kardiyovasküler cerrahi yoğun bakım ünitesinde postoperatif gelişen

advertisement
T.C.
TRAKYA ÜNİVERSİTESİ
TIP FAKÜLTESİ
KALP VE DAMAR CERRAHİSİ
ANABİLİM DALI
Tez Yöneticisi
Prof. Dr. Turan EGE
KARDİYOVASKÜLER CERRAHİ YOĞUN BAKIM
ÜNİTESİNDE POSTOPERATİF GELİŞEN
TROMBOSİTOPENİNİN ERKEN DÖNEM SONUÇLAR
ÜZERİNE ETKİSİ
(Uzmanlık Tezi)
Dr. Gülen Sezer ALPTEKİN ERKUL
EDİRNE-2014
1
TEŞEKKÜR
Uzmanlık eğitimim süresince mesleki bilgi ve
deneyimimi artırmamda büyük destek ve yardımlarını
gördüğüm, bana cerrahi sanatını öğreten ve yanlarında
yetişmiş olmaktan gurur duyduğum çok değerli
hocalarım; tez danışmanım sayın Prof. Dr. Turan
EGE’ye, sayın Prof. Dr. Suat CANBAZ’a, sayın Prof.
Dr. Hasan SUNAR’a, sayın Yrd. Doç. Dr. Serhat
HÜSEYİN’e, sayın Yrd. Doç. Dr. Volkan YÜKSEL’e,
sayın Prof. Dr. Enver DURAN’a, sayın merhum Prof.
Dr.
Mütasım
SÜNGÜN’e,
çalışmalarında büyük
tezimin
istatistik
yardımı olan Biyoistatistik
Anabilim Dalı öğretim üyesi sayın Yrd. Doç. Dr. F.
Nesrin TURAN’a,
Görevim süresince varlıklarıyla bana güven veren
ve bir aile gibi hissettiren hemşire, personel ve asistan
doktor arkadaşlarıma
Sonsuz destek ve sevgileri için aileme ve eşim
Sinan ERKUL’a teşekkür ederim.
2
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ VE AMAÇ................................................................................................................ 1
GENEL BİLGİLER............................................................................................................ 3
KALP CERRAHİSİNE GİRİŞ ........................................................................................ 3
KARDİYOPULMONER BYPASS VE SİSTEMİK İNFLAMATUVAR YANIT ...... 8
HEMOSTAZ VE TROMBOSİTLER .......................................................................... 11
TROMBOSİTOPENİ ...................................................................................................... 14
POSTOPERATİF YOĞUN BAKIM TAKİBİ VE KANAMA KONTROLÜ ........... 19
YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDE KULLANILAN SKORLAMA SİSTEMLERİ ..... 21
GEREÇ VE YÖNTEMLER .......................................................................................... 24
BULGULAR ........................................................................................................................ 29
TARTIŞMA ......................................................................................................................... 49
SONUÇLAR ........................................................................................................................ 58
ÖZET ..................................................................................................................................... 60
SUMMARY ......................................................................................................................... 62
KAYNAKLAR.................................................................................................................... 64
EKLER
3
SİMGELER VE KISALTMALAR
ACC
: American College of Cardiology
ADP
: Adenozindifosfat
AF
: Atriyal fibrilasyon
AHA
: American Heart Association
AMP
: Adenozinmonofosfat
APACHE : Acute Physiology and Chronic Health Evalution
ARDS
: Akut Respiratuvar Distress Sendromu
ATP
: Adenozintrifosfat
AVR
: Aortik Kapak Replasmanı “Aortic Valve Replacement”
CVP
: Central venous pressure
DİK
: Dissemine intravasküler koagülopati
ELISA
: Enzyme-Linked Immuno Sorbent Assay
HES
: Hydroxyethyl starch, hidroksietil nişasta
HİT
: Heparinle indüklenen trombositopeni
İTP
: İmmün/idyopatik trombositopenik purpura
İVİG
: İntravenöz immunoglobulin
KABG
: Koroner arter bypass greft
KPB
: Kardiyopulmoner bypass
LAD
: Left anterior descending (artery)
LODS
: Logistic Organ Dysfunction Score
MODS
: Multiple organ dysfunction syndrome
4
MPM
: Mortality Prediction Model
NYHA
: New York Heart Association
PF- 4
: Platelet Faktör 4
PTFE
: Politetraflouroetilen
ROC
: Receiver operating characteristic
SAPS II
: Simplified Acute Physiology Score
SOFA
: Sequential organ failure assesment, sepsis releated organ failure assessment,
sepsise bağlı organ yetmezliği değerlendirmesi
TNF-α
: Tümör Nekroz Faktör Alfa
TP
: Trombositopeni
TTP
: Trombotik trombositopenik purpura
TXA2
: Tromboksan A2
YBÜ
: Yoğun Bakım Ünitesi
5
GİRİŞ VE AMAÇ
Kardiyak cerrahi sırasında uygulanan yüksek dozda heparin ve kardiyopulmoner
bypassın etkileri ile trombositlerin sayısında azalma ve fonksiyonlarında bozulma meydana
geldiği bilinmektedir. Trombositler vücudumuzdaki pıhtılaşma başta olmak üzere pek çok
sistemik yanıtta rol oynayan kan hücreleridir. Bu hücreler platelet hücreleri olarak da
adlandırılır. Trombositopeni, trombosit sayısındaki azalma anlamına gelir ve 150,000/mm3’in
altında trombosit sayısı olarak tanımlanır. Trombositopeni pek çok nedenle meydana
gelmekle birlikte sık görülen bir koagülasyon bozukluğudur ve kritik durumdaki hastalarda
sık tanımlanan bir komplikasyondur (1-3).
Kritik
hastalarda
trombositopeni
hemodilüsyona,
dissemine
intravasküler
koagülopatide olduğu gibi artmış tüketime, immün mekanizmalardaki gibi artmış yıkıma,
ayrıca azalmış yapım ve artmış dağılım gibi çeşitli etyolojik nedenlere bağlı olabilir. Bu
nedenler arasında HİT %5 oranında görülürken sepsis temel etyolojik nedenlerden biridir ve
DİK ile birliktelik gösterir. Sonuçta bu hastalarda kanamaya eğilim artar (2).
Trombositopeni yüksek riskli cerrahi hastalarda postoperatif dönemde %35 gibi
yüksek rakamlara ulaşırken özellikle kardiyak cerrahi hastalarında bu değer %65’e kadar
çıkabilmektedir. Kardiyak cerrahi hastalarında kullanılan antikoagülan ve antiagregan ajanlar
trombositopeni gelişme riskini artırmakta ve bu hücrelerin fonksiyonlarını bozmaktadır (2).
Hastanın platelet fonksiyonları iyiyse platelet sayısının 50-100.000/mm3 arasında
olması hemostaz için yeterli olmakta ve cerrahi geçirmeyen hastalarda bu değer
10.000/mm3’in altına düşene kadar genellikle spontan kanama beklenmemektedir. Ancak
cerrahi geçirmiş hastalarda kanama daha yüksek trombosit değerlerinde de görülebilmektedir.
1
Platelet fonksiyonlarının genellikle bozuk olduğu kardiyak cerrahi hastalarında ise yeterli
hemostaz için trombosit sayısının 100.000/mm3’in üzerinde olması gerektiği düşünülmektedir
(4).
Yoğun bakım ünitelerinde hastaların prognostik olarak değerlendirilmesinde
kullanılan pek çok skorlama sisteminde (SOFA, MODS, 4Ts vb.) koagülasyon sisteminin bir
parçası olan trombositlerin sayısı önemli bir değerdir. Trombositopeninin yoğun bakım
ünitelerinde prognostik bir marker olduğu ve sepsis ile ilişkili olduğu düşünülmektedir (1-3).
Trombositopeninin yalnızca kalp damar cerrahisi yoğun bakım ünitesinde yatan
hastalardaki etkilerinin incelendiği az sayıdaki çalışmadan pek çoğu HİT ile ilişkili etyolojiye
yönelik araştırmalardan oluşmaktadır. Açık kalp cerrahisi sonrası yoğun bakım ünitesinde
yatan hastaların diğer yoğun bakım ünitelerindeki medikal ve cerrahi hastalara göre birtakım
farklılıkları vardır. Operasyon sırasında yüksek doz antikoagülan uygulanmış olması, yüksek
riskli cerrahi işlem geçirmiş olmaları, kardiyopulmoner bypassın etkileri, çoklu kan
transfüzyonları nedeniyle inflamatuvar proseslere yatkınlıkları, diğer cerrahi geçirmiş
hastalara göre daha yüksek trombosit sayıları ile yeterli hemostazın sağlanabilmesi ve
hemodinamik olarak stabil olmamaları bu farklılıkların bir kısmıdır.
Bu çalışmamızda kardiyak cerrahi geçirmiş hastalarda postoperatif trombositopeninin
erken dönem mortalite ve morbiditelerle (kanama, tromboz, sepsis, enfeksiyon, pnömoni,
multiorgan yetmezliği vb.) ilişkisinin ortaya konması amaçlanmaktadır. Bu araştırmanın
trombositopeni konusunda daha homojen bir grup olan kardiyak cerrahi geçirmiş hastaları
hedefleyen bir araştırma olması planlanmıştır. Trombositopeninin kardiyak cerrahi
hastalarındaki etkileri ve hastanın klinik tablosuyla ilişkisi incelenerek trombositopeninin
prognostik bir belirleyici olarak önemi değerlendirilmiştir.
2
GENEL BİLGİLER
KALP CERRAHİSİNE GİRİŞ
Ondokuzuncu yüzyılın ortalarında anestezinin bir bilim dalı olarak doğuşu ve yirminci
yüzyılda kardiyoloji alanındaki ilerlemeler kalp cerrahisinin gelişiminde önemli rol
oynamıştır. Ondokuzuncu yüzyılda kalbe yapılan cerrahi müdahaleler kardiyak yaralanmalar
nedeniyle yapılan sütürasyon işlemlerinden oluşmaktaydı. Jay Mc Lean tarafından 1953’te
heparinin bulunması ve John Gibbon’ın kalp akciğer makinesini geliştirerek bir atrial septal
defekt olgusunu opere etmesi kalp cerrahisi için dönüm noktası oldu (5). John Kirklin 1955
yılında kalp akciğer makinesi kullanarak açık kalp ameliyatlarında bu metodu yerleştirdi (6).
Ülkemizde 1960 tarihinde kalp akciğer makinesi ile yapılan ilk açık kalp ameliyatı M.
Tekdoğan tarafından uygulanmış ve 1962 yılından itibaren A. Aytaç ve M. Tekdoğan
tarafından ilk seri halindeki kalp akciğer makineli açık kalp ameliyatlarına başarıyla
başlanmıştır (6).
Günümüzde kalp cerrahisi ülkemizde de dünyadaki gelişmeleri yakalamıştır ve
kliniğimizde yapılan bu operasyonların bazıları kısaca aşağıda özetlenmiştir.
Koroner Arter Bypass Cerrahisi
Koroner arter bypass cerrahisinin potansiyel hedefleri iskemiyi engellemek, anginal
semptomları geçirmek, yaşam süresini uzatmak, gelişebilecek miyokard infarktüsüne engel
olmak, sol ventrikül fonksiyonlarını korumak ve kişinin egzersiz toleransını artırmak olarak
özetlenebilir (7). En kapsamlı ve sürekli güncellenen AHA ve ACC kılavuzlarında belirlenen
KABG
operasyonu
endikasyonlarına
bakıldığında
3
miyokard
revaskülarizasyonunun
endikasyonları anatomik kriterlere dayanmaktadır. Bu kriterler sol ana koroner arter hastalığı,
çok damar koroner arter hastalığı ve proksimal LAD’yi içeren iki damar hastalığı (Darlık
kural olarak kesit alanı %70 veya anjiyografide %50’den fazla olmalıdır) olarak
belirtilmektedir (8). Standartuygulama median sternotomiyi takiben kardiyopulmoner bypass
altında yapılan koroner revaskülarizasyondur. Günümüzde uygun vakalarda kalp akciğer
makinesi olmaksızın çalışan kalpte koroner bypass operasyonu uygulanabilmektedir.
Ülkemizde E. Duran ve arkadaşları tarafından 1993’te ilk defa atan kalpte koroner bypass
(LİMA-LAD) uygulanmıştır (6). Median sternotomi dışındaki alternatif insizyonlar parsiyel
sternotomi, sağ ve sol minitorakotomidir. Uygun vakalarda minimal invazif yöntemler ve
robotik
cerrahi
ile
koroner
bypass
operasyonu
yapılabilmektedir.
Koroner
revaskülarizasyonda arteryel ve venöz kondiütler greft olarak kullanılabilir. Venöz kondiüt
olarak büyük, küçük safen ve sefalik venler, arteryel kondiüt olarak internal torasik arter (sol
ön inen koroner arter için tercih edilecekse sol internal torasik arter), radial arter,
gastroepiploik arter, inferior epigastrik arter kullanılabilir. Bununla birlikte pediküllü greftler
arasında sol internal torasik arter kullanımı altın standarttır (8).
Aort Kapak Cerrahisi
Sol ventrikül çıkım yolu darlıkları subvalvüler, valvüler, supravalvüler olarak
sınıflandırılır. Erişkin hastaların % 95’inden fazlasında valvüler aort darlığı görülür. Valvüler
aort darlığı romatizmal ve non-romatizmal olarak ayrılır. Non-romatizmal aort darlığı
konjenital ve dejeneratif olarak ikiye ayrılır.
Aort darlığında cerrahi endikasyonu ve
zamanlamayı belirleyen en önemli faktör hastanın semptomatolojisidir. Semptomatik olan,
asemptomatik bile olsa egzersize hipotansiyon yanıtı, sol ventrikül sistolik disfonksiyonu
veya sol ventrikül hipertrofisi olan ve kapak alanı 0,7 cm2’nin altında olan ciddi aort stenozu
olgularında ani ölüm riski yüksektir ve operasyon endikedir. Koroner bypass cerrahisine
girecek hastalardan orta-ileri aort darlığı olanlarda da cerrahi endikasyon vardır (9).
Aort yetmezliğinde ise geniş bir etyoloji vardır. Romatizmal hastalık, enfektif
endokardit, hipertansiyona bağlı gelişen miksoid dejenerasyonun yanısıra asendan aort
dilatasyonu veya diseksiyon aort kapak yetmezliğine neden olabilir. Anülo-aortik ektaziye yol
açan hastalıklar arasında Marfan Sendromu, Ehler-Danlos sendromu, osteogenesis imperfekta
gibi bağ doku hastalıkları, SLE ve RA gibi romatizmal hastalıklar ve sifilitik aortit sayılabilir.
Cerrahi kararında en önemli nokta sol ventrikül fonksiyonları, hastanın semptomatolojisi,
koroner bypass cerrahisi geçirecek olması ve asendan aortayı tutan hastalıklardır (9).
4
İzole aort kapak hastalıklarında uygulanabilecek cerrahi teknikler, hastaların büyük
kısmında uygulanan aort kapak replasman operasyonu (mekanik kapak veya biyoprotez ile)
veya aort kapak rekonstriksiyonudur (9).
Asendan Aort Cerrahisi
Asendan aortada anevrizma deyimi 1.5 katlık genişlemeyi ifade eder. Anevrizmaya
bağlı en önemli ölüm sebebi rüptürdür. Asendan aorta normal çapı ortalama 3.7 cm’nin
altındadır (10).
Proksimal aort anevrizmalarında semptom varlığı, 5.5 cm ve üzeri çap (Marfan
sendromlu asemptomatik olgularda 5.0 cm ve üzeri çap), sakküler anevrizma, hızlı çap artışı,
anevrizma kaynaklı distal embolizasyon, anevrizma zemininde gelişen endokardit, çap küçük
(4.5-5.5 cm) ancak operabl aort yetmezliği mevcut ise, çap küçük (orta derecede dilate
assendan aort) ancak operable biküspid aort kapak nedeni ile aort kapak replasmanı
yapılacaksa aort cerrahisi endikedir (10).
Günümüzde dilate asendan aortanın cerrahi tedavisinde seçilebilecek birçok teknik
bulunmaktadır. Bu teknikler separe aort kapak ve assenden aorta replasmanından, kompozit
greft replasmanına, bu tekniğin modifikasyonlarına ve pulmoner otogreft ameliyatı ve aort
kapağı koruyucu aort kökü ameliyatlarına kadar değişmektedir (10).
Mitral Kapak Cerrahisi
Mitral kapak tabanları fibröz anulusta yer alan ve serbest kenarları karşılıklı
koaptasyon sağlayarak sol atrium ile sol ventrikül arasında geçişi düzenleyen iki yapraktan
oluşur. Mitral kapak hastalıklarında en önemli neden romatizmal ateştir. Enfeksiyöz
hastalıklar, dejeneratif hastalıklar, konjenital ve bağ dokusu hastalıkları da mitral kapak
hastalığına neden olabilir (11).
Mitral kapak alanının (normal değeri 4-6 cm2 dir) daralması mitral darlık olarak
adlandırılır. Mitral kapak açıklığı 1-2 cm2 olan ağır olgularda kesin cerrahi endikasyon vardır.
Kapak açıklığı 2-4 cm2 olan orta mitral darlık olgularında ise klinik önemlidir. NYHA sınıf
III- IV olan olgularda, tromboemboli öyküsü olanlarda, pulmoner hipertansiyonu, epizodik
pulmoner ödemi olan ve atriyal fibrilasyona girmiş mitral stenoz olgularında cerrahi
endikasyon vardır (11).
Mitral yetmezlikte endokardit ve akut iskemik mitral regürjitasyon cerrahi
endikasyonlardandır. NYHA sınıf III- IV olgularda cerrahi tedavi birinci seçenek olmalıdır.
5
Sol ventrikül fonksiyonları bu hastalarda önemlidir ve miyokardiyal hasar ağırsa cerrahi
mortalite yükselmektedir. Mitral kapak cerrahisinde çeşitli tamir prosedürleri, ring anuloplasti
yöntemleri, kapak replasmanı uygulamaları yapılmaktadır. Mitral tamir dejeneratif hastalıkta
tercih edilmesi gereken tedavi biçimiyken ülkemizde sık görülen romatizmal hastalıkta bu her
zaman mümkün olmaz (12).
Triküspit Yetersizliğinde Cerrahi Tedavi
Triküspit yetersizliklerinin önemli bir kısmı fonksiyonel yetmezlik olup organik
yetmezlikten daha sık görülmektedir. Mitral kapak patolojisi bulunan hastaların %10-50’sinde
triküspid kapak etkilenmektedir. Triküspid yetmezliğinde en çok kabul gören cerrahi yöntem
anuloplastidir. Cerrahiye giden ileri triküspid yetmezliği ve pulmoner hipertansiyonu olan
mitral kapak hastalıklarında anuloplasti ACC/AHA kılavuzlarına göre sınıf I endikasyondur
(13).
İnfektif Endokarditte Cerrahi Tedavi
İnfektif endokardit kalbin endokardiyal yüzeyinin bakteriyel, viral veya fungal
infeksiyonu olarak tanımlanır. Nativ veya prostetik kapak endokarditi olarak sınıflanabilir.
İnfektif endokardit şüphesinde tanıda modifiye Duke kriterlerinden yararlanılır. İnfektif
endokardit en sık aort ve mitral kapağı tutar bununla birlikte aort kapak tutulumu mitral
kapağa göre daha sıktır. Ekokardiyografi önemli bir tanı yöntemidir. Transözofageal
ekokardiyografinin vejetasyonlardaki sensitivitesi %95, spesifitesi %98’e kadar çıkmaktadır.
İnfektif endokarditte en sık kardiyak komplikasyon konjestif kalp yetersizliği gelişimidir ve
bu hastalarda en önemli cerrahi endikasyondur. Bu durumda hemodinamik instabilite
gelişmeden müdahale etmek mortaliteyi azaltmak açısından önemlidir. Miyokardiyal abse
gelişimi de korkulan komplikasyonlardandır. İnfektif endokardit sırasında embolik nörolojik
komplikasyonların gelişmesi mortaliteyi artırmaktadır. Vejetasyon embolisini önlemek için
erken dönemde yapılacak cerrahi önemlidir. Bununla birlikte infektif endokardit seyrinde yeni
nörolojik olaylar oluştuğunda postoperatif nörolojik tablonun bozulma riski oldukça
yüksektir. Maksimal antibiyoterapiye rağmen kontrol edilemeyen infeksiyonu olan hastalarda
medikal ve cerrahi tedavinin kombine edilmesinin mortaliteyi düşürdüğü gözlenmiştir.
Cerrahinin başarısını belirleyen en önemli faktör infekte dokularda rezidü bırakmadan yapılan
debridmandır. Tercih edilen cerrahi kapakların eksize edilmesi ve kapak replasmanıdır.
6
Atriyoventriküler kapaklarda anüler yayılımın olmadığı hasta gruplarında vejetasyonun
rezeke edilip perikardiyal yama ile tamir edilmesi başarılı sonuçlar vermektedir (14).
Aritmi Cerrahisi
Günümüzde AF dışındaki artimilerin tedavisi büyük ölçüde medikal ve perkütan
tekniklerle gerçekleştirilmektedir. AF en sık rastlanan aritmidir, mortaliteyi ve inme riskini
artırmaktadır. AF ile ilişkili inmeler AF ilişkili olmayanlara oranla daha fatal seyretmektedir.
Farmakolojik tedavilerin AF’yi sinüs ritmine döndürmedeki etkinliği düşüktür. Heart Rhythm
Society’nin yönergesine göre: “Başka bir nedenle kalp cerrahisi yapılan atriyal fibrilasyonlu
hastalarda eğer ek işlemin riski azsa, kabul edilebilir bir başarı şansı varsa ve deneyimli bir
cerrah tarafından yapılıyorsa AF ablasyon işlemi eş zamanlı olarak yapılabilir” denmektedir.
Maze III operasyonu atriyal fibrilasyon kaynağı olan atriyumdaki makro re-entrylerin yapılan
insizyonlarla hapsedilmesi esasına dayanır. Değişik enerji kaynaklarıyla bu ileti bloklarını
oluşturma fikri sonucunda kriyo, radyofrekans, mikrodalga lazer, ultrason gibi yöntemler
kullanıma girmiştir (15).
Miksoma Cerrahisi
Kardiyak miksomalar erişkinlerde en sık rastlanan iyi huylu kardiyak tümörlerdir
(16,17). Tanı hastaların tamamına yakınında ekokardiyografi ile konur. Miksomatöz kitlenin
büyüklüğü hastada var olan semptomlar ile doğrudan ilişkilidir (16). Miksomaların %80’i sol
atriumda, %7-20’si sağ atriyumda, %10’u hem sağ hem sol atriyumda yerleşir (17). Sağ
atriyal miksomalar sola göre daha solid yapıda olup daha geniş tabanla oturur (16). Klinik
semptomlar arasında intrakardiyak kitle etkisi ile konjestif kalp yetmezliğine neden olmaları
akut semptomların en sık nedenidir. Mitral ve triküspit kapak darlığı ve yetmezliğine neden
olarak senkop ve ani kalp ölümüne neden olabilirler. Sistemik emboliler hastaların %3040’ında görülür ve bunların yarısı santral sinir sistemini etkilemektedir. Ateş, kilo kaybı,
miyalji, artralji gibi sistemik bulgular ve hemolize bağlı anemi diğer bulgular arasındadır (17).
Miksomanın tedavisi cerrahidir ve geciktirilmemelidir. Geniş bir tabanla ve etrafında sağlam
bir doku ile miksomanın cerrahi eksizyonu uzun dönemde mükemmel sonuçlar verir. Cerrahi
teknikte aorta bikaval kanülasyon ile KPB altında kardiyak arrest sağlanır. Sol atriyal
miksomalarda interatriyal septumdan eksplorasyon sağlanarak miksoma dokusu sağlam doku
ile birlikte rezeke edilir. Oluşan defekt primer, perikard yama veya PTFE yama ile tamir edilir
(17).
7
Sağ atriyal miksomalarda sağ atriyal oblik kesi ile sağ atriyum eksplorasyonu
sağlanarak miksoma dokusunun sağlam doku ile rezeksiyonu ve defektin uygun şekilde tamiri
önerilmektedir ve kitlenin lokalizasyonu nedeniyle farklı kanülasyon teknikleri göz önünde
bulundurulabilir (18).
Konjenital Kalp Cerrahisi
Neonat ve infantların kardiyovasküler sistemleri hücresel, biyokimyasal ve fizyolojik
olarak erişkinden farklı olduğundan kardiyopulmoner bypass uygulamaları da farklıdır (19).
Cerrahi onarımın tipi ve zamanlaması hastanın yaşına, anatomik defektin özelliğine ve
cerrahın deneyimine bağlıdır (20). Konjenital kalp hastalıklarının tedavisinde günümüzde
öncelikle total düzeltme ameliyatları tercih edilmekte ise de bu her zaman en uygun tedavi
yöntemi olmamakta ve paliyatif cerrahi prosedürler halen önemini korumaktadır. Paliyatif
cerrahi işlemler pulmoner kan akımını artırmaya yönelik aortopulmoner şantlar, pulmoner kan
akımını azaltmaya yönelik pulmoner banding, birbirinden bağımsız iki kapalı dolaşım
sisteminin olduğu durumlarda satüre ve ansatüre kan karışımının desteklendiği atriyal
septektomi prosedürleri ve ventrikül yükünün azaltılmasına yönelik kava pulmoner şantlar
(Glenn şantı) olarak sayılabilir (21).
Bununla birlikte neonatal dönemde acil kalp cerrahisi gerektiren çeşitli patolojiler
pulmoner atrezi, büyük damar transpozisyonu, konjenital aort darlığı, interrupted arkus aorta,
aortik atrezi ve hipoplastik sol kalp, geniş patent duktus arteriozus varlığı, aort koarktasyonu,
total pulmoner venöz dönüş anomalisi, tek ventrikül- triküspid atrezisi, trunkus arteriozus ve
pulmoner kapak stenozudur (22).
KARDİYOPULMONER BYPASS VE SİSTEMİK İNFLAMATUVAR YANIT
Cerrahi görüşün sağlanması ve cerrahi tekniklerin başarıyla uygulanabilmesi için
sahanın kansız ve hareketsiz olması gerekir. Kalp ve akciğer devre dışı bırakıldığında kalbin
pompalama ve akciğerlerin solunum fonksiyonlarını geçici olarak yerine getiren cihaza kalp
akciğer makinesi denir, dolaşımın bu makineyle sürdürüldüğü duruma ekstrakorporeal
dolaşım, işleme ise kardiyopulmoner bypass denir ve günümüzde kardiyovasküler
patolojilerin cerrahi tamirinde kullanılan ve çoğu zaman alternatifi olmayan bir yöntemdir.
KPB sırasında kan, venöz kanüller ile kalpten veya büyük venlerden toplanır. Ayrıca cerrahi
sahadaki kan emici bir sistem ile aspire edilir. Venöz kanüller ve emici sistemlerden gelen kan
venöz rezervuarda toplanır (23,24).
8
Kan venöz kanül aracılığıyla membran oksijenatör/ısı değişim ünitesinin bir parçası
olan venöz rezervuara drene edilir. Venöz kan pompa yardımıyla ısı değiştiriciden ve sonra
oksijenatörden geçer. Arteriyelize olmuş olan kan oksijenatörü terk eder ve bir filtreden
geçerek sıklıkla asendan aortaya yerleştirilen arter kanülüne ulaşır. Vent ve aspiratör
sistemlerinden gelen kan kardiyotomi rezervuarına ulaşır ve venöz rezervuar öncesi bir
filtreden geçer. Kardiyopleji sistemi de arteryel hattan çıkan kanın kardiyoplejik solüsyon
eklendikten sonra bir ısı değiştiriciden geçirilerek antegrad veya retrograd yolla verilmesi ile
sistemde yer almaktadır. Oksijenatördeki gaz ve ısı değiştiricinin suyu bağımsız kaynaklardan
sağlanmaktadır (Şekil 1) (25).
Şekil 1. Kardiyopulmoner bypass devresi (25)
Eskiden kullanımı daha kolay ve daha ucuz olan bubble oksijenatör kullanılırken,
günümüzde en çok membran oksijenatör kullanılmaktadır. Her iki tip oksijenatörün de
eritrosit, lökosit ve trombositlere etkisi bulunmaktadır. Membran oksijenatörde kanın
9
membranla teması sabittir ve travmanın çoğu kanın membranla ilk temasında meydana gelir.
Bubble oksijenatörde sürekli gaz yüzeyin kan ile teması ve kan-gaz ara yüzeyinin değişimi
mevcuttur. Bu nedenle üç saati aşan uzamış perfüzyonda membran oksijenatördeki travma
daha az olmaktadır (23, 24).
Suction sistemi hemolize, partikül embolisine, yağ ve gaz mikroembolilerine yol
açabilir. Bu sistem trombosit hasarına ve kaybına yol açan en önemli faktördür. Aspire edilen
kan miktarı ile hasara uğrayan trombosit miktarı orantılıdır. Aspirasyon içeriğindeki kan hava
karışımı türbülans yaratarak kan hücrelerinde travmaya ve aktivasyona yol açar. Roller
pompalarda pompa ile rezervuar arasında devamlı kan olması ve şiddetli emici güç bu
travmayı artırmaktadır. Kontrollü aspiratör sistemlerde ise kanama zamanındaki uzama daha
azdır. Ancak bunlar da kardiyotomi rezervuarında pozitif basınç meydana getirerek sistemik
hava embolilerine yol açmaktadır (23,24).
Vent sistemi hem ventrikülün kan ile doluşunun yol açtığı subendokardiyal iskemiyi
hem pulmoner venöz dönüşün artarak akciğer hasarına yol açmasını önlemektedir ancak bu
sistem için de temel sorun hemolize yol açmasıdır (23,24).
Kardiyopulmoner bypass sonrası birtakım inflamatuvar olaylar gerçekleşmektedir.
Kanın fizyolojik olmayan yüzeylerle teması, cerrahi travma, çeşitli organlarda oluşan iskemireperfüzyon ve vücut sıcaklığındaki değişikliklerin sonucunda bu inflamatuvar yanıt meydana
gelmektedir.
Sonuçta
pulmoner,
renal,
gastrointestinal
ve
santral
sinir
sistemi
fonksiyonlarında bozulmalar, miyokardiyal disfonksiyon, koagülopati, vazokonstriksiyon,
interstisyel sıvı miktarında artış, hemoliz, ateş, enfeksiyona karşı duyarlılığın artması,
lökositoz gibi patolojik olaylar gerçekleşmektedir. Bu patolojik tablo sistemik inflamatuvar
yanıt sendromu olarak da adlandırılmaktadır (26).
Bu inflamasyonda rol oynayan birtakım hücresel ve hümoral komponentler mevcuttur.
Hümoral komponentler kompleman, sitokinler, serbest oksijen radikalleri, endotoksin ve
pıhtılaşma sistemidir. Bu mediatörlerden TxA2, makrofaj ve trombosit kaynaklı bir faktördür.
Bu faktör trombosit agregasyonunu güçlendirir, vazokonstriksiyon ve trombozise neden olur.
Hücresel komponentler ise eritrositler, nötrofiller, damar endoteli ve trombositlerdir. Böylece
KPB trombosit sayısında ve fonksiyonlarında geçici bozulmalara neden olduğundan
postoperatif hemostazı da etkilemektedir. Trombositlerin direkt aktivasyonu aktive ve hasarlı
trombositlerin granüllerinden ADP salınımına neden olur. ADP ve tromboksan daha sonra
çevredeki trombositlere etki ile onları da aktive eder ve bu yeni aktiflenmiş trombositler de
yapışkanlıkları sayesinde başlangıçta aktiflenmiş trombositlere yapışır (26, 27).
10
Trombositler, trombotik etkileri dışında kemotaktik fonksiyonlarıyla da inflamatuvar
cevapta kritik rol oynarlar. Adezyon sonrası aktive olmuş trombositler, hem salgıladıkları
kemotaktik faktörlerle direkt olarak etki ederler hem de bağlandıkları hücrelerin (endotel/
lökosit) kemotaktik özelliklerini değiştirerek etki ederler (28).
Kardiyopulmoner bypassın oluşturduğu bu inflamatuvar etkiden korunmak için
birtakım antiinflamatuvar stratejiler vardır. Antiinflamatuvar özelikleri nedeniyle kullanılan
bazı ilaçlar kortikosteroidler, aprotinin, östrojen, adenozin, antisitokin monoklonal antikorlar,
sodyum nitroprusid, fosfodiesteraz inhibitörleri, amiodarone, amlodipin, ketamin ve
antiokasidanlardır (E ve C vitamini, allopurinol). İnflamatuvar yanıtı azaltmak için
yapılabilecek bazı teknik modifikasyonlar ise heparin kaplı dolaşım, ultrafiltrasyon,
ekstrakorporeal dolaşımda arteriel hatta lökosit yakalayan filtre konulması, normotermik KPB
uygulanması ve off-pump cerrahi uygulamalarıdır. Bununla birlikte sistemik inflamatuvar
yanıt multifaktöriyel etkenlerle oluştuğundan tek bir tedavi protokolünden çok bu yöntemlerin
kombine uygulanması gerekmektedir (26).
HEMOSTAZ VE TROMBOSİTLER
Hemostaz kan kaybının önlenmesi demektir. Hemostaz aşağıda sırasıyla belirtilen bir
dizi olay sonucu gerçekleşir.
1) Damar spazmı
2) Trombosit tıkacı oluşumu
3) Kanın koagülasyonu sonucu kan pıhtısı oluşması
4) Fibröz dokunun pıhtı içine doğru büyümesiyle damardaki deliğin kalıcı olarak
kapatılması (27).
Pıhtılaşma; damar duvarı ve çevresindeki dokuların travmaya uğramasıyla doku
faktörünün açığa çıkması sonucu aktive olan ekstrensek yol ve kanın kendisinin travmaya
uğraması veya kanın travmatize damar duvarındaki kollajenle teması sonucu aktive olan
intrensek
yolla
oluşur.
Pıhtının
retraksiyonunda
trombositler
önemli
rol
oynar.
Sitoplazmalarındaki kontraktil proteinler ve kalsiyum iyonlarının depolarından salınımı ile
aktive olan kasılma işlemi sayesinde pıhtı büzüşür ve yırtılan kan damarlarının uçları birbirine
doğru çekilir, böylece trombositler hemostazın son aşamasına katılıyor olabilirler (27).
Trombositler yuvarlak ya da oval, 1-4 mikron çapında küçük disklerdir. Kemik
iliğindeki megakaryositler genellikle kana geçtikten sonra pulmoner kapillerlerden geçmeye
çalışırken parçalanarak trombositleri oluştururlar. Nükleusları yoktur ve çoğalamazlar. Yarı
11
ömürleri dolaşımda 8-10 gündür. Yaşam süreleri sona erdiğinde dolaşımdan makrofajlar
tarafından temizlenirler. Trombositlerin yarısından fazlası kanın dalakta sıkı trabeküler ağ
yapısından geçmesi sırasında makrofajlar tarafından tutularak kandan uzaklaştırılır (27).
Sitoplazmalarında kasılmalarını sağlayan aktin, myozin ve trombastenin denilen
kontraktil proteinler, kalsiyum iyonlarını depolayan endoplazmik retikulum ve golgi apereyi
kalıntıları, lokal hormonlar olan prostoglandinleri sentezleyen enzim sistemleri, fibrin
stabilize edici faktör, endotel, damar düz kas hücreleri ve fibroblastların çoğalma ve
büyümelerini sağlayan büyüme faktörünü içerirler. Hücre membranında glikoprotein ve
fosfolipidler bulunur. Glikoproteinler trombosit reaksiyonlarına neden olan adeziv moleküler
yapıdaki reseptörlerdir. Trombositler glikoproteinler aracılığıyla fibrinojen, fibronektin,
subendotelyal kollajen ve Von Willebrand faktöre bağlanabilir. Damar çeperinde bir lezyon,
trombositlerin
lezyonlu
bölgeye
adezyonu,
granüllerin
salgılanması
ve
trombosit
kümelenmesi (agregasyonu) mekanizmalarını başlatmaktadır. Yoğun granüller yüksek
konsantrasyonda ADP, ATP, serotonin ve kalsiyum içermektedir. Bunların salgılanması
trombosit agregasyonunu artırır (27).
Hemostatik Sistem Üzerine Etkili İlaçlar
Trombozların ve embolilerin farmakolojik tedavisinde günümüzde kullanılan
antitrombotik ilaçlar trombositlerin fonksiyonlarını inhibe eden ilaçlar (antitrombositer),
antikoagülanlar ve fibrinolitik ilaçlardır. Arteryel trombozlarda trombositlerin rolü, venöz
trombozlardan daha önemlidir. Venöz trombozlar genellikle fibrin filamentleri içinde tutulan
eritrositlerden kaynaklanmasına karşın, arteryel trombozlar trombosit kümeleri, eritrosit ve
lökosit içermektedir. Bu nedenle antikoagülan ilaçlar venöz trombozların, trombosit
inhibitörleri (antiagreganlar) arteryel trombozların önlenmesinde daha etkili olmaktadır (29).
Trombosit
fonksiyonunun
en
güçlü
inhibitörlerinden
biri
siklik
AMP
konsantrasyonunu artıran ilaçlardır. Agregasyon, salgılama, yüzeydeki şekil değişmeleri ve
adezyonu inhibe ederler. Membranda adenilat siklazı aktive eden prostoglandinler
(prostasiklin v.b.) tüm trombosit işlevlerinin inhibitörü ve vazodilatördür. İloprostun
trombosit agregasyonunu inhibe edici etkisi prostasikline benzer. Siklik AMP hidrolizini
engelleyen fosfodiesteraz enzim inhibitörleri trombosit agregasyonunu ve salgılanmasını
inhibe eder, intrasellüler Ca2+ düzeyindeki artışı engeller. Silastazol yeni kuşak fosfodiesteraz
3 inhibitörlerindendir (29).
12
NSAİ ilaçlar araşidonik asit metabolizmasını inhibe ederek etki gösterir. Aspirin
siklooksijenazı irreversibl asetilasyonla inhibe ederek trombositlerde TxA2 sentezini bloke
eder. Trombositlerin nükleusu olmadığından yeni enzim sentezleyemezler ve sonuçta
trombositer agregasyonun inhibisyonu, hücrenin yaşam süresinin 7-10 günü boyunca devam
eder. Aspirin endotel hücrelerinde prostasiklin sentezini bloke etmektedir. Bununla birlikte
damar endoteli siklooksijenaz enzimini tekrar sentezleyebildiğinden bu etkisi TxA2 sentezi
üzerine olan etkisine göre çok daha kısadır ve trombositlerin siklooksijenaz enzimine
duyarlılığı endotelinkinden daha fazladır. Sonuçta trombositer antiagregan tipte bir etki ortaya
çıkmaktadır (29).
Tienopiridin grubu olan tiklopidin ve klopidogrel, ADP tarafından indüklenen primer
trombosit agregasyonunu ADP’nin trombositlerdeki reseptörüne bağlanmasını nonkompetitif
ve irreversibl olarak engelleyerek inhibe ederler. Trombositlerin kendi aralarındaki
agregasyonun temel basamağı Gp IIb-IIIa ile fibrinojen bağıdır. GpIIb-IIIa inhibitörlerinden
bazıları absiksimab ve tirofibandır (29).
Kalsiyum trombositlerde önemli role sahiptir. Verapamil kalsiyumun neden olduğu
ADP salınımını azaltarak diltiazem ise intrasellüler kalsiyum düzeyinde değişiklikler yaparak
trombosit agregasyonunu inhibe eder. Diltiazem düşük doz aspirin ile birlikte kullanıldığında
trombosit agregasyonunu efektif bir şekilde inhibe etmektedir (29).
Antikoagülan ajanlardan heparin antitrombin III’e bağlanarak trombin, faktör Xa,
faktör IXa inhibisyonunu artırarak etki göstermektedir. Heparinin trombositler üzerine hafif
agregan etkisi vardır. Düşük molekül ağırlıklı heparinlerin ise Faktör Xa üzerine etkileri
trombin üzerine olan etkilerinden daha fazladır. Klinikte en sık kullanılan oral antikoagülanlar
olan kümarinler (varfarin v.b.) K vitamininin hidrokinon şekline dönüşümünü bloke eder. K
vitamini-hidrokinon hepatositlerde koagülasyon faktörlerinin prekürsörlerinin biyolojik olarak
aktif faktörlere dönüşümünde gereklidir. Hidroksikümarinlerin uygulanması Faktör II, VII,
IX, X’un plazma konsantrasyonunun düşmesine yol açar. En güçlü agreganlardan birisi olan
trombinin (Faktör IIa) oluşumu, oral antikoagülanlar (K antivitaminler) ve heparin
kullanımıyla önlenmektedir (29).
Hemostatik ajan olarak kullanılan antifibrinolitik ilaçların bir kısmı aprotinin, ɛ
aminokaproik asit ve traneksamik asittir. Aprotinin plazmin, plazminojen, kallikrein, tripsin
ve kimotripsin inhibitörüdür. Aprotininin fibrinolizi azaltmasının yanısıra trombosit
glikoprotein reseptör Ib’nin korunması veya plazminin neden olduğu trombosit defektinin
önlenmesi yoluyla da hemostatik mekanizmaya etkilidr. ɛ aminokaproik asit ve traneksamik
13
asit plazminojenin lizin kısmına bağlanarak fibrinolizi inhibe eder. Yapılan bir meta analizde
lizin analoglarının postoperatif kanamayı, cerrahi eksplorasyon sıklığını ve kan transfüzyon
ihtiyacını azalttıkları gösterilmiştir. Perioperatif komplikasyon riskini artırmamışlardır. Ancak
aprotininin son yıllarda diğer lizin analoglarına göre mortaliteyi artırdığı gösterilmiştir. Bu
nedenle daha çok lizin analogları kullanılmaktadır (30).
TROMBOSİTOPENİ
Trombositopeni trombosit sayısındaki azalma anlamına gelir ve 150,000/mm3’in
altında trombosit sayısı veya önceki ölçüme göre %50’nin üzerinde azalma olarak tanımlanır
(1-3,31).
Trombositopeni, medikal yoğun bakım ünitelerinde % 20, cerrahi yoğun bakım
ünitelerinde % 35, travma yoğun bakım ünitelerinde % 45 oranında görülür. Cerrahi kanama
görülmesi için trombosit sayısının 50.000/mm3’in altında olması gerekmektedir (31).
Karaciğer ve böbrekten salınan trombopoietin megakaryosit sayısının artmasını ve
trombositlere dönüşmesini sağlar. Trombopoietin reseptörü kemik iliğindeki hematopoietik
kök hücreler üzerinde mevcuttur. Trombopoietin plazma konsantrasyonu değişkendir ve
olgun trombositler tarafından dolaşımdan temizlenir. Eksojen trombositler de trombopoietinin
dolaşımdan temizlenmesinde etkindir (31).
Proplateletlerin (trombosit öncülleri) kemik iliğinden salındıktan sonra akciğerden
geçerken plateletlere dönüştüğü düşünülmektedir. Trombositlerin bu son dönüşümünün
akciğerlere bağımlı olduğu düşünüldüğünde respiratuvar yetmezlikle ilişkili yüksek
trombositopeni insidansı şaşırtıcı değildir (31).
Trombositopeniyi değerlendirmede medikasyonlar, transfüzyon öyküsü, enfeksiyon
semptomları, karaciğer hastalığı semptom ve öyküsü değerlendirilmelidir. Düşük trombosit
sayısı EDTA’lı hemogram tüpünde kan örneği tekrarı veya heparinli ya da sitratlı tüpte yeni
bir kan örneği değerlendirilmesi ile teyit edilmelidir (31).
Yoğun Bakım Ünitesinde trombositopeni gelişimine neden olan ortak durumlar ve
etyolojiler arasında ilaç etkileri, sepsis ve hipotermi sayılabilir. Trombositopeninin
oluşumunda dört mekanizmadan bahsedilebilir. Bunlar aşırı tüketim, artmış yıkım, azalmış
yapım ve sekestrasyondur. Aşırı tüketim, kanamaya bağlı kayıp ve dissemine intravasküler
koagulopatidir. Kanamaya bağlı kayıp sonrası masif kan transfüzyonu yapılan hastalarda kan
dilüe olur. Bu nedenle 6 ünite eritrosit süspansiyonu için bir adet aferez trombosit
14
süspansiyonu transfüzyonu önerilmektedir. DİK’te ise kanda serbestçe dolaşan trombin daha
fazla trombosit aktivasyonuna neden olmaktadır (31).
Yaygın Damar İçi Pıhtılaşma Sendromu olarak da adlandırılan bu durum sıklıkla
vücutta büyük miktarda travmaya uğramış veya ölü dokulardan yüksek düzeyde doku
faktörünün kana serbestlenmesi sonucu gelişir. Bu durum özellikle septisemik şokta
dolaşımdaki
bakteri
veya
bakteri toksinlerinin, başlıca endotoksinlerin pıhtılaşma
mekanizmalarını aktive etmeleri nedeniyle gelişir. Küçük periferik damarların tıkanması
dokulara oksijen ve diğer besin maddelerinin taşınmasını büyük ölçüde azaltır ve bu durum
şok tablosunu daha da ağırlaştırır (32).
Yaygın damar içi pıhtılaşma sendromu, damar içinde izlenen yaygın fibrin
birikimlerine bağlı tromboembolik olaylar ve iskemiye bağlı çoklu organ yetersizliği ile
birlikte tüketim koagulopatisine bağlı kanamaların eş zamanlı izlenebildiği bir durumdur.
Akut yaygın damar içi pıhtılaşma sendromunda klinik olarak kanama, kronik formda ise
trombotik olaylar daha ön planda kendini gösterebilmektedir. Altta yatan hastalık nedeni ile
salınan proinflamatuar sitokinlerin (özellikle; TNF ve IL-6) patogenezde önemli rolü olduğu
bilinmektedir (Tablo 1) (32).
Tablo1. Yaygın damar içi pıhtılaşma sendromunun sık izlenen klinik bulguları (32)
Kanama
Tromboz
Şok
(tüketim-plazmin oluşumu)
(trombin oluşumu)
(sitokin ve kinin oluşumu)
Kendiliğinden oluşan
Böbrek yetersizliği
Taşikardi
morluklar
Koma
Hipotansiyon
Peteşi
Karaciğer yetersizliği
Ödem
Gastrointestinal kanama
Solunum yetersizliği
Pulmoner kanama
Deri nekrozu
Venöz girişim yerleri ve
Gangren
cerrahi kesi alanlarından
Venöz tromboemboli
kanama
Kafa içi kanama
15
Hastaların sıklıkla kanamasının nedeni çok miktarda pıhtılaşma faktörlerinin yaygın
pıhtılaşma ile ortamdan uzaklaştırılması ve kalan kanın normal hemostazı sağlamaya
yetmeyecek kadar az miktarda prokoagülan maddenin ortamda kalmasıdır (27).
Artmış yıkım ise HİT ve İTP gibi immün hadiselerde meydana gelir (31). Literatürde
İTP olan hastalarda orta trombositopeni ile (>50.000/ mm3) konvansiyonel tedaviler
(transfüzyon, ivig) ve preoperatif splenektomi ile uzamış hastane yatışı olmaksızın KABG
operasyonunun başarı ile uygulanabildiği gösterilmiştir (33).
Heparin ilişkili trombositopeni (HİT Tip 1) non-immün bir hadise olup heparinle
temastan ortalama 24-72 saat sonra ortaya çıkmakta, trombosit sayısında %5-15 arasında bir
düşüşe neden olmakta ve genellikle bu trombosit sayısı 100.000/mm3’in üzerinde olmaktadır.
Bu tipte ortamda antikor yoktur (34,35).
Heparinle indüklenen trombositopenide (HİT Tip 2) ise ortamda heparin ve
trombositlerden salınmış olan PF4’e karşı Ig G yapısında antikorlar vardır. Bu kompleksler
trombositlere bağlanarak trombositlerin aşırı aktivasyonuna ve agregasyonuna daha fazla PF4
ve prokoagülan maddelerin salınımına neden olan bir kaskada neden olur. Antikorlar
heparinle karşılaştıktan ortalama 5-15 gün sonra üretilir ve heparin yokluğunda 3-6 ay
arasında kanda dolaşmaya devam eder (Şekil 2) (34,35).
Bu antikorlara karşı immün hafıza sözkonusu değildir. Bu durumda oluşacak tehlikeli
bir immün yanıt kanda hala antikorlar varken ikinci doz heparin uygulamasından
kaynaklanmaktadır. Bu durum daha önce heparinle indüklenen trombositopeni tanısı olan
hastalarda eğer enzim immun assay yöntemiyle kanda antikor olmadığı gösterilirse yalnıza
KPB öncesi tek doz heparin vermek suretiyle heparin antikoagülasyonu altında güvenle
elektif kalp cerrahisi yapılabilmesine olanak sağlar (34,35).
Kardiyopulmoner bypass sırasında yüksek dozlarda verilen heparin sonrası hastaların
%50’sinde antikorlar oluşmaktadır. Bununla birlikte hastaların yalnızca %2’sinde heparinle
indüklenen trombositopeni ve %1’inde trombozlarla seyreden heparinle indüklenen
trombositopeni görülmektedir. En erken bulgusu trombosit sayısında heparin temasından 5-15
gün sonra %50’den fazla düşüş veya trombosit sayısının 150.000/mm3’in altına düşmesidir
(34,35).
Antikorların kandaki varlığı serotonin salınım testi ve enzim immun assay
yöntemleriyle tespit edilebilir. Ancak heparinle indüklenen trombositopeni klinik bir tanıdır
ve şüphelenildiği anda heparin kesilmelidir. Derin ven trombozu, ekstremite iskemisi,
16
myokard enfarktüsü gibi trombotik hadiseler öncelikli olmak üzere nadiren kanama da
görülebilir (34).
Klinik değerlendirmede HİT ayrımında faydalanılan 4Ts skorlamasında 6 ve üzeri
skorlar yüksek tromboz riski ve hastane mortalitesi ile ilşkilidir (2).
Tedavide heparinin kesilmesi heparin dışı antikoagülanlarla antikoagülasyon, kandaki
heparinin tamamen temizlendiği düşünülüyor ve cerrahi olmayan kanama mevcutsa trombosit
transfüzyonu verilmesini içermektedir (34,35).
Şekil 2. Heparinle indüklenen trombositopeni patogenezi (34)
Azalmış yapım kemoterapi, bazı viral enfeksiyonlar ve kronik alkol alımının direkt
toksik etki ile B12 eksikliğine yol açması nedeniyle gelişmektedir (31).
Trombositlerin sekestrasyonu ise siroz, portal hipertansiyon, polsitemia vera, konjestif
kalp yetmezliği ve enfeksiyon nedeniyle splenomegali gelişmesi durumunda dalakta birikimi
ile sonuçlanan mekanizmadır. Dalakta trombosit birikimi bu durumda %33’ten %90’a kadar
çıkabilir. Bununla birlikte bu durumda trombositler ihtiyaç halinde normal dolaşıma
karıştığından kanama beklenmez (31).
17
Yoğun bakım hastalarında trombositopeni için ortak durum ve etyolojiler arasında ilaç
etkileri, sepsis ve hipotermi yer almaktadır (31).
Trombositlerin sayısı da etyolojiyi belirlemede önemlidir. Büyük cerrahi prosedürler
sonrası, kan transfüzyonu ve çeşitli enfeksiyonlarda hafif-orta seviyede trombositopeni
görülürken, ilaç ilişkili ve DİK’te görülen trombositopenilerde 20.000/mm3’in altında
trombosit değerleri görülebilmektedir (36).
Piperasilin kullanan hastalarda β-laktam antibiyotikleri kullananlara göre daha fazla
trombositopeni görülmektedir. Linezolid kullanan hastalarda ise trombositopeni için risk
fakörleri arasında böbrek yetersizliği ve son dönem böbrek hastalığı yer almaktadır. Histamin
reseptör antagonistleri de trombositopeni için risk faktörü olup ranitidine için bu konuda
kısıtlı sayıda makale bulunmaktadır (31).
Septik şoktaki hastaların %50’den fazlasında trombositopeni gelişmekte ve bu
durumun sepsisin başlangıcındaki ilk 24 saatte trombosit aktivasyonunun artışına bağlı olduğu
düşünülmektedir. İn vitro çalışmalar trombositlerin düşük sıcaklıklarda (24°C, 32°C, 35°C)
37°C’dekine göre shear strese karşı aşırı duyarlı olduğunu göstermektedir. Sonuç olarak bu
durum trombosit agregasyonu ve tüketimine neden olmaktadır. Orta sistemik hipotermi
kardiak arrest kaynaklı resüsitasyon sonrası nörolojik iyileşmeyi artırmak için son on yılda
gittikçe artarak uygalanmaktadır. Terapötik hipotermi uygulamasında çeşitli kliniklerde farklı
protokoller izlenmekle birlikte en sık eksternal soğutma cihazı ile hastanın sıcaklığının 24
saatten uzun bir süre 32- 34 °C’ye düşürülmesi sonrasında hastanın pasif (>8 saat) ısınması
yöntemini içerir. Trombositopeni için bağımsız risk faktörleri olan pnömoni ve sepsisin de
terapötik hipotermi ile ilişkili komplikasyonlar olduğu bilinmektedir. Düşük trombosit ve
kanamanın terapötik hipotermi ile ilişkili olduğu bilinmektedir. Neonatal soğuk hasarında ve
ekstrakorporeal dolaşım ile açık kalp cerrahisi sonrası bu durum tanımlanmıştır. Soğuk ilişkili
trombosit agregasyonunun yanısıra ikinci bir geri dönüşümsüz trombosit agregasyonu ısınma
sırasında tanımlanmıştır. Bu hipotez ısınma sırasında ölen infantlarda masif pulmoner
hemoraji ve diğer katastrofik kanama komplikasyonlarını açıklayabilmektedir (31).
Trombositopeninin tedavisi trombosit sayısı, kanama diyatezi ve etyolojiye yönelik
olmalıdır. Enfeksiyon varlığında enfeksiyonun kontrolü, ilaç ilişkili tombositopenide ilacın
kesilmesi, terapötik hipotermide, alkol kötüye kullanımında ve splenomegali varlığında
destek tedavi, kan ürünlerinin masif transfüzyonunda her 6 ünite eritrosit süspansiyonu için 1
ünite trombosit transfüzyonu önerilmektedir (31).
18
POSTOPERATİF YOĞUN BAKIM TAKİBİ VE KANAMA KONTROLÜ
Kardiyopulmoner bypass kullanılarak kardiyak cerrahi uygulanan çoğu hastada erken
postoperatif süreç tipik patofizyolojik düzensizliklerle karakterizedir. Operasyon sırasında
uygulanan KBP ve kardiyopleji sistemik inflamatuvar cevap ve miyokardiyal depresyona
neden olur (37).
Operasyon sırasındaki postoperatif bakımın ilk kritik fazı, cerrahi prosedürün bitimiyle
başlar. Erken postoperatif dönemde klinik yaklaşım ve sonucu optimize edebilmek için
dikkatli monitörizasyon gereklidir (37).
Hastalar yoğun bakım ünitesine geldiklerinde genellikle hafif hipotermik ve
tamamıyla anestezi altındadır ve ventilatör ihtiyaçları vardır. KPB’yi sonlandırmak için
gereken inotrop destek ihtiyacı hasarlanan kalp kendine gelene kadar 6-8 saat devam edebilir.
Hemodilüsyon nedeniyle artmış idrar çıkışı vardır. Bununla birlikte intravasküler sıvı
uygulamasına devam etmek gerekir. Bu sırada hipokalemi kontrol altına alınmalıdır (38).
Kalp cerrahisinde hemoraji en önemli komplikasyonlardandır. Postoperatif mediastinal
kanama hastada kalp yetmezliği, aritmi, enfeksiyon gelişimine yol açabileceği gibi
postoperatif mortaliteye de neden olabilir (39).
Preoperatif dönemde hastanın kanama profiliklinik ve laboratuvar testleriyle
değerlendirilmelidir. Klinik olarak hastanın daha önce küçük operasyonlar sonrası kan
transfüzyon ihtiyacı, dental girişim sonrası durdurulamayan kanama öyküsü, aspirin ve NSAİ
ilaç kullanımı, kanamaya eğilim ve aile öyküsü sorgulanmalıdır. Fizik muayanede peteşi,
hepatik hastalık, malnütrisyon, malabsorbsiyon, alkolizm bulguları değerlendirilmelidir.
Rutin laboratuvar testlerinde trombosit sayısı ( normal değeri 150.000- 400.000/mm3), aPTT,
PTZ değerlerine bakılmalıdır (40).
Kardiyopulmoner bypass sırasındaki hemostatik sistem anormallikleri hemodilüsyon,
aktivasyon ve tüketim başlıkları altında üç grupta incelenebilir. KPB prime volümü,
kardiyopleji volümü ve cell salvage sisteminin aşırı kullanılmasına (trombosit ve koagülasyon
faktörlerinin kaybı ile) bağlı olarak hemodilüsyon, faktör XIIa ve kallikrein aracılığıyla temas
aktivasyonu, doku hasarı ve perikardiyal kanamaya bağlı olarak fibrinolitik sistem
aktivasyonu, inflamasyon, trombin ve plazmin oluşumu sonucu trombosit ve koagülasyon
faktörlerinin tüketimi gerçekleşir. Plazmin, trombosit yüzey reseptörü glikoprotein Ib
destrüksiyonuna ve IIb/ IIIa reseptörlerinin zarar görmesine neden olur (39-40).
Postoperatif mediastinal kanama nedenleri anastomoz hatları, kondiütlerin yan dalları,
yumuşak ve kemik dokular ile yapışık yüzeyler gibi çeşitli cerrahi kanama alanlarına bağlı
19
olabileceği gibi koagülopati sonucu da görülebilir. Koagülopati gelişimi operasyon ve
KPB’den kaynaklanan bazı faktörler nedeniyle olabilir. Off-pump cerrahi sırasında da mevcut
olan ciddi kan kaybı sonrası cell saver kullanılarak yapılan kan transfüzyonu, sistemik
heparinizasyon faktörlerinin yanısıra temas aktivasyonuna yol açarak ve hemodilüsyonla
KPB’nin kendisi de koagülopatiye yol açabilir. Ayrıca off-pump cerrahi sırasında hastanın
ısısı düşme eğilimindedir. Rezidüel veya rebound heparin etkisi özellikle protamin bittikten
sonra cell saver ve pompa kanının hastaya geri verilmesi sonucu özellikle obez hastalarda
görülebilir. Akut koroner sendromlu ve antitrombosit ajan kullanımı olan hastalarda KPB
sırasında trombosit alfa granüllerinin serbestleşmesi ve sonucunda membran reseptörlerinde
meydana gelen değişiklikler, KPB süresinin uzaması ve hipotermi trombosit disfonksiyonunu
artırmaktadır. Ortamdaki plazmin trombosit disfonksiyonuna yol açmaktadır. İnatçı
kanamalar da koagülasyon faktörlerini ve trombositleri azaltarak pıhtılaşma bozuklukları
oluşturur (39,40).
Sonuç olarak açık kalp cerrahisi trombositlerin aktive olmasına, sayısının ve
fonksiyonunun azalmasına ve post operatif kanama zamanının uzamasına neden olur.
Trombositopeni postoperatif kanamanın major nedenlerinden biridir. KPB sonunda trombosit
miktarı genelde 100.000/ mm3’in üzerinde olup preoperatif değerin %30-50’si arasında
azalma göstermektedir. Kanama zamanı prebypass değerin yaklaşık iki katına çıksa da
ortalama 4-12 saat sonra normal değerine döner. Postoperatif kanama ile KPB süresi ve
hipoterminin derecesi arasında bir korelasyon vardır. KPB sırasında oluşan trombosit ve
lökosit agregatlarının oluşumunun KPB süresi ile direkt ilişkisi vardır. Bu nedenle KPB
süresini uzatacak gereksiz işlemlerden kaçınılmalı ve bypass esnasında hasta yeterince
ısıtılmalıdır. Cerrahi dışındaki kanama bozuklukları kan, kan ürünleri ve farmakolojik
ajanlarla tedavi edilmelidir. Kanama varsa trombosit sayısı 100.000/mm3 üzerinde olsa dahi
trombosit süspansiyonu verilmelidir. Bununla birlikte transfüze edilen kanda vazoaktif
sitokinler bulunur, aktarılan hemoglobin dolaşımdaki oksijen ile düşük etkileşim halinde
olduğundan solunumsal yetmezliğe, gecikmiş ekstübasyona, sağ ventrikül yetmezliğine,
transfüzyon reaksiyonlarına ve viral hastalıkların geçişine neden olabilir. Kan transfüzyonu
inflamasyonu tetikleyen mediatörleri ve sitokinleri içerir ki bunlar bağışıklık sistemini
baskılar, yara enfeksiyonu, sepsis, solunum yetmezliği, böbrek disfonksiyonu riski içerir.
Transfüzyonun enfeksiyon ve renal disfonksiyon riskini, aynı zamanda operatif ve uzun
dönem mortaliteyi artırdığı bilinmektedir. (39,40).
20
Kan filtelerinin kullanımı kanın mikroagregatlarının uzaklaştırılmasında faydalıdır. Bu
nedenle tüm kan transfüzyonlarında en az 170 µm por açıklığı olan kan filtreleri
kullanılmalıdır (40).
YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDE KULLANILAN SKORLAMA SİSTEMLERİ
Yoğun bakım skorlama sistemleri; hastalıktan iyileşmeyi tahmin etmek, hastalığın
ciddiyetini ve organ disfonksiyonunun derecesini belirlemek, uygulanan tedavileri
değerlendirmek, klinik araştırmalara katılacak hastaları standardize etmek ve yoğun bakım
ünitelerinin performansını karşılaştırmak için yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu amaçla
hastaya spesifik günlük ölçümlerden sağlanan hasta verileri kullanılmaktadır. Skorlama
sistemleri; hastalık ciddiyetini değerlendirerek mortaliteyi tahmin eden "prognostik skorlama
sistemleri" ve morbiditeyi değerlendiren "organ yetmezliği skorlama sistemleri" olmak üzere
iki esas kısımdan oluşur. Aynı zamanda, skorlama sistemleriyle belirlenen organ
yetmezliğinin derecesi ile mortalite arasında da iyi bir korelasyon vardır (Tablo 2) (41).
Tablo 2. Prognostik ve organ yetmezliğini değerlendiren skorlama sistemlerinin
karşılaştırılması (41)
Prognostik
Organ Yetmezliği
(APACHE II, SAPS II, MPM)
(MODS, LODS, SOFA)
Amaç
Mortalite beklentisini değerlendirir. Morbiditeyi tanımlar.
Uygulama Kolaylığı
Karmaşık
Basit
Zamanlama
Yatışta ya da ilk 24 saat içinde
Tekrar ölçülebilir.
Organ fonksiyonunu
Organ disfonksiyonunu
değerlendirmez
belirler.
Hastalık Süreci
APACHE: Acute Physiology and Chronic Health Evalution, SAPS II: Simplified Acute Physiology Score,
MPM: Mortality Prediction Model, MODS : Multiple organ dysfunction syndrome, LODS: Logistic Organ
Dysfunction Score, SOFA: Sepsise bağlı organ yetmezliği değerlendirmesi.
Prognostik skorlama sistemlerinde trombosit sayısı bir değişken olarak yer
almamaktadır ve çoğu kardiyovasküler hastalarda uygulanamaz. Organ yetmezliğini
değerlendiren skorlama sistemlerinde (MODS, LODS, SOFA) ise altı organ sisteminden biri
olarak kabul edilen koagülasyon sistemi trombosit sayısı ile değerlendirilmektedir. Organ
yetmezliği skorlama sistemleri kolayca elde edilebilir, basit, objektif değişkenler içerir. Bu üç
21
sistem arasındaki esas fark kardiyovasküler disfonksiyonun değerlendirilmesinde seçilen
yöntemlerin farklı olmasıdır (41).
Sepsise Bağlı Organ Yetmezliği Değerlendirmesi (SOFA) -1996
Avrupa Yoğun Bakım Derneği tarafından sepsise bağlı organ yetmezliğinin
derecesini tanımlamak için 1996 yılında geliştirilmiştir. Ancak sepsise bağlı olmayan
organ disfonksiyonlu hastalarda da geçerliliği belirlendiğinden, "ardışık organ yetmezliği
değerlendirmesi"
olarak
yeniden
adlandırılmıştır.Altı
organ
sistemi
(solunum,
kardiyovasküler, santral sinir sistemi, renal, koagülasyon ve karaciğer), toplam skor 6-24
arasında olacak şekilde 1 ile 4 puan arasında değerlendirilir.Skor önceki 24 saat içindeki
en kötü değere göre verilir.Ölçülmeyen değer varsa en yakın ölçüm değerine göre
puanlanır. SOFA skoru ≥ 3 olması o sistem için organ yetmezliği olarak tanımlanır
(Tablo 3) (42).
Tablo 3. SOFA Skorlaması (42)
Solunum
PaO2/FiO2
Kardiyovasküler
Hipotansiyon
1*
≤ 400
MV var/yok
2
≤ 300
MV var/ yok
OAB <70 mmHg
Dopamin ≤ 5 ve
dobutamin**
3
≤ 200 ve
MV var
Dopamin >5
ya da
Adrenalin ≤0,1
ya da
Noradrenalin ≤ 0,1**
Karaciğer
1,2-1,9
2,0-5,9
6,0-11,9
Bilirübin mg/dL
Koagülasyon
<150
<100
<50
Trombosit 103/mm3
Böbrek
3,5-4,9
1,2-1,9
2,0-3,4
Kreatinin mg/dL ya
Debi ≤ 500 mL/gün
da idrar debisi
Nörolojik
13-14
10-12
6-9
GKS
MV: Mekanik ventilasyon, OAB: Ortalama arter basıncı, GKS: Glasgow koma skoru.
*Bu sınırın ötesindeki değerler 0 puan alır.
**En az 1 saat µg/kg/dakika dozunda verilmiş olmalı.
4
≤ 100
MV var
Dopamin≥ 15
ya da
Adrenalin >0,1
ya da
Noradrenalin >0,1**
>12
<20
>5
Debi ≤ 200 mL/gün
<6
SOFA skoru kardiyovasküler sistem disfonksiyonunu değerlendirmede kan basıncı
yanında hastanın adrenerjik ilaç infüzyonu alıp almadığını da göz önünde bulundurur (42).
MODS ve SOFA skorları izlem skorudur. Önemli bir sorun tüm verilerin her gün
tekrar ölçülmeyebileceğidir. Bu durumda bir önceki günün değeri kullanılabileceği gibi, daha
doğru bir yaklaşım; arada eksik olan ölçümlerin bir önceki ve bir sonraki ölçümün ortalaması
alınarak bulunmasıdır.Bu noktada organ disfonksiyonunu değerlendiren skorlarda, her bir
22
organ sistemi için puanın ayrı ayrı değerlendirilebileceği, bu yolla hasta temelinde
morbiditeye yönelik daha anlamlı değerlendirmeler yapılabileceği vurgulanmalıdır. Mortalite
beklentisi hesaplanmıyor olmakla birlikte bu skorlar da mortalite ile iyi bir korelasyon
gösterirler (42).
Günümüzde ideal özellikte bir skorlama sistemi bulunmamaktadır. Kalp cerrahisi
hastalarında kullanılan QMMI Score (Quality Measurement and Management Initiative) ,
System 97 (Predictive score for acquired adult heart surgery), EuroSCORE (European System
for Cardiac Operative Risk Evaluation), Parsonnet score (Predictive score for acquired adult
heart surgery : Additive and Logistic Regression models), ONTARIO skorları preoperatif
veya operatif değişkenlerin kullanıldığı skorlamalardır ve postoperatif yoğun bakımdaki
değişkenler bu skorlamalarda yer almamaktadır (43-49). Ceriani ve arkadaşları 2003 yılında
SOFA skorlamasının kardiyak cerrahi hastalarına hiçbir modifikasyona gerek duymadan
uygulanabilirliğini bildirmiştir. SOFA her organa tek tek uygulanabildiği gibi skorların
toplamı her gün hasaplanarak da değerlendirilebilir (50). CASUS (Cardiac Surgery Score) ise
2006 yılında postoperatif kalp cerrahisi hastalarına uygulandı. Bu skorlama 6007 hastada
kardiyovasküler renal, hepatik, pulmoner sistemler, koagülasyon sistemi, santral sinir sistemi
değerlendirilerek elde edilen veriler ile hesaplandı. CASUS ve SOFA’nın karşılaştırıldığı bir
çalışmada iki skorlamanın da kalp cerrahisinde güvenilir birer mortalite tahmincisi olduğu
saptanmıştır. Bununla birlikte CASUS’un ROC eğrisi SOFA’ya göre tüm günlerde daha
doğru yaşam ve ölüm sonuçları vermiştir (51-57).
23
GEREÇ VE YÖNTEMLER
TÜTF-GOKAEK 2013/21 protokol numaralı bu çalışma Trakya Üniversitesi
Girişimsel Olmayan Klinik Araştırmalar Etik Kurulu’nun 30.01.2013 tarihli toplantısında
onayı alındıktan sonra (Ek 1). Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi
Anabilim Dalı’nda gerçekleştirildi. Çalışmada 14 Şubat -14 Ağustos 2013 tarihleri arasındaki
6 ay içerisinde açık kalp cerrahisi yapılan 118 hastadan 78 hasta kesitsel olarak incelendi. Bu
süre içerisinde yoğun bakım takibi sırasında trombositopeni gelişen 39 hasta ile kontrol
grubunu oluşturmak üzere takiplerde trombositopeni gelişmeyen hastalardan randomize
olarak seçilen 39 hasta çalışmaya dahil edildi.
Preoperatif trombositopeni, gebelik ve 18 yaş altında olmak çalışmaya dahil edilmeme
kriterleri olarak belirlendi.
Tüm hastalardan bilgilendirilmiş onam formu alındı (Ek 2).
ANESTEZİ
Tüm hastalara yapılan operasyon çeşidine göre uygun anestezi protokolü uygulandı.
Premedikasyonda 10 mg morfin hidroklorür (Galen, İstanbul, Türkiye) ve 10 mg diazepam
(Deva, İstanbul, Türkiye) intramüsküler olarak uygulandı. Kapak operasyonu uygulanacak
hastalarda premedikasyonda morfin kullanılmadı. Anestezi indüksiyonu 1 mg/kg % 2 lidokain
(Adeka, İstanbul, Türkiye), 2μg/kg fentanil (VEM, İstanbul, Türkiye) ve 0.6 mg/kg
rokuronyum (MSD, Hollanda) ile sağlandı. Tüm olgular manuel olarak (% 100 O2) solutuldu,
tam kas gevşemesi takip edilerek entübe edildi ve end-tidal karbondioksit basıncı 35-40
mmHg (Oksijen akım oranı %45, tidal volüm: 6-10 mL/kg, frekans:10-12/dk) olacak şekilde
24
mekanik ventilatöre (Drager Evita, Lubeck, Almanya) bağlandı. Anestezi idamesi
hemodinamik duruma göre sevofluran (Abbott, Illionis, Amerika Birleşik Devletleri)
inhalasyonu ve 0,1-0,3 mg/kg rokuronyum ile sağlandı. Hastaların rutin monitörizasyonunda
EKG, pulse oksimetri, rektal ısı probu ve foley idrar sondası kullanıldı. Arter kan gazı takibi
ve sistemik arteriyel basınç monitorizasyonu radial veya brakial artere (20 G , Bıçakçılar,
İstanbul, Türkiye) yerleştirilerek invaziv olarak sağlandı.İki adet periferik damar yoluna (16
G, Bıçakçılar, İstanbul, Türkiye) ek olarak juguler veya femoral venden üç yollu santral
katater (7 F, Sentia, Ayra Medikal, İstanbul, Türkiye) yerleştirilmesiyle CVP ölçümleri ve sıvı
tedavisi sağlandı. Pulmoner basınç monitorizasyonu için uygun hastalarda pulmoner artere
Swan –Ganz katateri (7,5 F, Abbott, Illionis, Amerika Birleşik Devletleri) yerleştirildi.
KARDİYOPULMONER BYPASS VE MİYOKARDİYAL KORUMA
Kardiyopulmoner bypass uygulanarak opere edilen hastalarda KPBdevresinde roller
pompa, açık tip venöz rezervuarve membran oksijenatör (Nipro, Osaka, Japonya) kullanıldı.
Uygun vakalarda çalışan kalpte off-pump cerrahi yapıldı.
Kardiyopulmoner bypass sırasında hiperpotasemisi olan, idrar çıkışı olmayan
hastalarda ve son dönem kronik böbrek yetersizliği olan hastalardahemofiltrasyon yapıldı.
Prime sıvısı 1500 ml ringer laktat, 100 ml mannitol ve 50 ml bikarbonat, 1 cc heparin
(Nevparin, Mustafa Nevzat, İstanbul, Türkiye) ve tek doz profilaktik antibiyotik ile hazırlandı.
Normotermi veya hafif hipotermi (34-36 °C) uygulanarak ve 2,4 L/dk/m2 non-pulsatil pompa
akımı sağlandı.
Kardiyopulmoner bypass boyunca, hematokrit % 22-25 arasında tutuldu ve ortalama
arter basıncı 50-70 mmHg arasında sabitlenmeye çalışıldı. Antikoagülasyon, KPB’ nin
başlamasından hemen önce 3mg/kg dozda anfraksiyone heparin heparin (Nevparin, Mustafa
Nevzat, İstanbul, Türkiye) ile yapıldı. Antikoagülasyon değerlendirilmesi Hemochron marka
cihaz ile aktive edilmiş pıhtılaşma zamanı (Activated Clotting Time, ACT) ölçülerek yapıldı.
Aktive edilmiş pıhtılaşma zamanı 400 saniyenin üzerinde olacak şekilde gerektiğinde ek doz
heparin uygulandı. Klempajın ardından potasyumdan zengin ve 4:1 kan-kristaloid oranı ile
kombine edilmiş antegrad kan kardiyoplejisi 10 ml/kg dozunda verilerek kardiak arrest
sağlandı. Kardiyopleji 20 dakikalık aralıklarla tekrarlandı. KPB’ın sonlandırılmasında her bir
100 IU heparin dozu için 1,3 mg protamin (Onko, İstanbul, Türkiye) kullanılarak nötralize
edildi. Hematokrit düzeyinin KPB boyunca % 20 ve postoperatif periyotta % 25’ten az olması
durumunda kan transfüzyonu uygulandı.
25
CERRAHİ TEKNİK
Tüm olgularda median sternotomi yapıldı. Off-pump cerrahi dışındaki tüm olgularda
kardiyopulmoner bypass uygulandı.
Asendan aorta ve sağ atriyal kanülasyon (mitral kapak hastalarında bikaval
kanülasyon) yapıldı.
Koroner
bypass
yapılan
hastalarda
greft
olarak
sol
ön
inen
arterin
revaskülarizasyonunda öncelikli olarak sol internal mammaryan arter, diğer koroner
damarların revaskülarizasyonunda safen ven tercih edildi. KPB kullanılan tüm olgularda distal
anastomozlar kros klemp altında, proksimal anastomozlar side klemp altında yapıldı.
Mitral kapak cerrahisi yapılan olgularda mitral kapak interatriyal oluğun
posteriorundan yapılan oblik kesi ile sol atriyum açılarak, triküspit kapak cerrahisi yapılan
olgularda eksplorasyon sağ atriyuma yapılan oblik kesi ile ve aort kapak cerrahisi yapılan
hastalarda ekplorasyon asendan aort proksimaline yapılan transvers aortotomi insizyonu ile
yapıldı. Aort ve mitral kapak cerrahisi yapılan hastalarda sağ pulmoner ven vent edildi.
Asendan aort cerrahisi yapılan olgularda sağ aksiller arteryel kanülasyon yapılarak
distal anastomoz sırasında serebral perfüzyon sağlandı.
POSTOPERATİF YOĞUN BAKIM TAKİBİ
Postoperatif tüm hastalar entübe halde yoğun bakım ünitesine alındı. Hastaların
tamamına EKG mönitorizasyonu, arteryel tansiyon, santral venöz basınç, pulse oksimetre,
idrar çıkışı, drenaj, rektal ısı ve kan gazı takibi yapıldı. Sıvı tedavisinde kristaloidler ve kan
ürünleri (tam kan, eritrosit süspansiyonu, taze donmuş plazma, aferez/ random trombosit
süspansiyonu) kullanıldı.
Postoperatif kas gücü yerine gelen, rektal sıcaklık ölçümü 36 °C üzerinde olan, drenajı
< 200ml/saat olan, hemodinamik olarak stabil ve PaO2 / FiO2> 400 üzerinde olan hastalar
ekstübe edildi.
Ekstübe edilen hastalar postoperatif birinci günde mobilize edildi ve oral beslenme
başlandı. Solunum fizyoterapisi ve mukolitik tedavi tüm hastalara uygulandı.
Off-pump koroner bypass cerrahisi sonrası en az bir, diğer cerrahilerden sonra en az
iki gün yoğun bakım takibi yapıldı. Koroner bypass cerrahisi yapılan olgularda postoperatif
birinci günde asetilsalisilik asit 300 mg p.o antiagregan ve enoksaparin 1 mg/kg s.c.
antikoagülan tedavi başlandı. Kapak cerrahisi yapılan olgularda postoperatif birinci günde
26
enoksaparin 1 mg/kg s.c. ve ikinci günde varfarin p.o. antikoagülan tedavi verildi. Protrombin
profil takibi yapılarak varfarin dozu ayarlandı.
İnfektif endokardit nedeniyle opere edilen hastaların antibiyoterapisi kültür
antibiyogram sonucuna göre düzenlendi. Bunun dışındaki olgularda rutin uygulamada
profilakside intravenöz sefazolin sodyum veya ampisilin sulbaktam antibiyoterapisi
uygulandı. Klinik takibi sırasında ateş, beyaz küre, C-reaktif protein yüksekliği ve herhangi
bir enfeksiyon gelişen veya β-laktam alerjisi olan hastalara uygun antibiyoterapi düzenlendi.
Her hasta bireysel olarak değerlendirilerek β-blokör, antihipertansif, antiartimik,
bronkodilatör ve diüretik tedavileri düzenlendi. Yüklenme bulgusu olan ve diüretik tedaviye
yanıt vermeyen, dirençli hiperpotasemisi ve metabolik asidozu olan hastalara kontinü venovenöz hemodiyafiltrasyon uygulandı.
ÇALIŞMANIN TASARIMI
Kliniğimizde 6 aylık bir dönemde açık kalp cerrahisi yapılan hastalarda
trombositopeni ve sonuçları araştırıldı. Postoperatif 12. saat, 36.saat ve 60.saatte alınan rutin
kan testlerinde en az iki kez trombosit değeri 150.000/mm3 altında olan 39 hasta
trombositopeni grubunu oluşturdu. Belirlenen saatlerde bakılan kan tahlillerinde trombosit
sayısı normal olan hastalar arasından randomize olarak seçilen 39 hasta kontrol grubunu
oluşturdu. Tüm hastaların preoperatif demografik verileri, operatif özellikleri ve postoperatif
özellikleri, klinik muayeneleri ve yoğun bakım çizelgelerindeki veriler kaydedildi. Her iki
gruptaki veriler karşılaştırılarak trombositopeninin ilişkili olduğu durumlar ile erken dönem
(hastane yatışı sırasında) mortalite, morbidite (pnömoni, sepsis, enfeksiyon, kanama, tromboz,
organ yetmezliği vb.), yoğun bakım ve hastane yatış süresi gibi çalışmanın sonlanım noktaları
üzerine etkisi ve prognostik bir marker olarak önemi araştırıldı.
İSTATİSTİKSEL ANALİZ
İstatistiksel değerlendirme, 10240642 seri numaralı SPSS 21 istatistik programı
kullanılarak yapıldı. Ölçülebilen verilerin normal dağılıma uygunlukları tek örnek
Kolmogorov Smirnov testi ile bakıldıktan sonra normal dağılım gösterenler için gruplar arası
kıyaslamalarda bağımsız gruplarda t testi ve normal dağılıma uymayan verilerin
değerlendirilmesinde gruplar arası kıyaslamalarda Mann Whitney U testi kullanıldı.
Niteliksel verilerde Pearson χ2 testi, Fisher’s Kesin χ2 testi ve Kolmogorov Smirnov iki
örnek testi kullanıldı. Tanımlayıcı istatistikler olarak Median (Min-Max) değerleri ve
27
aritmetik ortalama ± standart sapma verildi. Tüm istatistikler için anlamlılık sınırı p<0.05
olarak seçildi.
28
BULGULAR
Çalışma grubu Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği’nde
açık kalp cerrahisi operasyonu yapılan 78 hastadan oluşmaktaydı.
Çalışmaya alınan toplam 78 hastanın % 62,8’i (n=49) erkek, % 37,2’si (n=29) kadın
ve tüm hastaların yaş ortalaması 61,82 (26-80) idi. Trombositopeni görülme sıklığı %33,05
(n=39) olup trombositopeni grubundaki hastaların trombosit sayıları 100.000-150.000/mm3
(n=30), 50.000- 100.000/mm3 (n=7) ve <50.000/mm3 (n=2) idi.
Preoperatif özellikler ve demografik veriler incelendiğinde her iki grupta cinsiyet, yaş,
kilo, diyabetes mellitus, hipertansiyon, serebrovasküler hastalık, periferik arter hastalığı,
kronik böbrek yetmezliği, hiperlipidemi varlığı, son 6 ay ve 1 yıl içerisinde herhangi bir
sebeple hastaneye başvurmuş olmak, sigara içiciliği ve Euroscore hesaplaması açısından
istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (Tablo 4-15).
Tablo 4. Çalışma grubunun cinsiyet dağılımı
Kontrol
Sayı
Cinsiyet (K/E) (sayı %)
TP
%
Sayı %
Kadın
14 (35,9)
15 ( 38,5)
Erkek
25 (64,1)
24 (61,5)
TP: Trombositopeni.
*: Pearson Ki-Kare testi.
29
p
0,815*
Tablo 5. Çalışma grubunun yaş dağılımı
Yaş
Kontrol(n=39)
TP (n=39)
A.Ort ± SS
A.Ort ± SS
60,49 ±9,9
63,15 ±12,6
p
0,304*
TP: Trombositopeni.
*: Bağımsız gruplarda t testi.
Tablo 6. Çalışma grubunun kilo dağılımı
Kilo (kg)
Kontrol (n=39)
TP (n=39)
A.Ort ± SS
A.Ort ± SS
75, 23±10,17
71,31 ±10,80
p
0,103*
TP: Trombositopeni.
*: Bağımsız gruplarda t testi.
Tablo 7. Çalışma grubunda diyabetes mellitus varlığının karşılaştırılması
DM
Var
Yok
Kontrol
Sayı %
13
(33,3)
26
(66,7)
TP
Sayı %
11
(28,2)
28
(71,8)
p
0,624*
DM: Diyabetes mellitus, TP: Trombositopeni.
*: Pearson Ki-Kare testi
Tablo 8. Çalışma grubunda hipertansiyon varlığının karşılaştırılması
HT
Var
Yok
Kontrol
Sayı %
25 ( 64,1)
14 (35,9)
TP
Sayı %
28 (71,8)
11 (28,2)
p
0,467*
HT: Hipertansiyon, TP: Trombositopeni.
*: Pearson Ki-Kare testi
Tablo 9. Çalışma grubunda serebrovasküler hastalık varlığının karşılaştırılması
SVH
Var
Yok
Kontrol
Sayı %
4 (10,3)
35 (89,7)
SVH: Serebrovasküler hastalık, TP: Trombositopeni.
*: Fisher’s kesin ki-kare testi.
30
TP
Sayı %
3 (7,7)
36 (92,3)
p
1,000 *
Tablo 10. Çalışma grubunda periferik arter hastalığı varlığının karşılaştırılması
PAH
Var
Yok
Kontrol
Sayı %
4 (10,3)
35 (89,7)
TP
Sayı %
3 (7,7)
36 (92,3)
p
1,000 *
PAH: Periferik arter hastalığı, TP: Trombositopeni.
*: Fisher’s kesin ki-kare testi.
Tablo 11. Çalışma grubunda kronik böbrek yetmezliği varlığının karşılaştırılması
KBY
Var
Yok
Kontrol
Sayı %
2 (5,1)
37 (94,6)
TP
Sayı %
0 (0,0)
39 (100,0)
p
0,494*
KBY: Kronik böbrek yetmezliği, TP: Trombositopeni.
*: Fisher’s kesin ki-kare testi.
Tablo 12. Çalışma grubunda hiperlipidemi varlığının karşılaştırılması
HL
Var
Yok
Kontrol
Sayı %
23( 59,0)
16 (41,0)
TP
Sayı %
24 (61,5)
15 (38,5)
p
0,817*
HL: Hiperlipidemi, TP: Trombositopeni.
*: Pearson ki-kare testi.
Tablo 13. Çalışma grubunun 6 ay ve 1 yıl önce hastane başvurusu öyküsü olmasının
karşılaştırılması
Hastane başvurusu
Var
Yok
Var
Yok
Son 6 ay
içerisinde
Son 1 yıl
içerisinde
Kontrol
Sayı %
5 (12,8)
34 (87,2)
4 (10,3)
35 (89,7)
TP
Sayı %
5 (12,8)
34 (87,2)
2 (5,1)
37 (94,9)
p
1,000*
0,675**
TP: Trombositopeni.
*: Pearson ki-kare testi.
**: Fisher’s kesin ki-kare testi.
Tablo 14. Çalışma grubundaki sigara içiciliğinin karşılaştırılması
Sigara
Var
Yok
Kontrol
Sayı %
21( 53,8)
18 (46,2)
TP: Trombositopeni.
*: Pearson ki-kare testi.
31
TP
Sayı %
23 (59,0)
16 (41,0)
p
0,648
Tablo 15. Çalışma grubunun preoperatif hesaplanan Euroscore dağılımı
Euroscore
Düşük
Orta
Yüksek
Kontrol
Sayı %
22 (56,4)
13(33,3)
4 (10,3)
TP
Sayı %
24 (61,5)
10 (25,6)
5 (12,8)
p
1,000*
TP: Trombositopeni.
*: Kolmogorov-Smirnov iki örnek testi .
Hastalara uygulanan tüm operasyon çeşitleri aşağıdaki tabloda verilmiştir (Tablo 16).
Çalışma grubundaki 50 hastaya izole koroner bypass operasyonu uygulandı (%64,1). Tüm
hastalar içerisinde asendan aort cerrahisi yapılan 4 hastanın tümü (Bental veya asendan
aortaya greft interpozisyonu) trombositopeni grubunda yer almaktaydı.
Tablo 16. Çalışma grubuna uygulanan operasyon çeşitlerinin dağılımı
Kontrol
Sayı %
TP
Sayı %
Total
Sayı %
26 (66,7)
24 (61,5)
50 (64,1)
Koroner bypass (beating heart)
2 (5,1)
1 (2,6)
3 (3,8)
Koroner bypass (redo)
1 (2,6)
1 (2,6)
2 (2,6)
AVR
4 (10,3)
1 (2,6)
5 (6,4)
Koroner bypass + AVR
2 (5,1)
2 (5,1)
4 (5,1)
Koroner bypass + MVR
2 (5,1)
4 (10,3)
6 (7,7)
MVR + Triküspit Annuloplastisi
1 (2,6)
0 (0,0)
1 (1,3)
Koroner Bypass + Karotis Cerrahisi
1 ( 2,6)
0 (0,0)
1 (1,3)
Bental
0 (0,0)
2 (5,1)
2 (2,6)
0 (0,0)
2 (5,1)
2 (2,6)
0 (0,0)
1 (2,6)
1 (1,3)
0 (0,0)
1 (2,6)
1 (1,3)
İzole koroner bypass
Asendan Aortaya Greft
İnterpozisyonu + AVR + Koroner
Bypass
Miksoma Çıkartılması + Mitral Kapak
Tamiri
Koroner Bypass+ VSR tamiri
AVR: Aortik kapak replasmanı, MVR: Mitral kapak replasmanı, VSR: Ventriküler septal rüptür,
Trombositopeni.
32
TP:
Preoperatif kronik atriyal fibrilasyonu olan hastalara operasyon sırasında unipolar
veya bipolar radyofrekans ablasyon uygulandı. Her iki grupta ablasyon uygulanması açısından
istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (Tablo 17).
Tablo 17. Çalışma grubunda eş zamanlı ablasyon uygulanan hasta sayısının dağılımı
Ablasyon
Kontrol
TP
Sayı %
Sayı %
Var
1 (2,6)
2 (5,1)
Yok
38 (97,4)
37 (94,9)
p
1,000*
TP: Trombositopeni.
*: Fisher’s kesin ki-kare testi.
İki gruptaki KPB süresi arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmasa da
(p=0,052) trombositopeni grubunda sayısal olarak daha fazlaydı. Kros klemp süresi
trombositopeni grubunda anlamlı olarak fazlaydı (p=0,034) ( Tablo 18,19) (Şekil 3).
Tablo 18. Çalışma grubunun kardiyopulmoner bypass sürelerinin karşılaştırılması
KPB süresi (dakika)
Kontrol (n=39)
TP (n=39)
A.ort ± ss
A.ort ± ss
Ort ( Min-Maks)
Ort ( Min-Maks)
92,46± 26,48
112,58± 43,39
92 (48-152)
102 (32- 196)
p
0,052*
KPB: Kardiyopulmoner bypass, TP: Trombositopeni.
*: Mann- Whitney U testi.
Tablo 19. Çalışma grubunun kros-klemp sürelerinin karşılaştırılması
Kros-klemp süresi
(dakika)
Kontrol (n=39)
TP (n=39)
A.Ort ± SS
A.Ort ± SS
Ort ( Min-Maks)
Ort ( Min-Maks)
50,59± 19,37
66,08±31,29
45 (18-89)
54,5 (20-135)
TP: Trombositopeni.
*: Mann- Whitney U testi.
33
p
0,034*
Şekil 3. Çalışma grubunun kardiyopulmoner bypass ve kros-klemp sürelerinin
karşılaştırılması
Her iki gruptaki hastalarda uygulanan kardiyopleji miktarı, heparin ve protamin dozu,
intraoperatif soğuma sıcaklığı ve toplam operasyon süresi arasında anlamlı fark saptanmadı.
Bununla birlikte trombositopeni grubunda ortalama kardiyopleji miktarı, heparin ve protamin
dozunun sayısal olarak daha yüksek, soğuma sıcaklığının ise daha düşük değerlerde olduğu
saptandı (Tablo 20) (Şekil 4-7).
34
Tablo 20. Çalışma grubunun bazı peroperatif değerlerinin karşılaştırılması
Kardiyopleji (ml)
Operasyon süresi (saat)
Heparin (mg)
Protamin (mg)
Soğuma sıcaklığı (°C)
Kontrol (n=39)
A.Ort ± SS
Ort (Min-Maks)
1458,11 ± 363,91
1400 (900-2300)
4,22 ± 0,75
4 ( 3-6)
222,44± 23,50
225 (200-250)
357,69 ± 46,64
400 (300-400)
35,05 ± 0,57
35 (34-36)
TP (n=39)
A.Ort ± SS
Ort (Min-Maks)
1669,74 ± 493,27
1675 (900-2700)
4,45 ± 0,87
4( 3-6)
230,13± 29,34
250 ( 200-300)
366,67 ± 71,94
400 ( 200-600)
34,84 ±0,89
35 (32-36)
TP: Trombositopeni.
*: Mann- Whitney U testi.
Şekil 4. Çalışma grubunun kardiyopleji miktarlarının karşılaştırılması
35
p
0,086*
0,223*
0,274*
0,596*
0,524*
Şekil 5. Çalışma grubunun operasyon sürelerinin karşılaştırılması
Şekil 6. Çalışma grubuna uygulanan heparin ve protamin miktarlarının
karşılaştırılması
36
Şekil 7. Çalışma grubunun operasyon sırasında hipotermi derecelerinin
karşılaştırılması
Kardiyopulmoner bypass sırasında hemofiltrasyon uygulanması açısından iki grup
arasında anlamlı fark saptanmadı (p=0,238) (Tablo 21).
Tablo 21. Çalışma grubunda intraoperatif hemofiltrasyon uygulanan hasta sayısının
dağılımı
İntraoperatif
Hemofiltrasyon
Var
Yok
Kontrol
Sayı %
9 (23,1)
30 (76,9)
TP
Sayı %
5 (12,8)
34 (87,2)
p
0,238*
TP: Trombositopeni.
*: Pearson ki-kare testi
Hastaların tüm drenler çekilene kadar olan toplam drenaj miktarları karşılaştırıldığında
drenaj miktarı trombositopeni grubunda istatistiksel olarak daha fazladır (p=0,002) (Tablo
22).
37
Tablo 22. Çalışma grubundaki hastaların drenaj miktarlarının karşılaştırılması
Drenaj (ml)
Kontrol (n=39)
TP (n=39)
A.Ort ± SS
A.Ort ± SS
Ort ( Min-Maks)
Ort ( Min-Maks)
744,87 ± 319,65
1216, 03 ± 843, 03
725 (300-1825)
975 (375- 3925)
p
0,002*
TP: Trombositopeni.
*: Mann- Whitney U testi.
Ameliyat sırasında ve sonrasında replase edilen kan ürünü miktarı incelendiğinde her
iki grupta da en çok kullanılan kan ürünü taze donmuş plazmaydı. Bununla birlikte her iki
gruptaki kan transfüzyonları karşılaştırıldığında trombositopeni grubunda taze donmuş
plazma kullanımı kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha fazlaydı
(p=0,001) (Tablo 23) (Şekil 8).
Tablo 23. Çalışma grubundaki hastaların kan transfüzyon dağılımı
Kontrol (n=39)
TP (n=39)
Ort ( Min-Maks)
Ort ( Min-Maks)
1(0-2)
1 (0-4)
0,199*
2(0-2)
2 ( 1-6)
0,176*
0(0-2)
0 (0-4)
0,985*
Toplam ES (ünite)
3( 1-6)
4 (0-12)
0,172*
Toplam TDP (ünite)
4 (2-10)
6 (2-20)
0,001*
Toplam TK (ünite)
0 (0-4)
2 (0-4)
0,386*
Ameliyatta Kullanılan
ES (ünite)
Ameliyatta Kullanılan
TDP (ünite)
Ameliyatta Kullanılan
TK (ünite)
*Mann-Whitney U testi.
38
p
Şekil 8. Çalışma grubundaki hastaların kan transfüzyon dağılımı
Hastaların postoperatif 12, 24 ve 48. saatteki SOFA skorlaması hesaplandı. Buna göre
her iki grupta 12. saatte anlamlı fark saptanmazken, 24. ve 48. saatte hesaplanan SOFA
skorları trombositopeni grubunda anlamlı olarak daha fazlaydı (p=0,001) (Tablo 24) (Şekil 9).
Tablo 24. Çalışma grubunun postoperatif SOFA skoru değerlerinin dağılımı
Kontrol (n=39)
TP (n=39)
Ort ( Min-Maks)
Ort ( Min-Maks)
SOFA (12. saat)
1 (0-6)
2 (0-9)
0,137*
SOFA (24. saat)
1 (0-4)
1 (0-8)
0,001*
SOFA (48. saat)
0 (0-4)
1 (0-10)
0,001*
TP: Trombositopeni.
*Mann-Whitney U testi.
39
p
Şekil 9. Çalışma grubunun postoperatif SOFA skoru değerlerinin dağılımı
Postoperatif dönemde yoğun bakım ünitesinde normal vücut sıcaklığına (36 °C ve
üzeri) gelinceye kadar ki dönem hipotermide kalış süresi ve olarak değerlendirildi. Hipotermi
süresi kontrol grubunda ve trombositopeni grubunda sırasıyla 210 ve 190 dakika (p= 0,257),
entübasyon süreleri ise her iki grupta ortalama 6,5 saatti (p=0,706) ve istatistiksel olarak
anlamlı değildi (Tablo 25) (Şekil 10,11).
Tablo 25. Çalışma grubunun postoperatif hipotermide kalış ve entübasyon sürelerinin
karşılaştırılması
Hipotermi süresi (dakika)
Entübasyon süresi (saat)
Kontrol (n=39)
A.Ort ± SS
Ort ( Min-Maks)
213,72 ± 109,27
210 ( 60-660)
7,33 ± 3,34
6,5 ( 4-20)
TP: Trombositopeni.
*: Mann- Whitney U testi.
40
TP (n=39)
A.Ort ± SS
Ort ( Min-Maks)
185,38 ± 74,31
190 (45-390)
8,59 ± 5,83
6,5 ( 3-26)
p
0,257*
0,706*
Şekil 10. Çalışma grubunun postoperatif hipotermide kalış sürelerinin
karşılaştırılması
Şekil 11. Çalışma grubunun postoperatif entübasyon sürelerinin karşılaştırılması
41
Postoperatif hastalarda normal sinüs ritmi dışındaki önemli ritim bozuklukları atriyal
ve
ventriküler
fibrilasyon
olarak
gruplandırıldı.
Postoperatif
dönemde
bu
ritim
bozukluklarının görülme sıklığında her iki grupta istatistiksel olarak anlamlı fark görülmedi
(Tablo 26).
Tablo 26. Çalışma grubunda postoperatif aritmi gelişmesine göre hasta sayısının
dağılımı
Aritmi
Kontrol
TP
Sayı %
Sayı %
Yok
33 (84,6)
32 (82,1)
AF
5 (12,8)
7 (17,9)
VF
1 (2,6)
0 (0,0)
P
1,000*
AF: Atriyal fibrilasyon, VF: Ventriküler fibrilasyon, TP: Trombositopeni.
*: Kolmogorov-Smirnov iki örnek testi.
Postoperatif dönemdeki venöz ve arteryel tromboembolik olaylar değerlendirildiğinde
1 hastada derin ven trombozu, 1 hastada pulmoner tromboemboli, 1 hastada serebrovasküler
hastalık ve 1 hastada periferik arteryel emboli geliştiği görüldü. Bu hastaların tümü
trombositopeni grubundaydı (Tablo 27) (Şekil 12).
Tablo 27. Çalışma grubunda postoperatif tromboemboli gelişimine göre hasta sayısının
dağılımı
Kontrol
Sayı
Tromboz
%
TP
Sayı %
Var
0 (0,0)
4 (10,3)
Yok
39 (100,0)
35 (89,7)
TP: Trombositopeni.
*: Fisher’s kesin ki-kare testi.
42
p
0,115*
Şekil 12. Çalışma grubunda postoperatif tromboemboli gelişimine göre hasta
sayısının dağılımı
Postoperatif mortalite gelişen hasta sayısı 6 oldu. Mortalite açısından her iki grup
arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamakla birlikte (p=0,200) mortalite gelişen
hastaların %83’ü TP grubunda idi (Tablo 28) (Şekil 13).
Tablo 28. Çalışma grubunda postoperatif mortalite dağılımı
Mortalite
Kontrol
TP
Sayı %
Sayı %
Var
1 (2,6)
5 (12,8)
Yok
38 (97,4)
34 (87,2)
TP: Trombositopeni.
*: Fisher’s kesin ki-kare testi.
43
p
0,200*
Şekil 13. Çalışma grubunda postoperatif mortalite dağılımı
Postoperatif aşırı drenaj nedeniyle 5 hasta revizyona alındı. Revizyon sayısı her iki
grupta istatistiksel olarak anlamlı fark yaratmamaktaydı bununla birlikte revizyona alınan
hastaların % 80’i TP grubundaydı (Tablo 29) (Şekil 14).
Tablo 29. Çalışma grubunda postoperatif revizyona alınan hasta sayısının dağılımı
Revizyon
Var
Yok
Kontrol
Sayı %
1 (2,6)
38 (97,4)
TP: Trombositopeni.
*: Fisher’s kesin ki-kare testi.
44
TP
Sayı %
4 (10,3)
35 (89,7)
p
0,358*
Şekil 14. Çalışma grubunda postoperatif revizyona alınan hasta sayısının dağılımı
Tüm hastalarda akciğer, böbrek ve karaciğer disfonksiyonu değerlendirildiğinde en sık
akciğer fonksiyon bozukluğu geliştiği görüldü. Trombositopeni grubundaysa akciğer ve
böbrek fonksiyonlarındaki bozulma kontrol grubuna göre anlamlı olarak fazlaydı (sırasıyla
p=0,006; p=0,038) (Tablo 30).
Tablo 30. Çalışma grubunda hasta sayısının postoperatif organ disfonksiyonu gelişimine
göre dağılımı
Akciğer Fonksiyonlarında bozulma
Böbrek Fonksiyonlarında Bozulma
Karaciğer Fonksiyonlarında Bozulma
Var
Yok
Var
Yok
Var
Yok
TP: Trombositopeni.
*: Pearson ki-kare testi.
**: Fisher’s kesin ki-kare testi.
45
Kontrol
Sayı %
6 (15,4)
33 (84,6)
6 (15,4)
33 (84,6)
3 (7,7)
36 (92,3)
TP
Sayı %
17 (43,6)
22 (56,4)
14 (35,9)
25 (64,1)
6 (15,4)
33 (84,6)
p
0,006*
0,038*
0,481**
Antibiyoterapi çeşidi her iki grupta istatistiksel olarak anlamlı fark oluşturmamaktaydı
(p=0,250). Bununla birlikte kolimisin ve seftriakson kullanan tüm hastalar trombositopeni
grubundaydı (Tablo 31).
Tablo 31. Çalışma grubunda postoperatif uygulanan antibiyoterapi çeşidine göre
hastaların dağılımı
Kontrol
Sayı
%
TP
Sayı
p
%
Sefazolin
13 (33,3)
22 (56,4)
Ampisilin-sulbaktam
21 (53,8)
6 (15,4)
Piperasilin-tazobaktam
2 (5,1)
3 (7,7)
Meronem
1 (2,6)
2 (5,1)
Kolimisin
0 (0,0)
4 (10,3)
Seftriakson
0 (0,0)
2 (5,1)
Enfektif Endokardit Profilaksisi
2 (5,1)
0 (0,0)
0,250*
TP: Trombositopeni.
*Kolmogorov- Smirnov-2 örnek testi.
Postoperatif dönemde enfeksiyon çeşitleri ayrı ayrı değerlendirildiğinde her iki grup
arasında anlamlı bir fark olmamakla birlikte tüm enfeksiyonların görülme sıklığı bir arada
incelendiğinde trombositopeni grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı
orandadaha fazla enfeksiyon görüldüğü saptandı (p=0,005) (Tablo 32,33) (Şekil 15).
Tablo 32. Çalışma grubunda postoperatif enfeksiyon gelişen hasta sayısının enfeksiyon
çeşidine göre dağılımı
Kontrol
TP
Sayı %
Sayı %
36 (92,3)
26 (66,7)
Ateş yüksekliği
1 (2,6)
4 (10,3)
Pnömoni
2 (5,1)
7 (17,9)
Kanda üreme
0 (0,0)
1 (2,6)
Mediastinit
0 (0,0)
1 (2,6)
Yok
TP: Trombositopeni.
*: Kolmogorov-Smirnov iki örnek testi
46
p
0,154*
Tablo 33. Postoperatif enfeksiyon gelişen hasta sayısının dağılımı
Enfeksiyon
Var
Yok
Kontrol
Sayı %
3 (7,7)
36 (92,3)
TP
Sayı %
13 (33,3)
26 (66,7)
p
0,005*
TP: Trombositopeni.
*: Pearson ki-kare testi.
Şekil 15. Postoperatif enfeksiyon gelişen hasta sayısının dağılımı
Her iki grubun hastane ve yoğun bakım yatış süreleri karşılaştırıldığında
trombositopeni grubunda hastane ve yoğun bakım yatış sürelerinin istatistiksel olarak anlamlı
şekilde uzamış olduğu görüldü (Tablo 34) (Şekil 16).
Tablo 34. Çalışma grubunun hastane yatış ve yoğun bakımda yatış sürelerine ilişkin
dağılımı (gün)
Hastane yatış süresi (gün)
YBÜ yatış süresi (gün)
Normal (n=39)
A.Ort ± SS
Ort (Min_maks)
7,85 ±2,671
7 ( 5-21)
2,08± 0,480
2 ( 1-4)
TP: Trombositopeni.
*: Pearson ki-kare testi.
47
Hasta(n=39)
A.Ort ± SS
Ort (Min_maks)
11,18±6,727
9 ( 2-34)
2,85 ± 2,159
2 ( 2-13)
p
0,006*
0,030*
gün
Şekil 16. Çalışma grubunun hastane yatış ve yoğun bakımda yatış sürelerine
ilişkin dağılımı (gün)
Çalışmaya dahil edilen hastaların verileri Ek 3’te verilmiştir.
48
TARTIŞMA
Kritik yoğun bakım hastalarında (medikal + cerrahi) ciddi TP (trombosit sayısı
<50.000/mm3) %6,3 oranında görülmektedir. Yapılan çalışmalarda ciddi TP gelişen
hastalarda hiperlipidemi, neoplazm, son 6 ay içerisinde kemoterapi, radyoterapi alma öyküsü,
antiaritmik ilaç kullanımı ve son bir yılda hastaneye başvurmuş olma öyküsü anlamlı olarak
fazla görülmüştür (3). Çalışmamızda biz de hastaların bazı preoperatif özelliklerini
değerlendirdik. Preoperatif özellikler ve demografik veriler incelendiğinde her iki grupta
cinsiyet, yaş, kilo, diyabetes mellitus, hipertansiyon, serebrovasküler hastalık, periferik arter
hastalığı, kronik böbrek yetmezliği, hiperlipidemi varlığı, son 6 ay ve 1 yıl içerisinde herhangi
bir sebeple hastaneye başvurmuş olmak, sigara içiciliği ve Euroscore hesaplaması açısından
istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı.
Klinikte uyguladığımız Euroscore değeri preoperatif olarak hesaplanmaktadır ve
çalışmamızda yer alan trombositopeni ve kontrol grubundaki hastaların aldığı skorlar arasında
anlamlı fark bulunmamaktadır. Günümüzde kalp cerrahisi hastalarının postoperatif
özelliklerinin değerlendirildiği CASUS gibi skorlama sistemleri geliştirilmektedir. Bununla
birlikte klinikte yoğun bakım ünitelerinde sıkça ve kolaylıkla uygulanmakta olan SOFA
skorlaması özel bir uyarlama ihtiyacı olmaksızın kardiyak cerrahi hastalarında postoperatif
morbidite ciddiyetini belirlemede kullanılabilir. Trombosit sayısı SOFA skorlamasının altı
parametresinden biri olan koagülasyon sisteminin değerlendirilmesinde kullanılmaktadır. Bu
model postoperatif mortalite riski artmış hastaları da belirler. Postoperatif ilk gün
kardiyovasküler skor diğer sistemlere göre en yüksek değeri ve en yüksek rölatif mortalite
riskini taşır ve 1-6. gün arası artan organ yetmezliği mortalite ile ilişkilidir (50). SOFA skoru
49
kardiyak cerrahi sonrası yaşlı hastalar gibi özel bir popülasyonda bile kullanılabilecek
prognostik bir sistemdir (58). Çalışmamızda bu nedenle hastalarımızın prognozunu
değerlendirmek amacıyla SOFA skorlamasını kullandık. Hastalarımızın 12, 24 ve 48. saatteki
SOFA skorlarını hesapladık. Çalışma grupları arasında SOFA skorunda 12. saatte anlamlı
fark olmamakla birlikte 24. ve 48. saatlerdeki skorlar trombositopeni grubunda anlamlı olarak
fazlaydı. Prognostik bir skorlama sistemi olan SOFA skorlamasının iki grup arasında 12.
saatte değil 24. ve 48. saatte anlamlı olarak faklı olması trombositopeninin aslında bu
skorlamayla parallelik gösterse de ancak skorlamadaki diğer organ sitemleri de etkilendiği
zaman prognozda bozulma geliştiğini göstermektedir.
Yapılan bir çalışmada yüksek SOFA skoru olan, hastane ve yoğun bakımda kalış
süresi uzayan hastalarda panrezistan acinetobacter infeksiyonu açısından dikkatli olunması
gerektiği belirtilmiştir (59). Sepsis aynı zamanda yoğun bakım hastalarında da
trombositopeninin en önemli nedenidir (60). Çünkü kronik hastalıklar hem hemostazı hem de
immün sistemi bozarak fizyolojik ve patofizyolojik yanıtlara yol açar. Kompleks cerrahi ve
travma sonrası hastalarda trombositopeni ve postoperatif kanama riski vardır. Postoperatif
kalp cerrahisi hastalarında sepsis, KPB ve İABP kullanımında artmış trombosit kullanımı
nedeniyle trombositopeni görülmektedir (61). Dilüsyon ve HİT de bu faktörler arasında
sayılabilir (62). Çalışmamızda yer alan hastalara yapılan operasyonlar incelendiğinde diğer
operasyonlara göre daha komplike bir cerrahi olan asendan aort cerrahisi yapılan tüm
hastalarda (n=4) trombositopeni geliştiği görülmüştür. Bu durumun bu hastalardaki uzamış
KPB süresi, artmış kan transfüzyonuna bağlı komplikasyonlar ve artmış dilüsyonel
koagülopati nedeniyle olabileceği düşünülmektedir. Fazla kan transfüzyonu koagülasyon
faktörlerini ve trombositleri dilüe eder. Bu durum dilüsyonel koagülopati olarak
açıklanmaktadır. Cerrahi hastalarında kan transfüzyonunun artmış postoperatif morbidite ve
mortalite ile ilişkili olduğu düşünülmektedir (61).
Kardiyak cerrahide yaşam kurtaran etkinliğine ek olarak eritrosit süspansiyonlarının
transfüzyonu, oksijen gereksinimi ve sunumu arasındaki dengenin kritik ölçüde hematokrite
bağlı olduğu durumlarda yarar sağlamaktadır. Ne yazık ki, transfüzyonun sağlayacağı bu
yararlı etkilerin karşısında, transfüzyonun enfeksiyöz ve nonenfeksiyöz riskleri durmaktadır.
Transfüzyona eşlik eden enfeksiyöz komplikasyonların transfüzyon öncesinde saptanmasına
yönelik tekniklerin gelişmiş olması nedeniyle günümüzde artık, Amerika Birleşik
Devletleri’nde transfüzyondan kaynaklanan ölümlerin büyük kısmından nonenfeksiyöz
komplikasyonlar sorumlu tutulmaktadır. Örneğin, transfüzyonla ilişkili akut akciğer hasarı,
50
transfüzyona bağlı dolaşım yüklenmesi ve hemolitik transfüzyon reaksiyonları, transfüzyona
bağlı ölümlerde ilk üç sırada yer alan komplikasyonlardır (63). Transfüzyonla ilişkili olarak
TACO(transfusion associated circulatory overload), TRALI (transfusion-related acute lung
injury) ve TRIM (transfusion-related immunomodulation) durumları tarif edilmiştir. TRIM’de
transfüzyon sonrası immün sistem down regülasyonuna bağlı bakteriyel infeksiyon insidansı
artar. Donör beyazkürelerinin kanda azaltılması bu durumu azaltabilir. Tüm bu nedenlerden
dolayı kardiyak cerrahi hastalarında kan koruma teknikleri kılavuzu oluşturulmuştur (61).
İngiltere’de yapılan çok merkezli gözlemsel bir çalışmada en düşük trombosit sayısı
>50.000/mm3üzerindeyken ve herhangi bir kanama bulgusu yokken bile trombosit
transfüzyonu yapıldığı ortaya konmuştur. Bu nedenle kanıt bazlı trombosit kullanımının
geliştirilmesi gerektiği düşünülmektedir (64). Genellikle trombositler >50.000 /mm3 ise
anlamlı kanama görülmez. Trombosit sayısı >20.000/ mm3 ise spontan kanama beklenmez (1,
2, 3, 36). Bununla birlikte kardiyak cerrahide dilüsyonel olarak gelişen trombositopeniye ek
olarak, KPB süresi 2 saati aştığında trombositlerin fonksiyonlarında bozulma beklenmelidir.
Bir trombositkonsantresi, trombosit sayısını yaklaşık 10.000/mm3 artırır. Cerrahi kanamayı
önlemek için bu sayının 50.000/mm3’in üzerine çıkması gerektiğinden erişkinlerde 4-6
trombosit konsantresine gereksinim duyulur. Günümüzde, aynı donörden alınan kanın
trombositlerinin özel bir cihaz yardımı ile tutulup kanın geri kalan elemanlarının donöre geri
verilmesinden ibaret olan plazmaferez yöntemi daha sık kullanılmakta ve böylece donör
sayısının azaltılması sağlanmaktadır (63).
Cerrahlar ve anestezistler için transfüzyon kararını vermede en sık kullanılan
laboratuvar tetkiklerinin başında hemoglobin ve hematokrit düzeyleri gelmektedir. Bu
konudaki ilk yayında Mayo Klinik’ten Adams ve Lundy, transfüzyon için “10/30” kuralını
önermekteydi. Buna göre Hb 10 g/dl’ın, hematokrit de %30’un altına düştüğünde kan transfüzyonu için endikasyon doğmaktaydı. Günümüzde klasik 10/30 kuralından oldukça
uzaklaşmış kılavuzlar, öneriler ile karşılaşmaktayız. Kalp cerrahisinde kan ve kan ürünlerinin
kullanım sıklığı çok fazladır. Kardiyak cerrahide koagülopatilerin ve aneminin düzeltilmesi
ile kanamanın azaltılması ve sonuçta kanın oksijen taşıma kapasitesinin arttırılması için sık
olarak kan ve kan ürünleri kullanılmaktadır. Bu durumu azaltmak için kardiyak cerrahi
öncesinde
mevcut
aneminin
düzeltilmesi,
trombosit
karşıtı
ilaçların
kesilmesi,
antikoagülasyonun geri döndürülmesi ve otojenik transfüzyon stratejilerine başvurulması
seçenekler arasındadır. Olabilirse anemi ve antikoagülasyonun düzeltilmesi için kan ve kan
ürünleri kullanılmamalıdır. Anemiyi düzeltmek için hemoglobini yükseltecek ilaçların
51
kullanılması ve kanama riskini azaltmak için cerrahi kanamanın azaltılmasına özen
gösterilmesi daha doğru olabilir. İntraoperatif dönemde ise transfüzyon endikasyonu için bazı
protokol veya algoritmaların kullanılması, transfüzyon kararının birden fazla kişiden oluşan
bir ekip tarafından verilmesi, tromboelastografi gibi hemostatik fonksiyonu değerlendiren
monitörizasyon yöntemlerinin kullanımı, farmakolojik bazı ilaçlar ile perioperatif kanamanın
azaltılması, minimal invaziv cerrahi tekniklerin, daha küçük hacimli bypass devrelerinin ve
hücre kazanımı (cell salvage) tekniklerinin kullanılması kardiyak cerrahide kan ve kan
ürünleri kullanımını azaltabilir (63).
Toraks cerrahları ve kardiyovasküler anestezistler derneğinin (The Society of Thoracic
Surgeons and The Society of Cardiovascular Anesthesiologists) eritrosit ve plazma
transfüzyonuna ilişkin önerileri vardır. Bununla birlikte hastanın intravasküler volüm durumu
(taşikardi, hipotansiyon ve oligüri), pulmoner ve kardiyak tablosu, serebrovasküler durumu,
aneminin kronikliği, hastanın semptomları, potansiyel kan kaybı, cerrahinin büyüklüğü ve
tekrar kanama olasılığı transfüzyon kararını etkileyecek majör faktörler arasındadır (63).
Prognozda daha önemli yer tutan trombositopeninin derinliğinden çok trombosit
tüketimine neden olan fizyolojik prosestir. Trombositler inflamatuvar yanıtta yer almaktadır.
Nükleusu olmamasına rağmen saldığı proinflamatuvar mediatörler inflamatuvar ve
prokoagülan proseslere katkı sağlar. Trombin ve aktive olmuş diğer koagülasyon faktörleri
lökositlerin üzerindeki reseptörleri aktive ederek inflamatuvar yanıt oluşturur. Bu durum
vasküler endoteli stimüle eder. Bu enflamasyon fibrin formasyon ile mikroorganizmaların
yaralanma
alanında
kalmasını
sağlar.
Enflamasyon
koagülasyonu
tetiklediği
için
sepsis/SİRS’teki hastalarda orta trombositopeniden fulminan DİK’e (intravasküler pıhtılaşma
ve aktif kanama) varan bir tablo görülebilir. Antikoagülan yolakların downregülasyonu bu
hastalarda önemlidir. En önemli antikoagülan olan antitrombin ve protein C’nin aktivitesinin
azalması, uygunsuz pıhtılaşma ve proinflamatuvar sitokinlerin (TNFα, IL-1, IL-6) etkisiyle
mikrosirkülasyondan fibrinin uzaklaştırılamaması sonuçta organ iskemisine neden olur.Bazı
klinik çalışmalar antikoagülan ve antiplateletlerin sepsisle ilişkili DİK’te trombositlerin
aktivitesini azalttığını öne sürmektedir. Trombosit inhibitörü ajanların yaygın kullanımı
nedeniyle trombosit sayısı trombosit fonksiyonunun yeterli olduğunu göstermez (61).
Nedeninden bağımsız olarak trombositopeni kritik hastalarda en önemli hemostaz
bozukluğudur. Postoperatif kanama için risk faktörleri acil cerrahi, uzamış KPB, reoperasyon,
preoperatif antikoagülan, trombolitik, antiagregan tedavi kullanımı, ileri yaş, küçük vücut
yapısı, son dönem böbrek yetmezliği (trombosit disfonksiyonuna neden olarak), hepatik
52
yetmezlik (koagülasyon faktör eksikliği nedeniyle), kronik hastalıklar (sistemik lupus
eritematozis, malign neoplazi, kalıtsal koagülopatiler) olarak sayılabilir (61,62). Kanama, şok,
hipotermi ve asidoza neden olan bir kısır döngüye neden olur. Kalp cerrahisinde şok, zayıf
perfüzyon, anaerobik metabolizma ve laktik asidoza bağlı olarak pıhtılaşmanın bozulması,
soğuk sıvılar, kan ürünleri ve cerrahinin kendisinin yol açtığı hipotermi sonucunda kanama
artar (61). Çalışmamızda trombositopeni grubunda drenaj miktarı anlamlı olarak fazlaydı.
Ancak trombositopeninin yukarıda belirtilen patofizyolojik mekanizmada olduğu gibi
kanama, hipotermi, asidoz, artmış koagülopati, soğuk sıvılar, kan transfüzyonu ve daha fazla
drenaj şeklinde sıralanabilecek bir döngü içerisinde oluştuğu düşünülmektedir. Elektif cerrahi
girişimlerde kristalloid kullanılarak yapılan hemodilüsyon trombin üretiminde artışa ve bir
hiperkoagülasyon haline yol açar. Masif transfüzyon gereken hastaların resüsitasyonu için
HES solüsyonlarının kullanılmasına bağlı olumsuz etkiler maksimum günlük doz aşılmadığı
sürece bildirilmemekle birlikte kalp akciğer pompasının kullanıldığı primer kardiyak cerrahi
yapılan bir serinin incelendiği retrospektif bir çalışmada %6’lık HES solüsyonunun
maksimum günlük doz aşılmadığında bile kanamayı ve transfüzyon ihtiyacını artırabileceği
bulunmuştur (65). Bu nedenle kardiyak cerrahi hastalarında koagülasyon sistemi üzerine olan
etkilerinden dolayı kristaloid ve kolloid uygulamalarında dikkatli olunması gerektiğini
düşünmekteyiz.
Çalışmamızda drenaj nedeniyle revizyona alınan hastaların %80’inin trombositopeni
grubunda yer aldığı görüldü. Peroperatif özelliklerin incelendiği çalışmalarda trombositopeni
gelişen hastalarda metabolik durum kötüleşmesi, etkilenen organ sayısı, inotrop kullanımı,
kan transfüzyonu, albümin, bilirübin, laktik asit değerleri anlamlı olarak fazla görülmüştür
(3). Çalışmamızda kullanılan kan ürünleri ameliyatta ve toplam kullanılan eritrosit
süspansiyonu, taze donmuş plazma ve tam kan miktarı olarak değerlendirilmiştir.
Trombositopeni grubunda kullanılan toplam taze donmuş plazma miktarı kontrol grubundan
anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Taze donmuş plazma postoperatif erken dönemde hem
koagülasyon faktörlerini içermesi hem de volüm replasmanı amacıyla kullanılmaktadır. Bu
durum trombositopeni grubunda drenaj miktarının anlamlı olarak fazla olmasının bir sonucu
olarak açıklanabilir.
Yoğun bakım ünitesinde yatan 5949 hastada yapılan bir çalışmada hastaların
%0,47’sinde HİT tespit edilmiştir. Bu hastalarda tromboz daha sık görülmüştür. HİT olan
hastalarla non-HİT trombositopeni arasında mortalitede fark görülmemiştir. HİT ilişkili
trombozlar ölüme neden olabilmekte bununla birlikte non-HİT trombositopeni altta yatan
53
septisemi, multiorgan disfonksiyonu sendromu gibi durumlara bağlı olarak artmış mortalite
ile ilişkili bulunmuştur. Trombosit sayısında iyileşme olması HİT ve non-HİT arasında farklı
bir parametre değildir (66). HİT’de trombositopeninin zamanlaması ve paterni tanıda
anahtardır. Anfraksiyone heparin alanlarda daha fazla görülür ve trombotik olaylar fazladır
(67).
Yapılan bir çalışmada kalp cerrahisi öncesi anti PF4/heparin antikorları ELİSA
yöntemiyle incelenmiş ve bu durumun postoperatif ilişkili olduğu durumlara bakılmıştır.
Postoperatif tromboembolik olaylar ve mortalite ile ilişkisi gösterilememiştir. Bazı nontromobembolik olaylar ve uzamış hastane yatışı ile anlamlı ilişki kurulmuştur. Sonuçta anti
PF4/ heparin antikorlarının kardiyak cerrahiye giden hastalarda sık olduğu görülmüştür (68).
HİT’in klinik bir tanı olduğu ve klinikte 4Ts skorlamasından faydalanılması gerektiği
önerilmektedir (2). Bu nedenle yoğun bakım ünitemizdeki rutin hasta takibimiz sırasında HİT
etyolojisine yönelik antikor testi yapılmamış, klinik olarak HİT tanısından şüphelenildiğinde
heparin ve türevleri kesilmiştir.
İzole AVR yapılan 1261 hastanın incelendiği bir çalışmada hastaların %26,8’inde
trombositopeni geörülmüş ve anti PF4 antikor tespiti için yapılan ELISA testinde %3,4
hastada pozitiflik saptanmıştır. Postoperatif trombositopeni için yaş ve preoperatif düşük
trombosit değeri bağımsız birer prediktör olarak kabul edilmiştir. Tek başına ELISA
pozitifliğinin artmış operatif mortalite, stroke ve kanama ile ilişkili olduğu saptanmış,
trombositopeni ve ELISA (+) olan hastalarda biyoprotez kullanımının daha sık olduğu
kaydedilmiştir (69).
Çalışmamızda arteryel veya venöz tromboz 4 hastada gelişti ve bu hastaların tamamı
trombositopeni grubunda yer alıyordu.
Bu durum bize trombositopeninin önemli bir
morbidite nedeni olduğunu göstermektedir.
Yoğun bakımda yatan ( kardiyak, medikal, cerrahi ve travma) 20696 hastada yapılan
bir çalışmada trombositopeninin mortalite için bağımsız bir risk faktörü olduğu saptanmıştır
(70). Benzer çalışmalarda trombositopeninin kritik hastalarda bağımsız bir mortalite
prediktörü olduğu hastane ve yoğun bakım yatışı ile ilişkili olduğu görülmüştür (71). Bizim
çalışmamızda 6 hastada mortalite gelişti. Bu hastaların % 83’ü trombositopeni grubundaydı.
Çok değişkenli çalışmalar trombosit sayısındaki %30 düşüşün bağımsız olarak ölümü
tahmin edebildiğini göstermiştir. Böyle bir düşüşün prognostik önemi olduğu ve yeni
skorlama sistemlerinde kullanılması gerektiği düşünülmektedir (1). Trombosit sayısında
54
%30 ‘dan fazla düşüşün trombositopeni olmadan bile mortalite ve morbidite ile ilişkili olduğu
gösterilmiştir. (71-73).
Trombositopeninin zamanlamasının da çalışmalarda önemli olduğu gösterilmiştir. Çok
merkezli prospektif bir çalışmada medikal ve cerrahi yoğun bakım ünitesinde en az 5 gün
kalmış hastalar değerlendirildiğinde 4. günde trombosit sayısının en düşük olduğu ve %10-60
arasındaki düşüşün mortalite ile anlamlı ilişkisi olduğu saptanmıştır. Bununla birlikte yaşayan
ve yaşamayan hastalar arasındaki trombosit sayıları arasında 7. günde anlamlı fark olduğu
görülmüştür. Kronik yoğun bakım hastalarında trombosit sayısı yaşayanlar ve yaşamayanlar
arasında farkı olan bifazik bir paterne sahiptir. Geç TP, erken TP’den daha iyi bir ölüm
belirleyicisidir. Yaşamayanlarda yaşayanlardaki gibi TP geliştikten sonra rölatif bir artış
gözlenmez. Tek bir ölçümden ziyade zaman içinde trombosit sayısının değişimi, hastanın
durumu ve sonuçları daha iyi yansıtır. Mortalitenin 4. ve 14. günde TP gelişen hastalarda
diğer hastalara göre, 14. günde TP gelişenlerde ise 4. günde gelişen hastalara göre daha fazla
olduğu görülmüştür (68). Bir çalışmada medikal yoğun bakım ünitesine kabul edilen 2644
hastadan uzamış mekanik ventilatör ihtiyacı (>21 gün) olan 136 hasta değerlendirilmiş, bu
hastalarda trombositopeni ve vazopresör ihtiyacı olarak belirlenen iki değişkenin yaşam
oranını belirleyen bağımsız faktörler olduğu saptanmış ve bunlar prognostik belirleyiciler
olarak kabul edilmiştir (74).
Ortalama trombosit hacmi kandaki trombositlerin ortalama boyutunu tanımlayan bir
ölçümdür. Yatak kapasitesi 50 olan bir yoğun bakım ünitesine septik şok tanısıyla kabul
edilen hastaların retrospektif olarak incelendiği bir çalışmada ortalama trombosit hacminin
septik şokta yararlı bir mortalite prediktörü olmadığı ancak yüksek APACHE II ve SOFA
skorlarının, ileri yaş ve düşük trombosit sayısının artmış mortalite ile ilişkili olduğu
saptanmıştır (75).
Çalışmamızda operasyona ait özellikler arasında trombositopeni grubunda kros klemp
süresinin anlamlı olarak fazla olduğu görüldü. Bu durum kompleks cerrahilerdeki uzamış kros
klemp süresinin prognozu etkileyen bir faktör olduğunu ve olabildiğince kısa tutulması
gerektiğini düşündürmektedir.
Çalışmamızda organ disfonksiyonları değerlendirildiğinde akciğer ve böbrek
fonksiyonlarında bozulma olan hastalarda trombositopeninin daha sık olduğu görüldü.
Akciğer fonksiyonları ve trombositlerin ilişkisini açıklamaya çalışan moleküler düzeyde bazı
araştırmalar mevcuttur. Yapılan bir çalışmada hem nötrofillerde hem trombositlerde eksprese
olan CFTR (Kistik fibrozis transmembran iletkenlik regülatörü) geni incelenmiştir. Bu
55
regülatörün fonksiyonel bozukluğunda ciddi akciğer infeksiyonu ve inflamasyonu
görülmektedir. Bu regülatörün farelerdeki mutasyonu veya inhibisyonu sonucunda E. coli
pnömonisinde ciddi trombositopeni, bronkoalveoler lavajda nötrofil ve bakteri birikimi, düşük
lipoksin A4 seviyeleri saptanmıştır. Bu çalışma moleküler düzeydeki terapötik hedefler
açısından önem taşımaktadır (76). Kritik hastalarda ARDS’nin erken tanınmasına yönelik
biyomarker belirlemek amacıyla yapılan bir çalışmada trombosit sayısının 80.000/mm3’in
altında olmasının ARDS için anlamlı risk artışına neden olduğu kaydedilmiştir. ARDS gelişen
hastalarda bu trombosit değerinin artmış mortalite ile de ilişkili olduğu saptanmıştır. Sonuç
olarak trombosit seviyesinin <100.000/mm3 olmasının ARDS ile birlikteliğinde mortalite için
yüksek prediktif değere sahip olduğu ifade edilmiştir (77).
H1N1 influenza virüsüne bağlı akut respiratuvar yetmezlik tanısıyla yatırılan 60
hastada yapılan çalışmada mortalite %20 olmuştur. Yaşayan ve yaşamayan hastalarda çok
değişkenli analizler yapıldığında düşük trombosit değerine sahip hastalar istatistiksel açıdan
anlamlı olarak daha düşük hastane yaşam oranına sahip olmuşlardır. YBÜ’nde H1N1
influenza virüsüne bağlı respiratuvar yetmezliği olan hastalarda trombositopeninin hastane
mortalitesi için değerli bir prediktör olabiliceği sonucuna varmışlardır (78).
Sepsis tanısıyla takip edilen 26 hastanın kontrol grubuyla karşılaştırıldığı bir çalışmada
başlangıç ve takip döneminde alınan kan örneklerinden trombosit mitokondriyal membran
potansiyeli indeksi flow sitometri yöntemiyle ölçülmüş ve bu değerler klinik skorlama
sistemleriyle korele edilmiştir. Trombosit mitokondriyal membran potansiyeli indeksinin
yaşamayan hasta grubunda kalıcı olarak düşük kalırken, yaşayan hasta grubunda iyiye gittiği
görülmüştür. Ayrıca ciddi sepsis hastalarında trombositlerdeki Bcl-xL proteininin düzeyinin
düştüğü
kaydedilmiştir.
Bu
çalışmada
trombositlerdeki
mitokondriyal
membran
potansiyelinin sepsisteki hastalarda hastalığın ciddiyetini ve klinik sonuçları değerlendirmede
ve risk belirlemede tamamlayıcı bir değeri olduğu düşünülmüştür (79). Bizim çalışmamızda
da enfeksiyon görülme sıklığı trombositopeni grubunda daha fazla oldu. En çok tespit edilen
enfeksiyon odağı akciğer enfeksiyonu yani pnömoni oldu. Kontrol grubunda daha çok
profilaktik antibiyotik kullanımı görülürken geniş spektrumlu antibiyotiklerin daha çok
trombositopeni grubunda kullanıldığı görüldü. Özellikle gram negatif enfeksiyonlarda
kullanılan kolimisinin yalnızca trombositopeni grubunda kullanıldığı görüldü. Çalışmamızda
trombosit değerleri postoperatif erken dönemde alınan kan örneklerinde bakıldığından bu
durum bize antibiyotik kullanımına bağlı bir trombositopeniyi değil, dirençli enfeksiyonların
başlangıç döneminde trombositopeni ile birliktelik gösterdiğini düşündürmektedir.
56
Literatürde çocukluk çağında ölümcül enfeksiyonlarla seyreden nadir bir immün
yetmezlik hastalığı ve beraberinde ciddi trombositopenisi olan izole konjenital aspleni
olgusuna KPB altında koroner arter bypass greft operasyonu uygulandığı bildirilmiştir.
Enfeksiyon profilaksisi, uygun cerrahi teknik ve trombositopeninin kontrolü ile hastanın
sepsis ve hayatı tehdit edici bir kanamadan kaybedilmesi önlenmiştir (80).
Biz çalışmamızda hastane ve yoğun bakım yatış sürelerinin trombositopeni grubunda
daha uzun olduğunu bulduk. Bu durum trombositopeninin kalp damar cerrahisi yoğun bakım
ünitesinde uygulanacak prognostik skorlamalarda önemli bir marker olduğu ve oluşturulacak
yeni
prognostik
skorlama
yer
sistemlerinde
alması
gerektiği
düşündürmektedir.
Trombositopeni gelişen hastalarda uzamış hastane ve yoğun bakım yatışının artışıyla paralel
olarak bu hastalarda sağlık harcamalarının arttığı görülmektedir (81).
Tedavide doğru klinik değerlendirme ve destek tedavi önemlidir. Kalp cerrahisi
sonrası trombositopeninin etyolojisi henüz çok iyi aydınlatılamamış olmakla birlikte bu
durumun anti PF4, TTP ilişkili antikorlar ve özellikle pulmoner infeksiyonlarda salgılanan
endotoksine bağlı olabileceği düşünülmektedir. Buna yönelik olarak kalp cerrahisi sonrası
trombosit sayısı <60.000/mm3 olan 20 hastanın dahil edildiği bir çalışmada hastalara 1,5 gr/kg
ivig verilmiştir. Antikoagülan ve trombosit transfüzyonundan kaçınılmıştır. Hastaların
19’unda ivig tedavisi sonrası 2-4. günlerde trombosit azalması durmuş ve trombosit sayısı
yükselmeye başlamıştır. İvig tedavisine hemen yanıt vermeyen 1 hastaya ivig tedavisin
yanında plazmaferez uygulanmıştır. Bu şekilde tüm hastalarda multiorgan yetmezliği
önlenmekle beraber 19 hasta ekstremite iskemisi ve doku kaybı gibi ek bir olay yaşamadan
taburcu edilmiştir. Trombositopeninin mekanizması tam anlaşılamasa da kalp cerrahisi
hastalarında postoperatif dönemde bazı otoimmün mekanizmalar geliştiği ve immünolojik
girişimlerin postoperatif sonuçları bu hastalarda iyileştirdiği düşünülmektedir (82).
Dissemine intravasküler koagülopati göz önünde bulundurulması gereken önemli bir
trombositopeni nedenidir. DİK’te gelişen arterioler trombüs hem fibrin hem trombositi içerir.
Pıhtılaşma faktörlerinin birikimine ek olarak antikoagülan ve fibrinolitik mekanizmalarda da
bozulma vardır. Bu durum hem kanama hem de tromboza yol açabilir. DİK kompanse veya
dekompanse olabilir. Laboratuvar bulgularında anemi ve trombositopeni vardır ancak
trombosit sayısı DİK’teki hastaların yalnızca %10-15’inde 50.000 mm/3’in altındadır (83).
57
SONUÇLAR
Kliniğimizde 6 aylık bir dönemde açık kalp cerrahisi yapılan hastalarda
trombositopeni ve sonuçları araştırıldı. Postoperatif 12. saat, 36.saat ve 60. saatte alınan rutin
kan testlerinde en az iki kez trombosit değeri 150.000/mm3’in altında olan 39 hasta
trombositopeni grubunu oluşturdu. Belirlenen saatlerde bakılan kan tahlillerinde trombosit
sayısı normal olan hastalar arasından randomize olarak seçilen 39 hasta kontrol grubunu
oluşturdu. Tüm hastaların preoperatif demografik verileri, operatif özellikleri ve postoperatif
özellikleri, klinik muayeneleri ve yoğun bakım çizelgelerindeki veriler kaydedildi. Her iki
gruptaki veriler karşılaştırılarak trombositopeninin ilişkili olduğu durumlar ile erken dönem
(hastane yatışı sırasında) mortalite, morbidite (pnömoni, sepsis, enfeksiyon, kanama, tromboz,
organ yetmezliği vb.), yoğun bakım ve hastane yatış süresi gibi çalışmanın sonlanım noktaları
üzerine etkisi ve prognostik bir marker olarak önemi araştırıldı.
1. Postoperatif trombositopeni gelişen kardiyak cerrahi hastalarında enfeksiyonun,
tromboembolik komplikasyonların, kanamanın, akciğer ve böbrek fonksiyon
bozukluğunun daha sık görüldüğünü, hastane ve yoğun bakım yatış süresinin daha
uzun olduğunu ve mortalitenin arttığını düşünmekteyiz.
2. Bu durumun komplike cerrahi işlemler yapılan ve kros klemp süresi uzun olan
hastalarda daha sık geliştiği ve bu hastalara daha fazla kan transfüzyonu yapıldığını
düşünmekteyiz.
3. Kardiyak cerrahi hastalarında kros klemp süresinin olabildiğince kısa tutulması,
uygun hemostatik takip ile koagülopatinin önlenmesi, trombositopeni geliştiğinde
ise enfeksiyon, tromboembolik komplikasyonlar ve organ disfonksiyonlarına karşı
58
dikkatli olunması ve gereken destek tedavilerinin erken dönemde uygulanmasının
bu hastalardaki morbiditeleri ve mortaliteyi azaltmada etkili olacağı kanaatindeyiz.
4. Trombositopeninin prognostik öneme sahip olduğunu ve kardiyak cerrahi hastaları
için tasarlanacak gelecekteki prognostik skorlama sistemlerinde trombosit sayısının
yer alması gerektiğini düşünmekteyiz.
59
ÖZET
Trombositopeni yoğun bakım ünitelerinde sık görülen bir koagülasyon bozukluğudur
ve kritik durumdaki hastalarda sık tanımlanan bir komplikasyondur. Kardiyak cerrahi
hastaları operasyon sırasında yüksek doz antikoagülan uygulanmış olması, yüksek riskli
cerrahi işlem geçirmiş olmaları, kardiyopulmoner bypassın etkileri, çoklu kan transfüzyonları
nedeniyle inflamatuvar proseslere yatkınlıkları, diğer cerrahi geçirmiş hastalara göre daha
yüksek trombosit sayıları ile yeterli hemostazın sağlanabilmesi ve hemodinamik olarak stabil
olmamaları ile diğer yoğun bakım hastalarından ayrılır. Bu çalışmada postoperatif kardiyak
cerrahi hastalarında trombositopenin klinik bulgular ile ilişkisinin incelenmesi hedeflenmiştir.
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp Damar Cerrahisi Kliniği’nde 6 aylık bir dönem
içerisinde kardiyak cerrahi uygulanan 78 hastanın bilgilendirilmiş onam formları alınarak
dahil edildiği bu kesitsel çalışmamızda hastalardan postoperatif 12, 36 ve 60. saatte alınan kan
örneklerinde trombosit sayısı değerlendirildi. Trombositopeninin ilişkili olduğu durumlar ve
sonuçlar üzerine etkisi incelendi.
Trombositopeni görülen hastalarda kros klemp süresinin anlamlı olarak daha uzun
olduğu, akciğer ve böbrek fonksiyon bozukluğu, enfeksiyon gelişimi, plazma transfüzyon
miktarları, drenaj miktarları, hastane ve yoğun bakım yatış sürelerinin anlamlı olarak daha
fazla olduğunu bulduk. İstatistiksel olarak anlamlı olmasa da trombositopenili hastalarda
revizyon, tromboz gelişimi ve mortalitenin arttığı görüldü. SOFA skorları trombositopeni
grubunda postoperatif 24 ve 48. saatte kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha yüksekti.
Kardiyak cerrahi hastalarında uygun hemostatik takip ile koagülopatinin önlenmesi,
trombositopeni geliştiğinde ise enfeksiyon, tromboembolik komplikasyonlar ve organ
60
disfonksiyonlarına karşı dikkatli olunması ve gereken destek tedavilerinin erken dönemde
uygulanmasının bu hastalardaki morbiditeleri ve mortaliteyi azaltmada etkili olacağı
kanaatindeyiz. Trombositopeninin prognostik öneme sahip olduğunu ve kardiyak cerrahi
hastaları için tasarlanacak gelecekteki prognostik skorlama sistemlerinde trombosit sayısının
yer alması gerektiğini düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Trombositopeni, kardiyak cerrahi, koagülopati.
61
THE EFFECT OF POSTOPERATIVE THROMBOCYTOPENIA ON
EARLY OUTCOMES IN CARDIOVASCULAR INTENSIVE CARE UNIT
AFTER SURGERY
SUMMARY
Thrombocytopenia is a common coagulation disorder in the intensive care unit and is a
frequent complication seen in critically ill patients. Cardiac surgery patients are different from
the rest of the other intensive care unit patients in many ways because they receive high
dosages of anticoagulant agents intraoperatively and high-risk surgery, also they are exposed
to the inflammatory processes due to cardiopulmonary bypass and multiple transfusions, they
need higher volumes of thrombocytes to provide hemostasis and they are not
hemodynamically stable. İn this study we aimed to investigate the correlation between
thrombocytopenia and the clinical findings in the cardiovascular surgery patients.
In our present cross sectional study in which 78 patients undergoing cardiac surgery
who were enrolled with their informed consents in a six month period in Trakya Universitesi
Tip Fakultesi Cardiovascular Surgery Institute, the platelet counts were estimated in blood
samples which were obtained 12, 36 and 60 hours after surgery. The related clinical events for
thrombocytopenia and its effects on the results were studied.
We found that the cross clamping time was significantly prolonged, the pulmonary
and renal dysfunctions, infection rates, plazma transfusion amounts, drainage volumes are
significantly higher and the intensive care unit and hospital stays were significantly longer in
thrombocytopenic patients. Revision, mortality and thrombosis rates were higher in
thrombocytopenic patients although it was not statistically significant. The SOFA scores
62
measured 24 and 48 hours after surgery were siginficantly higher in thrombocytopenic
patients.
We believe that shortening the cross clamping time, the prevention of coagulopathy
with an adequate hemostatic approach and when thrombocytopenia occurs being aware of
infections, thromboembolic complications and organ dysfunctions and applying the essential
supportive care in the early period is important to reduce the morbidities and mortality. Also
we believe that the thrombocytopenia has a prognostic importance and the platelet count
should be involved in the future prognostic scoring systems which will be designed for the
cardiac surgery patients.
Key words: Thrombocytopenia, cardiac surgery, coagulopathy.
63
KAYNAKLAR
1. Moreau D, Timsit JF, Vesin A, Garrouste-Orgeas M, De Lassence A, Zahar JR et al. An
early prognostic marker in critically ill patients with prolonged ICU stays. CHEST
2007;131:1735-41.
2. Rezende E, Morais G, Silva Junior JM, De Oliveira AMRR, Souza JMA, Toledo DO et
al. Thrombocytopenia in cardiac surgery: Diagnostic and prognostic importance. Rev
Bras Cir Cardiovasc 2011;26(1):47-53.
3. Marco-Schulke CM, Sanchez-Casado M, Hortiguela-Martin VA, Quintana-Diaz M,
Rodriguez-Villar S, Perez-Pedrero MJ et al. Severe thrombocytopenia on admission to
the intensive care unit in patients with multiple organ failure. Med Intensiva
2012;36(3):185-92.
4. Haddadin AS, Faraday N. Hemostasis, coagulopathy and tamponade. Conte JV (Eds).
The Johns Hopkins manual of cardiac surgery. 2nd ed. Philadelphia: Mosby Elsevier;
2008. p 237-65.
5. Duran E. Dünyada kalp damar cerrahisinin tarihçesi. Duran E ( Editör). Kalp ve damar
cerrahisi. İstanbul: Çapa Tıp Kitabevi; 2004. s. 3-12.
6. Tokcan A, Yalınız H. Ülkemizde kalp cerrahisinin tarihçesi. Duran E ( Editör). Kalp ve
damar cerrahisi. İstanbul: Çapa Tıp Kitabevi 2004; s.13-20.
7. Türk Kardiyoloji Derneği. Koroner arter hastalığına yaklaşım ve tedavi kılavuzu. Türk
Kardiyoloji Derneği; 1999.
8. Sönmez B, Arbatlı H, Demirsoy E, Yağan N, Yılmaz O, Arpaz M et al. Koroner arter
hastalığının cerrahi tedavisi. Duran E (Ed). Kalp ve damar cerrahisi. İstanbul: Çapa Tıp
Kitabevi; 2004. s. 1343-400.
9. Telli A, İslamoğlu F, Uç H. Aort kapak hastalıkları ve cerrahi tedavisi. Duran E (Ed).
Kalp ve damar cerrahisi. İstanbul: Çapa Tıp Kitabevi; 2004. s.1183-92.
64
10. Aort cerrahisinde tanı ve tedavi kılavuzu. Türk Kalp ve Damar Cerrahisi Derneği; 2007.
s. 3-8.
11. Oto Ö. Metin K. Mitral kapak hastalıklarında cerrahi tedavi. Duran E (Ed). Kalp ve
damar cerrahisi. İstanbul: Çapa Tıp Kitabevi; 2004. s.1193-202.
12. Yüksel M, Yağdı T, Engin Ç. Mitral kapak tamirleri. Duran E (Ed). Kalp ve damar
cerrahisi. İstanbul: Çapa Tıp Kitabevi; 2004. s.1202-16.
13. Özkısacık E. Triküspid kapağın edinsel hastalıkları. Duran E (Ed). Kalp ve damar
cerrahisi. İstanbul: Çapa Tıp Kitabevi; 2004. s.1319-25.
14. Çalkavur T. İnfektif endokardit. Duran E (Ed). Kalp ve damar cerrahisi. İstanbul: Çapa
Tıp Kitabevi; 2004. s. 1327-36.
15. Çaynak B, Bayramoğlu Z, Akpınar B. Kardiyak aritmilerin cerrahi tedavisi. Paç M,
Akçevin A, Aykut Aka S, Büket S, Sarıoğlu T (Editörler). Kalp ve damar cerrahisi.
Ankara: MN Medikal ve Nobel Tıp Kitabevi; 2013. s. 989-1016.
16. Uygur F, Erdoğan M, Meşe B, Tandoğan A, Denker A, Serçelik A et al. Kardiyak
miksoma: Beş yıllık cerrahi deneyim. Turkish J Thorac Cardiovasc Surg 2005;13:120-2.
17. Berdajs DA, Ferrari E. Surgical treatment for heart myxomas. MMCTS. 2012. European
Association for Cardio-Thoracic Surgery 2012. p. 016.
18. Guhathakurta S, Riordan JP. Surgical treatment of right atrial myxoma. Tex Heart Inst
J. 2000;27(1):61–3.
19. Kutsal A. Pediyatrik kalp cerrahisinde kardiyopulmoner bypass-miyokard korunması.
Duran E (Editör). Kalp ve damar cerrahisi. İstanbul: Çapa Tıp Kitabevi; 2004. s. 251-62.
20. Aşkar Z, Çetin YH. Pediyatrik kalp cerrahisinde anestezi. Duran E (Editör). Kalp ve
damar cerrahisi. İstanbul: Çapa Tıp Kitabevi 2004. s. 263-82.
21. Kolbakır F. Konjenital kalp hastalıklarında paliyatif cerrahi Tedavi. Duran E (Editör).
Kalp ve damar cerrahisi. İstanbul: Çapa Tıp Kitabevi 2004. s. 291-302.
22. Aytaç A. Neonatal dönemde acil kalp cerrahisi. Duran E (Editör). Kalp ve damar
cerrahisi. İstanbul: Çapa Tıp Kitabevi; 2004. s. 303-10.
23. Sarıbülbül O. Açık kalp makinası, ekstrakorporeal dolaşım. Duran E (Editör). Kalp ve
damar cerrahisi. İstanbul: Çapa Tıp Kitabevi 2004. s.1047-74.
24. Büket S, Engin Ç, Uç H, Ayık MF. Kardiyopulmoner bypass. Paç M, Akçevin A, Aykut
Aka S, Büket S, Sarıoğlu T (Editörler). Kalp ve damar cerrahisi. Ankara: MN Medikal ve
Nobel Tıp Kitabevi; 2013. s. 139-80.
25. Hammon JW. Cardiac surgery in the adult. Cohn LH (Ed). Extracorporeal circulation.
3rd ed. New York: Mc Graw Hill Co; 2008. p. 352.
26. Ege T. Kalp cerrahisinde sistemik inflamatuvar yanıt. Duran E (Editör). Kalp ve damar
cerrahisi. İstanbul: Çapa Tıp Kitabevi 2004; s. 1075-90.
65
27. Guyton AC, Hall JE. (Çeviri: H. Çavuşoğlu). Tıbbi fizyoloji. Nobel Tıp Kitabevi; 2001:
419-31.
28. Aksu V. Deneysel aortik iskemi-reperfüzyon modelinde sildenafil ve n-asetil sistein' in
femoral arter endoteli ve gastroknemius kası hasarı üzerine etkisi (tez). Edirne: Trakya
Üniversitesi Tıp Fakültesi; 2013.
29. Dökmeci İ. Kardiyovasküler farmakoloji. Duran E ( Editör). Kalp ve damar cerrahisi.
İstanbul: Çapa Tıp Kitabevi; 2004. s. 71-180.
30. Özgök A. Kalp cerrahisinde farmakolojik yaklaşım. Paç M, Akçevin A, Aykut Aka S,
Büket S, Sarıoğlu T (Editörler). Kalp ve damar cerrahisi. Ankara: MN Medikal ve Nobel
Tıp Kitabevi; 2013. s. 47-92.
31. Wang HL, Aguilera C, Knopf KB, Chen TB, Maslove DM, Kuschner WG.
Thrombocytopenia in the intensive care unit. J Intensive Care Med 2013: 28(5);268-80.
32. Türk Hematoloji Derneği. Yaygın damar içi pıhtılaşma sendromu tanı ve tedavi kılavuzu
2011. s. 61-72.
33. Jubelirer SJ, Mousa L, Reddy U, Mir M, Welch CA. Coronary artery bypass grafting
(CABG) in patients with immune thrombocytopenia (ITP): a community hospital
experience and review of the literature. W V Med J 2011;107(6):10-4.
34. Hammon JW. Cardiac surgery in the adult. Cohn LH (Ed). Extracorporeal circulation.
3rd ed. New York: Mc Graw Hill Co; 2008. p. 374.
35. Çetin L, Kunt A, Küçüker A, Karakişi O, Hıdıroğlu M, Şener E. Heparine bağlı
trombositopeni öyküsü olan bir hastada tekrar ameliyat. Turkish J Thorac Cardiovasc
Surg 2012;20(4):886-9.
36. Kaplan E. The Perioperative medicine consult handbook. Wong CJ, Hamlin NP (Eds).
Hematology: Postoperative thrombocytopenia. New York: Springer; 2011. p.175-180.
37. Bojar RM ( Çeviri: A. Sarıgül). Kalp cerrahisinde perioperatif yaklaşım. Ankara: Atlas
Kitapçılık; 2007. s. 229-48.
38. Bojar RM ( Çeviri: A. Sarıgül). Kalp cerrahisinde perioperatif yaklaşım. Ankara: Atlas
Kitapçılık; 2007: s. 249-80.
39. Çaynak B, Bayramoğlu Z, Akpınar B. Kardiyak aritmilerin cerrahi tedavisi. Paç M,
Akçevin A, Aykut Aka S, Büket S, Sarıoğlu T (Editörler). Kalp ve damar cerrahisi.
Ankara: MN Medikal ve Nobel Tıp Kitabevi; 2013. s. 367-78.
40. Bojar RM (Çeviri: A. Sarıgül). Kalp cerrahisinde perioperatif yaklaşım. Ankara: Atlas
Kitapçılık; 2007. s. 281-312.
41. Karabıyık L. Yoğun bakımda skorlama sistemleri. Yoğun Bakım Derg 2010;9(3):129-43.
42. Kılıç YA. Yoğun bakım skorlama sistemleri: Neden, nasıl, biz neredeyiz?. Yoğun Bakım
Derg 2002;2(1):26-31.
66
43. Van Eck FM, Noyez L, Verheugt FW, Brouwer RM. Preoperative prediction of early
mortality in redocoronary artery surgery. Eur J Cardiothorac Surg 2002;21:1031-6.
44. Tu JV, Jaglal SB, Naylor CD. Multicenter validation of a risk index for mortality,
intensive care unit stay, and overall hospital length of stay after cardiac
surgery. Circulation. 1995;91:677-84.
45. Nashef SAM, Roques F, Michel P, Gauducheau E, Lemeshow S, Salamon R. European
system for cardiac operative risk evaluation (EuroSCORE). Eur J Cardiothorac Surg
1999;16:9-13.
46. Roques F, Michel P, Goldstone AR, Nashef SA. The logistic EuroSCORE. Eur Heart
J 2003;24(9):882.
47. Bernstein AD, Parsonnet V. Bedside estimation of risk as an aid for decision making in
cardiac surgery. Ann Thorac Surg 2000;69:823-8.
48. Fortescue EB, Kahn K, Bates DW. Development and validation of a clinical prediction
rule for major adverse outcomes in coronary bypass grafting. Am J
Cardiol 2001;88:1251-58.
49. Parsonnet V, Dean D, Bernstein AD. A method of uniform stratification of risk for
evaluating the results of surgery in acquired adult heart disease. Circulation.
1989;79(1):I-3-I-12.
50. Ceriani R, Mazzoni M, Bortone F, Gandini S, Solinas C, Susini G et al. Application of
the sequential organ failure assessment score to cardiac surgical patients. Chest
2003;123:1229-39.
51. Hekmat K, Kroener A, Stuetzer H, Schwinger RH, Kampe S, Bennink GB et al. Daily
assessment of organ dysfunction and survival in intensive care unit cardiac surgical
patients. Ann Thoracic Surg 2005;79(5):1555-62.
52. Hekmat K, Doerr F, KroenerA, Heldwein M, Bossert T, Badreldin AM et al. Prediction
of mortality in intensive care unit cardiac surgical patients. Eur J Cardiothorac Surg
2010;38(1):104-9.
53. Badreldin AM, Kroener A, Heldwein MB, Doerr F, Vogt H, Ismail MM et al. Prognostic
value of daily cardiac surgery score (CASUS) and its derivatives in cardiac surgery
patients. Thorac Cardiovasc Surg. 2010;58(7):392-7.
54. Doerr F, Badreldin AM, Heldwein MB, Bossert T, Richter M, Lehmann Tet al. A
comparative study of four intensive care outcome prediction models in cardiac surgery
patients. J Cardiothorac Surg 2011;6(1):21.
55. Badreldin AM, Doerr F, Ismail MM, Heldwein MB, Lehmann T, Bayer O et al.
Comparison between sequential organ failure assessment score (SOFA) and cardiac
surgery score (CASUS) for mortality prediction after cardiac surgery. Thorac Cardiovasc
Surg 2012;60(1):35-42.
67
56. Badreldin A, Elsobky S, Lehmann T, Brehm BB, Doenst T, Hekmat K et al. Daily-meanSOFA, a new derivative to increase accuracy of mortality prediction in cardiac surgical
intensive care units. Thorac Cardiovasc Surg 2012;60(1):43-50.
57. Doerr F, Badreldin AM, Bender EM, Heldwein MB, Lehmann T, Bayer O et al. Outcome
prediction in cardiac surgery: the first logistic scoring model for cardiac surgical
intensive care patients. Minerva Anestesiol 2012;78(8):879-86.
58. Caroleo S, OnoratiF, Bruno O, VuotoD, Infelise D, Rubino A et al. The Sequential organ
failure assessment (SOFA)score: A useful prognostic instrument after cardiac surgery for
the elderly patient. BMC Geriatrics 2010;10(1):A99.
59. Özgür ES, HorasanEŞ, Karaca K, Naycı SA, Ersöz G, Kaya A.Pan-rezistan acinetobacter
baumannii nedenli ventilatör ilişkili pnömonide klinik sonuçlar. Türk Toraks Derneği 14.
Yıllık Kongresi; 2011 Nisan 13-17; Antalya, Türkiye.
60. Thiolliere F, Serre-Sapin AF, Reignier J, Benedit M, Constantin JM, Lebert C
Epidemiology and outcome of thrombocytopenic patients in the intensive care unit:
results of a prospective multicenter study.Intensive Care Med 2013;39(8):1460-8.
61. Dressler DK. Coagulopathy in the intensive care unit. Crit Care Nurse 2012;32:48-59.
62. Pene F, Benoit DD. Thrombocytopenia in the critically ill: Considering pathophysiology
rather than looking for a magic threshold. Intensive Care Med 2013;39:1656–9.
63. Güler T. Kardiyak cerrahide transfüzyon kararı. GKD Anest Yoğ Bak Dern Derg
2012;18(2):27-45.
64. Stanworth SJ, Walsh TS, PRescott RJ, Lee RJ, Watson DM, Wyncoll DL.
Thrombocytopenia and platelet transfusion in UK critical care: A multicenter
observational study. Transfusion 2013;53(5):1050-8.
65. Koltka K. Masif transfüzyon.Yogun Bakım Dern Derg 2005;3(2):47-55.
66. Editorial: Heparin-induced thrombocytopenia in the ICU. Chest 2012;142(4):815-6.
67. Piednoir P, Allou N, Provenchère S, Berroeta C, Huisse MG, Philip I et al. Heparininduced thrombocytopenia after cardiac surgery: an observational study of 1,722 patients.
J Cardiothorac Vasc Anesth 2012;26(4):585-90.
68. Akca S, Haji-Michael P, de Mendonça A, Suter P, Levi M, Vincent JL. Time course of
platelet counts in critically ill patients. Crit Care Med 2002;30(4):753-6.
69. Sun X, Hill PC, Ellis J, Corso PJ, Taylor-Panek SL,Chen F. Ten-year screening for
thrombocytopenia after aortic valve replacement. Interact Cardiovasc Thorac
Surg 2014;18(5):562-7.
70. Williamson DR, Lesur O, Tetrault JP, Nault V, Pilon D. Thrombocytopenia in the
critically ill: Prevalence, incidence, risk factors, and clinical outcomes. Can J
Anaesth 2013;60(7):641-51.
68
71. Olmez I. Analysis of significant decrease in platelet count and thrombocytopenia, graded
according to NCI-CTC, as Prognostic risk markers for mortality and morbidity. J Pediatr
Hematol Oncol 2011;33(8):585-8.
72. Strauss R, Wehler M, Mehler K, Kreutzer D, Koebnick C, Hahn EG.
Thrombocytopenia in patients in the medical intensive care unit: Bleeding prevalence,
transfusion requirements, and outcome. Crit Care Med 2002;30(8):1765-71.
73. Vanderschueren S, De Weerdt A, Malbrain M, Vankersschaever D, Frans E, Wilmer A et
al. Thrombocytopenia and prognosis in intensive care. Crit Care Med 2000;28(6):1871-6.
74. Kim MH, Cho WH, Lee K, Kim KU, Jeon DS, Park HK et al. Prognostic Factors of
Patients requiring prolonged mechanical ventilation in a medical intensive care unit of
Korea. Tuberc Respir Dis 2012;73:224-230.
75. Sadaka F, Donnelly PL, Griffin MT, O’Brien J, Lakshmanan R. Mean platelet volume is
not a useful predictor of mortality in septic shock. J Blood Disorders Transf 2014;5:2.
76. Wu H, Yang J, Su EM, Li L, Zhao C. Lipoxin A4 and Platelet activating factor are
involved in E. coli or LPS-induced lung inflammation in CFTR-deficient mice. PLoS
ONE 2014; 9(3): e93003.
77. Wang T, Liu Z, Wang Z, Duan M, Li G. Thrombocytopenia is associated with acute
respiratory distress syndrome mortality: An international study. PLoS ONE 2014; 9(4):
e94124.
78. Lopez-Delgado JC, Rovira A, Esteve F, Rico N, Manez Mendiluce R, Ballus Noguera J
et al. Thrombocytopenia as a mortality risk factor inacute respiratory failure in H1N1
influenza. Swiss Med Wkly 2013;143:w13788.
79. Grundler K, Angstwurm M, Hilge R, Baumann P,Annecke T et al. Platelet mitochondrial
membrane depolarization reflects disease severity in patients with sepsis and correlates
with clinical outcome. Critical Care 2014;18(1):31.
80. Unic-Stojanovic D, Vukovic P, Jovic M. Cardiac surgery in an adult patient with
congenital asplenia and thrombocytopenia. J Anesth Clin Res 2014;5:380.
81. Udeh CI, Douglas A, Udeh BL, Hata JS. Heparin-induced thrombocytopenia: A clinical
and economic review. OA Anaesthetics 2013;1(1):3.
82. Rankin JS. Stratton CW. Efficacy of immunomodulation in the treatment of profound
thrombocytopenia after adult cardiac surgery. J Thorac Cardiovasc Surg
2014;147(2):808-13.
83. Smock KJ, Perkins SL. Thrombocytopenia: An update. Int J Lab Hematol.
2014;36(3):269-78.
69
EKLER
70
Ek 1
71
Ek 2
BİLGİLENDİRİLMİŞ GÖNÜLLÜ OLUR FORMU
Bir araştırma projesine davet edilmektesiniz. Bu araştırmanın yürütülmesi, Trakya
Üniversitesi Girişimsel olmayan klinik araştırmalar Etik Kurulu’nun 30.01.2013 tarih ve
TÜTF-GOKAEK 2013/21 sayılı kararı ile onaylanmıştır.
Araştırmaya katılmaya karar vermeden önce araştırmanın neden ve nasıl yapılacağını
anlamanız çok önemlidir.
Araştırmaya katılım tamamen gönüllülük ilkesine bağlı olup katılmayı reddetmeniz
herhangi bir cezaya ya da elde edilecek herhangi bir yararın kaybedilmesine kesinlikle yol
açmayacaktır.
Aynı şekilde araştırmaya katılmayı kabul ettikten sonra da araştırmanın herhangi bir
yerinde hiçbir neden göstermeksizin herhangi bir zarar ya da elde edilmesi beklenen bir yarar
kaybına yol açmadan araştırmadan çekilebilirsiniz.
Araştırma kapsamında yapılan işlemlerin mali giderleri araştırmacılar ya da
destekleyici (AÇIK AD) tarafından karşılanacak olup size ya da sosyal güvenlik kurumunuza
hiçbir mali yük getirmeyecektir.
Aşağıdaki bilgileri dikkatlice okuyun ve araştırmaya katılmak isteyip istemediğinize
karar vermek için lütfen biraz düşünün. Açık olmayan bir bölüm varsa ya da daha ayrıntılı
bilgiye ihtiyaç duyuyorsanız ya da araştırmaya katılmaya gönüllü olduktan sonra soracağınız
sorular varsa 05367186005 numaralı cep telefonundan Arş. Gör. Dr. Gülen Sezer
ALPTEKİN’e başvurabilirsiniz.
1. Araştırmayla İlgili Bilgiler:
a. Araştırmanın bilimsel adı: Kardiyovasküler Cerrahi Yoğun Bakım
Ünitesi’nde Postoperatif Gelişen Trombositopeninin Erken Dönem Sonuçlar
Üzerine Etkisi
b. Araştırmanın anlaşılabilir basit adı: Kalp Damar Cerrahisi Yoğun Bakımı
Ünitesi’nde Yatan Hastalarda Ameliyat Sonrası Dönemde Pıhtılaşmadan
Sorumlu Kan Hücrelerindeki Azalmanın Erken Dönem Sonuçlar Üzerine Etkisi
c. Sorumlu Araştırmacının adı ve görev yeri: Gülen Sezer ALPTEKİN,
Araştırma Görevlisi Doktor
d. Araştırmanın içeriği: Yoğun bakım ünitemizde yatan kalp ameliyatı olmuş
hastalarda pıhtılaşmadan sorumlu kan hücrelerinin azalmasının hastaların
klinik durumuna etkisi ve sonuçlarının
araştırılacağı dosya ve yoğun
bakım çizelgelerindeki veriler incelenerek yapılacak olan klinik çalışma
e. Araştırmanın amacı: Yoğun bakım ünitemizde yatan kalp ameliyatı olmuş
hastalarda pıhtılaşmadan sorumlu hücrelerin azalmasının hastaların klinik
durumuna etkisi ve sonuçlarını araştırmak
f. Araştırmanın niteliği (Klinik, Laboratuvar, Epidemiyolojik - Tez
çalışması vb….): Tez çalışması
g. Araştırmanın başlama tarihi ve öngörülen süresi: Etik kurul onay
tarihinden itibaren altı ay
h. Araştırmaya katılması beklenen gönüllü sayısı: 74-114
i. Katılımcının araştırmaya dahil edilme nedeni: Açık kalp ameliyatı geçirmiş
olup Kalp Damar Cerrahisi Yoğun Bakım Ünitesi’nde yatması
72
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
j. Araştırmada uygulanacak yöntemler: Ameliyat sonrası yoğun bakıma alınan
gönüllülerin rutin kan tahlilleri incelenecek. Trombosit sayıları normal değerin
altında olanlar hasta, normal olanlar kontrol (sağlıklı) grubuna dahil edilecek.
Tüm gönüllülerin yoğun bakım çizelgelerindeki verileri kaydedilecek. Veriler
istatistiksel olarak incelenerek kan hücrelerindeki bu azalmanın ne gibi
sonuçlara yol açtığı ve önemi değerlendirilecek.
Uygulama Sırasında Karşılaşabileceğiniz Riskler ve Rahatsızlıklar: Araştırmaya
katılan gönüllülere günlük rutin kan tahlilleri dışında ek bir test ve günlük tıbbi
pratiğimiz dışında bir uygulama yapılmayacaktır bu nedenle herhangi bir risk ya da
rahatsızlık oluşturacak bir durum yoktur.
Gönüllü İçin Araştırmadan Beklenen Yarar: Gönüllüye sağladığı doğrudan yarar
yoktur ancak sonuçları tıp bilimine fayda sağlayabilecek olan bu araştırmada gönüllü
için beklenen yarar toplumun her bireyine yansıyacak olan olası yararla
eşdeğerdir.
Araştırmaya Seçenek Olan Diğer Girişimler: Bu çalışmada hastaya herhangi bir
girişim uygulanmayacaktır. Bu çalışma klinik gözleme dayanmaktadır ve amacı için
yeterli ve gereklidir.
Zararların
Tazmini
ve Araştırma
Konusundaki
Diğer Soruların
Cevaplandırılması:
a. Araştırmanın yürütülmesi sırasında olası yan etkiler, riskler ve zararlar ile bir
hasta olarak hakları konusunda bilgi almak için bağlantı kurulacak kişinin adısoyadı, ünvanı, görev yeri ve telefon numarası. Gülen Sezer ALPTEKİNAraştırma Görevlisi Doktor-Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp ve Damar
Cerrahisi -05367186005
Araştırma Giderleri ve Bütçesi: Çalışma, tıbbi pratikte rutin olarak her hastaya
yapılanlar dışında ek bir tahlil yapılmasını gerektirmediğinden ek gideri yoktur. Tez
yazım aşamasındaki kağıt, dosya vb. giderler araştırmacının kendisi tarafından
karşılanacaktır.
Gönüllülük, Çalışmayı Reddetme ve Çalışmadan Çekilme Hakkı, Çalışmadan
Çıkarılma: Gönüllüler çalışmaya dahil olmama ve çalışma sırasında istediği herhangi
bir zaman çalışmadan çekilme hakkına sahiptir.
Kimlik bilgilerinin ve elde edilen verilerin gizliliği nasıl sağlanacak? Çalışmada
elde edilen gönüllüye ait klinik veriler kimlik bilgileri belirtilmeden kullanılacaktır.
Araştırma sonunda gönüllülere bilgi verilecek mi? Araştırmanın sonucuyla ilgili
bilgi almak isteyen gönüllüler bilgilendirilecektir.
GÖNÜLLÜNÜN ÇALIŞMAYA KATILMA ONAYI
Yukarıda açıkça tanımlanan çalışmanın ne amacla, kimler tarafından ve nasıl
gerçekleştirileceği anlayabileceğim bir ifade ile bana anlatıldı.
Bu araştırmadan elde edilen bilgilerin bana ve başka insanlara sağlayacağı yararlar
bana anlatıldı.
Araştırma sırasında meydana gelebilecek riskler ve rahatsızlıklar bana
anlayabileceğim bir dille anlatıldı.
Araştırma sırasında oluşabilecek zarar durumunda gerçekleştirilecek işlemler bana
anlatıldı.
Araştırmanın yürütülmesi sırasında olası yan etkiler, riskler ve zararlar ve haklarım
konusunda 24 saat bilgi alabileceğim bir yetkilinin adı ve telefonu bana verildi.
73
Araştırma kapsamındaki bütün muayene, tetkik ve testler ile tıbbi bakım hizmetleri
için benden ya da bağlı bulunduğum sosyal güvenlik kuruluşundan hiçbir ücret istenmeyeceği
bana anlatıldı.
Araştırmaya hiçbir baskı ve zorlama altında olmaksızın gönüllü olarak katılıyorum.
Araştırmaya katılmayı reddetme hakkına sahip olduğum bana bildirildi.
Sorumlu araştırmacı / hekime haber vermek kaydıyla, hiçbir gerekçe göstermeksizin
istediğim anda bu çalışmadan çekilebileceğimin bilincindeyim.
Bu çalışmaya katılmayı reddetmem ya da sonradan çekilmem halinde hiçbir
sorumluluk altına girmediğimi ve bu durumun şimdi ya da gelecekte gereksinim duyduğum
tıbbi bakımı hiçbir biçimde etkilemeyeceğini biliyorum.
Çalışmanın yürütücüsü olan araştırmacı / hekim ya da destekleyen kuruluş, çalışma
programının gereklerini yerine getirmedeki ihmalim nedeniyle, benim onayımı almadan beni
çalışma kapsamından çıkarabilir.
Çalışmanın sonuçları bilimsel toplantılar ya da yayınlarda sunulabilir. Ancak, bu tür
durumlarda kimliğim kesin olarak gizli tutulacaktır.
Yukarıda yer alan ve araştırmadan önce gönüllüye verilmesi gereken bilgileri gösteren
Gönüllü Bilgilendirme Formu adlı metni kendi anadilimde okudum.
Bu bilgilerin içeriği ve anlamı, yazılı ve sözlü olarak açıklandı.
Aklıma gelen bütün soruları sorma olanağı tanındı ve sorularıma doyurucu cevaplar
aldım.
Bu koşullarla, söz konusu araştırmaya hiçbir baskı ve zorlama olmaksızın gönüllü
olarak katılmayı kabul ediyorum.
Bu metnin imzalı bir kopyasını aldım.
Gönüllünün; (El yazısı ile)
Adı- Soyadı:
İmzası:
Adresi (varsa telefon ve/veya fax numarası):
............................................................................................
.............................................................................................
Tarih:
Velayet ya da vesayet altında bulunanlar için; (El yazısı ile)
Veli ya da Vasinin Adı- Soyadı:
İmzası:
Adresi (varsa telefon ve/veya fax numarası):
..........................................................................................
...........................................................................................
Tarih:
Açıklamaları Yapan Araştırmacnın Adı- Soyadı: (El yazısı ile)
İmzası:
Tarih:
74
Download