezarını on­
lar da ziyaret etmedi. Arkadaşları ve kadehtaşlan da vefasız çıktılar.
En aziz dostu Çallı İbrahim, kendisi gibi büyük rindlerden olan eski
arkadaşının mezarına birkaç damla gözyaşı ve birkaç damla mey dök­
tü mü bilmem?..
İnsanın en büyük faciası, en büyük acısı, ve bu acının ve facia­
nın en korkuncu iki ip parçası ile indirilen toprağın derinliklerinde
değil, sevdiklerinin, dostlarının kalbinde yok olmasıdır.
— Ahmed Refik hakikaten unutuldu mu?..
Cemiyet ve neşriyat bakımından bu soruya maalesef şu cevabı
vereceğim :
—■Evet...
Zavallı Ahmed Refik.
Geldi hayali didei giryana ağladım.
Ahmed Refik, bazı yazarların ve ansiklopedilerin yazdıkları gibi
muharrirliğe Balkan Savaşından sonra başlamadı. O, daha Harbiye
Mektebinde talebe iken haftalık (Malûmat) dergisinde yazıları ya­
yınlanmıştır. Bunların bazıları çeviri, bazıları da teliftir. İşte birka­
çının adı: (Kelebek), (Refet), (Nağmat), (İdarei harbe dair kavaidi
esasiye).
Bu yazılar mektebin ikinci nâzın Rıza Paşa’nın ilgisini çektiğin­
den, Ahmed Refik’e bundan sonra dergilere yazı yazmamasını söy­
leyerek, yasakladı. Ahmed Refik bu emri dinlemedi, yine yazdı. Fakat
bu sefer kendi ismi ile değil (Refik Ali) takma adı ile...
Ahmed Refik’in ilk kitapları askerliğe aittir. Sayısı yirmiyi geçer.
Bunların arasında tarihe ait iki kitabı vardır : (Osmanlı Kumandan­
ları )ve (Gazavat-ı Celile-i Peygamberi).
Onun tarihe ilk merakı Charles Seignobos’un ünlü (Medeniyet
Tarihi) ni okuduktan sonra başlamıştır. Meşrutiyetin ilânından sonra
bu kitabı hemen dilimize çevirdi.
Bundan sonra Paris’e gitti 1912. (Ernest Laviss) le, (Seignobos) la
tanıştı. Paris hazinei evrakını gezdi. Bizim (Evrak Hazine) mize dair
65
onlarla görüştü. Ve İstanbul’a döndükten sonra tetkiklere başladı.
Osmanlı Hazinei Evrakı’nm sistemli bir çalışma ile -tarih metotla­
rına göre- ilk defa gözden geçiren odur.
Ahmed Refik bizde modern tarihçiliğin babasıdır. Tarihi seven
ve başkalarına da sevdiren adamdır. Sanatkâr ruhunun bütün kud­
reti ile insanları tarihin gayesine sevk etmiş, tarihi popülerleştirmek­
le başlıbaşına bir mektep vazifesini görmüştür.
O, tarihi yazıları, hikâyeleri, tarih kitapları, tarihteki büyük
adamların, kahramanların, sergerdelerin, imparatoriçelerin ve zorba­
ların biyografilerini menkıbelerini ve' maceralarını yazmadan evvel,
tarih bizde ilmi kelâm mütefekkirine göre ancak mukaddes hikâye­
lerin toplamı farzedilen bir şeydi. Tarih öteden beri yasak sayılıyordu.
Vak’anüvisin adı vardı ama tarih diye bir şey yazdığı yoktu, hep pa­
dişaha dalkavukluk ediyordu. Bir enderun cücesiydi, bir robottu.
Tarihçi; müstehaseler, ölü şehirler, ölü olaylar üzerinde muka­
yeseler yapmıyor, yapmasını bilmiyordu. Ölü medeniyetlerin başucunda vesikalar toplayamıyor, metrukâtı tesbit ve kaydedemiyordu.
Çünkü geometrik, açık, berrak, bir mizaçı olmadığı gibi tarih metot­
larını da bilmiyordu. Muhakkak ki Murad Bey müstesna. O, mutlakiyet döneminde bile Mülkiye Mektebindeki derslerinde tarihte (aslî
hikmet) aramaya teşebbüs etmiş, modern anlamda tarih okutmuş, ilk
Türk tarih hocasıdır.
Ahmed Refik’in en güzel ve en muvaffak tarafı eserlerini bir
şair ve edib kuvveti ile, kelimelere renk ve ses vererek işlemesidir.
Üslûbla tarihin -eğer tâbir uygunsa- izdivacına bizde ilk örnek veren
odur. Ve bu yolun ilk ve son artistidir.
Ahmed Refik, 57 yıllık ömrünün 35 yılını tarihe vakfeden ve
en çok eser bırakan bir tarihçi olarak ebediyete göçtü. Onun kadar
velûd, onun kadar kabarık yekûnlu bir tarih külliyatı bırakan bir
Türk müverrihi geçmişte gelmedi. Gelecekte bilmem amma bugün
için onun ayarında bir tarihçimiz yoktur.
Ahmed Refik kâh aruz vezniyle, kâh hece vezniyle şiirler ve
şarkılar yazdı. Bunların çoğu, yıllarca yaz, kış kucağında yaşadığı ve
güzelliklerine meftun olduğu Büyükada’ya aittir. Ve bir haylisi bes­
telenerek âşık kalpleri yıllarca coşturmuş ve piyasada çok tutmuştur.
Şiirlerinin bazıları hâmidanedir. (Burgaz) manzumesi gibi. Ba­
zıları nedimânedir. (Nazlı bir şûhu idin gamla geçen sevdâmuı) şar­
kısı gibi. Bazıları hece vezniyledir. (Ufuklardan güneş hâlâ inmiyor)
ve benzerleri gibi.
66
Bilhassa :
Endamının hayalini gözlerimden silemem.
Kollarında can vereyim başka bir şey dilemem,
Bana sen de acımazsan kimler acır bilemem?..
Şarkısı, bir zamanlar yıllarca ağızdan ağıza yayıldı, her genç
kızın ve her genç delikanlının dudağı bu şarkıyı tekrarlayıp durdu.
Bu şarkı, O’nun karşılık görmeyen bir sevgisinin içten kopmuş
bir meyvesiydi. Bir gün, Şemsi Muhtar ile Ada’dan, Ahined Kefik’
in evinden dönüyorduk. O da bizimle beraber İstanbul’a iniyordu.
Vapurun baş tarafındaki gençlerden bir grup, Ahmed Refik’i görünce
bu şarkıyı okumaya başladılar. Üstadın yüzüne baktım; bir şeyler
söylemek istedim. Bunu sezdi ve ben bir şey söylemeden:
— Gözlerimden o hayal, gönlümden o emel silinip gitti! dedi.
Şu iki şarkı, Ahmed Refik’in çok sevilmiş eserlerindendir:
KAÇSAN
Kaçsan, beni yaksan, sana hasretle bayılsam.
Baksan, acısan hâlime, bûsenle ayılsam.
Sînende başım, ellerini kalbime koysam.
Baksan, acısan hâlime, bûsenle ayılsam,
Döksen gene kâkülleri, gül sîneni açsan.
Yaşlarla dolan gözlerime nûrunu saçsan.
Yansa yüreğin bir daha benden kaçacaksan.
Baksan, acısan hâlime, bûsenle ayılsam.
DÖKÜLMÜŞ KÂKÜLÜN
Dökülmüş kâkülün, enfes yeşil gözler yine mahmur.
Açılm ış sînenin bağı, gözümde parlayan hep nûr.
Seni canımla seyrettikçe rûhum mest, gönül mağrur.
Açılm ış sînenin bâğı, gözümde parlayan hep nûr.
Lebinden bûse kâfi, badeye hiç var mıdır hacet?..
Yakarken sînemi sînen, kalır mı dilde hiç tâkat?..
Nedir bu yosma kâküller, nedir bu şendeki hâlet?..
Açılm ış sînenin bâğı, gözümde parlayan hep nûr.
67
Ahmed Refik rahmetli, şarkılarını ve bazı manzumelerini (Gönül)
adlı bir kitapta toplayarak yayınlamıştır.
Bir manzume ve şarkı külliyatı olmakla beraber Ahmed Refik
şair değildir ve kendisi:
— Hiç bir zaman şair olmayı düşünmedim!..
Derdi. Fakat, Orhan Seyfi’nin dediği gibi ona şiir söyleten derunî bir saik, dayanılmaz bir kuvvet vardı. Yazı ve kışı mest ve mah­
mur bir aşk hayatı içinde geçiren Ahmed Refik’in şiirleri, hassasi­
yetini zaptedemediği kısımlarıdır. Hassasiyetinin daima gergin duran
tellerine her hava dokunur. Onun için eserlerinin nev’ine, tarzına
bakılmaz. Gelişigüzel bir manzume, bir şarkı çıkar.
Çünkü Ahmed Refik’in nazım neviyle, nazım lisanıyla ne ala­
kası vardır, ne de uğraşacak vakti. Bir an evvel içinde kabaran,
coşan hislerini dökmek ister.
Ahmed Refik’in en çok seviştiği adam büyük ressam Çallı İbra­
him’dir. Buna rağmen son zamanlarda darılmışlardı. Fakat Çallı, ce­
naze günü tabuta doğru koştu. Rüzgârla dalgalanan kıvırcık ve kır
saçlarını bile toparlamayı düşünmeden Ahmed Refik’in tabutunu
omuzlarına alanların arasına karıştı. O da taşıdı... Halinde, kalbinin
yarısını kaybeden bir zavallının üzüntüleri vardı...»
★
Bir ünlü kişiyi kâğıt üzerinde dile getirirken onun hakkında ya­
zılanlarla, onu tanıyan, sohbetinde bulunan, hâfızası kuvvetli, taraf­
sız kişilerden, dostlardan yararlanmak gerekir. Kitap ancak onların
anılarıyla, anekdotlarla renklenir, şekillenir.
Batıp-çıkan, açılıp-kapanan yüzlerce gazete ve dergi arasından
bu yazıları bulup çıkarmanın ne kadar güç ve yorucu, büyük sabır
ve sinir meselesi olduğuna biraz gerilerde kısaca değinmeye çalış­
mıştık. Bu kez yaşayanlar üzerinde durmak istiyorum. Yıllar o kadar
çabuk geçiyor ki... Sabahın ışımasıyla beraber akşam geliyor. On
parmakla sayılabilen arkadaşlar, dostlar birkaç yıl içinde bir elin
parmağına ve nihayet bir işaret parmağına kadar düşebiliyor.
Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümüne devam ediyorduk. Yıl 1941
ler... Yüksek Öğretmen Okulu da İstanbul’da Şehzadebaşmda, şimdi
Vefa Lisesi’nin bulunduğu caddeye bakan yeni binada idi. Bir tür
pansiyon görevini gören binanın bilinçli bir hale gelmesini sağlamak
üzere gündüz İstanbul Üniversitesi’nin çeşitli fakülte ve bölümlerine
68
devam eden öğrencilere akşamları da yemekten sonra konferans ma­
hiyetinde fakülte hocaları ders vermeye gelirlerdi. Prof. Mükrimin
Halil Ymanç, A li Nihad Tarlan, Ziyaeddin Fındıkoğlu, Ahmed Hamdi Tanpınar, Vehbi Eralp, Sadrettin Celâl... bunlar arasında hatırla­
yabildiklerim. ikinci Dünya Savaşı’nın bütün şiddetiyle sürdüğü, ge­
celeri İstanbul sokaklarında bir tek ışık yanmadığı, fırın ve leblebici
dükkânlarının önünde kuyrukların uzadığı, sınırlarımızın her saat
zorlanacağının beklenildiği, yarının ne getireceği belli olmayan o
zor günlerde, geceleri derse gelen üniversite öğretim üyeleri, öğren­
cilerin candan ilgi ve sevgileri karşısında bu derslerini, konferansla­
rını, bir İlmî sohbet halinde tesbit edilmiş saatleri aşarak sürdürürler
ve çok da yararlı olurdu. Okul müdürü Prof. Ratıp Berker beyin
okul kütüphanesine karşı çok yakın ilgisi, kütüphanede bir süre yar­
dımcı olarak çalışmış olmam ve fakülte arkadaşlarımdan bir kısmı­
nın Yüksek Öğretmen Okul’lu olması dolayısıyla bu gece konfe­
ranslarından bit kısmında bulunmak bahtiyarlığına erişmiştim.
Bir akşam tarih dersi vardı. Fen bölümüne devam eden öğrenci­
ler, bir kısım edebiyat bölümü hocalarının derslerini kaçırmadıkla­
rından koca sınıf tüm doluydu. M ükrim in Halil Bey sınıfın kapı­
sında gözüktü. Ayakta karşıladık. Kürsüye geçti. Garip bir hâli var­
dı bugün. Her zaman sağa sola takılan, herkese adıyla seslenen, neşeli
hoca gitmişti de yerine küskün bir kişi gelmişti.
ilk dakikalar geçince bir arkadaş nedenini sordu Hocadan. M ük­
rim in Hoca derin bir iç geçirdikten sonra, bütün dikkatimizle dinle­
diğimiz ve bugün gibi kulağımda:
— Bugün bir okul arkadaşını dalıa kara topraklara verdik. Üzün­
tüm bu kadarla bitmiyor. Azrailin tırpanı artık bizim sınıfa geldi.
Ne zamandanberi bizim sınıf üzerinde çalışıyor!..
Sınıfı derin bir sessizlik kaplamıştı. Yaş ortalaması 22’nin üze­
rinde değildi. Hoca’nın :
— Azrailin tırpanı bizim sınıfa geldi!..
Cümlesiyle neleri dile getirmek istediğini anlayabildiklerini pek
sanmıyorum. Ahmed Refik Hoca için birkaç canlı anı, birkaç anekdot
bulmak isteyince, azrailin tırpanını çok insafsızca, göz yaşma, genç
ihtiyar demeden nasıl çalıştırdığını gördüm ve ortaokulun ilk sınıf­
larında Üsküdar’da oturduğumuz sırada takvim yaprağını ardındaki
fıkrayı okumak için gün bitmeden kopardığımız zaman emekli evkaf
memuru, bizlere çok yaşamış görünen Mahir Bey merhumun sinir­
lenmesini de hatırladım.
69
Ahmed Refik Beyi tanıyanları bulmam lâzımdı. Acaba çok mu
geç kalmıştım?.. Azrail benden evvel mi davranmıştı?.. Hoca’nm bir
çok tarihî yazılarını, hikâyelerini büyük bir başarıyla Münif Fehim
bey resimlemişti. Tarihî resim çizmenin ayrı bir özelliği vardı ve
geniş bir tarihî kültüre dayanması gerekti.
Münif Fehim beyin o kuşaktan arta kalan sayılı kişilerden oldu-,
ğunu tesbit etmiştim. Uzun süredenberi Ankara Caddesine uğrama­
yan üstadı evinde canlı, sıhhatli ve ayakta görünce ne kadar sevin­
diğimi tasavvur edemezsiniz. İstanbul’da Esentepe’de Gazeteciler Si­
tesinde üç göz evi tüm tablo ve kitapla doluydu. Her bireri ayrı bir
tarih olayını dile getiren yüzlerce tablo ve bu tabloları işleyebilmek
için dünyanın -dört bir köşesinden getirilmiş çeşitli dillerde, geçmiş
yüzyılları dile getiren resimli tarih kitapları. Herhangi bir üniversi­
temizin tarih veya sanat tarihi dalı kütüphanesinde bu kadar çok ve
çeşitli kitap bulunabileceğini tahmin edemediğimi söylediğim zaman
hanımefendi:
— Bütün varımızı, yoğumuzu bunlara yatırdık. Temizliğine -ye­
tişmek bile bir konu...
Diyor konuşma arasında. Kitabı olan her evin başta gelen ko­
nularından birinin bu olduğu... .dudaklarımdan dökülüveriyor. En
sadık dostun, kitabın kaderi bu!..
Üstada; Hoca ile nasıl tanıştıklarını soruyorum. Hiç tanışmamış­
lar ve konuşmamışlar. Hayret ettiğimi gözlerimden okuyor. Diğerle­
rini arkada bırakalım; 1933 yılında Ankara Caddesine ayak basan,
bu Caddeye şimdiye kadar alıştıklarımızdan ayrı bir anlayışta ma­
gazin ve dergi türü getiren merhum Sedat Sirnavi’nin «Yedi Gün»
dergisinin ilk sayılarından itibaren tarihî hikâye yazan merhum
Ahmed Refik, bu yazıları da günümüze kadar hiç bir sanatkârımı­
zın bu derece başaramadığı bir tarih anlayışıyla, fırçasıyla dile geti­
ren Münif Fehim Üstadımız.
Gözlerimin önüne Yedi Gün dergisinde bir seri halinde yayınla­
nan Ahmed Refik’in (Nasıl Öldüler?..) dizisi geliyor. Padişahların
aczi, sarayın dedikodusu, yeniçeri ve sipahilerin (İstemezük...) nâraları arasında başını büyük bir tevekkülle kemende, özellikle Osmanlı imparatorluğunda simge haline gelmiş bulunan Cellât Kara
Ali’ye uzatan sadrazamları dile getiren Hoca ile resimleyen arasında
hiç bir ilişki, tanışıklık yoktu. Sorumu bir kez daha, değişik şekilde
tekrarlamak gereğini duyuyorum.
— Çizdiğiniz resimler için bir tavsiyesi veya yayınlandıktan son­
ra bir konuşmanız, eleştirme veya teşekkür... gibi bir şey.
70
Münif Fehim Üstadımız :
«— Hayır, hayır... diyor. Olmadı. Kısmet değilmiş görüşmemiz.
Haftada bir iki Yedi Gün dergisi idarehanesine uğrardım. Hoca’nm
Sedat Simavi de daima yedek bir iki yazısı bulunurdu. Büyükada’
dan gelip gittiği için çok ihtiyatlıydı Hoca. Bana yazıyı zarf içinde
verirdi. Eve gelince yazıyı dikkatle okur ve yazıya göre resmi çi­
zerdim. Ne Hoca, ne de Sedat beyden herhangi şekil surette tavsiye
almış değilim. Tabiî siz şimdi bana soracaksınız. Nasıl çizdiniz?,. Y ıl­
lar boyu bu işi her iki tarafın isteğine göre tam bir anlayış içinde
nasıl yürüttünüz?.. Çok basit.
Hoca’nın kitapları...
Kütüphanemde Hoca’nm kitapları tam koleksiyon halinde durur.
O bize tarihi hem okutmuş ve hem de sevdirmiştir de. Bizim kuşak
Ahmed Refik’ten tarihi öğrenmiştir. O, kitaplarında yazılarında Osmanlı tarihini yazmamış, âdeta sergilemiştir. Bir şehzadenin sünnet
düğününü okurken; Şehzadenin giydiği kunduradan, bindiği atın
eğerinden özengisine, alkış tutan halkın giyim kuşamına kadar her
şeyi orada okumadık, âdeta seyrettik.
Bugün modern öğretim metodunun bölünmez bir parçası olan
gözle öğrenimi en az yetmiş yıl evvel Hoca Ahmed Refik tarihî ya­
zılarında, kitaplarında, tefrikalarında uygulamıştı. Ben de Hoca’nm
kitaplarından yeterince yararlanmayı bildim.»
Üstat Münif Fehim, kitaplarıyla dost olmuştu Ahmed Refik’in.
Kendisini hiç görmemişti, görüşmemişti ama... tarih sanatı bakımın'
dan çok iyi tanıyordu onu. Fırçasını, paletini alıp da şövalesinin önü­
ne geçti mi, ondan okuyup öğrendikleriyle rahatça çizebiliyordu. Üs­
tadın evinde tablolar, tablolar içinde Osmanlı tarihi yaşıyordu. Kö­
şede yağlı boya bir tablo. Haremde bir sultan sedirde yatıyor. Ilık
nefesi bize kadar uzanıyor sanki. İki yuvarlağın gölgelediği göğsü
inip kalkıyor gibi. Ayakları ucunda siyahî, sevimli bir harem ağası.
Ne kadar canlı renkler...
Ahmed Refik sanki bize göz kırpıyor.
★
Ahmed Refik Hoca’yı, ressam Çallı İbrahim vasıtasıyla tanıyan
bir diğer sanatkârla konuşmadan evvel Ahmed Refik’i ve onun en
yakın dostu Çallı İbrahim’i de çok yakından tanıyan ve bir çokları
gibi anılarıyla beraber göçüp gitmeyerek bize okunacak çok şeyler
71
bırakan Hocamız, Hasan-Âli’nin, Çallı’yı kaybetmenin acısıyla yaz­
dıklarından bir bölümü birlikte okuyalım 4I.
«Çallı, 78 yıl yaşadı. Vücud yapısı inceydi. Orta yaşlarında bile
gövdesi öne eğilmiş, sırtı tümsekleşmişti. Kırkında onu gören, o cılız
bacaklarla seksenin kapısına kadar yürüyebileceğini tahmin etmezdi.
Çallı, vücudunun her zerresine alkol içirerek yaşadı. Uzun zaman sa­
bahlara kadar içti. Onun gibi davrananları affetmeyen ölüm, bu he­
saba göre Çallı’ya hayli müsamahalı davranmıştır. Biraz daha onu
bize bıraksaydı ya!..
İçkide onunla yarışabilen en yakın dostu Ahmed Refik’ti. Bu şair,
âşık, çalışkan, başlı başına bir kıymet olan Ahmed Refik, kadeh ar­
kadaşı Çallı’yı tam yirmi üç sene çilingir sofrasında yalnız bıraktı.
Ancak elli sekiz yıl yaşayabilmiştiL
İçki âleminde ikisinin maceraları, dostları arasında unutulmaz,
durmadan tekrarlanır birer hatıra idi. Bunlardan biri şudur :
Bir gün iki kadehdaş, içmeye başlarlar: Ahmed Refik Ada va­
purunu kaçırır; sabaha karşı Çallı’nm Fındıklı’da, Akademi binasının
yani eski sarayın halayıklar veya uşaklar kısmındaki iki odalık dai­
resine düşerler. Çallı, sarhoş misafirini kendi yatağından başka ya­
tıracak yer bulamaz, fakat onu vermeye de razı olamaz. O sırada
sattığı tablo parasıyla alınmış bir Şirâz halısı üzerine Ahmed Refik’i
yatırır ve halıyı sızmış olan tarihçimizin üzerine yuvarlayarak Mısır
mumyalarına benzetir. Kendi de yatağına yatıp rahatça uyur.
Ahmed Refik, sızma hali geçip hafiften kendine gelmeye başla­
yınca rahat nefes alamayarak uyanır, mezarda olduğunu sanarak
korku ile bağırmaya başlar ve bir makara gibi odanın ortasında yu­
varlanıp durur. Bu gürültü ile uyanan Çallı, mûtad ağır hareketleriy­
le tomarı açar, Ahmed Refik kan ter içinde ve tabiî kızgın bir halde
Çallı’ya çıkışır:
— Yahu ölmeden beni mezara sokmanın sebebi ne?.. Boğulacak­
tım. Böyle şaka olur mu?..
Çallı, kendisine yapılmış bir itinaya bu anlayışsızlığı gösterme­
sini hayretle karşılayan bir edâ ile :
— Ama, canım, der, ben seni bu evin en kıymetli eşyası olan
Şirâz halısına sardım. Bu da mı makbule geçmedi?
41)
Hasan-Âli Yücel. Dostum Çallı. Cumhuriyet. 30.5.1960, H.-Â. Yücel.
Hürriyet gene Hürriyet. 2. cilt. Türkiye İş Bankası K ültür yayım, 1966,
s. 881 dv.
72
Ahıııed Refik’in vefatından sonra mezarı başında, yaptığı şar­
kılar söylenerek, içkiler içilerek ruhuna uygun bir âyin yapılmıştı.
Onun pîr-i muganı Çallı idi. Ya Çallı’ya bunun benzerini kim yapa­
cak?.. Hep gittiler, hep gidiyoruz.»
Mükrimiıı Halil Hoca’nın söylediği gibi; insafsız azrail o sınıfa,
o kuşağa geldikten sonra ne desek boş...
'k
Ankara Caddesi’nin renkli siması Elif Naci Üstadımızı kim tanı­
maz. Güzel sanatların resim dalında başlayıp, fırçasını elinden bırak­
mayarak müzelerde sürdürdüğü yaşantısı şimdi Cadde’nin eski ve
ünlü bir gazetesinin arşiv bölümünde mutluluk içinde devam ediyor.
Çevresindeki genç kuşak pervane oluyor üstat için. O kadar gerilere
uzanan anıları var ki. Eskilerden kaç kişi kaldı diye hesap etmeye
insanın gönlü varmıyor. Yaşlı delikanlı... Her zaman elbisesine ve
gömleğine uyan kravatı, çizgi halinde pantalonu, pırıl pırıl pabuçları,
gözlüklerinin ardından neş’e taşan gözleri. Ve... eh altında; kravatı
ile saçlarını düzeltmek için her zaman hazır bulunan kristal saplı
aynası.
Ahmed Refik merhumu tanıyan sayılı kişiler arasında o da var.
Kitabımızı biraz daha renklendirebilmek için Hoca’ya ait bildiklerini
soruyorum Naci Beye. Daldan dala atlayan, gerilere uzanan, Ahmed
Refik’e yaklaşan ve uzaklaşan anılarını dinliyoruz. Elif Naci bey
Aljah sağlıklı ömür versin 80 yaşında olduğuna göre en az 50-60 yıl
gerilere rahatlıkla uzanabiliyor.
«...Sultan Mecidi’n müezzinbaşısı Salih Efendi dedemdi. Nur
içinde yatsın ben onu hiç görmedim. Mavi gözlü, kısa boylu, sevimli,
sesi çok içli bir kişiymiş. Beni biraz dedeme benzetenler vardır. Top­
hane’de Kışla arkası denilen eski Sanayi Mektebi’nin ardında ahşap
bir bina kalmıştı dedemden. Bahçe içinde iki katlı bir bina. Ufak
da olsa klasik döşeme tarzı olan malta taşıyla döşenmişti. En sıcak
yaz günleri burası serinliğini kaybetmez, çoğu zaman vaktimizi bu­
rada geçirirdik.
Malta taşıyla kaplı bu avlunun tam ortasında mermer bilezikli
bir kuyu ve üzerinde de yeşil boyalı bir çıkrık vardı. Ben bu çıkrı­
ğa baktıkça her zaman Ahmed Refik merhumu hatırlarım.
Hayret ettiniz değil mi?..
Hoca, Çallı İbrahim ile bize geldiklerinde palto, pardesü, şemsi­
ye ve buna benzer neyi varsa kuyunun çıkrığına takar.
73
— Bu benim portmantom... derdi de onun için.
Hoca ile Çallı içkiyi biraz fazla sevdiklerinden, Beyoğlu’nda mey­
haneler kapandıktan sonra bir yudum daha almak için yokuştan aşa­
ğı doğru bizim eve inerlerdi. O yıllarda İstanbul bugünkü gibi taşbeton yığınına boğulmadığı gibi, Fındıklı semti bakımlı konak ve ko­
nak yavrularıyla doluydu. Her evin penceresinden deniz görmek
mümkündü, ta Adalara kadar. Elif Naci bey; biran mâzi denilen
geçmiş denilen sisleri araladı. Size... dedi. Ahmed Refik’in bir tablo
hikâyesi vardır... onu anlatayım. Hikâyenin sonundan başa doğru.
Bu tablo Hoca’nın evindeki sofra başında Çallı’nın her misafir
gelişte bir tabak daha meze veya meyve eklediği tablo değil. Ahmed
Refik’in portresi.
Topkapı Sarayı Müzesi müdürü merhum Halûk Şehsuvaroğlu’
nun; İbrahim Çallı’ya ve Feyhaman Duran’a bir yönden de yardım
olması için bir takım tablolar yaptırdığını biliyordum. Şehsuvaroğlu
Avrupa’ya gitmiş müdür vekâletini bana bırakmıştı. Portre salonunu
bu fırsattan yararlanarak etüt etmek istedim. Sayısız, çeşitil tablolar
vardı burada. Güzel Sanatlar Akademisinden dostlarım Nurullah
Berk, Cemal Tollu, Cevad Dereli’yi davet 'ettim Saraya. Müşterek
karara varmak istiyordum.
Salondaki bütün tabloları gözden geçirdik. Osmanlı Saltanatının
ve sülâlesinin kurucusu Osman Gazi’den başlayarak I. Abdülhamid’e
kadar portreler. Bir kısmı 19. yüzyılda yapılmış uydurma şeyler.
Hürrem Sultan’ın külâhlı resmi gibi. Saraya yaklaşmak, hulûs çak­
mak isteyenler fırçayı, paleti alıp şövalenin önüne geçmişler. I. Abdülhamid’den sonrakiler otantikti. Altlarında imzalar vardı. Bir sal­
tanat Müzesi olmasına rağmen portre salonunda; Şair Nigar’m, En­
ver ve Talat Paşa’larm, daha adlarını hatırlayamadığım kimlerin kim­
lerin portreleri vardı burada. Topkapı Sarayı çizgisinde kalması ge­
rekenleri bıraktık, diğerlerini toplu bir çalışma sonunda ayırdık.
Portreler arasında Ahmed Refik Hoca’mn, Çallı eliyle yapılmış
bir portresi de vardı. Ben size bu portrenin nerede, ne zaman yapıl­
dığını anlatacağım. Bu tablo yapılırken ben Çallı’nın atelyesindeydim.
Güzel Sanatlar Akademisi, eski adıyla Sanayii Nefise Mektebi,
1 Nisan 1948’de değeri ölçülemez kütüphane ve öğrenci çalışmalarıy­
la kül olan okul, Fındıklı’da Adile Sultan’ın sarayındaydı. Sarayın
devamı olarak inşa edilmiş, saray hizmetkârları için bakımlı bir ta­
kım binalar daha vardı rıhtım üzerinde. Bu binalardan idareciler ve
74
bazı öğretim üyeleri yararlanırlardı mesken olarak. Bunlardan birin­
de de Çallı otururdu. Denize bakan geniş salonunu atelye olarak
kullanırdı.
1928 yılı bahar aylarıydı sanırım. Kapının çıngırağı hızlı hızlı
çalındı. Bilmem bilir misiniz?.. O yıllarda bahçeli evlerde sokak ka­
pısına bağlanmış uzun bir ipin ucundaki çıngırak evde oturanlara
birinin geldiğini haber verirdi. Aşağıya indiğim zaman Çallı ile
Ahmed Refik’le karşılaştım. Çallı’nm atelyesine gidiyorlardı. İkisi de
keyifliydiler. Yeteri kadar tokuşturdukları anlaşılıyordu Beyoğlu’nda.
Ha... unutmadan söyleyim. Aktör Raşit Rıza’nın İstiklâl Cadde­
sinde, Galatasaray Lisesi’nin bitişiğindeki Hamam sokağında bir lo­
kantası vardı. Adı da (Bizim Lokanta)42. Beyazıt Camiinin arkasın­
daki şimdi pek az kişide anıları kalan (Küllük Kahvesi) gibi bir
yer. Bütün sanatkârların buluştuğu bir tür akademi. Aradığınız dos­
tu orada bulur, buluşacağınız kişiye orada söz verirdiniz. Akademik
bir havası vardı. Raşit Rıza sanatkârlığı kadar ev sahipliğini üstün
bir şekilde burada sürdürebiliyordu. (Bizim Lokanta) her yönüyle
bizimdi. İçki de vardı. Ay sonuna doğru dostlara kredi de açardı.
Buranın belli başlı müşterileri arasında; Ahmed Refik’i, Çallı İbra­
him’i, Şemsi Muhtar’ı, Ömer Rıza Doğrul’u, Mes’ud Cemil’i, Peyami
Safa’yı, Eşref Şefik’i... hatırlarım. İstiklâl Caddesine çıkanlar (Bi­
zim Lokanta) nın kapısından içeriye bakmadan yapamazlardı.
Çallı bana :
— Hemen boya kutunu al bize yetiş... dedi.
Fındıklı’ya indiğim zaman Çallı’yı şövalesinin önünde buldum.
Atelye olarak kullandığı salonu genizleri yakan bir terebantin ve
miskler gibi anason kokusu kaplamıştı. Çallı, üzerinde her türlü bo­
yanın karıştığı, rengi belli olmayan, kol ağızları lime lime olmuş
ünlü iş gömleğini giymiş, büyük bir ciddiyetle Ahmed Refik’in res­
mini çiziyor. Hoca da bir iskemleye dimdik oturmuş, gözlerini kırp­
madan modellik görevini büyük bir ciddiyetle sürdürüyordu.
42)
«Raşit Rıza Beyin Beyoğlu’nda Su-terazisi Sokağında (Bizim Lo­
kanta) adıyla kurduğu lokantası 30 Ocak 1928 günü akşamı parlak bir
törenle açıldı. Törende İstanbul’da bulunan edipler, artistler, gazeteciler ve
davetliler bulundular. Mesut Cemil Bey tamburu ile, Hazım (Körmükçü)
asrî karagöz oynatarak. [Peyami Safa] Bey bir romandan parçalar okuya­
rak davetliler arasında bulunan sanatkârlar taklitler yaparak toplantıya renk
kattılar. Tören sabaha kadar sürdü.» Cumhuriyet 31 Ocak 1928, «Raşit Rıza
niçin lokantacılık yapıyor?» Resimli Ay; 11-47, Ocak/1928.
75
Atelyenin bir köşesinde çilingir sofrası kurulmuştu, tki kadehdaş
ben gelmeden bir süre sofrada oturdukları anlaşılıyordu.
Çalh :
— Sen de şu karşıdaki mavnayı yap!..
Dedi. O yıllarda Tophane’den Dolmabahçe’ye kadar sahilde odun
depoları sıralanır, bu depolara mal getiren takalar bir süre Fındıklı,
Salıpazarı önünde, sahilden biraz açıkta demir üzerinde yatarlardı.
Benim yedek bir şövalem devamlı Çallı’nm atelyesinde bulundu­
ğundan hemen çalışmaya koyuldum. Manzara cidden ilgi çekiciydi.
Masmavi bir deniz. Hafif hafif sallanan yelkenleri boşalmış bir taka,
ardında Kızkulesi ve Salacak, Şemsipaşa sahilleri. Bu anlatış tarzım
bir parça şairane oldü ama, canlı tablo cidden güzeldi. Tablo bittikten
sonra Hocam Çallı da beğenmiş olacak ki burada kalsın demiş, uzun
zaman atelyenin duvarında asılı kalmıştı. Sonra ne olduğunu bilmem
ama....hâlâ ararım onu.
Çallı’nm çalışması saatlerce sürdü. Gerektiğinde sofraya yaklaşı­
yorlar sonra yine, Ahmed Refik Hoca nöbet değiştiren bir asker gö­
rünümüyle yerini, Çallı da paletini alıyordu. Bir süre sonra Şemsi
Muhtar da karıştı aramıza. Ben onlardan 'ortalama yirmi yaş küçük
ve öğrencilik havası içinde aralarında dolaşıyordum. Resim çalışması
ve sofra bütün gün sürdü. Güneş Fındıklı sırtlarından Halice doğru
kaymaya başlarken mezeler de tükenmişti.
Bu sırada denizden bir ses yükseldi.
—■Baba... Istakoz var ıstakoz!..
Ahmed Refik hemen fırladı. Ceplerini boşalttı. Hay Allah... para
da bitmiş. Halbuki Ahmed Refik bu grubun bir tür küçük bankasıydı.
Çallı’da da para yoktu.
— Oğlum param yok.
Balıkçı yağız bir delikanlı. Kürekleri bir yandan siya ederek
atelyenin önündeki rıhtıma yanaşmaya çalışırken :
— Baba ayıp ettin!., diyor. Çok param aldık biz. Bu defa da
bizden olsun. Sonra da alsak ne olur?..
Balıkçı rıhtıma atlamış, zararsız hale getirdiği kocaman ıstakozla
beraber atelyeye girmişti bile.
— Baba!., diyor. Herkes ıstakoz pişiremez. Bunun bütün delik­
lerini kapamak lâzım.
Istakoz şaşkın bakışlarla bize bakarken, onun o karmakarışık ha­
linden ürken Ahmed Refik biraz toplanmak gereğini duyuyor. Balıkçı
76
ile evin hem yardımcısı, gerektiğinde modeli Hilmiye hanım, ıstako­
zun deliklerinin nasıl kapatılacağını görmek ve öğrenmek için bera­
berce mutfağa geçiyorlar!
Akşam perde perde iniyor. Sofra tazeleniyor. Ahmed Refik ko­
nuşuyor biz dinliyoruz. Güzel konuşurdu Hoca. Döner dolaşır tarihe
daldırırdı bizi. Fıkralar, hikâyeler, anekdotlar birbirinin peşinden sı­
ralanırdı. Hiç sıkmazdı konuşması. Bir yandan kadehler birbirini iz­
liyor, bir yanda birkaç saat evvel denizler hâkimi ıstakoz tepsinin
içinde gittikçe ufalıyor.
Saatler gittikçe ilerliyor. Sabahleyin sarhoş olarak bizim eve uğ­
ramışlardı. Bütün gün içtiler. Akşam oldu. Gecenin ileri saatleri.
Anlaşılan bu sofra yarın sabaha da bağlanacak.
Dışarıda bir gürültü. Hilmiye Hanımın anlayamadığımız konyşmaları. Kadeh, tabak şakırtıları kesiliyor, tüm kulak kesiliyoruz dı­
şarıya. Kapı açılıyor. Makbule Hanım içeriye giriyor. Kibar, nazik,
Elif Naci Bey, pek muhterem eşlerine böyle seslenir. Hepimiz bir
okul çocuğunun yaramazlık anında yakalandığı gibi birden sustuk...
diyor Elif Naci Bey.
Makbule Hanım bütün gün beklemiş, bu ne biçim sanat çalış­
masıdır... diye düşünmüş ve evvelce de buna benzer vukuat bulun­
duğundan sabredememiş. Çallı’nın karşısına dikildi :
— Beyefendi müsaade edin biz de sanattan anlarız. Bu ne biçim
çalışmadır. Onu da kendinize benzeteceksiniz...
Çallı bir okul çocuğu gibi ürkek ve mahçup. Tam iş ve işret
hali içinde. Yırtık iş gömleğinin kollarını Makbule Hanıma göster­
memek için arkasında saklamaya çalışıyor.
— Kollarımın perişanlığına bakmayın ama ıstakoz yiyoruz.
Sahne o kadar ilgi çekici ki sormayın. Ahmed Refik, Çallı’nm
arkasında saklanmaya çalışıyor ve Makbule Hanım Elif Naci’yi önü­
ne katarak götürüyor.
Ahmed Refik’in Topkapı Sarayı Portreler Salonunda bulunan
portresinin hikâyesi bu. Hoca işret halinde de olsa kibar bir insandı.
Şık bir adam değildi ama, temiz giyinirdi. Dosttu. Dostluğunu sür­
dürürdü ve dostluğuna da güvenilirdi.»
*
Elif Naci Üstadımızın pek yakında sağlık içinde 80 inci doğum
yılını kutlayacağız. Onu dinlerken büyük bir komutanın kıt’asına
katılan her subaya söylediği şu sözleri hatırıma geliyor birden :
77
«İster seksen, ister yirmi yaşında olunuz, insanların ruhunda gü­
zel şeylere karşı bir aşk, yıldızlara ve yıldızlar kadar güzel olan
şeylere karşı tatlı bir hayranlık; olaylara karşı çekinmesiz bir mey­
dan okuma, olgulara karşı bundan sonra acaba ne olacak diye bir
merak, içlerinde sevinç ve yaşama zevki vardır.
Bir adam inançları kadar genç, şüpheleri kadar ihtiyar. Özvarlığma karşı olan güveni kadar genç, korkuları kadar yaşlı, umudu
kadar genç, hayal kırıklığı kadar ihtiyardır. Kalbiniz güzel şeylerden,
sevinçten, cesaretten, dünyadaki görkem ve güçten, insanoğlundan
ve sonsuzluktan ne kadar tat duyarsa o kadar gençsiniz demektir.
Kalbinize giden bağlantı telleri, ne vakit kopar ve kalbinizin mer­
kezi ne zaman kötümserliğin karları, fenalığın buzları ile örtülürse,
işte o zaman ihtiyar oldunuz demektir.
Allah ruhunuzu, ruhumuzu ihtiyarlıktan korusun.»
Bizim yerli düşünür özetlemiş bütün bunları. «İnsan umut ettiği
sürece yaşar...»
★
Askerî ortaokul ve liselerde, Harbiye‘Mektebinde, İstanbul Da­
rülfünunda binlerce öğrenci yetiştiren, onlara memleket sevgisiyle
beraber tarih sevgisini de aşılayan Hoca’yı bir kez de bir öğrencisi­
nin kaleminden dinleyelim. Ankara Caddesi’nde emeği geçenlerden
Ragıp Akyavaş 43’m kaleminden :
«Kıymetli hocam büyük müverrih Alımed Refik bey yirmidört
yıl evvel 10 Ekim 1937’de vefat etmişti. Hiç unutmam İstanbul’un
güneşli ve ılık günlerinden biriydi. Haydarpaşa Nümune Hastahanesinin bir koğuşunun çıplak duvarları arasında mübarek naaşı kendi
haline bırakılmış yatıyordu. Yıllarca bu memleketin irfanına hizmet
eden, bu toplumun insanlarına hocalık yapan bu büyük müverrihin
kimi kimsesi, arayanı soranı yoktu. Onun büyüklüğü kendine yeti­
yordu.
Yıllardanberi yaz kış demez, oturduğu Büyükada’mn gidiş geliş
zahmetlerine katlanırdı. Adasının çok sevdiği sümbüllerine, karan­
fillerine, taşına toprağına âşık olduğundan oraya defnedilmesini va­
siyet etmişti. Vasiyeti yerine getirildi.
Marmara’da esen şiddetli bir lodos rüzgârı sanki onu bizimle
birlikte teşyi ediyordu. Bulutlardan serpilen rahmet yağmurları al­
43)
78
Ragıp Akyavaş. «Ahmed Refik Bey». Millet Gazetesi. 11 Ekim 1961.
tında onu Tepeköy Mezarlığına rahmet topraklarına emanet edip
döndük.
Ahmed Refik bey hocamdı. Üzerimde hocalık hakkı vardı. Her
hak ödenir, hocalık hakkı ödenmez derler. Ben de hâlâ omuzlarımda
taşıdığım hakkını ödeyemedim.
Ahmed Refik beyi ilk defa Soğukçeşme Rüştiye-i Askeriyesinde
kendisine bir özellik veren kelebek gözlükleriyle tanımış, adını, oku­
duğumuz Osmanlı tarihinin üstünde görmüştüm. Sonraları kader kıs­
met bizi Harbiye Mektebinde karşılaştırdı. Biz talebe idik, o tarih
hocası... Yıllar yaşamış, gençler yetiştirmiş, eski bir tarih hocası olan
Miralay [albay] Cin Ali Bey’in muavini olarak bulunuyordu. Son­
raları Üniversitede Türk Tarihi Kürsüsüne yükseldi.
O
zamanlar Ahmed Refik beyin İkdam gazetesinde çıkan tarihî
makalelerini zevkle ve hararetle okurduk. O tarihte Galata Köprü­
sünün altında boydan boya sıralanmış kitapçı dükkânları vardı. Bu
dükkânlarda mektep kitapları ve romanlar satılırdı. Kitap raflarına
göz gezdirmeden geçmek benim için mümkün olmazdı. Hâlâ da öy­
leyim. Bir gün bu dükkânların önünde dolaşırken Ahmed Refik im­
zalı (Gazavat-ı celile-i Peygamberi, Tetebbuat-ı tarihiyye sayfaları)
adındaki kitapları gördüğüm zaman ne kadar sevinmiştim, ne kadar
heyecanlanmıştım.
Ahmed Refik bey aslen Ürgüplü olup Orta Anadolu çocuğudur.
Fakat O, Beşiktaş’ta doğdum, Vişnezâde mahallesinde büyüdüm, Be­
şiktaş askerî rüştiyesinde okudum, oradan Kuleli Askerî İdadisine
geçtim ve nihayet 1898’de Harbiye’den piyade subayı olarak çıktım
ve çok sevdiğim Türk Ordusuna katıldım... derdi.
Ahmed Refik beyi bütün mektep severdi. O çağlarda genç bir
yüzbaşı idi. Çok zarif ve çok nazik, hatırnaz bir insandı. Tertemiz gi­
yinir, yeni kuşaklara örnek olurdu. Derslerinde : (Efendiler!.. Türk
Milleti yaşayabilmek için mazisinden kuvvet almaya mecburdur. Bu­
na en mühim çare terbiye-i tarihiyedir) derdi. Bu sözü bizim için bir
vecize olmuştur.
Bugün hayatta olsaydı seksenbir, sekseniki yaşlarında olacaktı.
Böyle bir müstesna kafalar için bu yaş çok sayılmaz. Daha da yaşa­
yabilir, bir hayli de eser verebilirdi. Fakat nidelim ki Mal Sahibi
öyle istedi. Rahmet dergâhına çağırdı.Ahmed Refik bey bütün yazı hayatında halk yazarı olmuş, halka
kendisini sevdirmiştir. Her tabakadan okuyucuları vardı, onları pe­
şinden sürüklerdi. Bu nedenle çok, hem çok yazmış, yığın yığın eser
79
meydana getirmiştir. Bu yönden o sade bir tarihçi değil, tarih mimarı
sayılırdı. Onda tarih bilgisi kadar tarihi okutmak ve tarih sevdirmek
kudreti vardı. Türk edebiyatında Ahmed Refik bey asla unutulma­
yacaktır. Allah rahmet eylesin.»
★
Ahmed Refik Hoca ile yapılmış bir röportaj, daha yerinde bir
deyimle ankete verilmiş cevaplan var bir gazete köşesinde. 1920’
lerde yapılmış. Osmanlı împaratoıiuğu’nun yıkılıp, memleketin yer
yer düşman tarafından işgal edildiği ve Anadolu’da bir avuç imanlı
insanın bir lider etrafında toplandığı günlerde44.
Milletimizin saadeti için ne düşünüyorsunuz?..
Bu soru her dönemde, bugün de sorulabilir ve çok ilginç cevap­
lar alınabilir. Ne var ki Hoca’ya bu sorular günümüzden 58 yıl evvel
sorulmuş. Anadolumuzun küçücük bir kentinde; Söğüt’te dünyaya
gelip, Topkapı’dan top gibi İstanbul’a giren, bir müddet sonra Viyana
önünde görünen ecdadının tarihini çok iyi bilen şair ruhlu Hocamız
cevaplandırmış bu sorulan. Milletimizin saadeti için ne düşünüyor­
sunuz?..
«...Geçmişte yapmış olduğumuz ve halen de yapmakta olduğu­
muz yanlışlıklan tekrar etmemek icab eder. Bu yanlışların neden
meydana geldiğini bize öğretecek tarihimizdir. Tarihimizden çıkan
sonuçlara göre izlenmesi gereken kurallar şunlardır:
1
— İlk evvel yapılacak şey, halkı aydınlatmaktır. Bütün fela­
ketler halkın cehaletinden ve aczinden doğuyor. Geçimini fikriyle,
bilimiyle, pazusu ile temin edemeyen bir millette ikiyüzlülük, yaltak­
lanma en önemli yükselme basamaklarıdır. Bu şekilde geçimini te­
min eden toplum cehalet ve güçsüzlük içinde sefil olur. Dışarıda bu­
lunan düşmanlanna karşı kendini savunamaz, milliyet sevgisinden
anlamaz; en sonunda her türlü maddî ve mânevi savunma güçlerin­
den yoksun bir halde yokolur gider. Halk iyiyi kötüyü ayırt etmeli,
izzetinefis sahibi olmalı, hukukuna karşı yapılacak ufak saldırılara
karşı hakkını korumayı bilmeli, aynı zamanda millî, vatanî, toplumsal
görevini de anlamış bulunmalıdır.
Halk arasında milliyet kuvveti, en önemli bir etken teşkil etmeli,
44)
Dersaadet Gazetesi. Sayı: 62, 15.9.1336 [1920], Yazı bugünkü dille
sadeleştirilmeye çalışılmıştır.
80
toprağa, geleneklere, vatanın mazisine bağlılık bu kuvveti bir daha
pekiştirmelidir. Halkı bu genel kurallara göre yetiştirecek aydınlar­
dır. Ahlâktan, milliyet duygusundan, ciddî bilgiden yoksun aydınlar
bir memleket için en büyük felâkettir.
2
— Baş yönetici Türkiye’nin kuruluşuna göre hakiki bir denet­
leyicidir. Memleketle ve memleketin devlet adamlarıyla ilgilenmeli­
dir. Siyasî partileri meydana getiren kişileri tanımak, partilerin geç­
mişine, mesleğine, memlekete yapabilecekleri hizmetleri, anlamak,
Batı’daki ilerleme ve olgunlaşan akımları izlemek, Türkleri de dünya
politikasında etkili, yararlı ve İnsanî bir görev yapabilecek neden ve
imkânları hazırlamak baş yöneticinin en önemli görevlerinden -olması
gerekir.
Türklerin Avrupa görüş ve inanışına mâlik, azimkâr, vatanper­
ver, bilgili, fedakâr devlet büyüklerine son derece ihtiyaçları vardır.
Lise öğrenimini bile bitirmeden parti kuvvetiyle bakanlık koltuğuna
geçen kişiler, milletimiz namına bir nevi küçülmedir. Her makama,
o makamın herkes tarafından tanınmış uzman kişisinin geçmesi ge­
rekir.
Eğitimde yapılacak ilk iş im lâm ızı düzeltmektir. Yer yüzünde
Türklerden başka imlâya gelmeyen bir millet kalmamıştır. Milliyet
namına bundan büyük eksiklik göz önüne getirilemez. Türk Milleti’
nin içerideki mükemmelliğiyle, dışarıda tanınması ancak lisanının
mükemmeliyeti ve o dille yazılacak eserlerin çoğalmasıyla mümkün
olabilecektir. Türk dünyasında en önemli bağlantıyı dil teşkil ede­
cektir.
Osmanlı Türkleri ancak dilleriyle, yayınlarıyla, ilmiyle, olgunluk
ve yetkinliğiyle gelecek Türk kuşağını yetiştirecektir, tmlâsız bir dil­
de bu görevin yeniden canlândırılabilmesi mümkün değildir. Öğre­
tim, milliyet en önemli etken olmalıdır. Türklük her şeyin üzerinde
tutulmalıdır. Bununla beraber Avrupa toplumundan şimdiye kadar
geri kalmamıza neden olan noksanlar da tamamlanmalıdır. Türklerin
en büyük felâketleri daha K anunî Sultan Süleyman zamanında, uyan­
ma devrine ilgisiz kalmalarıdır. Bu yanlışlığı onarmak için klasik
eserler dilimize çevrilmeli, Batı düşünüş ve görüşü ile tamamen alış­
kanlık kurulmalıdır. İlim ve bilgili kişiler arasında samimi bir birlik
kurulmalıdır. Kıskançlık, çekememezlik, ahlaksızlık, güçsüzlükten do­
ğan kıskançlıklar, İlmî amaçları politik çıkarlara feda etmek, bir
milletin okumuşlarını öldüren en zararlı hastalıklardandır.
81
Türk’ü kurtaracak bilim ve herkesin yapamadığı ilerici adımlar
ve şaşırtıcı özelliklerdir.
Mükemmel ve ciddî bir üniversite kurulması, özellikle ilköğreti­
min yurdun her köşesine dağılması, öğretmenler tarafından millî ter­
biyede aynı amaçların izlenmesi son derece lüzumludur.
3 — Türkiye’yi yaşatacak olan tarım ve ticarettir. Bunun için
bayındırlığa önem vermek lâzımdır. Bayındırlık için en önemli nok­
talar, Anadolu içinde de İstanbul gibi bakımlı kentler meydana ge­
tirmek ve yollara ön plânda önem vermektir. Bursa, Eskişehir, An­
kara, Kastamonu, Konya, Sivas ve saire gibi il merkezleri önemli
binalarla donatılmalı, İstanbul’dan oralara gidecek bir görevli her
türlü mahrumiyetten kurtulmalıdır. İl merkezlerimizin büyük bir
kısmı ya bir toprak yığını veya bir yıkıntı halindedir. Buraların
imâr edilerek okumuşları İstanbul’un cazibesinden kurtarmak gerekir.
4 — Türk’ü geçim genişliği ve mutluluğa götürmek için en
önemli noktalardan biri de ilmiye sınıfının ıslahıdır. Camilerimiz
kutsal bir ibadet yeri olmakla beraber milleti toplumsal ve politik
terbiyelere de mazhar kılabilecek müesseselerden olmak gerekir.
Rumları ve Yunan birliğini koruyan kilisedir. Türkü de yaşatacak
ve Türkler arasında en kuvvetli bağlantıyı teşkil eden şey de, İslâ­
miyet olmalıdır.
Özellikle hutbelerin Türkçe olması ve duruma, olan ve geçen
olaylara uygun olması gerekir. Kanunî Sultan Süleyman Budin’e gir­
diği zaman okunan hutbe özel surette hazırlanmıştı (Peçevî, c. I, s.
229). Peygamberimizin ve dört Halife zamanlarında -tabii arapçahutbelerin ne maksada ve ne gayelere göre hazırlandığını söylemeye
hacet yoktur. Türk’ün şimdiye kadar cahil kalmış ekseriyetini terbi­
ye edecek, onları yeni yetişecek kuşak arasında yaşatabilecek kural­
lar, camilerde hutbeler ve dinsel öğütlerle topluma işlenmelidir. Ca­
miler artık halkı toplayacak hakiki ve kutsal toplantı yeri görevini
görmelidir.
Bunun için hocaların dinî öğretim ile beraber modern bir terbiye
görmeleri, zamanın ihtiyaçlarını anlamaları, milliyet kuvvetinin her
şeyin üstünde olduğunu bilmeleri, bir millet bu kuvvetle hareket et­
medikçe ve bu silâhla donatılmadıkça dinin de düşmanlar elinde
oyuncak olacağına akıl erdirmelidirler. Özellike İslâm âleminin bugün
uğradığı elim tecavüzleri ve hakaretleri en acıklı bir ibret dersi ola­
rak gözlerinin önünden ayırmamalıdır.
82
Ordu, vatanın korunma silâhıdır. Ordunun politika ile uğraşması
bir memleket için en büyük felâkettir. Roma’nın yıkılmasına, Abbasiye Hilâfetinin çökmesine sebep, ordunun politikaya karışması, ha­
lifeleri ve imparatorları keyfe bağlı yönetimlerine oyuncak etmele­
ridir. Ordunun egemenliği, yalın kuvvetin fikre egemenliğidir. Bu­
gün cihanı yöneten fikirdir. Fikir ve politika olmadan yalnız kuvve­
tin hiç. bir iş göremeyeceğini, hatta bütün zafer ve galibiyetleri bile
sıfıra indireceğini son savaş açık bir surette kanıtlamıştır.
Artık Harbiye’nin arka sıralarında uyuyarak, efelikle sivrilerek
her türlü imkânı çetecilikte bulan kabadayılar devri bir daha geri
dönmemek üzere geçmelidir. Bu takımın ya görüş ve inanışını de­
ğiştirmeye çalışmalı, veyahut vatanı bu perişan hale götürmüş olan
hamiyetsiz, karnını doyurmaktan başka bir şey düşünmeyen, gözle­
rini kapayan cehalet ve haydutluk perdesi ardında aşırı isteklerinden
başka bir şey hissetmeyen vatan düşmanlarını çökmüş bir hale getir­
dikleri vatanda hayat hakkından yoksun olacak bir mertebeye in­
dirmelidir.
Yeni Türk Ordusu, geçmişin bu kirli yadigarlarından sıyrılmış,
saf, hamiyetli ve vatanperver elemanlardan meydana gelmiş olmalı­
dır. Eylül 1920».
★
Günümüzde artık çok az kişinin bildiği, yeni kuşağın hemen he­
men hiç tanımadığı Ahmed Refik Hoca’mn gazete ve dergilerde ya­
yınladığı yazıları, sonraları kitap haline gelen tefrikaları hakkında
sağlığında pek çok şey söylenilmiştir lehinde ve aleyhinde. Yazılan­
lar nezaket ve nezahet çizgisini geçmemişse Hoca bunları bir gü­
lümseme 45 ile karşılamakla yetinmiş ve hakkında konuşanlara yeni
bir eser vermekle en iyi yolu uygulamıştır.
Merhum M ahmut Yesari tarafından «Son Dakika» gazetesinde
yayınlanan Ahmed Refik üzerine doğru hükümler taşıması, hem de
tarihî roman yazanların çürük yönlerini ortaya koyması bakımından
dikkate değer bulunarak «Yeni Adam» dergisinde bir kez daha oku­
yucuya sunulmakta46 yarar görülen bir yazı var elimizde.
45) Ö rn eğin: Mizan sahibi Murad Beyefendiye. İçtihat. 94, 20.2.1329
[1913], Damat İbrahim Paşa ve aleyhtarlan. 1-6 yazı. İkdam. 12.12.1917 dv.,
Tarihî hakikat. Akşam. 5.5.1925.
46) Yeni Adam, Sayı : 504, 24.8.1944. Y.A.
83
'«Hangi gazeteyi, hangi mecmuayı açarsanız, muhakkak (Tarih
musahabeleri), (Tarihten yapraklar), (Tarihten sesler), (Eskiden
günler), (Tarihten sayfalar), (Tarih konuşmaları), (Tarihten izler)...
gibi başlıklar altında tarihî musahabeler, makaleler ve tarihî roman­
lar görürsünüz.
(Tarihî musahabeleri) bize tatlı tatlı okutan merhum Ahmed
Refik, yalnız tarihçi değildi, aynı zamanda şairdi. Sonra birkaç ya­
bancı dil bilirdi. Mesleğine âşıktı. Durmadan okurdu. Hazine-i Evrak’tan (Surp Agup) vakfiyesini çıkaran odur. Osmanlı tarihinin bir
çok devirlerine ad koyan odur: Lâle devri, Samur devri... gibi.
Ahmed Refik’in bıraktığı eserlerin kıymeti, gün geçtikçe daha
fazla anlaşılacaktır.
Bu günkü tarihî yazılar maalesef, onun eserleri ayarında değil­
dir, onun eserlerinin bazan tamamen, bazan da kötü kopyalarıdır.
M. Turhan Tan rahmetli de lezzetle okunur bir tarih musahabecisiydi. Fakat, hiç bir zaman Ahmed Refik’in kâbına varamamıştır.
Ahmed Refik’in ölümünün ertesi günü Turhan Tan, Cumhuriyet’te
tefrika edilen (Cinci Hoca) tarihî romanının son üç tefrikasını satır
satır, kelime kelime, aynen Ahmed Refik’ten almıştır. Üstelik üsta­
dın yanlışını çıkarmak isteyerek tarizde de bulunmuştur.
Tarihî muharrirlerimiz, gün geçtikçe çoğalıyor. Ve sayılan daha
da artacak. Çünkü, çok kolay bir saha üzerinde çalışıyorlar. Ahmed
Refik’in eserlerini alıyor, istinsah ediyor, imzalarını atıyor. Bunların
içinde nokta, virgül değiştirmek zahmetine katlanmayanlar bile var.
Eski tarihleri karıştırmak uzun ve güç bir iş. Ahmed Refik’in
kitapları ne güne duruyor.
Lâle devri, Samur devri, Kabakçı Mustafa, Cinci Hoca, Köprülü­
ler, Bizans İmparatoriçeleri, Kadınlar saltanatı, vesaire.
Bunlar, tarihî vesikalara istinat ettirilerek temiz lisanla yazılmış
eserlerdir. Peçevi’yi, Solakzade’yi, Tacettevarih’i, Nâima’yı sökmek
bir hayli güçtür.
Bugün gazetelerde mecmualarda rastladığımız bütün tarihî ya­
zılar, üstat Ahmed Refik’in eserlerinin posasıdır. Tarihin, bugüne ka­
dar gizli kalmış köşelerinden bir tekini aydınlatan bir yazı yok. Hal­
buki, İstanbul kütüphanelerinde -tasnifsizlik yüzünden- yapraklan
açılmamış ne kadar tarihî eserler var. Bugünkü tarihçilerimiz hep
kopya ile uğraşacaklanna, biraz zahmet etseler de, kütüphanelere
gitseler, gözden kaçmış, el sürülmemiş eserleri arasalar, bulsalar, tet­
84
kik etseler, yalnız memleketin tarihine, irfanına hizmet etmiş olmak­
la kalmazlar, kendi adlarını da kültür tarihine mal ederler.»
★
Hoca’nm İstanbul Belediyesine, dolayısıyla hemşehrilerine bü­
yük bir hizmeti olmuş, İstanbul Belediyesi de Hoca’nın şehre kazan­
dırdığı milyarlar değerindeki topraklara karşılık ona mütevazi bir
ev alarak, çam sakızı çoban armağanı misâli küçük bir armağanda
bulunmuştur. Konu İstanbul basınını, kamuoyunu uzun süre meşgul
etmiş, mülkün temeli adalet kuralının temsilcisi olan Türk hâkimi,
başlangıcı beş yüz yıl evveline bağlanılmasına çalışılan bir dava ile
karşılaşmıştır.
Yıl 1931...
Sürp Agop Mezarlığı davası.
Dava İstanbul Dördüncü Hukuk Mahkemesinde başlar. Davacı
yerinde; haksızlığa uğramış, hakkı yenilmiş iddiasıyla İstanbul Er­
meni Patrikhanesi bulunmaktadır. Mahkeme Başkanlığına sunduğu
bir takım belgelere dayanarak, Fındıklı ve Dolmabahçe sırtlarında
binlerce dönümlük toprağın, İstanbul’un Fethinden sonra Fatih Sul­
tan Mehmed tarafından kendilerine bağışlandığı iddia edilmekte ve
toprakların sahibine verilmesi istenilmektedir.
Konunun tek çözüm yolu, belgeler karşısında daha kuvvetli bel­
geleri konuşturarak Patrikhanenin iddialarını çürütmektir. Hukuk
Mahkemesi de bu sağlam yolu seçerek bilirkişi olarak Hoca’ya baş­
vurur47. «Sürp Agop Mezarlığı sınırının ve mezarlık arsasının Beyazıd Veli evkafına dahil olup olmadığını inceleyen hâkimler ve fen
heyeti dün sabah onda Evkaf Müdürlüğünde toplanmıştır. Toplan­
tıda Bayezid Veli vakfiyyesi okunduktan sonra, müderris Ahmed
Refik beyden izahat istenilmiştir. Ahmed Refik bey; vakfiyede yazılı
bağların Alman Sefarethanesinin altından başlayarak Kabataş’ta
Avni Ömer Efendi Camiine ve Fındıklı deresinin doğusuna kadar
devam eylediğini, Bayezid evkafına dahil olan Galata bağlan arazi­
47)
Cumhuriyet Gazetesi 20.5.1932: Ahmed Refik Beyin de bulunduğu
bilirkişi heyeti ve Hoca’nın Başbakanlık Arşivinde bulduğu tek nüsha, m ü­
zehhep ve musannâ Bayezid vakfiyesinden iki sayfayı gösteren resimle
değerlendirilmiş olan haber. Açıklamalar, bugün apartmanlarla dolup taşan
bu semtin en az beşyüz yıl evvelki görüntüsünü yansıtması itibariyle bü­
tünüyle aktarılmıştır.
85
sinin bu sınır dışında ve Taksim havalisinde bulunduğunu, elyövm
Taksim Belediye bahçesi yapılan yerin protestan ve katolik, Taksim
kışlası karşısındaki Talimhane Meydanının Rum, Surp Agob’un da
ermeni mezarlığı ve cümlesinin Bayezid Veli evkafından olduğunu
kanıtlamıştır.
Ahmed Refik bundan sonra Alman ve Fransız elçilerinin anıla­
rından parçalar okumuş, buralara Kanunî Süleyman zamanına kadar
Galata bağları denildiğini ve o tarihte Venedik Babilüsü Ludoriko
Gritti’nin şimdiki Taksim Kışlası’nm bulunduğu yerde olduğunu ve
kendisine Türkler tarafından Beyoğlu denildiği için buraların o ta­
rihten itibaren Beyoğlu bağları olarak adlandırıldığını anlatmıştır.
Bu açıklamaya göre 1274 [1857] de Taksim topçu kışlası karşısındaki
rum mezarlığına ölü gömmek yasaklandığı zaman top arabalarının
geçmesini kolaylaştırmak için mezarlığın kesilmesine ihtiyaç olmuş
ve mezarlık kesileceği zaman rum patrikine yazılan tezkerede; Pelincik denilen Tatavla [Kurtuluş] deresiyle Taksim Topçu Kışlası
arasındaki arazinin Bayezid-i Veli evkafından olduğu bildirilmiştir.
Hazine-i evrakta bulunan 579 sayılı belge bunu ispatlamaktadır.»
★
Dava uzun süre devam eder ve Türk hâkimi de mevcut belgelerin
ışığında eri adil kararı verir. Günümüzden yarım yüzyıl evvel geçmiş
olan bu davayı hatırlayanlarımız parmakla gösterilecek kadar azal­
mıştır. Hoca ile yapılmış bir konuşmyı buraya aktarmak suretiyle,
bilirkişi olan Ahmed Refik Hoca’nın köklü belgelere dayandığını gör­
mek ve göstermekte yarar bulduk48.
«Surp-Agop davasına geçen salı günü Dördüncü Hukuk Mahke­
mesince devam edilmiştir. Mahkemede ermeni patrikhanesi vekili
Necati bey bilirkişi raporu hakkında bazı düşünceler ileri sürmüştür.
Necati bey, kendisinin de tarih bilgisi olduğunu, Ahmed Refik
beyin dediği gibi Yeni-Hisar 49’m Rumelihisarı olmadığını, bu hisarın
Beşiktaş’ta olduğunu, hatta Bayezid-i Veli (Salt. : 1481 - 1512) vak­
48) Akşam Gazetesi. 26.6.1932. Sürp-Agop mezarlığı meselesi. Hovakim ’in ölümünden sonra çıkarılan hüccet. Bu hüccet -kefere tâifesine tamaa
[çıkar] mebni- kadılar ve nâipler tarafından verilmiştir. Sahtedir.
49) Dava konusu olan arazinin sınırlarında «Yeni-Hisar» kelimesi geç­
mekte ve patrikhane vekili bu hisar’m Beşiktaş kıyısında bulunduğunu iddia
etmektedir.
86
fiyesi denilen belgenin Birinci Bayezid, İkinci Bayezid, Fatih ve
İkinci Selim zamanındaki Bayezid devrinde mi olduğu açıklanmadı­
ğını söylemiş ve bunun ispat edilmesini istemiştir.
Mahkemenin izahat almak üzere Darülfünun Türkiye tarihi mü­
derrisi Ahmed Refik beyi davet eylemesi kuvvetle muhtemeldir.
Bir muharririmiz Ahmed Refik beyle görüşerek açıklama yap­
masını istemiştir. Refik bey demiştir ki :
—
Bu konular hakkında bilirkişi raporundan ayrıca bütün belge­
leri kapsamak üzere kendi imzam ile iki uzun rapor daha vardır.
Bununla beraber madem ki arzu buyuruluyor, size biraz izahat ve­
reyim :
1
Fatih Sultan Mehmed zamanında Galata’nın üst tarafı bütünüy­
le bağlık, bahçelikti. Bilahara Bayezid-i Veli, Galatasaray Acemi
Oğlanlar mektebini (milki mevrusu) 50 olan bu bahçelik arazi parça­
sına yaptırmıştır51.
1543 yılında İstanbul’a gelen d’Araman ile 1573’de Taksim me­
zarlıklarını gören Stefan Gerlach52, yazdıkları seyahatnamelerde bu­
nu gözleriyle görerek canlı bir şekilde anlatmışlardır. Mahkemeye
verdiğim raporda bu kitaplardan alman almanca ve fransızca par­
çalar, sayfaları da işaretlemek suretiyle gösterilmiştir.
Fatih’ten evvel ermeniler İstanbul’da sur içinde olmak üzere
Balat’ta, Sulu-Manastır’da, Galata’da, gene sur içinde Sürp-Krikor
kilisesi civarında otururlardı. Bu kilise, İstanbul daha fethedilmeden,
Kudüs patriği Esseyan (1430-1439) zamanında, Sürp-Krikor Lasavoriç namına 1436’da yapılmıştır.
Balat’ta oturan ermenilerin mezarlığı Edimekapısı dışında, Ga­
50) Milk-i mevrus : m ilkin bir şeye m âlik olmak anlâmında isim ol­
duğu ve bu şeye filânın m ilkidir denileceği ve m ülkün de melik olmak
anlâmında isim olduğu da dilciler tarafından iddia edilmektedir. Fıkıh ıstılahatında «milk» iki anlamda kullanılır :
1 — Gerek ayn ve gerek menafi olsun insanın m âlik sıfatıyla yani ih ­
tisas ve istiklâl ile üzerinde tasarrufa kâdır olduğu şeydir.
2 — İnsan ile bir şey arasında hasıl olan ittisal-i hukukiye denir ki,
bu ittisal sebebiyle insanın o şeyde müstakilen tasarrufu câiz ve başkasının
tasarrufu memnu olur. Türk Hukuk Lügati. M. Eğ. Bakanlığı. Mirâs yoluyla
edinilen mülk.
51) Ata tarihi, c. 1, s. 72 dv.
52) Gerlach, Stefan: Tage-Buch der von... Kaysern Maximiliano und
Rudolpho an die ottomanische Pforte,.. abgefertigten Gesandtschaft...
(1573-1578) herfür gegeben durch Samuel Gerlach, Frankfurt/M. 1674.
87
lata’da oturanların mezarlığı da Galata bağlarında, latin mezarlığının
yani bugünkü Taksim Belediye bahçesinin yanındaki ermeni kabris­
tanıydı. Yani Hovakim patrikin milk-i müşterası53 olduğu iddia edi­
len mezarlık...
O
tarihte Hovakim patrik nerede idi?.. Her halde bunu bilse bilse
muhterem Necati bey bilecektir.
İstanbul fethedildikten sonra bütün bu toprak parçası muka-,
taaya54 bağlanmıştı. Fatih Sultan Mehmed’in defterdarı Dursun
Bey55 tarihinde36 Fatih’in -Bu cihetten ki temlik olunan binadır,
yer vakıftır- dediğini, ve araziyi kendisinin yazmış olduğunu geniş
açıklamalarla belirtiyor. Binaenaleyh, Galata bağlarındaki mezarlık­
lar da bütünüyle vakfa dahil olmuştur.
Fatih, Bursa piskoposu Hovakim patriği İstanbul’u aldıktan se­
kiz yıl sonra, yani 1461’de İstanbul’a getirdi. Fransa Enstitüsü üye­
lerinden Morgan, ermeni belgelerine dayanarak yazdığı tarihte bu
konuyu bütün açıklığıyla anlatır57. Hatta rum patriğinin sözü ge­
çerliğini kırmak için İstanbul’da ermeni patrikliğini meydana geti­
ren de Fatih’tir.
1475’te, gene Hovakim patrik zamanıhda, Gedik Ahmed Paşa
Kefe M’yi aldığı zaman, İstanbul’a bir çok ermeni getirdi. Bunların
bir kısmı Kefeli Köy’e 59, büyük bir bölümü de gene Balat’a yerleş­
53) Milk-i müştera : satın alma yoluyla edinilen mülk.
54) Mukataa : Toprağı vakıf ve üzerindeki bina ve ağaçları mülk olan
akarda mutasarrıf tarafından arsa vakıfına verilmek üzere toprak için kat’
ve ta’yin olunmuş olan yıllık ücret. Buna icâre-i zamin de denilir.
55) Dursun Bey : İstanbul kuşatması ve fethinde bulunmuş Turisinâ
Bey (Tursun Bey). Fetihten sonra şehrin yazılmasına memur edilen Bursa
Sancak Beyi Cebe-Ali Beyin (İstanbul’da Cibali semtine adı verilen) ye­
ğenidir. Fatih’in maiyyetinde bulunmuş, 1442-1488 yılları arasındaki olay­
ları işlemiştir. Eseri: (Tarih-i Ebü’l feth), (Tursun Bey Tarihi) olarak ad­
landırılır. Yazma üç nüshadan biri İstanbul’da Ayasofya, öteki ikisi Topkapı Sarayı Revân Köşkü kütüphanesındedir. Arap ve Türk harfleriyle de
basılmıştır.
56) Tarih-i Ebü’l feth. s. 60 dv.
57) Histoire du peuple Armenien. s. 290 dv.
58) 1 Haziran 1475’te alman Kefe, K ırım yarımadası’nm güneydoğu­
sunda önemli kilit liman.
59) Kefeli Köy : İstanbul Boğaziçi’nde Kireçburnu’ndan sonra, Büyükdere körfezine dökülen derenin mansabında daha ziyade balıkçıların otur­
duğu bir köydür. Adı, K ırım İmparatorluğunun alınmasından sonra, Kefe’
den getirilerek buraya yerleştirilen göçmenlerden almıştır. Kapudan-ı derya
Uluc Haşan Paşa buraya bir mescid yaptırmıştır.
88
tiler. Kendilerine evvela latinlerin Saint Nikola kilisesi -Kefeli ca­
mii-, 1635’te rumlarm Aya Straki kilisesi, şimdi Balat’taki ermeni ki­
lisesi tahsis e d i l d i î ş t e hakikat budur. İstanbul surları içinde oturan
Hovakim patriğin, esas Cenevizliler zamanında bile ermeni mezarlığı
olan bir yer, nasıl milk--i müşterası olabilir?..
— Ellerindeki hüccete 61 ne dersiniz?..
— İşte bu soru hoşuma gitti. O hüccet, Hovakim patriğin ölü­
münden 279 yıl sonra «Sur haricindeki kefere taifesine tamaa mebni
kadılar ve naibler» tarafından sahte hüccetler verildiği zaman alı­
nan ve 91 yıl sonra «fersude ve münkat ül-ahbar» 62 olduğu için ye­
nilenen, sakkî şer’iye 63, usule ve yapılagelişe uygun olmayan bir ih­
bar hüccetinden ibarettir. Bu hüccetin hiç kıymeti olmaz. Evvelâ,
hüccette Hovakim’in temessük64 tarihi yoktur.
İkincisi; Hovakim’in ölümünden 279 yıl sonra Mahmutpaşa mah­
kemesinden alman hüccette şahitlerin adlarının yazılı olup olmadığı
bilinmemektedir. Olsa da hatırı sayılır, saygın olamaz. Şeyhülislâm
Ebussud Efendi 65 945 [1538] yılında, İstanbul’un fethine ait bir konu
60) Hazine-i Evrak, mühimme defteri, no. 104.
61) Hüccet: Sözlükte tanıt anlamındadır. Eskiden bir hükmü havi
olsun olmasın hâkim tarafından bir hukukî olaya dair düzenlenen belgelere
hüccet denirken, sonraları hâkim huzurunda ikrar ve takriri, akidleri ve
vâsi tayini ve bir hususa izin verilmesi gibi hükm ü ihtiva etmeyen vakıalar
hakkında yazılan belgelere ıstılah olmuştur. Hüccet de hâkim in m ührü bel­
genin üstünde ve i’lâmlarda altında bulunur (A. H. Berki. Vakfa dair yazı­
lan eserlerle vakfiye ve benzeri vesikalarda geçen ıstılah ve tâbirler. 1968).
62) Harap, verdiği belgiler kesintili ve noksan.
63) Sâkkî şeri’ye. (Sâkk) : ıstılahatta hâkim tarafından düzenlenen
ilâm ve hüccetlere ıtlak olunur ve bundan sözeden ilme «İlm-i sâkk» denilir.
Mahkemece verilmiş belge. (Türk Hukuk Lügati. Ankara 1944).
64) Temessük : Mesk maddesindendir. Sıkıca saklamak ve sığınmak
anlamındadır. Hıfz ve istinad edilmek münasebetiyle senetlere temessük
denir. Günümüzde dahi köylerimizde alım ve satım, ödünç para alıp verme
gibi işlemler içîri alınıp verilen senetlere temessük denilir. Bundan başka
vaktiyle Evkaf memurları ve mütevelliler tarafından vakıf yerlerin tasar­
rufuna dair verilen vesikalara temessük denildiği gibi, mirî arazide feraağ
ve m ahlûlât vukuunda sahib-i arz «toprak sahibi» itibâr olunan timar ve
zeamet eshabı ve bir aralık mültezim muhassiller tarafından verilen tasar­
ruf vesikalarına da temessük denilirdi.
65) Ebussuud Efendi, Mehmed (1490-1573) : Osmanlı şeyhülislâmları
arasında kişiliği ve bilimiyle önde gelenlerden biridir. Rumeli kazaskeri iken
1545’te şeyhülislâm oldu. Kanunî Sultan Süleyman zamanında 21 yıl kadar,
İkinci Selim zamanında da 7 yıl kadar bu görevde kaldı. Babası, II. Baye-
89
hakkında fetva verebilmek için olayı gören -117 ve 114 yaşında kimesneleri-'getirip dinlemiş ve ondan sonra fetvasını yazmıştır.
Üçüncüsü; mahkemeye bu hüccete dayanılarak gösterilen 1264
[1847] tarihli hüccetteki berber Ali, sucu Mehmet, Agop, Kirkor ve
saire, 379 yıl evvel yapılagelen bir alım-satım işine tanıklık, ediyor­
lar. Buna gülmek mi, ağlamak mı lâzım... bilmem ne diyeyim?
Bayezid-i Velı’nin müzeyyen, müzehhep tuğrasını taşıyan, Müeyyetzâde ile Anadolu kazaskeri ve imamı Sultanî’nin imzalarıyla ta­
nık olduklarını kapsayan, yüz sayfayı aşan nefis bir yazı ile yazılan
ve. müzelerde sergilenmesi uygun olacak bir şer’i hüccete «varak» 66
adını veren ermeni patrikhanesi vekili Necati beyin, Bayezid-i Veli’
nin milki mevrusu olan bu toprağı hiç bir hakka dayanmayarak
ermeni patrikhanesine maletmek için gösterdiği kâğıt parçasına ne
ad verilmek lazım geleceğini kamuoyuna bırakıyorum.
— Yeni-Hisar konusunda ne dersiniz?..
— Ne diyeyim?.. Benim (Onuncu Asr-ı Hicride İstanbul Hayatı)
adıyla Tarih Encümeni tarafından bastırılmış bir kitabım vardır.
Onun 106 mcı sayfasında 995 tarihli kayık tarifesini Necati beyin
okumasını tavsiye ederim.
Bu tarife 25 recep 995 [1587] tarihlidir :
(Balıkpazarı’ndan Beşiktaş’a dolmuş ile yarımşar akçeye altı kü­
rek, dört kürek üç akçeye, Ortaköy’e dört kürek beş akçeye, altı
kürek Balıkpazarı’ndan Kuruçeşme’ye dolmuş ile yarımşar akçeye
dört kürek beş akçeye, altı kürek yedi akçeye, Yeni-Hisar’a dört
kürek on akçeye 67, altı kürek onbeş akçeye, iki kürek sekiz akçeye,
îstinye’ye altı kürek yirmibeş akçeye, dört kürek yirmi akçeye...)
Bu vesikayı hazine-i evrak mühimme defterlerinde her zaman
görmek ve mahkemece tasdik ettirmek mümkündür.
zit’e yakınlığından dolayı «Hünkâr Şeyhi» diye anılan M uhittin Mustafa’dır.
Türkçe, Arapça ve Farsça’yı pek iyi yazan Ebussuud Efendi’nin Türkçe
şiirleri de vardır. Türk tarihindeki büyük önemi, Kanunî devrinde yapılan
ve büyük İmparatorluğu yüzyıllar boyu ayakta tutacak olan kanunların
hazırlanmasındaki büyük rolüdür.
66) V arak: Kâğıt veya kitap yaprağı, yazılmış kâğıt.
67) Açık ve seçik olarak görüldüğü üzere patrikhanenin iddia ettiği
gibi Yeni-Hisar Beşiktaş sahilinde olmayıp, 1587 tarihli Boğaziçi iskeleler
arası kayık tarifesinde de görüldüğü üzere Kuruçeşme’den ileride Karadeniz
yönündedir. Esasında Yeni-Hisar’ın yeri üzerinde bir iddiaya girişmenin
ne dereceye kadar doğru savunma olduğunu da düşünmek gerekir.
90
Bir de şunu arzedeyim: Türk her şeyi yıkabilir; fakat hisarını
yıkmaz ve yıkacağı hisarı da yapmaz. Beşiktaş’ta hisar olsaydı, onu
da bugün Boğaz sahillerini burçlarıyla süsleyen Rumeli ve Anadolu
hisarları gibi Türk’ün bir zafer âbidesi olarak ayakta kalması lazım
gelirdi. Hem bunları ispata ne hacet... Ben, elimde Divan-ı Hüma­
yun belgeleri, Terkos yönlerinde dolaşarak, Sürp-Agop mezarlığının
içine girdim. Necati beyin hâlâ haberi yok. Arzedeyim :
Mezarlığın içindeki Losavoriç kilisesi, Galata’daki Losavoriç ki­
lisesinin tohumundandır. O bina, Nerses patrik zamanında Ticaret
mektebi olarak bin rica ve minnetle yaptırılmıştır.
Hatta, mektebe gelir sağlamak üzere Karagözyan ailesi ayni ter­
kedilmiş mezarlık arsasına kiraya verilebilecek bir şeyler yaptırmak
istemiş, fakat müsaade edilmemiştir. Oranın kilise olarak yapımına
izin verildiğine dair Necati bey patrikhane mahzeninden tek bir bel­
ge çıkarsın da görelim.
— Üç Bayezid padişah olmuş mudur?..
— Onu Necati bey biliyormuş. Ben ilkokul dördüncü sınıfları
için yazdığım kitapta, Yıldırım Bayezid’ten sonra yalnız (Sultan
Bayezid-i Veli)’yi yazdım. Bir de İran’da öldürülen Şehzade Bayezid’i. Başka Bayezid bilmiyorum. Fakat Necati bey de, tarihî bilgisi
itibariyle, bunu bilmese, mahkeme önünde kesin olarak söylemezdi.
— Mahkeme sizi çağırırsa gidecek misiniz?..
— Bilmem. Fakat Necati bey kardeşimizin hatırını kırmamak
için her halde gitmem lazım.»
Hoca’nm gazeteciye söyledikleri burada bitiyor. İkinci Bayezid
vakfiyesi, Ahmed Refik Hoca’mn bilirkişi olarak mahkeme heyetine
verdiği rapor, âdil bir kararın verilmesine dayanak oldu.
Tir
Hoca’nın hocalığı çok genç yaşta başlar. Subay olmak, Türk Si­
lahlı Kuvvetlerinde üst rütbelere ulaşmak arzu ve hevesiyle İstan­
bul’da Beşiktaş Askerî Rüştiyesine, oradan Kuleli Askerî Lisesine,
oradan da Harbiye Mektebine geçen Ahmed Refik, .1898’de bu okulu
birincilikle bitirerek piyade mülâzımı sânisi (teğmen) rütbesiyle bir­
liğine katılır.
1880’de doğduğuna göre tam 18 yaşındadır. Yabancı dil bilen,
kültürlü, zarif ve yakışıklı bir teğmen. Yaşından da küçük gösteren
Ahmed Refik; öğrencilik yıllarından başlayarak çeşitli dergilerde
91
kendi adıyla, bir takım önlemeler, baskılar karşısında takma ad ile
askerî ve tarihî yazılar yazmak68 suretiyle de kendinden sözettirmesini ve tanınmasını sağlamış bir kişidir de.
Üstleri, genç teğmenin ordu saflarından ziyade, orduya eleman
yetiştiren kültür kurumlarında.görev vermek suretiyle daha fazla
yararlanacaklarına karar vererek genç teğmeni Üsküdar Toptaşı As­
kerî Rüştiyesi ile Soğukçeşme Rüştiyesine coğrafya öğretmeni tayin
ederler. Dört yıl kadar bu görevleri büyük bir başarı ile sürdüren,
öğrencileri ve çevresi tarafından sevilen, sayılan teğmen 1902’de Har­
biye Mektebi fransızca öğretmenliğine atanır. Görüleceği üzere bü­
yük bir aşamadır bu.
Harbiye Mektebindeki öğretmenliği sırasında günlük ve haftalık
gazete ve dergilerde daha sık yazıları, özellikle tarihî araştırmaları
görülen, aranan bir yazar olan Ahmed Refik 1908’de, Meşrutiyetin
ilânıyla beraber Harbiye Mektebi tarih öğretmenliğine atanmak su­
retiyle yıllardanberi sürdürdüğü ve amaç edindiği hedeflerinden bi­
rine daha ulaşmış olur. Aynı yıl içinde Millet Gazetesi başyazarlığını
da alır. Bir süre sonra, imzasının çevresinde binlerce okuyucu topla­
yan (Lâle Devri), (Tarihî Simâlar), (Köprülüler), (Felâket Seneleri)
adlı tarihi- dizilerini yayınlamaya başlar ki, bu yazılar, kendisine
geniş bir şöhret temin ederken, bir yönden de (Kütüphane-i Askerî)
nin (Geçmiş Asırlarda Osmanlı Hayatı) adındaki koleksiyonların
esasım teşkil eder49.
1909’da Genelkurmay Yayın Şubesine, iki yıl soiıra Tarihî Osmanî Encümeni daimî üyeliğine (Devlet-i Âliyye-i Osmaniye’nin
mükemmel bir tarihini vücuda getirmek üzere ba emr ü ferman-ı
hümayun teşkil buyurulmuş olan Tarih-î Osmanî Encümeni daimî
azalığına asâkir-i şâhâne yüzbaşılarından kıdve’t ül-emâcid v’el-ekârim Ahmed Refik bey zide mechedunun memuriyeti bil’istîzan şe­
68) Malûmat’ta değişik konulu ilk yazılarında (Refik Ali) takma
adını kullanmıştır (Çapanoğlu’ndan naklen). İlginç bir rastlantı o yıllarda
çeşitli dergilerde; tarih, edebiyat, fen, askerlik, şiirlerin altında (Ahmed
Refik) adı görülmektedir. Yaptığımız kısa araştırmada bunların (1911 do­
ğumlu hâkim Ahmed Refik), (1895’li tiyatro eleştiricisi), (1903’lü binbaşı),
(1906’lı kurmay yarbay), (1884’lü topçu albay) olduğunu göstermiştir. Bun­
lar çeşitli türdeki yazılarının altında yalnız (Ahmed Refik) adını kullanan
kişilerdir. Bu kısa bilgi, Hoca’nın okul sıralarında yazdığı amatörce yazıları­
nın, aynı adı taşıyan kişiler arasından ayıklanarak hatasız saptanmasının
ne kadar güç olduğu hakkında bir fikir verecektir.
69) Reşat Ekrem Koçu. Ahmed Refik. İst. 1938. Sühulet Kitabevi,
s. 7 dv.
92
ref efza-i sünûh ve sûdur olan irâde-i seniyye-i Hazret-i Hilâfetpenahi
iktiza-i âlisinden olmasına binaen mumaileyhin zikrolunan Tarih-i
Osmanî Encümeni daimî âzalığma memuriyetini mutazammın rüûs-u
hümayun itâ olundu. 21 Ramazan 1329 [14 Eylül 1911]), 1912’de
ilâveten askerî sansür müfettişliğine atanır. Bir süre sonra kendi
isteğiyle emekliye ayrılan Ahmed Refik, 1913’de Birinci Dünya Sa­
vaşı arefesinde tekrar silah altına çağrılır. Savaş sonunda da ikinci
kez emekli olur.
Savaşın son yıllarında yetişmiş, ihtisas sahibi öğretim üyesi bu­
lunmadığından memleketin bilgili fikir adamlarından ve batı ülke­
lerinde okumuş kıymetli gençlerden yararlanma yolunu araştıran İs­
tanbul Darülfünunu, 1917’de, Mehmed Arif beyden boşalan Darülfü­
nun Osmanlı tarihi muallimliğine (doçent) yıllardanberi bu konuda
olumlu çalışmalarını sürdüren Ahmed Refik’i tayin eder. Hoca da
yıllar boyu özlemini çektiği, ideali olan memleketin en büyük kültür
kurumuna bu suretle adımını atmış olur.
Edebiyat Fakültesi -İstanbul Üniversitesi gibi- Birinci Dünya
Savaşı sırasında dağınık olarak muhtelif binalarda öğretimde bu­
lunmaktadır. Teşkilatı geniş olan Tıp Fakültesi Haydarpaşa’da -bugün
aynı adı taşıyan lisenin bulunduğu bina- öğretimde bulunuyorken,
Edebiyat Fakültesi Zeynep Hanım Konağına70 taşınmıştır. Öğrencile­
rin çoğu cephede olduğu için bir çok dershanelerde dersler yapılama­
makta ya da az bir öğrenci ile yapılabilmektedir. Böyle olmakla be­
raber öğretim kadrosu ile memur kadrosu öğrenci sayısına göre hayli
kalabalıktır71.
Edebiyat Fakültesi Birinci Dünya Savaşı içinde bir takım ısla­
hata uğramıştır. Bu gayet tabii Darülfünunun uğradığı ıslahat ara­
sında olur. Örneğin; 12 kasım 1916’da yeni bir nizamname düzenlen­
miştir. Keza, bunu 10 Ekim 1919’daki diğer bir nizamname izlemiştir.
70) Zeynep Hanım Konağı. Mısır’da doğmuş olan Kavalalı Mehmed
Ali Paşa’nm ikinci kızı ve sadrazamlıkta bulunan Yusuf Kâm il Paşa’nın eşi
Zeynep Hanım tarafından yaptırılmıştır. 1881’de ölmüş ve kendisinden evvel
ölmüş bulunan eşi ile birlikte Üsküdar’da yaptırdıkları (Zeynep-Kâmil
Hastahanesi) nin bahçesinde kocasının yanına gömülmüştür. Sözü edilen bu
güzel ve büyük konak, çeşitli kurum lar tarafından kullanıldıktan sonra İs­
tanbul Üniversitesi Edebiyat ve Fen Fakültesi iken, 28 Şubat 1942 gecesi
yanmış ve yerinde büyük kamulaştırmalardan sonra bugünkü bina yapıl­
mıştır.
71) Prof. Cengiz Orhonlu. Cumhuriyetin 50. yılına armağan. Edebiyat
Fakültesinin kuruluş ve gelişmesi (1901 - 1933) hakkında bazı düşünceler.
S. 64 dv.
93
Bu sonuncu da Darülfünun müderris ve muallimlerinin imtihan hak­
kının müderrisler meclisi ile Darülfünun divanına verilmesi suretiyle
20 Ağustos 1921’de değiştirilmiştir72.
Darülfünunda ıslahat meselesi Mütareke döneminde Hürriyet ve
İtilaf Hükümetleri tarafından ele alınırken, bir sonuca ulaşabilmek
için her fakülteden ıslahat meselesi için bir komisyon kurulmuş,
Edebiyat Fakültesinde kurulan komisyonda; Ali Ekrem, Rıza Tevfik,
Faik Sabri beylerle birlikte, fakültede 1917’de aynı yıl içinde mü­
derrisliğe yükselen Ahmed Refik bey de yer almıştır. Maarif Nazırı
Ali Kemal ile komisyon üyelerinin yaptıkları bir toplantıda Fakül­
tede okutulacak dersler ile birlikte öğretim üyeleri tesbit edilir. Bü­
tün yaz boyunca devam eden komisyonlar «Darülfünun-u Osmanî
Nizâmnâmesi »ni meydana getirirler. Bu çalışmalarda ve oluşturulan
nizamnamede Ahmed Refik Hoca’mn payı büyük olur. Ne de olsa,
orta, lise ve Harbiye Mektebinde devam eden 20 yılı aşan başarılı
bir öğretmenlik tecrübesi vardır. Yayınlandığı 10 Ekim 1919 tarihin­
den itibaren yürürlüğe giren bu nizamname 1919 -1920 öğretim yı­
lında uygulanmaya başlar. Okutulacak dersler arasında; (Osmanlı
Tarihi) dersini Hoca okutacaktır. Nizamnamede yazılı derslerden bir
kısmı yetişmiş öğretim üyesi olmadığından ötürü de yapılamamak­
tadır.
1922-1923 öğretim yılında dört ana bölümde (Tarih, Coğrafya,
Edebiyat ve Felsefe) toplanan Edebiyat Fakültesi derslerinin tarih
grubunda; siyasî tarih (Ali Reşad; 1924- 1925 yılında Behçet Bey),
Osmanlı Devleti ile Avrupa ilişkileri tarihi (Ali Muzaffer; evvelce
Ali Kemal okuttu), Osmanlı tarihi (Ahmed Refik Altınay), İslâm
tarihi (Şemseddin Günaltay), Orta-Çağ’da İslâm kavimleri tarihi
(Behçet), Doğu kavimleri tarihi (Avram Galanti), Eski Yunan ve
Roma tarihi (Fazıl Nazmi), Türk tarihi' (Necip Asım) beyler tarafın­
dan okutulması karar altına alınır.
1924 - 1925 öğretim yılında Grek ve Roma tarihi (Fazıl Nazmi),
tarih (Ali Muzaffer), Orta-Çağ tarihi (Behçet), Eski Doğu kavimleri
tarihi (Avram Galanti), Siyasî tarih (Behçet), İslâm tarihi (Şem­
seddin Günaltay), Türkiye tarihi (Ahmed Refik Altıııay) derslerini
okutmaya devam ederler.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Darülfünun işi daha
esaslı bir şekilde ele alınır. Kuruma genişleme imkânı sağlanır.
1 Nisan 1924 tarihli kanuna dayanılarak düzenlenen ve Bakanlar
72)
94
Mekâtip dosyası. Bâbıâli Meclis-i mahsûs, 112.
Kurulunca onaylanan 21 Nisan 1924 tarihli talimatnamenin şekil ve
esasları, Darülfünunun 1933’de kaldırılmasına kadar kurumun niza-,
mını teşkil eder.
Bu talimatnameye göre Fakülte öğretim kadrosu şu kişilerden
oluşmaktadır; Naim Bey, İsmail Hakkı Bey, Şerif Bey, Muzaffer
Bey, Ali Ekrem Bey, Avram Galanti Bey, Ferit Bey, Behçet Bey,
Macit Bey, Fazıl Nazmi Bey, Şekip Bey, Sadi Bey, Hakkı Bey,
Hâmid Bey, Zeki Velidi Togan Bey, Orhan Bey, Ahmed Bey, Fuad
Bey, İzmirli İsmail Hakkı Bey, Nimet Bey, Ahmed Refik Altrnay Bey73.
★
1933 yılı başlarında Darülfünunda önemli yenilikler yapılacağı
sezilir ve duyulur. Zemin böyle bir değişikliğe hazırdır. Bizzat öğre­
tim üyeleri gidişattan memnun değildir. Öğrenciler çalışkan ve say­
gılı olmakla beraber yetişme şartlarından tatmin olmuş değillerdir.
Yeniden kurulacak üniversite için müşavir olarak çağrılan İsviçreli
Prof. Albert Malche işlemekte olan Darülfünun’un durumu hakkın­
da bir süre incelieme yaptıktan sonra 29 Mayıs 1932’de bir rapor hazır­
layarak Hükümete sunmuştur74.
Bir çok değeri sinesinde toplamış olan Darülfünunda; ilim ve
öğretim durgun, klişeleşmiş, yenilikleri izlemekten uzak, Batıya sa­
dece hayranlıkla bakan fakat bir katkıda bulunmayı zorunlu görme­
yen, klâsik derslerle yetinen bir kuruluş halinde 75 olan İstanbul Da­
rülfünunda yenilik zaruri bir hale gelmiştir.
T. C.
18.5.1933
Muamelat Müdürlüğü
S ay ı: 6/1553
Büyük Millet Meclisi Yüce
Reisliğine
İstanbul Darülfünunu’nun ilgasıyla yerine yeni esaslar dahilinde
bir İstanbul Üniversitesi teşkiline dair Maarif Vekâletince hazırlanan
ve İcra Vekilleri Hey’etinin 15.5.1933 tarihli toplantısında Yüksek
73) 1933 yılına kadar Fakülte Meclis tutanakları. 55, 56 s.
74) Prof. Dr. E. Hirş. Türkiye’de Üniversitelerin gelişmesi. İst. 1950,
İ, 295-296 s.
75) Cumhuriyetin 50. Yılında İstanbul Üniversitesi 1973. s. 111 dv.
95
Meclise arzı kararlaştırılan kanun layihası esbabı mucibesiyle birlikte
yüksek huzurlarınıza sunulmuştur efendim.
Başvekil
İsmet
Darülfünun-u Osmanî lağvedilerek 31 Mayıs 1933 tarih ve 2252
sayılı kanun hükmüne uyularak 1 Ağustos 1933’den itibaren İstanbul
Üniversitesi kurulur. Islahattan evvel Edebiyat Fakültesi kadrosunda
14 müderris, 4 muallim, 6 asistan bulunuyordu76. Üniversite ısla­
hatından sonra okutulan derslerin bazısı kaldırılmış, bazı yetersiz gö­
rülen öğretim üyelerinin işlerine son verilmişti. Islahattan sonra
öğretim kadrosu 6 profesör, 6 aday profesör, 4 muallim, 5 yabancı
profesörden oluşuyordu77.
İstanbul Üniversitesi kurulurken uygulanan kurallar, ölçüler ve
kıstaslarla tam ve sağlıklı bir sonuca varıldığı ve sağlandığının iddia
edilemeyeceği tabiidir. Üniversitenin çatısı kurulurken yeni kadro­
ların teşkili görevi, reform hakkmdaki raporu düzenleyen Prof.
Malch’a verilmişti. Bu kadro düzenlemesinde, eski hocaların büyük
bir kısmı kadro dışı bırakılmış, bir kısmı emekliye ayrılmış, bir kısmı
başka devlet hizmetlerine veya lise öğretmenliğine atanmıştı.
Tasfiyede, yaş, araştırma ve öğretim yeteneği gibi unsurlar na­
zara alınmışsa da, tam bir objektiflik beklenemezdi. Esasen bu gibi
az çok anî karakterli ayıklamalarda tam bir isabet beklemek de im­
kânsızdı 78. Kadro eksiğini tamamlamak için İstanbul Üniversitesi dış
kaynaklara başvurdu. Ezcümle liselerden, Gülhaneden, Devlet hastahanelerinden Üniversite kadrosuna atamalar oldu. Bunlardan baş­
ka Hitler’in Almanya’yı terke zorladığı bir çok milletlerarası ün yap­
mış profesörlerin de yeni Üniversitenin çatısı altında yer alması
sağlandı.
Malch’ın kamuoyuna yansıyan raporu üzerine; bütün dünyada
uygulanan sistemleri bilmeden ve özellikle memleketimizin ruh ve
sosyal bünyesine hakkıyla vukuf peyda etmeden ileri sürülebilecek
tekliflerden büyük bir yarar beklenemeyeceğini konu eden yazılar
da görülmeye başlamıştı basında. Bu tartışmalar giderek arttı79. Ek­
76) Hirş. Aynı eser. 1, s. 235 vd.
77) İstanbul Üniversitesi Nizam defteri, 1933-1970.
78) Cumhuriyetin 50, Yılında İstanbul Üniversitesi 1073. S. 154 dv.
79) Örneğin; Müderris Salih Murad. «Darülfünun ve M. Malş». Cum ­
huriyet Gazetesi. 25.2.1932
siklerin Darülfünunda mı, lise kuruluşlarında mı?., olduğu tartışma­
ları da bir hayli sürdü. Bu tartışmalara, «Darülfununu Batıya sade
hayranlıkla bakan, katkıda bulunmayı zorunlu görmeyenlerden olu­
şan bir kurum» olduğu tezini savunanlara; Temmuz 1932’de Anka­
ra’da yapılan Büyük Tarih Kongresinde, burada yalnız kaydetmekle
yetineceğimiz yeni sataşmalar da eklendi.
«...Tarih Kongresine katılan İstanbul Darülfünunu müderrisle­
rinin Kongrede söylediklerini dinleyenler veya basında izleyenler,
Darülfünunun yeni tarih cereyanını layıkıyla kavrayamamış olduğu­
nu görmüşlerdir. Hakikaten Darülfünun Kongrede çok zayıftı»80.
Aynı konuyu işleyen diğer bir yazı hükümete yakın olduğu bilinen
bir kişinin imzasını taşıyordu. «...Darülfünunda Türk İnkılabı için
en iyi yazılmış esere verilmek üzere 5000 81 liralık bir armağanın
yıllardanberi durmakta olduğunu biliriz. Bu armağanın hiç kimseye
verilmemiş olması, fikir hayatının pek durgun olduğu hükmünü verdirebilir. Fakat ‘Darülfünun dahi, Türk inkılabına dair on yıldanberi
henüz bir tek sayfa dahi telif edememiştir.
Darülfünunun memleketin maddî manevî müesseselerinin hep­
sine dokunan, yepyeni maddî, manevî bir nizam yaratan Türk İnkı­
labına karşı bu durumu acaba nasıl tahlil olunabilir?..»
Bu ve buna
benzer fikirleri savunan yazıları eski gazete koleksiyonlarında bul­
mak mümkündür.
31 Mayıs 1933 gün ve 2252 sayılı kanun uyarınca 1.8.1933 tarihin­
den itibaren yeniden kurulmuş olan İstanbul Üniversitesinin idaresi
hakkında Maarif Vekâletine gönderilen yönetmeliğe ilişik kadro cet­
velinin Edebiyat Fakültesi bölümünde Ahmed Refik Hoca’nın adı yer
almıyor, Yeni ve Son Zamanlar Tarihi Kürsüsü boş gösteriliyorM,
Cumhuriyet’in 50. yılında İstanbul Üniversitesi adlı kitabın «1933’den
önceki Öğretim Üyeleri» başlıklı dizinin 25. sıra sayısında Ahmed
Refik adı okunuyordu84. Atatürk Türkiyesi yenilenen bir kültür ku­
ruluşuna kavuşuyordu. 2 Temmuz 1933 günü sabahı gazetelere göz
atanlar, bir gün evvel pazar günü Mustafa Kemal’in üniversiteye
dönüş halinde bulunan Darülfünunu ziyaret ederek izahat aldığını,
80) Ali Süreyya. «İstanbul Darülfünunu ve M illî Türk Tarihi» Cum­
huriyet Gazetesi 17.7.1932.
81) Günüm üz rayiciyle ortalama 150.000 lira.
82) Falih Rıfkı. Darülfünun. Cumhuriyet 23.7.1932.
83) Edebiyat Fakültesi, 1 no.lı nizanı defteri, S. 2.
84) S. 460.
97
Hukuk Fakültesi imtihanlannda uzun süre kalarak öğrencilere özel­
likle; Türk Devrimi ile ilgili sorular yönelttiğini ve memnun olarak
ayrıldığını okudular.
1932’de Ankara’da toplanan Büyük Tarih Kongresine davet edi­
len, komisyon çalışmalarına katılan, «Türk Tarihinin Ana Hatları»
adlı büyük eserde «Medeniyet Bölümü» nü yazacak olan hey’ette bu­
lunan85, İstanbul Darülfünunu. Yeni ve Son Zamanlar Tarihi Mü­
derrisi Ahmed Refik Altınay, yeni adıyla İstanbul Üniversitesi’nin
kapısı eşiğinden adımını atamamıştı.
Hoca bu büyük darbeyi bir türlü yediremedi kendine. 15 yıl
emek verdiği, yüzlerce öğrenci yetiştirdiği bir kurumun kapısı önü­
ne bırakılıverilmişti. Bir süre ortalarda görünmedi. Adadaki evinin
bahçesindeki çiçeklerle meşgul olarak avunmaya çalışıyor ve İstan­
bul’a gerekmedikçe inmiyordu. Yayınlamak üzere hazırladığı birkaç
eserini de itivermişti bir kenara. Sessiz, sâkin, sabırlı Ahmed Refik
gitmişti de sanki, onun yerine hırçın bir kişi gelmişti. En yakın ar­
kadaşı Çalh İbrahim’le dargınlığının bu kırıklık içinde başladığını
söyleyenler vardır. İçli, duygulu, şair ruhlu Hoca, teselliyi daha faz­
la içkide arayan kişi olmuştu.
İHTİYÂR OLDUM
Ö yle yaktın ki beni yıllarca sen,
İhtiyar oldum senin aşkınla ben.
Sîneme bassam seni bir ölmeden
İhtiyar oldum senin aşkınla ben.
Açsa güller, yâseminler her bahar;
Sen gelirsin hâtıra, kalbim yanar.
Mâha baksam gözlerim hep yaş dolar.
İhtiyâr oldum senin aşkınla ben.
Ahmed Refik
Reşit Galip (1897-1934) beyin Mâarif Vekilliği zamanında, mil­
letvekilliği üzerinde kalmak üzere Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde ders vermeye başladığı
85)
Türk Tarihi yazılıyor. Medeniyet bölüm ünü yazacak heyet toplandı.
Cumhuriyet Gazetesi, 18.10.1932.
zaman, Ahmed Refik’ten boş kalan derslerin bir kısmını da sürdür­
dü. Bu çalışmaları 1938-1939 yılına kadar sürdü.
★
Son çeyrek yüzyılın verimli ve başarılı genç tarihçilerinden
Yılmaz Öztuna, «Lâle Devri» adlı eserden bir dergiye aktaracağı
bölüm dolayısıyla Hoca’yı şu cümleler içinde dile getiriyor8Ğ.
«Ahmed Refik Altınay (1881-1937), Osmanlı tarihçilerinin son
halkası sayılabilir. Piyade subayı idi. îyi Fransızca öğrendi ve ordu­
dan istifa etti. îttihad ve Terakki’nin mutaassıp üyelerinden olan
Ahmed Refik Bey, iktidar partisinin adeta resmî tarihçisi idi. Pek
genç yaşında büyük ve haklı bir şöhret yaptı. (Müverrih) unvanıyla
anılmaya başladı. Son derece verimli bir yazardı. Tamamen ilmi eser­
ler yanında, halk için kitaplar yazdı. Osmanlı tarihine olan büyük
vukufu yanında edib ve şair, şahsî üslûp ve pçk zevkli bir Türkçe
sahibi olması, başarısının esaslarını teşkil eder. Batı tarihçiliğini bil­
mesi, metod bakımından kendisini önceki ve çağdaş meslekdaşlarmdan ileri kılıyordu. Bu suretle, Fuad Köprülü’nün modern Türk
tarihçiliğini kurmasına hemen takaddüm eden yıllarda Ahmed Refik,
büyük tarih otoritesi idi. 1933 Üniversite ıslahatında, müderris (or­
dinaryüs profesör) pâyesiyle Osmanlı Tarihi Kürsüsünü işgal eden
tarihçi, açığa çıkarıldı. Üniversiteye hiç bir İlmî hüviyeti olmayan
bir takım kişiler girdi. Bu darbeye Ahmed Refik, ancak 4 yıl ta­
hammül edebildi. 56 yaş gibi bir olgunluk çağında öldü.
Ahmed Refik, Adalar’m büyük aşıkı, Türk musikisinin büyük
dostu, Çallı İbrahim’in pek yakın arkadaşı ve nihayet (mest-i müdâm) 87 olarak tanınmıştır. Yalnız kitap şeklindeki eserleri bile 50’yi
bulur. Çoğu bugün de değerlerini muhafaza etmektedir. Tabiî bazı
bahisleri, eskimiştir. Aşağıda, büyük tarihçi’nin, edebî üslûp bakı­
mından şâheser sayılabilecek olan ve 5 baskısı bulunan (Lâle Devri)
nin son (IX.) bahsini takdim ediyoruz. (İsyandan sonra) başlığını ta­
şıyan bu bahis, Patrona İhtilâli ile III. Ahmed’in tahttan indirilip
devrinin yaratıcısı büyük imarcı ve medeniyetçi Nevşehirli Damat
İbrahim Paşa’nın şehit edilmesi ile son bulan Lâle Devri’nden
86) Sadeleştiren : Yılmaz Öztuna. Osmanlı Tarihçilerinden Seçmeler •
8. Ahmed Refik. Lâle Devri. Hayat Tarih Mec. 3/1.4.1970.
87) Mest-i müdâm : Her zaman çakır keyf.
99
(1718-1730) sonraki günleri, tahta geçen I. Mahmud’un ihtilâl içine
düşmüş muazzam bir İmparatorluğa, düzenini iade edebilmek için
gösterdiği çabaları anlatıyor. (Lâle Devri), 1913’te, tarihçinin 32 ya­
şında iken yazdığı bir eserdir. Gerçi İbrahim Paşa’nın iktidar yıl­
larına (Lâle Devri) adını veren Yahya Kemal’dir, fakat bu isim,
ancak Ahmed Refik’in kitabı ile yerleşmiş ve dünya tarih literatürünce kabul edilmiştir.
Tarihçinin üslûbuna, sadeleştirmek gayesiyle, ancak birkaç yer­
de müdahale edilmiştir. Bu suretle okuyucularımız, Meşrutiyet devri
Türkçe’si hakkında da açık bir örnek okuyacaklardır.
Sultan Mahmud’un Kılıç Alayı
Birkaç gün sonraydı ki, Sultan Mahmud, Eyüp’te kılıç alayı icra
ediyordu. O gün bütün halk Eyüb’e toplanmıştı. Sultan Mahmud at
üzerinde, sorguçlu peykler ve solaklar arasında müdebdeb ve muh­
teşem bir alayla ilerliyordu. Sarayın altın ve elmasları, halkın göz­
lerini kamaştırıyor, Sultan Mahmud’un simasında elem ve sükûn
müşahede olunuyordu... Alayın önünde korkunç bir sima görünü­
yordu :
Patrona Halil.
1730 isyanının bu cahil sergerdesi, baldırıçıplak, yeniçeri kıya­
fetinde, ahaliye para dağıtmakla meşguldü. Zâhiren öyle görünü­
yordu ki, bütün bu muhteşem alayı kendi vücude getirmiş, milleti
felâketten o kurtarmıştı. Fakat kalben duyduğu hisler, bir şakinin
hukuk gasbetmek, ırz ve namus pâymâl eylemekle duyduğu şekaavet
zevkinden başka bir şey değildi. İsyanı tertip edenler arasında Patrona’mn siması dikkati calip bir surette tebârüz ediyordu. Patrona,
bütün İstanbul’un ve Saray’ın sergerdesi kesilmişti. Eşkıya cemiyeti,
kâmilen onun emrine ve fikrine tâbi idi. Patrona, arkasında üç
uşakla geziyor, sadrazam bile kendisini merdivenin alt başında kar­
şılıyordu.
Bu sebepten Sultan Mahmud, Patrona’yı bir müddet için okşa­
mak istedi. Kendisine bilvâsıta rütbe teklif etti. O zaman Patrona,
kıymet ve meziyetini kendi de takdir ederek :
—
Ömrümün ne suretle neticeleneceğini bilmiyor değilim, dedi;
şimdiye kadar padişah iclâs edenlerden hiç bir kimse yatağında ölmemiştir ki, ben öleceğim!..
100
Patrona Halil, başına gelecek felâketleri tamamen anlıyordu. Fa­
kat muvakkat hayatını hiç olmazsa zevk ve neşe içinde geçirmeyi
düşündü; bir müddet sonra vezirliği kabule razı oldu... Zaten hempâlarmdan Saraç Mehmed yeniçeri ağası, Urlu sekbanbaşı, Deli Mus­
tafa kapı kethüdâsı, Deli İbrahim de İstanbul kadısı olmuştu...
Sâdâbâd Köşkleri Yağma Ediliyor
Patrona’nm hâkimiyeti esnasında İstanbul hercümerç içindeydi.
Dükkânlar kapalı, ticaret mefkut, ahali heyecan içinde yaşıyordu...
Patrona ve avenesinin bütün istedikleri olmuştu. Bütün eşkıya, ken­
dilerini sair halktan ayırt etmek için başlarına kırmızı sarık sarmış­
lar, kendilerine vatan hâmisi süsünü vermişlerdi... Eşkıya metâlibini
o derece ileriye götürmüştü ki, İstanbul kadısı Deli İbrahim’in ictihâdı ile Sâdâbâd köşklerinin yakılmasına bile karar verilmişti. Âsi­
lerin bu arzusu Sultan Mahmud’a söylendiği zaman, pek ziyade canı
sıkıldı. Fakat bu arzuyu is’âf etmemek de büyük bir tehlike olaca­
ğını düşündü. Köşklerin yakılmasına râzı olmadı :
(Yakılmalarına rızây-ı hümâyûnum yoktur; bu kadar din ve dev­
let düşmanına gülme vesilesi olur; ancak hedm ve tahribine ruhsat
ve iznim olmuştur) diyerek yıkılmalarına müsaade etti...
Eşkıya ise, sahiplerinden evvel tasallut ederek köşkleri yıkıyor­
lar, bahçeleri bozuyorlar, ağaçları sökerek gasb ve yağmaya devam
ediyorlardı. O suretle ki, üç gün içinde, Sâdâbâd’m müzeyyen ve
mâmur sahilleri harâbe-zâr şekline konulmuştu.
Bir Kasap, Romanya Prensi Tâyin Ediliyor
Eşkıya cemiyeti artık bütün kuvvet ve nüfuzu ellerine almışlar­
dı... Hattâ İbrahim Paşa’mn doğduğu şehri (Nevşehir)’i bile tahrip
ettirmek istiyorlardı. Dükkânları birer birer yağma ediyorlar, para
toplamak çarelerine tevessül ediyorlardı. Patrona’nm idamından son­
ra serveti hesap edilmiş, üç buçuk milyon altına baliğ olduğu anla­
şılmıştı... Patrona Halil, ihtilâl esnasında kendisine para ve et tedarik
eden bir Rum kasabı, Boğdan (Romanya) prensi tâyin etti... Eşkıya
reisleri, kendilerini o derece büyük ve necîb görmeye başlamışlar­
dı ki, çocukları dünyaya geldiği zaman, Vâlide-Sultan’a şerbet gön­
dermeye kadar cesaret etmişler, kendilerini Osmanoğulları ile bir
tutmak istemişlerdi. Ancak bu türedilerin istibdadı çekilmez bir de­
receye gelmişti. O zamana gelinceye kadar memleketi idare edenler,
101
hep devletin menâsıb silsilesini kat’ederek ilim ve tecrübeyle te­
feyyüz eyliyenlerdi. Devletin büyük mertebelerine vâsıl olmak, Sa­
ray’da uzun müddet tecrübe görmek, Ordu’da iyi hizmet etmekle
kaimdi. Şimdi bir sürü evbaş, en yüksek mertebeleri cebren ihrâz
etmişler, erbâb-ı namusa tahakküm etmeye başlamışlardı.
Ezcümle Patrona, hiç bir meziyeti, hiç bir resmiyeti hâiz olmadı­
ğı halde, belinde palası, vüzerâ divânına geliyor, devletin siyaseti
hakkında mütâlaa beyân etmek cür’etinde bulunuyordu. Keza Muslu da, doğrudan doğruya Sâdrazam’ın huzuruna giriyor, istediğini
azil ve nasbettiriyordu. Patrona, ulûfe verileceği gün Saray’a gelir,
yeniçeriler tarafından selâmlanır, Kızlar-ağası vasıtasıyle VâlideSultân ile görüşürdü.
Milletin caniler ve şakıyler elinde duçar olduğu izmihlal, insani­
yet ve medeniyet fikirleriyle yaşayan hamiyet erbabını dilhûn edi­
yordu. Almanya ve Rusya ittifakı, memleketin hâricen maruz oldu­
ğu tehlike, bütün dehşetiyle göz önünde dururken, devlet işlerinin
ilim ve mârifetten, hükümet, hissinden mahrum, kalbleri mevki hırsıyle mâlûl, gayeleri para toplamak emeline mâtuf bir eşkıya züm­
resi elinde oyuncak olması, Osmanlı devleti için elim bir düşüş sa­
yılabilirdi.
Patrona Halil’in Katledilmesi
Bu hakikati Birinci Mahmud da idrâk etti... Büyük bir azimle
hareket etmeye karar verdi... Neticede eşkıya reislerinin Saray’a
dâvet edilerek katlolunmaları münasip görüldü...
Nihayet tâyin edilen gün Patrona, Muslu ve daha sair zorbalar
Saray’a geldiler. Eşkıyayı tepelemeye Halil Ağa memur oldu. Yeni­
çerilerin bu namuslu çorbacısı (binbaşı), Patrona Halil’in ihtilâlden
önce nefer olduğu 17. ortanın kumandanı idi. isyan günü eşkıyaya
iltihak etmediği için azlolunmuş, şimdi namus vazifesini ifaya kıyâm
eylemişti. Halil Ağa iki gece evvel, maiyeti efradını Saray’ın muh­
telif odalarına saklamış, taarruza hazır bir vaziyet almıştı...
Nihayet kararlaştırılan günde Sultan Mahmud, Sofa KÖşkü’ne
geldi. Kırım Hanı ile ve Şeyhülislâm ile görüştü. Han’la beraber
Şeyhülislâm huzûrdan çıkınca, Halil Ağa’ya işaret ettiler. Bütün as­
kerler, Revân Odası’na hücûm eylediler. Halil Ağa, Revân Odası’na
girer girmez Patrona’nın üzerine atılmayı kahramanlığına yakıştır­
madı, birdenbire :
— Yeniçeri Ağası olacak herif kimdir?., diye bağırdı.
102
Patrona, bu galeyan üzerine derhal yerinden fırladı; palasına
davranmak istedi; fakat bir kılıçta kolu parçalandı; bir, iki dakikalık
fecî, gürültülü, can-hırâş bir tepinmeyi müteakip kanlar içinde yere
yuvarlandı.
İçeride Patrona’nm ölüsü yerlerde sürüklenirken, dışarıda Muslu’nun işi bitiriliyor, eşkıyadan ele geçenler, birer birer, kılıçla,
hançerle temizleniyordu. O suretle ki, Arslanhâne ile Revân Odası
dahilinde bu icraat ifa olunduğu sırada, Bâbüssaâde ile Ortakapı ara­
sında bekleyen âsilerin hiç bir şeyden haberi olamıyordu.
Sonra sıra onlara geldi. Hepsi de hıl’at giydirilecek diye Bâbüssaâde’den içeri alındı, vücutları birer birer ortadan kaldırıldı. Diğer
taraftan sarayın kapıları azîm bir velvele ile kapandı. Eşkıya’ya tâbi
olanlar, me’yûs ve nevmîd, hepsi de adalet silâhı altında parçlandı.
O sırada, ânî bir gürültü peydâ eden bir silâh sadâsından havf ve deh­
şet içinde kalan eşkıya, olanca kuvvetleriyle kaçmışlar, bu felâket
haberini Etmeydam’ndaki arkadaşlarına haber vermişlerdi.
Milletin Büyük Sevinci
Artık bütün Saray halkı pencerelere üşüşmüşlerdi. Eşkıya ölü­
leri birer birer dışarıya çıkarılıyor, Bâb-ı Hümâyûn önüne, Sultanahmed Çeşmesi’nin taşlıkları üzerine seriliyordu. Saray’da bu faaliyet
hükümfermâ olduğu sırada, Etmeydanı’nda da tedricî bir surette eş­
kıyadan bir fert kalmamıştı. Menfaat ve intikam peşinde koşan bu
sefil kalabalık, artık me’yûs ve kemâl-i nevmidi ile dağılmışlardı.
Saray’da azîm bir sürür hüküm-fermâ olmaya başlamıştı. Herkesin
simasında bir neş’e ve bir beşâşet görülüyordu. Vüzerâ ve devlet
erkânı, Sultan Mahmud’u parlak muvaffakiyetinden dolayı tebrik
ediyorlardı. Ertesi gün, vatanın güzîde şairleri manzumeler yazıyor­
lar, Sultan Mahmud’un gazâsını tebcil ediyorlardı. Bazıları milletin
halâsına tarih düşürdükleri gibi, şair Fsîhî de duygusunu halka şu
suretle anlatıyordu:
Etdiler Yeni Saray içre gazây-î ekber
G uyyâ hûn-i adû oldu o yerde b ir rûd
Kırıcak zorbaları dedi Fasîhî târih
«Arşa asdî bu kılıcın yed-i Sultan Mahmûd»
Sultan Mahmud bu muvaffakiyeti kazandıktan sonra, eşkıyayı
teşvik eden hocaları nefyetti. Orduya yeniden ağalar nasbeyledi.
103
Sonra umum erkân-ı askeriyye, ağalara, odabaşılara ve yeniçerilere
hitâben yazdığı hatt-ı hümâyûn’da cümleye itâat ve inkıyâd, asâyiş
ve sükûn tavsiye etti.
Birinci Mahmud bu hatt-ı hümâyun’u neşreyledikten sonra, or­
dunun intizamı te’miıı edildi. Dükkânlar açılmaya başladı. Adalet
kuvveti, bütün felâketleri bertaraf etti...
Artık eşkıya cemiyetini idare edecek, onları isyanlara teşvik ey­
leyecek bir fert kalmamıştı. Vâkıa Etmeydanı’nda toplanan Patrona
cemiyeti, reislerinin intikamını almak için cür’et göstermek istemiş­
lerdi. Fakat âsilere karşı asker sevk edilerek, vatanı, menfaat ve in­
tikam, garaz ve ihtiras uğrunda haftalardan beri iğtişâş içinde yaşa­
tan zorbalar kılıçla, kurşunla tepeletilmiş, İstanbul, eşkıya vücudun­
dan kurtarılmıştı.
Şimdi, memleket için yeni bir terakki devri hazırlamak lâzımdı.
Filhakika, Yirmisekizçelebi-zâde Said Mehmed Efendi gibi diplomat­
lar, Subhî Efendi gibi müverrihler, Topal Osman Paşa gibi muktedir
ve faal seraskerler, ordunun ve Türklüğün haysiyetini yükseltecek
faaliyetlere başladılar. Lâle Devri’nin müzehher ve mülevven gün­
leri herkesin gönlünde açı bir hâtıra uyandırıyordu. İbrahim Efendi’
nin matbaası bir müddettenberi kapalı kalmışken, metrûkesinden
satın alındı; büyük bir faaliyetle kitaplar basılmaya başlandı. Hattâ
Yalova’da bir de kâğıt fabrikası açıldı. Bir taraftan kütüphaneler te­
sisi ile marifet erbabı teşvik ediliyor, diğer taraftan ordularımız
İran ve Macaristan içlerinde muzafferiyetler ihrâz eyliyordu.
Türk siyaseti bu devirde parlak bir vazife ifa etmiye başladı.
Memlekette huzur ve asâyiş takarrür etti. İstanbul halkı, türediler
elinden kurtuldu. Herkes işiyle, gücüyle meşgul oldu. Devletin hay­
siyetini kıracak isyanlardan artık eser görülmedi. Türkiye; Almanya
ve Rusya imparatorlukları ile tek başına yaptığı harbi kazandı ve
parlak Belgrad Muahedesi’ni imzaladı.
Lâle Devri’niıı Son İzleri
Sâdâbâd ziyafetleri tekrar başladı. Gene eskisi gibi elçilere^
beyzadelere parlak ziyafetler verildi. İstanbul halkı felâket ve mu­
sibeti pek çabuk unutmuş, herkes zevk ve safâsma koyulmuştu. İb­
rahim Paşa’nm mutantan saltanat kayıklarına, saray halkının sır­
malı ve ipek esvaplarına mâkes olan sahiller, gene şevk ve neşât için­
104
de medîd terâııelerle çınlıyor, Defterdar Bahçeleri’nin gönül açan
tarhlarını süsleyen rengin lâleler, İbrahim Paşa Devrinin rengin
birer hâtırası gibi, hisli gönüllerde sönmez teessürler uyandırıyordu.
İbrahim Paşa’yı kimse unutmuyordu. Onun o acınacak hâline
destanlar bile yapılmıştı:
Perşembe gün kopdu b ü yü k kıyamet
O taklarım cüm le oldu harabe
Leşimi çıkardı b ilin araba
Uryân o lup kaldığıma ağlarım.
★
On üç yıld ır ben de etdim vezâret
Bunca evkaaf yapdım etdim akaaret
Lâyık m ıdır bana bunca hakaaret
Hakaaretle öldüğüm e ağlarım.
★
Varın söylen oğlum giysin karayı
Çırağlarım gitsin beni arayı
Harâb olsun Üsküdar'ın sarayı
Düşmanlara kaldığına ağlarım.
★
Yaşa Sultan M ahm ûd tahtınla yaşa
Fermanın yürüsün dağ ile taşa
Öksüz kaldı oğlum Mehem med Paşa
Anın yetîm kaldığına ağlarım.
★
imdâd edin bana Kırklar Yediler
İbrahîm Paşa'ya «maktûl» dediler
Leşimi cümle köpekler ye diler
Namazım kılınm adığına ağlarım.
...Lâle Devri’nin uzak ve hazin hâtıraları kalpte elim hüzünler
uyandırıyor, içli insanların dudaklarında, Nedim’in şu mısrâları dö­
külüyordu :
Bir nîm neş'e say bu cihanın baharını
Bir sâgar-î keşîdeye tu t lâlezârını»
★
105
Ahmed Refik Hoca’nın üslûbundan örnekler vermek amacıyla
bir makalesine daha yer veriyoruz burada88. îkinci Viyana Kuşat­
masında (1683) Osmanlı Ordusunu sırtından bıçaklayanlar arasında
bulunan ve hatta başta yer alan (Sobyeski)’yi anmak için Avrupa’da
şenlikler düzenlendiği sırada Hoca’nın durmasına imkân var mı?..
Lehistan’ı yıllarca Ruslara karşı korumuşuz, Macarlan da Avustur­
yalIlara karşı. İkisi de egemenlikleri için savaştıkları sırada mağlup
olmuşlar, komutanlarıyla, askerleriyle yurdumuza sığınmışlar. Her
türlü dış baskıyı bir tarafa iterek onları bağrımıza basmışız. Bakım­
ları temin edilmiş. Ünlü komutanlarından bir kısmı müslüman ola­
rak Osmanlı Ordusunda görev dahi almış. O günler unutulmuş.
Unutmayan Hoca, o günleri dile getiriyor:
«Sobyeski’nin Nankörlüğü
Sobyeski’nin, Türk Ordusu’yla kuşatılan Viyana’nın imdadına
koşması, tarihte nankörlüğün feci bir örneğiydi; bugün yirminci
yüzyıl Lehistan’ının, Türkler’in Lehistan ile münasebetlerinin bütün
belgelerine şahit olduğu halde, aym örneği izlemesi, ondan daha fe­
cidir.
Lehistan, yüzyıllarca Türk himayesi altında yaşadı; Avusturya’
mn, Rusya’nın tahakkümkâr pençesinden Türk’ün satveti ve Türk’
ün kılıcı sayesinde kurtuldu ve bugünkü mevcudiyetini de ancak
o sayede idame edebildi. Türk İmparatorluğu’nun smırı Adriyatik’
ten Hazar Denizi’ne, Umman Denizi’nden Fas sahillerine, Budapeş­
te’nin kuzeyinden ekvator önlerine dayandığı zamanlar, Moskof Kralı
Müthiş İvan’m, Avusturya İmparatoru Maksimilyan’ın zulümkâr ta­
hakkümünden Leh Milletini kurtarmak için Sokullu Mehmed Paşa
Lehistan’a şu hükmü yollamıştı :
(Leh Beylerine ve piskoposlarına hüküm ki,
Kralınız öleli hayli müddet mürur edip henüz bir kral kabul ve
ihtiyar olunmayıp tehir ve tevakkuf olunduğu aşitane-i Devlet-i Aşiyaneme avdet etmek üzere olanlardan biri kral nasbolunmak m ü­
nasip görüldüğü ilâm olundu. İmdi bu makule hususa rıza gösteril­
mek Memalik-i Mahrusa serhatlerine dahil ve teacvüz olunmak m ü­
lahazasıyla cadde-i sadakat ve ihlâstan udul ve inhiraf edip tariki
fitne ve fesada salik ve zahip olup kabahat ve şenaate kast ve niyet
88)
106
Ahmed Refik. «Sobyeski’nin nankörlüğü». Cumhuriyet, 18.9.1933.
etmektir. Öyle olsa, vilâyeti mezbure Memalik-i Mahrusa-i hüsrevanem civarında vaki olmağın vilâyeti mahmiye-i padişahanem mül­
hakatından ad ve kıyas olunmağile âbaikiram ve ecdadı izamım za­
manı şeriflerinde vilâyeti mezbure enzarı inayeti aliyelerile manzur
olmaktan hali olmayıp ol canibe kasti mazarrat ve hüsran idenlerin
def’i zarar ve küzentleri hususlarında babı ihtimamda dakika fevt
etmeyip siyaııet ve himayet edegelmişlerdir) (fi 7 zilkade 980, 1572).
O
sırada Müthiş îvan’la İmparator Maksimilyan, Lehistan’ın is­
tiklâlini imha edeceklerdi. Müverrih Alber Sorel diyor k i : «İmpara­
torun arzusu Lehistan’ın taksim edilmesidir. Polonya tacı imparato­
ra, Litvanya büyük prensliği Moskova Çarı’na verilmeli, her ikisi de
Türkiye Hükümdarına ve Tatar Hanlarına karşı birleşmelidirler.»
(Şark meselesi, s. 18).
Türkler, Lehistan’ı bu felâketten kurtardılar. Oraya Fransız
Kralı Dokuzuncu Şarl’ın anası Katerin dö Medici’nin ricası üzerine
küçük oğlu Hanri dö Valuva’yı Kral tayin ettiler. Hattâ kendisini
Lehista:n’a kadar tehlikesizce götürüp tahtına oturmak için geçeceği
yollardaki bütün sancak beylerine emirler gönderdiler. Bilhassa yeni
Lehistan Kralına bir hüküm yazarak, kendisine Varşova yolunu da
tarif ettiler.
(Krallığınıza vâsıl ve mülâki olmanız hususlarında lâzım ve m ü­
him olan tedarikte kemayenbaği bezli ihsanı bîpayan mukarrer ve
muhakkaktır. Eğer Dobrovnik’ten geçip gitmek münasip ve caiz gö­
rülürse febiha. Ve illâ Zadra semtine tevcih eyleyip Kilis ve Bosna
vilâyetlerinden geçip varmak lâzım olur. Zikrolunan tariklerin her
kangısından gitmek âsan mülâhaza olunursa ol tarafa teveccüh edip
berveçhi müsaraat vilâyeti mezbure dahil ve vâsıl olmak babında
dakika fevt olunmaya). Fi şaban, 981 (1573).
Hanri dö Valuva, Lehistan tahtına oturdu. Fakat kardeşinin ve­
fatı üzerine, Fransa tacını Lehistan tacına tercih etti. Leh Krallığı
münhal bir halde kaldı. Türkler, Lehistan’ı Çar İvan’ın, İmparator
Mâksimilyan’m ihtirasından gene kurtarmaya muvaffak oldular. .Çar’a
karşı Tatar Hanı’nı, İmparator Maksimilyan’a karşı da Budin (Bu­
dapeşte) Beğlerbeği Vezir Mustafa Paşa’yı bütün «Rumeli Beğlerbeğleri ve akıncı taifasıyla, Tamşıvar Beğlerbeğini de sancak beğleriyle»
memur ettiler. İkisi de yerinden kımıldayamadı. Türkler, krallıkları
birkaç yıl münhal kalan Lehlileri, serhat beylerinin akıncılarıyla
muhafaza altına aldılar ve nihayet kendi idareleri altında bulunan
Erdel Beyi Batori İştuan’ı Lehistan’a Kral nasbeylediler.
107
Lehistan, yüzyıllarca Türk’ün himayesi sayesinde yaşadı. Niha­
yet, Osmanoğulları’mn sefahat ve cinnetleri, Türk kanıyla ve Türk
kılıcıyla alınan muazzam ülkelerin parçalanmasına sebep oldu. Ana­
dolu, zulüm altında inledi. Rumeli, haçlı zihniyetini taşıyan insanla­
rın ateşlerine göğüs gerdi. Türk, cibilliyetinde meknuz (gizli, saklı)
dehasını gene muhafaza etti. Kara Mustafa Paşa ile beraber gene
Viyana önlerine kadar gelmeye muvaffak oldu. Satvetini, mertliğini
gene gösterdi. Lehistan’ın feci ihaneti karşısında, bu sefer yeni bir
ihanetin de kurbanı oldu: Tatar Hanı Murat Giray’m ihaneti... Ser­
dar, Belgrad’a kaçtı. Ordu, Kahlenbergh’ten çekildi, fakat Parkanyd’e
durdu. Düşmanla, gene merdane çarpışmaya başladı. Türk’ün m üt­
tefik düşmanlara karşı kanlı savaşları, yıllarca sürdü. Budin müda­
faası bu müselsel ve azimkârane müdafaaların parlak bir destanıdır.
Orada, on yaşında bir Türk çocuğu kendini iplere bağlatarak surlar­
dan indi ve düşmanın çarhıfeleklerini89 Budin surlarının içine al­
maya muvaffak oldu. Orada Kara Mehmed Paşa, top serpintilerinden
hurdahaş vücuduyla Türk askerini zaferlere teşvik ederek can verdi.
Orada, kahraman Abdi Paşa, güzel Budin’in Bec kapısı önünde
çarpışan Türk askerleriyle beraber ebediyete kavuştu. Türk idare­
sinde yaşayan Budin’in parlak güneşi, son olarak onun nasıyesini
(alın) aydınlattı. Türkler, Budin’e yandılar. Onun hasretini yıllarca
çektiler:
Çeşmelerde aptes alınmaz oldu,
Camilerde namaz kılınm az oldu.
M am ûr olan yerler hep harap oldu,
A ldı nemçe bizim nazlı Budin'i!.
Diye yandılar, yakıldılar. Orası, hakikaten bizim ve Türk ırkının
nazlı Budin’i idi. Salankamen, Zenta, Tisse ve Tuna vadileri hep
Türk kanıyla boyandı, nihayet Karlovitz sulhü, tamam on altı sene,
kan ve ateş içinde sürüp giden bu mücadeleye nihayet verdi. Leh
Kralı Sobyeski’nin ihaneti, Türk’ün azmini ve celâdetini bir kere
daha göstermesine parlak bir vesile teşkil etti; fakat o. milletini ve
devletini ne çar’larm zulmünden, ne de çar’ların ihtirasından kur­
tarabildi.
89)
Çarhı-Felek: Kale kuşatmalarında kullanılan ve çam ağacından
yapılıp kale içindekilerin attığı o zamanki top tanelerine dayanabilen bir
tür taşınabilir siper. Kaleye yaklaşmak için de kullanılır.
108
Yarım yüzyıl sonra (3 şevval 1182, 1768) Türk devlet adamları,
BabIâli’de, ellerine sunulan bir arizayı (bir büyüğe sunulan yazı)
okuyorlardı. Altında üç imza vardı:
Potaşky, Karaşensky, Antuvan...
Arizanın divan tercümanları tarafından Türkçeye çevrilen örne­
ği şöyle idi.
(İşbu arzuhalimiz, cümle Leh cumhurunun müttefikleri tarafın­
dan olup, ve ancak ümit ve istinadımız asakiri ııusratı peyker tara­
fından bizlere himayet ile merhamet ve inayeti hazreti tacidariye
mazhar olmamızdır. Ve düşmanlarımız ile muharebe ve mukateleye
hazır ve âmade ve asakirimizi ne gûna emir ve ferman buyurulur
ise ana göre amel edeceğimizi ve Devlet-i Aliye’yi ebediyüldevamm
düşmanını düşman ve dostunu dost addettiğimizi işbu taahhüdü havi
arzuhalimiz ile hâkipayi merhamet bahşlarına ifade ve inha eylemişizdir) (14. recep, 1182, 1768).
Tamam on altı sene, Viyana surlarından Niş ovalarına kadar,
Türk kanının dökülmesine sebep olan Leh kahramanı Sobyeski’nin
ülkesine gene kimler hücum ediyordu?.. Ponyatovski’nin dildadesi.
Çar Müthiş İvan’m tahtında oturan, Alman kızı dilber Katerina...
Türkler’in bütün bu meselelerden haberi vardı. Leh Kralı Üçün­
cü Ogüst ölmüştü. Çariçe Katerina, Lehlilerin istiklâlini mahvetmek,
oraya kral nasbettirmemek istiyordu. Hattâ Lehistan’a asker bile
sokmuştu. Katerina’nın maksadı oraya üftadesi (düşkün âşık) Ponyatovski’yi' kral yapmaktı. Hadisenin daha ilk zamanlarında Lehliler
Tiirklere müracaat etmişler, «müptelâ oldukları müzayakadan tahlislerini» rica eylemişlerdi. Sebebi vardı: Çünkü Türkler Karlovitz
(Karlofça) barışından beri gene Lehlileri himaye ediyorlardı.
1711’de Petro’nun Prut felâketinden sonra, Rusya ile aktedilen
ahitnameye (Rusya askerinin derunu memleket-i Leh’te ikamet ey­
lememesi ve hasbeliktiza bazen bir miktar Rus askeri duhul ederse
dahi derhal itmamı maslahatberle huruç eylemesi) noktalarını dercettirmişlerdi. 1739 Belgrad ahitnamesinde de : (Şurutu mezkûre kemafissabık mer’i ve muteber tutulmak üzere kıdemine itibaren alâhalihi terk) ettirilmişti. Türkler, Lehliler’in ricasını bu sefer de kabul
ettiler. Lehistan’ın istiklâlini korumak için Rusya’ya harp ilân ede­
ceklerini bildirdler. Hattâ «Leh cumhuru (halkı) dostları canibine»
yazdıkları kâğıtta: «Devlet-i Aliyye’ııin muradı, Leh cumhuru dost­
larımızı ve reayasının Rusyalu’nun tasallutundan himayet ve vika109
yet idüğünü» de yazdılar. Buna Lehliler de çok memnun oldular.
3 şevval 1182 (1768) tarihli arizalannda: (Cumhurumuzun sıyaneti
için canibi Devleti Aliyye’den her ne gûna emir ve irade-i seniye buyurulursa mütabaat (uyma) edeceğimizi ve bu takrip ile asakir-i
îslâmiye Lehlû askeriyle ittifakan düşmanımız olan Moskoflu’nun
aduvvane (düşmanca) hareketini defedecekleri muhakkaktır...) diye
yazdılar.
1848’de Macarlar AvusturyalIlara, Lehliler Ruslara karşı istiklâl­
lerini kurtarmaya çalıştıkları zaman, başlarında iki büyük adam
vardı.
Kossuth, General Bem.
İkisi de düşmanlarıyla başa çıkamayınca Türk topraklarına sı­
ğındılar. Türkler, bu iki istiklâl kahramanını himaye için Rusya’ya
karşı harp ilânına karar verdiler.
Meclisi vükelâda, mazbatası bile yapıldı. Abdülmecid de hattı
hümayun ile tasdik etti. Türkler, onları topraklarında yaşattılar, ve
beslediler. General Bem, Türk kahramanları arasından ayrılmak is­
temedi. Dinini bile değiştirdi. Murad Paşa oldu. Nihayet Halep’te
öldü. Türkler onun kemiklerini, daha dün vatanının toprağına hür­
metler ve teessürlerle yolladılar (Bkz. bib. sayı. 375). Ne garip te­
zat!.. Bugün de Bem Murat Paşa’nm vatandaşları Türk’ün matemi
içinde Sobyeski’nin şerefine yapılan şenliklere murahhas gönderiyor­
lar!..
Sobyeski’nin belâhetini (bönlük) anlamak isterseniz, karısı Mariet’te yazdığı mektuptaki şu satırları okuyunuz :
«Sadrazam, karşı duramayacağını anlayınca, oğullarını çağırmış,
hüngür hüngür ağlamış. Tatar Hanına: (Kabilse beni kurtar) demiş.
Han da: (Leh Kralını biliriz. Ona karşı nasıl durulur?.. Kaçmadan
başka çaremiz yoktur.) demiş.
Zavallı Sobyeski!..»
Hoca; şenliklere heyet gönderenlere istedikleri cevabı vermiş ol­
manın huzuru içindedir artık.
★
1933 yılı, batı’daki dostları! bir tören yapma hevesine sürükler.
Bir kısım basın da buna önayak olur. Törenin adı «Viyana Kuşat­
110
masının 250. Yıldönümü Şenliği» dir. Diğer bir deyimle; 1683’te Osmanlı Devleti ile Avusturya imparatorluğu arasında başlayıp, Haç­
lılar Savaşı’na dönüşen İkinci Viyana Kuşatması’m ve bozgununu
(12 Eylül 1683) anmadır. Tören hazırlıklarına bir takım din adam­
larının karışması, bir takım sahte belgelerin elden ele dolaşıp yayın­
lanması karşısında, Viyana önünden çekilen ordunun içinde yaşayan
Hoca yine kalemini alır eline. Bu tarih bilgisinden yoksun kişilere
gerekli cevabı belgelerle vermek gerektir.
«Avusturyalılar’ın Sahte Vesikaları50
Her milletin genci, o milletin bel bağladığı kuvvetlerin en dinci­
dir. Her milletin ordusu, onun şen ve mesut yurdunun yegâne koru­
yucusudur.
Biri halin, öbürü istikbalin sarsılmaz ve yenilmez kuvvetleridir.
Onların ruhunu mazinin mefahiriyle (övünülecek şeyler) kuvvetlen­
dirmek lâzımdır. Fakat bu mefahiri ispat edecek belgelerin hakikî
olması, ve ilim âleminde de kabul ve tasdik edilmesi lâzımdır. Mazi
tarihten başka bir şey değildir. Fakat tarih, sahtekârlığı hiç bir za­
man kabul etmez; onu belgelerin kesin baskısı altında ezer. Avustur­
ya tarih uzmanları bunu pek güzel bilirler; fakat gariptir ki, 1688
senesindenberi Viyana müzesinde Kara Mustafa Paşa’nın kafatası di­
ye âleme sergiledikleri bir kemik parçasının doğruluğunu incelemek
ve belgelemeye bir türlü yanaşmazlar!.. Viyana’nın Türkler elinden
kurtuluşunun 250 nci yıldönümü münasebetiyle o kafatasını belge­
ler neşteriyle biz teşrih edelim :
1688 senesinde ,eşkıyalıktan serdarlığa gelen Yeğen Osman Pa­
şa, Öküzöldüren Ahmed Paşa’yı Belgrad muhafazasına tayin ettiği
zaman, maiyetinde pek az kuvvet vardı. (Rumeli askeri ekalli kalil
olmağın bir veçhile takat getürmeyüp bozuldu) (Silâhtar tarihi, cilt
2, s. 372).
AvusturyalIlar, Belgrad’ı aldılar. Fakat şurasını kaydetmek lâ­
zımdır ki, Kahlenberg gününden sonra Türklere yapılan sefer, on
yedinci yüzyılda hazırlanan bir haçlı seferiydi. Katolik kilisesinin kızı
Versailles sefahatinin ıstırabiyle inliyor,. Saint-Pierre’in makamını
Papa Onbirinci Innocent işgal ediyordu.
Zirini Ilona, Munkaç kalesini kurtarmak ıstırabile heyecanlar ge90)
Cumhuriyet, 1.10.1933.
111
girdiği sırada Belgrad katolik papazlarıyla doldu. Onlar ellerine haç
alarak Türkler’in karşısına çıkamadılar; fakat sırtlanlar gibi uğraşa­
rak Türk toprağından bir kafatası çıkardılar.
Bu kafatası, kimin kafatasıydı?..
Bulanın adresini çok güzel biliyoruz: Gran piskoposu Leopold
Kardinal von Kolloniz. Çok zeki adammış!..
Bulunan kafatasının veziri âzam Kara Mustafa Paşa’nın kafatası
olduğunu ispat için bütün katolik papazlarının şehadetiyle bir hüccet
yazmış. Bu hüccet, bugün, o kafatasının en kıymetli bir belgesi ol­
mak üzere Viyana müzesinde saklıdır. Belge, eski Alman diliyle
yazılmıştır. En önemli noktası, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nm
Belgrad’da sahte peygamber Muhammed için cami yaptırmış olma­
sından sözetmesidir. Cümle aynen şudur :
(Villen für die Mosche am zu Belgrad, so der gross Vezir dem
falschen Propheten Mohameto zu Ehren gebaut.)
Belgrad’da Kara Mustafa Paşa Camii yoktur. (İstanbul’da ve
Galata’da ve Edirne’de ve Cidde’de cevami ve mesacit ve çeşmeler
inşa ve mas’katı re’si olan Merzifonu cevami ve bezazistan binası ve
mai lâtif icrasıyla ihya) eylemiştir. (Raşid tarihi, cilt 1, s. 432). O
cami, Elhaç Mustafa Paşa’nın camisidir.
Katolik papazlarının, mezarlar deşerek çıkardıkları kafatası da,
onun kafatasıdır. İki yüz bin Türk’ün başına geçerek Viyana önlerine
gelen ve Habsburglar’ın saltanatını yıkmak isteyen veziri âzam ve
serdarı Ekrem Kara Mustafa Paşa’nm kafatası değildir. Fakat onlar,
yalnız Kara Mustafa Paşa’nm kafatasını bulmamışlar!.. Daha neler
bulduklarını Kari Taifel’den dinleyelim : (Viyana şehir esliha müze­
sinde Kara Mustafa Paşa’nm kafatasıyla beraber ipek kement ve
Türk yazılariyle müzeyyen kefeni, Türk ağniyasının mezarına hedi­
ye ettikleri şeyler hep saklıdır), (s. 551).
1683 yılında ölen zavallı Kara Mustafa Paşa’nm 1688 yılına kadar
demek kefeni hâlâ çürümemiş!.. Fakat ipek kement! Onu da Kara
Mustafa Paşa ile beraber gömmüşler demek!..
AvusturyalIların Kahlenberg günü şerefine Papa On Birinci İnnocent’e takdim ettikleri bir vesikaları daha var. Türkler’in başsancağı (Hauptfahne)! O devirde, Türkler’in başsancağı, sancağı şerifti.
O sancak, Kara Mustafa Paşa’nm başı ile beraber İstanbul’a getiril­
miştir. Sancak, Topkapı Sarayında saklı.
112
Kara Mustafa Paşa’nm başı da, gene İstanbul’da, Irgatpazarı’nda
medfundur.
Olaya bizzat şahit olan Silâhtar Mehmed Ağa bunu açıklıkla an­
latıyor :
(Muharremin yirmi beşinci günü Kapucular kethüdası ahşam
üzeri Belgrat’tan gelüp sancağı şerif ve miftahı Kâbe ve mührü hü­
mayun ve sadrı sabık Mustafa Paşa’nm ser’i maktuun getürüp Ha­
rem kapısı önünde Darüssaade Ağasına teslim ve ol dahi içeru hu­
zuru hümayuna götürüp gösterdi. Ve sancağı şerif ve miftahı Kâbe
hâzineye isal ve kelle-i bi-devlet-i İstanbul’da Irgatpazarı’nda bina
eyledüğü türbesinde defnolunmasma ferman buyurdu). (Silâhtar ta­
rihi. Cilt, II, s. 123)».
Her dönemde tazeliğini koruyan, yeni tarih dergilerinde daha
ayrıntılı bilgilerle işlenen bu konu hakkında Hoca’nm yazdıkları bu
kadarla bitmiyor.
★
Gazetelerde çevirmen, yazı işleri müdürü, İkdam, Millet, İttihat
Dersaadet... daha bir çoklarında çalışan, 31 Mart olayında gericiler
tarafından şiddetle aranılan Ahmet Refik’i, bir gazetecinin, Ankara
Caddesi’nin anılarla dolu renkli kalemi, merhum Enis Tahsin Til’den
dinleyelim :
«Ahmed Refik, Meşrutiyet’in ilânından sonra gazeteciliğe baş­
ladı. İlk vazifesi (İkdam) ’da fransızca mütercimliğidir. O zamanlar
gazetelerde iki fransızca mütercimi bulunurdu. Bunlardan biri asıl
mütercim, İkincisi çömez vaziyetinde idi. Çömez, fransızca gelen ajans
bültenlerini, bir de (karşı gazeteleri) denilen ve Beyoğlu’nda çıkan
fransızca gazeteleri tercüme edilmek üzere asıl mütercimin çizdiği
haberleri Türkçe’ye çevirirdi.
Ahmed Refik, iptida çömez vaziyetinde idi. Asıl mütercim, son­
raları Hariciye kısmı siyasî müdürü, Birinci Dünya Savaşı’ndan son­
ra Boğazlar Komisyonu Genel Sekreteri olan Salih Bey’di. Ahmed
Refik, Salih Bey’in verdiği işleri görürdü. Fakat lisana hâkimiyeti,
zekâsı, bilgisi ile çabuk temayüz etti. Kendisine yazı işleri müdür
yardımcılığı görevi de verildi. Yazı işleri müdürü Reşat Bey (Siyasîtarih yazarı, Darülfünun hocası) tatil yaptığı günler bu işi Ahmed
Refik görüyordu. Bir taraftan da Harbiye’deki derslerine devam
ediyordu.
113
Ahmed Refik'in gazetecilik hayatında en heyecanlı olay, 31 Mart
1325 [13 Nisan 1909] vak’asından sonra âsilerin elebaşılarının ken­
disini aramak üzere (İkdam) matbaasına gelmeleridir. Gelenler Avcı
taburlarının çavuş, onbaşılarından birkaç kişi idi. Tepeden tırnağa
kadar silâhlanmışlardı.
İkdam matbaası, o zamanlar Babıâli (Ankara) Caddesinde Reşit
Efendi Hanında bulunuyordu. Alt katta makine dairesi, birinci katta
idare ve mürettiphane, ikinci katta yazarların odaları vardı. Üçüncü
kat İkdam sahibi Ahmet Cevdet Beyin ikametgâhı idi. Gelenler Har­
biye Mektebinde hoca olan yüzbaşı Ahmed Refik Beyi arıyorlardı.
Durum derhal anlaşıldı... Rumeli’de Bulgar, Sırp, Yunan çete­
lerini takip etmek üzere Avcı taburları namı altında taburlar teşkil
edilmişti. Bu taburların teçhizatı, her şeyi çok mükemmeldi. Askerle­
rin ve zabitlerin üniformaları bile diğer askerlerden farklı idi. Ta­
burlara en yetenekli, en açıkgöz subaylar atanmıştı.
Avcı taburları Meşrutiyetin ilânında önemli bir rol oynamıştı.
Meşrutiyet ilân edildikten sonra 1293 [1877]’de olduğu gibi, Abdülhamid’in (Kanunu Esasî-Anayasa) ’yı kaldırmasına meydan verme­
mek, (Hürriyetin nigehbanı) olmak üzere Avcı taburları İstanbul’a
gönderilmişlerdi. Fakat mürteciler, gericiler, alttan alta yaptıkları
kışkırtma ile bu taburların küçük subaylarını ele geçirmişler, sonun­
da bunları ayaklandırarak Ayasofya’daki Adliye Nezaretinin bir kıs­
mını işgal eden Millet Meclisi’ni basmaya zorlamışlardı. Ayaklanan­
lar (Şeriat isteriz) diye bağırıyor, mektepli subaylara, hattâ bütün
okumuşlara karşı düşmanlık gösteriyorlardı.
Hareket Ordusu geldikten ve gericilik hareketi bastırıldıktan
sonra (Cem) 91’in yaptığı bir karikatür çok beğenilmişti. Karikatürde
elinde süngü takılı silahı bulunan bir er, bir askerî doktora soruyordu:
— Mektepli misin, alaylı mı?
Doktor şu cevabı veriyordu :
— Alaylıyım oğlum alayh... Doktor hiç mektepli olur mu?..
Bu karikatür ayaklananların ruh hâletini pek iyi gösteriyordu.
Bunlar, hürriyet taraftarı kabul ettikleri bütün okumuşlara, özellik­
91)
Cem (Cemil) 1882-1950. Türk karikatürcisi. 1910’da siyasî bir h i­
civ dergisi olan (Kalem )’i çıkarmıştır. Devrinin politika adamlarının gülünç
yönlerini yansıtmakla beraber, çizgisi daha çok bir (îllustrasyoncu) çiz­
gisidir.
114
le mektepli subaylara düşmandılar. Bu subayları yetiştiren Harbiye
Mektebi’nin hocaları tabî baş düşmanları idi. Bunun için hocaları
ele geçirmek istiyorlardı. Alımed Refik Beyin (ikdam) gazetesinde
yazar olduğunu kim bilir nereden öğrenmişler ve kendisini almak
üzere matbaaya gelmişlerdi.
Durum anlaşılınca Ahmed Refik bir tarafa saklandı; gelenlere :
—
Ahmed Refik Bey burası ile ilgisini kesmiştir, artık gazeteye
gelmiyor, cevabı verildi. Gelenler makine dairesine, mürettiphaneye
girdiler. Ahmed Refik’e benzer kimse bulamayınca yukarı çıkmaya
lüzum görmeden çekilip gittiler.
Ahmed Refik bir müddet (Millet) gazetesinde de çalıştı. Fakat
gazetecilik hayatının en önemli kısmı (îttihad) gazetesindedir.
(İttihad)’ı İzmir milletvekili Nesim Masliyah ve bazı dostlan kur­
muşlardı. Nesim Masliyah meşrutiyetin ilânından evvel Selanik’te
Ticaret Mahkemesi üyesiydi. Bu sırada İttihat ve Terakki Cemiyetine
girmişti. 31 Mart olayından sonra İttihat ve Terakki’ye tarafar, fakat
ılımlı bir gazete kurmuştu. Ahmed Refik bu gazeteye yazı işleri
müdürü oldu ve gazete yayma son verinceye kadar görevinde kaldı.
Ahmed Refik, gazetecilik hayatından çok istifade etmiştir. Eser­
lerinin herkes tarafından seve seve okunmasını gazetelerde yaptığı
staja borçludur. Ölümünden sonra (Akşam)’da çıkan bir yazıda bu
nokta, pek doğru olarak şu suretle belirtiliyor :
(Ahmed Refik, kuru can sıkıcı bir bilgin olarak kalmasını iste­
memiştir. Halka, geniş tabakalara okutmak hevesiyle kalemini kul­
lanmıştır. Tarihi kolay okunur, herkesçe anlaşılır bir tarzda yazmak
tecrübesine memleketimizde ilk girişen ve bunda muvaffak olan
Ahmed Refik’tir.
...Üstadın halk yazarı olmayı sevmesine ve halka kendim sevdirebilmesine iki esaslı neden vardı. Bunlardan birisi gazeteciliği idi.
Ahmed Refik -İkdam- da doğrudan doğruya profesyonel yazarlık yap­
mıştı. Yazısındaki tatlı üslûbu da tab’mdaki şairanelikten almıştı.)»
★
Fısıltı gazetesine konu mu ararsınız?.. Yurdumuzda tümen tümen
yaratılır. Yoksa bulunmaya çalışılır, bulunur. Atatürk’le Ahmed Refik
arasında geçmiş bir konuşma, konuşmalar olmuştur. Fısıltı gazetesi
115
bunu işledikçe işlemiştir. Kitabımızı hazırlarken bazı dostlarımız sor­
dular bu konuyu bana.
— Onu da yazacak mısın?., diye.
Dokunulmaz bir konu olarak görüyorlardı bunu. Halbuki kapalı
olan, kilidi olan, kapısı sıkı sıkıya örtülen her yer, her şey, gizlice
bakma, gözetleme, araştırma merakını deşerdi. Madem ki Hoca hak­
kında bir kitapçık hazırlanıyordu, bu konu da kitabımızda yer alma­
lıydı.
Atatürk ile Hoca arasında ne geçmişti?.. Fısıltı gazetesine göre;
kulaktan kulağa, dudaktan dudağa abartılarak anlatılan olaya göre
Büyükada Yat Kulüp’te Atatürk ile Ahmed Refik arasında geçen ko­
nuşmalar vardır. Olaya tanıklık edenler, tanıklık etmek zorunda ka­
lanlar, yakında uzakta oturanlar, kendi açılarına göre gördüklerini
ve duyduklarını anlatmışlardı. İnsan hafızası, akılda tutma yetene­
ğinin de belli bir ölçüsü vardı. Zaman; gördüklerine, duyduklarına,
düşündüklerini de görmüş gibi ekleyebiliyordu. Bu olaylara Atatürk
ile ilgili bir kısım kitaplarda, anekdot yapıtlarda da yer verilmişti
tarihini işlemeden92.
«Ata, Büyükada’da... Anadolu Kulübü’nün bahçesine bakan taraçasında hazırlanmış bir sofra... Konu, Türk’ün tarihinin ne vakit
başladığıdır. Bu sırada sofraya davetsiz bir misafir yaklaşıyor; vü­
cudunu masaya doğru eğiyor, oturanların başları üzerinden elini uza­
tarak Ata’nın elini sıkmaya çalışıyor, fakat kolu yetişmiyor. Ata :
— Bir yer bulunuz, oturunuz... diyor.
Bu kişi, tarihçi Ahmed Refik Bey’dir. Gazi’nin tam karşısına
isabet eden sandalyeleri sağa sola iterek kendisine yer temin ediyor.
Ve Ahmed Refik Bey’in eli dolu kadehle birlikte Atatürk’e uzanıyor :
— Şerefe...
Birer ve ikişer dakikalık aralarla ikinci, üçüncü, dördüncü defa
kadeh tokuşturma teklifleri.
Ata’nın kaşları çatıktır. Dördüncü defa kendisine kadehini çekti
ve biraz önceki konuya dönerek Ahmed Refik Bey’e sordu :
— Türk Milleti’nin tarihi ne vakit başlar?
92)
Niyazi Ahmed Banoğlu : Nükte ve fıkralarla Atatürk. 2. bsl. İst.
1978. «Türk’ün tarihi ne vakit başlar?». 505-506 s.
116
Tarihçi bir duraklama dakikası geçirdi. Sorunun yöneltilmesin­
deki amacı anlayamamıştı. O sırada Atatürk’ün, 12 yaşlarında bir kız
çocuğunu yanına davet ederek sorduğu görüldü :
— Bu efendiye sorunuz bakalım, (Türk’ün tarihi ne vakit baş­
lıyor?). Cevap vermeye meydan kalmadan, tekrar kıza sordu :
—• Bilmiyor; sen söyleyebilir misin?..
— Paşam, Türk’ün tarihinin çok eski olduğunu öğretmenim söy­
ledi...
— Aferin... Fakat bu beylere göre, beş yüzyıl önce bir çadır
halkı ile başlarmış.
Ve sonra doğrudan doğruya Ahmed Refik Bey’e döndü :
— Ahmed Refik Beyefendi, kendinizi savununuz!..
Cevap yok... Derin bir sessizlik.
Ata’nın sesi:
— Mesele ciddidir. Kendinizi savununuz!..
Yine sessizlik... Hava elektrikli... Herkes nefes almaktan çeki­
niyor.
Tekrar Ata’nın sesi:
— O halde şu sandalye üzerine çıkınız ve tarih bilmediğinizi
itiraf ediniz...
Ahmed Refik, sandalye üzerinde, yanlış esaslara bağlanmış ol­
duğunu itiraf etti.»
Bu olaydan sonra Atatürk’ün de çok üzüldüğü yaygındır. Bir
yolunu bulup da -Ahmed Refik’in gönlünü almak için fırsatlar ara­
mış, araya çeşitli dünya olayları girmiş, sonunda bu fırsat doğmuştur
yine Ada’da ve yine Yat kulüpte.
★
Zaman geçmiş, ülkede egemen tarih anlayışı da bilimsel mih­
rakına oturmuştur. Bir olay geçmiştir ki bu, sadece Ahmed Refik
Altınay’ın meslekî hayatının değil, tarih ilminin zaferidir93...
Olay şudur : 1936 yaz mevsiminde Atatürk, Büyükada Yat Kulüp
salonlarında verilen balodadır ve vakit çok geçtir. Ahmed Refik’i
93)
Banoğlu. Aynı eser. «Sakal ve Kütüphane». Cemal Kutay’dan nak­
len. 117-118 s. Bu anıyı Sayın Kutay’dan bir kez daha anlatmalarını rica
ettik. Yazılı olarak vermek kadirşinaslığında bulundular. Teşekkür ederim.
117
senelerdir görmediğini ve devamlı Büyükadada oturduğunu hatırlar
Davet eder...
Hadise, rahmetli üstadın ölümünden sadece bir yıl önce cereyan
eder: Ahmed Refik hastadır ve değerine, himmetlerine, emeklerine
layık ilgiden yoksundur: Yatağından kaldırıldığı anda, Ata’nın huzu­
runa çıkacak şeklî vaziyette değildir, hatta traş olmaya da vakit bu­
lamamıştır. Otele geldiği zaman, Atatürk, çevresinde mutat zevat’tan
gayrı, aralarında Türk Tarih Kurumunun tanınmış İlmî şahsiyetleriyle çevrilidir ve konu yine Türk Tarihi’dir.
Ahmed Refik, yakın maziyi hatırlamış olmanın elemiyle üzgün
ve ürkektir. Gözler üzerindedir. Bu sırada, Atatürk’ün çocukluk ar­
kadaşı ve çok yakını Nuri Conker, belki de, geçmişin tekrarlanma­
ması kaygısı ile, belki de dikkatleri şekle çekebilmek için, herkesin
duyacağı kadar yüksek sesle :
— Okumaktan traş olmaya bile vakit bulamamış... Şu kitap eh­
line bakm!.. der.
Bu anda Atatürk, hemen yerinden kalkar, üstada doğru ilerler,
elinden tutar ve sağ tarafındaki Nuri Conker’in yerine oturtarak şun­
ları söyler:
— «Üstat... Siz Nuri’ye bakmayın : O bazen insanın derisindeki
kılları görür de kafasının içindeki eşsiz cevheri göremez...»
Sonra kadehini kaldırır:
— Değerli konuğumun şerefine...» der.
★
Ahmed Refik Hoca ile ilgili bir kitap hazırlamayı ve Atatürk. Ahmed Refik konuşmasını da işlemeyi düşündüğüm zaman merhum
Reşat Ekrem Koçu ile konuşmayı planlamıştım54. İstanbul’da Göz­
tepe’deki evinden çok seyrek iniyordu İstanbul’a. Son fasikülünü
yayınlayıp bittiğini göremediği çok değerli eseri «İstanbul Ansiklo­
pedisi» nin, İstanbul yakasındaki işlerini de yardımcıları görüyordu
artık. Telefonla, müsait bir gün ve saat rica ettiğimi söylemiştim.
Çalıştığımdan pazar günü benim için çok daha uygundu. Bugün gibi
kulağımda :
94)
Reşat Ekrem merhum; «Ahmed Refik. Hayatı, seçme şiir ve yazı­
ları. 1938» adlı kitabı hazırlamış (bkz. bib. no. 782) ve yine aynı heyecan
ve sevgiyle, yayınlamakta olduğu «İstanbul Ansiklopedisi» adlı değerli sü­
reli yayınının «Altınay» maddesinde (Cilt: II, İstanbul 1959, s. 732-743)
Hoca’yı yeniden yaşatmıştır.
118
— Muzaffer erken gel de bir lokma edelim!., demişti.
Bir lokma edelim!.. Öğle yemeğine ısrarla çağırıyordu beni. Öğ­
leden sonra ziyaretine gittim. Çok yaşlanmıştı artık. Kafası, anıları,
eksiksiz işliyordu Hoca’nın. Bütün ev, koridor ve odalar kitap pa­
ketleriyle doluydu. Döşemeye sıra sıra yığılmış paketleri devirme­
den, üzerlerinden atlayarak girdik oturma odasına. Kanapenin üze­
rinde, pencereden içeriye süzülen öğle güneşinin altında iki kedi
uyukluyordu. Onları rahatsız etmemeye dikkat ederek, köşedeki san­
dalyeye iliştim. Koçu da benim bu davranışımdan memnun göründü.
Reşat Ekrem Bey, Ahmed Refik’ten bir parçaydı kitabım için.
Ahmed Refik bey İstanbul Darülfünunda profesör iken, Reşat Ekrem
Bey onun muavini, bir tür doçentiydi. Koçu, çok memnun olmuştu
aranılmasından. Emekli psikolojisi içindeydi ve bu hal her davranı­
şında, her konuşmasında görülüyordu. Unutulmak, aranılmamak...
O da unutulmuşlar kervanında yer alanlardan bir kişiydi şimdi.
Odanın, koridorun duvarlarım süsleyen tablolar hakkında izahat ver­
di. Her bir resim bir tarih oluverdi birden. Kürek çeken kayıkçı Sul­
tana âşık oldu, Sultan da bu gizli sevgiyi karşılıksız bırakmadı. Hün­
kâr duydu bu olayı... Daha neler, neler. İçerideki odaya koştu. Bir
süre gelmedi. Sonra paketlerin ardından çıkardığını söylediği kuru­
larak çalınan, borulu sahibinin sesi gramofonu, büyük bir özenle ki­
tap ve notlarla dolup taşan tahta masanın üzerine yerleştirdi. Tozlu
bir plak yine özenle temizlendi. Zayıf kolu ile gramofonun kolunu
döndürmekte hayli zahmet çekti. Yardımımı istemedi, şimdi biz ma­
sanın her iki tarafına oturmuş, Münir Nurettin’den Merhum Yahya
Kemal Beyatlı’n ın :
G idelim Göksu'ya bir âlem -i âb eyleyelim
Ol kadehkâr güzeli yâr olarak p e yleyelim ...
Şarkısını dinliyoruz. Plak hayli eski, Münir Nurettin Beyin genç­
lik yıllarının sesi. Odayı yalnız Göksu dolduruyor şimdi. Merhum
Koçu’nun sabit bir noktaya bakan gözlerinin pınarlarında bir damla
yaş toplandı, biçimlendi, birkaç günlük traşsız yanağından aşağıya
kaydı.
Reşat Ekrem Koçu bir tarih yaşıyordu...
Dönen plak durmuş, odayı sessizlik kaplamıştı. Tarih dolu bir ev,
tarih dolu bir oda, Osmanlı tarihine gönül vermiş nesli tükenen bir
tarihçi.
119
Bir süre sonra o konuştu. Hakkında ne söylenirse söylensin Reşat
Ekrem Koçu Osmanlı tarihiyle dolup taşan az bulunur kişilerden
biriydi. Konuyu açtım. Bir an durdu. Gözlüklerinin ardından zekâ
fışkıran gözlerini bana çevirdi. Ahmed Refik ile geçen çalışmalarını
düşünür gibiydi.
«— Bana birkaç kez sordular. Hayır böyle bir şey olmamıştır.
Abartılmıştır.
Atatürk ile Ahmed Refik yaşıttırlar. Askerdiler. Harp Okulun­
dan çok yakın yıllarda parlak diplomalarla mezun olan kişilerdir.
Okulda dahi biribirlerini yakından tanımış olmaları mümkündür.
Ahmed Refik Osmanlı tarihine, Osmanlı hanedanına gönülden
bağlı, âşık bir kişidir. Kitapları bir tarafa, gazete ve dergilerdeki ya­
zılarım görmek, okumak yeter. Gönül vermiştir. Bu sevgiliyi bırak­
masını isteyemezdik, isteseydik de o başaramazdı.
Atatürk memlekete yeni bir tarih anlayışı getirmişti. Ahmed Re­
fik Cumhuriyet’in ilânından, Ankara’nın başkent olmasından dört yıl
sonra, 23 Nisan Egemenlik Bayramı yıldönümünde bir derginin (An­
kara Özel Sayısı)’nda, (Ankara’da Osmanlı Türklfer)93 başlıklı yazı
yazabiliyordu. Kurtuluş Savaşı’nın sürdüğü yıllarda da başta İkdam
Gazetesinde olmak üzere çeşitli gazete ve dergilerde; Söğüt’te doğan,
gelişen bir imparatorluğun hayaliyle yaşamıştı. Kalemi; Viyana’ya
doğru koşan, Nemçe ovalarında at koşturan, ak tolgalı beylerbeyini
işliyordu devamlı. Yahya Kemal Beyatlı’nm Akıncılar dizisinin,
O’nun dudaklarındaki eksilmesini bekleyemezdik:
Bin
Bin
Ak
Bir
atlı akınlarda çocuklar g ib i şendik,
atlı o gün dev g ib i bir orduyu, yendik.
tolgalı beylerbeyi haykırdı : ilerle!
yaz günü geçtik Tuna'dan kafilelerle.
İlk Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kurulduğu zaman görüşlerini ve
tarih felsefesini açıkladı: Bu görüş ve anlayış biçimi, benimsenmek
istenen tarz ve görüşle bağdaşmıyordu. Tarihî Belgeleri Tasnif Ko­
misyonu üyeliğinde kaldı ve ondan sonra devlet görevi veya belirli
mihrakların (odak) dernek ve kuruluşlarında, hizmet etmedi. Evvel­
ce olduğu gibi velût (doğurgan) kalemiyle tarihî olayları romanlaş­
tırarak toplumda tarihe olan ilgilerini derinleştiren himmetlerine de­
vam etti. O gün de aynı konular üzerinde çalışmasını sürdürüyordu.
95)
120
Hayat Mec. 1, sayı 21 (Ankara Özel Sayısı), 23.4.1927.
Orta Asya, Güneş-Dil teorisi gibi akımlar onun çalışmalarına
terş düşüyordu. Açık, kapalı kendisine bu konuda yazı yazmasını is­
teyenler, belki kraldan ziyade kral taraftarı geçinenlerden onu rahat­
sız edenler dahi vardı. Hoca da, az olmakla beraber bu konuya deği­
nen yazılar yazmamış da değildi96. Devletçe sürdürülen bu çalışma­
lara gönülden karışmamakla ve sürdürmemekle, beraber, karşıt bir
yönü de yoktu. O günleri hatırlayanlar vardır aramızda, herkes tarih­
çi kesilmişti. Her mesleğe bağlı kişiler tarih ile uğraşır görünürdü.
Ahmed Refik bir Sa’dabat tarihçisiydi. Gönlünce yazardı. Fikrini
söylemiş, hayat standardından bile fedakârlık yapması zorunluğu
önünde, bağlandığı düşünceleri feda etmemişti. Köprülü Fuad Bey,
her gün biraz daha kaybolan, silinen Hoca’yı Ankara’da sıraya soka-'
bilmek için- hayli çaba harcamışsa da, karşı taraf daha güçlü çık­
mıştır.»
★
Koçu, biraz dolaşmak ihtiyacını duydu. Çalışmalarımla ilgilendi.
Bayezit Devlet Kütüphanesi’ne katılacak olan İstanbul’da Bayezit’te
eski Dişçilik Okulu binasının oto-park yapılması için plân hazırlayan,
kütüphaneden evvel Oto-park gereklidir diyenlerin önüne kalemiyle
dikilen, çeşitli gazetelerde devrin Millî Eğitim Bakanı’na, Başbaka­
na açık mektup yazan 97 Koçu, kütüphanemiz dostları arasında başta
gelenlerdendi. Hoca, yeniden konuya döndü.
«Ada’ya çağırmıştı beni. Oradan Yat Kulübe uzandık. Birden
Kulüpte bir telâş, Gazi Paşa geliyor... dediler. Maiyetiyle beraber
geldi. Hoca, biraz çekinerek gitti masasına. Oturduğum yerden ra­
hatlıkla her ikisini de görebiliyordum. Paşa, hararetle Hoca’ya bir
şeyler anlatıyordu. El işaretleri konunun heyecanlı olduğunu göste­
riyordu. Bir süre sonra garson, Ahmed Refik Hoca’nm önüne de
servis getirdi. Karşılıklı içki aldıklarını bugün gibi hatırlarım.
Biraz sonra Hoca döndü. Çok heyecanlıydı. Esasında Hoca has­
sas bir yapıya sahipti. Anlattı Gazi’nin söylediklerini. Özetlemek ge­
rekirse, Mustafa Kemal ona şunu söylemişti; Diğer bir deyimle rica
etmişti.
—
Yeni bir devlet kurduk. Bir filiz... Ama gelişen bir filiz.
Yeni bir tarih anlayışı da getirdik. Dünyaya; uygarlığın Orta Asya’
96) Cumhuriyet. «Sümerlerin kurduğu medeniyet
14.11.1935.
97) Yeni Tanin, 7.2.1966, Cumhuriyet, 28.2.1967.
ve
tesirleri».
121
dan, Mezopotamya’dan, Anadolu’dan yayıldığını ispatlamaya çalışı­
yoruz. Kalemin bizimle olmasa bile ters düşmesin!»
9
Temmuz 1975 günü kaybettiğimiz değerli tarihçimiz Reşat Ek­
rem Koçu’nun 1971 yılının güneşli bir mart günü bana söyledikleri­
dir bunlar. Koçu’nun tanık olduğu bu sahnenin başka bir günde ol­
ması da mümkündür 97b. Bütün bunlarla beraber Ahmed Refik Hoca
da; Anadolu’da Türk Yurdu’nun savunabilmesinin, her şeyden önce
Türk halk ve hukukunun bütün dünyaya tanıtılabilmesiyle mümkün
olacağını ve bunun için de geniş çapta İlmî yayın yapılması gerek­
tiğini çeşitli yazılarında işlemiştir98.
★
Ahmed Refik’e karşıt olanlar ve bunu Cumhuriyet Hükümeti’
nin kurulmasından sonra da kapalı açık sürdürmeye çalışanlar, onun
Birinci Dünya Savaşı’nda İttihat ve Terakki’nin yanında, Fırkanın
belli başlı yayın organlarından (Millî Mecmua)’nm devamlı yazarı,
savaş bırakışmasından sonra da İttihat ve Terakki’ye karşı olanların
ön safında yer aldığını söylerler ".
Hoca’nm İttihat ve Terakki ile ne derece ilgisi olduğuna eğil­
memiz, bizi hayli konumuz dışma çıkaracağından, bu konu ile yakın
uzak yaklaşımı olması dolayısıyla basında yeralan bir haber üzerinde
durmakla noktalamayı uygun bulduk 10°.
97b) «(Reisicumhur Hazretleri Yat Kulüpte). (Gazi Hazretleri Ahmed
Refik Bey’le tarihî mesail ve matbuat erkânıyle istifadeli neşriyat üzerinde
görüşmüşlerdir.) (...Yat Kulüpte verilen Maarif Cemiyeti balosunu şeref­
lendirmişler, Reisicumhur Hazretleri masalarındaki zevat ile samimi hasbihallerde bulunmuşlar, bilhassa Ahmed Refik Bey’le tarihî mesail üzerine
görüşmüşlerdir). Birinci sayfada fotoğrafla değerlendirilmiş uzun bir haber.
Cumhuriyet, 28.7.1928.
98) Örneğin : İkdam, 12.9.1920. «Türk’e dair». Türk hukuku ve Ana­
dolu’daki hayat hakkının ancak İlmî yayınlarla m üm kün olabileceği hakkın­
da uzun bir inceleme.
99) Falih Rıfkı Atay. «Ahmed Refik». Yedig'ün. Sayı : 241. s. 13.
100) İkdam. 15.8.1919. «Garip bir taharri (arama)». Haber: Firari Halil
Paşa ile Talat Beyi arayıp bulmak için müverrih Ahmed Refik Beyin’B ü­
yükada’daki evi, oniki kişilik silâhlı bir kuvvet tarafından basıldığı. Altta
aynı sütunda : Ahmed Refik Bey’in imzasını taşıyan 14.8.1919 tarihli açık
mektupta «Olayın doğruluğu teyit edilmekte, durum ve nedenleri, büyük
bir üzüntü içinde kanunsuz bir hareket olarak kamu oyuna anlatılmaya
çalışılmaktadır.
122
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, Osmanlı împaratorluğu’nu
savaşa sokanların birer ikişer yurt dışına çıkması sırasında: Halil
Paşa ile Talat Bey’in, Ahmed Refik Bey’in Büyükadada ki evinde
güvenlik kuvvetleri tarafından araştırılması düşünülmüş ve uygulan­
mıştır. Basında yer alan haberin altında Hoca’nın bir açıklaması yer
almaktadır.
Bu haber ve cevap; bu iddiayı savunanları kuvvetlendiren ni­
telikte midir?., bilinmez.
1918’in sonları ile 1919 son yüzyıl siyasî tarihimizin kargaşa dev­
ridir. Cihan Harbi’nden yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu tarih
sahnesinden silinirken, ardından, normal günlerin mantığa zor sığdır­
dığı umut çırpınışlarını da getirmiştir. Politika yapmadan Vatanın
kurtarılamayacağını, hiç olmazsa dünya yüzünde özgür bir Türk Devleti’nin kurulamayacağına inananlar çoğalmıştır. Türk Yurdunu çe­
şitli bahanelerle yer yer işgal edenlerin karşısına, yurdun kurtarıl­
masından baŞka amaçları olmayan çeşitli kişiler, çeşitli adlarla kur­
dukları siyasî fırkalarla çıkarlar. İstanbul’da kalanların bir kısmı çe­
şitli adlarla, büyük ümitlerle dernekler, fırkalar, gizli cemiyetler ku­
rarlar. 19 Mayıs 1919 günü Samsun’da başlayan, Ege dağlarında kı­
mıldayan, yer yer birleşen kuvvetler henüz tutarlı bir komuta altında
güçlenememiştir ama... bütün yurt bir baştan bir uca kadar ayak­
tadır. Herkes kurtuluşu başka yönde ve başka yolda aramaktadır.
Tek birleştikleri; Türk birliğini korumak, vatanı düşman istilâsın­
dan kurtarmaktır.
Bu derneklerin, bu fırkaların bir kısmı, ileride daha güçlülerin
içinde eriyecek, MM Grubuna, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk
Cemiyetine katılacak. Her biri memleket için yararlı bir yol izlemek­
te kararlı olacaktır. Bütün bu olanlar; Türk Milleti’nin tehlike kar­
şısında aralarındaki her türlü anlaşmazlığı bir kenara iterek bir vü­
cut olarak birleşme yeteneğidir. Tarihimizde bu ve buna benzeyen
çeşitli örnekler mevcuttur. Kurtuluş savaşı süresince kurulan çeşitli
kuruluşlar arasında «Milli Türk Fırkası» da yer alır. Fırka’mn «Ta­
rihi îrşat Encümeni» başında Ahmed Refik Hoca da vardır IM. Der­
101)
Türk Dünyası. 54, 21.10.1919. (Millî Türk Fırkası) teşekkül etti.
Birinci sayfada büyük manşetli haber. Kurucuların fotoğrafları. Müessisler :
Ahmed Ferit (Tek) Bey, Türk Şairi Mehmed Emin (Yurdakul) Bey, Akçoraoğlu Yusuf Bey, Darülfünun Müderrislerinden Mustafa Zühtü Bey, Ham ­
dullah Suphi (Tanrıöver) Bey, D arülfünun müderrislerinden müverrih A h­
med Refik Bey, Hilâliahmer murahhaslarından Doktor Hikmet Bey, D arül­
fünun muallimlerinden İzzet Bey, gazeteci Ragıp Bey, Türk Dünyası başya-
123
nek bir süre sonra Anadolu ve Rumeli Müdafaâ-i Hukuk Cemiyeti
kurulduktan sonra kendini fesheder ve Milli Türk Mücadelesindeki
kuruluşlar arasında kaybolur.'Anadolu İhtilâli de 29 Ekim 1923’te
Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birinci aşamasını za­
ferle sonuçlandırır.
-k
Kurtuluş Savaşı’nm devam ettiği sırada İstanbul’da kalanlar,
Kurtuluş Savaşı’nı kazananların, Anadolu İhtilâlini başarıya ulaştı­
ranların bu sonucu bir buket, bir paket gibi saraya getirip sunulaca­
ğından emin olanlar, olmayanlarm, hilâfetin dokunulmazlığını sa­
vunmakta yarışanlar, bir kısım halkın tutuculuk ve gericilik fikir­
lerini sömürme j^olunu arayanlar (Tarikat-ı salâhiye) adı altında giz­
li bir cemiyet kurarlar.
Kurtuluş Savaşı sırasında çalışmalarını gizli sürdüren bu gizli
cemiyet, 10.11.1923’te İstanbul Barosu Başkanı Lütfü Fikri Bey’in
(Şimdi hilâfet meselesi) başlıklı yazısının Tanin ve ondan naklen ba­
zan Nebizâde Hamdi Bey. Çok değerli araştırıcı Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya «Türkiye’de Siyasî Partiler. 1859-1952» adlı eserinde bu fırka hakkında
(s. 441 dv.) aşağıdaki bilgiyi vermektedir :
9 Aralık 1335 [1919] tarihinde kurulmuştur. İstanbul, Mahmutpaşa İt­
ham gazetesi idarehanesi merkezi olup, kurucuları : Eski Kütahya mebusu
Ahmed Ferit (Tek), Şair Mehmed Em in (Yurdakul), Ahmed Hikmet (Müftüoğlu), İktisat müderrisi Zühtü, Siyasî Tarih m uallimi Akçoraoğlu Yusuf,
Dr. Abdülhak Adnan (Adıvar), İsmayıl Hakkı (Baltacıoğlu), Mehmed Emin
(Yurdakul) beyler. Fırka, tamamen siyasî bir mahiyet almış bulunan Milliyetçi-Türkçü fikir cereyanının mahsulü ve Mütareke devresi içinde Millî
Meşrutiyet Fırkasının devamı olarak görülmektedir. Fırkanın kurulması
hazırlıkları, basın tarafından ilgi ile izlenmiş, 1919 seçiminden kısa bir süre
önce kuruluşu, programının Anadolu İhtilâlini yönetenlerin zihniyetine ya­
kın oluşu pek iyi karşılanmamış, Hürriyet ve İtilâf Fırkasını sevenlerden
(muhibbi) Alemdar Gazetesi M illî Türk Fırkası’nın (ölü doğduğunu) ileri
sürmüştür (Alemdar 1335 [1919], No. 343, 2643).
102)
Örneğin : «Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Arşivinden, M im Mim
Grubu istihbaratı tarafından temin edilen ve 39 sayılı dosyada 2 Ekim
1337 [1921] ve yine 10 Ekim 1337 tarihli haber alma raporlarına nazaran:
Mekke-i Mükerreme Emiri Abdülmuttalip oğlu Yahya Adnan Paşa’nın Ana­
dolu hareketi hakkmdaki f ik r i: «Milleti İslâm arasına Türklük fikirlerini
sokan Kuvayı Milliye muzaffer olduktan sonra Ankara’daki hükümeti kök­
leştirip İstanbul’u bir vilâyet gibi istimal edecekler. Padişahı da bir Papa
gibi cuma namazına gitsin, gelsin, politika ile.alâkası olmasın fikrindedir­
ler». Prof. Tunaya, aynı eser, s. 440.
124
zı gazetelerde yayınlanması üzerine İstiklâl Mahkemesine şevki,
24 Kasım 1923’te Hindistan’daki müslüman İsmâili mezhebinden
olanların başı Muhammed Aga Han (1887-1957) ile Emir Ali’nin;
hilâfet ve halife’nin siyasî durumunun korunmasıyla ilgili olarak
devrin başbakanı İsmet Paşa (İnönü) ’ye gönderdiği mektubun 5 Araralık 1923’te Paşa’nın eline geçmeden İstanbul Gazetelerinin bir kıs­
mında yayınlanması dolayısıyla bir kısım gazetecilerin tutuklanma­
sı, İstanbul’da bulunan Halife’nin yetki sınırını aşan davranışları,
3 Mart 1924’te Hilâfet’in kaldırılması zorunluğu, 9 Kasım 1924’te on
milletvekilinin Halk Fırkasından ayrılarak (Terakkiperver Fırkası)
nı kurmaları, 11 Şubat 1925’de eski adı (Genç) olan Bingöl ilinin
Ergani ilçesine bağlı (Eğil) bucağının (Pınar) köyünden başlayan
Şeyh Said başkaldırmasının kısa zamanda Elazığ ve oradan da Di­
yarbakır’a sıçraması, hilâfeti getirmek ve padişahlığı ihya etmeye
kararlı olanların çalışmalarını kamçılar. Genç Türkiye Cumhuriyeti’
nin taze filizini kurutmaya çalışanlar arasında (Tarikat-ı salâhiye)nin
de varlığı tesbit edilir. Hükümet (irtica) yeni deyimle gericiliğin
kökünü, bir daha yeşermemek üzere kazımak için kesin tedbir almış­
tır. İstanbul’da ve yurdun çeşitli köşelerinde tutuklamalar yapılır.
İstanbul’da «Tarikat-ı Salâhiye» dernek merkezinde yapılan araştır­
mada müverrih Ahmed Kefik Beyin adına da rastlanır. Bu bir rast­
lantıdan başka bir şey değildir ama, konu olan Genç Cumhuriyet’iıı
geleceğidir. Hiç bir şeyin tesadüfe bırakılmaması gerektir.
Müverrih Ahmed Refik Bey, Hamdi Hoca ve Burunsuz Tevfik
tutuklanarak Ankara’ya gönderilir 103. Muhakemeleri Ankara İstiklâl
Mahkemesinde tutuklu olarak devam eder. Osmanlılara, Osmanlılı­
ğın yüzyıllar boyu süren ve tükenen görkemine olan sevgisini dile
getirmekten başka bir günahı olmayan müverrih, şair, adaların bü­
yük âşıkı Hoca, gericilerle beraber çok ıstıraplı tutukluluk yaşantısı
sürdürür. Ankara öyle günler yaşamaktadır ki, dostları da araya­
mazlar onu. Günler,-haftaları ve ayları izler. Lâle Devri yazarı,
Sa’dabad’ı bütün renkleriyle dile getiren, Üçüncü Ahmed ile sevgili
damadı Nevşehirli İbrahim Paşa hakkında ciltlerle yazı yazan, Kaya
Sultan’m düğününü gönüllerde yaşatan Ahmed Refik Hoca artık iyi­
ce bunalmıştır.
Hâkimler Kurulu da Hoca’nm suçsuzluğunu anlamıştır ama, mah­
kemenin kesin aydınlığa kavuşması için sürdürülmesi gerektir. 1925
yılının temmuz ve ağustos ayı... Ankara’da yaşayanlar bilirler o ay­
103)
Cumhuriyet, 8.7.1925. Üç tevkif. Fotoğraflı. Haber.
125
ların sıcağını ve 1925 yılının Ankara’sını... Şehrin bir yönünden ko1
pan toz, başkent olabilmek için sınav geçiren kentin öbür ucunda
kümeleşir. Yalıya Kemal merhumun söylediği gibi, o yıllarda Ankara’
nın en güzel yönü, İstanbul’a gitmek için trene binildiği andır.
Mahkemenin sona yaklaşan celselerinden birinde başkan ile Hoca
arasında şöyle bir konuşma geçer 104:
«— Hamdi Paşa ile konuştuğunuz zaman tarikatın hilâfeti tak­
viyeye mâtuf (yönelik) olduğunu anlayamadınız mı?..
A. Refik Bey — Ctyle bir şey konuşulmadı. Esasen ben böyle
şeylere âlet olacak adam değilim. Darülfünunda ve mekteplerde genç­
lere teceddüt (yenilik, yenileşme) telkin ettim. Eğer bu gibi cemi­
yetlere intisabım (bağlanma) varsa beni derhal asmalısmız...»
Bir ay, bir türlü tükenip bitmeyecek gibi gelen bir ay sonunda
İçıahkeme kararını bildirir. 11 ölüm. Alımed Refik Hoca suçsuzdur.
Osmanlılık tutkusu, dostluklar, tatlı sohbet onu böyle bir serüvene
sürüklemiştir I05.
*
Ahmed Refik Hoca kitaplarına; çok güzel, toplumun tutacağı ve
ktillanacağı adlar koymakta büyük bir titizlik göstermiş ve bu adlar,
zinanla diğer tarih kitaplarında da yer almıştır.
Viyana Bozgunu ile Karlofça Barış Anlaşması arasında geçen
15 yıl, 4 ay, 14 günlük süreye «Felâket Seneleri» adını koyan Ahmed
Refik'tir W6. İlk kez bu deyim Hoca tarafından kullanılmış, Osmanlı
TüıMeri’nin mağlubiyet ve geri çekilmenin acılarını tattıkları bu
devir, Osmanlı-Türk tarihini çok iyi bilen Hoca’nm ruhunda şifa
bulmaz yaralar açmış ve çeşitli makalelerinde «Felâket Seneleri»
ola%k adlandırdığı bu yılları, çözülmenin nedenlerini devamlı işlemişrar.
«Lâle Devri» deyimini ilk kez Merhum Yahya Kemal kullanmış
olmaşına rağmen, topluma ve kitaplara yerleştiren Hoca olmuştur.
Çünkşîi O, bütün ömrünce dilinde ve zihninde; Lâle Devri’ni, Üçüncü
Ahmed’i ve hemşehrisi sayılan Nevşehirli İbrahim Paşa’yı yaşat_4--------İÇÇİ) Cumhuriyet. 12 ve 13.7.1925. «Tarikat-ı Salahiye mensuplarından
Alımeti Refik Bey’in ve Feyzullah’ın isticvabı».
109) Cumhuriyet, 16.8.1925. 11 ölüm ve bir beraat.
10§) T. Yılmaz Öztuna. Türkiye Tarihi. C. 10, s. 70 dv.
126
mış, Sa’dabad’ı, Çırağan’ı, Kâğıthane’yi yaşamış ve Osmanlı İmparatorluğu’nda bir rönesans olduğuna inandığı o dönemi devamlı iş­
lemiştir.
1683’te Viyana’dan dönen, bir hiyanet halkaları dizisi içinde
mağlubiyete sürüklenen Ordu’nun içinde Hoca’nm ıstırap yüklü,
omuzları düşük hayalini görmek mümkündür. Yüzyıllar boyu Balkanlar’da, Macar ovalarında at koşturan, Vistul Nehrinde atlarını
sulayan Osmanlı- Türk Ordusu’nun geri çekilmesi onun kaleminde
yaşar, sızlar, donuklaşır ve göz yaşı olup akar. Darülfünunda Osmanlı
Tarihini okuturken çok kez, hayalhanesinde yaşar, konusunun dışı­
na çıkarak bütün sınıfı, dinleyenleri Viyana surlarının önüne getir­
diği, Serdar Merzifoni Kara Mustafa Paşa’nm görkemli Başkomutan­
lık çadırına soktuğu olmuştur.
Viyana’mn Türkler tarafından kuşatılmasının 250 nci dönüm yılı
münasebetiyle Avrupa basınındaki saçmalamaların çoğalması karşı­
sında, yeni belgelerin ışığında kalemiyle onların karşısına dikilenle­
rin başında Hoca vardır 107.
Hoca’nın kaleminde; Türk-Osmanlı Ordusu için mağlubiyet diye
bir şey olamaz. O ordu devamlı zaferlerin müjdecisi olmuştur. İkinci
Viyana kuşatmasında ordumuz arkadan, içinden vurulmuştur. Bütün
bu olanlara rağmen yapısının güçlülüğü, Türk komutan ve askeri­
nin kişisel özelliği sayesinde panik olmamış, düzenle geri çekilmeyi
başarmıştır, bütün Avrupa’nın birleştiği bir Haçlılar ordusu karşı­
sında.
Hoca; genellikle bir konuyu işleyip yayınladıktan sonra onu bir
kenara iterek bırakmaz. Konuyu yeni belgelerin ışığında devamlı
genişleterek işler. Sonunda kitap haline gelmesi olağandır. Bazen
zamanı da dar olup da bir büyük uğraşı esnasında yazı isteyen bir
dergi olursa, eski yazılarından birinin yayınlanmasında sakınca gör­
mez 108. Bütçesi yeterli olmayıp da tarihî yazıları ağır basan dergi­
lerde ücretsiz olarak yazı yazmaktan da kaçınmaz m.
107) Ahmed Refik. Sobyeski'nin nankörlüğü. Cumhuriyet, 18.9.1933.
108) Ö rn e ğin : Saint Elen’de Napolyon, Musavver Fen ve Edep. 14,
17, 1899 ve Mec. Ebüzziya. 86, 1317 [1901],
109) Örneğin : Yeni Mecmua. M. Halit Bayrı. «Müverrih Ahmed Re­
fik» Yeni Türk Dergisi, 59, 60/1937.
127
Uzun tefrikalar halinde gazetelerde yayınlanıp büyük bir oku­
yucu kütlesini peşinden sürükleyen dizilerinin kitap haline getiril­
mesi dışında, 5-10 makaleden oluşan yazılarının da genellikle kitap
haline gelmesinde büyük titizlik göstermiştir uo. Bu uğraşının nede­
nini kitaplarının bir yıl içinde birkaç bası yapmasında aramak gere­
kir. Hoca’nm eserleri Ankara Caddesi’nde en çok basılan ve en çok
aranılan kitapların başında gelmektedir. O dönemin başta gelen m ü­
nevver kitapçılarından (Kitaphaııe-i Askerî) sahibi merhum Hilmi
Bey, yıllar boyu yalnız Ahmed Refik Beyle, yazılarında İstanbul ya­
şantısını işleyen Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın kitaplarını basmakla
yetinmiştir. Ne garip rastlantıdır ki bu ebediyete göçmüş yazarlar
Adaların âşıkıdır. Birisi Heybeli’de, diğeri Bıiyükada’da ebedî uyku­
larını uyumaktadır.
★
Çok çeşitli nedenlerden ötürü en verimli çağında kaybettiğimiz
Ahmed Refik Hoca’nın bu kadar çok yazı, makale, kitabı sınırlı ömrü
içine nasıl sığdırabilmiş olduğunu düşünmek gerekir Iu.
Söz verdiği yazı için gecikme sözkönusu değildir. Ada’da oturdu­
ğu, fazla lodosta vapura binemeyeceğini düşünerek gazete ve dergi
idarehanelerine yedek yazı bırakmayı usul haline getirmiştir. Ankara
Caddesi’nin titiz mensuplarından Merhum Sedat Simavi Bey, çeşitli
nedenlerle Hoca’nm bu özelliğini yazmak kadirbilirliğini göstermiş­
tir. Ölümüne yakın Haydarpaşa Hastahanesinde yattığı sırada' ardı
ardına makaleleri yayınlanmıştırm. Bu yazıların Hoca’mn sağlıklı
günlerinde idareye yedek bıraktığı yazılar olduğunu söylemeye ge­
rek yoktur.
Hoca’mn; hazırlamayı düşündüğü, hatta adını koyup da yaymlayamadığı kitapları olduğunu da görüyoruz. Her ne kadar vakitsiz
ölümünün bu kitapların yaymlanmayışına bir neden olarak göste­
rilmesi mümkünse de, o tarihlerde yayınlanmış olan kitapların arka
sayfalarında, veya dış kapağın ardında, yazarın yayınlanacak eser110) Ö rn e ğin : Yirmibeş sene siper kavgası. Talebe defteri. 45-52,
13.9.1917-2.5.1918.
111) Yenigün, 17.3.1931. Tarih Encümeni ödenek olmadığından hazır­
lanan eserler basılmıyor. Ahmed Refik’in resmiyle değerlendirilmiş bir ha­
ber yazı.
112) Örneğin:
Cumhuriyet. «Sultan İbrahim’in ilk veziri» I-III,
Ö lüm ünün ardından 12 - 14.10.1937 günleri yayınlandı. İkinci yazının altında
kızı .Belkıs Hanımın cenaze törenine katılanlara teşekkür yazısı yer alıyordu.
128
‫‪Ahm ed R efik A ltm ay’m editörü Kitapçı Hilmi Beye yazdığı bir mektup.‬‬
‫‪Büyükada, 4.3.1933 tarihli‬‬
‫م ا به‬
‫ءآص محتصم‪.‬ئب ع؛ز‬
‫ث‪.‬‬
‫تع‬
‫ص؛'هءم محامم‪ ٠‬ماعمث م‬
‫ر ‪-،,'. ٠.‬؛‬
‫■ ن‪ .‬مه ب ر إم ' ‪ ' . .،‬ت‪' .‬د‬
‫بمء ‪،‬‬
‫ب وب‪،‬‬
‫ب 'ي م محء»‪*.‬ءإئةههم‪ ٠‬م‬
‫بق‬
‫بءإء مم‬
‫>ء م‬
‫مم م‬
‫ن آ ' ‪ ,,‬آ م‬
‫' ‪-‬‬
‫• ص‬
‫‪٠١‬‬
‫‪* ٠. .. . . .‬ء م ‪ .‬ا ‪ ، ,،‬م آ‬
‫تص م إ‬
‫‪ .,‬ء ‪ - . ٠‬ن‬
‫*لآه‬
‫ن‬
‫بي‬
‫مجب ج‬
‫نإ م‬
‫ب ب ماء»ء اب‪،‬بت ع ‪ .‬ج جهغ إؤتي„ م‬
‫'‬
‫د‪._.‬‬
‫جيأ‪..‬ءء ج‬
‫ذ؛ ب م م‪ ٠‬ي م ء ‪،‬ميب س م م‪-‬‬
‫ج إءز ءدمأر‬
‫‪ .،‬آ«‪.‬لمآ‪'.‬ي‪-‬ثثءءد‪١.■ -.٠‬ا ‪ ٠٠.‬ي؛ءكث ‪٠-‬ز‪- .‬؛ ‪ ■.‬علح‪-‬مم ‘ ء'‪-‬ا '‪ '■ ■ '-‬م‪; > ;'.-‬؛ مد* ‪-‬‬
‫ب؛م‬
‫صء م‬
‫‪„ ٤‬ءختمح‪-‬صتبجعم‪.‬ء ا م بح‬
‫‪^٠‬‬
‫‪■،‬‬
‫ص رمءه‬
‫شه‪.‬س اثمت‪,‬ذ'ع جب ه ي؛ء‪,‬ص‪-‬بم‪-‬‬
‫ح‪ .‬ا م‪,‬‬
‫‪.‬ء‪ . , .‬ت‬
‫■‪،--■- ,‬؛‪■'.-■■ -‬م‪<* ،‬م‬
‫ذ ‪<'..‬؛‪•-‬‬
‫■’‬
‫‪ ٠•-‬م •‬
‫■ *•'‪■■-‬‬
‫؛‬
‫■ء‬
‫‪٠‬‬
‫■;■م؛!•؛■‬
‫■‬
‫■‬
‫‪-.• ،‬؛‪.,■'،،'•.1‬؛■■؛'‪'".‬ء ص '• ا>ءد■'■‪' ■.‬‬
‫■‪'— .‬‬
‫■‬
‫■*‬
‫■‬
‫‪١‬ء „آ‬
‫«‪.‬‬
‫مر‪,-‬ب ‪ . .‬م او؛‬
‫ء ت ‪ ،‬م هن م م *‬
‫ا‪',.‬أ ا‬
‫ج؟ ق؛‬
‫ي'ا‪-‬مر'‪-‬‬
‫م‬
‫‪..‬ء سم■؛'ادا^‪*.‬؛ص م‬
‫ج أ ب خ ‪ ،‬ء م ث آ م مه ي إ أ م م م م‬
‫ء ج‪:‬ء‬
‫م م يم ؤ ب ؟ أ ه ب م *مي<ةصء‬
‫ب '‪-‬ت م •ير ة م ' م‪ " ،‬م حم؛أم؛بي م *‬
‫ص‬
‫بمء م م ؛ م‘ س س مثع‪ .‬م‬
‫‪ ٠‬م ح ممء‪،‬م‬
‫‪٠‬‬
‫‪٠‬‬
‫ث‪.‬مصأ؛ ج ه‪-‬إ ؛‬
‫س‬
‫•م‬
‫؛‬
‫؟‪■■*• ٠‬؛‪. .‬‬
‫■‬
‫■‪* -‬‬
‫أ‬
‫‪٠‬‬
‫‪،‬‬
‫■ء‬
‫مآ؛ن‪.‬‬
‫ءر‪..- - ,.‬‬
‫■‬
‫‪•-‬‬
‫أم ' إ‬
‫‪■<* ٠‬م‬
‫ء‬
‫ت'* ■ء*آ■'■‪ '.:‬ء ' ‪-‬‬
‫ء‬
‫ي'‬
‫ت‬
‫م‬
‫م‬
‫‪٦‬‬
‫‪'%.‬ر‪.” .‬‬
‫■‪. .‬‬
‫آ‬
‫م‬
‫ء إ ا‪,‬ءا'يم'‪.‬إ ء‪ .‬م'اء‪<.‬‬
‫ةثبئ ‪٢‬‬
‫ج‬
‫' م*~‪ -‬صأفمن ص ء‬
‫؛ ض ب‪ .‬ء‪ ..‬م~‬
‫‪ »-‬م‪ - , . '. « . ٢*„'■-. . »' '..‬ا‬
‫■ ’‬
‫■‬
‫■ !‪١‬‬
‫‪'،‬‬
‫'مر'نب ’ءم ا ل‪،‬‬
‫ح ؛أءمء‬
‫بدس ه هممحص ‪٠٠‬‬
‫ش؟ءءه‬
‫ص*احمحممء بء ءمع‬
‫ء *م م ه م ئه ' م ءحم؛حم م‬
‫حم أ‬
‫ممء^!إء^^امااوءوءممءهااااامءاامهاءءمءءءااامممماماامممءااا!‬
‫]‪[Abdullah Tanrıkulu Arşivinden‬‬
‫‪«Azizim Hilmi Bey,‬‬
‫‪E vvelki hafta Safder Hanıma hesabımın çıkarılm asını rica etmiştim. Geçen‬‬
‫»‪çarşamba geldim. Bana yalnız...‬‬
‫­‪Hesaplarıyla ilgili bir mektup. Hoca’mn biraz para sıkıntısı olduğu an‬‬
‫‪laşılıyor. ..‬‬
leri dizisinin en alt sırasında bulunanlardan yayınlanmış olanların
bulunması, Hoca’nın yayın plânında değişiklik yaptığım da gösterir.
Örneğin; Ahmed Refik Bey «Geçmiş Asırlarda Türk Hayatı» adlı
çok değerli dizisinde yayınlanacağmı ilân ettiği serinin kitaplarının
hepsini hatırlayamamış, listede sıraya koyduklarını herhangi bir
nedenle önce tamamlayınca sırada zaruri olarak değiştirmeler yap­
mış -ihtimal- tamamen vazgeçmiştir113.
Ahmed Refik merhumun eserlerini (makale, kitap, çeşitli bası­
lar) tam ve eksiksiz tesbit etmenin mümkün olmadığını peşin ola­
rak kabul etmek gerekir. Evvelce de sözettiğimiz gibi Hoca’mn okul
döneminde başlayan yazı hayatı sırasında, Ahmed Refik adını taşı­
yan; askerî, edebî, tarihî, şiir dalında yazı yazan beş ayrı Ahmed
Refik daha vardır. Bunlardan bir bölümü Hoca gibi askerdir. O dö­
nemde güvenilir bir bibliyografyadan yoksun oluşumuz, soyadı bu­
lunmayışı, Hoca'nm yayınlamayı tasarlayıp adını koyduğu bir kısım
kitaplarının bilahare adını değiştirmiş olması, bu zorluğu arttır­
maktadır.
Örneğin; çeşitli özel ve resmî yayınlarda Ahmed Refik Altınay'a
maledilen (İnkılâb-ı azîm) 114 adlı eser, kurmay albaylıktan emekliye
ayrılan Ahmed Refik Bey’e aittir. Yine listede bulunup ,da çeşitli
yayınlarda yayınlanmadığından sözedilen (Tarihimizde kadın sima­
ları) 115 adlı kitap yayınlanmıştır.
Yazımızda örnek olarak gösterilen bu iki not, yanlışları tesbit
etmek amacına yönelik olmayıp; yazarın, eskilerin deyimiyle velut
(doğurgan - dölcek) oluşundan dolayı, özellikle her yıl yenilenen, ki­
tapçıların çeşitli düşüncelerle kapak yenileyerek piyasaya verilen okul
kitaplarıyla, bir kısım eski dergi ve gazetelerde kalan ve bu kolek­
siyonları bulmaktaki güçlükten ötürü yüzde yüz kesin bir sonuca
erişmenin mümkün olamayacağını simgelemek içindir116.
113) Ahmed Refik Altınay «Geçmiş asırlarda Türk Hayatı» TKDB. V,
1956, 3.
114) Ahmed R e fik : înkılab-ı azîm. 10 Temmuz 1324. 2. bsl. İstanbul
1326 [1910] Mahmud Bey Matbaası, 127 s. 8°.
115) TKDB. V, 1956, 3.
116) Başta gelen kültür merkezlerimizde mevcut kütüphanelerimizde
son yüzyıl içinde yayınlanan dergi ve gazeteleri eksiksiz bulmak mümkün
değildir. Çok kez biribirini tamamlamak imkânından da yoksundurlar. Çe­
şitli yollarla tamamlanabilmesi um udu da artık çok zayıftır. Bağışlar
seyrekleştiği gibi, bu tip dokümanlar büyük hacimli olduklarından evlerde
korunamamış, günümüze çok azı intikal edebilmiştir.
130
Tarihi sevdiren, Ankara Yokuşuna, basma yeni bir tarih anlayışı
ve türü getiren, hatta gazetelerin tirajının artmasında etken olan
Ahmed Refik’in tarihi romanlarının, mehaz ve yer gösterilmeden
aktarıldığı fikri yaygındır. Kitabımızın başında bu konuya kısaca
değinmiştik. Hoca’nm bu konuda bir şikâyeti olduğuna dair araş­
tırmalarımızda bir kayda tesadüf etmedik. Bu gibi şikâyetler daha
çok başkaları tarafından yapılmış ve Ahmed Refik’in savunulmasın­
da titiz bir itinâ gösterilmiştir m.
Ahmed Refik Bey, eserlerinden dolayı yabancı devletlerden tak­
dirname, madalya, teşvik ödülü almış ve eserleri yabancı dillere
çevrilmiş sayılı araştırmacılar arasında yer almıştır.
(Demirbaş Şarl) adlı eseri dolayısıyla İsveç Hükümeti tarafından
117)
Yenigün Dergisi. Derviş Karamanoğlu. «Tarihi romanlaştır anlar».
Y ıl: 1, 7. 2.4.1939., «...Asıl adının Samih Fethi olduğunu ebedî Ş e fin Nut­
kundan öğrendiğim M. Turhan Tan kendini hayal semasına kaldıran bir
muharrirdir. O tarihî tefrikalarının kahramanlarını tamamen hayalinden,
bazen de diğer müverrih Ahmed Refik’in sayfalarından alır...», «...Yedi Gün
Mecmuasında bir Lâle Devri romanı görüyorum. Derginin bunu da Ahmed
Refik merhumun ruhunu izâz için -Reşat N uri’nin Çalıkuşu- romanı gibi
eski harflerden yeni harflere çevirdiğini zannetmiştim. Halbuki bunu da
Turhan Tan yazıyormuş. Adını bile Ahmed Refik’in kitabından aldığı hal­
de bu kıymetli müverrihi tezyif ve tahkir ederek, hem de reklamını yapı­
yor. Öyle ya. O da ölmüştür. Kendisini müdafaa edemeyecekler arasına
karışmıştır. Ne için sövülsün».
— Yenigün Dergisi. Derviş Karamanoğlu. «Turhan Tan’m maskesini in ­
diriyorum». 9, 6.5.1939. Çok uzun bir yazı. Ahmed Refik'Altm ay ve M. Tur­
han Tan’m aynı adı taşıyan (Sultan Cem) ve (Cem Sultan) adlı kitapları­
nın kapak fotoğrafıyla değerlendirilmiş. «...Üstadın günah işlediği köşeye
ışık girince her şeyi itiraf ediyor : Ben Ahmed Refik’i mehaz yaptım!., diyor.
Mehaz yapmak, habersizce sayfalan göçürmek demek değildir. Turhan Tan
niçin Lâle Devrini, Cem’i yazarken bunların adlarının yanına bir yıldız işa­
reti koyarak : «Okuyucularım, bu romanlarınım adlarını Üstadım Ahmed
Refik’ten alıyorum. Başlarındaki beş on sayfa benim, diğerleri onun malıdır»
açıklamasını yapmadı. Ciddî ilim adamları yararlandıkları mehazları eser­
lerinin altına böylece sıralarlar...»
— Yenigün Dergisi. Naci Sadullah. «Tarihçiler! Ne yaptınız? M. Turhan
itiraf ediyor : Türkiye’de ben dahil olduğum halde müverrih yoktur.» 1,
13, 3.6.1939.
— Yenigün Dergisi. «Tarihçiler ne yaptınız?» Nizamettin Nazif bu soru­
ya cevap veriyor. (Ben müverrih değilim, romancıyım. Tarihe yaptığım
hizmet «Tarihin vatandaşlarıma faydalı olmasını temin kılmakla» hülasa
olunabilir). 1, 15, 17.6.1939.
131
(vaza) nişanıyla taltif edilmiş ve eseri İsveç diline çeviren (Karolın
İlim Derneği) de yazarına 10 bin Frank ödül vermişti ns.
Ayrıca; Türk - Bulgar ilişkileri üzerindeki araştırma ve Bulgar
tarihine ışık tutan yayınları dolayısıyla Bulgar İlimler Akademisi'nin
oy birliğiyle aldığı bir kararla büyük salip nişanının en büyük rüt­
besiyle taltif edilmiştir119.
Hoca'nm gerçekten güzel şarkıları vardır. Bunlardan bir kısmı
zaman zaman radyo, televizyon ve sahnede çalınır, söylenir. Çoğu­
muz bunlardan bir kısmının tamamını bilir söyleriz de, Hoca’nın ol­
duğundan haberimiz dahi yoktur. Hoca, bunlara da sahip çıkmamıştır.
Kır saçlarımın her teli bin
Aşkın ne de hicranlı çetin
Sevda taşıyan serde beyaz
Aşkın ne de hicranlı çetin
dertle ağarmış
yolları varmış
g ü lle ri varmış
yolları v a rm ış 120
İçinden geldiği gibi, duyduğu gibi söylemiş, duygulanmış ve ge­
çip gitmiştir. Ahmed Refik’in şarkılarını genellikle Mısırlı İbrahim
Efendi121 bestelemiştir. Bunlar arasında başta gelenler :
— Ağır aksak. «Sevdiğim günden berî çektiklerim derd-û keder».
— Türk aksağı. «Ruhum seni sevdi, sana yandı, sana yardır».
— Ağır aksak. «Sineler, aşkınla inler, dîdeler mahmûr olur».
— Türk aksağı. «Solsam da, sararsam yine gül-pembe dehensin».
— Aksak. «Sen bu ufkun yegâne yıldızısın».
— Türk aksağı. «Yalnız bırakıp gitme bu akşam yine erken»122.
★
118) Y enigün : «Bir mazhariyeti medeniyye. Ahmed Refik Bey’in tal­
tifi». 62, 5.11.1918 ve ikdam; 7805, 4.11.1918 «Ahmed Refik Bey».
119) Cumhuriyet: «Bulgar Hükümeti Ahmed Refik Bey’e büyük sa­
lip nişanım verdi» 27.9.1925, İk d a m : «Müverrih Ahmed Refik Bey’in asârını
takdir» 10228, 27.9.1925.
120) G ü fte : Müverrih A. Refik Bey, beste: Rifat Aydın, kürdilihıcazkâr şarkı, u s u lü : sengin semâi. Türk Musikisi Bestekârları külliyatı.
S a y ı: 16, İstanbul 1962, Derleyen: Rahmi Kalaycıoğlu.
121) Mısırlı İbrahim Efendi (Mısırlı Udî Avram. 1872-1933). Yahudi
asıllı şarkı bestekârı. Suriyeli arap yahudisidir. Kahire, Şam, Halep ve İstan­
bul piyasa musikisinde ün yapmıştır. Plaklar doldurdu. Devrinde çok tu ­
tulmuş piyasa şarkıları liesteledi. İçlerinde gerçekten güzelleri vardır.
122) Yılmaz Öztuna : Türk Musikisi Ansiklopedisi. 1962, s. 290 ve Mus­
tafa Rona : 20. Yüzyıl Türk Musikisi. 3. bsl. s. 152 dv.
132
Elif Naci üstadımız, yeni bir anı ile geliyor bizlere. Ahmed Refik’
le Ahmed Rasim çok sevişirlerdi... diyor. Ahmed Rasim’i kaybettik­
ten sonra torunu Osman Nihad’l a 123 sürdürdü acılarını. Hoca ile
Osman Nihad, biz Çalh’nın atölyesinde çalışırken bir köşede meşk
ederlerdi. Osman Nihad sık sık Ada’ya giderek Hoca’yı yalnız bırak­
maz, birlikte Dil’e kadar uzanırlar ve bu gezintilerini bizlere an­
latırdı.
Bir akşam Osman Nihâd Akın heyecanla geldi bize. Hoca’yı bir
kez daha dile getirmişti. İlk defa bize okuduğu bu şarkı, bu nihâvend şarkı, hâlâ Ada’nın çamları arasında dolaşır durur, boynu bü­
kük, gözleri yaşlı:
Yine bu yıl Ada sensiz içime hiç sinm edi,
D il'de yalnız dolaştım hep göz yaşlarım dinm edi,
Ben de. şaştım nasıl oldu yüreğim e inm edi,
D il'de yalnız dolaştım hep göz yaşlarım dinm edi.
Büyükada Ahmed Refik’sizdi artık. Mezarı ne haldedir?.. Bilmi­
yorum!..
★
123)
Osman Nihad A kın (1905 - 1959) : Ahmed Rasim Bey’in torunu
olup, m üzik terbiyesini ailesinden almış, daha 12 yaşında piyano çalmaya
başlamıştır. Popüler şarkı bestecisi olarak tanınır. İlk bestelediği şarkı:
suzinâk makamında ve curcuna usulündeki «Ne müşkül şey seni sevmek
sana yâr olmak» şarkısıdır. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini bitir­
dikten sonra uzun yıllar Yüksek Denizcilik Okulunda öğretmenlik yaptı.
Nihâvend makamında «Bir ihtimal daha var» güftesi şarkısı çok tutulmuş­
tur. Yahya Kemal Beyatlı’n m şiirleri üzerine bestelediği «Körfezdeki dalgın
suya bak göreceksin» ve yine «Bu yıl Ada sensiz içime hiç sinmedi» güfteli
şarkıları daima sevilen eserleri olmuştur.
133
Ahm ed R efik A ltm ay
son yılları
II
GAZETE ve DERGİLERDEKİ YAZILARI
1 Abaza Haşan. (1-3)
Cumhuriyet Gazetesi. 17 - 19.8.1935. «Osmanlı İmparatorluğu’
nun zayıflamasını hızlandıran isyanların ünlü başlarından,
Dördüncü Mehmed (salt. 1648 - 1687) zamanında haydutlukla­
rıyla tanınmış bir Osmanlı vezirinin hayat hikâyesi. Anadolu’
nun çilekeş yaşantısını bütün ayrıntılarıyla dile getiren bu uzun
dizide; başedilemeyen bir âsi’nin, yatıştırma politikası uyarınca
vezirlikle Diyarbakır’a ve bilahare Halep valiliğine tayini. Köp­
rülü Fazıl Mustafa Paşa (1637- 1691)’nm sadrazamlığı sırasında
korkarak yeniden başkaldırması. Osmanlı ordusu Macaristan içe­
rilerinde savaşırken, içlerinde vezirler de bulunan 15 kadar vali
ve beği de başına toplayarak Anadolu’yu kasıp kavurması. Ana­
dolu Serdarı sıfatıyla üzerine gönderilen Diyarbakır Valisi Murtaza Paşa’yı bozguna uğratması... Padişaha affettirecekleri vaa­
diyle aldatarak Haleb’e getirilen Abaza’nın 30 kadar reisiyle be­
raber başının kesilerek İstanbul’a gönderilmesi (ölm. 1659)» İm ­
paratorluk ve Anadolu. Uzun bir inceleme.
2 Abaza Paşa.
Yedigün. 211, 24.3.1937. «Canpolatoğlu’nun hazinedarlığından
başlayarak, Kuyucu Murad Paşa (ölm. 1611)’nın elinden Yeni­
çeri Ağası Halil Ağa’nm şefaatiyle kurtulan ve Dördüncü Murad
(salt. 1623 - 1640) zamanında Padişahın ve halkın sevgilisi olan,
yeniçeri ocağının bozulduğunu görerek ortadan kaldırılması için
uğraşan, memlekette (Abaza kesimi) adlı bir giyim modanın
doğmasına neden olan ve ermenilerden rüşvet aldığı gibi sudan
bir bahane ile ortadan kaldırılan Abaza Mehmed Paşa (ölm.
1634)’nın hayat hikâyesi. Yazı; Münif Fehim’in bir tablosuyla
renklendirilmiş!»
3 Abdülham id’in Nâşı Önünde.
Âti. 49, 18.2.1334 [1918], «Osmanlı Hükümdarlarının otuz üçüncüsü. İmparatorluğun karışık ve tehlikeli bir durumunda V. Mu137
rad’ın delilik buhranları geçirmesi üzerine tahta geçirilen ve
27 Nisan 1909’da tahttan indirilen Sultan Abdülhamid II. (1842 1918). Hakkında günümüzde dahi lehinde ve aleyhinde çok şey­
ler yazılan bir hükümdarın tabutu önünde bir tarihçinin dü­
şündükleri. Birinci Dünya Savaşı sırasında yokluk ve yoksulluk
içinde aranılır bir hale gelen, tahttan indirildiği için de zamanla
acımanın şefkate dönüştüğü Sultan Abdülhamid’in son yolcu­
luğu. Bir padişahın yaşânılmış görkemli cenaze töreni, uzun bir
dizi.» Dış kapak; Sultan Abdülhamid-i Sâni’nin nâşı önünde.
«...Nihayet nâ’şın yıkanması bitti. Sarı ipek işlemeli havlu­
larla kurulandı, tabut yere indirildi, teneşir, tabutun yanına
getirildi, içine kefenler serildi, Sultan Abdülhamid’in nâ’şı hür­
metle tabuta indirildi.
Sultan Abdülhamid, son dakikalarına kadar kendini kay­
betmemişti. Hattâ vasiyet etmişti: Göğsüne ahidname duası ko­
nacak, yüzüne Hırkai Saadet destemali, siyah Kâbe örtüsü ör­
tülecekti. Bu vasiyet eksiksiz yerine getirildi...
Kefen bağlandı, tabut kapandı. Sedef kakmalı, asırlar gör­
müş bir saatin ağır taninleri Hırkai Saadet dairesinin ulviyeti
içinde aksetti, tabutun teçhizine başlanmışı. Üzerine evvelâ bir
yatak çarşafi, daha üstüne sırma işlemeli al bir örtü konuldu.
Ayak ucuna lâciverte yakın çiçekli bir kumaş sarıldı. En üste
Kâ’be örtüleri, kıymettar taşlarla müzeyyen kemerler konuldu.
Başına ve kollarına şallar sarıldı. Baş tarafa sarılan yeşil atlas
üzerine kırmızı bir fes konuldu. Nâ’ş yıkanırken, çıplak bir ta­
but, tahta bir teneşir, Hırkai Saadet dairesinin gözleri kamaş­
tıran renkleri ve yaldızlarıyla tezat teşkil ediyordu. Şimdi Sul­
tan Abdülhamid’in ipekler, şallar, sırmalar, kıymettar taşlarla
müzeyyen tabutu, dairenin ihtişam ve ulviyetine de tevafuk
etmişti...
Herkes çekildi. Yalnız, müzeyyen sütunlar, mülevven du­
varlar, parlak levhalar arasında başı harem dairesine mütevec­
cih bir tabut, solda Dairei Aliyye’nin penceresinden altınlar ve
sırmalarla müzeyyen yeşil perdeler, ağır sırma püsküller, altın
şebekler, kıymettar ve tarihî levhalar, kelâmı kadîmler görü­
lüyordu...
Saat dokuz. Hırkai Saadet kapısının önünde sırmalı ünifor­
malar, kalpaklar ve şapkalarıyla sefirler ve zabitler bekliyor­
lardı. Yabancılar bu muazzam daireyi merak ve hayretle, seyre­
138
diyorlardı. Ulema, arkalarında geniş kollu, göğsü sırmalı yeşil
ve mor libaslar, sarıklarında sırmalar, hürmetle istikbal edili­
yordu. Veliahdı saltanat, şehzadeler, büyük üniformalarıyla gel­
mişlerdi. Şubat güneşi altında, nişan, sırma, üniforma parıltı­
sından başka bir şey görülmüyordu...
Hırkai Saadet dairesinin kapısı birdenbire açıldı. Bütün
nazarlar kapıya çevrildi, kalabalık o tarafa doğru birikti. Ka­
pının iki tarafı doldu. Herkes, kalpler müteheyyiç; cenazeyi gör­
mek istiyordu... Nihayet, elmaslı kemerler, sırmalı Kabe örtü­
leri, al atlaslarla müzeyyen tabut, kırmızı fesi ile, parmaklar
üzerinde, mühîb ve muhteşem, dışarı çıktı. Devlet erkânı, zabit­
ler, Sultan Abdülhamid’in cenazesi huzurunda idiler: Bütün
nazarlar tabuta dikilmişti. Tabut, Hırkai Saadet kapısı önüne
yüksek bir yere konuldu. Hamidiye Camiinin kürsü şeyhi, sır­
malı yeşil elbisesi, göğsünde nişan ile taşın üzerine çıktı. Etra­
fına bakınarak sordu:
— Merhumu nasıl bilirsiniz?
Velveleli, hazin, müteessir bir çok ses, serviler arasında ak­
setti :
— îyi biliriz.
Kısa bir fâtiha bu merasime de nihayet verdi. Tabut kaldı­
rıldı, Sultan Ahmed-i Sâlis Kütüphanesinin, Arz odasının sa­
ğından ağır ağır geçti, Babüssaade önüne geldi, cenaze namazı
alelusul burada kılındı. Alay burada tertip edilecekti. Şehzadegân, ayan, meb’usan,. devlet erkânı, sefirler, ümera, saray agavatı, hep burada toplanmışlardı. Arada sırada, teşrifat memur­
larının sırmalı esvaplarıyle, ellerinde beyaz bir kâğıt:
— Ayan, meb’usan, ricali ilmiye, ümera... diye çağırdıkla­
rı işitiliyordu. Nihayet alay tertip edildi. Servilerin önünde hademei şahane, zabitan ve efradı dizilmişlerdi. Piyade efradı, si­
lâhlarını omuzlarına asmışlar, kemali sükûnetle yürüyorlardı.
Tabutun önünde dedeler, Şazeli dergâhı dervişleri gidiyordu.
Tabutu taşıyanlar Enderunu hümayun ağaları ve saray erkânı
idi...
Tabut, Babüssaade'den Orta-kapı’ya kadar, serviler arasın­
dan, yavaş yavaş ilerledi... Ortakapı’dan vekar ve ihtişam ile
çıkarken hazin bir tehlil, ruha huşu’ ve tevekkül veren tatlı bir
sada, Ortakapı’nın taş duvarlarına, bir zamanlar vüzeraya mahpes teşkil eden kapı arasına aksetti. Önde Dedegânın fasıladar,
139.
hazin nevaları işitiliyor, Şazeli dergâhı şeyhlerinin hüzünlü bir
sesle okudukları Kelime-i Tevhid; tekbirler ve naatlar arasında,
âheste bir nakarat gibi yükseliyordu. Ortakapı ile Bazı Hüma­
yun arası Alman zabitlerinin otomobilleri, mükellef konak ara­
balarıyla dolmuştu. îki zarif hanım, arabada ayağa kalkmışlar,
yüzlerinde ince peçeler, alayı seyrediyorlardı. Biraz ötede, Bi­
zans’ın İrini kilisesi ve son devrin askerî müzesi önünde, Meh­
terhane takımı, cesîm kavukları, kırmızı şalvarları, sırma çepkenleri, sarılı ve kırmızılı bayraklarıyla durmuşlardı. Canlı bir
tarih, hürmet ve tekrim ile tabutu selâmlıyorlardı...
Cenaze Babı Hümayun’dan çıktı. Sokaklar insandan görül­
müyordu. Ayasofya önünden Sultan Mahmud Türbesine kadar
caddeye iki sıra asker dizilmişti. Ağaçlar, evler, pencereler,
damlar, kadınla, çoluk çocukla dolmuştu. Tramvaylar durmuştu.
Tabut, acıklı ve müessir dualarla, tekbirler ve tehlillerle ilerli­
yordu. Cenazeyi görenler, müteessir oluyorlardı...
Son şehkayı andıran Allah! Allah! nidalarıyla tabut türbe
kapısından içeri girdi. Sultan Abdülhamid hürmet ve tekrim ile
kabre indirildi. Osmanlı tarihinin otuz dört senelik safhası ha­
zin bir surette sona erdi.» Büyükada 15 Şubat 1918
4 Abdülhamid’in Nâşı Önünde.
Tarih Dünyası. 1, 3, 15.5.1950. «Aynı yazı Sultan Hamid’in iki fo­
toğrafı ve el yazısıyla renklendirilmiş.»
5 Ada’da Eski Bağlar.
Cumhuriyet. 19-9.1936. «Adaların bizim olduğu devirlerin hikâ­
yesi. Refah ve güven içinde bulunan müslüman ve hıristiyan hal­
kın yaşantısı. Nefis üzüm ve şarap yetiştiren bu topraklarda
üzüm yemenin yasak olmayıp (mübah), şarap içmenin, diğer
bir deyimle üzüm suyu içmenin kesin olarak yasak olduğu. En
ince ayrıntılarına kadar üzüm, üzümcülük, şarap, şarapçılık, ya­
saklamalar, bu konuda kesin hükümler ve bütün bunların için­
de uzayıp giden yaşantı.»
6 Ağalar Saltanatında İsrafat. «Para meselesi»
İkdam Gazetesi. 9654, 16.2.1924. “Avcı Mehmed (salt. 1648-1687)
zamanında devletin Kösem Sultan ile Ağalar tarafından yönelti­
lirken İmparatorluğun ekonomik durumu. Devlet büyüklerinin,
yeniçeri ocağı reislerinin, yeniçerilerin ticaretle uğraştıkları. İs­
140
tanbul’da kol salmış olan yahudi simsarların iş hacmi ve saray­
daki iş ortakları. Çöken İmparatorluk’ta ahlâk ve mâliyenin acık­
lı durumu.»
7 Ağalar Saltanatından Sonra.
İkdam. 7978, 27-4.1919. «Sultan İbrahim (salt. 1640-1648)’in taht­
tan indirilip öldürülmesinden sonra yönetime hâkim olan ağa­
lar. Kara Murad, Bektaş Ağa, Kara Çavuş ve diğerleri. İmpara­
torlukta sözün ayağa düşmesinden ibret verici bir yaprak.» Uzun
dizi.
8 Ahlâk Zaafı.
Dersaadet. 53, 6.9.1336 [1920]- «Bir milletin politik ve sosyal çö­
küntüsünde ahlâk zayıflığının büyük yeri olduğu. Osmanlı Devleti’nin çöküş nedenlerini inceleyen bir araştırıcının genellikle
bu önemli nokta üzerinde durmasının gerektiği. Sınırlarımıza
kattığımız ülkelerde görevlendirdiğimiz kişilerin gerektiği gibi
çalışmamaları nedeniyle çok kısa bir süre içinde çözüldüğümü­
zü bütün ayrıntılarıyla dile getiren bir dizi.»
9 Ahmed Cevdet Beyefendiye.
İkdam. 8442, 2.9-1920. «Türkleri batılaştırmak, batı bilgisini ve
batı zihniyetini Türk dimağlarına işlemek ne kadar lüzumlu
ise, Türk’e tarihini öğretmenin de o derecede gerekli olduğunu
savunan ve Türk Milleti’nin tarihinden ne suretle yararlanabile­
ceğini gösteren bir inceleme.» Bkz. 39 b.
10 Ahmed Rasim’in Aşkı. (1-2)
Cumhuriyet. 22, 23.9.1936- Büyük yazar, 1315 [1897]’te Kitabe-i
Gam’ı nasıl hislerle ve ne şartlarla yazıyordu? Büyük edib’in
son mektubunda— Artık eğleneceğim diyordu, seni unutaca­
ğım. Gözlerimi bir tarafa bırakacağım, metaibi zihniyem aza­
lacak... — «Eski İstanbul'u eserlerinde, hiç bir yoruma ihtiyaç
göstermeyecek kadar açık canlı bir tablo halinde, birer belge
hailinde bizlere aktaran, İmparatorluk devrini, Meşrutiyeti ve
Cumhuriyet’i yaşamış iki ünlü yazarımızdan biri, İkdam sahibi
Ahmed Cevdet’in dediği gibi; (Basının tuzu, biberi) Ahmed Rasim’dir. Bir tablo halindeki yüzlerce kitabı, binlerce yazısıyla
tüm yaşantımızı tam bir objektif sadakatıyla bizlere aktarır,
(falaka) yı, (mahalle mektebi) ni daha bir çoklarını ondan öğrenmişizdir. Merhum gönül adamıdır da. 21 Eylül 1932’de 67
141
yaşında kaybettiğimiz üstat, 19 yaşında evlenmiş, mutlu bir
yuva kurmuş, çocukları olmuştur. Evlendikten sonra da güzel
gözlere rastlamış, sevmiş sevilmiş, ağlamış ağlatmıştır. Musav­
ver Malûmat dergisinin 1896 (16 Kasım 1311) tarihli sayısında
başlayan Kitabe-i Gam, Ada’da tanışıp seviştiği güzel kadın için
yazılmıştır. Rasim, hayatının türlü anılarını eserlerinde anlattı­
ğı halde bu serüvenlere değinmez. Bunları ancak çok sevdiği ve
güvendiği arkadaşları bilir. Ahmed Refik de onun yakın bir
dostudur. Torunu merhum Osman Nihad Akın da Kelebek der­
gisinde (16.12.1952) (Dedemin aşkları) başlıkları altında bu se­
rüvenlerden sözetmiştir. Hoca’n-ın anlattığına göre; Kitabe-i
Gam’da kendisine seslenilen sevgili (Zamanının yüksek, müm­
taz, güzel, edip) bir kadını, (Türk kadınlığının en levend-endam,
vakur, müteazzım, hüsn ü zekâsıyla gözleri kamaştıran bir tim­
sali) imiş. Rasim’in bu yüzden haftalarca, aylarca Ada’da kal­
dığı olurmuş. Ahmed Rasim bu sevgiliden sonra, daha birçok
dilberlere gönül kaptırmışsa da, Ada’lı kadar bunlar hakkında
bilgi edinemiyoruzGarip bir rastlantı, âşık olan da, bu gizli aşkı bize anlatan da
şimdi ebedî uykularını aynı toprak parçasında diyebileceğimiz
Heybeli ve Büyükada’da sürdürüyorlar.
Bilmem ki safa neş'e bu öm rün neresinde
Şad olsa gönül bari biraz son nefesinde
Hâlâ elem -i yare tahammül hevesinde
Şad olsa gönül bari biraz son nefesinde.
[A . Rasim. Karcığar makamı, Türk aksağı]»
11 Ahmed Rıza Bey «Timsâli hamiyet».
Millet Gazetesi. 45, 18.9.1908. «Meşrutî idare içinde uzun süre
Sultan İkinci Hamid (salt. 1876 - 1909) ile mücadele eden ve 1908
devriminden sonra İstanbul’a gelerek İttihat ve Terakki Mer­
kezi Umumi müşaviri ve âzası ve milletvekili olarak üç yıl
Millet Meclisi reisliğini yapan Ahmed Rıza (1859-1930) Beyin
resmiyle değerlendirilmiş hayat dizisi.»
12 Ahmed Rıza Bey’in Hayat ve Mesleği.
Millet. 55, 28.9.1908. «-Sis- şairi, Meşrutiyet devrimi için Sultan
Hamid aleyhine çalışan Türk politika ve devlet adamlarından
Ahmed Rıza Bey (1859-1930)’in hayatı ve çalışmaları.» Yazı,
resmiyle değerlendirilmiş.
142
13 Ahmed-i Sâlis Devrinde Osmanlı Hanımları. «Tarihe Dair»
Şehbal. 53, 15.5.1328 [1912], «Osmanlı tarihinde en ziyade ih­
mal edilmiş ve şimdiye kadar hiç incelenmemiş konulardan biri
de eski Osmanlılar’da kadınların hayat düzeni, politikada kadı­
nın tesiri, kadınların kıyafeti ve görgü kuralları içindeki yeri­
dir. Yazar; Lady Montegü’nün hâtıralarından yararlanarak ha­
zırladığı bu yazıda, Üçüncü Ahmed (salt. 1703 - 1730) devrinde
İstanbul hanımlarının bütün yaşantılarını en ince detayına, ke­
narları sırma işlemeli zarif şalvarından, ayaklarına giydikleri
sırmalı beyaz terliklerinden, çevresi işlemeli, kolları yarı bile­
ğe kadar uzayan beyaz ipekten gömleklerine kadar her şeyi dile
getirmektedir.» Yazı; yazarın fotoğrafıyla değerlendirilmiş14 Ahmed-i Sâlis devrinde sultan düğünleri, bir sultanın hissiyatı.
Şehbal. 3, 54, 1.6.1328 [1912], «Üçüncü Ahmed (salt. 1703- 1730)
dönemi, Doğu’da Avrupa uygarlığının ilk yayıldığı bir çağdı.
Çırağan safalarının, Kağıthane âlemlerinin yanında, matbaa gi­
bi bir çok yenilikler de Osmanlı Ülkesine giriyordu. Kadınla­
rın zevk ve eğlence âlemlerinde cazip ve müstesna güzelliklerini
teşhir etmeleri de en ziyade bu hükümdarın devrine rastlamıştı.
Sınırlardaki barut dumanları, top ve tüfek sesleri başkentte otu­
ranları ilgilendirmiyordu. Uzun süredenberi beklenilen barış­
ta gelmişti. Yazar; İstanbul’un o günkü görüntüsünü gözleri­
mizin önüne serdikten sonra, Üçüncü Ahmed’in kızı güzelliği
dillere destan Fatma Sultanın, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa
(? - 1730) ile olan düğününü, çeşitli kaynaklardan, genellikle
Lady Montegü’nün günlüklerinden yararlanarak bütün renkle­
riyle dile getirmektedir.»
15 Ahmed-i Sâlis Devrine Ait.
İkdam. 9046, 22.5.1922. «1703 - 1730 yılları arasında saltanat sü­
ren Üçüncü Ahmed dönemine ait Hazine-i Evrakta bulunan üç
önemli belgenin incelenmesi. 1 - Kral Rakoçi’nin bir dileği,
2 - Kapudan Paşa’ya Kuyucubaşı tarafından verilen sened,
3 — Üçüncü Ahmed’in sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim
Paşa’ya yazdığı, beyaz üzerine bir hatt-ı hümayun.»
16 Ahmed-i Sâlis devrine dair Madam Montegü’nün mektupları.
(Şark Mektupları). (1-9)
TOEM. 4, 19 (1.4.1329, 1205 - 1212, 2 rs. metin içinde; [1212 -1219;
143
iki mektup]; 4. 20 (1.6.1329) 1273- 1281; 4, 21 (1 Ağustos 1329)
1344 - 1349; 4, 22 (1 Ekim 1329) 1401 - 1405; 4, 23 (1 Aralık 1329)
1467- 1480; 4, 24 (1 Şubat 1329) 1541 - 1547; 5, 25 (1 Nisan 1330)
23 - 35; 5, 27 (1 Ağustos 1330) 183 - 191; 6, 31 (1 Nisan 1331)
410 -418; 6, 32 (1 Haziran 1331) 479 -499. «Lady Montague
(1689 - 1762) tanınmış bir İngiliz yazarıdır. 1712’de İngiliz dev­
let adamlarından Lord Manchester (Edouard Wortley Monta­
gue) ile evlenmiş ve Lord’un 1716’da İngiltere elçisi olarak İs­
tanbul’a tayini üzerine o da İstanbul’a gelmiştir. Lady Monta­
gue buradan kızkardeşi Lady Butea’ya, şair Addison’a, Alexander Pope’ya, edebiyat dünyasında ve Türk tarihinde çok büyük
yeri olacak olan mektuplar yazmıştır. Gözlem gücü, anlatma ye­
teneği, üslubu ile dikkati çeken bu mektuplar 1763’te yayınla­
nınca, Osmanlı yaşantısı hakkında en güvenilir bir kaynak ola­
rak, tanınmış ve bir çok dillere çevrilmiştir. İngiltere’ye çiçek
aşısını tanıtan Lady Montague’nin mektupları Tarih-i Osmanî
Encümeni Mecmuasında dilimize çevrilerek tefrika edilmiştir,»
17 Ahmed-i Sâlis ve Meskukât. «Para Meselesi»
İkdam. 19.3.1924. «Üçüncü Ahmed (salt. 1703 - 1730) devrinde
para konusunun, ulûfe yüzünden çıkan isyanların en ziyade sü­
kûnet bulduğu bir dönem olduğu. Kesin hükümler ve izlenen
uygulamalarla ayarı düşük paranın ortadan kaldırıldığı. Gü­
müşhane’de bulunan gümüş madenlerindeki çalışma ve verimin
arttırıldığı. Hile yapanların şiddetle cezalandırıldığı» hakkında
bir inceleme.
18 Ahmed-i Sâlis’in Hastalığı. «Geçmiş Zaman»
İkdam- 9680, 13.3.1924. «Dördüncü (Avcı. Salt. 1648 - 1687) Mehmed’in Emetullah Gülnüş Sultan’dan dünyaya gelen (1674) ve
Osmanlı tahtına Üçüncü Ahmed (salt. 1703 - 1730) adıyla çıkan
padişahın hayat hikâyesinden bir parça. Dolayısıyla Osmanlı
İmparatorluğu’ndan ibret verici levhalar. Padişahın korkuları.
Sadrazamı ve bilahare damadı olan Nevşehirli İbrahim Paşa’nm
tavsiye ettiği macunlar. Çırağan safaları. Beşiktaş Sarayı’nın
taşlanması. Kayınbaba-damat arasında ilginç yazışmalardan ör­
nekler. Padişahın genellikle hatt-ı hümayunlarında -Râbbim
tul-ü ömür ile muammer eyle' âmin- gibi cümlelerle kendisi için
dua ettiği. Saray hekimleriyle sürekli ilişkisi.»
144
Bi ham dillâh ki âlem yine m esrûr-ül cenan oldu
Açıldı gül g ib i mahzun g ö n ülle r şâdmân oldu
Efendim iz bu lup sihhat pür etti âlemi behcef
Safâ vu zevk-u sohbet âlem içre râyegân oldu
[Sultan A h m ed'in iyileşmesi dolayısıyla
te rk îb -i bend'den. Şair N e d im ]
19 Ahmed-i Sâlis’in Hayatına Dair. «Basılmamış belgelere göre»
Yeni Mecmua. 38, 4.4.1918. «Sultan Ahmed-i Sâlis (salt. 1703 1730) gayet mütevazıydı. Debdebe ve tantanadan zevklenmezdi. Bütün düşündüğü barış içinde, rahat ve mutlu bir aile ha­
yatı geçirmekti. Fakat bu hayatını, zamanını hoş geçirmek,
nefsinin gururlarını tatmin etmek için istemezdi...» (Tahta ge­
çişinden beş yıl sonra), (Nilüfer’den geçerken), (Manisa önünde
Kervanlar) resimleriyle değerlendirilmiş olan yazı dizisinde
genellikle saray hayatı ve eğlenceye sürüklenen bir hükümda­
rın yaşantısı işlenmektedir.
20 Ahmed Şuayb ve Tarih.
Servetifünun. 1020, 9.12.1326 [1910], «Son yüzyıl edip ve m ü­
tefekkirlerinden, Edebiyatı Cedide mensuplarından, Hukuk
Mektebi hocalarından Ahmed Şuayb Bey (1876 - 1910)’ın va­
kitsiz ölümü dolayısıyla derginin bu özel sayısında anma yazısı.
Yazar; merhumun tarih ilmiyle olan yakın ilgisini dile getir­
mekte, (Fransa İnkılabı), (Rusya Tarihi) gibi başta gelen eser­
lerini tanıtmaktadır. 34 yaşında kaybedilen değerli bir gencin
ardından söyleneceklerden.»
21 Akçe Yüzünden İsyan. «Para Meselesi»
İkdam. 9664, 26.2-1924. «Osmanlı İmparatorluğu’nda yeniçeri ve
Sipahi baş kaldırmalarının başlıca nedeni olan para. Ulûfe’nin
gününde dağıtılmaması. Bozuk akçe verilmesi. Benzeri para ne­
denleri. Dördüncü Mehmed (salt. 1648 - 1687) zamanında bu
yüzden başlayan ve kanlı bir şekilde son bulan bir ocak isya­
nının bütün ayrıntılarıyla hikâyesi.»
22 Akhisar. «Anadolu’da eski Türk şehirleri»
Yedigün. 222, 9-6.1937. «Akhisar İlçesinin kurulduğu günden bu
yana hikâyesi. Yazı; kentin eski bir tablosu ile değerlendirilmiş.»
145
23 Alaşehir. «Eski Türk Şehirleri»
Yedigün. 208, 3.3.1937. «Anadolu’nun başlıca ticaret yollarından
birinin üzerinde bulunan Alaşehir’in kuruluşundan itibaren hi­
kâyesi. Yazı; kentin eski bir tablosu ile değerlendirilmiş.»
24 Alaşehir; kurtulan beldelerimiz.
Yeni Mecmua. 3-69, 1.2.1923. «Alaşehir’in Osmanlı sınırları içi­
ne alınmasından başlayarak, Kurtuluş Savaşı sonunda düşman
işgalinden kurtulduğu güne kadar hikâyesi. Yazı; Osmanlı Türkleri zamanında eski Alaşehir’in -Hükümet Konağı- resmiyle de­
ğerlendirilmiş.»
25 Albert Vandal. (1-3)
İkdam. 9058, 5.6.1922; 9062, 9.6.1922; 9065, 12.6.1922- «Ünlü Fransız
tarih yazarı (müverrih), tarihî eserlerinde senteze önem veren
Albert Vandal (1853 - 1910) gençliği, yetişmesi, eserleri, meto­
du.» Üç ayrı uzun dizi.
26 Ali Emirî Efendi (1274 - 1342) [1858 - 1926] hayat ve asarı.
TOEM- 14, 1 - 78, 1 Ocak 1340 [1924], «Hayatı kitaplarından baş­
ka bir şey olmayan, hâfızası kuvvetli, kudretli bir doğu kültü­
rü almış, vatanım seven, memleket kültürüne büyük katkısı ol­
muş, değeri ölçülemez kitap ve kütüphanesini İstanbul’da Fatih’
te Feyzullah Efendi Medresesinde kurduğu kütüphanede toplu­
ma hediye eden, yine uzun yıllar bu kütüphanede bir nevi da­
nışman gibi araştırıcıların müşküllerini çözen Emirî Efendinin
hayat dizini. Uzun yıllar -Emirî Efendi Kütüphanesi- olarak bi­
linen kuruma bağışladığı kitaplar ve kendi eserleri. Edebiyat ta­
rihimizin ilginç ve önemli simalarından biri.» 45 - 51 s. Emiri
Efendi’de kitap merakı o kadar ileriye varmıştır ki, satın almaya
gücü yetmediği kitapları binbir rica ile birkaç gün için ödünç
alır ya kendisi veya bir başkasına kopya ettirirdi. Millet’e he­
diye ettiği koleksiyon arasında değeri ölçülemez bu tür istinsah
edilmiş eserler mevcuttur. Kendisinde birinci, Yemen’de San’a
şehrinde ikinci cildinin bulunduğunu öğrendiği bir kitabı satın
almak ve görev yerine geçici olarak getirtmek mümkün olama­
yınca, görevinin Yemen’e nakledilmesi için başvurduğu sevdik­
leri arasında söylenir. Evlenmeyen, ömründe bir kez dahi fotoğ­
raf çektirmeyen, yüzüne ustura değdirmeyen, devamlı siyah
papyon takan, gözlük yerine bir büyüteç kullanmakta ısrar eden,
146
tüm şairlerin şiirlerini ezbere bilen, tek sevgilisi kitaplar olan
Ali Emirî Efendi en büyük armağanını Yahya Kemal Beyatlı’
dan çalmıştır:
M uhtaç isen füyûzuna eslâf pendinin
Diz çök önünde şim di Emirî Efendi'nin
A ’m id o şehr-i nû r öğünsün ilel-ebed
FazI ü fa zîle tiyle bu necl-î bülend inin
İklîm -i Rûm'u gezdi otuz yıl taraf taraf
Bir m aksadiyle tab'ı nefâ'is-pesendinin
Yekpare nûr olan bu kütüphâne-i nefîs
Yekpare servetiydi bu âlemde kendinin
Ecdâd-ı pâkim iz g ibi v a k fe tti m illete
Hayrânı oldu halk eser-i bî-m enendinin
Yâ Fahr-ı Kâinat sen iyfâ et ecrini
Dîvân-ı Kibriya'da bu Şark ercüm endinin.
27 A l-i Osman ve Türk Milliyetperverliği.
İkdam. 8383, 15.61920. «Anadolu’da Türklüğü ölümsüzleştiren
Osmanlılar ve milliyetperverliğin ölümsüzlüğünün devamı için
gerekli olan nedenler içinde örnekler.» Kurtuluş Savaşı’mn tır­
mandığı günlerde yazılmış hamasî bir dizi.
28 A l-i Osman ve Türk Saltanatı.
İkdam. 8901, 26.12.1921. «Osmanoğulları ve Söğüt kentinde ye­
şererek dört kıtaya yayılan Osmanlı İmparatorluğu’nun kısa
zamanda yayılma ve çöküş nedenleri.»
29 Âli, Fuad, Reşit Paşalara DairYeni Şark. 48, 19-11.1921. «Yabancı kaynaklara, yabancı yazar­
lara, özellikle Le Baron Durand’a göre son yüzyıllık Osmanlı
tarihi içinde büyük yerleri olan Âli, Fuad ve Reşit Paşa’lar. Dev­
let yönetimindeki etkileri. İstanbul ve Boğaziçi’nin o yıllardaki
yaşantısı. Âli Paşa’nm ölümü haberinin alındığı zaman Berlin’
de bulunan Basiret gazetesi sahibi Ali Efendi’nin anıları çok il­
ginçtir: (...Bir hafta mürurunda Prens Bismark tarafından da­
vet olundum. Araba ile bulvardan geçtiğim zaman sokaklarda
kemali telaş ile ilaveler satılıyordu. Prensin huzuruna çıktığım­
da: — Sizi bugün davet edişimin sebebi, bu sabah Ali Paşa’nm
vefat ettiğini kemali teessüfle söylemektir. Türkler bir sadra­
zam kaybetti. Avrupa büyük bir adam kaybetti. Fransa ile yap147
tığımız savaşın sonuna yakın iki tarafa ilk barış çağrısı yapan
Ali Paşa idi. O büyük adamın yazdığı uzlaştırıcı mektubu hazinei evrakta özel bir muhafaza içinde saklattım... — dedi.)» ile­
ri derecede nazik, görevinde son derece ciddi, uluslararası iliş­
kileri çok iyi bilen ve ona göre davranan, cömert, ölümünde te­
rekesi borçlarına yetmeyen bir sadrazamın, Fuad ve Reşît Paşa’larla birlikte hikâyesi, özellikle yabancı kaynaklardan.
Allah’ın Gölgesi...
îkdam. 10206, 5.9.1925- «Osmanlı İmparatorluğu’nda Halifelik
müessesesi. Birinci Selim (Yavuz. Salt. 1512 - 1520)’nin Rıdaniye Savaşı’ndan (1517) sonra Mısır’ı tamamiyle ülkeye katarak
Hicaz kıtasıyla Müslüman hilâfetini İmparatorluğa katması.
Hilâfetin İmparatorluğa kazandırdıkları ve kaybettirdikleriKaldırılması nedenleri.»
\
Alman Darülfünunlarının Millî Vazifesi. (1-2)
Hayat Mec. 5; 124, 11.4.1929, 126, 25.4.1929 «Fransız müverrihi
Emest Lavisse (1842 - 1922)’nin Prusya tarihine dair kıymetli
birçok eseri vardır. En önemlileri; Büyük Frederik’in Gençliği,
Cülûsundan evvel Büyük Frederik, bir de -Prusya Tarihine Dair
Tetkikler- dir. Ernest Lavisse’in bu son eserinde Alman Üni­
versitelerinin millî görevine dair önemli bir bölüm ayrılmıştır.
Kolektif tarih araştırmalarının öncüsü, araştırmalarının sente­
zini yaparak tarih çalışmalarını yenileştiren Lavisse; bir mille­
tin tarihinde üniversitelerinin ne kadar önemli bir görev aldık­
larını Alman tarihini örnek alarak işlemiş ve ispatlamıştır.»
Altı Yüz Sene Sonra.
Dersaadet. 33, 9.8.1336 [1920], «Altı yüz yıl evvel Bursa ve do­
layları. Söğüt kentinde doğan küçük, nazlı bir filizin nasıl ko­
caman bir İmparatorluk olduğu. Bu başarıların nedeni. Altı yüz
yıl evvelki dört başı mükemmel Osmanlı yönetimi ve yönetici­
leri. Altı yüz evveli ve çöken bir İmparatorluğun hikâyesi.»
Altm’a Kurşun Atanlar. «Geçmiş Zaman»
İkdam. 9702, 4.4.1924. «Üçüncü Ahmed devrinde (salt. 1703-1730)
İstanbul yaşantısı. Geç gelen barıştan sonra renklendirilmeye
çalışılan günler. Çiçek merakının genel bir ihtiyaç haline gelme­
si. Lâle’ye konulan narh. Üçüncü Ahmed’in kerametleri. Çiçek
bahçeleri arasında zevkli atış yarışmaları. Memleketin yaraları­
nın sarılması bir yana bırakılarak zevk ve safaya dalınması.»
34 Amcazade.
İkdam. 11109, 27.3.1928. «îkinci Mustafa (salt. 1695 - 1703) dö­
nemi veziriazamlarından, Köprülü Mehmed Paşa’nın kardeşi
Haşan Ağa’nın oğlu ve Fâzıl-Ahmed Paşa ile Fâzıl Mustafa
Paşa’mn (Amca-Zâde) leri olmasından ötürü tarihte (AmcaZâde) adıyla diğer Hüseyin’lerden ayırt edilen, Hüseyin Paşa’
(1644? - 1702) nm hayat hikâyesi ve İkinci Viyana kuşatma­
sından sonra adım, adım geri çekilen bir İmparatorluğun, bü­
yük adamsız kalan bir ülkenin hazin panoraması. Devlet bü­
yüklerinin karşı koymalarına rağmen bizzat ordu ile sefere
çıkan, ilk iki seferi oldukça başarılı, üçüncü seferinde, Zenta’
dan Tisa Suyu’nun doğusuna geçilirken geride kalan ağırlıklar
ve bir kısım askere Prens Eugene de Savois komutasındaki
Avusturya ordusunun saldırıya geçmesiyle büyük kayıplar ve­
ren Osmanlı Ordusu savaşı kaybeder ve Veziriâzam Elmas
Mehmed Paşa da şehit olur. Köprülü Ailesi güç koşulların
adamlarıdır. İkinci Mustafa, sınır boyunda Amca-Zâde’ye
Mühr-i Hümayun’u teslim eder. Amca-Zâde, Köprülü Ailesin­
den yetişen dördüncü sadrazamdır. Geçici başarıları dikkate
almayarak, İmparatorluk için gerekli olan kesin barış yolunu
arar. 18 eylül 1697’de yüklendiği bu ağır yükü 4 eylül ,1702’ye
kadar, 4 yıl, 11 ay, 16 gün taşır. İkinci Mustafa’nın muktedir
ve değerli bir kişi olmasına rağmen hocası Feyzullah Efendi’ye
olan sevgi ve güveni, sadrazamı iş göremez bir hale getirmiş
bu yüzden birkaç kez istifa etmek zorunda kalmışsa da kabul
edilmemiştir. Son ricası kabul edilir ve Mühür, Daltaban Mus­
tafa Paşa’ya verilir. Amca-Zâde; ciddi, iyiliksever, mükem­
mel bir devlet adamıdır. Naima, ünlü tarihini ona ithaf et­
miştir. Kara Mustafa Paşa’nın İkinci Viyana Kuşatmasında
bulunmuş ve ardından gelen zor günleri yaşamıştır. İçinde
Karlofça görüşmelerinin bir bölümünün geçtiği Anadoluhisar’
la Kanlıca arasındaki yalısı, süslemeleri, iç dekorasyonu ve
havuzu bakımından Osmanlı yapı sanatının görkemli bir ya­
pıtıdır.» Klasik Türk yapı sanatının son örneklerinden olan
külliyesi (Cami, medrese, kütüphane, açık türbe, sebil ve çeş­
me) 1700 yılında yapılmış olup İstanbul’da Saraçhane başında,
Eski Saraçhane sokağmdadır. 1957’de restoresi bitmiş, halen
149
Vakıflar Genel Müdürlüğü Türk İnşaat ve San’at Eserleri Mü­
zesi olarak kullanılmaktadır.
35 Amcazâde ve Hoca Feyzullah. «Tarihten bir yaprak»
Yedigün. 117, 5.6.1935 «Biri vaktin vezirâzamı, öbürü de ünlü
şeyhülislâmı idi. Biri yıllarca süren Viyana bozgunluğundan
sonra devleti düzeltmek yollarını arar. Öbürü devleti avucu içi­
ne almak için en yıllanmış yasaları hiç sıkılmadan bozardı. Am­
cazâde ile aralarında akrabalık da vardı; Köprülü oğullarından
Fazıl Mustafa Paşa’nın oğlu Abdullah Bey, Hoca Feyzullah Efen­
dinin damadı idi... Amca-Zâde Hüseyin Paşa; Osmanlı tarihinde
sadareti kendi arzusu ile bırakan ilk vezirin, Viyana bozgunu
yaralarını sarmak, sarayı dolduran fesatçılardan kurtarmak için
didinen bir devlet adamının, kendi çıkarından başka bir şey dü­
şünmeyen bir din adamıyla olan mücadelesi. Sonunda, aynı
silâhlarla mücadele edemediğinden, daha fazla küçülmeye da­
yanamayarak İkinci Mustafa (salt. 1695 - 1703)’dan emekliliğini
ister. Ne çare ki; kendisinden sonra eserini izleyen ikinci bir
sadrazam gelmedi. Hoca Feyzullah da ihtirası uğruna İkinci
Mustafa’nın tahttan indirilmesine sebep oldu.»
36 Anadolu Şehirleri.
İkdam. 8214, 25-12.1919. «Kurtuluş Savaşı’nın Anadolu’da yer
yer başladığı, Türk kahramanlığının yer yer destanlaştığı gün­
lerde yazılan bir yazı. Kahraman Anadolu şehirlerinin, Osmanlı
yönetiminin çökme döneminde çektikleri. Bir yanda şehirleri
sömüren, aldığıyla doymayan âsiler, bir yanda saray baskısı.
Eşkıyayı sindirmek için halkın nelere katlandığı. Çilekeş Ana­
dolu köylüsü, eşkıya ve saray. Şimdi de Anadolu’yu yoketmeye
çalışan birleşmiş düşman karşısında yine Anadolu.» Uzun dizi.
37 Ankara Ahi’lerine Dair.
İkdam. 8892, 17-12.1921. «Anadolu’da Onüçüncü Yüzyıldanberi
meydana çıkmaya başlayıp sonraları düzenli ve teşkilâtlı bir
duruma gelmiş olan dinî — ekonomik toplumlarm, esnaf ve sa­
natkâr birleşimlerine topluca verilen ad. Son yapılan araştırma
ve bulunan belgelere göre, belli ekonomik kuralların zamanla
benliğini kaybetmemesi için dinî kurallara bağlanmasından
oluşmuştur. Osmanlılar, kuruluş dönemlerinden itibaren bun­
lara karşı müsait ve hattâ kendilerine mensupturlar. Osman
Bey ünlü Ahi reislerinden Şeyh Edebali’nin kızı ile evlenmiş,
150
bu suretle onların halk üzerindeki nüfuzundan yararlanmak
istemişti. Ayrıca; Şeyh Mahmud Gazi, Ahi Haşan, Çandarlı Ka­
ra Halil ve daha bir çokları Ahilerden olup, İmparatorluğun
kuruluşunda büyük katkıları olmuştur. Birinci Murad (salt.
1360 - 1389)’ın Ahi reisi olduğuna dair belgeler yayınlanmıştır.
Bu demektir ki; Osmanh Türkleri açılacakları alanlardaki top­
lumun dinî -ekonomik temayüllerinden yararlanmışlar ve bu
sayede kısa sürede başarıya ulaşmışlardır. Ahilerin dinî prensip
ve koşulları; sünnî - ortodoks -Müslümanlıktan ziyade batmî
-Hetorodoks- inanışa meyyaldi. İstihsalde standardizasyonu ko­
ruma, üretilen malı tüketiciye aktarırken fiyatta birlik ve be­
raberlik, kalitede belli bir düzeyi koruma, kuvvetli bir ticaret
ve esnaf ahlâkı, kazançta belli topluluklar içinde beraberlik ana
prensiplerdendi. Ahlâkî yönünün de dört ana kuralı vardı;
1 - Güçlü ve galip durumda iken bağışlamak, 2 - Hiddetli za­
manda yumuşak davranmak, 3 - Düşmana karşı iyilik etmek,
4 - Kendi ihtiyacı varken başkasına vermek. Fatih’in İstanbul’u
almasından sonra, devlet üzerindeki nüfuzları zamanla azalma­
ya başlamış ve - esnaf loncaları - haline gelmişlerdir. Yazar;
bir adı da - Fütüvvet - olan Ahilerden Ankara yöresine yerle­
şenlerin özelliklerini, bir şeyhin çevresinde toplanarak tekke
yaşantılarını, birlikte yedikleri akşam yemeklerini, zikr ve se­
mâlarını, kıyafetlerinin basitliklerini, misafirperverliklerini,
baskı yapan devlet memurlarına karşı amansız karşı koymala­
rını dile getirmektedir.»
38 Ankara’da Osmanlı Türkler.
Hayat. 1, 21, 23.4.1927. «Osmanlı Devleti’nin kurulması sırasın­
da Anadolu’da bulunan küçük Türk Devletleri ve bunların biribirleriyle olan ilişkileri. Ahiler, Karamanoğulları ve tarih sah­
nesinde hızla açılıp gelişen Osmanoğulları. Ankara’nın Osmanlı
Beğliği için önemi. Ankara’nın Osmanlı Devleti sınırları içine
alınması ve Anadolu Beğlerbeği’nin merkezi olması. Eski An­
kara ve yaşantısı. Ankara’nın Osmanlı tarihindeki yeri ve geç­
miş olaylar içinde Ankara.» Dizi; Hayat Dergisinin 23 Nisan
1927 (Ulusal Egemenlik Bayramı) özel sayısı için yazılmış.
39 Anna Komnenos. Bizans İmparatoriçeleri.
Şehbal. 56, 1.7.1328 [1912]. «Bizans tarihinde imparatoriçelerin
yaşantısı büyük bir mevki işgal eder... Doğu Roma tarihinin
151
en önemli bölümü, Bizans’ın çökmesinin en önemli nedeni, sa­
ray hayatında, imparatoriçelerin sefih yaşantısında aranmalıdır.
Bizans sarayı, çeşitli entrikalar ve bu dizi içinde İmparatoriçe
Anna Komnenos.» Uzun bir dizi.
39b Asr-ı Hazır Tarihimiz Hakkında. «Müverrih Ahmed Refik Bey­
efendiye»
İkdam. Ahmed Cevdet. 8431, 14.8.1920. «Zürih’ten gönderilmiş
olan uzun yazı, gazetede başmakale olarak yayınlanmış. Ahmed
Cevdet Bey, Hoca’nın devamlı verimli çalışmalarını övdükten
sonra, Osmanlı tarihi üzerinde yapılagelen çalışma ve yayınlar
üzerinde duruyor ve günümüz tarihinin yazılamadığına işaret
ederek Ahmed Refik Hoca’dan - Asr-ı hazır - tarihini yazma­
sını istiyor.» Hoca, bu açık mektuba; «Ahmed Cevdet Beyefen­
diye» başlıklı mektubuyla cevap vermiş. İkdam, 8442, 2.9.1920(dizi no. bkz. 9)
40 At Meydanı. «Kafes ve ferace devrinde İstanbul»
Akşam. 17.2.1936. «At Meydam’nın eski halini gösteren bir re­
simle renklendirilmiş olan uzun bir dizi- İstanbul’da Sultanahmed Meydam’na Türkler tarafından verilen diğer bir ad. Burada
Romalılar ve sonra Bizanslılarm araba yarışları, çeşitli yarışma­
lar yaptıkları hipodromdu. Halen park yapılmış olan alanda, biri
örme diğeri yekpare ve ortalarındaki bronzdan olan Burmalı sü­
tun, hipodrom’un spinası üzerindeki anıtlardır. Seyircilerin bu­
lunduğu tribünlerin yerinde bugün, deniz yönünde Sultanahmed Camii, kara yönünde İbrahim Paşa Sarayı vardı. İbrahim
Paşa Sarayı, Tapu Dairesi ile yeni Adliye Sarayı arasında bu­
lunuyordu. Kuzeydeki bölümü (Firuz Ağa camii yönü) yıkılma­
dan evvel 150 mt. uzunluğu ve 50 - 75 mt. arasında değişen bir
derinliği olan üç katlı görkemli bir binaydı. Kanunî, Veziriâzam ı İbrahim Paşa’ya kızkardeşini vererek saraya damat yaptık­
tan sonra bu sarayı eniştesine tahsis etmiş ve bundan sonra
onun adıyla amla gelmiştir. Sarayın inşa tarihi kesin olarak bi­
linmemekle beraber, Kanunî (salt. 1520 - 1566) zamanında esas­
lı değişmeler ve eklemelerle mükemmel bir hale getirildiği bi­
linmektedir. İstanbul alındığı zaman Hipodrom çoktan harap
olmuştu. Fatih, bu yeri yine spor alanı olarak seçti. At ve cirit
yarışmaları burada yapılırdı. Fatih’in burada gürz yaptığını
biliyoruz. İmparatorluğun Duraklama ve Gerileme devrinde
152
yeniçeri vs sipahilerin ayaklanmalarında toplantı yeri olmuş,
Abdülaziz (salt. 1861 -1876)’in son yıllarında zaptiye nazırı olan
Hüsnü Paşa tarafından park haline getirilmiştir.» Renkli bir dizi.
41 Ateııayıs. Bizans İmparatoriçeleriŞehbal. 57. 15.7.1328 [1912], «Bizans imparatoriçeleri arasında
kültürü ve şairliğiyle tanınmış bir imparatoriçe olan Atenayıs’ın hayatı. Bitip tükenmeyen saray kulisleri, saray entrikalan içinde Bizans tarihi.» Uzun bir inceleme.
41b ATTİLA. (1-65)
Cumhuriyet. 8-9.1928 -30.11.1928. (Tarih akşamı: Müverrih Ah­
med Refik, edebî safha ve roman tahkiyesi: Peyami Safa ve ve­
sikalar: bir heyet). «Orta çağda efsanelere konu, hakkında tra­
jediler ve operalar yazılmış, Cengiz Han’dan evvel gelmiş dün­
ya egemenliği fikrine sahip en büyük teşkilâtçı, eski Türkler
arasında adı - Atlı Han - olan, ikinci kez evlendiği düğün ge­
cesi şüpheli bir burun kanaması sonunda ölen, Türk soyundan
Hunlar’m orta çağlarda en büyük hükümdarı Attilâ (?395 453)’nın romanlaştırılmış hayat dizisi ve bu dizi içinde de
Hun tarihi ve Avrupa. Babası Muncuk’un sağlığında çocuk­
luğunun bir kısmını barışı sağlamak üzere misafir -rehin ola­
rak Roma’da geçiren Attilâ, Hunlar’ın baş düşmanı ve rakibi
olan Romalılar’ın dillerini, politkialannı ve özellikle yönetim­
lerini öğrenir. Babasının, amcasının ve sonunda kardeşinin ölü­
mü üzerine yalnız kalan Attilâ, (?442) yılında özgür olarak
Hun Devleti’nin başına geçer. Batı’ya yönelmeden eyvel ülke­
sine düzen verir. Teşkilâtçılıkta-büyük bir hüner sahibi olduğu
tüm tarihçiler tarafından kabul edilmiştir. Geniş ülkesi içinde
posta konaklama zinciri dahi kurmuştur. Olaylar dizisi bundan
sonra başlar. Bizans, Hun İmparatorluğunu yıkmak için Atillâ’
ya suikast düzenlerse de başaramaz. Attilâ, Büyükçekmece’ye
kadar gelerek Bizans’ı haraca bağlar. Yazılanlara göre 700 bin
atlı ile Batı’ya döner ve Roma istilası böylece başlar. Bu sefer­
ler birkaç kez tazelenir. Hun atlıları Paris civarına kadar gele­
rek Orlean’ı alır. Hun tehlikesine karşı tüm Avrupa Roma ko­
mutanı Aetius komutası altında birleşirlerse de bir sonuç ala­
mazlar. İkinci seferinde Attilâ Roma surları önünde görünür ve
Papa’mn ricası üzerine ülkeyi haraca bağlamakla yetinir. At­
tilâ, Çin’i de aldıktan sonra iki kıtayı bir bayrak altında bir­
153
leştirmeyi plânlamıştır. Attilâ’nm hayatında kadınlar da vardır.
Bunlar da romanlaştırtmış hayat dizisine renk katar. Taht kav­
galarına neden olmaması için evlenmesi yasaklanan Romalı
prenses Honoria’nın Attilâ’ya bir nişan yüzüğü göndermiş ol­
ması, Romalıların bu işi engellemelerine rağmen, Hun İmpa­
ratorunun Roma topraklarından hisse isteme hakkını yokedemez. Mağlup Roma ve Roma tarihçilerinin etkisi altında kalan
batı tarihçileri onu, barbar diye anlatırlar. Oysa ki Attilâ; mer­
hametli, âdil ve şefkatli bir hükümdar ve büyük bir strateji
üstadıdır. Attilâ tarihi roman dizisinde; Avrupa’nın (Çıldırmış
Attilla), (Tann’mn Kırbacı)... adım verdikleri bir İmparatoru,
Orta çağ yaşantısını, Bizans ve Roma entrikalarını, Türk’ün
sağlam seciye ve karakterini, bir imparator düğününü, ilk ge­
cesi dul kalan kraliçe İldiko, vb. olayları yaşar gibi okumak
mümkün.» (Yazı kurul: Cumhuriyet, 1.8.1928).
42 Avrupa’da Eski Asyalılar, Iberler ve Bask’lar.
Cumhuriyet. 31.10.1935- «Asyalı -brakısefallar-ın -dolikosefal­
lere üstün olarak uygarlık kurduğunu ispatlayan bir inceleme
yazısı. Ciz’vit başkanı İgnas dö Loyola’nın resmi ve bol mehaz­
la değerlendirilmiş.»
43 Avrupa’da Keltler.
Cumhuriyet. 8.2.1936. «Milâttan önce dördüncü yüzyılda Hazar
Denizi kıyılarından Avrupa’ya göç eden ve bilahare diğer ka­
vimler arasında eriyen Keltler’in tarihi-»
44 Avusturyalılar’ın Sahte Vesikaları.
Cumhuriyet. 1.10.1933. Bkz. s. 111 - 113
45 Ayasluğ.
Yedigün. 179, 12.8.1936. «Ege’nin koynunda ve Küçük Menderes
koyunda bugün dahi kalıntılarıyla eski tarihi canlandıran
-Ayaslug-Efisos-un kuruluşundan bugüne kadar hikâyesi. Ya­
zı; Ayaslug’un eski bir resmiyle değerlendirilmiş.»
46 Ayasofya ve etrafındaki eserler. «Kafes ve ferace devrinde
İstanbul.
Akşam. 28.3.1936- «Dünyanın sayılı ve eski yapıtlarından olan,
Fetih’ten itibaren Türk mimarlarının çeşitli eklemeleriyle gü­
nümüze kadar ömrünü sürdüren Ayasofya Müzesi’nin tarihi.
154
Yapının güney yönünde nefis İznik çinileriyle meydana geti­
rilen ve binaya Türk kültür mührünü vuran Ayasofya Kütüp­
hanesi, XVIII. yüzyıl Türk mimarisinin en güzel örneklerinden
olan şadırvan (1740), muvakkithane ile sübyan okulu (1742).
Dursun Bey tarihinden ve Lady Montegüe’den aktarılan pasaj­
lar. Semtin bol suya kavuşturulması...» Uzun yazı dizisi, Aya­
sofya Müzesi’nin içini gösteren resimle değerlendirilmiş.
47 Ayasofya Avlusu.
Yedigün. 105, 13-3.1935. «İlk dönemlerde Ayasofya Müzesi’nin
günümüzde olduğu gibi bütün haşmetiyle meydanda olmadığı.
Çevresinde köhne evler, pis ve çirkin barakaların bulunduğu.
Mimar Sinan’ın bu güzel yapıtın bir kat daha güzelleşmesi için
yardımcı olduğu. Yazı; Ayasofya Müzesi’nin resmiyle değerlen­
dirilmiş.»
48 Bâbı Hümayun. «Kafes ve ferace devrinde İstanbul»
Akşam. 30.9.1936. «Fatih’in inşa ettirdiği Saray-ı Cedid-i Mâmure (Topkapı Sarayı)’yi şehirden ayıran ve yine aynı padişah
tarafından Sur-u Sultanî üzerindeki kapılardan biri. Ayasofya
Müzesi ile Üçüncü Ahmed Çeşmesi karşısındaki kapının adı
(Bâb-ı Hümayun). Topkapı Sarayının tarih bakımından en zi­
yade önem verilecek üç kapısı vardır; içeriden itibaren Babüssaade, Orta-Kapı, Bâbı Hümayun. Bâbı Hümayun, 1150 (1737)
tarihinden itibaren Topkapı Sarayı unvanını alan Sarayı Ce­
didi Âmire’nin yapılmasıyla ilgilidir. Bâbı Hümayun sarayın,
tam anlamıyla saltanat kapısıdır. Saraya girmek büradan baş­
lar. Yazı; yüzyıl evvel kapının resmiyle değerlendirilmiş.»
49 Babüssaade. «Kafes ve ferace devrinde İstanbul»
Akşam. 22.7.1936. «Arz kapısı, taht kapısı. Sarayın üçüncü ka­
pısı olup enderun ve Birun’u birbirinden ayırır. Artık buradan
içerisi enderundur. Bir adı da — Akağalar Kapısı — dır. Cü­
luslarda, ayak divanlarında ve bayramlaşma törenlerinde pa­
dişahların tahtı burada kurulurdu, Sancağ-ı Şerif çıkarılacak
olsa, bu kapının Önünde üstü mermer kapakla örtülü direğe
dikilirdi. Kapının sağ tarafındaki çmar’m altında padişahların
cenaze namazı kılınırdı... Hikâyeler, kitabeler arasında kapı.
Yazı; kapının resmiyle değerlendirilmiş.»
155
50 Bağdad Köşkü. Topkapı Sarayında.
Yeni Mecmua. 15, 18.10.1917. «Türk atasözünde yeri olan,
uzaklım ölçüsü olarak kullanılan Bağdad, İstanbul’da Topkapı
Sarayı’nın içinde dördüncü avluda, Şimşirlik ve İncirlik bah­
çelerinin birleştiği noktada yapılan görkemli bir köşk, Bağdad’
ın ikinci fethinin (1048: 1639) müjdesini simgelemiştir. Ka­
nunî Sultan Süleyman, Irakayn seferi adı verilen İran sefe­
rinde Tebriz’in fethinden sonra Bağdad şehri eşrafı şehrin
anahtarlarım sadrazam İbrahim Paşa’ya teslim ettiler. Kanunî
1534 (24 cemaziyülevvel 941) Bağdad’a girdi. Fuzûlî’nin fetih
tarihi: (Geldi burc-i evliyaya padişah-ı nâmdâr. 941) di. Osmanlı İmparatorluğu’nun iç ve dış gaileleri sonunda şehir, 28
Kasım İ623’te hile ile Safevî’lerin eline geçmiş ve yıllarca sü­
ren savaşlar böylece başlamıştı. Bağdad’m geri alınma çabaları,
Sultan- IV. Murad’ın kısa süren saltanatını da işgal etti. Halk
da tedirgindi Bağdad’m düşman elinde olmasından. Bağdad’m
fethine memur edilen Hafız Ahmed Paşa’nın genç ve ateşli
hükümdara gönderdiği manzume, halkın dilinde ve sazında göz
yaşlarıyla okunur olmuştu.
A ldı etrafı adüv imdada a sker'yok m udur
Din yolunda baş v irir merdâne bir er yok m udur
Bir aceb girdâbe düşdük çaresiz kaldık meded
Âşinâlar züm resinden b ir şinâver yo k m udur
Âteşi sûzanı âdây'e bizim le girm eğe
Dehr içinde im tihan olrriuş semender yo k m udur
Dergâhı âli M urad'a nâmemiz isâline
Bâdı sarsar gibi çabuk b ir kebûter y o k m udur.
15 Ekim 1638’de başlayan ve 40 gün süren kanlı bir kuşatmadan
sonra şehir tekrar Osmanlı yönetimine geçti. Fetih müjdesi
İstanbul’a ramazan’m onuncu günü erişti (Ocak 1639). Şiddetli
bir kış geçiren şehir, doğanın bütün karşı koymasına rağmen,
bayramın üçüncü günü akşamına kadar fetih şenliği yaptı. Sul­
tan Murad; Revân, Emirgân ve Kandilli Köşklerinden sonra
bu köşke özel bir itina göstermişti. Köşk sekiz yüzlü olup, üze­
ri zarif bir kubbe ile örtülüydi. Çevreyi dolanan revak, 22 mer­
mer sütun üzerine oturtulmuştu. İç duvarlar, kubbeye kadar
çinilerle süslü, köşkün 32 penceresi olup, alt pencerelerle renkli
camları bulunan üst pencereler arasındaki duvara, hattat Top­
156
haneli Mahmud Çelebi tarafından çeşitli âyetler yazılmış mavi
çinilerle kaplanmıştı. Kuzey batı duvarında görkemli bir pi­
rinç ocak vardı... Bütün Boğaz’ı ve Haliç’i seyreden bu zarif
köşkün tarihi olmayıp, kapı kemeri üzerinde şu beyit okunur:
Küşâde bâd be devlet hemişe in dergâh
Bihakkı eşhedü enlâ ilâhe illallah
Yazı; (Köşkün dışarıdan görünüşü), (Mermerlik cihetindeki ka­
pı), (Sedir ve şömine), (Mermer havuz) resimleriyle renklen­
dirilmiştir. Köşkün hikâyesi.»
51 Bahı-ı Hazar Karadeniz Kanalı ve Ejderhan Seferi.
TOEM. 8, 43, 1.4.1333 [1&17]. «Rusların kuzey yönlerden Türk
sınırlarına tecavüzlerini önlemek için tedbirler alındığı, Tatar
Hanı’nm bu konuyu Divan-ı Hümayun’a getirdiği. Donanma
ve ordunun Akdeniz’de Malta Seferi dolayısıyla meşgul bulun­
duğu. Sokullu Mehmed Paşa’nın, Sultan Selim Han (Sarı. salt.
1566 -1574) zamanında devlet yönetimini müstakil olarak yü­
rüttüğü zaman iki önemli teşebbüste bulunmak istediği. Hazar
Deniz’ini Karadeniz’e birleştirmek, Süveyş kanalını açmak...
Sokullu’nun bu iki büyük teşebbüse önem vermesi, Osmanlılar’m cihan politikası yönünden çok önemliydi. Hazar Denizi
ile Karadeniz’in birleşmesi, Türkistan ile Osmanlı Devleti ara­
sında emin ve güvenilir bir yol olacak ve çeşitli yararlar sağla­
yacaktı. Yazar; çeşitli belgelerin ışığında Hazar Denizi — Ka­
radeniz kanalı ve Ejderhan Seferini işlemektedir. Yazı; çeşitli
hüküm örnekleriyle değerlendirilmiştir.» Uzun bir inceleme.
1-14 s.
52 Balıklı Manastırı. «Kafes ve ferace devrinde İstanbul»
Akşam. 21.9.1936. «Fatih Sultan Mehmed’in surları aşarak İs­
tanbul’a girdiğini haber vermişler. Bir türlü inanamamış, balık
kızartıyormuş tavada. Tavada kızaran balıkların dirilip havada
sıçrayacağına daha çok inanırım da... deyince, balıklar birbiri
ardından sıçrayıp manastırın ortasında bulunan havuza atlayıp
kuyruk çarpmaya başlamışlar. Bu bir rivayet olsa da İstanbul’
da bir Balıklı Manastır var. Yazı; manastırın tarihi kadar,
Osmanlı Türkleri’nin din özgürlüğündeki geniş hoşgörülüğünü
de işliyor. Daha çok yabancı kaynaklardan alınmış bölümler
157
arasında İstanbul’da bir Bizans tapmağı. Balıklı Manastır’ın
içini gösteren bir resimle değerlendirilmiş.»
53 Bayezid Camiine Dair.
İkdam. 9027, 3.5.1922. «İstanbul’da bir semte, İstanbul’un yedi
tepesinden birine adını veren Bayezid Camiinin Türk yapı sa­
natındaki önemi, yapımı, mimarları, büyük onarımları.»
54 Bayezid Köşkü. Topkapı Sarayı.
Güneş Mec. 1,1, 1 Ocak 1927. «Topkapı Sarayı bölümlerinden
—Bayezid Köşkü— tarih bakımından önemi haiz binalardan­
dır. Bina, Fatih’in oğlu İkinci Bayezid zamanında inşa olun­
muştu. Geçen devirlerde birkaç kez onarılan köşk zamanla
harap bir hale gelmişti. Üçüncü Murad (salt. 1574- 1595)’ın
tahta geçişi sırasında gene aynı adla anılıyordu. İkinci Selim
öldüğü zaman, yerine geçecek olan Üçüncü Murad Mudanya’
dan onsekiz oturak forsalı Nişancı Feridun beyin buz kalitesine
bindi. Babasının tahtına biran evvel oturmak için, kendisine
düzenli ve görkemli bir gemi gönderilmesini beklemedi. Gece
yarısı lodosun göklere çıkan şiddetine de bakmayarak, maceralı
bir yolculuktan sonra Bayezid Köşkünden saraya çıktı... Yeni­
den donanmaya katılan gemilerin seyir yeri olan bu köşkte
geçen olaylar. Bol dip notlu dizide; Sinan Paşa Köşkü ve niha­
yet Sepetçiler Köşkü adını alan binanın tarihi işlenmektedir.»
55 Beklenmeden Gelen Ramazan.
İkdam. 9.5.1922. «Ramazan; nisan ve mayıs aylarına rastlamış.
Tahtta Ahmed-i Sâlis (salt. 1703 - 1730) ve veziri de Damat
Nevşehirli İbrahim Paşa. Lâle çiçeğine narh koyalı daha bir
yıl olmuş. İstanbul Boğazı ve Haliç sırtları lâle bahçeleriyle
süslü. Görünüşe göre dertsiz bir ülkedir bu. Onbir ayın sultanı
mübarek ramazan ayının gelmesine bir gün var sanılırken,
Ayasofya Camii kayyumbaşısı hilâl’i gördüğünü (eskiden ramazan’ın geldiği gökte ayın görünmesiyle başlardı) yanına iki
şahit alarak İstanbul kadısı Mehmed Efendiye bildirir. Rama­
zan ve hilâl’in görünüp görülmemesiyle ilgili bir yaşantı ve
İslâm dünyasının hilâl’in görülmesine verdiği önem.»
56 Beklenmeden Gelen Ramazan.
Kelebek Gazetesi. 12.10.1972. Aym yazı. [Sadeleştiren: Mu­
zaffer Gökman].
158
57 Bender’de Lehistan K ıralı Stanislas.
Darülfünun Edebiyat Fak. Mec. 3, 4-5, Kasım -Mart 1340
[1924], «Sultan Üçüncü Ahmed (salt. 1703 - 1730)’in tahta geç­
mesinden bir yıl sonra batı Avrupa’da oynanan politik bir oyu­
nun hikâyesi. Stanislas I (Leszcrynski, 1677 - 1766), İsveç kı­
ralı Onikinci Charles’in yardımıyla Lehistan kırallığma geçiril­
miş ve onun Ruslara karşı mağlubiyeti üzerine birlikte Osmanlı Türklerine sığınmıştı. Demirbaş Charles ile beraber
Bender’de göz altında tutuldu. Sonraları Fransa Kıralı Onbeşinci Louis’nin kayınbabası olunca, onun yardımıyla tekrar
kırallığma geçti. Bir süre sonra Rusların baskısıyla çekilerek
Viyana Kongresi tarafından Lorraine Dükalığına tayin edildi.
Hazine-i evrak belgelerine göre hazırlanmış olan bu inceleme­
de, Kıral Stanislas tarafından Osmanlı Hükümdarına yazılmış
mektuplar ve cevapları yer almaktadır. Türk topraklarına sı­
ğman ve Osmanlı İmparatorluğu aleyhine çalışmaktan da geri
kalmayan mültecilerin hikâyesidir bu.» 200-213 s. uzun bir dizi.
58 Bergama. «Anadolu’da eski Türk eserleri»
Yedigün. 183, 9.9.1936. «Dünün ve günümüzün ünlü tarihî şehri
Bergama’nın kuruluş ve yaşantı hikâyesi. Yazı; Bergama’da
eski devirlerden kalan ünlü sarayın ikiyüz yıl evvelki durumu­
nu gösterir bir tablo ile değerlendirilmiş.»
59 Berlin’de İlk Osmanlı Elçisi.
İkdam. 7147, 4.1.1917. «Sorumlu makamlarda bulunmuş, yazdığı
kitaplarla ün yapmış. 1774’te I. Abdülhamid’in ilk saltanat
yılındaki Rusya savaşında birinci üye olarak o felâketli Kay­
narca (1774) Anlaşmasını imzaya memur ve mecbur edilmiş,
Viyana elçiliğinden sonra Berlin elçiliğine atanan Elhaç Ahmed
Resmî Efendi (1700-1783). Her iki elçiliği için sefaretname
yazan Resmî Efendi’nin Büyük Frederik ile görüşmesi. TürkAlman ilişkilerini inceleyen bir dizi.» Resmî Efendi’nin ikinci
sefaretnamesi birincisinden daha etraflı ve ünlüdür, basılmış­
tır. Prusya sefaretnamesi ile Rusya savaşma ve Kaynarca An­
laşmasına ait olan tarihi, AvusturyalI ünlü tarihçi Hammer ta­
rafından Almanca’ya çevrilmiştir. Seyahatnamenin metni Pa­
ris’te basılmıştır.
159
60 Bibliyografya.
Servetifünun. 1028, 3.2.1326 [19101. «Âsar-ı Tarihiyye. 1) Zeydan, Carci: Medeniyet-i İşlâmiye Tarihi. Çev. Zeki Mugamez.
c: 1-2. İstanbul 1328 - 1329 İkdam Matbaası.
212 + 2 s. 8°,
2) Engelhardt, Er: Türkiye ve Tanzimat. Devlet-i Osmaniye’nin
tarihi ıslahatı. (1826- 1882). Çev. Ali Reşad. İstanbul 1328 Mürettibin-i Osmaniye Matb. 496 s. 8°, 3) Hayreddin [Nedim]:
1270 Kırım Muharebesi’nin tarih-i siyasisi. İstanbul 1326 Ahmed
İhsan Matb. 187 s. 5 planş. 8° adlı üç eserin eleştirisi.»
61 Bibliyografya.
TOEM (TTEM). 14, 2 (79) (1.3.1340 [1924]). «Friedrich Kraelitz: Osmanische Urkunden in Türkischer Sprache aus der
zweiten Halfte des 15. Jahrhunderts Wien, Buchhândler der
Akademie der Wissenschaften. 1922. (Türk diliyle Osmanlı bel­
geleri, 15. yüzyılın ikinci yarısına ait. Viyana Ulûm Akademisi
Kitaphanesi, 1922). Yazar; sözkonusu kitaptan bazı bölümleri
aktarmak ve bazı notlar eklemek suretiyle bu önemli eseri ta­
nıtıyor.» 121 - 124 s. Fatih Sultain Mehmed ve İkinci Bayezid
döneminde Ragüza (Slavların Dubrovnik dedikleri Dalmaçya
kıyısında) Cumhuriyetine ait civar kadılara ve Hersek İli San­
cak beğlerine gönderilen yazıların kopyaları ve açıklamaları.
62 Bilecik.
İkdam. 8662, 24.4.1921. «Selçuklu’larm uç beği Osmanoğulları’nm 'Bilecik ovasında görünmesi. Bizans tekfurlarının bir türlü
başarıya ulaşamayan oyunları. Osman Gazi’nin Bilecik İlinin
Çakır-pınar mesire yerinde tekfurlara oynadığı oyun. Nilüfer
Hatun’un Orhan Beyin eşi olması. Olaylar, rivayetler ve hikâ­
yeler içinde Osmanoğulları ve Bilecik.»
63 Binbirdirek ve leylek tılsımı. Kafes ve ferace devrinde İstanbul.
Akşam. 31.8.1936. «Kuşatmalarda kalelerin direnişinin içeride
stoklanmış suya bağlı olduğu. İstanbul’un çeşitli kuşatmalara
surlarının metinliği kadar içeride depo edilmiş su sayesinde
karşı koyabildiği. İstanbul surları içinde bulunan kapalı-açık
su depolan. Binbirdirek’in önemi. Direk sayısı. Osmanlı Türk­
lerinin direkleri saymadan ona bu adı yakıştırdıkları. Nüfusu
artan İstanbul’un su ihtiyacını karşılamak için alınan köklü
tedbirler. Türklerin şehre bol ve temiz su getirdikleri halde
dahi, zaman zaman Binbirdirek sularından yararlandıkları. Mol160
teke’nin Binbirdirek ile ilgili notları. Evliya Çelebi’nin (leylek
tılsımı) ile ilgili hikâyesi.» Yazı; Binbirdirek’in resmiyle de­
ğerlendirilmiş.
64 Bir Bizans İmparatoru.
Akşam. 19 Şubat 1937. «Hebdoman Sarayının resmiyle süslen­
miş bulunan bu uzun dizide, Bizans İmparatorlarından Andronikos Komnenos’un hayat hikâyesi. Türklerle ilişkileri. Mü­
verrih Niketos’un yazdıkları. Bizans’ta yaşantı ve saray ku­
lisi..» konu edilmektedir.
65 Bir Mısır Paşası. Defterdar Ahmed Paşa.
Akşam. 20.8.1937. «1674’te Mısır eyâletine atanan defterdar Ah­
med Paşa’nm kararı öğrenmesinden sonra şenlik ve hediye da­
ğıtılması, hediyeler alması, hareket hazırlığı, yolda geçen olay­
lar, göreve başlamasının ardından deprem olması, depremin
halk arasında uğursuz sayılması, huzursuzluğun isyana dönüş­
mesi, genişlemesi, Paşa’nın bir yolunu bularak firarı.»
66 Birinci Viyana Muhasarası ve Netayici Askeriyesi.
Servetifünun. 915, 27.11.1324 [19081. «Viyana kuşatmaları. Bi­
rinci Viyana kuşatmasının nedeni. Bu kuşatma hakkında ta­
rihi belgeler. Birinci kuşatmada Osmanlı akmları. Kuşatmanın
kaldırılma nedeni. Sultan Süleyman’ın ordusu Viyana’da mağ­
lup olmamıştır. Osmanlı akmları nereye kadar uzadı. Osmanlı
süvarisi. Osmanlı erlerinin okutulması lüzumu. Osmanlı se­
ferleri askerin manevî gücünü arttırmada en büyük yardımcı­
dır.»
67 1253 Senesinde Kavalalı Mehmed Ali Paşa ile bir mülakat.
TOEM. 16,15 (92) 1.5.1926. «19. yıl başlarında Mısır’ı Osmanlı
Devleti’nden ayrı bir hükümet haline getirerek burada bir hânedan kuran Mısır valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’ya (17691848) 1253 [1838] yılında amaçlarını anlamak için Sarım Bey
Mısır’a gönderilmişti. Sarım Bey, Kavalalı ile konuşmuş, Meh­
med Ali Paşa ve Mısır konusu ile ilgili gayet geniş bir rapor
hazırlayarak takdim etmiştir. Mısır konusunun çeşitli yönleri­
ne ışık tutan ve bir belge niteliğinde olan rapor, notlanmak su­
retiyle aynen yayınlanmıştır.» 133-151 s.
161
68 1284 Bulgar İhtilâli. «Hazine-i Evrak tetkikatı, gayrı matbu ve­
sikalara nazaran»
TOEM. 15,9 (86), 1.5.1341 [1925]. «Çar Nikola’dan başlayarak
özgür bir Bulgaristan kurmak için harcanan çabalar. Bu amaca
ulaşmak için yetiştirilen Bulgar gençliği. Bulgar istiklâli tari­
hinde önemli bir yeri olan —1284: 1868— Bulgar ihtilâlinin iç­
yüzü, safhaları, bastırılması, Bulgar çeteleri üzerinde bulunan
beyannamelere kadar eğilen bir Bulgar tarihi dizisi.» 138-164 s.
69 1806 Felâketinden sonra Prusya nasıl yükseldi?. (1-19)
İkdam. 8.4-1913 (5793) — 4.5.1913 (5819). «Her büyük felâketi
milletçe karşılamasını, yenmesini bilen Alman ırkının bu gücü
nereden aldığının hikâyesi.» Bilahara kitap halinde yayınlanan
bu tefrika, atlamalı tarihlerde yayınlanmıştır.
70 Bizans Devrinde Büyükada.
Yeni Mecmua. 22, 6.12.1917. «Bizans İmparatoriçelerinin sür­
gün yeri olan Büyük Ada’riın hikâyesi. Yazı; (Bizans kadın­
ları), (İmparatoriçe Teodora), (Bizans sarayında imparatorun
kız beğenmesi), (Büyük Ada’da Kadınlar Manastın) resimle­
riyle değerlendirilmiş ve Ada’da geçen ilginç olaylara da yer
verilmiştir.»
71 Bizans İmparatoriçelerinin hayat tarzı. (1-2)
Şehbal. 66, 67, 1.12.1328 [1912], «Bizans İmparatorluğunun po­
litik yaşantısında imparatoriçelerin de katkısı vardı. Sarayın
kadınlara ait tüm işleri imparatoriçeye aitti. Paskalya günü
Ayasofya Kilisesinde imparatorluğun bütün büyükleri impara­
torun eteğini öptükleri gibi bunların eşleri de, kilisenin ayrı
bir dairesinde imparatoriçenin eteğini öperlerdi. İmparatoriçe
bazen imparatora vekâlet eder, hipodromdaki koşulara beraber
giderdi. İmparatoriçe seçiminde önceleri hiç bir politik amaç
güdülmezdi. İmparatorluğun her yönüne adamlar gönderilir en
güzel bir kız seçilirdi... Çoğu kez çeşitli entrikalarla imparatoru
ikinci plâna iten Bizans imparatoriçelerinin hayatı, Bizans sa­
rayının karanlık koridorlarına kadar inen.» İki uzun dizi.
72 Bizans Medeniyetinin Sonu.
Akşam. 30,7.1937. «Son devirlerinde bile Bizans’ın eski azamet
ve debdebesinin varolduğu, 14 ve 15. yüzyıllarda fikir ve sanat
merkezi haline geldiği, son döneminde batı'nın etkisi altında
162
kalmakla beraber, batı’nm ilerlemesinde büyük örnek olduğu.
Bizansı sanat ve fikir yönünden inceleyen uzun bir dizi.»
73 Bizans’ın Sukutuna Dair.
Dersaadet Gazetesi. 60, 13.9.1936. «Bizans’ın çöküşünü hazırla­
yan politik ve sosyal zayıflıktan ziyade askerî çöküntünün ön
plânda olduğunu ele alan bir inceleme. Yazar; Selçuklu, Osmanlı-Bizans ilişkilerinden başlayarak Fethe kadar uzanmak­
tadır.»
74 Bizanslılar Devrinde Büyükada.
Güneş Mec., 1, 16, 1.10.1927. «Büyükada, Osmanlı İmparatorlu­
ğu zamanında olduğu gibi, Bizans döneminde de büyük bir
önemi haiz yer değildi. Ada yeşil çamları, İlahî mehtapları,
sahillerini öpen denizin gözler alıcı renkleriyle yine her za­
manki hüsnüne malikti, fakat Bizans İmparatoriçelerinin sürgün
yeri olmak gibi elîm bir vazife ifasına tahsis edilmişti.» Adaya
sürülen imparatoriçeler, Bizans tarihinde; kimi aşk, ihtiras ve
kimi de haysiyet ve şerefi karşılığında önemli mevkilere uza­
nan kişilerin hayat dizisi içinde sürgünler diyarı Büyükada.
Dört uzun sütun.
75 Bizans’ta Türk Hâkimiyeti. «Kidoııis’iıı mektuplarına nazaran»
( 1- 2)
Yedigün. 48, 49, 7, 14.2.1934. «Kidonis’in mektuplarından alın­
mış parçalar ve yazarın notlarıyla zenginleştirilmiş dizi içinde;
Bizans tarihi, Osmanlı-Bizans ilişkileri ve Bizans’ın çökme ne­
denleri bütün ayrıntılarıyla işlenmektedir. Özellikle Bizans’ı
artık bir çember içine almakta olan Osmanlılar hakkında veri­
len bilgiler çok ilginçtir. Yazı; (Osmanlı askerleri), (Anemas
hapishanesi), (İmparator hapishanesi Anemas Kulesi), (İmpa­
rator Kantakusinos), (Manuel Paleologos)’ın fotoğraflarıyla de­
ğerlendirilmiştir.»
76 Bizans’ta Türkler.
İkdam. 9427, 15.6.1923. «Bizans’ın ötedenberi Selçuklu ve Osmanlı Türkleri’nin açılma alanı içinde bulunduğuna işaret eden
yazar, Türk-Bizans ilişkilerini Fatih’in İstanbul’u aldığı tarihe
kadar olaylar, yerli ve yabancı söylentiler zinciri içinde işle­
mektedir. Hacı Bayram Veli, Edirne’yi ziyaretinde Fatih daha
beşikte küçücük bir bebekmiş. İkinci Sultan Murad (Saltanatı
1. defa 1421-1444, 2. defa 1446-1451), Şeyh Hacı Bayram’a :
163
— İstanbul’u almak istiyorum. Büyük babam Yıldırım Bayezid
Bey, amcam Musa Çelebi, ben de iki defa şehri kuşattık. Mu­
vaffak olamadık. İstanbul bize lâzım, gönül et de bu şehri ala­
yım... deyince.
— Beğim!. Bu şehri sen alamayacaksın. Ben görmeyeceğim.
Beşikteki şehzade ile bizim köse alacaktır; cevabını almıştır.
Beşikteki şehzade, İkinci Mehmed (Fatih) ve Köse de (AkŞemseddin) dir. İkinci Murad oğluna;
— Mehmed!. Sen İstanbul’u Ak Şeyh ile alacaksın., diye de­
vamlı söyleşirmiş.» Uzun bir dizi.
77 Bizde Mesuliyet Hissi.
İkdam. 8275, 24.2.1920. «Tarihimizde sorumluluk duygularını
gösteren pek çok örnekler olduğuna işaret eden yazar, devlet
yönetiminde en küçük basamaktan en yüksek basamağa kadar
örnekler vermekte ve özellikle Osmanlı Türklerinin ilk kuru­
luş yıllarında bu duygunun en yüksek düzeyde olduğunu ispat­
lamaktadır.»
78 Bizde Şehnamecilik, Seyyid Lokman ve halefleri.
Yeni Mecmua. 9, 6.9.1917. «Osmanlı hükümdarlarının yapılan
büyük işleri gelecek kuşaklara aktarmanm kutsal bir görev
olarak kabul ettikleri. Bu amaca ulaşabilmek için bir görev te­
sis ettikleri. Bu görevde bulunan kişinin; padişahın evsafını,
şan ve şerefli günlerini yazmakla görevli olduğu. Yazıda; Os­
manlI tarihinde şehnameciliğin nasıl başladığı bütün ayrıntı­
larıyla anlatılmakta, Üçüncü Selim (salt. 1789-1807) zamanın­
da şehnamecilik görevine atanan (Lokman) ve (Hünernamesi) hakkında geniş bilgi verilmektedir. Yazı; Hünemame’den
alınmış (Kanunî Sultan Süleyman zamanında: sünnet düğü­
nü), (Bir kadının müracaatı), (Sadrazam Makbul İbrahim Pa­
şa’nm geceleyin cesedinin Galata’ya geçirilmesi), (Kanunî av­
da iken bir kadının Padişaha bir sepet nar sunması) resimle­
riyle değerlendirilmiştir.» Uzun dizi.
79 Bizde Şehzadelerin Tahsili.
İkdam. 8974, 11.3.1922. «Şehzadelerin yetişmesi ve yetiştirilme­
si. Tecrübeli lala’ların yanında belli eyâletlerde valiliğe çıka­
rılması. Bu tür pratik uygulamadan çok iyi sonuç alındığı.
Tahtta geçtikleri zaman yerlerini yadırgamadıkları. Şehzade
kavgalarının ileri derecede artması ve ülkenin aleyhine mey­
164
velerini vermesi üzerine tahtta geçemeyen veya aday hane­
dan üyelerinin sarayda yıllarboyu cariyeler arasında dört du­
varla çevrili yaşantılarını sürdürdükleri. İlginç olaylarla de­
ğerlendirilmiş ibret verici bir inceleme.»
80 Boğaz’aı kıymeti, güzelliği ve sarayları. «Kafes ve ferace dev­
rinde İstanbul.»
Akşam. 1.6.1936. «Dünyada bir benzeri olmayan, hakkında şiir­
ler düzülen güzel İstanbul Boğazı hakkında yabancıların ne­
ler dediklerini, yazdıklarını derleyen yazar, Boğaz’m iki kıyı­
sını süsleyen yalı ve saraylar hakkında da ayrıntılı bilgi ver­
mektedir. Yazı, Boğaz’da İkinci Mahmud Sarayı resmiyle de­
ğerlendirilmiştir.» Uzun bir dizi.
81 Boğaz’m Rumeli Kısmı. «Kafes ve ferace devrinde İstanbul.»
Akşam. 8.2.1936. «200 odalı yalıları, Sarıyer’in kiraz bahçeleri,
sahilleri süsleyen zarif ev ve mesire yerleri, 450 yıllık kayık
tarifesi, bugün hikâye olan balıklan ile eskinin Boğaziçi.» Yeniköy’ün eski bir resmiyle değerlendirilmiş.
82 Bosna Hersek ve Macarlar.
Millet Gazetesi. 70, 13.10.1908. «Bosna-Hersek’in Avusturya’ya
ilhakının, Macarlarla AvusturyalIlar arasında yeni bir anlaş­
mazlığa yol açacağına değinen yazar, tarih boyunca; OsmanlıAvusturya ve Macar ilişkilerini incelemektedir.»
83 Boşnak Hüsrev Paşa’nın Ölümü.
Yedigün. 23, 15.8.1933. «Dördüncü Murad (salt. 1623-1640)’m
sadrıâzamı, kan dökmesiyle ün almış, Bağdad’ı almayı başara­
madığı için görevden affedilen ve geri kalan ömrünü Tokat’ta
geçiren Boşnak Hüsrev Paşa’nın hazin ve o nisbette ibret ve­
rici hayat hikâyesi. Tokat’ta hiçbir şeyden haberi yokken,
isyana zorlanan ve yüzlerce kişinin de yokolmasına sebep olan
ve sonunda boğulan bir paşa.» Yazı, Münif Fehim’in bir tab­
losu ile değerlendirilmiş.
84 Boynuyaralı. «Tarihten bir yaprak.»
Yedigün. 121, 3.7.1935. «Köprülü’nün şefaati ve yığdığı malları
Dördüncü Mehmed (salt. 1648-1687)’e vermek suretiyle canını
kurtararak Kanije’ye gitmesine izin verilen bir sadrıâzamın
(Boynueğri-Yaralı-Mehmed Paşa). (26 Nisan-15 Eylül 1656)
hayat dizisi ve bu dizi içinde Osmanlı İmparatorluğu.»
165
85 Budin Valileri ve Macar Lisanı.
ikdam. 7238, 5.4.1917. «Osmanlı valilerin Macar dilindeki mek­
tupları. Osmanlı-Macar ilişkilerinin samimiyeti. Osmanlı tari­
hine ışık tutan yeni belgeler.»
86 Budin Valilerinin Kont Esterhazy’e Mektupları.
Cumhuriyet. 27.6.1932. «Dördüncü Murad (salt. 1623-1640) ve
sonraki dönemde Avusturya’nın Macaristan’daki topraklarının
valisi Palatins Nikolaus Esterhazi’nin arşivinde bulunan 16061645 yılları arasında Budin ve Egre beğlerbeğlerine yazılan ve
alman cevapların bir kitap halinde toplanması dolayısıyla ya­
zılan uzun bir inceleme. Kontun tüm arşivi, ünlü şarkiyatçı
Ludvig Fekete tarafından taranarak meydana getirilen eserde
(Türkische Schriften aus den Archive des Palatins Nikolaus
Esterhazy. 1606-1645) çok ilginç mektuplar olduğu gibi, Osmanlı-Avusturya-Macaristan ilişkileri de işlenmiş. İlginç mek­
tuplar arasında Budin beğlerbeği Haşan Paşa’nm Esterhazy’e
bir mektubu : (Kendi vatandaşlarınıza zulüm ediyorsunuz ve
bunlardan önemli bir kısmı sınırı geçerek OsmanlIlara sığını­
yor. Haksızlıkları ve zulmü önleyin...). Eser; fethettiği ülkelere
sömürücü politika götürmeyen Osmanlıları bir yabancının ka­
leminden tanıtması yönünden de önemli. Hoca da geniş bilgi­
siyle işlemiş konuyu.»
87 Budin’de Bir Türk Çocuğu.
İkdam. 8505, 11.11.1920. «Budin’in Moskof, Polonya, Venedik
kuvvetleri tarafından kuşatılması (1686), Türkleri Macaristan’­
dan sürmek için güçlü bir Haçlı ordusunun çok üstün kuvvet­
lerle devamlı kaleye saldırması. Budin’de yeniçeri ağası Meh­
med Ağazade’nin destanlar yaratan kahramanlıkları.»
88 Budin’de Osmanhlar.
Yeni Mecmua. 25, 27.12.1917. «Kanunî Sultan Süleyman’ın Budin’i Osmanlı sınırları içine aldıktan sonra Macaristan’ın İda­
rî bölümünü üçe ayırması. Halkı sükûn ve adalete kavuştur­
ması. Budin’de Osmanlılar tarafından yapılan büyük yapılar.
Bunlardan bir kısmının kitâbeleri. Budin’de görev alan vali­
ler. Budin ile ilgili bazı hükümler. Yazı; (Budin Beğlerbeği
Abdi Paşa), (Budin Paşalarının Macarca Mektupları) nm fo­
toğraflarıyla değerlendirilmiştir.»
166
89 Budin’de Osmanlılar.
Resimli Tarih Mec. 4, 42, Haziran/l 953. «Orta Avrupa’ya hük­
metmiş olan OsmanlIların yüzyıllar boyu o topraklarda kal­
malarının yalnız silâh kuvvetiyle olmadığı. Belgeleri iyi ince­
lemek gerektir; bunlar, adilane idaremizi açıklar.»
N o t: 88 sıra sayıdaki yazı, Hoca’nm ölümünden sonra yeniden
yayınlanmıştır.
90 Budin’de Türkler.
Dersaadet Gazetesi. 42, 23.8.1336 [19201. «Osmanlı Türklerinin
en parlak döneminde Türk yönetimine geçen, İmparatorluğun
Macaristan’daki başlıca eyâleti ve bu eyâletin merkezi olan,
Tuna Nehrinin kuzeyinde kalan, Osmanlılar tarafından; Bedun,
Budim, Budum adlarıyla anılan Budin ve dolaylarının hikâye­
si. Karada ve denizlerde üç kıtaya hâkim olan Kanunî Sultan
Süleyman (salt. 1520-1556)’m Budin’e girişi. Ordunun kaleye
girişi sırasında yapılan büyük tören. Budin halkının bu tören
içindeki yeri. Kral ve Kraliçenin etek öptükleri bir Osmanlı
İmparatorluğunun o görkemli döneminden yapraklar.»
91 Bulgaristan, Avusturya, İngiltere.
Millet. 64, 2.10.1908. «1908’de Türkiye’de Meşrutiyet devriminin
meydana getirdiği buhranı fırsat bilerek Bulgaristan Prensi
Ferdinand zaten pamuk ipliği halindeki bağı koparıp istiklâlini
kazanmasından sonra Avusturya ve İngiltere’nin her zamanki
kaypak politikası. Özellikle İngiltere’nin Doğuda ne çok kuv­
vetli ve ne de çok zayıf bir Osmanlı İmparatorluğunun bulun­
ması çabaları.»
92 Bulgaristan İstiklâli ve Devletler.
Millet. 65, 8.11.1908. «Bulgaristan’ın milletlerarası hukuku çiğ­
neyerek istiklâlini ilân etmesi karşısında şaşıran ve belki de
şaşırmış görünen İngiltere, Fransa ve Rusya’nın politikası. Ada­
let kurallarının uygulanacağı umuduyla çırpman, zayıf Osman­
lI İmparatorluğunun acıklı durumu.»
93 Bulgaristan, Rumeli-i Şarkî, Bosna.
Millet. 63, 6.10.1908. «1908 Devriminden yararlanarak özgürlü­
ğünü ilân eden Bulgaristan ve Osmanlı İmparatorluğu toprak­
larından kopan, koparılan ülkelerin hikâyesi.»
167
94 Büyük Frederik’in Generallerine Talimat-ı Askeriyesi. (1-29)
Malûmat. 178-220, 25.3.1315 [18981 dv. «Almanya’nın birleşme­
si11!) güçlenmesini sağlayan, büyük asker ve büyük idareci, ta­
rihlerin —Büyük— unvanıyla andığı Frederik’in başarıya ulaş­
mak ve toplumları yöneltmek için komutanların nelere dikkat
etmeleri gerektiğine işaret eden ilginç notları.» Friedrich Der
Grosse H’den çeviri. 1316/1899/ da kitap halinde basılmıştır.
95 Büyük Petro ve Karısı. «Tarihten bir yaprak»
Yedigün. 2, 84, 17.10.1934. «Rus İmparatoriçesi Katerina’nın
Prut Savaşı’nda Deli Petro’ya yardımı sonucunda Petro’da uyan­
dırdığı sevgiden başlayarak hayatının bir dönemi. Yazar bu ya­
zıda, Katerina’nm gençlik yıllarını işlemiş ve yazıyı Petro’nun
ikinci eşi Katerina Aleksiyevna’nm resmiyle değerlendirmiş­
tir.»
96 Büyükada’ya tik Geliş.
Yedigün. 66, 13.6.1934. «İstanbul halkının en rağbet gören say­
fiyesi, bir zamanlar Bizans imparatoriçelerinin şirin sürgün
yeri, sık sık korsanların saldırısına uğrayan Büyükada’nm hi­
kâyesi.»
97 Canım Hoca. «Tarihî simalar : 2»
Şehbal. 74, 15.4.1329 [19131. «I. Mahmud (salt. 1730-1754) dev­
rinin ilk döneminde, ülkeyi pespayeler baskısından kurtaran
heyet arasında garip, bir çok sergüzeştler geçirmiş, resmî unvânı Elhaç Mehmed Paşa, devlet büyükleri arasında —Canım '
Hoca— diye anılan, eski bir korsan, yeni görevi Kaptan-ı Der
ya olan bir kişinin hayatı. 1050’de doğmuştu. 1126, 1143, 1145’te
üç defa Kaptan-ı Derya oldu. Yaşantısı boyunca kadınlara ve
.zevkine düşkündü. Bu yüzden görevini ihmal ediyor ve devamlı
olarak görev yerini bırakarak İstanbul’a gelmek arzusunu bir
türlü kafasından çıkaramıyordu. I. Mahmud’un zamanında şaş­
maz hilekârlığı sonunda Kütahya’ya sürülmekten kendini kur­
taramadı. Maceralı bir Kaptan-ı Derya’nm serüvenleri içinde
Osmanlı deniz tarihinden ilginç yapraklar.»
98 Cehalet-
Zaman Gazetesi. 457, 15.8.1919. «Osmanlı İmparatorluğunun
çökme nedenleri arasında cehalet birinci dereceyi alır. Onbirinci hicri yüzyılda, padişahtan bilginlere kadar sosyal smıf168
ların önemli bir kısmı bu önemli hastalığa tutulmuştu. Osmanlı
Türkleri arap uygarlığını hakkıyla aktaramadıkları gibi, batı
uygarlığına da tüm olarak düşman kesilmişlerdi. Osmanlı Türk­
lerinin batı’ya yanaşmadıklarının başlıca nedeninin dinî taas­
supları olduğundan Peçevî dahi —kefere— deyimini kullanır.
Tutuculuğun Osmanlı İmparatorluğuna getirdiği büyük zarar­
lar ve ilginç olaylar içinde gericilik.»
99 Cehil.
İkdam. 8154, 24.10.1919. «Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesi
nedeni: cehalet. İlginç örneklerle donatılmış bu işleyen yaraya
derinlemesine parmak basan bir inceleme.»
100 Cellat Kara Âli.
Safahat. 2, 20.3.1330 [1914], «Osmanlı sarayındaki cellatların en
tanınmış, adı çeşitli tarihî olaylara karışmış, IV. Murad (salt.
1623-1640) döneminde bir çok devlet adamını boğmuş, en so­
nunda da Sultan İbrahim (salt. 1640-1648)’i de öldürmüş olan
devletin resmî cellâdı Kara Ali’nin kanlı hayat dizisi. Ve Os.manii sarayında dönen fırıldaklar. Kara Ali yirmi beş yıla ya­
kın bir süre gittiği yere ölüm götürdü. Çok kez öldürdüğü kişi­
lerin kim olduğunu dahi bilmez, âmiri olan Bostancıbaşının em­
rini uygulardı. Sokağa çıktığında sağ omzunda çaprazlama asıl­
mış bir yalın kılıç, kuşağının bir kenarında da yağlı kement.
Bazen daha önemli durumlarda bu gereçler; el ve ayak kıracak
baltalar, deri yüzecek ustura, kerpeten, burgu, demir tas, vs. ile
tamamlanırdı. Halk tarafından nefretle —Âdem ejderhası— de­
nilen Ali’nin ustura ile kazınmış başında kırmızı keseden ■
—cel­
lat külahı— bulunurdu. Öldürdüğü kişilerin üzerinden çıkan
eşya ve elbise ona verildiğinden çok kez garip kıyafetlerle do­
laştığı da olurdu. Görevini büyük bir ciddiyetle yerine getiren
ve ölümü hakkında bir bilgiye sahip olmadığımız bu korkunç
' cellat, yalnız Sultan İbrahim’in boğulmasıyla görevlendirildiği
zaman karşı koymuş ve sille tokat, hatta değnek karşısında bu'
işi bitirmiştir.»
101 Cellât ..Kara' Ali. «Tarihî simalar»
Yeni Mecmua. 60, 5.9.1918. «Osmanlı devlet yönetiminde cellatm yeri. İmparatorlukta adaletin yerine getirilmesi yolları. Bu
görevin bazen saray bostancıları ve tavaşiler tarafından yerine
getirildiği. Dördüncü Murad .ve Sultan İbrahim dönemlerinde
169
birçok kişinin başını almış olan cellat Kara Ali’nin hayatı. Bu
dizi içinde Osmanlı imparatorluğu. Sultan İbrahim (salt. 1640 1648) ile beraber diğer baş verenlerin hazin ve ibret verici hi­
kâyesi.»
102 Cellat Kara Ali.
Resimli Tarih Mec. 32, Ağ./1952. «Osmanlı tarihinde kanlı bir iz
bırakan, mesleğinin üstün kişisi, ölüm habercisi ve uygulayıcısı
Cellat Kara Ali’nin hayat hikâyesi. Osmanlı tarihinden ibret alı­
nacak yapraklar.» Yazarın eski bir yazısı; —merhum— kaydıyle yayınlanmış ve Müııif Fehim’in bir tablosuyla değerlendiril­
miş.
103 Cerbe’den Dönerken.
Donanma. I (1) 58-63, Mart 1326 [1910]. «Tunus ile Trablusgarb
arasındaki Gabes Körfezinde stratejik önemi olan 540 km2 bir
ada. Osmanlı tarihlerinde (Cerbe vak’ası) denilen ve batı kay­
naklarında yankılar uyandıran bir Türk menkıbe ve destanıyla
ün almıştır. Turgut -Reis korsanlık ederken sekiz gemilik filosu
ile buranın limanında büyük bir hıristiyan donanmasının ablu­
kasına uğramış, bir ırmakla limanın arasından kanal açarak ge­
mileriyle denize ulaşmış ve düşmanın adaya asker çıkarması
tam bir gaflet ve hezimetle son bulmuştur. Konu, düşmanın
esas amacı; OsmanlIların Trablus ve Cezayir sahillerindeki hâki­
miyet ve satvetine son vermektir. Yazar bu konu ile beraber
1558-1560 deniz savaşlarını işlemiştir.» Şanlı deniz tarihimizden
bir yaprak. Uzun bir dizi.
104 Cerrahpaşa’ya Dair. «Tarih Konuşmaları»
Akşam. 5.3.1937. «Bir dönemlerde —Avrat Pazarı— nın da ku­
rulduğu İstanbul’da Cerrahpaşa semtinin Sokullu döneminden
başlayarak hikâyesi. Uzun dizi içinde; Cerrahpaşa semti ile ilgili
fıkralar, Osmanlı yöneticilerinin koltuk mücadelesi içinde Cer­
rahpaşa’nın hikâyesi.»
105 Cihan Harbinde Avrupa Muharrirleri.
Yeni Mecmua. 31, 8.2.1918. «Büyük savaşlarda, özellikle Birinci
Dünya Savaşı (1914-1918)’mda cephede savaşanlar kadar geride
kalemiyle çalışanların da savaşın kazanılmasında büyük rolleri
olduğunu, basının, şuurlu ve seçkin bir basının kamuoyundaki
yerini ve önemini işleyen bir inceleme.»
170
106 Cinci Hoca. «Tarihî simalar»
Sabah Gazetesi. 8545, 30.6.1913. «Sultan İbrahim döneminde
(salt. 1640-1648) üfürükçülükle ve devlet işlerine karışmakla ün
yapmış, tarihlerimizde —Cinci Hoca— adini almış Hüseyin
Efendi ( ? -1648) nin hayatı. Hocanın hayat dizisi içinde Osmanlı
İmparatorluğu ve sarayın çöküntüsü ve sonunda sınırlanamaz
bir duruma gelen Hoca’nın. Kara Mustafa Paşa’nm çabalarıyla
yokedilmesi.»
107 Circeli Ali Bey.
Akşam. 16.4.1937. «Onyedinci yüzyılda İmparatorluğun en zen­
gin adamı, Osmanlılar Habeş Eyâletine hâkim iken, Ali Bey’in
de Circe Valisi olduğu. Kısa sürede zengin olmasının nedenleri.
Vergi geliri yüksek olan eyâletin gelirlerini başkentten nasıl giz­
leyip vergi kaçakçılığı yapmak suretiyle özel hâzinesini zengin­
leştirdiği. Hikâyeler, belgeler ışığında sömürülen bir eyâlet ve
sömüren bir Vali.»
108 Cübbe ve Sarık.
İkdam: 10210, 9.9-1925. «Cübbe ve sarık’ın Türk’ün zekâ ve irfanı,
terakki ve tekâmülü üzerinde yüzyıllardanberi kötü tesirlerini
göstermek suretiyle kötü yolda kullanıldığı. İlk kuruluş yılların­
daki cübbeli ve sarıklı kişilerin ileri görüş ve tutumlarıyla, Os­
manlI İmparatorluğunda gericilik ve tutuculuğun simgesi hali­
ne gelen cübbe ve sarık’m ilginç hikâyesi.» Cumhuriyet döne­
minde kıyafet devrimi dolayısıyla yazılmış.
109 Cülûs Bahşişi, Yahudiler. «Para meselesi»
İkdam. 9650, 12.1.1924. «Her yeni hükümdarın tahta oturuşu
münasebetiyle askerlere, ulemaya ve diğer devlet memurlarına
verilen bahşişin, Fatih devrinde başladığı. Bu bahşişe Yıldırım
zamanında da tesadüf ediliyorsa da bu işi kanun haline koyanın
Fatih olduğu. Padişahların sık değiştiği veya hazine darlığı bu­
lunduğu zamanlarda bu bahşişin devletin başına hayli gaileler
açtığı. Sultan Selim zamanında bahşiş yüzünden çıkan olaylar.
Yahudi simsarlar ve Yasef Nasi’nin oyunları.»
110 Çalık Ahmed. «Tarihî simâlar: 4» (1-2)
Şehbal. 5, 78 ve 79, 1 ve 15.7.1329 [1913], «Osmanlı tarihinde fe­
lâket yıllarının son padişahı İkinci Mustafa (salt. 1695-1703)’nın
Edirne’de oturduğu sırada, İstanbul’da mevacip (Kapıkulu as­
171
kerlerine yılda dört ve üç ayda bir verilen ücret) isteyen asker­
lerin isyan etmesi. Yeni Odalar civarında toplanan âsilerin ba­
şına geçen; cesareti ve yönetimiyle taraftar toplayan, âsilerin
Yeniçeri-ağalığma seçtikleri eski Kul-kethüdası Çalık Ahmed
Ağa. Tarihlerimizde (Edirne Vak’ası) olarak geçen bu başkal­
dırma hareketinin içyüzü. Akan kanlar ve kaybedilen millî ser­
vetler. İkinci Mustafa’nın yanlış politikası sonunda 23.8.1703
günü tahttan indirilerek Üçüncü Ahmed (salt. 1703-1730)’iıı pa­
dişah olması. Bütün ayrıntılarıyla bir isyanın hikâyesi, güçsüz
bir yönetimin nelere boyun eğdiği.»
111 Çanakkale.
Akşam. 22.7.1936. «Lozan Barış Andlaşması gereğince silâhlar­
dan arındırılan Çanakkale’nin .Montrö Boğazlar Sözleşmesi gere­
ğince yeniden Türk Silâhlı Kuvvetlerine verilmesi ve Türk Kuv­
vetlerinin bölgeye yerleşmesi dolayısıyla Çanakkale’nin, şanlı
istihkâmların tarihi.» Uzun bir dizi.
112 Çar Birinci Pol ve Zamanı.
Yeni Mecmua. 49, 20.6.1918. «1796’da İkinci Katerina’dan (1729 1798) sonra tahtına oturan Birinci Pol {1754 -1801)’in hayat hi­
kâyesi- ve dolayısıyla saray ve o günkü Rusya’nın içyüzü. Yazı;
(İkinci Katerina), (Üçüncü Petro), (Çar I. Pol), (I. Pol ve Ai­
lesi), (I. Pol ve maiyyeti), (II. Pol zamanında geçit resmi) re­
simleriyle değerlendirilmiş.»
113 Çarşı İçi ve Bedestanlar. «Kafes ve ferace devrinde İstanbul»
Akşam. 24.3.1936 «İslâm dünyasının büyük şehirlerinde kapalı
çarşılar. Çarşı esnafı. Çarşının zaptü raptmdan, asâyışmdan ve
özellikle geceleri korunmasından sorumlu (Çarşı Ağası). Bedestân, bedestân esnafı, kuyumcular. Ünlü kuyumcular. İlginç olay­
lar.»
114 Çezar’m Ölümü.
Yedigün. 30, 4.10.1933. «Roma tarihinde başlı başına bir yeri olan
ve göğsüne inip kalkan hançerleri sallayan kollar arasında yetiş­
tirdiği, eğittiği evlâtlığı Brütüs’ü görünce: Sen de mi Brütüs?..
demekten kendini alamayan, hatip, yazar, devlet adamı, serdar,
filozof, şair ... (Caîus-Julius) Çezar’ın (M.Ö. 100-44) ölümü. Ya­
zı; hançerlendiğı yeri gösteren bir tablo ile değerlendirilmiş.»
172
115 Çırağan Âlemleri. «Tarihten bir Yaprak»
Yedigün. 2, 81, 26.9.1934. «Lâlg ile Çırağan’ı biribirinden ayır­
mak mümkün müdür?.. Nedim’in şiirlerinde Çırağan âlemleri.
Şarkılar içinde bir Çırağan tasviri. Münif Fehim’in tablosu ile
değerlendirilmiş bir Çırağan âlemi.»
116 Çinicilik Nasıl Doğdu?..
Yeni Gün. 3.5.1932. «Yavuz’un Türkistan’dan getirdiği sanat er­
babı İznik’te iskân edilmiş ve nefis çiniler yapılmaya başlanıl­
mıştı. Sonraları Eyüp ve Tekfur sarayında açılan iş yerlerinde
de yeni sanat geliştirildi. Sultanahmed Çeşmesi ve birçokları
bunlarla süslendi. Türk çiniciliği tarihiyle ilgili bir çok hatt-ı
Hümayun ve hükümlerle değerlendirilmiş bir araştırma.»
117 Dağlar Delisi.
İkdam. 8058, 17.7.1919. «Osmanlı tarihinde en buhranlı dönem­
de sert tedbirleriyle Kuyucu Murad Paşa ( ? -1611) adıyla ün
yapmış sadrıâzamm döneminde, zorbaların en güçlüsü Dağlar
Delisi Süleyman’ın hayatı. O yıllarda Anadolu ve Anadolu köy­
lüsü. Saray ile ülke arasındaki boşluk. Zorbaların uzun süre
ayakta kalabilmelerinin nedeni. Eşkıya yaşantısı ve dolayısıyla
çöken bir İmparatorluktan bir parça.»
118 Dahilî ve Ahlâki Zaaflarımız.
Dersaadet Gazetesi. 19, 26.7.1336 [19201. «Osmanlı İmparatorluğu’nun dahilî ve ahlâki zaafları ve nedenleri. Toprak kayıpları­
nın büyük bir sarsıntı ve boşluk yarattığı. Türkiye’nin gelece­
ğinin içinden kuvvetlenmesine bağlı olduğunun geç anlaşıldığı.
Anadolu’nun ve halkının her dönemde ihmal edildiği. Kangıran
olan organların kesilmesi gerektiği.» Sosyal bir inceleme.
119 Daltaban. «Tarihten Bir Yaprak»
Yedigün. 119, 19.6.1935. «İkinci Mustafa (salt. 1695-1703) zama­
nında sadarete getirilen, tahsil ve terbiye görmemiş olduğu için
(Daltaban) lâkabını alan Mustafa Paşa (?-1703)’nm hayat di­
zisi. Dili kaba ve bazı kelimeleri anlaşılmaz olduğu için (Istılahatı Daltabaniye) adlı bir mizah mecmuası da düzenlenen de­
ğersiz bir yöneticinin hayat dizisi içinde Osmanlı tarihi.»
120 Damat İbrahim Paşa Zamanında Ürgüp ve Nevşehir. (1-3)
İkdam. 8183, 8187, 8196 (23, 27. 11.1919, 6.12.1919). «Üçüncü Ah173
med’in damadı, Lâle Devrinin kurucusu Nevşehirli Damat İbra­
him Paşa ( ? -1730)’nm memleketi olan Ürgüp ve Nevşehir’de
yaptığı bayındırlık. Mimarı, malzemesi, hamamı, çeşmesi, ca­
mii.. her şeyi ile geniş bir Nevşehir, Ürgüp tarihi» Üç uzun ayrı
dizi.
Vezîr-i a'zam İbrâhîm Pâşâ-yi kerem - güster
Getirmez bir dahi misl-ü nazîrirı gerdiş-i eflâk
İmaret yaptırıp bunda kemâli cûd-ü re ’fetle
Gürûh-ı ehl-i cû'-u fakre vakfetti nice emlâk
Olup Sadr-ı saâdette mukyım ol sadr?ı âlî-şan
Hasedle dileri a’dânın olsun dâimâ sad çâk
Nedimâ harf-ı menkuııt ile târihin hisâb ettim :
İmaret yaptı sâhib-devlet İbrâhîm Pâşâ pâk
[Nevşehir’de İbrahim Paşa imâretine tarih.
Şair Nedimi
121 Damat İbrahim Paşa Zamanında Ürgiip ve Nevşehir.
İkdam. 8589, 8.2.1921. «Mühimme defterlerinden yararlanılarak
incelenen Nevşehir ve Ürgüp. Anıtları, nüfusu, yaşantısı ve bü­
tün bunların içinde Damat İbrahim Paşa (? -1730).»
Müsâfir zümresin de etmek için lûtf ile terfîh
Bu hân-ı pâki dahi kıldı bunda himmeti bünyâd
Kemâl-i ziynet ile oidu gûyâ bir serây-i pâk
Ki her bir suffası maksûre-i dil-cûy-ı ayş-âbâd
Ne alî vü bülend olmuş binâ-yi dil-keşi el-hak
Ne istihkâm ile vaz’eylemiş bünyâdını üstâd
Dedi menkuut ile târîh-i itinâmın Nedîm anın :
Bu hân-ı pâki İbrâhîm Pâşâ kıldı nev bünyâd 1140
[Nevşehir’de kervansaraya tarih. Şair Nedim]
122 Damat İbrahim Paşa Zamanında Ürgüp ve Nevşehir. «Hazine-i
Evrak vesikalarına nazaran»
TOEM. 14,3 (80), 1.5.1340 11924], «Pasarofça (1718) Anlaşma­
sından sonra uzun bir süre barışa kavuşan Osmanlı İmparator­
luğu. Üçüncü Ahmed (salt. 1703 1730)’in sadrıâzamı Nevşehirli
Damat İbrahim Paşa. Ürgüp ve Nevşehir’in o yıllarda Anadolu’­
daki yeri ve önemi. Yazıda; İbrahim Paşa tarafından memleke­
tinde yapılan işler, İstanbul’dan taşınan taşlara.kadar sıralan­
makta ve önemli bir kısım olaylara da yer verilmektedir. Yazı;
174
tümü itibarıyla Nevşehir ve Ürgüb’ün tarihidir. Kitâbe ve tari­
hî metinlere yer verilmiştir. Örneğin; Ürgüp'te yaptırdığı sayı­
ları yüze varan çeşmelerin kitabeleri (Hükümet Konağı önün­
deki çeşme), (Aşağı Pazar yeri çeşmesi), (ilk yaptırdığı cami),
(Mektep kapısına Vehbi’ye yazdırdığı), (İmâret Kitabesi),
(Medrese Kitâbesi), (Kütüphane Kitabesi), (Hamam Kitabesi)...
yer almaktadır.» 156-185 s. Uzun bir dizi.
Her müezzin kim menârı üzre olur nağme-sâz
Şâh-ı gülde bülbül-i gûyâya benzer gûyiyâ
Bu muazzam câm i’ oldukça makaam-ı kudsiyan
Eyleye mahfuz bânîsin cenâb-ı kibriyâ
Dedi bu m ısra' ile târîh-i itmâmın Nedîm :
Kıldı İbrahim Pâşa Câm i’-i enver binâ 1140
[Nevşehir’de İbrahim Paşa Camiine tarih, Nedim]
123 Damat Mahmut Paşa ve Sabahattin Bey.
Millet. 29, 2.9.1908. «İkinci Abdülhamid’in eniştesi olduğu halde
Abdülaziz’i öldürenler arasında bulunduğu bahanesiyle Taifte
boğdurulan Mahmud Paşa (Ölm: 1885) ile Türk sosyolog ve po­
litikacısı Prens Sabahattin (1877-1948) Bey’in hayat hikâyesi ve
istibdatı yıkmak için memleket dışında yaptıkları çalışmalar. Bir
takım mektuplarla değerlendirilen bu incelemede Paşa’mn ve
Prensin resimleri de yer almıştır.»
124 Davut Ağa. Büyük Mimar Sinan’ın Halefi. (1-2)
Yedigün. 51, 52, 28.2.1934, 7.3.1934. «Mimar Sinan’ın ölümünden
sonra (1588) onun sanatını bütün varlığıyla devam ettiren, ha­
lefi (Ser Mimar-ı Âlem) Davut Ağa’nm hayat dizisi. Yetişmesi.
Eserleri, eserlerinin hizmete açılış törenleri. Yazı; (İncili;Köşk),
(Sinan Paşa Sebili), (Valde Camii) fotoğraflarıyla değerlendi­
rilmiştir.»
125 De Laheye’nin Köprülü Hakkındaki Fikri.
İkdam. 11215, 14.7.1928. «Fransız elçisi De Laheye Vantelet’in
Köprülü’den ağır muamele gördüğü halde, sadrâzam hakkında
çok realist, detaylı bilgiler verdiğine işaret eden yazar ,o dönem
hakkında ilginç bilgiler vermekte ve özellikle İmparatorlukta
elçi kabulüne ait ayrıntılı açıklamalarda bulunmaktadır.»
175
126 Deli İbrahim’in Çılgınlıkları.
Bütün Türkiye. 10, Mart/1951. «Dördüncü Murad’m erken ölü­
müyle tahta geçen ‘Deli’ adıyla ünlü İbrahim (salt. 1640-1648)’in
sefih yaşantısı. Kadınlara olan düşkünlüğü. Sarayda devamlı ola­
rak artan kadın sayısı. İbret verici ilginç olaylarla donatılmış
olan bu uzun yazıda, Sultan Ahmed’in sağ kalan yegane oğlu,
Mahpeyker (Kösem) Sultan’dan 1615’te dünyaya gelen Sultan
İbrahim’in günlük yaşantısı ayrıntılarıyla işlenmiştir.» Yazı,
Hoca’nın ölümünden sonra yayınlanmıştır.
127 Deli İlâhi.
İkdam. 8055, 14.7.1919. «Dördüncü Murad (salt. 1623-1640)’m
gençliği. Kösem Sultan’ın beceriksizliği sonunda sefalete düşen
bir İmparatorluğun yönetimi içinde idareye hâkim olan, sözünü
geçiren zorba (Deli İlâhi)’nin hikâyesi. Anadolu’yu bir baştan
bir sona kana boyayan, sefaleti ve güvensizliği bir kat daha art­
tıran isyanlardan biri daha.»
128 Demetrius Kidonis. «Demetrius Cydones»
Yedigün. 47, 31.1.1934. «İstanbul’un Fethine kadar Osmanlılar
hakkında güvenilir bilgiler Bizans kaynaklarından alınmakta ve
dolayısıyla bu kere yayınlanan Kidonis’in (Muhaberat: Yazış­
ma)! ön plâna geçmektedir. Sarayda görevli olup, Orhan Gazi
ile Andronikos arasındaki ilişkileri yakından izlemek imkânına
sahip Kidonis’in hayat dizisi. Dolayısıyla Bizans’ın çökme ne­
denleri- Yazı; (V. Yoanis Paleologos) ve (Kantakuzinos)’m re­
simleriyle değerlendirilmiştir.»
129 Demirbaş Şarl Bender’de İken.
İkdam. 11222, 21.7.1928. «Demirbaş Şarl’a ait Hazine- Evrak’ta
çok belge bulunduğu, fakat Bender’de oturduğu zamana ait bil­
gilerin zayıf olduğu, o dönemin bundan sonra ancak anılar ışı­
ğında tamamlanabileceğine işaret eden yazar, Fransız elçisinin
raporlarından yararlanarak sözkonusu süreye ait bilgi vermek­
tedir.»
130 Devlet Bicâli ve Halk, «Para Meselesi»
İkdam. 9668, 1.3.1924. «Yine para meselesi. Genç Osman (salt.
1618-1622)’m Yedikule zindanında hapis ve boğulmasından son­
ra düzeni tamamiyle bozulan Osmanlı İmparatorluğu. Halknı
büyük bir para sıkıntısı içinde olduğu. Tefecilerin çoğaldığı. Bu
176
feci durumun Dördüncü Murad (salt. 1632-1640) zamanına ka­
dar çoğalarak devam ettiği. Rüşvetin her kapıyı açtığının hikâ­
yesi.»
131 Devlet-i Osmaniye -Avusturya.
Millet. 67, 18.10.1908. «Osmanlı Devletiyle Avusturya arasındaki
ilişkilere başlangıcından yazı tarihine kadar eğilen uzun bir dizi.»
132 Devr-i İstibdat ve Zabitler.
Millet. 8, 12.8.1908. «istibdat döneminde subayların çok ezildiği.
Terfi ve terfihlerin belli bir süre ve ölçüye bağlanmadığı. Ge­
çim zorluğu içinde bulunan askerlerin giyim kuşamlarının da
noksan olduğu. Alman talim ve terbiyesine göre yetiştirilmeye
çalışılan Türk Ordusunda, bu yönden bir takım çelişmeler bu­
lunduğu. Subayların kitap satın almaya ve okumaya imkânları
olmadığına... değinen ve süratle olumlu şekilde çözümlenmesi­
ni isteyen bir yazı.»
133 Devşirme usulü, Acemi Oğlanlar.
Darülfünun Edebiyat Fak. Mec. V, 1-2, Hz. -Aralık 1926. «Hicrî
onikinci yüzyıl ortalarına kadar Osmanlı İmparatorluğu ta­
rihinde önemli bir rol oynayan; devşirmeler ve acemi oğlanlar.
Hazine-i Evrak belgelerinden yararlanılarak hazırlanan bu in­
celeme için anonim tarihlerimizden bir takım notlar da aktarıl­
mış.» 1-4 s. Uzun bir dizi.
134 Devşirmeler, Acemi Oğlanlar. (1-2)
Hayat. II, 29, 30, 16 ve 23.6.1927. «Yıldırım Bayezid’in Ankara
mağlubiyetinden (1402) sonra fetihlerin duraklaması, hatta ge­
çici olarak gerilemesi üzerine yeniden tutsak alınamaması kar­
şısında acemi oğlan ihtiyacını karşılamak için hıristiyan tebaa­
dan genç çocuklardan yararlanma yoluna gidilmesi. Yazı; ilk
kaynaklardan başlayarak, günümüze kadar ele geçen belgeler­
den yararlanarak hazırlanan bir dizi. Yazar, Prof. Fuat Köprülü’nün bu konudaki yazılarından yararlanarak, devşirme ve ace­
mi oğlan konusunu, tesbit edilen tarihlerden önce de Osmanlı
İmparatorluğunda varolduğunu ispatlamaya çalıştığından, Köp­
rülü ile ilmî tartışmaları olmuştur.»
135 Dindar Teodora. «Bizans İmparatoriçeleri»
Şehbal. IV, 60, 1.9.1328 /1912/. «Anadolu’da (Paflagonya) da do­
ğan, tasvirlere hürmet ve uygulamakta çok ileri gitmiş bir aile177
y6 mensup olan ve bundan dolayı da Bizans tarihinde (Dindar
Teodora) adıyla anılan ve ömrünün son yıllarını çocuklarıyla
beraber bir manastırda sürgün olarak geçiren ve kin içinde can
veren bir İmparatoriçenin hayatı. Dindar bir İmparatoriçenin
tahtı korumak ve düşmemek için yaptığı entrikalar ve cinayet­
ler. Bizans tarihinden bir yaprak.» Uzun bir dizi.
136 Dördüncü Murad Zamanında Musul.
Yeni Mecmua. 4-70, 15.2.1923. «Musul’un Kanunî Süleyman (salt.
1520-1566) döneminden itibaren askerî önemi bulunduğu. Bağdad’a sefer açan orduların kışlak yeri olarak Musul’u seçtikleri.
IV. Murad (salt. 1623-1640)’m zamanında îranlılarla yapılan sa­
vaş sırasında şehrin hayli zarar gördüğü. Musul şehri, kalesi,
şehirde geçen önemli olaylar, Evliya Çelebi’nin Musul’da dikka­
tini çekenler.»
137 Dördüncü Murad’m Ölümü. «Nasıl Öldüler?.»
Yedigün. 29, 27.9.1933. «Birinci Ahmed’in Mahpeyker (Kösem)
Sultan’dan dünyaya gelmiş (1612) oğlu. Tahta çıktığı zaman 11
yaşındaydı. Uzun süre devleti anası yöneltti. 21 yaşında anasını
uzaklaştırdı. Devlet her yönünden batıyordu. Onyedinci yüzyıl­
da gelen hükümdarların en değerlisiydi. Koşullar onu kan dök­
meye zorladı. İki kardeşini öldürttükten başka, son nefesinde kar­
deşi İbrahim’i güç halle kurtardılar elinden. Yazı; Münif Fehim’in bir tablosuyla değerlendirilmiş.»
138 Edirne’de Bir Bayram Alayı.
Dersaadet Gazetesi., 67, 20.9.1336 [19201. «Edirne’nin Osmanlı
tarihinde başkent olduktan ve sonraki yıllarda yeri ve önemi.
Padişahların zaman zaman dinlenmek ve avlanmak üzere Edir­
ne’ye gittikleri. Dördüncü Mehmed (Avcı. Salt. 1648-1687) ’in
Edirne’yi fazla sevdiği. Fransa’nın kapitülasyonları yenilemek
üzere elçisini Türkiye’ye gönderdiğinde Dördüncü Mehmed’in
Edirne’de bulunması dolayısıyla elçinin maiyetiyle beraber
Edirne’ye geldiği. Heyette bulunan Fransız bilginlerinden Mr.
Gale’nin Selimiye Camiinden başlayarak Edirne Sarayında bi­
ten bir bayram alayı hakkında görgüye dayanan anıları. Bütün
renkleriyle bir bayram alayının hikâyesi.» Uzun dizi.
139 Edirne’de Sultan Selim Camii.
Dersaadet. 74,27.9.1336 [1920], «Mimar Sinan’ın (1490-1588) en
178
büyük eseri Edirne’de Selimiye Camiinin yapılması. Kitâbeler,
cami için düşürülen tarihler. Evliya Çelebi’den aktarılan parça*
lar. Camiin kaça malolduğu. Sinan’ın haklı gururu. Cami hak­
kında ilginç bilgiler ve söylentiler. Adım adım camiin yapımını
yaşıyorsunuz.»
140 Ege Hafriyatının Ortaya Çıkardığı Hakikatlar.
Cumhuriyet. 27.11.1935. Alfabenin Girit uygarlığından başladığı
ve uygarlığın yayılmasında Finikelilerin etkisi olmadığı anlaşılı­
yor. Girit’te bulunan yazılı tablet resimleriyle değerlendirilen bu
yazıda; uygarlığın Orta Asya’dan Ege’ye ve buradan da Avrupa’
ya yayıldığı tezi, son yapılan kazılar ışığında dile getirilmekte­
dir.»
141 Elisabeth D’Autriche. «Tarihten Bir Yaprak»
Yedigün. 46, 24.1.1934. «Avusturya İmparatoru Maksimilan’m
kızı Fransa Kralı İkinci Hanri’nin oğlu Dokuzuncu Şarl ile ev­
lenerek Fransa Kraliçesi olan Elizabeth D’Autriche’nin hayat
hikâyesi. Politik bir evlenme olan bu birleşme dolayısıyla kay­
naşan Avrupa ve tepkiler. Yazı; Kraliçe ve Kral Dokuzuncu
Şarl’ın fotoğrafiyle değerlendirilmiş.»
142 Encümen Raporu.
TOEM. 17, 19 (96), 1.6.1928. «Kurulduğu günden 1927 yılma ka­
dar Tarihi Osmanî Encümeni’nin yaptığı işlere dair eski başkan
Ahmed Refik Bey tarafından okunan rapor.» 161-165 s.
143 Enderun’u Hümayun’da Baş-Lala Kulesi, Baş Lalalık.
Edebiyat-ı Umumiye Mec. 5, 19.11.1332/1916/. «Fatih zamanın­
da (salt. 1444-1446, 1451-1481) yaptırılan, Enderun ve bahçesin­
deki Baş-Lala Kulesi Yapılmasının nedenleri, görevlileri ve Baş
-Lalalık müessesesi. Yazı; binada bulunan tarihi kitabeler ve
şiir ve beyitlerle değerlendirilmiş.»
144 Ei’giri Kasrı.
Yedigün. 187, 7.10.1936. «Arnavutlukta 26 İdarî bölgeden birinin
merkezi Drin Irmağının alt kesiminde Venedikliler tarafından
yapılan, Osmanlılar tarafından onarılarak sağlamlaştırılan kale­
si. Tarih boyunca ün yapmış, İtalyanların (Argirocastro), Arna­
vutların (Gjirokaster) diye adlandırdıkları Ergiri. Üç kapısı
bulunan kalenin içindeki kasır yıllarboyu dikkati çekmiş ve bir
179
takım tarihi olaylara da sahne olmuştur. Yazı; ünlü kalenin iki
yüzyıl evvel yapılmış tablosu ile değerlendirilmiş.»
145 Ernest Laviss ve tarih. ,
İkdam. 8282,2.3.1920. «Ernest Laviss’in Birinci Dünya Savaşı
sırasında yayınladığı anıları dolayısıyla yazarın tarih görüşü
ve metodunu inceleyen bir dizi.»
146 Ernest Laviss’in Hayatı ve Eserleri (1-2)
İkdam. 11339, 11342. 16 ve 19.11.1928. «17 Ocak 1842’de doğan
ünlü Fransız tarihçisi, kollektif tarih araştırmalarının öncüsü,
araştırmalarının sentezini yaparak tarih çalışmalarına yeni bir
yön veren Ernest Lavisse (1842-1922)’nin hayatı, eserleri, çalış­
ma düzeni, Fransız tarihine getirdiği yenilikler.»
147 Esir Pazarı. «Kafes ve Ferace Devrinde İstanbul»
Akşam. 11.3.1936. «1847’de kaldırılan esir ticaretinin İstanbul
gümrüğünün başta gelen gelirlerinden biri olduğu. İstanbul’da
Tavuk Pazarı civarında bulunan Esir Pazarında günlük hayat.
Bazı esirlerin hayat dizisinden parçalar- Yazı; Allom’dan 19.
yüzyılda bir esir pazarı resmiyle değerlendirilmiş.»
148 Eski Bayramlar. «Tarih Sayfalan»
İnci Dergisi. 40, 1336-1338 ramazan bayramı nüsha-i fevkalâdesi.
«Osmanlı Türkleri’nin bayramlara ve bayram törenlerine önem
verdikleri. Osmanlı Türklüğü’nün şevket ve azamet devirlerin­
de bu törenin gayet parlak olduğu, Fatih Sultan Mehmed’in ün­
lü Kanunnamesinde bu konu ile ilgili maddeler bulunduğu. Ya­
zarın resmiyle değerlendirilmiş olan bu yazıda, Üçüncü Ahmed
zamanında bir bayram töreni, bütün renk ve ayrıntılarıyla di­
le getirilmektedir.»
149 Eski Beyoğlu. «Kafes ve Ferace Devrinde İstanbul»
Akşam. 13.5.1936. «Fatih Sultan Mehmed tarafından yıkılan
Trabzon Pontus (1461) devletine mensup Prens Aleksis buraya
yerleştirildiği için (Beğ-Oğlu) olarak adlandırıldığı söylenilen
İstanbul’un bir semti Beyoğlu’nun tarihi. Bizans devrinde (Peran bağları), (Pera-Karşıyaka) denilen Bizans döneminde bağ
ve bahçeler. Osmanlı döneminde nüfusun artmasıyla beraber
yavaş yavaş binaların, çeşitli yapıların kapladığı. Yazı; Meyit
Yokuşu çeşmesi ve mezarlığını gösteren resimle değerlendiril­
miş.»
180
150 Eski Boğaziçi.
Yedigün. 177, 29.7.1936. «Dünyanın incisi Boğaziçi’nin hikâyesi.
Münif Fehim’in iki tablosu ile değerlendirilmiş olan yazıda, Os­
manlI dönemindeki Boğaziçi bütün görkemiyle ve ayrıntılarıy­
la dile getirilmektedir.»
151 Eski Boğaziçi.
Yeni Hayat Dergisi, 22, 18.7.1936. «Anadolu yakası ile Avrupa’­
yı birleştiren, yıllarboyu hakkında yazılmış, çizilmiş, şiirler dü­
zenlenmiş, bir benzeri olmayan Boğaziçi. Molteke’den, Lamartin’den parçalar ve Enderunî Vasıf’tan şiirler. Boğaziçi’nin ta­
rihi. (Hisarlar), (Göksu), (Balıkçılar) resimleriyle değerlendi­
rilmiş.»
152 Eski Darphaneler-Mısır Hâzinesi.
Akşam. 28.5.1937. «Osmanlı İmparatorluğunda ilk basılan sikke’nin Orhan Bey’e ait olduğu. Yurdun çeşitli bölgelerinde, İmpa­
ratorluk genişledikçe yeniden kurulan darphaneler. Anadolu’da,
Rumeli’de, Afrika’da kurulan darphaneler. Altın ve gümüş te­
mini. Çeşitli hüküm ve Hatt-ı Hümayunlar ışığında İmparator­
luğun en zengin eyâletlerinden Mısır’da darphanenin çalışma
düzeni.» Uzun bir inceleme.
153 Eski Devirlerde Haliç. «Kafes ve Ferace Devrinde İstanbul»
Akşam. 14.7.1936. «İstanbul’un bölünmez bir parçası olan Haliç’in Bizans’tan başlayarak günümüze kadar tarihi. Bir zaman­
lar Altın Boynuz denilen, sahillerini, kıyılarını sarayların, yalı­
ların süslediği, bakımlı çiçek bahçeleriyle, suları temiz Haliç’in
hikâyesi. Yazı; 19. yüzyılda Haliç’in resmiyle değerlendirilmiş.»
154 Eski Devirlerde Para Tahsili.
İkdam. 11335, 12.11.1928. «Osmanlı mâliyesi. Yeni sadrazamların
ilk görevlerinin mâliyenin açığını kapatmaları. Bunun için bu­
lunan denli densiz çareler. Ulûfenin verilmesi veya verileme­
mesi. İsyanların nedenleri. Anadolu isyanlarının panoraması.
1683’ten sonra Osmanlı İmparatorluğu. İstanbul’da ve diğer şe­
hirlerde ev başına para toplanması suretiyle hâzinenin güçlen­
dirilmesine çalışılması.»
155 Eski İmtiyaz Müzakereleri.
İkdam. 9448, 6.7.1923. «Osmanlı Türklerinin yabancılarla yaptık­
ları müzakereler. Osmanoğulları’nın güçlü oldukları devirlerde
181
bu imtiyazların karşı devletlere verilmiş bir nev’i yardım, lütuf
olarak kabul edildiği. Fransızların bu konulardaki açıkgözlük­
leri. Konuşmalarda bulunan çevirmenlerin hileleri. Divan-ı Hümayun’daki bu tür çalışmalar. Yazı; ilginç örneklerle değerlen­
dirilmiş.»
156 Eski İstanbul Kahveleri. «Kafes ve Ferace Devrinde İstanbul»
Akşam. 24.2.1936. «Eski İstanbul yaşantısında büyük bir yeri olan kahvehaneler. İstanbul’da ilk kahvehane ne zaman ve nere­
de açıldı?.. Buralara kimler devam ederdi?.. Kahvehanelere de­
vam etmenin dinimizce yasaklandığı, haram olduğu hakkında
fetvalar. Yazı; eski bir İstanbul kahvehanesi resmiyle değerlen­
dirilmiş.»
157 Eski İstanbul’da Arzuhalciler. «Kafes ve Ferace Devrinde İs­
tanbul»
Akşam. 7.9.1936. «Arzuhalciliğin başlı başına bir meslek dalı ha­
line geldiği. O derece kuvvet buldu ki, devlet teşkilâtında bile
sıraya girdi. İstanbul’da bir arzuhalbaşılığı bile kuruldu. Osman­
lI döneminde arzuhalcilik tarihi ilginç, fıkralar içinde. Yazı; yüz­
yıl evvelki bir arzuhalci resmiyle değerlendirilmiş.»
158 Eski Kadın Kıyafetleri. «Kafes ve Ferace Devrinde İstanbul»
Akşam. 21.3.1936. «Türk kadınlan sokakta çok sade bir giysi
içinde gezerlerdi. Sokakta dikkati çekecek şekilde giyinmek
ayıp olduğu gibi fermanlarla yasaklanmıştı. Bu tür ferman­
lardan örnek veren yazar, Türk kadınının evlerde çok görkem­
li giyindikleri. Yabancıların, özellikle yabancı elçi eşlerinin Türk
evlerine sokulmak, Türk kadınının iç yaşantısını görmek için
çalıştıkları. Görkemli Türk kadınının görkemli fakat sâde giyi­
nişi.»
159 Eski Kâğıthane Âlemleri. «Kafes ve Ferace Devrinde İstanbul»
Akşam. 7.3.1936. «Eski İstanbul’un başta gelen mesire yeri Kâ­
ğıthane’nin kısa tarihi. Âlemleri, yabancı yazar ve seyyahların
anılarında Kâğıthane. Bir Fransız elçisinin kaleminden Kâğıt­
hane. Yazı; 19. yüzyılda Kâğıthane resmiyle değerlendirilmiş.»
160 Eski Meddahlar. «Kafes ve Ferace Devrinde İstanbul»
Akşam. 21.8.1936. «Eskiden İstanbul halkının en çok devam etti­
ği yerler; karagöz, orta-oyunu ve meddahtı. Yüzyıl evvel med­
dahı dinleyen halkı gösteren resimle değerlendirilen bu yazıda,
182
meddahın toplumun içinden geldiği, söyleyemediklerini med­
daha söylettiği, çeşitli fıkra ve söyleyişler arasında dile getiril­
mekte, özellikle o yüzyıllarda halkın nasıl eğlendiği anlatılmak­
tadır.»
161 Eski Mısır Hastahaneleri ve Hekimleri.
Akşam. 10.9.1937. «Osmanlı imparatorluğu içinde, stratejik ve
verimli toprakları dolayısıyla özel bir statüye tâbi bulunan Mı­
sır’da ünlü hastahaneler. Kanunî Sultan Süleyman’ın bu konuda
bir fermanı. Hastahanelerin iç düzeni. Tedavi yolları. Türlü bit­
ki ve hayvanlardan yararlanarak elde edilen etkili ilaçlar ve uy­
gulama yolları. Ünlü hekimler. Evliya Çelebi’nin dikkatini çe­
kenler.»
162 Eski Mısır Paşaları.
Akşam. 13.8.1937. «Ümmü dünya, Hıttai zahire, Mısrı Kahire ve
Mısrınadirtülasr... adlarıyla anılan Mısır Eyâletinin Osmanlı
mülkî taksimatında önemli yeri olduğu, buraya atanacak vali­
lere özel itinâ gösterildiği, mâliyesi, divanı, eski valinin Kahire’den ayrılırken ve yeni vali göreve başlarken yapılan gör­
kemli törenler, Mısır mâliyesi ve Mısır’ın Osmanlı imparator­
luğu sınırları içindeki önemi.»
163 Eski Muhtekirlerden; Bektaş Ağa. (1-3)
İkdam. 7764, 7767, 7768, (24,27,28.9.1918). «Dördüncü Murad
(salt. 1623-1640) devrinde yükselmeye başlayan Bektaş Ağa’nın
hayatı. Hayat hikâyesi içinde İstanbul. Saray entrikaları. Hal­
kın gıdasıyla oynayanlar, muhtekirler, mal stok edenler. O dö­
nemin karaborsacılığı. Çabuk zengin olmanın yolları. İstanbul’un
açık kapalı yaşantısı.» Üç uzun dizi.
164 Eski Nizamlara Dair.
İkdam 9101, 18.7.1922. «Kesin olarak günümüze kadar bütünü
tesbit edilememiş olan eski nizam ve yönetmeliklerimizden ör­
nekler. Özellikle Kanunî (salt. 1520-1566) devrini kapsayan bir
araştırma.»
165 Eski Osmanlı Ordusunun Esasları.
Resimli Kitap. I, 4-5, 12/1324 [19081. «Eski Osmanlı ordusunun
önemi. Hissiyat-ı Osmaniye. Osmanlılarm zuhuru, ilk ordu;
yayalar. Devşirme usulü. Yeniçeri ordusu; piyade teşkilâtı,
süvari teşkilâtı, topçu teşkilâtı, yardımcı sınıf. Osmanlılar­
183
da silâhlar; ateşli silâhların kullanılması, cephane, çadırlar. As­
ker alma usulü; Acemi oğlanlar. Orduda disiplin. Osmanlılarda
savaş usulleri; sevkülceyş ve tâbiye. Üç sınıfın hareket şekilleri.
Osmanlı kumandanları. OsmanlIların zafer kazanma sırları.»
166 Eski Osmanlılarda Harp ve Hissiyat-ı Umumiyye.
Harp Mec. II, 20, Tem. 1333 [1917). «Osmanlıların zaferle so­
nuçlanan seferlerindeki —galibiyet- i hazırlayan etkenler. Azim
ve güven. İkmâl teşkilâtının bütün dünyaya örnek olduğu. Ka­
muoyunun savaşanlarla beraber oluşu. Tüm memleketin zafer
müjdesini beklemesi. Hükümdarların genellikle ordunun ba­
şında bulunduğu zaman sonucun ülke yararına olduğu. Sefere
çıkan ordunun bir bayram havası içinde törenlerle uğurlandığı.
Valide Sultanların, sultanların orduyu uğurlamak için adeta
biribirleriyle yarışa girdikleri.»
167 Eski Soygunlar.
Yeni Hayat. 15, 30.5.1936. «Osmanlı İmparatorluğunda yönetim
bozulmaya başladığı andan itibaren soygunların da başladığı.
Soygun yapabilmek için, soyulacak kişilerin devletin resmi ha­
pishanesi olan Tersane Hapishanesine konulduğu. Öldürülen ki­
şilerin mallarına el konulduğu. Yazı; sarayın ve sadrazamların
bu tür hareketlerini gösteren çeşitli, ilginç örneklerle değerlen­
dirilmiş.»
168 Eski Zenginler; Deli Birader.
İkdam. 7758, 15.9.1918. «Sultan İbrahim (salt. 1640-1648)’in son
yıllarında İstanbul’da Süleymaniye ve civarını dolduran vüzera
konakları. Kara Murad’m adamlarından Deli Birader’in hayatı.
Devletin başına bir belâ olarak çıkagelmesi. Sergerdenin temiz­
lenmesi için çabalar harcanması. Bir âsi’nin hayat hikâyesi için­
de devlet mekanizmasının acıklı durumu.»
169 Eski Tophane.
Akşam. 1. 5.1936. «Cenevizlerden başlayarak eski Tophane’nin
tarihi. Adının, Fatih Sultan Mehmed tarafından kurularak, Ka­
nunî Sultan Süleyman tarafından geliştirilen büyük Tophane’­
den (top döküm yeri) aldığı. Fetih’ten sonra İstanbul’un bu böl­
gesinin bağlık, bahçelik olarak bir süre şehrin mesire yeri ola­
rak kullanıldığı. Sonraları şehre yakın bulunması dolayısıyla ko' naklarla bezendiği. Uzun yazı dizisi, yüzyıl evvel Tophane’yi
gösteren bir fotoğrafla değerlendirilmiş.»
184
170 Eskişehir-Alaşehir. «Tarihi Şehirlerimiz»
İkdam. 9155, 13.9.1922. «Eskişehir ve Alaşehir’in Osmanhlar’ın
ilk kuruluş dönemindeki yeri ve önemi. Osman Gazi (salt. 1281,
1300-1324) ve Orhan Bey (salt. 1324-1360) zamanında bu yerler­
de geçen ve ağızdan günümüze kadar koşagelen hikâyeler.»
171 Etiler ve İsrail Oğulları.
Cumhuriyet. 8.11.1935. «Etiler, İsrail-oğullarına uygarlığı aşı­
ladıktan ve refah da öğrettikten başka ırkî etki de yaptılar. îrvis kazılarında bulunan Eti kabartmaları resimleriyle değerlen­
dirilmiş olan bu yazıda; İsrail halkının nasıl ve ne derece Etiler’in etkisi altında kaldığı işlenmektedir.»
172 Eyüp’te Esma Sultan Sarayı. «Kafes ve Ferace Devrinde İstan­
bul»
Akşam. 20.6.1936. «Esma Sultan, I. Abdülhamid (salt. 1774-1789)’
in kızıydı. 1778’de doğdu. 1791’de Küçük Hüseyin Paşa ile evlen­
di. Esma Sultan Sarayının içini gösteren resimle değerlendirilen
yazıda; bir padişah kızının hayatı, Osmanlı yaşantısından bir bö­
lüm, bir hükümdar ailesi dile gelmektedir.» Ondokuzuncu yüz­
yılın ortasında İstanbul’a gelen İngiliz mimar ve ressamı Thomas Allom (1804-1872)’ın koleksiyonu arasında Esma Sultan Ya­
lısı divanhânesinin içeriden görkemli bir tablosu da vardır.
173 Fâtih Devrine Ait Vesikalar.
TOEM. 8-11, 49; 62, 14.1335 -1.6.1337 [1921!. «Divan-ı Hüma­
yunda, hazine-i evrakta Fatih devrine ait hiç bir belge olma­
dığı, son defa tasnif ve tertip edilmekte olan belgeler arasında;
Sultan Murad ve Sultan Mehmed devrine ait belgelerin bulun­
duğuna işaret eden yazar; sarayın ve İmparatorluğun yaşantısı
ve sosyal durumunu açıklığa çıkaracak olan bu belgeler hakkın­
da bilgi verdikten sonra bunlardan bir bölümünü yayınlamak­
tadır.» (1-4, 5-58 belgeler). Uzun bir dizi.
174 Fatih Hazretleri Ne Yerdi?.
Aylık Ansk. II, 5, 1.11.1949. «İkdam Gazetesinde 8 ve 12.6.1923
tarihlerinde yayınlanan (Fatih’in Sarayı) adlı yazıdan kısaltıl­
mak suretiyle, Hoca’mn ölümünden sonra aktarılmış bir dizi.»
175 Fatih İstanbul’a Girerken.
Sabah. 8513, 29.5.1913. «Kuruluş yılı 1299’dan İstanbul’un Fethi
olan' 1453’e kadar (Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu) olarak
185
kısaca göz atan yazar; bir devri kapayıp, bir devri açan Fetih
ve Fatih’in ileri görüşlüğü üzerinde durmakta ve Feth’in dünya
tarihindeki görkemli yerini işlemektedir.»
176 Fatih Sultan Mehmed Validesi.
İkdam. 8689, 22.5.1921. «Tarihlerimizin önemli noksanlarından
birinin hükümdarlarımızın ve özellikle şehzadelerin bir çoğunun
anneleri hakkında kesin bilgi vermemelerine işaret eden yazar,
yeni belgeler ışığında Fâtih Sultan Mehmed’in annesini işle­
mektedir.»
177 Fatih Sultan Mehmed’in Fermanları.
Darülfünun Ed. Fak. Mec. III, 2-3, Ağ.-Ekim 1339 [19231. «Tür­
kiye tarihinin Osmanlı İmparatorluğu devrine ait belgeleriri
gayet bol olduğu. İmparatorluğun kuruluşundan (Bizans)’m
Fethine kadar geçen belgeler arasında Fatih Sultan Mehmed,
İkinci Sultan Murad devrine ait belgelerin zuhur ettiği. Bunla­
rın genellikle timar ve zeamet defteri olduğu. Fermanlar ara­
sında 871, 872, 883, 884, 885 tarihli yedi adet gayet önemli fer­
man bulunduğunu... kaydeden yazar, bu fermanları imla ve üs­
lubu koruyarak matbaa harfleriyle yayınlamaktadır» 103-108 s.
178 Fatih Zamanında Kocaeli. «Hazine-i Evrak Tetkikatı»
TOEM. 14, 1-78. 1 ocak 1340 [1924], «Kocaeli’nin millî tarihimiz­
de önemli bir yeri olduğu. Bu bölgeye adım veren Akça-Koca’nm kişiliği. Kocaeli evkaf defterine göre köylerin adları. Önemli
kayıtlar. Bu kayıtlarda adları geçen önemli kişiler. Bu devirde
müderrislere ve imamlara verilen maaş. Sözkonusu defterin
matbaa dizgisi metni.» 25-36 S./28-36 s. Hazine-i Evraktan/.
179 Fatih Zamanında Sultan-Önü.
İkdam. 9470, 31.7.1923. «Osmanlı yönetiminde Söğüt ve bölgesi­
nin (Sultan-önü/Sultan-öyüğü) adını taşıdığı. İlk kuruluş yıl­
larında bir çok olaylara, rivayetlere, hikâyelere konu olan bu
yerler çok renkli olarak anlatılmaktadır. İlkel vakıf defterlerin­
den yararlanılarak hazırlanmış bir araştırma.»
180 Fatih Zamanında Sultan Öyüğü.
TOEM. 14, 3 (80), 1.5.1340 [1924], «Selçuklu Devleti’nin parçalan­
masından sonra meydana gelen devletler arasında ön plânda yer
alan Osmanoğulları’nın yerleşme alanları içinde kalan Sultan Öyüğü’nün tarihi. Yazar; Fatih devrine ait (Sultan-Öyüğü) ev­
186
kaf defterini değerlendirmek suretiyle köyler ve yaşantı hak­
kında çok ilginç bilgiler vermekte ve bir kısım gezginlerden de
bilgiler aktarmaktadır. İncelemenin sonunda (Cüz-ü evkaf-ı Sultari-Öyüğü) defterinden bir bölüm matbaa harfleriyle eklenmiş­
tir.» 129-141 S./133-141 s. Evkaf defteri,/.
181 Fatih Zamanında Teke-İli. «Hazine-i Evrak Tetkikatı»
TOEM. 14, 2 (79), 1.3.1340 11924], «Selçuklular zamanından baş­
layarak, Osmanlılar devrinde ekonomik önemi bir kat daha ar­
tan Teke-İli ve onun merkezi olan Antalya. 732’de Antalya’yı ge­
zen seyyah İbni Batuta’ııın yazdıkları. Fatih’in (Defter-i Evkaf-ı
Vilâyet-i Teke) adlı defterinin matbaa harfleriyle dizilmiş kop­
yası. Defterde adı geçen Mevlâna İbni Mehmed Fenarî’nin genç­
liği, çocukları ve öğrencileri. Teke-oğulları ve Osmanlı ilişkileri.
Tekelioğulları’nın Osmanlı sınırları içine alındıktan sonraki du­
rumu. » 65-76 s. [70-76 s. belgeler],
182 Fatih Zamanında Teke-İli.
İkdam. 9472, 2.8.1923. «Selçuklular zamanında uç beğlerinden
olan Teke beğinin Antalya dolaylarında kurduğu bir emaret.
1300 yılından 1426 yılına kadar sürdü. Bilâhare Osmanlı İmpa­
ratorluğu sınırları içine alınarak son verilmiştir. Yazıda; Teke Oğulları ve Teke-ili’nin tarihi işlenmekte, ünlü yerleri tanıtıl­
makta, dikkati çeken olaylar üzerinde durulmakta ve İmpara­
torluğa katıldıktan sonra gelişmesi İncelenmektedir.»
183 Fatih’in Gençlik Resmi.
Yedigün. IV, 83, 10.10.1934. «15. yüzyılda Türkiye’ye dair yapı­
lan resimlerin en güzelini Fatih’in Jantile Bellini tarafından ya­
pılan olduğu. Bellini İstanbul’a gelmiş, Fatih’in huzuruna
çıkabilmiş ender kişilerden olmuş. İltifatını görmüş. Sarayda ve
Fatih’in yakınında uzun süre kalmıştır. Bellini’nin nasıl bu eseri
meydana getirdiğini dile getiren bu yazı, bir İran minyatürün­
den alınmış (Fatih’in gençlik) resmi ve Bellini’nin ünlü (Fatih)
tablosu ile değerlendirilmiş.»
184 Fatih’in Kanunnameleri.
TOEM. 14, 5 (82), 1.9.1340/1924/. «Türk Tarih Encümeni tara­
fından yayınlanmış olan (Fatih Sultan Mehmed), (Kanunî Sul­
tan Süleyman) kanunnamelerinin tanıtılması.» 319-320 s.
187
185 Fatih’in Sarayı. (1-2)
İkdam. 9420, 9424. 8 ve 12.6.1923. «İstanbul’un fethinden sonra
Fatih tarafından bugün İstanbul Üniversitesi merkez binasının
bulunduğu yerde yaptırılan saray. Bir adı da (Saray-ı atîk) ve­
ya (Saray-ı Âtîk-ı Mamure) idi. Topkapı Sarayı yapımı bittik­
ten sonra padişahlar oraya taşındı ve bu saray da vefat eden
padişahların valide ve eşlerine tahsis edildi. Eski saray’ın ko­
runma ve hizmetleri için bir hayli Harem ağası, Kapı ağası, Ka­
pıcı, Baltacı ve saire görevlendirilmiştir. Bayramın üçüncü gü­
nü hükümdarların Eski Saray’a gelerek oradaki kadınlarla ağa­
ların tebriklerini kabul etmek usuldendi.
Eski Saray ve onu tamamlayan binalar yüksek ve kalın duvar­
larla çevrili olup bu duvarlarda giriş ve çıkışa imkân veren yal­
nız üç kapı vardı. Bu kapılar da nöbetçilerin gözetimi altınday­
dı. Bu üç kapıdan doğu tarafındaki (Divan kapısı-Mercan), gü­
neydeki (Bayezid kapısı) ve batıdaki (Süleymaniye kapısı) di-'
ye adlandırılırdı. Bina 1540 yılında büyük bir yangın geçirince
Kanunî tarafından Mimar Sinan görevlendirilmiş ve yeniden
yapıldı denilecek kadar onarılmıştı. 1715’te ikinci ve 1726’da
üçüncü bir yangın geçiren saray, ertesi yıl, görkemli bir hamam
eklenerek yeniden yapıldı.
16.6.1826 günü Yeniçeri Ocağının kaldırılması üzerine sarayda
bulunan kadınların bir bölümü Topkapı Sarayı’na ve diğer bö­
lümü de bugün İstanbul Erkek Lisesi’nin deniz yönünde bulu­
nan (Çifte-saraylar)’a nakledildiler. Boşalan Eski Saray ise (Se­
rasker kapısı) yapıldı. Bilahara bu bina yandığından yerine 1870
yılında Üniversite merkez binası inşa edilip (Harbiye Nezareti)
olarak kullanıldı. Cumhuriyet Hükümeti’nin kurulmasından son­
ra da bina Üniversiteye (Darülfünun) verildi.
Eski Saray’da bulunan görevlilerin başına (Eskisaray Ağası)
denirdi. Yazıda; görevlilerden, yenenlerden, pişirilenlerden, ay­
lık harcamadan, yiyeceklerin nerelerden temin edildiğine ka­
dar her şeyi bulmak mümkün.» Uzun bir dizi.
186 Fatma Sultan. (1-7)
İkdam. 7121 dv. 9,13, 15,16, 18,20, 22 Aralık 1916. «Üçüncü Ah­
med (salt. 1703-1730)’in ilk çocuğu, çok sevdiği kızı Fatma Sultan’ın hayat dizisi. Nevşehirli İbrahim Paşa ile evlenmesi. O dö­
nemdeki olaylar. Çevresi yüksek duvarlarla çevrili sarayın me­
rak edilen yaşantısı.» Yedi gün süren uzun bir inceleme dizisi.
188
187 Fatma Sultan’ın Hastalığı. «Geçmiş Zaman»
İkdam. 9666, 28.2.1924. «Osmanlı İmparatorluğunda ve sarayda
tıp ve hekimler. Üçüncü Ahmed (salt. 1703-1730)’in kızı, Nevşe­
hirli İbrahim Paşa’mn sevgili eşi Fatma Sultan’m beklenil­
meyen hastalığı. Padişahın ve Paşa’nm endişeli günleri. Hekim­
ler, ilâçlar, çeşitli tedavi yollarının araştırılması. Hastalığın de­
vam ettiği süre içinde saray ve sarayın havası.» İlginç bir ince­
leme dizisi.
188 Fatma Sulfan’la İbrahim Paşa’mn Mesut İzdivaç Hayatları ve
Âkibetleri.
Resimli Tarih Mec. IV, 46, Ekim/1953. «Osmanlı tarihinin ünlü
sadrıâzamlarından, Lâle Devri yaratıcısı. Bilahara (Nevşehir)
adım alacak olan (Muşkara) köyünde doğmuş, 1689’da İstan­
bul’a gelerek saray hizmetine girmişti. Üçüncü Ahmed’in büyük
kızı Fatma Sultanla evlenip Hükümdarın damadı da olan İbra­
him Paşa, devamlı teklif edilen sadareti kabul ederek 1718’de
iktidara gelmişti. Yazı dizisinde; 13 yıldan fazla Osmanlı İmparatorluğu’nun mukadderatını elinde tutan, bir devre adını kazı­
yan İbrahim Paşa’nın hayatı, evlenmesi, mutlu yaşantı, saray
entrikaları dile getirilmekte ve Patrona Ayaklanmasıyla son
bulan bir dönem bütün ayrıntılarıyla canlandırılmış.» Hoca’mn
ölümünden sonra aktarılmış.
189 Felâket Seneleri. «1094 -1110». (1-35)
İkdam. 6027 (4.12.1913), 6067 (13.1.1914). «Merzifoni Kara Mus­
tafa Paşa (1634-1683)’nın Viyana kuşatmasından (1683), Karlofça Barış Anlaşması (26.1.1699)’na kadar onaltı yıllık mağlubi­
yetlerimizi, Viyana bozgununu, Osmanlılar’m Macaristan’dan
ne suretle çıkarıldıkları, devletin ve Ordunun perişanlığı, devlet
büyüklerinin, özellikle Fazıl Ahmed Paşa’nm vatanı felâketten
kurtarma çabaları.» tarihî tefrika.
Viyana Bozgunu (12.9.1683) ile Karlofça Anlaşması arasında ge­
çen 15 yıl, 4 ay, 14 günlük süre, Osmanlı Türkleri’nin mağlubi­
yeti ve geri çekilmeyi tattıkları bu karanlık günleri Ahmed Re­
fik Hoca (Felâket Seneleri) olarak, adlandırmış ve bu deyim ta­
rihlerimize geçerek yerleşmiştir.
190 Felâketten Sonra Azim.
İkdam. 8362, 25.5.1920. «Felâketten sonra azmin bir milletin
ayakta durabilmesi için gerekli olduğuna işaret eden yazar,
189
1683’te Osmanlı Devletiyle Avusturya İmparatorluğu arasında
başlayıp İkinci Viyana kuşatması ve bozgunu sonunda 1699’da
Tuna Nehri’nin sağ kenarında Varadin’e yakın aynı adı taşıyan
bu kasabada imzalanan «Karlofça Barış Anlaşması» üzerinde
durmakta ve milleti bu kara günlerde birleşmeye davet etmek­
tedir.» Kurtuluş Savaşı günlerinde yazılan içli bir dizi.
191 Fetih’ten Evvel Bizans’ta Türk Nüfuzu.
İkdam. 11195, 24.6.1928. «İstanbul’un Fethinden evvel Bizans’ta
görünen Türk nüfuzunu yabancı gözlemlere dayanarak incele­
yen bir araştırma. Bizans’ın Osmanlı etkisi altında kalmasının
nedenleri ve sonuçları. Türk toplumunun zengin ve Bizans’ın
o nisbette yoksul oluşunun nedenleri.»
192 Fonder Goltz’ın Emsâl-i Harbiye ve Hikemiyeleri. (1-3)
İrtikâ. 106, 107, 108, 12.4.1901 dv. «Prusyalı diplomat ve devlet
adamı Von Der Goltz (1765-1832)nin 148 maddede sıralanmış
savaşa hazırlık dersi. Bu büyük sözlerin 148. maddesi; Harp, in­
sanlara mukadder bir haldir.»
193 Fransua dö Noay [François De NoaiIIesl’in Türkiye’de Tehlikeli
Bir Sefareti.
TOEM. Yeni seri. 1, 3 (22 «99»), Aralık -Şubat -1930. «Revue
Historique’de Abbe Antuan Degre’nin bu ad altında yayınlanan
bir makalesi. Makalede; OsmanlIların Eynebahtı da dedikleri
(Lepant-Lepanto-İnebahtı) Savaşma (1571) ve Türk-Leh iliş­
kilerine dair Fransız kaynaklarından toplanmış faydalı bilgiler.
24 Mayıs 1571’de IX. Charl, Gayon şehrinde piskopos, evvelce
Venedik’te elçilik yapmış olan François de Noailles (1519-1585)’
in kendisini temsil etmek üzere İstanbul’a gönderir. Sultan İkin­
ci Selim nezdinde, Avrupa’nın politik çıkarlarının bölündüğü sı­
rada elçinin oldukça başarılı geçen görev süresi. Padişah’tan
Fransa’ya her yıl 200 kadırgalık yardım sağlanması (1573). Ya­
zar; bu makaleyi Hazine-i Evrak belgelerinin ışığında dilimize
çevirmiştir.» 1-32 s. Uzun bir dizi.
194 Fransa île İlk İttifak. (1-2)
İkdam. 9081, 9085 (28.6.1922, 2.7.1922). «I. Fransuva. Kanunî’ye
ilk elçi gönderildikten sonra devam eden ilişkiler. Fransız elçisi­
nin İstanbul’da geçen günleri. Ordu’nun karadan, donanmanın
denizden Fransa'nın- yardımına koşması. OsmanlIların kanadı al­
190
tına sığınmaya çalışan Fransa İmparatoru. Kanunî’nin elçiye
söylediği; Fransa Kralını bırakamam, kardeşimdir.»
195 Fransa ile İlk Muhadenet.
İkdam. 8943, 6.2.1922. «Osmanlı Türklerinin Fransızlarla ilk iliş­
kilerinin Niğbolu Savaşı’ndan başladığı. Bu ilişkinin Fransa’nın
zayıf günlerinde Türklere yaklaşmak suretiyle çoğaldığı, nerele­
re kadar uzandığı.»
196 Galiçya’daki Şanlı Osmanlı Askerine.
Harp Mec. I, 13, Ekim 1332 [19161. «Kahraman ecdadının şanlı
zaferler ihraz ettiği ülkelere yine geldin. Buraları senin için pek
ulvî, yiğitliklerle dolu bir yerdir. Cesur kardeşlerimiz vatanımı­
zın gönül açıcı sınırlarını Çanakkale’de, Kafkasya’da, Basra Kör­
fezi sahillerinde, İran sınırlarında ezelî düşmanlarımıza karşı
kan dökerek, canlar feda ederek nasıl savunuyorlarsa, sen de bu­
rada, bir zamanlar, Atalarımızın Moskoflara en kesin darbeler
vurdukları şan meydanlarında cesur silâh arkadaşlarınla bera­
ber delirane hücum edecek, vatanını buradan savunacaksın».
Birinci Dünya Savaşında, müttefikleriyle beraber Galiçya’da
döğüşen Şanlı Türk Askerine bir seslenme.
197 Gazi Zeynel Bey.
Yeni Mecmua. 39, 11.4.1919. «Yirmiüç yıldanberi devleti uğraştı­
ran ve yüz binlerce Türk Askerinin hayatına malolan Girit Fet­
hini tamamlamaya karar vererek bizzat Girid’e giden Fazıl
Ahmed Paşa (1635-1676). Yıllardanberi süregelen Kandiye ku­
şatmasından bir sahne. Paşa’mn yanında kuşatmaya katılan ve
şehitlik mertebesine kavuşmak için çalışan Alay Beği Zeynel
Bey’in kahramanlıkları ve bu hayat dizisi içinde Girit Kuşat­
ması.»
198 Gazi Zeynel Bey.
Resimli Tarih Mec. II, 19, Tem./1951. «Yeni Mecmua’nm 11.4.
1918 gün ve 39 sayılı nüshasında yayınlanan, bir üst sıradaki
yazı Hoca’mn ölümünden sonra bir kez daha yayınlanmış.»
199 Geçen Asırlarda Ulûfe Meselesi.
İkdam. 9159, 17.9.1922. «Bütün isyan ve kargaşalıkların nedeni;
Kapıkulu askerlerine, diğer bir deyimle yeniçerilerle, altı süvari
bölüğüne, topçu, cebeci, top arabacısı... ocaklarıyla, acemi oğ­
191
lan efradına ve sarayın çeşitli kademelerinde görevlilere üç ay­
da bir verilen ulûfe (maaş)’ın hikâyesi. İlginç olaylar.»
200 Gel Beri, Topal Zorba Başı.
İkdam. 78İ6, 15.11.1918. «Dördüncü Murad (salt. 1623-1640)’ın
ilk zamanları. Yeniçerilerin taşkınlıkları. Memlekette rüşvet ve
yolsuzlukların artması. Zorba yeniçerilerin padişahın huzurun­
da sadrıâzam ve sevdiği adamları parçalayacak kadar işi çığrmdan çıkartmaları. Erzurum Valisi Abaza Mehmed Paşa’nm isyan
ederek Sultan Osman’ın kanını araması. Topal Recep Paşa’nın
oyunları. Sonunda; isyan ve elebaşıları körükleyen Zorba başı
Recep Paşa’nm idamı,»
201 Georges Sand. «Tarihe Geçen Güzel Kadınlar»
Yedigün. 45, 17.1.1934. «Güzelliği ve eserleriyle haklı bir üne
ulaşan Fransız kadın edebiyatçısı (Georges Sand) takma adıy­
la tarihe geçen (Aurore Dupin, barones Dudevant. George. 1804
-1876)’ın hayat hikâyesi. Yazı; kadın yazarın iki fotoğrafıyla de­
ğerlendirilmiş.»
202 Geyikli Baba’ya Dair.
İkdam. 8883, 8.12.1921. «Asya’dan Anadolu’ya göçen, Anadolu’yu
açanlara karışan, Bursa’nın fethinde Orhan Gazi’nin mânevi
yardımcısı olan, hikâyeleri, efsaneleri ağızdan ağıza dolaşan, ge­
yiklerle gezen onlarla düşmana saldıran bir ermiş’in, tarihler­
de (Ebdal, abdal) diye adlandırılan, Bursa’da Emir Sultan ka­
dar adı olan kişi.»
203 Gülniiş Sultan. «Tarihte Kadın Simâları»
İnci Dergisi. 4, 1919. «Fazıl Ahmed Paşa (1635-1676)’nın Osmanlı politikasını eline aldığı zaman, sarayda Valide Turhan Sultan’a genç ve güzel bir rakibe vardı. Rebia Gülnüş Emetullah
Sultan. Dördüncü Mehmed (salt. 1648-1687)’in ilk gönlüne gire­
ni, başkadını oluşu ve ilk Şehzade Sultan Mustafa’yı dünyaya
getirişi. Mutlu günlerin çabuk son buluşu. Edime saraylarında
eşi ile beraber altı yıl bir tür tutuklu hayatı geçirmesi. Dindar
oluşu ve çevresine yaptığı yardımlar. Yurdun çeşitli yerlerin­
de yaptırdığı hayra yönelen vakıflar. Oğlu Mustafa (salt. 1695 1703) ’nın tahta geçtikten sonra valide sultan olarak yaşantısı.
Diğer oğlu Üçüncü Ahmed (salt. 1703-1730)’in zamanında en
mutlu günleri. Dördüncü Mehmed, Üçüncü Süleyman, İkinci
192
Ahmed, Üçüncü Ahmed devirlerini gören ve 74 yaşında ölen
Gülnüş Valide Sultan (1642-1715)’ın hayat hikâyesi ve bu dizi
içinde yerli ve yabancı herkesin ilgisini çeken Osmanlı sarayı.»
204 Gülnüş Sultan.
Yeni Tarih Dergisi. II, 21 Eylül/1958. «İnci Dergisinde 1919 yı­
lında yayınlanan uzun dizi. Hoca’nın ölümünden sonra bir kez
daha yayınlanmış.»
205 Güzel Fatma.
Resimli Gazete. 43, 28.6.1340 11924]. «Osmanlı İmparatorluğu
ile Avusturya ve Venedik arasında imzalanan Pasarofça An­
laşmasından (1718) sonraki Türkiye’yi, Edirne’yi, özellikle Os­
manlI kadınlarını dile getiren bir dizi. Devlet büyüklerinin eş­
lerinin, zengin hanımların giyinişi, toplantıları, sohbetleri, misa­
fir günleri. Lady Montegue’den yararlanılarak hazırlanan bir Osmanlı hanımları yaşantısı.»
206 Güzelcehisar En Parlak Zafer Abidemizdir. «Kafes ve Ferace
Devrinde İstanbul»
Akşam. 8.4.1936. «İstanbul Boğazı ile Göksu’nun denize ulaştığı
munsabında, üçgen şeklindeki toprak parçası üzerine, Niğbolu
, seferinden dönen Yıldırım Bayezid (salt. 1389-1402) tarafından
797 [1395] de, Bizans’ın Karadeniz’den alacağı yardımı kesmek
ve İstanbul kuşatmasını şiddetlendirmek amacıyla yaptırılmış
olan hisar’m hikâyesi. Hisar’m yapıldığı yerde Bizans’tan kal­
ma bir kalıntı olmadığı gibi, Hisar’m Fatih tarafından yapıldığı
hakkındaki bir takım kitaplarda görülen kayıtlar da esasa da­
yanmamaktadır. Mehmed II, Rumeli Hisarı (Boğazkesen)’i yap­
tırırken (856 = 1452), Anadolu Hisarı’na da bazı kule ve surlar
(hisarbeççe) ilave etmiştir. Hisar, özellikle Murad II (salt. 1.
defa 1421-1444, 2. defa 1446-1451) döneminde, Varna civarına
gelen Macar ordusunu önlemek üzere, Türk Ordusunun Rumeli
yakasına geçirilmesinde (848 = 1444) önemli rol oynamıştır. Mu­
rad II, Haçlı kuvvetlerinin karadan hızla Türk yurduna doğru
ilerlediğini, Papa donanmasının da Çanakkale sularında yelken
doldurduğunu görünce, Çanakkale Boğazı’ndan karşı yakaya
geçmenin tehlikeli olduğunu kestirerek Yalova yolu ile Ana­
dolu Hisarı (Güzelce Hisar)’a gelmiş, Boğaz’ın her iki yönünde
gerekli güvenceyi aldıktan sonra ordusunu Rumeli’ye geçir­
miştir. Dursun Bey tarihinde Hisar’a (Yenice ) adını vermiş,
193
Hoca Sadettin Efendi de ünlü tarihinde hisar duvarlarının uzak­
lardan kar gibi beyaz görüldüğünden ötürü (Akça-Hisar) ola­
rak işlemiştir. Kale; (Güzel-Hisar), (Güzelce-Hisar) olarak eski
kitaplarda geçer ki, bu yakıştırmaya layık bir yapıdır. Boğaz’m
ortalama en dar yerinde (780 mt.) bir pırlanta gibi gözleri ka­
maştırır. Yapım tarihi tarihlerimizde çeşitlidir. Âşık Paşa Tarihi
(‘...Leşkeri âzım cemetti, geldi Kocaeli’den Bursa’ya çıktı. Yah­
şi Beyi gönderdi, Şile Hisarı’nı ahidle aldı. Bayezid Han ken­
disi Bursa’dan göçtü, Boğazkesen’in üst yanında bir hisar yap­
tı; Güzelce-Hisar derlerdi. Hisar kim tamam oldu, er kodu git­
ti; bu fethin tarihi hicretin yedi yüz doksan üçüncü vaki oldu
[1390]). Nişancı Mehmed Paşa da bundan biraz farklı bir tarih
verir. (...Niğbolu harbinden sonra Yıldırım Bayezid Güzel-Hisar’ı 797 11395]’de yaptı. Hisar bitince İmparatora bir elçi gön­
dererek İstanbul’un anahtarlarını istedi. Aşağıdaki esaslar üze­
rinde anlaşma oldu. İmparator 5 yıl cizye vermeğe ve Galata’daki müslümanların orada bir mescit yapma hakkını ve Galata’ya bir kadı gönderilmesini kabul etti..). XIX. yüzyılın başın­
da burayı gezen seyyahlar, surların hemen deniz kıyısında ol­
duğunu söylerler. Fatih’in ilaveleriyle bir korunma kalesi ol­
maktan çıkarak taarruz vasıtası haline gelen kale, civarına adı­
nı vererek bir nahiye merkezini oluşturur. Yazı; Hisar’m yüz
yıl evveline ait bir resmiyle renklendirilmiş ve bir takım olay­
lar dizisine de yer verilmiştir.»
207 Güzelhisâr. «Eski Türk Şehirleri»
Yedigün. 201, 13.1.1937. «Batı Anadolu’nun servet ve ticaret
yönünden en önemli bir kenti olan Aydın (GüzeHıisar) ’m hi­
kâyesi. Yazı; yüzyıl evvel bir İngiliz ressamı tarafından ya­
pılmış tablo ile değerlendirilmiş.»
208 Haçlılar Ordusu’na Karşı Kazanılan Zafer.
Cumhuriyet. 1.8.1936. «25 Eylül 1396’da Niğbolu’da Osmanlı
Ordusuna yenilen 3. Haçlı ordusunun hikâyesi ve burada üstün
kuvvetleri yenen Yıldırım Bayezid (salt. 1389-1402). Yazar; Osmanlı tarihlerinde bulunması mümkün olmayan adları, tut­
sakların kurtarılması için batılıların ve Papa’nın nasıl çareler
arayıp bulduğunu. Heyetleri ve hediyeleri, batı kaynaklarından
yararlanarak işlemektedir. Yazıda, hediyelerin tam bir listesini
bulmak mümkün.»
194
209 Hadım Abdurrahman Paşa. «Tarihten Bir Yaprak»
Yedigün. IV, 92, 12.12 1934. «Karakalem ile çizilmiş, cellatların
bir boğulma anını tesbit eden resmiyle değerlendirilmiş olan
bu yazıda; Sultan İbrahim’in boğdurulmasında yeri olan Mısır
valisi Hadım Abdurrahman Paşa’nın hayat hikâyesi, saray ent­
rikaları içindeki yeri ve boğdurulması anlatılmaktadır.»
210 Halk İdaresi ve Hilâfet.
İkdam. 9411, 30.5.1923. «Büyük can ve mal kaybı pahasına ka­
zanılan Kurtuluş Savaşı sonunda kurtarılan Türkiye’nin ka­
vuştuğu yeni yönetim. Yeni Anayasa ve bunun ışığında Hilâfet
müessesesinin bir tarihçi gözüyle incelenmesi.»
211 Hambereci Ahmed Paşa ve Prens Öjen. (I-XI)
İkdam. 23.2.1913 (5749) — 7.3.1913 (5761). «Merzifoni Kara
Mustafa Paşa’nm (1634-1683) muhteşem ordusu Viyana surları
önünde çıkarlarını memleketin geleceğinden üstün tutanların
oyunlarıyla mağlup olarak geri çekildikten (1683) sonra, Os­
manlIlar üç büyük mağlubiyete daha uğradılar. Zenta (11.9.
1697), Salankamin, Petrovaradin. Bu dizi mağlubiyet, Osmanlı
Ordusunda yenilik yapılmasını savunanları güçlendirdi. İşte bu
yıllarda; Asıl adı Claude Alexandre Comte de Bonneval olup
memleketinde iken İspanya veraset savaşlarında ün kazanmış,
sonra XIV. Louis’den hakaret gördüğü için Avusturya hizme­
tine girmiş, Fransa’ya ve Osmanlı İmparatorluğuna karşı sa­
vaşmış ve bir süre sonra ordusunda bulunduğu Prens Eugen
ile arası açıldığından 1729’da Türkiye’ye sığman ve görünüşte
müslümanlığı da kabul eden yeni adıyla Kumbaracı Ahmed
Paşa (1675-1742)’nm hayat dizisi ve Osmanlı Ordusuna getir­
diği yenilikler.» Kumbaracı Ahmed Paşa (1675-1747) İstanbul’­
da öldü. Mezarı Galata Mevlevihanesindedir. Türkiye’de on
sekiz yıl kalmış ve nedense Türkçe öğrenmek için çaba har­
camamıştır. Tercüman aracılığıyla konuşur, raporlarım Fran­
sızca yahut lâtince olarak yazar, divanı hümayun tercümanı
tarafından dilimize çevrilirdi. Silâhlı Kuvvetlere yararlı olmuş­
tur.
212 Harbiye Mektebi’nin Yüzüncü Yıldönüm ü.
Yedigün. 77, 22.8.1934. «Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye
Cumhuriyeti tarihinde, büyük yeri olan, ilim ve irfan ocağı
Harp Okulu’nun (Harbiye) yüzüncü yıldönümü dolayısıyla ya­
195
zılan bu dizide, 1250 (1834) yılında kurulan bu müessese ayrın­
tılarıyla dile getirilmektedir. Yazı; (Atatürk, Gazi Mustafa Ke­
mal), (Serasker merhum Yaver Paşa), (Plevne Kahramanı Ga­
zi Osman Paşa), (1893 yılında Harbiye Mektebi’nin öğretmen­
ler kadrosu), (Harbiye Mektebi öğrencilerinin giydikleri ilk
üniforma), (Gazi Ahmed Muhtar Paşa) nm ve yazının sahibi
Ahmed Refik Hoca’nm yüzbaşı olduğu tarihteki fotoğraflarıy­
la değerlendirilmiştir.»
213 Haris Bir Vezir. «Tarihten Bir Yaprak»
Yedigün. II, 85, 24.10.1934. «İkinci Ahmed (salt. 1691-1695)’in
sadrazamlarından Koca Ali Paşa, Kadı Ali Paşa ( ? -14.3.1694)’
nın hayat dizisi ve bu arada saray entrikalarının derinlemesine
içyüzü. Yazı; Münif Fehim’in bir tablosu ile renklendirilmiş.»
214 Hâlis Vezirâzamlar.
İkdam. 8503, 9.11.1920. «Osmanlı İmparatorluğunda başvezirliğin, sadâretin çekiciliği. Bir gün için dahi olsa o mindere otur. mak için çalışanlar. Bu hırs ile yapılan kulis çalışmaları. İm­
paratorluğun bu yüzden neler kaybettiği. Casuslar ve bunla­
rın iki yönlü çalışmaları. Taşrada görevli bulunanların İstan­
bul ile gizli nasıl haberleştikleri. Bu hırs ve hırs sahiplerinin
devlete pahalıya malolduğu.» Uzun bir dizi.
215 Harp Edebiyatı ve Eski Şairlerimiz.
Harp Mec. II, 21 Ağustos/1333 [1917J. «Osmanlı harsının en
ziyade savaş üzerine kurulmuş olduğu. Her devirde, devrin
şairleri, ozanları âşıkane şiirler, diziler arasında savaşı da dile
getirdikleri. Büyük seferlerin, büyük kumandanların, savaş
meydanlarına kanlarıyla adlarını yazdıran eşsiz kahramanla­
rın şiirler içinde dile getirildiği. Şairlerin; kaşı ve kirpikleri
Ok ve Yay’a benzettikleri. Osmanlıların düz yazı ve şiirine baş­
lı başına bir savaş edebiyatının yerleşmiş olduğu.» Uzun bir
dizi.
216 Harp ve Matbuat.
İkdam. 8748, 22.7.1921. «Savaşta, basının yerine ve önemine
işaret eden yazar, yararlı ve zararlı basından çok ilginç örnek­
ler vererek bu konuyu işlemektedir. Özellikle yabancı kay­
naklardan yararlanılmıştır.»
196
217 Haseki Safiye Sultan. «Tarihte Kadın Simaları»
İnci Dergisi. 5, 1.6.1335 [1919]. «Üçüncü Sultan Murad (salt.
1574-1595) ı teshir eden Haseki Safiye Sultan. Valide Nurubanu
Sultan ile Safiye Sultan arasındaki gizli-açık mücadele. Sul­
tan Murad’ı Safiye Sultan’dan soğutmak için yapılan türlü
çalışmalar. Safiye Sultan’m sırdaşı Canfeda Kadın. Nurubanu
Sultan’ın ve kızı Fatma Sultan’ın ölümlerinden sonra .serbest
kalan Safiye Sultan’ın gittikçe artan büyük nüfuzu. Osmanlı
politikasının Safiye Sultan’ın eline geçmesi ve kadınlar arasın­
da soluğu kesilmiş bir Osmanlı padişahı Üçüncü Murad’m hi­
kâyesi.» Uzun dizi.
218 Hayırsız Adalar.
Yedigün. 74, 8.8.1934. «Bizanslılar zamanında bütün sürgün yer­
lerinin en korkuncu, diri diri ölmeye mahkum olanların ka­
vuklarında zincire vuruldukları Hayırsızada’nın hikâyesi. Bi­
zans tarihi içinde Adalar ve gizli taht kavgaları. Yazı; Adanın
resmiyle renklendirilmiş.»
219 Hazine Islahatı, Kâtip Çelebi. «Para Meselesi»
İkdam. 9658, 20.2.1924. «Osmanlı İmparatorluğu mâliyesinin bir
düzene konulması, gelir ve giderlerin bilinmesi için Sadrıâzam
Tarhuncu Ahmed Paşa ( ? 1653) ’nm büyük çabaları. Kâtip
Çelebi (1608-1657)’nin kendisine yardımcı olması. Saray ve
saraya yakın olanların bu düzene açık ve kapalı karşı koyma­
ları. İmparatorluğun başlıca konularından birisi olan —para­
nın yine bir çok başları yediği.»
220 Hazine ve Akçe Meselesi.
İkdam. 8574, 24.1.1921. «Fatih’ten başlayarak hazine. Yeni hü­
kümdarın tahta oturuşu münasebetiyle askerlere, ulemaya ve
diğer devlet memurlarına verilen bahşiş. Osmanlılar’da yeni
padişahın bu makamı işgal eder etmez —kullarımın cümle bah­
şiş ve terakkileri makbulümdür, verilsin— sözünü söylediği an­
dan itibaren yapılan işlemler ve dağıtılan cülûs bahşişleri. Cülûs bahşişlerinin ilginç ve çekici olmaya başlamasının devlet
hâzinesinde açtığı yaralar. Akçe değerinin düşürülmesi neden­
leri ve tepkilerinin hikâyeleri.»
221 Heybeli’de Aya-Yorgi Kilisesi. «Kafes ve Ferace Devrinde İs­
tanbul»
Akşam. 13.4.1936. «Bizans tarihinde sürgünler yeri olarak tanı­
197
lan Heybeli’de bulunan dinî yapılar. Osmanlı Türklerinin ge­
niş din hoşgörürlüğü içinde ömrünü sürdüren Aya-Yorgi kilisesi
yapımı ve tarihi. İmparatorluğun duraklama devrinden başlaya­
rak gittikçe artan kiliseye yönelen dış ilişkiler. Yabancı devlet
büyüklerinin ziyaretleri. Yazı; manastırın eski bir resmiyle
de ğerlendir ilmiş.»
222 Hicri 12. Asırda İstanbul’da Afgan Elçisinin Kabul Merasimi.
İkdam. 11163, 20.5.1928. «Afgan Hanı Şeref Han’ın elçisi Namdar Mehmed Hân’ın İstanbul’a gelişi. Sınırdan İstanbul’a sü­
ren yolculuğu. Üçüncü Ahmed’in sadrazamı ve damadı Nev­
şehirli İbrahim Paşa ( ? - 1730) tarafından kabulü. Törenler.
Hediyeler. Ziyafetler. Söylevler. Kardeşlik havası içinde geçen
bir ziyaret ve karşılamanın hikâyesi.» Uzun dizi.
223 Hicri Onüçüncü Asırda İstanbul Hayatı. 1200-1255.
Darülfünun Ed. Fak. Mec. VIII, 4. Tem./1932. «Hicri onüçüncü
yüzyılda İstanbul hayatına dair düzenlenen bu yazıda; I. Abdülhamid (salt. 1774-1789)’m son yıllarından Tanzimata (3.XI.
1839 : 26 Şaban 1255)’a kadar kiliselere, belediye işlerine, meskükât ve ücretlere dair Divan-ı Hümayun’dan yazılan 22 hü­
küm matbaa harfleriyle yer almış.» 3-35 s. uzun' bir dizi.
224 Hilâfet Meselesi ve Yeni Türkiye.
İkdam. 9210, 7.11.1922. «Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlan­
masından sonra yurdumuzda yeşeren yeni fikirler açısından
Osmanlı tarihinde saltanat, verâset ve Hilâfet konusu. Hilâfet’in
Osmanlı İmparatorluğundaki yeri.»
225 Hoca-i Cihan Sadettin Efendi. «Müverrih ve allâmeler»
İkdam. 6096, 11.2.1914. «Hem tarihçi bir bilgin, hem de zama­
nına göre üslûp sahibi bir edip ve şair olan, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan İkinci Selim zamanına kadar olan
olayları toplayan iki ciltlik ünlü (Tac üt-tevârih) adlı eserin
sahibi Hoca Sadettin Efendi’nin hayat dizini. Dizi içinde Osmanlı İmparatorluğu tarihi» Dört bütün sütun.
226 Hoca Sadettin. (1-2)
Yeni Mecmua. 62, 63, 26.9.1918, 3.10.1918. «Müverrih ve bilgin
Hoca Sadettin Efendinin hayatı. Dizi içinde; İmparatorluk ta­
rihi, Üçüncü Murad, Üçüncü Mehmed, (Eğri Seferi)’nde orduda
bozgun başgösterince kaçmaya hazırlanan Üçüncü Mehmed’in
198
atma yapışan ve ona ceddine böyle anlarda yaptıklarını anla­
tarak moral veren ve atının başını düşmana çevirterek zafer ka­
zandıran Sadettin Hoca (1536-1599) ve diğerleri. Yazı; (Kılıç Ali
Paşa Camii), (Topkapı Sarayı: Hünkâr sofası. Harem), (Topkapı Sarayı: III. Murad Dairesi Kapısı), (İstanbul Surları), (Topkapı Sarayı: Ocaklı Sofa), (Topkapı Sarayı: Valide Taşlığı),
resimleri ve (Hoca Sadettin Efendi’nin el yazısıyla fetvası) fo­
tokopisiyle renklendirilmiştir.»
227 Hotin Önünde Osmanlılar.
İkdam. 7379, 27.8.1917. «Hotin seferi. Osmanlı yönetiminde Ho­
tin. Evliya Çelebi’nin Hotin seyahati. Hotin şehitleri. Sultan
Osman (Genç, salt 1618-1622)’nin resnii ve Hotin bölgesi hari­
tasıyla değerlendirilmiş bir inceleme.»
228 Hubb-u Şan ve Hissiyat-ı Cengâverane.
îrtikâ. 122, 2.8.1901. «Büyük işler görebilmek için askerin kalbi­
nin cengâverlik ruhu ile dolu olması. Çeşitli ibret alıcı örnek­
lerle değerlendirilmiş bir askerî yazı.»
229 Hurrem Sultan. «Tarihe Geçen Güzel Kadınlar»
Yedigün. 31, 11.10.1933. «Kanunî Sultan Süleyman’ın eşlerinden
biri, İkinci Selim’in annesi, babasının Rogatino adlı bir Rus pa­
pazı olduğu ve kendisinin Kırım Tatarlarının akınları sırasında
esir edilerek saraya gönderildiği rivayet edilen Osmanlı saray­
larında soyu yabancı olup devlet işlerinde kötü etkileri görü­
len kadınlardan Hurrem Sultan, Roksolan (71504-1558)’m ha­
yat dizisi. Yazı; Hurrem Sultan’m bir tablosu, çeşitli şiirler ve
yazarın dergiye imzalanmış (3.10.1933) fotoğrafıyla renklendi­
rilmiş.»
230 Hurrem Sultan’m Son Seneleri.
Yeni Mecmua. 32, 14.2.1918. «...Güzelliği kadar, zekâsıyla da ün
yapmış olan Kanunî Sultan Süleyman’ın eşi, şehzade Selim ile
Bayezid ve Mihrimah Sultan’ın anaları Hurrem Sultan’m hayat
dizisi içinde Osmanlı İmparatorluğunda saray entrikaları. Hırslı
bir kadının neler yapmaya muktedir olduğunun hikâyesi. Ya­
zı; (Hurrem Sultan)’ın Avrupa ressamlarına göre çizilmiş bir
resmi, (Kanunî Süleyman), (Hurrem Sultan zamanında İstan­
bul), (Hurrem Sultan Türbesi) resimleriyle renklendirilmiş.»
199
231 Hünkâr İskelesi. «Yaşmak ve Ferace Devrinde İstanbul»
Akşam. 14.2.1936. «Boğaz’m Anadolu yakasında, Beykoz’un ku­
zeyindeki Yalı-Köyü kısmında, ünlü Beykoz Çayırının denize
olan kıyısı, bu Çayır ve sahili, Hünkâr İskelesi pek ünlü mesi­
re yerlerindendi. Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Alî Paşa’nm is­
yan ederek Kütahya önlerine gelmesi, Osmanlı İmparatorluğu­
nu Rusya ile güç koşullar içinde bir savunma Paktı imzalama­
sına zorladı (1833). (Hünkâr İskelesi Anlaşması) adını taşıyan,
İkinci Mahmud (salt. 1808-1839)’un yardıma gelen Rus kuvvet­
lerini Boğaz’dan biran evvel geri çevirmek için imzaladığı bu
anlaşma, yazarın söylediğine göre Sultan Mahmud’u Çarların
kapıcısı mevkiine indirmiştir. Yazı; Hünkâr İskelesini gösteren
Allom’dan alınmış bir resimle değerlendirilmiş.»
232 Hürriyet Fedakârları.
Millet. 3, 7.8.1908. «İstibdat döneminde en ziyade zorluk çeken­
lerin silâhlı kuvvetler mensupları olduğunu savunan bir yazı.»
233 İbrahim Paşa Sadaretinde Meskükât. «Para Meselesi»
İkdam. 9691, 24.3.1924. «Nevşehirli Damat İbrahim Paşa (7-1730)’
nin, Üçüncü Ahmed zamanında onüç yıla yakın süren sadra­
zamlığı zamanında —para— konusunu ön plâna aldığı. Yurtdışına altın ve gümüş çıkarılmamasına dikkat ettiği. Darphanelerin
sıkı kontrol altına alındığı. Bütün bunlara rağmen sadaretinin
son yıllarında akçe değerinin düştüğü. Osmanlı mâliyesini ve
parasını derinlemesine inceleyen bir-dizi.»
234 İbrim : Sürgün Yeri.
Akşam. 12.3.1937. «Onaltmcı yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları Nil kaynaklarına kadar uzandığı zaman, Türk at­
lılarının ilk dinlendikleri, ilk konakladıkları yer İbrim. Evliya
Çelebi’den ve çeşitli kaynaklardan aktarılan bölümler içinde
sıkı bir muhafaza altında bulunan ve sürgün yeri olarak kulla­
nılan İbrim, uzun bir dizi içinde anlatılmakta. Yazı; İbrim yo­
lunda ve Assuvan’da Philac Adası resmiyle renklendirilmiş.»
235 İbşir Paşa’nm Meslek-i Siyasisi.
İkdam. 8299, 23.3.1920. «Damat olmaktan gayrı hiç bir meziyeti
bulunmayan, Dördüncü Mehmed zamanı sadrıâzamı İbşir Pa­
şa (1607-1653) ve politikası. Haydutluktan sadrazam ve Ayşe
Sultanla evlenerek saraya damat olan İbşir Paşa’nın, bir yeni­
200
çeri isyanı ile son bulan iki aylık ikbali. Bu karışık devri pek
canlı gözlerimizin önüne seren Naima Tarihi’nde’n yararlanıl­
mış ve yer yer aktarmalar yapılmıştır.» Uzun dizi.
236 İbşir’in Hazine Islahatı. «Para Meselesi»
İkdam. 9661, 23.2.1924. «Osmanlı İmparatorluğu’nun hazine he­
saplarına ve gelirine ilk defa İlmî olarak el atan Tarhuncu Ah­
med Paşa (?-1653)’mn öldürülmesinden ve Derviş Paşa’nın sa­
daretinden sonra İbşir Paşa’nın sadrazam olması. Rüşvet ve
israfla amansız mücadelesi. Kaybedişinin hikâyesi.»
237 İbşir’in Ölüm ü. «Nasıl Öldüler»
Yedigün. I, 19, 19.7.1933. «Ne zulümler yapmış ,ne canlar yak­
mıştı, Anadolu, onun ve arkadaşlarının kahrı altında perişandı.
Sultan İbrahim (salt. 1640-1648) İstanbul’da, İbşir de Anadolu’­
da saltanat sürüyordu. Sivas Beğlerbeği Vardar Ali Paşa, Sul­
tan İbrahim’in delice tekliflerini (Bayram harçlığı 30 bin kuruş
ve Sivas’ta oturan nikâhlı karısını saraya göndermesi) redde­
dince İbşir’e gün doğdu. Vardar’ın üzerine gönderildi ve onu
yaralı olarak mağlup etti. Vardar’ın ona söylediği ibret verici
sözler... tarihlerin yaprakları arasındadır. İbşir artık sadaret
mühürüne göz diktiğinden, Vardar’ın başını kestirerek saraya
göndermekte bir sakınca görmedi ve sadrazam olarak İstanbul’
da bir süre hüküm sürdü ama, zulüm cezasız kalmadı. Kaybe­
den halk ve Osmanlı İmparatorluğu idi. İbşir’in öldürülmesini
canlandıran kara kalem resimle' renklendirilmiş.»
238
İdrisi Bitlisi.
Akşam. 27.8.1937. «Türk devlet adamı ve tarihçisi (ölm. 1520).
Uzun Hasan’m oğlu Yakup Beyin yanında memur olarak çalı­
şırken, Osmanlılarm himayesine ve Selim I ’iri yanma geçti. Padişah’ın maiyetinde jran Seferine katıldı. Mısır’ın fethinde bu­
lundu. Bu seferler esnasında Doğu Bölgemizle ilgili geniş bilgi­
ler kazandı. Devlet yönetiminde bulundu. İlk sekiz Osmanlı pa­
dişahı hakkında farsça manzum (Sekiz cennet: Heşt Behişt)
eseri ünlüdür. O dönemin Osmanlı tarihini de dile getiren bu
uzun dizi, İdrisi Bitlisî’nin mezar resmiyle değerlendirilmiştir.»
239 İğfal.
İkdam. 8140, 10.10.1919. «Sadrazamların mevkilerini korumak
için padişahı ve çevreyi kandırmak için başvurdukları oyunlar.
Bu yolda çok ileri geçmiş oyunlar ve olaylar. Özellikle Sutan
201
İbrahim ve Dördüncü Mehmed zamanında çevrilen dolaplar ve
padişahın hakikati öğrenmemesi için alınan tedbirler.»
240 İki Cülûs.
İkdam. 8497, 3.10.1920. «Osmanlı tahtına padişahın nasıl çıktığı,,
usul ve gelenekler. Sultan İbrahim ile, Sultan Süleyman’ın cülûsları bütün ayrıntılarıyla anlatılmaktadır.» Uzun dizi.
241 İki Komite, İki Kıtal. (1-13)
İkdam. 17.12.1918 (7848)-13.1.1919 (7871). «Birinci Dünya Sava­
şı sonunda çöken bir İmparatorluğun hazin tablosu. Terhis edi­
len ve yurtlarına dönen askerlerin yollardaki durumu. Boşalan
köyler ve ot bürüyen tarlalar, umut arayan insanlar. Yazarın
Eskişehir dolaylarına uzanan bir seyahati sonunda yazılmış.
Parti ve particiliğin memlekete getirdikleri. Kaybedilen bir
İmparatorluk.» Uzun tefrika.
242 İki Vezir.
Yerii Hayat. 24, 2.8.1936. «Biri Kemankeş Kara Ali Paşa. Öbürü
Biber Mehmed Paşa. Biri Bağdat Valiliğinden sadarete geçmiş,
öbürü de Mısır eyâletinden sadaret sevdasıyla İstanbul’a gel­
miş. Padişah, Dördüncü Murad (salt. 1623-1640). Osmanlı İmparatorluğu’nun tek hâkimi Kösem Sultan. Mühür yüzünden
iki paşanın gizli ve açık mücadelesi. Her ikisinin de bu yolda
can vermeleri. İmparatorluk yönetiminin iç yüzünden bir yap­
rak.»
243 İki Yüz Sene Evvelki Bahar.
İkdam. 9392, 9.5.] 923. «Uzun süren savaşlardan sonra barışa ka­
vuşan Osmanlı ülkesi ve başkent İstanbul. Kışın son kırıntıları
ve ardından gelen renkli bahar. Üçüncü Ahmed ve sevgili Sad­
razamı ve damadı Nevşehirli İbrahim Paşa. Padişahın mevsim
dolayısıyla bir saraydan diğerine göç etmesi. Elçi kabulleri ve
lâtif bir İstanbul.»
244 İki Yüz Sene Evvelki Bayram.
İkdam. 9407, 26.5.1923. «Ramazan ayının son bulacağı hafta.
Bayram hazırlıkları. Bayram. Ziyaretleri. Protokolün kesinlik­
le uygulanması. Ramazan bayramını bütün ayrıntılarıyla, şer­
bet kâsesine kadar canlandıran bir inceleme dizisi.»
202
245 İki Yüz Sene Evvelki Ramazan. 1340-1140.
İkdam. 9033, 9.5.1922. «İki yüz yıl evvel nisan ve mayıs ayına
rastlayan lâtif bir ramazan ayının hikâyesi. Sarayı, halkı, çar­
şısı, esnafı, camii, lâle bahçeleri ve lâle soğanı içinde İstanbul
ve İstanbul içinde ramazan.» Uzun dizi.
'246 İkinci Katerina’nın Gözdeleri. «Tarihten Bir Yaprak»
Yedigün. II, 87, 7.11.1934. «Evlendiği, Çariçe olduğu halde düzi­
nelerle sevgili ve gözdeyi koruyan, sürdüren Rus Çariçesi Katerina (İkinci Katerina - Yekterina Alekseyevna, 1729-1796)’nın
maceralı hayatı. Gözdesi Prens Orlof, Patiomkin ve diğerleri.
Yaşayan, yaşanan bir Rusya ve onun derinlemesine iç yüzü.»
247 İkinci Katerina’mn Son Günleri.
Yedigün. 88, 14.11.1934. «Sarayında 18-20 yaşlarında en seçme
delikanlılarla resmen zevkini tatmin eden, fakat başkalarının
yaklaşık olarak aynı yolda yürümelerine müsaade etmeyen, Al­
man prensesi, Fransız kültürü ile yetişen, Rusya’ya bir çok ye­
nilikler getirip batı penceresini açan, isterik bir çariçe’nin son
ihtiraslı yılları. Yaşlandıkça gözdelerine daha ziyade teslim ol­
ması. Gözdelerine verdiği hediyeler ve özellikle Prens Orlof’a
devletçe ödenen büyük paralar. Bütün bu davranışlarına rağ­
men kendisini halka afif gösterme çabaları ve nihayet ölü­
mü (1729-1796).»
248 İkinci Murad Zamanında Edime.
Yeni Mec. 1-67, 1.1.1923. «İkinci Sultan Murad (salt. 1421-1444,
1446-1451) zamanında Bursa’nın başkent olmasına rağmen, Sul­
tan Murad’ın Edirne’ye karşı özel bir ilgi ve sevgisi olduğu. Ek­
seri vaktini Edirne’de geçirdiği. Sultan Murad’m Edirne’deki
bayındırlık işleri.»
249 İkinci Viyana Muhasarasına Dair.
Akşam. 6.8.1937. «Avusturya elçisi Kaprara, İmparatora yazdığı
mektupta Türkler’in baharın gelmesiyle beraber Viyana’ya yü­
rüyeceklerini (1683) kesin bir dil ile bildirdiğinden başlayarak,
Kara Mustafa Paşa’nm savaş hazırlıkları, yurdun dört bir ya­
nından orduya katılanlar, güçlü bir ordunun Belgrad önünde
gözükmesi. Bir ordunun savaşa nasıl hazırlandığını bütün ay­
rıntılarıyla dile getiren bir inceleme. Yazı; Türk yönetiminde
Belgrad resmiyle değerlendirilmiş.»
203
250 ikinci Viyana Muhasarasının Çok Acıklı Sonucu.
Aylık Aıısk. II, 9, 1.3.1950. «Osmanlı tarihinde önemli bir yeri
olan Viyana kuşatması (1683). Yazı; kuşatmayı canlandıran bir
tablo, kuşatma zamanında Viyana ve kalelerinden bir bölümü­
nü gösteren bir resim, Türk kuşatma ordusu resmiyle renklen­
dirilmiş.» Hoca’nın ölümünden sonra yayınlanmış.
251
İkinci Viyana Seferi’nin Hakiki Sebebleri.
Cumhuriyet. 13.1.1936. «Merzifoni Kara Mustafa Paşa’nın dü­
şüncesi şu i d i: Macaıiarı Nemçeliler’den ayırmak ve Macarlarla birleşip Habsburglar’ı ezmek. Aradan yüzyıllar (1683) geç­
miş olmasına rağmen halâ sıcaklığını koruyabilen ve hakkında
yüzlerce kitap ve roman yazılmış bulunan bu eşsiz seferin baş­
ka bir açıdan dile getirilmesidir bu. Yazı; Avusturya impara­
toru Leopold’un resmiyle renklendirilmiş, kuşatmada bulunan
Eflâk ve Boğdan voyvodaları, Kırım Hanı, Erdel Beyi’nin yer­
leri işlenmiş, Budin Valisi olup Kara Mustafa Paşa tarafından
boynu vurdurulan ihtiyar İbrahim Paşa üzerinde de durulmuş­
tur.»
. 252
İlim ve Liyakat Erbâbı.
İkdam. 9479, 9.8.1923. «Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflaması
ve çökmesine sebep olan nedenlerin başında hakiki ilim adam­
larına önem verilmemesi. Yazar; İlim adamlarına önem veril­
diği zamanlarla, verilmediği zamanlar üzerinde ilginç örnek­
lerle mukayese yapmaktadır.»
253 İlk Kanunu Esasî’den Sonra.
Millet. 28, 1.9.1908. «İlk Kanunî Esasî (Anayasa)’den sonra baş­
layan istibdat döneminin nedenleri ve ardından gelen felâket­
leri, Osmanlı İmparatorluğu’nun ardı ardına karşılaştığı güçlük­
leri inceleyen bir dizi.»
254 İmparator Akil Leon. (1-3)
Yedigün. 245, 246, 247 (17.11.1937) dv. «Bizans İmparatorluğu’­
nun çok karışık bir durumunda tahta geçen Leon’un hayat hi­
kâyesi. İmparatorluk sarayının bütün yönleriyle dile getirildiği
bu yazı dizisi içinde; Bizans’ta gelenekler, Âkil Leon’un dördün­
cü kez evlenmesi, kilisenin taht üzerindeki nüfuzu, taht için
yapılan gizli açık mücadele anlatılmaktadır. Her yazı, ayrı bir
tablo ile renklendirilmiştir.» Üç ayrı uzun dizi.
204
255 İmparatoriçe Anna.
Yedigün. 209, 10.3.1937. «Bir Fransız güzeli olan İmparatoriçe
Anna. 8 yaşında Bizans’a gelmiş (1179), 11 yaşında nişanlısı
Aleksi öldürülünce, 65 yaşında bir ihtiyarla (Andronikos) ev­
lenmek zorunda kalmıştı. Bizans’a intibak eden ve Bizans halkı
tarafından sevilen İmparatoriçe (Agnes)’in romantik hayatı.
Yazı; Münif Fehim’in bir tablosuyla değerlendirilmiş.»
256 İmparatoriçe İrini.
Yedigün. 189, 21.10.1936. «Germenya Kralı Üçüncü Konrad’ın
ailesine mensup bir kızın Bizans’a gelin gelmesi. İrini’nin im­
paratoriçe olması. Bir veliahd getirememesinin ıstıraplı günleri.
Arka arkaya iki kız doğurması. İmparatorun gönlünü, akraba­
sından Teodora’ya kaptırması. Hüsranlı günler ve ölümü. Yazı;
Münif Fehim’in bir tablosuyla değerlendirilmiş.»
257 İmparatoriçe İrini.
Yeni Hayat. 29, 5.9.1936. «Asıl adı Zolanda Dö Monferrat, Bi­
zans İmparatoru İkinci Andranikos ile evlendikten sonra İrini
adını alan, o zamanlar daha 11 yaşında, güzel, zarif, ince ruhlu
bir İmparatoriçenin hayat dizini. Bu arada çöken Bizans İm­
paratorluğunun tarihi. Resimlerle renklendirilmiş uzun bir di­
zi.»
258 İmparatorluk Devrinde Cezaların Sureti Tatbiki.
Hâkimiyeti Milliye. 4.4.1926. «İmparatorluk devrinde âdi cü­
rümler için cezayı uygulayanın kadı, para cezalarının Subaşı
tarafından yürütüldüğü. Büyük cezalarla ilgili kararların padi­
şah tarafından verildiği. Cürümlerle ve cezalarla ilgili çeşitli
örneklerin sıralandığı bu incelemede, devletin en yüksek ma­
kamına çıkan kişilerin hayatlarının padişahın dudaklarından
çıkacak bir kelimeye bağlı olduğunu gösteren bir dizi.»
259 İmparatorluk Devrinde İnsan Zehirlemek.
İkdam. 11166, 23.5.1928. «Çeşitli belgelerin ışığında Osmanlı İm­
paratorluğunda zehir ve zehirleme olayları, çeşitli ilginç örnek­
ler içinde bir inceleme.»
260 İmparatorluk Devrinde Saray Cellatları ve Vazifeleri.
Hâkimiyeti Milliye. 1.4.1926. «İmparatorluk devrinde en ağır
cezaların saray tarafından ve bizzat padişahların buyruğuyla
uygulandığı. Saray teşkilâtında cellât’ın önemli bir yeri oldu­
205
ğu. Evliya Çelebi tarafından —esnaf— arasına cellâtların da
katılmış olduğu. Cellâtlar arasında ünlü yeri olan Kara Ali ve
Dördüncü Murad ile ilgili bir takım öldürme cezalarının hikâ­
yesi.»
261 İncili Köşk. «Topkapı Sarayında»
Millî Mecmua. VII,. 74, 15.11.1926. «Üçüncü Murad (salt. 15741595)’ın sadrâzam Sinan Paşa’dan Ahırkapı İskelesi civarında
—derya seyri— için bir köşk yaptırmasını istemesi. Mimar Davud Ağa’nın bu işle görevlendirilmesi. Köşkün yapılması ve
kullanılan nadide yapı malzemesi. Binanın tarifi. Köşkün, Si­
nan Paşa adıyla anılmasının nedenleri. Köşk içinde geçen ilginç
olaylar. Sultan Abdülaziz döneminde fazla masraf oluyor deni­
lerek köşkün yıktırılması.»
262 tnegöl.
İkdam. 8700, 2.6.1921. «Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş dö­
neminde büyük olaylara sahne olan İnegöl ve dolayları. Osman
Beğ ve arkadaşları. Bir İmparatorluğun doğum sancılarının hi­
kâyesi.» Uzun dizi.
263 İnkılâbı Hâzır ve Ordumuz.
Millet. 1, 5.8.1908. «Osmanlı Ordusunun yıllardanberi Makedon­
ya’da ve diğer bölgelerde eşkıya çetelerinin tâkibiyle görev­
lendirildiği. Esas amacı dışında kullanıldığı. Ordu’nun yurdun
bölünmez bir parçası olduğu. Bugün İnkılap çerçevesinde ordu­
nun daha dik, daha kuvvetli, daha mükemmel olması için bazı
şeylerin yapılması gerektiği.»
264 İnönü.
İkdam. 8647, 9.4.1921. «Osmanlı İmparatorluğu ve Genç Türkiye
Cumhuriyeti’nin tarihinde önemli yeri olan İnönü. Osman Gazi’nin Bursa kuşatması sırasında Horasan’dan gelen kişiler. Ge­
yikli Baba’nm menkıbeleri. Halk tarafından bir ziyaret yeri
haline getirilen yerler. Osmanlı Türklüğünün ilk zafer yeri İnö­
nü’nün rivayetler içinde hikâyesi.»
265 İren. Bizans İmparatoriçelerinden. (1-2)
Şehbal. II, 62, 63, 1 ve 15.10.1328 [19121. «Bizans İmparatoru Be­
şinci Konstantin’in oğlu Leon ile 768’de evlenen ve İmparatori­
çeliğe yükselen İren’in hayatı. Dördüncü Leon’un ölümü ile be­
raber bütün iktidara sahip olması. Patrik ve kiliseyi dahi nü­
206
fuzu altında bulundurması. Oğlu Konstantin adına yıllarboyu
hükümet sürmesi. İmparator Konstantin’in kısa süren imparator­
luğu, gözlerine mil çekilerek tahttan uzak tutulması. Bizans ta­
rihinde eksik olmayan isyanlar. İren’in tahttan indirilmesi, Bü­
yükada manastırındaki sürgün yaşantısı. Hüsran ve kin duy­
gulan içinde son bulan bir ömür. Bizans tarihinin entrika dolu
sayfalarından bir parça daha.» Uzun bir dizi.
266 Islahat Fermanı. Hıristiyanların Hukuku.
Yeni Mecmua. 66, 26.10.1918. «Kırım Savaşı’ndan ve Tanzimat’­
tan onyedi yıl sonra (1272-1856) Babıâli’yi en ziyade işgal eden
konulardan biri olan Islahat Fermanı ve gayrı müslim tebaa­
nın imtiyazına dair hükümler. Henüz basılmamış belgelerin ışı­
ğında; fermanın hazırlanmasından evvelki durum, düşünülen­
ler, karşıt olanlar, Sarayın tutumu, dış politika, fermanın oku­
nuşu, söylenenler, dedikodular. Yazı; (Sultan Abdülmecid), (Re­
şit Paşa), (Sadrıâzam Mehmed Emin Alî Paşa), (Hariciye Nazı­
rı Fuat Paşa)’nın resimleriyle renklendirilmiş.» Uzun bir dizi.
267 İstanbul Hamamları. «Kafes ve Ferace Devrinde İstanbul»
Akşam. 29.7.1936. «Onyedinci yüzyılda İstanbul’da 14563 hamam
olduğu. İstanbul hamamları hakkında toplu bilginin Evliya Çe­
lebi seyahatnamesinde bulunduğu. Hamam ve hamam esnafının
uymaya zorunlu olduğu kurallar. Ondokuzuncu yüzyılda İstan­
bul’da bir hamamın iç görünümü resmiyle renklendirilmiş.»
Uzun bir inceleme.
268 İstanbul Surları. «Kafes ve Ferace Devrinde İstanbul»
Akşam. 6.5.1936. «İstanbul’u yüzyıllar boyu türlü hücumlardan
koruyan ünlü surları. Avarlarm, Arapların, daha bir çok millet­
lerin surların önünde eridiği. Fatih’in geçmiş kuşatmaları ve
başarısızlık nedenlerini değerlendirerek kuşatmayı sürdürdü­
ğü. Kuşatma sırasında ilginç olaylar. Fetih’ten sonra surlara
yapılan ilâveler. Osmanlılarm surlara vurduğu damga: Yedikule. Uzun dizi; yüzyıl evvel Yedikule surlarım gösteren fo­
toğraflarla renklendirilmiş.»
269
İstanbul Şâiri.
İkdam. 8313, 6.4.1920. «Şair Nedim’in; divan edebiyatının baş­
ta gelen üstadlarından biri, eski şiirin en zarif ve en şakrak
şairi, Lâle Devri’nin bütün zevklerine, Çırağan eğlencelerine
207
ve helva sohbetlerine katılan İstanbul şairi’nin hayat dizini!
Yetiştiği çevre. O yıllarda İstanbul ve insanları.»
Erişti nev-bahâr eyyâmı açıldı gül-ü gülsen
Çerâğan vakti geldi lâle-zârın dîdesi rûşen
Çemenler döndü rûy-ı yâre reng-i lâle vü gülden
Çerâğan vakti geldi lâle-zârın dîdesi rûşen
Açıldı dil-berin ruhsârı gibi lâleler güller
Yakıştı zülf-i hûban veş zemîne saçlı sünbüller
Nevâ-sâz olmada bin şevk ile âşüfte bülbüller
Çerâğan vakti geldi lâle-zârın dîdesi rûşen
[Güfte : Şair Nedim, Beste : A rif Sami Toker, Usulü : Semaîl
270 İstanbul ve Anadolu. (1-42)
İkdam. 8441, 1.9.1920. «Anadolu’da izlenen hatalı iskân politika­
sı. Köprülü’nün icraatı. Anadolu’nun ve Anadolulu’nun çektikle­
ri. Anadolu’dan her şeyini alan sarayın, Anadolu’ya hiç bir şey
vermediği.» Uzun dizi.
271 İstanbul’da Ecnebi Ressamlar : Van Mour, Hilliers.
Yeni Mecmua. 40, 18.4.1918. «Sultan Üçüncü Ahmed ve sadrâ­
zamı Damat İbrahim Paşa zamanında Türkiye’ye bir nev’i rönesansın geldiği. Güzel sanatların daha çok bu zamanda ilgi gör­
düğü. Fransa ile ilişkilerin arttığı ve bir takım sanatkârların
İstanbul’a geldikleri. Ressam ve sanatkârlar için İstanbul’da
harikulade konuların bulunduğuna işaret eden yazar, bu iki
ressamın İstanbul’daki çalışmalarını incelemektedir. Van Mour
İstanbul’a gelmiş uzun yıllar buradan ayrılmamış, Galata Fran­
sız kilisesi bahçesine gömülmüştür. Hilliers, I. Hamid zamanın­
da gelmiş ve bugün İstanbul yaşantısı olarak belge niteliğinde­
ki tabloları hazırlamıştır. Tabloları arasında : (Parkta I. Abdülhamid) yer almaktadır. Yazar, bu inceleme sırasında; sadrâ­
zamın yaşantısı, İstanbul’daki yabancı misyon hakkında ilginç
bilgiler vermektedir. Van Mour, bir devrin yıkılışını, Patrona is­
yanını yakından görmüş, içinde yaşamış ve gördüklerini de
yazmış nâdir kişilerden biridir. Van Mour (J.—B.) eserleri
XVIII. yüzyılın birinci yarısında âdetler ve kıyafetler bakımın­
dan en ilgi çekici belgeleri kapsar. 132 tablosu tesbit edilen
ressamın başta gelen tabloları arasında: (Üçüncü Ahmed’in
Marquis de Bonnac’ı kabulü. 24.10.1724), (Padişahın emriyle
Markiz de Bonnac şerefine düzenlenen tören), (Asî Patrona Ha­
208
lil'in portresi) dir. Yazı; Hilliers’in (Sakız’da Osmanlı hayatı),
(OsmanlIlar arasında Chovazil Gofie), (Kervansaray) tablola­
rıyla renklendirilmiştir.» Uzun bir dizi.
272 İstanbul’da Ekmek ve Yağ Meselesi.
Aylık Ansk. II, 6, 1.12.1949. «İstanbul’da çözümlenemeyecek ko­
nulardan biri olan ekmek ve yağ. Araştırıcı bu iki önemli gıda
maddesine derinliğine girmekte ve o yıllarda bu gıda madde­
leriyle nasıl uğraşıldığım bütün ayrıntılarıyla göstermektedir.»
Hoca’nın ölümünden sonra yayınlanmış.
273 İstanbul’da Gümrük Resmi. «Geçmiş Zaman»
İkdam. 9697. 30.3.1924. «Osmanlı İmparatorluğu’nun başta ge­
len gümrük kapılarından biri olan İstanbul limanı. Gümrük ta­
rihçesi. İlginç olaylar ve hükümler arasında İstanbul’un her
dönemde önemli olan ve devlete büyük bir gelir sağlayan güm­
rük işleri.»
274 İstanbul’da Hayatı Umumiyye.
İkdam. 7436, 25.10.1917. «Osmanlı İmparatorluğunda köyden
şehre göçün önlenmesi için alman tedbirler. İstanbul’da genel
yaşantı düzeni. Müslüman mahallerinin meyhane ve sarhoşlar­
dan uzak tutulması. Dilencilerle mücadele. Kadıların görevleri.
Hırsızlıkla mücadele ve genellikle asayiş durumu.»
275 İstanbul’da İlk Fransız Elçisi.
İkdam. 9072, 19.6.1922. «Fransa’nın Avusturya’ya ve Hanedanı­
na beslediği kin yüzünden Osmanlı İmparatorluğuna yaklaşma
çarelerini araması. Fransız elçisinin hediyelerle İstanbul’a gel­
mesi. Sınırdan sonra İstanbul’a yolculuk. İstanbul’da ilk konuk­
luk süresi ve ilişkilerin başlaması.»
276 İstanbul’da İlk İtfaiye.
Yedigün. 50, 21.2.1934. «Kanunî’nin muhteşem devrinde İstan­
bul’da itfaiye teşkilâtı olmadığı- Kadılara yazılan hüküm uya­
rınca her evde dama, çatıya çıkacak kadar merdiven ve bir fıçı
su bulundurulduğu. İstanbul’da ilk yangın tulumbasının Fran­
sız mühtedisi Davud Ağa tarafından 1715’te yapıldığı. Üçüncü
Ahmed ile Sadrâzamı Damat İbrahim Paşa’nın tulumba ve it­
faiye kuruluşu ile ilgilendikleri. Telhisler, talimatnameler. Hor­
tum onarımına kadar eğilen yönetmeliklerden parçalar. Yazı;
(Tulumbacıbaşı Davud Ağa’nm İstanbul surları civarındaki me209
Zarı), (Davud Ağa’nm mezar taşı kitâbesi) ile değerlendirilmiş­
tir.»
277 İstanbul’da İlk Kâğıt Fabrikası. (1-2)
îkdam. 7302, 7312, (12 ve 18.6.1917). «Darüssade Ağası Beşir Ağa.
İstanbul’da Yalova’da ilk fabrika temeli. Fabrikanın hizmete
açılması. ■Kâğıdın nasıl yapıldığı. Ağa’nın çiftliği. Fabrikanın
çalışmaları, ilginin bir süre sonra kayboluşu ve..»
278 İstanbul’da İlk Matbaa.
İkdam. 8924, 18,1.1922. «Üçüncü Ahmed (salt. 1703-1730)’ın sal­
tanatı ve Nevşehirli Damat İbrahim Paşa (?-1730)’nm sadare­
tinde İstanbul’da kurulan ilk matbaanın kuruluş hikâyesi. İbra­
him Müteferrika (1674-1745). Matbaanın kurulması sırasındaki
tepkiler ve ilginç olaylar dizisi içinde Türkiye’de bir aşama olan
matbaa bütün ayrıntılarıyla.»
279 İstanbul’da Odun ve Kömür Meselesi.
Aylık Ansk. II, 5, 1.11.1949. «Köyden şehre akının her geçen gün
biraz daha hızını arttırdığı İstanbul halkının başta gelen ihti­
yaç maddelerinden ısı. Hoca; yüzyıllar içinde bu konuyu işle­
mekte, geçici önlemleri sıralamakta, yaz mevsimi gelince de bir
çare bulunamadığından ötürü unutulduğuna işaret etmektedir.»
Hoca’nın ölümünden sonra yayınlanmış.
280 İstanbul’da Su Meselesi.
îkdam. 7433, 22.10.1917. «Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti
İstanbul’da Kırkçeşme suları. Suların savurganlık yapılmadan
kullanılması. Bu konuda alman önleyici tedbirler. Çeşmelerin
sınıflandırılması. Hamamların ve hamam sularının kontrolü. Su
nazırı ve görevi. Kanunî döneminde İstanbul’un su ihtiyacının
devlet olarak ele alınması.» Uzun bir inceleme dizisi.
Kanunî döneminde kurulan çeşmelerden;
(Kazlı Çeşme) :
Gördü bir âşık dedi tarihini
«Nûş iden yârane sahha afiye»
Yedikule dışında
953 (M . 1546)
Silivrikapı dışında yol üzerinde (Hacı Bayram Can Çeşmesi) :
Çeşmei Hacı Bayram Can
210
955 (1548)
Küçük Ayasofya civarında Çardaklı Hamamın yanında :
Safmeşrep teşnediller çeşmeyi kıldıkta seyr
Didiler tahsin edüp tarihini «Zehi ayni hayr»
962 (M . 1554)
Eyüp civarında Cezrî Kasımpaşa Camii karşısında:
Bin on üçte bilüp aslını dedim Bülbülî tarih
«Döküp mali bu ziba çeşmeyi yaptı Ali Paşa»
966 ( M . 1558)
Binlerce çeşmeden birkaçının kitabesidir bunlar.
281 İstanbul’da Venedikliler.
Akşam. 11.6.1937. «1274 yılında İstanbul’a yerleşen Venedikliler’in üç yıl sonra BizanslIlarla bir anlaşma yaparak, İmparator-*
luk içinde mevki sahibi oldukları. İstanbul ticaretini ellerinde
tuttukları. Venedik Cumhuriyeti’nin devamlı olarak İstanbul’­
da bulunan Venediklilerle ilişkisini sürdürdüğünü ve dolayısıy­
la Bizans’ın içişlerine karışma eğilimi gösterdiği. İki devlet ara­
sında yapılan çeşitli anlaşmalar ve bunlardan örnekler. Yazı;
yeni seçilen bir Venedik doju’na yapılan tören resmiyle renklen­
dirilmiş.» Uzun bir dizi.
282 İstanbul’da Zafer Sabahı.
İkdam. 6216, 11.6.1914 (29 Mayıs 1330). «Fethin yıldönümü do­
layısıyla gazetenin birinci sayfasında tüm, ikinci sayfa iki tam
sütun, bir devri kapayıp bir devri açan büyük zafere tahsis
edilmiş. Birinci sayfada; Fatih’in ressam Bellini tarafından ya­
pılan resmiyle, ressam Haşan Rıza Bey tarafından Fatih’in at
üstünde şanlı Türk Ordusuyla birlikte sur kapısından şehre gi­
rişini simgeleyen resmiyle değerlendirilmiş hamasî bir dizi.»
Yazının Birinci Dünya Savaşı’nın en kızgın günlerinde yazıl­
mış olmasının ayrı bir önemi var.
283 İstanbul’un Bir Mahallesi. Silivri. «Kafes ve Ferace Devrinde
İstanbul»
Akşam. 10.10.1936. «Bizans ve Osmanlı yönetiminde Silivri. Ev­
liya Çelebi’nin dikkatini çeken olay ve yapılar. 18. yüzyılda Si­
livri’yi gezen Lady Montegü’nün bu kentte gördükleri. Silivri’
nin yoğurdu ve ünlü ürünleri. Yazı; eski bir gravürden Silivri
Limanı ve kalesi. Silivri ile ilgili rivayet ve söylentiler.»
211
284 İstanbul’un Ekmek Derdi.
Yedigün. 103, 27.2.1935. «İstanbul’un eski bir derdinin deşilme­
si. Padişahların halkın çektiği sıkıntıyı ve bozuk ekmek çıka­
ran fırınların bir türlü yoluna konulamadığını görerek sık sık
kadı değiştirme yoluna gittikleri. Halkın sağlığı ve fırınların
kontrolü için yazılan hatt-ı hümayunlardan örnekler. İstanbul’
un başta gelen yiyecek maddelerinden ekmek ile ilgili derinli­
ğine bir inceleme.»
285 İstanbul’un Görünüşü. «Kafes ve Ferace Devrinde İstanbul»
Akşam. 5.8.1936. «İstanbul’un yabancı gözüyle ve kalemiyle ya­
şantısını simgelemek daima ilginç olmuştur. Elçilerin anıları.
Elçi eşlerinin Türk evine sokulmak ve gördüklerini tesbit et­
mek hususundaki başarıları, yabancı ressamların fırçaları İm­
paratorluğun eski yaşantısını yansıtmak bakımından daima ya­
rarlı olmuştur. İstanbul’un eski görünüşü. Hoca bu kez tamamiyle yabancı kalemlere eğilmiş. Literary Gazette, Lamartin,
Michaud, Molteke ve daha birçok yazar ve gazetenin kalemin­
den aktarılan bölümler içinde İstanbul’un yüzyıllar evvelki gö­
rünüşü. Yazı; İstanbul Boğazı’nda seyreden gemileri gösteren
bir tablo ile süslenmiş.» Uzun bir dizi.
286 İstanbul’un Sü Derdi.
Akşam. 5.7.1934. «İstanbul’un ilk kez bol ve sonra yetişmeyen
sularının hikâyesi. Rüstem Paşa’nm bulduğu çare: İstanbul’un
çoğalmakta olan nüfusunu azaltmak, köy ve kentlerden şehre
akını durdurmak. Lüleler, savaklar, bentler, kadıların suyun is­
raf edilmemesi için hükümleri, çeşmelerin türlü anlamda, renk­
li kitabeleri: Topkapı Sarayı üçüncü avlusunda Ahmed III kü­
tüphanesinin önünde, meşayihten Erzurumlu Lebip Mahmud
Efendi’nin kitabesini yazdığı Üçüncü Ahmed Kütüphanesi çeş­
mesi;
\
Eyle bu tarihi «beş» vaktine zam
«Apdest al sünnetiyle Ahmedin» 1132 (M . 1719)
Kâğıthane’de Sa’dâbad kasrı içinde Çağlayan önünde, kesme
taştan yapılmış Ahmed III çeşmesi;
Abını nûş eyleyip Vehbi dedi tarihini
«Dehre Sultan Ahmed icra eyledi mai hayat» 1135 (M . 1722)
Fatih nişancası yakınlarında Bakkalzade Camiî karşısında, Dör­
212
düncü Mehmed dönemi bilginlerinden Ebezade şeyhülislâm Ab­
dullah Efendi Çeşmesi;
Lülesi tarih içün dehre bıraktı velvele
«Çeşmei ayni şifadan gel gel iç mai zulâl»
1138 (M . 1725)
Padişah Valideleri de çeşme akıtmaktan geri kalmamışlardır,
işte onlardan bir örnek. Mahmud I (salt. 1730-1754)’ın Validesi
Saliha Sultan’m Silivrikapı’da Sitti Hatun Camiî karşısında
köşe başında Valide Saliha Sultan Çeşmesi:
Zebanı lüleden gûş eyledim tarihini Ruhî
«Suvardı âlemi kandırdı suya Valide Sultan»
1138 (M . 1725)
Şairlerin kasideleri içinde, özellikle onaltmcı yüzyılda İstan­
bul’un suları.» Uzun bir dizi.
287 İstiklâl Günleri.
ikdam. 6053, 30.12.1913. «Birinci sayfada 6 bütün, ikinci sayfada
iki yarım sütun dizi. Ertuğrul Gazi’den başlayarak Söğüt’te
doğan ve üç kıtaya kol salan Osmanlı împaratorluğu’nun hikâ­
yesi. (Osman Gazi), (Osman Gazi’nin Bursa’da yanmış olan ilk
türbesi) resimleriyle renklendirilmiş hamasî bir dizi.» Özellik­
le imparatorluğun en buhranlı günlerinde yazılmış olması do­
layısıyla ayrı önem taşıyor.
288 İtidâl ve Kuvvet.
Millet. 6, 11.8.1908. «Vatanın saadet ve selâmetini, refah ve istirahatini temin edecek olan anayasa’nın istenilen şekilde uy­
gulanabilmesi için milletçe itidâl ve kuvvetin en çok bugün
gerekli olduğu.» 1908 Devriminin ardından Milleti birlik ve be­
raberliğe çağıran çeşitli örneklerle değerlendirilmiş bir dizi.
289 İznik Çinileri. «Hazine-i Evrak vesikalarına nazaran»
Darülfünun Ed. Fak. Mec. VIII, sayı: 4, Temmuz/1932. «İstan­
bul’da yapılan camilerin, türbelerin, hamamların, Yeni Saray’­
da yapılan odaların ve kasırların, kâselerin, tabakların, ibrikle­
rin işlendiği ve bir adı da (Çîni Maçîni Rum) olan İznik yapım
yerlerinin Hazine-i Evrak belgelerinin ışığında tarihi. İznik ve
Karamürsel kadısına, Anadolu valilerine gönderilen hükümler.
Padişahların çini yapımı ve bu güzel sanatın korunması için
213
harcadıkları çabalar. Yazı; (Üçüncü Murad Dairesindeki şömi­
ne), (Sultan Ahmed Çeşmesi) ve benzeri çini resimleriyle renk­
lendirilmiş.» 36-53 s. Uzun bir dizi.
290
İvan Turgenief. (1-2)
Yedigün. 149, 150 (15 ve 22.1.1936). «Rusların ulusal yazarların­
dan, konuları millî, yazdığı kitaplar bütün dünya dillerine çev­
rilen, eserlerinde Rus toplumunu dile getiren modern bir ro­
mancı, aynı zamanda batılı gibi düşünen îvaıı Sergeyeviç Tur­
genief (1818-1883)’in hayat dizisi. Yazı; (Yazarın portresi),
(Rus köylülerine ders), (Yatak odası), (Avlanması) gibi re­
simlerle renklendirilmiş. Hayat hikâyesinde, o dönem Rusya’­
nın yaşantısını bulmak mümkün.» Uzun iki dizi.
291
İzmir. «Eski Türk Şehirleri»
Yedigün.
pısı olan
yıl evvel
gösteren
292
182, 2.9.1936. «Küçük Asya’nın Akdeniz’e açılan ka­
İzmir’in kuruluşunun kronolojik hikâyesi. Yazı; yüz­
bir Fransız ressamı tarafından çizilmiş İzmir şehrini
gravürle renklendirilmiş.»
İzmir ve İzmiroğlu.
Yeni Mec. 6/72, 15.3.1923. «Osmanlı Türkler’inin Anadolu’ya
yerleşmelerinden sonra gözlerini İzmir’e çevirmelerinin neden­
leri. İzmir’in Osmanlı yönetimine geçişi. Yazı; (Eski zamanda
Türk İzmir’in bir sokağı ) resmiyle renklendirilmiş.»
293
İzmir’de Lamartin’in Çiftliği.
İkdam. 11280, 17.9.1928. «Fransız şairi Alphonse De Lamartin
(1790-1869) ’m Türkiye sevgisi ve hasretinin nedenleri. İzmir’­
de. Lamartin’e verilecek çiftliğin seçilmesi ve satın alma işlem­
leri. Ünlü yazarın Sultan Abdülmecid (salt. 1839-1861)’e ve sad­
razam Reşit Paşa’ya küçük, fakat mânevi değeri büyük hediye­
leri. Lamartin çiftliğinin sermayedarlarla işletme teşebbüsünün
devletçe uygun karşılanmaması, yazara bir tür maaş bağlan­
ması.»
294 İznik’teki Mozaikler.
Akşam. 9.4.1937. «Bizans’ın Anadolu’da başta gelen şehirlerin­
den İznik’te, İstanbul’un ünlü Ayasofya ve Kariye yapıtların­
da olduğu gibi nefis çiniler bulunduğu, şehrin hıristiyanlar
tarafından kuşatılması sırasında büyük yıkıntıya uğradığı,
Türkler zamanında mevcudun korunulmasma çalışıldığı. İznik
214
çiniciliğinin bir —okul— olduğu. Yazı; İznik’te Koimsis kili­
sesi resmiyle renklendirilmiş.»
295
Jozefin. «Tarihe Geçen Güzel Kadınlar»
Yedigün. 40, 13.12.1933. «Birinci Napoleon’un ilk karısı Jozefin
(Marie - Josdphe Rose Tasc-her De Pagarie. 1736-1814). Çocuk­
luğu ve maceralı hayatı.. Napolyon’la tanışması (9.3.1796). Ge­
nerali sevmemesi, Mısır Seferi sırasında Fransa’da kalan Josephine’nin başıboş davranışları ve yeni aşkları. İsrafı. Borç­
larını ödeme hususunda Napolyon’un gösterdiği sabır ve ta­
hammül. Napolyon’un eşini sevmesine, eşinin kendisini sosye­
teye alıştırma çabalarına rağmen onu çocuk vermediği baha­
nesiyle boşaması. Ayrılmalarına rağmen ölünceye kadar mek­
tuplaşmaya devam etmeleri. Yazı; Napolyon’un ilk ve çok sev­
diği eşi (Jozefin) ve (Napolyon) un resmiyle renklendirilmiş­
tir.»
296
Jul Sezar. (1-2)
Mec. Ebüzziya. XIX, 91, 92 (1317 [1901]). «Caesar, Gaius Julius
[Sezar] M.Ö. 108 44. Tarihteki önemi ve yeri büyük olan Ro­
malı bir komutan ve devlet adamı. Düşmanlarının hançer dar­
beleri altında can verirken: sevdiği, yetiştirdiği Brutüs'ü sui­
kastçılar arasında görünce son sözleri: — Et tu, Brüte?.. [Sen
de mi Brutüs?..] diyen, hançerlere karşı koymayan ünlü dev­
let adamının hayat dizisi ve dolayısıyla Roma tarihinden önem­
li bir yaprak.» Chueton’dan çeviri.
297 Kabakçı Mustafa. «Tarihî simalar; III.»
Şehbal. V, 76, 15.5.1329 [1913]. «İleriyi gören, yenilik taraftarı,
sanatsever bir Osmanlı padişahı Selim III (salt. 1789-1807)’in
tahttan indirilmesi ve öldürülmesi ve bir devrim döneminin
kapatılması. İmparatorluğun bütün müesseselerinde yenilik
yapmaya girişen hükümdarın tutumunu beğenmeyen gericile­
rin yeni bir başarı hikâyesi. Bu isyan içinde birden ön plâna
geçiveren Kabakçı Mustafa. Mustafa’nın hayat hikâyesi. İstan­
bul’da Boğaziçi’nde (Fener) Tabyasına yerleşen yamaklardan,
cahil, fakat müdebbir, azâmetli, becerikli, câzip sözleriyle, fedakârane hareketleriyle kütleleri ardından sürüklemek sanatı­
nı bilen Kabakçı. İsyanın bütün yönleri. Yeniçeri Ocağı’nm
yeni bir geri adımının, Osmanlı Devletinin bir yüzyıl daha geri
kalmasına neden olması.» Uzun bir dizi.
215
298 Kadın Meselesi.
İkdam. 8546, 27.1.1920. «Türk tarihinin en anlaşılmaz ve en ka­
ranlık noktalarından birinin kadın konusu olduğu. Tarihimizde
Valide Sultanların dahi adlarının kesinlikle tesbit edilemediği.
Harem ve Harem’de geçenler hakkında pek az bilgimiz bulun­
duğunu örneklerle açıklayan yazar, Topkapı Sarayı Harem bö­
lümünün kapılarını büyük bir ustalıkla okuyucularına açmak­
tadır.»
299 Kadınlar Saltanatı. (1-131)
İkdam. 6119-6268, (6.3.1914 - 3.8.1914). İkdam gazetesinde 131
gün süre ile tefrika edilen bu uzun dizi, büyük bir ilgi görmüş
ve bitiminde kitap haline de (bk. no. 819 - 822) gelmiştir. K i­
tabın adı Ahmed Refik’in bir buluşu olup, diğer tarihçiler ta­
rafından da kabul edilerek yaygınlaşmıştır. Özeti, aşağıdaki di­
zi içindedir.
300
Kadınlar ve Ağalar Saltanatı. «Kitap Hülasası»
Bütün Türkiye. 11, Nisan/1951. «Kösem Sultan. Saltanat hır­
sının evlât sevgisini aşması sonunda, Deli İbrahim (salt. 16401648)’in boğulması. Anarşik bir ülke. Saray’ın; Kara Murad,
Bektaş Ağa, Muslihiddin Ağa, Kethüda Bey, Kara Çavuş gibi...
yeniçeri büyükleri tarafından yöneltilmesi. Esnafın da bu soy­
gundan ve anarşiden payını alması. Yer yer kımıldayan bir ül­
ke. Kaybeden bir İmparatorluk. Kadınların ve Ağaların yönelt­
tiği bir İmparatorluk.»
301
Kâğıthane, Lâle Devri ve Sonu.
Bu şehr-i İstanbul ki. D erleyen: Şemsettin Kutlu. İstanbul
1972. Milliyet Yayınları, Genel Kültür d izisi: 14. 189-200 s.
302 Kâğıthane’ye Dair.
İkdam. 8990, 27.3.1922. «İstanbul’un Türk olmasından itibaren,
İstanbulluların yaşantısında önemli bir yeri olan mesire yeri
Kâğıthane’nin uzun hikâyesi.»
303 Kahire Yollarında. «Mazide Zafer Günleri.» (1-2)
Harp Mec-, 1, 4, 5 (Ocak ve Şubat/1331 [19151. «Sultan Selim
(Selim I, Yavuz Sultan, salt. 1512-1520), Osmanlı Devleti’nin
hayatî davası olan Sünnîlik ve Şiîlik’i kesin bir zaferle Çaldı­
ran Ovasında (Ağustos 1514) sona erdirdi. Şimdi Osmanlı Or­
dusu Güneye doğru sefere başlamıştır. Mercidabık Meydan Sa­
216
vaşı (24.8.1516) haritasıyla değerlendirilmiş olan bu incelemede,
adım adım Mısır Seferi bütün ayrıntılarıyla anlatılmaktadır.»
Uzun bir dizi.
304
Kahraman Erlerimize Dair.
Resimli Tarih Mec. III, 34, Ekim/'1952. «Vatan için hayatlarını
seve seve feda eden milyonlarca askerimizin her biri birer meç­
hul asker anıtı diktirecek efsaneler yaratmıştır. Münif Fehiıri’
in (Kanije kuşatmasında düşman baruthanesini ateşleyen yeni­
çeri), Riko’nun tablolarından (Bir Osmanlı kuşatması), (Ça­
nakkale Savaşında bir siper) resim ve fotoğraflarıyla değerlen­
dirilmiş olan bu uzun yazıda, Türk tarihinde her dönemde, her
zor günde, kendisinden fazlasını veren ve karşılığında bir şey
beklemeyen Türk Askeri’nin kahramanlıklarından Osman Gazi’den başlayarak örnekler verilmektedir.» Hoca’nm ölümünden
sonra aktarılan bir yazısı.
305
Kahve ve Tütün.
İkdam. 9600, 24.12.1923. «Kanunî (salt. 1520-1566) devrine ka­
dar bilinmeyen kahve ve tütünün yurda nasıl girdiği ve yer­
leştiği. Kahvehanelerin açılması. Yasaklar, kontrollar. Gizli tü­
tün kullananların izlenmesiyle, ilginç olaylarla değerlendirilmiş
bir inceleme.»
306
Kahve ve Tütün.
İkdam. 9512, 5,1.1924. «Osmanlılar tarafından çok geç tanılan
ve alışılan tütün ve kahve. Yasaklanmasının nedenleri. Bu ya­
saklamayı iş edinen hükümdarlar, ilginç olaylar. Halkın ses­
siz olarak karşı koyması. Gümrük resmi. Kadıların çabaları.»
307
Kalaylıkoz.
Yedigün. 115, 23.5.1935. «Üçüncü Ahmed (salt. 1703-1730) devri
sadrâzamlarından, süs ve gösteriş içinde yaşamaya, sarığını ve
kıyafetini süslemeye meraklı olduğu için (Kalaylıkoz) lâkabıy­
la anılan Ahmed Paşa (1645-1715) m hayat dizisi. Bu dizi içinde
para ile satılan eyâletlerden başlayarak Topkapı Sarayı’nın iç­
yüzü.»
308
Kalender-Oğlu ve A l-i Osman.
Anadolu Mec. 2, 1 Mayıs 1340 [1924]. «Saraya başkaldıran, yıl­
larca sarayı dinlemeyerek Anadolu’yu kendi başına yürüten,
üzerine gönderilen kuvvetleri mağlup eden Ankaralı Kalender217
Oğlu Mehmed Ağa’nın hikâyesi. Eğri fâtihi Üçüncü Mehmed
(1566-1603) devrinde İstanbul’un devşirme yönetimine karşı is­
yan edip Anadolu’da saltanatını ilân eden Kara-Yazıcı’nm üme­
râsından bir rivayete göre de Veziriazâm ı: Kara-Yazıcı’dan
sonra isyan hareketine devam eden ve hatta bir aralık umumî
reisi olan bir isyancının hayatı ve özellikle Anadolu yaşantısı.»
Uzun bir dizi.
309
Kandiye’nin Fethi.
Resimli Tarih Mec. III, 35, Kasım/1952. «Uzun süredenberi da­
yanan Kandiye’nin fethiyle Girid’in tamamen fethedilmesi için
İmparatorluk yirmidört yıl savaşmıştı. Burada oluk gibi Türk
kanı akmış ve sayısız kurban verilmişti. Nihayet Köprülü-Zâde
Fazıl Ahmed Paşa (1635-1676)’nın himmetiyle üç yıl süren ku­
şatmadan sonra Kandiye Venediklilerden alınarak Ada’nm fet­
hi tamamlanmıştı. Ordumuz burada Fransız, Alman, Papalık
ve diğer milletlerin, kısaca bütün Avrupa’nın ordularıyla da
başabaş savaşmış ve onları yenmiştir. Kuşatmada 149 karşılıklı
hücum yapılmış, 1364 lağım atılmış, 29088 hıristiyan Ölmüş ve
108.000 Osmanlı askeri şehitlik mertebesine ulaşmıştır. Kandiye
Fethi, tarihin kaydettiği büyük kuşatmalardan biridir.» Hocanın
ölümünden sonra yayınlanmış.
310
Kanunî’nin Ölümü.
Yedigün. 27, 13.9.1933. «Yalnız Osmanlı Padişahlarının değil,
dünyada görülebilen hükümdarların en muhteşemi, devrinin
Avrupası’nın (Grand-Büyük), (Le Magnifique-Muhteşem) diye
adlandırdıkları Birinci Süleyman (Kanunî)’nin son seferi olan
Sigetvar Kalesi önünde ölümü (1566). 72 yaşında olduğu hal­
de büyük bir sefere çıkan büyük bir asker, kudretli bir yöne­
tici, teşkilâtçının top sesleri arasında son nefesini vermesi. Ya­
zı; Münif Fehim’in bir tablosuyla renklendirilmiş.»
311
218
Kara Çelebi-Zâde Abdülaziz Efendi. (1-3)
İkdam. 6178, 6180. 6186 (4, 6, 12.5.1914). «Dördüncü Mehmed’in
saltanatında Şeyhülislâmlık etmiş, bilgisi, eserleri ve özel ya­
şantısıyla tarihimizde haklı bir ün yapmış Karaçelebizâde A b­
dülaziz Efendinin (1591-1658) hayat dizini. Zengin, gayet ha­
ris, dilinden herkesin çekindiği bir adam olarak tanılır. Araştı­
rıcı, bilgin, düz yazıda ve şiirde kuvvetli olan Abdülaziz Efen­
dinin tarihe ait eserleri; (Ravzat ül-ebrar), (Mir’at üs-Sâfa),
(Süleymanname), (Zafername). Edebiyata ve fıkıha ait ayrıca
eserleri olan Abdülaziz Efendi (Azizî) takma adıyla şiirler yaz­
mıştır. Birçok hayırları da vardır.» Gazetenin üç nüshasında
sürdürülen üçer tam sütunlu uzun inceleme.
312 Kara Haşan Oğlu Hüseyin Ağa. «Ocak Ağalan»
Yeni Mec. 61, 12.9.1918. «Dördüncü Murad (salt. 1623-1640) sal­
tanatında devletin en gizli işlerine kadar sokulan, Yeniçeri
Ocağında büyük bir nüfuza sahip olup 20 yıl Ağalığını yapan,
Sultan İbrahim’in tahttan indirilişinde büyük rol oynayan Hü­
seyin Ağa’nm hayatı ve bu hayat hikâyesi içinde Saray-Ocak
ilişkileri.» Uzun bir inceleme.
313
Kara Mustafa Paşa ve Tökeli İmre.
İkdam. 11286, 23.9.1928. «Kara Mustafa Paşa (1634-1683)’m ka­
rarlarında önemli bir yeri olan Orta Macar Kıralı (Tökeli İmre)
olduğuna işaret eden yazar, Viyana kuşatması ve sonucu ile il­
gili çeşitli kaynaklardan aldığı bilgiler ışığında (Emeric Thö.köly) ilişkilerini işlemektedir.»
314 Kara Mustafa Paşa’mn Katli.
Dersaadet Gazetesi. 102, 25,10.1336 [19201. «Tarihimizde; savaş
meydanlarında büyük kahramanlık gösteren sadrâzamların, ölü­
me, beklenmedik bir zamanda başlarına uzanan cellâdın ke­
mendine karşı metanet gösterdikleri, umursamaz göründükleri.
Türk Ordusunu Viyana kapılarına götüren Kara Mustafa Pa­
şa (1634-1683)’nın hayat dizisi. O günkü Osmanlı İmparatorlu­
ğu ve Saray. Kara Mustafa Paşa’mn öldürülmesi için çalışan­
lar ve sonunda başarıya ulaşanlar. Edirne’ye at sürenler ve mağ­
rur bir sadrâzamın ölüm karşısındaki umursamazlığı.» Uzun
bir dizi.
315
Kara Mustafa Paşa’nm Ölümü. «Nasıl Öldüler?..»
Yedigün. 1, 12, 31.5.1933. «Yeniçeri Ağası ilerleyip Paşa’nın ete­
ğini öptü. Kapıcılar kethüdasıyla çavuşbaşı selâm verip el-pençe divan durdular. Kara Mustafa Paşa;
— Bize ölüm var mı?., diye sordu. Aldığı cevap şu oldu;
— Olmak gerek... Allah imândan ayırmasın..
Dördüncü Mehmed zamanında sadnâzamlık eden, Viyana’yı
ikinci defa kuşatan (1683), Köprülü dairesinden yetişmiş, ona da­
mat olmuş, Köprülüzâde Fazıl Ahmed Paşa’nın yakın arkadaşı
219
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa (Maktul; 1634-1683)’nın Belgrad’
tâ öldürülmesi. Yazı; Münif Fehim’ in bir tablosuyla renklen­
dirilmiş.»
316
Kara Mustafa Paşa’nın Ölümü. «Nasıl Öldüler?..»
Yedigün. I, 22, 9.8.1933. «Dördüncü Murad’ın son sadrazamı,
Sultan İbrahim (1640-1648)’e —Lalan budur— diyerek kendi­
sine ilk takdim edilen, Kemankeş Kara Mustafa Paşa’ (24 Ara­
lık 1638 - 31 Ocak 1644) m idamı. Tarhuncu’dan evvel devle­
tin mâliyesine el atan, Sultan İbrahim zamanında gelir ve gi­
deri baş eden, Dördüncü Murad’a ayak uyduran bir sadrazamın
hazin ve ibret verici sonucu. Yazı; Münif Fehim’in bir tablo­
suyla renklendirilmiş.»
317
Karaca Paşa’nm Kemikleri.
İkdam. 8986, 23.3.1922. «Anadolu Beğlerbeği, İkinci Murad (salt.
1421-1444, 1446-1451)’m kızı Selçuk Hatun’un eşi, Varna Savaşı’nda şehitlik mertebesine erişen Karaca Paşa’nm hayatı.»
318
Karacaahmed Mezarlığı. «Kafes ve Ferace Devrinde İstanbul»
Akşam. 16.8.1936. «İstanbul mezarlıkları her yönüyle bir tarih­
tir. Türk’ün edebiyatını, tarihini, sanatını yapanlar hep ora­
larda gömülüdür. İstanbul’un içinde ve çevresinde irili ufaklı
mezarlıklar vardır. Karacaahmed Mezarlığı bunların en ulusu­
dur. Karacaahmed Sultanın hayatından başlayarak mezarlık ta­
rihini inceleyen bir yazı. Dizi; yüzyıl evvel mezarlığı gösteren
bir resimle değerlenmiş.»
319 Karacahisar. «Tarihte Türk Merkezi»
İkdam. 8655, 17.4.1921. «Osmanlı Devleti’nin kuruluş yılları için­
de Karaca-Hisar. Osman Gazi ve o günkü yoldaşları. Marmara
ve Karadeniz’e ulaşmak için at süren Türk atlıları.»
320
Kara Murad. «Ocak Ağaları» (1-9)
İkdam. 7787 (17.10.1918) - 7803 (2.11.1918). «Bir Ocak Ağasının
tanımı. Girit kuşatmasında Kara Murad Ağa. Sipere bağlanan
askerler. Günlük yaşantı. Siper savaşı. Hanya’nın alınması.
Hanya muhafızlığına atanması. Görevinden alınması. Bir süre
unutulması. İstanbul’daki israf. Kara Murad’m katıldığı büyük
isyan. Sultan İbrahim (1640-1648)’ın tahttan indirilmesi. Kara
Murad’ın yeniçeri ağalığına yeniden atanması. Nüfuzunun ocak
nizamını bozması. Yeniçerilerin şımarıklığı. Kulis çalışmaları
220
sonunda Sofu Mehmed Paşa’nm mühürü alarak sadrâzam ol­
ması. Yeni bir yağma ve israf döneminin başlaması. Sarayda;
Kösem Sultan-Turhan Sultan mücadelesi. Bu mücadele içinde
yön tutanlar, yön değişenler. Mühür için gizli çalışmalar. Ka­
ra Murad’m azli. Budin’e tayini. Affedilmesi. Kaptan Paşalığa
getirilmesi. Çanakkale Boğazı dışında düşman donanmasmı
bozması. İbşir Paşa’nm sadareti. Kara Murad’ın ölümü.» Osmanlı tarihinin bir bölümüne ışık tutan dokuz gün süren bir
inceleme dizisi.
321
Karabıyık-Oğlu, Nur Ali, Celâli. Anadolu’da dinî kıyamlar.
Anadolu Mec. 4, 1.7.1340 [19241. «Osmanoğulları’nın bir süre
sonra halk kütlesinden koparak saltanat sevdasına düştükleri
tarihten itibaren dinî kıyamların başladığı, bu kıyamın en
parlak örneğini Simavnalı Şeyh Bedrettin’in verdiği, Anadolu’­
da Osman-Oğullarının idaresine karşı büyük memnuniyetsizlik
doğmasının nedenleri. Teke, Hamid illerindeki olaylar ve ne­
denleri. Celâli adının nereden geldiğini araştıran bir dizi.»
322 Karaman-Oğlu İbrahim Bey’in Sarayında.
îkdam. 11176, 5.6.1928. «Seyyahlar ve ressamlar bıraktıkları eser­
lerde ne kadar objektif dışına çıksalar, kalan tortu daima tarih
dünyası için yararlı olmuştur. Türk tarihi hakkında yapılacak
araştırmalarda, yabancı seyyahların yazdıkları anıların önemi
ötedenberi bilinir. Karaman-Oğlu İbrahim Bey (ölm. 1454) ’in ül­
kesini ziyaret eden ve saraya kadar sokulabilen bir yabancının
anıları, dost olmasa da ilgi çekicidir. Bertrandon de la Bronquiere,
1432’de Venedik’ten bir gemi ile Akdeniz’e açılarak Yafa’ya ge­
lir. Seyyah, Suriye’den Anadolu’ya çıkar, boydan boya Ramazan-Oğulları. Karaman-Oğulları ve Osman-Oğulları beylikle­
rinin topraklarından geçtikten sonra nihayet, henüz Bizans İm­
paratorluğu elinde olan İstanbul’a gelir. O çağda son derece
de güç olan bu uzun seyahatin amacı Türkler’in politik du­
rumlarını yerinde incelemek, Philippe le Bon’un yapmayı ta­
sarladığı bir Haçlı seferi için ortamı yoklamaktır. Bertrandon
bir ajandır. Fakat içinde yaşadığı milleti iyi tanımaya çalışan,
onun iyi yönlerini, meziyetlerini, başarı nedenlerini de görme­
sini, takdir etmesini bilen bir kişidir. Konya’da bulunduğu
günlerde; Karaman Beğini, kalabalık bir alayın başında cuma
namazına giderken görür. İbrahim Bey otuz iki yaşlarında ve
topraklarında saygın bir kimsedir. Bir kolayını bulup saraya
221
da girmeyi başarır. Eksik ve yanlış bilgileri Konya’da yaşayan
Kıbrıslı Anthoine Passerot adlı bir kişiden aldığı anlaşılan
seyyahımız döndüğünde ilkel kaynak niteliğindeki anılarını el
yazısıyla yazarak Philippe le Bon’a sunar. Bu nüsha (Bibliotheque Nationale. no. 9087 ile kayıtlıdır). Doğu seyahatinden
döndüğünden 24 yıl sonra (Deniz aşırı seyahat: Le voyage
d’outremer) başlığıyla yazılan anılarında Bertrandon, evvelce
aldığı notlardan yararlanmış ve bunları bir sekretere, yazdır­
mıştır. Hoca; (Karaman-Oğlu İbrahim Bey’in Sarayında) baş­
lıklı yazı dizisinde seyahatnâmeden aldığı bölümleri, çeşitli
notlar ekleyerek zenginleştirmiştir. Onbeşinci yüzyılda Kara­
man ülkesi. Uzun bir inceleme. [Bilgi için bkz. Prof. Semavi
Eyice. Bertrandon de la Bronquiere ve Seyahatnâmesi. «1432-.
1433». İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, c : VI, cüz: 1-2, 19751.
323 Kariye Camii ve Mozaikleri.
Yeni Mec. 17, 1.11.1917. «İstanbul’un kenar semtlerinde, eski
İstanbul’u kara yönünden kuşatan büyük surların eteğinde bu­
lunan Kar’iye Camiinin ilk kuruluş yıllarından başlayarak uzun
hikâyesi. Yazı; (Kariye Camii), (Camiin içi), (Duvarda bulu­
nan İsa mozaikleri), (Kapı kemeri), (Hazreti Meryem’in tas­
viri), (Kötürümlerin iyileştirilmesi), (Hazreti İsa ve Beni İs­
rail Şeyhleri) mozaik ve resimleriyle renklendirilmiş.»
324 Karlofça’dan Evvel Türkiye.
İkdam. 11224, 23.7.1928. «Karlofça Barış Anlaşmasından (1699)
evvel Türkiye hakkında en fazla özellikle görgüye dayanarak
bilginin ve günlük notların Silâhdar Fmdıklı’lı Mehmed Ağa’nın
(Silâhdar Tarihi’nde) bulunduğuna işaret eden yazar, bu eser­
den parçalar alarak ve yabancı elçilerin yazdıklarından yarar­
lanarak bu dönem hakkında geniş bilgi vermektedir.»
325
Kars’ta Türk Hayatı.
İkdam. 8512, 18.11.1920. «Kars şehri ve dolaylarının Türk ya­
şantısındaki yeri. Bir seyahat dolayısıyla yazılmış olan bu ya­
zıda Doğu bölgemizin şanlı şehirlerinden Kars şehri, tarihi,
rivayetleri ve çeşitli olaylarıyla tanıtılmaktadır.»
326
Katerina Çariçe Olduktan Sonra. «Tarihten Bir Yaprak»
Yedigün. 86, 29.10.1934. «Katerina’nın Çariçe olduktan sonraki
yaşantısı. Eski maceralı hayat düzenini bu kez de sürdürmeye
222
çalışması. Aşkları, İmparator Deli Petro’nun bütün olanları
bilmesine rağmen Katerina’yı ne kalbinden ve ne de tahtından
söküp atamaması. Dedikodulara boğulmuş bir Rus sarayının
panoraması.»
327
Katırcıoğlu. (1-7)
Yedigün. 95, 2.1.1935 dv. «Her geçen gün biraz daha İstanbul’­
daki saray ile bağları kopan ve bir takım âsilerin ardında top­
lanan Anadolu’nun hikâyesi. Anadolu’da; Kara Haydaroğlu,
Gürcü Nebi gibi âsilerle birleşip uzun zaman devlet kuvvetle­
riyle mücadele ettikten sonra İstanbul Hükümetiyle uzlaşıp
çeşitli valiliklerde bulunan, Dördüncü Mehmed (salt. 1648-1687)
döneminde Girit savaşında şehit olan Katırcıoğlu’nun hayat
dizini. Dizi sırasında Deli İbrahim (salt. 1640-1648)’i ve K ö­
sem Sultan’ı bütün ayrıntılarıyla görmek mümkün. Her yazı
(95-101 no. «7» yazı) Münif Fehim’in bir tablosuyla renklen­
dirilmiş. Bunlar arasında; Deli İbrahim’in ve Kösem Sultan’m
boğulma sahneleri de var.»
328 Kavanoz. «Tarihten Bir Yaprak»
Yedigün. 114, 15.5.1935. «Edirne vak’ası denilen (1703) ihtilâl
üzerine İkinci Mustafa (salt. 1695-1703) ’mn tahttan indirilme­
siyle yerine geçen Üçüncü Ahmed (salt. 1703-1730) zamanın­
da ancak üç ay kadar sadrâzamlık yapan Kavanoz Ahmed Pa­
şa (ölm. 1705)’nm hayat dizisi. Kısa boylu ve şişman olduğu
için halk arasında —Kavanoz— adıyla tanınan ve ihtilâle ka­
rıştığı için yeniçerilerin —istemezük— bağrışları üzerine mü­
hür verilen bir kişinin hayatı içinde Osmanlı İmparatorluğu­
nu yöneltenlerin iki yüzü. Yazı; Münif Fehim’in bir tablosuy­
la değerlendirilmiş.»
329 Kaya Esmihan Sultan. «Tarihte Kadın Simaları»
İnci. 10, 1.11.1335 [1919], «Dördüncü Murad (salt. 1623-1640)
dönemindeki fırtınadan önceki geçici sükûn. Saray kadınları­
nın politikadan uzak tutulmasına çaba gösterilmesi. Kaya Es­
mihan Sultan’m doğuşu ve yedi yaşında babasını kaybedişi.
Amcası Sultan İbrahim (salt. 1640-1648)’in culûsuyla sarayda
başlayan yeni bir düzen. Bu düzen içinde Büyük Valide Mah-ı
Peyker Kösem Sultan ve Cinci Hoca’nın yeri. Kaya Esmihan
Sultan’m 12 yaşında Melek Ahmed Paşa ile evlendirilmesi, yedi
yıl elini kocasına vermemesi. Melek Ahmed Paşa ile mutlu gün­
223
leri. Ebelerin bilgisizliğine kurban gitmesi. Saray yaşantısına
ışık tutan bir inceleme.»
330
Kaya Sultan.
Resimli Tarih Mec. IV, 44, Ağustos/1953. «Kaya Sultan’m ha­
yatını anlatan bu yazı adeta bir roman konusudur. Bunda aşk,
onyedinci yüzyıl politikası ve idari hayatı, 12 yaşında, Melek
Ahmed Paşa ile evlendirilen körpecik bahtsız bir sultan ve kan­
lı bir doğum yer almaktadır. Osmanlı tıp tarihi bakımından
çok değerli ve karakteristik bilgiler mevcuttur.» Hoca’nm ölü­
münden sonra yazı yeniden yayınlanmış.
331
Kendine; Seraskeri Sultan Dedirten İbrahim Paşa.
Cumhuriyet, 4.5.1936. «İbrahim Paşa (Damat-Makbul; 14931535). Kanunî Sultan Süleyman zamanında on üç yıl büyük
bir nüfuzla sadrıâzamlık eden, Pargalı bir İtalyan gemicinin oğ­
lu. 1522’de sadrâzamlığa getirildi. Zeki ve kabiliyetli bir adam
olmakla beraber son yıllarda fazla gurura düşmüş ve kendine
(Serasker-i Sultan) ünvanmı vermişti. Kanunî’nin damadı ve
veziri bir ramazan akşamı iftara çağrılmış ve gecesi de boğul­
muştur. Ölümünden evvel (Makbul), ölümünden sonra (Mak­
tul) adıyla anılır. Yazar; Kanunî Devrinde önemli bir yeri olan
İbrahim Paşa’nm iyi ve kötü yönlerini ayrıntılarıyla işlemek­
tedir.»
332
Kıbrıs Seferine Ait Resmî Vesikalar. (Rebiülevvel 978-Zilhicce
979)
Darülfünun Ed. Fak. Mec. V, 1-2, Hz. — Aralık 1926. «Kıbrıs
Seferine ait hazine-i evrak vesikaları. Seferin oluşu. Türklerin
seferin başarıyla sonuçlanması için harcadıkları olağanüstü
çabalar. Lala Kara Mustafa Paşa, Ali Paşa ve Behram Paşa gibi
değerli serdarların ve kaptanların bu seferdeki başarıları. Yazı;
(Asker toplamaları için beğlerbeğlerine yazılan), (Rumeli’­
nden düşmana erziak verilmesinin yasaklanması), (Semendere
ve Belgrat da ne kadar gülle ve top olduğu)... benzeri, birinci
bölümde (s. 29-75) 51 ve 2 nci bölümde (s. 76-95) 25 adet hü­
küm kronolojik olarak yer almıştır.» Çok uzun bir inceleme
dizisi.
333
Kaht-ı Ricâl.
İkdam. 8236, 16.1.1920. «Dar anlamıyla; devlet adamı yokluğu.
Milletlerde bu tür adamların güç yetiştiği. Az yetişen ülkelerde
224
o milletin çökmeye mahkûm olduğu. Osman Gazi’den Dördün­
cü Mehmed (salt. Avcı. 1648-1687)’e kadar Osmanlı İmpara­
torluğunda —Kaht-ı rical— olmadığı. Bu tarihten sonra gide­
rek, artarak görüldüğü. Nedenlerini açıklayan ilginç örnekler­
le değerlendirilmiş bir dizi. (Kaht = kıtlık, Rical = devlet adam­
ları) »
334 K ılıç Ali Paşa Camisi. «Kafes ve Ferace Devrinde İstanbul»
Akşam. 20.4.1936. «İstanbul Boğazı’nm Rumeli yakasında, Ga­
lata ile Salıpazarı’nm özellikleri ve burayı süsleyen yapılar ara­
sında başta gelen Kılıç Ali Paşa Camii. Camiin kurucusu bü­
yük amirallerimizden Kılıç Ali Paşa’nın hayatına değinen ya­
zar, Mimar Sinan tarafından 1580’de yapılan camiin yapımıyla
ilgili geniş bilgi vermektedir. Uzun yazı dizisi; yüzyıl evvelki
Tophane ve Kılıç Ali Paşa Camii resmiyle renklendirilmiştir. On
altı yıl Kaptan-paşalık yapan Kılıç Ali Paşa, ölümüne kadar
denizcilik karakterini korudu. Eli açık ve düşkünleri gözeten
bir kişiydi. Hiç evlenmemiş olmakla beraber, haremi çok zen­
gindi. 27 Haziran 1587’de doksan yaşında öldü. Tophane’de ca­
mimin avlusunda yine aynı mimar tarafından yapılan türbeye
gömüldü. 500.000 duka altın tahmin edilen büyük serveti Üçün­
cü Murad’a kaldı.
Büyük denizcinin çapkınlığını müverrih Mustafa Efendi şöyle
dile getirir tarihinde : (990 recebin evsââtmda Kılıç Ali Paşa
Tophane camiinde cuma namazını kılıp, sadaka vermeğe pek
düşkün olduğundan ne kndar akçe getirdiyse hepsini fukaraya
dağıtıp sarayına gitmişti. Yirmi günden fazladır tehlikeli bir
hastalığa tutulmuştu. Özel hekimi hastalığım bulup yararlı
ilaçlarla sağlığını kazandırmıştı. Lâkin yaşı doksana yaklaşmış
olduğu halde örnek güzellikte cariyelere yaklaşmaktan kaçmaz­
dı. Hekim ise; zinhar sohbeti zenandan perhiz etmek vaciptir,
ömrü nazenin ele girmez.- diye tenbih etmişti. Mesmû olmayıp
o gece bir bâkire cariyeye mübaşeretinde ruhu bedeninden âle­
mi ukbaya tayeran olduğu —öldüğü— haberi Divan-ı Hüma­
yuna geldi. 60.000 altın nakdi çıktı...).»
335
Kılıç Kuşanmak Merasimi.
İkdam. 8348, 11.5.1920. «Osmanlı Türklerinde merasime ve ge­
leneklere çok önem verildiği, bundan dolayı teşrifata dair ga­
yet önemli eserler yayınlandığına işaret eden yazar. Osmanlı
hükümdarlarının tahtta oturduktan sonra, birçok İslâm mem225
(Abdullah Tanrıkulu Arşivinden)
Hoca’nm eski harflerle bir makale örneği ‫»؛‬...İstanbul’da alım satım meselesi
kati bir kanun ve nizam altına alınmıştı. İstanbul kadılığında ...«
226
leketlerinde olduğu gibi kılıç kuşandıkları, bunun Avrupa hü­
kümdarlarının taç giymelerine bedel olduğunu, kılıç kuşanma
törenini bütün ayrıntılarıyla anlatmaktadır.» Uzun ve renkli
bir dizi.
336
Kmalıada. «Tarihte Adalar»
Yedigün. 75, 15.8.1934. «Marmara’da Hayırsız Adalar’dan sonra
bu denizin en güzel adaları, Bizans’tan gelen bir yolcu için di­
zide ilk başta olan (Proti-Kınalıada)’nın tarihi. Manastırları.
İmparatorların ziyaretleri. Manastırlarda sürgün hayatı geçi­
ren taht ve koltuk düşkünleri. Bizans’ın bir yönden de sürgün
yeri olan güzel Kınalıada’nm hikâyesi.»
337
Kıyafet ve Tasarruf Meselesi.
Cumhuriyet. 19.7.1932. «Osmanlı İmparatorluğunda halkın kıya­
feti hiçbir zaman başıboş bırakılmadığı. Kadınların sokakta
fazla süslü gezmelerine ve ziyadesiyle mücevher takmalarına
müsaade edilmediği. Erkek elbiselerinin ve kıyafetinin daima
kontrol altında tutulduğu ve süs eşyası bulundurmalarının dü­
zen altında tutulduğu. Yiyecek ve tüketim mallarının israfına
yer verilmediği. Çeşitli ferman ve hükümlerle değerlendirilmiş
uzun bir dizi.»
338
Kızıl Adalar. «Kafes ve Ferace Devrinde İstanbul»
Akşam. 5.7.1936. «AvrupalIların Prens Adaları dedikleri bu ada­
lara Türkler —Kızıl Adalar— derlerdi. Nedeni de, toprağının
kızıl oluşundan. Kızıl Adalar’dan tarihin en ünlüleri; İstanbul’­
dan itibâren Sivri Ada, Yassıada, Kınalı, Burgaz, Heybeli, Büyükada’dır. Adaların tarihi, Bizans ve Osmanlı döneminde sah­
ne oldukları önemli olaylar. Yazı; Heybeli’den Büyükada’nm
görünüşü resmiyle renklendirilmiş.»
339
Kızılelma Nedir?..
Cumhuriyet. 25.9.1935. «Eski Türk askerine göre bu, Türk’ün
en uzak ülküsü idi. Fakat tarihlere nazaran Viyana varoşu’ndaki altın toptu. (Bec: Peç —şimdiki Viyana— 1483’te Alman Engürüs’ü, Kızıl Elmas’ı) resmiyle değerlendirilmiş olan bu yazıda;
Osmanlı tarihindeki —Kızıl Elma— deyimi, Türklerin Roma
şehrine kızılelma adını verdikleri. Bizans’ı alan Osmanlı Türkleri’nin ikinci amaç olarak Roma’ya ulaşmaya çalıştıkları, olay­
ların ve yeni belgelerin ışığı altında bu deyim işlenmektedir.»
227
340
Kızlarağası. (1-41)
ikdam. 9733-9781, (8.5.1924-25.6.1924). «Üçüncü Murad (salt.
1574-1595) ’ın halasının kızı Mihrimah Sultan ile, Feridun Bey’in
nikâhında, Ayşe Sultan’m vekili olan Kızlarağası Mehmed Ağa’mn yaşantısı. Sarayda büyük bir önemi ve görevi olan Kızlarağalığının yüzyıllar içinde devletin politikasında dahi söz sa­
hibi olması. Sarayda bulunan haremağalarmın başı ve en bü­
yük âmiri, resmî unvanını Dar üs-saade ağası (Kızlarağası)’nın
hayat hikâyesi içinde Topkapı Sarayı.»
341
Kızlarağası Süleyman Ağa.
Millî Mec. VII, 73, 1.11.1926. «Üçüncü Ahmed (salt. 1703-1730)’m
ilk saltanat devirlerinde sarayın en nüfuzlu kişisi Süleyman
Ağa. Bilahara sadaret makamına kadar yükselen Damat İbra­
him Paşa dahi Süleyman Ağa’nın kâtipliğinden yetişti. Sadrıâ*
zam olacaklar için ilk defa o fikrini söylerdi. Saraya tamamiyle
hâkimdi ve onun muvafakati olmadan sadrıâzamların dahi pa­
dişahların huzuruna çıkması imkân haricinde idi- Sadarette ka­
labilmek için Süleyman Ağa’yı kollamak gerekti. Çorlulu AJi
Paşa bu noktaya dikkat etmediği için sadareti kaybetmişti. Sü­
leyman Ağa bu nüfuzunu ve mevkiini 1125 [1713] yılına kadar
koruyabildi. Aleyhine çalışanlar padişahın gözünden onu düşür­
meyi başardılar. Bütün malları alınarak ilk defa Mısır’a sü­
rüldü. Kısa bir süre sonra da ardından ölüm fermanı gönde­
rildi. Osmanlı sarayının içyüzünü ve sadarete ulaşabilmek için
nelere katlanıldığmı gösteren ilginç bir inceleme.»
342 Kiliseler ve Hıristiyanlar. «Kafes ve Ferace Devrinde İstanbul»
Akşam. 17.5.1936. «Fetihten sonra Türklerin, diğer şehirlerde
olduğu gibi geniş bir din özgürlüğü tanıdıklarını. Fatih’in pat­
riklere saygı gösterdiği. Dinî faaliyetlerine hiç bir şekilde karışılmadığı. Hıristiyanların Osmanlı împaratorluğu’nun güçlü
olduğu dönemde bu özgürlüğü suiistimal etmedikleri, Durakla­
ma Devri’nden başlayarak bu özgürlüğün Türklerin aleyhine
işlediği. İstanbul’da bulunan büyük kiliseler hakkında bilgi ve­
rilen bu uzun yazı dizisi, Balıklı kilisesini gösteren resimle renk­
lendirilmiştir.»
343 Koca Mimar Kasım Ağa. (1-2)
İkdam. 8199, 8203, (9 ve 12.12.1919). «Onbirinci yüzyılda mimar­
lığından ziyade saraydaki nüfuzu ile tanınan, İstanbul’da Ye-
228
nicami ve daha birçok eserler bırakan, 1622’de Mimarbaşı ola­
rak bu görevde 20 yıl hizmet süren Kasım Ağa ( ? - 1659)’nın
hayatı. Sarayın açıklığa kavuşan bilmediğimiz yönleri. Köprü­
lü Mehmed Paşa’yı sadrazamlık için Sultan’m anasına tavsiye
etmesi ve bilahara anlaşamayıp onunla mücadele ve mağlu­
biyeti.»
344 Koca Muslihiddin Ağa. (1-2)
İkdam. 7774, 7775, (4 ve 5.10.1918). «Sultan İbrahim (salt. 16401648) döneminde Yeniçeri Ağası olan Koca Muslihiddin Ağa’nm
hayatı. Sarayda oynanan oyunlar ve bu oyunların figüranları.
Padişahın tahttan indirilmesi. Yeni Padişah Dördüncü Mehmed
(salt. 1648-1687). A v peşinde koşan padişah. Kadınların politika­
ya karıştığı bir dönemde İmparatorluğun kimler ve nasıl ida­
re edildiğini gösteren ilginç levhalarla donatılmış bir inceleme.»
345
Koca Ragıp Paşa Devrinde İstanbul.
Yeni Meç. 50, 27.6.1918. «İstanbul’un çeşitli dönemlerdeki gö­
rüntüsünü, o yıllarda İstanbul’a gelmiş olan ressamların tablo­
larından güvenilir şekilde öğrendiğimize değinen yazar. İstanbul
yaşantısına, Boğaziçi ve belli semtlere dair bilgiler vermekte­
dir. Yazı; Hilliers’in (19. yüzyılda Çeşme ve civarı), (18. yüz­
yılda Anadolu’da köy düğünü) tablolarıyla renklendirilmiş.»
Uzun bir dizi.
346
Koca Ragıp Paşa Sadaretinde Babıâli. (1-3)
Yeni Mec. 56, 57, 58 (8.8.1918 dv.). «Koca Ragıp Paşa (16981762) ’nın sadaretinde saray ve İstanbul. Yazı; İstanbul’da bulu.nan Fransız elçisi (Vergennes Charles, Comte. 1717-1787)’nin
resmî yazışmalarından yararlanarak hazırlanmış olduğundan
çok ilginç ve Osmanlı tarihlerinde bulunmayan konular da yer
almıştır. Yazı; (18. yüzyılda İstanbul), (18. yüzyılda Boğaziçi),
(Fransız Elçisinin eşi Madam Verjen’in Türk Hanım kıyafetin­
de), (Üçüncü Mustafa), (Üçüncü Mustafa’nın Tuğrası), (Fran­
sız Elçisinin III. Mustafa tarafından kabulü), (Koca Ragıp Pa­
şa’nm imzası ve mühürü), (Fransız Elçisinin Sadrâzam tarafın­
dan kabulü), (Berlin’e gönderilen Ahmed Resmî Efendi), (Ha­
zine-i Hümayun’da elçiler vasıtasıyla gönderilen hediyeler ve
elmaslı beşik), (Berlin’de Ahmed Resmî Efendi ve maiyyeti),
(Ragıp Paşa Kütüphanesi) resim ve fotoğraflarıyla renklendi­
rilmiştir.» Üçüncü Osman (salt. 1754-1757) döneminde İstan­
229
bul’a elçi gönderilen Vergennes, Türkiye’de bulunduğu süre
içinde memleketi için yararlı hizmetler görmüş ve bir hayli
anlaşma imzalamıştır. Eşi, Türk harem hayatına merak etmiş,
o zamanki Türk kadm kıyafetinde resimlerini yaptırmıştır ki.
Yeni Mecmua’da bu resim yayınlanmıştır. Uzun bir inceleme.
347
Koca Sinan. (1-2)
Yeni Hayat. 9, 10. 18.4.1936 dv. - «Mimar Sinan (1490-1588)’ın
ölüm yıldönümü dolayısıyla uzun bir hayat dizisi. Yazı; (Si­
nan), (Piyâle Paşa Camii mihrabı), (Süleymaniye Camii kub­
beleri), (Süleymaniye Camii içi), (Şehzade Camii dış görünü­
şü), (Şehzade Camii minaresi), (Rüstem Paşa Camii kapısı)
resimleriyle değerlendirilmiş.»
348
Kocaeli.
İkdam. 9502, 1.9.1923. «Kocaeli, Kandıra, İzmit ve havalisi hak­
kında kısa ve fakat özlü notlar. Osman-Oğulları’nm kuruluş yıl­
larında bu bölgede geçen ilginç olaylar. Anadolu’da açılan Os­
manlI İmparatorluğu.»
349 Konya Muharebesinden
İran’a Firan.
Sonra;
Şehzade
Sultan
Bayezid’in
TOEM. 6, 36, 1.2.1331/1915/. «Osmanlı şehzadeleri arasında, özel­
likle Osmanlı İmparatorluğu’nun en kudretli hükümdarı Kanu­
nî (1520-1566)’nın devrinde veliahtlık ve taht kavgası belirtile­
ri. Kanunî’nin Hurrem Sultan’ dan doğma oğlu Bayezid ile, baba-ana bir kardeş olan şehzade Selim arasındaki gizli, açık mü­
cadele. Bu mücadeleyi körükleyenler. Padişah üzerinde büyük
nüfuzu olan Hurrem Sultan’ın entrikaları. Konya savaşı
(31.5-1559)’mdan sonra kesin olarak mağlup olan Şehzade Ba­
yezid’in İran’a firarı. Yazı; Sadrıâzama, Şehzade Selim’in Lala­
sına, Diyarbakır Beylerbeyine, Kütahya Kadısına, Tatar Hanı
ve İran Şahma... yazılan Hatt-ı Hümayunlarla değerlendiril­
miştir. Tarihçilerimizin kabul ettikleri gibi, yüksek yaratılışlı,
kültürlü, cesur ve iyi huylu bir şehzadenin, aradaki kişilerin
çıkarları uğruna nasıl ölüme itildiği, babasına gönderdiği afv
ve dileme mektuplarının yollarda ulaklar öldürülerek nasıl yokedildiği, üç kıta’ya buyuran Kanunî’nin bu çıkar kişilerin entri­
kalarını sezemediğini belgelerle dile getiren ibret verici bir di­
zi.» 705-727 s. Uzun bir inceleme.
230
350
Köle Siyavuş Sadrazamlıkta da Kölelikten Kurtulamamıştı.
Cumhuriyet. 29.7.1935. «Osmanlı tarihinde türlü şekilde tarihe
geçen üç Siyavuş’tan biri. Abaza Haşan Paşa’mn kölelerinden
iken saraya alınarak yetiştirilen ve Dördüncü Mehmed (salt.
1648-1687)’in ilk yıllarında kısa bir süre sadrâzamlık etmiş olan
Siyavuş Paşa’nın hayat dizisi ve bu dizi içinde İmparatorluk
tarihi. Boynunu celladın halatından Turhan Valide Sultari’m
şefaatiyle kurtaran bir devlet adamının hikâyesi.»
351
Köprülü Mehmed Paşa ve Fransız Elçisi.
ikdam. 11214, 13.7.1928. «14. Lui döneminde Türkiye’ye ilk gelen
Fransız elçisi De Lahaye Vantelet ve İstanbul’da 25 yıl süren
elçiliği. Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa tarafından kabulü.
Genellikle elçilerin uymaya zorunlu oldukları koşullar. Elçile­
rin kullandıkları şifreler. Elçilerin devamlı kontrol altında tutul­
ması. İlginç olaylar dizisi içinde başkent İstanbul’da bulunan
yabancı elçilerin durumu.»
352 Köprülü Zamanında Enderun-u Hümayun ve Terakkiyatı.
Edebiyatı Umumiye Mec. 4, 12.11.1332/1916/. «Osmanlı İmparatorluğu’nun millî eğitiminin iki kaynaktan beslendiği; Med­
rese ve Enderun-u Hümayun. Enderun’da dersler, hocalar, ho •
çaların ve öğrencilerin uymak zorunda olduğu kurallar, okutu­
lan kitaplar. Osmanlı eğitim tarihi üzerinde ayrıntılı bir in­
celeme.»
353 Köprülüler. 1072-1087. (1-59)
İkdam. 27.7.1913 (5902), 26.9.1913 (5981). «Osmanlı İmparator­
luğu tarihinde bir devre adını veren, İmparatorluğun gerileme
devrini bir süre durduran tarih sayfalarının hikâyesi. Avus­
turya seferi. Girit seferi. Kandiye Muzafferiyeti. İstanbul ve
Edirne’de hayat. Dış politika. Lehistan seferi.» tarihî tefrika.
354 Köprülüler Devrinde İstanbul.
Tarih Dünyası. I, 1, 15.4-1950. «Vilnov’dan; bedestan, Saraçhanebaşı, Eski ve Yeni Odalar, Nuantel’den; Boğaziçi’nin güzellikle­
rini ve Boğazı süsleyen yalılar, çiçekli bahçeleri ve bütünüyle
İstanbul yaşantısını dile getiren bir dizi.» Hoca’nın ölümün­
den sonra yayınlanmış.
231
355
Köprülüler Devrinde; I, İstanbul ve Edirne’de Bir Sene.
1048-1083 (1-2).
Sabah Gazetesi, 8552, 8555, (7 ve 10.2.1913). «Köprülüler Os­
manlılığın düşkünlük zamanında memleketi yirmibeş yıl ka­
dar ayakta tutmayı başarmış bir ailedir ve Mehmed Paşa (ölm.
1661) onların birincisidir. Ailenin diğer halkaları, Köprülü-zade
Fazıl Ahmed Paşa (1635-1676), Köprülü Fazıl Mustafa Paşa
(1637-1691), Köprülü-zade Numan Paşa (1668-1718) ve Köprü­
lü-zade Abdullah Paşa (ölm. 1735) dir. îlk üçü sadrazamlıkta
bulunmuş ve büyük hizmetler yapmışlardır. Abdullah Pa­
şa savaş meydanında şehit olmuştur. Yazar; İmparatorluğu bir
süre barış ve sükünete kavuşturan bu ailenin hizmetleri ve bu
süre içinde başkent İstanbul ve padişahların av ve dinlenme
yeri olan Edirne’deki yaşantıyı işlemektedir.»
356
Köprülüler Devrinde İstanbul.
İkdam, 9384, 1.5.1923. «Aynı yazı genişletilmiş şekliyle. İstanbul,
semtleriyle, yaşantısıyla, elçilikleriyle, saray ve saray dediko­
dularıyla dile getirilmektedir.»
357
Köprülüler Devrinde Maliye. «Maliye Meselesi»
İkdam. 9875, 8-3.1924- «Köprülü Mehmed Paşa’nın (ölm. 1661)
sadareti kabul şartları içinde (para) ve Osmanlı mâliyesiyle il­
gili maddelerin de bulunduğu ve Köprülü’nün ve Ailesinin Os­
manlI İmparatorluğu’nu yirmibeş yıla yakın bir süre ayakta
tutmaya muvaffak oldukları dönemde yapılan yenilikler ara­
sında para konusunun da ön planda yer aldığı belgelerle iş­
lenmektedir.»
358 Köprülüzade Fazıl Ahmed Faşa ile Mülâkat.
Servetifünun. 913, 13.11.1324 [19081. «Fransa ve Devleti Osma­
niye. Birinci Fransuva ve Kanunî Sultan Süleyman. Osmanlı po­
litikasının galibiyeti. Dördüncü Mehmed (salt. Avcı- 1648-1687)
devri. Marki dö Nevantel’in sefaretle İstanbul’a gelmesi. Köp­
rülü Fazıl Ahmed Paşa (1635-1676) ile mülâkatı. Köprülü’nün
düşündükleri. Sefaretnameler ve önemi. Kendi adındaki kralla­
rın değil, bütün Fransa krallarının en büyüğü, imparatorluğu
68 yıl süren, Fransız bayrağının tahkir edildiğini ileri sürerek
Osmanlı Türkleri’nin elinde bulunan Cezayir’i topa tutturan,
son günlerine kadar kendisini Tanrının dünya yüzündeki vekili
232
sayan 14. Lui (1638-1715) ye Osmanlı politikası.» Uzun bir ince­
leme dizisi.
359
Kösem Sultan’ın Ölümü. «Nasıl Öldüler»
Yedigün. 18, 12.7.1933. «Osmanlı Sarayında kırk yıldan fazla
sözünü geçirmiş, Birinci Ahmed’in karısı, Dördüncü Murad ile
Deli İbrahim ve Şehzade Kasım’m annesi Mahpeyker Kösem
Sultan (1590-1650)’m hayatı ve boğdurulması. Yazı; Münif Fehim’in bir tablosuyla renklendirilmiş.»
360
Kuleli Bahçe ve Kuleli Kışlası. «Kafes ve Ferace Devrinde İs­
tanbul»
.Akşam. 7.7.1936. «Boğaziçi’nin ünlü mesire yerlerinden Kuleli
Bahçesi, Papaz Korusu, Dördüncü Mehmed (salt. 1648-1687)’in
Hünkâr Şeyhi namıyla büyük bir nüfuz kazanmış ve Boğaz’m
bir köyüne ad bırakmış olan Vâni Mehmed Ef- (ölm. 1686)’ye
h ediye. ettiği bu yerlerin hikâyesi- Yeniçeri Ocağının kaldırıl­
masından sonra burada kurulan asker ocağı Kuleli binası, kuru­
luş halindeki yeni Osmanlı Ordusu. Yazı; Kuleli Lisesi’nin yüz­
yıl evvelki görünüş resmiyle renklendirilmiş.»
361
Kuvvetimiz Kanunu Esasidir.
Millet. 66, 9.10.1908. «Kanunu Esasi (Anayasa) ’nm Osmanlı yur­
duna girmesiyle beraber Devletin kazandıkları ve kaybettikleri.
Avrupa Devletlerinin yeni durumdan memnun olmadıkları.
Nedenler. Bütün bu olaylar içinde memleketçe Kanunu Esasi­
ye dört elle sarılmamız gerektiğini nedenleriyle savunan bir
dizi.»
362 Küçük Müezzin.
Resimli Gazete. 41, 14.6.1340 [1924], «Dördüncü Mehmed (salt.
1648-1687) zamanında saraya kadar sokulabilen, sesinin güzel­
liği, hareketlerinin inceliği ile kadınlar üzerinde de büyük bir
etkisi olan Küçük Müezzin takma adıyla ünlü (Mehmed Hoca)’
nın hayatı. Türk musikişinaslan arasında yeri olan Küçük Mü­
ezzin ile beraber Saray ve İstanbul yaşantısının renkli bir pa­
noraması.»
363
Küçük Müezzin Çelebi.
Yeni Hayat. 4, 14-3 1935. «Amcazade Hüseyin Paşa zamanında
sarayın ilgisini üzerinde toplayan, kadınlar üzerindeki tesiri
ile ün yapmış ve bu yüzden birkaç kez başma musibetler gel­
233
diği halde açıkgözlüğüyle atlatan, asıl adı Mehmed, İstanbul
halkı arasında (Müezzin Çelebi) olarak tanınan sesi güzel,
kendi güzel müezzm’ in hayatı. Dizi içinde eski İstanbul yaşan­
tısı. 1714’te ölen Küçük Müezzin’e şair Sami, hayatında ve ölü­
münden sonra şiirler yazdı, tarih düşürdü.»
364 Küçüksu Mesiresi. «Kafes ve Ferace Devrinde İstanbul»
Akşam. 10.6.1936. «Rumeli tarafında Kağıthane gibi, Anadolu
Kıyısında da Göksu ve Küçüksu İstanbul’un en güzel eğlenme
yeriydi. 19- yüzyılda Küçüksu mesiresini gösteren bir resimle
değerlendirilen yazıda tüm Anadolu yakasının başta gelen eğ­
lence yeri Küçüksu her yönüyle dile getirilmektedir.»
365
Kütahya’da Koşut.
İkdam. 10200, 30.8.1925. «Macar milliyetçisi ve devlet adamı,
ülkesi’nin istiklâl kahramanı (Lajos Kossuth. 1802-1894)’un K ü­
tahya’da geçirdiği misafirlik hayatı. Üç uzun sütun yazıda, Os­
manlIlara sığman devlet adamının yaşantısı, hazine-i evrak
belgelerinin ışığı altında İncelenmekte ve o yıllardaki dünya
politikasına da değinilmektedir.»
366
Lâle Devri. 1130-1143. (1-26)
İkdam. 9.3 1913 (5763) - 4.4.1913 (5789). «Onikinci yüzyılda Osmanlılar. Üçüncü Ahmed ve Sadrıâzamı ve damadı Nevşehirli
İbrahim Paşa. Osmanlılar ve batı uygarlığı. Osmanlılarda ilk
matbaa. Uzun savaşlardan sonra gelen barış ve eğlence tutkun­
luğu. Üçüncü Ahmed’in eğlence merakının istismar edilmesi.
Kağıthane ve Çırağan safaları. Lâleye konulan narh. O donemi
şiirlerinde dile getiren İstanbul şairi Nedim- Gizli gizli hazır­
lanan ortam ve birden geliveren 1730 isyanı. Patrona Halil is­
yanı ve her şeyi bir anda yakıp yıkan bir insan topluluğu- Osmanlı tarihinde hazin ve ibret verici kanlı bir yaprak.» Tarihî
tefrika Tevfik Fikret’e ithaf edilmiş.
367
Lâle Devri. «Osmanlı Tarihinden Seçmeler. 8»
Hayat Tarih Mec. 3, 1.4.1970, «Sadeleştiren; Yılmaz Öztuna».
bkz. s. 99-105.
368
Lâle Devri Ressamları; Jan Batist, Van Moor ve Tabloları.
İkdam. 6071, 17-1.1914. «Üçüncü Ahmed (salt. 1703-1730) devri­
nin Türkiye’ de bir nevi rönesans olduğuna değinen yazar, bu
234
süre içinde İstanbul yaşantısını canlandıran sanatkârlar üzerin­
de durmakta ve Jan Batist ile Van Moor’u tanıtmaktadır. Yazı;
birinci sayfada manşeti: olarak başlayarak ikinci sayfada son
bulmuş uzun bir dizi.»
369
Lamartin.
İkdam. 14-5.1925. «Alphonse de Lamartine (1790-1869)’nin Türki­
ye’ye muhaceretine dair Ahmed Refik Altınay tarafından ha­
zırlanmış eserinin, kendisi tarafından tanıtılması ve açıklanma­
sı. Yazının sonunda Lamartin’in sadrâzam Reşit Paşa’ya yaz­
dığı bir mektubun örneği var.»
370 Lamartin’e Dair.
İkdam. 11278, 15-9.1928. «Lamartin (1790-1869)’nin, Fransız İh­
tilâlinden sonra Türkiye’ye yerleşmek fikrinin nedenleri. (Tür­
kiye Tarihi) adlı eseri ne tür etkiler altında yazdığı. Türkiye’ye
olan sevgisinin nedenleri. İzmir’e dair ilginç anıları-»
371
Lady Montegü. «Tarihe Geçen Güzel Kadınlar»
Yedigün. 41, 20.12.1933. «Onsekizinci yüzyılda İstanbul’un gü­
zelliğini, İstanbul kadınlarının ihtişam ve cazibesini, saray ka­
dınlarının elmaslar, inciler, yakutlar ve pırlantalarla parlayan
sinelerinin revnakını en güzel tasvir eden Lady Montegü. (Lady
Montague- 1689-1762. Tanınmış İngiliz kadın yazarı). Yetişmesi,
evlenmesi, Türkiye’ye gelmesi, Osmanlı dostları. Türkiye’yi sev­
mesi ve ölümü- Yazı; Lady’nin Türk hanımı resmiyle renklen­
dirilmiş.»
372
Lehistan’a Giderken. «Bir sayfayı tarihiyye»
İkdam. 5729, 3.2.1913. «Osmanlı Türkleri’nin yıllarboyu Batı’nm
ilerlemesine uzaktan seyirci olduklarına değinen yazar, birden
hakikatla karşı karşıya kalınca çok zor duruma düştüklerini,
eski zafer müjdelerinin bir tatlı anı olarak anlatıldığını dile
getiriyor ve bu duruma düşmemizin nedenlerini araştırıyor. Osmanlı tarihine âşık Ahmed Refik Hoca yazısını, Dördüncü Mehmed (salt. 1648-1687)’nin Leh seferine giden ordusu ile bitiri­
yor. Bir ucu ufukta kaybolan, sonu görülmeyen bölükler- Gü­
neşten parlayan tolgalar, uçuşan bayraklar, her bireri biribirinden daha renkli süvariler, askerini uğurlayan insanlar...»
235
373
Lehistan’da Osmanlı Nüfuzu. «Divan-ı Hümayun Tetkikatı»
(1-3)
Yeni Mec- I, 1-3, 12, 19, 26.7.1917. «Fransa Kralı Catherine de
Medicin’in oğlu, Dokuzuncu Charles (1550-1574)’ın ölümünden
sonra yerine Lehistan Kralı olan kardeşi Henri de Valois geçe­
cektir. Henri’nin Leh tahtından ayrılması, Osmanlı Devleti’nin
Batı’da bir şeyler yapmasını gerektirdi. Sokullu Mehmed Paşa
sadrâzamdı ve diğer devletlerin Lehistan tahtı üzerindeki is­
teklerini biliyordu. înceleme; o devirde devletler arasındaki
sürdürülen politikayı bütün açıklığıyla göstermekte ve Sokullu’nuıı sağlam ve bilgili davranışlarını yüze çıkarmaktadır. Ya­
zı; çeşitli Hatt-ı Hümayun örnekleriyle değerlendirilmiş ve ha­
zine-i evrak belgeleri ışığında o devrin politik havası, Osmanlı
împaratorluğu’nuıı tutumu bütün canlılığıyla yaşatılmıştır.»
Uzun bir dizi.
374
Lehistan’da Türk Hâkimiyeti. «Hazine-i Evrak Tetkikatı»
TOEM. 14, 4 (81), 1.7.1340 [1924]- «Osmanlı Devleti’nin büyük
politikası ve bu politika içinde Lehistan. Sokullu Mehmed Paşa’nın Fransa Kralı Dokuzuncu Şarl’ın ölümü üzerine yerine
kardeşi Lehistan Kralı Henri’nin geçme hazırlıkları karşısında
alman tedbirler. Rusya ve Avusturya’dan evvel harekete geçen
Osmanlı Devleti. Sınırlarda yapılan ve duyurulan yığmaklar.
Niğbolu ve Silistre Beğlerine yazılan hükümler. Hazine-i mühimme defterlerinden yararlanılarak hazırlanan bu uzun ince­
lemede, Osmanlılarm başlangıçtan itibâren Lehistan üzerinde­
ki hâkimiyet ve politikasını göstermektedir.» 227-243 s. Uzun
bir dizi-
375
Macar İstiklâl Hareketi Kahramanı; Bem Murad.
Cumhuriyet. 18.3.1936. «1830 ve 1848 Fransız ihtilâllerinin yay­
dığı fikirlerle Avusturya egemenliğine karşı ayaklanıp özgür
bir cumhuriyet ilân etmiş ve cumhurbaşkanlığına da Layoş
Kossüth’u seçmiş olan Macarlar, Rusların birçok defa bozmuş
oldukları Lehistan ihtilâlcileriyle işbirliği etmişler ve hatta Bem
ve Dembinski gibi ünlü Leh mültecileriyle beraber Macaristan'
da bir Leh-Macar ordusu kurmuşlardı. Leh generali Josef Bem,
Osmanlı tarihlerindeki adıyla Murat Paşa (1794-Halep 1850)
sıkışınca 31.7.1849’da sınırı geçerek Osmanlılara sığınmış ve
müslüman olarak ferik rütbesini almıştı. Yazar; Layoş Kossuth ile beraber Lehistan’ın özgürlüğü uğrunda kahraıiıanlık-
236
lar gösteren, Türkiye’ye sığındıktan sonra Halep Valisi olarak
yararlı hizmeti görülen, 1929’da kemikleri Polonya’ya götürü­
len bu ünlü kişinin hayat dizisini işlemektedir. Bu arada ken­
disine sığman her kişiyi korumasını bilen Türkiye’yi de-»
376
Macaristan’da Türk Vesikaları.
İkdam. 11299, 6.10.1928. «Osmanlı İmparatorluğu zamanında
Türkler’in ilişkisi bulunduğu devletlerle olan politik ve İdarî
yazışmalarına dair bütün belgelerin Hazine-i Evrak’ ta bulunma­
dığına değinen yazar, müsteşrik ve tarihçi Fekete tarafından
son zamanlarda yayınlanan bir kitabı tanıtmakta ve Türk-Macar ilişkilerine dair kitaptan aldığı bir takım bilgileri tamamla­
maktadır.»
377 Madam De Montespan. 14. Lui’nin Metresi.
Yedigün. .53, 14.3.1934. «19 yıl Ondördüncü Lui’nin devamlı met­
resliğini yapan Madam De Montespan’ın hayat hikâyesi ve o
yüzyıllarda Fransız sarayının içyüzü. Yazı; (Madam De Mon­
tespan) ve (Rakibesi; Mm. Maintonon)’un resmiyle renklendi­
rilmiş.»
378
Madam De Recamier. «Tarihe Geçen Güzel Kadınlar»
Yedigün. 38, 29^11.1933. «Genç kızlık çağlarını Juliette adı al­
tında geçiren- Paris’e yerleştikten sonra Konsüllük devrinde
çevresinde sayılan gittikçe artan hayranlar topluluğu meyda­
na gelen, çok güzel, kimsenin ileri gitmesine izin vermeyen,
kimsenin de ümidini kırmayan, Fransız edebiyatında yeri olan­
ların salonunda muhakkak görünmesi gerekli olan, Napolyon’a
karşı koyabilen ve bu yüzden menfalara kadar gitmeyi göze
alan bir kadının hayatı. Bu hayat dizisi içinde de Fransız ede­
biyatçıları. Yazı; Madam Recamier (Asıl adı; Julie-Françoise
Bernard. 1771-1849)’m iki resmiyle renklendirilmiş-»
379
Madam De Stael. «Tarihe Geçen Güzel Kadınlar»
Yedigün. 36, 15. 11.1933- «Fransız edebiyatında başlıbaşma bir
yeri olan Madam De Stael (1766-1817)’nin hayat dizisi. Napolyon ile tanışması. Menfa hayatı- Alman edebiyatçılarım tanı­
ması. Eser vermeye başlaması. Kitabının yasaklanması- Ölümü
ve ölümünden sonra ün kazanması.»
380
Madam Desbordes Valmore. «Tarihe Geçen Güzel Kadınlar»
Yedigün. 34, 1.11.1933. «Hem güzel, hem de devrinin en büyük
237
şairi olarak tanınan, hakkında yazı ve koca kitaplar yazılan,
ölümünden, sonra kocaman bir heykeli dikilen Madam Desbordes Valmore’nin hayat dizisi. 1859’da ölen Fransa’nın ünlü ka­
dın şairinin hayatı. Yazı; 1896’da dikilen heykelinin resmiyle
renklendirilmiş •»
381
Madam Dö Tencin. «Tarihe Geçen Güzel Kadınlar»
Yedigün. 32, 18.10.1933. «Fransa’nın İstanbul elçisi Ferriol’un
baldızı Madam Dö Tencin’in türlü maceralarla dolu hayat hi­
kâyesi. 1682’de doğan, manastırda öğrenim gördükten sonra 30
yaşında Paris’in en gözde kadını olan ve salonu devrin kalbur
üstü kişilerin toplantı yeri olan bir kadının hayatı. Salonu ve
toplantıları, Fransız edebiyat ve düşünürlerine çok şeyler ka­
zandıran kadın. Yazı; Madam Dö Tencin ve Fontenelle’nin re­
simleriyle renklendirilmiş.»
382
Madam Bekamya (Recamier) : «Tarihte Kadın Simaları»
İkdam. 11207, 6-7.1923. «Fransız tarihinde her dönemde kadın
nüfuzuna tesadüf edildiğini işleyen-yazar, 1793’de bütün Paris’­
in gözdesi olan Madam De Recamier’i tanıtmaktadır. Hisleri,
çevresi, aşkları ve o günkü Paris.»
383
Mahmud-u Sâm’uin Validesi.
TOEM. 15, 10 (87), 1.7.1341/1925/. «İkinci Mahmud (salt. 18081839)’un annesi Fransız mıydı?.. Üçüncü Selim (Salt. 1789-1807)’
nin tahttan indirilmesinden itibaren sözkonusu edilen, Dördüncü
Murad (salt. 1623-1640) yüzyılında dahi Fransız elçilerinin Os­
manlI Hanedanı ile Fransız Hanedanı arasında karabet iddia
edilmesinin nedenleri. Yerli ve yabancı belgelerin ışığında bir
soy kütüğünün deşilmesi.» 217-224 s. Uzun bir inceleme.
384 Mahyalar.
Hâkimiyeti Milliye. 23.4-1340 [19241. «İslâm dünyasında, özel­
likle sünnî müslümanlar arasında yaygın olan mahyanın tari­
hi. Çeşitli kaynaklardan alınan bilgilerle değerlendirilen bu in­
celemede; ilk kez Selim II (salt. 1566-1574) zamanında mahya
kurulduğuna dair kayıtlara tesadüf edildiği, 1617 yılında İstan­
bul’da Sultanahmed Camiî minareleri arasında mahya kurul­
duğu, iki minareli camilerde kurulan mahyaların büyük ilgi
gördüğü, iki ve daha ziyade (Selâtin Camiler) minareli cami­
leri yalnız padişahlar yaptırdığından 1723’te iki ve daha ziyade
238
minareli camilerde de mahya kurulacağı hakkında hatt-ı hüma­
yun çıktığı. Mahyaların çeşitleri, kandiller. Kullanılan mum,
yağ, mahya ustaları.»
385
MakedonyalI Vasil. (1-2)
Akşam. 25, 26-2.1937. «Makedonya’dan gelip saraya kapılanan,
zekâsı ve şeytanlığıyla kısa sürede güven kazanan ve kişisel çı­
karları için zemin hazırlayan ve sonunda Bizans İmparatoru
Mihail’i feci bir şekilde öldürterek tahtta geçen bir macerape­
restin hayat dizini ve çöken Bizans İmparatorluğu. İki uzun ya­
zı. Vasil adına yazılan bir kitabın kabı ve İmparator Aleksi’nin
resmiyle renklendirilmiş.»
386
Maltepe’de Orhan Gazi.
İkdam; 8.7.1921, 8734. «Osmanlı İmparatorluğumun kuruluş gün­
leri. Orhan Gazi. Osmanlı-Bizans ilişkileri- Marmara ve Kara­
deniz kıyılarına doğru uzanan Osmanlılar. BizanslIların Osman­
lIları Marmara kıyılarında durdurma çabaları. (Palekanon/Maltepe Savaşı). Bizans’ın kesin olarak yenilmesi ve OsmanlIların
ilk büyük meydan savaşı. Savaştan ilginç bölümler,»
387
Mangır Felâketi, Sikke Fiyatı. «Para Meselesi»
îkdam. 11.3-1924, 9878. «Viyana mağlubiyeti (1683) sonunda Os­
manlI mâliyesinin acıklı durumu. Gümüş akçe’nin, mangıra ka­
dar düştüğü..Savaştan usanan halkın sessiz protestosu. Arttırı­
lan vergilerden şikâyetler. Akçe’nin dörtte biri değerinde olan
mangırın devlet gücüyle tedavülde tutulması. Cülûs bahşişi
için çekilen zorluklar. Tütün’den vergi alınması suretiyle hâzi­
nenin biraz ferahlığa kavuşması-» Uzun bir inceleme.
388
Manisa.
Yedigün. 185, 23.9.1936. «Orta çağlarda Ege Bölgesinin en ba­
kımlı şehirlerinden olan Manisa’nın kurulduğu günden başlaya­
rak kronolojik tarihi. Eski çağda adı —Mağnesia— olan bu şeh­
re Türkler önce —Mağnîsâ— sonra da —Manisa— dediler. Lidyalılardan, Perslere, MakedonyalIlara, Romalılara, Bizans’a ge­
çen şehri, 1313’de Saruhan Bey aldı, bu bölgeye Cumhuriyet dö­
nemine kadar —Saruhan— denildi. Saruhan Beyliği’ni 1391'de
Yıldırım Bayezit ortadan kaldırdı. 1402’de Beylik yeniden di­
rildi; yalnız Osmanlı egemenliğini tanıdı. 141Ö’da Çelebi Sul­
tan Mehmed, Beyliğe kesin olarak son verdi. Manisa, Osmanlı
birliğine katıldı- Saruhan Sancağı, İkinci Murad’dan Üçüncü
239
Mehmed’e (1421-1603) kadar genellikle —veliahd— şehzadelere
hâs olarak buyurulmuştur. Fatih, babasının ölüm haberini Ma­
nisa’da öğrenmiş, bir söylentiye göre 12-16 gün içinde at çat­
latarak Edirne’ye ulaşmıştır. İkinci Murad (Saltanatı 1. defa
1421-1444, 2- defa 1446-1451) ’m gizli tutulan ölümü dolayısıyla
bu geçen günlerde devlet padişahsız kalmış ve Vezirdi a’zam
Çandarlı - Halil Paşa tarafından sağ olarak gösterilen İkinci
Murad adına idare edilmiştir. Yazı; Manisa’nın yüzyıl evvelki
görüntüsünü gösteren bir tablo ile renklendirilmiş.»
389 Mari Luiz. «Tarihte Kadın Simaları»
İnci. 15, 1.4.1336 [1920]. «Napolyon’un Mari Luiz ile evlenmeye
karar verdiği zaman, yüzünü bile görmemişti. Hatta resimle­
rini, minyatürlerini bile gördüğü şüpheliydi- Mari Luiz hak­
kında Napolyon’a verilen bilgi şu i d i : Kendisinde fevkalade
bir surette Alman renginin revnakı var. Beyaz bir ten üze­
rine, biraz solgun kırm ızı' bir renk, yürüyüşü güzel, zarafet­
ten ziyade necabete mâlik, giyinişi zevksiz, fikirli olduğuna
dair iyi kötü bir şey söylemiyor... Büyük Napoleon’un ikinci
eşi olarak Fransa împaratoriçesi olan "Marie-Louise (1791-1847)’
nin ibret verici hayatı.»
390
Mari Stuart - Elizabeth. «Tarihte Kadın Simaları»
Yeni Mec. 52, 13.7.1918. «Mary Stuart ile Elizabeth’in hayat
dizisi. İngiltere ve Fransa tarihinin ilginç yönleri. Taht için
mücadele eden soylu kişilerin ibret verici hikâyesi. Sarayda
işlenen korkunç cinayetlerin, taht için katlanılanların panora­
ması. Elizabeth’in idamı. Yazı; (Kraliçe Elizabeth’in süslü ara­
bası), (Kraliçe Elizabeth), (Mary Stuart)’m resimleriyle renk­
lendirilmiş.»
391
Marie Louise. «Tarihe Geçen Güzel Kadınlar»
Yedigün. 39, 6.12.1933. «Fransa İmparatoru Birinci Napoleon’­
un ikinci eşinin hayat dizisi. Napolyon ile evlenmesinin hikâ­
yesi. Yazı; Marie Louise (1791-1847) ve Napolyon’dan sonra be­
raber yaşadığı AvusturyalI General Niepperg’in fotoğrafıyla
renklendirilmiş.»
392
Marie-Antoinette’nin Ölümü. «Tarihte Kadın Simaları»
İnci- 12, 1.1.1335 [19191- «Avusturya împaratoriçesi Maria Theresia (1717-1780)’nin Marie Antoinette’nin ibret verici haya-
240
ti. XVI. Louis ile evlenmesi. Fransa’yı ve Fransa halkını sevme­
si. Büyük îhtilâl’in kanlı sahneleri. Tutukluluk hayatı. Mah­
kemesi. Giyotin altına götürülüşü. Yazı; (Marie-Antoinette),
(Tutuklu hayatı) resimleriyle değerlendirilmiştir.»
393
Mazide Bahar Seyranları.
Yeni Mec- 10-76, 15.5.1923. «İlkbaharın Türkler için zafer ve sey­
ran mevsimi olduğu, savaşların baharla birlikte başladığı. Sa­
vaşları zaferle bitirmesini bilen hükümdarların eğlenmesini de
bildikleri. Kâğıthane gezintileri. Dördüncü Murad (salt. 16231640)’ın Boğaz gezileri. Yazı; (Boğaziçi’nde Bahar Safası) res­
miyle renklendirilmiştir.»
394
Medenilik Mefhumu.
İkdam. 8722, 26.6.1921. «Medenilik ,uygarlık mefhumu her top­
lumun anladığı, fakat kendi dinine ve zihniyetine göre uygu­
ladığını, hatta Doğu ile Batı arasında ayrılık olduğunu örnek­
lerle dile getiren bir dizi-»
395
Mehmed Râbi Zamanında Anadolu.
Anadolu Mec. 1, 1.4.1340 [1924], «Anadolu’nun, Osmanlı yöne­
timine girdiği tarihten itibaren esaslı bir bayındırlık görmedi­
ği, yolların bozuk, köylerin perişan, halkının da zorbalar, ağa­
lar elinde inlediği. Anadolu’yu kasıp .kavuranlara bir örnek ola­
rak İbşir Paşa’yı alan yazar, (Avcı) adıyla tanınan 39 yıl taht­
ta kalan Dördüncü Mehmed (salt. 1648-1687) zamanında Anado­
lu panoramasını bütün ayrıntılarıyla çizmektedir.»
396
Mehmed Râbi’nin Sarayında.
İkdam. 9689, 22.3.1924- «Dördüncü Mehmed (Avcı- salt. 16481687) döneminde İstanbul. Halkın ileri derecede yiyecek sıkın­
tısı çektiği. Sultanlara güvercin eti ile Üsküdar kaymağı temin
etmek için bulunan çareler. Padişahın gözdelerini seçerken uy­
guladığı yollar. Gerileme devrinin başı olan bu dönemin ibret
verici levhalarından örnekler.»
397
Mehmed Râbi Zamanında Fransız Politikası. «Tarihe Dair.»
(1-2)
Şehbal. 69, 70 (1 ve 15.2.1328 [1912]). «Ondördüncü Louis (16431715)’nin ilk zamanlarında Fransa ile Osmanlı Devleti arasın­
daki ilişkinin memnuniyet verici olmadığı. Birinci Fransua ile
İkinci Henri zamanında, Almanya karşısında kuvvetli bir da241
yanak arayan Fransa’nın Osmanlılara devamlı kur yaptığı.
Fransızların iki yüzlü politikalarının Osmanlılar tarafından bi­
lindiği. 14. Louis’nin bir Haçlı seferiyle Hind yolunu açmak gi­
bi düşünceler peşinde olduğu. Osmanlı Avusturya (1071/1660)
seferinde, Fransız birliklerinin Türklere karşı Avusturya’nın
yanında yeraldığı. Fazıl Ahmed Paşa (1635-1676)’nın Fransa’­
yı ve Fransız politikasını yakından bildiği ve bulla göre davran­
dığı. Paşa’nm Fransız elçisine bu durumu açık ve sert bir şe­
kilde bildirdiği. Bilahara, Fransa’nın uzağa dönük bir politika
izlemeye başladığı ve çıkarlarının Osmanlı İmparatorluğu’na
bağlı bulunduğunu anladığı- Fransa elçisinin Dördüncü Mehmed (salt. 1648-1687) tarafından kabul edildiği. Fransa’nın ısrar­
la Osmanlı elçisini Paris’te görmek istediğini tekrarlaması- Fran­
sa’nın Doğu politikasından bir yaprak.» Uzun bir inceleme di­
zisi.
398
Mektep, Vatan, Ordu.
Millet. 57, 20.9.1908. «Bu üç kelimenin biribirinden ayrılmaya­
cağını çeşitli örneklerle dile getiren bir dizi.»
399
Melekî Kalfa. «Tarihte Kadın Simaları»
İnci. 8, 1.9.1919. «Üçüncü Murad (15741595) ve Dördüncü Mehmed (1648-1687) zamanında kadın nüfuzu, saray hazinedarla­
rının ve kalfalarının; rüşvet ve iltimastaki aracılıkları. Dördün­
cü Mehmed zamanında, Kösem Sultan’m sırdaşı Melekî Kalfa’nın hayatı. Hayat dizisi içinde, Topkapı Sarayında çevrilen da­
lavereler ve Turhan Sultan’la olan ilişkileri. Melekî-usta’nm
(Vak’a-i vakvâkiyye) içinde hayatını kaybetmesi.» Sarayın,
herkesin merak ettiği harem bölümünü dolaştıran bir dizi.
400
Menfaat Hırsı.
İkdam. 8237, 17.1-1920- «Onbirinci yüzyılda meydana gelen is­
yanlar incelendiği zaman; vüzerâ değişmelerinde, saraya hücum­
larda, ihtilâllerde, hatta hükümdara karşı yapılan tecavüzlerde
tek kuvvetin ağır bastığı. Menfaat, çıkar hırsı. İlginç ve ibret
verici örneklerle değerle ıdirilmiş bir inceleme.»
401
Menfada Naima Efendi. «Hazine-i Evrak vesikalarına nazaran»
TOEM, yeni seri. I, 5, Haziran 1930-Mayıs 1931. «Bazı vakanüvis tarihlerindeki ünlü Osmanlı tarihçisi Naima Efendi’nin sür­
günü hakkındaki yanlış bilgileri düzeltmek amacıyla yapılmış
242
bir araştırma. Yazı; bu konu ile ilgili hatt-ı Hümayun örnek­
leriyle değerlendirilmiş.» 52-55 s402
Mısır Baruthanesi.
Akşam- 4.6.1937. «Türk ordusunun başarılarında büyük etken
olan barut. İstanbul’dan sonra en iyi barutun Bağdat ve Mısır’­
da yapıldığı. Çeşitli hükümler. Mısır baruthanesinin çalışma dü­
zeni ve bir takım olaylar dizisi.» Uzun bir inceleme.
403
Michelet. «Fransız Müverrihleri»
Yeni Mec. 12, 27.9.1917. «1798’de Paris’te doğan, çocukluk ve
gençlik hayatı yoksulluk içinde geçen ünlü Fransız müverrihi
Jules Michelet (1798-1874)’nin ibretle okunacak hayatı. Politik
ve sosyal kanaatlerindeki liberalliğinden dolayı öğrencileri ta­
rafından pek hararetle izlenen derslerinin birkaç defa yasak­
landığı ve tâkibata uğradığı. Yazı; müverrihin fotoğrafları, el
yazısı, kabul salonu, yemek salonu, eşinin ,evinin ve (Allah’ a
ruhumu alsın - O ruh ki bunca iyiliklerin bunca fiilâne yılla­
rın - Bunca dostlukların minnettarıdır) kitâbeli mezarıyla
renklendirilmiştir.»
404
Milletimizin Saadeti için Ne Düşünüyorsunuz?..
Dersaadet Gazetesi. 62, 15.9.1336 [1920]- «Konu başlıklı bir rö­
portaj. Ahmed Refik Bey’in fotoğrafı da bulunan bu yazıda
memleketin dert ve ihtiyaçları beş madde üzerinde toplanmak­
ta ve genellikle (genel kültür) üzerinde durmaktadır.» Bkz. 8083 s.
405
Millî Tarihimize Dair.
İkdam. 8929, 23.1.1922. «Millî tarihimizi gün ışığına çıkartacak
önemli tarihi kaynaklardan birkaçı. Değerleri ve bir tarihçi gö­
züyle araştırılması.»
406
Mimar Davud.
Darülfünun Ed. Fak. Mec. VIII, 1, Mart/1932. «Ser mimaran-ı
âlem Sinan Ağa (996 : 1588)’in ölümüyle yerine geçen Su Yolu
Nâzın Davud Ağa’nın hayat dizisi. Bu arada İstanbul şehrinin
bayındırlığı ve yaşantısı. Yazı; Mimar Davud Ağa ve İstanbul’­
un imârı ile ilgili (Kâğıthane ve Kırkçeşme su yollarına zarar
veren binaları Su Yolu Nâzın Davud Ağa’nm keşfetmesine dair)
ve benzeri, matbaa harfleriyle dizilmiş 22 adet hükümle de­
ğerlendirilmiş.» 1-16 s. Uzun bir inceleme.
243
407
Mimar Hayreddin ve En Güzel Eseri.
Cumhuriyet. 30.1.1936. «Bayezit camimin resmiyle değerlendi­
rilmiş olan bu yazıda, Evliya Çelebi ve diğer kaynaklardan
yararlanılarak İstanbul’un yedi tepesinden biri üzerine inşa
edilen Camiin nasıl yapıldığı ve nasıl bugünkü külliye haline
geldiği ilginç belgeler ışığında anlatılıyor.»
408
Mimar Sinan. «Hazine-i evrak vesikalarına nazaran»
TOEM. Yeni seri. 1, 5, Haziran 1930 - Mayıs 1931. «Ünlü Mimar
Koca Sinan’ın hayat hikâyesi. Bu uzun ve geniş inceleme için­
de mimarın görevleri, yaptığı çalışma ve yapılar ayrı ayrı sı­
ralanmaktadır. Yazı; Sinan’ın işçi ücretlerinin arttırılması için
Divan’a yazdığı mektup üzerine kendisine gönderilen hükmün
müsvedde tıpkı basımıyla değerlendirilmiştir.» [1-29 : 53 vesi­
ka].
409
Mimar Sinan, Hayatı ve Asârı. (1-2)
Yeni Mec. 13-14,'4.10.1917 dv. «Mimar Koca Sinan (1490-1588)’
m doğum yerinden başlayarak; hayatı, yetişmesi, eserleri. Y a­
zı; (Süleymaniye Camii), (Rüstem Paşa Camii Mihrabı), (Rüstem Paşa Camii içi), (Birinci Selim Camii), (Edirne Sultan
Selim Camii), (Ayasofya’ da İkinci Selim Türbesi), (Süleymaniye’de Mimar Sinan Türbesi) resimleriyle değerlendirilmiştir.»
Uzun bir dizi.
410
Mimar Sinan’a Dair.
İkdam. 8918, 12.1.1922. «Tezkere-t-ül bünyan ve diğer önemli
kaynaklardan yararlanılarak dile getirilen Mimar Koca Sinan
(1490-1588)’ın hayatı, eserleri, yaşadığı devrin özellikleri.»
411
Mimar Sinan’a Dair.
Akşam. 9.4.1936. «Birinci sayfada başlayıp, 9. sayfada devam
eden, Koca Sinan (1490-1588)’m resmiyle değerlendirilmiş uzun
bir hayat dizini.»
412
Mimar Sinan’ın Plânsız Çalıştığı Doğru Değil.
Cumhuriyet. 27.10.1935. «Ser Mimaran-ı Cihan’m hatta bir oda
yaparken bile plân çizdiği anlaşılmıştır. Eski eserler karıştırı­
lırsa bunlar bulunabilir. Süleymaniye Camii’nin resmiyle de­
ğerlendirilen yazıda; Sinan’ın çalışma düzeni bir takım ilginç
hükümlerin ışığı altında değerlendirilmekte ve aksi tez kesin
olarak çürütülmektedir.»
244
413
Mimar Sinan’ın Vefat Tarihi.
ikdam- 8592, 11.2.1921. «Büyük adamların doğum ve ölüm ta­
rihlerinin mazbut olmadığına işaret eden yazar, güvenilir kay­
naklara dayanarak Mimar Sinan (1490-1588)’ın ölüm tarihini
tesbit etmektedir.»
414
Mithat Paşa ve Kanunu Esasi.
Millet. 18, 22.8.1908. «Mithat Paşa (1822-1884) ’nın vatansever
hizmetleri. Vezâreti- Sultan Abdülaziz. İlk kanunu esasî (Ana­
yasa)- Istibdatm başlangıcı. Müdahaleler. Osmanlı Rus Sava­
şı. Mithat Paşa’mn Avrupa’dan dönüşü. Zulüm ve istibdat. Hür­
riyet şehidi. Yazı; Mithat Paşa, Ali Haydar Mithat Bey’in re­
simleriyle değerlendirilmiştir.»
415
Morali A li Efendi’nin Paris Sefaretnamesi (1797-1802). (1-2)
TOEM. III, 18, 20-23 (1.2.1328 [1912], 1329 [1913]). «Üçüncü Se­
lim (salt. 1789-1807) dönemine kadar Osmanlı Devleti’nin Fran­
sa’da elçi bulundurmadığı. Önemli politik bir konu veya eko­
nomik bir anlaşma gerektiği zaman; 1581, 1618, 1669, 1721, 1742
yıllarında olduğu gibi geçici heyetler gönderilmekle yetinildiği. Elçi gönderme işinin küçümsendiği. 24 Mart 1797’de reisülküttabm (dışişleri bakanı) kişisel bir düşmanlığından dolayı
ilk kez Berlin’e, bilahara Paris elçiliğine atanan, iyi rum dili
bilen Morali Ali Efendi’nin bir tür serüveni olan elçiliğinin hi­
kâyesi. Türk-Fransız anlaşmazlıkları. Her iki devletin elçiler
üzerinde yaptıkları baskılar. Fransız politikasının çifte yönünü
gösteren, Paris sosyetesini tanıtan, o yüzyıllardaki Fransa’yı
yansıtan bu inceleme, Paris’te üç yıl kalan (Tem. 1797) Mora­
li A li Efendi’nin resmiyle renklendirilmiş. (... Morali Esseyid
Ali Efendi tam bir ay sarığı, çubuğu, yürüyüşü, söyleyişi ile
umumun merakını celbeylemişti; o derecede ki ,dışarı çıkmasa
bile, kendisini perde arkasından görmek için halk ikametgâhı
etrafında toplanıyordu. Bu hususta da ileri gidenler Paris ka­
dınları idi. Her tarafta, moda esnafı; sarık şapkalar, alaturka
esvaplar imâl ediyorlardı. Osmanlı elçisinin Paris’e gelmesi eğ­
lencede daima değişiklik ve yenilik arayan Paris kadınları için
yeni bir olay olmuştu.
Bu devir Paris kadınlarının en serbest gezdikleri bir de­
virdi. Bazılarının Champs-Elysees’ye yalnız ince bir tül fistan
giyerek çıktıkları, sokaklarda işvekârlık ettikleri görülürdü. Ali
245
Efendi bu âleme katılmış .eğlence yerlerinde, tiyatrolarda, ba­
lolarda vakit geçirmeğe başlamıştı. Bir gün Talleyrand tarafın­
dan kendisine mükellef bir ziyafet çekilmiş, akşam da Odeon’da şerefine bir balo verilmişti. O gece Paris’in bütün güzelleri
Ödeon’da idi. Madam Tallien ile Madam Lange, Osmanlı elçi­
sinin dikkatini çekmek için olanca sanatları ile süslenmişler­
di. O derecede ki Madam Lange’nin güzelliği, Esseyid Ali Efendi’yi büyülemiş —Pek hoş şey— demişti. O geceden itibaren
bütün kadınlar Ali Efendi’nin hoşuna gitmek için biribiriyle
rekabet etmeğe başlamışlardı. Madam Tallien ertesi gün Elysees Bourbon’da verilen bir baloda tekrar Ali' Efendi’nin yanma
gitmiş, çubuğundan çıkan dumanlara katlanarak kendisini be­
ğendirmeğe çalışıyordu. A li Efendi batının bu üstün güzelini
seyreylediği zaman —Beaute republique— diyecek iken;
—Beaute publique!— deyivermişti. Ertesi gün bütün gazeteler
elçinin bu sözleriyle meşgul olmuşlardı. Artık A li Efendi Pa­
ris’in kıralı gibiydi. Bütün balolarda bulunması isteniliyor, bir
şenlik düzenlendiği zaman, düzenleyenler Monako konağına gi­
derek gelmesini rica...) s. 1120-1138 uzun bir dizi.
416
Mösyö (Bop) ve eserleri.
îkdam. 8693, 26.5.1921. «Fransa’nın Pekin Elçisi Mr. August
Boppe’in ölüm yankıları. İstanbul’da Fransız elçiliği müsteşarı
olarak bulunduğu dönemde Türk sanatı üzerindeki çalışmala­
rının124 önemi ve bugüne kadar yaptığı yayınlardan örnekler.»
417
Muharebeye Dair Mülâhazatîrtikâ. 161, 1.5.1902. «Savaşların zaferle son bulması için gerekli
manevî hazırlıklarla ilgili derinlemesine bir inceleme.»
418
M üfti-i Fitne.
ikdam. 8069, 28.7.1919. «Hoca Zâde Mes’ud Efendi. İlmiye sını­
fının devlet yönetimindeki yeri ve rolü. Hoca Zâde’nin fırıl­
dakları ve sonunda Bursa’da öldürülmesi. İlmiye sınıfının ken­
di çalışma alanı dışına çıkarak devlet yönetiminde söz hakkına
sahip olmak için yaptıkları gizli ve açık çalışmaları ve kötü
sonuçlarını örnekleriyle işleyen bir inceleme.»
124)
Örneğin : August Boppe : Les Peintres du Bosphore en dix-huiti6me
Siecle, Paris 1911.
246
419
Müfti ve Divan. «Günün meselesi»
İkdam. 9669, 2.3.1924 «Türklerde her dönemde bilginlere gös­
terilen sevgi ve saygı. Müfti’nin Osmanlı İmparatorluğu yö­
netiminde yeri ve Divan-ı Hümayun’da gördüğü saygı. Padişa­
hın kararları üzerindeki etkisi. Bu etkiyi kötü yolda kullanan­
lar. İlginç örnekler içinde en büyük ilmî pâye olan şeyhülis­
lâmlık.»
420
Mühr-i Şerif.
İkdam. 8065, 24.7.1919. «Osmanlı İmparatorluğu’nda (Mühr-i Şe­
rif) ’in yeri ve anlamı. Tahtta çıkan her hükümdarın kendi adıy­
la babasının adını taşıyan mühür yaptırdığı. Sadrâzamdan m üh­
rün geri alınmasının, görevinden alındığına işaret sayıldığı. Mühüre sahip olabilme, diğer anlamıyla sadrâzam olabilmek için
sarayda, haremde ve yeniçeri ocağında ççvrilen dolaplar. Da­
ğıtılan ye vaat edilen hediyeler. Ders alınacak ilginç örnekler(Ver mühr-ü şerif)’in ilginç hikâyesi ve ardından gelen cellât.»
421
Mühr-i Şerif Sevdası.
İkdam. 30.3.1920. «Osmanlı tarihinde ve Osmanlı ruhunda iki
önemli aşırı istek ve tutku vardır. Bu tutkulardan biri (savaş),
diğeri de yüksek makama çıkmak ve baht açıklığıdır... diyen
yazar, tarihte (mühür) sahibi olmak için çalışıldığını, kulislerde
neler döndürüldüğünü, birkaç hafta hatta birkaç aylık sadrâzamlık için ölümü dahi göze alanlar görüldüğünü, ilginç olay­
lar içinde anlatmakta ve bir yönden de Osmanlı tarihinin bu
yönünü gün ışığına çıkarmaktadır.»
422
Mülteciler Meselesine Dair. (1-2)
TOEM. 15, 12 (8 9 )- 13 (90), (1.11.1341 [1925], 1.1.1926). «Gayn
matbu Hazine-i Evrak belgelerine göre Fuad Efendi’nin Çar
I. Nikola ile görüşmesi. 1848’de Macar istiklâl mücadelesinden
sonra Türkiye’ye sığman Macarlar’la, Lehli’leri Osmanlı im ­
paratorluğu’nun geriye vermeyerek mülteci hakkını tanıması.
Rusya ile Avusturya’nın baskıları karşısında devletin direnmesi
ve politik ilişkilerin kesilmesi. İngiltere ve Fransa’nın Türkiye’­
yi desteklemesi. Osmanlı Hükümeti’nin Avusturya’yı devreden
çıkarmak için Rusya ile müzakere yollarını araması. Bu güç
iş için fevkalâde büyükelçilik pâyesiyle Keçeci-Zâde Mehmed
Fuad Paşa (1815-1869)’nm görevlendirilerek hemen harekete
geçilmesi. Fuad Paşa’nm yol boyunca ve Rusya’da kaldığı süre
247
içinde İstanbul’a gönderdiği önemli raporlar. Paşa’nm 4 Ekim
1849’da Padişahın mektubunu Çar’ a vermesi. Mülteciler mese­
lesinin iki hükümdar arasında özel bir konu olduğunu dışişleri
bakanı Nesselrod’a kabul ettirerek Çar’m hiddetini soğutması
ve müzakerelerin devamını sağlaması. Bazı konularda anlaşma
imkânı bulunması. Türkiye’de kalabilecek Macar ihtilâli baş­
larının listesi. Türkiye’de oturdukları süre içinde bunlara uy­
gulanacak koşullar. Osmanlı tarihinde önemli bir yeri olan ve
Türkler’in kendilerine sığınan kişileri en zayıf dönemlerinde
bile korumayı bilen bir Millet olduklarını bir kez daha dünyaya
ispatlayan bu uzun inceleme, Rusya ve Avusturya Hükümet­
leriyle yapılan yazışma örnekleriyle değerlendirilmiştir.» 361386, 1-41 s. Uzun bir inceleme.
423
Müskirat ve Aşar.
İkdam. 9605, 29.12.1923. «Müskiratın yasak olmasına karşı,
âşar125 kapsamına giren bağ ve bağcılık. İmparatorluk sınırları
içinde bu tür tarımın hiç bir zaman önlenmediği. Şarap ve şa­
rapçılığın gizli açık teşvik gördüğü. Bağ, bağcılık ve üzüm ye­
tiştirme ile ilgili çeşitli hatt-ı hümayunlarla değerlendirilmiş
olan dizide, İslâm dininde haram (yasaklanmış) olan şarabın
İmparatorluk içindeki ilginç durumu İncelenmektedir.»
424
Müskiratın Men’ine Dair:
İkdam. 21.4.1923. «Osmanlı tarihinde müskirat. Kullanılış şekil­
leri. Yasaklanmasını gerektiren nedenler. Çeşitli ilginç örnek­
lerle meyhaneler. Meyhane çeşitleri. İslâm mahallelerinde açı­
lanlar, olaylar, şikâyetler, mücadele, gizli içki kullananlar, kon­
trol ve baskınlar. Hükümlerle değerlendirilmiş bir inceleme.»
425
Müverrih Naîma Efendi.
İkdam. 6103, 18.2.1914. «Ünlü tarihçi Mustafa Naîma Efendi
(Halep 1655-Patras 1716)’nin hayat dizini. Genç yaşında İstan­
bul’a gelerek Sarayı Atik baltacılar ocağına giren, Divan-ı Hü­
mayun kâtibi olduğu sırada Amcazade Hüseyin Paşa’nın teşvi­
kiyle tarihle ilgilenen, Paşa’nın kendisine verdiği (Şarih ülMenârzade Ahmed Efendi)’nin tarih müsveddelerine dayana­
rak 1700’de vakanüvis olarak kitabını yazmaya başlayan ve bu
125)
gi, ondalık.
248
Harmandan sonra toprak ürünlerinden onda bir oranında alınan ver­
kitabını da Paşa’ya ithaf eden Naîma Efendi’nin hayat dizisi.
Genellikle gösterişsiz, nükteli, söyleyiş özelliğiyle haklı bir ün
kazanan, eserlerinde devrin toplumsal yaşantısını da gösterdi­
ğinden kuruluktan kurtulan değerli eserinin içinde Müverrih
Nâima Efendi.» Dört sütun uzun bir dizi.
426
Müverrih Selâniki Mustafa Efendi. (1-2)
Yeni Mec. 5, 6 (9.8.1917 dv.). «Onuncu yüzyılda Bâki gibi şairler
yanında, Hoca Sadettin, Âli ve Selâniki gibi müverrihler ye"
tiştiği. Kanunî Sultan Süleyman, ikinci Selim ve Üçüncü Mu­
rad devirlerini dile getiren ünlü müverrih Selâniki’nin haya­
tını, yetiştiren ortamı ve yetişmesini inceleyen bu uzun yazı
dizisinde bir yönden de. Kanunî, Feridun Bey, Vezir Ahmed
Paşa ve diğerleriyle birlikte bir yüzyıllık tarih de ayrıntılarıy­
la işlenmektedir. Yazı; Hünernâme’den alınmış (Budin’in fet­
hinden sonra Kanunî Sultan Süleyman’ın Erdel Kıralı ile an­
nesini huzura kabul etmesi), (Kanunî Sultan Süleyman’ın Sigetvar kuşatması), (Sigetvar Seferinde Kanunî’nin hastalanması)
minyatürleriyle, seyahatnamelerden alınmış (Osmanlı idaresin­
de Belgrad), (İncili Köşk), (Edirnekapısı’nm eski hâli), (Davutpaşa Ordugâhı) resimleri ve türlü şiirlerle değerlendiril­
miştir.»
427
Müverrihlerimize ve Tarihe Dair.
ikdam. 8755, 29.7.1921. «OsmanlIlarda çok sayıda tarih eserinin
bulunmasının nedeni, tarih yazarlarımızın usul ve kaynakları­
nın değeri.»
428
Müverrihte ilim.
İkdam. 8486, 21.10.1920. «Tarihlerin günlük notlar düzey ve dü­
zeninden kurtarılması için müverrihlerin geniş bilgisi olması
gerektiğini savunan örneklerle değerlendirilmiş bir inceleme.»
429
Müverrihte Sanatİkdam. 8490, 25.10.1920. «Tarih bir sanattır. Tarih yazanın da
sanatkâr olması lâzımdır... tezini işleyen bir dizi.»
430
Naîma.
Yeni Mec. 55,- 1.8.1918. «Hicrî
dar olan olayları (1591-1659)
siyle kişisel bir renk katarak
çilerinin en değerlilerinden
1000 tarihinden 1070 tarihine ka­
canlı üslûbu, selîm muhakeme­
bizlere ulaştıran, Osmanlı tarih­
Mustafa Naîma (1652 - 1715)’in
249
hayat dizini. Moramn Patras kentinde doğmuş, iyi bir öğrenim
görmüş, yirmi sekiz yaşında İstanbul’a gelmiş. Kalaylıkoz Ah­
med Paşa’nın delâletiyle Divan Kalemine memur olduğu za­
man o kaleme mensup olanlara ötedenberi bir (mahlas) veril­
mek âdet olduğundan Mustafa Naîma Efendi’ nin adına bir (A)
eklenerek (Naîma) olmuş. Amcazade Hüseyin Paşa’nın sadrâ­
zam oluşundan başlayarak çeşitli devlet hizmetlerinde üst de­
recelere çıkmış. Eserine; (Ravzat ül-Hüseyin fi Hulâsa-i Ahbar-ı Hafikîn) adını vermesi bundan dolayı. Onun şairliği de
var:
Naîma sırrı aşkı suzişi pervaneden gör kim
Ne hicri yârdan ağlar, ne suzi nârdan söyler.
Osmanlı İmparatorluğu’nun en buhranlı dönemine tesadüf eden
tarihini, olayları bütün memleket yaşantısıyla birlikte ve pek
canlı ve pek tatlı bir şekilde anlatmıştır. Padişahların, vezirle­
rinin iyi ve kötü yönleri ince ve zarif bir dille işlenmiştir ta­
rihinde. Yazı; (İngiliz elçisi Montegü), (Osmanlı hanımı kıya­
fetinde Montegü), (Anadolu Hisarı), (İstanbul Limanı) tablo­
larıyla renklendirilmiş.» Uzun bir dizi.
431
Napoîyon’un Oğlu. «Tarih sayfaları»
İnci. 16, 1.5.1336 [19201. «Fransız İmparatoru Napolyon’un Marie-Louise’den doğan oğlu. Babasının Saint Helen Adasında tu­
tuklu olduğu kara bulutlu günler. Bir imparator oğlunun-hü­
zün veren levhalarla dolu yaşantısı. Babasının anılarıyla do­
lu hayatı.»
432
Nasıl Öldü?-.
Akşam. 2.4.1937. «Napolyon Bonapart (1769 - 1821). Büyük ko­
mutan, 1804 - 1815 yılları arasında Fransa İmparatoru. Avru­
pa haritası sınırlarını değiştiren bir kişinin Saint-Helene Adası'ndaki hazin, o nispette ibret verici yaşantısı ve ölümü. Son
günlerini, adayı, çevresindekilerle ilişkilerini, son sözlerini de­
ğerlendiren bu uzun inceleme dizisi, düşündürücü anılarla do­
ludur. Yazı; Napolyon’un ölüm döşeğindeki resmiyle değer­
lendirilmiş.»
433
Nedim’in Basılmamış Şiirleri. (1-2)
İkdam. 9456, 9461, (14 ve 19.7.1923). «Üçüncü Ahmed (salt.
1703 - 1730) devrinde 13 yıla yakın sadrâzamlık etmiş Damat
250
Nevşehirli İbrahim Paşa ( ? - 1730)’mn, doğum yeri olan Nev­
şehir’i; cami, okul, kütüphane, kervansaray, vb., binalarla süs­
lediğini, devrinin ünlü şairi Nedim (1681 - 1730)’in çeşitli kü­
tüphanelerimizde ve özel kitaplıklarda bulunan yazma divan’mda bulunmayan birçok şiir ve beyitlerin bu binaların kita­
belerinde, sayvanlarında yer aldığı işaret edilmekte ve yer yer
örnekler gösterilmektedir. Nevşehir ile Şair Nedim’i bir araya
getiren, kucaklayan bir inceleme dizisi.»
Tahammül mülkünü yıktın Hülâgû Han mısın kâfir
Am an dünyâyı yaktın âteş-i sûzan mısın kâfir
Kız oğlan nâzı nâzın şeh-levend âvâzın
Belâsın ben de bilm em kızm ışın oğlan mısın kâfir
Ne m a'nî gösterir duşundaki ol âteşin atlas
Ki y a ’nî şu’le-i can-sûz-ı hüsn-ü an mısın kâfir
N edir bu gizli gizli âhlar çâk-i girîbanlar
Âceb bir şûha sen de âşık-ı nâlân m ısın kâfir
Sana kim isi cânım kimi cânânım deyü söyler
Nesin sen doğru söyle can mısın cânan mısın kâfir
Şerâb-ı âteşinin keyfi rûyun şu'lelendirm iş
Bu haletle çerâğ-ı m eclis-i m estan m ısın kâfir
N i ç i n sık s ı k bakarsın böyle m ir'ât-ı mücellâya
M eğ e r sen dahi kendi hüsnüne hayran mısın kâfir
Nedîm -i zârı bir kâfir esîr etm iş işitm iştim
Sen ol cellâd-ı dîn ol düşmen-i îman mısın kâfir
Nedim
434
Nedim’in Gayrı Matbu Bir Kitabesi.
Millî Mec. VII, 75, 1.12.1926. «Şair Nedim (1681 - 1730)’in Nev­
şehir’de birçok kitabeleri vardır. Bu kitabelerden hepsi de,
Nedim’in tarihi kitabeleri yazmaktaki yeteneğini göstermesi
itibarıyla ileri derecede önemlidir. Nevşehirli İbrahim Paşa
(Muşkara / Nevşehir)’yı; camiler, çeşmeler, medreseler, han­
lar ve hamamlarla ...imara başladığı zaman, bütün bu yapı­
lanlar için İstanbul’un muhtelif ünlü şairlerine kitabeler yaz­
dırdı. Bu kitabeler, İstanbul’da taşlara işlenerek Muşkara’ya
develerle gönderildi. Muşkara, İbrahim Paşa’nm himmetiyle
imar edildikten sonradır ki (Nevşehir) adını almıştır... Ne­
dim’in yazdığı kitabeler içinde yalnız, bir tanesi ortada yoktu
ki, o da mahallenin hamamı için yazdığı kitabeydi. Bu kitabe­
nin taşını rumlar alıp yukarı mahalledeki kilisenin çan kule­
251
sine koymuşlar. Bu kez adı geçen kilise okul haline getirildi­
ğinde kitabe meydana çıkmıştır. Yazı; Nevşehir’de halen ayak­
ta veya silinmiş tüm anıtlar hakkında geniş bilgilerle değer­
lendirilmiş ve sözkonusu kitabenin matbaa harfleriyle örne­
ğine de yer verilmiştir.» Uzun ve ayrıntılı bir dizi.
435
Nevşehirli İbrahim Paşa Türk’tü ve Müslümandı. (1-3)
İkdam. 5, 6, 8 Aralık 1917. «Üçüncü Ahmed (salt. 1703 - 1730)
döneminde onüç yıla yakın sadrazamlık etmiş, yeniliğe ve iler­
lemeğe bağlı olmakla beraber zamanı (Lâle Devri) denilen
bir zevk ve safahat dönemi olmuş, bir devre adını kazımış,
Avusturya Savaşında şehit olan (1716) Damat A li Paşa’dan
d,ul kalan Fatma Sultanla evlenmek suretiyle saraya akraba
olan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa (ölm. 1730)’ın hayatı.
Üç uzun dizide; Pasarofça Anlaşması (1718)’nı kabul eden, pa_
dişahm mizacına uygun gelen bir ortamı hazırlayan, lâle bah­
çeleriyle, Çırağan safaları, helva sohbetleri ve Nedim’in şiirlerile Lâle Devrini yaratan ve bütün bunlarla birlikte, yurdu
onarmak, batıya yetişmek, matbaayı kurmak için çalışmış ve
köklü tedbirler getirmediğinden ötürü Patrona isyanında (1730)
başını veren bir yöneticinin hayat dizini.»
436
Nevşehirli İbrahim Paşa ve Elçiler.
İkdam. 8747, 21.7.1921. «OsmanlIların en barışsever ve batıya
yönelik sadrâzamlarından Damat İbrahim Paşa (ölm. 1730)’nın
politikası, elçilerin düşman casusu sayılması ve onların bu su­
retle değerlendirilerek yararlanma yollarının araştırılması. Çe­
şitli örnek ve mektuplarla değerlendirilmiş bir inceleme.»
437
Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Dair.
İkdam. 11261, 29.8.1928. «Üçüncü Sultan Ahmed’in damadı Nev­
şehirli İbrahim Paşa (ölm. 1730)’m hayatı. Politik başarı ve ba­
şarısızlıklarının karışımı. Hakkındaki iyi kötü söylentiler.»
438 Niğbolu Muharebesine Dair.
İkdam. 9053, 29.5.1922, «Osmanlı Türklerinin en parlak zafer­
lerinden Niğbolu Meydan Savaşı. OsmanlIların Macar sınırla­
rına dayandığını gören Macar Kralı Zigismund’un Papa ve
Avrupa devletlerine müracaatla Fransız, Macar, Alman, Leh
ve daha birçok hıristiyan şövalyelerden kurulu 70 bin kişilik
bir ordunun sınırı geçerek Niğbolu’yu kuşatması. I. Bayezid
252
(salt. 1389-1402)'in lâkabına yakışacak bir süratle Anadolu’­
dan koşup müttefik ordularının karşısında görünmesi (1396).
Osmanlı zaferi cidden göz kamaştırıcıydı. Sonuçları da parlak
oldu.»
439
Nis’te Barbaros- (1-2)
îkdam. 9091, 9098, (8, 15.7.1922). «Osmanlılarla ticaret anlaşma­
sı yaparak büyük çapta imtiyazlara kavuşan ve dünya politi­
kasında çok güç durumda bulunan Fransa’ya uzatılan dostluk
eli. Fransa Kraliçesinden Kanunî’ye gönderilen rica mektup­
ları. Fransa Kralı Birinci François. Sultan Süleyman (salt.
1520-1566)’dan yardım istemesi. Barbaros Hayreddin Paşa (14731546)’mn donanma ile Nis önünde görünmesi. Şehrin teslim
olması. Charles Quint kuvvetlerini perişan ederek Fransa Hü­
kümdarını kurtarması. Nis limanında demir atan Türk donan­
ması ve Levendler... Gururla okunacak ve seyredilecek canlı
tablolar.» Uzun bir dizi.
440
Nuruosmaniye Camii. «Kafes ve ferace devrinde İstanbul»
Akşam. 18.3.1936. «I. Mahmud (salt. 1730-1754) zamanında ya­
pımına başlanıp (1748), Üçüncü Osman (salt. 1754-1757) zama­
nında bitirilen (1755), mimarı Mustafa Ağa, yardımcısı Simon
Ağa olan ve bir semte adım veren, yer yer barok üslûblu Nu­
ruosmaniye Camii’nin uzun tarihçesi. (Altmış iki senesi Muharrem’inin sekizinde /29 Aralık 1748/, İstanbul’da Sandal Bazaristan’ı kurbünde binasına mübaşeret ettiği ikişer şerefeli
ve iki minareli câmi-i şerif tekmil olmuş olup, heman ba’zı
perdaht gibi işler ile tahîri kalmış idi. Mahmud Han bilâ veled
fevt oldukda, derununda namaz kılınmayan mescid... Sultan
Osman Hazretlerine mirâsen intikal etmekle işbu bin yüz alt­
mış dokuz senesi Rebi’ül-evvel’in gurresi olan/5 Aralık 1755/
cuma günü edâ-i salât içün Saray-i hüm ayunda...). Yazı; Nu­
ruosmaniye Camii resmiyle değerlendirilmiş.»
441 Odalıklar, Hasekiler ve Cariyeler.
îçtihad. 196, 15.1.1926. «Osmanlı Sarayında Hasekilerin (odalık)
oynadığı önemli rollerin İmparatorluğun geleceğini etkilediği,
ilk kuruluş döneminde saraya gelen yeni izdivaçların genel­
likle sınır güveni ile ilgili olduğu, duraklama dönemini hazır­
layan nedenler arasında. bunların da rolü bulunduğu, Üçüncü
Murad (salt. İ574-1595) zamanında odalık sayısının en üst dü­
253
zeye ulaştığı. Genellikle bu konuyu işleyen ve çeşitli örnekler
gösterilen yazı dizisi. Zorrano’dan alınmış bir odalık resmiyle
değerlendirilmiş.»
442
Odun Meselesi.
İkdam. 8911, 5.1.1922. «İstanbul’un yiyecek ihtiyacını karşıla­
mak nasıl yüzyıllar boyu bir konu ise, yakacak maddeleri ara­
sında (odun) da aynı derecede önemliydi. İstanbul yüzyıllar
boyu odun ve odun kömürü ile ısıtılırdı. Bu işle İstanbul Ka­
dısı meşgul olurdu. Sarayın ısıtılması da ayrı bir konuydu. İs­
tanbul’un çok gerilere uzanan bir probleminin tarih ışığında in­
celenmesi.»
443
Odun meselesi- «Geçmiş Zaman»
İkdam. 9608, 1.1,1924 «İstanbul’da mahrukat probleminin her
devirde ön plânda olduğu. Sultan İbrahim (salt. 1640-1648)’in
sarayın odun ihtiyacı için Divan’m çalışmalarını dahi bozduğu­
nu, ilginç olaylarla değerlendirilmiş İstanbul’un kışı ve odun
ihtiyacı. Değişmeyen bir dekor ve konu.»
444
Okmeydanı.
Akşam. 14.5.1937. «Türklerin başta gelen toplu spor çalışmaları.
Ok sporunun gelişmesi. Padişahtan başlayarak bütün devlet bü­
yüklerinin bu spora bizzat veya dolaylı yollardan katıldıkları.
Okmeydanı’nm Türkler’in Fetihten sonra seçtikleri en eski spor
alanı olduğu. Hazine-i evrak’ta yeniden bulunan belgelerin ışı­
ğında okçuluk sporu ve bu sporun Osmanlılarda yaygınlaşma
nedenlerini inceleyen bir dizi.»
445
Onuncu Asırda Acemi Oğlanlar.
İkdam. 8969, 6.3.1922. «Ulusal tarihi kurumlarımız arasında bü­
yük bir yeri olan, Osmanlılarda yaya kapıkulu askerine kaynak
olmak üzere kurulan kuruluş. Çandarlı Kara Halil ve Molla
Rüstem’in teşebbüsü ve çalışmalarıyla I. Murad Hüdavendigâr
(salt. 1360-1389) zamanında Gelibolu’da kurulan ve kuruluş ta­
rihi daha eskiye uzanan —Acemi Oğlanlar— ile ilgili bir incele­
me dizisi.»
446
254
Onuncu Asırda Açık Deniz Meselesi ve Azak Muhasarası.
«Hazine-i Evrak Tetkikatı»
TOEM. 16, 17 (94), 1.9.1926. «Bir dönemde Karadeniz’in Türk
toprakları ortasında bir göl olduğu. Osmanlı İmparatorluğu’nun
zayıflaması ve buna paralel kuzey doğuda komşu bir devletin
doğup kuvvetlenmesiyle Karadeniz’in ön plâna geçmesi. Rusya’
nm açık deniz politikası izlemesi ve çabaları. Azak kuşatması.
Hazine-i Evrak belgelerinin ışığı altında Osmanlı-Rus ilişkile­
rinin bir dönemi.» 261-275 s. Uzun bir inceleme.
447 Onuncu Asırda Hazine- «Para Meselesi»
İkdam. 9636, 29.1.1924. «İlk dönemde sarayda israf olmadığı.
Sonraları gümüş ve altın tabaklarla yemek yenildiği. Hâzinenin
her zaman dolu olduğu. Akçe’nin satın alma gücü ve halkın
güveni. Kanunî (salt. 1520-1566) devrinde hazine. Valilerden ge­
len hediyeler. Padişah ve sadrâzamın tutum ve tedbirlerine gö­
re hazine durumunun değiştiği. Osmanlı mâliyesini inceleyen
bir dizi.»
448
Onuncu Asırda İstanbul.
İkdam. 9069, 16.6.1922. «İstanbul. Osmanlı İmparatorluğu’nun
kalbinin attığı başkent. Saray. Halkın yaşantısı. Elçiler. Özellik­
le İstanbul halkının yaşantısı. Toplumsal açıdan İstanbul’un in­
celenmesi.»
449
Onuncu Asr-ı Hicride İstanbul’da Meskükât Meselesi.
İkdam. 7734, 22.8.1918. «Osmanlı Devleti’nin ilk kuruluş yılla­
rından (1327-1687) yılına kadar bu devlette kullanılan akçe. Ak­
çe’nin altın ve gümüşe göre değeri. Akçe’de, gümüş oranının
eksilmesi halinde esnaf, halk ve askerin tepkileri ve bu tepkile­
rin ulaştığı sınırlar. Olaylar, isyanlar içinde akçe’nin hikâyesi.»
450
Onuncu Asr-ı Hicride İstanbul’da Sanayi ve Ticaret.
İkdam. 7401, 18.9.1917. «Başkent İstanbul’da sanayii Ticaret. Ket­
hüdalar. Kumaş yapılan tesisler. Altın ve gümüş işleyenlerin
kontrolü, Bezzazistan. Kadıların görevleri. Çeşitli hükümlerle
değerlendirilmiş bölgesel ekonomi tarihi.»
451
Onuncu Asr-ı Hicride Sapaııca-İzmit Kanalını Açmak TeşebbüsüHayat. I. 7, 13.1.1927. «Onuncu yüzyıl sonlarında da İzmit ve
hatta Sakarya Nehri ciyarmda deniz kuvvetlerimize kadırga ve
benzeri tekneler yapabilecek tersaneler olduğu. Ormanların, do­
nanmaya kereste ve halka odun yetiştirmek için korunduğu. Sa­
karya Nehrini Sapanca Gölüne akıtmak ve Gölü de İznik’e bağ­
lamak suretiyle yeni bir ikmâl merkezi ve şeriti kurmak fik­
rinin doğması. Sinan Paşa’nm teşebbüsü. Kadılara yazılan hü­
255
kümler. Sinan Paşa ve devlet büyüklerinin üç gün süre ile bu
bölgede inceleme yapmaları. İnşaata başlanılması. Üçüncü Mu­
rad (salt. 1574-1595)’ın bu işten vazgeçirilmesi. Vazgeçirilmesini
sağlayan, inanılması güç nedenler.» Uzun bir dizi.
452
Onuncu Asr-ı Hicride Saray Düğünleri.
İnci. 14, 1.3.1336 [1920]. «Onuncu yüzyılda yapılan sultan dü­
ğünlerinin en önemlisi olan Sultan Süleyman (salt. 1520-1566)
zamanında, Makbul İbrahim Paşa (1493-1535) için düzenlenen
düğündü. Şehzade Selim de o gün dünyaya gelmişti. Düğün
İbrahim Paşa sarayında düzenlenmişti... Kanunî döneminden
sonra Rüstem Paşa’nm kızı Ayşe Sultan’m düğününün gayet
parlak geçtiği. Ayşe Sultan, Sokullu’nun şehadetinden sonra
gözden düşen Feridun Bey ile evlenecekti.. Onuncu yüzyılda
başkent İstanbul’u yerinden oynatan parlak saray düğünlerin­
den bir kaçının panoraması. Gelinin çehiz sandığında bulunan
Kur’an-ı Kerim’e kadar bütün ayrıntılarıyla.» Uzun bir dizi.
453 Onbirinci Asırda Boğaziçi.
İkdam. 9114, 31.7.1922. «İstanbul’un Fethinden başlayarak, Osmanlı donanması sefere çıkacağı vakit, kapudan paşa’nın bay­
rağı altında, Dolmabahçe ve Beşiktaş önlerinde toplanırlardı.
Kapudan paşa yalısı da Beşiktaş’ta idi. Bilahara padişahlara
intikal eden ve hükümdarların başlıca vakit geçirdikleri yer
olan bu kıyılarda çok güzel köşk ve yalılar yapılan Beşiktaş
bahçesi vardı. Beşiktaş’ta Yahya Efendi mesiresi de ünlüydü*
Kanunî’nin süt kardeşi olan bu bilgin kişi, gördüğü bir rüya
üzerine burada tekke ve türbesini yaptırmıştı. Beşiktaş sahil
—sarayında doğan ve burayı çok seven I. Ahmed burada güzel
bir köşk yaptırmıştır ki, Murad IV. bir hicviyesinden dolayı
Nef’î’yi burada yasaklamıştır. Mehmed IV. yine bu semtte
625.000 akçe harcayarak deniz üzerinde kemerlere dayalı gör­
kemli bir kasır inşa ettirmiştir. Mahmud I de yine burada 22
sütunla bir kasır inşa ettirmiştir. (1747). Selim III yaz ayları­
nı, kendisinin de ilâveler yaptığı bu deniz sarayda geçirirdi.
Mahmud II devrinde, bazı değişmeler gördükten ve yeni bina­
lar eklendikten sonra, Dolmabahçe Sarayı’nm yapılmasıyla, Be­
şiktaş bahçesi ve Beşiktaş sahil-sarayı da tarihe karıştı. Ünlü
mesire yerlerinden Kazancı-Oğlu bahçesi, Murad IV. tarafın­
dan alınarak hemşiresi Kaya Sultan’ a hediye edildi, has bahçe­
ler içine girdi. İçinde Çırağan şenlikleri yapılan bu yerde, Damat
256
İbrahim Paşa tarafından, eşi Fatma Sultan için yaptırılan yalı
da Çırağan Yalısı olarak tanılırdı. Kaymbabası III. Ahmed, haf­
talarca bu sahil-saray’da kalır ve çırağan eğlencelerine katılır­
dı. Patrona isyanından (1730) sonra babasının tahttan indiril­
mesiyle, kocası Nevşehirli İbrahim Paşa’yı da kaybeden Fat­
ma Sultan ölümüne kadar burada yaşamıştır. Selim III (18031804) bu sarayı yenilemiş, daha sonraki yıllarda Mahmud II
tarafından klâsik bir cephe ile yenilenmiş ve bu sarayda uzun
zaman kalmıştır. Abdülmecid de bir süre burada kalmıştır. Dolmabahçe Sarayı yapıldıktan sonra, burasını yeniden inşa ettir­
mek maksadı ile, (1859-1860) da yıktırılmış ise de, yeni bir sa­
ray inşasına muvaffak olamamıştır. Bizans döneminde önemi
olmayan Boğaziçi’nin Osmanlı Türkleri zamanında önem ka­
zandığı. Şehrin artan nüfusunun, yerleşme alanının devamlı
Karadeniz yönüne doğru taştığı. Küçük yerleşme alanları ku­
rulduğu, sarayın da bu bayındırlığa katıldığı... Hisarlar, yalı­
lar, çiçek ve meyve bahçeleri, sandal gezintileri içinde, şairle-^
rin dilinde Boğaziçi.» Uzun bir inceleme.
454
Onbirinci Asırda Medrese ve Enderun Tahsili. «İnkıraz sebep­
leri» 1-3
İkdam. 9585, 9588, 9590 (8, 12, 14.12.1923). «Onbirinci yüzyılda
Osmanlılarda eğitim ve öğretimin de sosyal düzen ile beraber
çöküntüye uğradığını dile getiren bir inceleme. Yazar; medre­
se, enderun öğretiminin bütün ayrıntılarına, mezun olanların
atandıkları görev yerlerine, aldıkları maaşa kadar inmektedir.
İmparatorluğun çöküş nedenini —kültür— eksikliğine bağla­
yan ve ayrıntılarıyla inceleyen bir araştırma.» Üç uzun dizi.
455
Onbirinci Asr-ı Hicride Devşirme Usulü. «Eski Osmanlı As­
kerliği»
Edebiyatı U. Mec. 2, 29.10.1332 [19161. «Osmanlı Ordusu. Devşirilen çocukların alındığı il ve ilçeler. Yetiştirilmesi. Önemli bir
belge ile değerlendirilmiş olan bu inceleme dizisinde; Osmanlı
Ordusunun temeli olan ve çok sıkı bir disiplin altında yetişti­
rilen gençlerin eğitimi üzerinde ayrıntılı bilgi verilmektedir.»
456
Onikiııci Asırda Hayat.
Hayat. I, 4, 23.12.1926. «Onikinci yüzyılda İstanbul hayatını in­
celemek için önemli kaynakların, Hazine-i Evrak belgeleri ol­
duğu. Ancak bu belgeler o dönemde İstanbul’un İdarî, ekono­
257
mik ve beledî yaşantısına dair bizlere dağınık bilgiler verebil­
diği. Fakat bu dönemi kıyafetleri, renkleri ve tabii görüntüle­
riyle gözümüzün önünde canlandıranların, o dönemde İstanbul’a
gelen ressamlar olduğu- Bunların en önemlisi ve en verimlisinin
Flanderli ressam Van Moor olduğu. 1671’de doğan ve 1737’de
İstanbul’da ölerek Galata’da (Saint Benoit) kilisesi bahçesine
gömülen ressamın çalışmalarını ve onikinci yüzyıl İstanbul’unu
bütün renkleriyle dile getiren tabloları, İstanbul için başlı ba­
şına bir belge niteliğinde olduğu. Bu tablolardan önemli bir
kısmının yabancı müze ve koleksiyoncuların elinde bulunduğu­
na işaret edilmektedir. Yazı; ressam Van Moor’un (Divan’da
elçiye sadrazamın ziyafeti), (Rum düğünü), (Boğaziçi’nde zi­
yafet), (Felemenk elçisinin Üçüncü Ahmed tarafından kabulü),
(Osmanlı evi) tabloları resimleriyle renklendirilmiş.»
457
Onikinci Asırda İstanbul’da Gümrük ve Ticaret.
Darülfünun Ed. Fak. Mec. III, 6, Nisan-Mayıs 1340 [1924]. «On­
ikinci yüzyılda İstanbul’un gümrük işleri de, devletin politik ve
sosyal durumu gibi, düzensizdi. Gümrükte kaçakçılık fazla ol­
makla beraber, gümrük memurlarının da suiistimal ve haksız
para almaları sınırı aşmıştı. İstanbul’a en çok mal; İngiltere,
Fransa ve Venedik’ten gelirdi... İstanbul’da gümrük ve ticaret
işlemleri. Kendilerine bir takım imtiyaz (ayrıcalık) tanınmış
olan devlet tebaalarının ekonomideki serbestlikleri. İstanbul’a
gelen yabancı mallar. Elçilerin kendi tebaalarım koruma yet­
kileri. Bir kısım malların fiyatı ve gümrük rüsumları. Yazı;
İstanbul Kaymakamına, Kapdan Paşa’ya, İzmir Mollası’na ya­
zılan hükümlerle değerlendirilmiş ve savaş halinde bulunan Osmanlı Hükümetinin bu durumundan yararlanmaktan gecikme­
yen azınlıkların yan ve art çalışmaları bütün ayrıntılarıyla iş­
lenmiştir.» 247-259 s. Uzun bir dizi.
457 b Onikinci Asırda İstanbul’da Kiremit ve Mensucat Fabrikaları.
Tevhid-i Efkâr. 9.2.1925. «Osmanlılar’ın ilk kuruluş yıllarından
başlayarak tüketim mallarını yerli fabrikalarda ürettikleri. Bu
tür çalışma yerlerinin çeşitli hatt-ı hümayunlarla sürekli ko­
runduğu. İstanbul’un Fethi ve İmparatorluğun genişlemesinden
sonra bu tür çalışma ve korumanın daha da genişletildiği. Yazı­
da; savaşlar ve zaruret dolayısıyla İstanbul’da Bakırköy, Ya­
lova, Danca ve İzmit’te kurulan kiremit ve İstanbul, Selanik1
ve Bursa’da toplanan kumaş fabrikaları üzerinde durulmakta­
258
dır. Ayrıca, kumaş sanayiinin ilerlemesi, kaliteli kumaşlarımı­
zın dış piyasada arandığı, usta yetiştirme çabaları üzerinde
notlara da yer verilmiştir.»
457 c Onikinci Asırda İstanbul'da Kürkçüler ve Müzehhepler.
Tevhid-i Efkâr, 29.1.1925. «Kürkçülüğün Osmanlılar’ da ileri bir
sanat dalı haline getirildiği. Padişahların ve devlet ricalinin
ilgisine göre kürk modasının yaygın hale geldiği ve fiyatların da
yükseldiği. Sultan İbrahim döneminde İstanbul kürk piyasası­
nın kontrol edilemez bir hale geldiği. Müzehhepliğin de ayrı
ve aranılır bir sanat dalı olduğu. Resim yapanlara (Nakkaş)
adının verildiği, insan resmi yapanlara (Musavvir) denildiği.
İstanbul’da onyedinci yüzyılda dört dükkânda kırk nakkaşın
bir lonca halinde toplandığı. Bunların özellikle duvar nakışla­
rı üzerinde çalıştıkları. Ayrıca Sarayda bostancılar arasında bir
(Nakkaş bölüğü) ile Bîrûn sanatkârları arasında nakkaşların
da bulunduğu. 1826 yılında Bostancılar arasındaki nakkaşların
görev yerleri kalmadığından kaldırıldığı. Çeşitli hükümlerle
değerlendirilmiş bir inceleme dizisi.»
458
Onikinci Asırda Kütahya ve Bursa.
İkdam. 11185, 14.6.1928. «Yabancı gözüyle onikinci yüzyılda Ana­
dolu. Kütahya ve Bursa dolaylarını dolaşan ve gördüklerini iş­
leyen seyyahların anılarından, özellikle Bertrandon de la Broqui£re (1432-1433)’den derlenen, görgüye dayanan ilginç bir di­
zi ve notlama.»
459
Onikinci Asırda Medreseler.
ikdam. 10228, 27.9.1925. «Medrese; İslâm ve Osmanlı memleket­
lerindeki öğretim kuramlarının adıdır. Kelime anlamı (ders
okunan yer) dir. Osmanlılar’da medreseler, devletin kurulma­
sıyla birlikte başlamıştır. Bunlar, camilerin yanında ve genel­
likle camilerle birlikte inşa olunurlardı. Öğrenciler, medrese­
lerde yatar kalkar, imaretlerde yer ve camilerde ders okurdu.
Sonraları medreselere dershaneler eklenmiştir. Osmanlılar’da
medrese sistemi İstanbul’un Fethinden sonra kurulan (Fatih
Külliyesi) ile zirveye ulaşmış ve Kanunî Sultan Süleyman za­
manında son şeklini bulmuştur. Fatih, İstanbul’u daha alır al­
maz, İstanbul'un yedi tepesinden biri üzerinde yapımına baş­
ladığı cami ve (İlk, orta, lise ve üniversite) nin tamamlanma­
sını beklemeden birçok kiliseleri ve bu arada Ayasofya’yı ca­
259
miye çevirmiş, medreseler inşa ettirerek bunlara eklemiş ve
mevcut papaz hücrelerinin medrese olarak kullanılmasını bu­
yurmuştu. Bu arada Eyüp cami ve medresesini de tesis eden
odur... Medreselerin iyi ve kötü yönlerini, Osmanlı iç yöneti­
mindeki yerini, ilginç örneklerle inceleyen bir dizi.»
459 b Onikinci Asırda Türk Donanması: «Hazine-i Evrak vesikalarına
nazaran»
Tevhid-i Efkâr, 17.2.1925. «Osmanlı deniz kuvvetleri genel ola­
rak (înce donanma), (Çekdiri sınıfı) ve (Kalyon sınıfı) olmak
üzere üç bölümden oluşmuştu. İnce donanma; altı düz, hafif ne­
hir gemileriydi. (Hafif Donanma) veya (İnce Donanma) adla­
rıyla da tanılırdı. Zırhlı gemi yapımına başlanıldıktan sonra
da (Tuna Nehri) ve (İşkodra Gölü) için bu tip gemilerin ya­
pımına devam edilmiştir. Çekdiri daha ziyade kürek esasına
dayanan ve yelkeni yardımcı olarak kullanan gemilerdi. 19 cins
olup, ilki, Osmanlılar’ın ilk savaş gemisi tipi olan (Karamürsel)
adını taşır ve diğerleri de ayrı adlarla tanılırdı. Kalyonlar ise,
yalnız yelkenle hareket eden gemilerdi. Osmanlılar’da ilk defa
yelkenle yürüyen gemiler İkinci Bayezid devrinde yapılarak
kullanılmaya başlanmış, uzun süren bir. gelişmeden sonra Merzifonlu Kara Mustafa Paşa bu tip gemileri ve bunlara ait ku­
ruluşu kesin olarak Osmanlı donanmasına sokmuştur. Yazar;
Osmanlı deniz kuvvetleri hakkında genel bilgi verdikten sonra,
tersaneler, savaş gemilerinin her birinde bulunan mühimmat
ve yiyecek birimi, personel sayısı ve uymaya zorunlu oldukları
yönetmelikler. Kaptan atama ve görevden alma işlemleri. Per­
sonelin takdir ve cezalandırılmasına kadar her şey bütün ayrın­
tılarıyla işlenilmektedir.»
460
Onikinci Asırda Türk Kadını.
Hayat. I, 9, 27.1.1927. «Geçmiş yüzyıllarda Türk kadınlarının
sosyal ve özel hayatına dair çok az bilgi bulunduğuna işaret
eden yazar. Yerli ve yabancı çeşitli kaynaklardan, seyahatna­
melerden yararlanarak bu konuyu, evlenmek için kız aramak­
tan, evlenmekten, nikâhtan, düğünden fuhuşa, hayat kadınları­
na kadar her şey bütün ayrıntılarıyla İncelenmektedir. Yazı:
ünlü ressamların (Fransız elçisinin eşi Madam Verjen’in : Türk
hanımı kıyafetinde), (Sultan ve odalıklar), (Haseki Sultan),
(Sultan tuvaleti), (İngiliz elçisinin eşi Madam Montegü; Türk
260
hanımı kıyafetinde) resimleriyle değerlendirilmiş.» Uzun bir
inceleme.
461
Onikinci Asr-ı Hicride İlk Osmanlı Matbaası. (1-3)
ikdam. 7216, 7236, 7250 (14.3.1917, 3, 17-4.1917). «Matbaa kurul­
madan evvel karşıt düşünceler ve düşünceliler. Seyyit Ali Paşa’nın kitapları. Vakfiyeti caiz olmayan kitaplar. Damat Nevşe­
hirli İbrahim Paşa’nm teşebbüsleri. Matbaanın kurulması için
ilk Hatt-ı Hümayun. Basılan kitaplar. Sait Mehmed ile İbrahim
Müteferrika’nın birlikte bastıkları ilk kitap —Sıhah il-Cevheri—
nin çevirisi Vankulu lügati. Matbaanın kapatılması. Yeniden
faaliyete geçirilmesi. Kitap basmayı dilimize uygulayan ve İs­
tanbul’da ilk matbaayı kuran İbrahim Müteferrika (1674-1745)’
nın öğrencileri ve çalışmaları.» Ayrıntılı uzun bir inceleme.
462
Onikinci Asr-ı Hicride Osmanlı Etıbbası ve Nizamları.
İkdam.- 7277, 14.5.1917. «İstanbul’da hekimler. Hekimlerin de­
netlenmesi. Sarayın özel hekimi, padişahın sağlık danışmanı,
saraya bağlı bütün hekim, cerrah, göz hekimi eczacı vesairenin
âmiri ve imparatorluk içindeki bütün hekimlerin nâzın Hekim­
başı. Hekimbaşı’mn Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi bütün he­
kim, cerrah ve eczacıları denetlemesi. Bu mesleklere girmek is­
teyenleri sınavdan geçirmesi. Hekimbaşınm emrindeki tabiblerden her gün ikisinin sarayda nöbetçi kalması. Hükümdarın ölü­
mü halinde Hekimbaşınm görevinden alınması. Hekimbaşı! arın hem padişahlardan, hem de diğer devlet büyüklerinden say­
gı gördükleri. Kendilerine (Reis-ül-etibba) da denildiği. 1850 y ı­
lında Tıbbiye Nezareti kurulunca, görevlerinin yalnız saraya
dönüştüğü. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa (ölm. 1730)’nın hal­
kın sağlığı ile ilgili bazı çalışmaları. Halkın sağlığı ile ilgili il­
ginç hükümler.» Uzun bir dizi.
463
Ondört Yaşında Gelin ve Elli Yaşındaki Damat. Fatma Sul­
tanla İbrahim Paşa’nm Mesut İzdivaç Hayatları ve Akıbetleri.
Resimli Tarih Mec. IV, 46, Ekim/1953. «Osmanlı padişahlarıyla
devlet ricali arasında daima görülen nispetsiz yaştaki evlenme­
lerden biri olan bu olay, eğer bir ihtilâlle (1730) felâkete uğramasaydı mutlu şekilde sürüp gidecekti. Mutlu ve umutlarla do­
lu, göz yaşları ve sokaklarda sürüklenen, köpeklerin didiklediği
bir erkek cesedi ile son bulan, Fatma Sultan ile Nevşehirli Da­
261
mat İbrahim Paşa’nm hazin hikâyesi.» Yazı, Hoca’mn ölümün­
den sonra yeniden yayınlanmış.
464
Onbeşinei Asırda Türk Usul-ü Harbi.
İkdam. 11193, 21.6.1928. «İkinci Murad (salt. 1421-1444, 1446-1451)
zamanında Osmanlı Türkleri’nin yaşayışları, âdetleri, kıyafet­
leri, savaş usulleri nasıldı?.. Yazar; Bertrandon de la Broquiâre’
in seyahatnamesinden yararlanarak bu soruları cevaplandırma­
ya çalışmaktadır. Osmanlı Ordusunda yayalar, atlı birlikler, at
bakımı, silâhlar- Bütün bu maddî olanakların dışında, Türk Or­
dusundaki dayanışma ve güvence. Köklü bir tarihi olan Türk
Ordusu’nun hikâyesi.» Uzun bir inceleme.
465
Onbeşinei Asrın Nısfı Ahirine Dair Türkçe Vesikalar.
İkdam.9100, 17.7.1922. «Viyana İlim Akademisi üyelerinden Dr.
Karel’in bu ad altında yayınladığı önemli bir yayından İstan­
bul’a ait pasajların aktarılması ve notlanması.»
466
Onaltıncı Asırda Bir Avusturya Elçisi ve O Devrin İstanbul’u.
Yeni Hayat. 12, 9.5.1936. «Onaltıncı yüzyılda A.vusturya İmpa­
ratoru Maximilian II adına Osmanlı Hükümetini ziyarete ge­
len Baron David Ungun’un başkanlığındaki heyete katılan Stephan Gerlach ve Salomon Schveigger’den oluşan elçilik heyeti
1573’ten 1578’e kadar bu seyahati sürdürürler. Bu devir, Osmanlılar’ın en parlak devridir. Elçiler, günlük notlarında o devri ve
Osmanlı görkemini yaşatırlar. Yazar; çeşitli kaynaklardan da
yararlanmak suretiyle AvusturyalIların notlarını işlemektedir.
Yazı, resimlerle renklendirilmiştir. Stephan Gerlach (1546-1612)
elçilik vâizidir. İmparatorun çok kıymetli hediyeleriyle, cizyeyi
Osmanlı Hükümdarına sunarlar. İstanbul ve çevresini iyice ta­
nıyan Gerlach, Bursa ve dolaylarına kadar uzanır. Türkiye’de
kaldığı 5 yıl içinde günlük anılarını 552 sayfa tutan büyük bir
deftere işler. Gerlach bu defterde; İstanbul şehrini ve civarını,
saray yaşantısını, Osmanlı Devletinin kudretini, Ordusunu ve
İdarî teşkilâtını, Türkler’in özelliklerini, gelenek ve görenekle­
rini, azınlıkların durumunu bütün ayrıntılarıyla ve gerçekçi bir
görüşle işler. Eserin el yazısıyla birçok kopyaları yapılmış, gör­
düğü büyük ilgi üzerine 1674’te torunu Samuel Gerlach tara­
fından Frankfurt’ta bastırılmıştır (Tagebuch an die Ottomanisehe Pforte Abgefertigten Gesandschaft: Osmanlı Sarayına
262
gönderilen bir elçinin günlüğü). Gerlach’ın verdiği bilgiler Türk
kültür tarihi bakımından çok önemlidir.» Uzun bir dizi.
467
Onyedinci Asırda İstanbul’da înşaat.
Akşam. 3.9.1937. «Onyedinci yüzyılın Türk mimarî tarihinde,
Sinan yüzyılı olduğu. Yetiştirdiği güzide mimarlar: Davut’lar,
Hayrettin’ler ...Yeni Camiin yapımı. 1665’te sarayda çıkan bü­
yük yangının, yapım işlerini kamçıladığı. Kubbe altında bir el­
çiye verilen ziyafet resmiyle renklendirilmiş olan bu dizide; İs­
tanbul’da onyedinci yüzyıl içinde yapılmış olan binalar tarih ve
yerleriyle işlenmiştir.»
468
Onsekizinci Asırda BoğaziçiAkşam. 2.8.1936. «Sayfiyeye göç eden bir aileyi taşıyan manda
arabası ye önündeki sürücüyü gösteren resimle renklendirilmiş
olan yazıda, Boğaziçi görkemli yaşantısı, ünlü mesire yerleriyle
canlandırılmaktadır... Anadolu-Hisarı’na yakın olan Göksu de­
resi ile bunun güneyindeki Küçüksu deresi ve aralarındaki ça­
yır. Ünlü mesire yerlerinden (Küçüksu). Çayır’ın güney ucun­
da bir kasır (köşk). Padişah I. Mahmud’un Küçüksu’ya rağbet
etmesi üzerine sadrazam Mehmed Paşa buraya güzel bir kasır
yaptırdığı gibi, güneyden de su getirmiş (1752). Yalıların göl­
gelediği, yamaçlarında dört yüz türlü yeşilin sergilendiği Boğaz’ ın onsekizinci yüzyılda görünüşü.» Uzun dizi.
469
Onsekizinci Asırda Fransa ve «Türk Askerliği».
TOEM. I, 4, Mart-Mayıs/1930. «Fransa’nın İstanbul elçiliği müs­
teşarı August Boppe’un (Feuilles d’Histoire) dergisinde yayın­
lanan bir araştırmasının dilimize çevirisi. Makalede; Fransız ge­
nerali François Totte (1733-1793)’un anılarından da yararlanıl­
mıştır. Bilindiği üzere Tott, soylu bir Macar mültecisinin oğlu­
dur. İstanbul’da Vergennes’in hizmetinde tercüman olarak bu­
lunmuş (1757-1763), Kırım’da Tatarların yanında konsolosluk
yapmış, Tatarların Ruslara karşı ayaklanmasında büyük rol oy­
namış (1767), Türk Ordusu’nun yeniden teşkilâtlandırılmasın­
da yardımcı olmuş, Çeşme’de Osmanlı donanmasını yakan
Alexis Orlov’un donanmasına karşı Çanakkale Boğazı’nın sa­
vunmasına katkısı olmuş (1770), buranın tahkiminde bulun­
muş (1773-1775), (Memoires sur les Turcs et les Tatares - Türk­
ler ve Tatarlarla ilgili hatıralar. 4 cilt. 1784) yazmış bir kişidir.
Fransız devlet arşivinden de yararlanılan bu makalede, Türki­
263
ye’de kurulan askerî okullar hakkında geniş bilgi verilmekte,
Türk - Fransız kültür yaklaşımına değinilmekte, Fransızlar ta­
rafından kurulan askerî okullar hakkında, öğrencilerin adlarına
kadar liste ve' istatistiklere dayanan bilgiler sergilenmektedir.»
17-33 s. Uzun bir dizi.
470
Onsekizinci Asırda Paris’te Türkkâri Sanat.
Yeni Mec. 54, 25.7.1918. «Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi
(ölm. 1732)’ııin Paris’e girişi (1721) kral hanedanı için bir olay­
dı. Sefaretnamesiyle ünlü bu Türk diplomatı hanedan üzerinde
olduğu kadar halk üzerinde de etkili oldu. Memleketimizde mat­
baacılığın kurulmasında büyük payı olan, elçiliklerde ve sad­
razamlıklarda bulunmuş vezirlerden, elçilerin hepsinden daha
iyi fransızca konuşan Yirmisekiz Çelebi Zade Sait Paşa (ölm.
1761), babasından yirmi yıl sonra Paris’e elçi geldiği zaman,
Paris sanatkârları için yeni bir inceleme alanı açıldı. Paşa’nm
Paris’e girişi Fransız ressamlarına konu oldu. Osmanlı elçisinin
sevimli yüzü, yanında bulunanların başlıkları, uzun ve renkli
elbiseleri bütün Paris’i büyülemişti. Büyük ressamların yaptık­
ları usta tablolar bugün Versay müzesindedir. Krallıkta, vaktile
çocukluğunu tanıdığı Onbeşinci Louis’niıı bulunması, Türk el­
çisine sınırsız imtiyazlar da veriyordu. Yazıda; Çelebi’nin ha­
yatı, Fransız sanatkârlarını etkilediği işlenmektedir. (Çelebi)
(Şark sahnesi), (Türk sahnesi), (Mendil), (Bir tezyin levhası)
gibi gravür ve resimlere yer verilmiştir.» Uzun bir dizi.
471
Orduda Fikri İttihat. «Muhasebe-i askeriye»
Millet. 22, 26.8.1908. «Savaşın kazanılmasında gerekli olan bi­
rimlerden birinin fikir birliği olduğunu çeşitli örneklerle belir­
ten bir dizi. İkinci Meşrutiyet (23 Temmuz 1908)’den sonra or­
dunun politika dışında kalmasını sağlamak amacıyla yapılagelen çalışmalar içinde yer alan bir inceleme.»
472
Ordumuz ve İnkılap. (1-2)
Musavver Muhit. II, 14-36, 15-37, 10.7.1325 [1909] dv. «İkinci
Meşrutiyet (23 Temmuz 1908) inkılabının İmparatorluğu nere­
de bulup, nereye getirdiğini inceleyen bir dizi. İnkılabın hazır­
lanmasına ordunun nasıl itildiği, ordunun bu devrim hareke­
tinde nelere karıştığı. Ordunun politikadan en kısa zamanda çe­
kilmesi gerektiği, aksi halde bunun memlekete getireceği ona­
264
473
rılmaz zararları çeşitli örneklerle gösteren bir araştırma.» îki
uzun dizi.
Orhan Beğ Bursa Önündeİkdam. 8674, 7.5.1921. «Osmanlı devletini ve Osman-oğulları sü­
lâlesini kurmuş ve adını devletine, soyuna vermiş olan Birinci
Osman (Gazi. Saltanatı 1281, 1300-1324) m en büyük emeli, yeni
kurulan Osmanlı devletine Bursa’yı başkent yapmaktı. Bursa’nın kuşatılmasına kademeli olarak başladı. Şehrin girişine ve
çevresine küçük kaleler (Havale) yaparak ve bu küçük kale­
ciklere en güvendiği, gözünü budaktan sakınmaz yiğitleri ko­
mutan yaparak şehrin giriş ve çıkışını kontrol altına aldı. Bir
söylentiye göre bu kuşatma yedi yıl sürdü. Civarda bulunan tek­
furlar temizlendi. Osman Beğ hastaydı. Yerine oğlu Orhan Beği
geçirerek, bir söylentiye göre doğum yeri olan Söğüt kasabasına
çekildi. Anonim tarihlerde yazılı çeşitli rivayetlere göre fetih
müjdesini aldıktan sonra hayata gözlerini yumdu. Uzun yazı di­
zisinde; Bursa’nm tarihteki yeri, Osmanlıların Malazgirt’ten
başlayarak Anadolu’da açılmaları ve Bursa’nm önemi işlenmek­
te ve Orhan Gazi’nin de babasının vasiyetini eksiksiz tamamla­
dığı, Bizans’ı iki koldan kıskaç içine aldığı belirtilmektedir.
Uluslararası ticaretin en önemli antrepolarından biri mevkiine
yükselmiş olan, İstanbul’un hem rakibi ve hem de tamamlayı­
cısı olan Bursa’yı, bugün Bursa Askeri Lisesi’nin bulunduğu yer
olan Işıklar semtinden şehre bakarak Osman Beğ’in dudakla­
rından dökülen vasiyetin de ayrı bir anlamı vardı: Oğul!.. Öldü­
ğüm vakit beni Bursa’da şu gümüşlü kubbenin altına koy.»
Uzun bir dizi.
474
Orhan Beğ’den Fatih’e Kadar. «Para Meselesi»
İkdam. 9633, 26.1.1924. «Osman-oğulları’mn kurulduğu yıllarda
devletin bütçesi bir aile harcaması ve geliriydi. Ganimetlerin
bölünmesi ve. devlet payı üzerinde çok hassas davrandırdı. Bilahara Hassa hâzinesinin kurulması. Hükümdarın bu hazine ve
ganimetler üzerindeki yetkisi. Savurganlıkların önüne geçilme­
si için sürdürülen çabalar. Osmanlı İmparatorluğu devlet mâli­
yesiyle ilgili ayrıntılı bir inceleme.» Uzun bir dizi.
475
Orhan Gazi. (1-37)
İkdam. 8773-8810, 19.8.1921 - 25.9.1921. «Osmanlı Devleti’nin ikin­
ci hükümdarı. Batı kaynaklarına göre Osmanlı İmparatorluğu’265
nun hakiki kurucusu Orhan Gazi (salt. 1324-1360)’nin hayatı.
Söğüt kentinde doğan, yeşeren, gelişen, üç kıt’ada bayrak dal­
galandıracak Osman-Oğulları’nm hikâyesi.» Tefrika.
476
Orhan Gazi ve Paleologlar.
ikdam. 8415, 29.7.1920. «Osmanlı Devleti’nin batılı tarihçilerce
kurucusu olarak kabul edilen Orhan Beğ (salt. 1324-1360)’in Bi­
zans’a karşı uyguladığı politika. Bizans halkının Osmanlı yöne­
timine kısa sürede ısınması ve yaklaşması nedenleri, ilginç hi­
kâyeler içinde gelişen ilişkiler.»
477
Orhan Gazi’nin Zevceleri ve Oğullarıikdam 8765, 8.8.1921. «Orhan Gazi’nin eşleri ve oğullarını, çeşitli
kaynaklara göre inceleyen ilginç bir araştırma.»
478
Osman Gazi’nin Kayınpederi. (1-2)
ikdam. 8869, 8870, 24, 25.11.1921. «Osmanlılarm ilk kuruluş dö­
neminde önemli bir yeri olan Osman Gazi (salt. 1281, 1300-1324)’
nin kaymbabası Ahi Şeyhlerinden ve bilginlerinden Edebali ve
bütün anonim tarihlerde kaydedilmiş, olan rivayetler dizisi.»
479
Osman Gazi’ye Dair.
ikdam. 8906, 31.12.1921. «Osmanlı Devleti’ni ve Osmanoğulları
sülâlesini kurmuş ve admı devletine ve soyuna vermiş olan Os­
man Gazi (salt. 1281, 1300-1324)’nin hayatını bütün ayrıntıla­
rıyla canlandıran bu yazıda, Osman Gazi’nin vefat yeri de araş­
tırılmaktadır.
480
Osmanlı İdaresinde İken Yerli Bir Habeş Valisi.
Cumhuriyet. 7.7.1935. «Süleyman Paşa’nm Yemen Seferi sıra­
sında 1538’de Özdemir Bey tarafından zaptedilip yüzyıllar boyu
Osmanlı yönetiminde kalan Habeşistan. Osmanlı yönetimi. De­
ğişen valiler. Eyalet merkezi olan Souakin’de olaylar. Vali Mus­
tafa Paşa’nm adamlarının açıkça soygunculuğa kalkması üzeri­
ne eyalet merkezi halkının ayaklanması. Osmanlı imparatorlu­
ğumun bir parçası olan Habeş tarihinden, kopan -ve koparılan
parçalardan birinin tarihi.»
481
Osmanlı İdaresinde Kamaniçe.
ikdam. 7388, 5.9.1917. «Evvelce Lehistan Krallığına ait olan, her
türlü kuşatmaya karşı koymaya hazırlıklı Kamaniçe önünde Osmanlı Ordusu. Fazıl Ahmed Paşa (1635-1676)’nm serdarlığı. Re-
266
bia Gülnüş Emetullah Sultan’ın sefere katılması. Zafer şenlik­
leri. Fazıl Ahmed Paşa’nın fotoğraflarıyla değerlendirilmiş bir
inceleme.» İmzasız.
482 Osmanlı İmparatorluğunda Fener Patrikhanesi ve Bulgar Ki­
lisesiTOEM. 15, 8 (85), 1.3.1341 [19251. «Osmanlı İmparatorluğu’nun
kuvvetli olduğu dönemde patrikhanenin hiç bir nüfuzu olma­
dığı. İhaneti kesinleşen herhangi bir Patrik’in ister, rum, ister
ermeni, cezasının idam olduğu. İlk defa patrik idam ettiren ki­
şinin Köprülü Mehmed Paşa (ölm. 1661) olduğu. Patrikhane­
nin zamanla kuvvetlenmesi. Yabancı devletlerle Türkiye hak­
kında, aleyhinde yazışma yapması. Bulgar kilisesinin kurulma­
sı için yapılan çabalar. Osmanlı Devletince bu konuda müsait
davranılması., Kilise binası yapılması yasaklanmış olduğundan
bir (Papaz-hanesi) yapımına müsaade edilmesi. Fener patrikha­
nesiyle, Bulgar kilisesi arasındaki gizli açık mücadele. Bu mü­
cadelenin Osmanlı İmparatorluğuna kazandırdıkları ve kaybet­
tirdikleri.» 73-84 s. Uzun bir inceleme.
483
Osmanlı İmparatorluğunda Meskükât. (1-4)
TOEM. 14, 6 (83), 1.11.1340 [1924], 7 (84), 1.1.1341 [19251, 8 (85),
1.3.1341 [1925], 10 (87), 1.7.1341. [19251. «Sekiz, dokuz ve onun­
cu yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda para konusu. Bu uzun
incelemede; para, bütçe, gelir, isyanlar, hazine yüzünden taht­
tım ve kellesini kaybedenleri görmek mümkün. Bütün ayrıntı­
larıyla bir Osmanlı mâliyesi tarihi.» 358-379, 1-39, 107-127, 227254 s. Uzun bir inceleme.
484
Osmanlı İmparatorluğunu İdare Edenler.
Yedigün. 106, 20.3.1935. «İmparatorlukta ilk dönemde gelen hü­
kümdarların kendilerine göre yüksek düşünüşleri ve uzağı gö­
ren kişiler olduğu. Devletin asıl kurucularının; Yıldırım, Fatih,
Yavuz... gibi ünlü kişilerden oluştuğu. Osmanoğulları arasında
sonradan gelip te koca İmparatorluğu çökertenlerin köken ve
niteliklerinin hikâyesi. Yazı; Üçüncü Murad’ın resmiyle değer­
lendirilmiş.»
485
Osmanlı Miğferleri ve Harb-ı Hâzır.
Harp Mec. II, 18, Nisan/1333 [19171. «Eski savaşlarda miğferin
önemi. Türklerin miğferi bir sanat dalı haline getirmiş olduk­
267
ları. Padişah, sadrâzam ve serdarların giydikleri miğferler. Bu­
gün dahi savaşlarda miğferin birçok hayat kurtardığı ve çeşitli
şekillerinin kullanıldığı. Yazı; Dördüncü Mehmed, Hadım Sinan
Paşa’mn ve Kanunî ile İkinci Selim devirlerinde giyilen miğfer
resimleriyle renklendirilmiş.»
486
Osmanlı Saltanatında Samur ve Amber Devri. (1-36)
Akşam. 1.3.1927- 11.4.1927. «I. Sultan Ahmed (salt. 1603-1617)’nin tek oğlu, Mahpeyker (Kösem) Sultandan 1615’de dünyaya
gelen ve tahta çıktığında 25 yaşına kadar sarayda geçirdiği ka­
fes hayatı yüzünden sinirleri bozulup, akli dengesini hayli yiti­
ren Sultan İbrahim’in hayatı, saray ve çöken Osmanlı İmpara­
torluğu. Girid Adası’nın zaptına girişilmesi dolayısıyla doğan
ekonomik sıkıntılar. Padişahın masallara özenerek hareket et­
mek istemesi, halktan samur, amber vergisi diyerek türlü baha­
nelerle vergi toplatması. Hastalığının artması sonunda tekrar
kafese kapatılması. Oğlu Dördüncü Mehmed (Avcı. salt. 16481687)’nin yerine geçmesi. Saray entrikaları. İbrahim’in tahta
çıktığı zaman Osman-Oğulları’nm, henüz çocuğu olmadığı hal­
de, hayatta bulunan son erkek evladı olması dolayısıyla duru­
mun çok nazik olduğu. Osmanlı İmparatorluğu ve sarayının romanlaştırılmış hikâyesi.— ... Veziriazam, Cellât Kara Ali’yi, so­
pasıyla döve döve Sultan İbrahim’in yanına soktu ve cebren
boğdurdu — .» Tefrika.
487
Osmanlı Siyasetine Dair İki Vesika.
İkdam. 9074, 21.6.1922. «1683’te Osmanlı Devletiyle Avusturya
İmparatorluğu arasında başlayıp İkinci Viyana Kuşatmasının
sonunda Osmanlıların uğradığı büyük yenilgi ve Karlofça şeh­
rinde yapılan anlaşmadan sonra Osmanlı politikasındaki değişik­
likler. Büyük devletlerin Türkiye’ye karşı tutumları. Rusya ve
Lehistan ile ilgili iki önemli belgenin incelenmesi.»
488
Osmanlı Tarihinde İstanbul ve Anadolu. (1-38)
İkdam. 8323, 16.4.1920 - 12.8.1920. «Yüzyıllardanberi sarayı ve İs­
tanbul’u besleyen Anadolu ve Anadolu halkı. Saray ile Anadolu
arasındaki derin uçurum- İsyanların nedenleri. Tarihi olayların
akışı içinde örnekler verilerek hazırlanmış bir tefrika.»
489
268
Osmanlı Tarihinde Kadın.
Yeni Mec. 65, 17.10.1918. «Osmanlı tarihinde kadının tümüyle
mahrem olduğu. Politik hayatta, saray hayatında pek önemli
görevler yöneten sultanların dahi adlarından tarihlerimizde sözedilmediği. Böyle olmakla beraber vakanüvislerin en kapalı
cümleleri arasında dahi kadın nüfuzunun görüldüğü. Saray ka­
dını ile halk kadını arasındaki ayrıcalıklar. Hürrem Sultan, Sa­
fiye Sultan’m nüfuzundan örnekler. Kadın kıyafet ve yaşantısı
hakkında ilginç notlar. Yazı; (Avrat Pazarı), (Üçüncü Selim
zamanında; Sultan ve Şehzade),
(Üçüncü Selim zamanında;
Sultan ve Kızlarağası), (Üçüncü Selim zamanında; Çengiler)
resimleri ve (I. Sultan Hamid) ile (Üçüncü Selim) ’in hatt-ı hü­
mayunları ile değerlendirilmiştir.» Uzun bir dizi.
490
Osmanlı Tarihinde Kadınlar.
Nevsal-i Millî. I, 1330 [19141. «Osmanlı tarihlerinde kadınların
pek etkileri olduğu görülür. Kanunî Sultan Süleyman (salt.
1520-1566)'dan sonra devletin en büyük ricâlinin kadın nüfuzu­
na uyduğu dikkati çeker. Özellikle padişahların yaratılıştan za­
yıf, eski cengâverane ve mertçe düşünüşlerden yoksun oluşu ka­
dın nüfuzunun artmasına yol açmıştır... Saraya devamlı yaban­
cı kadın alındığı, yabancı kadınların döndürdükleri dolapların
hikâye ve örnekleriyle zenginleştirilmiş bir dizi»
491
Osmanlı ve Macar Kanı.
Millet. 69, 12.10.1908. «Osmanlı ve Macar ırkının aynı kandan
geldikleri. Osmanlı-Macar ilişkileri. (Zapolay Yanoş) ve Sul­
tan I. Ahmed (salt. 1603-1617) tarafından Macar Kralı (İsti­
van)’a hediye edilen Taç resmiyle renklendirilen bu yazıda, Osmanlı - Macar ilişkileri bütün ayrıntılarıyla İncelenmektedir.»
Uzun bir dizi.
492
Osmanlılar Akdeniz’e Hâkim İken... (1-2)
İkdam. 7330, 7331, 6, 7.7.1917. «Sokullu Mehmed Paşa (1506-1579)
ve İnebahtı Deniz Savaşı. Onuncu hicri yılda Osmanlı denizci­
liği. Osmanlı ve Fransız ilişkileri. Fransızların Osmanlılara
yaklaşma çabaları. İkinci Selim’in Fransa Kralına mektubu
(nâmesi). Her dönemde ön plânda bulunan Akdeniz egemenli­
ğine ve Osmanlı - Fransız ilişkilerine eğilen bir inceleme.»
493
Osmanlılarda İlk Bütçe. Tarhoncu Ahmed Paşa. (1-3)
Sabah Gazetesi. 4, 8, 11.8.1913. «Osmanlılarda maliye sistemi,
vergi, hazine, ilk kuruluş döneminde bir ev ekonomisi çerçeve­
sinde başlayan devlet gelir ve giderlerinin zamanla çizgisinden
269
çıkması ve tekrar rayına oturtulamaması nedenleri. İlk kez büt­
çe yapmaya kalkışan Ahmed Paşa (ölm. 1653)’ın devleti yağma
etmeye çalışanlarla mücadelesi. Dokuzbuçuk ay süren sadrâzamlığı sırasında aldığı tedbirlerin çok kez gülünç karşılanması.
Hakkında yapılan dedikodu ve söylentilerin en sonunda bu ça­
lışkan sadrâzamı Dördüncü Mehmed’in buyruğuyla ölüme sü­
rüklediği. Osmanlı maliye tarihiyle ilgili uzun bir dizi.»
494
Osmanlılann Avrupalılarla İlk İttifakı.
İkdam. 7175, 1.2.1917. «1720’de, Üçüncü Ahmed’in saltanatı (1703
-1730) ve Nevşehirli Damat İbrahim Paşa zamanında Paris’e
giden, onbir ay sonra başkente dönen Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi (ölm. 1732) ve Fransa tahtında oturan oniki yaşın­
da XV. Louis arasındaki yakınlık. İsveç’le ittifak. Yirmisekiz
Çelebi-Zâde’nin hayatı. İttifakın esasları.»
495
Osmanlılar Lehistan’a Kral Nashederlerken- (1-2)
İkdam. 7, 8.11.1916. «Lehistan seçimlerine Sokullu’nun müda­
halesi. Müthiş İvan’ı tehdit. Fransızların ricaları. Sokullu’nun
tedbirleri. Lehistan tahtının tekrar münhal olması. Üçüncü Mu­
rad (salt. 1574-1595) tarafından Erdel Voyvodası Bathori İstva’nın seçilmesi suretiyle Lehistan’ın himayeye alınması (1575).
Sokullu’nun dış politikada başarısı.»
496 Padişah Kalbi.
İkdam. 7748, 5.9.1918 «Üçüncü Ahmed (salt. 1703-1730) ın Râbia
Sultan’dan dünyaya gelen ve 1774-1789 yıllarında tahtta kalan
Birinci Abdülhamid’i dile getiren içli bir inceleme. Özü Kale­
sinin kurtarılma çabaları sırasında Seraskerle Padişah arasın­
daki yazışmalar. Padişahın üzüntüler içinde geçen ve sonun­
da kaybedilen savaşın teessürü ile felç olan duygulu bir hüküm­
darın saltanat dönemi hikâyesi.»
497
270
Padişahlar ve Hal’ler.
İkdam. 9229, 26.11.1922. «Onüçüncü yüzyıl sonunda, Batı Ana­
dolu’da bir uc aşireti iken sonra beğlik ve nihayet muazzam bir
İmparatorluk kuran ve altıyüz yıl hükümet süren Osmanoğulları’nda tahtından indirilen padişahlar. İlginç olaylar. Haklı,
haksız taht indirmeleri. Cülûs bahşişinin taht değişikliklerinde­
ki rolü. Bu yüzden memleketin uğradığı kayıplar. Osmanlı tah­
tıyla ilgili ilginç bir inceleme.»
498 Padişahlarımızda Av Merakı.
îkdam. 9056, 3.6.1922. «Osmanlı hükümdarlarından avlanmaya
meraklı olanlar. Av partilerinin hazırlanması' Avcı lâkabıyla
ünlü Dördüncü Mehmed (salt. 1648-1687)’in Edirne’de avlan­
ması ve avlanma hazırlıkları. İlginç olaylarla değerlendirilmiş
. orijinal bir konu.»
499 Pamuk Kalesi. «Anadolu’da Eski Türk Şehirleri»
Yedigün. 233, 25.8.1937. «Pamuk-Kale’nin kurulduğu günden bu
yana tarihi. Yazı; kentin bir tablosuyla renklendirilmiş.»
500 Para.
Dersaadet Gazetesi. 88, 11.10.1336 [19201. «Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünde, ahlâkın zayıflamasında başlıca rolü oyna­
yan ve politikacıların elinde bir oyuncak olan paranın hikâyesi.
Bütçeyi düzeltmek, isyanları önlemek. İmparatorluğa çeki-dü •
zen verıiıeğe çalışanlarla, mühüre sahip olmaktan başka bir şey
düşünmeyen iki ayrı karakterde sadrâzamlar. Paranın Osmanlı
İmparatorluğu’nun çöküşünde büyük bir rol oynadığını belge­
leyen çeşitli örneklerle değerlendirilmiş bir inceleme.»
501 Pasarofça Muahedesinden Sonra Viyana’ya Sefir İzâmı.
TOEM. 7,40, 1.10.1332 [1916], «AvusturyalIlarla imzalanan Pa­
sarofça Anlaşmasından (1718) sonra AvusturyalIlar tarafından
İstanbul’a (Vermond), Devlet-i Osmaniye tarafından da İbra­
him Paşa’mn Viyana’ya elçi olarak gönderildiği (1718). İbrahim
Paşa’nm bu elçiliği esnasında yanında görevli olarak bulunan­
lardan birinin bir seyahatname yazdığı. Ayrıntıları yönünden
çok önemli olan bu seyahatnamenin Prof. Dr. F. Kraelitz tara­
fından Alman diline çevrildiği ve birçok dip notlarıyla zengin­
leştirilerek Viyana’da basıldığı. Yazar, bu seyahatnameyi dili­
mize çevirmiştir.» 211-227 s. Makalenin kapaktaki adı: «1131’de
Viyana’ya Sefir İzâmı» dır.
502 Pasarofça Müsalâhası Akdedilirken. Mart 1715-Mart 1718.
Yeni Mec. 35, 14.3.1918. «(Belgrad) felâketinden sonra kesinlik­
le gereken barış. Ordu’nun durumu. Barış görüşmeleriyle bir­
likte İstanbul’da başlayan korkunç bir yangın. Pasarofça Barış
Anlaşması (1718)’nın imzalanması. Yazı; (Pasarofça Barış An­
laşması için Üçüncü Ahmed’in Nevşehirli İbrahim Paşa’ya Hatt-ı
Hümayun’u), (Balkanlar’da Osmanlılar), (Sultan Ahmed Mey­
danı) resim ve fotokopileriyle değerlendirilmiştir.»
271
503 Pasarofça Sulhiinden Sonra İstanbul.
Yeni Mec. 37, 28.3.1918. «Yayınlanmamış belgelerden yararlanı­
larak hazırlanan bu yazıda; Osmanlılar ile Venedik -Avustur­
ya kuvvetleri arasında (1715-1718) yıllarında süregelen ve
1718’de Semendere ile Moravo Suyunun doğusunda bulunan
Pasarofça’da imzalanan barış anlaşmasından sonra İstatıbul ve
Osmanlı İmparatorluğu. Anlaşmanın imzası sırasında Edirne’de
bulunan Üçüncü Ahmed’in İstanbul’a gelişi. Hükümdarın "özel
hayatı. Padişah’ın aile hayatından zevk duyduğu. Damadı ve
sadrazâmı İbrahim Paşa’ya olan güveni ve aralarındaki yazış­
maları. Barışa susamış olan İstanbul’un bir bayram havasına
büründüğü. Yazı; (Lâle Bahçesi), (Göksu’da İstanbul Hanım­
ları), (Eski İstanbul Kahvehaneleri), resimleri ve (Üçüncü Ah­
med’in Hatt-ı Hümayun) tıpkı basısıyla değerlendirilmiş.»
504 Patrona Halil. «Tarihî Simalar: I»
Şehbal. 73,1.4.1329 [1913], «Üçüncü Ahmed (salt. 1703-1730)in
tahttan inmesiyle son bulan, Osmanlı tarihinde Lâle Devri diye
adlandırılan bir devre son veren isygnda elebaşı olan kişi. İs­
yanın en hareketli, en cesuru, en serkeşi ve en cahil bir üyesi. 28
Eylül 1730 günü başlayan ve hükümetin gafleti yüzünden bü­
yüyen ve memlekete çok pahalıya malolan bir başkaldırmanın,
kanlı bir isyanın hikâyesi. Bir hamam tellağının, mensup oldu­
ğu geminin adını kendisine lâkap edinen bir serkeşin ibret ve­
rici hayat hikâyesi. Âsileri destekleyen bilginler. Saraya hü­
cum eden, çarşı ve pazarı yağmalayan bir sel. Bu sele yeniçeri­
lerin de katılması. Üçüncü Ahmed’in tahtını korumak amacıyla
âsilerin isteğine uyarak biricik damadı, tavsiyelerinden dışarı
dahi çıkmadığı Nevşehirli’nin başını vurdurması. Bütün bunla­
ra rağmen, daha da şımaran âsiler. Patrona ve arkadaşlarının
1,5 yıl devleti yöneltmeleri. I. Mahmud (1730-1754) tarafından
bu kanlı ve aşağılık maceraya sön verilmesi. İbret verici bir is­
yan. Gaflet uykusunda bir devlet. Çöken bir İmparatorluğun
panoraması.»
505 Peçevî İbrahim Efendi. «Müverrihler, allâmeler). (1-2)İkdam. 6158, 6161, 14, 17.4.1914. «Tarihçiler arasında kısaca (Pe­
çevî) olarak adlandırılan İbrahim Efendi (1574-1650)’nin haya­
tı ve eseri. Macaristan’da Mohaç ve Zigetvar arasında Peçevî
kasabasında doğmuş on altıncı yüzyılın ikinci yarısı ile onyedinci
272
yüzyılın ilk yarısında yaşamış bir okur kişi. Seferlere katılmış,
Tiryaki Haşan Paşa gibi önemli kişilerle tanışmış, çeşitli olayları
görmüş, pek çok yer dolaşmış, defterdarlık gibi önemli görev­
lerde bulunmuş, Macar dilini bildiğinden ötürü de bir kısım
barış görüşmelerine katılmış. Yazdığı tarihin en önemli yeri ve
yönü; yaşadıklarını, gördüklerini renkli bir üslûpla dile getirip
günümüze aktarması. 1520-1648 yılları olaylarını kapsayan ese­
ri; Kanunî Süleyman’dan başlayarak IV. Mehmed’in taht’a geç­
mesine kadar gelir. Yazar bu dizide bir yönden bir tarihçiyi,
diğer yönden de İmparatorluk yaşantısını işlemiştir.»
506 Peçevî Hakkında Notlar.
Kitap Belleten. I, 12, Mart/1962. «Peçevî, müverrihlikte seçkin
bir kişiliğe sahipti. Onun gözünde tarih, ecdadının büyüklüğü­
nü, yüceliğini canlandıran bir dasitândı. Vatanın güzelliklerini,
gazilerin cesaretini, Milletin kahramanlıklarını, ancak tarihte
okumak mümkündü... Bir tarihçimiz, bir diğer tarihçimiz Pe­
çevî İbrahim Efendi (1574-1650)’yi anlatıyor.» Hoca’nın ölümün­
den sonra aktarılmış.
507 Pompadur. «Tarihe geçen güzel kadınlar»
Yedigün. 44, 10.1.1934. «Fransa tarihinde, XV. Louis’in haya­
tında önemli yeri olan Mm. d’Etiolles, yeni adıyla Mm. de Pompadour’un hayat hikâyesi. Orta sınıf halktan gelen bir kadının
Kralın sevgilisi katma yükselişi. O dönemde Fransa ve Paris’­
teki yaşantı. Yazı; Markiz unvanını da alan Pompadour’un iki
resmiyle değerlendirilmiş.»
508 Peşte’de Namına Heykel Dikilen Türk Kumandanı.
Cumhuriyet. 4.9.1932. «Viyana bozgunu 12.9.1683’te olmuş, ba­
rış 26.1.1699’da imzalanmıştır. Geçen 15 yıl, 4 ay, 14 günlük süre
içinde Osmanlılar geri çekilme ve mağlubiyetin acı buruklu­
ğunu tatmışlardır. Bu süre içinde birer birer düşmanların eline
geçen kalelerimizin her biri bir kahramanlık destanı yazmıştır
tarihlerimize. Bunlardan biri de Budin beğlerbeği vezir Abdurraman Abdi Paşa ve yanında kaleye kapanan 16 bin Türk. Müt­
tefikler, bir evvelki yılki Budin başarısızlığını tekrarlamamak
için çok güçlü kuvvet, tam bir Haçlı kuvveti olarak çeşitli duka­
ların komutasında 90 bin kişilik ordu ile 2 ay 14 gün kuşattılar.
273
Şâh-ı İs lâ m ’ı dileriz Budin'e
Nazar-ı m erham et kıla bu dîne
diyerek IV. Mehmed’in ordunun başına geçmesini yakman halk
şairleri, 2.9.1686’da kalenin düşmesinden sonra da;
A ld ı N em çe bizim nâzlı Bu din’i
diyerek yakardılar. Kalenin düşmesinin başlıca nedeni, bir isa­
bet sonucu 36.000 kantar barutun infilakı ve 4.000 askerimizin
şehit olmasıydı. Tarihler, Tuna Nehrinin o anda ters aktığını
yazarlar. 18 genel hücumu püskürten o meçhul kahramanlar
için düşmanları heykel dikerek o levhayı bir kez daha ebedi­
leştiriyorlardı.»
509 Prens Bismark’ı Ziyaret.
Mec. Ebüzziya. X IX, 87, 1317 [1901], «Bismarck (Otto-EdouaröLepold, Prens: 1815-1898) Alman Birliğini ve İmparatorluğunu
meydana getiren ünlü Alman devlet adamının özel yaşantısı.
Resmiyle renklendirilmiş olan bu yazıda; başındaki büyük ke­
çe şapkadan ,nefti çuhadan iri takkesinden, ağaçları sevmesin­
den ve aşılamaya kadar her şey var bu yazıda.» Çeviri.
510 Prens Sabahattin Bey.
Millet. 20, 24.8.1908. «Meşrutiyetten sonra toplum hayatına dair
bazı düşünce ve eserleriyle tanınan, babası Mahmud Celâlettin
Paşa ile birlikte 1899’da Avrupa’ya kaçan ve uzun süre yurt dı­
şında kalan, Osmanlı devrimini hazırlamak için çalışan Prens
Sabahattin Bey (1877-1952)’in hayat dizisi. Yazı; fotoğraflarıyla
renklendirilmiş.»
511 Preveze Muharebesi. Barbaros Hayreddin PaşaServetifünûn. 1000, 22.7.1326 [19101. Onaltmcı yüzyılda Akde­
niz’de Türk hâkimiyetini hazırlayan büyük Türk Amirali Bar­
baros Hayreddin Paşa (Hızır Reis Gazi: 1473-1546)’nın hayatın­
dan parçalar. 1538 Eylül ayının 28’inde Venedik Cumhuriyeti’nin en ünlü kaptanı ve o yıllar Akdeniz’in namlı kaptanı sayı­
lan Amiral Andrea Doria’yı Preveze deniz çenginde yenmesi.
Venedik deniz egemenliğinin en az iki yüzyıl silinmesi. Büyük
denizciler yetiştirmesi. Büyük bir deniz savaşının hikâyesi ve
büyük bir denizcinin hayat dizini.»
274
513
Psellos.
Akşam. 19.3.1937. «Onbirinci yüzyılda Bizans sarayında yaşa­
yan, imparatorluğun bütün sırlarını öğrenen ve bu bildiklerini
objektif bir kalemle (Tarih) adlı kitapta toplayan, tarihçi ve
filozof Psellos’un hayatı ve Bizans’ın kapalı dehlizlerinde dola­
şabilme. Uzun yazı; İmparator IV. Romanons’un resmiyle de­
ğerlendirilmiş»
514 Rafızilik ve Bektaşilik. 1558-1591. «Osmanlı Devrinde»
Darülfünun Ed. Fak. Mec. VIII, 2, Nisan/1932. «Türkiye’de dinî
hareketler iki noktada açık bir şekilde kendini gösterdi. Evvelâ
Rumeli’de Bektâşilik’le, daha sonraları Anadolu’da Râfızilik...
Bektâşilik, Osmanlı yönetiminde, uygun bulundu, onandı ve
hatta babaları ağırlandı ve yüceltildi. Fakat Râfızilik, acem düş­
manlığı ile bir sayıldığı için, yayılmasına hiçbir zaman mey­
dan verilmedi. Daima kanla ve ateşle bastırıldı. Yazı; «Karesi
ve Biga sancaklarında Çırpan-oğlu’nun softalarıyla beraber is­
yan ettiğine dair», «Bayramlarda ışık taifasmın kös ve nakkare
çalarak şehirlerde gezmemelerine dair» ve benzeri 54 adet hatt-ı
hümayun’un matbaa harfleriyle dizilmiş örnekleriyle değerlen­
dirilmiştir.» 21, 59 s. Uzun bir inceleme
515 Rakoçi Ferenç. «Heykelinin açılması töreni münasebetiyle»
Akşam 21.5.1937. «Macar tarihinde Hunyadi Yanoş’tan sonra en
tanınmış ve en çok anılan siması Rakoczy Ferenc (1676-1735) ’ın
hayat hikâyesi. Uzun dizi içinde Macar ve Avrupa politikası
Macaristan’ın bağımsızlığı için çabaları. AvusturyalIlarla mü­
cadelesi. Osmanlı-Avusturya savaşı (1716-1718)’nda Erdel Kralı
nasbedilmesi. Savaş sonu Pasarofça Anlaşması sırasında Avus­
turyalIların Türkiye’ye sığınmış bulunan Rakoçi’nin ısrarla
kendilerine teslimini istemeleri. Kabul edilmeyerek ilk kez Bo­
ğaziçi’nde (Yeniköy) de, bilahara Tekirdağ’da (Rodosçuk)’ta
oturduğu, tercüman olarak İbrahim Müteferrika ile birlikte ça­
lıştığı. Türk -Macar yakınlığının nedenleri.»
516 Ranke. «Alman müverrihleri»
Yeni Mec. 20, 22.11.1917. «Leopold Von Ranke, 19. yüzyıl ünlü
Alman tarihçisinin hayatı (1795-1886). 1825*1871 yılları arasında
Berlin Üniversitesinde profesör. 1841’de devletin resmî tarihçi­
si. Bir süre Venedik’te eski belgeler üzerinde çalışır. Dünya ta­
rihi adlı eserini bitiremedi. Eserleri arasında (Osmanlı-İspan275
ya) ilişkilerine (1827) ait eseri değer taşır. Modern tarih an­
layışı onunla olgunluğa ve metod sağlamlığına kavuştu deni­
lebilir.»
517 RaşidYeni Mec. 53, 18.7.1918. «Hem değerli bir şair, hem ünlü bir ta­
rihçi, 1729’da İran elçisi, 1734’te Anadolu Kazaskeri olan vakanüvis (Mehmed Raşid) Efendinin (ölm. 1735) hayat dizisi.
Şair mi?.. Müverrih mi?., olduğu tartışılan Raşid’in biyografi­
si içinde Damat Nevşehirli İbrahim Paşa’nm sadâret yılları tür­
lü ayrıntılarıyla yer almaktadır.»
518 Râziye Kalfa. «Tarih ve kadınlar»
İkdam. 9725, 28.4.1924. «İkinci Selim (1566-1574) döneminde
sarayda nüfuz ve becerikliğiyle ön plâna geçen Râziye Kalfa.
Safiye Sultan’m sırdaşı olacak kadar sarayda nüfuz ve söz sa­
hibi olması. Kalfa’nın hayat hikâyesi içinde Topkapı Sarayının
tüm merak çeken yaşantısı.»
519 Râziye Kalfa.
İkdam. 11393, 10.1.1929. «Üçüncü Mehmed (1595-1603)’in tahta
çıkış günü. Râziye Kalfa’nm cülûs şerefine boğdurulan 19 şehzâdenin ölümüne tanıklık edenler arasında bulunması. Sarayın
en cünbüşlü günlerinde Safiye Sultan’la geçen renkli ömrü. Bu
hayat dizisi içinde sarayın iç dünyası.»
520 Revân Kasrında.
İkdam. 8509, 15.11.1920. «Topkapı Sarayı binaları içinde önemli
bir yeri olan Revân Köşkü. Yapılması, tarihi, içinde geçen
önemli olaylar. Dördüncü Murad (salt. 1623-1640) ’ın bu köşke
olan tutkusu. Ve... bu hükümdar döneminde ilgi çeken bazı
olaylar, ilginç levhalar.»
521 Rum Mehmedİkdam. 8083, 11.8.1919. «Sultan Murad (salt. 1623-1640) dönemi
isyanlar. Rum Mehmed’in âsiler arasındaki yeri. Affa uğraması.
Yeni isyanlar ve isyancılar arasında Konya’ya hâkim olan bir
sipâhi zorbası.»
522 Rumelihisarı. «Kafes ve ferace devrinde İstanbul»
Akşam. 24.4.1936. «Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul kuşatma­
sını başarıya ulaştırmak amacıyla, daha önceki kuşatmalardan
ders alarak, deniz yolunu kontrol altına almak için ünlü mi276
mar Muslihiddin’e yaptırdığı (26 Nisan 1452 - 28 Ağustos 1452)
görkemli Rumelihisarı’nm ayrıntılarıyla tarihi. Fatih 50 bin ki­
şilik bir ordunun başında 5 Mart 1452 pa:?ar günü bugün kale­
nin bulunduğu yere gelmiş, hisar’ın yerini bizzat tayin etmiş,
orada bulunan —Saint Michel— kilisesini de yıktırarak, ağustos
sonlarına kadar kalıp inşaata bizzat, nezaret ederek ortalama
3-5 bin işçi ve 10.000 yamak çalıştırmak suretiyle dört ayda
bitirilmiştir. Boğaz’ın 700 metrelik en dar yerinde kurulan hisar’m plânlarını Mimar Muslihiddin çizmiştir. Hisar’ın genel
durumu, Peygamberimizin arap harfli yazıdaki adı şeklinde ol­
duğu ve her —mim— harfinin yerine bir kule kurulduğu, —hâ—
ve —dal— harflerinin yerlerine de birer istihkâm yapıldığı
hakkında bazı tarihlerde şüpheli rivayetler vardır. Hisar duvar­
larının kalınlığı 20 -25 ve üzeri kurşunla örtülü kulelerin du­
var kalınlığı da 30-32-35 kadem olarak gösterilir. Boğaz-kesen
ve Laimokopas=dalgakesen adlarını da taşır. İnşaatın masrafı­
nı Çandarlı Halil, Zağanos ve Sarıca Paşalar üzerlerine almışlar,
sırtlarında taş taşıyarak işçileri teşvik etmişlerdir- Yedikule sur­
larının onarım ve genişletilmesi son buluncaya kadar Rumelihi­
sarı siyasî suçlular için hapishane olarak da kullanılmıştır. Gedik
Ahmed Paşa da bir süre burada tutuklu kalmıştır. Sonraları,
idam olunacak kapıkulu askerlerinin buraya gönderilerek boğ­
durulup denize atılması âdet olmuştur. Uzun yazı dizisi; hisar’ın yüzyıl evvelki durumunu gösteren resmiyle renklendirilmiş.»
523 Rusya ve Avusturya’ya Karşı 1148-1152 Seferi. (1-3)
Darülfünun Ed. Fak. Mec. V, VI, 4-5, 1, 3 (Mart-Hz. 1927, Ocak
1928, Ağ. 1928). «(1148-1152 : 1735-1739) Rusya ve Avusturya se­
ferlerinin nedenleri. Oluşu. Sonucu. Yazı; Hazine-i Evrak bel­
gelerinin incelenmesi sonunda yazılmış ve matbaa harfleriyle
dizilmiş (Kaptan Paşa)’ya, (Derya Kaptanı Vezir Elhaç Mehmed Paşa), (Silistre Sancağı Alay Beği), (Trabzon Valisi Yah­
ya Paşa)’ya yazılmış konu ile ilgili (197) hüküm ile değerlen­
dirilmiş.» 389-445, 52-122, 359-445 s. Uzun bir dizi.
524 Rüşvet Alan Padişahlar.
Yedigün. 238, 29.9.1937. «Rüşvetin tanımı. Osmanlı İmparator­
luğu tarihinde rüşvetin başlangıcı olduğu kabul edilen Üçüncü ,
Murad (salt. 1574-1595) ile, Kızıl Ahmetlu’ların intikamını al­
maya yeminli Şemsi Paşa’nın bütün anonim tarihlerde yer alan
ünlü rüşvet olayı. Devam edegelen hediye alıp vermelerinin
277
nerelere kadar uzandığı. Sarayın savurganlığının rüşvet üzerine,
etkileri. Osmanlı tarihinde şeyhülislâmlara kadar uzanan rüşvet
hastalığının İmparatorluğu nereye götürdüğünün hikâyesi.»
525 Rüşvet ve Defterdarlar. «Para meselesi»
İkdam. 9662, 24.2.1924. «Osmanlı İmparatorluğu’nun kökünü
hırpalayan para konusu ve rüşvet. İbşir Mustafa Paşa (16071653)’nın sadâreti. Ayşe Sultan’la evlenerek saraya damat ol­
masıyla birlikte saraya hediye adı altında verilen her şeyle
amansız bir mücadele. Piyasadan ayarı bozuk akçelerin top­
lanması. Bu mücadele sonunda; rüşvet verenlerle, rüşvet alan­
ların üstün çıkmalarının hikâyesi.»
526 Sa’ad-abâd.
Yeni Mec. 11, 20.9.1917. «Damat İbrahim Paşa (Nevşehirli. Ölm.
1730)’nın sadâretinin yurda barışı, İlmî çalışmaları, batı ile
yakınlaşmaları getirmekle beraber, Üçüncü Ahmed (salt. 17031730) ile beraber zevk ve safaya kaydıklarına işaret eden ya­
zar; Sa’ad-abâd eğlencelerini bütün ayrıntılarıyla anlatmak­
tadır. Yazı; (Lâle devrinde Sa’ad-abâd), (Onikinci yüzyılda
Sa’ad-abâd) resimleri ve şair Nedim’in o devri dile getiren çe­
şitli şiirleriyle değerlendirilmiştir.»
527 Sadabat AlemleriYedigün. II, 79, 12.9.1934. «Onaltmcı yüzyıldan başlayarak Kâ­
ğıthane ve civarı. Taci-Zâde Cafer Çelebi’den aktarılmış şiir­
ler. Onyedinci yüzyılda görünüşü Evliya Çelebi’den. Üçüncü
Ahmed (salt. 1703-1730) ve sevgili sadrâzamı Damat İbrahim
Paşa zamanında Sadabat âlemleri. Renkli resim ve şiirlerle
değerlendirilmiş bir dizi.»
528 Sadâret ve İhanet. (1-3)
İkdam. 8528-8530, 5, 6, 7.1.1920. «Sadârette bulundukları sırada
devletin güç ve itibârını arttıranlarla, ihanet edenlerden ilginç
örnekler. İkinci Ahmed (1691-1695)’in sadrâzamları. Köprülüzâde Fazıl Ahmed Paşa ve diğerleri. Şeyhülislâm Feyzullah
Efendi’nin hükümdar üzerindeki nüfuzu ve tahtını kaybeden
bir hükümdarın durumu, ilginç .örneklerle değerlendirilmiş
bir dizi.» Uzun bir inceleme.
529 Safiye Sultan.
Bütün Türkiye. 11, Nisan/1951. «Asıl adı (Bafo) Safiye Sultan’
278
ın saraya ve Osmanlı padişahları arasında kadına en düşkün,
yüzoniki evlada sahibolacak, ölümünde 19 kadın gebe, saz ve
eğlence düşkünü, şair bir padişahın koynuna girişinden başlaya­
rak süregelen bir hayat hikâyesi. Üçüncü Murad (1574-1595)
döneminde devlet politikasında söz sahibi olması ve kocasının
ölümünden sonra da sessizce olaylara meydan vermeden Üçün­
cü Mehmed (1595-1603)’i saraya getirerek tahtta çıkarmayı sağ­
laması. Genç, güzel, fettan ve o nisbette zeki bir hükümdar
eşinin hayat dizisi ve Osmanlı İmparatorluğu.» Ölümünden son­
ra aktarılmış.
530 Saint Elen’de Napolyon.
Mec. Ebüzziya. XIX, 86, 1317 [19011. «Napolyon’un (Saint Helena : Saint Elen) Adasına gelişini anlatan bu notlar, muhafız­
lardan birinin kızı tarafından yazılmış (... Bu kadar olağanüstü,
bu derece etkili bir çehre gördüğümü hiç hatırlamıyorum. Napolyon’ün bütün resimleri Napolyon’a dair az bir düşünü ver­
mektedir. Fakat hiç bir fırçanın tasvir edemeyeceği bir şey var­
sa o da Napolyon’un tebessümü, nazarlarının etkisi-.. Koyu kum­
ral saçları bir çocuğun saçları kadar nazik, ipek gibiydi. İhti­
mal ki bir erkeğe böyle bir saç çoktu...) Tamamiyle görgüye
dayanan bir günlük içinde Napolyon Bonapart’ın sürgündeki
yaşantısı.» Çeviri.
531 Saint-EIen’de Napolyon.
Musavver Fen ve Edep. XIV, 14, 17, 4.12.1899. «Yukarıdaki çe­
virinin aynı.»
532 Said Paşa Yalısı. «Kafes ve ferace devrinde İstanbul»
Akşam. 14.6.1936. «İkinci Mahmud döneminde (1808-1839) Bo­
ğaziçi’nin en güzel ve görkemli yalılarından biri olan Said Pa­
şa yalısının, Boğaz’m hikâyesi. Hikâyeler, şiirler, aşklar, dedi­
kodular arasında bir yalı. Resmiyle renklendirilmiş.»
533 Saltanat Devrinde Şeriat Hâkimleri. «Tarih musahabeleri»
İkdam. 10270, 10.11.1925. «Saltanat döneminde ulusal bağlardan
ziyade dinî ve mezhebi bağların her şeyin üstünde tutulduğuna
değinen yazar, şeriat hâkimlerinin kararlarındaki iyi ve kötü
yönleri, çeşitli uygulamaları, örneklerle göstermektedir.»
534 Saltanat Hırsının Yaptırdığı Cinayetler.
Cumhuriyet. 14.2.1936. «Saltanat hırsı ve diğer ihtiraslarla kar­
279
deşlerini ve hatta kendi oğullarını öldüren Osmanoğullarının
hikâyesi. Yıldırım (salt. 1389-1402)’nin Kosova Zaferi (1389)’m
ardından kardeşi Yakup Çelebi’yi öldürtmesinden başlayarak,
Eğri Fatihi Üçüncü Mehmed (salt. 1595-1603)’in 19 erkek kar­
deşini boğdurması, 24 kız kardeşini Eski-Saray’a hapsetmesine
ve daha gerilere kadar uzanan ve uzayan bir inceleme.»
535 Sapanca-İzmit Kanalı. «Tarih musahabeleri»
Cumhuriyet. 24.11.1934. «Bu işe ilk başlayan Kanunî (salt. 15201566) zamanında, Koca Mimar Sinan Ağa oldu. İhtiyacı doğu­
ran, İstanbul’un odununu temin etmek meselesiydi. İstanbul’da
daima odun sıkıntısı çekilirdi. Sapanca Gölü İzmit’e akıtılacak
olursa, oraların her bahar zümrüt rengi olan ağaç denizinden
odun .ve kereste İzmit’e kolayca taşınabilecekti. Mimar Sinan’
m tahminine göre —İznikmit Ayan gölü ki Sapanca kasabası
kenarındadır, cümle bin zirâ yerler mesaha olunup kazılıp Ha­
lice ilhak eylemek tasmim edip suyu akıtmak— güç bir iş de­
ğildi... Aradan yıllar geçti. Bu sefer sadrâzam Yemen Fatihi
Sinan Paşa bu işi başarmağa kalktı. Mimar Sinan halefi Da­
vud’u ve onunla beraber çalışan bütün —Mühendisan-ı rüzigâr—’ı topladı. Bu işi gayet az para sarfedilerek yapmağa te­
şebbüs etti... Üçüncü Murad (salt. 1574-1595)’i bir sözle kandır­
dılar ve kanalın açılmasını uygun bulmadı. 1653’te Köprülü’
nün sadâretinden iki yıl evvel bu iş tekrar ele alındı. 1758’de
bir kez daha. Beş kere teşebbüs edilmiş, fakat başarılamamıştı.» Uzun bir dizi.
536 Saray Faciaları. Turhan Valide’nin Saltanatı. (1-81)
Akşam. 3.5.1927 (3073) — 21.8.1927 (3180). «(Osmanlı saltanatı­
na bir papaz kızıyla, yabancı ırktan gelen bir hâseki hâkimdi;
Turhan Sultan’la, Kösem Sultan..). «Sipahiler Deli İbrahim (salt.
1640-1648)’i öldüren viizeranın katlini isteyince vüzera, ulema
ve Ocak da canlarını kurtarabilmek için sipâhilerin öldürül­
melerinin şeriat yönünden yasaklanmadığına —mübah— oldu­
ğuna dair bir fetva çıkardılar..», (Sultanahmed Meydanı kanlı
başlar, lime lime vücudlar, can çekişen sipâhilerle doldu..).
Sultan İbrahim’in gözdesi ve Dördüncü Mehmed’in annesi olup
32 yıl devlet işlerine hâkim olan fakat fazla haris ve kötü yü­
rekli bir kadın olmadığından memlekete fazla zararı dokunma­
yan, özellikle Mimar Kasım Ağa vasıtasıyla tanıdığı Köprülü
Mehmed Paşa’yı sadrâzamlığa getirmek ve onun istediği ko­
280
şulları kabul etmek suretiyle bir süre İmparatorluğu ayakta
tutmayı sağlayan bir aileye yardımcı olan Hatice Turhan Sul­
tan (1627-1682)’ın hayat hikâyesi. İmparatorluğun buhranlı
bir dönemi bütün ayrıntılarıyla anlatılmaktadır.» Tefrika.
537 Sart- «Eski Türk şehirlerinden»
Yedigün. 237, 22.9.1.937. «Anadolu’nun batı kıyısında, milâttan
önceki yıllarda zenginliğin sembolü olan Lidyalıların başkenti
olan Sart şehrinin hikâyesi. Son hükümdarı Krezüs’ün ve ona
unutamayacağı ibret dersini veren Solon’un da yer aldığı (Lidya’yı ve bu ülkenin zengin hükümdarı Krezüs /M.Ö. 560-549/’ü
ziyarete gelen ve devamlı zenginliğinden sözeden hükümdara
Solon’un verdiği cevap bütün tarihlerde yer almıştır: Ben insan
ömrünü yetmiş yıl sayarım. Bu yıllar birçok günlerden oluşur.
Fakat hiç bir gün ne mutluluk ne de felâket yönüyle birbirine
benzemez. Ey Krezüs!.. İnsan geçicidir. Sen bugün vakıa zen­
ginsin ve birçok insanlara hâkimsin. Fakat hayatının ne su­
retle sona ereceğini bilmeden bana soru ettiğin şeye nasıl cevap
veririm?.. Bir insanın mutluluğu ölümünden evvel nasıl tak­
dir olunur?). Persler, Lidyalılan mağlup ederek Sart şehrini
aldıkları zaman, Küçük Asya’nın en zengin hükümdarı olan
Krezüs’te Pers Kralına tutsak olurken, Lidya Devleti de ta­
rihten silinir. Yazı; Sart’ın ünlü bir tablosuyla değerlendiril­
miş.»
538 Sedan Vak’ası.
Mecmua-i Ebüzziya. XIX, 86, 1317 [1901], «Yüzyıllar boyu sü­
rüp giden Alman-Fransız anlaşmazlıklarından bir yaprak. Üçün­
cü Napolyon (1808 - 1873) ’un 1 Eylül 1870’de ordusuyla birlikte
Almanlara tutsak olması. Tutsak bir İmparatorun pazarlık ma­
sasındaki yeri. General Molteke’nin bütün Fransız ordusunu
savaş tutsağı olarak kabullenmek istemesi. İbret verici hazin
bir mağlubiyetin hikâyesi.» Prens Bismark’tan çeviri.
539 Sedan Vak’ası.
Musavver Fen ve Edep. 8, 10, 12, 23.11.1899. «Aynı dizi.»
540 Selçuk Hatun- «Tarihte kadın simaları»
İnci. 17, 1.6.1336 [19201. «Osmanlı hükümdarlarının beşincisi,
Yıldırım Bayezid’in altı oğlundan biri Çelebi Sultan Mehmed
(salt. 1402, 1413-1421)’in kız kardeşi Selçuk Hatun. Osmanlı
281
prenseslerinin genellikle Anadolu Beğleriyle evlendirmek sure­
tiyle politik bir bağlantı kurulduğu. Selçuk Hatun’un evlenmesi
sırasında da Osmanlı İmparatorluğunda, 1402 Ankara mağlu­
biyetinden sonra kardeşler arasında taht kavgasının sürdüğü.
Bu çeyrek yüzyıl içinde Anadolu’daki beğlikleri ve zarif bir
Osmanlı Prensesini konu alan bir inceleme.»
541 Selimiye Camii. «Kafes ve ferace devrinde İstanbul»
Akşam. 11.9.1936. «Üsküdar’da bir semte adını veren Selimiye
Topçu Kışlasının bir parçası olan Selimiye Camii. 1804’te hiz­
mete açılan bu ibadet yerinin bir askeri yer olduğu. Kitabesin­
den başlayarak, bahçesindeki kestane ağaçlarına kadar uzanan
bir inceleme.»
542 Seyyit Ali Efendi ve Mm. Tallien.
Yedigün. 54, 21.3.1934. «Üçüncü Selim (salt. 1789-1807)’in daimî
elçisi Morali Esseyit Ali Efendi (ölm. 1809)’nin Paris’te geçen
üç yıllık (Tem. 1797) hayatı. O yıllarda Paris. Directoir yöne­
timinin en gözde kadınlarından Mm. Taillen’in yaşantısı. Sa­
lonu ve seçkin davetlileri. Türk elçisiyle olan ilişkileri. Yazı;
elçinin bir portresiyle değerlendirilmiş.»
543 Silâhdar Fındıklıh Mehmed Ağa. (1-2)
İkdam. 5, 6.1.1921. «(Silâhdar tarihi) adlı ünlü tarihiyle tanınan
ve İstanbul’da Fmdıklı’da- doğduğundan dolayı bu adı da kul­
lanan Mehmed Ağa (1658-1723)’nm hayat hikâyesi. Dördüncü
Mehmed, İkinci Süleyman, İkinci Ahmed, İkinci Mustafa ve
Üçüncü Ahmed zamanında sarayın içinde ve bu beş hüküm­
dara yakın yaşamış, Merzifoni Kara Mustafa Paşa ile birlikte
İkinci Viyana kuşatmasına gitmiş, İkinci Mustafa'ile Avusturya
seferinde bulunmuş, (Edirne vak’ası) nı ve daha birçok olay­
ları görmüş ve içinde yaşamış olduğu cihetle tarihi, ilk kaynak
olarak ayrı bir önem taşır. 1654-1703 yılları arasını kapsayan
tarihini nasıl yazdığı. Kaynakları, Osmanlı tarihleri arasındaki
yeri bütün ayrıntılarıyla gösterilmiş.»
544 Sinan- Büyük Bir Türk Sanatkârı.
Akşam. 31.3.1932. «Mimar Koca Sinan’ın ölümünün 344 ncü dö­
nüm yılı dolayısıyla dört uzun sütun bir inceleme. Nerede doğ­
du, nasıl yetişti, başlıca eserleri hangileridir?.. Yazı; Süleymaniye Camii resmiyle renklendirilmiş.»
282
545
Sinan. H icaz’da Koca M im ar.
Yedigün. 109, 10.4.1935. «Koca Mimar Sinan’ın Hicaz’da yaptığı
yapıtlar. Ayrıntılı bilgiler. Yazı; (Sinan), (Selimiye Camii)
resimleriyle renklendirilmiş.»
546 Sinan’ın En Beğendiği Eseri- (1-2)
Yedigün. 67, 68. 20.6.1934. «O’nun kendince, bütün sanatını gös­
teren bir eseri var; Edirne’de Selimiye Camii... Edirne’de Sul­
tan Selim Çamii’nin yapımına kadar Koca Mimar Sinan’ın geç­
tiği yollar, kazandığı tecrübe. Temel kazısından, temeline ko­
nan harçtan, duvarlarındaki hattat (Haşan bn. Karahisarî)’nin
yazılarına kadar camiin yapılmasının hikâyesi. Yazı; (Selimiye
Camii), (Selim II Camii’nin zarif şadırvanı) resimleriyle renk­
lendirilmiş.»
547 Sobyeski’nin Nankörlüğü.
Cumhuriyet. 18.9.1933. Bkz. s. 106-110.
548 Sokullu. (1-56)
îkdam. 8591-8648, 10.2.1921 - 10.4.1921. «Sokullu Mehmed Pa­
şa (1506 - 1579). Birinci Sultan Süleyman (salt. 1520-1566), İkin­
ci Selim (salt 1566-1574) ve Üçüncü Murad (salt. 1574-1595) de­
virlerinde onüç yıldan fazla sadrâzamlıkta bulunmuş, savaş­
larda olduğu kadar idare ve politikada da başarılar kazantaış
büyük bir devlet adamının hayat dizisi. Bu hayat hikâyesi için­
de; Bosna civarında Sokoloviç kasabasından devşirilen, boyu
uzun olduğu için bir kısım tarihlerimizde (Tavil) diye adlan­
dırılan, müslüman kültürüyle yetişen, devletin her kademesin­
de başarıyla hizmet eden bir sadrâzam. Kanunî dönemindeki
iki yıllık sadrâzamlığmdan başlayarak İmparatorluk tarihinin
bütün ayrıntıları.» Tarihi tefrika.
549 Sokullu Mehmed Paşa ve Lehistan İııtihabatı.
TOEM. VI, 35, 1.1.1331 [19151. «Kanunî (salt. 1520-1566)’nin
son seferi olan ve bu seferde hastalanarak kuşatma sırasında
72 yaşında vefat eden babasının yerine, Sokullu’nun olağan­
üstü tedbir ve tavsiyeleriyle yüzünün akıyla tahta geçen İkin­
ci Selim (sarı. salt. 1566-1574)’in en doğru yönü seçerek Osmanlı Devleti’nin yönetimini bir tür özgür olarak yürütmek
üzere Sokullu Mehmed Paşa (1506-1579)ya bırakması. Sokul­
lu’nun Lehistan politikası. İnebahtı (Lepanto) deniz savaşı
283
(1571) mağlubiyetini, güçlü bir donanma inşası ve Kıbrıs fethi
ile kapattığı. Rusların orta Avrupa işlerine karışma çabaları.
Osmanlı Devleti’nin uzağı gören politikası. Lehistan tacına gös­
terilecek adaylar için Sokullu’nun düşündükleri. Osmanlılar’ın
seçtikleri adayın parlak törenlerle, Osmanlı gücünü Batı’ya
bir daha duyura duyura tahtta oturtması. Yazı; bu konuda çeşitli
devletlere yazılan nâme ve hatt-ı hümayunlarla değerlendiril­
miştir.» 663-687 s. Uzun bir inceleme.
550 Sokullu Mehmed Paşa’nın Bahr-ı Hazar ve Karadeniz Kanalı
Teşebbüsü. (1-2)
Edebiyatı U. Mec. 6, 7, 26.11.1332 [19161, 3.12.1332. [19161. «So­
kullu (1506-1579)’nun, İkinci Selim (salt. 1566-1574) döneminde
devlet yönetimini özgür olarak yüklendiği zaman iki önemli
teşebbüste bulunmak istediği. Hazar Denizi’nden Karadeniz’e
bir kanal açarak birleştirmek, Süveyş Kanalını açmak. Yazar;
Osmanlılar’ın cihan politikası önünde önemli olan bu iki plâ­
nının nedenlerini işlemektedir. Yazı; Bu konuda Kırım Hanı’na
yazılan mektup örnekleriyle değerlendirilmiş.» Uzun, detay­
lara inilmiş bir inceleme.
551 Son Asır Saray İsrafatı.
Resimli Gazete. 40, 7.6.1,340 [19241. «Saray israfatımn, savruk­
luğunun yalnız eski devirlere ait olmadığı, Sultan Abdülıiıecit
(salt. 1839-1861) zamanında saray harcamalarının korkunç bir
düzeye geldiği. Bu harcamalar genellikle Sultanlara yönelik
olduğu. Sultan Mecit’ın israfı önleme çabaları. Saray yaşantı­
sını da aksettiren bu yazı, yazarın fotoğrafıyla renklendirilmiş.»
(Müverrih Cevdet Paşa, gençlik yıllarına rastlayan bu savur­
ganlık devrini şöyle anlatır:
«...Sultanlara gelince, vükelâ haremlerinden üstün olmalıydı­
lar. Hesapsız masraf etmeğe başladılar. Maaşlarıyla idare olunmayıp borca battılar. Eskidenberi sarayda kapalı yaşayan ka­
dın efendiler de, zamane kuralı gereğince, arabalarla gezmeğe
başladılar. Masrafları arttı, borçlandılar. Alış verişlerinde ara­
cı olan kahveci ve baltacılar pek acaip suistimallere koyul­
dular. Örneğin: bir tüccardan yüzbin kuruşluk mal alırlarsa,
elli bin kuruş ta para olarak alıp Sultan namına yüz elli bine
senet verirlerdi. Bu yüzden Sarayı Hümayunun üç yıl içinde
3 milyon kese akçe borcu çıktı. Sultanların ve kadın efendi­
284
lerin birçok değerli eşyası, Beyoğlu sarrafları ellerinde kaldı.»,
«...Ötedenberi herkes gelirine göre tasarruf ederdi; alafranga
hane ve sahilhane modası yoktu. Abdülmecid'in saltanatı baş­
larında Mısır’dan İstanbul’a pek çok paşa, beyler ve hanımlar
göç ettiler. Gayet yüksek paralar ödeyerek konaklar ve yalı­
lar satın aldılar. Alafranga eşya ile süsleyip döşediler, bol bol
paralar savurdular, sefahat kapılarını açtılar. İstanbul’un vü­
kelâ ve kibarı da Mısırlılarla aşık atmaya, vükelâ haremleri,
Mısırlı Mehmed Ali Paşa’nın kızı Zeynep Hanımı taklide kal­
kıştılar. Örneğin; Sadrâzam Âli Paşa’nın dairesi masrafı ayda
4000 altın liraya vardı. Sadaret maaşı paşaya yetmez oldu.»,
«Abdülmecid, kızlarağasını Münire Sultana göndererek savur­
ganlıklarından dolayı: Akıllarını başlarına toplasınlar artık,
aşırıp taşırdılar, tekdir şöyle dursun dayak attırırım... diye
azarlarmış. Bir gün de atla Babıâliye geldi; kimseye iltifat
etmeyerek dairesine girdi. Vükelâ dehşet içinde kaldı. Kaptanı
derya Damat Mehmed Ali Paşayı karısının 60 bin kese borcun­
dan ötürü tekdir etti —hain herif— diye bağırdı. Diğer da­
mat paşalara da —Sultanlar gece mehtaplarda gezermiş! Be­
nim gece mehtapta gezer kızım yoktur, onları da red ederim!
Bu heriflerin davranışları artık namusuma dokunuyor!— dedi.
Bir gün sonra da hepsini görevlerinden azletti.»)
552 Son Osmanlı Padişahı.
İkdam. 9224, 21.11.1922. (Altıncı Mehmed (Vahidettin). (salt.
1918-1922). Abdülmecid’in Gülûstu Sultan’dan dünyaya gelen
oğlu (1861). Osmanlı hükümdarlarının otuz altıncısı olup, onun­
la altı yüz yıldan fazla süren Osman-Oğulları sona erdi. Buh­
ranlı bir dönemde, Osmanlı ordularının ve müttefiklerinin geri
çekildiği bir sırada tahtta oturan Vahidettin’in hayat dizini ve
düşman savaş gemisiyle memleketten kaçmasının ibret verici
hikâyesi.»
553 Son Zamanlarında Bizans.
Akşam. 16.7.1936. «Yabancı yazarlar ve ünlü seyyah İbni Batuta’dan aktarılan notlar ışığında Bizans, Bizans’ta bulunan
büyük yapılar. Bizans üzerine çökmüş görünen karanlık bulut­
ların baskısı altında halkın yaşantısı ve bir kurtarıcının gele­
ceğine inanılması. Osmanlı Bizans ilişkileri ve gittikçe daralan
Osmanlı kıskaçı.» Uzun bir dizi.
285
554
Söğüt-
İkdam. 8687, 20.5.1921. «Oâmanlı İmparatorluğu’nun ilk kuru­
luş yeri ve yayılma döneminde Osmanlı büyüklerinin mezar­
larının bulunduğu, birçok olayların geçtiği Söğüt kenti. Sel­
çuklular ve OsmanlIlar zamanında küçük ve fakat ileri dere­
cede önemli bir yerleşme yerinin hikâyesi. Osman-Oğulları
hanedanının, Osmanlı İmparatorluğu tarihinin ilk yaprağını
dolduran olayların geçtiği yer.» İlginç bir dizi.
555 Sulh.
İkdam. 9474, 4.8.1923. «Yüzyıllar boyu şerefli ve âdil bir barışa
susamış olan Türk Milleti’nin (Lozan Barış Anlaşması) ndan
neleri beklediği. Kurtuluş Savaşı’nı milletçe yapan, sınırlarını
(Misâkı Millî) ile çizen bir Milletin özlemleri.»
556 Sullıten Sonra.
Dersaadet Gazetesi. 39, 17.8.1336 [19201. «Osmanlı tarihinde
barışlardan sonra köklü toplanma ve yenilenmeye pek seyrek
rastlandığı. Tarihimizde dahilî tensikat namına yapılan tek ve
geçici ıslahatın Anadolu isyanlarım yatıştırmaktan ibaret ol­
duğu. Barışlardan sonra yapılan geçici yeniliklerden örnekler
veren ve özellikle, hıristiyan Avrupa devletleri üzerinde yüz­
yıllarca süren Türk-İslâm kudret ve satvetini ortadan kaldıran
Karlofça Anlaşması (1699) sonrası üzerinde duran derinliğine
bir inceleme.»
557 Sultan Abdülaziz Han’ın ilk seneleri- (1-2)
İkdam. 8567, 8568, 17, 18.1.1921. «Türk devlet adamı, tarihçi,
hukukçu, edebiyatçı, vakanüvis Ahmed Cevdet Paşa (18221895) ’nın ma’ruzatmdan126. Cevdet Paşa merhumun ma’ruzatı
(126) Tezâkir-i Cevdet. Ondokuzuncu yüzyıl Türkiye tarihinin önemli bir
kaynağı telâkki edilen Tezâkir-i Cevdet, Ahmed Cevdet Paşa’nın görüp işittiği
veya bizzat karıştığı olaylara, içyüzünü bildiği konulara, zamanındaki devlet
adamlarına dair kaleme alıp Vak’a-nüvislikte halefi (kendinden sonra) Ah­
med Lûtfi Efendi’ye gönderdiği bir nevi me’haz temini için hazırladığı bu
metinlerdeki her bahsin tarihe geçmeyeceğini, daha doğrusu geçemeyeceğini
bilerek gönderdiği yazılardan oluşur. Bunlar 40 (cüzdan-deîter) olup, son deîter Paşa’nın hayatını, biyografisini yansıtır.
Tezakâir-i Cevdet’in beyaza çekilerek Lûtfi Efendi’ye gönderilen metinleri
elde mevcut değildir. Tezâkir’in bizzat yazar kaleminden çıkma müsvedde-
286
beş defterden oluşuyordu. Bu defterleri Paşa merhum bizzat
yazmıştı. Üç defter, Resne Taburu’nun Yıldız Sarayı’na girdiği
sırada127 kaybolmuştur. İkinci ve Üçüncü defterler Tarihi Osmanî Encümenine teslim olunmuşsa da sonradan Sultan Re­
şat (salt. 1909-1918) zamanında Saraya aldırtılmıştır. Yıldız
Sarayı yangınında bu defterlerin de yangında yanmış olması
muhtemeldir. Binaenaleyh merhum Paşa’nın himmet ve gay­
retiyle meydana gelen sözü edilen defterlerden ?aktiyle aldı­
lerini içinde bulunduran orta büyüklükte 21 defter bugiin İstanbul Belediye
Kütüphanesinde Cevdet Paşa koleksiyonu arasındadır.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyelerin­
den değerli Hocam merhum Ord. Prof. Cavit Baysun tarafından yayma ha­
zırlanan ve Türk Tarih Kurumu yayınları arasında yer alan (Tezâkir) 'in esas
dayanağı bu müsvedde metinlerdir. Bu kısa açıklamadan anlaşılacağına göre
bu (kırk cüzdan) Ahmed Cevdet Paşa’nın tarihe ışık tutan anılarıdır.
Ma’ruzat; Babası ve amcası devrindeki vekayi’ doğru bilgi sahibi olmak
isteyen Abdülhamid H ’nin emri ile Cevdet Paşa tarafından yazılmış bir ta­
rihtir ve Tezâkir’deki bahisleri kısmen kısaltmak ve kısmen genişletmek su­
retiyle kaleme alınan bu tarih’e Padişah’a sunulmuş bir metin olduğu için
(Ma’ruzat) adı verilmiştir. Beş defter (Cevdet Paşa bunlara cüzdan diyor)
den oluşan Ma'ruzat, tahttan indirilişine kadar Abdülhamid II. nin yanında
kalmış, tahttan indirilmesinden sonra Yıldız Sarayı evrakı arasında ele geç­
miştir. Ma’ruzat’ın birinci ve beşinci defterlerinin ortadan kaybolduğu bili­
niyordu.
Ma’ruzat’ın ikinci cüzdanı (defter) ilk kez olarak Ahmed Refik Bey mer­
hum tarafından İkdam gazetesinde «Tarih sayfaları» başlığı altında ve kısa
bir önsöz ile tefrika edilmiştir (İkdam; 10-18 ocak 1921). Ahmed Refik Hoca,
bu eseri evvela üçüncü, sonra dördüncü, nihayet ikinci cüzdanlar gelmek su­
retiyle Türk Tarih Encümeni Mecmuasında da yayınlamıştır.
Dikkati çeken nokta, Ma’ruzat’ta Sultan Abdülhamid’in mizacına uygun
bir lisan kullanılması ve onu kuşkulandırmaktan kaçınılmasıdır. Cevdet Paşa
yakından tanıdığı bu evhamlı padişahın, kişiler ve konular hakkında besle­
diği sabit kanaatleri kesin olarak gözönünde tutmuş, yazı dilini ona göre idare
etmiştir. Bu özellik eserin bazı bölümlerini, örneğin Abdülaziz’in tahttan in­
dirilmesi ve Murad V. in tahtta çıkarılmasına dâir satırların karşılaştırılması
sonunda derhal meydana çıkar.
Cevdet Paşa evrakı içinde beşinci defterin bulunduğuna göre şimdiki hal­
de bu eserin yalnız birinci kısmından yoksun bulunuyoruz. Böyle olmakla
beraber henüz bulunamayan birinci cüzdanın içindekileri (Tezâkir-i Cevdet)
ile bir dereceye kadar karşılama imkânına sahip bulunmaktayız. «Bu not; Ho­
cam merhum Prof. Cavid Baysun’un yayına hazırladığı (Tezâkir-i Cevdet)’in
önsözünden özetlenmiştir).
127) Tutucu ve cahil elemanların körükledikleri bir irtica hareketi «31
Mart Vak’ası» (31 mart 1325 - 3 Nisan 1909)’nın bastırılması için Rumeli’den
gelen (Hareket Ordusu) ve bu kuvvetin içinde bulunan çeşitli birliklerden biri.
287
ğım bazı bölümleri yayınladım. Bu bölümler Sultan Abdülmecid (salt. 1839-1861) ve Sultan Abdülaziz Han (salt. 1861-1876)
devirlerine dair canlı belgelerdendir.»
558 Sultan Abdülhamid-i Sâni’nin nâşı örtünde.
Âti. 49, 18.2,1334 [1918], «3 sayılı dizide kayıtlı olan makale.»
559 Sultan Abdülmecid Han’ın Sarayında. (Dr Spıtzer’in hatıratı).
TOEM. 6, 34, 1.10.1331 [19151. «Sultan Abdülmecid (salt. 18391861)'in özel yaşantısına dair yazılmış önemli bir günlük. Özel
doktoru ve kendisinin son derece güvenini kazanan, 1839’da
İmparatorluk hizmetine giren, 1845-1850 tarihleri arasında pa­
dişahın özel hekimi olan AvusturyalI doktor, Prof. Dr. Med.
Spitzer’in mektupları. 1895’de jölen, doktorun bıraktığı, bir bö­
lümü yayınlanan mektuplar, sade bir dille yazılmış olup, sa­
rayın tüm iç yaşantısını yansıtmaktadır.» s. 597-622. Uzun bir
dizi.
«...Gayet sanatkârane bir lâhur şah örtülü yatak gördüm. Bu
yatakta; üzeri ayni kumaştan bir cibinlik altında, yüzü şalla
örtülü hasta kadmefendi yatıyordu. Zatışahane hastaya yak­
laştı, gayet nazikâne bir sesle sordu:
— Rahatsızlığınız nasıl, efendim?
Tatlı, gayet sevimli bir ses cevap verdi:
— Kendimde iyilik hissediyorum, Efendimiz.
Padişah sözüne devam etti:
— Doktorumu getirdim, kendisinden ben çok fayda gördüm.
İstiyorum, sizi de tedavi etsin.
Hasta cevap verdi:
— Emredersiniz.
Padişah, hastaya bana nabzını göstermesini rica etti. Bu söz
üzerine gayet nazik, son derece mütenasip, fakat üzücü bir
hastalığı gösteren zayıf bir el uzandı. Ardından Sultan, has­
tanın dilini de görmek isteyip istemediğimi sordu. Muvafakat
cevabım üzerine hastanın yüzüne örtülü şalı kendi açtı. İşte
o zaman karşımda öyle güzel bir kadın başı gördüm ki, ömrüm­
de böylesini görmemiştim. Istırabın etkisiyle gözlerin parla­
yışı bile gayet çekiciydi. Gereken muayeneyi bitirdikten son­
ra, Sultan şalı yine eski durumuna getirdi. Bu esnada evvelce
sözünü ettiğim Meryem Hatun odaya girmişti. Aramızda uzun
288
bir konuşma başladı. Meryem Hatun, Kadmefendinin sağlık
durumu hakkında bana açıklama yapmaya çalışıyordu. Bu ko­
nuşma esnasında kapının dışındaki perdenin ağır ağır açıldı­
ğını, açılan aralıktan emir veren bir sesin ermeni kadınına
seslendiğini duydûm:
— Son durumu güzel anlatamadın, doktor sonra bana gelsin!
Bilahara öğrendim ki, bu, Valide Sultan imiş. Çünkü biz has­
tanın odasından çıkınca Zatı Şahane bizi validesinin odasına
götürdü, fakat kendi girmedi. Aramızda bir perde olduğu hal­
de kendisiyle hastaya dair her şeyi uzun uzadıya, büyük bir
içtenlikle konuştuk...»
560 Sultan Abdülmecid’e Dair.
Yeni Şark. 32, 3.11.1337 [1921], «Le Baron Durant’m anılarından
yararlanılarak dile getirilen, şahsen halûk, gayet terbiyeli, kim­
senin kalbini kırmayan, fransızca ve batı müziğine vâkıf, içki
ve kadına düşkün, devlet işlerinden anlamadığını görerek ida­
reyi vezirlerine bırakan, saltanatı süresince Osmanlı İmpara­
torluğunun talihsizliklere sürüklendiği Sultan Abdülmecid
(salt .1839-1861). Yaşantısı, sarayın havası. İç ve dış politika.
Bu yıllarda başkent.»
561 Sultan Abdülmecid’in Son Seneleri. (1-7)
îkdam. 8560-8566, 10.1.1921 - 16.1.1921. «Merhum Sultan Abdülhamid Han (salt. 1876-1909); müverrih Ahmed Cevdet Paşa’nın yaşadığı devirler hakkındaki incelemelerini ve özellikle
Tanzimat’tan sonra gelen devlet büyükleriyle pek samimi iliş­
kilerini bildiği için o devre ait gördüklerini ve incelemelerini
yazmasını özel olarak emir buyurmuşlardı. Cevdet Paşa bu gö­
revi hakkıyla yerine getirmiş, Sultan Abdülmecid ve Sultan
Abdülaziz devirlerine dair en özel bilgileri beş defterde top­
layarak Padişaha sunmuştu. Yıldız yangınında yanması m uh­
temel olan bu defterlerden Sultan Abdülmecid’in son yıllarına
ait olan bölümünü, özel önemini göz önüne alarak yayınlıyo­
ruz.» Eser; Ahmed Cevdet Paşa’ya ait olup Ahmed Refik Bey
tarafından yeniden gözden geçirilerek yayma hazırlanmıştır.
7 gün süren uzun bir dizi.
562 Sultan Abdülmecid’in İrtihali.
îkdam. 8578, 28.1.1921. «İkinci Mahmud (salt. 1808-1839)'un Bez289
miâlem Sultandan dünyaya gelen (1823), 1839-1861 yıllarında
tahtta kalan Abdülmecid’in son günleri. Ciğerlerinden hasta
olan ve ileri derecede kadınlara karşı ilgisi bulunan ve bunu son
günlerine kadar sürdüren bir hükümdar. Kültürlü oluşu ve has­
talığının önemini bilmesi ayrı bir anlam taşıyor. Saray, harem
ve çevre. Yazar; o günün havasını çok ilginç örneklerle canlan­
dırıyor.»
563 Sultan Ahmed-i Sâlis Çeşmeleri.
Yeni Mec. 27, 10.1.1918. «Üçüncü Ahmed (salt. 1703-1730) dö­
neminin İstanbul’un bayındırlık bakımından önde gelen bir dev­
ri olduğuna işaret eden yazar; (Tophane Çeşmesi), (Üsküdar’­
da; Üçüncü Ahmed Çeşmesi), (Babı Hümayun önünde; Üçüncü
Ahmed Çeşmesi) resimleriyle değerlendirilmiş olan inceleme­
de, genellikle bayındırlık işleri arasında ön plânda yeri olan
çeşmelerin kitâbelerinden başlayarak devrinin şiirlerine yansı­
masına kadar dile getirmektedir.»
564 Sultan Alımed-i Sâlis Çeşmesi.
İkdam. 9398, 15.5.1923. «Osmanlı'Hükümdarlarının yirmi üçüncüsü, Avcı Mehmed’in oğlu olup, devrinde ilk matbaayı kur­
duğu gibi, lâle merakını da getiren Ahmed III (salt. 1703-1730)’
ün, İstanbul’da Ayasofya Müzesi ardında, Topkapı Sarayı'na
giden yol üzerinde yaptırdığı görkemli çeşmenin hikâyesi. Mal­
zemesi, ustaları, özellikle çinileri, yapılma sırasında dikkati çe­
ken olaylar ve kitâbesi.»
565 Sultan Ahmed-i Sâlis Devrinde Melbusat.
İkdam. 8518, 24.11.1920. «Üçüncü Ahmed (salt. 1703-1730) dö­
neminde bütün dünyanın merak ettiği Topkapı Sarayı. Yazar;
okuyucularına sarayı adım adım gezdiriyor ve her adımda bas­
tığınız veya gördüğünüz halı, kilim, perde, sedir, minder, yas­
tık, vb., her şey hakkında ayrıntılı bilgiler veriyor. Bir yön­
den de İmparatorluğun ekonomik tarihi.» Uzun bir dizi.
566 Sultan Ahmed-i Sâlis ve DamadıYeni Mec. 34, 7.3.1918. «Sultan Üçüncü Ahmed (salt. 1703-1730)
ile veziri ve damadı Nevşehirli İbrahim Paşa arasındaki ya­
kınlık. Padişah’ın, İbrahim Paşa’ya olan engin güveni. Dama­
dının Osmanlı tahtını yücelteceği hakkmdaki inancı. Yazı;
290
(Üçüncü Ahmed’in
bek’te Hümayun-u
(Tophane Çeşmesi)
o döneme ait saray
giler verilmiştir.»
İbrahim Paşa’ya hatt-ı hümayun)’u (Be­
Âbad), (Eyüp’te Sultan Sarayı’nın içi),
örnek ve resimleriyle değerlendirilmiş ve
ve İstanbul yaşantısı üzerinde ayrıntılı bil­
567 Sultan Ahmed-i Sâlis ve Damadı. (1-3)
İkdam. 8977, 8982, 8983, 14, 19-20.3.1922. «Hazine-i evrak belge­
lerinin ışığı altında Üçüncü Ahmed (salt. 1703-1730) ve sevgili
damadı Nevşehirli İbrahim Paşa dönemi. Uzun savaş yılların­
dan sonra barışa kavuşan ve bunu gereği şekilde değerlendire­
meyen ülke. Bir devri kapatıp, bir devri açan Patrona ihtilâli.»
Uzun bir inceleme.
568 Sultan Ahmed-i Sâlis’in Hayatına Dair.
Yeni Mec. 38, 4.4.1918. «Yayınlanmamış belgelerden yararlanı­
larak Üçüncü Ahmed (salt. 1703-1730)’in yaşantısını, karakte­
rini, çevresiyle olan ilişkilerini, dost ve dost gözükenleri... ay­
dınlığa çıkaran ayrıntılı bir araştırma. Yazı; (Üçüncü Ahmed).
(Nilüfer Köprüsü), (Manisa önünde kervanlar) resimleriyle
renklendirilmiş.»
569 Sultan Ahmed-i Sâni’ye Dair.
İkdam. 8525, 1.1.1920. «Elli yaşına kadar sarayda tutsak hayatı
geçiren, devamlı ölüm korkusu içinde yaşadığından ötürü asa­
bı bir mizacı olan İkinci Ahmed (salt. 1691-1695)’in cülusu ve
zararsız bir kişi olmasına rağmen, kararsızlığı ve devamlı etki
altında kalmasının İmparatorluk yönetimine getirdiği zararlar.»
Uzun bir inceleme.
570 Sultan Cem. (1-33)
İkdam. 8214-8248. 25.12.1919 - 28.1.1920. «Fatih’in, yabancı ta­
rihçilerin bir Sırp prensesi olduğunu yazdıkları Çiçek Hatun’dan, 23 Ocak 1459 pazar günü sabaha karşı Edirne’de dünyaya
gelen Şehzade Cem’in acıklı, ibret verici yaşantısı ve 33 gün
süren uzun tefrika içinde Osmanlı İmparatorluğu. Söylentiye
göre; Mustafa ve Bayezid adında iki oğlu bulunan Fatih, üçün­
cü bir oğlunun doğmasından, ileride oluşabilecek taht kavga­
larını düşünerek sevinmemiştir. Böyle olmakla beraber büyük
şehzade Mustafa Çelebi’nin vakitsiz ölümünden sonra Şehzade
291
Cem, babasının gittikçe artan sevgisini kazanır. Saray gele­
neklerine göre dört yaşım dört ay geçince bir öğretmen tayin
edilerek öğrenime başlattırıldı. On bir yaşına bastığı zaman
(ocak 1469) Kastamonu Sancak Beyliğine tayin olunarak öğ­
renimine orada devam etti. Babası, en güçlü düşmanı Akkoyunlu Uzun Haşan ile uğraştığından, sevgili oğlunun İstan­
bul’da yapılan sünnet düğünü (ocak 1472) sönük geçmişti. Fa­
tih, Uzun Haşan üzerine sefere çıkarken Cem’i İstanbul’da bı­
rakarak iki oğlu ile ayrılmış, Osmanlı ordusunun mağlup ol­
duğu hakkında bir takım söylentilerin yayılması üzerine Cem,
çevresindekilerin teşviki ile ümeradan, kendisi için sadakat ye­
mini almaya kalkışması, küçük şehzadenin velevki kışkırtma
sonucu da olsa daha ondört yaşında tahtta hevesli olduğuna
işaretti. Fatih, Otlukbeli (11.8.1473) Savaşım kazanıp İstan­
bul’a döndüğünde Cem’e kızmış, onu kışkırtanları cezalandır­
makla yetinmişti. Büyük Şehzade Mustafa vefat edince (1474)
onun yerine Karaman eyaletine Şehzade Cem gönderildi. Selçuklular’a ve Karamanoğulları’na başkentlik eden Konya’da
Şehzade Cem, hayatının en güzel günlerini geçirdi. Fikir ve
beden eğitimine dikkat ettiği j^ibi, Meram bağlarında âlemler
düzenlemekten de geri kalmazdı. Bilgili, sporcu, sağlam yapılı
bir yiğitti. Usta bir silâhşor olduğu kadar kalem kullanmakta
da mahirdi.
Bir yire ge lm işim ki bedeldir cahîm den
Bana m akam o lm u ş iken K o n y a ’da M ere m
Karaman eyaletinin yönetimine memur edilen Cem’in yanma
usulden olmak üzere ilk kez Gedik Ahmed Paşa bir tür (Lala Atabey) olarak verilmişti. İstanbul’da bir semte adı simgelen­
miş olan Paşa, Fatih’in her yönden güvenini kazanmış bilgili
bir komutan olduğu kadar, Cem’i sever ve diğer Şehzade Bayezid’ten üstün tuttuğu da sezinlenirdi. Cem’in Konya’da bu­
lunduğu süre içinde Karamanoğlu Kasım Beyle tanıştığı ve
ona tahta çıktığında bir takım imkânlar tanıyacağına söz ver­
diğini işleyen tarihçiler vardır. Fatih’in de Cem’i, diğer oğlu­
na tercih ettiğine dair belirtilerin yaygınlaşması sonucu, iki
şehzade arasındaki gizli-açık rekabet, daha babalarının sağlı­
ğında gittikçe hızlanmış bulunmaktadır. Sonunda kaçınılan, bir
yönden de beklenilen olay oluşur.
292
Fatih Sultan Mehmed, hangi devlete olduğu kestirilemeyen bir
sefer hazırlığı yolunda, Gebze’deki ordugâhında 3 Mayıs 1481
(4 Rebiülevvel 886) da vefat eder.
Olaylar Cem Sultan’m aleyhine işlemekte adeta yarışır. Fa­
tih’in ölümünü askerden saklayarak cesedini gizlice İstanbul’a
getiren Sadrâzam Karamanı Mehmed Paşa, Cem’in daha evvel
geleceğini hesap ederek iki şehzadeye de ulak gönderir. Yeni­
çerilerin durumu anlayarak isyan etmeleri, sadrâzamı öldür­
meleri, Cem’e koşan ulak’m Anadolu beğlerbeği tarafından ya­
kalanarak öldürtülmesiyle zaman kazanan Bayezid II İstanbul’a
gelir (20 Mayıs 1481). Cem, iddiasından kolay vazgeçecek kişi
değildir. Anadolu halkının kendisini sevdiğini, ağabeyi Bayezid
gibi, babasının şehzadeliğinde değil, padişahlığı zamanında dün­
yaya geldiğinden tahta geçmesine hak verdiğine inanmakta­
dır. Çevresindekiler de Şehzade Cem tahta geçerse neler ka­
zanacaklarını hesap etmekle meşguldürler. îlk çarpışmada Cem
kuvvetleri, hazırlıksız Bayezid II kuvvetlerini dağıtarak, yeni­
çerilerin son davranışlarını hoş görmeyerek kapılarını açan
Bursa’ya yerleşir (29 Mayıs 1481). Padişahlığını ilân ederek,
adına hutbe okutur, para bastırır. Ağabeyi Bayezid’e, Çelebi
Sultan Melımed’in kızı Selçuk Hatun ile o dönemin ünlü bil­
ginlerinden Mevlâna Ayas ve Ahmed Çelebi'yi göndererek;
kan dökülmesini önlemek için Rumeli ile yetinmesini teklif
eder. Bayezid II, halasına ve bilginlere büyük bir saygı göster­
mekle beraber, binlerce şehit kanı ile alınmış bu toprakların
bölünemeyeceği cevabım... verir. Bilginler, bu denli cevap kar­
şısında daha fazla söz söylemeden önlerine bakmakla yetinirler.
20 Haziran 1481’de Yenişehir Ovasında, yardımını beklediği
Gedik Ahmed Paşa’mn da ağabeyinin yanında olduğunu gö­
rüp, kendisine bağlı olduklarına inandığı kimselerin de kaçtı­
ğını gören Cem, kesin bir yenilgiye uğrar. Kaçarken ErmeniDerbendi denilen boğazda soyulur. Yaralı ve güç bir kaçıştan
sonra 25.6.1481’de Konya’ya varır. Beklediği ilgiyi bulamaz.
8.7.1481’de Adana’ya, 19 Temmuz’da Haleb'e vardığı zaman ken­
disi ve tüm maiyeti hastadır. Bir Osmanlı şehzadesi, taht uğ­
runda başlattığı uğraşı sonunda yabancı bir ülkeye kaçmak
zorunda kalmıştır. 21.8.1481’de Şam’a geçer ve büyük saygıyla
karşılanır. 25.9.1481’de Mısır’ın başkenti Kahire’ye gelmiştir.
Cem, Mısır’da bulunmaktan yararlanarak hacı olmayı da ar­
zular. Dinî yönü kuvvetli olan şehzade, çeşitli şiirlerinde (Hacı)
293
olmakla da övünür. Bir söylentiye göre kardeşine şu kıt’ayı
yazıp göndermiştir.
S e n bister-i gülde yatasın şe v k ile handan
C e m hecr ile bâlîn idine hârı se b eb ne
Bu saltanat-ı dünye ola adle m ukarin
Hâc-ül Harem eyn anı taleb kılsa aceb ne
Oğluna (Oğuz Han) adını verecek kadar Türk geleneklerine
bağlı olan Şehzade Cem, Mekke’de rastladığı Haşan bin Meh­
med Bayâtî’ye; Osmanlı Hanedam’nm Oğuz Han kuşağından
geldiğine dair (Câm-ı Cem - Âyîn) adlı bir eser yazdırır. Cem
Sultan’m bütün düşüncesi, Osmanlı tahtıdır. Kışkırtmalar- da
devam etmektedir. Mısır Hükümdarı Kaytbay’m, doğru bul­
mamasına rağmen 27 Mart 1482’de müsaadesini alarak yeniden
Anadolu’ya yönelir. Adana’da Karaman-oğlu Kasım Beyle it­
tifak anlaşması yapar. Konara civarında Çukur-Çimen yayla­
ğında adamı Mehmed Bey, Gedik Ahmed Paşa’ya mağlup ol­
duğu gibi, Konya kuşatması, Bayezid II'ye ardı ardına yaptığı
başvurmalar da sonuç vermez. Ağabeyi, maaş bağlanarak K u­
düs’te oturmasını ona son bir fırsat tanımaktadır.
Şehzade Cem, özellikle Kasım Bey’in teşviklerine kapılarak
Rumeli’ye geçmek arzusuna düşer. Rados şövalyelerine yap­
tığı müracaata henüz cevap gelmeden 16.7.1482’de Anamur’a
gider. Cevabı getiren Frenk Süleyman Beyle orada buluşur.
O da Radoslular’m bir oyun oynayacağı kanısında olduğunu
söylerse de, yıllarboyu kendisini tutsak ve Osmanlı İmpara­
torluğu karşısında bir koz olarak kullanacakların tatlı vaadlerine aldanarak 18.7.1482 cuma günü Rados gemisine, 29 Tem­
muz, pazar günü de Rados topraklarına ayak basar. Şehzade’nin hıristiyanlarm elinde bulunuşu Avrupa’da önemli politik
çalışmalara yol açarken, İmparatorluk içinde Cem taraftarla­
rının temizliği de hızlandırılır. Bu temizlikten Cem’in sevgili
oğlu Oğuz Han da kurtulamaz. Oğlunun öldürüldüğünü yaban
illerde duyan Cem, çok sarsılır.
Yakam ı yırtıb elinden nicesi ah itm eyim
C an ım ı odlare atdı derd-i O ğuz Han felek
A ğlam akd an ol ciğe r-gu şem firakından müdam
Kare kare kanlara boyandı bahristan felek
Şehzade Cem’e bu darbe çok ağır gelmiştir.
294
İşidelden şah O ğuz H a n ’ın şeh id olduğunu
Derd ile oldu Frengistan'd a C e m mecnun felek
Cem Sultan şimdi hıristiyan diyarında, onların çıkarları düze­
yinde, diyar diyar rüzgârın önüne kapılmış bir yaprak gibi
sürüklenmektedir. Bir taht uğruna olmuştur her şey.
Câm -ı C e m nû ş eyle ey C e m bu F re n gistan ’dır
Her kulun başına yazılan gelü r devrândır
Cem’in Avrupa’da memleket memleket dolaştırılarak geçirdiği
yaşam 13 yıl kadar sürer. Onu, Osmanlı devletine karşı kimi
bir silâh gibi kullanmak ister, kimi de Bayezid I I ’den para çek­
mek için misafir. Papa VIII. İnnocent’ın ölümünden sonra ye­
rine geçen ahlâksızlığıyla ün yapmış Papa Rodrico Borgia onu,
Fransa Kralı VIII. Charles’e teslime mecbur kalınca, etkisi za­
manla görülen bir zehirle zehirleyerek teslim ettiği yerli ve
yabancı' kaynaklarca kabul edilmektedir. Hastalık belirtileri
daha yolda başlar ve Şehzade Cem Napoli’de 25 Şubat 1495
(29 Cemaziyelevvel 900) çarşamba günü sabaha karşı, Kelime-i
şehadet getire getire hayata gözlerini kapar. Oysa ki bir gün
evvel ona, artık özgür olduğu haberi verilmiştir. Çok geç
bir haberdir bu. Macera sona ermiştir artık. Yaşantısı batı ya­
zarlarına da konu olan Şehzade Cem’in serüveni, Fatih’in baş­
lattığı, oğullarının sürdüreceği hareketli dış politikasını kısıt­
lamakta önemli bir etken olduğu muhakkaktır. Kitap haline
getirilen bu tefrikada Cem Sultan ve İmparatorluk tarihi bir­
likte işlenmiştir.
V u slatın d ır sanem -â devletim illâ nideyim
Bana yâr olm adı ol devlet elim den ne gelür
Cem Sultan»
571 Sultan Cem ve Sevgilisi. «Resimler hakkında tetkikler»
İkdam. 15.1.1920. «Bahtsız Osmanlı Şehzadesi Sultan Cem’in
Fransız müzelerinde bulunan resim, tablo ve çeşitli tasvirleri.
Halılar üzerinde Sultan Cem. Bir hah ve Cem’in tablosuyla
değerlendirilmiş bulunan yazıda, çizgilerle Sultan Cem konusu
işlenmektedir.»
572 Sultan Hamid-i Evvel’in Vatanperverliği. (1-3)
İkdam. 7286-7288, 23-25.5.1917. «Üçüncü Ahmed’in Râbia Sul­
295
tan’dan dünyaya gelen (1725) ve tahta geçtiğinde sonu Kay­
narca Banş Anlaşmasıyla bitecek kötü bir savaş ile karşılaşan
Birinci Abdülhamid (salt. 1774-1789)’in yaşantısı. Kişi olarak
pek saf, etki altında kalan, dindar, halka karşı şefkatli, halk
arasında kerameti yayılan, başarılı olmamakla beraber iyi niyet­
li, gayretli, devlet işleriyle yakından ilgili, her konu hakkında
fikirlerini bildiren bir hükümdar. Fotoğrafıyla renklendiril­
miş olan uzun inceleme dizisinde, çeşitli hatt-ı hümayunları
yer almakta ve bir türlü sona ermeyen savaş dolayısıyla padi­
şahın endişeleri ve duyguları bütün ayrıntılarıyla gösterilmek­
tedir.»
573 Sultan İbrahim Devrinde İsrafat. «Para meselesi»
ikdam. 9652, 14.2.1924. «Sultan İbrahim (salt. 1640-1648)’in
tahta çıkışı. Hâzinenin durumu. Sadrazam Kara Mustafa Paşa
sadâretinde mâliyenin düzene sokulma çabaları. İbrahim’in
israfı. Kadınların hâkimiyeti. Her şeyin, her işin para karşı­
lığında yapıldığı. Ayarı bozuk akçeler yüzünden her geçen gün
artan hoşnutsuzluk ve mırıltılar. Cinci Hoca’nm hâzinesi.» Uzun
bir dizi.
574 Sultan İbrahim’in İlk Veziri. (1-3)
Cumhuriyet. 12 - 14.10,1937. «Dördüncü Murad’ın son zamanı
ile Deli İbrahim’in ilk saltanat yıllarında sadrazamlıkta bu­
lunmuş olan Osmanlı vezirlerinden, ok atmaktaki mahareti
kadar, Sultan İbrahim’e kafa tutabilen mert, Kemankeş Ka­
ra Mustafa Paşa (1593-1643)’nın hayat dizisi. Bu dizi içinde
Deli İbrahim’in ve çöken bir İmparatorluğun ibret veren hazin
hikâyesi.» Bu uzun dizi, Hoca’nın hastalanmasından önce ga­
zete idarehanesine verilmiş.
575 Sultan II. Mahmud’un Annesi Nakşidil Valide Sultan Hakikaten
Fransız mıydı?..
Hayat Tarih Mec. 11, Kasım/1976. «Sultan Üçüncü Selim (salt.
1789-1807)’in tahttan indirilmesinden sonra, zaman zaman sözkonusu olan bir soru. Sultan IV. Murad zamanında bile, Fran­
sa kral ailesiyle, Osm;ır lı padişahları arasında akrabalık oldu­
ğunu savunanlar vardı Yerli ve yabancı kaynakları karşılaştı­
rarak soruj^a cevap arayan çok uzun bir inceleme.» Hoca’nın ölü­
münden sonra yayınlanmış.
296
576 Sultan Mahmud-u Sâni Devrinde Boğaziçi.
Yeni Mec. 47, 13.6.1918. «Muhtelif devirlerde çok çeşitli yönle­
ri olan, dünyanın incisi sayılan, İstanbul Boğaziçi’nin İkinci
Mahmud (salt. 1808-1839) zamanındaki görünüşü. Kıyıları, koy­
ları, balıkçı barınakları, dalyanları, yalıları... ile Boğaziçi. Ya­
zı; (18. yüzyılda Boğaziçi), (Boğaz’da Said Paşa yalısı), (Kuleli
Kışlası) resimleriyle renklendirilmiş.» Uzun bir dizi.
577 Sultan Mehmed-i Râbi ve Ulema.
İkdam. 8542, 19.1.1920. «Osmanlı İmparatorluğu tarihinin çok
kritik ve önemli bir devrinde hüküm süren (salt. 1648-1687),
zamanında (Gerileme Devri) başlayan, kişiliği sönük Dördüncü
Mehmed üzerinde ulemanın büyük etkisi. Politik, dinî ve sos­
yal konular üzerinde ulemanın söz hakkı taşımaları ve sürdür­
meleri, Bu yüzden meydana gelen devlet yönetimini yıpratıcı
olaylar. Sürgün edilen ulema.. İlginç örnekler içinde İmpara­
torluğun gerileme döneminin acıklı panoraması.»
578 Sultan Mehmed-i Râbi’nin Son Seneleri.
İkdam. 8552, 2.1.1921. «Sultan İbrahim’in Hatice Turhan Sultan’dan dünyaya gelen (1641) ve zamanındaki Viyana Bozgu­
nuyla (Duraklama Devri) sona ererek (Gerileme Devri) baş­
layan, Dördüncü Mehmed (salt. 1648-1687)’nin son yıllan. Dev­
let işleriyle meşgul olmayarak Üsküdar ve Beşiktaş sarayları
arasında mekik dokuyan bir hükümdar ve sergerdelerin elin­
de inleyen bir Anadolu’nun hazin hikâyesi.»
579 Sultan Mehmed-i Sâni ve Ressam Bellini. (1479-1480)., (1-5)
Servetifünun, 953, 955, 956, 958, 959, 27.8.1325 [19071. «1479’da,
Fatih Sultan Mehmed’in isteği üzerine, iyi bir portre ressamı
olarak seçilen Gentile Bellini (1429-1507). İstanbul’daki çalış­
maları. Kendisine ait olduğundan şüphe edilmeyen ve halen
Londra Müzesinde bulunan Fatih Sultan Mehmed’in portresi­
nin. yapılması. Paris’te Louvre Müzesinde bulunan bir ziyafet
tablosu ve 1905’te İstanbul’da satılırken ele geçen sulu boya bir
kâtip tablosu. 1480’de Venedik’e dönen Belli’nin İstanbul’da
geçen bu uzun süre, inceleme yazısında bütün renkleriyle dile,
getirilmekte ve dolayısıyla Fatih’in özel hayatıyla saray yaşan­
tısından da söz edilmektedir. Yazı; (Bellini), (Fatih Sultan Meh­
med madalyası), (Ressam Bellini tarafından yapılmış resmi),
(Osmanlı kadım), (Teodoz Sütunu), (Solak resmi), (Fatih Ma­
297
dalyonunun iki yüzü) gibi Bellini tarafından yapılmış veya çi­
zilmiş eserlerin resimleriyle renklendirilmiştir.» L. Touan’dan
çeviri.
580
Sultan Murad-ı Râbi’nin Hatt-ı Hümayunları.
TOEM. 7, 39, 1.8.-1332 [1916]. «Osmanlı tarihi ve Osmanlı kurumlarımn gereği şekilde incelenebilmesi için en önemli bel­
gelerden birinin hatt-ı hümayunlar olduğu. Hatt-ı hümayun­
ların padişahların devlet yönetimindeki iktidarlarına, düşünüş­
lerine ve uygulamalarına birer örnek olduğuna ve her birinin
kanun kuvvetini haiz bulunduğuna değinen yazar; belleği çok
kuvvetli ve dikkati etkili olduğundan karşısındakini bir tür kor­
ku ile itaat altında tutabilen, onyedinci yüzyılda gelen OsmanOğulları’nm en değerlisi Dördüncü Murad (salt. 1623-1640)’m
tutumunu ilkel olarak değerlendiren hatt-ı hümayunlarından
ilginç örnekler vermektedir.» 129-141 s. Uzun bir dizi.
581 Sultan Murad-ı Sâlis Devrinde İstanbul’da Belediye İşleriİkdam. 7387, 4.9.1917. «Üçüncü Murad (salt. 1574-1595) döne­
minde belediye işleri. Sokakların temizliği. Bahçelerin sulan­
ması ve fazla su harcanılmaması için alman tedbirler. Yangın
önleyici tedbirler. Esnaf ile ilgili çeşitli yönetmelikler. Kadıla­
rın görev ve yetkileri.» Uzun bir inceleme582 Sultan Murad-ı Sâlis De-vrinde İstanbul’da Et Meselesi.
İkdam. 7378, 26.8.1917. «Üçüncü Murad (salt. 1574-1595) döne­
minde İstanbul’a canlı hayvan gönderen bölgeler. Hayvanların
bölgelerden toplanması ve başkente gönderilme işi. Kasapların
seçimi. Kasap adaylarının yetişmesi ve kontrolü. Sarayın, ordu­
nun ve halkın ihtiyacının karşılanabilmesi için önceden alınan
tedbir ve kontrol. Kadıların bu konuda görev ve yetkileri. Bu
konuda çeşitli hatt-ı hümayunlar.»
583 Sultan Murad-ı Sâlis ve İngilizler.
İkdam. 9132, 21.8.1922. «Türk müverrihleri arasında gördükle­
rini büyük bir dikkatle yazan Selâniki Mustafa Efendi (On al­
tıncı yüzyıl sonlarında yaşamış, 1563-1599 olaylarını yazmış)’den
aktarılmış Osmanlı-İngiliz ilişkilerine dair pasajlar. İlk devir­
leri sadrâzam Sokullu Mehmed Paşa dolayısıyla düzenli geçen,
sonraları (Duraklama Devri) başlayan bir hükümdarın, Üçüıı298
cü Murad (salt. 1574-1595) ’m, çöken bir İmparatorluğun hikâ­
yesi.»
584 Sultan Murad-ı Sâlis ve Kraliçe Elizabeth.
Yeni Mec. 5, 2.8.1917. «Üçüncü Murad (salt. 1574-1595) devrinde
Avrupa iki büyük hükümdarın rekabetine sahne olmuştu. İn­
giltere’de Kraliçe Elizabeth, Ispanya’da İkinci Filip. Elizabeth,
rakibinden üstün olabilmek amacıyla Akdeniz’de tek kuvvetli
gücün Osmanlılar olduğunu biliyordu. İkinci Filip’ten intikam
almak isteyen Portekizler, onlar da III. Murad’ın ordusundan
ve donanmasından yararlanmayı, düşündüler. Evvela OsmanlIlar­
la bir ticaret anlaşması imzaladı... (Üçüncü Murad) ve (Yaban­
cı elçilere ziyafet) resimleriyle renklendirilen bu yazıda; İngil­
tere’nin Osmanlılara yaklaşması politikası ve günümüzde de
değerini sürdüren doğu Akdeniz stratejisi ve eğemenliği işlen­
mektedir.» Uzun dizi. Dışkapak; (Murad-ı Sâlis ve Kraliçe Eli­
zabeth) dir.
585 Sultan Murad-ı Sâlis Zamanında; Et Meselesi ve Kösele İhtikârı.
İkdam. 7316, 22.6.1917. «İstanbul halkının doyurulmasında et
konusu. Kasapların durumu ve çırakların yetişmesi. Üçün­
cü Murad (salt. 1574-1595) zamanında bu konuda yapılan ça­
lışmalar. Halkın ve ordunun ihtiyacı olan köselenin karşılana­
bilmesi için alınan tedbirler. Fazla kârla satmak isteyenlerle
etkili mücadele.»
586 Sultan Murad-ı Sâni’ııin Validesi.
İkdam. 7268, 17.2.1920. «İkinci Murad (salt. 1421-1444, 1446-1451)’
ın annesi Fransız mıydı?.. Bu konu, Üçüncü Selim (salt. 17891807)’nin tahtından indirilmesinden itibaren zaman zaman ko­
nu olduğu. Özellikle Fransız basınında bu konuya yer verildiği.
Fransız-Osmanlı yakınlaşmasının sözkonusu olduğu zamanlarda
basının bu tür incelemelere eğilmekte özen gösterdiği. İlginç
örnekler içinde ilginç bir inceleme.»
587 Sultan Selim-i Sâlis ve İaşe İşleri. (1-2)
İkdam. 7877, 7879, 15, 17.1.1919. «Üçüncü Selim (salt. 1789-1807)’
in başkent İstanbul’un iaşe işleri üzerinde önemle durduğunu
gösteren hükümler. Ekonomik tedbirler. Kadıların bu konu­
daki çalışmaları. Yiyecek, içecek satanların kontrolü. İhtikâr­
la yapılan mücadele.»
299
588
S ultan Selim-i S âlis’in M alî F ik irle ri. (1-2)
ikdam. 7883, 7887, 21, 25.1.1919. «Üçüncü Selim (1789-1807)'in
yalnız içişleriyle değil, ekonomik işlerle de meşgul olduğu. Sa­
rayda ve devlet yönetiminde israfla, fazla harcamalarla müca­
dele etmeye çalıştığı, ilginç hatt-ı hümayunlarla değerlendiril­
miş bir inceleme.» Uzun bir dizi.
589 Sultan Selim-i Sâlis’te Halk ve Millet Muhabbeti- (1-2)
Yeni Mec. 23. 24, 13.11.1917 dv. «Üçüncü Selim (salt. 1789^1807)’
in devlet yönetiminde büyük bir görüş açısı olduğu. Sadrâzam
tarafından içişlerine, dışişlerine ve orduya dair kendisine gön­
derilen telhisleri dikkatle okuduğunu, bu yazıların kenarlarına
dikkatle düşüncelerini yazdığını ve izlediğini belirten yazar;
(Üçüncü Selim), (Üçüncü Selim’in yatağı), (Yatak odası), (El
yazıları), (Odası), (Hatt-ı hümayunları) ile değerlendirilmiş
iki uzun dizi incelemede Üçüncü Selim’in günlük yaşantısına,
karakterine, üstün vatan ve millet sevgisine yer vermektedir.»
590 Sultan Süleyman*! Kanunî Devrinde Açık Deniz Meselesi ve
Azak Muhasarası.
ikdam. 7344, 20.7.1917. «Kanunî (salt. 1520-1566)’nm görkemli
devrinden bir yaprak. Kırım Hanı’nın Azak Kalesi hakkında
düşündükleri ve düşündürdükleri. Sokullu Mehmed Paşa’nm
ileriye yönelik politikası.»
591 Sultan Süleymancı Kanunî Devrinde Nişan Talimleri. «Eski Osmanlı askerliği.
Edebiyatı U. Mec. 4, 12.11.1332 [19161. «Osmanlılann nişan ta­
limlerine pek ziyade önem verdikleri. Nişancılığın kutsal bir
iş sayıldığı. Yazı; Birinci Süleyman (Kanunî, salt. 1520-1566)’
nın nişan talimlerine verdiği önemi belirten bir belge ile de­
ğerlendirilmiş.»
592 Sultan Süleyman-ı Kanunî’nin Son Senelerinde İstanbul’un
Usul-ü İaşe ve Ahvali Ticariyesi.
TOEM. VII, 37, 1.4.1332 [19161. «İstanbul’un yönetimi ve sağ­
lığıyla görevli bulunan İstanbul Kadısının 27 hüküm örneğiyle
değerlendirilmiş, beledî hizmetleri ayrıntılarıyla gösteren bir
inceleme.» s. 23-42. Uzun bir dizi.
300
593 Sultan Süleyman-ı Sâni ve Tabayii. (1-2)
îkdam. 8521, 8522, 27, 23.11.1920. «Sultan İbrahim (salt. 16401648)’in Saliha Dilaşub Sultan’dan (1642) dünyaya gelen ve
kırk yıla yakın bir süre her an ölüm ile karşı karşıya bir hayat
geçiren İkinci Süleyman (1687-1691)’m hayatı. Hisli, duygulu
ve çalışanı takdir eden bir Hükümdarın ibret verici bir ömrün
neler getirdiği, neler kaybettirdiği.» Uzun bir dizi.
594 Sultanlardan halkın çektikleri.
İkdam. 11325, 2.11.1928. «Dördüncü Mehmed (salt. 1648-1687)’in
safahat ve israf dolu hayatından parçalar. Halkın ileri derece­
de geçim sıkıntısı. Sınırlarda eriyen asker ve Osmanlı satveti.
İstanbul’da atılan eğlence toplan ve toplumdan ayrı bir ya­
şantısı olan sarayın içi.»
595 Sultanların Korkunç İsrafları.
Tarih Dünyası. I, 2, 1.5.1950. «Saray israfatı yalnız eski devir­
lere mahsus değildi. Sultan Abdülmecid zamanında sarayın
aşırı tüketimi müthişti. Aşırı ve lüzumsuz tüketime en ziyade
ön ayak olanlar da sultanlardı. Sultan Abdülmecid’in Bartlett
tarafından yapılmış bir resmiyle değerlendirilen yazıda; saray­
da sevilen kadınların padişahı nasıl zor duruma düşürdükleri,
çeşitli örneklerle dile getirilmektedir.» Hoca’nın ölümünden
sonra eski bir yazısı yayınlanmış.
596 Süleyman-ı Kanunî ve Müttefiki. (1-2)
İkdam. 9139, 9146, 28.8.1922, 4.9.1922. «Kanunî Birinci Süley­
man (salt. 1520-1566)’m Fransa politikası. Osmanlı İmparator­
luğumun Rumeli yönündeki üç önemli eyâletinden biri olan
Budin’in Mohaç Savaşı’nın ardından (1526) Kanunî tarafından
alınmasıyla Osmanlı İmparatorluğu'nun Fransa’ya daha da yak­
laştığı. Şarlken’in elçileri. Osmanlı İmparatorluğunun deste­
ğine muhtaç ve güvenen Fransa Krallığı’mn hikâyesi.» Uzun ve
belgelere dayanan bir dizi.
597 Süleyman-ı Kanunî’nin Son Senelerinde Kalp Akçe ve İhracat
Meselesi.
Edebiyatı U. Mec. 9, 17.12.1332 119161. «Kanunî zamanında
(salt. 1520-1566) ticarette himaye usulü olduğu, dışarıya altın
sızmasına, kaçırılmamasma büyük özen gösterildiği, mal satan
yabancıya malının karşılığında yerli mal verilmeye çalışıldığı.
301
Erzurum Beğlerbeği ile Edirne ve Belgrad kadısına gönderilen
iki hatt-ı hümayunla değerlendirilen incelemede, değeri düşü­
rülen akçenin memleket bünyesine yaptığı onarımı müşkül yı­
kıntı, çeşitli ilginç örnekleriyle dile getirilmektedir.» Uzun bir
dizi.
598 Süleymaniye Camii Nasıl Yapıldı?.. «Kafes ve ferace devrinde
İstanbul»
Akşam. 31.5.1936. «Kanunî’nin buyruklarıyla Koca Mimar Si­
nan tarafından (1550-1557) yılları arasında yapılan, klâsik Osmanlı mimarisinin en büyük eserlerinden biri olan cami. Bo­
ğaz ve Halice hâkim olan; cami, medreseleri ile bir külliyenin
kuruluş hikâyesi. Uzun yazı dizisi, cami ve civarını gösteren
bir resimle renklendirilmiştir.»
599 Sümerler’in Kurduğu Medeniyet ve Tesirleri.
Cumhuriyet. 14.11.1935. «Halen Paris’te Louvr Müzesinde bu­
lunan Gudea’nm ünlü heykeli ile renklendirilmiş olan bu yazı­
da; M.Ö. 4000 yıllarından başlayarak Fırat ve Dicle Nehirleri­
nin güneyinde, Mezepotamya denilen bölgede dünyanın hay­
ranlığını kazanan büyük bir uygarlık kuran ve bugün dahi ka­
lıntıları haklı bir ilgi toplayan Sümer tarihi ve uygarlığı in­
celeniyor bu uzun dizide.»
600 Şaban Ağa.
İkdam. 8063, 22.7.1919. «Dördüncü Mehmed (Avcı. salt. 16481687) zamanında sarayda büyük bir nüfuzu olan, ardından bu
büyük gücü mal toplamaya yönelten ,yeniçeri ve sipahi baş­
kaldırmalarında gizli açık parmağı olan, sonunda başını cel­
lâda teslim etmek zorunda kalan Şaban Ağa’nm ve o dönem
İmparatorluk başkentinin serüveni.» Uzun bir dizi.
601 Şair N efî ve Bayram Paşa.
Yedigün. 58, 18.4.1934. «Nef’î’nin yetiştiği, yaşadığı ortam. Dör­
düncü Murad (salt. 1623-1640) devrinden canlı yaşantılar. Nef’î’
nin başını yiyecek olan hicivleri ve bu hicivlerin karşısında
olanlar. Bayram Paşa’ya dil uzatması. Saraya davet edilerek
ölümüne (ölm. 1634) giden yolun hikâyesi. Nâima’mn yazdığı­
na göre padişah fırtınalı bir günde Nefî’nin (Sihâm-ı kaza) adlı
hiciv mecmuasını okurken sarayın civarına bir yıldırım düş­
müş, bunu uğursuz sayan Sultan, mecmuayı (şiir demeti) yırt­
302
tıktan başka .iltifat ettiği, huzuruna çağırarak şiirlerini dinle­
diği Nef’î’ye hiciv söylememesi için şaire tövbe ettirmiştir.
Nef’î’nin tövbeden sonra yazdığı kasidede;
Bugünden ahdim olsun kim seyi hicvetm eyim am m a
Vereydin ge r icazet hicvederdim bahtı nasâzı
beytini söylemiştir. N efî’nin gözden düştüğüne memnun olan
şairler de vardır;
Gökten nazire indi «Silıâm ı Kaza» sına
N e f’î diliyle uğradı Hakkın belâsına.»
602 Şarl Dil (Charles Diehl).
İkdam. 9007, 13.4.1922. «Fransız bilgini. Bizans tarihi üzerindeki
devamlı araştırma ve çalışmalarıyla Bizans İmparatorluğu’nun
gerçek yüzünün açıklanmasına büyük katkısı olan Bizantion
Charles Diehl (1859-1944)’in hayatı, çalışma düzen ve metodu,
Bizans araştırmalarına getirdiği yenilikler. Eserleri; Bizans Afrikası 1896, Bizans medeniyeti 1901, Bizans İmparatoriçesi Theodora 1904, Bizans figürleri (1906-1908), Bizans sanat elkitabı
1910, Bizans’ın gelişmesi ve çöküşü 1920, Bizans İmparatorlu­
ğu Tarihi 1921.» Hoca; Türk-Bizans ilişkilerini devamlı işlemiş
olduğundan, Bizans İmparatorluk tarihiyle uğraşan Diehl üze­
rinde durmakta ayrı bir özen göstermiştir. Diehl’in 1923’de
yayınlanmış «İstanbul» adlı bir eseri ve konusunda çok önemli
makaleleri vardır.
603 Şehit Kara Mehmed. «Tarihî menkıbeler»
Yeni Mecmua. Nüsha-i fevkalâde. 1915-1331, Çanakkale 5/18
Mart. «Çeyrek yüzyıla yaklaşan Girit Seferi ve kuşatması sü­
resince binlerce kahramanlık destanı yaratılmış, Girit toprak­
ları Mehmedçik’in kanıyla sulanmış ve nice kahramanlar ge­
lip geçmiştir. Osmanlı İmparatorluğunu her yönden işgal eden
Girit Seferine şerefli bir çözüm yolu arayan sadrazamın ça­
baları arasında nice adsız yiğitler arasından birinin kahraman­
lık serüvenidir bu. (... Fazıl Ahmed Paşa, Girit Ada’smda, Ça­
nakkale limanında, gecenin karanlıkları içinde bekliyordu. Or­
talık zifiri karanlıktı. Aylardanberi Kandiye Kalesinin fethiy­
le meşgul olan serdarı ekrem, kuşatma ordusunu vatana bağla­
yan yolları düşman gemilerinden temizlemek, Çanakkale’den
Girit’e gelen gemilerle onlara yiyecek ve mühimmat yetiştir­
303
mek istiyordu..) Çanakkale ile Girit yolu üzerinde karakol gö­
revini sürdüren küçük bir Türk deniz kuvvetinin üstün düş­
man kuvvetleriyle çarpışarak mağlup olması. Filo komutanı
Durak Reis’in şehitliğe ulaşması ve gemisinin sağlam olarak
düşman eline geçmesi. Düşman filosunun bu gemiyi büyük bir
zafer bayramı havası içinde yedekleyerek limanlarına doğru
yelken açması. Düşmanın zafer çığlıkları arasında gözlerden
sıyrılan Kara Mehmed adlı bir serdengeçtinin tutsak alman
geminin .cephaneliğine sızarak günler boyu aç ve susuz sak­
lanması. Düşmanın büyük şenlikler yaparak Durak Reis’in tut­
sak alınan gemisini kendi limanlarında ziyaretçilere açtığı bir
anda kapandığı cephaneliği tutuşturarak diğer düşman gemi­
leriyle beraber havaya uçması ve limanda bulunan diğer düş­
man gemilerinde de büyük sayıda yangın ve tahribata sebep
olması. Hamasi bir menkıbe.»
Fazıl Ahmed Paşa (1635-1676) Kandiye kalesini almış ve
Girit Adası’nı imparatorluk içinde bir problem olmaktan çı­
karmıştır. Bu kuşatma sırasında yüzbin asker kaybedildiği ve
kalenin kuşatılmasında 130 bin kantar (Bir kantar; 44 okka
veya 56-452 kg.) barut kullanıldığı söylenir.
Derginin konu dizisinde makale adı (Şehit Kara Ali) ola­
rak gösterilmiştir.
604 Şehit Kara Mehmed.
Harp Mec. II, 24, Aralık/1933. «Makale ikinci kez yayınlan­
mıştır.»
605 Şehzadebaşı. «Kafes ve ferace devrinde İstanbul»
Akşam. 4.4.1936. «İstanbul’un yedi tepesinden Bayezid ile Fa­
tih arasındaki çukurda kalan semtin adı. Padişahların erkek
evlâtlarına (Şehzade) denilirdi. Bunlar, padişahların haseki,
ikbal veya cariyelerinden doğarlardı. Çelebi Mehmed devrine
kadar kendilerine (Çelebi) denirken, bundan sonra (Şehzade)
deyimi yaygınlaşmıştır. Bir yaşında şehzade sütten kesilir ve
o zaman kendisine Has Odalılardan maiyyet seçilirdi, içlerin­
den en yaşlısı, şehzadenin Başmürebbisi olup adına Başla la
denilirdi. Şehzadeler, beş altı yaşlarında öğrenime başlarlar,
onüç, ondört yaşlarına vardıklarında sarayda ayrı bir daire
tahsis olunurdu. Derslerle beraber kendilerine at ve silâh kul­
lanmak da öğretilirdi. Üçüncü Mehmed (salt. 1595-1603) za­
304
manına kadar şehzadeler muhtelif sancaklara (il den büyük
yerleşme merkezi) sancak beği olarak gönderilirdi. Bu suretle
tecrübeli lalaların yanında idari işlerde de yetişirler ve ilerisi
için hazırlamrlardı. Dördüncü Mehmed (salt. 1648-1687) zama­
nına kadar, padişah öldüğü zaman yerine geçen şehzadenin
diğer kardeşlerini öldürtmesi kanun olduğundan, başkent olan
İstanbul’a yakın bir sancak da sancak Beği olmak, İstanbul’a
kısa zamanda ulaşmak ve haberleşmek yönünden tercih edi­
lirdi. Şehzade tahtta çıktığı zaman genellikle onunla beraber
Lala’sı, diğer bir deyimle başmürebbisi de sadrâzam mevkiine
geçerdi. Kanunî Sultan Süleyman (salt. 1520-1566)’ın bilinen
eşleri; Mahidevran (Bülbahar), Hurrem -Sultan (Roksolan),
Gülfem Hatun olup, Hurrem Sultan önde gelirdi. Bundan;
Mehmed, Selim, Bayezid, Cihangir adlı oğulları ve Mihrimah
(Rüstem Paşa’nın eşi) dünyaya gelmişti. Şehzade Mehmed’in
Saruhan’da vali bulunduğu sırada genç yaşında vakitsiz ölümü
(1543), bir devre adını veren, bizzat 13 önemli savaşta hazır
bulunan Birinci Süleyman (Kanunî)’ı çok etkiledi, uzun süre
bu acıyı unutamadı. Mimar Sinan tarafından (Şehzadebaşı
Camii) olarak genç şehzadeyi simgeleyen bu yapıt (1543-1548),
öğrenciliğim diyerek adlandırdığı Şehzâdebaşı Camii, imâret,
tabhane, medrese, mektep ve türbesi. Mezar kitâbelerinden bir
bölümü ve diğer türbeler. İstanbul’un Fethinden sonra Şehzadebaşı Camiinin bulunduğu yerle, bunun karşısında yeniçeri­
ler için yapılan kışlalar hakkında ayrıntılı bilgiler. Uzun yazı
dizini, yüzyıl evvel Şehzadebaşı semtinin fotoğrafıyla renk­
lendirilmiş.»
606 Şinasi’nin berayı tahsil Paris’e Gitmesi.
TOEM. 15, 9 (86), 1.5.1341 [19251. «Edebiyatımızda tabiî yazı
çığrını açan ve gazetecilik türünü kuran ünlü edip Şinasi (18241871)’nin Paris’e öğrenime gitmek için Fethi Paşa’ya takdim
ettiği dilekçe ile, Meclis-i Vükelânın bu konudaki kararı. Ede­
biyat tarihimiz için değerlendirilmiş önemli bir belge.» 215:
[215-216; Şinasi’nin Fethi Paşa’ya dilekçesi. Paris’e gönderil­
mesi hakkında Babıâli’nin sunuş yazışıl.
607 Şumnu’da Koşut. (Lajos Kossuth)
İkdam. 10134, 22.6.1925. «Türk Tarih Encümeni başkanı ve Darül­
fünun Türkiye tarihi müderrisi Ahmed Refik Bey’in, Macaris­
tan’dan Türkiye’ye gelen bir bilim heyetinin ziyareti dolayı­
305
sıyla ünlü Macar milliyetçisi ve devlet adamı Lajos Kossuth
(1802-1894) hakkında, gazetenin, birinci sayfasından başlayıp,
ikinci sayfada son bulan uzun bir inceleme dizisi. Yazı; Kosşuth’un fotoğrafı ve imzasıyla renklendirilmiş.»
608 Tahsili İptidai ve Milliyet.
Millet. 43, 16.9.1908. «Prusya’da ilköğretim. Alman okulların­
da ulusal duygu. Schiller, Goethe, Lessing, Büyük Friedrich. Japonlar. Japonya’da ulusal duygu. Vatanperverane duygular. Va­
tanperverliğin armağanı zaferdir. Okullarımızda tarih dersleri.
Vatanperverane duygular ve Osmanlılık.»
609 Tarhuncu.
Yedigün. 126, 7.8.1935. «Osmanlı İmparatorluğunda ilk kez büt­
çe yapmaya kalkan, Gürcü Mehmed Paşa’nm yerine sadrâzam
olduğu gün, ilk sözü : — Ya iş görürüm, ya kellemi veririm..
diyen ve kellesini veren Tarhuncu Ahmed Paşa (Ölm. 1653)’
tun. hayat dizisi. Bu dizi içinde çöken bir İmparatorluk.»
610 Tarhuncu Ahmed Paşa İdaresi. «Para meselesi»
îkdam. 9656, 18.2.1924. «Osmanlı İmparatorluğunda ilk kez büt­
çe yapmaya çalışmış olmakla ün kazanmış olan Tarhuncu (ölm.
1653)’nun çalışmalarından bölümler. Avcı Dördüncü Mehmed
(salt. 1648-1687) döneminde yönetimin Kızlarağası Dev Süley­
man’dan nasıl kurtarılmaya çalışıldığı. Çıkarları zedelenen ki­
şilerin cephe alması. Tarhuncu’nun başını cellâda teslimi. Ar­
dı ardına beş sadrıâzamın yuvarlanışı. Vergi toplayamayan ve
tüccara borcunu Ödeyemeyen bîr Osmanlı İmparatorluğu.»
Uzun bir dizi.
«...Arz odası tahtında çocuk padişah Dördüncü Mehmed
oturuyordu. Devlet erkânı sırasıyla yerlerini almışlardı. Pa­
dişah :
— Paşa ne dersin?.. Girit’teki orduya, donanmaya ve bu­
radaki askere masraf ve ücretlerini muntazaman yetiştirmeği
taahhüt edebilir misin?..
diye sordu. Ahmed Paşa tereddütsüz; (Ferman padişahımındır, taahhüt ederim) dedi. Padişah mühürünü çıkardı ve
hazır bulunan devlet büyüklerine dönerek:
— Bu taahhüt ettiği maddelerde istikamet üzere hizmet
vücuda getireceğine sizler kefil misiniz?
diye sordu. Şeyhülislâm Ebu Said Efendi:
306
— Padişahım, kefalet güçtür, nihayet umurunda hayra
delâlet ve her hususunda muavenet ederiz, nasihat eyleriz! dedi.
Bunun üzerine padişah mühürünü Ahmed Paşaya vererek:
— Mübarek ola! Her işinde efendilerle meşveretten hali
olma!., dedi. Fatiha okundu. Padişah :
Bak â, Ahmed Paşa!.. Her vezir azlolunmaz!. Eğer taksi­
rin zuhur ederse başın keserim., dedi.
Sadrâzam yer öptü:
— Padişahım!, benim dahi iki iltimasım vardır; biri kimin
üzerinde devlet malı bulursam geri alırım, kimse engel olma­
sın. İkincisi, hâzinenin takatini düşünmemiş olan sadnâzam
Gürcü Paşa zamanındaki bütün atama ve verileler yok sayıl­
sın.. dedi.
Çocuk padişah bu koşulları kabul etti ve sadrâzamın eline,
bu maddeler için tam yetki ile harekete izinli olduğuna dair
iki hattı hümayun verdi...»
Vakanüvis ve diğer tarih yazarları; Namuslu, doğru, ça­
lışkan olduğunda, rüşvet ve savurganlıktan nefret ettiğinde
birleşirler. İhtilâller geçirmiş bir ülkede olduğunu, halkın hü­
kümet buyruklarına kayıtsız kaldığını, çıkarlarına bağlı kişi­
lerin çevresini doldurduğunu hesaplayamadı ve bu gaflet onu,
aynı padişahın işaretiyle ölüme götürdü. «Hizmetin bilinme­
diği zaman ölüm hayattan yüz defa üstündür!» sözü onundur.
611 Tarhuncu Ahmed Paşa ve Akıbeti. Osmanlı İmparatorluğu’nun
Bozuk Devrinde Dürüst Bir Vezir.
Resimli Tarih Mec. II, 22, Ekim/1951. «Her şeye rağmen dev­
letine hizmet etmeyi amaç edinmiş ve bu uğurda kellesini ver­
miş, Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk bütçeyi yapmayı denemiş
bir sadrâzamın, Tarhuncu Ahmed Paşa (ölm. 1653)’nm hayat
dizisi. Yazı; Münif Fehim’in bir tablosuyla değerlendirilmiş.»
Hoca’nın ölümünden sonra yayınlanmış.
612 Tarih ve Felsefe-i Tarihiyye.
Haftalık Şûrayı Ümmet. IX , 218, 15.4.1326 [19101. «Tarihin ça­
ğımızda kazandığı Önem. İngiliz tarihçisi Bukle’nin fikirleri.
Alman müverrihleri. Tarih nasıl yazılmalı?.. Vatanperverane
ve ahlâki tarihler. Vatancıl ve ahlâki tarihler müspet bilim­
lere uygun olabilir mi?.. Tarih fen midir, ilim midir?..»
307
613 Tarih ve Fen.
İkdam. 8526, 2.1.1920. «Tarih çalışmalarına fen sokmak isteyen­
lerin yanılmayacağı, tarihin hem fen ve hem de bir sanat ol­
duğu.»
614 Tarih ve Islâm Nazarında İstanbul.
İkdam. 8229, 9.1.1920. «Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İs­
tanbul’un İslâm dünyasındaki yeri ve önemi. İstanbul’un Bi­
rinci Dünya Savaşı sonunda düşman kuvvetleri tarafından iş­
gal edilmiş olduğu günlerde yazılmış olması dolayısıyla yazının
ayrı bir özelliği var.»
615 Tarih ve Millî Mevcudiyet.
Dersaadet Gazetesi. 81, 4.10.1336 [1920], «Millî mevcudiyetin
oluşu ve devamının millî tarih ile mümkün olduğu. Tarihin
yazılabilmesi ve tarihçinin yetişebilmesi için nelere ihtiyaç ol­
duğunu, batı’dan örnekler vermek suretiyle konuyu ayrıntıla­
rıyla inceleyen bir dizi.»
616 Tarih ve Müverrihler. (I-IX)
Hayat Mec. 60-63, 66, 68, 69, 71, 73, 81, (19.1.1928 dv.). «(Fran­
sız müverrihi Gabriel Hanotaux —Tarih ve Müverrihler— adlı
gayet nefis bir dizi makale yayınlamıştır. Hanota bu dizide
tarihi tarif ettiği gibi, tarihin ilim ve fen olduğuna dair pek
değerli felsefî mütalâalar ileri sürmektedir. Hanota’nm bu ma­
kalelerde eski Yunan ve Lâtin müverrihleri hakkındaki ince­
lemesi, ilk çağların en büyük tarih üstadlarım, üslûpları ve ta­
rih yazmaktaki sanatlarıyla gözlerimizin önünde canlandırıyor.
1885’te İstanbul’daki Fransız elçiliğine müşavir olarak gönde­
rilmiş olan Hanota’nm : Avrupa’da tarihin ne suretle telâkki
edildiğini gösteren bu nefis makalelerini aynen çeviriyoruz).
S ay ı: 60; tarihin tanımı, 61: tarih bir sanattır, 62: tarih ilim­
dir, 63: tarih bir ilimdir, 66: Yunan müverrihleri (Homer,.
Heredot, Tukides), 68 : (Tukides’in eseri), 69 : (Polip, Plütark),
71 : Lâtin müverrihleri (Sezar, Salust), 71 ve 72 Lâtin müver­
rihleri.»
617 Tarihe Dair Telâkkilerimiz.
İkdam. 8739, 13.7.1921. «Tarih yazan yerli ve yabancı ilim adam­
larının uyguladığı usuller. Müverrihlerin olayları görüş açısı
ve ölçüleri. Çeşitli ve ilginç örneklerle değerlendirilmiş bir
inceleme.»
308
618 Tarihî bir Müşabehet.
îkdam. 9262, 29.12.1922. «Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda bü­
tün gözlerin bir tek kişide toplandığım, Osman Gazi’nın İm­
paratorluğa sembol olduğu. Kurtuluş Savaşı’nı başlatan ve
adım adım hedefine ulaşan Türk Milleti’nin de bir sembolü
olduğu teması işlenmektedir.»
619 Tarih-i Gılmanî. (1-7)
TOEM. İlâveler. XIV, 1-7 (78-84). 1.12.1340 [1924] dv. «Mehmet
Halife tarafından yazılan önemli bir tarih olup, Ahmed Refik
Bey ilk defa Tarihi Osmanî Encümeni Mecmuasının eki Ola­
rak, yazarın yaşantısı hakkında dört sayfalık önsöz ile yayın­
lamış ve bilahara kitap haline getirmiştir (bkz. no. 860)- Yazma
tarihin müellif nüshası Saray Kütüphanesindedir. Altmay, ken­
di özel nüshasını işlemiştir.»
620 Tarihî Hakikatlar. «Tarih musahabeleri»
İkdam. 9000, 6.4.1922. «Tarihî yanlışlıklar, Güvenilir belgelerle
yanlış1arın bulunmasına, ispatlanmasına rağmen hatalarında
ısrar edenler ve düzeltmeyi bir türlü kabul edemeyenler. Ya­
zar bu konuyla ilgili ilginç örnekler vermiştir. Örneğin: Yeni
Camiin mimarı ve Viyana’daıı geri dönen Merzifoni Kara Mus­
tafa Paşa’nm başı. Yazar, özellikle Viyana Müzesinde bulun­
duğunu ispatlamaya çalışılan başın, güvenilir belgeler ışığın­
da orada olmadığını belgelemektedir.»
621 Tarihi Harbimiz.
Ümit Dergisi. 1, 6.12.1335 [1919], «Osmanlı İmparatorluğu ta­
rihinin henüz yazılmadığına, Avrupa milletleri arasında harp
tarihi yazılmamış tek Milletin Türkiye olduğuna işaret eden
yazar, izlenmesi gereken çalışmalarla ilgili bazı tavsiyelerde
bulunmaktadır. İnceleme; yazarın resmiyle renklendirilmiştir.»
622 Tarih-i Osmanî Encümeni’nin Vazaifine Dair.
İkdam. 8479, 14.10.1920. «Tarihi Osmanî Encümeni’nin görev­
leri ve bu görevlerin eksiksiz yerine getirilebilmesi için gerekli
araç, gereç ve her şeyden önce yetenekli personel. Yazar; Encümen’in araştırmaları için bir ihtisas kütüphanesine de sahip
olması gerektiğini işlemektedir.»
623 Tarihimizde Casusluk.
Yeni Şark. 61, 2.12.1921. «Bir milletin arasında casusluğun o
909
devletin mutluluk ve yaşantısını sürdürebilmesi bakımından
bir felâket olduğu. Casusluğun ihanetten farkı bulunmadığı.
Aşağılıkların en bayağısının casusluk olduğuna değinen yazar,
Osmanlı İmparatorluğu tarihinde bu tür bir casusluğun olma­
dığını işlemektedir.»
624 Tarihimizde Devlet Kicâli.
îkdam. 8957, 22.2.1922. «Osmanlı İmparatorluğu’nun genişleme­
sinde ve her bakımdan ilerlemesinde büyük bir payı olan dev­
let büyüklerinin ve gelecekte devlet yönetiminde sorumluluk
yüklenecek aday yöneticilerin nasıl yetiştirildiğini ve yetiştik­
lerini çeşitli örnekler içinde işlemektedir.»
625 Tarihimizde Feragat Hisleri.
İkdam. 8724, 28.6.1921. «Feragat duygusu. İster müspet, ister
menfi olsun... daima takdirle karşılanmalıdır. Osmanlı tarihin­
den ilginç örneklerle işlenmiş.»
626 Tarihimizde İşret ve Müskirat.
İkdam. 9015, 21.4.1922. «Osmanlı împaratorluğu’nda içki. Hü­
kümdarlar arasında içkiye düşkün olanlar. Kanunlardaki içki
yasaklamaları. Bu konuda çeşitli hatt-ı hümayunlarla değer­
lendirilmiş bir inceleme.»
627 Tarihimizde Medenî Şecaatlar.
. İkdam. 8717, 21.6.1921. «Memleketin yararı için hükümdarlara
kafa tutanların her devirde az veya çok eksik olmadığına işa­
ret eden yazar, konusuyla ilgili çok ilginç örnekler vermekte­
dir.» Uzun bir dizi.
628 Tarihimizde Taaddüdü Zevcat. (1-2)
İkdam. 9618, 9619, 11, 12.1.1924. «Osmanlı tahtında oturanların
şer’an ve gayrı şer’i olarak edindikleri eşler ve bunlardan do­
ğan çocukların problemi. Taht kavgaları. Bu kavgalar yüzün­
den bölünen İmparatorluk ve memleketin uğradığı maddî ve
manevî büyük zararlar. Taht kavgaları sonunda hayatlarını
kaybedenler. Çoluk ve çocuğuyla yabancı bir ülkeye sığınan­
lar. İki gün devam eden yazı, ilginç tarihî olaylarla değerlen­
dirilmiş.»
629 Tarihimizde Tekkeler ve Şeyhler.
İkdam. 10219, 18.9.1925. «Tarihimizde tekkeler ve tarikatların
310
halkın azımsanmayacak kadar büyük bir kısmını çevresinde
toplayarak sırf çıkar temini için politik bir âlet görevini gör­
dükleri. Çeşitli ilginç olaylarla donatılmış bir inceleme.»
630 Tarihimizdeki Tâbirlere Dair.
ikdam. 8743, 17.7.1921. «Osmanlı tarihinde geçen deyimlerden
örnekler veren ve açıklamalar yapan yazar, bu konunun yetkili
kişiler tarafından bir an önce çözümlenmesini ve bir eser ha­
linde yayınlanmasını istemektedir.»
631 Tarihsel İzlere Göre Topkapı’daki Köşkler Hangileri ve Nerede
idiler. Bayezid ve Yalı Köşkleri. I
Cumhuriyet. 21.5.1935. «Osmanlı Devrinin genel yapılarından
Cebeciler Köşkü’nün kara kalemle yapılmış resmiyle değerlen­
dirilmiş olan bu yazı dizisinde; Fatih İkinci Mehmed’in Def­
terdarı Dursun Bey’den, Gallan’ın tasvirlerinden yararlanarak
bu iki köşk bütün ayrıntılarıyla anlatılmaktadır.»
Topkapı ve İncili Köşkler. (II)
Cumhuriyet. 22.5.1935. «Topkapı Köşkü’nün sahilden görünüşü­
nü canlandıran bir resmiyle değerlendirilen bu yazıda, Topkapı Sarayı’nın birer parçası olan (Topkapı) ve (İncili) Köşk­
ler tanıtılmaktadır.»
Revân Köşkü Niçin Yapılmıştı?.. (III)
Cumhuriyet. 23.5.1935. «Revân Köşkü’nün resmiyle değerlen­
dirilmiş olan yazıda, Dördüncü Murad (salt. 1623-1640)’m bu
köşkü neden ve nasıl yaptırmış olduğu, içinde geçen önemli
olaylarla birlikte anlatılmaktadır.»
Bağdad Kasrı. (IV)
Cumhuriyet. 24.5.1935. «Bağdat Kasrı’mn nefis mimarisi daima
göz alan ince bir sanat eseridir. Bağdad Köşkü’nün içinden
bir bölümü gösteren bir resimle renklendirilmiş olan bu yazı­
da; Köşkün mimarından, kalfasından başlayarak bütün özellik­
leri ve içinde geçen ilginç olaylara kadar her şeye yer veril­
mektedir.»
Sofa Köşkü. (V)
Cumhuriyet. 25.5.1935. «Sofa Köşkü’nün iç tezyinatını gösteren
bir resimle renklendirilmiş olan bu yazıda; eski kasırlar ara­
311
sında başlı başına bir yeri olan ve hâlâ zarafet ve taravetini
koruyan (Sofa Köşkü) diğerleri gibi tanıtılmaktadır.»
Spor Sahaları. (VI)
Cumhuriyet. 26.5.1935. «Osmanlı Hükümdarlarının spora önem
verdiklerini çeşitli örneklerle belirten yazar, Kabak Meydanı
ile servilikler arasında nişan talimlerini gösteren (Nişan Taşı)
üzerinde durmaktadır. Her bireri birer tarih olan bu taşların
üzerine, Üçüncü Selim ile. İkinci Mahmud’un kasideleri işlen­
miştir. Bu taşlardan başka diğer hedef taşlarının da ilginç hi­
kâyeleri yer almaktadır incelemede.»
632 Tarihte Gazi.
Yedigün. I, 33, 29.10.1933. «(Tarihte, dehalarıyla —büyük— un­
vanını alan en yüksek kişilerin gördükleri işleri ve bunların
sonuçlarını göz önüne getirecek olursak, Gazi’nin cihan tari­
hinde ve özellikle Türklük âleminde ifa eylediği muazzam gö­
revi hepsinden parlak ve hepsinden yüksek görürüz...) Cum­
huriyetimizin Onuncu dönüm yılı dolayısıyla derginin özel
—10. Y ıl Sayısı— na yazılmış, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün
fotoğrafıyla değerlendirilmiş bir dizi.»
633 Tarihte Hoca Nüfuzu. (1-22)
İkdam. 8155-8181, 25.10.1919 - 21.11.1919. «Osmanlı Türkleri’nin,
tarihlerinin ilk devirlerinde hoca nüfuzundan büyük yarar gör­
dükleri, devlet yönetiminde hükümdara yardımcı oldukları, bil­
ginlerin hürmet topladığı. Zamanla saygınlığını kaybeden din
bilginlerinin devletin başına dert açan her başkaldırmanın için­
de bulundukları veya kışkırtıcısı oldukları. Osmanlı İmpara­
torluğunun zayıflamasında, duraklamasında ve sonunda çök­
mesinde büyük rolü olan Hocalar. Bir devrin hikâyesi. Tarihî
tefrika.»
634 Tarihte Osmanlı Neferi.
Talebe Defteri. 63-65, Ekim/1918 dv. «OsmanlIların ilk kuru­
luş yıllarından başlayarak askere verdikleri önem. Türk aske­
rinin disiplin ve döğüşkenliğine ait muhtelif hükümdarlar za­
manından örnekler. Tarihe şan veren, destanlar yazdıran, fe­
dakâr Mehmetçik’ten bir yaprak.»
635 Tebdili Kıyafet Gezen Padişahlar.
Yedigün. 241, 20.10.1937. «(Büyük tarihçimiz merhum Ahmed
312
Refik’in Yedigün okuyucuları için hazırladığı en son yazıların­
dan biri olan bu makale, Osmanlı tarihinin en cahil ve en ka­
ranlık bir köşesini aydınlatmaktadır. Bu makalede zulme mâ­
ni olmak için tebdili kıyafetle gezen itidâli kaybetmiş Osmanlı Padişahlarının nasıl zulüm yaptıklarını okuyacaksınız. Üs­
tat büyük bir hüsnü tesadüfle acı Ölümünden on gün evvel
—Yedigün— ’e en son yazdığı bir seri tarihî maka’e getirmiş­
ti. Okuyucularımız merhum yazı arkadaşımızı hayır ve rah­
metle anmalarına vesile verecek olan bu makaleleri Yedigün’de
okuyacaklardır)... tebdil gezecekler, halkın çektiklerini göz­
leriyle görecekler, ihmalci vezirlerini tekdir edecekler, h a ^m
rahat yaşamasını temin edeceklerdi-... Dördüncü Murad (16231640) devrinde geçen bir takım ilginç olayların hikâyesi. Üçün­
cü Selim’in bu konuda kaymakam paşaya gönderdiği bir hatt-ı
hümayun ile değerlendirilmiş.»
636 Tedrisat-ı Tarihiyye ve Tarih Kitapları. Yeni Kitaplar.
Servetifünun. 1009, 22.9.1326 [1910]. «Tarihin önemi, okul ki­
taplarına verilmesi gereken yön işaret edildikten sonra, Tevfik Paşa’nm (Osmanlı Tarihi) ile Ahmed Rasim’in (Resimli
ve haritalı Osmanlı Tarihi, c: 1-4) adlı kitapları tanıtılmakta
ve iki eserin değeri belirtildikten sonra yer yer ilginç pasaj­
lar aktarılmaktadır.»
637 Teodora. «Bizans împaratoriçeleri»
Şehbal. IV, 58, 1.8.1328 [19121. «Kıbrıslı veya Suriyeli âdi bir
aileden olup çocuk iken İstanbul’a gelmiş, tiyatrolarda oyna­
mış, güzelliği ve zekâsıyla o tarihlerde veliaht tarafından se­
vilerek önce metres, sonra da Bizans Kraliçesi olan Teodora
(Theodora: 527-548)’in hayat dizisi. Akıllı, çevresindekilere hâ­
kim olmasını bilen, Bizans tarihinde çeşitli isyan ve entrika­
larda parmağı olan imparatoriçe. Bizans tarihinden bir yaprak.»
638 Teofano. «Bizans împaratoriçeleri»
Şehbal. IV. 59, 15.8.1328 [1912]. «Teodora kadar şöhretliydi.
Yedinci Konstantin’in oğlu, Genç Romen ile (956)’da evlen­
mişti. Bir söylentiye göre soylu bir aileye, Bizans müverrih­
lerine göre bir meyhaneci ailesine mensuptu. Gözleri kamaş­
tıran bir güzelliği vardı. Ahlâk yönünden çok zayıftı. Genç ko­
casıyla bir olup ihtiyar imparatoru zehirlemek dahi istemişti.
İmparator Romen ansızın (962) ’de öldüğü zaman; ikisi kız, iki­
313
si oğlan dört çocuğuyla yirmi iki yaşında dul kalmıştı. Yıllar
boyu, dalavere ve cinayetler üstünde kurduğu tahtını yürüt­
mesini başardı. Sonunda, diğerlerinin başına gelen lâyık oldu­
ğu sonuçtan kurtulamadı. Tahtı kaybetti. Sürüldü. Bizans ta­
rihinden yine bir yaprak.» Uzun bir dizi.
639 Tesisat-ı Medeniye ve Tesirat-ı Siyasiyye. «Musahabe-i tarihiyye»
Millet. 39, 12.9.1908. «Devleti Osmaniye’de medeni ıslahat. İkin­
ci Osman, Üçüncü Selim, İkinci Mahmud. Sultan Abdülmecid.
Gülhane Hattı Hümayunu ve tesirleri. Medeni tesislerimize kar­
şı koyanlar. Osmancılar ve İngilizler. Lord Palmerstoh. Osmanlı Ordusuna mükemmel zabitler lâzımdır. Ordunun ısla­
hatı.»
640 Tevârih-i Al-i Osman. «Millî tarihlerimiz». (1-2)
İkdam. 8713, 8714, 17, 18.6.1921. «Genellikle (Tevârih-i Âl-i Os­
man) adı altında toplanan tarihlerimiz. Tarihî Osmanî Encü­
meni Kütüphanesinde bulunan bir tevârih-i âl-i Osman’ın in­
celenmesi. Eserden alınan bir takım bölümler ve bu bölümle­
rin düşündürdükleri.»
641 Tevârih-i Al-i Osman.
TOEM. XVI, 14 (91), 1.3.1926. «Osmanoğulları’mn Batı Anado­
lu’da Beğlik ilân ettikleri tarihten (1300) İstanbul’un Fethine
(1453) kadar geçen olayların, rivayetlere dayanılarak yazılmış
risalelerden meydana getirildiği. Şimdiye kadar sınıflandırı­
lan belgeler arasında bu döneme ait olmak üzere ancak birkaç
belge ve eksik sayfalı defterlere tesadüf edildiği. Mevcut bel­
gelerin temizlenmesi ve tasnifi kesin surette son bulduğu ci­
hetle, İstanbul’un Fethine kadar olan (153) yıllık millî tarihi­
mizin, tarih metoduyla incelenerek yeniden rivayetlerden arın­
mış bir (Tevârih-i Âl-i Osman) meydana getirmenin gerekti­
ği.» 69-78 s. Uzun bir dizi.
642 Tevfik Paşa.
TOEM. VI, 33, 1.8-1331 [19151. «Tarihi Osmanî Encümeni mua­
vin üyelerinden, Türk Silâhlı Kuvvetleri katlarında (Fatihli)
adıyla tanınan; (Anibal), (Muhtasar Tarihi Osmanî), (Tarih-i
Osmanî), (Sevkülceyş) adlı telif ve çeviri kitapların yazarı
Tevfik Paşa’nm 4.12.1331/1915/tarihinde ölümü dolayısıyla ya314
zilmiş bir anma ve tanıtma yazısı.» 564-569 s. metin içinde 1
resim.
643 Tophane Camii. «Kafes ve ferace devrinde İstanbul»
Akşam. 4.9.1936. «Tophane ve Tophane Camii. İstanbul’u yaz­
mış seyyahların, özellikle Molteke’nin anılarında İstanbul’un
bir semti Tophane ve Tophane Camii. Çevresinde bulunan bü­
yük binalar ve bu binaların sahipleri. İstanbul yaşantısından
bir parça. Yazı; yüzyıl evvelki camiin resmiyle değerlendiril­
miş.»
644 Topkapı Sarayından Getirilen Vesikalar.
Akşam. 27.12.1926. «(Müverrih Ahmed Refik Bey’le bir mülâkat. Bu vesikalar tetkik ve tasnif edilirse tarihin şimdiye ka­
dar meçhul kalan birçok noktaları tenevvür edecektir). Topkapı Sarayında bulunan belgelerin tasnifi teşebbüsü üzerine
yapılan bu konuşmada Ahmed Refik Bey; (Osmanlı arşiv bel­
gelerinin önemi, bunların aydınlığa kavuşturulmadan bir Osmanlı Türkiyesi tarihinin yazılmasının mümkün olamayacağı.
Geçmişte yapılan çalışmaların eksik yönleri. Bizde noksan olan
belgelerin Avrupa arşivlerindeki kopyalardan yararlanılarak
tamamlanması. Belgelerin tasnifinden sonra yayınlama işinin
süratle plânlanması. Yurdun çeşitli yönlerinde bulunan belge­
lerin uygun yer ve binalarda bir araya getirilmesi. Her şey­
den evvel bunların yapılabilmesi için bütçenin buna göre ha­
zırlanması.»
645 Trablusgarp Sularında Piyâle Paşa.
Hak. 28, 10.4.1912. «Görkemli donanmasıyla Akdeniz’i titreten,
Nis sahillerinde Osmanlı satvetini bütün büyüklüğüyle yücel­
ten Barbaros Hayreddin Paşa Beşiktaş sahillerindeki mütevazı
türbesinde ebedî uykusunu uyuyor... Barbaros’tan sonra Os­
manlI donanması, Barbaros’un boşluğunu doldurmaya çalışan
öğrencileri, Cerbe Adası’nm düşman tarafından işgali ve Pi­
yâle Paşa’nm Trablus sularındaki büyük başarısı.»
646 Treitschke. «Alman müverrihleri»
Yeni Mec. 7, 8, 23.8.1917. «Cermen birliğinin kuruluşunda mü­
verrihlerin büyük etkisi olduğuna işaret eden yazar, ünlü Al­
man müverrihi Heinrich Von Treitschke (1834-1896)’ı bir ör­
nek olarak gösterir. (Fransa’dan ne istiyorsunuz?. Alsace’ı)
315
1870 adlı eseriyle Bismarck’ın politikasına hizmet eden, 18711874 yıllarında Millî Liberal Parti’den milletvekili olarak mec­
lise giren, 1874’te Berlin Ünivers-itesi’ne profesör ve Prusya’­
nın resmî tarihçisi d'ğer bir deyimle vakanüvisi olan, kendisi­
ni tarihe adayan ve tarih metodunda yenilikler yapan Treitschke’nin hayatı. Yazar; özellikle Treitschke’nin (Cermen İtti­
hadı Tarihi) ve (XIX. Yüzyıl Almanya Tarihi. 1879-1894) adlı
eserlerini de tanıtmaktadır.»
647 Tulon’da Barbaros Hayreddin. «İhtifal münasebetiyle»
Yeni Mec. 7-73, 1.4.1923. «I. François (1494-1547), düşmanı Char­
les Quint (1500-1558)’i mağlup etmek için Kanunî Sultan Sü­
leyman’a istirhamname yolladıktan sonra. Kanunî’nin Fransa
Kralına cevabı. Barbaros’un İtalya sahillerini vurarak Tulon
deniz üssünde bütün haşmetiyle görünmesi. Osmanli-Fransız
deniz kuvvetlerinin işbirliği. Fransız deniz kuvvetlerinin ikmâl
ve iaşedeki beceriksizlikleri.» Uzun dizi.
648 Turhan Sultan ve Çanakkale.
Yeni Mec. '3, 26.7.1917. «Osmanlı Tarihinde kadınların vatan
sevgisine pek çok tesadüf edilir. Bu sevgi, yalnız savaş mey­
danlarında gösterilmez, Vatanın kalkınması ve mutluluğu yo­
lunda da gösterilir. Nilüfer Sultan, Selçuk Sultan, Mihrimah
Sultan, Nurubanu Sultan... eserleri ve hayırlarıyla adlarını kökleştirmişlerdir. Turhan Sultan (Hatice, 1627-1682) politik etki­
sini yürüttüğü sırada, oğlu Dördüncü Mehmed (Avcı. salt. 16481687) gayetle küçüktü. Girit seferi, yirmi yıldanberi sürüp gi­
diyordu. Osmanlı azmi, mesafenin uzaklığına rağmen kırılmı­
yordu. Venedik gemileri, Türk kuvvetlerinin Ada’ya yardım
götürmesini önlemek için Çanakkale Boğazı’nı kapamışlardı.
Köprülü Mehmed Paşa’nın resmiyle renklendirilmiş olan ince­
lemede; Turhan Sultan’ın Çanakkale Boğazı’nm savunması ve
düşmanı püskürtmek için nasıl çalıştığı, bir kadının yapama­
yacağı çabalar harcadığı gösterilmektedir. Yazının bir diğer
özelliği de, Çanakkale’de bulunan tarihi yapılar hakkında da
ayrıntılı bilgiler vermesidir.»
649 Türk Asya’da Hâkim İken...
İkdam. 8495, 1.10.1920. «Türk Asya’da hâkim iken, Doğu’da
Türk’ten metin ve Türk’ten azimli bir Milletin bulunmadığı
ve bunun nederileri.»
316
650 Türk Fedakârlığı. (1-2)
Dersaadet. 5, 6, 12.7.1336 [19201. «Türkler’in tarih boyunca za­
man zaman, hatta en zayıf zamanlarında dahi düşmanlarına
el uzattıkları, onları korudukları. Bu yazı dizisinde başlıca; Ma­
caristan, Lehistan ve Fransa’ya yapılan çeşitli yardımlar üze­
rinde durulmakta ve fedakâr Padişahlar, çeşitli ve ilginç ör­
nekler içinde dile getirilmektedir.» Uzun ve belgelere dayanan
bir inceleme.
651 Türk Hizmetinde Kıral Tököli İmre (1683-1705).
Darülfünun Ed. Fak. Mec. VIII, 3, Mayıs/1932. «(Muhibbi Âl-i
Osman’ım itaat üzreyim emre, Kıralı Orta Macar’ım ki namım
Tököli İmre), Türkler Viyana’yı ikinci defa kuşattıkları (1683)
esnada, Türk Ordusunda bulunan Thököly (1657-1705) Macaris­
tan prensi, Avusturya yönetimindeki Macarların şefi. Karlofça barış görüşmelerinde AvusturyalIların ısrarla kendilerine
teslim edilmesini isteyip Osmanlılarm kabul etmeyip koruduk­
ları Tököli’nin hayatı, hizmeti ve hiyaneti.» 3-7 s. .
652 Türk İdaresinde Atina.
Yedigün. 71, 18.7.1934. «Bugün Yunanistan’ın başkenti olan Ati­
na’nın Türk yönetimindeki hikâyesi. Evliya Çelebi’nin gördük­
leri ve duydukları. Akropol ve bu bölgenin o yıllardaki kulla­
nılış şekli. 1669’da Atina’yı gezen iki Fransız seyyahın anlat­
tıkları. Tarihi, coğrafyası ve yaşantısıyla Atina. Yazı; (Atina’­
nın Türk İdaresi zamanındaki durumu), (Atina’nın görünüşü)
resimleriyle renklendirilmiş.»
653 Türk İdaresinde Bulgaristan. 973-1255. (1-2).
Darülfünun Ed. Fak. Mec. VIII, 6, 7, Kasım/1932, Ocak/1933.
«Türk yönetiminde Bulgarların yerleşme yeri olan şehirlerin
ekonomik, ticarî ve İdarî yaşantısıyla ilgili olarak düzenlenen
bu dizide; Kanunî Sultan Süleyman (salt. 1520-1566) zamanın­
dan, Tanzimata (3. XI. 1839) kadar 2)ivan-ı Hümayundan ya­
zılan hükümleri kapsayan bir dizi. Bu hükümler, özellikle Bul­
gar halkının en toplu olarak yaşadıkları şehirlerin o zamanki
yaşantısına, koyun ve yağ ihracına, Voynuk ve Doğancı adıy­
la düzen altına alınan ve devlet hizmetinde çalışan Bulgarlara uygulanan yönetmelikler ve uygulama şekilleri. İnceleme;
kitap harfleriyle dizilmiş (Seferi Hümayun için Filibe ve Ta­
tar Pazarından Voynuk ihracına dair), (Vidin’de gemi inşa
317
edildiğine dair) ve benzeri (99) hüküm ile değerlendirilmiş­
tir.» 62-98, 1-44 s. Çok uzun bir inceleme.
654 Türk İdaresinde İznik.
ikdam. 8667, 30.4.1921. «İznik şehrinin tarih boyunca önemi.
Şehrin Osmanlılar için stratejik değeri. Osmanoğulları’nm şeh­
ri kuşatması. Uzun süren kuşatma süresindeki olaylar. Şehrin
Orhan Gazi’ye teslim olması. Osmanlı yönetiminde rahat bir
yaşantıya kavuşan İznik.»
655 Türk İdaresinde ReayaDersaadet Gazetesi. 12, 19.7.1336 [1920], «Osmanlı yönetiminde
son derece titizlikle üzerinde durulan reaya hukuku. Osmanlı
İmparatorluğu’nda reâya’nm refahı sayesinde koca bir ülkenin
düzenle yöneltildiği. Reâya ile ilgili ilginç örnekler». Kelimenin
sözlük anlamı; güdülen, yönetilen kimseler olup genellikle Osmanlı tebaası ve daha özel anlamda üretici köylü.
656 Türk Sarayında Bizans Prensesleri.
Yeni Şark. 14, 16.10.1337 [19211. «İlk dönemde Osmanlı hane­
danına politik bir takım imkânlar' sağlayan JBizans’tan gelin
alma ilişkisi. Orhan Gazi’den başlayarak, tekfiir kızları da da­
hil olmak üzere saraya, Osmanlı İmparatorluğuna gelen pren­
seslerin hikâyesi.»
657 Türk Tarihine Dair Macar Vesikaları.
Dersaadet. 26, 2.8.1336 [19201. «Osmanlı İmparatorluğu tarihi­
nin derinliğine yazılabilmesi için Türklerle ilişkileri olan mil­
letlerde bulunan belgelerin incelenmesi gerektiğine değinen ya­
zar; bu tür çalışmalar üzerinde durmakta, Macaristan’da son
yıllarda Türk-Macar ilişkileriyle ilgili olarak yayınlanan eser­
ler hakkında ayrıntılı bilgi vermektedir.»
658 Türk Toprağında Zirini îlona.
Cumhuriyet. 4.6.1932. «Türkler Viyana’dan dönerken, Orta Ma­
car Krallığının sarp bir kalesini genç ve güzel bir kadın savu­
nuyordu. Bir yüzyıl evvel ceddi; Mikloş Zirin’di. Dördüncü
Mehmed döneminde (Avcı. salt. 1648-1687) Türk himaye ve
hâkimiyetine giren (Orta-Macar; Yukarı Macaristan) Kralı, Os­
manlI kaynaklarında (Kuruş Kralı) denilen Tökeli Emre’nin
eşi Zirini İlona’nın hayat dizisi. Fotoğrafıyla renklendirilmiş
olan bu yazıda eşinin başına gelen bütün felâketlere beraberce
318
boyun eğmiş olan bu kadının İstanbul’daki yaşantısı bütün ay­
rıntılarıyla anlatılmaktadır. Genç ve güzeldir. Güzelliği İstan­
bul’a gelmeden yayılmıştır. Bir süre sonra İstanbul'da kalması
sakıncalı görülerek İzmit’e gönderilmesi uygun görülmüştür. İz­
mit yaşantısını da içeren bu incelemede, Osmanlı tarihinin bir
devri de gözlerimizin önüne serilmektedir.»
659 Türk ve Avrupa.
İkdam. 8402, 15.7.1920. «Türk politikasında dinin hiçbir zaman
rol oynamadığı. Osmanlılann Batı ülkelerine her dönemde yar­
dım eli uzatabildikleri. Örneğin; Fransızlara ve Macarlara yar­
dım ettikleri. Bütün bu iyi davranışlarına karşılık onlardan
hiçbir iyi niyete dayanan karşılık görmedikleri. Bunun bir tek
nedeninin de Osmanlı Türklerinin İslâm olması.» Uzun bir in­
celeme.
660 Türk ve Bizans İdaresinde Anadolu.
İkdam. 8470, 5.10.1920. «Bizans devrinde ve Osmanlı idaresinde
Anadolu ve burada yaşayanların durumu. Osmanlılann, ileri­
de tahtta çıkacak olan şehzadelerin yetişmelerini sağlamak ama­
cıyla Anadolu’ya göndermek ve burada tecrübeli Lala’ların ya­
nında valilik yaptırmak suretiyle Osmanlı Hanedanına ve Ana­
dolu’ya çok şeyler kazandırdıkları. Sarayın, çökme dönemine
kadar Anadolu’ya dayandığı. Bizans’ın Anadolu’yu kaybettik­
ten sonra çöktüğünü belgelere dayanılarak ispatlamaya çalı­
şan bir inceleme.»
661 Türk’e Dair.
İkdam. 8452, 12.9.1920. «Ayrupa’da Türklük aleyhinde çalışan­
lara, Türk’ün uygarlığını belgelerle,, örneklerle anlatan bir ya­
zı. Avrupa’nın Türkler aleyhinde süregelen devamlı ve yıkma­
ya amaçlı çalışmalarının, ancak İlmî yayınla cevaplandırılıp çökertilebileceği.» Yazı, Kurtuluş Savaşı’mızm en karanlık günle­
rinde yazıldığı için ayrı bir önemi var.
662 Türk ve Bizans. (1-44)
İkdam. 8813-8860, 28.9.1921 - 14.11.1921. «Türkler’in Bizans’a
karşı izlediği politikayı, Türk açılmasının, Doğu İmparatorlu­
ğu üzerindeki kesin etkisinin İstanbul’un Fethine kadar, Türk
ve Bizans kaynaklarından yararlanılarak hazırlanmış bir tef­
rika. Orhan Gazi’nin ölümünden başlayarak Türk İstanbul’da
319
son bulan bir yazı dizisi. Bol kaynak, bol dip not, bol olay ve
bol efsane.»
663 Türkiye Cumhuriyeti’nin Arması Nasıl Oluyor?..
îkdam. 10284, 26.11.1925. «Ahmed Refik Bey’in resmiyle renk­
lendirilmiş olan bu yazıda, Tarih Encümeni’nin toplanarak ko­
nuyu incelediği ve alman karar açıklanmaktadır.»
664 Türkiye’de Çiçek Zevki.
Akşam. 23.3.1937. «Türkler’in savaş sanatım bildikleri ve be­
nimsedikleri kadar doğanın güzellikleriyle ilgilendikleri. Şiir­
lerde, kitaplarda, dillerde çiçek. İstanbul’da zaman zaman üst
düzeye varan çiçek merakı. Çiçek bahçeleri ünlü kişiler. Lâle
ve gül bahçelerinde gezinti. Yabancıların günlüklerinde İstan­
bul’un çiçek bahçeleri. Çiçek ve narh.»
665 Türkiye’de Fransız Hey’eti Tâlimiyyesi.
İkdam. 11327, 4.11.1928. «I. Abdülhamid döneminde (salt. 17741789) Ruslar’ııı Kırım’ı işgalinden sonra Fransızların Türkiye’­
ye uyguladıkları politikada değişiklik yaptıkları. Fransa’da Tür­
kiye’ye yardım isteklerinin uyandığı. Bu isteğin daha ziyade
Fransa’nın doğu’daki çıkarlarının ve ulaşım yollarının korun­
masıyla ilgili olduğu. Fransız elçisi ve İstanbul’a gelen Fransız
öğretmenlerin içten çalışmaları. Haliç tersane binalarında si­
lâhlı kuvvetler için okul açıldığı. Türk öğrencilerin yaş ve sıra
gözetmeden büyük başarı gösterdikleri. Fransız subay ve öğ­
retmenlerinin çalışma düzeni. Fransa’dan getirilen çeşitli ça­
lışma ve ders araçları. Rusların bu ilişki ve çalışmaya kuşku­
suz kalamaması. 1787’de Rus ve Avusturya’nın devamlı baskısı
karşısında Fransız öğretmen ve misyonunun geri dönmesi. Osmanlı İmparatorluğunun her kalkınma dönemine girişinde içe­
ride veya dışarıda sergilenen oyun ve baskıların bir örneği.»
Uzun bir dizi.
666 Türkiye’de General Bem.
İkdam. 11304, 11.10.1928. «Macar ihtilâli ve Mülteciler konusun­
dan bir yaprak. Türkiye’ye sığman Macarlar arasında bulunan
Leh milliyetçisi General Bern’in, Türk sınırlarından içeriye
girdikten sonra yaşantısı. İlginç notlarla değerlendirilmiş olan
bu yazı, Türkiye’de ölen, topraklarımıza gömülen ve bilahara
kemikleri vatanına götürülen büyük devlet adamının mezarı­
nın açıldığı günlerde yazılmış.»
320
667 Türkiye’de Islahat Fermanı. «Gayrı matbu vesikalara nazaran»
TOEM. XIV, 4 (81), 1.7.1340 [1924]. «Tanzimattân on yedi yıl
sonra, yani 1856 yılında Abdülmecid (salt. 1839-1861) tarafın­
dan çıkarılan ünlü Islahat Fermanı. Kırım Seferinden sonra
(1272 - 1855) Babıâli’yi en ziyade meşgul eden konulardan bi­
ri, müslüman olmayan tebaanın imtiyazına dair yayınlanacak
ferman olduğu. Türkiye’de yaşayan hıristiyanlara karşı koru­
yucu tutum takman yabancı devletler. Fermanın okunmasın­
dan evvelki hazırlıklar. Ferman’ın okunması. Fermandaki bazı
maddelere karşı olanlar. Rus ve Avusturya elçilerinin hükü­
metlerinin talimatına göre ilgi çeken davranış ve tutumları.
Osmanlı împaratoıiuğu’nun toparlanmasını istemeyenlerin top­
lu çabaları.» 195-215 s. Uzun ve ayrıntılı bir inceleme dizisi.
668 Türkiye’de Katolik Propagandası. «Hazine-i Evrak vesaikine
nazaran»
TOEM. XIV, 5 (82), 1.9.1340 [19241. «14. Louis’nin Türkiye’de­
ki hıristiyanlarm koruyucu tutumunu takınıp sürdürmek iste­
mesi. Kudüs’te ve Türkiye’nin belli başlı şehirlerinde kalmış
olan rahiplerin gizli ve açık sürdürdükleri eylemler. Fransa’­
nın kapitülasyonların onaylanması (1084/1673) sırasında rahip­
lerin durumunu bir kez daha kuvvetlendirmek için anlaşmaya
koyduğu maddeler. Fransa’nın propaganda için bu dinî elbise­
ler altındaki katolik ordusundan yararlanmak istemesi. Türki­
ye’yi parçalamak için bu yolun da denenmesi. Türkler’in kato­
lik propagandasına karşı aldığı tedbirler. Kadılara yazılan hü­
kümlere ait örnekler.» 257-276 s. Uzun bir inceleme. Osmanlı
împaratorluğu’nu parçalamak plânlarından bir başkası.
669 Türkiye’de Katolik Propagandası. (1-5)
İkdam. 9, 11, 18, 20, 23.4.1924. «Türkiye’de cizvit papazları. 14.
Louis’nin katolik politikası. Doğu’da Fransız sömürge ordusu­
nun öncüleri. Hazine-i Evrak belgelerine göre Türkiye’de ka­
tolik propagandasını inceleyen bir araştırma. Osmanlı yöneti­
cilerinin takdirle karşılanacak kadar ileri uyanıklığı. Bu konu­
da kadılara yazılan ilginç hükümlerden örnekler.» Uzun bir
inceleme.
670 Türkiye’de Macar Mültecileri. (1-2)
İkdam. 8934, 8935, 28, 29.1.1922. «Sultan Abdülmecid (salt. 18391861)’in saltanatının ortalarında Türkiye’ye sığman Macar Mül­
321
tecileri. Osmanlı İmparatorluğu’nun en müşkül durumunda da­
hi kendine sığınanları korumak büyüklüğünü gösterdiğinin ye­
ni bir örneği. Rusya ve Avusturya Devletlerinin Türkiye’ye bü­
yük baskıları karşısında dahi Osmanlı împaratorluğu’nun tutu­
munu değiştirmemesi. Türkler’in bu tutumunun Avrupa’da bü­
yük bir sempati yaratması ve Türklere karşı politikalarında
yumuşama görülmesi. İngiltere’de gençlerin Türklere karşı bü­
yük sevgi gösterileri yaparak, elçimizin arabasının atlarını çı­
kararak kendileri çekmeleri. Lord Palmerston’un anılarından
yararlanarak hazırlanılmış bir dizi.»
671 Türkiye’de Mülteci Hükümdarlar.
Tasvir. 11.3.1336 [19201. «Türkler’in yardımını isteyen, haysi­
yet ve saltanatlarını Türkler’in kılıcı ile sağlayan hükümdar­
ların ibret verici hikâyesi. Rakoczi, Demirbaş Şarl ve Tökeli
Emre’nin fotoğraflarıyla renklendirilmiş olan bu uzun dizide
yazar; Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan itibaren bu
konuya eğilmekte, çeşitli örnekler içinde Türklerin kendilerine
sığınanları en zayıf dönemlerinde dahi koruduklarını belgele­
mektedir.»
,
672 Türkiye’de Tütün Meselesi.
İkdam. 11313, 20.10.1928. «Üçüncü Mehmed (salt. 1595-1603) dö­
neminde Türkiye’ye girmeye başlayan tütünün hikâyesi. Ya­
saklanması. Yasağa karşı halkın gösterdiği tepki. Bu konuda
en ileri ve kesin yasaklama hükümlerini uygulamaya çalışan
Dördüncü Murad (salt. 1623-1640)’daıı ilginç hikâyeler. Bir tür­
lü yasaklanamayan ve gün geçtikçe isteklisi artan tütünün en
sonunda devletlere zengin bir gelir kaynağı haline gelmesi.»
673 Türkler Budapeşte’den Çıkarlarken.
İkdam. 11318, 25.10.1928. «Hicri XII. yüzyılda Raşit tarihinden
alman bazı bölümler. Budin şehrinin kuşatılması. Osmanlı sa­
vunucularının kahramanca karşı koymaları. Mühimmat ve yi­
yecek maddesinin tükenmesi. Şehrin, adım adım kahramanca
savunulması. Kale müdafii Abdi Paşa (ölm. 1686) ’nın şehit ol­
ması. Düşmanın çok gaddar davranarak şehit olanları ve ağır
yaralıları Tuna Nehrine atması. İhanetler ve ibret alınacak lev­
halarla dolu İkinci Viyana bozgunundan sonrası.» Kanunî Sü­
leyman tarafından zaptolunup 1541’den itibaren bir eyâlet ha­
linde ve Beğlerbeğlik olarak yönetilen Budin’i 1686’da Dük Dö
322
Loren komutasında kuşatan kuvvetin 90 bin Haçlı ve Abdi Paşa’nın da yardımdan yoksun on altı bin askeri olduğunu ya­
bancı kaynaklar da yazarlar.
674 Türkler ve Anadolu.
İkdam. 8456, 16.9.1920. «Türk’ün hakiki ve öz yurdunun Ana­
dolu olduğunu, Anadolu’ya uygun bir politikanın izlenmesi ha­
linde birçok şeyler kazanılacağı. Yazı; Anadolumuzun yer yer
düşman tarafından işgali sırasında yazılmış ve göz dikenlere
de cevap verilmiş olduğundan yer yer sansürün makasından
kurtulamamış.»
675 Türkler ve Bizans.
İkdam. 8729, 3.7.1921. «Osmanlı Türkleri’nin özellikle ilk dö­
nemine ait bilgilerin noksan olduğunu, bu noksanı tamamla­
mak ve bir takım karanlık noktaları açığa çıkarabilmek için
başvurulacak kaynaklardan başlıcasmın Bizans müverrihleri
olduğuna işaret eden yazar, Osmanlılarla devamlı ilişkileri olan
Bizans ve Bizans tarihlerinden örnekler vermekte ve bu bil­
gileri Osmanlı kaynaklarıyla karşılaştırmaktadır.» Uzun bir dizi.
676 Türkler ve Bizans Kilisesi.
İkdam. 8463, 28.9.1920. «Yunanlılar’ın yüzyıllar boyu Türk yö­
netiminde yaşadıktan sonra yeniden özgür olmalarının ne­
deninin Bizans Kilisesi olduğunu belgelerle anlatan bir ince­
leme. Yazıda; Bizans’ta birliği temin eden kilisenin gizli-açık
çalışmaları üzerinde durulmuş ve çeşitli ilginç örnekler veril­
miştir.»
677 Türkler ve Fransız Siyaseti.
İkdam. 9331, 8.3.1923. «Osmanlı İmparatorluğu karşısında de­
vamlı sürdürülen kaypak Fransız politikası. Osmanlılarm güç­
lü oldukları dönemde bu tutumun İmparatorluk için önemli
olmadığı...
Köprülü-Zâde’nin cevabı;
— Evet. Fransızlar bizim dostumuzdur. Fakat biz onları daima
düşmanlarımızla beraber görürüz.
Derinlemesine, düşündürücü, politik bir inceleme.»
678 Türkler ve Haçlı Eserleri.
Akşam. 9.7.1937. «Haçlılar Kudüs’ten kovulduktan sonra, dö­
küntüleri olan Saint-Jean ve Hospitaliers şövalyelerinin Akde
323
niz’in iki büyük adasında Rodos ve Kıbrıs'ta tutundukları. Ro­
dos’un askerlikte, Kıbrıs’ın ekonomide ileri gittiği. Osmanlılar’ın Akdeniz’e eğemen olma dönemindeki mücadeleleri. Osmanlı
kuşatmaları. Adalarda, hıristiyanların ve Türklerin bıraktıkları
yapıtlar. Yazı; Kıbrıs’ta Sinan Paşa Camii ve Yirmi-Sekiz Çe­
lebi Mehmed Efendi’nin mezarı resmiyle renklendirilmiş.» Uzun
bir dizi.
679 Türkler ve İııgilizler.
İkdam. 9126. 15.8.1922. «Osmanlılar’la İngilizlerin en görkemli
zamanlarında, Sultan Üçüncü Murad (salt. 1574-1595) ile Kra­
liçe Elizabeth dönemindeki ilişkiler. İngilizlerin dünya ve Ak­
deniz politikasına eğilmeleri karşısında Osmanlı İmparatorlu­
ğu.» Politik bir inceleme dizisi.
680 Türkler ve İstanbul.
İkdam. 8244, 24.1.1920. «Fatih’in İstanbul’u Fethiyle beraber Os­
manlI İmparatorluğu’nun kazandığı büyük stratejik üstünlük.
İstanbul’un Türk toplumundaki yeri.»
681 Türkler ve Kraliçe Elizabeth. «Hazine-i Evrak vesikalarına
göre»
Darülfünun Ed. Fak. Mec. VIII, 5, Eylül/1932. «Elizabeth I.
(1533-1603). İngiltere tarihinin en ünlü hükümdarlarından, Kral
Henry V III ile Kraliçe Anne Boley’in kızı, 1588’te üvey ablası
Kraliçe Mary’nin ölümü üzerine, İngiltere Kraliçesi. Kızıl saç­
lı, ince uzun boylu, zarif bir imparatoriçe olan Elizabeth. Av­
rupa dengesini temin ve özellikle İspanya Kralı II. Filip karşı­
sında kuvvet kazanmak, güçlenebilmek için OsmanlIlara yak­
laşma çabaları. Osmanlı-İngiltere ilişkilerini inceleyen bu yazı
dizisi; matbaa harfleriyle dizilmiş (Kraliçe Elizabeth ile bera­
ber İkinci Filip’e karşı hareket etmek için Türkler’den yardım
isteyen Fransa Kralı IX. Şarl’a yazılan nâme), (İngiltere’ye
Üçüncü Murad için eşya almaya giden tüccarlara kolaylık gös­
terilmesi hakkında Kraliçeye yazılan nâme), (Türkiye ile İn­
giltere arasında ticarete dair nâme)... benzeri 14 adet belge ve
Heybeliada’da Edward Burton’uıı mezarını gösteren iki fotoğ­
rafla değerlendirilmiş.» 3-29 s. Çok uzun bir inceleme.
682 Türkler’de Kılıç Alayı. «Kafes ve ferace devrinde İstanbul»
Akşam. 20.2,1936. «Osmanlı hükümdarları tahtta oturdukları za­
324
man, birçok Islâm ülkelerinde olduğu gibi kılıç kuşandıkları,
ilk defa ikinci Murad (salt. 1421-1444, 1446-1451)’in 1421’de Bursa’da devrinin ünlü bilginlerinden Emir Buhari’den kılıç ku­
şandığı. Fetih’ten sonra İstanbul’da Eyüp Sultan’da kılıç ku­
şanma usulünü Fatih’in kurduğu ve devrin bilginlerinden Akşemseddin tarafından kuşandığı. Kılıç kuşanmanın bir adının
da (taklid-i seyf) olduğu. Hükümdarın İstanbul’da Eyüp’te Bos­
tan îskelesi’ne giderken, Osmanlı devleti’nin daimi ordusunu
teşkil eden yaya ve atlı ücretli asker (Kapıkulu) leriyle birlik­
te gösteren resimle renklendirilen yazıda (Kılıç kuşanma) tö­
reni en ince ayrıntılarına kadar anlatılmaktadır.»
684 Türklere Dair.
İkdam. 9342, 19.3.1923. «Orta Asya’dan başlayarak Türklerin
Anadolu’ya nasıl yerleştikleri ve her gittikleri yerde nasıl ege­
men bir toplum olarak hükümet kurdukları. Lozan Barış Anlaşması’nın sürdürüldüğü günlerde yazılan bu dizide; Genç Tür­
kiye’nin Anadolu’dan düşmanı kovduktan sonra bu topraklar­
da nasıl başarıya gideceği İncelenmektedir.»
685 Türk’ün Hakiki Halâs Güneşi.
ikdam. 11262, 30.8.1328. «Kurtuluş Savaşı’mızın dönüm nokta­
sı olan; 26 Ağustos sabahı başlayıp, 30 Ağustos 1922’de son bu­
lan Başkomutanlık Meydan Savaşı ve dünya tarihindeki yeri.
Yıldönümü dolayısıyla yazılmış.»
686 Usul-ü Meşruta ve Vazaif’i Ahali.
Millet. 31, 4.9.1908. «Her hükümetin malik olduğu yönetim dü­
zenine göre görevleri ve halkın da bu yönetime göre ödevleri
olduğunu inceleyen bir dizi. Yazı; Batı’dan, Doğu’dan örnek­
lerle değerlendirilmiş ve özellikle subayların politika dışında
kalmalarına özen gösterilerek nedenleri üzerinde durulmuş.»
687 Üç Şeyhislâm. «Tarihten bir yaprak»
Yedigün. 89, 21.11.1934. «Şeyhülislâm; Abdurrahim Efendi, Karaçelebi-Zâde, Feyzullah Efendi. Tarihi olaylar içinde Osmanlı Türklerinde her şeyin üstünde tutulan ulemâ sınıfı ve bu
etkinliklerini kötü yolda kullanan başı sarıklı olup politikaya
karışanların, çoğu kez imparatorluğa zarar veren, başkaldır­
malarda önde yer alanların hikâyesi. Yazı; Münif Fehim’in bir
tablosuyla renklendirilmiş.» Fatih devrinde düzenlenen ünlü
325
Kanunnameye göre (müfti) diye anılan Şeyhülislâm, bütüa
ulemanın başkanı ve müderrisler arasında en yüksek olanıdır,
unüokuzuncu yüzyıl ortalarından sonra ise, şeyhülislâm kabine
âzası olmuş ve bu hal imparatorluğun sonuna kadar devam
etmiştir. Yeniçeri ocağının ilgasına kadar şeyhülislâm olanlar
konaklarında otururlar selâmlık kısmını resmî işlerde kullanırlarlardı... Ocak ilga olunduktan sonra 1826’da Ağakapısı şeyhül­
islâm kapısı olmuş ve Bâb-ı fetva diye anılmıştır. Bugün ye­
rinde İstanbul müftiliği binası vardır. İkinci Bayezit, Yavuz
Selim ve Kanunî Süleyman zamanlarında yirmi altı yıl kadar
Şeyhülislâmlıkta bulunan Zembilli Ali Efendi (ölm. 1525); pen­
ceresinden sokağa bir zembil sarkıtarak içine konan sorulara
ve işlere dair kâğıtları yukarıya çekmesinden ve cevaplarını
yazarak yine o suretle iadesinden dolayıdır.
688 Üçüncü Ahmed Çeşmesi. «Kafes ve ferace devrinde İstanbul»
Akşam. 28.2.1936. «Çeşmelerin Osmanlı yapı sanatında" ayrı bir
yeri vardır. İstanbul’da sayıları binleri aşan irili ufaklı çeşme
vardır ama, Üçüncü Ahmed (salt. 1703-1730)’in çeşmesinin ye­
ri ayrıdır. İstanbul’a gelip te Sultânahmed’de Ayasofya Müze­
si’nin ardında Topkapı Sarayı’na giden yol üzerindeki bu çeş­
menin güzelliğine hayran kalmamak mümkün değildir. Çeşme;
Ayasofya’da Babı Hümayun karşısındadır. Dört köşelerde zarif
dökme şebekeli sebiller vardır. Meydan çeşmelerinin birincisi
ve Türk sanatının bir incisidir. Türk rokoko mimarî üslubundadır. Üstü kurşun örtülüdür. Geniş saçaklarının altı kabart­
ma süslerle bezenmiştir. Şair Seyyid Vehbi tarafından yazıl­
mış olan on dört kıtalık manzum kitabenin meşhur tarih beyti;
Tarihi Sultan A hm edin cari zebanı lüleden
« Aç besm eleyle iç suyu Han A h m ed e eyle dua»
1141 (1728 M.)
Çeşmenin resmiyle renklendirilen bu yazıda; çeşmeyi yaptıran­
dan başlayarak, çinilerine, parmaklıklarına, kurşun kaplı zarif
külahlarına, şiirlerdeki yerine kadar her şeyi bulmak müm­
kün.» Seyyid Hüseyin Vehbi bn. Ahmed; Tebriz fethinde mevleviyeti kendisine verilmiş, sonra Kayseri ve Halep Kadısı ol­
muş, süresini bitirdiğinde hacca giderek dönüşte İstanbul’da
ölmüş ve Cambaziye Camii mezarlığına gömülmüştür (11491736). Uzun bir tanıtma dizisi.
326
 le m in hâkaam Sultân Ahm ed-i âli-him em
K im sadâ-yi şev'cet-û şâniyle pürdür ş e ş cihât
G örm e m iştir dîde-i tâc-ü serîr-i saltanat
Böyle sultân-ı melek-hû husrev-i ku dsî-sıfât
Söyle di târîh-i itmamın bu m ısra'la Nedim
Çe şm e -i v â lâ sı Sultân A hm ed 'in mâ-i hayât
1141
[Sultan A hm ed Ç e şm e sin e tarih. Ş a ir Nedim i
689 Üçüncü Ahmed’in İlk Aşkı.
İkdam. 11201, 30-6.1928. «Üçüncü Ahmed (salt. 1703-1730), ba­
bası Dördüncü Mehmed (salt. 1648-1687) zamanında, özgür bir
yaşantı sürdüremediği, kardeşi İkinci Mustafa zamanında (salt.
1695-1703) hiçbir şehzadenin ulaşamadığı serbestiye kavuştu­
ğu. Kardeşinin onu tamamiyle özgür bıraktığı. Bu özgür yaşan­
tısı arasında Valide Sultan’m cariyelerinden Sara ile tanışma­
sı. Bir aşk hikâyesinin geleceğin padişahı Üçüncü Ahmed’i bü­
tünüyle sarıverdiği. Sarayın, gittikçe gelişen bu durum karşı­
sında endişeye düştüğü. Nasihat ve uyarmaların sonuç verme­
diği. Sonunda, Sara’nm hekimbaşmm oğlu ile evlendirilmek
suretiyle saraydan uzaklaştırıldığı. Şehzade Ahmed’in uzun sü­
re bu aşkın etkisi altında kaldığı.» Renkli bir dizi.
690 Üsküdar Kadıköy Arası. «Kafes ve ferace devrinde İstanbul»
Akşam. 8.5.1936. «Üsküdar’dan başlayarak Şemsipaşa kıyıları,
Salacık, Karlık-bayırı, Harem ve Kadıköy’ü dolaştıran bir dizi.
Bu sahilleri süsleyen yalılar, konaklar, köşkler, saraylar. Üs­
küdar’da eskiden Bizans yazlık saraylarının alanında, bugün­
kü Selimiye kışlası ve onun deniz tarafında, Kanunî Sultan Sü­
leyman tarafından yaptırılan (1555) Kavak Sarayı vardı. Bu
sarayın bir adı da (Üsküdar Sarayı) idi. Bu saray, Mimar Si­
nan tarafından kâgir olarak yapılmıştı.. Zamanla ilâve ve ona­
ranlarla değişmelere uğradı. En ziyade Üçüncü Murad (salt.
1574-1595), genişleterek ilâve köşkler yaptırdı. Dördüncü Mu­
rad da Üsküdar’ı sevmişti. Yeni bir saray yaptırarak bu sem­
ti bir kat daha güzelleştirdi. Onyedinci yüzyıldan sonra, özel­
likle bu yüzyılın sonlarında Üsküdar’a rağbet azaldı, saray ve
köşkler bakımsız kaldıklarından harap olmaya başladı. Bu ara­
da yalnız Üçüncü Ahmed’in Kavak İskelesi yakınlarında (Ka­
vak Kasrı) veya (Şeref-abad Kasrı) diye adlandırılan bir ek
bina yaptığını tarihler yazar. Topkapı Sarayından sonra, ikinci
327
büyüklükte olan bu Kavak (Üsküdar) sarayı; D’Ohsson’un ese­
rinde görüldüğü üzere uzun zaman bakımsız ve harap kaldı­
ğından Üçüncü Selim tarafından yıktırıldı (1794). Görkemli
Saraydan yalnız Mehmed Paşa köşkü bırakıldı. Kalıntısından
ve toprağından, Nizam-ı Cedid askerine yaptırılan, kışla ve
müştemilâtı için yararlanıldı. Alemdar Mustafa Paşa (17501808) ’ya karşı yeniçeri başkaldırmasında (27 Ramazan 1223 14 Kasım 1808) bu kışla yakılınca (1808), İkinci Mahmud (salt.
1808-1839) buraya yeni bir kışla ve deniz yönüne de bir köşk
yaptırdı..» Anılar ve belgeler dizisi içinde Üsküdar-KadıkÖy.
Uzun bir inceleme. Yüzyıl evvel Kızkulesini gösteren resimle
renklendirilmiş.
691 Üsküdar ve Sarayları. «Kafes ve ferace devrinde İstanbul»
Akşam. 2.3.1936. «Bir zamanlar Kadıköy’de 600 bağ, Haydarpa­
şa’da yeldeğirmenleri vardı. Bugün Kadıköy’de (Yeldeğirmeni) olarak adlandırılan semt bir boydan bir boya yeldeğirmenleriyle doluydu. İstanbul’un başta gelen mesire yerleri bura­
larda toplanmıştı Bağlarbaşı, Kısıklı, Küçük Çamlıca, Büyük
Çamlıca ve daha birçokları bu gezinti yerlerinin bir kısmıydı.
Boğaz’m bölünmez bir parçası olan Üsküdar’ın bugün tarihe
karışmış olan büyük yapıları ve her geçen gün biraz daha ta­
rihe karışan eşsiz güzelliği. Uzun dizi; Üsküdar ve Kızkulesi
resimleriyle renklendirilmiş.»
692 Üsküdar’da Mihrimah Sultan Camii. «Kafes ve ferace devrin­
de İstanbul»
Akşam. 26.7.1936. «Kanunî Sultan Süleyman (salt. 1520-1566)’
nın Hurrem Sultan’dan olan Mihrimah Sultan ve Rüstem Pa­
şa (ölm. 1560) ile evlenmesi hikâyesi. Düşmanlarının Paşa’nın
cüzam hastası olduğunu yaymaları ve bu işi incelemekle gö­
revli kişinin Paşa’nm yakasında bit görmesi ve bit’in cüzam­
lıda bulunmadığından temize çıkması. Bütün anonim tarihler­
de yer alır bu ilginç hikâye. Devrin şairlerine de konu olur;
Olıcak bir kişinin bahtı kavi, ta lii yâr,
Kehlesi (bit) dahi m ahallinde anın işe yarar.
Camiin banisi Mihrimah Sultan, Kanunî’nin kızı ve Rüstem
Paşa’nın eşidir. Cami 954 (M. 1547) yılında yaptırılmıştır. Edirnekapı’daki Mihrimah Camii de bu Sultan tarafından yaptırıl­
mıştır. Mihrimah Sultan’ın ölüm tarihi (? - 964/1556) dır. Ca­
328
miin avlu duvarı altında kesme taştan yapılmış, büyük hazne­
sinin yüzüne mermer kaplanmış, kemeri bir beyaz, bir renkli
mermerli (Mihrimah Sultan Çeşmesi)’nin kitabe taşında şu
beyit okunur;
Verdi Hak yine bu tarihte ona
«Çeşm e-i abıhayat icrasın»
1092 (M . 1680)
Camiin yapımıyla çeşmenin tarihi arasında fark olduğuna gö­
re bu tarihin onarım sırasında yerleştirildiği düşünülebilir.
Hikâyeler, kitâbeler arasında cami. Yazı; camiin ondokuzuncu
yüzyıla ait bir resmiyle renklendirilmiş.»
693 Vakanüvis Evrakı. «Tarih konuşmaları» (1-2)
Akşam. 23, 30.4.1937. «Osmanlılar’da vakanüvislik görevinin ku­
rulmasından sonra geçirdiği aşamalar. İki vakanüvis arasında
devir ve teslim işlemleri. Yeni vakanüvisle, eski vakanüvis ara­
sında devir ve teslim işlemleri. Yeni vakanüvise, eski vaka­
nüvis Ahmed Cevdet Paşa (1822-1895) ’nm uzun bir mektubu,
yeni görevle ilgili tavsiye, istek ve temennileri. İkinci yazı;
Âli ve Reşit Paşa’larm resimleriyle renklendirilmiş olup, Isla­
hat Fermanı (1856)’ndan başlayarak, çeşitli nedenlerle vaka­
nüvis tarihlerinde yer almayan olaylar İncelenmekte, örnekler
verilmekte, nedenleri araştırılmaktadır.» Vakanüvis; Divan-ı
hümayun dairesinde onsekizinci yüzyıldan itibaren kurulan
resmî bir görev. Görevi, devletin resmî tarihini, kendisine ve­
rilen belgelere göre tesbit edip işlemektir.
694 Vak’aııüvis Evrakı; Fuad Paşa.
Akşam. 7.5.1937. «Islahat Fermanı (28 Şubat 1856) ile ilgili ola­
rak vak’anüvis evrakı arasında bulıyıan yeni belgelerin ince­
lenmesi. Uzun inceleme, Keçecizade Mehmed Fuat Paşa (18151868) ’nm fotoğrafıyla değerlendirilmiş olup, bizde batılaşmak
fikrinin ilk temsilcilerinden Fuat Paşa ve Islahat Fermanı üze­
rinde durulmaktadır.»
695 Valide Safiye Sultan. «Tarihte kadın simaları»
İnci. 7, 1335 11919]. «Osmanlı hükümdarlarına hâkim olmuş,
Korfo’da Venedik Valisinin kızı iken 1575’te onbeş yaşında Türk
gemicileri tarafından tutularak Üçüncü Murad (salt. 1574-1595)’
m kadınları arasında yer alması. Güzelliği kadar zeki oluşu.
329
Üçüncü Mehmed (salt. 1595-1603)’i doğurması. Gerek kocasının
ve gerek oğlunun saltanatı süresinde etkinliğini en üst düze­
ye çıkarması. 1603’te, torunu I. Ahmed (salt. 1603-1617) zama­
nında davranışlarının sınır ölçüsünü aşması karşısında bir ön
tedbir olarak Eski Saray’a kapatılması.» Kadınlar saltanatın­
dan bir yaprak.
696 Varna Zaferi’ni Kazandığımız Yıllarda Türk Ordusu.
Cumhuriyet. 21.12.1935. «Varna Zaferini (Kasım 1444) kazan­
dığımız yıllarda, savaş usullerimize dair Hazine-i Evrak’ta bir
belge, hatta bir kayıt dahi bulunmadığına değinen yazar, Bertrandoıı’un seyahatnamesinden ve batı kaynaklarından yararla­
narak bu konuyu işlemeye çalışmaktadır. Çok ilginç örneklerle
donatılmış olan yazı, çok canlı ve hareketli bir şekilde Osmanlı
Ordusunu gözlerimizin önüne sermektedir.»
697 Varna’da Koca Bir Haçlı Ordusunu Bir Fırtına Gibi Nasıl Yen­
miştik?.
Cumhuriyet. 3.8.1935. «Varna’da yenilerek ölen Leh Kralı Ladislas’m kara kalem resmiyle renklendirilmiş olan yazıda; taht­
ta genç bir padişahın, Fatih Sultan Mehmed’in bulunduğuna
ve çocukluğuna güvenerek Papa’nın yeni bir Haçlı Ordusu ha­
zırlaması. Macar, Ulah ve diğer Avrupa ülkelerinden oluşan
bu büyük ordunun Varna’yı geçmesi üzerine, Manisa’da tahtı­
nı kendi isteğiyle bırakarak oturan Sultan Murad (salt. 14211444, 1446-1451)’m binbir emek ve binlerce şehit kanıyla yara­
tılan Türk varlığım, bütünlüğünü korumak için yeniden ordu­
nun başına geçerek Haçlı Ordusunu dehşetli bir bozguna uğrat­
ması (Kasım 1444). Fırtınanın önünde Ak Şövalye adıyla şöh­
ret bulan Hunyadi’nin bile canını güç kurtarmasının hikâyesi.»
698 Vatan ve Ordu. «Musahabe-i askeriyye»
Millet. 33, 6.9.1908. «Vatan ile ordu arasındaki bağlar. Tarihten
çeşitli örnekler alınarak derinleştirilen bu konuda, bağların
zayıflaması halinde karşılaşılması önlenemeyen felâketler zin­
cirleri gösterilmiş ve tarihte çeşitli örnekleriyle dile getirilmiş­
tir.»
699 Venedikli Baffa. «Safiye Sultan» (1-94)
Akşam. 24.10.1936-28.1.1937. «Osmanlı hükümdarları arasında
kadına en düşkün olan, 112 evladı bulunan, ölümünde 19 ka­
dın gebe, saz ve söz âlemlerinin sürdüğü ,devlet yönetiminin
330
Valide Sultanların elinde kaldığı, krallıkların bile rüşvetle alı­
nıp verildiği devirde bir padişah eşi. Murad III’ün eşi, Mehmed
III ile Ayşe ve Fatma Sultanların annesi Venedikli Bafo Aile­
sinden Safiye Sultan (? 1550-1605)’in hayat dizisi içinde ya­
rım yüzyıllık Osmanlı İmparatorluğu tarihi. Venediklilerin
Korfu valisinin kızı, Üçüncü Mehmed (salt. 1595-1603) padi­
şah olunca Valide Sultan olan, nüfuzunu kullanmasını bilen, o
kadar ki Osmanlı-Venedik ilişkilerini barış içinde yürüten zeki
bir kadın... III. Murad (salt. 1574-1595)’ııı babası II. Selim’in
ölümü üzerine Manisa’dan Mudanya’ya, Mudanya’dan İstanbul’a
denizden' geçmesiyle başlayan tarihi bir tefrika.»
700 Veziriâzam İntihabı.
İkdam. 8288, 10.3.1920. «Osmanlı İmparatorluğu döneminde dev­
let işlerini yönelten padişaha kesin yetkilerle vekâlet eden kim­
senin başlangıçta unvanı sadece vezir iken, I. Murad (salt.
1360-1389) zamanında Lala Şahin Paşa’ya ve daha sonra Timurtaş Paşa’ya da vezirlik rütbesi verilince, diğerlerinden ayır­
mak için kendisine veziriâzam denmiye başlanmıştır. Veziri­
azamlar, padişahtan sonra devletin en büyük reisi ve hüküm­
darın kesin vekili olduklarından sözleri ve yazıları padişahın
irade ve fermanı demekti. Tam yetki sahibi olduklarını belirt­
mek üzere padişahın bir mühürü kendilerinde dururdu. Hükü­
met başkanı sıfatıyla Divan-ı Hümayun’a başkanlık ederdi. Os­
manlI kanunnamelerine göre; İlmî, İdarî, askerî, vb., makam­
lara ait bütün atama, görevden alma, yükseltme ve idam "ka­
rarları onun emriyle olurdu. Yalnız vezir, kazasker, şeyhül­
islâmlar ile 5999 akçe’den yüksek tımarlarla ilgili işlemler için
hükümdardan izin alırdı. Padişahın, veziriazam’ın teklifini geri
çevirdiği görülmeyen işlemlerdendi. Veziriazamlar ordunun ba­
şında sefere gittikleri zaman kendilerine ayrıca (Serdar-ı Ek­
rem) unvanı verilirdi... Yazar; veziriazam seçiminde İmparator­
luğun ilk döneminde gösterilen titizlik. İsabet ve isabetsizlikler.
Baskılar, tehditler altında baş veziri seçme işinden örnekler.
İyi yetişmiş, cesur hükümdarların yanında veziriazamların bü­
yük işler gördüğüne dair ilginç örneklerle donatılan bir dizi.
Veziriazam seçiminin önemi.»
701 Vilhelm Sâııi (Wühelm II) Hazretleri Berlin Kongresinde. (1-2)Mec. Ebüzziya. XIX, 88, 89, 1317 11901]. «Osmanlı İmparatorlu­
ğu ile dost politika konusunda gösterdiği gayretlerle, İngiltere,
331
Rusya ve Fransa gibi büyük Avrupa devletlerini endişeye dü­
şüren (Wilhelm II. 1859-1941) ünlü Alman hükümdarı. 13 Tem­
muz 1878’de, bir yandan Türkiye, öte yandan Rusya, İngiltere,
Almanya, Avusturya, Fransa, İtalya (o yıllarda Avrupa’daki 8
büyük devletin yedisi) arasında imzalanan Avrupa siyasî tari­
hinin dönüm noktalarından sayılan barış anlaşmasında Alman
politikası ve Wilhelm’in tutumu. Kongreden ilginç, güncel not­
lara dayanan parçalar.» çeviri. İki uzun dizi.
702 Viyana Bozgunluğunun Sebepleri ve İhanetler.
İkdam. 11287, 24.9.1928. «Viyana kuşatması (1683). Orta Macar
Kralı Tökeli ve Tatar Haııı’nm gizli açık oyunları. 1 ay 29 gün
süren kuşatmanın en kritik günlerini, saatlerini dile getiren,
Türk’ün dostu olmadığını. İhanet zincirinin tek tek halkaları­
na inen, güçlü bir ordunun nasıl zorla mağlubiyete itildiğini
gösteren notlarla değerlendirilmiş bir inceleme dizisi.»
703 Viyana Hezimetinden Sonra.
İkdam. 11297, 4.10.1928. «Viyana önünden çekilen Osmanlı Or­
dusu ve güncel olaylar dizisi. Alışılıjıamış bir-durum. Sorumlu­
luğun yükleneceği kişilerin aranması. Erzak sıkıntısı. Düzen
ve inzibatın alışılmamış bir düzeye gelmesi. Sadrazam Kara
Mustafa Paşa (1634-1683)’ın hiddeti. Çekilen bir ordunun psiko­
lojisi, çöken bir İmparatorluğun sınır boyu.» Uzun bir inceleme.
703b Viyana Önünde Türkler.
Cumhuriyet. 17.9.1933. İkinci başlık. «İhanete kurban olan bu
sefer tarihimizde gene mefahir sırasında yazılacak bir şaheser­
dir». «Orta Avrupa’nın Viyana kuşatmasının 250 inci yıldönü­
münü kutladığı, kilise ve din adamlarının bu törende ön plân­
da yer aldığı, Avusturya Müzesinde bulunan Merzifonlu Kara
Mustafa Paşa’ya yakıştırılan bir kısmı tamamiyle sahte belge­
lerin sergilendiği... günlerde yazılmış bir inceleme dizisi. Ge­
nellikle yabancı tarihlerden aktarılan bölümlerle değerlendiril­
miş olan bu yazıda, Türk Ordusu’nun savaş düzeni, savaş plân­
ları, disiplini, zafere ulaşıldığı sırada nasıl bir ihanete uğradığı,
bu kez yabancı tarihçilerin dilinden ve kaleminden aktarılmak­
tadır- Daniel Suttinger’in eserinden alınmış ilginç bir kuşatma
plânı görüntüsüyle renklendirilmiş olan dizide, zorla mağlubi­
yete sürüklenen bir ordu işlenmektedir.» Hoca, bu yazı ile ye­
tinmeyecek bu konuda daha birçok yazılar yazacaktır. Örneğin
bk. 547
332
704 Von der Goltz; Hayat ve Asân.
Serveti Fünun. 945, 3.7.1325 [1909], «Goltz —Golç Paşa— Coimar, baron von der; 1843-1916). Osmanlı Ordusunda müşirlik
(mareşal) rütbesiyle çeşitli hizmetlerde bulunmuş ünlü Alman
generalinin hayatı ve eserleri. Yena (Jena) bozgunundan evvel
Prusya — Bozgundan sonra — Hürriyet savaşları — Alman şair
ve müverrihleri — Sadova muzafferiyeti — 1870 Seferi — Yüzba­
şı Von der Goltz — Tetetbuatı İlmiyesi — İki önemli eseri (Volk
in Waffen), (Rosbach ve lena). Milleti müsellâha — Osmanlı
saltanatı hizmetine girişi — Mehmed Mahir Bey ve Von der
Goltz — Avdeti — İstanbul’u yeniden ziyareti.» Uzun dizi.
705 Yalı Köşkü. Topkapı Sarayı.
Güneş Mec. 1, 2, 15.1.1927. «Topkapı Sarayı’nm Haliç’e bakan
sahil tarafından denize pek yakın ve eskiden varolan ünlü köşk.
Yavuz Selim (salt. 1512-1520) tarafından inşa edildiği söylenir­
se de, Kanunî döneminde yaptırıldığı söylentisi daha yaygındır.
Kaptan-paşalar sefere giderken ve dönüşte hükümdarlar tara­
fından burada huzura kabul olunurlardı. Bu münasebetle iç
hâzineye, yani padişahın özel hâzinesine, köşkün donatımı ve
bakımı için —döşeme baha— adıyla yirmi bin kuruş vermeleri
usuldendi. Yalı Köşkünde bir takım tarihi olaylar cereyan et­
tiği için vakanüvis tarihlerinde sık sık adının geçtiğini, Ata
Bey’in Enderun Tarihinde bu köşk hakkında bir kayde tesadüf
edemediğine değinen yazar, yerli ve yabancı kaynaklardan alı­
nan ve bol dipnotla zenginleştirdiği yazısında İmparatorluk
protokolü içinde yeri olan binayı, önemli olayların gölgesinde
canlandırmaktadır. Yazı; ressam Hiller tarafından çizilmiş köşk
resmiyle renklendirilmiş.»
706 Yanya. «Yüz sene evvelki Rumeli şehirleri»
Yedigün. 176, 22.7.1936. «Rumeli’nin ünlü şehirlerinden Yanya’nın kuruluşu ve kronolojik hikâyesi. Yazı; Yanya’nın o yıl­
lardaki bir tablosuyla renklendirilmiş.»
707 Yavuz Sultan Selim’in Askerî Dehası.
Resimli Tarih Mec. III, 33, Eylül/1952. «Amasya’da Ayşe Hatun’dan dünyaya gelen (1467), şehzadeliği sırasında Trabzon’­
da vali iken kendisinden yaşça büyük olan kardeşleri Korkud ve
Ahmed’in tahtta çıkmaya hazırlandıklarını duyunca Kırım Ha­
nından da yardım görerek Kırım yoluyle Rumeli’ye geçen, ba333
bası İkinci Bayezid (salt. 1481-1512) ile yaptığı savaşı kaybe­
den, dâvasında ısrar ederek sonunda 1512’de babasını da taht­
tan indirip yerine geçen Birinci Selim (Yavuz) : (Salt. 15121520). Yazar bu yazısında, Yavuz Selim’in askerliğini işlemek­
te, Sezar ve Napolyon’la karşılaştırmakta ve çeşitli yönlerden on­
lardan üstün olduğunu saptamaktadır. Devlet işlerinde çok sert
ve merhametsiz, verdiği emirleri sonuna kadar izleyen, müsa­
maha tanımayan, kızdığı zaman sadrazamı bile dövmekten ka­
çınmayan, sertliğine rağmen kadirşinas, adam seçmekte çok
usta, şair olduğu kadar, dünya politikasını ve savaş yönetmesi­
ni çok iyi bilen bir hükümdar.» Hoca’nın ölümünden sonra ak­
tarılmış olan yazı; (Çaldıran Savaşı) ’nı canlandıran bir tablo,
(Yavuz Selim) ve (Ahmed Refik Altınay)’ın resimleriyle renk­
lendirilmiş.
Yavuz’un Ölümü. «Nasıl Öldüler?»
Yedigün. 13, 7.6.1933. «Osmanlı Hükümdarlarının dokuzuncusu,
Fatih’in torunu, îkinci Bayezid’in oğlu, sekiz yıl sekiz ay gibi
kısa süre tahtta kalan büyük cihangir Yavuz Sultan Selim (I.
Selim)’in (1467-1520) ölümü. Önemsiz bir kan çıbanı sanılarak
tedavisi. Hakikatte çıbanın şirpençe ( en çok ensede çıkan öldü­
rücü bir çıban) olduğunun farkına varılmayarak sıkılması so­
nucu beklenilmeyen bir ölüm. Bir elinde kalem, en duygulu
bir şair, bir elinde yalın kılıç, savaş meydanlarının kasırga
benzeri bir komutam... Dünya haritasını gözden geçirdikten
sonra;
— Yazık, dünya bir padişaha yetecek kadar büyük değil­
miş!. demek suretiyle, dünyayı kendisi için küçük gören bir
hükümdar.
ŞJrler pençe-i kahrim de olurken lerzân
Beni bir gözleri âhuya zebûn e tti fele k
diyecek kadar içli bir insan.
Ağırlaştığı sırada sırdaşı ve yakın adamı Hasan-Can ile
aralarında şöyle bir konuşma geçtiği söylenir :
— Hasan-Cân, ne hâldür?..
— Sultanım, Cenâb-ı Hakk’a teveccüh idüp Allah’la olacak
zamandır!.
...Koca Yavuz güçlükle yatağından.doğruldu.
— Sûre-i Yâsîn tilâvet eyle!..
dedi. Hasan-Can ile beraber bütün bir sûreyi bir kere daha
okudu. Hasan-Can tekrar okumaya başlamış ve —Selâm— âye­
tine geldikleri zaman dünyaya sığmayan Koca Yavuz’un artık
kendisiyle beraber Kur’an okumadığını gördü..» Yazı; Münif
Fehim’in bir tablosuyla değerlendirilmiş.
709 Yedikııle. «Kafes ve ferace devrinde İstanbul»
Akşam. 11.2.1936. «Eski Yedikule’nin resmiyle renklendirilen bu
yazıda; İstanbul surlarının bir parçası olan kale, Bizans zama­
nında beş kuleden oluşurken Fatih zamanında iki kule daha ek­
lenerek yedi kuleye çıkarılan ve bugün İstanbul’da kendi adını
verdiği semtte bir müze olarak gezilen bir tarih. O yıllara ka­
dar politik tutuklular Rumelihisarı’nda hapsolunurlarken, bu
tarihten sonra bu işlerin Yedikule’de uygulandığı. Gerek devlet
büyüklerinin ileri gelenleri ve gerekse savaş halinde yabancı
elçiler burada hapsolunurlardı. Osmanlı döneminde birçok bü­
yük devlet yöneticisi burada tutuklanmış ve sonra idam edilmiş­
tir. Denize kadar uzayan kuyu ve İkinci Osman (Genç) (salt.
1618-1622)’nm Yedikule’de öldürülmesi hikâyesi.»
710 Yemekler, Melbusat, Mefruşat,
İkdam. 8334, 27.4.1920. «Osmanlı sarayında yenilenler, giyilen­
ler, sarayın nasıl döşendiği. Yazar; Topkapı Sarayı ile ilgili bu­
gün çok merak edilen bu tür konulara eğilmekte ve ayrıntılı
bilgiler vermektedir.»
711 Yemişçi, «Tarihten bir yaprak»
Yedigün. 129, 28.8.1935. «Yeniçeri Ağalığından Kubbealtı’na
yükselen, burada çeşitli desise ve düzenlerle bir süre kalabilen,
Üçüncü Murad dönemi yeniçeri ağalarından ve Üçüncü Meh­
med (salt. 1595-1603) dönemi veziriazamlarından Haşan Paşa.
İki yıl, 2 ay, 13 gün sadarette kalabilen Ayşe Sultan’in eşi, so­
nunda cellâdın kemendine başını verdi (ölm. 1603). İmparator­
luğun tüm perde arkası sergileniyor bu dizide.»
712 Yena Muharebesi. (14 Ekim 1806)
Mec. Ebüzziya. X IX. 89, 1317 [19011. «Tarihin üstün askeri ola­
rak kabul edilen Fransız İmparatoru Napolyon I ’in — Yena
(Jena) Savaşı — ve zaferi. Fransız ordusunun özellikle atlı
birliklerin uyguladıkları parlak stratejinin hikâyesi.» Çeviri.
335
713 Yeni Cami. «Valide Camileri»
Yeni Mec. 10, 13.9.1917. «Osmanlı İmparatorluğu’nda yapıcılık
duygusunun yalnız hükümdarda olmadığı, sultanların da özel­
likle İstanbul’un bayındırlığına katkıda bulunarak, zarif cami­
ler ve çeşmelerle süslediklerine değinen yazar, Yeni Camii ör­
nek olarak işlemektedir. Yeni Cami’in yapımını ve ilk kurucusu
Üçüncü Mehmed (salt. 1595-1603)’in annesi Safiye Sultan’dan
başlayarak Camii ve kurucularını tanıtmaktadır. Yazı; (11. hic­
ri yüzyılda Yeni Cami), (12. hicrî yüzyılda Yeni Cami), (Yeni
Cami’de Sultanlara mahsus daire)., (Yeni Cami’de pencere ve
duvar tezyinatı) resimleriyle renklendirilmiştir.» Uzun bir dizi.
714 Yeni Cami Nasıl Yapıldı?.. «Kafes ve ferace devrinde İstanbul»
Akşam. 14.3.1936. «Eskiden musevilerin oturduğu bir yerde, İs­
tanbul’da Eminönü’nde Murad III (salt. 1574-1595) ’ün eşi, Meh­
med III (salt. 1595-1603)’ün annesi Safiye Sultan tarafından Mi­
mar Sinan’ın öğrencilerinden Davud Ağa ya, Şehzade Camii’nin plânına uygun olarak 1597’de yeni bir cami yapımına baş­
lanılması. Mimarın ölümü üzerine Mimar Dalgıç (Dalkılıç) Ah­
med Çavuş tarafından yapımının 1603 yılma kadar sürdürül­
mesi, Üçüncü Mehmed’in ölümü ve Valide Safiye Sultan’m Es­
ki Saray’a gönderilmesi yüzünden yapımın uzun bir süre dur­
ması, elli yıl kadar sonra Dördüncü Mehmed (salt. 1648-1687)’
in annesi Hatice Sultan tarafından Hassa Mimarı Mustafa Efendi’niıı görevlendirilerek işin 1663’de bitirilmesinin hikâyesi.»
Uzun dizi; yüzyıl evvel Yeni Cami ve Eminönü’nü gösteren
bir resimle renklendirilmiştir.
715 Yeni Cami’ye Ne Vakit haşlanıldı ve Nasıl Bitirildi?.
Cumhuriyet. 16.10.1935. «Yeni Camiin eski bir gravürü ile de­
ğerlendirilen yazıda, Mimar Mustafa Ağa’nın çabalarından, ev­
leri satm alman musevilerden, taşından harcına kadar her şeyi,
bütün ayrıntılarıyla bulmak mümkün.» Uzun dizi.
716 Yeni Ordumuz ve Kumandanları.
Millet. 1, 15.8.1908. «Harbiye Nâzın Recep Paşa (1842-1908)’nın
resmiyle renklendirilmiş olan yazıda, 1908 Devrimi dolayısıy­
la İstanbul’a gelen Harbiye Nazırına yapılan karşılama töreni
anlatılmakta ve Türk Ordusu övülmektedir.» 1908 Devrimi’nden
sonra yayın hayatına başlayan Millet Gazetesi’nin birinci sa­
yısında yer alan seçilmiş yazılardan biri.
336
717 Yeni Sikke’ler Darbı. «Para meselesi»
İkdam. 9682, 15.3.1924. «Osmanlı İmparatorluğu’nda para konu­
suna değinen yazar, İkinci Mustafa (salt. 1695-1703) dönemin­
de yeniden sikke basılmasının nedenleri, Osmanlı parası ile
birlikte yabancı paranın da halk arasında geçer olmasını ve
malî çöküntüyü işlemektedir.»
718 Yeni Vesikalar.
İkdam. 9121, 10.8.1922. «Tarihimizin aydınlatılamamış bölüm­
lerinden birinin de saray yaşantısı olduğuna işaret eden yazar,
yeni belgeler ışığında Hükümdar-Sadrâzam ilişkilerine, sara­
yın günlük yaşamına, özellikle Üçüncü Ahmed ve Sadrâzamı
ve Damadı Nevşehirli İbrahim Paşa dönemine ait ilginç bilgi­
ler vermektedir.#
719 Yerebatan Sarayı. «Kafes ve ferace devrinde İstanbul»
Akşam. 10.8.1936. «Bizans döneminin başta gelen su sarnıçla­
rından ve iskân bölgesi olan Yerebatan Sarayı. Fetihten sonra
çevresinde yapılan ve geliştirilen binalar. Yerebatan Sarayı’mn özellikleri. Fatma Sultan Sarayı. İstanbul sularının bollaş­
tırma çabaları. Yazı; Yerebatan Sarayı’nın resmiyle renklen­
dirilmiş.»
720 Yeşil Bursa Payitaht İken.
Yeni Mec. (Bursa için fevkalade Nüsha), 9-75, 1.5.1923. «Osmanlı Hanedânı’nm kurucusu Osman Gazi’nin Bursa’ya olan
tutkusu. Oğlu Orhan Gazi’nin Bursa’yı başkent yaptığı yıllar­
dan sonra Bursa’ya verilen önem ve bayındırlığının sürdürül­
mesi. Evliya Çelebi’den, Neşrî tarihlerinden aktarılan Bursa’­
ya ait pasajlar. Yıldırım Bayezid ve İkinci Murad’m Bursa’ya
katkıları. Yazı; (Nilüfer’den geçiş) ve Ahmed Refik Hoca’nm
resmiyle renklendirilmiş.» Uzun dizi.
721 Yirminci Asır Kahramanlarımız.
Millet. 13, 17.8.1908. «1908 Devrimini hazırlayan Niyazi, Enver,
Haşan ve Selahattin beylerin üstün çaba ve fedakârlıkları. Mem­
leketin ve Milletin ancak kendini yurduna adamış kişilerin ça­
lışmalarıyla yücelebileceğini çeşitli örnekler içinde dile geti­
ren, devrimi ve devrimi yapanları öven bir dizi.»
722 Yirmibeş Sene Siper Kavgası. (1-8)
Talebe Defteri. II, 45-52, 13.9.1333 [1917] — 2.5.1918. «Osmanlı
337
împaratorluğu’nun ticaret yolları üzerinde bulunan Girit Adası’nın ekonomi ve strateji yönlerinden önemi. Bu Ada’nın sı­
nırlarımız içine alinması için atalarımızın çabaları. Girit Se­
feri nasıl' başladı?. Girit’te Murad Ağa, Deli Kurd, vb. adsız­
ların kahramanlıkları. Kanlı hücumlar. Denizde kahramanlar.
Kalenin fethi. Deli Hüseyin Paşa. Resmo önünde gazilerimiz.
Kandiye’ye bir ve ikinci hücum. Deniz kahramanı Kara Meh­
med. Fazıl Ahmed Paşa ve son kesin zafer. Yazı; sebat, daima
sebat, bin türlü yoksulluklara katlanarak sebat... cümlesiyle
son bulur.» Uzun bir dizi.
723 Yirmisekiz Zâde Sait Mehmed Efendi. «Paris’te Osmanlı Se­
firleri : I» (1-2)
Sabah Gazetesi. 8538, 8541, 23, 27.6.1913. «Yurdumuzda matbaa­
cılığın kurulmasına yardımcı olmuş, elçilik ve sadrazamlıkta
bulunmuş Çelebi Zade Mehmed Sait Paşa (ölm. 1761)’mn ya­
şantısı. Fransa’da elçiliği, İbrahim Müteferrika ile tanışması,
sadrıâzam Damat İbrahim Paşa ile ilişkileri, Fransa Kralı XVLouis ile yakınlığı ve diğer elçiler arasındaki üstünlüğü. Yur­
dumuzda matbaanın kurulması için harcadığı üstün çabalar.»
724 Zâbitanda Kendiliğinden Hareket.
Millet. 74, 17.10.1908. «Subaylarda karar verme yeteneğinin ge­
lişmiş olmasının başarıya ulaşılmasında, dolayısıyla zaferin ka­
zanılmasında başta gelen bir etken olduğunu derinleştiren, il­
ginç örneklerle değerlendirilmiş bir araştırma. 1908 Devriminden sonra Türk Silâhlı Kuvvetlerinin gençleştirilmesi ve güç­
lendirilmesi çabaları içinde yapılagelen yazılı destekleyici uğ­
raşılardan.»
725 Zirini Mikloş’un Kellesi.
Cumhuriyet. 24.1.1936. «Budin Valisi Mustafa Paşa ona hürmet
göstermiş, cesedini saygıyla gömdürmüştü. Zirini Mikloş’un
1566’da Sigetvar’dan huruç hareketi yapışını gösteren resmiy­
le değerlendirilmiş olan bir dizi, Avusturya’nın büyük komu­
tanlarından olan Zirini’nin hayat dizisi. Viyana Müzesinde bu­
lunan mektuplarından yararlanılarak ayrıntılı bir şekilde an­
latılmaktadır.»
726 Ziya-ı Elim - Matem-ı Millî.
Millet. 14, 18.8.1908. «Meşrutiyet Devriminde Trablusgarp ko­
338
mutanı iken Harbiye Nâzırlığına getirilen ve üç gün sonra
ölümü memlekette büyük bir heyecan uyandıran Müşir (ma­
reşal) Recep Paşa (1842-1908)’rıın kaybı dolayısıyla bir anma
dizisi. Yazıda; vatanperverliği, dürüstlüğü, politikası, örnek­
lerle dile getirilmektedir. Cenazesi o yıllara kadar eşi görül­
meyen bir heyecana neden olmuş, İstanbul’da Divanyolu’nda
Sultan Mahmud Türbesi bahçesine gömülmüştür.»
727 Zülfikar Efendi’nin Sefareti. (1-2)
İkdam. 8537, 8538, 14, 15.1.1920. «Tahtta geçen II. Süleyman (salt.
1687-1691) ’m cülûsunu tebliğ etmek ve Viyana bozgunuyla baş­
layan (savaşı bir barışla sonuçlandırmak teklif) edildiği takdir­
de müzakereye girişmek göreviyle Viyana’ya gönderilen, sefaretnamesinin varlığını (on cüz miktar tahvil-i kelâm metni) Silâhdar Fındıklı’lı Mehmed Ağa’nın ünlü tarihinden (c. II, s. 365,
655, 668) öğrendiğimiz Zülfikar Efendi. Nişancı Zülfikar Efendi,
Paşa unvanıyla ve Rumeli Beylerbeyi payesiyle elçi tayin edil­
miş ve Divan-ı Hümayun baştercümanı İskerletzade Aleksandr
ile birlikte Viyana’ya İmparator Leopold nezdine gönderilmişti
(12 haziran 1688). Dört yıl Viyana’da kalan ve 1696’da Temeşvar savaşında şehit düşen Zülfikar Efendinin Sefaretnamesi de
Osmanh-Avusturya ilişkilerinin önemli bir bölümünü içermesi
bakımından özel bir durumu vardır. 1683-1699 Avusturya seferi
en feci koşullar içerisinde Osmanlılar aleyhine yayılırken bir
vatan ödevi yapmak için düşman memlekette ve hoşa gitmeyen
koşullar içinde görev gören bir elçinin dört yıllık daimî elem ve
mahrumiyetini düşünmek. Belgrad’ın AvusturyalIlar tarafından
işgali dolayısiyle yapılan şenlikleri görmeğe davet edilen bu ol­
gun adamın, kendisini davet eden AvusturyalI soylu kişiye ver­
diği acı cevap, memlekete olan bağlılığını ve millî benliğe olan
güveninin çok açık bir ifadesidir.
Zülfikar Efendi, Avusturya ordusunun teşkilâtı hakkında bilgi
vermekle beraber, bir yönden de AvusturyalIların ne kadar bit­
kin koşullar içinde savaştıklarını, Osmanlı Ordusu’nun da karşı­
sındaki kuvvetin mahiyetini bilmeden, düşman önünde perişan
bir şekilde geri çekildiğini öğretmektedir. Osmanlı elçisinin ya­
zılarından; ayni zamanda Avusturya ile savaş halinde bulunan
Fransızların da, Osmanlılann barış imzalamaları halinde serbest
kalacak AvusturyalIların kendi üzerlerine çevrileceklerini hesap­
layarak endişe duydukları da anlaşılmaktadır. Özetle, Zülfikar
339
Efendi’nin Avusturya ve Avusturya ordusu hakkında görgüye
dayanarak verdiği raporlar, Osmanlı yöneticileri tarafından ge­
reği şekilde değerlendirilememiş, Osmanlı ordusu ricali de bü­
yük fırsatlar kaçırarak Karlofça Barış anlaşması masasına el­
verişsiz koşullar içinde oturmuşlardır. Zülfikar Efendi’nin asıl
büyük sefaretname metni henüz ele geçmemiştir. Daha geniş
bilgi için bkz. Faik Reşit Unat. Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri. 1968. T.T.K. VII. Seri-Sa. 8
Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren yabancı ülkelere elçi gönderiliyorsa da, (Elçi Raporları) dışında en eski sefaretname (1665’de Viyana’ya) gi­
den Kara Mehmed Paşa’mndır. Sefaretnameler; (görev içi) ve (görev dışı)
olarak iki türlüdür. Örneğin; 1787’de Fas’a gönderilen Ahmed Azmi Efendi,
sefaretnamesinde (takriri) görev sınırlarını aşamamıştır. Gezip gördüğü yer­
lerin yörel, sosyal, askerî, kültür, sanayi, ekonomik, vb., konulara eğilenler
arasında; Yirmi Sekiz Çelebi Mehmed Efendi (Fransa Sefaretnamesi. 1720-21 H.)
ile başta gelir. Elçiler sınırdan içeri girdikten sonra artık o memleketin misa­
firi sayılmakta ve her türlü oturma ve yiyecek masrafları, misafir oldukları
hükümetçe temin olunmaktaydı. Çok kez dönüşlerinde, her birine görevlerine
uygun hediyeler de verilirdi. Böyle olmakla beraber Osmanlı Elçilerinin gö­
revle gittikleri ülkelerde bu tür misafirlikten kaçındıkları ve çok defa mas­
raflarını kendilerinin yaptıklarına dair arşivlerimizde kayıtlar vardır. Bunun­
la beraber genel kural olarak onsekizinci yüzyıl sonlarına kadar elçiler ve
maiyeti, karşılıklı olarak o devletin misafiri sayılmışlar ve masrafları karşılan­
mıştır. Osmanlı elçilerinin görkemli giysileri, gittikleri ülkelerde devamlı ilgi
çekici olmuştur. XVIII. yüzyılda başlarına sarık takarlar, iç elbiseleri çeşitli
renklerde ve üzerlerine giydikleri kaftanlar, genellikle kırmızı veya mavi olur­
du. Kürk de giyen bulunurdu. Kuşaklarında değerli taşlarla donatılmış hançer
bulunurdu. Çok sanatkârane, kıymetli taşlardan işlenmiş olan bu hançerler
çok kez Hazine’den dönüşte geri verilmek üzere alınırdı. XIX. yüzyılda fes ka­
bul olunduğundan elçiler siyah çuhadan elbise giyerler, rütbelerine göre tel
ile işlemeler taşırlar, bunların üzerlerine de nişanlarını takarlardı. Osmanlı
elçilik heyetlerinde bulunan kişilerin sayısı hakkında yerli ve yabancı kay­
naklarda ilginç kayıtlar vardır. 1699’da Viyana’ya giden Ağrıbozlu İbrahim
Paşa’nın elçilik heyetinde; 571 insan, 422 eğerli at ,101 eşek, 181 deve, 215
araba bulunduğunu Avusturya kaynakları yazar. Bu heyetin misafirliği Vi­
yana Saray mâliyesine hayli ağır gelmişse de, görkemli Osmanlı yürüyüş kolu,
türlü gösterileri, giysileri bir hayli yerli ve yabancı meraklıyı Viyana’ya top­
ladığından alışveriş (turizm) genişlemiş ve yük de kâra dönüşmüştü.
340
III
TAŞLAMA, ELEŞTİRME, SATAŞMA
VE
TARTIŞMALARI
728
Mizan Sahibi Murad Beyefendiye.123
İçtihad. 94, 20.2.1329 [1913]. «(Kadınlar Saltanatı) namıyla
(ikdam) da tefrika edilecek eserim hakkında yazdığınız va­
rakayı (yazılı kâğıt) gördüğüm zaman susmuştum; çünkü
içindekiler bir temele bağlanmayan kişisel bir takım iddia­
lardan oluşuyordu. Fakat bu defa yayınladığınız tarihin son
cildinde de, hakkımda yakışıksız deyimler kullanmanız üze­
rine hakkımı savunmak için şu cevabı yazmaya mecbur ol­
dum. Sözlerinizi ikiye ayırıyorum: Kınama ve sataşma.
1. Köprülü Zâde Ahmed Paşa Girid’i bütünüyle almak fik­
rinde direnememiş. Düşmana üç önemli liman bırakmış. Ben
bu iki noktayı yazdığım halde yargılamasını susmakla ge­
çirmiştim. Zâtıaliniz...
Eleştirici Murad Bey yazısında biraz kişiyi suçlayan ve kişi­
ye dönük cümleler kullanmış. Hoca; maddeler halindeki ce­
vabını şu cümle ile bitiriyor. (İkinci olarak: Tarihi Osmanî
Encümeni’nin tarihi henüz —Giriş— in sonlarındadır. Osman­
lIlar bölümüne bile gelmemiştir. Şu halde yazdığım kitap­
larda Encümen’in kuruntu ettiğiniz araştırma ve inceleme­
sinden bir kelime mevcut değildir... Bu itibarla yanlış dü­
şüncelerinizi düzelteceğinizi sanırım). Büyükada, şubat 329
[1913].» s. 3106 dv. Uzun bir cevap.
729.1 Şiir ve Kadın. (Fatma Aliye)129
İkdam. 7459, 17.11.1917. «Şiirlerde kadın. Kadının şiirlerdeki
128) Mizancı Murad (Mehmed) (1853-1914); Öğretmen, gazeteci, maliyeci,
politikacı, edebiyatçı, romancı ve tarihçi. Haftalık Mizan Dergisini ekim 1886’da çıkardı. Tarihi eserleri: Tarihi Umumî 1889, Tarihi Ebü’l-Faruk (Osmanlı
Tarihi. 1-7 cilt, 1909-1914)
129) Fatma Aliye Hanım (1862-1924). İlk Türk kadın yazarlarından. Ünlü
Ahmed Cevdet Paşa’nm kızı. Özel öğrenim gördü. İslâm felsefesi ile ilgilen­
di. Toplumun baskısından çekindiği için ilk başlangıçta (Mütercimi Meram)
takma adını kullandı. Eserleri; Bir kadın (çev), Muhaddarat (roman, 1892),
Nisvan-ı İslâm (İslâm kadınları, 1892), Refet (roman, 1898), Udî (roman, 1899),
Taaddüd-ü zevcat (Mahmut Esad Efendi’nin aynı eserine zeyil, 1899), Teracim-i ahval i felâsife (felsefecilerin biyografileri, 1900), Ahmed Cevdet Paşa
ve zamanı (1916), Kosova Zaferi, Ankara Hezimeti (1915) vd.
343
yerini işleyen ve bazı şairlerin ahlâk temizliğinin sınırlarını
aşarak yakışıksız kelimeler kullanıldığına değinen ve kına­
yan yazarın bu uzun inceleme dizisinde Nevşehirli Damat
İbrahim Paşa ve zamanından da sözedilir. (...Malûmdur ki
Damat İbrahim Paşa asâkir-i Osmaniye’yi tanzim ve tâlim
eylemek maksadıyla akd-i sulh eylemiş iken oniki seneden
mütecaviz istiklâl-i tam ile makam-ı sadârette bulunduğu hal­
de askere nizam vermek şöyle dursun eski nizâmı da muhtel
eyleyip... Sokak muaşakalarının —sevişme, âşıktaşlık— mucidi olan Damat İbrahim Paşa’nın çiçek devrinde kadınlarda
çiçek ve cici bebek addolunmak gibi haller İçtimaî terbiye­
mize büyük bir darbe oldu!. Kaplumbağalardan çırağ alay­
ları teşkil eyleyen o zâtı muhteri içtimâi hayatımızda da bir
inkılap vukua getirdi... İbrahim Paşa etrafına topladığı dal­
kavukları alıp Kâğıthane’de fındık endahtı yapardı!. Araba­
lardaki hanımın yaşmağı içine fındığı atabilenleri taltif ey­
lerdi..).» Yazının başlığı —Şiir ve kadın— dı ama, dizide, Ah­
med Refik Hoca’nın devamlı üzerinde çalıştığı, İmparator­
luğa birçok yenilik getirdiğine gönülden inandığı, hemşeh­
risi Nevşehirli Damat İbrahim Pâşa’ya açık ve seçik sataş­
malar vardı. Hoca daha fazla duramazdı.
729.2 Tarih Nazarında İbrahim Paşa (1-3)
İkdam. 7468-7470, 26-28.11.1917. «Damat İbrahim Paşa hakkmdaki kaynakların tarafsız olmadığı, biribirlerinden aldıkları
bilgileri ana kaynaklardan kontrol etmeden eserlerine aldık­
ları, özellikle bu devri işleyen Şemdanî-Zâde’nin hikâye ve
rivâyetlere dayanan130 birçok söylentilerin ondan sonraki ta­
rihlerde yer aldığı. Genellikle yabancı tarih ve tarihçilerin
hakikatları değiştirdiğini örneklerle açıklığa kavuşturmaya ça­
lışan yazar-, İbrahim Paşa (ölm. 1730)’nın yurda getirdiği mad­
dî ve mânevi hizmetleri, yapıları, bütün yenilikleri, geniş ay­
(130) Şem’dânî-Zâde Fmdıklı’Iı Süleyman Efendi ( ? - 1779). Kâtib Çelebi’nin ünlü eseri takvimü’t-tevarih’e başından itibaren şerhler, ilâveler yap­
mak suretiyle, 1146 (M. 1733/34) yılına kadar gelmiştir. Hicri 1146 ile 1191
(1777) yılları arasındaki olayları ise, yine aynı tutum içinde, ay ve yıl sıra­
sına göre işleyerek yeni bir zeyil meydana getirmiş, bu suretle (Mür’i’t-tevârih)
adlı eseri meydana gelmiştir. Bunun için '400 kitap üzerinde onüç yıl gece ve
gündüz çalıştığım söyler. Eser; İst. Ün. Ed. Fak. Öğretim üyelerinden Prof.
Dr. Münir Aktepe tarafından 1976 yılından başlayarak iki cilt halinde yayın­
lanmıştır.
344
rıntılarıyla bu uzun üç yazı dizisi içinde, Nevşehirli’nin hayat
hikâyesiyle birlikte okuyanların gözü önüne sermektedir.»
729.3 Nevşehirli İbrahim Paşa Türk’tü ve Müslümandı. (1-3)
İkdam. 7477, 7478, 7480, 5, 6, 8.12.1917. «Hoca üç yazı içinde
hızını alamamıştı ki, bu konuya üç uzun yazı ile bir kez daha
eğildi. «... AvusturyalI ünlü tarihçi Hammer, Osmanlılar ara­
sında yetişen büyük insanları Türk ırkına, yeteneklerine lâyık
görmeyerek devamlı hıristiyan çocukları olarak görmek alış­
kanlığında olduğunu ve bu alışkanlığını devamlı olarak tek­
rarladığını, bizim bir kısım tarihlerimizin de Hammer’in bu
yanlış düşüncelerini olduğu gibi tekrarladıklarım ve birçok da
çeviri yanlışlıkları olduğunu örnekleriyle gösteren yazar, Pat­
rona Halil başkaldırısında yumuşak tutumları yüzünden baş
veren ve Osmanlı İmparatorluğunu en az elli yıl geriye iten bir
dönemi tekrar ayrıntılarıyla işledi.»
729.4 Damat İbrahim Paşa Meselesi. (Fatma Aliye)
İkdam. 7483, 11.12.1917. «(Şiir ve kadın sernâmeli makale-i âcizide —başlıklı yazı dizisinde— Damat İbrahim Paşa’dan bahsolunması intizar —beklemediğim— bir bahis açtı...) Nevşehirli
İbrahim Paşa’mn hayatından, İmparatorluğa ne getirip ne gö­
türdüğünden, babası müverrih Cevdet Paşa’mn Nevşehirli
hakkındaki kanısından, babasının çalışma sistemi ve örnekle­
rinden, yabancı kaynaklardan sözeden bir cevap. Ahmed Re­
fik Bey’in, Fatma Aliye Hanımın babasının yazdığı (Cevdet
Tarihi) ni bazı noktalardan kınaması karşısında eserin değerini
de ispatlamaya çalışan bir dizi.»
729.5 Damat İbrahim Paşa Meselesi. (Fatma Aliye)
İkdam. 7484, 12.12.1917. «Damat İbrahim Paşa’nm. ölümünden
sonra çıkan muazzam serveti, savurganlıkları ve tutumsuzluk­
ları, özel hayatında da bunu sürdürdüğü, dalkavuklarını, lüks
ve görkem düşkünlüğünü, uzun sadrâzamlık süresini boşa ge­
çirdiğini, açtığı fabrikaların birer atölye veya bir evvelkile­
rin devamı olduğunu, yer yer kaynak göstermek, genellikle
yabancı kaynaklardan yararlanarak Damat İbrahim Paşa dö­
neminin İmparatorluk için kaybedilmiş, savurganlık dönemi
olduğunu ispatlamaya çalışan bir dizi.»
345
729.6 Damat İbrahim Paşa ve Aleyhtarları, (1-6)
İkdam. 7485, 7487, 7489, 7491, 7492, 7494, 13, 15, 17, 19, 20, 22.12.
1917. «(Nevşehirli İbrahim Paşa hakkında iki yüzyılı aşan bir
zamandanberi devam eden karşıt olanlar artık eski şiddetlerini
kaybetmeye başladı.. İbrahim Paşa hakkında ileri sürülen fi­
kirler Şemdâni-Zâde’nin tarihinden alınmış, bazıları tarih usu­
lüne aykırı bir surette elli yıl evveline nakledilmiş, bir çoğu
da Cevdet Paşa’nın kişisel düşüncesi kabilinden...). Damat İb­
rahim Paşa Osmanlı İmparatorluğu’nda Tanzimat’ın mübeşşiri —müjdeci— dir. Bölüm bölüm altı gün süren, bol doküman lı bol dipnotlu, uzun bir araştırma ve cevap. Yabancılar, ya­
bancı kaynaklar, özellikle hakikatları değiştirmişlerdir. Cevdet
Tarihi’nin İbrahim Paşa hakkında verdiği bilgilerin de işin
doğrusuyla bir ilgisi yoktur.»
729.7 Yine İbrahim Paşa Meselesi. (1-2) (Fatma Aliye)
İkdam. 7499, 7500, 27, 28-İ2.1917. «(...Cevdet Paşa merhumun
tarihte tahrifat yapmış olmasına kolayca inandırılacak kim­
selerin bulunduğuna olasılık veremem...). Her bireri üç uzun
sütun olmak üzere iki yazı Ahmed Refik Hoca’nm maddeler
halindeki cevabını çürütmeye çalışmaktadır.»
729.8 Damat İbrahim Paşa Hakkında.
Yeni Mec. 27, 10.1.1918. «Cevdet Paşa tarihinde Damat İbra­
him Paşa hakkında yapılan bozma, kalem oynatma ve yükle­
meleri, resmi belgelerin güvencesinde sıra dışı yapmaya çalı­
şan bir dizi. Yazı çeşitli belgelerle pekinleştirilmeye çalışıldığı
gibi, Fatma Aliye Hanıma konu dışına çıkmakta olduğu da
hatırlatılmakta.»
730
Tarihi Osmanî Encümeni Meselesi.
İkdam. 8477, 12.10.1920. «Tarihi Osmanî Encümeni’nin çalışma­
larının yetersiz ve verimsiz olduğu hakkındaki bir takım şikâ­
yetlere cevap. Şikâyetler ve bunlara verilen cevaplar aynı dizi
içinde yer almış.» Uzun bir dizi.
731
346
Türk’e ve Anadolu’ya Dair.
İkdam. 8483, 18.10.1920. «Türk’ün hakkına ve Anadolu’daki ya­
şantı hakkına dair yazarın yazdığı yazılardan tedirgin olan Pa­
ris’te oturan Kiryakidis adlı bir Yunanlı, Tahidromos Gazete­
sinde cevap vermiş. Hoca bu yazıyı sütununa almak suretiyle
Yunanlıyı cevaplandırıyor ve Türk Anadolu’nun Türk olduğu­
nu da maddeler halinde bir kez daha belgeler ışığında ispat­
lıyor.»
732
Yiııe Tarihimiz. (Ahmed Cevdet)
İkdam. 8509. 15.11.1920. «Zürih’ten İkdam Gazetesi sahibi Ah­
med Cevdet Bey tarafından yazılmış bir mektup. Ahmed Refik
Bey’in tarih çalışmalarım eleştiren, kâğıt pahalılığının en üst
düzeyde olduğu şu sırada Tarih Encümeni’nin yayın yapma­
sına imkân olmadığını, esasen Birinci Dünya Savaşı sonucu
Sevr Anlaşmasının da ne getireceğinin bugünden kestirilemeyeceğini, en uygun yolun bekleme olduğunu savunan bir yazı.»
733
Kanunî Sultan Süleyman’a Dair. «Mehmed Ziya Beye»
İkdam. 8610, 1.3.1921. «Tarihimizde birçok karanlık noktalar
bulunduğu, Kanunî (salt. 1520-1566) ve devrinin kesin olarak
tesbit edilmiş olduğuna işaret eden yazar, güvenilir kaynakla­
ra dayanarak Kanunî’nin son seferi olan Sigetvar Kalesi ku­
şatması sırasındaki hastalığını ve bu son seferdeki ölümü, bü­
tün ayrıntılarıyla dile getirmektedir.»
734.1 Sultan Abdülhamid-i Sâni’nin Evsafı. «Bir mabeyincinin hatı­
ratı»
İkdam. 8710, 14.6.1921. «Abdülmecid’m Tirimüjgan’dan dünya­
ya gelen (1842), İkinci Abdülhamid (salt. 1876-1909)’in özel ya­
şantısı, çalışması, özel merakları, giyinişi, sevdikleri, kitap me­
rakı, aile yaşantısı, savurganlıktan hoşlanmaması ve tutumlu­
luğu, günlük yaşantısı içinde ilgi duyduğu her şey bir yakın
adamının güncesinden.»
734.2 Sultan Abdülhamid-i Sâni’ye Dair. «Ali Fahri Beyefendiye»
İkdam. 8719, 23.6.1921. «Sultan Abdülhamid II (salt. 1876-1909)
hakkında yazdığı makale üzerine lehte ve aleyhte mektup­
lar alan yazar, tekrar bu konuya döneceğine işaret ederek ko­
nuyu yeniden işlemekte, Abdülhamid’in saltanat sürdüğü yüz­
yıldaki büyük devletler, dünya politikası üzerinde durmakta
ve bugün dahi hakkında lehinde ve' aleyhinde çok şeyler ya­
zılan ve söylenilen Abdülhamid hakkında bilmediğimiz yeni
bilgiler getirmektedir.»
735.1 Orhan Gazi’nin Evlâdı. (H. Hüsameddin) (1-2)
İkdam. 8777, 8790, 23.8.1921, 5.9.1921. «İkdam Gazetesinin 8.8.
347
1921 günlü sayısında yayınlanan (Orhan Gazi’nin Zevceleri ve
Oğulları) başlıklı yazısını eleştiren, Ahmed Refik Beyle aynı
fikir ve düşüncede olmadığını belirten, bir takım belgelere da­
yanarak bu iddiasını kanıtlamaya çalışan ileri derecede nazik
bir inceleme ve eleştirme dizisi.»131.
735.2 Orhan Gazi’nin Evlâdına Dair. (1-2)
İkdam. 8797, 8804, 12, 19.9.1921. «Yazarın (Orhan Gazi'nin zev­
celeri ve Oğulları) başlıklı yazısını (Orhan Gazi’nin Evlâdı)
başlıklı yazıyla eleştiren Hüseyin Hüsamettin Bey’e cevap.
Ahmed Refik Bey kanaatini savunmakta, yerli ve yabancı bir
takım kaynaklardan yararlanarak iddiasını yeniden, ileri de­
recede nazik bir dizi içinde tekrarlamaktadır.» Uzun bir dizi.
735.3 Osmanlı Hükümdarlarında «Sultan» unvanı.
İkdam. Fuad Köprülü. 8869, 24.11.1921. «Ahmed Refik Bey’in
3.7.1921 günlü İkdam gazetesinde yayınlanan (Türkler ve Bi­
zans) başlıklı dizide geçen (Sultan) unvanı dolayısıyla. Fuad
Bey, (Sultan) başlığının ne zamandan beri Osmanlı İmpara­
torluğunda kullanıldığını ince bir* süzgeçten geçirerek incele­
mekte ve özel kütüphanesinde bulunan ünik bir yazma eser­
den yararlanarak Yıldırım Bayezid (salt. 1389-1402)’e (Sultan)
unvanının verildiğini tanıtlamaya çalışmaktadır.» Uzun bir
dizi.
735.4 Padişahlarımız ve (Sultan) unvanı. (1-2)
İkdam. 8876, 8877, 1-2.12.1921. «Divan-ı hümayun kayıtlarına
göre; Osman, Orhan, Murad ve Bayezid Gazilerle, Emir Sü­
leyman’a (Beğ, Hünkâr) denildiğini, (Sultan) unvanı kullanıl­
madığını bol kaynak göstererek tanıtlamaya çalışan bir araş­
tırma. Fuad Köprülü Zâde’ye cevap.» Uzun iki dizi.
735.5 Osmanlı Hükümdarlarında «Sultan» unvanı.
İkdam. Ali Şeydi. 8880, 5.12.1921. «Köprülü Zâde Mehmed Fuad
131)
Tüm yaşantısını, Anadolu’da, ilkel dokümanları, vilâyet arşivlerini, ev­
kaf kayıtlarını, sicil defterlerini incelemek ve değerlendirmekle ün yapmış, ulu­
sal tarihimize ve dil araştırmalarına büyük katkısı olan Abdizâde Hüseyin Hüsameddin Yasar (5 Kasım 1869 -10 Şubat 1939). Araştırıcılar arasında (Amas­
ya Tarihi Yazarı) olarak tamlır. Daha fazla bilgi için bkz. (Bibliyografya. Kitap
lîaberleri Bülteni. I. sayı: 3, Mayıs 1972. Amasya Tarihi Yazarı Hüseyin Hüsameddin ve bilinmeyen eserleri. Dr. Turgut Akpınar), (Hayat Tarih Mec. 8,
Ağ./1975. Hüseyin Hüsameddin Yasar. Dr. Turgut Akpınar).
348
Bey’in makalesi münasebetiyle, Osmanlı Hükümdarlarının
(Sultan) unvanını hangi tarihte aldıklarıyla ilgili olarak sü­
rüp giden tartışmaya yeni bir katkı.» Uzun bir dizi.
735.6 Osmanlı Hükümdarlarında «Sultan» unvanının eskiliğine dair.
İkdam. Fuad Köprülü. 8890, 15.12.1921. «Sürüp giden tartış­
maya yeni belgeler ışığında katkılar. Sultan unvanının Os­
manlI İmparatorluğu’nda çok eski tarihlerde kullanıldığı tezi­
nin savunulması. Bol dipnotlu bir dizi.»
735.7
(Bey) ve (Sultan) unvanları.
İkdam. 8897, 22 12.1921. «(Bey) ve (Sultan) unvanlarına dair
birkaç makale ile bir açık mektup yayınlandığı halde olumlu
bir sonuç alınamadığına değinen yazar, konuyu bir kere daha
izleyenlere özetlemeyi yararlı bulmuştur. 2,5 tam sütun bol do~
kümanlı yazısıyla, Fuad Köprülü’nün direnişini çürütmeye ça­
lışır.»
735.8 Hünkâr. (1-2)
İkdam. Hüseyin Hüsameddin. 8969, 8976 (6 ve 13.3.1922). «Os­
manlI padişahlarının ne zamandan itibaren (Sultan) unvanı,
(Hünkâr) unvanının hangi tarihte başlayıp, hangi tarihte son
bulduğunu inceleyen yeni ve bol kaynaklarla donatılmış iki
uzun inceleme dizisi.»
736
Müverrih Refik Beyefendiye Açık Mektup.
İkdam. Yusuf Ziya. 8902, 27.12.1921. «Ahmed Refik Bey’in; Şeyh
Edebali adı hakkında (İkdam)’m iki sayısında devam eden in­
celemesini takdirle karşılayan Darülfünun müderrislerinden
Yusuf Ziya .Bey, bu kelimenin kökünü araştırmaktadır. Ziya
Beye göre; (Ede) kelimesi Bozok yöresinde (Büyük kardeş)
anlamına gelmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş yıl­
larında Osman Beği mânevi olarak destekleyen ve Osmanlı
Hanedanına kız veren, toplum arasında saygınlığın en üst dü­
zeyine erişmiş Şeyh Edebali’nin dil ve tarih yönünden incelen­
mesi.» Uzun bir dizi. Bkz. Bib. No.: 478.
737
Türkler ve Lehistan. «Ahmed Cevdet Beyefendi’ye»
İkdam. 9107, 24.7.1922. «Türklerle Lehistan arasında Sokullu
Mehmed Paşa (1505-1579) döneminde üst düzeyde başlayan ve
devam eden ilişkilerin Hazine-i Evrak’ta bulunan yeni belgele­
rin ışığında panoraması.» Uzun bir inceleme. Bir mektup üze­
rine yazılmış.
349
738.1 Darülfünun ve eserleri: Türkiye Tarihi - M üellifi: Ahmed
Refik Bey.
Meslek. Haftalık Resimli Gazete152. Muhiddin. 9, 10.2.1925.
«... Son zamanlarda Osmanlı İmparatorluğu’nuıı yıkılmasını
müteakip tarihimiz yeniden alâkaları tahrik etti. Bilhassa şim­
diye kadar Osmanlı Sarayı’nın kasidecileri tarafından yazılmış
olan tarihleri ,artık Türk halkının hayatını gösteren eserlerle
değiştirmek ihtiyacı günden güne daha şiddetle hissedilmeye
başlıyor ve herkesin gözleri tarihçilerimize tevcih ediyordu.
Bugüne kadar tarihçilerimizden ancak ikisi, Köprülü Zâde
Fuad Beyle, Ahmed Refik Bey yeni bir eser çıkardılar. Cumhu­
riyetin ve Türk hâkimiyeti devrinin ilk ürünleridir bunlar.
Aynı zamanda bu eserleri Darülfunun da Türk hayatı hakkın­
da verdiği yegâne iki mahsul olmak üzere telâkkiye mecburuz.
Bunun için bizler bu eserleri dikkatle okuyup tahlil ve tenkit
ile mükellef bulunuyorlar...», «... Ahmed Refik Bey şimdiye
kadar yalnız Osmanlı tarihine dair hikâye ve roman yazdı. Bu
tarih ilmine bir hazırlıktır. Bir hayli zamandanberi kendisini
müderris görüyoruz. Binaenaleyh "Türk tarihinden bahseder­
ken iyi bir takım fikirler elde etmiş, muayyen bir usul altında
yaptığı çalışma sonunda Türk tarihinde bir sistem vücude ge­
tirmiş bir profesör olmak mevkiindedir...» Yazar; Ahmed Re­
fik Bey’in son kez yayınladığı Türkiye Tarihi adlı eserin, Prof.
Fuad Köprülü’nün aynı konudaki bir kitabından kopya edildi­
ği kanısındadır. Bu iddiasını yanıtlamak için her iki eserden
parçaları karşılaştırır ve uzun yazısını şu cümlelerle bitirir.
«... Fakat ne zararı var, memlekette böyle şeylerden anlayan
mı var?.. Yaz, diz, bas kitap olsun.»
738.2 Darülfünun ve Eserleri: Darülfünuncuların «eser» dedikleri
şeylere bakınız : Köprülü Zâde Fuad Bey, Ahmed Refik Bey’­
in bir kitabını nasıl kopya ediyor?..
Meslek. Muhittin. 11, 24.2.1925. «Gözlerimizin önünde iki eser
var. Biri; Ahmed Refik Bey’in (Umumî Tarih) unvanıyla lise­
lerin beşinci sınıfı için yazmış olduğu bir kitap, diğeri Köprü­
lü Zâde Fuad Bey’in aynı sınıf için yazdığı (Millî Tarih) un­
vanlı bir eser. Birincinin bası tarihi 1923, İkincisinin üzerinde
132)
Meslek. Resimli Gazete. 15 Ocak 1925 - 1 Eylül 1925. I. yıl, 1-38 sayı
Müdir-i mesul: Ahmet. Başmuharriri: Muhiddin. İstanbul. 2° resim (portre).
Gazetenin (Derginin) küçük boyda, resimli ilâveleri de var.
350
ise 1924 tarihi okunuyor. Eğer bu iki kitap arasında bir kopyâ
ve intihal (Başkasının eserini kendi eseri diye göstererek ya­
yınlama) olayı varsa bu defa suçlama Fuad Bey’e ait olmak
zaruridir...» Yazar bu kez; Fuad Beyle, Ahmed Refik Beylerin
okul kitaplarının çeşitli sayfalarını karşılaştırmak suretiyle
Fuad Beyi suçlamaya çalışır. Uzun bir dizi.
738.3 Köprülü Zâde Fuad Bey’iıı Bir Mektubu.
Tevhid-i Efkâr. 1.3.1925. «Giresun Mebusu Hakkı Tarık Beye­
fendiye. Azizim Efendi; Bugünkü Cumhuriyet Gazetesi’nin
Millet Meclisi Kürsüsünde133 Darülfünuna teveccüh ettiğiniz
hücumları okudum. Bu meyanda (Meslek) adındaki bir dergi­
nin yayınından sözediyorsunuz. Güya bû dergi, Darülfünun
müderrislerinin bazı intihallerini meydana çıkarmış!. Filhaki­
ka (Meslek) son iki sayısında iki makale yayınladı. Birinci ma­
kalede benim (Türkiye Tarihi) adlı eserimin Ahmed Refik
Bey tarafından aynen alındığını iddia etti. îkinci makalede ise
benim iptidai mektepleri için yazılmış ve 1924’te basılmış bir
kitabım imiş. Ahmed Refik Bey’in 1923’te yayınlanmış bu ese­
rinden alındığını gürültülü bir surette ilân etti. Bunu yazan
biçare adam, elindeki nüshanın kitabımın son basısı olduğu­
nu...» Fuad Bey; Maarif müsteşarı bulunduğu dönemde kendi­
sine iltifatlar gönderen, Darülfünuna alınmayışının nedenini
kendisinde arayan bu kişinin tarafsız olmadığını, samimiyetin­
den daima şüphe edileceğini, bilgi namına derme çatma bilgi
ile müverrihliğe kalktığını, önemsiz kitaplarda, belli konula­
rın mecburiyetle biribirine benzeyeceğini, tarih, metod ve
usulü bakımından Muhittin Bey’in portresini çizdikten sonra
yazısını şu cümle ile bitirmektedir. «... Daha ihtiyatkâr olma­
nızı temenni ederim efendim.»
738.4 Kopyacılık Münakaşası. «Köprülü Zâde Fuad Beye Cevap».
Tevhid-i Efkâr. Muhittin. 3.3.1925. «Velid Beyefendiye134.. Aziz
Beyim. Köprülü Zâde Mehmed Fuad Bey’in Hakkı Tarık Bey’e
hitaben size gönderdiği ve evvelki günkü (Tevhid-i Efkâr) da
yayınladığınız mektupta.», «... Bu satırları yazdıktan sonra
yaptığım incelemenin verdiği sonuca göre Fuad Bey’in beyhu­
133) Meclis, Darülfünunun tarziye vermesini istiyor. Cumhuriyet. 28.2.1925.
134) Ebüzziya (Abdurrahman Velid); Türk gazetecisi ve matbaacısı. (18841945). Tevhid-i Efkâr gazetesinin sahip ve başyazarı.
351
de yere Ahmed Refik Bey’in günahına girmek istediği bence
tanıtlanmıştır. Fakat okuyucularınızı fazla ayrıntılardan koru­
mak istediğim için onları kısaca gazetemde yayınlayacağım.»
738.5 Darülfünunda Meslek Ahlâkı.
Meslek. 13, 10.3.1925. «Fuad Bey’in (Vatan) ve (Tevhid) gaze­
telerinde Hakkı Tarık Beye hitaben çıkan cevabına uzun, ay­
rıntılı cevap.»
739.1 Tarihî bir hakikat.
Akşam. Süleyman Kâni. 2354, 2.5.1925. «Ahmed Refik Beyefen­
di, Türk Tarih Encümeni Mecmuasındaki bir makalelerinde
ilk patrik’i idam ettirenin Köprülü Mehmed Paşa olduğunu
yazması üzerine bunun doğru olmadığım ve ilk kez bir paırik’in IV. Sultan Murad tarafından idam ettirildiğini yazmış­
tım...» Bir takım belge ve dipnotlarla, Ahmed Refik’in iddia­
sını çürütmeye çalışan bir uzun inceleme.»
739.2 Tarihî hakikat.
Akşam. 2357, 5.5.1925. «İlk patrik’i idam ettirenin IV. Murad
(salt. 1623-1640) olduğuna dair Süleyman Kâni Bey tarafından
yazılan makalede gösterilen delâil ve neticelerin hemen her
cümlesi yanlış bulunduğunu müddellelen ispat eylediğim hal­
de, ahiren (Akşam)’da tekrar bu mesele hakkında yeniden ve­
sikalar zikrederek vermiş oldukları cevabı okudum. Görülüyor
ki, Süleyman Kâni Bey’in vesikaları rum kaynaklarıyla, lügat
kitaplarının verdikleri bilginin sınırını aşamıyor...». Hoca bu
yazısında çeşitli belgelere dayanarak iddiayı çürütmeye ve te­
zini tanıtlamaya çalışmaktadır.»
740
352
Türkler’de Avcılık. (Abbas Celâl Beyefendiye)
Hayat, I, 17, 24.3.1927. «Yerli ve yabancı kaynaklardan yarar­
lanarak, bol dipnotlu, Türkler’de avcılık tarihinin denemesi.
Yazı; (Hassa-i Hümayun’a mensup: Tirendaz), (Eski av yöre­
lerinden: Kırklareli), (Eski av yörelerinden: Beros’ta Kervan­
saray), (Hassa-i Hümayun av bölgesi: Küçükçekmece Kervan­
sarayı), (Hassa-i Hümayun av yerlerinden: Büyükçekmece),
(Hassa-i Hümayun bahçeler muhafızı: Bostancıbaşı) resimle­
riyle renklendirilmiştir. Dizide; ava meraklı hükümdarlardan,
avı bol olan yörelere kadar her şeyden, bütün ayrıntılarıyla
sözedilmektedir.»
741.1 Devşirme usulü, Acemi oğlanlar.
Darülfünun Ed. Fak. Mec. V, 1-2, Hz.-Aralık/1926. «Osmanlı
İmparatorluğu tarihinde önemli bir rol oynayan; devşirme ve
acemi oğlanlar konusuyla ilgili Hazine-i Evrak belgelerinden
yararlanılarak hazırlanmış uzun bir dizi.». 1-14 s.
741.2 Osmanlı İmparatorluğu’nun teşekkülü meselesi.
Türkiyat Mec. Prof. Frederik Giese. Çev. Köprülü Zâde Ah­
med Cemal. 8, 1925. «... Bu teşkilâtın I. Murad (salt. 1360-1389)
devrinde olmasında hiç bir mâna yoktur. Çünkü o zaman, icra
edilen birçok seferler dolayısıyla üserâ mebzülen (çok sayıda
tutsak) mevcuttu...». Osmanlı împaratoıiuğu’nun kuruluşunu
inceleyen, yabancı gözü ve metoduyla yazılmış, ayrıntılı uzun
bir dizi.
741.3 Devşirmeler, Acemi Oğlanlar. I
Hayat. I, 29, 16.6.1927. «Osmanlı Türklerinde devşirme usulü
I. Murad zamanında başlamıştır. Bu mesele hakkında (Tevârih-i Âl-i Osman) adı altında olmak üzere gerek Fatih ve ge­
rek İkinci Bayezid.zamanında yazılmış olan müellifi meçhul
ve malûm bütün eserler aynı fikirdedir...», «Köprülü Zâde
Mehmed Fuad Bey (Türkiyat Mecmuası)’nda135, Prof. Giese’nin
bu meseleye dair yazdığı makalenin çevirisini yayınlamıştır.
Makalede devşirme meselesine dair aynen şu satırlar mevcut­
tur; «... Bu teşkilâtın I. Murad devrinde olmasında hiçbir
mâna yoktur...». Ahmed Refik tezini savunmakta devam eder
ve yeni dokümanlar ileri sürer.»
741.4 Devşirmeler, Acemi Oğlanlar. II,
Hayat. II. 30, 23.6.1927. «Yine (Devşirmeler, Acemi Oğlanlar).
Yıldırım Bayezid’in Ankara mağlubiyeti (20 Temmuz 1402)
döneminden evvel, mağlubiyetten sonra geçici bir süre fetih­
lerin duraklaması üzerine yeni tutsak bulunamaması karşısın­
da acemi oğlan ihtiyacının hıristiyan tebaadan alınmaya baş­
landığını, Osmanlı tarihinde ilk kez bu işe ne zaman başlanıl­
dığını araştıran ve bulmaya çalışan uzun bir dizi.»
741.5 Devşirme meselesi. «Ahmed Refik Beyin makaleleri müna­
sebetiyle»
Hayat. Köprülü Zâde Mehmed Fuad. II. 34, 21.7.1927. «... Ah135) Türkiyat Enstitüsü; 2 Mart 1925’te kuruldu.
353
med Refik Bey’in son makalelerinde (Devşirme usulü) hakkın­
da epi şayanı dikkat malûmat daha vardır. Yalnız, ilk maka­
ledeki başlıca boşluk burada da göze çarpıyor: Muhtelif kay­
naklardan alınan bilgi, hiçbir tenkit ve tasnife tâbi tutulma­
dan sıralanmış. Bu (müessese) nin menşe ve tarihi tekâmülü
hakkında hiçbir terkip yapılmamıştır. Tarih usulü itibarıyla
bunun ne kadar büyük bir eksiklik olduğu izahtan müstağni­
dir.», «... Evvelâ şunu söyleyelim ki I. Murad devrinde yaşa­
yan bir Türk müverrihini şimdiye kadar bilmiyoruz.». Madde­
ler halinde sıralanmış, konuyu işleyen, aydınlığa çıkarmak is­
teyen bir araştırma ve eleştirme.» Uzun dizi.
741.6 Devşirmelere dair. «Tarih münakaşaları»
Hayat. II. 41, 8.9.1927. «... Fuad Bey tarafından yazılan cevap
dikkatle okunacak olursa, konuya çözümlenmiş gözüyle bakı­
labilir. Fakat Fuat Bey, ayrıntılara ait bazı noktaları, hakika­
tin aksi bir surette açıklamış olduğu cihetle bu noktaları ay­
dınlığa kavuşturmak gerekir...», «... Evvelce de arzettiğim
üzere devşirmeler hakkında yazdığım yazıların bütünü bir ter­
kip ve tetkik değildir. Devşirmelere dair mevcut bilgilerin
toplanması, sarıp sarmalanmasından ibarettir. Böyle bir iddia­
da bulunmadığım için, Fuad Bey’in bu yazılarda (Devşirme
usulünün menşe ve tekâmülünü) araması doğru değildir. Ma­
mafih gösterdiğim vesikalarla Devşirme usulünün İkinci Mu­
rad zamanından çok evvel tesis edilmiş bulunduğu sabittir...».
Memleketimizin iki güzide tarihçisinin kalem oynatmaları.
Köprülü’ye maddeler halinde bir cevap.
354
IV
ŞİİRLERİ
742
Yedigün. 149, 15.1.1936
SABAH O LM A D I
Karanlık ufuktan güneş doğmadı,
Gözüm yaşlarla dolu, sabah olm adı..
Yanık bağrımda sensiz açan lâleler,
Gözüm yaşıyla birbir sulandı solmadı,
Sabah olm adı... Ah, sabah olmadı.
★
Uğuldardı çam lar, coşardı deniz,
Ne süm bülde kaldı, ne gölde beniz....
Karanlıkta kaldım, neden kim sesiz,
İçim hep yaşla doldu güneş doğmadı,
Sabah olmadı.... Ah, sabah olmadı..
743 Yedigün. 241, 20.10.1937
SENSİZ İÇERKEN
Yalnız bırakıp gitm e bu akşam yine erken
Öksüz sanırım kendimi ben sensiz içerken
En neşeli dem ler bu gece sazla geçerken
Öksüz sanırım kendimi ben sensiz içerken.
★
Pervane gibi hüsnüne bakmaktan usanmam
Karşımda .sen ol subha kadar bâdeye kanmam
Bin yâre açar sinem de gül sineni anmam
Öksüz sanırım kendimi ben sensiz içerken.
357
744
Y edigün. 241, 20.10.1937
EN D Â M IN IN HAYALI
Endamının hayalini gözlerim den silem em
Kollarında can vereyim başka bir şey dilem em
Bana sen de acımazsan, kim ler acır bilem em
Kollarında can vereyim başka ;bir şey dilem em .
★
S enelerce sevdim seni mâbûdem sensin benim
Kim seye yâr olmam artık ben senin bir bendenim
Budur senden son tem ennim en sam îm i şivenim
Kollarında can vereyim başka bir şey d ile m e m .136
136)
Ahmed Refik Altınay’ın gürleri (Gönül) adlı kitapta (No. 913) der­
lenerek basılmıştır. Kitabımızın birinci bölümünde, Ahmed Refik'in hayat di­
zininde şiirlerinden örnekler verilmiştir. Yukarıda sunulan üç şiiri ayrıca der­
gide yayınlanmış olduğundan burada dizine alınmıştır.
358
V
HAYATINDA VE ARDINDAN YAZILANLAR
(Fotoğraf -Yazı -Kitap)
745 Fotoğraf.
Servetifünun. 22.7.1326 [1910], 1000 nci Haftanın resimli ilâvesi.
«Derginin yayınlanmasında hizmeti geçenlerin tek tek fotoğraf­
ları arasında Ahmed Refik Altmay.»
746 Tarihî Simalar Hakkında.
îçtihad. Abdullah Cevdet. 74, 1.8.1329 [1913], «Ahmed Refik
Bey Tarihi Osmanî’de bize müthiş ve cazip levhalar çıkarıyor.
Ve kendisi hiçbir şey söylemiyor. Fakat bir ahmane bir su­
rette şahadet parmağını bu levhalara koyuyor ve biraz müs­
tehzi nazarlarını da bize tevcih ediyor...», «...Aynen ve harfi­
yen naklettiğimiz bu sayfaları Refik Bey’in (Kabakçı Mustafa)’sında ve (Kabakçı Mustafa) devri (Tarihi Osmanî) de ay­
nen ve harfiyen bulacaksınız. Binaenaleyh bu satırların din­
ler kavgasından dolayı Ahmed Refik Bey’e ve bana çehreleri­
ni asanlara bizim yalnız bir diyeceğimiz var : —Tarihi yazan
biziz yapan siz...» Hoca’nın eserlerini ve verimli çalışmalarını
öven bir dizi.»
747 Tarihi Osmanî ve Ahmed Refik Bey.
İkdam. Ali Kemal. 5955, 20.9.1913. «OsmanlIların felaket nede­
ninden biri nedir?, sorusuyla yazısına başlayan yazar, bu ne­
denlerden başta geleni, tarih bilinmediğine bağlıyor. Ahmed
Refik’in çalışmalarını övüyor. Temenni edelim ki bu memle’ıette beş on tane Ahmed Refik daha yetişsin., dileğinde uzun
bir dizi.»
748 Ahmed Refik Bey’in fotoğrafı, el yazısı ve imzası.
Nevsal-i Millî. Yıl. I, 1330 [19141. «Türk Milleti yaşayabilmek
için mazisinden iktisab-ı kuvvet etmeye mecburdur. Terbiye-i
tarihiyye en mühim çaredir. Ahmed Refik» s. 92
749 Ahmed Refik Bey.
Nevsal-i Millî. Y.K. Yıl. I, 1330 [1914], Bkz. s. 57-58
361
750 «Lâle» yetiştiriciler. Eski bahar çiçeklerimiz I.
İkdam. 7320, 26.6.1917. «(Lâle Devri) müellifi müverrihi Muh­
terem Ahmed Refik Beye»
751 Ahmed Refik Bey.
İkdam. 7805. 4.11.1918. «Ahmed Refik Bey’in (Memâlik-i Os­
maniye’de Demirbaş Şarl) adlı kitabı yayınlanmış olması dola­
yısıyla İsveç Hükümeti tarafından nişan ve para ödülü ile tal­
tif edildiği.»
752 İlkbaharda Sa’dabad bahçelerinde Lâle tahassüsatı.
İkdam. Cevat Rüştü. 8306, 30.3.1920. «Tarihimize ve dilimize
(Lâle) ve (Sa’dabad)’ı getiren müverrih Ahmed Refik Beye
bir ithaf dizi.»
753
(Dersaadet) ailesi kimlerden müteşekkil?..
Dersaadet. 1, 8.7.1336 [19201. «Yeni yayın hayatına atılan gaze­
tenin manşet ve birinci- sayfada devam eden yazıda; Ahmed Re­
fik, Emine Semiye, Köprülü Zâde Fuat, Reşat Nuri, Fazıl Ah­
med, Ercüment Ekrem., hanım ve beylerin resimleriyle, hafta­
lık çalışma programına yer verilmiştir.»
754 Tarihimiz. «Ahmed Refik Beyefendiye»
İkdam. H. Hüsameddin. 8446, 6.9.1920. «Ahmed Refik Bey’in
- çalışmalarını takdir ettiğini, Ahmed Cevdet Beye yayınladığı
açık mektuptaki fikirlerine katıldığım söyleyen yazar, her şey­
den evvel Osmanlı tarihini rivayetlerden kurtaracak olan dev­
let arşivine el atılmasını istemektedir.»
755 Ahmed Refik Bey. «Türk tarihçileri»
Payitaht. H.N. 53, 2.4.1337 [19211. Bkz. s. 55-57
756 Fotoğraf.
Millî Mec- 39, 15.6.1341 [19251. Tam boy kapak resmi.
757 Müverrih Ahmed Refik Bey.
Millî Mec. [Prof.] Mükrimiıı Halil [Ymanç] . 39, 15.6.1341 [1925].
Bkz. s. 15-18. Fotoğrafıyla renklendirilmiş
758
362
(Şumnu) da Koşut (Kossouth).
İkdam. 10134, 22.6.1925. «Türk Tarih Encümeni Reisi ve Darül­
fünun Türkiye Tarihi müderrisi Ahmed Refik Bey’in; Koşut’un Türkiye’de geçen hayatına ve özellikle Mülteciler Meselesi­
ne dair Hazine-i Evrak belgelerine dayanarak büyük bir eser
yazdığı. Bu eserin yakında Tarih Encümeni yayınları arasın­
da yer alacağını bildiren, birinci sayfada çift sütun Koşut’un
resmi ve el yazısıyla renklendirilmiş, Ahmed Refik Bey’in ça­
lışmalarını öven bir haber yazı.»
759 Tarihimiz Değişiyor ve İnkılap Yürüyor.
Meslek, haftalık resimli gazete. 38, 1.9.1925. «Geçen sene (Mes­
lek)’de (Osmanlı kimdir?) makaleleri Darülfünun tarihçileri­
nin gizli afarozları arasında intişar ederken bu sene, işte (Os­
m a n lI’yı Ahmed Refik Bey’le beraber tarif ediyoruz!. Ahmed
Refik Bey, son zamanlarda bir geçit geçirdi. Nasılsa ismi karış­
mış olan çürük bir Osmanlı fesadı yüzünden birkaç hafta hürriyetsiz kaldı, fakat, neticede beraat kazanarak temize çıktı.
Geçirdiği fena haftalardan dolayı geçmiş olsun demek ve beraatini tebrik etmek borcumuzdur. Bununla beraber biz bu seıgüzeşten —eğer burada bu deyimi kullanmak uygun olursa—
(memnunuz) çünkü Osmanlı sarayı ve Osmanlı fesadı yüzün­
den birkaç hafta hürriyetsiz kalmak, Ahmed Refik Bey’i hayli
kızdırmış olacak ki, beraat kazanır kazanmaz derhal kaleme
sarıldı ve bir iki musahabe yazdı..». Yazıda, Türk Devrimi’nin
yürüdüğünü ve tarihimize büyük katkıları bulunan Ahmed Re­
fik Bey’in yeni bulduğu ve yayınladığı belgelerden sözedilmektedir. Bkz. s. 124-126
760 Bulgar Hükümeti Ahmed Refik Bey’in İlmî Çalışmalarım Takdiren Büyük Salip Nişanı Verdi.
Cumhuriyet. 27.9.1925. «Birinci sayfada resmiyle değerlendi­
rilmiş haber ve ikinci sayfada devam eden yazıda; Bulgar Aka­
demisi tarafından bu kararın oybirliğiyle alındığı belirtilmek­
te ve bu konuda bir de mektup yayınlanmaktadır». Haber, tüm
basında yer almıştır. Örneğin: îkdam. 10228, 27.9.1925.
761 Tarih Encümeni Reisi Ahmed Refik Bey İstifa Etti.
Cumhuriyet. 30.9.1927. «Tarih Encümeni dün ikinci toplantısını
Darülfünun Edebiyat Fakültesinde yapmıştır. Encümen üye­
lerinden eski başkan müverrih Ahmed Refik Bey istifa etmiş­
tir. İstifaya, Fuad Beyle aralarında zuhur eden anlaşmazlığın
sebep olduğu tahmin ediliyor».
363
762 Hicrî Onikinci Asırda İstanbul Hayatı.
Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mec. Köprülü [Prof.l Mehmed
Fuad. I (1931). Ahmed Refik’in bu adı taşıyan eserini eleştiren
yazar, yazısını şöylece sürdürüyor. «.. İşte bu Hazine-i Evrak
vesikaları, vekayinâmelerin bıraktığı derin bir boşluğu doldur­
mak itibariyle fevkalade kıymettedir. Onlar sayesinde hayatın
muhtelif tecellilerini ve bilhassa İktisadî ve malî hayata dair
birçok meseleleri aydınlatmak kabil olabilecektir. Ancak, tees­
süf ile itirafa mecburuz ki, Ahmed Refik Bey’in hicri onuncu
asra ait neşrettiği mühim vesikalar, memleketimizde hiçbir
tetkik mevzuu teşkil etmedi. Onların ehemmiyeti, daha ziyade
müsteşrikler tarafından takdir olundu. Ahmed Refik Bey’in
İçtimaî tarihimizi aydınlatacak bu gibi vesikaları toplayıp neş­
retmesi büyük bir hizmettir. Başka tarihçilerimizin de bu türlü
faaliyetlerde bulunmalarını, millî tarih tetkikatının inkişafı
için, şiddetle temenni ederiz», s. 320-321
763 Ahmed Refik Bey.
Yedigün. Sedat Simavi. I, 11, 24.5.1933. «Ahmed Refik Bey’in
Yedigün Dergisi ailesine katıldığını okurlarına duyuran, Hoca’nın resmiyle renklendirilmiş uzun dizi. (.. Üstadın insanlık
tarafı da sanatı kadar kuvvetlidir. Ahmed Refik Bey hiç kim­
seyi gücendirmemiştir. Onun dostluğuna itimat etmiş' olanlar
hiçbir zaman aldanmamışlardır).»
764 Ahmed Refik. «Muharririmize ııeler anlatıyor?»
Perşembe Dergisi. [Feridun] Kandemir. .60, 21.5.1936. Bkz. 3239 s. Çeşitli fotoğraflarla değerlendirilmiş.
765 Müverrih Bay Ahmed Refik. «Fotoğraf tahlilleri. 2»
Akşam. Cemal Nadir [Güler], 12.1-1937. «Suya ve su’dan işlere
karşı nefreti vardır!. Yüzünün talih çizgilerinden, hayatının
tezatlar içinde geçtiği görülüyor.. Meselâ su ile başı hoş olma­
dığı halde talih onu dört tarafı su ile çevrili bir ada’da oturma­
ya mecbur etmiştir. Su’dan işlerden kaçtığı halde sık sık Babıâli piyasasına mal indirmek zaruretinde bırakmıştır. Bütün
kalem sahipleri ahû bakış, gümüş gerdan, nazlı endam içinde
şiirler yazarken, ona Çallı İbrahim için kasideler yazdırmıştır.
Fakat bu tezatlara mukabil kuvvetli bir iradeye sahiptir, İster­
se oniki saat bir şey içmez, tarihî yazılar yazar.»
364
Müverrih bay Ahmed Refik
766 Büyük Kayıp. Büyük Müverrih Ahmed Refik vefat etti.
Cumhuriyet. 11.10.1937. «Fotoğrafıyla değerlendirilmiş, birinci
sayfadan başlayarak üçüncü sayfada son bulan uzun hayat di­
zisi.»
766b Ahmed Refik.
Son Posta. Halit Fahri Ozansoy. 11.10.1937. Bkz. s. 62-64
767 Ahmed Refik.
Cumhuriyet. Peyami Safa. 12.10.1937. Bkz, s. 2
768 Ahmed Refik ve Eserleri.
Kurun. Niyazi Ahmet [Banoğlul. 11.10.1937. «Ahmed Refik’in
kişiliği ve daha ziyade eserleri üzerinde duran bir anma dizisi.»
769 Ahmed Refik.
Cumhuriyet. M. Turhan Tan. 12.10.1937. Bkz. s. 2-4
770 Merhum Ahmed Refik.
Cumhuriyet. 12.10.1937. «Haydarpaşa Nümune Hastahanesinden
alman cenazenin Büyükada Camiinde namazı kılınarak Ada
mezarlığına defnedildiği. Çeşitli fotoğraflarla değerlendirilmiş
uzun bir dizi.»
770b Ahmed Refik’in Ölümüne Dair.
Akşam Gazetesi. 12.10.1937. Bkz. s. 19-21
770c Ahmed Refik.
Haber (Akşam Postası). Nurullah Ataç. 12.10.1937. Bkz. s. 26-27
770d Bir Tarihçi Tarih Oldu.
Son Posta. Kadırcan Kaflı. 12.10.1937. Bkz. s. 4-8
770e Ahmed Refik’in Arkasından.
Son Posta. E. Talu. 12.10.1937. Bkz. s. 21-22
770f Ahmed Refik’in Fâni Hüvviyeti ÖldüHaber (Akşam Postası). Vâ-Nû. 14.10.1937. Bkz. s. 30-31
770g Yağmur.
Haber (Akşam Postası). Nurullah Ataç. 16.10.1937. Bkz. s. 27
771 Ahmed Refik.
Kurun. Hikmet Münir [Ebcioğlu], 1810.1937. «Hoca’nm fotoğ­
366
rafıyla değerlendirilen yazıda, Ahmed Refik Bey’in eserlerini
okuduğunu, büyük arzusuna rağmen kendisini tanıyamadığını
üzüntüyle dile getiren yazar. Üstad’ın doğum tarihi üzerinde
kesin bir sonuca varamayan kalem sahiplerine; bu tarih önem­
li değil diyor. Toprağa verdiğimiz o elemli tarih önemli..»
772 Ahmed Refik.
Akşam. Hasan-Âli Yücel. 18.10.1937. Bkz. s. 1-2, 59-62
772b Ahmed Refik. Dost, büyükbaba ve artist.
Haber. 18.10.1937. Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu. Bkz. s. 22-25
773 Ahmed Refik.
Yedigün. Falih Rıfkı Atay. 241, 20.10.1937. Bkz. s. 12-13
774 Ahmed Refik.
Yedigün: İbrahim Alaettin Gövsa. 241, 20.10.1937. s. 13-15
775
Yedigün Kıymetli Bir Yazı Arkadaşını Kaybetti.
Yedigün. 241, 20.10.1937. «Altmay’ın fotoğrafı ve tarihî gravür­
lerle değerlendirilmiş bir anma dizisi.»
776 Ahmed Refik’in Ölümü Üzerine.
Yeni Adam. Hüsamettin Bozok. 199, 21.10.1937. «Tarihçiliğini,
şairliğini, çelebiliğini ve son yıllarının zaruret ve sefalet için­
de geçtiğini dile getiren içli bir dizi.»
776b Ahmed Refik.
Kurun’un ilâvesi. Sadri Ertem. Ekim/1937. Bkz. s. 28-30
777 Bir Vicdansızlık.
Yeni Adam. Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu. 201, 4-11.1937. «Ahmed
Refik merhumu küçümseyen bir konuşmaya Baltacıoğlu’nun
sert tepki ve cevabı.»
778 Ahmed Refik. «Müverrih Ahmed Refik de ebediyete karıştı»
Resimli-Ay, 21, Kasım/1937. «.. Sarayın yazdırdığı tarihten baş­
ka bir tarih bulunduğunu topluma ilk gösteren adamdır. Bunu
istibdat döneminde yapmış olmamakla beraber, yine takaddüm
fazileti ondadır..», «Darülfünundaki hizmeti son üniversite in­
kılabına kadar devam eyledi; yeni teşkilatta açıkta bırakıldı.
Hayatı, mahrumiyetlere rağmen İlmî fedakârlıklarla geçen kıy­
367
metli üstadın bundan sonraki yaşantısı çok acıdır. Ahmed Re­
fik parasız, yardımsız kalmıştır. Adeta unutulmuştur. Bu met­
rukiyetin verdiği teessür büyük tarihçiyi, yaşantısını daha ça­
buk çökerten bir yaşam yoluna sürüklemiştir..» Fotoğrafıyla
değerlendirilen içli bir yazı.
779 Müverrih Ahmed Refik. (1-2)
Yeni Türk. M. Halit Bayrı. 59, 60, Kasım, Aralık/1937. Bkz.
s. 42-53
780.1 Müverrih Ahmed Refik.
Akşam. Enis Tahsin Til. 28.3.1950. Bkz. s. İ 13-115
780.2 Müverrih Ahmed Refik.
Akşam. Enis Tahsin Til. 3.4.1950. «(Ahmed Refik’in başlıca eser­
leri. Sık sık dinlediğimiz şarkıları. Ada aşkı. Çallı ile dostluğu
ve Çallınamesi) ara başlıklı, Hoea’nın resmiyle değerlendiril­
miş anılar dizisi». Bkz. s. 40-42
780.3 Müverrih Ahmed Refik.
Bütün Türkiye. Enis Tahsin Til. 8, Ocak/1951 Aynı yazı akta­
rılmış.
781 Ahmed Refik Altmay’ın Ölümünün Yıldönümü.
Akşam. Ömer Hilmi Altmay. 11.10.1938. «Hoca’nın ölüm yıldö­
nümü dolayısıyla hayat dizisi. Altmay’ın doğum tarihinin tar­
tışma konusu olduğuna değinilerek vefatında 57 yaşında oldu­
ğu belirtiliyor».
782 Ahmed Refik. «Hayatı, seçme şiir ve yazıları». Hazırlayan :
Reşat Ekrem Koçu. İstanbul 1938 Sühulet Kitabevi. 116 s. 8°
«Son Devrin Meşhur Şair ve Edipleri serisi. 7»
782b Altmay, Ahmed Refik. İstanbul Ansiklopedisi, c. II, İstanbul
1959, 732-748 s. —Altmay— maddesi. R.E. Koçu.
783 Dipsiz Kile Boş Ambar.
Yeni Adam. Mahmud Yesari. 504, 24.8.1944. Bkz. s. 83-85
784 Ölümünün 16. Yıldönümünde Ahmed Refik.
Resimli 20. Asır. Münir Süleyman Çapanoğlu. 64, 29.10.1953.
Bkz. s. 64-68
368
785 Ahmed Refik Altınay ve «Geçmiş Asırlarda Türk Hayatı»
Türk Kütüphaneciler Derneği Bülteni. Muazzez Alpbek ve Tür­
kân Poyraz, c. V, 3, 1956. «(Geçmiş Asırlarda Osmanlı —Türk—
hayatı) serisi, Ahmed Refik’in en tanınmış ve çok okunmuş ki­
taplarını kapsamaktadır. Bu seri 24 kitap olarak hazırlanmış ve­
ya hazırlanması tasarlanmış, fakat ancak 16 sı yayınlanabilmiştir.
Serinin adı 1-9 numarada (Geçmiş Asırlarda Osmanlı Hayatı),
10 uncu kitaptan itibaren (Geçmiş Asırlarda Türk Hayatı) dır.
10 uncu kitap olan Cem, 1923’te yayınlanmıştır. Osmanlı keli­
mesi yerine Türk sözünün seride kullanılmaya başlanmasının
nedeni budur.» Seride bulunan kitapların kaç bası yaptığına
kadar inen derinlemesine, yazarın hayatından başlayarak kü­
tüphaneci gözü ve kalemiyle dokümanter bir inceleme dizisi.
785b Ahmed Refik Bey.
Millet Gazetesi. Ragıp Akyavaş. 11.10.1961. Bkz. s. 78-80
786 Ahmed Refik. Lâle Devri.
Hayat Tarih Mec. Yılmaz Öztuna. 3, 1.4.1970. Bkz. s. 99-105
369
VI
TARİH VE TARİHLE İLGİLİ
KİTAPLARI
787 Osman Nuri — A[hmed] R[efik] [Altınay]: Abdülhamid-i Sâni
ve devri saltanatı. Hayatı hususiyesi. c; 1-3. İstanbul 1327 [1911]
Kitaphane-i İslâm ve Askerî. 1204 s. 83
Not; Osman Nuri Bey tarafından başlanılan bu esere ömrü yetmeyince,
üçüncü cildi Ahmed Refik Altınay (A.R.) rümzuyla tamamladı.
788
[ALTINAY], Ahmed Refik; Âlimler ve sanatkârlar. (900-1200)
«Mimar Sinan-Selâniki Mustafa Efendi —Mimar DaVud Ağa—
Seyyid Lokman -— Hoca Sadettin — Peçevî İbrahim Efendi —
Karaçelebizâde Abdülâziz Efendi — Şeyhülislâm Yahya Efen­
di — Koca Mimar Kasım Ağa — Silâhdar Fındıklılı Mehmed
Ağa — Nâima — Nedim — Raşid — İbrahim Müteferrika —
Koca Ragıp Paşa». İstanbul 1924 Orhaniye Matbaası — Kitap­
hane-i Hilmi [İbrahim], 407 + 1 s. 8° F. 75 kr.
«Geçmiş Asırlarda Türk hayatı. 14»
789
---: Alman müverrihleri. «Ranke. Mommsen. Treitschke». İs­
tanbul 1932 Ahmet Sait Matbaası — Kanaat Kütüphanesi. 62 s. 8°
3 plânş. F. 25 kr«Millî Kütüphane, Tarih serisi. 4»
Not; Alman tarihine hizmet eden Ranke ( lT f>-1886), Theodore Mom­
msen (1817-1903), Treitschke (1834-1896)’nm hayat dizini, Cermen it­
tihadının kuruluşundaki etkileri ve büyük yapıtları
790
: Anadolu’da Türk Aşiretleri. 966-1200. «Anadolu’da yaşa­
yan Türk aşiretleri hakkında Divan-ı Hümayun mühimme def­
terlerinde mukayyet hükümleri havidir.» İstanbul 1930 Devlet
Basımevi. X X IV + 236 s. 8° 1 fotokopi. F. 200 kr.
«Türkiyat Enstitüsü Yayınlarından»
Not; Rumeli’de ve Anadolu’da yaşayan yürüklerle Türkmen topluluğu­
nun Anadolu’da hangi noktalara kadar yayılmış oldukları, ne gibi
olaylara neden oldukları, hükümler içinde dizinler. Hazine-i Evrak'ta
belgeler 961 tarihinde başladığı cihetle, o tarihten 1200 yılına kadar
tarih sırasıyla yazılmıştır. Konuları kolayca bulabilmek için, kita­
bın başına tarih sırasıyla bir indeks, sonuna da kişi .aşiret ve köy
adlarını kapsayan bir dizin eklenmiştir.
79
1
: Âşıkpaşazade. İstanbul 1933 Ahmet Sait Matbaası — K a­
naat Kütüphanesi. 50 s. 8° F- 25 kr.
«Millî Kütüphane, Tarih serisi. 17»
Not: Âşıkpaşazade — Seçilmiş parçalar; Osman Bey’in istiklâli — Bursa’
da Türkler — Geyikli Baba — Bayezid Bey ve Kadılar — Bayezid
Bey’in düğünü — İstanbul kuşatması — Niğbolu — Çelebi Sultan
373
Mehmed’in ölümü — İkinci Murad'm evlenmesi — Sırbistan ve Ma­
caristan akınları — Varna savaşı — İkinci Kosova Savaşı — ikinci
Mehmed’in düğünü — Mora’mn zaptı — Trabzon’un fethi — Bosna
da Türkler — Fatih ve Uzun Haşan — Hacı Bektaş — înebahtı Sa­
vaşı.
792 — — : Baltacı Mehmed Paşa ve Büyük Petro. «1711-1911»- İs­
tanbul 1327 [1911] Matbaa-i Hayriye ve Şürekâsı İbrahim Hilmi
Kitaphane-i İslâm ve Aşkerî. 116 s. 8° 4 plânş, 1 harita. F. 5 kr.
1 harita. F. 5 kr.
«Millet Kütüphanesi, serisi. 12»
Not; Prut muzafferiyetinin 200. yıldönümü dolayısıyla basılı olmayan bel­
gelerden yararlanılarak hazırlanan bu eserde, Devlet-i OsmaniyeRusya, Bender’de XII. Charles, Prut (hükümler) yer alır.
793
: Bizans İmparatoriçeleri. İstanbul 1331 [915] Teshil-i Tıbaat Matbaası - Muhtar Halit Kütüphanesi. 130 + 1 s. 8°, 1 plânş.
«Tetebbuat-ı tarihiyye sayfaları. 2»
Not; Bizans tarihine giriş — İmparatoriçelerin tarzı hayatı — Teodora —
Atenayıs — İren — Dindar Teodora — Teofano — Anna Komnenos.
Aynı yıl 2. basımı yapılmış.
794 --- : Bizans karşısında Türkler- «699-857». İstanbul 1927 Mari­
fet Matbaası - Kitabhane i Hilmi. 416 s. 8°, F. 15 kr.
«Geçmiş asırlarda Türk hayatı. 15»
Not; İnönü’de Türkler — Türkler ve Bizans — Yeşil Bursa’dan Güzelce Hisar’a — Yıldırım’ın oğulları — Bizansın birinci ve ikinci kuşatılma­
sı — Bizans’ın son yılları — Bizans’ın üçüncü ve dördüncü kuşatıl­
ması — Bizans’ta Türkler.
795
: Büyük Frederik. İstanbul 1931 Amedi Matbaası - Ka­
naat Kütüphanesi. 120 s. Resimli. 8° F. 75 kr.
Not; Büyük Frederik (1712-1786). Gençliği, baba ve oğul — tahtta geçişi,
veraset savaşları — idare tarzı, ordusu, özel yaşantısı, dinî ve eko­
nomik politikası — Yedi Yıl savaşları — Büyük Frederik ve Türk­
ler — Büyük Frederik ve İkinci Josef — Lehistan’ın bölünmesi —
Frederik’in son günleri.
796
: Büyük İskender. İstanbul .1931 Kanaat Kütüphanesi. 88^
s. Resimli 8° F- 100 kr.
Not; Büyük İskender (M.Ö. 356-323). Filip ve İskender — İskender’in ilk
savaşları — İran seferi. Mısır’da İskender — Babil’e doğru. Arbela.
Hint Seferi. Ölümü — İskender’in amaçları — Bıraktığı eser. İsken­
der’in büyüklüğü.
374
797
-: Büyük Tarihi Umumi. Cilt, 1-6. İstanbul 1328 [1912] Kitaphane-i İslâm ve Askeri. 8°
1.c.
2.c.
3.c.
4.c.
5.C.
6.c.
484
474
480
480
476
476
+ 4 s.
+ 4 s.
+ 4 s.
+ 4 s.
+ 4s
+ 4 s.
7 plânş,
9 plânş,
13 plânş,
9 plânş,
5 plânş,
6 plânş,
4 harita.
2 harita.
3 harita.
2 harita.
1 harita.
1 c. bir kez daha basıldı.
799
: Çocuklara Türk İstiklâl Harbi. «İstiklâl Harbinden evvel
— İstiklâl Harbi — İstiklâl Zaferleri — Türkiye’de Cumhuriyet».
İstanbul 1929 Marifet Matbaası — Hilmi Kitaphanesi. 46 s. 8°
800 — : Devr-i Süleyman-ı Kanunî’de Birinci Viyana muhasarası.
«907 - 1520». İstanbul 1288 [1324: 1908] Ahmed Sâki Bey Mat­
baası — İbrahim Hilmi Kitaphanesi. 146 s. 2 plânş, 3 levha, 2harita. ResimliNot; OsmanlIlarda kale savaşları — Birinci Viyana kuşatması — Savaş
ilânı ve nedenleri — Orduyu Hümayun’un sevkülceyş harekâtı —
AvusturyalIların savaş hazırlıkları — Viyana önünde Osmanlılar —
Orduyu Hümayun’un dönüşü — Sonuç.
80
1
; Devşirme usulü. İstanbul 1934 Akşam Matbaası. 11 s. 8°
«Türk Tarihi’nin Ana Hatları Eserinin Müsveddeleri, seri. II, no. 3»
802 — — Ege Havzası ve Yunan. İstanbul 1934 Milliyet Basımevi —
Muallim Ahmet Halit Kitabhanesi. 52 s. Resimli. 8°. F. 25 kr.
803
: Eski İstanbul. İstanbul 1931 Kanaat Kütüphanesi. 136 s8° Resimli. F. 75 kr.
«Kanaat Kütüphanesi, Ansiklopedik neşriyat serisi»
Not; Yeni Saray — Şehir yaşantısı, mesireler, kahveler, meyhaneler —
İstanbul’da asayiş meselesi — Para ve belediye işleri — Su .ekmek,
et, odun, kömür — Sanayi, ticaret, gümrükler — Azınlıklar ve ya­
bancılar.
804
: Eski Türk Zaferleri. «1071 - 1878». İstanbul 1932 Milliyet
Matbaası — Ahmet Halit Kitaphanesi. 64 s. 8°, Resimli. F. 25 kr.
«Çocuklara Tarih Kitapları, no. 5»
Not; Türkler zaferi nasıl kazanırlardı?.. — Malazgirt Savaşı (1071), Kosova Savaşı (1389), Niğbolu Savaşı (1396), Varna Savaşı (1444), İs­
tanbul’un Fethi (1453), Çaldıran Savaşı (1514), Ridâniye Savaşı
(1517), Mohaç Savaşı (1526), Haçova Savaşı (1596), Prut Savaşı
(1711), Plevne Savaşı (1877).
375
804b Evliya Çelebi, Mehmet Zilli İbni Derviş : Evliya Çelebi Seya­
hatnamesi. c: IX (1671-1672), c: X (1672-1680). Yayına hazırla­
yan: [Ahmed Refik Altınay], İstanbul D e v l e t Matbaası. 8°
Not; Seyahatnamenin 1-8 ciltleri : «İstanbul 1314-1928 İkdam — Orhaniye
Matbaası. 8°» basılmıştır. -
805
[ALTINAY1, Ahmed Refik; Fatma Sultan. /İstanbul ts./Diken
ve İnci Matbaası. 71 s. 8° resimli.
«Diken-İnci Dergisi yayınlarından»
Not'; Basılmamış belgelere dayanılarak yazılan bu eserde. Üçüncü Sultan
Ahmed (salt. 1703-1730)’in sevgili kızı Fatma Sultan’ın yaşantısı. Sad­
razam Nevşehirli İbrahim Paşa ile evlenmesi. Lâle Devri diye ad­
landırılan barış süresi içinde İstanbul. Kayınbaba-Damat arasındaki
yazışmalar. Padişah’ın kızma olan düşkünlüğü. Patrona başkaldır­
masının kanlı sonuçlan. İstanbul’da Yeni Cami’de Turhan Valide
Türbesi dışına gömülerek unutulan hisli bir padişah kızının hazin
hikâyesi.
806
: Felâket seneleri- «1094- 1110». İstanbul 1332 [1916] Kiitüphane-i Askerî. 188 s. 8° 3 plânş. F. 5 kr.
«Geçmiş asırlarda Osmanlı hayatı. 7»
Not; Kara Mustafa Paşa. İkinci Viyana kuşatması. Budin felâketi. Köprülü-Zâde Fazıl Ahmed Paşa. Salankamin felâketi. İhanetler dizisi.
Zanta felâketi. Karlofça Anlaşması. Viyana bozgunu (12.9.1683) ile
Karlofça barış anlaşması arasında geçen 15 yıl, 4 ay, 14 günlük sü­
reye Osmanlı tarihinde (Felâket Seneleri) denilmiştir. İlk kez Ah­
med Refik merhum tarafından kullanılan bu deyim, Osmanlı Türk­
lerinin mağlubiyet ve geri çekilmenin acılarını tattıkları bir dönemi
simgelemektedir. Eser, aynı yılda üç kere basılmış olıip, basımlar
arasında basım kaydından başka değişikliğe rastlanmamıştır.
807
: Fındıklı’lı Silâhdar Mehmed Ağa. İstanbul 1933 Ahmed
Sait Matbaası — Kanaat Kütüphanesi. 52 s. 8° F. 25 kr^
«Millî Kütüphane, Tarih serisi. 24»
Not; Makale bölümünde yer alan bu (madde) kitap haline getirildiğinden
yeniden içindekilere yer verilmemiştir.
808 — — : Fransız İnkılabı. İstanbul 1929 Devlet Basımevi. 24 s. 8°
F. 25 kr.
809
: Fransız müverrihleri. «Michelet, Lavisse, Vandal». İstan­
bul 1932 Ahmet Sait Matbaası — Kanaat Kütüphanesi. 56 s. 8° F25 kr.
«Millî Kütüphane, Tarih serisi. 5»
Not; Ünlü Fransız tarihçilerinden, Jules Michelet (1798-1874), Ernest La­
visse (1842-1922), Albert Vandal (1850-1910)’ın hayat dizini ve ya­
pıtları.
376
810 — — : Gazavat-ı Celile-i Peygamberi. İstanbul 1324 [1908]
Mahmud Bey Matbaası — Kitaphane-i İslâm ve Askerî. 224 s.
8° 1 kroki. F. 6 kr.
«Mefahir i Askeriyye sayfalan»
Not; Peygamberimizin savaş usulleri —Bedir Savaşı— Uhud Savaşı—
—Hendek Savaşı--- Huneyn Savaşı—.
81
1
: Hicrî onbirinci asırda İstanbul hayatı. «1000-1100» İstan­
bul’un fikrî, İçtimaî, İktisadî ve ticarî ahvaliyle, evkaf, belediye,
iaşe ve gümrük işlerine dair Hazine-i Evrak’ın gayrı matbu ve­
sikalarını havidir. İstanbul 1931 Devlet Basımevi. IX + 59 s. 8°
F. 40 kr.
«Türk Tarih Encümeni külliyatı, sayı 20»
Not; Saray yönetimi — Evkaf işleri, cami ve çeşmeler — Fikrî hayat,
sanat, medreseler — Azınlıklar, yabancılar ve kiliseler — Belediye
işleri — Sağlık işleri, evler, sokaklar — Para’nın değeri ve ücret­
ler. — İaşe ve erzak — Ticaret, sanayi, gümrük işleri.
81
2
: Hicrî onikinci asırda İstanbul hayatı. «1100-1200». İstan­
bul’un fikrî, İçtimaî, İktisadî ve ticarî ahvaliyle, evkaf, belediye,
iaşe ve gümrük işlerine dair Hazine-i Evrak’m gayrı matbu ve­
sikalarını havidir. İstanbul 1930 Devlet Matbaası. XVI + 240 s.
8° F. 160 kr.
«Türk Tarih Encümeni külliyatı, sayı 17»
Not; Saray yönetimi — Evkaf işleri, cami ve çeşmeler — Fikrî ve ilmi
hayat, sanat, medreseler, kütüphaneler — Kadın hayatı, kadınlar
hakkında sınırlamalar, Azınlıklar ve yabancılar ve kiliseler — Bele­
diye işleri, sağlık durumu, evler ve sokaklar — Paranın değeri ve
ücretler — İaşe ve erzak — Ticaret, sanayi, gümrük işleri — Genel
yaşantı ve zabıta olayları.
81
3
; Hicrî onüçüncü asırda İstanbul hayatı. «1200-1255»- İs­
tanbul’un İçtimaî, İktisadî, ticarî ve beledî hayatına dair Hazine-i
Evrak’m gayrı matbu vesikalarını havidir. İstanbul 1932 Mat­
baacılık Nşr. T.A.Ş. Matbaası — A. Halit Kütüphanesi. 33 s. 8°
Not; Saray yönetimi — Evkaf ve belediye işleri — Kadın hayatı, giysi­
leri — Sanayi, paranın değeri ve ücretler — Azınlık ve yabancılar
ve kiliseler.
81
4
; Hoca Sadettin. İstanbul 1933 Ahmet Sait Matbaası —
Kanaat Kütüphanesi. 52 s. 8° F- 25 kr.«Millî Kütüphane, Tarih serisi. 23»
Not; Hoca Sadettin (1536-1599) — Hoca Sadettin’den seçilmiş parçalar,
îlk kanunların konulması, Rumeli’ye geçiş, Ankara’nın alınması,
377
İstanbul’un ilk kuşatılması, Bayezit Camii, Yavuz ve yeniçeriler,
Yavuz’un ölümü, Şeyh Bedrettin, Molla Güranî, Mevlâna, Ali Kuşi.
81
5
: îki komite, iki kıtal. İstanbul 1919 Matbaa-i Orhaniye —
Kitaphane-i İslâm ve Askerî. İbrahim Hilmi 79 s. 8°
Not; İkdam Gazetesinde 13 yazı halinde 17 Aralık 1918 — 13 Ocak 1919
günleri arasında yayınlanan bu dizi bilahara kitap haline getirilmiş­
tir. Eserde, Birinci Dünya Savaşı sonunda çöken bir İmparatorlu­
ğun hazin tablosu çizilmektedir. Terhis edilerek köylerine dönen as­
kerlerin yollardaki durumu. Boşalmış köyler ve ot bürümüş tarlalar.
Umutsuz insanlar ve bu fırsattan yararlanmaya çalışan bu memle­
ketin ekmeğiyle yetişmiş azınlıklar. Mağlup olmuş ve umudu kal­
mamış insanlar arasında yapılan, Orta Anadolu’ya kadar uzanan
bir geziden notlar. Riitün olanların, olayların içinde parti ve par­
ticilik.
816 — — : İlk Türk Matbaacılığı. İstanbul 1928 Devlet Matbaası.
2 + 22 s. 8°
«Çocuklara tarih kitabı serisi, sayı 1»
2. bsl. 1929 da.
817 İLMİYE Salnamesi. [Hazırlayan]; Evkaf Nezareti Meşihat-ı
Ulya Mektupçuluğu. İstanbul 1334 [1918] Matbaa-i Amire. 736
s. 3 Plânş. 4°
Not; Eserin ikinci bölümünde (322-639 s.) Osmanlı şeyhülislâmlarının ha­
yat dizini ve eserleri kayıtlı olup, Ahmed Refik Altınay, MüstakimZâde Süleyman Sadettin Efendi’nin (Devha-i Meşayih-i Kibar) adlı
kitabın zeyillerini, kendi dönemi olan «Mustafa Hayri Efendi[Ürgüplü]» ye kadar uzatmak suretiyle tamamlamıştır. İlmiye salnamesinin
322. sayfanın dipnotunda bu bölümün müverrih Ahmed Refik Bey
tarafından hazırlandığı kayıtlıdır.
818
[ALTINAY], Ahmed Refik; Kabakçı Mustafa. [İstanbul] 1331
[1915] Matbaa-i Hayriye ve Şürekâsı — Kitaphane-i Askerî.
143 s. 8° 1 plânş.
«Geçmiş asırlarda Osmatılı hayatı. 2»
Not; Osmanlı İmparatorluğunda isyanlar ve nedenleri. Başkaldıranların
elebaşıları. Kabakçı Mustafa, ülemâ ve yeniçeriler. Üçüncü Selim
devrinde sanat ve musiki. Dış politika. Kabakçı isyanı. Üçüncü Se­
lim’in tahttan indirilmesi. Türedilerin yönetimi. Alemdar Mustafa
Paşa’nm tarih sahnesine çıkması.
Aynı yılda üç kez basılmıştır. Bası kaydından başka bir değişikliğe rast­
lanmamıştır.
81
378
9
; Kadınlar Saltanatı. (699-1027). cilt- I..«Osmanlı sarayın­
da Bizans prensesleri — Türk kızları — Hurrem Sultan — Nur-
banû Sultan — Safiye Sultan’ın siyaseti — Handan Sultan — I
Ahmed’in hasekileri». İstanbul 1332 [19161 Kitaphane-i Askerî
156 s. 8° 1 plânş.
«Geçmiş asırlarda Osmanlı hayatı. 8»
Aynı yılda üç kez basılmış olup, basımlar arasında basım kaydı notların­
dan başka bir değişikliğe tesadüf edilememiştir.
820
: Kadınlar Saltanatı. (1027-1049). Cilt. II. «Mahfiruz Va­
lide Sultan — Âkile Hanım — Orta Camiinde Sultan Mustafa’­
nın annesi — Genç Osman faciası — Kösem Valide Sultan ve
Dördüncü Murad — Sipahilerin isyanı». İstanbul 1332 [1916]
Kitapha'ne-i Askerî. 128 s. 1 plânş. 8°
«Geçmiş asırlarda Osmanlı hayatı, sayı 9»
Eser; aynı yılda üç kez basılmış olup, basımlar arasında basım kaydın­
dan başka değişikliğe tesadüf edilmemiştir.
82
1
: Kadınlar Saltanatı. (1049-1058). Cilt. III. «Kösem Sul­
t a n — Sultan İbrahim ve Cinci Hoca — Samur amber devri —
Telli Haseki — Şekerpare — Hubyar Kadim — Sultan İbrahim’in
zulümleri — Ocağın isyanı — Sultan İbrahim’in öldürülmesi».
İstanbul 1923 Orhaniye Matbaası — Kitaphane-i Hilmi. 180 s. 8°
1 plânş. F. 40 kr.
«Geçmiş asırlarda Türk hayatı, sayı. 11»
822
: Kadınlar Saltanatı. (1058-1094). Cilt IV. «Kösem Sultan
ve Ağalar saltanatı — İstanbul ve Anadolu — Saraya başkaldıran bir toplum — Kösem Sultan’m öldürülmesi — Kızlarağası
ile Turhan Sultan’m idaresi — Çınar vakası — Turhan Sultan’ın
vefatı». İstanbul 1923 Orhaniye Matbaası — Kitaphane-i Hilmi.
304 s. 8° 1 plânş. F. 60 kr.
«Geçmiş asırlarda Türk hayatı. 12»
Not; Dışkapak 1924’tür.
8 2 o --- : Kafkas yollarında. «Hâtıralar ve tahassüsler». İstanbul
1919 Matbaa-i Orhaniye — Kütüphane-i İslâm ve Askerî. 78 s.
8° F. 15 kr.
Not: 17 Nisan 1334/1918/‘de Trabzon’dan başlayarak Batum, Erzincan,
Erzurum, Kars. Sarıkamış, Ardahan... dolaylarında Ermeni mezali­
mini yerinde görmek üzere yapılan bir inceleme ve araştırma ge­
zisi. Gezi süresince, olaylara, tarihi yapılara, yaşantıya, folklora,
her şeye geniş çapta yer verilmiş.
379
824
: Kanije gazileri. İstanbul 1931 A. Halit Kütüphanesi. 72 s8° resimli, haritalı. F. 25 kr.
«Çocuklara tarih kitapları. 3»
825
: Kâtib Çelebi. İstanbul 1932 Ahmed Sait Matbaası —
Kanaat Kütüphanesi. 63 s. 8° F. 25 kr«Millî Kütüphane, Tarih serisi, sayı. 1»
Not; Kâtib Çelebi’nin gençliği — ilme muhabbeti — Kâtib Çelebi on se­
ne Türk Ordusuyla — Tahsili — Tedrisat ve telifata başlaması —
Devlet ricaliyle münasebeti — Ağalar saltanatı — Kâtib Çelebi ve
maliye — Keşf-üz-Zunun adlı eserinin bitirilmesi — Kâtip Çelebi’nin
son seneleri — Eserleri, coğrafya ve tarihe dair yazdıkları — Fez­
leke — Kâtib Çelebi ve Nâima — Diğer eserleri — Seçilmiş sayfa­
lar; Sipahi isyanı, Baki, Kanije’de Tiryaki Haşan Paşa, Orta Ca­
mi'de II. Osman — Türkiye mâliyesi ve ıslahı çareleri — Halk ve
asker — Piri Reis — Donanmanın denizlerde sureti hareketi — Cinci
Hoca — Türk Ordusu — Memleket idaresi — Eski gemilerin nevi­
leri — Reaya hakkında.
826 — — : Kızlarağası. İstanbul 1926 İlhami Fevzi Matbaası —
Akbaba — Papağan Kütüphanesi. 166 s. 8°
Not; Osmanlı Sarayında Kızlarağası — Yeri, önemi, hükümdar üzerin­
deki etkisi — IV. Murad, Deli İbrahim — IV. Mehmed zamanında
saray — saray entrikaları ve olaylar içinde kızlarağası — Behram
Ağa’nın kızlarağalığı ve sarayda sınırları aşan davranışları — Üçün
cü Ahmed.
827
: Köprülüler. (991-1072). «Köprülü Mehmed Paşa. Hayat
ve tabayii — Dinî siyaseti — Köprülü ve ulemâ — Zamanında
ulûm ve edebiyat — Anadolu ıslahatı — Erdel muvaffakiyeti —
Siyaseti hâriciyesi — Köprülü’nün son günleri»- İstanbul 1331
119151 Kitaplıane-i Askeri. 143 s. 8° 5 plânş. F. 5 kr.
«Geçmiş asırlarda Osmanlı hayatı. [4]»
Eser; aynı yılda üç kere basılmış olup, basım notu kaydından başka bir
fark görülmemiştir.
828
: Köprülüler. (1045-1087). «Köprülü-Zâde (Fazıl) Ahmed
Paşa. Hayat ve tabayii — Avusturya seferi — Girit seferi —
Kandiye muzafferiyeti zamanında İstanbul ve Edirne hayatı —
Ulûm ve edebiyat — Siyaseti hâriciyesi — Lehistan seferi —
ölümü». İstanbul 1331 [1915] Matbaa-i Hayriye ve Şürekâsı —
Kitaphane-i Askerî. 156 s. 8° 3 plânş.
«Geçmiş asırlarda Osmanlı hayatı. 5»
Eser; bir yılda üç kez basılmış olup, basılar arasında basım kaydından
başka değişikliğe tesadüf edilememiştir.
380
829 —• — : Lâle Devri. (1130-1143). İstanbul 1331 11915] Teshil-i
Tabaat Matbaası — Muhtar Halit Kütüphanesi. 231 s. 8°
«Tetebbuat-ı tarihiyye sayfaları. 3»
Not; Onikinci asırda Osmanlılar — Üçüncü Ahmed ve sadrâzamı Nevşe­
hirli Damat İbrahim Paşa — Osmanlılar ve Batı uygarlığı — Os­
manlIlarda ilk matbaa — Lâle merakı — O devri mısralarında dile
getiren Nedim — 1143 Başkaldırması — Patrona Halil — I. Mah­
mud — Humbaracı Ahmed Ağa. Kitabın başında, «Muhterem vatanper­
ver şairimiz Tevfik Fikret Bey'e» ibareli ithaf vardır. Eser, bir yıl
içinde dört kez basılmış olup, baskı farkı ikinci basımın künyesindedir.
Metin değişmemiştir. 3. basım eklemelidir.
--- ; Lâle devri. [5. bsl.l. İstanbul 1932 Sanayii Nefise Mat­
baası — Hilmi Kitaphanesi. 167 s. 8° 1 plânş. F. 75 kr.
--- ; Lâle devri. [6. bsl.J Ankara 1973 M. Eğitim Basımevi.
X I + 199 s. 8° 3 plânş. Resimli. F. 750 kr.
«Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı, kültür yayınlarından»
830
: Lamartine. «Türkiye’ye muhaceret kararı. İzmir’deki
çiftliği. 1849-1859. Lamartin’in gayrı matbu mektuplarıyla Hazine-i Evrak vesaikine nazaran». İstanbul 1925 Orhaniye Mat­
baası. 56 s. 8°
«Türk Tarih Encümeni külliyatı, sayı. 7»
83
1
: Memaliki Osmaniye’de Demirbaş Şarl. «Divan-ı Hümayun’da mahfuz gayrı matbu vesikalara ve muasır vakanüvislerin kuyudatına nazaran yazılmıştır. Divan-ı Hümayun vesikala­
rı aynen münderiçtir». İstanbul 1332 [1916] Hilâl Matbaası- 123
s. 8°
«Tarih-i Osnıanî Encümeni külliyatı, sayı. 1»
Not; — Poltawa-Pultava’dan sonra O s m a n lIla r ın İsveç Kralı ile m u h a b e re ­
leri — Şarl’ın Bender’e varışı — Özü muhafızı Yusuf Paşa’nın Charl'a
(Onikinci-Demirbaş) Mehmed Efendiyi murahhas göndermesi — Meh­
med Efendi’nin Charl ile görüşmesi — Özü Kalesi muhafızı Abdurrahman Paşa’nm azli — Charl’ın Bender’de ikameti.
— Rusya’ya savaş ilâm — Petro’nun hezimeti — Moskova’ya mek­
t u b u — Barış görüşmeleri — Falçi (Faltschi — Faltchi — Faltsi)
barış anlaşması — Baltacı’mn barışa katılması — Demirbaş Şarl’ın
Türkiye’den çıkması için Rusya’nın teşebbüsleri — Petro (Birinci
— Deli)’nun Üçüncü Ahmed’e mektubu.
— Bâbıâli’nin Charl- 1 ihraç için kesin teşebbüsü — Yeniçerilerin
Charl’dan alacaklarını istemeleri — Ocak’tan Bender’e Ağa mektu­
bu gönderilmesi — Borçlarının ödenmesi — Gharl’a gönderilen pa­
ra — Lehistan ile görüşmeler — Charl’ın Lehistan’dan geçmesinin
381
temini — Charlı’n muvafakat gösterm e m e si — Bâbıâli’den fazla pâra istemesi.
— Demirbaş- Charl’a kesin buyruk — Sarayda görüşmeler — İsveç
Kralı'nın zorla sınırdan içeri alınması — Dimoteka’da oturması —
Charl’ın memlekete dönmek için çabalan — Yol hazırlıkları — Dön­
mesi ardından Sultan Üçüncü A h m e d ile yazışmaları — Sultan Üçün­
cü Ahmed'den Charl'a son mektup.
— Charl’m ölümü — Kızkardeşi Ulrika’mn (İsveç Kralı) BabIâli’ye
başvurması — Yerine kocası I. Frederik’in tahtta geçmesi — İstan­
bul’da İsveç elçisi — Demirbaş Charl’ın borçları — Damat İbrahim
Paşa sadaretinde İsveç’e elçi gönderilmesi — Demirbaş Charles’in
Türkiye’ye ilticası sırasında kendisine ikraz edilmiş olan devlet ala­
cağını istemek ve tediye şartlarını kararlaştırmak üzere 1727’de Kozbekçisi Mustafa Ağa’mn görevlendirilmesi — İsveç Kralının cevap­
ları.
— 1732’de Rusya ile İsveç arasında imzalanacağı duyulan anlaşmanın
doğruluğunu yerinde öğrenmek üzere Sait Mehmed Efendi’nin İsveç
elçiliği — İsveç Kralı ile görüşmesi — Borç meselesinin müzakeresi —
İsveç’in para sıkıntısı — İsveç Kralı I. Frederic’in Sultan I. Mahmud’a ve sadrâzam Hekimoğlu Ali Paşa’ya nâme ve mektubu —
İsveç Kralının verdiği senetler.
— İsveçle ticaret anlaşması yapılması, İstanbul'da İsveç temsilcileri —
Sultan I. Mahmud’un İsveç Kralı I. Frederic’e nâme-i hümayunu —
XII. Charl'ın borcunu ödemek için İsveç Kralına yazışma — Bor­
cun ödenmesi — İsveç Kralı I. Frederic’in sadrâzam İvez Hacı
Mehmet Paşa (1675-1743)’va mektubu.
--- : Memâlik-i Osmaniye’de Kral Rakoczi ve tevabii. (11091154). «Macar Kralı Rakoczi Ferenç ve oğlu Rakoczi Yozef ve
tevabiinin memâliki Osmaniye’ye iltica ettikleri sırada cereyan
eden hâdisata dair bir methal ve Divan-ı Hümayun’un gayrı
matbu vesikalarını muhtevidir». İstanbul 1333 [1917] Hilâl Mat­
baası. 91 s. 8°.
«Tarihi Osmanî Encümeni külliyatı, sayı. 2»
Not; Rakoczi Ferenç’e ait vesikalar — Rakoczi Ferenç, Memâliki Osma­
niye’ye davet edilmeden evvel OsmanlIlar Macarları Avusturya aley­
hine ayaklandırmak için Erdel’de yayınladıkları beyanname — Ge­
neral Çaki ve beraberindekilere dair vesikalar (1153-1162) — 48 dokü­
manın Osmanlı harfleriyle örneği.
— — : Meşhur Osmanlı Kumandanları. İstanbul 1318 [1902]
Asadoryan Şirketi Mürettibiye Matbaası — Kitaphane-i İslâm
ve Askerî. 388 s. 8° 1 plânş.
«Kitaphane-i Hilmi, sayı; 14 ve 15».
Not; Şehzade Süleyman Paşa — Lala Şahin Paşa — Timurtaş Paşa — Ge­
dik Ahmed Paşa — Özdemir Oğlu Osman Paşa — Makbul İbrahim
Paşa — Lala Mustafa Paşa — Ferhat Paşa — Sinan Paşa — Damat
İbrahim Paşa — Tiryaki Haşan Paşa.
83
4
: Mimar Sinan. İstanbul 192Ö Devlet Matbaası. 29 s. Re­
simli. 8° F. 7,5 kr.
«Çocuklara tarih kitapları serisi, sayı: 3, Maarif Vekâleti yayını»
--- : Mimar Sinan. İstanbul 1931 Amedî Matbaası — Kanaat
Kütüphanesi. 72 s. Resimli. 8° F. 50 kr.
Not; Mimar Sinan (1490-1588) — Gençliği — Askerliği — Sinan Hassa
Mimarı — Sinan şaheserlere başlıyor — Mimar Sinan’ın şaheseri —
Mimar Sinan’ın son yılları — Tezkeret ül-ebniye adlı eser.
835
: Muhtasar Türkiye Tarihi. İstanbul 1340 [19241. Orhaniye Matbaası — İbrahim Hilmi Kitaphanesi. 184 s. Resimli- 8°
836
: Naima. İstanbul 1932 Ahmed Sait Matbaası — Kanaat
Kütüphanesi. 53 s. 8° F. 25 kr.
«Millî Kütüphane, tarih dizisi, sayı: 2»
Not; Naima (1648-1712), Naima’dan seçilmiş parçalar: Sultan İbrahim’in
cülûsu — IV. Murad — Sultan İbrahim ve kadınlar — Şekerpâre
Hâtûn — Sultan İbrahim’in tahttan indirilişi — Sultan İbrahim’in
öldürülmesi — Yusuf Paşa’nın öldürülmesi — Şair Nef’i’nin öldürül^
mesi — Boyacı Haşan — Devletin ıslahı — İbşir Paşa — Deli Hü­
seyin Paşa — Hocazâde’nin sonucu — Kılıç ve kalem erbabı.
837
: Napoleon. İstanbul 1932 Milliyet Matbaası — Ahmet Halit Kitaphanesi. 56 s. Resimli. 8° F. 25 kr.
«Çocuklara tarih kitapları, no. 9»
837b NEDİM : Nedim Divanı. Derleyen ve tashih eden : Halil Nihad
[Boztepel. İstanbul 1338-1340 [1922-1924] İkdam Matbaası -İk­
bal ve Sadakat Kütüphaneleri. 373 s. 8°
Not; «Nedim’in hayatı» başlıklı bölüm : Ahmed Refik. 3-7 s.
«Nedim, ecdadının Fatih devri ricalinden olmasıyla miiftehirdi. Bu­
nu Üçüncü Ahmed’e (salt. 1703-1730)’a sunduğu bir kaside de bile
zikretmekten kendisini alamamıştı. Nedim gençliğini bilginler arasın­
da geçirdi. Ecdadı gibi, o da, ilmiye mesleğine dahil oldu. Nedim'in
gençliği hengamında bu meslek feci bir çöküntü içindeydi. Şeyhül­
islâm Feyzullah Efendi’nin ihtirası ulemayı elîm bir zarurete duçar
eylemişti. Rütbe ve mansıp, şeyhülislâm’ın mensuplarına veriliyordu.
Nedim, bu devrin bütün acılıklarını gördü; Çalık Ahmed’lerin, Kavanoz’ların, Kalaylıkoz’ların cahilâne idarelerini idrak etti. Baltacı
Mehmed Paşa (Prut)’ta Deli Petro’yu sıkıştırdığı zamanlar, Ne­
dim İstanbul’da idi; fakat namı henüz şairler arasına girmemişti.
Nedim’in ilk şöhret kazandığı devir, Silâhdar Ali Paşa’nın sadare­
tidir...». Ali Paşa’nm Varadin’de şehit düşmesi üzerine sadrazamlı­
ğa atanan ve Ali Paşa’dan dul kalan Fatma Sultan’la evlenerek
Üçüncü Ahmed’in damadı olan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa,
383
Nedim’e daha çok iltifat etti, her zaman taltif etti. Genç şair, İb­
rahim Paşa’nın arzusu üzerine (Sahaif ül-Ahbar) adlı kitabın çe­
virisiyle vazifeli heyetin başında bulunurken, lûtufa daha mazhar
oldu. Paşa, Nedim’i kütüphanesi’nin hafız-ı kütüplüğüne tayin etti,
sonra da Mahmutpaşa Kadılığına... Yazı; Nedim’in Üçüncü Ahmed’e
çeşitli vesilelerle sunduğu kasideler, kütüphaneye atandığı için te­
şekkür, Nevşehir’de yapılan binalarla ilgili kitabelerde yer alan şiir­
ler, Lâle Devri şiirleriyle renklendirilmiş beş sayfalık küçük punto
uzun bir inceleme.». Damat İbrahim Paşa’nın öldürülmesi ve Üçün­
cü Ahmed’in tahttan indirilmesiyle son bulan büyük ihtilâl (1730)
esnasında o da hayatını kaybetti. Üsküdar’da Karacaahmed Mezarlığı’nm Tunusbağı bölümünde mezarı tespit edilmiştir (1681-1730).
Bir nîm neş’e say bu cihanın baharını,
Bir sâgarı keşideye tut lâlezarını.»
838
[ALTINAY], Ahmed Refik: Ocak Ağaları. İstanbul 1931 M il­
liyet Matbaası - Muallim Ahmed Halit Kitaphanesi. 136 s. 8°
F. 50 kr.
Not; Kara Murad Ağa — Kara Haşan oğlu Hüseyin Ağa — Koca Muslihiddin Ağa — Bektaş Ağa.
839
: Onuncu Asr-ı Hicride İstanbulvHayatı. (961-1Ö00). «İs­
tanbul’un ahvali içtimaiye, iktisadiye ve ticariyesiyle, evkaf, be­
lediye, iaşe ve gümrük işlerine dair Divan-ı Hümayun’un gayrı
matbu vesikalarını muhtevidir». İstanbul 1333 [19171 Matbaai
Orhaniye. X V I+ 235 s. 8ÛF. 85 kr.
«Tarihi Osmanî Encümeni külliyatı, sayı : 6»
Not; İstanbul hayatı, Saray ı Âmire idaresi — Evkaf muamelâtı, cami ve
çeşmeler — Fikrî ve İlmî hayat, medreseler, kütüphaneler — Kadın
hayatı, kadınlar hakkında sınırlamalar — Yabancılar ve azınlıklar
ve kiliseler — Belediye işleri, sağlık durumu, evler ve sokaklar —
Para ve değeri ve ücretler — İaşe ve erzak — Ticaret, sanayi ve
gümrük muameleleri — Genel yaşantı ve zabıta vukuatı.
840 — — : Onaltıncı Asırda İstanbul Hayatı. İstanbul 1935 Dev­
let Matbaası. X V I+ 155 s. 8°
2. bsl. 1935.
84
1
: Onaltıncı Asırda Râfızilik ve Bektaşilik. «Onaltıncı asır­
da Türkiye’de râfızilik ve bektaşiliğe dair Hazine-i Evrak vesi­
kalarım havidir». İstanbul 1932 Matbaacılık ve Neşriyat T.A.Ş. A. Halit Kütüphanesi. 41 s. 8° F. 50 kr.
Not; Osmanlı döneminde râfızilik ve bektaşilik (1558-1591). Yazar on say­
fa sürdürdüğü önsözünde; Türkiye’de dinî hareketler, Rumeli’de bek­
taşilik, Anadolu’da râfızilik. Osmanlı yönetiminde bektaşiliğin hoş-
384
görü ile karşılandığı, babaların saygı gördüğü. Râfıziliğin, §iî düş­
manlığı ile bir tutulduğunu. Osmanlı yönetimini yıkmaya yönelen
kıyamlar ve Simavnalı Şeyh Bedrettin hakkında gerekli bilgileri ver­
dikten sonra, araştırmasını bu konuda 54 Hatt-ı hümayun, vb. ile
değerlendirmektedir.
842
: Osmanlı Devrinde Hoca Nüfuzu. İstanbul 1933 M arifet
M atbaası — Hilmi Kitaphanesi. 128 s. 8° F. 45 kr.
«Genç Türk Kütüphanesi [serisi]»
Dışkapak; «Hoca Nüfuzu» dur.
Not; Osmanlı yönetiminde hocaların büyük nüfuzu. İstanbul’da şehremi­
ni görevi gören İstanbul kadısı, illerde bulunan kadıların bulunduk­
ları yerlerin inzibat, idare, güven ve emniyet ve iaşe işiyle yü­
kümlü ve yetkili bulunduklarını. Sarayda Üçüncü Murad (salt. 15741595)’m saltanat döneminden itibaren ön plâna çıkan hocalar. İmpa­
ratorluğun çöküşünde önemli yeri olan saray entrikaları ve bu kötü
çember içinde hocaların, ilmiye sınıfının yeri. Tarihimizi okutan,
halka dönük, iddiasız bir inceleme.
843
: Osmanlı devrinde Türkiye madenleri. (967-1200). «Tür­
kiye’den çıkan madenlerle bu m adenlerin işletilmesi hakkında
Divan-ı Hümâyun mühimme' defterinde m ukayyet hüküm leri
havidir». İstanbul 1931 Devlet Matbaası. X V I+60 s- 8° F. 60 kr.
Not; Osmanlı döneminde Türkiye madenlerine dair Hazine-i Evrak belge­
lerine dayanan bu kitapta hicrî 967 den 1200 [1559-1785] yılına kadar
gerek Anadolu’da ve gerek Rumeli’deki madenlerin işletilm esine dair .
61 + 12 = 73 hüküm, telhis, vb. nin Türk harfleriyle örneğine yer
verilmiştir. Eserin başında konuyla ilgili 7 sayfalık bir önsöz bulun­
maktadır.
844
: Osmanlı devrinde zorbalar. İstanbul 1932 Ahmed S ait
M atbaası — K anaat K ütüphanesi. 63 s. 8° 1 plânş. F. 25 kr.
«Millî Kütüphane, tarih dizisi, sayı : 3»
Not; Kara Yazıcı — Dağlar Delisi — Deli İlâhi — Rum Mehmed — Katırcıoğlu — Deli birader — Şaban Ağa — Cellât Kara Ali.
845 — ■—: Osmanlı tarihine dair nefer neler bilmelidir?. İstanbul
1328 [1912] [y.y] 63 s. 8°.resimli.
846
: Osmanlılar ve Büyük Friedrich (1133-1179). «Onikinci
asr-ı hicride Osmanlılarla Frederik arasında vuku bulan m uha­
berata dair Divan-ı Hümayun vesaikini ve b ir m ethali havidir».
İstanbul 1333 [19171 Orhaniye M atbaası 48 s. 8°
«Tarihi Osmanî Encümeni külliyatı, sayı : 4»
Not; Tarihte Osmanlı-Alman ilişkilerinin başlam ası ve büyük Frederik’in
bu ilişkilerin kuvvetlenmesine olan katkılarını dile getiren yazar.
385
altı sayfalık önsözden sonra Frederik Vilhelm (Friedrich Wilhelm :
1712-1786)’e dair 4 belge (18 cemaziülevvel 1133 - 3 şaban 1133 [1720]),
Büyük Frederik’e dair (1158-1179), (1745-1765) 9 belgeye yer veril­
mektedir.
847
: Osmanoğulları. A nkara [19341 Başvekâlet M üdevvenat
Matbaası. 20 s. 4°
«Türk tarihinin ana hatları. Seri I, sayı 32»
-------: İstanbul 1934 Akşam Matbaası. 67 s. 85
«Türk tarihinin ana hatları müsveddeleri. Seri 2, sayı 1»
848
: Padişahlarımızda din gayreti ve vatan muhabbeti. İstan­
bul 1332 [1916] [y.y.] 29 s. 8°
«Osmanlı neferine mahsustur»
«Not; Osman Gazi’den başlayarak Osman-Oğulları’mn devlet kurma ça­
ları — Padişahların tebaalarına örnek davramşları — İlginç örnekler.
Er’in anlayabileceği sade bir dille yazılmış.
849
: Peçevî. İstanbul 1933 Ahmed Sait Matbaası — K anaat
Kütüphanesi. 40 s. 8° F. 25 kr.
«Millî Kütüphane, tarih dizisi, no. 21»
Not; Peçevî İbrahim Efendi (1574-1650). *Hayat dizini. P eçev î’den seçil­
miş parçalar : Kızıl Elma — Sokullu Mehmed P aşa — Mohaç Sa­
vaşı — Turgutça Bey — Türkiye’de kahve — Türkiye’de tütün —
Eğri Fethinden sonra — Bir hikâye — Avusturya İmparatoru’nun
haracı.
850
: Prusya nasıl yükseldi?. İstanbul 1331 [1915] Teshil-i Ta­
baat Matbaası — M uhtar H alit Kütüphanesi. 115 s. 8°
«Tetebbuat-ı tarihiyye sayfaları»
Not; Prusya’da vatan muhabbeti — Napolyon’un muzafferiyeti — Prusya­
lIlarda azim — Hürriyet savaşları — Stein Darülfünunu, Scharnhorst
Darülfünunu, Fichte’nin hizmeti — Edipler ve şairlerin gayreti —
PrusyalIların muzafferiyeti.
85
1
: Sahaif-i M uzafferiyet-i Osmaniye. İstanbul 1325 [19091
Şirket-i M ürettibiye Matbaası — Kitaphane-i Askerî. 346 s, 8° 7
plân, 7 plânş«Mefahir-i Askeriye sayfaları»
Not; Osmanlılar’da usul-ü harp — Kosova Meydan Savaşı — Niğbolu Mey­
dan Savaşı — Varna Meydan Savaşı — İstanbul’un Fethi. Çaldıran
Meydan Savaşı — Mohaç Meydan Savaşı — Haçova Meydan Savaşı.
852
386
: Sam ur devri. (1049-1059). «Dördüncü M urad’ın vefatı.
Sultan İbrahim ’in hapisten çıkarılması. Kösem Valide. Sarayda
Cinci Hoca. Sultan İbrahim ’in cinnetleri. Telli Haseki. Şekerpare
Sam ur ve am ber vergisi. Ağaların isyanı. Sultan İbrahim ’in hal’i
ve idamı». İstanbul 1927 M arifet M atbaası — K itaphane-i Hilmi.
254 s. 8° F- 70 kr.
«Geçmiş Asırlarda Türk Hayatı : 16»
853
: Selâniki. İstanbul 1933 Ahmet Sait Matbaası — K anaat
K ütüphanesi. 43 s. 8° F. 25 kr.
«Millî Kütüphane, tarih serisi, sayı : 22»
854 SİLÂHDAR, Fmdıklılı Mehmed Ağa (1658-1728) : Silâhdar Ta­
rihi. Yayma hazırlayan : Ahmed Refik [A ltm ay].
c. I, (1065-1094). İstanbul 1928 Devlet Matbaası. X X I+ 763 s. 4°
c. II, (1095-1106). İstanbul 1928 Orhaniye Matbaası. 805 s. 4°
«Türk Tarih Encümeni külliyatı, sayı : 10, 14»
Not; Eser, Ahmed Refik Altmay tarafından yayma hazırlanmış ve ayrıca
birinci cildin önsözünde 12 sayfada yazarın yaşantısı dile getirilmiş­
tir.
855
[ALTINAY], Ahmed Refik: Sokullu [Mehmed P aşa]. (911-987).
«Sokullu’nun gençliği. Sokullu ve Şehzade Selim. K anunî za­
m anında sadareti. İkinci Selim ve Sokullu’nun müstakilen sa­
dareti. Sokullu zamanında İstanbul hayatı. Usul-i idare. Sokul­
lu’nun dış ve iç politikası. Üçüncü M urad ve Sokullu. Sokullu’
nun son yılları». İstanbul 1924 Orhaniye M atbaası — K itapha­
ne-i Hilmi. 334 + 1 s. 8° 1 plânş. F. 75 kr.
«Geçmiş Asırlarda Türk Hayatı. 13»
-------: Sokullu Mehmet Paşa. İstanbul 1931 B ürhanettin M at­
baası — Muallim Ahmet Halit Kitaphanesi. 44 s. 8° Resimli.
F. 25 kr.
«Çocuklara tarih kitapları no. 1»
856 ABDURRAHMAN Şeref - Ahmed Refik [Altmay] : Sultan Abdülham id-i Sâni’ye dair. İstanbul 1918 Hilâl Matbaası. 167 s. 8°
«Tarih-i vesikalar»
857
[ALTINAY], Ahmed R efik: Sultan Cem (864-900). İstanbul
1923 Orhaniye M atbaası — Kitaphane-i Hilmi. 232 s. 8° 1 plânş.
«Geçmiş Asırlarda Türk Hayatı, no. 10»
Dışkapakta basım tarihi 1924 ’tür.
Not; Sultan Cem’in gençliği. Anadolu’da Cem. Kardeş kavgasının başla­
ması ve sonucu. Rodos’ta yaşantısı. Fransa’da Sultan Cem. Papa
ve Sultan Cem. Uzun süren örtülü tutsaklığı. Aşkları ve yaşantısı.
Ölümü. Osmanlı İmparatorluğu politikasındaki ters etkisi.
858
: Sultan Mehmed H ân-ı Hâmis Hazretleri. «Hayat-ı m a387
ziyye ve hususiyyesi». İstanbul 1324 [1908] M atbaa-i A rtin Asâdoryan — K ütüphane-i Islâm ve Askerî 32 s. 8°
Not; Beşinci Mehmed (Reşad), (salt. 1909-1918). Abdülmecid’in Gülcemal
Sultandan dünyaya gelen (1844) oğlu. Devri buhranlar ve savaşlar
dönemi oldu. Başta geleni Birinci Dünya Savaşı. Derviş meşrepli,
nazik, çelebi, hatırşinas, halim, merhametli, saray geleneklerine üeri derecede bağlı, teşebbüsten yoksun bir hükümdarın hayat hikâyesi.
859
: Tarih sayfaları. İstanbul 1325 [1909] Ahm et Ihsan M at­
baası. 144 s. 8° F. 4 kr.
Not; Kahraman neferlerimiz. Ehramlara doğru. Birinci Selim ’in galibiyeti.
Satvetli günlerimiz. Süleyman-ı Kanunî’nin son seferi. Viyana hezi­
metinden sonra. Üçüncü Mustafa ve Büyük Frederik. Avrupa’da Sul­
tan Cem. Kanun! Sultan Süleyman. İkinci Osman’ın şehit edilmesi.
Kösem Sultan’m siyasi tedbirleri. Üçüncü Selim ve terakki fikri.
-------: 2. bsl. İstanbul 1331 [1915] Teshil-i Tabaat M atbaası —
M uhtar H alit Kütüphanesi. 178 s. 8° F. 5 kr.
Not; 144-178. sayfalarda yer alan (Deniz zaferleri) genel başlıklı (Trab­
lus sularında Piyale Paşa) ve (Preveze Savaşı) yeniden eklenmiştir.
860 MEHMED Halife : Tarih-i Gılmanî. Önsöz ve yayına hazırla­
yan: A [hm ed] Refik [A ltm ay]. İstanbul 1340 [1924] Orhaniye
Matbaası. 102 + 2 s. 8°
«Türk Tarih Encümeni Mecmuası ilâvesi»
Not; Basılan Tarihi Gılmani’nin bu nüshası, Ahmed Refik B ey’in özel kü­
tüphanesindeki nüsha olup, 1079 tarihinde, eserin ikmalinden dört
yıl sonra istinsah edilmiştir. Enderun Saray Kütüphanesinde mevcut
olup, diğer kütüphanelerde nüshası yoktur. Ahmed Refik Bey tara­
fından yayına hazırlanan bu eser; ilk kez Türk Tarih Encümeni
Mecmuasında ek formalar halinde, Yıl. 14, 1-78, 142.1340 [1924] sayı­
dan başlayarak 1-84 sayıya kadar sürdürülmüştür. Yazarın hayatı
ve kitabın özelliği başta dört sayfada toplanmıştır.
861
[ALTINAY], Ahmed Refik : Tarihi simalar. «Paris’te Osmanlı sefirleri. M üteferrika Süleyman Ağa. Yirmisekiz Çelebi Meh­
med Efendi. Said Efendi. Esseyid Ali Efendi. M eşhur türediler.
Cinci Hoca, Çalık Ahmed, Canım Hoca». İstanbul 1331 [1915]
M atbaa-i Hayriye ve Şürekâsı — Kitaphane-i Askerî. 136 s. 8°
1 plânş- F. 5 kr.
«Geçmiş Asırlarda Osmanlı Hayatı, adet : 1»
Eser; Aynı yılda iki kez basılmıştır. Basımlar arasında bası kaydından
başka farka tesadüf edilememiştir.
862
388
: Tarihte Kadın Simaları. İstanbul. 1931 B ürhanettin M at­
baası — A. H alit Kitaphanesi. 127 s. 8° F. 50 kr.
863
: Tarihte Osmanlı Neferi. İstanbul 1331 [1915] Matbaa-i
Askeriye. 26 s. 8°
864
: Tesavir-i rical. «Tarhuncu Ahmed Paşa. Osmanlılarda
ilk bütçe. İbşir M ustafa Paşa- Şekâvetten sadarete. M ühr-i şerif
uğruna nelere katlanılıyor. Humbaracı Ahmed Paşa. M enfaat
ve din». İstanbul 1331 [1915] M atbaa-i Hayriye ve Şürekâsı —
K itaphane-i Askerî. 139 s. 8° 1 plânş. F. 5 kr.
«Geçmiş asırlarda Osmanlı hayatı no. 6»
Eser; aynı yılda üç kez basılmış olup, basılar arasında basım kaydından
başka farka tesadüf edilememiştir.
865
—: Turhan Valide. İstanbul 1931 Amedî M atbaası — K a­
naat K ütüphanesi. 424 s. 8° F. 150 kr.
Not; Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü hızlandıran kadınlar saltana­
tının en seçkin sultanlarından biri, Deli İbrahim’in gözdesi, Avcı
Mehmed (IV. Mehmed)’in annesi Turhan Valide Sultan’ın hayat
(1627-1682) hikâyesi. Bazı tarihçiler tarafından (Terhan) olarak ad­
landırılan Hatice Turhan Sultan’ın yaşadığı devir Osmanlı tarihi­
nin en hareketli ve şaray entrikalarının en şiddetli olduğu bir dev­
re rastlar. Rakibi; Kösem Sultanı öldürterek tek başına saraya ege­
men olan Turhan Valide Sultan, Köprülü Mehmed P a şa ’yı sadrazam­
lığa getirerek hayatında en doğru işi yapmış ve çöküşü, geçici bir
süre de olsa önleyebilmiştir. Ahmed Refik, bu dönemi akıcı üslûbu
içinde bütün renk ve ayrıntılarıyla gözlerimizin önüne sermektedir.
866
: Türk Akıncıları. İstanbul 1933. A. H alit Kütüphanesi.
55 s. 8° Resimli. F. 25 kr.
«Çocuklara tarih kitapları, no. 12»
867
: Türk hizmetinde K ıral Tökeli İmre. (1683-1705). «Orta
Macar K ıralı Tökeli İm re’nin Türkiye’de geçen hayatına dair
Hazine-i Evrak vesikalarını havidir». İstanbul 19Ş2 A. H alit
Kütüphanesi. 59 s. 8° 2 plânş. F. 50 kr.
Not; Türkler Viyana’yı ikinci kez (1683) kuşattıkları esnada, Osmanlı
Ordusunda bulunan, Avusturya İmparatoru Birinci Leopold, protestan Macarları ezmek istediği zaman Habsburg Hanedanının zulüm­
lerine karşı Macar toprağını korumaya çalışan Tököli İmre’nin ha­
yat dizini.
«Muhibbi Âli Osmanım itaat üzreyim emre,
Kralı Orta Macarım ki nâmım Tököli İmre»
8 1 + 9 Hatt-ı Hümayun ve benzeri belgelerle değerlendirilen bu eserde
Tököli İm re’nin hayat dizini ve Türk-Macar ilişkileri bütün ayrıntılarıyla
dile getirilmektedir. Eser; Tököli İmre, Zirini İlona'nın fotoğraflarıyla
renklendirilmiştir.
389
868
: Türk İdaresinde Bulgaristan. (973-1255). «Türk idare­
sinde Bulgarlarla meskûn şehirlerin ticarî ve İktisadî hayatına
dair Hazine-i Evrak vesikalarını havidir». İstanbul 1933 Dev­
let Matbaası — Muallim Halit Kitaphanesi. 80 s. 8° F. 75 kr.
Not; Dört sayfalık girişten sonra, Kanunî Sultan Süleyman döneminden
Tanzimata kadar Divan ı Hümayun’dan yazılan hükümler bir araya
toplanmıştır. Bu hükümler, özellikle Bulgarların toplu olarak yaşa­
dıkları kentlerin o zamanki hayatına, koyun ve yağ ihracına ve Voynuk ve Doğancı namıyla düzen altına alınan ve devlet hizmetinde
çalışan Bulgarların nizamına dairdir. 99 Hatt-ı Hümayun ve benzeri
doküman.
869
: Türk mimarları. «Hazine-i Evrak vesikalarına göre». İs­
tanbul 1932 M arifet M atbaası — Hilmi Kütüphanesi. 144 s. 8°
2 plânş. F. 50 kr.
Not; Mimar Sinan — Mimar Davud Ağa — Mimar Kasım — Mimar Mus­
tafa — İstanbul'da yapı işleri — Baş mimarlar — Mimar Sinan’a ait
belgeler.
2. bsl. 1936
870
: Türkiye tarihi, c. 1, ks 1. İstanbul 1923 Evkaf-ı İslâmiye
M atbaası — K itaphane-i Hilmi. 368 s.-8° 2 plânş.
Not; Eser tamamlanmamıştır.
87
1
: Türkiye’de mülteciler meselesi. «Macar ve Leh m ülte­
cileri- Kossuth, Rusya ve A vusturya’ya karşı Türk siyaseti. Türkiye-İngiltere ve Fransa itilâfı. 1849-1851». İstanbul 1926 Matbaa-i Âmire. 259 s. 8°
«Türk Tarih Encümeni külliyatı, no. 8»
Not; Mülteciler meselesine dair Devlet Arşivinde mevcut belgelerin tü­
münü kapsayan bu eserde, Tanzimattan sonra Türk dış politikasının
ve özellikle Sadrâzam Mustafa Reşit P a şa ’nın büyük bir dirayetle
başarıya ulaştırdığı önemli bir konu gün ışığına çıkarılmaktadır.
Mülteci Macarların (Vidin) ve (Kütahya)’daki yaşantıları, belgelerle
anlatılmakta ve özellikle OsmanlIların’ bu büyük misafirperverlikle­
rini dahi aleyhimizde kullanan bir takım yabancı tarihçiler cevap­
landırılmaktadır. Kitapta fransızca mektup örneklerine de yer ve­
rilmiştir.
872
: Türkler ve Büyük Petro. İstanbul 1932 A. H alit K ütüp­
hanesi. 48 s. 8° Resimli. F. 25 kr.
«Çocuklara tarih kitapları serisi. 6»
873
390
: Türkler ve Kraliçe Elizabeth. İstanbul 1932 Matbaacılık
ve Neşr. T.A.Ş. — A. Halit Kütüphanesi. 29 s. 8° F. 50 kr.
874
: Türklerin İstanbul muhasaraları. İstanbul 1932 Milliyet
M atbaası — A. H alit Kütüphanesi. 56 s. 8° Resimli. F. 25 kr.
«Çocuklara tarih kitapları. 11»
875 :------ : Vaşington ve Amerika İstiklâli. İstanbul 1932 Muallim
Ahmet Halit Kitaphanesi. 40 s. 8° Resimli. F. 25 kr.
«Çocuklara Tarih Kitapları. No : 7»
Not; Vaşington kimdir? — İstiklâlden evvel Amerika — Siyasî ve İktisa­
dî yaşam — İhtilaf nasıl çıktı? — Amerika İstiklâlinin ilânı — Ame­
rika İstiklâl savaşı — Fransızlar Franklen kimdir? — Amerika’da
Fransız askerleri — Versay muahedesi — Amerika İstiklâl Savaşı’nm sonuçları — Amerika anayasası nedir?.
876
: Viyana önünde Türkler. İstanbul 1931 M illiyet M at­
baası — Muallim Ahmet H alit Kitaphanesi. 48 s. 8° Resimli. F.
25 kr.
«Çocuklara tarih kitapları serisi. 3»
Not; Viyana önttnde Türkler (1529, 1683) — Türkler Avrupa’da nereleri
almışlardı? — Türkler Macaristan’ı nasıl aldılar? — Budin’de Türk­
ler — Zapolay’ın ve Ferdinand’m elçileriyle müzakere — Türkler
Zapolay’ı Macar tahtına nasıl geçirdiler — Viyana önünde Türkler.
Birinci kuşatma (1529) — Ordunun çekilişi — Kasım B ey’in akını —
Macaristan Türk yönetimine nasıl girdi? — Macaristan’da Türk ida­
resi — Viyana kuşatmasından sonra neler oldu? — Kara Mustafa
P aşa kimdi? — Türk Ordusunda Tököli — Viyana’ya doğru — Vi­
yana önünde Türkler — Sobiyeski imdada nasıl yetişti? — Felâket
günü. 12 Eylül 1683 — Düşman ordugâhta, Serdar yolda — Budin’­
de bir Türk Çocuğu.
877
: Yirmi beş sene siper kavgası. İstanbul 1333 11917] Orhaniye Matbaası. 67 s. 8°
: [2. bsl.] İstanbul 1932 M illiyet Matbaası — Muallim Ah­
m et H alit Kitaphanesi. 64 s. 8° Resimli. F. 25 kr.
«Çocuklara tarih kitapları serisi. 8»137
Not; Atalarımızın gayreti — Girit seferi nasıl başladı?. — Girit’te Murad
Ağa, Deli Kurt — Murat Ağa'nın kahramanlıkları — Kanlı hücum,
kalenin fethi — Deniz kahramanlıkları — Deli Hüseyin P aşa —
Resmo önünde Türkler — Kandiye’ye ilk hücum — Kandiye’ye ikin­
ci hücum — Topçu Kara Mehmed — Gemici Kara Mehmed — Fazıl
Ahmed P aşa ve son zafer.
137) «Çocuklara tarih kitapları» seri başlığıyla yayınlanan bu dizinin her
biri, millî kitaplığımızda yer alacak nitelikte değer taşıyan, gerektiğinde mü­
racaat kitabı olarak başvurulacak yapıtlardır.
391
VII
OKUL KİTAPLARI
878
[ALTINAY],Ahmed R efik: Büyük Adamlar. «İptidai mektep­
lerle liselerin devre-i ulâ ikinci sınıflarına mahsus olmak üzere».
İstanbul 1339 [19231 Evkaf-ı İslâmiye M atbaası — Kitaphane-i
Hilmi. 96 s. 8°
«Tarih dersleri»
Not; Dışkapak 1339-1923, «birinci tabı» kaydı var.
879
: Tarih-i Umumî, «Mekâtib-i iptidaiye- Devre-i âliye bi­
rinci sınıfa mahsustur». 4. bsl. İstanbul 1334 [1918] Matbaai Or­
haniye. 84 s. 8°
«Küçüklere tarih dersleri»
880
: Çocuklara tarih bilgisi. «İlkmektep dördüncü sınıf». İs­
tanbul 1928 M arifet Matbaası. 152 s. 8°
2. bsl. 1929 Hilmi Kitaphanesi.
88
1
: Çocuklara tarih bilgisi. «İlkmektep 4-5. sınıf». İstanbul
1928 M arifet Matbaası — Hilmi Kitaphanesi- 8°
882
: Çocuklara tarih bilgisi. «İlkmektep beşinci sınıf. Kurun-u vustâ, kurun-u cedide. Türkler». İstanbul 1928 M arifet
M atbaası — Hilmi Kitaphanesi. 180 s. 8°
2. bsl. 1929
883
: M uhtasar Osmanlı tarihi. «İptidai ve Sultani 3., 4. sene
için». 1. bsl. İstanbul 1330 [19141 Hayriye M atbaası — İbrahim
Hilmi Kitaphanesi- 148 s. resimli, haritalı. 8°
«Küçüklere tarih dersleri»
884 :------ : M uhtasar Osmanlı tarihi. «Devre-i m utavassıta 1. yıl».
5. bsl. İstanbul 1338 [1922] Orhaniye M atbaası — İbrahim H il­
mi Kitaphanesi. 64 s. resimli, haritalı. 8°
«Küçüklere tarih dersleri»
885
: M uhtasar resim li tarih -i Osmanî. «Mekâtib-i iptidaiyeye mahsus». 2. bsl- İstanbul 1328 [19121 M atbaa-i Hayriye ve
Şürekâsı — K itaphane-i İslâm ve Askerî. 64 s. 8°
«Hilmi’nin mektep kitapları. Adet: 9»
4. bsl. 1916
395
886
: M uhtasar tarihi umumi. «Mekâtib-i sultaniye sunuf-u
iptidaiyesinin beşinci, m ekâtib-i iptidaiyenin beşinci ve altıncı
sınıflarına mahsustur». İstanbul 1330 [1914] M atbaa-i Hayriye
ve Şürekâsı. 263 + 1 s. 8°
«Küçüklere tarih dersleri»
/2. bsl./1339 [1923]
887
: M uhtasar tarihi umumi. «Mekâtib-i iptidaiye devre-i
âliye altıncı ve m ekâtib-i sultaniye sunuf-u iptidaiye beşinci
ve altıncı sınıflara mahsustur». İstanbul 1332 [1916] Matbaa-i
Orhaniye- 144 s. 8°
Aynı yıl 3. bsl.
888
: Resimli ve haritalı tarihi umumi, «Ezmine-i kadime.
M ekâtib-i idâdiye sınıflarına mahsustur». İstanbul 1328 [19121
Agop Matyosyan Matbaası. 416 s. 8°
889
: Tarih bilgisi- «4. sınıf». İstanbul 1930 Hilmi Kütüphanesi.
142 s. 8° F. 34 kr.
/2. b sl./ [1932]
890
: Tarih bilgisi. «5. sınıf». İstanbul 1929 Hilmi Kütüphanesi.
159 s. 8° F. 70 kr.
4. bsl. 1930
89
1
: Tarih okuyorum. «Mekâtib-i iptidaiye devre-i ulâ. ve
m ekâtib-i sultaniye ikinci sınıf». 3. bsl. İstanbul 1332 [1916]
M atbaa-i Orhaniye. 92 s. 8°
4. bsl. 1917, 5. bsl. 1920
892
: Tarih öğreniyorum. İstanbul 1934 Akşam Matbaası. 59 s.
resimli. 8° F. 30 kr.
«Akşam’ın faydalı neşriyatı serisi»
893
: Tarih öğreniyorum. İstanbul 1945 Ahmet Sait M atbaa­
sı — K anaat Kütüphanesi. 63 s. resimli- 8° F. 60 kr.
27. bsl. 1968. «Kanaat yayınları yardımcı ilkokul ders kitapları serisi, no. 1»
894
: Türkiye tarihi. «İlkmektep üçüncü sınıf». İstanbul 1341
[1925] Orhaniye Matbaası. 111 s. 8°
6. - 7. bsl. 1926
895
396
: Türkiye Tarihi. «Devre-i m utavassıta birinci sınıf». İs­
tanbul 1341 [19231 Evkafı İslâmiye Matbaası. 79 s. 8°
896 — — : Türkiye Tarihi. «Devre-i m u tav assıta: birinci-ikinci sı­
nıf». c : 1-2. [İstanbul 1923] Evkafı İslâmiye Matbaası. 8°
«Millî tarih dersleri»
897
: Türkiye Tarihi. «Devre-i m utavassıta 2. sınıf». İstanbul
1339 [1923] K ütüphane-i Hilmi. 64 s. 8° Resimli.
898
: Türkiye Tarihi. «İptidai mekteplerle liselerin üçüncü
sınıflarına mahsus». İstanbul 1339 [1923] Evkaf-ı İslâmiye M at­
baası. 67 s. 8°
«Millî tarih dersleri»
899
: Umumî Tarih. «İlkmektep dördüncü sınıf. K urunu ulâ,
vustâ». İstanbul 1340 [1924] Orhaniye Matbaası, K ütüphane-i
Hilmi. 167 s. Resimli 8°
3. bsl. 1925, 4. bsl. 1926, [5. bsl. 1928]
900
: Umumî Tarih. «Kurun-u cedide, asr-ı hâzır. İlkmek­
tep 5. sınıf». İstanbul 1340 [1924] Orhaniye M atbaası — K itap­
hane-i Hilmi. 207 s. 8°
2. bsl. 1925, 3. bsl. 1926
90
1
: Umumî Tarih. «Kurun-u cedide, asr-ı hâzır. İptidailer­
le. liselerin altıncı sınıflarına». İstanbul 1923. N âşiri: İbrahim
Hilmi. 134 s. 8°
902
: Yeni Osmanlı Tarihi. «Umum m ekâtib-i iptidaiye sı­
nıflarına kabul edilmiştir. Devre-i m utavassıta 2. sene». İstan-,
bul 1332 [1916] K ütüphanei İslâm ve Askerî. 58 s. 8°
903
: Küçük Tarihî Osmanî. «Mekâtib-i rüştiye 2. senelerine
mahsus proğrama tevfikan tertip edilmiştir». İstanbul 1327
[1911] M atbaa-i Hayriye ve Şürekâsı — K itaphane-i İslâm ve
Askerî. 128 s. rs. plânş. hrt. 8°
«Hilmi’nin mektep kitapları, no. 7»
904
: Umumî Tarih. «Devre-i âliye I. sınıf». İstanbul 1339
[1923] Evkaf-ı İslâmiye M atbaası — K itaphane-i Hilmi 88 s. 8°
2. bsl. 1925
905
: Umumî Tarih. «K urun-u ulâ, kurun-u vustâ. İlk devre,
orta mektep I. sınıf». İstanbul 1340 [1924] Orhaniye Matbaası.
398 + 2 s. 8°
397
906
: Umumî Tarih. «Orta mektep s ın ıf: I». İstanbul 1929
Hilmi Kütüphanesi. 254 s. 8° F. 62 kr.
907
: Umumî Tarih. «Orta mektep s ın ıf: 2». İstanbul 1929
Hilmi Kütüphanesi. 276 s. 8° F. 79 kr.
908
: Resimli ve haritalı tarihi Umumî- «Mekâtib-i idadiye
sınıflarına mahsustur», [c. I]. İstanbul 1328 [1912] Agop Matyosyan Matbaası. 416 s. 8° 8 hrt.
909
: Umumî Tarih. «Kurun-u ulâ, kurun-u vusta. Devre-i
âliye 2. sınıf». İstanbul 1923 Evkaf M atbaası 134 s. 8°
91
0
: Umumî Tarih. «Tarih-i kadim. K urun-u vusta. Lise 9.
sınıf». İstanbul 1926 Millî Matbaa. 627 s. 8° 25 plânş.
«T.C. Maarif Vekâleti neşriyatından»
2. bsl. 1928, Devlet Matb. XVIII+ 675+3 s. 8°. 1 plânş. 12 hrt.
91
1
: Umumî Tarih. «K urun-u evvel, kurun-u vustâ. Lise b i­
rinci sınıf». İstanbul 1928 M arifet Matbaası. K ütüphane-i Hilmi.
354 + 2 s. 8°
2. bsl. 1928, 3. bsl. 1929 Devlet Matb. 451 s.. 8° (1 F. 155 kr.)
398
VIII
ALBÜM, ŞİİR, ÇEVİRİ, DEĞİŞİK KONULU
ESERLERİ
912
IALTINAY], Ahmed Refik : Eski İstanbul albümü.
[ts. ] Akşam Matbaası. 24 s. 4° Resimli. F. 25 kr.
İstanbul
«Yedigün Dergisi yayınlarından»
Not; Bir yüzyıl evvel İstanbul’u ziyaret eden ünlü bir İngiliz ressamının
tablolarıyla meydana gelen bu eser, müverrih Ahmed Refik B ey’in
yazdıklarıyla değerlendirilmiştir.
91
3
: Gönül, «şiir». İstanbul 1932 Sanayi Nefise Matbaası —
Hilmi Kitaphanesi. 100 s. 8°
91
4
: Nahvi Fransevinin sadeleştirilmesi. İstanbul 1318 [1902]
T ahir Bey Matbaası. 24 s. 8°
91
5
; Takım zabitlerine rehber. İstanbul 1325 [1909] M ürettibiye Matbaası — K ütüphane-i İslâm ve Askerî 195 s. 8°
916 BYREN, Von : Dağınık nizamda dizi ve manganın talim ve
terbiyesi hakkında nikat-ı esasiye. «Piyade ve süvariye m ah­
sus». Çev.: Ahmed Refik [Altınay]. 2. bsl. İstanbul 1328 [1912].
Matbaa-i Hayriye ve Şürekâsı. 184 s. 8°
«Yeni Tâbiye ve seferiye külliyatı, adet: 8»
917 COLMAN, V o n .: Manga başı. Ç ev .: Ahmed Refik [A ltm ay].
İstanbul 1325 [1909] Matbaa-i A rtin Asadoryan ve Mahdum­
ları — Kütüphane-i İslâm ve Askerî. 64 s. şekil 8°
918 DRAGOMİROF: Bölüğün talim ve terbiyesi. Ç ev .: Ahmed Re­
fik [A ltm ay]. İstanbul 1319 [1903] M atbaa-i Tahir Bey. 120 s. 8°
«Malûmat Kütüphanesi»
91
9
: Taburun talim ve terbiyesi. Çev.: Ahmed Refik [Altmay].
İstanbul 1319 [1903] M atbaa-i Tahir Bey. 88 s. 8°
920 FRİEDRİCH Der Grosse II. : Büyük Frederik’in generallerine
talim atı askeriyesi. Çev.: Ahmed Refik [Altm ay]. İstanbul
1316 [1899]. Nâşiri: Mehmed Tahir Bey. Tahir Bey Matbaası.
132 s. 8°
«Malûmat Kütüphanesi»
Not; Dışkapak ; «1317» dir.
921 GOLTZ, Albay Von D e r : M uharebeye dair nefer neler bilme­
lidir?. [çev.]: Ahmed Refik [Altınay]. İstanbul 1320 [1904].
Matbaa-i Saryan — İbrahim Hilmi — Kitaphane-i İslâm ve As­
kerî. 46 s. 8° F. 40 para.
«Malûmatı İptidaiye Kütüphanesi»
Not; 2. bsl. 1328 [1912]
401
922 GUNDLACH, V o n : Ateş muharebesinde takım zabiti. Çev. :
Ahmed Refik [A ltınay]. İstanbul 1328 [1912] Matbaa-i Hayriye
ve Şürekâsı. 32 s. 8°
«Yeni tabiye ve seferiye külliyatı, a d et: 11»
923 HANOTAUX, G ab riel: Tarih ve m üverrihler. Çev. : Ahmed
Refik [Altınay]. İstanbul 1932 Ahmet Sait M atbaası — K anaat
Kütüphanesi. 84 s. 8° F. 25 kr.
«Millî Kütüphane, tarih serisi : 6»
Not; Tarihin tarifi. Tarih bir sanattır. Tarih bir ilimdir. Yunan müver­
rihleri. Lâtin müverrihleri.
924 H EK ER T: Piyadeye, süvariye, topçüya karşı piyade ateşleri­
nin idaresi. Çev.: Ahmed Refik [Altınay]. İstanbul 1320 [1904].
M atbaa-i Tahir Bey. 127 -f 1 s. 8°
«Tahir Bey Kütüphanesi»
925 KLASOWTTCH, Gnrl. ; İdare-i harbe dair kavaid-i esasiye.
Çev.: Ahmed Refik [Altınay]. İstanbul 1316 [1899] fy.y] 89 s. 8°
.926 MONTEGÜ, Lady [Mary W ortley] : Şark mektupları. Çev. ve
tahşiye eden: Ahmed Refik [A ltınâyl. İstanbul 1933 M arifet
M atbaası — Hilmi Kitaphanesi. 144 s- 8° 1 plânş. F. 50 kr.
«Gençlik Kitaphanesi»
927 NAPOLEON I, Bonaparte : Birinci Napolyon’un emsâli harbiyye ve hikemiyyesi. Çev.: Ahmed Refik [Altınay]. İstanbul 1316
[1900], Şirketi M ürettibiye Matb. — K itaphane-i İslâm ve As­
kerî. 76 s. 8° 1 plânş.
928
: Napolyon’un âsâr-ı müntehabesi. Çev. : Ahmed Refik
[Altm ay]. İstanbul 1318 [1902] Asadoryan Şt. M ürettibiye M at­
baası. 53 s. 8°
«Kitaphane-i Hilmi neşriyatı ; 12»
929 ROHENLOHE, Prince : Piyade m ektupları, c i lt: 1-3. Çev. :
Ahmed Refik [Altm ay]. İstanbul 1315 [1899] A rtin Asadoryan
Şirketi M ürettibiye Matbaası. 166 + 2, 150 + 2, 163 s. 8°
«Kitaphane-i İslâm ve Askerî»
930 SCHELLENDORF, V o n : Ahvali hazıraya tatbikan piyadenin
muharebesi hakkında mülahazat. Çev.; Ahmed Refik [Altınay].
İstanbul 1317 [1901] A. Asadoryan Şirketi M ürettibiye M at­
baası. 1 + 111 s. 8“
«Zabit Kütüphanesi»
402
931 SEÎGNOBOS, [Prof.] Charles [1854-1942] : M uhtasar Tarihi
Medeniyet. «Ezmine-i kabl et tarihiyeden zamanımıza kadar».
İstanbul 1328 [1912] A rtin Asadoryan ve Mahdumları Matb. —
Kitaphane-i İslâm ve Askerî. 365 + 3 s. 8°
«Hilmi’nin Mektep Kitapları. Adet: 8»
932
: Tarihi Medeniyet. C. 1-3. Ç ev .: Ahmed Refik [Altm ay].
İstanbul 1328 [1912] A rtin Asadoryan ve M ahdumları Matbaası
—: İbrahim Hilmi, Kitaphane-i Askerî.
C : I, Şark-Yunanistan-Roma. 526 + 2 s. rs.
C : II, Kurun-u vustâ ve ezmine-i cedide. 600 + 2 s. rs.
C : III, Asr-ı hâzır. 619 + 1 s. rs.
«Millet Kütüphanesi /se r isi/ adet: 8, 9, 10»
Not; Dışkapak 1329
933 TOUAN, L. : Fatih Sultan Mehmed ve Ressam .Bellini. «14791480». Venedikli ressam Bellini’nin Fatih Sultan Mehmed’in
sarayında ikametine, Devleti Osmaniye — Venedik münasebatına, Bellini’nin Fatih için yaptığı resimlerle, Fatih Sultan Meh­
m ed’in hayatı hususiyesine dair en mühim malumatı câmidir.
Çev.: Ahmed Refik [Altmay]. İstanbul 1325 [1909] Matbaa-i
Ahmed İhsan. 64 s. 8° resimli.
«Tarihi Osmanî Kütüphanesi. Ad. 1»
Not: Servetifünun’da tefrika edilirken adı «Sultan Mehmed-i Sâni ve R es­
sam Bellini» dir. No. 953, 1325 [1909] dv.
Thuasne, L.: Gentile Bellini et Sultan Mohammed II Notes sur le
sejour de peintre venitien â Constantinople. 1479-1480. Paris 1888.
Catalogue Generale... s: (CLXXXVIII) s. 665
934 — VERDY du Vernois, Gnrl. [Julius] Von (1823-1910) : Tarihi
harp tatbikatı «1870-71 Fransa Almanya harbine müsteniden».
Çev.: Ahmed Refik [Altm ay]. İstanbul 1319 [1903]. K itapha­
ne-i Askerî. 224 s. 8°
935 YENİ Alman Piyade Talimnamesi; Çev.: Ahmed Refik [A ltm ay].
İstanbul 1325 [1909] , Şirketi M ürettibiye Matbaası. 6 + 184 s- 8“
«Kütüphane-i Askerî»
403
IX
MAKALE, KİTAP, KONU BAŞLIĞI
DİZİNİ
Dizinin gösterdiği sayılar bibliyografik künyelerin solundaki sıra sayılarını
ve (s.) sayfayı göstermektedir.
— A —
Abaza Haşan. 1
Abaza Kesimi. Bk. Abaza Paşa.
Abaza Paşa. 2
Abdurrahim Efendi. 687
Abdülhamid I. 496
Abdülhamid-i Sâni ve devri saltana­
tı. 787
Abdülhamid’in nâşı önünde. 3, 4
Acemi Oğlanlar. 445, 741.1, 741.3,
741.4
Açık deniz m eselesi. 446. 590
Ada’da eski bağlar.. 5
Afgan elçisinin kabul merasimi. 222
Ağa. Büyükbaba, büyük 'kardeş, aile
büyüğü, efendi anlamında kulla­
nılır.
Ağa Divanı. Yeniçeri ağası divanı.
Ağa Paşa. Vezaret rütbesi verilen
yeniçeri ağası.
Ağalar saltanatında israfat. 6
Ağalar saltanatından sonra. 7
Ahi’ler. 37
Ahidnâme. OsmanlIlar döneminde ya­
bancı bir ülke ile yapılan yazılı
anlaşma.
Ahlâk zaafı. 8
Ahmed Cevdet Beyefendiye. 9
Ahmed Çelebi, bk. 570
Ahmed Paşa. Humbaracı (Comte d p
Bonneval). 211, 864
Ahmed P aşa (Kalaylıkoz). 307
Ahmed P aşa (Kavanoz). 328
Ahmed Rasim ’in aşkı. 10
Ahmed Refik (Elyazısı ve im zası).
s. 129, s. 226, 748
Ahmed Refik (Fotoğraf), s. V, s. 60,
s. 134, 745, 748, 756
Ahmed Refik (Karikatür), s. 30, s.
365
Ahmed Refik (Ataç, Nurullah). s. 2627, 770 c
Ahmed Refik (Atay, F .R .). s. 12-13,
773
Ahmed Refik (Ebcioğlu, H.M.). 771
Ahmed Refik (Ertem, Sadri). s. 2830, 776 b
Ahmed Refik (Gövsa, İ.A.). s. 14-15,
774
Ahmed Refik (Ozansoy, H.F.). s. 6264, 766 b
Ahmed Refik (Resimli Ay). 778
Ahmed Refik (Safa, P .). s. 2, 767
Ahmed Refik (Simavi, s.). 763
Ahmed Refik (Tan, M.T.). s.2-4, 769
Ahmed Refik (Yücel. H.A.). s. 1-2,
s. 59-62, s. 72-73, 772
Ahmed Refik Altmay ve «Geçmiş
Asırlarda Türk Hayatı» (AlpbekPoyraz). 785
Ahmed Refik Altmay’ın
ölümünün
yıldönümü (Altınay, Ö.H.). 781
Ahmed Refik B ey (Akyavaş, R .). s.
78-80, 785 b
Ahmed Refik Bey (H.N.). s. 55-57,
755
Ahmed Refik Bey (İkdam). 751
407
Ahmed Refik Bey (Nevsali Millî), s.
Ahmed Refik Bey (Y.K.). s. 58, 749
Ahmed Refik. Dost, büyükbaba ve
artist (Tepedelenlioğlu, N.N.). s.
Ahmed Refik Hayatı
(Koçu,
Akça-Koca. 178
Akçe. Orhan Gazi döneminden 1687
yılma kadar OsmanlIlarda kulla­
nılan para birimi.
Akçe. Hazine ve akçe meselesi. 220
Akçe. Süleyman-ı Kanunî’nin son se-
R.E.).
Ahmed Refik Bey muharririmize ne­
ler anlatıyor (Kandemir, F.). s.
32-39, 764
Ahmed Refik ve eserleri (Banoğlu,
Ahmed R efik’in arkasından (Talu,
E), s. 21-22, 770 e
Ahmed R efik’in fani hüvviyeti öldü
(Vâ-Nû). s. 31, 770 f
Ahmed Refik’in ölümü üzerine (Bozok, H.). 776
Ahmed R efik’in ölümüne dair. s. 1921, 770 b
Ahmed Resmî Efendi. 59, 346
Ahmed Rıza Bey. 11
Ahmed Rıza B ey’in hayat ve mes­
leği. 12
Ahmed-i Sâlis devrinde Osmanlı ha­
nımları. 13
Ahmed-i Sâlis devrinde sultan düğün­
leri. Bir sultanın hissiyatı. 14
Ahmed-i Sâlis devrine ait. 15
Ahmed-i Sâlis devrine dair Madam
Montegü’nün mektupları. 16, 926
Ahmed-i Sâlis ve meskükât. 17
Ahmed-i Sâlis’in hastalığı. 18
Ahmed-i Sâlis’in hayatına dair. 19
Ahmed-i Sâlis. Bkz. Sultan Ahmed-i
Sâlis, Üçüncü Ahmed
Ahmed Şuayb ve tarih. 20
Ahmed Vâsıf. XVIII. yüzyıl vakanüvislerinden.
Ahval-i hazıraya tatbikan piyadenin
muharebesi hakkında mülahazat.
930.
Akağalar. Osmanlı saraylarında gö­
revlendirilen
hadımağalarmdan
bir sınıf.
Akçe yüzünden isyan. 21
Akhisar. 22
Akıncı. OsmanlIlarda hafif süvari bir­
liklerine verilen ad.
Âkile Sultan. 820
Alâmet-i Şerif. Tuğra
Alaşehir. 23, 24, 170
Alay Kapısı. Bk. Bab-ı Hümayun.
Alay-Köşkü
(Kasrı).
İstanbul’da,
Topkapı Sarayı müştemilatından,
Soğukçeşme kapısı yanında. Üçüncü Murad zamanında yapıl­
mış ve 1810’da bugünkü şeklini
almıştır. Padişahlar ç e şitli.geçit
ve gösterileri buradan seyreder­
lerdi.
Albett Vandel. 25
Alem. Bk. Bayrak.
Alem-i
Nebevi.
Peygamberimizin
bayrağı.
Alem-i Saadet. Peygamberimizin bayAli Ereıirî Efendi. 26
Âli, Fuad, Reşit P a ş a la ra dair. 29
Âl-i Mustafa. XVI. yüzyıl Osmanlı
tarihçisi.
Âl-i Osman. Osmanlı İmparatorluğu.
Âl-i Osman ve Türk milliyetperver­
liği. 27
Âl-i Osman ve Türk saltanatı. 28
Âlimler ve sanatkârlar. 788
Allah’ın gölgesi. 30
Alman darülfünunlarının millî vazi­
fesi. 31
Alman müverrihleri. 789
Alman-Türk ilişkileri. Bk. 59, 846
Altı yüz sene sonra. 32
Altına kurşun atanlar. 33
Akağalar Kapısı. Bk. Babussaade.
Amca-Zâde. 34
Akça-Hisar. bkz. Anadoluhisarı
Amca-Zâde ve Hoca Feyzulah. 35
408
Amedî Kalemi. Reisülküttab (dışiş­
leri) ’ın özel servisi.
Âmid. Bk. Diyarbakır
Anadolu. 674
Anadolu-Hisarı. Güzelce-Hisar
Anadolu Hisarı. 206
Anadolu şehirleri. 36
Anadolu’da Türk Aşiretleri. 790
Anadolu’ya dair. 37
Ankara Ahilerine dair. 37
Ankara’da Osmanlı Türkler. 38
Anna Komnenos. 39
Arpalık. Bir tür emeklilik maaşı.
Arz Ağası. Hükümdara doğrudan
doğruya başvurma yetkisi olan
rütbe ve sayıları belli kişiler.
Arz Kapısı. Bk. Babüssaade.
Arz Odası. Hükümdarların arz gün­
leri Sadnâzam ve Divan-ı hüma­
yun büyüklerini kabul ettiği yer.
Arzuhalciler. 157
Asâkir-i Mansure-i Muhammediye.
1826 yılında Yeniçeri Ocağının
kaldırılmasından
sonra
îkinci
Mahmud'un emriyle kurulan ye­
ni düzenli asker.
Âsitâne. Bk. İstanbul.
Asitâne-i aliyye. Bk. İstanbul.
Asitâne-i saadet. Bk. İstanbul.
Asr-ı Hazır Tarihimiz Hakkında. 39 b
Aşar. 423
Âşıkpaşazâde. 791
At Meydanı. 40
At Meydanı. Bk. Sultanahmed mey­
danı.
,
At Meydanı Sarayı, İbrahim Paşa
Sarayı.
Atatürk, bkz. 632
Atenayıs. 41
Ateş muharebesinde takım zabiti. 922
Atina. 652
Atranos. Bk. Orhaneli.
Attilâ. 41 b
August Boppe. 416, 469.
Av merakı. 498
Avcılık. 498, 740
Avrat Pazarı. 104, 147
Avrupa’da eski Asyalılar, îberler ve
Basklar. 42
Avrupa’da Keltler. 43
Avusturya. 86, 91, 131
Avusturya İmparatorunun haracı.
849
Avusturyalılar’ın sahte vesikaları.
s. 111-113, 44
Aya Yorgi Kilisesi. 221
Ayastefanos. Bk. Yeşilköy.
Ayastefanos Anlaşması. 93 Savaşını
kaybeden Osmanlılar’ın Ruslar’la imzaladıkları anlaşma.
Ayaslug. 45
Ayasofya Avlusu. 47
Ayasofya ve etrafındaki eserler. 46
Ayazma Sarayı. Üsküdar’da Humbaracı birliklerinin yerleştiği bina.
Ayne-bahtı. İnebahtı.
Azak muhasarası. 446, 590
— B —
Babıâli. 346
Bâb-ı fetva. Bk. 687.
Bâbı Hümayun. 48
Babüssaade. 49
Babüsselâm. Topkapı Sarayında orta-kapı.
Baffa. 217, 529, 699
Bağçe-i Hümayun. Bk. Gülhane Par­
kı.
Bağdat Kasrı. 631.4
Bağdat Köşkü. 50
Bahr-i Ahmer. Kızıldeniz.
Bahri Hazar. Hazer denizi
Bahr-ı Hazar Karadeniz kanalı ve
Ejderhan seferi. 51
Bahr-i Sefıd. Akdeniz.
Bahr-i Siyah. Karadeniz.
Balıklı Manastırı. 52
Balta asmak. Yeniçerilerin bir yeri
çıkar karşılığı korumaları.
Baltacı Mehmed Paşa ve Büyük Petro. 792
Balyemez. Osmanlı topçu birliklerin­
de en ağır top.
Balyos. Yabancı devlet temsilcisi.
Barbaros Hayrettin Paşa. 511, 647
409
Bask’lar. 42
Başbakanlık Arşivi. İstanbul’da Vi­
lâyet Konağı bahçesinde.
Baş Lala Kulesi. 143
Baş Lalalık. 143
Baştarde. Osmanlı deniz kuvvetle­
rinde kadırga cinsinden savaş
gemisi.
Bayezid Camiine dair. 53
Bayezid Köşkü. 54, 631.1
Bayezid Kulesi. 1828 yılında yangın
kulesi olarak yapıldı.
Bayram. 244
Bayram alayı. 138
Bayramlar. 148
Bayram Paşa. 601
Bec (Beç). Viyana.
Bedestan. 113
Beğlerbeği Sarayı. İkinci Mahmud ta­
rafından ahşap ve Abdülaziz ta­
rafından 1865’de Mimar Serkis
K alfa’ya yeniden yaptırılan ün­
lü saray.
Behram Ağa. 826
Beklenmeden gelen ramazan. 55, 56
Bektaş Ağa. 163, 838
Bektaşilik. 514, 841.
Belgrad Anlaşması. 18.9.1739
Bem Murad. 375
Bender’de Lehistan Kralı Stanislas.
57
Bergama. 58
Berlin’de ilk Osmanlı elçisi. 59
Beşik Alayı. Padişahların çocukları­
nın doğması dolayısıyla yapılan
tören.
Beşiktaş Sarayı. Bk. Dolmabahçe Sa­
rayı.
Beşir Ağa. 277
(Bey) ve (Sultan) unvanları. 735.7
Beyoğlu. 149
Bozzazistan. 450.
Biber Mehmed Paşa. 242
Bibliyografya. 60, 61, 636
Bilecik, 62
Binbirdirek ve leylek tılsımı. 63
Bir Bizans imparatoru. 64
410
Bir Mısır Paşası. Defterdar Ahmed
Paşa. 65
Bir vicdansızlık. 777
Birinci Napolyon’un emsal-i harbiyye
ve hikemiyyesi. 927
Birinci Viyana muhasarası ve netayici askeriyesi. 66
1131’de Viyana’ya sefir izâmı. 501
1253 senesinde Kavalalı Mehmed Ali
P aşa ile bir mülakat. 67
1284 Bulgar ihtilâli. 68
1806 felâketinden sonra Prusya na­
sıl yükseldi?. 69
Bismark’ı ziyaret. 509
Bizans devrinde Büyükada. 70
Bizans İmparatoriçeleri. 793
Bizans
İmparatoriçelerinin
hayat
tarzı. 71
Bizans karşısında Türkler. 794
Bizans kilisesi. 676
Bizans medeniyetinin sonu. 72
Bizans prensesleri. 656
Bizans’ın son zamanları. 553
Bizans’ın sukutuna dair. 73
BizanslIlar devrinde Büyükada. 74
Bizans’ta Türk hâkimiyeti. 75
Bizans’ta Türk nüfuzu. 191
Bizans’ta Türkler. 76
Bizde m esuliyet hissi. 77
Bizde şehnamecilik. Seyyid Lokman
ve halefleri. 78
Bizde şehzadelerin tahsili. 79
Boğaz-Hisan. Çanakkale.
Boğaz’ın kıymeti, güzelliği ve saray­
ları. 80
Boğaz’m Rumeli kısmı. 81,
Boğaziçi. Eski Boğaziçi. 150, 151
Boğaziçi. Onbirinci asırda. 453
Boğaziçi. Onsekizinci asırda. 468
Boğaziçi. Sultan Mahmud-u Sâni dev­
rinde. 576
Boğazkesen, bkz. Rumelihisarı
Bonaperte. 431, 432, 530, 531, 837,
927, 928.
Boppe, August. Fransa’nın İstanbul
elçilik müsteşarı. Hilliler’in en
ünlü tablosu (Parkta I. Sultan
Abdülhamid) özel koleksiyonundadır. 416, 469.
Boppe ve eserleri. 416, 469.
Bosna Hersek ve Macarlar. 82
Boşnak Hüsrev P aşa’nın ölümü. 83
Boynuyaralı Mehmed Paşa. 84
Bölüğün talim ve terbiyesi. 918
Brik. İki direkli çok süratli savaş
gemisi.
Budapeşte. Türkler Budapeşte’den
çıkarlarken. 673
Budim. Bk. Budin.
Budin. M acaristan’ın baş şehri. Mohaç Savaşının ardından 1526’da
Kanunî tarafından alındı.
Budin valileri ve Macar lisanı. 85
Budin valilerinin Kont Esterhazy’e
mektupları. 86
Budin’de bir Türk çocuğu. 87
Budin’de Osmanlılar. 88, 89
Budin’de Türkler. 90
Bulgar Hükümeti Ahmed Refik B ey’
in mesai-i ilmiyyesini takdiren
mumaileyhe büyük salip nişanını
verdi. 760
Bulgar ihtilâli. 68
Bulgar kilisesi. 482
Bulgaristan. Türk idaresinde Bulga­
ristan. 653, 868
Bulgaristan, Avusturya, İngiltere. 91
Bulgaristan. Bulgaristan istiklâli ve
devletler. 92
Bulgaristan, Rumeli-i Şarkî, Bosna.
93
Burç. Kale surlarında belli aralıklar­
la yapılan savunma noktaları.
Bursa. Onikinci asırda Kütahya ve
Bursa. 458
Bursa. Orhan Bey Bursa önünde. 473
Bursa. Yeşil Bursa payitaht iken. 720
Burton. Yalnız yelkenle giden bir tür
gemi.
Burton, Sir Edward. İngiltere’nin
1586’dâ Türkiye elçisi. Bk. 681
Bütçe. OsmanlIlarda ilk bütçe. 493
Büyük Adamlar. 878
Büyük Frederik. 795, 846
Büyük Frederik’in generallerine ta­
limatı askeriyesi. 94, 920
Büyük İskender. 796
Büyük kayıp. Büyük müverrih Ah­
med Refik dün vefat etti. 766
Büyük Petro. 792
Büyük Petro ve karısı. 95
Büyük Tarih-i Umumî. 797
Büyükada. Bizans devrinde. 70
Büyükada. BizanslIlar devrinde. 74
Büyükada’ya ilk geliş. 96
—
C
—
Câm-ı Cem-Âyîn. bk. 570.
Canım Hoca. 97, 861
Cariye. Savaşta tutsak veya para ile
alınan kadın.
Cariyeler. 441
Cebeciyan Kışlası. İstanbul’da Ayasofya civarında.
Cehalet. 98
Cehil. 99
Celâlî. Yavuz Selim zamanında Tur­
hal’da mehdilik iddiasıyla baş
kaldırarak devleti bir hayli uğ­
raştıran Celâl adlı kişi ve çevre­
sindekilere verilen ad. Sonraları
devlete baş kaldıranlara genel­
likle Celâlî denilmiştir.
Celâli. 321
Cellat. İdam kararlarını yerine ge­
tiren kişi.
Cellât Kara Ali. 100, 101, 102, 844
Cellâtlar ve vazifeleri. 260
Cerbe’den dönerken. 103
Cerrahpaşa’ya dair. 104
Cevdet Paşa. Vakanüvis.
Cezaların uygulanması. 258
Cezayir-i Bahr-i Sefîd Eyâleti. Geli­
bolu, Eğriboz, İnebahtı, Karlıeli,
Mizistre, Rodos, Midilli, Kocaeli,
Biga, Sığla, Sığacık, Sakız, Nakşe, Mehdiye’den oluşurdu.
Cezayir-i Seb’a-i Müçtemia Cumhuri­
yeti. Korfo, Pakso, Ayamavra,
Kefalonya, İtake, Zanta, Mora’dan oluşurdu.
Charles Diehl. 602
411
Choiseul Gouffier. Fransa’nın İstan­
bul elçisi. Bk. 271
Ciğerdelen. İkinci Viyana bozgunun­
dan sonra, 9 Ekim 1683'te vira
ile boşaltılan destanlar yaratan
ünlü bir kale.
Cihad. Din uğrunda yapılan savaş.
Cihan Harbinde Avrupa muharrirleri.
105
Cinci Hoca. 106, 573, 852, 861
Circeli Ali Bey. 107
Cizvit. Tarikat. 15.8.1534’te kuruldu.
Cizye. Müslüman ülkelerde hıristiyanlardan alman bir tür vergi.
Cumhuriyet Arması. 663
Cübbe. Osmanlılarda ilmiye sınıfının
giydiği bir tür elbise.
Cübbe ve sarık. 108
Cülus. 240.
Cülûs bahşişi, yahudiler. 109
Cülûs töreni. 240
Cüzam. Tedavisi güç, miskinlik il­
leti.
Çınar vakası. 822
Çırağan. M eşale ve kandillerle yapı­
lan bir tür ışıklandırma.
Çırağan âlemleri. 115
Çırağan Sarayı. Beşiktaş’ta Sultan
Abdülaziz tarafından yaptırılan
ve 20 Ocak 1910’da yanan ünlü
saray.
Çırağan Yalısı. Bk. 453.
Çini maçinî Rûm. 289
Çinili Köşk. Fatih Sultan Mehmed’in
1472’de İstanbul’da Gülhane Par­
kı üst sınırında yaptırdığı köşk.
Çinili-Oda. Paşa-Kapısı’nda Patro­
na Halil ve arkadaşlarım yokedenlerin saklandığı yer. Sadrıâzamın yanma çıkmaya gelenler
burada beklerdi.
Çinicilik nasıl doğdu?. 116
Çocuklara Türk İstiklâl Harbi. 799
Çorbacı. Yeniçeri subaylarından.
- ç-
Dağınık nizamda dizi v e manganın
talim ve terbiyesi hakkında. 916
Dağlar Delisi Süleyman. 117, 844
Dahilî ve ahlâki zaaflarımız. 118.
Dalgakesen. Bk. Rumelihisarı.
Dalkılıç. Serdengeçti, ölüm eri, fe­
daî.
Daltaban Mustafa Paşa. 119
Damad. Padişah kızlarıyla evlenen
kişiler.
Damat İbrahim Paşa. 833
Damat İbrahim P aşa hakkında. 729.8
Damat İbrahim P aşa m eselesi. 729.4,
729.5
Damat İbrahim P aşa ve aleyhtarları.
729.6
Damat İbrahim Paşa zamanında Ür­
güp ve Nevşehir. 120 , 121, 122
Damat İbrahim Paşa. Bkz. Nevşehir­
li, Yine İbrahim P aşa.
Damat Mahmut P aşa ve Sabahattin
Bey. 123
Darphane. Para basılan yer. Topkapı
Sarayı birinci avlusu içinde.
Darülfünun ve eserleri. 738.1, 738.2
Çakaloz. Osmanlı Ordusunda kulla­
nılan bir tür top.
Çaldıran Meydan Savaşı. 851
Çalık. Yeniçeri eri.
Çalık Ahmed. 110, 861
Çanakkale. 111
Çanakkale. Turhan Sultan ve
Ça­
nakkale. 648
Çandarlı. Osmanlı Hanedanı ile bir­
likte tarih sahnesine çıkan yüzelli yıl büyük mevkilerde kalan
soylu bir aile.
Çar Birinci Pol ve zamanı. 112
Çarşı içi ve bedestanlar. 113
Çekdiri. Bk. 459 b
Çelebi. Çelebi Mehmed devrine ka­
dar padişah oğullarına, Celâleddin’i Rumî soyundan gelenlere,
M evlevi tarikatı başına ve nazik,
okur yazar kişilere de denilir.
Çelebizade Sait Paşa. Bk. Yirmisekizçelebizade.
Çezar’ın ölümü. 114
412
—D —
Darülfünunda meslek ahlâkı. 738.5
Dâr ül-Hilâfe. İstanbul.
Dârü’s-sa’ade. Topkapı Sarayında
bir daire.
Dar üs-Saade Ağası, bkz. Kızlarağası
Dar üs-Saade Ağası. 340
Dârüs’s-saltana. İstanbul.
Davut Ağa. 406, 788
Davut Ağa (Mühtedi). 276
Davut Ağa. Büyük Mimar Sinan’ın
halefi. 124
Davutpaşa Sahrası. Osmanlı ordula­
rının Rumeli’ye sefer edecekleri
zaman toplandıkları yer.
De Lahaye Vantelet. 351
De Lahaye’nin Köprülü hakkmdaki
fikri. 125
Defterdar Ahmed Paşa. 65
Deli. Rumeli’deki Osmanlı ordusunda
kurulan bir birlik. Müthiş cesa­
retleriyle ün yapmışlardır.
Deli Birader. 168, 844
Deli Hüseyin Paşa. 877
Deli İbrahim’in çılgınlıkları. 126
Deli İlâhi. 127
Deli Kurd. 877
Demetrios Kidonis. 128
Demirbaş Şarl Bender’de iken. 129
Dergâh-ı Âli. Osmanlı Sarayı.
Der-i aliyye. İstanbul.
Dersaadet. İstanbul.
Dersaadet Ailesi kimlerden müteşek­
kil?. 753
Despot. Ortodoks Rumların ruhanî
lideri.
Devlet-i aliyye. Osmanlı İmparator­
luğu.
Devlet-i Osmaniye - Avusturya. 131
Devlet-i seniyye. Osmanlı İmparator­
luğu.
Devlet ricali ve halk. 130
Devr-i istibdat ve zabitler. 132
Devr-i Süleyman-ı Kanünî’de Birinci
Viyana muhasarası. 800
Devşirme m eselesi. 741.5
Devşirme usulü. 801
Devşirme usulü, acem i oğlanlar. 741.1
Devşirme usulü. Onbirinci asrı hic­
ride. 455
Devşirmeler, acemi oğlanlar. 741.3,
741.4
Devşirmelere dair. 741.6
Diehl, Charles. 602
Dindar Teodora. 135
Dipsiz kile boş ambar. 783
Dirhem. 3,25 gr.
Dîvan-hâne. Topkapı Sarayı’nda dîvân’ın toplandığı bölüm, yer.
Dîvân-ı âsafî. Sadâret dîvânı.
Divan-ı Hümayun. Osmanlı İmpara­
torluğu’nda günümüzdeki kabine.
Divan-ı Hümayun sicilleri. Osmanlı
İmparatorluğu tarihini ışığa çı­
karan belgeler olup, ferman ve
beratları özetleyen defterler.
Dizdâr. Kale komutanı.
Doğancı. Bk. 653
Doğum. 329, 330
Dolmabahçe Sarayı. Abdülmecid ta­
rafından 1853'de Ampir usulünde
yaptırılan saray.
Donanma. Bk. 459 b
Dördüncü Murad zamanında Musul.
136
Dördüncü Murad’ın ölümü. 137
Döşeme Baha. Bk. 705
Dr. Spitzer’in hatıratı. 559
Duka altını. Floransa veya Venedik
altını. Osmanlı altını değerinde.
Düğünler. Onuncu asr-ı hicride saray
düğünleri. 452
— E —
Ebrim (İbrim). Bk. 234.
Ebü’l-Feth. Fatih, II. Mehmed.
Edirne. İkinci Murad zamanında. 248
Edirne Sarayı. I. Murad tarafından
1365 yılında Edirne’de inşa edil­
miştir.
Edirne Vak’ası. 110
Edirne’de bir bayram alayı. 138
Edirne’de Sultan Selim Camii. 139
Ege hafriyatımn ortaya çıkardığı hakikatlar. 140
Ege Havzası ve Yunan. 802
413
Ejderhan (Astrahan). Hazer Denizi’nin kuzeyi ve Volga Nehri’nin
delta bölümü.
Ejderhan Seferi. 51
Elhaç Mehmed Paşa. 97
Elizabeth. Mari-Stvart: Elizabeth. 390
Elizabeth D’Autriche. 141
Encümen’in Raporu. 142
Endamının hayali. 744
Enderun tahsili. Onbirir‫؛‬
.ci asırda
medrese ve enderun tahsili. 454
Enderun-u Hümayun. Topkapı Saray ı’nm bir bölümü.
Enderun-u Hümayun ve terakkiyatı.
Köprülü zamanında. 352
Enderun-u Hümanyun’da Baş Lala
Kulesi, Baş Lalalık. 143
Engürüs. Macaristan.
Ergiri Kasrı. 144
Ernest Laviss ve tarih. 145
Ernest Laviss’in hayatı ve eserleri:
Ertuğrul Beğ. Osman Gazi'nin babaEsir
Eski
Eski
Eski
Eski
Eski
Eski
Eski
Eski
Eski
Eski
Eski
Pazarı. 147
bayramlar. 148
Beyoğlu. 149
Boğaziçi. 150, 151
darphaneler. Mısır hâzinesi. 152
devirlerde Haliç. 153
devirlerde para tahsili. 154
imtiyaz müzakereleri. 155
İstanbul. 803
İstanbul albümü. 912
İstanbul kahveleri. 156
İstanbul’da arzuhalciler. 157
Eski kadın kıyafetleri. 158
Eski Kâğıthane âlemleri. 159
Eski meddahlar. 160
Eski Mısır hastahaneleri ve hekimle ri.16 1
Eski Mısır paşaları. 162
Eski Muhtekirlerden : Bektaş Ağa.
163
Eski nizamlara dair. 164
414
Eski-Odalar. İstanbul’da Şehzadebaşı’nda yeniçeri kışlaları.
Eski Osmanlı Ordusunun esasları. 165
Eski Osmanlılar’da harp ve hissiyat-ı umumiyye. 166
Eski Saray. Fatih tarafından bugün
Bayezit’te İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu yerde yapılan saEski soygunlar. 167
Eski Tophane. 169
Eski Türk zaferleri. 804
Eski zenginler: Deli Birader. 168
Eskişehir - Alaşehir. 170
Esma Sultan Sarayı. 172
Esseyid. Ali Efendi. 861
Estergon.
Macaristan’da, şarkılara
kadar geçen bir ünlü kale. 1529’
da OsmanlIlara katılmış, birkaç
kez el değiştirmiş ve 1683’de ke­
sin olarak elden çıkmıştır.
Et meselesi. Sultan Murad-ı Sâlis
zamanında. 585
Etibba. Onikinci asr-ı hicride Osman­
lI etibbası ve nizamları. 462
Etiler ve İsrail oğullan. 171
Etmeydanı. İstanbul’da Aksaray’da
bir meydan.
Evlâd-ı Fatihan. Rumeli’nin belli
bölgelerinde oturan Rumeli fa ­
tihlerinin çocukları ile, Anadoludan bu bölgeye getirilenler. Se­
fer sırasında bunlar ayrı birlik
halinde katılırlardı.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi: 804 b
Eyüp’te Esma Sultan Sarayı. 172
—
J?
____
Fatih devrine ait vesikalar. 173
Fatih Hazretleri ne yerdi?: 174
Fatih İstanbul’a girerken، 175
Fatih Sultan Mehmed Validesi. 176
Fatih Sultan Mehmed ve Ressam Bel­
lini. 579, 933
Fatih Sultan Mehmed’in fermanları.
177
Fatih zamanında Kocaeli. 178
Fatih zamanında Sultan-Öyüğü (Sultan-Önü), 179, 180
Fatih zamanında Teke-ili. 181, 182
Fatih’in gençlik resmi. 183
Fatih’in Kanunnameleri. 184
Fatih'in sarayı. 185
Fatma Sultan. 186, 463, 805
Fatma Sultan’ın hastalığı. 187
Fatma Sultan’la
İbrahim P a şa ’mn
mesut izdivaç hayatları ve akibetleri. 188
Fazıl Ahmed Paşa. Köprülü-Zâde.
Sadrıâzam.
Fazıl Ahmed Paşa ile mülakat. 358
Felâket seneleri. 189, 806
Felâketten sonra azim. 190
Fener patrikhanesi ve Bulgar kilise­
si. 482
Ferace. Ç arşaftan evvel kadınları­
mızın sokakta giydikleri giysi.
Ferhat Paşa. 833
F er’iyye Sarayları. Beşiktaş’la Ortaköy arasında bulunan, halen okul
olarak kullanılan üç saray. Sul­
tan Abdülaziz halen Kabataş Lise si’nin bulunduğu binada 3 Ha­
ziran 1876’da intihar etti.
Ferman. Hükümdarın herhangi bir
konu ile ilgili yazılı emri.
Fes. Fas şehrinden yayılan, başa gi­
yilen bir giysi.
1828’den sonra
■resmen kabul edilmiştir.
Fetih’ten evvel Bizans’ta Türk nüfu­
zu. 191
Fetva. Bir konu veya dâva için şeriatin ne dediğini anlatmak üze­
re, müftünün adsız cevabı.
Feyzullah Efendi. 35, 687
Fındık altım. Üçüncü Sultan Ahmed
zamanında 23 ayar, 3,4575 gram
ağırlığında altın para.
Fındıklılı Silâhtar Mehmed Ağa. 807
Fonder Goltz’m em sali harbiye ve
hikemiyeleri. 192
Françe. Fransa.
François De Noailles’in Türkiye’de
tehlikeli bir sefareti. 193
François Totte. Bk. 469.
Fransa ile ilk ittifak. 194
Fransa ile ilk muhadenet. 195
Fransız. Türkiye’de Fransız heyeti
talim iyesi. 665
Fransız İnkılabı. 808
Fransız müverrihleri. 809
Fransız müverrihleri: Michelet. 403
Fransız siyaseti. 677
Fuad Paşa. 29, 694
Fuad P aşa. Vakanüvis evrakı. 694
Fütüvvet. bkz. 37
— G —
Galata Kulesi. İlk kez İmparator Zenon (474-491) zamanında yapıl­
mış, onarımlar geçirmiş ve 1877
yılında bugünkü haline getiril­
miştir.
Galiçya’da Şanlı Osmanlı Askerine.
196
Gazavat-ı Celile-i Peygamberi. 810
Gazi. 618, 632
Gazi Zeynel Bey. 197, 198
Geçen asırlarda ulûfe meselesi. 199
Gedik Ahmed Paşa. 833
Gel beri, Topal Zorba başı. 200
Gemici Kara Mehmed. 877
General Bem. Türkiye’de. 666
Georges Sand. 201
Gerlach, Stephan. B k. 466.
Geyikli Baba’ya dair. 202, 264
Gılman. Genç çocuk.
Goltz Paşa. 192, 704
Gouffier, Choiseul. Fransız elçisi.
Hillier’in İstanbul ile ilgili tab­
lolarının önemli bir bölümünü
(Yunanistan’da Seyahat) adlı eserinde yayınladı. Bk. 272.
Gönül (şiir) 913
Gülhâne. Topkapı Sarayında bir ka­
sır ve evvelce gül bahçeleriyle
dolu bir bölüm.
Gülhane Hatt-ı Hümayunu. Mustafa
Reşit Paşa tarafından 3 Kasım
1839 günü Gülhane’de okunan Abdülmecid’in ünlü fermanı.
Gülnüş Sultan. 203, 204, 481.
Güzel Fatma. 205
415
Güzelcehisar en parlak zafer âbidemizdir. 206
Güzelhisar. 207
— H —
Habeş valisi. Osmanlı idaresinde. 480
Habeşistan. 480
Hacı Halife. Kâtib Çelebi.
Haçlı eserleri. 678
Haçlılar ordusuna karşı kazanılan za­
fer. 208
Haçova. Üçüncü Mehmed’in 1596’da
katıldığı ve galip geldiği Maca­
ristan’da bir meydan savaşının
olduğu yer.
Hadım Abdurrahman Paşa. 209
H afif donanma. Bk. 459 b
Hal’. Bir hükümdarın tahtından indi­
rilip, buyurma hakkının elinden
alınması. Osmanlı imparatorlu­
ğunda tahtından indirilen ilk hü­
kümdar İkinci Bayezid ’ (salt.
1481-1512)’dir.
Hal’ler. Padişahlar ve hal’ler. 497
Haliç. Eski devirlerde. 153
Halil. Bk. Patrona Halil.
Halil Ağa (Pehlivan). Patrona Halil’
in mensup olduğu Orta'nın suba­
yı olup, âsilerin yokedilmesinde
önemli rolü olmuştur.
Halk idaresi ve hilâfet. 210
Hambeı-eci Ahmed P aşa ve Prens
Öjen. 211, 864
Hammer, J. de. Osmanlı İmparator­
luğu tarihi (Histoire de l ’Empire
Ottoman) adlı ünlü eserin yazarı.
Handan Sultan. 819
Hanya. Girid adasında bir kale.
Harbiye Mektebi’nin yüzüncü yıldö­
nümü. 212
Hareket Ordusu. 31 Mart 1325 (3 Ni­
san 1909)'da İstanbul’da başlatı­
lan başkaldırmayı bastırmak için
Rum eli’den gelen askerî birlikler.
Harem. Saray-ı hümayun’un merak
edilen kadınlar bölümü.
Haris bir vezir. 213
Haris vezirazamlar. 214
416
Harp edebiyatı ve eski şairlerimiz.
215
Harp ve matbuat. 216
Has. Yıllık geliri yüzbin akçeden faz­
la olan dirlik.
Haseki. Saray cariyeleri arasında bir
sınıf.
Haseki Safiye Sultan. 217 , 529 , 699
Hasekiler. Odalıklar, haseküer ve
cariyeler. 441
Hatt-ı Hümayun. Genellikle padişah­
ların el yazılarıyla verdikleri
buyruk.
Hayırsız Adalar. 218
Hazine Dâiresi. Enderun’da bir bö­
lüm.
Hazine ıslahatı. Kâtip Çelebi. 219
Hazine ıslahatı. İbşir’in hazine ısla­
hatı. 236
Hazine. Onuncu asırda. 447
Hazine v e akçe m eselesi. 220
Hekim. Bk. 462.
Hendesemi Mülkiye Mektebi. Türkiyede ilk kez 1884’de açılan Mühen­
dis Okulu.
Henri de Valois. Bk. 373.
Heşt Behişt. 238
Heybeli’de Aya Yorgi Kilisesi. 221
Hırka-i Saadet Dairesi. Topkapı Sa­
rayında Peygamberimizin (S.A.
V.) giysilerinin korunduğu yer.
Hicrî onbirinci asırda İstanbul ha­
yatı. 811
Hicrî onikinci asırda İstanbul hayatı.
812
Hicrî onikinci asırda İstanbul hayatı
(F. Köprülü). 762
Hicrî onikinci asırda İstanbul’da Af­
gan elçisinin kabul m erasim i’ 222
Hicrî onüçüncü asırda İstanbul ha­
yatı. 223, 813
Hicrî yıl. Peygamberimizin (S.A.V.)
Mekke’den Medine'ye hicretleri­
ni başlangıç alan müslüman tak­
vimi.
Hicv (Hiciv). Şiü’ veya düz yazı ola­
rak birini yermek.
Hidiv. Mısır valilerine verilen bir ad.
Hilâfet, Halifelik.
Hilâfet. Halk idaresi ve hilâfet. 210
Hilâfet m eselesi ve Yeni Türkiye. 224
Hil’at. Padişahlar tarafından giydiri­
len bir tür üst giysi.
Hilliers. İstanbul’da ecnebi ressam ­
lar. 271
Hoca Feyzullah Efendi. 35
Hoca-i cihan Sadettin Efendi. 225,
226, 788, 814
Hoca nüfuzu. Osmanlı devrinde hoca
nüfuzu. 842
Hoca nüfuzu. Tarihte. 633
Hoca Sadettin. 225, 226, 788, 814
Hoca-Zâde, Mesut. 418
Hotin. Leh ve Rus sınırında ünlü bir
şehir ve kale.
Hotin önünde OsmanlIlar. 227
Hubb-u şan ve hissiyatı cengâverane.
228
Hubyar Kadın. 821
Humbaracı. Humbara (bir tür top)
denilen savaş aracını kullanan
askerler.
Humbaracı Ahmed Paşa. 211, 864
Hurrem Sultan. 229, 819
Hurrem Sultan’ın son seneleri. 230
Hutbe. Müslüman ülkelerde Cuma
ve Bayram namazlarında hatip
tarafından yapılan konuşma.
Hüdâvendigâr Sancağı. Bursa ve
dolaylarının Orhan Gazi tarafın­
dan alınmasından sonra Murad
B eg’e verilm iş ve adlandırılmış­
tır.
Hünername. 78
Hünkâr. 735.8
Hünkâr İmamı. Padişahlar namaz kı­
larken imamlık eder. Üç sınıftır.
Hünkâr İskelesi. 231
Hürriyet fedakârları. 232
Hüseyin Hüsamettin Yasar, bkz.
735.1
—
I
—
Islahat Fermanı. 266, 667
Islahat Fermam, hıristiyanların hu­
kuku. 266
—
İ
—
İberler. 42
İbrahim P aşa (Makbul). 331
İbrahim Paşa. Bk. Nevşehirli İbra­
him Paşa.
İbrahim Müteferrika. 278, 461, 788
İbrahim P aşa sadaretinde meskükât.
233
İbrahim P aşa Sarayı. İstanbul'da
Sultanahmed Camiî karşısında,
Tapu Dairesi ile yeni Adliye ara­
sında idi.
İbrim: Sürgün yeri. 234
İbşir Mustafa Paşa. 864
İbşir P a şa ’nın mesleki siyasisi, 235
İbşir’in hazine ıslahatı. 236
Ibşir’in ölümü. 237
İçki. Bk. Müskirât.
İdare-i harbe dair kavaid-i esasiye.
925
İdrisi Bitlisi. 238
İğfal. 239
İhracat. 597
İkbal. Bir sınıf cariye.
İki cülus. 240
İki komite, iki kıtal. 241, 815
İki vezir. 242
İki yüz sene evvelki bahar. 243
İki yüz sene evvelki bayram. 244
İki yüz sene evvelki ramazan. 245
İkinci Katerina’mn gözdeleri. 246
İkinci Katerina’mn son günleri. 247
İkinci Murad Zamanında Edirne. 248
İkinci Viyana muhasarasına dair. 249
İkinci Viyana muhasarasının çok
acıklı sonucu. 250
İkinci Viyana seferinin hakiki se­
bepleri. 251
İlim ve liyakat erbabı. 252
İlk Kanun-u E sasî’den sonra. 253
İlk Türk matbaacılığı. 816
İlkbaharda Sa’dabat
bahçelerinde.
752
İlmiye salnamesi. 817
İmparator Akil Leon. 254
İmparatoriçe Anna. 255
İmparatoriçe İrini. 256, 257
417
imparatorluk devrinde cezaların su­
reti tatbiki. 258
İmparatorluk devrinde insan zehir­
lemek. 259
İmparatorluk devrinde saray cellât­
ları ve vazifeleri. 260
ince donanma. Bk. 459 b
İncili Köşk. 261, 631.2
İnegöl. 262
İngilizler. Türkler ve İngilizler. 679
Ingiltere. 91
İnkılabı hazır ve Ordumuz. 263
İnönü. 264
İren. Bizans İmparatoriçelerinden.
Islâmbol. İstanbul.
İsmail. Tuna nehri üzerinde bir şeİsrail-oğulları. 171
İstanbul. Onuncu asırda. 448
İstanbul. Osmanlı tarihinde İstanbul
ve Anadolu. 488
İstanbul. Türkler ve İstanbul. 680
İstanbul albümü. 912
İstanbul hamamları. 267
İstanbul hayatı. Onuncu asr-ı-hicriİstanbul hayatı. Onbirinci asr-ı hic­
ride. 811
İstanbul hayatı. Hicrî onikinci asır­
da. 812
İstanbul hayatı. Hicrî onüçüncü
asırda. 223, 813
İstanbul hayatı. Onaltmcı asırda. 840
İstanbul hayatı. Pasarofça suihünden
sonra. 503
İstanbul muhasaraları. Türkler’in İs­
tanbul muhasaraları. 874
İstanbul surları. 268
İstanbul şairi. 269
İstanbul ve Anadolu. 270
İstanbul’da belediye işleri.
Sultan
Murad-ı Sâlis devrinde. 581
İstanbul’da ecnebi ressamlar: Van
Mour, Hilliers. 271
İstanbul’da ekmek ve yağ meselesi.
İstanbul’da et m eselesi Sultan Murad-ı Sâlis devrinde. 582
İstanbul’da gümrük resmi. 273
İstanbul’da gümrük ve t‫؛‬
caret Onikinci asırda. 457
İstanbul’da hayatı umumiyye. 274
İstanbul’da ilk Fransız elçi$i. 275
İstanbul’da ilk itfaiye. 276
İstanbul’da ilk kâğıt fabrikası. 277
İstanbul’da ilk matbaa. 278
İstanbul’da inşaat. Onyedinci asırda. 467
İstanbul’da odun ve kömür meseleİstanbul’da sanayi ve ticaret. Onuncu asr-ı hicride. 450
İstanbul’da su meselesi. 280
İstanbul’da Venedikliler. 281
İstanbul’da Zafer sabahı. 282
İstanbul’un bir mahallesi: Silivri. 283.
İstanbul’un ekmek derdi. 284
İstanbul’un Fethi. 851
Istanbulu’n görünüşü. 285
İstanbul’un su derdi. 286
İstanbul’un usul-ü iaşe ve ahval-i ticariyesi. Kanunî’nin son yıllarınigtiklâl günleri. 287
istiklâl Harbi. Çocuklara. 799
g r e t ve müskirat. 626
İsveç. Osmanlılar’ın Avrupahlar’la
ilk ittifakı. 494
itfaiye. İstanbul’da ilk itfaiye. 276
itidal ve kuvvet. 288
ivan VI. Antonoviç.
ivan Turgenief. 290
İzmir. 291
İzmir ve izmiroğlu. 29^
İzmir’de Lamartin’in çiftliği. 293
izmiroğlu. 292
İzmit, iznikmid.
İzmit kanalını açmak teşebbüsü. 451
İznik. Türk idaresinde. 654
İznik çinileri. 289
iznikmid. Bk. İzmit.
İznik’te mozaikler. 294
izzi Süleyman. XVIII. yüzyıl vakanüvislerinden.
—J —
Jean-Baptiste Vanmour. 271, 368, 456
Jozefin. 295
Jul Sezar. 114, 296
—K—
Kabakçı Mustafa. 297, 818
Kadı. Osmanlı İmparatorluğu’nda
kazaî ve adlî yetkisi olan kişi.
Kadı sicilleri. Şer'î Mahkemelere ait
siciller.
Kadı Ali Paşa. 213
Kadın. Onikinci asırda. 460
Kadın. Osmanlı tarihinde kadın. 489,
490
Kadın kıyafetleri. Eski. 158, 205.
Kadın m eselesi. 298
Kadınlar saltanatı. 299, 728, 819, 820,
821, 822
Kadınlar ve ağalar saltanatı. 300
Kafkas yollarında. 823
Kaftan. Her tür üst giysi.
Kâğıt fabrikası. 277
Kâğıthane âlemleri. Eski. 159
Kâğıthane, Lâle Devri ve sonu. 301
Kâğıthane’ye dair. 302
Kahire yollarında. 303
Kahraman erlerimize dair. 304
Kaht-ı rical. 333.
Kahve ve tütün. 305, 306
Kahvehane. 156, 305, 306
Kahveler. Eski İstanbul kahveleri. 156
Kalaylıkoz, Ahmed Paşa. 307
Kalenderoğlu ve Âl-i Osman. 308
Kalyon sınıfı. Bk. 459 b
Kamaniçe. Osmanlı idaresinde. 481
Kandiye’nin fethi. 309
Kanije. Macaristan’da Balaton Gölü
ile Drava Nehri arasında ünlü
bir kale. 1592'de sınır kalesi ol­
muş, 1683’de Viyana bozgunun­
dan sonra 1690’da kopmuştur.
Kanije gazileri. 824
Kanunî Sultan Süleyman’a dair. 733
Kanunî’nin ölümü. 310
Kapdanpaşa (Kapudan-Paşa). Deniz
kuvvetlerinin en büyük amirali.
Kapı-arası. Topkapı Sarayı’nda dev­
|
i
let büyüklerinin göz altına alın­
dığı yer.
Kapitülasyon. 138, 155
Kara Çelebi-Zâde Abdülaziz Efendi.
311, 687, 788
Kara Haşan oğlu Hüseyin Ağa. 312,
838
Kara Murat Ağa. 320, 838
Kara Mustafa Paşa ve Tökeli İmre.
313
Kara Mustafa P â şa ’nın katli. 314
Kara Mustafa P a şa ’mn ölümü. 315,
316
Kara Yazıcı. 844
Karabıyık-oğlu. 321
Karaborsa. 163
Karaca P a şa ’nm kemikleri. 317
Karacaahmet Mezarlığı. 318
Karacaahmet-Sultan. 318
Karacahisar. 319
Karahisarî. Bk. 546.
Karaman-oğlu İbrahim B ey’in sara­
yında. 322
Karamürsel teknesi. Bk. 459 b.
Kar’iye Camii ve mozaikleri. 323
Karlofça. Viyana bozgunundan (12.9.
1683)’den sonra imzalanan barış
(26.1.1699) anlaşması.
Karlofça’dan evvel Türkiye. 324
Kars’ta Türk hayatı. 325
Kasım Ağa. 343, 788
Katerina Çariçe olduktan sonra. 326
Katırcıoğlu. 327, 844
Kâtip Çelebi. 219, 825
Katolik propagandası. 668, 669
Kavak Kasrı. Üsküdar’da Selimiye
Kışlasının deniz yönüne Kanunî
tarafından 1555’de yaptırılan sa­
ray.
Kavalalı Mehmed Ali P aşa ile bir
mülakat. 67
Kavanoz Ahmed Paşa. 328
Kaya Esmihan Sultan. 329
Kaya Sultan. 330
Kaymakam (Kaimmakam). Sadrıâzam sefere çıktığında yerine bı­
raktığı kişiye verilen ad.
Kefe. not. 59
419
Keltler Avrupa’da. 43
Kemankeş Kara Ali Paşa. 242
Kemankeş K ara Mustafa Paşa. 316,
Kendine; Seraskeri Sultan dedirten
İbrahim Paşa. 331
Kıbrıs seferine ait resmî vesikalar.
Kıhç Ali P aşa Camii. 334
Kılıç alayı. Türklerde. 682
Kılıç kuşanmak merasim335 .‫؛‬
Kmalıada. 336
Kırkçeşme. 280
Kıyafet ve tasarruf meselesi. 337
Kızıl Adalar. 338
Kızıl Ahmetlu (Candaroğulları). Bk.
Kızkulesi. AtinalI kumandan Alkibiades tarafından M .o. 410 yıiında
Kizikos galibiyeti üzerine kıyıdan
ortalama 150 metre uzaklıkta ahşap olarak yapılmış, yandığından
Üçüncü Ahmed tarafından kâgire dönüştürülmüştür.
Kızıl-elma nedir?.. 339, 849
Kızlarağası. 340, 826
Kızlarağası Süleyman Ağa. 341
Kidonis. 75, 128
Kiliseler ve hıristiyanlar. 342
Koca Mimar Kasım Ağa. 343
Koca Muslihiddin Ağa. 344, 838
Koca Ragıp Paşa. 788
Koca Ragıp Paşâ devrinde İstanbul.
Koca Ragıp P aşa Sadaretinde Bâblâli.
Koca Sinan. 347
Kocaeli, 178, 348
Kont Esterhazy. 86
Konya muharebesinden sonra §ehzade Sultan Bayezid’in İrana firan . 349
Kopyacılık münakaşası. 738.4
Kosova. Balkan yarımadasında ür،]ü
bir oyanın adı. I. Murad (Hudâvendigâr)’ın şehit edildiği yerde
bir türbe vardır.
Kosova Meydan Savaşı. 851
420
Kossuth, Lajos. 365
Kostantmiyye. İstanbul’a verilen ad.
Kozbekçi. Saray görevlilerinden olup, Bostancı Ocağına bağlıydı­
lar.
Köle Siyavuş sadrazamlıkta da köle­
likten kurtulamamıştı. 350
Köprülü Mehmed P aşa ve Fransız
elçisi. 125, 351
Köprülü Zâde Fazıl Ahmed Paşa ile
mülakat. 358
Köprülü Zâde Fuad B ey’in bir mek­
tubu. 738.3
Köprülü zamanında enderun- hüma­
yun ve terakkiyatı. 352
Köprülüler. 353, 827, 828
Köprülüler devrinde İstanbul. 354, 356
Köprülüler devrinde, İstanbul ve
Edirne’de bir sene. 355
Köprülüler devrinde maliye. 357
Kös. Deve veya fil sırtında taşman
davul.
Kösele ihtikârı. 585
Kösem Sultan. 821, 852
Kösem Sultan’m ölümü. 359
Kraliçe Elizabeth. 584, 681, 873
Kubbe-altı. Saray’da divân’m toplanKubbe vezâreti. Kubbe-altmda divâ­
na dahil vezirlik.
Kule-heft. Yedi-kule.
Kuleli Bahçe ve Kuleli Kışlası. 360
Kumbaracı Ahmed P aşa ve Prens
Ojen. 211, 864
Kuvvetimiz Kanun-u Esasidir. 361
Küçük-Kaynarca Barış Anlaşması.
Ruslarla (17 Temmuz 1774)’de.
Küçük Müezzin. 362
Küçük Müezzin Çelebi. 363
Küçüksu Mesiresi. 364
Kürkçülük. Bk. 457 c
Kütahya. Onikinci asırda. 458
Kütahya’da Kossuth. 365
—
L
—
Lady Montegü (Lady Montague). 371
Lala. Şehzadelerin eğitim ve öğre­
timleriyle meşgul olanlara bu ad
verildiği gibi, padişahlar vezir­
lerine (Lala) diye seslenirlerdi.
Lala Mustafa Paşa. 833
Lala Şahin Paşa. 833
Lâle Devri. 366, 367, 786, 829
Lâle Devri ressamları. Jean-Baptiste
Vanmour (1671-1737) ve tabloları.
368
Lâle yetiştiricileri. 750
Lâleli Camiî. 1759 yılında Üçüncü
Mustafa
tarafından ■ yapımına
başlanılmışsa da, 1763 yılında
bittiğinde tek minaresi vardı. Y e­
di yıl sonra ikinci minaresi ya­
pılmıştır.
Lamartin. 369
Lamartin. Türkiye’ye muhaceret ka­
rarı. 830
Lamartin’e dam 370
Lehistan. Türkler ve Lehistan. 737
Lehistan Kıralı Stanislas Bender’de.
57
Lehistan'a giderken. 372
Lehistan’da Osmanlı nüfuzu. 373
Lehistan’da Türk hâkimiyeti. 374
Lozan. 555
—M —
Mâbeyn Kapısı. Topkapı Sarayı’nda
Üçüncü Ahmed’in tahttan çekil­
diği (1730) yer.
Macar İstiklâl hareketi kahramanı.
Bem Murad. 375
Macar lisanı ve Budin valileri. 85
Macar kanı ve Osmanlı. 491
Macar mültecileri Türkiye’de. 670
Macar vesikaları. Türk tarihine dair.
657
Macaristan’da Türk vesikaları. 376
Macarlar. 85, 86
Macarlar ve Bosna Hersek. 82
Madam De Montespan. 377
Madam De Recamier. 378, 382
Madam De Stael. 379
Madam Desbordes Valmore. 330
Madam Dö Tencin. 381
Madam Montegü’nün mektupları. 36,
926
Madam Tallien. 542
Mahfiruz Valide Sultan. 820
Mahmud-u Sâni’nin Validesi. 383
Mahyalar. 384
Makbul İbrahim Paşa. 331, 833
MakedonyalI Vasıl. 385
Maltepe’de Orhan Gazi. 386
Manga Başı. 917
Mangır felâketi; sikke fiyatı. 387
Manisa. 388
Maria Stuart. 390
Marie Antoinette’nin ölümü. 392
Marie Louise. 389, 391
Marki de Nevantel. Bk. 358.Marqüis de Bonnac. 18. yüzyılda İs­
tanbul’da Fransız elçisi. (Memoire Historique Sur l’ambassade de France â Çonstantinople)
adlı eseri önemlidir.
Marquis de Villeneuve. 18. yüzyılda
İstanbul’da Fransız elçisi.
Mâruzât, bkz: 557
Matbaa. 278, 461, 816
Mazide bahar seyranları. 393
Meddahlar. 160
Medenilik mefhumu. 394
Medrese. Onbirinci asırda medrese
ve enderun. 454
Medreseler. Onikinci asırda. 459
Mehmed-Ağazade. 87
Mehmed Fenarî. 181
Mehmed Hoca. 362, 363
Mehmed Paşa. Bk. Canım Hoca.
Mehmed-i Râbi zamanında Anadolu.
395
Mehmed-i Râbi zamanında Fransız
politikası. 397
Mehmed-i R âbi’nin sarayında. 396
Mehterhane. Osmanlı Devleti’nin as­
keri Bandosu.
Mekteb-i Maarif-i Adliye. Devlet per­
soneli yetiştirmek için 1839 yılın­
da kurulan bir okul.
Mekteb-i Ulûm-ı Harbiye. Batı usul­
lerine göre subay yetiştirmek için İkinci Mahmud tarafından Se­
lim iye Kışlasında (1834) temeli
421
atılan 1837’den sonra genel kad­
rosu kurulan Harp Okulumuz.
Mektep, vatan, ordu. 398
Melekî Kalfa. 399
Memalik-i mahrûsa. Osmanlı İmpa­
ratorluğu.
Memalik-i Osmaniye’de Demirbaş
§arl’ 831
Memalik-i Osmaniye’de Kıral Rakozci ve tevabii, 832
Menfaat hırsı. 400
Menfada Nâima Efendi. 401
Merc-i Dabık. Yavuz Sultan Selim’in
24 Ağustos 1516’da Sultan Kansu Gavrî komutasındaki Mısır
Memlûk ordusunu yendiği yer.
Meremetçi. Devamlı onarımcı de­
mektir. Osmanlı yapılarının uzun yüzyıllar ayakta kalabilme­
sinin nedenini, bu binaların vak­
fiyelerindeki meremetçi kadro ve
personelinde aramak gerekir.
Merhum Ahmed Refik. 770
Meskükât. Basılı madenî para.
Meskükât. Ahmed-i Sâlis ve mesküMeskükât. İbrahim Paşa sadaretinde
meskükât. 233
Meskükât. Onuncu asr-ı hicride İs­
tanbul’da meskükât meselesi. 449
Meskükât. Osmanlı İmparatorluğun­
da meskükât. 483
Meşhed-i Hüdavendigar. Üçüncü Os­
manlI Beği, I. Murad’m 1389’da
Kosova’da şehid edildiği yer ve
türbesi. Anlaşmalar gereğince
bakımı sürdürülmektedir.
Meşhur Osmanlı kumandanları. 833
Mevacib. Kapıkulu askerine yılda
dört, ÜÇ ayda bir verilen ücret.
Mevlâna Ayas. Bk. 570.
Mevlevilik. Mevlânâ Celâleddin-i Ru­
mî tarafından kurulmuş olan di­
nî bir tarikat.
Mevleviyyet. Eyâlet kadılığı.
Meyhane. Bk. 424.
Mısır hastahaneleri ve hekimleri. 161
Mısır hâzinesi. Eski darphaneler. 152
Mısır baruthanesi. 402
Misil' paşaları. 162
Michelet. 403
Miğfer. Osmanlı miğferleri ve harb-.i
hazır. 485
Mihrimah Sultan Camii. 692
Milletimizin saadeti için ne ‫آ§اله‬
‫آ‬
‫أ‬
'.‫أ‬
‫ل‬yorsunuz?. 404
Milli tarihimize dair. 405
Mimar Davud. 406, 869
Mimar Hayreddin ve en güzel ese‫؛‬
'‫؛‬
.
407
Mimar Kasım. 869
Mimar Mustafa. 869
Mimar Sinan. 408, 788, 834, 869
Mimar Sinan, hayat ve asârı. 409
Mimar Sinan’a dair, 410, 411
Mimar Sinan’ın plânsız çalıştığı dogru değil. 412
Mimar Sinan’ın vefat tarihi. 413
Mimar Sinan. Bkz. Sinan.
Mimârbaşı. Devlete ait binaların yapim ve onarımlarıyla görevli mimarlarm başı.
Mirâbâd Köşkü. Damad İbrahim Paşa’nın kayınbabası üçüncü Ahme€İ için Kanlıca sırtlarında yaptırdığı ünlü köşk.
Miskinler Tekkesi. Cüzam tedavisi
için 1514 yılında Üsküdar’da Karacaahmed’de kurulan kurum.
Mithat paşa ve Kanunu-u Esasi. 414
Mizan sahibi Murad Beyefendiye. 728
Mohaç Savaşı. 849, 851
Mommsen. 789
Moi’alı Ah Efendinin Paris sefaretnamesi. 415
Mösyö (Boppe) ve eserleri. 416
Muhac. Bk. Mohaç.
Muharebeye dair mülahazat. 417
Muharebeye dair nefer neler bilmelidir?. 921
Muhtasar tarihi medeniyet. 931
Muhtasar Türkiye tarihi. 835
Murad Ağa. 877
Murad-ı Sâlis ve Kraliçe Elizabeth.
Musavvir. Bk. 457 c
Muslihiddin Ağa. 344, 838
Muslu Beşe. 1730 Patrona isyanını
düzenleyenlerden. Kahveci, is ­
yandan sonra kul-kethüdası m a­
kamına yükselir.
Mustafa P aşa (Daltaban). 119
Musul. Dördüncü Murad zamanında
Musul. 136
Muşkara. Bk. Nevşehir.
Müfti ve Divan. 419
Müfti-i fitne. 418
Mühr-i şerif. 420
Mühr-i şerif sevdası. 421
Mülteci hükümdarlar. Türkiye’de. 671
Mülteciler m eselesine dair. 422, 871
Mür’iyüt - tevârih.
Şem’dâni - Zâde,
Fmdıklı’lı Süleyman Efendi’nin
tarihi.
Müskirat. Tarihimizde işret ve müs­
kirat. 626
Müskirat ve âşar. 423
Müskiratın m en’iııe dair. 424
Müşir Recep Paşa. 726
Müteferrika Süleyman Ağa. 861 ■
Müverrih. Tarih yazan kişi. Tarihçi.
Müverrih Ahmed Refik (M.H. Bayrı).
779
Müverrih Ahmed Refik (E. T. Til).
780
Müverrih Ahmed Refik Bey (M.H.
Ymanç). 757
Müverrih Bay Ahmed Refik (C.N.
Güler). 765
Müverrih Naima Efendi. 425
Müverrih Refik
Beyefendiye açık
mektup. 736
Müverrih Selâniki Mustafa Efendi.
426
Müverrihlerimize ve tarihe dair. 427
Müverrihte ilim. 428
Müverrihte sanat. 429
Müzehhepçilik. Bk. 457 c
—N —
Nâdir Şah. XVIII. yüzyılda İran hü­
kümdarı.
Nahv-i fransevinin sadeleştirilmesi.
914
Naima. 401, 425, 430, 836
Nakkaş. Bk. 457 c
Nakşidil Valide Sultan hakikaten
Fransız mıydı?. 575
Namazgâh-Ovası. Edirne dolayların­
da.
Namdar Mehmed Han. 222
Nâme-i hümâyun defteri. Başbakan­
lık Arşiv Genel Müdürlüğünde
bulunan önemli belgelerden.
Napolyon. 432, 530, 531, 837
Napolyon’un âsar-ı müntahabesi. 928
Napolyon’un oğlu. 431
N asıl öldü? (Napolyon). 432
Nedim. 269
Nedim’in basılmamış şiirleri. 433
Nedim’in gayrı matbu bir kitabesi.
434
Nedim’in hayatı. 837 b
Nemçe. Avusturya Kırallığı.
Nevşehir. Damat İbrahim Paşa za­
manında. 120, 121, 122
Nevşehirli Damat İbrahim P aşa
Türk’tü ve müslümandı. 729.3
Nevşehirli İbrahim Paşa ve elçiler.
436
Nevşehirli İbrahim P a şa ’ya dair: 437
Niğbolu. Tuna Nehri üzerinde bir şe­
hir.
Niğbolu Meydan Savaşı. 851
Niğbolu muharebesine dair. 438
N is’te Barbaros. 439
Nişan talimleri. Kanunî devrinde. 591
Nişan taşı. 631.6
Nur Ali. 321
Nur-banû Sultan. 819
Nuruosmaniye Camii. 440
— O—
Ocak Ağaları. 838
Odalıklar, Hasekiler ve cariyeler. 441
Odun m eselesi. 442, 443
Okçuluk 444
Okmeydanı. 444
Okul kitapları. 878-911
Onuncu asırda acem i oğlanlar. 445
Onuncu asırda açık deniz m eselesi ve
Azak muhasarası. 446
423
Onuncu asırda hazine. 447
Onuncu asırda İstanbul. 448
Onuncu asr-ı hicride İstanbul hayatı.
839
Onuncu asr-ı hicride İstanbul’da meskükât m eselesi. 449
Onuncu asr-ı hicride İstanbul’da sa­
nayi ve ticaret. 450
Onuncu asr-ı hicride Sapanca-îzmit
kanalını açmak teşebbüsü. 451
Onuncu asr-ı hicride saray düğünleri.
452
Onbirinci asırda Boğaziçi. 453
Onbirinci asırda medrese ve enderun tahsili. 454
Onbirinci Asr-ı Hicride
Devşirme
Usulü. 455
Onikinci asırda hayat. 456
Onikinci asırda İstanbul’da gümrük
ve ticaret. 457
Onikinci asırda İstanbul’da kiremit
ve mensucat fabrikaları. 457 b
Onikinci asırda İstanbul’da kürkçüler
ve müzehhepler. 457 c
Onikinci asırda Kütahya ve Bursa:
458
Onikinci asırda medreseler. 459
Onikinci asırda Türk donanması.
459 b
Onikinci asırda Türk kadını. 460
Onikinci asr-ı hicride ilk Osmanlı
matbaası. 461
Onikinci asr-ı hicride Osmanlı etıb­
bası ve nizamları. 462
Ondört yaşında gelin ve elli yaşında­
ki damat, Fatm a Sultan’la İbra­
him P aşa’nın mesut izdivaç ha­
yatları ve akibetleri. 463
Ondördüncü Lui’nin m etresi Madam
De Montespan. 377
ıI
Onbeşinci asırda Türk usul-ü harbi.
464
Onbeşinci asrın nısf-ı âhirine dair
Türkçe vesikalar. 465
Onaltıncı asırda bir Avusturya elçi­
si ve o devrin İstanbul’u. 466
Onaltıncı asırda İstanbul hayatı. 840
424
|
Onaltıncı asırda râfızilik ve bektaşilik. 841
Onyedinci Asırda İstanbul’da İnşaat.
467
Onsekizinci asırda Boğaziçi. 468
Onsekizinci asırda Fransa ve «Türk
askerliği». 469
Onsekizinci asırda P aris’te Türkkâri
sanat. 470
Orduda fikr-i ittihat. 471
Ordumuz ve inkılâbı hazır. 263
Ordumuz ve inkılâp. 472
Orhan Bey Bursa önünde. 473
Orhan B ey’den Fatih’e kadar. 474
Orhan Gazi. 475
Orhan Gazi M altepe’de. 386
Orhan Gazi evladına dair. 735.2
Orhan Gazi ve Paleologlar. 476
Orhan Gazi’nin evladı. 735
Orhan Gazi’nin zevceleri ve oğulları.
477
Orhan Gazi’nin kayınpederi. 478
Orta Camii. Yeniçeri kışlaları içinde
bulunan cami.
Orta-Kapı. Topkapı Sarayı’nın, Bâbüs-selâm adı verilen ikinci ka­
pısı.
Osman Gazi’ye dair. 479
Osmanlı devrinde hoca nüfuzu. 842
Osmanlı devrinde râfızilik ve bektaşilik. 514.
Osmanlı devrinde Türkiye madenleri.
843
Osmanlı devrinde zorbalar. 844
Osmanlı hanımları.
Ahmed-i Sâlis
devrinde. 13
Osmanlı hükümdarlarında «Sultan»
unvanı. 735.3, 735.5
Osmanlı hükümdarlarında «Sultan»
unvanının eskiliğine dair. 735.6
Osmanlı İdaresinde İken Yerli Bir
Habeş Valisi. 480
Osmanlı idaresinde Kamaniçe. 481
Osmanlı İmparatorluğunda Fener
patrikhanesi ve Bulgar kilisesi.
482
Osmanlı İmparatorluğunda meskükât. 483
Osmanlı imparatorluğunu idare eden­
ler. 484
Osmanlı imparatorluğunun teşekkü­
lü m eselesi. 741.2
Osmanlı m âliyesi. Bk. 483
Osmanlı M iğferleri ve Harb-ı Hazır.
485
Osmanlı Ordusunun esasları. 165
Osmanlı saltanatında samur ve amber
devri. 486
Osmanlı siyasetine dair iki vesika.
487
Osmanlı tarihinde İstanbul ve Ana­
dolu. 488
Osmanlı tarihinde kadın. 489
Osmanlı tarihinde kadınlar. 490
Osmanlı tarihine dair nefer
neler
bilmelidir?. 845
Osmanlı ve Macar Kanı. 491
Osmanlılar Akdeniz’e hâkim iken. 492
Osmanlılar Lehistan’a kıral nasbederken. 495
Osmanlılar ve Büyük Friedrich 846
Osmanlılar’da harp
umumiyye. 166
ve
hissiyat-ı
OsmanlIlarda ilk bütçe. 864
OsmanlIlarda ilk bütçe,
Tarhuncu
Ahmed Paşa. 493
OsmanlIlarda usul-ü harp. 851
OsmanlIların AvrupalIlarla ilk ittifa­
kı. 494
Osman-Oğulları. Onüçüncü yüzyıl so­
nunda, Batı-Anadolu’da bir aşi­
ret iken, beğlik ve sonunda bü­
yük bir imparatorluk haline ge­
len bir devlet kuran ve bu dev­
lete adlarım veren, Oğuz Türkleri’nin Üçok kolunun, Bozok şu­
besinin Kayı boyuna mensup
Türk ailesi soyu. Birinci Osman
(salt. 1281, 1300-1324), Orhan Ga­
zi (salt. 1324-1360), Birinci Mu­
rad (Hüdavendigar) : (salt. 13601389), Birinci Bayezid (Yıldırım):
(salt. 1389-1402), Birinci Mehmed
(Çelebi): (salt. 1402, 1413-1421),
ikinci Murad (salt. 1421-1444,
1446-1451), ikinci Mehmed (Fa­
tih) : (salt. 1444-1446, 1451-1481),
ikinci Bayezid (salt. 1481-1512),
Birinci Selim (Y avuz): (salt.
1512-1520), Birinci Süleyman (Ka­
nunî) : (salt. 1520-1566), ikinci
Selim (San ) : (salt. 1566-1574),
Üçüncü Murad: (salt. 1574-1595),
Üçüncü Mehmed: (Salt. 15951603), Birinci Ahmed: (Salt. 16031617),
Birinci Mustafa: (Salt.
1617-1618, 1622-1623), ikinci Os­
man (Genç): (Salt. 1618-1622),
Dördüncü Murad:
(Salt. 16231640), İbrahim: (Salt. 1640-1648),
Dördüncü Mehmed (Avcı): (Salt.
1648-1687),
İkinci
Süleyman:
(Salt. 1687-1691), İkinci Ahmed:
(Salt. 1691-1695), İkinci Mustafa:
(Salt. 1695-1703), Üçüncü Ahmed:
(Salt. 1703-1730),
Birinci Mah­
mud: (Salt. 1730-1754), Üçüncü
Osman: (Salt. 1754-1757), Üçüncü
Mustafa: (Salt. 1757-1774), Birin­
ci Abdülhamid: (Salt. 1774-1789),
Üçüncü Selim: (Salt. 1789-1807),
Dördüncü Mustafa: (Salt. 18071808),
İkinci Mahmud: (Salt.
1808-1839), Abdülmecid:
(Salt.
1839-1861),
Abdülaziz:
(Salt.
1861-1876), Beşinci Murad: (Salt.
Mayıs-Ağustos 1876), İkinci Ab­
dülhamid: (Salt. 1876-1909), Be­
şinci Mehmed
(Reşad): (Salt.
1909-1918), Altıncı Mehmed (Vahideddin): (Salt. 1918-1922).
Osmanoğulları. 847
Otlukcu.
Osmanlı Ordusunda geri
görev yerlerinde çalışanlardan
Otuz Ağustos, bkz: 685
—
Ö
—
Ölümünün 16. yıldönümünde Ahmed
Refik. 784
Özdemiroğlu Osman Paşa. 833
Özü (Ocsakow). Kuzey Karadeniz’de
bir şehir v e kale.
425
— p —
Padişah kalbi. 496
Padişahlar ve halTer. 497
Padişahlarımız ve (sultan) unvanı.
Padişahlarımızda av merakı. 498
Padişahlarımızda din gayreti ve vatan muhabbeti. 848
Pamuk Kalesi. 499
Para. 500
Para tahsili. 154
Para. Bkz. meskükât
Paris sefaretnamesi. 415
P aris’te Osmanlı sefirleri. 723
P aris’te Türkkâri sanat. 470
Pasarofça. Tuna ile Morava Nehirlerinin birleştiği yerde bir kasaba. 1718 Anlaşmasının imzalandığı yer olmasıyla ün kazanmışPasarofça muahedesinden sonra Vİyana’ya sefir izâ،m. 501
Pasarofça musalahası aktedilirken.
Rafızilik. 841
Râfızilik ve bektaşilik. 514
Ragıp Paşa (Koca). Bk. 345
Rakoçi Ferenç. 515, 832
Rakoçi Yozef. 832
Ramazan. 55, 56, 245
Ranke. 516, 789
Raşid. 517, 788
Raziye Kalfa. 518, 519
Reaya. Türk idaresinde reaya. 655
Reis ül-etibba. Bk. 462
Ressam Bellini. 579, 933
Reşit Paşa. 29
Revan Kasrında. 520
Revan Köşkü niçin yapılmıştı?. 632.3
Rum Mehmed. 521, 844
Rumeli. Osmanlı Imparatorluğu’nun
Avrupa kıtasındaki toprakları
Rumelihisarı. 522
Rusya ve Avusturya’ya karşı 11481152 Seferi. 523
Rüşvet alan padişahlar. 524
Rüşvet ve defterdarlar. 525
Pasarofça sulbünden sonra İstanbul.
Patrikhane. Bk. 482
Patrona Halil. 504
Peç (Bec). Viyana
Peçevi. 849.
Peçevi hakkında, notlar. 506
Peçevî İbrahim Efendi. 505, 788
Pompadur. 507
Peşte’de namına heykel dikilen Türk
kumandam. 508
Piyade mektupları. 929
Piyadeye, süvariye,
topçuya karşı
piyade ateşlerinin idaresi. 924
Poltava. Kiyef ile Harkov arasında
şehir ve kale ,
Prens 'Adaları. 338
Prens Bismark’ı ziyaret. 509
Prens Ojen. 211
Prens Sabahattin Bey. 123, 510
Preveze Muharebesi. 511
Prusya nasıl yükseldi?. 69, 850
Psellos. 513
426
Sa’ad-abâd. 526, 527
Sabah olmadı. 742
Sabahattin Bey. 123, 510
Sadaret ve ihanet. 528
Sadettin Efendi. 225, 226, 788, 814
Safiye Sultan. 217, 529, 699, 819
Sahaif-i Muzafferiyeti Osmaniye. 851
Said Efendi. 861
Saint Elen’de Napolyon. 530, 531
Sakız. Batı Anadolu’da, Çeşme Yarımadası’mn batısında bir ada
Saltanat devrinde şeriat hâkimleri.
Saltanat hırsının yaptırdığı cinayet­
ler. 534
Saltanat-ı aliyye. Osmanlı devleti
Samur Devri. 852
Samur ve amber devri, 486
Samur ve amber vergisi. 852
Sanayi. Onuncu asr-ı hicride İstan­
bul’da. 450
Sapanca-îzmit Kanalı. 451, 535
Saray düğünleri. 452
Saray faciaları. 536
Saray-ı atik. İstanbul’da, Bayezid’de
Eski-Saray
Saray-ı hümâyûn. Padişahların otur­
duğu ve Osmanlı İmparatorluğu­
nu yönettiği saray
Sarık ve cübbe. 108
Sarım Bey. 67
Saruhan. Bk. 388
Sart. 537
Savurganlık. 337
Sedan. 538
Sedan vakası. 538, 539
Selâniki. 853
Selâniki Mustafa Efendi. 426, 788, 853
Selçuk Hatun. 540
Selimiye Camii; 139, 541, 546
Sensiz içerken. 743
Sepetçiler Köşkü, bkz. 54
Serdar-ı Ekrem. Bk. 700
Seyyid Ali Efendi ve Mm. Tallien. 542
Seyyid Lokman. 78
Seyyid Lokman ve halefleri. 78, 788
Sezar’ın ölümü. 114, 296
Sıhah il-cevherî. Bk. 461
Sikke. Basılm ış para
Sikke. 387, 717
Sikke fiyatı. 387
Silâhtar Fındıklı’lı Mehmed Ağa. 543.
788. 807, 854
Silivri. İstanbul’un bir mahallesi. 283
Simavnalı Şeyh Bedrettin. 841
Sinan. Büyük bir Türk sanatkârı. 544
Sinan. Hicaz’da Koca Mimar. 545
Sinan’ın en beğendiği eseri. 546
Sinan Paşa. 451, 833
Sinan P aşa Köşkü, bkz. 54
Sinan P aşa Köşkü, bkz. İncili Köşk.
Siyavuş Paşa. 350
Sobyeski’nin nankörlüğü, s. 106-110,
547
Sofa Köşkü. 631.5
Soğuk-çeşme.
Gülhane
Parkı’nın
Divanyolu yönü
Sokullu Mehmed P aşa ve Lehistan
intihabatı. 549
Sokullu Mehmed P a şa ’nm Bahr-ı Ha­
zar ve Karadeniz kanalı teşebbü­
sü. 550
Solak-çeşmesi. Edirne dolaylarında.
Ordunun sefere çıkarken konak­
ladığı ünlü yer
Son asır saray israfatı. 551
Son Osmanlı padişahı. 552
Son zamanlarında Bizans. 553
Söğüt. 554
Spor sahaları.
Topkapı Sarayında.
631.6
Stanislas. 57
Stephan Gerlach. Bk. 466
Su derdi. 286
Su m eselesi. 280
Subhî Mehmed Efendi. XVIII. yüzyıl
ilk yarısı vakanüvisi
Sulh. 555
Sulhten sonra. 556
Sultan Abdülaziz Han’ın ilk seneleri.
557
Sultan Abdülhamid-i Sâni’nin evsafı.
734.1
Sultan Abdülhamid-i Sâni'nin
nâşı
önünde. 3, 4, 558
Sultan Abdülhamid-i
Sâni’ye dair.
734.2, 856
Sultan Abdülmecid Han’ın sarayın­
da. Dr. Spitzer’in hâtıratı. 559
Sultan Abdülmecid’e dair. 560
Sultân Abdülmecid’in son seneleri.
561
Sultan Abdülmecid’in irtihali. 562
Sultan Ahmed-i Sâlis çeşmeleri. 563
Sultan Ahmed-i Sâlis Çeşmesi. 564
Sultan Ahmed-i Sâlis devrinde melbüsat. 565
Sultan Ahmed-i Sâlis ve damadı. 566,
567
Sultan Ahmed-i Sâlis’in
hayatına
dair. 568
Sultan Ahmed-i Sâni’ye dair. 569
Sultan Cem. 570, 857
Sokullu. 548, 855
Sokullu Mehmed Paşa. 849
Sultan Cem ve sevgilisi. 571
Sultan düğünleri. 14
427
Sultan Hamid-i Evvel’in vatanperverliği. 572
Sultan İbrahim devrinde israfat. 573
Sultan İbrahim’in ilk veziri. 574
Sultan II. Mahmud’un annesi Nakşidil Valide Sultan hakikaten
fransız mıydı?. 575
Sultan Mahmud-u Sâni devrinde ^0ğaziçi. 576
Sultan Mehmed Han-1 Hâmis hazretleri. 858
Sultan Mehmed-i Râbi ve ulemâ. 577
Sultan Mehmed-i Râbi’nin son sene*Mehmed-i Sâni ve ressam Bellini. 579, 933
Sultan Murad-ı Râbi’nin hatt-ı hümayunları. 580
Sultan. Murad-ı Sâlis devrinde istanbul’da belediye işleri. 581
Sultan Murad-ı Sâlis devrinde istanbul’da et meselesi. 582
Sultan Murad-ı Sâlis ve ingilizler.
Sultan Murad-ı Sâlis ve Kraliçe Elizabeth. 584
Sultan Murad-ı Sâlis Zamanında; Et
•Meselesi ve Kösele ihtikârı. 585
Sultan Murâd-ı Sâni’nin validesi. 586
Sultan-Onü. 179
Sultan-öyüğü. 180
Sultan Selim Camii. 139
Sultan Selim-i Sâlis ve iaşe işleri. 587
Sultan Selim-i Sâlis’in malî fikirleSultan Selim-i Sâlis’te halk ve milliyet muhabbeti. 589
Sultan Sül‫؟‬
yman -1 Kanunî devrinde
açık deniz meselesi ve Azak muhasarası. 590
Sultan Süleyman-ı Kanunî devrinde
nişan talimleri. 591
Sultan Süleyman-ı Kanunî’nin son senelerinde İstanbul’un usul-ü iaşe
ve ahval-i ticariyesi. 592
Sultan Süleyman-ı Sânı ve tabayii.
428
Sultan unvanı.
735.1, 735.2, 735.3,
Sultanlardan halkın çektikleri. 594
Sultanların korkunç İsrafları. 595
Süleyman Aga. 341
Süleyman-ı Kanunî, müttefiki. 596
Süleyman-ı Kanunî’nin sön senelerinde kalp akçe ve ihracat meselesi. 597 ,
Süleymaniye Camii nasıl yapıldı-. 598
Sümerlerin kurduğu medeniyet ve
tesirleri, 599
Sürgün yeri, ibrim. 234
Şaban Ağa. 600. 844
Şair Nedim. 269
Şair N ef’î ve Bayram Paşa. 601
Şâkir. XVIII. yüzyıl vakanüvislerinŞarap. Bk. ‫م‬2‫ء‬
Şark mektupları. 16, 926
ŞarI Dil (Charles Diehl). 602
Şehit K ara Ali. 603
Şehit Kara Mehmed. 603. 604
Şehnamecilik. 78
Şehremini (Şehir Emini). İstanbul’un
§ehir işlerini yürütmekle g'örevü
Şehzade. Bk. 605
Şehzade Süleyman Paşa. 833
Şehzadebaşı. 605
Şehzadelerin tahsili. 79
Şekerpâre Hatun. 821, 836, 852
Şeyhler ve tekkeler. 629
Şeyhülislâm. 419
Şeyhülislâm Abdurrahim Efendi. 687
Şeyhülislâm Feyzullah Efendi. 687
Şeyhülislâm Yahya Efendi. 788
Şiir ve kadın. 729.1
Şinasi’nin berayı tahsil P aris’e gitmesi. 606
Şumnu’da Koşut (Kossuth). 607
— T —
Taaddüd-ü zevcat. 628
Tâbirlere dair. 630
Taburun talim ve terbiyesi. 919
Tahsil-i iptidai ve milliyet. 608
Taht Kapısı. Bk. Babüssaade
Takım zabitlerine rehber. 915
Talman. XVIII. yüzyılda İstanbul’da
Avusturya elçisi.
Tamışvar. M acaristan’da bir eyâlet
Tarhuncu. 609, 864
Tarhuncu Ahmed Paşa. OsmanlIlar­
da ilk bütçe. 493
Tarhuncu Ahmed Paşa idaresi. 610
Tarhuncu Ahmed P aşa ve akibeti.
611
Tarih Encümeni reisi Ahmed Refik
Bey istifa eti. 761
Tarih nazarında İbrahim Paşa. 729.2
Tarih sayfalan . 859
Tarih ve felsefe-i tarihiyye. 612
Tarih ve fen. 613
Tarih ve İslâm nazarında İstanbul.
614
Tarih ve millî mevcudiyet. 615
Tarih ve müverrihler. 616, 923
Tarihe dair telâkkilerimiz. 617
Tarihî bir hakikat. 739.1
Tarihî bir müşabehet. 618
Tarih-i Gılmanî. 619, 860
Tarihî hakikat. 739.2
Tarihî hakikatlar. 620
Tarihi harp tatbikatı. 934
Tarihi harbimiz. 621
Tarihi medeniyet. 932
Tarihi Osmanî Encümeni. 142
Tarihi Osmanî Encümeni m eselesi.
730
Tarihi Osmanî Encümeni’nin vazaifine dair. 622
Tarihi Osmanî ve Ahmed Refik Bey.
747
Tarihi simalar. 861
Tarihi simalar hakkında. 746
Tarihimiz. 754
Tarihimiz değişiyor ve inkılap yürü­
yor. 759
Tarihimizde casusluk. 623
Tarihimizde devlet ricali. 624
Tarihimizde feragat hisleri. 625
Tarihimizde taaddüdü zevcat. 628
Tarihimizde tâbirlere dair. 630
Tarihimizde Tekkeler ve Şeyhler. 629
Tarihsel izlere göre Topkapı’daki
köşkler. 631
Tarihte Gazi. 632
Tarihte Hoca Nüfuzu. 633
Tarihte kadın simaları. 862
Tarihte Osmanlı neferi. 634, 863
Tasarruf m eselesi. 337
Tavil Mehmed Paşa. Bk. Sokullu
Tebdili kıyafet gezen padişahlar. 635
Tedrisat-ı Tarihiyye ve Tarih Kitap­
ları. 636
Teke-ili. Fatih, zamanında. 181, 182
Telhis. Padişaha sunulan özet haline
getirilmiş yazı
Telhisçi. Padişaha
sunulacak özet
yazıları
hazırlamakla
görevli
sadrıâzamın emrindeki memur
Telli Haseki. 821, 852
Teodora. 135, 637
Teofano. 638
Tercüman. 155
Terhan Sultan. Bkz. Turhan Sultan
Tersane. Bk. 451
Tesavir-i rical. 864
Tesisat-ı medeniye ve tesirat-ı siya­
siye. 639
Tevarih-i Âl-i Osman. 640, 641
Tevfik Paşa. 642
Tezâkir. Bkz. 557
Tezkeret-ül bünyan. Bk. 410, 834
Tezkeret-ül ebniye. Bk. 410, 834
Timurtaş Paşa. 833
Tiryaki Haşan Paşa. 833
Topçu Kara Mehmed. 877
Tophane. 169
Tophane Camii. 643
Topkapı Sarayından getirilen vesika­
lar. 644
Totte, François. Bk. 469
Tökeli İmre. 313, 651, 867
Trablusgarp sularında Piyale Paşa.
645
Treitschke. 646, 789
Tarihimizde İşret ve Müskirât. 626
Tarihimizde medenî şecaatler. 627
Tulon’da Barbaros Hayreddin. 647
Turgutça Bey. 849
429
Turhan Sultan ve Çanakkale. 648
Turhan Valide. 536, 865
Turhan Valide’nin saltanatı. 536
Türk akıncıları. 866
Türk-Alman ilişkileri. Bk. 69, 846
Türk Asya’da hâkim iken. 649
Türk Donanması. Bk. 459 b
Türk fedakârlığı. 650
Türk-Fransız kültür anlaşması. Bk.
Türkler Budapeşte’den çıkarlarken.
Türkler
Türkler
Türkler
Türkler
Türkler
Türkler
Türkler
Türkler
Türkler
Türk hizmetinde Kır al Tököli İmre.
Türk idaresinde Atina. 652
Türk idaresinde Bulgaristan.
Türk
Türk
Türk
Türk
Türk
Türk
Türkler ve Lehistan. 737
Türkler’de kılıç alayı. 682
Türklere dair. 684
Türkler’in İstanbul muhasaraları. 874
Türk’ün hakiki halas güneşi. 685
Tütün ve kahve. 305, 306
653,
idaresinde İznik. 654 idaresinde reâye. 655
Kadını. Onikinci asırda. 460
mimarları. 869
Ordusu. Bk. 464
sarayında Bizans prensesleri.
Ulûfe meselesi. 199
Usul'ü meşruta ve vazaif-i ahali. 686
Türk Tarihine Dair Macar vesika­
ları. 657
Türk toprağında Zirini İlona. 658
Türk ve Avrupa. 659
Türk ve Bizans. 662
Türk ve Bizans idaresinde Anadolu.
— ü —
Üç şeyhülislâm. 687
Üçüncü Ahmed Çeşmesi. 688
Üçüncü Ahmed’in ilk aşkı. 689
Üçüncü Murad. 217
Ürgüp. 120, 121, 122
Üsküdar Kadıköy arası. 690
Üsküdar Sarayı. Bk. Kavak Kasrı
Üsküdar ve saranları. 691
Üsküdar’da Mihrimah Sultan Camii.
Türk’e dâir. 661
Türk’e ve Anadolu’ya dair. 731
Türkiye Cumhuriyeti’nin Arması na­
sıl oluyor?. 663
Türkiye Tarihi. 870
Türkiye’de çiçek zevki. 664
Türkiye’de Fransız heyeti talimiye-
_y __
Türkiye’de General Bem. 666
Türkiye’de Islahat Fermam. 667
Türkiye’de kahve. 849
Türkiye’de katolik propagandası. 668,
Türkiye’de Macar Mültecileri. 670
Türkiye’de mülteci hükümdarlar. 671
Türkiye’de mülteciler meselesi. 871
Türkiye’de tütün. 849
Türkiye’de tütün meselesi. 672
ve Anadolu. 674
ve Bizans. 675
ve Bizans kilisesi. 676
ve Büyük Petro. 872
ve Fransız siyaseti. 677
ve Haçlı Eserleri. 678
ve İngilizler. 679
ve İstanbul. 680
ve Kraliçe Elizabeth. 681,
i
1
Vahidettin. 552
Vakanüvis. Bk. 693
Vakanüvis evrakı. 693
Vakanüvis evrakı. Fuad Paşa. 694
Valide Safiye Sultan. 217, 695, 699
Vankulu Lügati. Bk. 461
Vanmour, Jean-Baptiste (1671-1737).
Varna Meydan Savaşı. 851
Varna Zaferini kazandığımız yıllar­
da Türk Ordusu. 696
Varna’da koca bir Haçlı ordusunu
bir fırtına gibi nasıl yenmiştik?
697
Vâsıf Ahmed. XVIII. yüzyılın ikinci
yarısında vakanüvis ve elçi
Vaşington ve Amerika istiklâli. 875
Vatan ve ordu. 698
Vefiyat. Tevfik Paşa. 642
Venedik. Akdeniz devletlerinden eski
bir cumhuriyet
Venedikli Baffa. 217, 529, 695, 699,
819
Venedikliler. İstanbul’da. 281
Veroennes. Charles. Bk. 346
Veziriazam intihabı. 700
Vilhelm Sâni (Wilhelm II) hazretleri
Berlin Kongresinde. 701
Ziyana bozgunluğunun sebepleri ve
ihanetler. 702
Ziyana hezimetinden sonra. 703
Viyana muhasarası. 800
Viyana muhasarasına dair. 249
Viyana muhasarasının çok acıklı so­
nucu. 250
Viyana seferinin hakiki sebepleri. 251
Viyana muhasarası ve netayici askeriyesi. 66
Viyana önünde Türkler. 703b, 876
Viyana’ya sefir izâmı. 501
Von der Goltz : hayat ve asarı. 704
Voynuk. Bk.. 653
— Y —
Yahudiler. Cülûs bahşişi, yahudiler.
109
Yalı Köşkü. 631, 705
Yalı Köşkleri. 631.1
Yanya. 706
Y asef Nasi. 109
Yavuz Sultan Selim’in askerî deha­
sı. 707
Yavuz’un ölümü. 708
Yedigün kıymetli bir yazı arkadaşı­
nı kaybetti. 775
Yedikule. 709
Yemekler, melbusat, mefruşat. 710
Yemişçi Haşan Paşa. 711
Yena muharebesi. 712
Yeni Alman piyade talimnamesi. 935
Yeni Cami. 713
Yeni Cami nasıl yapıldı?. 714
Yeni Cami’ye ne vakit başlanıldı ve
nasıl bitirildi?. 715
Yeni Hamam. Nevşehirli İbrahim
P a şa ’mn yanan sarayı yerine I.
Mahmud tarafından yaptırılan
hamam
Yeni Odalar. İstanbul’da Şehzadebaş ı’nda Yeniçeri Ortalarının kış­
laları
Yeni Ordumuz ve kumandanları. 716
Yeni sikkeler darbı. 717
Yeni vesikalar. 718
Yeni Türkiye. 224
Yerebatan Sarayı. 719
Yerli malı. Bk. 457 b
Yeşil Bursa payitaht iken. 720
Yine İbrahim P aşa m eselesi. 729.7
Yine tarihimiz. 732
Yirminci asır kahramanlarımız. 721
Yirmibeş sene siper kavgası. 722,
877 •
Yirmisekiz Zâde Sait Mehmed Efen­
di. 723, 861
— Z —
Zabitanda kendiliğinden hareket. 724
Zabitler. 132, 232
Zehirleme. İmparatorluk devrinde in­
san zehirlemek. 259
Zembilli Ali Efendi. Bk. 687
Zirini İlona. 658
Zirini Mikloş’un kellesi. 725
Ziya-ı elim, matem-i millî. 726
Zülfikar Efendi’nin sefareti. 727
431
X
YAZAR ADI DİZİNİ
Dizide; yazı ve eserlerde emeği geçenlerin ve yazar niteliğindeki tüzel kişi­
lerin adları yer alır. Dizide gösterilen numaralar, bibliyografik künyelerin so­
lunda bulunan sıra sayısını ve (s) harfi sayfayı göstermektedir.
— A —
Abdullah Cevdet. 746
Abdurrahman Şeref. 856
Ahmed Cevdet. 39b, 732
Ahmed Cevdet P ş. 561
Ahmed Refik, Lütfen; Altmay
Akşam Gazetesi, s. 19-21
Akyavaş, Ragıp. s. 78-80
Ali Kemal. 747
Ali Şeydi. 735.5
Alpbek, Muazzez. 785
Altınay, Ahmed Refik.
Altınay, Ömer Hilmi. 781
Ataç, Nurullah. s. 26-27, s. 27, 770c,
770g
Atay, Falih Rıfkı. s. 12-13, 773
— B —
Banoğlu, Niyazi Ahmed. 768
Bayrı, M. Halit. s. 43-53, 779
Bismark. 538, 539
Boppe, August. 469
Bozok, Hüsamettin. 776
Byren, Von. 916
—
C
—
Cevad Rüştü. 752
Colman, Von. 917
Chueton. 296
—ÇÇapanoğlu, Münir Süleyman, s. 6468, 784
—D —
Dersaadet Gazetesi, s. 80-83
Dragomirof. 918, 919
— E —
Ebcioğlu, Hikmet Münir. 771
Elif Naci, s. 73-77
Ertem, Sadri. s. 28-30
—
F
—
Fatma Aliye. 729.1, 729.4, 729.5, 729.7,
729.8
Fındıklılı Mehmed Ağa. 854
Friedrich, Der Grosse II. 94, 920
— G —
Gerlach, Stefan. 466
Giese, Frederik. 741.2
Goltz, Von. 192, 704, 921
Gökman, Muzaffer. 54
Gövsa, İbrahim Alaettin. s. 14-15, 774
Gundlach, Von. 992
Güler, Cemal Nadir. 765
— H —
H.N. s. 55-57, 755 *
Hanotaux, Gabriel. 616, 923
Hekert. 924
Hüseyin Hüsameddin. Lütfen; Yasar,
H.H.
—K —
Kaflı, Kadircan. s. 4-8, 770d
435
Kandemir, Feridun, s. 32-39, 764
Kidonis (Demetrius Cydones). 75,
128
Klasowıtch, Gnrl. 925
Koçu, Reşat Ekrem, s. 118-122, 782,
782b
Köprülü, Ahmed Cemal. 741.2
Köprülü, Prof. Fuad. 735.3, 735.6,
738.3,
741.5, 762
Kutay, Cemal, s. 117-118
Kutlu, Şemsettin. 301
— L —
Lady Montegue. 16, 926
— M —
Mahmud Yesari. s. 83-85, 78$
Mehmed Halife. 619, 860
Muhiddin. 738.1, 738.2, 738.4, 738.5
Münif Fehim. Lütfen; Özarman
—N —
Napolyon. 927, 928
N evsali Millî, s. 58
Noailles, François De. 193
—
O
—
Osman Nuri. 787
Ozansoy, Halit Fahri, s. 62-64 766b
—
Ö-
Özarman, Münif Fehim. s. 70-71
Öztuna, Yılmaz, s. 99-105, 367, 786
— P —
Poyraz, Türkân. 785
436
—
R
—
Raşit Rıza. s. 75
Rohenlohe, Prince. 929
— S —
Safa, Peyam i. s. 2, 767
Schellendorf, Von. 930
Schveigger, Salomon. 466
Seignobos, Prof. Charles. 931, 932
Silâhdar, Fındıkh’lı Mehmed Ağa.
543 , 854
Simavi, Sedat. 763
Spitzer, Prof. Dr. 559
Süleyman Kâni. 739.1
—T —
Talû, E. s. 21-22, 770e
Tan, M. Turhan, s. 2-4, 769
Tepedelenlioğlu, Nizamettin Nazif.
s. 22-25, 772b
Til, Enis Tahsin, s. 40-42, s. 113-115,
780
Totte, .François. 469
Touan, L. 579, 933
— V —
Vâlâ Nureddin. s. 31, 770f
Verdy du Vernois. 934
— Y —
Y.K. 749
Yasar, Hüseyin Hüsameddin. 735.1,
735.8, 754
Yesari, Mahmud. s. 83-85, 783
Yınanç, Prof. Mükremin Halil, s.
15-18, 757
Yusuf Ziya. 736
Yücel, Hasan-Âli. s. 1-2, s. 59-62, s.
72-73, 772
Notlar :
437
Download