islâmî ilimler dergisi - İslami İlimler Dergisi

advertisement
İSLÂMÎ İLİMLER DERGİSİ
İbâdîlik Özel Sayısı
ÇO RUM
ÇORUM ÇAĞRI EĞİTİM VAKFI
YIL 10, CİLT 10, SAYI 1, BAHAR 2015
İSLÂMÎ İLİMLER DERGİSİ ‫ ׀‬JOURNAL OF ISLAMIC SCIENCES
ISSN: 1306-7044
Bu dergi uluslararası
Research Databeses veri indeksi tarafından taranmaktadır.
Haziran ve Aralık aylarında olmak üzere yılda iki defa yayımlanan akademik dergimiz
TÜBİTAK Ulusal Akademik Ağ ve Bilgi Merkezi (ULAKBİM) tarafından taranmaktadır.
Çorum Çağrı Eğitim Vakfı Adına Sahibi ‫ ׀‬Owner on Behalf of Corum Cagri Egitim Foundation
Hamit GÖKGÖZ
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ‫ ׀‬Manager of Publication
Murat ERDEM
Editör ‫ ׀‬Editor in Chief
Prof. Dr. Mehmet Mahfuz SÖYLEMEZ
Editör Yrd. ‫ ׀‬Co-Editors
Doç. Dr. Ali ÖZTÜRK - Yrd. Doç. Dr. M. Nuri GÜLER - Dr. Hüseyin SARIKAYA - Arş. Gör. Hilal MENKÜÇ
Yayın Kurulu ‫ ׀‬Editorial Board
Prof. Dr. Mehmet Mahfuz SÖYLEMEZ, Prof. Dr. Mesut OKUMUŞ,
Prof. Dr. Cemalettin ERDEMCİ, Prof. Dr. İbrahim ÇAPAK, Prof. Dr. Abdurrahman ÖZDEMİR,
Prof. Dr. Mustafa Doğan KARACOŞKUN, Prof. Dr. Hüseyin HANSU, Doç. Dr. Hakan OLGUN,
Doç. Dr. Gürbüz DENİZ, Doç. Dr. Zülfikar GÜNGÖR, Doç. Dr. Ali ÖZTÜRK,
Doç. Dr. Mehmet ÜMİT, Yrd. Doç. Dr. M. Naci KULA, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Nuri GÜLER,
Yrd. Doç. Dr. Şevket KOTAN, Yrd. Doç. Dr. Tarık ABDULCELİL, Yrd. Doç. Dr. Mehmet ALICI,
Dr. Hüseyin SARIKAYA, Alper ZAHİR, Mahmut YABACIOĞLU
Danışma Kurulu ‫ ׀‬Advisory Board
Prof. Dr. Sabri HİZMETLİ (Kazakistan Yabancı Diller ve Mesleki Kariyer Enstitüsü Rektörü); Prof. Dr. İrfan AYCAN (Ankara Ü. İlahiyat Fak.);
Prof. Dr. İbrahim SARIÇAM (Ankara Ü. İlahiyat Fak.); Prof. Dr. Şinasi GÜNDÜZ (İstanbul Ü. İlahiyat Fak.);
Prof. Dr. Ali YILMAZ (Ankara Ü. İlahiyat Fak.); Prof. Dr. Yasin AKTAY (Yıldırım Beyazıt Ü.);
Prof. Dr. Yaşar DÜZENLİ (İstanbul Ü. İlahiyat Fak.); Prof. Dr. Mehmet Hayri KIRBAŞOĞLU (Ankara Ü. İlahiyat Fak.);
Prof. Dr. Erhan YETİK (Ondokuz Mayıs Ü. İlahiyat Fak.); Prof. Dr. Bedrettin ÇETİNER (Marmara Ü. İlahiyat Fak.);
Prof. Dr. Mehmet ERDOĞAN (Marmara Ü. İlahiyat Fak.); Prof. Dr. Mehmet Ali KAPAR (Selçuk Ü. İlahiyat Fak.);
Prof. Dr. Muhammed AYDIN (Sakarya Ü. İlahiyat Fak.); Prof. Dr. Rıza SAVAŞ (Dokuz Eylül Ü. İlahiyat Fak.);
Prof. Dr. Mehmet AKKUŞ (Yıldırım Beyazıt Ü.); Doç. Dr. Serdar DEMİREL (International Islamic U.);
Prof. Dr. Reşit ÖZBALIKÇI (Dokuz Eylül Ü. İlahiyat Fak.); Prof. Dr. Şamil DAĞCI, (Ankara Üniversies İlahiyat Fakültesi i);
Prof. Dr. Mehmet Emin ÖZAFŞAR (Ankara Üniversies İlahiyat Fak.); Prof. Dr. Hasan KURT (Ankara Ü. İlahiyat Fak.);
Prof. Dr. Burhanettin TATAR (Ondokuz Mayıs Ü. İlahiyat Fak.); Prof. Dr. Abdurrahman ACAR (Dicle Ü. İlahiyat Fak.);
Prof. Dr. Hanefi PALABIYIK (Atatürk Ü. İlahiyat Fak.); Prof. Dr. Hicabi KIRLANGIÇ (Ankara Ü. Dil Tarih Fakültesi Fars Dili Bölümü);
Prof. Dr. Musa YILDIZ (Gazi Ü. Arapça Öğretmenliği); Prof. Dr. Yavuz ÜNAL (Ondokuz Mayıs Ü. İlahiyat Fak.);
Doç. Dr. Irakî YUSUF (Aynu Şems Ü.)
Sayının Hakemleri ‫ ׀‬Advisory Board
Prof. Dr. Cemalettin Erdemci (Siirt Üniversitesi), Prof. Dr. İbrahim Çapak (Yakın Doğu Üniversitesi),
Prof. Dr. Mehmet Mahfuz Söylemez (İstanbul Üniversitesi), Prof. Dr. Mehmet Dalkılıç (Kırklareli Üniversitesi),
Prof. Dr. Seyit Bahçıvan (Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi), Prof. Dr. İlyas Üzüm (Marmara Üniversitesi),
Prof. Dr. İbrahim Behhaz (Gardaya Üniversitesi, Cezayir), Prof. Dr. Mustafa Bâcû (Gardaya Üniversitesi, Cezayir),
Prof. Dr. Muhammed Babaammi (el-Menahic Enstitüsü, Cezayir), Prof. Dr. Muhammed Nasır Buhicam (el-Hac Lahdar Üniversitesi, Cezayir),
Doç. Dr. Mehmet Ümit (Marmara Üniversitesi), Doç. Dr. Ramazan Yıldırım (İstanbul Üniversitesi),
Yrd. Doç. Dr. Fikret Soyal (İstanbul Üniversitesi), Yrd. Doç. Dr. Adem Arıkan (İstanbul Üniversitesi),
Yrd. Doç. Dr. Orhan Ateş (Dicle Üniversitesi), Dr. Hamdi Muhammed b. Salih (el-Hac Lahdar Üniversitesi, Cezayir),
Dr. Muhammed Salih Nasır (Araştırmacı Yazar), Dr. Mustafa Ventin (Gardaya Üniversitesi, Cezayir),
Adûn Cehlân (Araştırmacı Yazar), Mesud Mezhudi (Araştırmacı Yazar)
Yönetim Yeri ‫ ׀‬Head Office
1- İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi,
Baba Hasan Alemi Mahallesi Horhor Cad. Kavalali sokak No: 1 A Blok 34091 Fatih/İSTANBUL.
Tlf: 212.5326015/27717   Fax: 0212.5326207
Email: [email protected]
Baskı ‫ ׀‬Printing
Dizgi ve İç Düzen: Ankara Dizgi Evi
Baskı: Ankamat Matbaa San. Ltd. Şti.
Baskı Yeri ve Tarihi ‫ ׀‬Publication Place and Date
2015 ANKARA
İslami İlimler Dergisi yılda iki defa yayın yapan hakemli bir dergidir. Dergide yer alan yazıların her türlü içerik sorumluluğu yazarlarına aittir.
Dergide yayınlanan yazılar izin alınmadan kısmen ya da tamamen başka bir yerde yayınlanamaz. ‫ ׀‬Journal of Islamic Sciences is a bi-annual
peer-reviewed journal. The all responsibility which is originated from articles and other texts, belongs to author of them. It is not
permissible to publish all texts that published by journal partially or entirely.
İÇİNDEKİLER
Editörden........................................................................................................... 5
Mehmet Mahfuz SÖYLEMEZ
AFRİKA’DA KURULAN İLK İSLAM KENTLERİNDEN: TAHERT............................7
ONE OF THE FIRST ISLAMIC CITIES FOUNDED IN AFRICA: TAHERT
Orhan ATEŞ
İZKEVÎ’YE GÖRE MU’TEZİLE FIRKALARI VE GÖRÜŞLERİ.............................. 35
ACCORDİNG TO AL-IZKAWI, MU’TAZILA SECTS AND THEIR IDEAS
Harun YILDIZ
İBÂDÎLİK ARAŞTIRMALARINDA ÖNEMLİ BİR İSİM: TADEUSZ LEWİCKİ......... 57
TADEUSZ LEWİCKİ: AN IMPORTANT NAME IN THE STUDIES RELATED TO IBÂDISM
Orhan ATEŞ
İBÂDİ FİKİRLER’İN OLUŞUMUNDA MU’TEZİLE’NİN ROLÜ.............................. 85
THE ROLE OF MU’TAZILA IN SHAPING IBADI IDEAS
Fadıl AYĞAN
ZORUNLU VARLIĞI İSPAT BAĞLAMINDA İBN SÎNÂ’DA
VARLIK-MAHİYET İLİŞKİSİ: ONTOLOJİDEN TEOLOJİYE.............................. 111
ESSENCE-EXİSTENCE RELATİON İN IBN SİNA
İN THE CONTEXT OF PROVİNG NECESSARY EXİSTENCE:
FROM ONTOLOGY TO THEOLOGY
Orhan ATEŞ
İbâdî Bilgin Ebî Hazer Yağlâ b. Ziltâf el-Vesyânî’nin
Mu’tezile Reddiyesi................................................................................ 133
IBADI SCHOLAR ABU HAZAR YAĞLÂ B. ZILTÂF EL-VESYÂNÎ’S REFUTATION OF MU‘TAZILA
Kadir Gömbeyaz
İBÂDÎ FIRAK LİTERATÜRÜNDE ŞEHRİSTÂNÎ ETKİSİ.................................... 149
THE INFLUENCE OF AL-SHAHRASTĀNĪ ON IBĀḌĪ HERESIOGRAPHY
HATIRAT/MEMORIES
Mahfuzât: Cezayİr İbâdîlerİ Arasında Beş Gün................................ 169
HATIRAT/MEMORIES
Mahfuzât: Umân Sultanlığı ve Umân İbâdîlerİ Üzerine................. 187
Çeviri/Translation
Kuzey Afrİka’da Yenİ İbâdî Elyazmaları............................................. 205
................ 111/250
EBÛ İSHAK ATFİŞ DÜŞÜNCESİNDE İSLAM BİRLİĞİ’NİN METODOLOJİK BOYUTU
THE METHODOLOGICAL DIMENSIONS OF THE MUSLIM UNION
IN THE THOUGHT OF ABU ISHAQ AL ATFEESH
4
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
.
................................. 270/91
İBÂDİYE’YE GÖRE TİCARET FIKHINDA MAKASID BOYUTU
THE PURPOSES IN THE ISLAMIC COMMERCIAL LAW ACCORDING TO IBADHIYA
............................................................. 290/71
KUZEY AFRİKA’DA İbâdî EĞİTİMİ
THE EDUCATION IN THE IBADHI NORTH AFRICA
...................................... 314/47
BİR MUHAKKİK OLARAK ŞEYH EBÛ İSHAK İBRAHİM EL-ATFİŞ
SHEİKH ABU ISHAQ IBRAHIM ATFEESH ASA RESEARCHER
..................... 326/35
İNSAF VE İNSAFSIZLIK ARASINDA EBU YEZİD DEVRİMİ
ABU YAZID REVOLUTION BETWEEN JUSTICE AND INJUSTICE
.......................................................................................... 336/25
İBÂDİYE’DE İMAMET
IBÂDHI IMAMATE
..... 358/3
HİCRİ IV. ASIRDA İbâdî FUKAHANIN HADİSLERİ RİVAYET VE NAKD YÖNTEMİ
IBADHI LEGISTS’ METHOD OF TRANSFERING
AND CRITICIZING HADITHS IN THE 4TH HIJRI CENTURY
Edİtörden
Aziz okurlar bildiğiniz gibi Hz. Ali tarafından görevden alınan Hz. Osman’ın
Suriye valisi Muaviye, Hz. Ali’ye biat etmediği gibi, Hz. Osman’a yakınlığını
ileri sürüp, onun katillerinin kendisine verilmesini istemişti. Hz. Ali, katillerin cezalandırılmasını zamana bıraktığı için bu teklifi kabul etmemişti. Başından beri gözü hilafette olan ve Hz. Osman’ın katlini -emeline ulaşmak
için- bir fırsat olarak gören Muaviye, yeni halifeye karşı muhalefet bayrağı
açmıştır. Uzun barış müzakerelerinin sonuç vermemesi üzerine savaş kaçınılmaz olunca, iki ordu Sıffin’de karşı karşıya gelmişlerdi. Muaviye, Amr
b. As’ın tarihi hilesi ile yenilmekten kurtularak, Hz. Ali’yle eşit koşullarda
müzakere masasına oturmuştur. “Tahkim” olarak da bilinen bu olay, Hz. Ali
ile Muaviye arasındaki ihtilafı gidermediği gibi, “Hüküm ancak Allah’ındır”
diyerek, hükmü belli olan bir konuda hakemlere başvurmanın küfür olduğu
iddiasıyla Tahkim’e karşı çıkan üçüncü bir gurubun ortaya çıkmasına da
sebep olmuştur.
Muhakimme, Ehlu’d-da’va, Ehlu’l-Hak, Ehlu’l-İstikame dedikleri bu gruba
karşı Hz. Ali, Nahrevan ve diğer savaşlarda önemli başarılar elde ettiyse de,
bu muhalif grubu tümüyle ortadan kaldıramamıştır. Hz. Ali’nin, İbn Mülcem
tarafından öldürülmesiyle, bu grup için yeni bir dönem başlamıştır. Bu yeni
dönemde bir taraftan kendilerini, iktidarı Emevilere kaptırmalarının müsebbibi ve aynı zamanda Hz. Ali’nin katilleri olarak gören Kûfeliler, diğer taraftan
onları sindirmeye çalışan Emevilerle mücadele etmek durumunda kalmışlardır. Bunun sonucu olarak Kûfe, isyancıların merkezi olma vasfını Basra’ya
devretmiştir. Emevilere karşı Mekke’de muhalefet bayrağı açan Abdullah b.
Zübeyr’in yanında Beni Ümeyye’ye karşı savaşan bu kitle Basra’ya dönüşlerinde aralarında çıkan ihtilaf üzerine birkaç kola ayrılmışlardır. Bunların en
önemlileri; Ezarika, Necedat, Ibâdiyye ve Suffriye’dir. Bu guruplardan çoğu
tarihe karışmıştır. Bunlardan sadece elinizdeki sayının konusu olan İbâdiyye
bugün hala yaşamaktadır.
Fırak kitapları tarafından Abdullah b. İbâd et-Temimî’ye nisbet edilen
bu fırka, müntesiplerine göre dönemin ünlü alimlerinden Cabir b. Zeyd elEzdî el-Umânî tarafından Basra’da kurulmuştur. Onlara göre Cabir, halkı
Hulefâ-i Raşidin dönemindeki şura sistemi, adalet ve eşitliğe çağırmaktaydı.
Bu görüşlerinden dolayı Emeviler tarafından Umân’a sürgüne gönderilmiştir. Burada fikirlerini yaymak için mücadele etmiştir. Oradan Basra’ya geri
dönmüş ve burada da hicri doksan üç yılında vefat etmiştir. Onun ölümüyle
İbâdilerin imamlığına Ebu Ubeyde b. Kerime seçilmiştir. Cabir’in öğretilerine
6
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
sıkı sıkıya bağlı olan Ebu Ubeyde, Irak valisi Haccâc tarafından bu fikirlerinden ötürü bir süre hapsedilmiştir. Emevi halifesi Süleyman b. Abdulmelik
tarafından hapisten çıkarılan Ebu Ubeyde, İbâdiliğin Kuzey Afrika’ya yayılmasında önemli pay sahibidir. Zira onun yetiştirdiği talebeleri -ki mezhep
mensupları tarafından Hameletu’l-ilm veya dai olarak tesmiyye edilmektedirler- bu düşünceyi Kuzey Afrika’nın yanı sıra Umân, Yemen ve Horasan
bölgelerinde yaymaya muvaffak olmuşlardır. Hatta erken dönemden itibaren
müstakil liderlikler kurmayı da başarmışlardır.
İşte İslam İlimler Dergisi, elinizdeki sayısını bu önemli mezhebe ayırmıştır. Bir önceki sayısında ilan ettiği gibi sayının editörlüğünü bu mezhebe
mensup değerli ilim adamı Prof. Dr. Muhammed Babaammî hoca yapmıştır.
Türkçe makalelere gelince ilk makale bendenize ait olup İbâdiler tarafından
Kuzey Afrika’da kurulan tek devlet olan Rüstemilerin başkentini konu edinmektedir. Bu alanda Türkçe yazılan ilk çalışma olması hasebiyle kuşkusuz
eksiklikler içermektedir. İnşaallah bu eksiklikler bizden sonra bu konuya
ilgi duyacak olan araştırmacılar tarafından tamamlanacaktır. Bu sayıda aynı
zamanda ihtisas alanı İbâdîlik olan sevgili Orhan ATEŞ ile yine İbâdiler hususunda çalışmaları bulunan Harun YILDIZ ve Kadir GÖMBEYAZ ve dosya
dışından da Fadıl AYĞAN’ın makaleleri de yer almaktadır. Türkçe makalelerin sonunda da İstanbul Üniversitesi ilahşyat Fakültesi öğretim üyelerinden Şevket KOTAN hoca ile birlikte İstanbul Üniversitesi Bilimsel Araştırma
Birimi tarafından desteklenen “İbâdîlerin Kuran ve Tarih Algıları” projesi
hususunda araştırma yapmak üzere gittiğimiz Umân Sultanlığı ile Cezayir
seyahatimizin notları yer almaktadır.
Sayının elinizdeki hale gelişinde katkısı bulunan başta sevgili Prof. Dr.
Muhammed BABAAMMİ olmak üzere bütün dostlara teşekkür eder bir sonraki sayıda buluşmak üzere diyorum...
Mehmet Mahfuz SÖYLEMEZ
2015 İstanbul
İslâmî İlimler Dergisi, Yıl 10, Cilt 10, Sayı 1, Bahar 2015 (7/33)
Afrİka’da Kurulan İlk İslam Kentlerİnden: Tahert
Mehmet Mahfuz SÖYLEMEZ*
ÖZ
Tahert İbâdî kökenli Müslümanlar tarafından Kuzey Afrika’da, bu günkü
Cezayir sınırları içerisinde hicri ikinci asırda kurulmuş kadim bir şehirdir.
Eski Roma kenti Tihert’e onaltı km. mesafede kurulan bu şehir yaklaşık
bir asır Rüstemilere başkentlik yapmıştır. Fars kökenli Abdurrahman b.
Rüstem tarafından inşa edilen Tahert’e Emaziğ kökenli kabilelerin yanı
sıra başta Irak olmak üzere diğer bölgelerden de İbâdî mezhebine mensup
Müslümanlar gelip yerleşmişlerdir. Merkezine cami, pazar, daru’l-imarenin yerleştirildiği Tahert, tipik bir İslam kentidir. İçerden dışarıya doğru
dairesel olarak açılan bu şehri kuşatan iki adet de sur bulunuyordu. Döneminin önemli ticaret merkezlerden biri olarak kabul edilen Tahert, aynı
zamanda bir ilim ve kültür yuvasıydı. Binlerce cildi havi kütüphanesi ve
yüzlerce talebeye ev sahipliği yapan medreseleriyle dönemin önemli çekim
merkezlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Kuzey Afrika’yı kasıp kavuran İsmaili Şiiler tarafından tahrip edilen Tahert, zamanla tarihe teslim
olmuştur. Kalıntıları günümüze kadar ulaşan bu tarihi kentte henüz ciddi kazılar yapıl(a)mamıştır. Gelecekte burada yapılacak olan kazılar şehri
daha iyi tanımamıza olanak sağlayacaktır.
Anahtar kelimler: Tahert, İbâdîler, Kuzey Afrika, Cezayir
One of the First Islamic Cities Founded in Africa: Tahert
Abstract
Tahert is an ancient city that founded by Ibadi Muslims in North Africa in
the second century AH. Today, the area is known as Algeria, and the town
and the region lie south-west of the capital Algiers. Tahert, which is sixteen kilometres (km) far from the ancient Roman city of Tihert, served as
the capital of Rustamid dynasty for a century. Emazig tribal members as
well as others from other regions, including Iraq, who were mainly members of the Ibadi Muslim sect, settled in Tahert city. The city was originally
founded by Abd al-Rahman Rustamid, an Ibadi theologian from Greater
Persia. Tahert city, which had the mosque, the market and the construction centre located in the centre of the city, was a typical Islamic city.
There were two walls surrounding the city, which radially opened outward from inside. Tahert city, which accepted as one of the major trading
centres during that period, was also a centre of science and culture. The
city, which had thousands of books in the city library as well as madrasas
accommodating hundreds of students, was regarded as one of the major
desirable attractions during that period of time. Tahert city was eventually
destroyed by Ismailia Shia that ravaging North Africa during that period
of time. In this ancient city, the remains of which have reached our time,
serious excavations have not (could have not) been made yet. Excavations
that will be carried out in this historic city in the future will enable us to
better recognise this ancient Islamic city.
Keywords: Tahert, Ibadi Muslims, North Africa, Algeria
Makalenin Dergiye Ulaştığı Tarih: 12.10.2014; Hakem ve Yayın Kurulu Değerlendirmesinden Geçen
Makalenin Yayına Kabul Edildiği Tarih: 20.12.2014.
*
Prof. Dr. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi. [email protected]
8
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Giriş
Hz. Ebubekir döneminde başlayan İslam fetihleri Hz. Ömer döneminde
devam etmiş ve on yıl gibi kısa bir süre içerisinde Suriye, Filistin, Ürdün,
Irak, İran ve Mısır’ın tamamı Müslümanların hâkimiyetine geçmiştir. Bu
bölgelerin fethinden hemen sonra İslam orduları bir taraftan Orta Asya’ya
diğer taraftan da Kuzey Afrika’ya yönelmişlerdir. Tahert’in içinde bulunduğu Kuzey Afrika’nın fethi Emevîler döneminde Ukbe b. Nâfi’ komutasındaki
askerler tarafından gerçekleşmiştir.1 Kaynaklarımızın ifadesine göre adı geçen bölgede Roma ordusu ile Müslümanlar arasında ciddi ve kanlı savaşlar
meydana gelmiş, Romalıların hezimeti ile neticelenen bu savaşlardan sonra
yöre Müslümanların hâkimiyetine geçmiştir.2 Buraya gelen Müslüman fatihler değişik şehirlerin yanı sıra Romalılar döneminde inşa edildiği ifade edilen
Eski Tahert’e de yerleşmişlerdir. Hatta burada bir camii inşa ettikleri de bilinmektedir.3 Bu tarihten itibaren önce Emeviler, daha sonra da Abbasilere
bağlı valiler tarafından idare edilmiştir.
Öte taraftan Emevi devletinin henüz başından itibaren bu devlete bağlı askerler tarafından takibata uğrayan İbâdîler, yer altına çekilmiş ve gizli bazı
yapılanmalar oluşturmuşlardı. İbâdî kaynaklara göre o dönemlerde, hareketin
başında Abdullah b. İbad var gibi görünüyorsa da aslında gizli bir şekilde Cabir b. Zeyd tarafından idare ediliyordu. Cabir b. Zeyd, aynı zamanda bu hareketi yönetecek teşkilatı da yetiştirmeye çalışıyordu.4 Onun ölümünden sonra
imamete gelen talebelerinden Ebu Ubeyde Müslim b. Ebî Kerime döneminde
de bir taraftan bu ikili yönetim varlığını korurken diğer taraftan da hareketin
belkemiği olan kadrolar yetiştiriliyordu. Rivayetlere göre Ebu Ubeyde tarafından Basra’da kurulan ve dışarıdan sepet atölyesi gibi görünen, ama gerçekte
bir medrese olan gizli bir müessese de küşat edilmişti.5 Bu medresenin öğrencilerinin bir kısmı yatılı iken diğer bir kısmı gündüzlü olup çevrede ikamet
etmekteydi. Bu öğrenciler gündüz kimsenin dikkatini çekmemek için kadın
elbiseleri giyerek veya sırtlarındaki su kırbaları ile su satıcıları kılığında ya da
dilenci kisvesi içerisinde buraya gelip eğitim görmekteydiler. Yer altında inşa
edildiği için serdab denilen medreseye öğrenciler gelince, kapıya nöbetçiler konur derse başlanırdı. Yabancı biri geldiğinde oraya yerleştirilen zincirin çekilmesi suretiyle tehlike aşağılardakine haber verilirdi. Böylece herkes kitaplarını
saklar, sepet örmeye başlardı. Serdabu Ebu Ubeyde adıyla şöhret kazanan bu
medrese zamanla bir prototip haline gelmiş ve kitman dönemi İbâdîlerin tamamı tarafından örnek alınan bir müesseseye dönüşmüştür.6
1
2
3
4
5
6
Geniş bilgi için bkz. Halife b. Hayyât, Tarihu Halife b. Hayyât, (tahk:, Süheyl Zekkâr) Beyrut 1993, 50.
Konu ile ilgili geniş bilgi için bkz. İbnu’l-Esîr, el-Kamil fi’t-tarih, I-X, (tahk: Ömer Abdusselâm
et-Tedmurî), Beyrut 1997, III, 205.
Konu ile ilgili geniş bilgi için bkz. Abulfedae, Africa, (Jo: Dodofredus Eıchhorn), 1769, s. 10.
Bkz. Şeyh Ferhat b. Ali el-Ca’birî, Resâilu’l-İmâm Câbir b. Zeyd el-Ezdî, Saltanatu Ummân,
2013, 24 vd; Muhammed Salih Nâsir, Menhecu ed-da’ve inde’l-İbadiyye, Daru’r-Riyâm, el-Cezayir 2011, 106, 119 vd.
Bkz. Mübarek b. Abdullah b. Hâmid er-Raşidî, el-İmam Ebu Ubeyde Müslim b. Ebî Kerime
et-Temimî (45-145h. ) ve Fıkhuhu, Maskat 1993, 185.
Bkz. Muhammed Salih Nasır, 131.
Afrika’da Kurulan İlk İslam Kentlerinden: Tahert
9
Bu medresede daha sonra adına hameletu’l-ilm denilen talebeler, bir başka ifade ile “dailer” yetiştirilmiş ve değişik bölgelere göndermiştir. Horasan,
Umman, Yemen’in yanı sıra Kuzey Afrika da bu bölgeler arasında yer almaktadır.7 Ebû’l-Hattab, Abdula’lâ b. Semh el-Meafirî, Abdurrahman b. Rüstem, Asım es-Sidratî, İsmail b. Dırâr el Ğadamisî ve Ebû Dâvud el-Kabilî
en-Nefzâvî’den oluşan bu zevatın başına imam olarak Ebû’l-Hattab, fakih
olarak - müftü de denilebilir- da Abdurrahman b. Rüstem getirilmiştir.8 İstişare ile hareket eden bu ekip Kuzey Afrika’da büyük bir mücadele vermiş ve
kısa süre içerisinde Ebû’l-Hattâb’ın etrafında Emaziğ (Berberi) lerden oluşan
önemli bir kitlenin oluşmasını sağlamıştır. Hatta sadece bu bölgede değil
aynı zamanda Trablus ve çevresinde yaşayan başta Hevvâre ve Zennâte olmak üzere birçok Emaziğ kabilesi de İbâdîliği benimsemiş ve Ebû’l-Hattab’a
katılmıştır.9 141/758 tarihine gelindiğinde ciddi bir güce kavuştuğuna inanan Ebû’l-Hattab, artık huruç zamanı olduğuna karar vermiş ve İbâdî hilafetini kurmaya adım atmıştır. Bu fikrini destekleyen sair Emaziğ kabileleri ile
birlikte beklenmedik bir esnada Abbasiler’in kontrolündeki Trablus şehrine
saldırmış ve kısa süre içerisinde burayı ele geçirerek yeni kurulan İbâdî yönetimin merkezi haline getirmiştir.10 Hemen arkasından da Kayravan, Kâbis
ve Nefzâva bu yeni idarenin hâkimiyetine geçmiş ve Kuzey Afrika’da geniş bir
İbâdî yönetimin kurulmasına muvaffak olunmuştur.11
İbâdîlerin bu beklenmedik saldırıları Abbasileri harekete geçirmiş ve yöreye önemli bir kuvvet sevk etmelerine neden olmuştur. Bu askeri birlikler
İbâdîler tarafından ele geçirilen yerleri geri almakla kalmamış, onlara ağır
kayıplar da verdirmiştir. Nitekim liderleri Ebû’l-Hattab başta olmak üzere,
komutanlarının önemli bir kısmı bu savaş esnasında öldürülmüştür. Dağılan gruplar Ebû Ubeyde’nin talebelerinden bir başkası olan Abdurrahman b.
Rüstem’in12 etrafında toplanmışlardır.13
7
8
9
10
11
12
13
Geniş bilgi için bzk. Muhammed Salih Nasır, 134.
Bkz. Ebu’l-Abbâs Ahmed b. Ebî Osman Said b. Abdulvahhîd eş-Şemmâhî, Kitabu’s-siyer,
I-III, (tahk:, Muhammed Hasan) Beyrut 2007, II, 246-248; ed-Dercini, I,19
Vercilani 62; ed-Dercini, I, 23; el-Cemili, 186
eş-Şemmâhî, 248 vd; ed-Dercini, I, 26.
Rüstemi Devleti’nin önemli kentlerinden biri olan Nefzava kenti çöle yakındı.
Abdurrahman b. Rüstem Irakta hicri ikinci asrın ilk periyotunda doğdu. Kimi kaynaklara göre
soyu Sasanî hükümdarların; bazılarına göre ise İslam öncesi Endülüs hükümdarlarına dayandırmışlardır. Anne ve babasıyla birlikte Hac ibadetini ifa etmek amacıyla Irak’tan Hicaz
bölgesine gitmişlerdir. Ancak babası vefat edince annesi Kuzey Afrikalı bir adamla evlenmiştir.
Böylece Abdurrahman üvey babasıyla birlikte Kayravan’a gelip yerleşmiş, ilköğretimini aldığı
bu bölgede İbâdî mezhebinin esaslarını da öğrenmiştir. Daha sonra ilim öğrenmek amacıyla
Basra’ya giden Abdurrahman, Ebî Ubeyde Müslim b. Ebî Kerime’nin medresesinde beş yıl eğitim görmüştür. Burada eğitimini tamamladıktan sonra hameletu’l-ilm olarak İbâdî esaslarını
öğretmek ve aynı zamanda kadı olarak Kuzey Afrika’ya dönmüştür. Kuzey Afrika İbâdîlerinin
imamı olan Ebu’l-Hattâb’a biat ederek, onunla birlikte hareket etmiş, onun adına Kayravan’da
valilik ve kadılık yapmıştır. Hayatı ile ilgili geniş bilgi için bkz. Cemiyetu’l-turâs lecnetu’l-bahs
el-İlmî “Abdurrahman b. Rüstem”, Mu’cemu a’lâmi’l-ibâdiyye mine’l-karni’l-evveli’l-hicriyyi ile
karni’l-hamseti’l-aşareti’l-hicri, I-IV, 1999 Ğardaya-el-Cezâyir, III, 515 vd.,
eş-Şemmâhî, 257; ed-Dercini, I, 36; Cemalettin Erdemci, İbn Sellâm el-İbadi ve İtikadi Görüşleri, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Van, 1996, 47.
10
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Abdurrahman’ın etrafında toplanmalarının birkaç nedeni bulunmaktadır:
1. Ebu Ubeyde’nin talebesi olması
2. Deneyimli bir komutan ve yönetici olması
3. En önemlisi ise kabileciliğin yoğun olduğu Emaziğlerden her bir kabilenin kendi kabilleri dışındaki bir Emaziğin etrafında toplanmayı uygun görmemiş olmaları. Dolayısıyla bu durum, aralarındaki en ehil
yabancı olan Abdurrahman’ı kendilerine lider olarak seçmelerine neden olmuş ve onun her kabileye eşit mesafede durarak adil davranacağını söyleyerek destek olmuşlardır.
Tahert Şehri’nin Kuruluşu
Abdurrahman da onları yanıltmamış ve gayet başarılı bir rucu’ hareketiyle
Abbasî ordularından kaçabilen İbâdîleri savaş meydanının dışına, özellikle de Abbasî askerlerinin nüfuz sahasından uzak bir bölge olan Sûfecec’e
çekmeyi başarmıştır. Bir süre burada kalarak İbn el-Eşas’ın saldırılarından
korunmaya muvaffak olan Abdurrahman, bahis mevzuu dağların yurt haline
getirilebilecek mekânlar olmadığını anlamış ve varlıklarını idame ettirebilecekleri, hatta düşmanları ile mücadele edebilecekleri, dahası düşüncelerini yayabilecekleri daha uygun bir yere yerleşmelerinin zamanının geldiğine
hükmetmiştir.14 Taraftarlarının da olumlu bulması üzerine Sûfecec’in dağlık
bölgelerini terk ederek yerleşebilecek uygun bir arazi arayışına başlamıştır.
Kaynaklarımızda bunun tarihi hakkında bazı tartışmalar mevcuttur. İbn
Haldun gibi bazı tarihçiler bu hadisenin hicri 144 yılında,15 diğer bazıları ise
hicri 160/776 veya 162 tarihinde gerçekleştiğini söylemektedirler.16 Ancak
ikinci görüş yani 160 yılı daha kabul görmüştür.
Uzun araştırmalar sonucunda eski Roma kenti Tahert’e 16 km. mesafede
bir bölgenin, yeni şehir için uygun olduğuna karar verilmiştir. Burası bir
taraftan meskûn mahal olan Roma kentinin nimetlerinden faydalanabilecek,
diğer taraftan da tamamen kendi taraftarlarından oluştuğu için daha güvenli olacaktı. Dahası eski kente yerleşilmediği için iskân hususunda halk
ile bir sorun da yaşanmayacaktı. Zaten Hz. Ömer döneminde kurulan kentlerin tamamında da aynı strateji izlenmişti. Yani yeni kurulan şehirler eski
kentlerin yakınlarına kurularak bir taraftan o şehirlerin sakinleri korunmuş,
diğer taraftan Müslümanların bu şehirleri kendi anlayışlarına uygun bir halde kurmalarına imkân tanınmıştır.17 Bu durum Hîre’nin yakınlarında kuru14 Bkz. eş-Şemmâhî, II, 264; Süleyman Başa el-Barunî, el-Ezhâr er-Riyadiyye fi eimme ve’l-muluki’l-İbâdiyye, Neşr: Matbaatu el-Ezhâr el-Barunîyye, Mısır ?, 7.
15 Bkz. İbn Haldun, el-İber, (tahk: Halil Şahhâde), VI, 159; İra M. Lapidus, A History of İslamic
Societies, Cambridge Universty Press 2014, 29.
16 Bkz. eş-Şemmâhî, II, 264.
17 Konu ile ilgili geniş bilgi için bkz. Mehmet Mahfuz Söylemez, Bedevilikten Hadariliğe Kufe,
Ankara 2001,
Afrika’da Kurulan İlk İslam Kentlerinden: Tahert
11
lan Kufe için geçerli olduğu gibi Übülle’ye çok uzak olmayan bir yerde bina
edilen Basra, Ninova’nın karşı tarafında kurulan Musul, Kesker’in diğer yakasında inşa edilen Vasıt için de geçerlidir. Bununla birlikte Abdurrahman
tarafından kurulan şehir ile Romalılar tarafından inşa edilen kent arasındaki
ilişki yukarıda zikrettiğimiz kentlerin yekdiğerine olan alakalarından daha
güçlüdür. Zira her iki şehir aynı isimle yani Tahert adıyla isimlendirilmiştir.
Bir başka ifade ile Abdurrahman sıfırdan yeni bir kent kurmuş olmasına
rağmen burası da Tahert olarak anılmıştır. Bununla birlikte bu yeni kurulan şehri eski kentten ayırmak için değişik isimler de kullanılmıştır. Nitekim
eğer Roma Tahert’i kastedilmek istenmişse Tahert el-Ulya, ikisinden de bahsedilmek istenmişse ikincisine Tahert es-Sufla denilmiştir.18 Tahert’in asıl
sakinleri olan İbâdîlerden hareketle Tahertu eş-Şurrât,19 Teyaret veya Tihert
de diyenler olmuştur.20 Şehir bu gün bile halk arasında hala bu isimle yani
Tihert olarak tesmiye edilmektedir. Keza burayı Roma kentinden ayırmak
için Tahert el-Hadis de denilmiştir. Şayet Roma Tahert’ine vurgu yapılacaksa
oraya da Tahert el-Kadim adı verilmiştir.21 Hatta yeni şehre Tahert el-Muhdese diyenler de olmuştur.22 Bunun yanı sıra kimi kaynaklarda yeni kurulan
şehre Belhu Mağrib,23 Iraku Mağrib,24 “Tahertu Abdulhalik” denildiği de görülmektedir.25 Tahert’e “Kuzey Afrika’nın Irak’ı” “Iraku Mağrib” denilmesinin
nedeni gelince: kanaatimize göre bunun tek nedeni Iraklıların buraya yerleşmesi olamaz, aksine Irak gibi bir ilim irfan yuvası, dahası aynen Irak’ın
üstlendiği misyonu yüklenerek yetiştirdiği ekonomik ürünlerle Kuzey Afrika’nın önemli bir kısmını beslemiş olmasının da bu tesmiyede etkili olduğunu anlaşılmaktadır. Hatta bu yönünden dolayı olsa gerek Arapların Dımeşk
dedikleri Şam şehri ile Kuzey Afrika’nın ünlü kenti Kurtuba ile de mukayese
edilmiş, dahası bunlardan daha güzel bir şehir olduğu da iddia edilmiştir.
Bu iddiaları aktaran Makdisî’nin Tahert’i görmediği anlaşılmaktadır. Zira o
bu iddiaları aktardıktan sonra itiraz etmekte ve bu benzetmenin doğru olamayacağını, İslam aleminin her tarafından ziyaretçileri olan Şam ile buranın
mukayese edilmesinin çok hakkaniyetli olmayacağını söylemektedir.26 Ancak
Makdisî’nin pek hoşuna gitmese de bu iddia Tahert’in onun yaşadığı dönemde kendisinden önemle bahsedilen bir kent olduğu hakikatini ortadan
kaldırmamaktadır. Nitekim bu öneminden dolayı zamanla adını aldığı Roma
18 Konu ile ilgili geniş bilgi için bkz. Makdisî, Ahsenu’t-tekâsim, Beyrut 1991, 29; İstahrî, 39;
İbn Esîr, el-Lubâb fi tehzibi’l-ensâb, I-III, Daru’s-sadr, Beyrut ?, I, 205; el-Barunî, 15.
19 Bkz. Bkz. İstahrî, 37.
20 Bkz. Yakut, Buldân, II, 9; “Abdurrahman b. Rüstem”, Mu’cemu A’lâm el-İbadiyye, III, 516.
21 Bkz. Kazvinî, Âsâru’l-bilâd, Daru’s-sadr, Beyrut ?, 169.
22 Bkz. Abdulmü’min b. Abdulhakk el-Hanbelî (ö:739/), Mirsâdu’l-itlâ’ ala esmâi’l-emkineti ve’lbukâ’, I-III, Beyrut 1432, 251.
23 Bkz el-Barunî, 20; Muhammed Salih Nâsır, 182.
24 Bkz. Yakubî, Buldân, 192; Abulfedae, Africa, (Jo. Dodofredus Eıchhorn) 1796, s.10; Ayrıca
bkz. Yakut el-Hamevî, Mu’cemu’l-buldân, I-VII, Beyrut 1995, II, 88; el-Barunî, 9.
25 Bkz. Muhellebî, el-Hasan b. Ahmed el-Azizî (ö: 380), Kitabu Azizî ev el-mesâlik ve’l-memâlik
(talik: Teysir Halef), I, 48.
26 Bkz. Makdisî, ahsenu’t-tekâsim, 228.
12
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Tahert’ini unutturmuş ve Tahert denilince akla ilk burası gelmiştir. Hatta
“Tahertî” denilince de buranın yetiştirdiği mütebahhir zevat kastedilmiştir.
Tahert kelimesinin anlamına gelince bu kelime Emaziğce olup “durak” veya
“ikamet mahali” anlamına gelmektedir.27
İbn Haldun’un da işaret ettiği gibi şehrin inşası için seçilen mekân, Mindâs
sıra dağlarının bir parçası olan Kâzul ez-Seyyâh’ın etekleri idi. Bir başka ifadeyle stratejik bir mekân olan Minâs en-Nabiğa vadisine açılan boğazda kurulmuştu.28 Bu duruma işaret eden Yakut el-Hamevî ise Kazûl isminin şehrin üzerinde
bina edildiği tepenin adı olduğunu söylemektedir.29 Kuşkusuz Abdurrahman,
burayı tek başına da belirlememiştir. Onunla birlikte bulunan Lemâye, Levâta,
Ricâle, Nefzavâ kabileleri başta olmak üzere Emaziğ aşiretlerinin de bu seçimde
hem etkileri; hem de yönlendirmeleri, hatta destekleri de olmuştur.30
Neden bu bölgenin seçildiği sorusuna gelince; kanaatimize göre bunun
birden fazla cevabı bulunmaktadır. Bu cevapları şu şeklinde sıralayabiliriz:
1. Abbasilerin nüfuz sahasının dışında olması
2. Ticari güzergâhların üzerinde yer alması31
3. Geniş tarım havzasının ortasında bulunması
4. Gerektiğinde kolay savunulabilecek bir coğrafyada veya yükseklikte
bulunması
5. Çevresinde bulunan kabilelerin Emaziğ kökenli ve İbâdî Mezhebi’ne
mensup olmaları
6. Bir taraftan ovaya açılması, diğer taraftan ise gerektiğinde eteğinde
kurulduğu dağların kullanılabilmesi, bir başka ifadeyle gerektiğinde
buraya sığınılabilmeleri.
Şehrin kurulacağı mekân belirlendikten sonra Merasa ve Senhace kabilelerine ait olan bu arazilerin kamulaştırılması için kendileriyle görüşülmüştür. Adı geçen kabileler arazilerinin kamulaştırılmasına onay vermekle
birlikte kendilerine önerilen parayı almayı reddetmiş ve bu toprakları Abdurrahman ile beraberindeki kabilelere hibe etmeye karar vermişlerdir. Onların
bu âli cenap tutumu Abdurrahman b. Rüstem’i etkilemiştir. Nitekim o adı
geçen kabilelerin bu jestine mukabelede bulunarak kurulacak şehrin pazarlarından alınacak vergilerin kendilerine ait olmasına karar vermekle kalmamış, şehrin diledikleri bölgesine yerleşmelerine de izin verdiğini söyleyerek
jestlerine mukabelede de bulunmuştur.32
27 Bkz. Behhâz, ed-Devletu Rüstemiyye (üçüncü baskı Cezayir 2010), s.118
28 Bkz. İbn Haldun (ö: h 808), Tarihu İbn Haldun (el-İber), (tahk: Halil Şahade), Beyrut 1988, V,
159.
29 Bkz. Yakut, Buldân, 8.
30 Ayrınlı bilgi için bkz. İbn Haldun, el-İber, (tahk: Halil Şahhâde), VI, 147.
31 Tahert ticaret güzergâhının üzerinde yer almaktadır. Bkz. John Liffe, Africans: The History of
a Continent, Cambridge Universty Press, USA 2007, 51.
32 Bkz. eş-Şemmâhî, II, 273.
Afrika’da Kurulan İlk İslam Kentlerinden: Tahert
13
Belirlenen yer aslında ormanlık bir alandı. Bu ormanların kesilmesinin
uzun zaman alacağını düşünmüş olmalılar ki yakmayı tercih etmiş ve tamamını ateşe vermişlerdir. Kalan ağaç köklerine ise “hasis” denilen ve hurma
ile tereyağının karıştırılmasıyla hazırlanan karışım dökülmüştür. Bu karışımı çok seven yaban domuzlarının gece olunca gelerek bu kökleri kemirmek
suretiyle söktükleri kaydedilmektedir. Böylece şehrin kurulacağı yer inşaata
hazır hale getirilmiştir.33 Abdurrahman ve taraftarlarınca burada inceleme
yapıldıktan sonra merkez olabilecek dört nokta tespit edilmiştir. Kurucu camii veya ulu mabedin bu mekânlardan hangisinde inşa edileceğine kura ile
karar verilmiştir.34 Kura işlemi bittikten sonra cami inşaatına hemen başlanmış; evlerin bu merkez noktanın etrafında, dışa doğru dairesel bir tayf
çizerek bina edilmeleri kararlaştırılmıştır. Bilindiği gibi Mekke’nin merkez
noktasının Ka’be olması ve şehrin bunun etrafında dairesel biçiminde dışa
doğru açılarak şekillenmesi daha sonra Hz. Peygamber tarafından kurulan
Medine ve Hz. Ömer tarafından kurulan Basra, Kufe ve Fustat şehirlerini
de etkilemiş ve bahis mevzuu şehirlerin merkeze konuşlandırılan mabetlerin
etrafında şekillenmelerine neden olmuştur. Hatta onlardan sonra kurulan
Vasıt ve Kayrevan da bu usule uyulmuş, mabed şehrin merkezine yerleştirilmiştir. Sadece yukarıda bir kısmını saydığımız kentlerde değil, kuşkusuz
Müslümanlar tarafından inşa edilen şehirlerin tamamında bu durum geçerli
olmuş, hatta bu anlayışın bir neticesi olarak adına “İslam şehri” denilen bir
kent tipi dahi ortaya çıkmıştır.
Şehrin, etrafında bir hale oluşturduğu Tahert camisi hakkında kaynaklarımızda sınırlı bilgiler yer almaktadır: örneğin İbn Havkal, şehrin kadim
ve hadis olmak üzere iki parçasının bulunduğunu her iki parçada da birer
caminin yer aldığını söylemekle iktifa ederken,35 el-Müneccîm bu bilgilere
–isimlerini zikretmeksizin- üç kapısının bulunduğunu ilave etmektedir.36
es-Senhacî ise Benu Ubeyd, yani Şiilerin, Tahert şehrini ele geçirdiklerinde camiyi, Rüstemi imamlar adına hutbe okunmuş olması gerekçesiyle yaktırdıklarını söylemektedir.37 Ünlü coğrafyacı Yakut el-Hamevî “İbâdîlerin bu
bölgeye imamları Abdurrahman b. Rüstem ile bir Cuma günü geldiklerini, ve
uygun gördükleri bir noktada Cuma namazı kıldıklarını, daha sonra Tahert
Camii’nin namazın eda edildiği bu yerde inşa edildiğini” söylemesi dışında
ilave bir bilgi sunmazken,38 Himyerî ise buranın şehirdeki dört büyük yapı-
33 Bkz. eş-Şemmâhî, II, 265.
34 Bkz. eş-Şemmâhî, II, 265; Yakut el-Hamevî, Mucemu’l-buldân, I-V, Beyrut ?, II, 9; Vercilani,
86-87; ed-Dercini, I, 14; Behhaz, 86-87; El-Cemili,187
35 Bkz. İbnHavkal (ö: 367 h.), Suretu’l-arz, I-II, Beyrut 1968, I, 86, Mühellebî de İbnHavkal’da
bulunan bilgileri aktarmaktadır. Bkz. Mühellebî, I, 48.
36 Bkz. el-Müneccim, İshak b. Hüseyin (ö: h. 4. Asır), Âkâmu’l-mercân fi zikri medâini’l-meşhure
fi külli mekân, Beyrut 1408 h., 100.
37 Bkz. Muhammed b. Ali b. Hammâd b. İsa es-Senhacî el-Kila’î (ö: 628), Ahbaru muluki beni
Beni Ubeyd ve siretuhum, (tahk:,Tihamî Nakra-Ahdulhalim Uveys), Kahire ?, 77.
38 Bkz. Yakut, Buldân, II, 9.
14
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
dan biri olduğunu belirtmektedir.39 Görüldüğü gibi bu bilgiler caminin şekli,
yapı malzemesi ile mimari yapısı hakkında her hangi bir bilgi sunmaktan çok
uzaktır. Kıymetli dostum Şevket Kotan hoca ile birlikte 2014 yılında Tahert
harabelerinde yaptığımız alan araştırması esnasında da camiye delalet edebilecek hiçbir emare ile karşılaşmadık. Ümit ederim ki ileriki tarihlerde burada
kazılar başlar ve sadece camiyi değil, aynı zamanda şehrin sair unsurlarını
da tanımamıza yardımcı olur.
Yukarıda bahsettiğimiz bu mabedin Tahert’in Şii Ubeydiler tarafından ele
geçirilmesinden sonra ilk tahrip edilen yapı olduğu rivayet edilmektedir. Gerekçe olarak da Abdurrahman b. Rüstem ve sair İbâdî imamlar adına burada
hutbenin okunmuş olmasının gösterildiğini daha önce ifade etmiştik.40 Öyle
anlaşılmaktadır ki Şii Ubeydiler, Haricilerin bir kolu olarak gördükleri İbâdîleri Hz. Ali’nin katilleri olarak kabul etmişlerdir. Dolayısıyla onların başta
kutsal mekânları olmak üzere var olan tarihi yapılarını yok etmekle, adeta
Hz. Ali’nin öcünü almayı düşünmüşlerdir. Şehirde bunun dışındada bazı camilerin adı geçmektedir. Kufelilerin Camii, Basralıların Camii ve Kayrevanlıların camii bunlardan bazısıdır. Ancak bu camilerin şehrin neresinde yer
aldıkları hakkında bir bilgiye sahip değiliz.41
Camii ile etrafında şekillenen şehrin bu kısmının çevresi bir surla kuşatılarak adına el-Kasaba denilmiştir. Kuzey Afrika ve Endülüs bölgesi kentlerinde karşılaştığımız el-Kasaba kavramı maşrik ve özellikle de Orta Asya ve
İran coğrafyasında karşılaştığımız şehristana karşılık gelmektedir. el-Kasaba’da cami ile birlikte pazar da yer alıyordu. Hatta pazar bu merkezi unsuru
kuşatır şekilde planlanmıştı. Yakut el-Hamevî’nin verdiği bilgilere göre el-Kasaba el-Ma’sume olarak tesmiye edildiği gibi pazar da bu isimle anılıyordu.42
El-Kasaba’nın üzerinde bulunduğu tepe ise Karkal olarak biliniyordu.43 Hatta kasr yani Daru’-l-imare de bu bölgede yer alıyordu. Keza Tahert’te varlığını
bildiğimiz ünlü kütüphanenin adı da el-Ma’sume idi. Büyük bir ihtimalle o
da bu bölgede yer alıyordu. Şehrin bu bölgesindeki ana unsurların her birine
Ma’sume denilmesi akla “acaba şehrin adı olarak Ma’sume ismi düşünüldü,
hatta bir dönem kullanıldı ve zamanla sadece bu merkezi unsurlara isim olarak kullanılmaya mı devam edildi” düşüncesini hatıra getirmektedir.
el-Kasaba’da yer aldığı ifade edilen Dau’l-İmare veya Kasr hakkında da
kaynaklarda çok az bilgi mevcuttur. Bu bilgilerin ilki Abdurrahman b. Rüstem dönemine aittir. Rivayetlere göre kasrın inşaatında başta kendisi olmak
üzere İbâdîlerin büyük bir kısmı çalışmışlardır. Hatta Basra’dan gelen yar39 Bkz. Himyerî, 126; ayrıca bkz. el-Barunî, 24.
40 Geniş bilgi için bkz. Ebu Abdullah Muhammed b. Ali b. Hammâd b. İsa es-Senhacî el-Kilaî
(ö: 628/ ), Ahbâru Muluki Beni Ubeyd ve Siretihim, (tahk:, Tihamî Nakra-Ahdulhalim Uveys),
Daru’s-Sahva, Kahire ?, 77.
41 Bkz. el-Barunî, 22.
42 Bkz. Bkz. Yakut, Buldân, II, 9; ayrıca bkz. el-Barunî, 15.
43 Bkz. el-Barunî, 15.
Afrika’da Kurulan İlk İslam Kentlerinden: Tahert
15
dım kervanı onu ve arkadaşlarını kasrın inşaatında çalışırken bulmuşlar;
dahası Abdurrahman onları çamurlu elbiseleriyle karşılamıştır. Bu durum
Basralı İbâdîler üzerinde çok etkili olmuştur.44 Görüldüğü gibi bu anlatı ile
Hz. Peygamberin Mescidi Nebevi inşaatına sabeylele birlikte katılması ve onlarla beraber çalışması hususundaki rivayetler arasında ciddi benzerlik bulunmaktadır. Şayet Abdurrahman b. Rüstem ile ilgili anlatılan bu haberler
doğru ise onun, İslam’ın kutlu şahsiyetlerini örnek alma hususundaki samimiyetini; değilse İbâdî kaynaklarda onu kutsal bir şahsiyete dönüştürme
gayretini göstermesi açısından önem arz etmektedir.
Kasr ile ilgili bilgilerin bir başkası ise yıkılış dönemine aittir. Nitekim
ez-Zehebî, Ebû Abdullah’ın eş-Şiî’nin askerlerinin Tahert’e geldiklerinde yok
ettikleri önemli mekânlardan birinin de burası olduğunu söylemektedir.45
Maalesef bunun dışında kasr hakkında herhangi bir veriye sahip değiliz. Mimari yapısı nasıldı? İçinde tezyin var mıydı? Bağdat veya Endülüs saraylarına benziyor muydu? İhtişam veya debdebenin emarelerini üzerinde taşıyor
muydu bilmiyoruz. Ümit ederiz ki ileride şehirde yapılacak olan kazılar buranın da yapısını tebellür ettirsin. Böylece İbâdîlerin dünya algıları, mekan
anlayışları ve mekan kurguları hakkında daha sahih bilgilere sahip olalım.
Tahert’in fiziki yapısını anlatan kaynaklar aynı zamanda burada bir çok
hamamın bulunduğunu söylerler. Ünlü coğrafyacı İbn Havkal da bunlardan
biridir. Nitekim o şehirde birçok han ve hamamın bulunduğunu söylemekte
ancak bunlar hakkında her hangi bir bilgi aktarmamaktadır.46 Aynı durum
Himyerî için de geçerlidir. O da şehirde on iki adet hamamın bulunduğunu
söylemekte ancak hiç biri hakkında bilgi ver(e)memektedir.47 2014 yılında
Tahert’e yaptığımız keşif gezisi esnasında bu hamamlardan birinin bir bölümünün kalıntılarına denk geldik. Rehberimiz Tahertli arkeolog Zendarî’nin
verdiği bilgiye göre bu hamam Fransız arkeologlardan bir ekip tarafından,
Tahert’te yapılan keşif kazısı esnasında, ortaya çıkarılmıştı. Bir bölümü kazılmış, geri kalanı bırakılmıştır. Bu kalıt, hamamın taştan yapıldığını, duvarlarının sıvandığını ortaya koymaktaydı. Sıcaklık ve soğukluk kısmının ortaya
çıkarıldığı bu hamamın geri kalan bölümleri ise hala toprağın altında bulunmaktadır. Şehrin en hâkim noktasında, el-Kasaba’nın surlarının içerisinde
yer alan bu hamam ve çevresi büyük bir ihtimalle şehrin merkez noktasını
oluşturuyordu. Yüksek bir bölge olmasına rağmen burada hamamın yer alıyor olması şehrin bu kısmında su şebekesinin olduğunu göstermektedir ki o
dönemin şehirciliği açısından bakıldığında bu önemli durumdur.
Şehrin fiziki yapısı bağlamında kaynaklarımızda bilgi kırıntısı bulunan
mekânlardan bir başkası ise Tahert Kalesi’dir. Şemmâhî, Tahert’ten bahse44 Bkz. İzkevî, 68.
45 Bkz. Zehebî, Şemsuddin Ebu Abdullah (ö: 748), Tarihu’l-İslâm ve vefeyatu’l-meşahirve’l-a’lam,
I-XXXVII, Mektebetu Tevfikiyye, XXI, 73.
46 Bkz. İbn Havkal, I, 86.
47 Bkz. Himyerî, 127.
16
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
derken “İbâdileri düşmanlarından koruyan muhkem ve aşılmaz bir sığınak”
şeklinde ifade etmektedir. Bu ifadeler onun Tahert kalesini aşılmaz bir yapı
olarak gördüğünü göstermektedir.48 Katip Merakuşî’nin “Tahert’in etrafında
bir sur vardı” ifadelerinden bu kalenin şehrin tamamını içine alacak şekilde inşa edildiğini anlamaktayız.49 Yakut el-Hamevî kalenin Babu Endelus,
Babu Menâzil, Babu’l-Safa ile Babu’l-Metâhin adında dört adet kapısının bulunduğunu bize aktarmaktadır.50 Ancak en ciddi bilgiler Himyerî tarafından
verilmektedir. O bize Tahert’in iç içe iki sura sahip olduğunu, bu surlardan birinin el-Kasaba denilen şehrin şehristan kısmını, diğerinin ise şehrin
tamamını kuşattığını söyledikten sonra surların taştan inşa edildiğini ilave
etmektedir.51 Tahert surunun bir kısmı günümüze ulaşmıştır. 2014 yılında
Tahert bölgesinde yaptığımız gezideki alan araştırması esnasında el-Kasaba
surunun bir kısmını tespit ettik. Yukarıda bahsettiğin hamam kalıntılarının
kuzeyinde yer alan bu sur bakiyesi birkaç metrelik bir alanı kaplamaktadır.
Sur bakiyesinden burçlarının bulunduğu da tebellür etmektedir. Taştan inşa
edildiği anlaşılan surun genişliği de eş-Şemmâhî tarafından muhkemiyeti
hususunda verilen bilgileri doğrular mahiyettedir. Keza arkeolog Zendarî ve
İstanbul Üniversitesinden Şevket Kotan hoca ile yaptığımız alan araştırmaları esnasında şehrin tamamını kuşatan surların izleri olabilecek bazı alametlere de rastladık. Bu izler geniş bir alanı kapsıyordu. Ancak gerek şehir
kalıntılarının ortasından şehirlerarası yolun geçirilmiş olması gerekse sosyalist yönetim döneminde bu kalıntılar üzerinde örnek! bir sosyalist köyün inşa
edilmesi bu harabelere ciddi zarar vermiş durumdadır. Bu da net tespitler
yapmamıza mani olmuş oldu.52
Maalesef Tahert’in cadde ve sokakları, mezarlıkları, meydanları gibi bir
şehrin fiziki yapısını tamamlayan unsurları ile ilgili bilgilerden de yoksunuz.
Şehrin kapılarından birinin babu’l-metâhin adını taşıyor olması bu kapının
doğu ve batısında yer alan akarsulardan birine açıldığını ve bu akarsuların
üzerinde birden fazla değirmenin buluna bileceğini akla getiriyorsa da bunu
da ispatlayacak veriye sahip değiliz. Elimizde Tahert’in mahalleleri hakkında bazı bilgi kırıntıları bulunmaktadır. Bu bilgilere göre şehir mahallelere
bölünmüş vaziyette idi. Her kabile aynen Hz. Ömer döneminde olduğu gibi
kendi kabile mensuplarıyla birlikte, aynı mahallede ikamet ediyor ve kendi
kabile şefi tarafından idare ediliyordu. Dışarıdan gelen sair İbâdîler ise kendi bölgelerinden insanlarla ikamet etmeyi tercih ettikleri için Kufeliler veya
Basralılar ya da Kayrevanlıların adıyla anılan mahalleler oluşmuştu. Bu mahallelerin merkezinde aynı isimlerle anılan mescitler de yer alıyordu. Aynı
zamanda Mutezililer gibi mezhep merkezli mahallelerin yanı sıra Yahudi ve
48
49
50
51
52
eş-Şemmâhî, II, 264-5; İzkevî, 66.
Bkz. Katip Merakuşî (ö: hicri 6. yy), el-İstibsâr fi acâibi’l-emsâr, Bağdat 1986, 178.
Bkz. Yakut, Buldân, II, 8.
Bkz. Himyerî, 126.
Bu seyahat esnasında ulaştığım sonuçları “Mahfuzât: Cezayir İbâdîleri arasında beş gün” üst
başlığı ile kaleme aldım ve İslamî İlimler Dergisi’nin İbâdiye sayısında neşrettim.
Afrika’da Kurulan İlk İslam Kentlerinden: Tahert
17
Hristiyanlar gibi “din merkezli” mahallelerin varlığı da görülmektedir. 53 En
çok Ma’sume Mahallesi, Mecâne Mahallesi, Harretu’l-Fakîh Mahallesi, el-Basatîn Mahallesi olmak üzere dört mahallenin adı bilinmektedir.54
Tahert’teki evlere gelince; bilindiği gibi Tahert ile ilgili bilgi veren eserler
Arapça kaynaklardır. Bu kaynaklarda Tahert’teki meskenlerle alakalı olarak “beyt”, “dar” veya “kasr” gibi kavramlar geçmekte bunların da ne tür
mekânları tasvşr ettiği ifade edilmemektedir. Doğu İslam kentlerinde, bu
kavramlardan “beyt” aslında sıradan evi, “dar” biraz daha büyük bir mekanı
çoğunlukla da iç avlunun etrafında şekillenen yapıyı, “kasr” ise konağı ifade
etmektedir. Ancak bunun Tahert için geçerli olup olmadığı çok net değildir.
Bunun nedeni ise Tahert’in ana sakinlerinin bedevi kökenli Emaziğlerden
oluşuyor olmasıdır. Bir taraftan bu kavramların tercüme edilişinde ne denli
isabet edildiği sorun teşkil ederken, diğer taraftan bu göçebelerin yerleşik
hayata geçerken düzenli bir kentleşmeyi üretmeyi başarıp başaramadıkları
da bir problem olarak karşımızda durmaktadır. Bununla birlikte İbn Havkal
tarafından verilen bilgileri esas aldığımızda Tahert’in kurulduğu andan itibaren ciddi bir kentleşme örneği sergilediği de söylenebilir. Zira meskenlerin
önemli bir kısmına su şebekesinin ulaştırılmış olması bunu akla getirmektedir.55 Bu durum Tahert’te sıradan evlerin yanı sıra büyük konakların olabileceğini de akla getirmektedir. Yukarıda da bir vesileyle ifade ettiğimiz gibi
bu sorunun da cevabı ileride burada yapılacak olan kazılarda yatmaktadır.
Tahert bir taraftan bir devletin yani Rüstemilerin56 başkenti, diğer taraftan da kendisine bağlı birçok küçük köy ve kasabanın merkezidir. Makdisî
kendi döneminde buraya bağlı yerleşim biriminin bulunduğunu söyledikten
sonra “Yemmemetu Tağlisiyye, Kal’atu İbni’l-Hereb, Hezâretu’l-Ca’be, Ğadiru’d-Duru’, Lemmâye, Mindâs, Suku İbn Hable, Matmata, Cebelu Ticân,
Vehrân, Şelef, Tiry Ğazza, Suku İbrahim, Rahbaya, el-Batha, Zeytune” gibi
birçoğunun da adını zikretmektedir.57 Ancak konumuz bunlar olmadığı için
sadece bu isimleri zikretmekle iktifa edelim ve geri kalanları Tahert hususunda yazmayı tasarladığımız kitabımıza bırakalım.
Yeri gelmişken Tahert’in ikliminden de bahsetmek istiyoruz. Kaynakların
ifadesine göre şehrin kuruluşu için belirlenen Kâzul ez-Seyyâh sıradağlarının
etekleri sert bir iklime sahipti.58 Nitekim buralarda kış şartlarının çok zor ve
çetin geçtiği kaydedilmektedir. Hatta denize uzak ve deniz seviyesinden çok
53 Tahert Yahudileriyle ilgili geniş bilgi için bkz. Mesud Kuveytî, el-Yahud fi mağrib el-İslamî
mine’l-feth ila sukuti Devleti’l-Muvvahidîn, The Universty of Michigon, Daru Hume 2000; Beşir
Addurrahman, el-Yahud fi MAğrib el-Arabî (22-462/642-1070), 2001.
54 Bkz. el-Barunî, 22.
55 Bkz. İbn Havkal, 86.
56 Rüstemilerle ilgili geniş bilgi için bkz. Mehmet Mahfuz SÖYLEMEZ, “İlk Harici Devlet Rüstemiler 160-297/707-909)” Ankara üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1997,
ss.457-478.
57 Geniş bilgi için bkz. Makdisî, ahsenu’t-tekâsim, 218 vd.
58 Bkz. İbn Haldun (ö: h 808), Tarihuİbn Haldun, (tahk: Halil Şahade), Beyrut 1988, V, 159.
18
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
yüksekte olduğu için genelde sisli veya puslu bir havaya sahip olduğu, özellikle kışları güneşin çok fazla görünmediği, hatta ciddi kar yağışının gerçekleştiği ifade edilmektedir. Rivayetlere göre Tahertli mütedeyyin zevattan biri
hac ibadetini ifa etmek için Mekke’ye gider, burada mütemadiyen parlayıp
ortalığı adeta kavuran güneşi görünce ona hitaben: “Sen buralarda istediğin
kadar (ortalığı) kavur. Tahert’te ne kadar aciz ve cılız olduğunu biliyorum” der.
Bir başka şair ise Tahert’te sisin dağılıp güneşi gördüklerinde “Bir zımmînin
cumartesi gününe sevindiği kadar sevindiklerini” söylemekte, güneşli günlerin
Tahert’te adeta bayram sevinci gibi karşılandığını dile getirmektedir.59 Keza
yine rivayetlere göre Arap’ın biri Tahert’ten Sudan bölgesine gitmiştir. Orada
güneşin yakıcı etkisine maruz kalınca dönüp “Vallahi sen bu memlekette çok
güçlü gibi görünsen de Tahert’e, senin ne kadar aciz [bir varlık] olduğunu uzun
süre gördüm.”60 Diyerek ironik bir dille Tahert’in havasının ne kadar soğuk
olduğunu dile getirmektedir.
Tahert’in Kuruluşu İle ilgili Mitolojik Rivayetler
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi Tahert bir mezhebin merkezi olarak inşa edilmiştir. Bu da şehirle ilgili bazı mitolojik anlatıların oluşmasına neden olmuştur. Bu mitolojik anlatılardan birine göre Abdurrahman b. Rüstem şehrin
kurulacağı yeri tespit etmek için araştırma yaparken, arkadaşlarıyla birlikte
Tahert’in inşa edildiği yere Cuma namazı vaktinde gelmiş ve namazı burada
kılmıştır. Namaz bittikten sonra bir aslan kükremesi işitmişler, kükremenin
geldiği tarafa baktıklarında bir aslanın ağzındaki yılanla, bulundukları yere
doğru gelmekte olduğunu görürler. Yaklaşan aslan, ağzındaki yılanı onların
gözü önünde parçalayarak oradan ayrılır. Bunu bir işaret olarak kabul eden
Abdurrahman şehrin burada kurulmasına karar verir ve “bu olayın kurulacak şehirde her zaman savaş ve kanın bulunacağına işaret ettiğini söyler”.61
Bilindiği gibi İbâdî düşünce, mücadele ve cihad üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla Abdurrahman’ın yukarıdaki ifadeleri, kurulacak olan Tahert’in özellikle
asıl düşmanları olan Abbasiler ile mücadelenin hareket merkezi olacağı ve
aslan misali düşmanlarını yeneceklerini sembolize etmektedir.
Diğer bir mitolojik anlatıya göre ise “Tahert şehrinin kurulacağı yer, birçok yırtıcı ve sürüngen hayvanın yaşadığı ormanlık bir alandır. Keramet ehli
şahıslar bu hayvanlara; buralarda bir kentin kurulacağını, dolayısıyla alanı
terk etmeleri gerektiğini söyleyince; onlar da yavrularını alarak bölgeyi terk
ederler”.62 Hemen hemen İbâdî kaynakların tamamında yer alan bu anlatı, Tahert’in kuruluşuna dini bir çehre kazandırmak için üretilmiştir. Zaten
59 Bkz. Katip el-Merakuşî, 178.
60 Bkz. Kazvinî, 169.
61 Ayrıntılı bilgi için bkz. Yakut, Buldân, II, 9; Himyerî, Revdu’l-mi’tar, (tahk: İhsan Abbas), Beyrut 1980, 126.
62 Bkz. eş-Şemmâhî, II, 265; el-İzkevî, Serhân b. Said, Keşfu’l-ğumme el-câmir li ahbari’l-eimme,
I-VI, Ummân 2012, V, 66-67; el-Barunî, 8.
Afrika’da Kurulan İlk İslam Kentlerinden: Tahert
19
başta Vasıt ve Kayrevan olmak üzere sonradan inşa edilen şehirlerin birçoğunda benzer anlatılar göze çarpmaktadır. Nitekim İbnu’l-İzari, Kayrevan’ın
kuruluşu hakkında da benzer bir hikaye aktarmaktadır.63
Bir başka mitoloji ise Bekrî ile Yakut el-Hamevî tarafından aktarılmaktadır. Onlar insanların önce Roma döneminin Tahert’ine yerleştiklerini, evlerini
burada inşa etmeye başladıklarını, sabah olunca bir gün önce inşa ettikleri
yapıların tamamının çöktüğünü gördüklerini, bunun üzerine şehri kuracakları mekânı değiştirdiklerini söylemektedirler.64 Böylece neden eski Tahert’e
yerleşilmediğini soranlara bu şekilde, biraz da manevi, bir cevabın hazırlandığı anlaşılmaktadır.
Yeni kurulan şehirler hakkında aktarılan kutsal hale, bu kentlerin kabul
görmesini ve benimsenmesini; hatta yüceltilmesini amaçlamaktadır ki Vasıt
kentinin inşası örneğinde olduğu gibi bazen bu söylencelere Yüce Allah’ın
dâhil edildiği de olmaktadır.65 Yukarıda aktardığımız rivayetlerle Tahert de
kutsal kentler kategorisine dâhil edilmiştir. Gerek kuruluşundaki bu mitolojik anlatım, gerekse kurucusunun kutsal kabul edilmesi, Tahert hakkında
hep kutsal bir anlatı halesinin sürmesini intaç etmiştir.
Şehrin Demoğrafik Yapısı
Yakubî’nin de ifade ettiği gibi Tahert yeknesak bir demografik yapıya sahip değildir. Burada değişik ırk ve bölgelere mensup insanlar yaşamaktaydı
ki bunların içerisinde başta Irak olmak üzere değişik coğrafyalardan hicret
ederek gelip yerleşen Araplar olduğu gibi Farslar da vardı. Zaten şehrin kuruluşunu sağlayan da Fars kökenli bir zat olan Abdurrahman b. Rüstem’dir.66
Tahert şehri kuruluşundan itibaren Emaziğ kökenli Müslüman İbâdîlerin
meskun mahalli olduğunu yukarıda dile getirmiştik. Zaten şehir henüz kurulmadan önce de bu bölge Merase ve Senhace kabilelerine ait bir yurt olup buralarda göçebe olarak varlıklarını idame ettiriyorlardı. Şehrin kuruluşundan
sonra da buranın ana unsurları arasında yer aldılar.67 Onların yanı sıra şehrin inşa döneminde buraya Emaziğ kökenli kabilelerden Zenate’nin yanı sıra
Hevvâre, Levvâte, Miknase, Mezate, Lemaya, Nefzava’nın gelip yerleştiği bilinmektedir.68 Hele hele bu kabilelerden biri olan Zenate yurt olarak da Tahert
63 İbnu’l-İzari, I, 196.
64 Bkz. Bkz. Yakut, Buldân, II, 8.
65 Haccac b. Ebî Yusuf es-Sekafî, Vâsıt şehrini inşa etmeye karar verip şehir için mekân ararken Kesker’in karşı kıyılarını seçer. Neden burası seçildiği ise şu şekilde izah edilir: “cennet
bir parça kopar ve yeryüzüne düşer. İşte cennetten kopan arazi buraya düşmüştür”. Konu ile
geniş bilgi için bkz. Mehmet Mahfuz SÖYLEMEZ, “Vâsıt’ın Kuruluşu ve İlk Sakinleri Üzerine”,
İslam Şehirleri Üzerine Makaleler, Çorum 2010, 57 vd.
66 Bkz. Yakubî, Buldân, 192.
67 Bkz. İstahrî, Ebu İshak İbrahim (ö: 346), el-Mesâlik ve’l-memâlik, Beyrut 2004, 44.
68 Vercilani, 87; ed-Dercini, I, 42; El-Cemili, 187; Georges Marceis, XI, 630.
20
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
dolaylarında ikamet ediyordu.69 Emaziğ kökenli kabilelerin şehrin neresinde
ikamet etiklerine gelince; Yakut el-Hamevî’ye göre bu kabilelerden Levvâte ve
Hevvâre şehrin kıble tarafına, Zevvâğe batısına, Matmata, Miknase ve Zenâte
ise güneyine yerleşmişlerdir.70 Bu bilgiler aynen Kufe ve Basra kentlerinin inşa
döneminde olduğu gibi burada da aynı kabile mensuplarının bir arada, aynı
mahalleye yerleştiklerini doğrulamaktadır. Zaten İshak b. Hüseyin el-Müneccim’in de ifade ettiği gibi Emaziğ kabilelerin çoğu aynen İslam’ın ilk dönemlerindeki Arap kabilelerine benzemekte ve göçebe olarak yaşamlarını idame
ettirmekteydiler. Yine onun verdiği bilgilerden bu kabilelerin kendi aralarında
sorunlar yaşadıklarını, aynen Arap kabileler gibi birbirleriyle mücadele halinde olduklarını da anlıyoruz.71 Bu durum onları bağımsız birer devlet gibi hareket etmeye itmiş ve birbirlerinin otoritesini ret etmeye ittiği gibi birbirlerinin
hâkimiyetine girmektense bir yabancının otoritesini kabul etmeyi tercih etmelerine de neden olmuştur. O dönemde yaşayan tarihçi İbn Sağir ile nispeten
geç dönem müelliflerinden İbâdî kökenli Vercilanî’nin anlattıklarından bu durum net olarak tebellür etmektedir. Nitekim onlar Abdurrahman b. Rüstem’in
imam olarak seçilmesini anlatırken şöyle demektedirler:
“Emaziğ kökenli İbâdiler Tahert’in kurulacağı yere gelip burada bir şehir
inşa etmeye karar verdikleri zaman, ileri gelenleri bir araya toplanıp “Biliyorsunuz ki bizim bu işimiz, sorunlarımızı kendisine götüreceğimiz, inancımızı
benimseyen, mazlumun hakkını zalimden alacak, namazlarımızı kıldıracak,
zekatlarımızı toplayacak ve feyimizi aramızda taksim edecek bir imam olmadan yürüyemez” dediler ve imam arayışına giriştiler. Her kabile aralarından
bir veya iki şahsı imam adayı olarak belirlediler. Hiçbir kabile diğer kabilenin
adayını kabule yanaşmadı. Gerekçe olarak da her bireyin kendi kabilesini
kayıracağını gösterdiler ve buna çözüm aramaya başladılar. Aralarındaki,
neredeyse, tek yabancı olan Abdurrahman b. Rüstem’in liderliğini kabul etmeye karar verdiler. Zira o, Emaziğ kabilelerinin lider grubunun dikkat çektiği gibi içlerinde yaşayan bir yabancıydı. Kayırabileceği bir kabilesi olmadığı
gibi, onlara tahakküm edecek bir gücü de yoktu. Şayet adil davranmazsa
rahatlıkla görevinden uzaklaştırıp yerine başka bir şahsı imam olarak naspedebilirlerdi. Dahası şimdiye kadar hep adaletli davranmış, bu da ileride
de adaletli davranacağına karine olarak görünmektedir. Üstelik Ebu’l-Hattab
tarafından da ehil görüldüğü için kendisine görev tevdi edilmişti.”72
Görüldüğü gibi aslında Abdurrahman’ı Tahert’in başına veya bir başka ifadeyle Emaziğ kabileleri tarafından oluşturulan federasyonun başına getiren
durum aslında bu kabilecilik olmuştur. Zaten Abdurrahman da liderliğe ne
şartlarda geldiğinin bilincinde olmuş ve aldığı kararları büyük bir istişare ve
69 Bkz. Bkz. İstahrî, 44.
70 Bkz. Bkz. Yakut, Buldân, II, 8.
71 Bkz. İshak b. el-Hüseyin el-Müneccim (ö: hicri 4. Asır), Âkâmu’l-mercân fi zikri medâini’l-meşhure fi külli mekân, Beyrut 1408 h, 100.
72 İbn Sağir, 237-240; Vercilani, 87.
Afrika’da Kurulan İlk İslam Kentlerinden: Tahert
21
tam bir tarafsızlık içinde almaya gayret etmiştir. Onun bu tavrı Tahert’i, Kuzey
Afrika dışında yaşayan İbâdîler arasında büyük bir şöhrete sahip kılmış hatta
burayı İbâdîlerin “kızıl elması” haline getirmiştir. Bulundukları bölgelerde sıkıntı içinde yaşayan, zulüm gören, ezilen İbâdîler için Tahert artık bir kurtuluş
veya umut ışığı olmuş,73 kısa bir süre sonra çevredeki İbâdî kabilelerin veya
münferit İbâdî bireylerin çekim alanına dönüşmüştür. Nitekim başta Kûfe ve
Basra olmak üzere, Irak kökenli İbâdîler de buraya gelip yerleşmeye başlamışlardır. Yukarıda mahalleleri ele alırken de ifade ettiğimiz gibi kısa süre içerisinde Kufelilerin Mahallesi, Basralıların Mahallesi veya Kayrevanlıların Mahallesi
gibi yerleşenlerin adlarıyla anılan mahallelerinin oluşmasına neden olmuştur.
Kuzey Afrika dışından gelen bu İbâdîler bir taraftan Tahert’in bir ilim-irfan
kentine dönüşmesine katkı sağlarlarken, diğer taraftan yeni yerleştikleri bu
kent ile anayurtları arasında birer aracıya da dönüşerek şehrin önemli bir ticari merkeze evrilmesinde de pay sahibi olmuşlardır. Dahası her bir kabile kendi
mahallesini kendi tarihi birikimi ve kabilevi zevkine göre şekillendirdiği gibi
mahallerinin merkezine kendilerine ait mescit ve pazarlar küşat ederek buraların birer küçük kente dönüşmesini de sağlamışlardır.74 Tahert aynı zamanda
Yahudilerin de gelip yerleştikleri şehirlerden biri olmuştur. Hatta Chislaine
Lydon’u esas alırsak başta Yahudiler olmak üzere ehl-i kitabın hayatlarını en
rahat idame ettirdikleri şehirlerden biri burası olmuştur. Tahert’i Yahudiler
açısından cazip hale getiren ise buranın kurulduktan hemen sonra hızla bir
ticari kente evrilmiş olması ve daha çok da böyle tanınmasıdır.75
Bu bağlamda üzerinde durulması gereken konulardan bir başkası ise ortak dil veya Arap dilinin yayılması ya da kabul görmesi meselesidir. Kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre Emaziğlerin kendilerine ait bir kültürleri,
dilleri hatta adına Tifinağ denilen yazıları da vardı. Ancak Tahert’e yerleşen
Emaziğler, Tifinağ harflerinden ziyade Arap alfabesini benimsemiş, hatta
Arapçayı sadece ilim ve kültür dili olarak değil iletişim dili olarak da kullanmaya başlamışlardır. Kuşkusuz bunun arkasında Basra ve Kufe’den gelip
buraya yerleşen İbâdî kökenli Arapların büyük etkisi olmuştur.
Dahası Abdurrahman b. Rüstem ile Tahert’in çok uluslu, ancak özgür
duruşu Başta Bağdat olmak üzere doğu kentlerinde bir özgürlük şehri olarak anılmasına neden olduğunu yukarıda dile getirmiştik. Nitekim Mihne
hadisesi baş gösterip, Hanbeliler ile Mutezililer arasında başlayan mücadele,
Hanbeliler lehine sonuçlanıp, Karşı Mihne başlayınca Mutezili düşünceyi benimseyenlerin birçoğu Bağdat ve çevresini terk ederek Kuzey Afrika’ya yerleşmişlerdir. Kudame b. Cafer’in de belirttiği gibi ikamet ettikleri asıl yer Tanca
ve çevresi olsa da Tahert’tin de ciddi bir Mutezili göç aldığı ve bu kitlenin
uzun süre burada varlığını koruduğu bilinmektedir.76
73
74
75
76
İbn Sağir, 243-244.
İbn Sağir, 244; el-Cemili,188.
Bkz. Chislaine Lydon, 71.
Bkz. Kudame b. Cafer (ö: 337), el-Harac ve senaati’l-kitab, Bağdat 1981, 200.
22
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Tanca Mutezililerine gelince kaynakların ifadesine göre bunlar bölgeye
yerleştikten sonra düşüncelerini Emaziğler arasında yaymış ve kendi fikirlerinin hâkim olduğu bir de devlet kurmuşlardı. Nitekim Kudame “başlarında
adil bir yöneticileri bulunmaktaydı” diyerek övdüğü bu yönetim ile çevredeki
başta İbâdîler olmak üzere sair mezhep mensupları arasında zaman zaman
sürtüşmelerin olduğu da bilinmektedir.77
Tahert’in Siyasi Tarihinden Kesitler
Tahert’in siyasi tarihi buranın kurucusu olan Abdurrahman b. Rüstem
tarafından inşa edilmesiyle başlamaktadır. Kendisine rol-model olarak Hz.
Ömer’i seçtiği anlaşılan Abdurrahman emiru’l-mü’min unvanını kullanarak
kendisini lider olarak seçen kitleye önemli bir idari deneyim bırakmıştır.78
On yıl Tahert’te imamet görevinde bulunan Abdurrahman’ın adil, kitap ve
sünnete bağlı, İbâdî ilkelerine marbut bir şahıs olarak anlatılmaktadır. Onun
zahit ve abid kişiliği kendisinin halk tarafından sevilmesine ve dolayısıyla döneminin gayet sakin geçmesine neden olmuştur.79 Son derece sade bir yaşam
sürdüğü kaydedilen Abdurrahman’ın gerektiğinde bir amele gibi mezheptaşlarıyla birlikte çalıştığı görülmektedir. Yukarıda aktardığımız Basra İbâdîleri
tarafından kendi aralarında toplanan ve Tahert fakirlerine dağıtılmak üzere
gönderilen yardımları getiren heyetin onu kasrın inşaatında diğer amelelerle
birlikte çalışıyor olarak görmüş olmaları bunu tebellür ettirmektedir.80 Abdurrahman kendisine rol-model olarak o kadar çok Hz. Ömer’i seçmişti ki vefat etmezden evvel aynen onun yaptığı gibi kendisinden sonra Tahert merkezli İbâdî devletini idare edecek altı kişilik bir şura heyeti tespit etmiş, bunların
kendi aralarından birini devleti yönetmek üzere belirlemelerini vasiyet etmiştir.81 İbâdî kaynaklara göre dünya malına hiç değer vermeyen Abdurrahman, imametinin son yıllarına doğru özellikle Basra dolaylarından toplanıp
gönderilen ianeleri, kendilerinin adil bir yönetim kurduklarını, dolayısıyla bu
mallara ihtiyaçlarının olmadığı, onların buna daha çok muhtaç olduklarını söyleyerek Basralılara geri göndermiştir.82 Bu hadise onun dünya malına
değer vermediğini göstermesi kadar, diğer İbâdîleri de düşündüğü şeklinde
algılanmış ve halk nezdinde daha da itibar kazanmasına vesile olmuştur.
Kuşkusuz Abdurrahman’ın Tahert’te bu kadar geniş bir kabul görmesinde,
ilmi kişiliğinin de önemli etkisi bulunmaktadır. Zira onun Kur’an ile iştigal
ettiği ve döneminin tanınan müfessirleri arasında yer aldığı bilinmektedir.
77 Maalesef Tanca Mutezilesi hakkında ciddi bir araştırma yapılmamıştır. Bir süredir bunlar
hakkında küçük küçük notlar toplamaktayız. Allah izin verirse yakın zamanda ilim dünyası
ile paylaşacağız.
78 Zahir Riyad, Şimalu İfrikiyye fi Usuri’l-Vusta, (Kahire, 1981), 55.
79 İbn Sağır, 241 Ethem Ruhi Fığlalı, İbâdiyenin Doğuşu ve Görüşleri, 101.
80 İbn Sağir, 242; Vercilani, 86.
81 Bu altı kişilik şura heyeti şu isimlerden oluşuyordu: Mesud el-Endelusi, Ebu Kudame Yezid
b. Fendin el-Yefreni, Sa’dus b. Atiyye, Mervan el-Endelusi, Abdulvahhab b. Abdurrahman,
Şükr b. Salih el-Kutami; Bkz. eş-Şemmâhî, II, 272; ed-Dercini, I, 46.
82 Bkz. eş-Şemmâhî, II, 265.
Afrika’da Kurulan İlk İslam Kentlerinden: Tahert
23
Yazdığı tefsir günümüze ulaşmamış olsa da İbâdîler tarafından kaleme alınan en eski tefsir mecmuası olarak kabul edilmiştir.83 Bu tefsir daha sonra
Nuh b. Muhakkim gibi İbâdî müfessirlere esin kaynağı olmuştur.
Tahert’e en parlak günlerini yaşatan Abdurrahman b. Rüstem’in vefatı
ile yerine oğlu Abdulvahhab b. Abdurrahman imamete getirilmiştir.84 Abdulvahhab’ın dönemi babasının imamet dönemi gibi sakin geçmemiştir. Nitekim
onun imameti, liderliğe seçilişini protesto eden ve bu nedenle Tahert’ten ayrılarak yeni bir anlayış geliştiren bundan dolayı da kendilerine Nukkariye
denilen grupla ile kendisine karşı mücadele kararı alan Mutezililerle uğraşmakla geçmiştir. Abdulvahhab Tahert’te uzun uğraşlardan sonra ancak huzuru sağlayabilmiştir.85 Onun başarılı mücadelesiyle Tahert iç savaşı geride
bırakarak çevrede tanınan, sözüne itibar edilen güçlü bir yönetim merkezi
haline dönüşmeye muvaffak olmuştur. Nitekim bu dönemde bir taraftan Endülüs Emevi devleti, değer taraftan Arfrika içlerine kadar geniş bir coğrafya
ile siyasi ve ekonomik ilişkiler kurulmuştur.86 Onun yerine geçen oğlu Eflah
döneminde bu ilişkiler daha da geliştirilecektir. Hatta bu ilişkilerden rahatsız
olan Ağlebîler 239/853 yılında başkent Tahert’e yakın bir mekânda Abbasiyye kentini kurarak bu yakınlaşmanın önüne geçmek istemişlerdir. Ancak
Eflah bu kentin kuruluşunu kendilerine yönelik bir dış saldırı olarak görmüş
ve şehri yerle yeksan etmiştir.87 Eflah’ın bu hareketi Endülüs Emevî devletini
de son derece memnun etmiştir. Nitekim Endülüs’ten imam Eflah’a değerli
hediyelerin gönderildiği görülmektedir.88 Kudame b. Ca’fer bu hediyelerin yüz
bin dirhem kadar olduğunu söylemektedir.89
Eflah’ın oğlu Ebu Bekir (258-….?/871….?) döneminden itibaren Tahert artık gerileme sürecine girmiş oldu. Hatta şehir zevk ve eğlence düşkünü olan
Ebu Bekir’den ötürü eğlence mekânlarından biri olarak anılmaya başlandı.
Bu durum bir taraftan etrafında mütedeyyin insanların dağılmasına neden
olurken, diğer taraftan da kabile federasyonunun dağılmasına vesile oldu. Bunun sonucunda da Ebubekir imametten azledildi. Onun azlinden sonra yerine
261/874 yılında Ebu’l-Yakzan Muhammed b. el-Eflah (261-281/874-894) Tahert’e imam olarak getirilmiş oldu. Ancak kendisini çok zor koşullar bekliyordu. Nitekim başkent Tahert isyancıların eline geçmiş, iç savaş bütün hızıyla
devam etmiştir. İmam Ebu’l-Yakzan, uzun uğraşlar sonunda, ancak yedi yılda
hakimiyeti sağlayabilmiştir. İsyanlar bastırılmış ve Tahert’te genel af ilan edilmiştir. İç barış ve huzur tesis edilmiş, kabilelerin birbirlerine karşı yok olan
güvenleri yeniden kurularak ortak bir mekan inşa edilmeye çalışılmıştır.90
83 Bkz. Hayrettin ez-Ziriklî, el-A’lâm, Mayıs 2003 Beyrut, III, 206; Amr Halife en-Nâmî, Dirâsât
ani’l-İbâdiyye, Saltanatu Umman, ?, 122.
84 İbn Sağir, 248-249; eş-Şemmâhî, II, 272; Vercilani, 89.
85 Vercilani, 104-114.
86 Muhammed İsmail, 107.
87 İbnu’l-Esir, VI, 70; İbn Haldun, el-İber, (tahk: Halil Şahhâde), Beyrut 1988, IV, 256.
88 Bkz. Belazurî (ö: 279), Futuhu’l-buldân, Beyrut 1988, 232; İbnu’l-Esir, VI, 70.
89 Bkz. Kudame b. Ca’fer, 350.
90 İbn Sağir, 286.
24
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Tahert’i yirmi yıl yöneten Ebu’l-Yakzan, birçok başarıya imza atmıştır.
İbn Sağir onun dönemine yetiştiğini, kendisini gördüğünü söylemekte ve
son derece adil, müttaki ve zahid bir yönetici olduğunu ilave etmektedir.91
Ebu’l-Yakzan’dan sonra Tahert bir daha eski ihtişamına kavuşamamıştır.
Zira onun küçük yaştaki oğlu Ebu Hatem Yusuf ve onun adına Taherti yöneten annesi Gazale ile amcası Yakup arasında uzun sürecek olan bir mücadelenin merkezinde yer almıştır. Dahası tam bu dönemde Şii dailer Tahert
önlerinde görülmeye başlamışlardır. Onlar bir taraftan Şiilik propagandası
yaparlarken diğer taraftan da bu iç çekişmeden faydalanmaya çalışmışlardır.
Bu mücadelenin bir sonucu olarak da Tahert ihtişamlı günlerini tarihe teslim
ederek, Şiilere boyun eğmiştir. Şehrin dışında karargâh kuran Ebu Abdullah
eş-Şiî’nin askerleri önce halka eman vermişlerse de sonradan bu sözlerine
sadık kalmamışlar ve bir araya topladıkları insanların tamamını öldürmekten perva etmemişlerdir.92 Bununla da iktifa etmeyerek şehri yakıp yıkmışlar,
ekinleri tahrip etmişler, Tahert’ten kaçıp kurtulanlar müstesna hiç kimseyi
sağ bırakmamışlardır. Ma’sume Kütüphanesinden matematik, astronomiye
dair bazı eserleri aldıktan sonra yakmışlardır. Hatta ticari güzergâhları bile
tahrip etmişler, Rüstemilerle birlikte gerileme sürecine girmiş olan kabileciliğe yeniden hayat vermekle kalmamışlar, neşvünema bulmasını da sağlamışlardır.93 Tahert’in Ebû Abdullah eş-Şiî ve adamlarına boyun eğişiyle birlikte
yeni bir dönem, Fatımiler dönemi başlamıştır.94
Tahert’in düşüşü ile birlikte İbâdîler Vercilan, Mizâb Vadisi, Cirbe ve Nefusa başta olmak üzere değişik bölgelere dağılmışlar ve yeniden kitaman dönemine geri dönmüşlerdir.
Tahert’in Ekonomisi
Yukarıda kurulduğu bölge hakkında bilgi verirken ifade ettiğimiz gibi Kazul sıradağlarının eteklerinde kurulan Tahert, aslında bir ticari güzergâhın
üzerinde yer almakta olup, bundan dolayı da kısa süre içerisinde hızla evrilerek ticari bir kente dönüşmüş, şehrin hep bu tarafıyla anılmasına neden olmuştur. Nitekim başta Hududu’l-âlem’in yazarı olmak üzere bu kentten bahseden hemen her yazar şehrin bu tarafına işarette bulunmaktadır.95 Şehir
kurulduğu mekan itibariyle sahil bölgesiyle Orta Afrika’nın ticaretini yönlendiren bir konumda olmuş, Sudan, Endülüs, Fas, Kayrevan ve Sicilmase’den
gelen ticaret kafilelerinin durak noktalarından birini teşkil etmiştir.96 Ta91
92
93
94
İbn Sağir, 289; Vercilani, 144.
Bkz. Himyerî, 126.
Bkz. İra M. Lapidus, 292.
Bkz. Heinz Halm, The Empire of the Mehdî: The Rise of The Fatimids (Almanca’dan İngilizce’ye
terc:, Michael Bonner), E. J. Brill, Leiden 1996, 229.
95 Bkz. ?, Hududu âlem mine’l-mağrib ile’l-maşrik, (tahk:, Farsça’dan terc:, es-Seyyid Yusuf elHavî), Kahire 1423, 181.
96 Seyyid Abdulaziz Salim,491; Behhaz, 224, 227, Cemalettin Erdemci, 62.
Afrika’da Kurulan İlk İslam Kentlerinden: Tahert
25
hert’e deniz üzerinden gelen ticari mallar buranın limanı olarak kabul edilen
Mursa Ferrûh Limanına boşaltılıyor, oradan kervanlarla şehre ulaşıyordu.97
Kufe’nin Kunase, Basra’nın Mirbed pazarıyla eşdeğer bir konuma sahip
olan Tahert’in Ma’sume pazarı bu ticarî ameliyelerin merkezi olmuştur. Sair
İslam kentlerinde olduğu gibi arasta sistemi ile faaliyet gösteren Ma’sume pazarı, her malın kendi bölümünde satıldığı bir alış-veriş mekânıydı. Çok hareketli olduğu kaydedilen pazarın en canlı bölümlerinden birinin başta deve, küçük ve büyük baş hayvanların alım satımının yapıldığı hayvan pazarı olduğu
kaydedilmektedir. Bahis mevzuu bu pazarın özellikle savaş atlarının satıldığı
kısmının daha faal olduğu kaydedilmektedir ki bu durum genelde savaş ile uğraşan bir kitlenin burada meskûn olmasıyla ilişkilidir.98 Tahert pazarına Kufe,
Basra ve Horasan’dan bile tüccarların gelip katıldıkları rivayet edilmektedir.99
Tahert’i bu kadar canlı bir ticaret mahalli haline getiren durum aslında
İbâdî öğreti ile de yakından ilgilidir. Zira Tahertli tüccar, ticareti sadece bir
geçim kaynağı veya dünyalık ya da zengin olma aracı olarak kabul etmiyordu.
Onlar ticareti aynı zamanda dini düşüncelerini, yani İbâdîliği yaymanın bir
yolu olarak benimsemişlerdi. Hal böyle olunca da ticaret hem rağbet görüyor,
hem de saygın bir meslek olarak tebellür ediyordu. Hatta bu tüccarlardan bazısı iyi yetişmiş İbâdî dailerden oluşuyordu ki Muhammed b. Afra’ bunlardan
biri olarak tanınmaktadır. Onların bu uğraşının bir sonucu olarak genelde
İslam dini özelde ise İbâdîlik Afrika’nın kuzey sahilleri, batı sahilleri ile Sudan
bölgesi, başta Gana ve Gao da dahil olmak üzere Afrika’nın içlerine kadar geniş
bir coğrafyaya yayılmıştır.100 Murabıtlardan yaklaşık iki asır önce İslam dinini
barışla bu bölgeye taşıyan İbâdî tüccarlara işaret eden Ralph A. Usten çok
güzel bir benzetme yaparak “İbâdîlerin savaşçı Arap bilginlerin aksine Fars kökenli tüccar bilgeler” olduklarını söylemektedir.101 Bölge müteakip zamanlarda
Şiilerin hâkimiyetine geçse de İbâdî düşünce günümüze kadar –o bölgede- varlığını hep sürdürmüştür. Bu gün bile Cezayir, Libya102 ve Tunus’ta İbâdîlerin
varlığı bilinmektedir. Passah Shiner, İbâdîlerin bu bölgelerde hala varlıklarını
korumalarını “Yüksek kültür ve toleranslı bir yapı kurmayı başardılar. Fatımiler bölgeye hakim olmalarına rağmen onları oradan söküp atamadılar. Hala o
bölgelerde varlıklarını idame ettirmektedirler” cümleleriyle ifade etmektedir.103
97 Bkz. el-Barunî, 12.
98 Bkz. Himyerî, 126.
99 Bkz. Cambridge Resimli İslam ülkeleri Tarihi, (editör: Francis Robinson. Türkçe’ye terc:, Zülal
Kılıç), İstanbul 2005, 197; Tarih İfrikiya el-Amm (edit: M. El-Fasî-A. Herbek), Unesko yayınları, 1998. III, 314.
100Bkz. Timothy İnsoll, the Archaeology of İslam in sub-Saharon Africa, Cambridge 2003, ss.
215-216; Lan Blanchard, “Mining Metallurgy and Minting in the Midles Ages”, Asiatic Supremacy 425-1125, Auflage 2011, s. 134.
101Bkz. Ralph A. Austen, “Trans-Sharon Africa”, Wold History, Oxford 2010, s. 22.
102Libya’nın Cebelu Nefusa İbâdîleri ile ilgili geniş bilgi için bkz. Mesud Mezhûdî, Cebelu Nefûsa
fi’l-asri’l-İslamîyi’l-vasit (21-442/642-10539, Saltanatu Amman 2010.
103Bkz. Pessah Shivar, Modern İslam İn Maghrib, The Hebrw Universty of Jarusalem, İsrail Jarusalem 2004, s.98.
26
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Dahası özellikle Tahertli yöneticilerin tüccarlara tanıdıkları imtiyaz, vatandaşlarına tanıdıkları hoşgörü, tacirlerin can ve mal emniyeti için aldıkları
önlemler şehri cazip hale getirdiği gibi karlı bir pazara da dönüştürmüştü.104
Bu da, Chislaine Lydon’un ifadesiyle, Tahert’i neredeyse siyasi bir kentten
ziyade ticari bir şehir haline getirmiştir.105
Bulunduğu coğrafya itibariyle Afrika’nın iç bölgeleriyle Endülüs arasında
köprü olan Tahert birçok bölge ile ticareti mümkün kılıyordu. Nitekim Endülüs bölgesinden şeker kamışı, keten, pamuk getiriyor; bunların bir kısmını
tüketirken diğer kısmını ise keten, yün, ipek elbiseler, cam mamulleri, porselen ev eşyaları, ıtriyat çeşitleri ile birlikte Afrika’nın içlerine sevk ediyordu.
Tahert’in sevkiyatta bulunduğu mekânlardan ikisi ise Sudan ve Gana’dır.
Nitekim Sudan ve Gana’dan daha çok altın ile deri ve köle getirdikleri kaydedilmektedir.106 Keza süs eşyaları ve özellikle de darb edilen paralarda kullanılan altının da önemli bir kısmının bu bölgeden ithal edildiği bilinmektedir.
Tahert, kuşkusuz, en ciddi ticari ilişkiyi ise İberya yarımadası bir başka
ifade ile Endülüsle kurmuştu. Zira Endülüs Emevi Devleti ile Şii İdrisiler ve
Abbasilere bağlı Ağlebiler arasında anlaşmazlık bulunuyordu. Bunu bilen
Tahert’in yöneticileri bu durumdan faydalanmış ve Endülüsle iyi ilişkiler geliştirmişlerdir. Endülüslü tacirler Tahert’ten zeytin, zeytinyağı, küçük ve büyük baş hayvan satın alıyorlardı. Keza Sudan ve Gana’da üretilen tekstil, altın, fildişi, deri vb. ticari emtiayı yine Tahert’ten satın alarak memleketlerine
götürüyorlardı.107 Hele hele Tahert’in dört ana kapısından birinin Babu’l-Endelüs (Endülüs Kapısı) adını taşıyor olması tek başına bu iki devletin ilişkisini göstermesi açısından yeterli bir kanıt olarak karşımızda durmaktadır.108
Bütün bunlardan şu tebellür etmektedir ki: Afrika ticaretinin önemli bir kısmı miladi sekiz ve dokuzuncu asırlarda Tahertli tüccarların elindeydi. Tahert
merkez olmak üzere birkaç ticari güzergâh bulunuyordu. Bu güzergâhlardan
biri Tilimsân, oradan Buskara, oradan da Vecilân’a, oradan da Kayrevân’a
ulaşıyordu.109 Bir diğeri ise Tahert’ten Sicilmase’ye oradan da Awdaghust ve
Gana’ya diğeri Kukiya’ya oradan da Gao ve Tadmakka’ya ulaşıyordu.110 Bu
yol Abdulvahhâb’ın ölümüne kadar çok faal olarak kullanılıyordu. Rüstemi
devleti yıkıldıktan sonra bile Gadamis, Zuveyla (Fizan), Tunus’un güneyindeki el-Cerid bölgesi ile Cebelu Nefusa bölgesinde mukim İbâdî tüccarlar bölge
ticareti üzerinde söz sahibi olmaya devam etmekteydiler.111
104Bkz. Camridge Resimli İslam Ülkeleri, 197.
105Bkz. Chislaine Lydon, on Trans-Sharon Trails İslamic Law, Trade Networks, and Cross-Culturel Exchange in Nineteenth-Century Western Africa, Camridge Universty Press, 2009, 70.
106Seyyid Abdulaziz Salim, 491; Behhaz, 204.
107el-Cemili, 195; Seyyid Abdulaziz Salim, 491; Behhaz, 198, 199, 213, 224.
108ed-Dercini, I, 42; El-Cemili, 195.
109Bkz. Ömer b. Lokman, Meâlimu hadareti’l-İslamiyye bi Vercilân ve Rifle: min sukuti’d-Devleti’r-Rüstemiyeti ila harabi Sidrata, Ğardaya 2013, 181.
110Bkz. Chislaine Leydon, s.70.
111Bkz. Tarihu ifrika el-Amm, III, 314.
Afrika’da Kurulan İlk İslam Kentlerinden: Tahert
27
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Tahert ekonomisinin dayandığı en önemli
saç ayaklarından bir diğeri tarımdır. Zira şehir, tarımsal bir havzanın merkezinde kurulmuş, havası tarıma çok müsait, dahası tarım için gerekli olan bol
miktarda suya da sahip olup,112 üç tarafından nehirler akmaktaydı.113 Nitekim şehir de bu nehirlerden biri olan Müniye’nin kenarında kurulmuştu. Bu
nehirlerden bir diğerinin adı ise Tanis idi.114 Bunlar aynı zamanda Tahertlilere içme suyu da sağlamaktaydı.115 Üstelik Kuzey Afrika’nın bu bölgesi sahip
olduğu vadiler116 ve vahalar ile sadece Müslümanların hâkim olduğu dönemde değil Vandallar ve Bizans döneminden beri tahıl ambarı olarak görülmekteydi.117 Yine Tahert’in sahip olduğu geniş otlaklar ve sulanabilir araziler,
yörede hayvancılığın yapılmasına da olanak sağlıyordu.118 Kuşkusuz Tahert,
ihtiyacının çok üstünde tarımsal ve hayvansal ürünler elde ettiği için bunların önemli bir kısmını diğer kentlere, hatta bölgelere satıyordu. Bu ürünlerin
en önemli alıcısının Endülüs Emevî Devleti olduğunu yukarıda söylemiştik.
Bunlar dışında savaş sanayisi, giyim ve yazı malzemesi olarak kullanılan
işlenmiş ve işlenmemiş deri de ihraç edilmekteydi.119 Tahert’te yetişen tarım
ürünlerinin arasında susam, keten ve safran da bulunmaktadır.120 İbn Havkal yörenin ekonomisini anlatırken burada ciddi oranda bal üretiminin yanı
sıra her türlü tahıl ve yağ üretiminin de yapıldığını söylemektedir.121 Hele
hele ayvasının çok lezzetli olduğu, burada yetişen ayvaların hiçbir yerde benzerinin bulunmadığı birçok kaynakta ifade edilmektedir.122
Tahert’in ekonomisini ele almışken burada ki küçük atölyelerden de bahsetmek gerekir. Kaynakların ifadesine göre şehirde azımsanmayacak oranda
küçük atölyeler bulunmaktaydı. Çoğunluğu Emaziğ olmayan, kahir ekserisi
Irak, Kayrevan ve Endülüslü zanaatkarlara ait olan Tahert’teki bu atölyelerde,123 kılıç, ok, yay, zırh gibi silahlar ile deri mamulleri, dokuma ve kumaş
üretilmekte, kumaş boyacılığı da yapılmaktaydı.124
112Bkz. Makdisî, ahsenu’t-tekâsim, 228; Zekeriyya b. Muhammed b. Mahmud el-Kazvini
(682/1286), Asaru’l-Bilad, (Beyrut, ?,)169
113el-Makdisi, 228; Yakut, Buldân, II, 8, 9; İbnu’l-İzari, I, 196.
114Bkz. Katip Merakuşî, I, 178. Yakut el-Hamevî bu nehrin adının Tateş olduğunu söylemektedir. Bkz. Buldân, II, 8.
115Bkz. Yakubî, Buldân, 197.
116 Bu vadilerin en ünlüleri şunlardır: Tahert’in güney tarafındaki Vadiu’l-Şelef, Vadiu’l-Mina; Sufcec Dağının eteğindeki Vadiu Ayni Sufcec; bu vadi, Sufcec dağının eteğinden başlayarak doğuya
doğru uzanmakta, Vadi’ul-Fer’a ile birleşmekteydi. Kansa Vadisi, Vadiyu Vahş. Bu vadilerin yanı
sıra çölün ortasında vahalar da mevcuttur. Bu vahaların en ünlüsü ise hurması ve zeytini ile
ünlü olan Vercilan vahasıdır. Bu vadi ve vahalarında hububat ekiminin yanı sıra bol miktarda
meyve de yetişmekteydi. Bu meyvelerden özellikle ayva ve bunda yörede ün sahibiydi: Geniş bilgi
için bkz. Seyyid Abdulaziz Salim, Tarihu’l-Mağribfi’l-Usuri’l-İslami, (İskenderiye, 1982), 490.
117Behhaz, 142.
118ed-Dercini, I, 42; Behhaz, 144.
119Behhaz, 163, 165, 198; Cemalettin Erdemci, 62.
120Bkz. Yakubî, Ahmed b. İshak (ö. 292 h.), el-Buldân, Beyrut 1422, 197.
121Bkz. İbnHavkal, I, 86.
122Bkz. Katip Merakuşî, 178.
123Behhaz, 165.
124Kumaş boyama işleri Yahudiler tarafından yapılmaktaydı. Bkz. ed-Dercini, II, 303.
28
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Tahert’te İlim ve Kültür
Daha önce belirttiğimiz üzere Tahert, bölgenin en önemli ilim merkezlerinden biridir. Kuşkusuz bunun birkaç nedeni bulunmaktadır. Bu nedenlerin
ilki belki de en önemlisi şehrin bir ilim adamı tarafından kurulmuş olmasıdır.
Zira şehrin kurucusu olan Abdurrahman b. Rüstem yıllarca Basra’da Ebu
Ubeyde Müslim b. Ebi Kerime’nin ders halkasında yetişmiş ve hameletu’l-ilm
yani bilgi veya bilimin taşıyıcısı olarak Kuzey Afrika’ya gönderilmiştir.125 Döneminin en büyük alimlerinden biri olan Abdurrahman b. Rüstem’in, dini
ilimler, dil ve astronomi alanlarında derin bir vukufiyete sahip olduğu ve
tefsir sahasında yazılmış, günümüze ulaşmayan eserinden birçok zevatın
faydalandığı bilinmektedir.126 Ondan önce Kuzey Afrika İbâdîleri daha çok
doğuda yapılan çalışmalara dayanırken onun gayretleri ile Tahert İbâdîlerin
eğitim amacıyla yöneldikleri bir mekan haline dönüşmüştür.127
Kaldı ki ondan sonra Tahert’i idare eden imamlar da ilimle iştigal ediyorlardı. Nitekim ikinci imam Abdulvahhab fakihliği ile tanınıyordu. Onun,
Mesailu’n-Nefusa adında verdiği fetvalardan oluşan bir eseri vardı.128 Verdiği
fetvaların bir kısmı el-Cevâbât adıyla günümüze kadar vasıl olmuştur. Amr
en-Namî bu yazmadan bazı alıntılar yapmaktadır.129 Onun oğlu Eflah’ın ise,
döneminin şairlerinden kabul edilmesinin yanı sıra dini ilimler ve özellikle
matematik ve astronomi gibi pozitif bilimlere ilgisi vardı.130 Tahert İbâdî ve
Sünni birçok ilim adamı yetiştirmiştir. Bu ilim adamlarının bir kaçına işaret
etmekle iktifa edelim: bunlardan biri Kasım b. Abdurrahman b. Muhammed
et-Temimî et-Tahertî (ö. h.395)’dir. Ünlü tarihçi İbn Abdilberr’in hocası olan
Tahertî, Tahert’te doğmuş, burada ilim tahsil etmiş, daha sonra memleketini terk ederek Endülüs’e hicret etmiş ve Kurtuba’ya yerleşmiştir. Fıkıh ve
şiir ile iştigal eden Tahertî, en çok da hadis sahasında şöhret kazanmıştır.
Günde kırk hadis yazdığı rivayet edilmektedir.131 Keza İbn er-Rebîb olarak
tanınan kadı Hasan b. Muhammed et-Temimî el-Kadî et-Tahertî (ö: 420/) de
Tahertli ünlü alimlerden birdir. Kayravan’a yerleşmiş, burada kadılık yapmış
ve orada da vefat etmiştir.132 Bunlardan bir başkası ise İbn Dekkâkî olarak
tanınan Muhammed b. İsa b. Huneyn et-Temimî el-Kadî’dir. Babası ile birlikte önce Fas, oradan da Sebte’ye gitmiş ve oraya yerleşmiştir.133 Keza Bekr
125ed-Dercini, I, 56; Seyyid Abdulaziz Salim, 488; Behhaz, 265 vd.
126Behhaz, 265.
127Bkz. eş-Şemmâhî, II, 266.
128İbn Sağir, 255; Abdulaziz Salim. 488; Behhaz, 267
129Bkz. Amr Halife en-Namî, 269.
130ed-Dercini, 1,83; Behhaz, 269.
131Bkz. el-Belensî, Muhammed b. Abdullah b. Ebubekir el-Kudaî (ö: h.658), et-Tekmile likitabi’s-sile, I-IV, (tahk: Abdusselam el-Herrâs), Lübnan 1995, IV, 80; İbu’l-İmâd, Abdulhayy b.
Ahmed b. Muhammed (ö:1089h/), Şezerâtu’z-zeheb fi ahbâri men zeheb, I-XI, (tahk:. Mahmud Arnavûd), Beyrut 1986, IV, 503.
132Bkz. Yakut el-Hamevî (ö: 626), Mucemu’l-udebâ’, I-VII, Beyrut 1997, III, 998.
133Bkz. el-Belensî, Muhammed b. Abdullah b. Ebubekir el-Kudaî (ö: 658 h.), Mucemuashabi’l-Kadî Ebi Ali es-Sadefî, Mısır 2000, 96.
Afrika’da Kurulan İlk İslam Kentlerinden: Tahert
29
b. Hammâd et-Tahertî, Ebu Zeyd Abdurrahman b. Bekr et-Tahertî, Ali b.
Musa et-Tahertî buraya nispet edilen ilim adamlarından bazılarıdır.134 Yakut
el-Hamevî isim vermemekle beraber Tahert’te büyük muhaddislerin, hadis
hafızlarının yetiştiğini söylemektedir.135
Tahert’teki ilmi müesseselere gelince: kuşkusuz Tahert’teki en önemli
eğitim kurumu, diğer kentlerde olduğu gibi camidir. Asırlar önce başlayan
ve bugün hala varlığını devam ettiren Fez’in Karavin camiindeki eğitim usulüne benzer bir şekilde, camii bir taraftan küçük çocuklara okuma-yazma
ve temel dini bilgilerin verildiği bir mektep vazifesi görürken; diğer taraftan
halka yaygın din eğitimi, uzmanına ise yüksek din eğitimi veren bir medrese
konumundaydı. Cami eğitimini teşvik eden Abdurrahman’ın bizzat kendisinin de camilerin birinde bir ders halkasının olduğu, orada tefsir dersleri
verdiği rivayet edilmektedir. Burada üzerinde durulması gereken konulardan
bir başkası ise camilerde tek bir dersin değil, aynı anda tefsir, hadis, fıkıh
hatta edebiyatın öğretildiği halkaların oluştuğu; dileyenin bu halkalardan
dilediğine katılabildiği, katılırken de ayrılırken de hocasından izin almasının
gerekmediği gerçeğidir. Tahert camilerindeki bu canlı ders halkalarının ünü
İbâdîler arasında yayıldığı ve değişik bölgelerdeki İbâdîlerin bu halkalardan
faydalanmak amacıyla Tahert’te geldiği rivayet edilmektedir.
Tahert’teki eğitim kurumlarından bir başkası ise küttaptır. Çocuklara
okuma yazmanın yanı sıra temel dini bilgileri öğreten bu kurumların şehrin değişik yerlerinde dağınık şekilde bulunduğu bilinmektedir. Öğretmenleri arasında Ebu Yezid Muhammed b. Keydâr el-Haricî’nin de bulunduğu
bu kurumlarda bir müfredatın uygulanıp uygulanmadığı bilinmemektedir.136
Bununla birlikte Hz. Ömer döneminde, bu müesseselerde, temel dini bilgilerin yanı sıra ayet, hadis ve şiirin ezberletilmesinin tavsiye edilmiş olması;
burada da benzer bir uygulamanın yapılmış olabileceğini akla getirmektedir.
Kuşkusuz Tahert’te, caminin yanı sıra dönemin en önemli eğitim kurumları olan medreselerin de varlığı bilinmektedir. Medrese geleneğini, Basra’daki Ebu Ubeyde’den devralan Tahert’in bunu daha da geliştirdiği görülmektedir. Kaldı ki ünlü İbâdî tarihçi İbn Sellam el-İbâdî’nin verdiği bilgileri esas
aldığımızda Tahert’te 500 öğrenciye ders verecek büyüklükte medreseler de
bulunmaktadır.137
Tahert aynı zamanda kütüphaneleriyle de temayüz etmiştir. Şehirde ilk
kütüphane Rüstemi Devleti’nin ikinci imamı Abdulvahhab tarafında kurulmuştu. Bilindiği gibi o dönemde kütüphaneler küşad edileceği zaman eser134Bkz. es-Semanî, Abdulkerim b. Muhammed b. Mansur et-Temimî, Kitabu’l-ensâb, Haydarabad 1962, III, 10.
135Bkz. Bkz. Yakut, Buldân, II, 8.
136Bkz. İbnu’l-Esir, VII, 136; el-Makrizî, Ahmed b. Ali b. Abdulkadir (ö: 845), el-İti’azu’l-hunefâ’
b. ahbâri eimmeti’l-Fatımiyyîn el-hulefa’, I-III, (nşr: Lecnetu İhya Turas el-Arabî), Kahire ?, I,
75.
137İbn Sellâm el-İbâdi, 134.
30
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
lerin toplanması için belli ilim dallarında uzmanlar değişik yerlere gönderilir dönemin öne çıkan kitaplarının toplanması sağlanırdı. Bağdat’ın ünlü
Beytu’l-Hikme kütüphanesi, Meyafarikin’deki ünlü Mağribi Kütüphanesi,
Kahire’deki Fatımi Kütüphanesi, Merv’de bulunan kütüphaneler böyle oluşturulmuşlardır. Aynı uygulamayı Abdulvahhab da yapmış ve kütüphaneyi
kurmaya karar verince başta Irak olmak üzere dönemin önemli merkezlerine görevliler göndererek kitap satın aldırmış ve bunları kütüphaneye yerleştirmiştir.138 Hatta Vercilanî’nin verdiği bilgileri esas alırsak Tahert yönetimi
tarafından özellikle Basra’ya para gönderilmiş. Basralı İbâdîlerler de bu paralarla divit, hokka, mürekkep ve kağıt satın alarak bulabildikleri eserleri,
kendileri istinsah etmek suretiyle Tahert’e göndermişlerdir. Bu eserler bir
taraftan kütüphanelere konulurken, diğer taraftan da eğitim ve öğretim faaliyetlerinde kullanılmışlardır.139
Kurulduğu bölge itibariyle adına Masumiye denilen bu kütüphane dönemin en meşhur müesseseleri arasında yer almaktadır. 300.000 cilt dolayında kitabı barındırdığı ifade edilen Masume Kütüphanesi, sahip olduğu bu
koleksiyonla gerek doğudaki, gerekse de batıdaki birçok büyük kütüphaneyi
geride bırakmaktaydı.140 Kuşkusuz Tahert’te Masume kütüphanesinin dışında, ama ondan daha küçük kütüphanelerin yanı sıra camii kütüphanelerinin bulunduğu da tahmin edilmektedir. Maalesef bu kitaplar Kuzey Afrika’yı
kasıp kavuran Fatımi istilası esnasında astronomi, matematik gibi pozitif
bilimlere ait bazıları müstesna yok edilmişlerdir.141
Tahert’in -özellikle pozitif bilimlerde- böylesi büyük bir ilim merkezi haline gelmesinde Endülüs Emevi Devleti ile kurduğu iyi ilişkilerin önemli etkisi
olmuştur. Nitekim Tahertli bazı ilim adamlarının Endülüs’e gidip geldikleri; Endülüs’ten de bazı ilim adamlarının Tahert’e geldikleri bilinmektedir.142
Hatta Endülüslü bazı zevatın doğuda yazılan kimi eserleri buradan tedarik
ettiğini; Tahertlilerin de Endülüs’te yazılan eserlerden bazısını Doğuya ulaştırdıklarını tahmin etmek zor değildir. Bu durum Tahert’in Doğu kültürü ile
Batı kültürü arasındaki köprü rolü oynadığını göstermektedir.
İlim kültür tarihi bağlamında üzerinde durulması gereken konulardan bir
başkası ise Tahert’in bir birinden farklı, hatta birbirlerini öteki ilan eden
değişik mezheplere ev sahipliği yapmasıdır. Bu durum bir taraftan çekişme
doğururken; öte taraftan mezheplerin birbirlerini etkilemesine, birbirlerine
kültürel katkı sağlamasına da neden olmuştur.143 Nitekim zaman zaman bu
mezheplere mensup bilginlerin bir araya gelerek, halka açık tartışmalar yap-
138ed-Dercini, I, 56.
139Bkz. Vercilani, 65.
140Bahhaz, 289.
141Abdulaziz Salim, 490; Behhaz, 289.
142el-Cemili,195.
143Bkz. ed-Dercini, I, 43.
Afrika’da Kurulan İlk İslam Kentlerinden: Tahert
31
tıkları da bilinmektedir.144 Tartışmalarla ilgili dikkat çeken nokta ise kimin
haklı olduğunun belirlenmesinden ziyade, kimin ne dediğinin tebellür etmesinin hedeflenmiş olmasıdır. Sünni bir tarihçi olan ve o dönemde yaşayan
İbn Sağir, İbâdîler ile Mu’tezile arasındaki böylesi bir tartışmayı bize aktarmaktadır.145
Sonuç olarak Hz. Ali döneminde başlayan iç çekişmelerin akabinde ortaya çıkan kırılma ile birlikte yeni bir grup ortaya çıkmıştır. Kaynaklarımızın
Hariciler, ama kendilerinin muhakkime veya Ehlu Da’va dedikleri bu gruba
yönelik Emeviler ve daha sonra Abbasiler döneminde başlayan takibat sonucunda, mensupları İslam âleminin sınır bölgelerine yerleştiler. Bu bölgelerde
değişik gruplara bölündüler. Bu gruplardan biri de İbâdîlerdir. İbâdîlik Kuzey
Afrika’ya geçtikten sonra burada Emaziğler arasında hızla yayıldı. İbâdîler
daha sonra Ebu’l-Hattâb liderliğinde bir yapı kurmayı başardılar. Trablus ve
Kayrevan’da kurulan bu yapı, Abbasî komutanlarından İbn Eş’as tarafından
yıkılması akabinde o bölgeyi terk ederek Cezayir’in içlerine doğru çekildikten
sonra Tahert şehrini kurarak burayı kendilerine merkez haline getirdiler.
Tipik bir İslam kenti olarak inşa edilen Tahert’in merkezinde cami, pazar
ve kasr ile kütüphane bulunuyordu. Ma’sume olarak isimlendirilen bu alanı daire şeklinde dışa doğru açılan el-Kasaba bir başka ifade ile şehristan
kuşatıyordu. Şehristanı da bir sur çevreliyordu. Şehir bir tepenin üzerinde
bulunan el-Kasaba’nın karşı yamacına kadar genişlemişti. Her iki yakasını
kuşatan bir kalesinin olduğu bilinmektedir. Şehrin her iki tarafından akarsular geçmekteydi. Bir ovaya açıldığı için tarımsal alanlarla da muhat olan
Tahert’te birçok iş dalına ait atölyeler bulunmaktaydı. Bu atölyelerde üretilen
başta kumaş ve dokuma malzemesi olmak üzere, kılıç vb. savaş emtiası ile
deri mamulleri de vardı ve bunlar değişik bölgelere ihraç ediliyordu. Bunun
yanı sıra bir ticaret güzergâhının üzerinde kurulan Tahert yörenin ticari faaliyetlerini de yönlendiriyordu. Afrika’nın içlerine, hatta sahil kısımlarının
tamamına buradan ticari kafilelerin yönlendirildiği bilinmektedir. İbâdî tüccarlar tarafından sevk edilen bu ticaret kafileleri aynı zamanda İbâdî düşünceyi gittikleri yerlere de taşımaktaydı. Bu durum ticaretin İbâdîler tarafından
biraz da dini bir ameliye olarak görülmesine neden olmuştur. Günümüzde
bile İbâdîler daha çok ticaretle iştigal etmektedirler.
Rüstemilere başkentlik yapan Tahert bu devletin yıkılışı esnasında ciddi
tahribata maruz kalmış olmakla beraber bir süre daha varlığını korumuş ve
daha sonra tarihe karışmıştır. Harabeleri günümüze kadar ulaşan Tahert’in
kadim kısmı yani Roma Tahert’i daha sonra meskun mahal haline gelmiştir.
Günümüzde burası Tihert vilayetine de merkezlik yapmaktadır. 2014 tarihinde ziyaret ettiğimiz şehrin bu kısmının nüfusu 180.000 civarında olduğu
tahmin edilmektedir.
144İbn Sağir, 292.
145Bkz. İbn Sağir, 290; ed-Dercini, I, 57-64.
32
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Kaynakça
Abulfedae, Africa, (Jo: Dodofredus Eıchhorn), 1769.
Austen, Ralph A., “Trans-Sharon Africa”, Wold History, Oxford 2010.
el-Barunî, Süleyman Başa, el-Ezhâr er-Riyadiyye fi eimme ve’l-muluki’l-İbâdiyye, Neşr:
Matbaatu el-Ezhâr el-Barunîyye, Mısır ?,
Behhâz, ed-Devletu Rüstemiyye (üçüncü baskı Cezayir 2010).
Belazurî (ö. 279), Futuhu’l-buldân, Beyrut 1988.
el-Belensî, Muhammed b. Abdullah b. Ebubekir el-Kudaî (ö. 658 h.), Mucemu ashabi’l-Kadî Ebi Ali es-Sadefî, Mısır 2000.
el-Belensî, Muhammed b. Abdullah b. Ebubekir el-Kudaî (ö. h.658), et-Tekmile li kitabi’s-sile, I-IV, (tahk: Abdusselam el-Herrâs), Lübnan 1995.
Beşir, Addurrahman, el-Yahud fi Mağrib el-Arabî (22-462/642-1070), 2001.
el-Ca’birî, Şeyh Ferhat b. Ali, Resâilu’l-İmâm Câbir b. Zeyd el-Ezdî, Saltanatu Ummân,
2013, 23 vd,
Cambridge Resimli İslam ülkeleri Tarihi, (editör: Francis Robinson. Türkçe’ye terc:, Zülal Kılıç), İstanbul 2005, 197; Tarih İfrikiya el-Amm (edit: M. El-Fasî-A. Herbek),
Unesko yayınları, 1998.
Cemiyetu’l-turâs lecnetu’l-bahs el-İlmî “Abdurrahman b. Rüstem”, Mu’cemu a’lâmi’l-ibâdiyye mine’l-karni’l-evveli’l-hicriyyi ile karni’l-hamseti’l-aşareti’l-hicri, I-IV,
1999 Ğardaya-el-Cezâyir.
Erdemci, Cemalettin, İbn Sellâm el-İbâdî ve İtikadi Görüşleri, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Van, 1996.
ed-Dercini, Ebû’I-Abbas Ahmed b. Said ed-Dercini (ö. 670), Kitabu Tabakâti’l-Meşayih
bi’l-Mağrib, (I-II, tahk:, İbrahirn Tallaî), Cezayir, ?.
el-İzkevî, Serhân b. Said, Keşfu’l-ğumme el-câmi li ahbari’l-eimme, I-VI, Ummân 2012.
Fığlalı, Ethem Ruhi, İbâdiyenin Doğuşu ve Görüşleri.
Halife b. Hayyât, Tarihu Halife b. Hayyât, (tahk:, Süheyl Zekkâr) Beyrut 1993.
Halm, Heinz, The Empire of the Mehdî: The Rise of The Fatimids (Almanca’dan İngilizce’ye terc:, Michael Bonner), E. J. Brill, Leiden 1996.
el-Hamevî, Yakut (ö. 626), Mucemu’l-udebâ’, I-VII, Beyrut 1997.
el-Hanbelî (ö. 739), Abdulmü’min b. Abdulhakk, Mirsâdu’l-itlâ’ ala esmâi’l-emkineti
ve’l-bukâ’, I-III, Beyrut 1432.
Himyerî, Revdu’l-mi’tar, (tahk: İhsan Abbas), Beyrut 1980.
Hududu âlem mine’l-mağrib ile’l-maşrik, (tahk:, Farsça’dan terc:, es-Seyyid Yusuf elHavî), Kahire 1423.
İbn Haldun (ö. h. 808), Tarihu İbn Haldun (el-İber), (tahk: Halil Şahade), Beyrut 1988.
İbn Havkal (ö. h. 367), Suretu’l-arz, I-II, Beyrut 1968.
İbnü’l-Esîr, el-Lubâb fi tehzibi’l-ensâb, I-III, Daru’s-sadr, Beyrut ?.
İbnü’l-Esîr, el-Kamil fi’t-tarih, I-X, (tahk: Ömer Abdusselâm et-Tedmurî), Beyrut 1997.
İbnü’l-İmâd, Abdulhayy b. Ahmed b. Muhammed (ö. h. 1089), Şezerâtu’z-zeheb fi ahbâri men zeheb, I-XI, (tahk:. Mahmud Arnavûd), Beyrut 1986.
İnsoll, Timothy, the Archaeology of İslam in sub-Saharon Africa, Cambridge 2003.
İstahrî, Ebu İshak İbrahim (ö. 346), el-Mesâlik ve’l-memâlik, Beyrut 2004.
Katip Merakuşî (ö. h. 6. yy), el-İstibsâr fi acâibi’l-emsâr, Bağdat 1986.
el-Kazvini, Zekeriyya b. Muhammed b. Mahmud (ö. 682/1286), Asaru’l-Bilad, (Beyrut, ?,).
----------, Âsâru’l-bilâd, Daru’s-sadr, Beyrut ?.
el-Kila’î, Muhammed b. Ali b. Hammâd b. İsa es-Senhacî (ö: 628), Ahbaru muluki beni
Beni Ubeyd ve siretuhum, (tahk: Abdulhalim Uveys, et-TihamîNakra), Kahire ?.
Afrika’da Kurulan İlk İslam Kentlerinden: Tahert
33
----------, Ahbâru Muluki Beni Ubeyd ve Siretihim, (tahk:, Tihamî Nakra-Ahdulhalim
Uveys), Daru’s-Sahva, Kahire ?.
Kudame b. Cafer (ö. 337), el-Harac ve senaati’l-kitab, Bağdat 1981.
Kuveytî, Mesud, el-Yahud fi mağrib el-İslamî mine’l-feth ila sukuti Devleti’l-Muvvahidîn,
The Universty of Michigon, Daru Hume 2000.
Lan Blanchard, “Mining Metallurgy and Minting in the Midles Ages”, Asiatic Supremacy 425-1125, Auflage 2011.
Lapidus, İra M., A History of İslamic Societies, Cambridge Universty Press 2014.
Liffe, John, Africans: The History of a Continent, Cambridge Universty Press, USA
2007.
Lydon, Chislaine, on Trans-Sharon Trails İslamic Law, Trade Networks, and Cross-Culturel Exchange in Nineteenth-Century Western Africa, Camridge Universty Press,
2009.
Makdisî, Ahsenu’t-tekâsim, Beyrut 1991.
el-Makrizî, Ahmed b. Ali b. Abdulkadir (ö. 845), el-İti’azu’l-hunefâ’ b. ahbâri eimmeti’l-Fatımiyyîn el-hulefa’, I-III, (nşr: Lecnetu İhya Turas el-Arabî), Kahire ?,
Mezhûdî, Mesud, Cebelu Nefûsa fi’l-asri’l-İslamîyi’l-vasit (21-442/642-10539), Saltanatu Amman 2010.
Muhellebî, el-Hasan b. Ahmed el-Azizî (ö. 380), Kitabu Azizî ev el-mesâlikve’l-memâlik
(talik: Teysir Halef).
el-Müneccim, İshak b. el-Hüseyin (ö. hicri 4. Asır), Âkâmu’l-mercân fi zikri medâini’l-meşhure fi külli mekân, Beyrut 1408.
en-Nâmî, Amr Halife, Dirâsât ani’l-İbâdiyye, Saltanatu Umman, ?,
Nâsır, Muhammed Salih, Menhecu’d-da’ve inde’l-İbâdîyye, neşr: Daru’r-Riyân, el-Cezayir 2011.
Ömer b. Lokman, Meâlimu hadareti’l-İslamiyye bi Vercilân ve Rifle: min sukuti’d-Devleti’r-Rüstemiyeti ila harabi Sidrata, Ğardaya 2013,
Pessah Shivar, Modern İslam İn Maghrib, The Hebrw Universty of Jarusalem, İsrail
Jarusalem 2004.
er-Raşidî, Mübarek b. Abdullah b. Hâmid, el-İmam Ebu Ubeyde Müslim b. Ebî Kerime
et-Temimî (45-145h. ) ve Fıkhuhu , Maskat 1993.
Riyad, Zahir, Şimalu İfrikiyye fi Usuri’l-Vusta, (Kahire, 1981).
Salim, Seyyid Abdulaziz, Tarihu’l-Mağribfi’l-Usuri’l-İslami, (İskenderiye, 1982).
es-Semanî, Abdulkerim b. Muhammed b. Mansur et-Temimî, Kitabu’l-ensâb, Haydarabad 1962.
Söylemez, “İlk Harici Devlet Rüstemiler 160-297/707-909)” Ankara üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1997, s. 457-478.
----------, “Vâsıt’ın Kuruluşu ve İlk Sakinleri Üzerine”, İslam Şehirleri Üzerine Makaleler, Çorum 2010.
----------, Mehmet Mahfuz, Bedevilikten Hadariliğe Kufe, Ankara 2001.
eş-Şemmâhî, Ebu’l-Abbâs Ahmed b. Ebî Osman Said b. Abdulvahhîd, Kitabu’s-siyer,
I-III, (tahk: Muhammed Hasan) Beyrut 2007.
Vercilani, Ebu Zekeriyya Yahya b. Ebibekr el-Vercilânî, (ö. 450 ile 500 arası),
Kitâbu’s-Sire ve Ahbaru’l-Eimme, (tahk:, Abdurrahman Eyûb), Tunus, 1985. 42.
Zehebî, Şemsuddin Ebu Abdullah (ö. 748), Tarihu’l-İslâm ve vefeyatu’l-meşahirve’l-a’lam, I-XXXVII, Mektebetu Tevfikiyye, XXI.
Ziriklî, Hayrettin, el-A’lâm, Mayıs 2003 Beyrut.
İslâmî İlimler Dergisi, Yıl 10, Cilt 10, Sayı 1, Bahar 2015 (35/56)
İzkevî’ye Göre Mu’tezİle Fırkaları
ve
Görüşlerİ
Orhan Ateş*
ÖZ
Mu’tezile Hz. Peygamber’in vefatından sonra Müslüman toplumun sosyo- kültürel hayatında yaşanan değişmeler sonucu ortaya çıkan siyasi ve
itikadî krizlere felsefeden güç alarak akılcı yöntemlerle çözüm bulmaya
çalışan rasyonalist bir fırka olarak bilinmektedir. Mu’tezile hakkında çok
şey biliyor olmamıza rağmen İbâdî kaynakların Mu’tezile’ye bakışı hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. Bu makalede İbâdî mezhepler tarihçisi
İzkevî’nin Keşfu’l-Gumme adlı eserinde yer alan “Mu’tezile bölümünden
yola çıkarak İbâdiyye’nin Mu’tezile’ye bakışını ortaya koymaya çalışacağız.
Anahtar Kelimeler: Mu’tezile, İbâiyye, İzkevî, Keşfu’l-Gumme
According to al-ızkawı, Mu’tazıla sects and theır Ideas
Abstract
Mu‘tazila is known as a rationalist movement that seeks solutions through
rationalist method sinspired by philosophy to political and theological
crises that resulted from changes in theMuslims’ socio-cultural life after
the Prophet’s death. Although we know much a bout the Mu‘tazila, we
have inadequate information about the approach of Ibadis our cesto the
Mu‘tazila. In this paper, we try to examine the approach of Ibadism to the
Mu‘tazila with special reference to Kashf al-Ghumma of an Ibadi heresiographer, al-Izkawi.
Keywords: Mu’tazila, al-Izkawi, İbadism, Keshf al-Ghumma
Makalenin Dergiye Ulaştığı Tarih: 05.11.2014; Hakem ve Yayın Kurulu Değerlendirmesinden Geçen
Makalenin Yayına Kabul Edildiği Tarih: 03.01.2014
Giriş
Mezhepler tarihi yazımında fırkaların kendi kaynaklarının referans alınmaması mezheplerin doğru anlaşılmasını engelleyen önemli bir sorunsal olarak karşımızda durmaktadır. Aynı şekilde fırak geleneklerinin birbirlerine
bakış biçimleri de bu bilim dalı açısından önemlidir1. Bu makalede İzkevî’nin
Keşfu’l-Gumme2 adlı eserinin Mutezile kısmı tercüme edilerek İbâdiyye’nin
Mutezileye bakışı değerlendirilecektir. İzkevî’yi tercih etmemizin nedeni eserinin dördüncü cildinin baştan sona mezhepler tarihi kaynağı şeklinde yazıl*
1
2
Yrd. Doç. Dr., Dicle Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, İslam Mezhepleri Tarihi Anabilim Dalı
Öğretim Üyesi
Geniş bilgi için bkz. Kubat, Mehmet, “Teolojik Bağlamda Ehl-i Sünnet’in Mu’tezile Tanımlamaları” Ekev Akademi Dergisi, Yıl 9, Sayı, 25, (Güz 2005), s. 29-34.
Serhân b. Saîd el-İzkevî, Keşfu’l-Gummeti’l-Câmi’i li-Ahbâri’l-Ümmeti, thk. E. D. Muhammed
b. Sâlih, D. Mahmûd b. Mubârekes-Süleymî, c. IV, Muskat 2012.
36
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
ması ve ülkemizde bu eserle ilgili her hangi akademik bir çalışmanın olmamasıdır.
Havâric ile ilgili bilinen en erken çalışma Eş’arî’nin de kaynaklarından olan
Yemân b. Ribâb olarak bilinmektedir3. Yemân b. Ribâb’ın Sa’lebî ya da Beyhesiyye’den oluşu dikkate alındığında4 ana fırkaya nispetle ona bir Haricî nazarıyla bakılabilir. Ancak Yemân b. Ribâb’ın İbâdî olduğu söylenemez. Salim b.
Zekvân’ın Sîre’si gibi son zamanlarda ortaya çıkan İbâdî yazmaların İbâdilik
ile ilgili boşluğu gidereceği umut edilmektedir. Zira gerek Sîre5 gerekse Câbir
b. Zeyd’in Resâilü Câbir b. Zeyd adlı eseri6 gerekse de Rebi’ b. Habîb’in Müsned
adlı eseri İbâdîler’in sanıldığından daha erken bir dönemde entelektüel hayata intibak ettiklerinin işareti olarak değerlendirilebilir. Hatta Tahkîm kararına
“Lâ hükme illa lillah” sloganı7 ile karşı çıkışın arka planında saklı akademik
endişe karşıt fırak gelenekleri tarafından görmezden gelinmiştir.
Muhalif fırak gelenekleri Havâric’in erken dönemde yazılı eser oluşturamamasını aksiyoner ve bedevi karaktere sahip bir topluluktan müteşekkil
olmaları ile izah ederler8. Fakat Havâric’in teşekkül ettiği erken dönem İslam
tarihine diğer fırkaları da dikkate alarak eş zamanlı olarak baktığımızda bu
dönemde fiilen kurumsal ve düşünsel anlamda fırkalar teşekkül etmediğinden dolayı fırka yazıcılığından bahsetmek zaten imkânsızdır. Havâric’in erken döneminden kastımız Havâric’in bölünerek fırkalara ayrıldığı tarih olan
hicri altmış dörtte kadar geçen süredir. Bu tarihten sonraki dönemin bir
bütün olarak Havâric tarihi olarak ele alınması da sağlıklı değildir. Çünkü bu
tarihten sonra ana fırka parçalanarak alt fırkalar oluşmuştur. Ortaya çıkan
yeni görüşlerin ve eserlerin ana bünyeye değilde ilgili alt fırkalara atfedilmesi
daha doğru bir yaklaşımdır.
Bu makalede yöntem olarak el-İzkevî ve eseri hakkında bilgi verildikten
sonra Keşfu’l-Gumme’nin IV. cildinde yer alan Mu’tezile bölümü tercüme
edilecektir. Tercüme edilen bölüm Kalhâti’ye ait el-Keşfve’l-Beyân9 ve Şehristânî’nin el-Milel ve’n-nihal adlı eserine benzemektedir. İbâdî müelliflerden
Seyyide İsmail Kâşif, Kalhâtî’nin eserinde görüştüğünü söylediği bir şahsın
3
4
5
6
7
8
9
Ebu’l-Hasen Ali b. İsmâil Eş’arî, Makâlâtu’l-İslâmiyyîn ve’htilâfu’l-Musallîn, thk. Hellmut Ritter - Franz Steiner Verlag, Wiesbaden 1980, s. 120.
Eş’arî, Makalât, I, 119; Şehristânî, el-Mile’l ve’n-Nihal, Beyrut 1404, I, 136.
Şeyh Ebü’l-Abbas Ahmed b. Saîd ed-Dercînî, Tabakât, thk. İbrahim Tallay, Beyrut. Kitabın
basım tarihi belli değil. Ancak eserin muhakkiki yazdığı ön sözün sonuna 1974 tarihini
düşmüştür. (O.Ateş) II, 232; Sönmez Kutlu, “Sâlim b. Zekvân’ın Sîre adlı Eserindeki Mürcîe
İle İlgili Kısmın Tercümesi”, AÜİFD, Ankara 1979, C. XXXV, s. 468-469; “Salim b. Zekvân’ın
Siresi’nde Hz. Osman’la İlgili Kısmın İbâdi Fikirler Açısından Değerlendirilmesi”, Çukurova
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2009, C. IX, Sa. 2, s. 99-114.
Câbir b. Zeyd, Resâ’ilü İmam Câbir b. Zeyd, Tunus ty.
Eş’arî, Makalât, I, 128; Muhammed b. Abdulkerîm b. Ebî Bekir Ahmed Şehristânî, el-Milel
ve’n-Nihâl, Beyrut 1995, I, 133-136; Ebu’l-Fadıl Mukarri, Ehâdis fî Zemmi’l- Kelâmi ve Ehlihi,
Riyâd 1996, IV, 249.
Ebu’l-Abbas Muhammed b. Yezid b. Abdulekber el-Ezdî Müberred, el-Kâmil, thk. M. Ebu’lFazl İbrahim, Kahire, ty, III, s. 284-289.
Kalhâtî, el-Keşfve’l-Beyân, thk, Josef Van Ess, II, Beyrut, 1971.
İzkevî’ye Göre Mu’tezile Fırkaları ve Görüşleri
37
vefat tarihinden yola çıkarak onun IV/X. asrın başlarında yaşadığı sonucuna
ulaşmıştır10. Bu durum dikkate alındığında Şehristânî’den hem daha kadim
olması hem de İbâdî bir yazarı emsal alması daha muhtemel olduğundan
Kalhâti’yi örnek alması daha inandırıcı gelmektedir.
Esere yansıyan Mu’tezilî fikirler el-Keşf ve Milel’de yer alan metinlerin bazen aynısı bazen de özeti mahiyetindedir. Müellif, Mu’tezilî fikirleri izah ettikten sonra “Ehl-ü Adlve’l-İstikâme’nin bu konudaki görüşü şu şekildedir”
diyerek İbâdiyye’nin görüşlerini eklemiştir.
A. İzkevî’nin Hayatı
Asıl adı Serhân b. Saîd b. Serhân b. Muhammed Bahasan b. Serhân Ebû
Ali el-İzkevî’dir. İzkevî’nin XII. asır müelliflerinden oluşu dikkate alındığında
onun müteahhir İbâdî makâlât yazarlarından olduğu söylenebilir. İzkevî fırak
yazarı olmanın yanında aynı zamanda fakih olarak bilinmektedir. Uman tarihi
hakkında ilk eser İzkevî tarafından yazılmıştır. Doğum ve ölüm tarihleri tam
olarak bilinmemekle beraber eserinde verdiği bazı anekdotlardan 12/18 asırda yaşadığı anlaşılmaktadır. İzkevî, Yuaribe devletinin son dönemlerinde içine
düştüğü krizlere ve Yuaribe’nin yıkılmasından sonra yerine kurulan Ebû Saîde Devleti’nin kuruluşuna tanıklık etmiştir. Hatta yeni devletin kuruluşunda
hazır bulunduğunu ve İmam Ahmed b. Saîd Ebû Saîdî el-Ezdî el-Ademî’ye ilk
biat eden kimsenin kendisi olduğunu söylemektedir. İzkevî’nin nispeti ve eserinin ismi hakkında bazı ihtilaflar vardır. Nispeti konusunda kaynaklarda farklı
rivayetler vardır. İbâdî siyer âlimi Batâşî İthâfu’l-A’yân adlı eserinde “İzkevî”
nispetini vermiştir. Keşfu’l-Gumme’nin muhakkiki İzkevî’nin eserinin sonunda
kendi el yazısı ile “Embû Ali” nispetini kullanmasından yola çıkarak “Embu”
konusundan şüpheye mahal bulunmadığını ifade eder11.
Eser cahiliye döneminden başlayarak on ikinci asra kadar Uman tarihi
hakkında bilgi verir. Muhakkik bazı el yazmalarında eser ismi olarak Keşfu’l-Gummeti fi İftirâkı’l-Ümme olarak geçtiğini ancak İzkevî’nin eserin muhakkiki, müellifin eserinin mukaddemesinde kitabını Keşfu’l-Gummeti’l-Câmi’i
li-Ahbâri’l-Ümmeti şeklinde adlandırdığını ifade etmektedir. Bataşî Umanlı
olmayan bazı araştırmacıların Keşfu’l-Gumme’yi İzkevî’den başka şahıslara
nispet ettiklerini ancak bunun doğru olmadığını belirtir12.
10 Kâşif, Seyyide İsmail, “Nâşirin Mukaddimesi”, el-Keşfve’l-Beyân, s.8. Kalhâtî’nin yaşadığı
yüzyıl hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bunlardan, Wilkinson, Doğu Afrika şehirlerinden Kilve’de vuku bulan bazı olaylara bizzat Kalhâtî’nin katıldığından bahseden
el-Mukâmetü’l- Kilviyye adlı bir başka eserine nispetle onu yedinci yüzyıl müellifi olarak görür. Brockelmann ise eserin 1059-1079 tarihlerinde hüküm süren İmam Sultan b. Saif b.
Mâlik zamanında yazıldığını ileri sürmektedir (Carl Brockelmann, Geschichte der Arabischenlitteratur: Zweiter Supplement Band (=GAL), Leiden 1938, II, 568). Michael Cook ve Madelung
onun yaklaşık hicri ikinci asrın ortaları ile üçüncü asır arasında yaşadığını belirtirler. Michael Cook, Early Muslim Dogma, London 1981, s. 99.
11 Muhammed Habîb Sâlih, Mahmûd b. Mubârek es-Süleymî, “Takdîm”, İzkevî, Keşfu’l-Gumme, I, 5.
12 Seyf b. Hamûd b. Hâmid el-Batâşî, İthâfu’l-A’yân, III, 339-340; Geniş bilgi için bkz. “Takdîm”,
İzkevî, Keşfu’l- Gumme, I, 6.
38
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
B. el-İzkevî’nin Fırkaları Tasnifi
İzkevî Mu’tezile ve diğer fırkaların tasnifinden ve görüşlerini zikretmeden
önce yetmiş üç fırka hadisi üzerinde kısaca durur13. Sünnî fırak yazarlarından Malatî, Abdulkâhir Bağdâdî, Ebû Muzaffer el- İsterâyînî, Abdulkerîm
eş-Şehristânî, Fahreddin er-Râzî ve Adudidîn el-İcî gibi İzkevî de fırkaların
tasnifinde yetmiş üç fırka hadisini temel almıştır. İzkevî, ümmetin seçkin
âlimlerinin ve tarihçilerinin Hz. Peygamber’den rivayet edilen yetmiş üç fırka
hadisi üzerinde icma ettiklerini söyler. “Benden sonra ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Hepsi sapacak ve saptıracaktır. Onlardan bir fırka kurtuluşa erecektir. Bu fırkalardan hepsi kurtuluşa eren fırkanın kendileri olduklarını
iddia edecektir.” Peygamber’e kurtuluşa eren fırkanın vasıflarını bize bildir
denildi. Nebi “Allah’ın kitabına ve benim sünnetime tabi olanlardır” buyurdu.
Yetmiş üç fırka hadisinin zikrinden sonra İzkevî, kurtuluşa erenlerin Allah’a
ve Resulüne itaat edenlerdir. Helak olanlar ise Allah’a ve Resulüne isyan
edenler ve ma’siyet ile amel edenlerdir şeklinde bir açıklama yapar14.
İzkevî burada Mürcîe’nin iman anlayışını tenkit ederek şunları söyler: Allah ancak kemal mertebesinde olan İslâm’ı (imanla birlikte amelle bütünleşen) kabul eder. Bir kimsenin İslâm’ın emrettiği vazifeleri olgunlaştırmadıkça
şahadet getirmekle Allah’a muti olması ve sevabı hak etmesi mümkün değildir. Ayrıca Haşeviyyetü’l-Lügaviyye’nin bir kimse kan akıtsa da zulmen
kul hakkı yese de; namaz kılmayıp, oruç tutmasa da mü’mindir şeklindeki
sözlerinin kabul edilemeyeceğini ifade etmektedir15.
İzkevî fırkaların tasnifinde Mu’tezile’yi Şükâk içerisinde mütalaa eder.
Ona göre İslâm fırkalarının aslı üçtür. Daha sonra bu üç fırka kendi içerisinde yetmiş üç fırka oluşuncaya kadar çoğalmıştır. İzkevî Müslümanlar arasındaki ilk ayrışmayı fırkaların Hz. Osman’ın şahadetinden sonra aldıkları
pozisyona göre belirler. Bu durum İzkevî’nin İslam düşünce tarihindeki ilk
ayrışmaları siyasi bağlamda değerlendirdiği görülmektedir.
İzkevî İslam’ın erken dönemini ve siyasi ayrılıkların ortaya çıkışını kısaca
şöyle tasvir etmektedir: Hz. Osman dönemine gelinceye kadar Müslümanlar
birlik, beraberlik ve adil bir nizam üzereydiler. Hz. Osman halife olunca birlik
ve beraberlik bozuldu. Müslümanlar onun imametini inkâr edip hilafetten
ayrılmasını talep ettiler. Ancak halife bunu kabul etmekten uzak durdu. İnsanlar da öldürünceye kadar onunla savaştılar.
İzkevî’ye göre Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra ümmet üç fırkaya bölünmüştür.16 Bu fırkalar:
13 Bağdâdî ve Şehristânî’de görüldüğü üzere İzkevî de fırkaları Hz. Peygamber’den mervî olduğu
söylenen yetmiş üç fırka hadisi üzerine bina etmektedir.
14 İzkevî, el-Keşf, s. 41.
15 İzkevî, el-Keşf, s. 41.
16 İzkevî, el-Keşf, s. 41.
İzkevî’ye Göre Mu’tezile Fırkaları ve Görüşleri
39
Birinci fırka: Hz. Osman’ı katledenler. Bunlar fırkay-ı katile olarak adlandırıldı. Bu kimseler Hakk üzere olanlardır. Mukatile içerisinde
I. Ali b. Ebî Talib
II. Ehl-i Medine
III. Muhâcir
IV.Ensâr yer almaktadır17.
İkinci fırka: Hz. Osman’dan ve onun katlinden beri olanlar ki bunlara
Şükâk dendi. Bu kimseler
I. Sa’d b. Ebî Vakkâs
II. Abdullah b. Ömer
III.Muhammed b. Mesleme
IV.Üsâme b. Zeyd
Üçüncü fırka: Hz. Osman’ın kanını talep eden Osmaniyye’dir. Bunlar;
I. Talha b. Ubeydullah
II. Zubeyr b. Avvâm
III.Muaviye b. Ebî Süfyân ve taraftarlarıdır18.
Ali b. Ebî Talib tahkîm kararını kabul edince Fırkay-ı katile Havâric ve Şîa
olmak üzere ikiye ayrıldı. İzkevî’nin Havâric hakkında söylediklerini kabul
etmek mümkün ancak Şîa’nın oluşumu hakkında söyledikleri tarihi gerçeklerle bağdaşmamaktadır19. İzkevî yetmiş üç fırkanın aslı olarak kabul ettiği
üç fırkadan sudur eden fırkaları da şu şekilde tasnif eder;
1. Şükâk
a. Kaderiyye
b. Mu’tezile
c. Cehmîyye
2. Osmaniyye
a. Sıfatiyye
b. Haşeviyye
c. Müşebbiye
3.Fırkay-ı Katile
a. Havâric
17 İzkevî, el-Keşf, s. 42-43.
18 İzkevî, el-Keşf, s. 42-43
19 Geniş bilgi için bkz. Hasan Onat, Emeviler Devri Şiî Hareketleri ve Günümüz Şiîliği, Ankara
1993, s. 115-137.
40
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
b. Rafiza
c. Şîa
Buraya kadar yapılan açıklamaya bakılacak olursa, Mu’tezile için şunlar
söylenebilir: İzkevî öncelikle fırkaların aslını üç fırkaya bağlar ve onlar içerisinde hak üzere olan fırkay-ı katile’dir. Mu’tezile üç asıldan Şükâk başlığı
altında yer aldığı için fırkay-ı Naciye kapsamının dışında bırakılır. Şia’nın teşekkülü hakkında ifade ettiğimiz çekinceleri Mu’tezile için de söylemek durumundayız. Zira Mu’tezile’nin Hz. Osman’ın katlinden hemen sonra teşekkül
ettiğini kabul etmek fikir hadise irtibatı açısından sorunlu bir yaklaşımdır20.
Bazı Mu’tezilî bilginler iç çatışmalarda tarafsız kalan sahabeyi kendileri için
öncü kabul etmektedirler21. Diğer fırkalarda da görüldüğü üzere bu tavrı fırkaların kendilerini sahabe ile irtibatlandırma arzusunun bir yansıması olarak değerlendirmek gerekir.
İzkevî Mu’tezile fırkalarının görüşlerini ve tasnifini yapmadan önce Mu’tezile’nin görüşlerine genel bir bakış yaparak fırkanın görüşlerini şu şekilde
özetler:
- Mu’tezile, ister hayır ister şer olsun kul fiilinin yaratıcısıdır diyenlerdir.
- Tevhit anlayışının bir sonucu olarak Allah, eksik sıfatlardan münezzeh,
kemal sıfatlar ile muttasıftır. Zulmün ve şerrin isnadından münezzehtir.
- Hakîm olan Allah şerri değil hayrı yaratandır.
- Kaderi ispat etmeye çalışanlar müşriktir.
İzkevî Mu’tezile’nin bu görüşlerini şu şekilde eleştirir; Mutezile Allah’ı tenzih edeceğiz derken onu acizlikle suçladı. Zira ümmet mülkünde mürid olmayanın aciz olduğunda icma etmiştir. Mu’tezile’ye göre Allah kulların fiillerini
yaratmaz, takdir etmez ve tedbir etmez. Küfrü çirkin; imanı da güzel olarak
yaratan o değildir. Mukarrebîn meleklerin tesbihâtını yaratan o değildir. Peygamberler ’intaatlarını da yaratan o değildir. Müminlerin ve kâfirlerin fiillerinden ona bir şey yoktur. Hayvanların fiillerinden ona bir şey yoktur.
Bu konuda Ehl-i İstikâme (İbâdîyye) nin görüşü şu şekildedir: İmanı güzel
küfrü de çirkin olarak yaratan Allah’tır. Her şeyin yaratıcısı Allah’tır. “Muhakkak ki, onlar atalarını sapık kimseler olarak buldular. İmdi onlar, atalarının izleri üzerine koşturuluyorlar. Andolsun ki, onlardan evvelkilerin çoğu
sapıtmıştı. Çünkü onlar, atalarını sapık kimseler olarak bulmuşlardı22. Bu
ayette onların aleyhine deliller vardır. Mu’tezile’ye göre, Ehl-i Kıble’den büyük günah sahipleri ne mümindirler ne de kâfirdirler. Onlar dalalete düşmüş
fâsıklardır.
20 Bağdadî, el-Fark, s. 118-120.
21 Kadî Abdulcebbâr, Fazlu’l-İ’tizâl, s. 214.
22 Saffât, 37/69-71.
İzkevî’ye Göre Mu’tezile Fırkaları ve Görüşleri
41
“Gerçek şu ki, biz Tevrat’ı içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik. Teslim olmuş
peygamberler, Yahudilere onunla hükmederlerdi. Bilgin-yöneticiler (Rabbaniyyûun) ve yüksek bilginler de (Ahbar), Allah’ın kitabını korumakla görevli kılındıklarından ve onun üzerine şahitler olduklarından (onunla) hükmederlerdi. Öyleyse
insanlardan korkmayın, benden korkun ve ayetlerimi az bir değere karşılık satmayın. Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kâfir olanlardır”23.
“Tevrat’da İsrailoğulları üzerine şu farzı da yazdık: Cana can, göze göz, buruna-burun, kulağa-kulak, dişe-diş ve yaralar birbirine karşı kısastır. (Bunlardan bir suçu
işleyen aynen karşılığı ile cezalandırılır). Fakat kim de bu hakkını sadaka olarak
bağışlarsa, o, kendi günahına kefaret olur. Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse işte onlar zalimlerdir”24.
Mu’tezile’ye göre Allah’ın kelamı mahlûktur. Allah’ın kelamı ezeli değildir. Allah ezelde mütekellim değildir. Allah kelamın kıdemi ile vasıflanamaz.
Bilakis onun konuşması devam etmektedir. Hadis olan kelamın onun zatında oluşunu caiz görmediler. Çünkü Allah’ın zatı hadis bir şeyin mahalli
olamaz.
Mu’tezile’nin itikadına göre Sıffin de karşı karşıya gelen iki fırkadan birisi
hatalıdır. Ancak bunlardan hangisinin fâsık olduğunu bilemeyiz derler25.
Kaderi inkâr etmek Mu’tezile’nin itikadındandır. Onlar Allah’ın ilminin ve
iradesinin hilafıyla amel ettiklerine inanırlar.
Haberiniz olsun ki, biz her şeyi bir kadere göre yarattık26.
Ehl-i İstikâme ru’yetullah’ın dünyada ve ahirette olmasını mümkün görmeyen Kaderiyye ile benzer görüşlere sahiptir.
Mümin büyük ya da küçük günahta ısrar etmiş olsa da tövbe ederek bu
dünyadan ayrıldığında Allah’ın sevabına müstahak olur. Aynı şekilde büyük
ya da küçük günahlarına ısrar eden ama tövbe etmeden ölen kimse cehennemde ebedi olarak kalmayı hak etmiş olur.
Mu’tezile’ye göre imamet Kureyşli olsun ya da olmasın tüm müminlerin
seçimi ile sabit olur. İmam olmaya layık ve imamet şartlarını yerine getirebilen herkes imam olabilir. Ehl-i İstikâme bu konuda Mu’tezile ile aynı görüşlere sahiptir. İmamet konusunda İzkevî’nin Bağdat ve Basra ayrışmasını
dikkate almadığı görülmektedir. Zira Mu’tezile’nin Bağdat ekolü imametin
Hz. Ali’nin Fatıma’dan doğan çocuklarına ait bir hak olduğunu ileri sürmektedir.
23
24
25
26
Mâide 5/44.
Maide 5/45.
İzkevî, el-Keşf, s. 48.
Kamer, 54/49.
42
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
I. Mu’tezile
A. Mu’tezile Fırkaları ve Görüşleri
1. el-Vâsıliyye27
Vâsıliyye, Hasan Basri’nin talebesi Vâsıl b. Ata’nın taraftarlarının oluşturduğu bir fırkadır. Fırkanın teşekkülü Abdulmelik b. Mervan zamanında
gerçekleşmiştir. Vâsılıyye’nin i’tizali dört kaide üzerinde toplanır:
a. Allah’ın İlim, kudret, irade, hayat gibi benzeri sıfatlarını inkâr etmek.
Vasıl taraftarları için felsefe kitaplarının mütalaasından kaynaklanan
kurallar koymuştur.
b. Ma’bed el- Cühenî28 ve Gaylâned-Dımeşkî’nin görüşlerine tabi olanlardır. Bunlar Zat-ı Bârî hakîm, âdil derler ancak ona zulüm ve şerri izafe
etmezler. Onlara göre Allah’ın kullarından aleyhlerine olacak bir şeyi
yapmalarını emretmesi ve aleyhlerine hüküm vermesi caiz değildir29.
c. Büyük günah sahibi mutlak anlamda ne mümin ne de kâfirdir. Ancak
mümin ve kâfir olmaksızın iki menzil arasında bir menzildedir.
d. Sıffin ve Cemel savaşına katılan taraflardan birisinin hatalı olduğunu
söyleyenlerdir. Fırkanın reisi Amr b. Ubeyd’e göre şayet Ali, Osman,
Talha ve Zübeyir bir şeye şahit olsalar onların şahadeti kabul edilemez30.
2. Hüzeyliyye31
Ebû Huzeyl Hamdân b. Ebî’l-Huzeyl el-Allâf’ın taraftarlarıdır. Ebu Huzeyl
fırkanın reislerinden ve münazaracılarındandır. Huzeyliyye, Osman b. Hâlid
et-Tavil’den ve Vâsıl b. Atâ’dan ayrılarak i’tizal oluşturmuşlardır. Fırkanın on
kaidesi vardır.
a. Allah ilmi ile âlim, kudreti ile kadir ve hayat ile haydır.
b. İradenin sübutunda irade için mahal yoktur. Allah orada (muhitsiz bir
şekilde) mürittir.
c. Allah’ın kelamı bir mahalde gerçekleşenler bir kısmı da mahalsiz gerçekleşenler olmak üzere iki kısma ayrılır. Belli bir mahalde gerçekleşen kelam emir, nehiy, haber, istihbâr ve bunlardan başka durumlar27 İzkevî, el-Keşf, s. 47. Genelde tarihçiler Vasıl b. Ata el-Gazzâl’ın Medine’de hicri 80 yılında
doğduğunu ve hicri 131 yılında Basra’da öldüğünü söylemektedirler. Ancak İbn Hallikan onun
hicri 180 yılında vefat ettiğini ileri sürmüştür. İbn Hallikan, Vefeyatu’l-A’yân, Kahire 1948, II,
225; H. A. R. Gibb - J H Kramers, Shorter Encyclopaedia of Islam, Leiden 1961, s. 63.
28 H. 20 (641) yılında Medine, Basra veya Kûfe’de doğduğu rivayet edilir; bkz. Mustafa Öz, “Ma’bed
el-Cühenî”, DİA, Ankara 2003, XXVII, 281. “Yeryüzü Allah’ın velileri olan, yalan söylemeyen ve
büyük günah işlemeyen bir cemaatten hali kalmaz. Onların delil oluşu tevatürledir.” Allaf bu
sözleri ile Ali soyundan gelen masum imamları kast etmektedir. İzkevî el-Keşf, s.50.
29 İzkevî el-Keşf, s.49.
30 İzkevî el-Keşf, s.48.
31 İzkevî el-Keşf, s.48.
İzkevî’ye Göre Mu’tezile Fırkaları ve Görüşleri
43
dır. Mahal olmaksızın gerçekleşen kelama örnek olarak (kün-feyekun)
sözüdür.
d. Cennet ve cehennem ehlinin hareketleri nihayete erer ve onlar devamlı
bir sükûnet kazanır. Bu sükûn halinde bütün lezzetler cennetlikler
için bir araya gelir. Bütün elemler de sükûn halindeki cehennemlikler
için toplanır. Bu görüşler cennet ve cehennemin fena bulacağını söyleyen Cehm b. Saffân’ın görüşlerine yakındır.
e. İstıta’a hakkındaki görüşleri: Istıta’anın selamet ve sıhhatten başka
bir araz olduğunu belirterek fiilleri kalbin fiilleri ve uzvun fiilleri olarak
ikiye ayırdılar.
f. Dinin gelmesinden önce mükellefin Allah’ı bilmesi gerekir.
g. Ecel ve rızıklar hakkındaki görüş: Bir kişi öldürülmezse yine de o saatte ölür. Ömrün uzaması veya kısalması caiz değildir.
h. Allah duyacak ve görecek anlamında daima duyar ve görür. Bu Allah’ın gafur, rahim, muhsin, yaratıcı, rızıklandırıcı, sevap verici, cezalandırıcı, emredici ve yasaklayıcı olması geleceğe şamil olması hususunda aynıdır. Ehl-i İstikâme’ye göre Allah bir şey olmazdan önce onu
bilir ve bildiği şekilde olur.
i. Gaip bir hususta cennet ehlinden bir yada daha çoğu cennet ehli olan
yirmi kişinin haberi delil olur. Yeryüzü Allah’ın velileri olan, yalan söylemeyen ve büyük günah işlemeyen bir cemaatten hali kalmaz. Onların delil oluşu tevatürledir32.
3. Nazzâmiye33
İbrahim b. Yesâr b. Hânî en-Nazzâm’ın taraftarlarıdır. Nazzâm taraftarlarından (bazı) meselelerde ayrıldı.
a. Kader hakkında34 ashabının “hayrın ve şerrin yaratıcısı kuldur” görüşüne bazı eklemeler yaptı. Allah kötülük ve şerler ile vasıflanamaz.
Nazzâm arkadaşlarına muhalif olarak yaratma konusunda yüce Allah
için bir kudret yoktur, der. Oysa Mutezile Allah’ın onları yaratmaya
kadir olduğunun ancak çirkin oluşları sebebiyle yaratmadığını söyler.
Nazzâmiye’nin görüşlerindendir ki çirkinlik Allah için zati bir sıfat ol32 İzkevî el-Keşf, s. 50.
33 İzkevî el-Keşf, s. 51. İbn Murtezâ’ya göre, İbrahim b. Seyyâr en-Nazzâm, Mu’tezile’nin altıncı tabakasındandır. (bkz. Ahmet b. Yahyâ el-Murtedâ, Kitâbu’l-Munyeve’l-Emel fi Şerhi
Kitâbi’l-Milel ve’n-Nihâl, nşr. T.Arnold, Haydarabâd 1316/1902, s. 28). Ancak onun ikinci
tabakadan olduğunu ileri sürenler de vardır. (Mustafa el- Gurabî, Tarihu’l-Fırakve’l-İslamiyye
ve’n-Neş’et- İlmi Kelam İnde’l-Müslimîn, Kahire, s. 189), Nazzâm 160/776 yılında Basra’da
doğdu. 71 yaşında 231/845 Bağdat’ta vefat etmiştir. Bazılarına göre Harun Reşid döneminde
36 yaşında hayatını kaybetmiştir; H. S. Nyberg, “Nazzâm”, İA, İstanbul 1964, IX, 148.
34 Mu’tezile, Allah’ın küfrü, günahları ve başkasının fiillerinden hiçbir şey yaratmadığı hususunda fikir birliği yapmıştır. Ancak onlardan birisi Allah’ın isimleri hükümleri ile birlikte
yarattığını ileri sürmüştür. Kâdî Abdulcebbâr, el-Muğnî, VIII, s. 3-4.
44
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
duğunda burada çirkinliğin Allah’da var oluşunu caiz görmek vardır
ki “Allah zulme güç yetirmekle vasıflanamaz” sözünden dolayı buna
mani olmak gerekir.
b. İrade hakkında ki görüşü: Allah hakikatte irade ile sıfatlanamaz.
c. Kulların fiillerinin tamamı harekettir. İlim ve irade ise nefsin hareketidir. Nasıl, kaç durum, nerede ve ne zaman gibi benzer sorularla ilgili
hareketin ispatı hakkında felsefecilerin söylediği gibi söyler.
d. Kalplerde olanlarla ilgili hususta felsefecilere muvafakat etti. Hakikatte insan nefis, ruh ve bedenden ibarettir. Tabiatçıların söylediği gibi
ruh latif bir cisimdir; cüzleriyle kalbe dâhil olmada güldeki su, susamdaki ve sütteki yağ gibi bedene ortaktır. Bu konuda Ehl-i İstikâme’nin
görüşü: Ruh Allah’ın emrindendir; onu Allah’tan başka kimse bilemez.
e. (Kulların) kudret mahallini aşan her fiili yaratılış icabı Allah’ın fiilidir.
Bunun manası Allah taşı belli bir tabiatla yaratmıştır. Taş atıldığı zaman atılır; atma kuvveti son noktaya ulaştığında taş mekânına döner.
Onun cevherlerinin kuralları vardır. Nazzâm bu konuda felsefeci mütekellimlere ve başkalarına muhalif olmuştur.
f. “Cüz’ün la yetecezza’nın nefyi (inkarı) konusunda felsefecilerle aynı
görüşü paylaşmıştır.
g. Cevherler bir araya gelen arazlardan meydana gelmiştir. Hişâm b.
el-Hakem’in renkler, tatlar ve kokular cisimdir görüşüne uygun olarak bazen cisimlerin araz bazen de arazların cisimlerden başka bir şey
olmadığına hükmetmiştir.
h. Allah mevcudatı; madenleri, bitkileri, hayvanları ve insanları bugünkü
bulunduğu hal üzere bir defada yarattı. Hz. Âdem (as) yaratılışı evlatlarından önce değildir. Ayrıca Allah bazısında bazılarını gizlemiştir.
Nazzâm bu sözleri giz ve zuhur ehli olarak bilinen felsefecilerden almıştır. O İlahiyyun’a değil de daha çok tabiatçılara meyletmiştir.
i. Kur’an’ın i’cazı hakkındaki görüşü: Kur’an’ın icazı (geçmiş) ümmetlerle ilgili mazide olanlar hakkında bilgi vermesi; insanların ona muarız
olma gücünü ortadan kaldırmaya ve Arapların onun bir benzerini getirmekten men edilmelerine ve aciz bırakılmaları matuftur. Şayet bu
i’caz olmasaydı Araplar belagat, fesahat ve nazım itibarıyla onun bir
benzerini getirirlerdi.
Ehl-i İstikâme’ye göre Kur’an bizatihi mucizedir. Allah’ın İsra Sûresi
seksen sekizinci ayetinde dediği gibi;35 hiçbir kimse onun bir benzerini
getirmeye güç yetiremez.
35 “De ki: ‘Eğer bütün ins ve cin (toplulukları), bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansa,- onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile- onun bir benzerini getiremezler.’” İsra,
17/88.
İzkevî’ye Göre Mu’tezile Fırkaları ve Görüşleri
45
j. İcma şeriatta hüccet değildir. Kıyasında ahkâmı şer’iyyede delil olması
caiz değildir. Hüccet masum imamın sözündedir.
k. Nazzâm’ın meyli Rafizilik yönündedir. Ashabın büyükleri hakkında
yakışıksız sözler söylemiştir. (Nazzam’a göre) İmamet açık ve zahir olarak nas ve tayinledir. Hz. Peygamber Ali’yi nasla tayin etmiştir ve bu
konuda kimse şüpheye düşmemiştir. Ancak Ömer bunu engellemiştir. Ömer, Sakife günü Ebu Bekir’in imametini benimsedi. Hudeybiye
günü Ömer’in Hz. Peygamber’e söylediği “biz hak üzere değil miyiz, onlar batıl üzere değiller mi? şeklindeki sözüne –evet- şeklindeki cevabı
üzerine “o halde neden dinde aşağılanıyoruz” sözünden dolayı şekke
düştüğünü söyledi. Nazzâm, Ömer’in Sakife günü Hz. Fatıma’nın karnına vurduğunu bu sebeple çocuğunu düşürdüğünü söyledi. Ayrıca
Fatıma’nın evini içindekilerle (Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin) birlikte
yakın diye bağırdığını söyledi. Yine Nazzâm, Ömer’in Nasr b. el-Haccâc’ı Medine’den Basra’ya sürmesini, cemaatle teravih bidatini ortaya
koymasını, hac mutasını yasaklamasını, amillerin mallarını müsadere
etmesini onun ihdas ettiği şeyler olarak söyledi.
Bu konulardaki Ehl-i İstikâme’nin görüşü şöyledir: Bunların tamamı
iftiradır. Ömer asla Peygamber (s.a.s) kızına vurmamıştır; (Bunlar) Ali
içinde iftiradır; o amcasının oğlunun kızı olan zevcesine asla vurmamıştır. Bu inkâr edilemez ve değiştirilemez. Ona acizlik isnat ettiler,
(Ne biçim) haktan yüz çeviriyorlar, Allah onları kahretsin. Sonra, Osman b. Affân’nın hilafeti zamanında olan olaylardan bahsetti. Sonra
da “şâkî annesinin karnında şakidir” sözünden ve iki hakemin hakemliği konusunda vesayetten dolayı (kendisine yöneltilen) talepleri terk
etmesi sebebiyle onu ayıpladı. Müslümanların fakihleri ve kurraları
onu öldürdü. Burada söylenecek çık söz olmasına karşılık ben kısa
kesiyorum36.
4. el-Hâitıyye37
Ahmet b. Hâbit ve Fazl el-Hadesî’nin taraftarlarıdır. Bu iki kişi Nazzâm’ın
ashabından ve felsefe kitaplarını inceleyen kişilerdir. Nazzam’ın görüşlerine
üç bid’at daha eklemişlerdir.
Birinci bidatları: Hıristiyanların itikadı üzere İsa Mesih’in durumu hakkında ilahîlik hükümlerinden olan hükmün ispatı; Fecr suresinin 22.
ayetine göre İsa’nın ahiret gününde mahlûkatı hesaba çekeceğini ispat
ettiler. Hz. İsa’nın bulutların gölgesinde geleceğini söylediler ve Ahmet b.
Hâbit Nasarâ’nın dediği gibi İsa’nın cismanî bedene bürüneceğini söyledi.
36 İzkevî el-Keşf,s. 54-55.
37 İzkevî el-Keşf, s.55. İzkevî başlığı Haitiyye şeklinde vermiş. Metin içerisinde de
şeklinde geçmektedir. Şehristânî’nin el-Milel ve’n-Nihâl’inde fırka ismi
şeklinde geçmektedir (s. 74).
46
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
İkinci bidatları: Tenasuh, hulûl ve ric’at hakkındadır. Onun sözlerinden
bir diğeri de beş çeşit diyar vardır: sevap için iki diyar vardır; onlardan
birisi yemek, içmek zevceler, cennetler ve nehirler bulunmaktadır. İkincisi, birincinin daha fevkindedir. Burada yemek, içmek ve zevceler yoktur,
ruhani lezzetler ve cismani olmayan ruhlar rahat ve reyhanlar vardır.
Üçüncü bidatları: Cehennem ateşinde her hangi bir tertip (sıralama) yoktur. Bilakis (herkes için) eşit bir durum vardır.
Dördüncü bidatları: İlk yurt dünyaya gönderilmezden önce mahlûkatın
yaratıldığı yer Cennetü’l-Ulyâ’dır.
Beşincisi: İlk cürmün işlenmesinden sonra mahlûkatın mükellef tutulduğu ilk yer(dar) dünyadır; (İnsanların) mizanları hayır ya da şerle doluncaya kadar cürümlerin tekrarı ve oluşumu dünyada devam edecektir. Mizan
hayırla dolduğu zaman onun amellerinin tamamı taat olur. Bu durumda
(kişi) göz açıp kapayıncaya kadar bekletilmeden cennete nakledilir. Bu duruma Hz. Peygamber’in “Zenginin borcunu geciktirmesi zulümdür” sözü
delil gösterilmiştir. Ve yine Hz. Peygamber “işçiye ücreti teri kurumadan
verilmelidir” demiştir. Şayet mizan şer ile dolarsa kişinin ameli tümden
ma‘siyet olur. Asi mahza şerdir. Bunun sonucu olarak göz açıp kapama
süresince bekletilmeden kişi cehenneme gönderilir. Bunun delilleri “Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.”38
Altıncısı: “Canlıların her nevi için kendi cinsinden bir ümmet vardır. Bu
görüşüne Allah’ın ayetlerinden delil getirilmiştir. “Yeryüzünde hiç bir canlı
ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın.
Biz Kitap’ta hiç bir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır”39.
Yedinci: Her ümmet için kendi cinsinden bir elçi vardır. Bu hususa
Kur’an’dan delil getirilmiştir. “Şüphesiz biz seni, hak ile bir müjde verici
ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Hiç bir ümmet yoktur ki, içinde bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın”40. Onların kitabı çok uzatacak ölçüde tenasühle
ilgili görüşleri vardır41.
5. Bişriyye42
Bişr b. el-Mutemîr’in (ö. H. 226) taraftarlarıdır. Bişr, Mu’tezile âlimlerinin
en üstünlerindendi. “Tevellüd” (kendiliğinden oluşum) fikrini ilk ortaya atan
ve bu fikirde aşırıya giden biriydi. Mu’tezile’nin diğer mensuplarından altı
meselede ayrılmıştı:
38
39
40
41
42
Nahl, 16/61.
En‘âm, 6/38.
Fatır, 35/24.
İzkevî el-Keşf, s. 56.
İzkevî el-Keşf, s.57.
İzkevî’ye Göre Mu’tezile Fırkaları ve Görüşleri
47
Birinci Mesele: Ona göre renk, tat, koku ve idrak ile bilinen şeylerin hepsi
sem’ kaynaklıdır. Ru’yetin sebepleri onun fiilinin etkisiyle olduğuna göre
ru’yetin de kulun fiilinin etkisiyle tevellüd etmesi caizdir
İkinci Mesele: Allah Teâlâ akıl baliğ olmamış çocuğa zalim olarak adlandırılsa bile azap etmeye kadirdir. Ama o, Allah Teâlâ hakkında böyle
konuşmayı doğru bulmaz. Şayet Allah böyle bir şeyi yapmış olsa, o çocuk
akil baliğ ve günahkâr olup bu azabı hak etmiş denilir. Bu ifadede çelişki
vardır43.
Üçüncü Mesele: Bişr’e göre istitâ’at bedenin esenliği, organların sağlıklı
olması ve afetlerden halas olmasıdır.
Dördüncü Mesele: el-Ka’bî’nin hikâye edişine göre: Bişr’e göre Allah’ın
iradesi O’nun fiillerinden bir fiildir ve iki şekil üzeredir: Bir vechi sıfat-ı
zât, bir vechi ise sıfat-ı fiildir.
Bu konuda Ehl-i İstikâme’nin görüşü: Allah’ın irade sıfatı zatidir veAllah
mürid olarak ezelidir.
Beşinci Mesele: Sem’in vürudundan önce olan davet, risâlet ve fikir hakkındadır.
Altıncı Mesele: Ona göre bir kimse büyük günah işlediğinde tövbe ederse, tövbesi kabul edilir. Sonra büyük günaha tekrar dönerse tövbesi kabul
edilmez. Ona göre büyük günahtan dolayı edilen tövbenin kabulü, tekrar
işlememe şartına bağlıdır.
Ehl-i İstikâme: Kul bir günde yetmiş günah işleyip tövbe etse sonra tekrar günaha dönse; sonra tövbe edip tekrar dönse Allah onun tövbesini kabul eder. Allah kulunun tövbesini kabul eden, günahlarını bağışlayandır,
Kullarının ne yapacağını bilendir; Muhakkak ki Allah bütün günahları
bağışlayandır44.
6. el-Muammeriyye
Muammer b. İbâd es-Selmâ’nın taraftarlarıdır. Meselelerin tetkiki açısından Kaderiyye’nin en büyük fırkalarındandır. Sıfatları, kaderi ve hayrın ve
şerrin Allah’tan oluşunu inkâr ederler. Bazı konularda taraftarlarından ayrılmışlardır. Bunlar:
Allah cisimlerden başka bir şey yaratmamıştır.
A’razlara gelince (onlar) cisimlerin icadı iledir. Bu ya ateşin yakmayı, güneşin ısıyı, ayın renkleri meydana getirmesi gibi tabiî olur
Felsefecilerden, onların mezheplerinden ve itikatlarından aldıkları bir görüş de şudur ki: Allah’ın ilmi ma’luma tabi değildir. Bilakis onun ilmi
43 İzkevî el-Keşf, s. 57.
44 İzkevî el-Keşf, s.58.
48
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
ilm-i fiilidir. Ca’fer b. Harb, Muammer’in şu görüşünü nakletmiştir: Allah
Teâlâ’nın kendi zatını bilmesi imkânsızdır. Zira bu, alim yani bilen ile
malûm yani bilinenin bir olmamasına yol açar.
7. İsâîyye
İsa b. Sabîh’in taraftarlarıdır. Ebu Musa olarak kinaye edilmiştir, lakabı
da Murdar’dır. Bişr b. Muammer’in talebelerindendir. Ondan ilim almıştır.
Zahit olduğu için Mu’tezile’nin rahibi olarak isimlendirilmiştir. Bazı konularda arkadaşlarından ayrılmıştır:
İlk mesele: Ona göre Allah yalan söylemeye ve zulmetmeye kadirdir. Yalan söyler ve zulmederse yalancı ve zalim ilah olur.
İkinci mesele: Bir fiilin tevellüd yoluyla iki failden ortaya çıkacağını ilave
etmesiyle tevellüd konusunda aynen hocası gibi düşünmektedir.
Üçüncü mesele: Kur’an hakkındadır. İnsanlar fesahat açısından bu Kur’an
gibi bir kitap ortaya koymaya kadirdirler. O, Kur’an’ın mahluk oluşu konusunda aşırı giden İsa b. Sabih, Kur’an kadim’dir diyenleri iki kadim kabul
ettikleri için tekfir etmiştir. Aynı şekilde İsa b. Sabih kulların amellerinin
Allah tarafından yaratıldığını söyleyenleri de tekfir etti. Allah’ın görülmeyeceği konusunda Ehl-i İstikâme ile aynı görüştedir. Allah’ın gözle görüleceğini söyleyenleri tekfir etti. Büyük günah sahiplerinin ebedi cehennemde
kalacağı hususunda Ehl-i İstikâme ile aynı görüşü paylaşmaktadır45.
8. Sümamiyye46
Bu fırka Sümâme b. el-Eşres en-Numeyrî (ö. H. 213)’nin ashabıdır. O,
din anlayışındaki basitlikle nefsânî isteklerdeki bayağılığı birleştirmiş birisidir. Allah niçin “kâfiri yarattı” sözünü söylemeyi yasakladı. Çünkü kâfir olan
insandır ve (kendisi) küfre düşmüştür. Allah küfrü yaratmaz. Yine dedi ki;
amelin cüzlerindendir ve dünya kaldıkça o da baki kalacaktır.
Onun hakkında Eş’arî şöyle rivayet etmiştir: onun zannına göre “Allah konuşucu veya gayr-i konuşucu olarak ezelidir” demek caiz değildir. İskâfi bu
sözünde ona muvafakat etmiştir. Allah Mütekellim olarak isimlendirilemez.
Eşya yaratılmazdan önce madumdur ve ademinden sonra da olmayacaktır.
Allah yaratmazdan önce eşyayı biliyordu demeyi de men etmiştir.
9. el-Câhıziyye47
Bu fırka, Amr b. Bahr el-Câhız’ın taraftarlarıdır. O Mu’tezile fırkasının fazilet erbabı ve musannifleri arasında anılmaktadır. el-Câhızfilozofların kitaplarını yoğun biçimde tetkik etmiştir. Halife Mutasım ve Mütevekkil devrinde
yaşayan el-Câhız, Mu’tezile bilginlerden çeşitli meselelerde ayrılmıştır:
45 İzkevî el-Keşf, s.59-60.
46 İzkevî el-Keşf, s.60.
47 İzkevî el-Keşf, s.61.
İzkevî’ye Göre Mu’tezile Fırkaları ve Görüşleri
49
Birinci Mesele: Ona göre bilgilerin tamamı zaruridir. Bunlardan herhangi
biri kulların fiillerinden değildir. Kul açısından, iradeden başka bir kazanım (kesb) söz konusu değildir. Fiiller, Sümâme’nin dediği gibi tabii olarak
meydana gelir. Öte yandan iradenin aslını ve onun arazların bir türü olduğunu inkâr ettiği de söylenmektedir. Yine o, ‘insanın kendi fiilini irade
etmesi, onu bilip ondan habersiz olmamasını nefyetmiştir. Başkasının fiiline bağlı iradeye gelince o, nefsin misalidir. Yine ona göre cisimler, farklı
tabiatlara sahiptir ve kendilerine özgü etkileri vardır. el-Câhızbu görüşleri
tabiatçı filozoflardan iktibas etmiştir. Ona göre cisimlerin kendilerine özgü
fiilleri vardır. Cevherlerin yok olmasının imkânsızlığını ileri sürmüştür.
Ona göre arazlar değişken olup cevherlerin yokolması caiz değildir.
İkinci Mesele: el-Câhız’a göre cehennem ehli ateşte ebedi kalmayıp zaman içinde ateş tabiatına dönüşürler. Ona göre cehennem ateşi, kendine gelecek olanları, girmelerine gerek kalmaksızın çeker. Sıfatların nefyi
konusunda takip ettiği mezhep de filozofların mezhebidir. Kaderi ispat,
hayır ve şerrin kuldan kaynaklanması hususlarında da Mu’tezile ile aynı
fikirdedir.
Ona göre, Allah’a Rab, Muhammed’e (Allah’ın) nebisi olarak inanan kimseler mümindirler, levm edilmezler. Bu (konudaki bilgileri) dışında ona
mükellefiyet yoktur.
İbn Ravendî’den rivayet edildiğine göre, el-Câhız şöyle demiştir: Kur’ân’ın
bir bedeni vardır. Kimi zaman insana, kimi zaman hayvana dönüşebilir.
Ebu Bekir Asem’in anlattığına göre, Kur’an yaratılmış bir bedendir. (o)
a’râzları ve Allah’ın sıfatlarını inkar etti. Bu aynıyla Câhız’ın mezhebidir.
O, arazları kökten inkâr etmiştir. Aynı şekilde Allah Teâlâ’nın sıfatlarını da
inkâr etmiştir. el-Câhız’ın görüşleri, filozofların görüşleri ile aynıdır. Ama
filozoflar arasında itibar ettikleri tabiatçılar olup ilahiyatçılar değildir48.
10. Hayyâtıyye49
Ebu’l-Huseyin b. Ebu Amr el-Hayyât adında bir şahsın taraftarlarının
oluşturduğu bir fırkadır. Ebu’l-Huseyin, Ebu’l-Kâsım b. Muhammed elKa’bî’nin hocasıdır. Her ikisi de Mu’tezile’nin Bağdat ekolündendir. Ancak
Hayyât, ma’dûmunispatında (onun) bir şey olduğunu söylemiştir. “Şey” ise,
bilinen ve hakkında haber verilendir. Cevher madum ve araz arazdır. Bütün
tür ve sınıfları bu şekilde mutlak hale getirmiştir. Bu meyanda şöyle demiştir: Halk, yokluk halinde de halktır.
Buna göre geriye sadece vucûd sıfatı ya da vucûd ve hudûsu gerektiren sıfatlar kalmıştır. Var olmayan (ma’dûm) hakkında ‘sübût’ lafzını kullanmıştır.
Allah Teâlâ’nın sıfatlarının reddi konusunda diğer Mu’tezile ile aynı fikirleri
belirtmiştir. Kader, nakil ve akıl meselelerinde de benzer görüşlere sahiptir.
48 İzkevî el-Keşf, s.62.
49 İzkevî el-Keşf, s. 62.
50
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Ancak el-Ka’bî hocasından bazı noktalarda ayrılmıştır: Ona göre Allah
Teâlâ’nın irâdesizâtı ile kâim olan bir sıfat olmadığı gibi, o bizatihi mürîd de
değildir. Belli bir mahalde veya mahalsiz bir ortamda hudûs etmiş bir irâde
yoktur.
İrâdetullah yani Allah’ın iradesinin anlamı, zorlanmaksızın ve zorlamaksızın alim ve kadir olmasıdır. Allah Teâlâ’nın kendi fiillerinde irade sahibi
olması, onları ilmi üzere yaratmasıdır.
Kulların fiillerini yaratması, onları emretmesi ve onlardan razı olmasıdır.
Semî ve basîr olması da buna râcidir. Yani O, işitilenleri ve görülenleri bilen’dir. Ru’yet konusundaki görüşü ashabınınki gibidir. Ru’yeti kabul etmez,
muhal görür; Allah’ın zatını görülmekten beri tutar, görülebilenleri görmesini, onları sadece bilmesi olarak kabul etmiştir50.
11. Behşemiyye51
Bu fırka, Ebu Ali Muhammed b. Abdulvehhab el-Cübbâî (ö. H. 295) ve
Ebu Hâşim Abdüsselâm (ö.H.321) adındaki oğluna nispet edilmiştir. Her ikisi de Mu’tezile’nin Basra ekolündendir. Diğer Mu’tezile bilginlerinden birçok
meselede ayrılırken bazı meselelerde de birbirlerinden farklı düşünmüşlerdir.
Her ikisine göre de belli bir mahalde bulunmayan hadis iradeler vardır,
Allah Teâlâ, bunlarla mevsûf ve bunlarla irade eden mürittir. Allah zâtını
tazım etmek istediğinde bunu belli bir mahalde bulunmayan bir tazim ile yapar. Âlemin yok olmasını istediğinde de onu belli bir mahal de bulunmayan
bir fena ile yok eder. Bu sıfatların en hususî nitelikleri de O’na râcidir. Nitekim O da bir mahalde bulunmaksızın vardır. Araz olan veya araz hükmünde
bulunan ve bir mahalli bulunmayan mevcudatı var kabul etmek; cevher olan
veya cevher hükmünde bulunan ve bir mekânı olmayan mevcudatı var kabul
etmek gibidir. Bu görüş daha ziyade filozoflara yakındır. Çünkü onlar da mahal ve mekânda bulunmayan bir aklın varlığını kabul etmişlerdir. Külü nefs
ve mufârık akıllar da bunlara örnek gösterilmiştir.
Allah Teâlâ konuştuğu kelâmı bir mahalde yaratmıştır. Onlara göre kelâm,
tek tek sesler ve dizili harflerden ibarettir. Mütekellim, kelamın kendisiyle
kâim olduğu kişi değildir, kelamı var eden kişidir; Ancak el-Cübbâî şu görüşüyle diğerlerinden ayrılmıştır: Allah Teâlâ, Kur’ân’ın okunduğu her mahalde
zâtına ait bir kelâm ihdas eder. Buna göre okuyanın okuduğu söz Allah’ın
kelâmı olmadığı gibi dinlenen şey de Allah kelâmından değildir. Bu görüş
fasit ve muhaldir.52 Çünkü işitilmeyeni ve makul olmayanı ispat etmektir.
Yapmak istediği şey tek bir mahalde iki kelâmı ispat etmektir. Onlara göre
istitâ’at yani bir şeyi yapma gücü fiilden önce gelir. İstitâ’at, bünye ve uzuvların sağlığından ayrı bir güçtür. Her ikisine göre bilmek, nimete şükranda
50 İzkevî el-Keşf, s.63.
51 İzkevî el-Keşf, s.63.
52 İzkevî el-Keşf, s.64.
İzkevî’ye Göre Mu’tezile Fırkaları ve Görüşleri
51
bulunmak, hüsn ve kubuhu tanımak aklın görevidir. Onlar aklî bir şeriat
ortaya koymuş ve nebevî şeriatı da aklın ve fikrin yol bulamayacağı, takdir
edilmiş belirli ahkâmla kayıtlanmış ibadetlere indirgemişlerdir.
İkisine göre iman, birtakım iyi hasletlerden övgüye layık bir isimdir. Herhangi bir şahısta bulunduğu zaman, o şahsın mümin olarak adlandırılmasını sağlar. Büyük günah İşleyen biri hemen o anda fâsık olarak isimlendirilir.
Böyle biri ne mümin, nede kâfirdir. Tövbe etmeksizin ölürse sonsuz cehennemi hak etmiş olur. Ehl-i İstikâme imamet konusunda onlarla aynı görüştedir; imamet nas ve
tayinle değil ihtiyar iledir53.
12. Cehmiyye54
Bu kimseler Cehm b. Safvân’ın(ö. 128/745-46) taraftarlarıdır, Cehm halis Cebriyedendir. Cehm’in bid’ati Tirmiz’de ortaya çıkmıştır. Cehm, Ümeyye
idaresinin son dönemlerinde Merv’de Sâlim b. Ahvez el-Mâzinî tarafından öldürülmüştür. Cehm Mutezile’nin sıfatların ezeli oluşu hakkındaki görüşünü
benimsemiş ve yeni şeyler eklemiştir:
Bu görüşlerden birisi: el-Bârî (Allah) yarattıklarının sıfatları ile sıfatlanamaz. Çünkü Allah’ı beşeri sıfatlar ile sıfatlamak teşbihe yol açmaktadır. Bu
sebeple Allah’ın hay ve âlim olmasını kabul etmediler. Allah’ın kâdir, hâlik
ve fâil olduğunu ispat ettiler. Bu sebeple bir şey kudret, yaratma ve fiille vasıflanamaz.
Cehm, Allah ile ilgili bir mahalde olmayan hadis ilimlerin varlığını ispat
etmiştir. Ona göre yaratılmadan önce bir şeyin bilinebileceği caizdir. Çünkü
önce bilip sonra yaratması halinde ilminin olduğu gibi kalıp kalmayacağı
sorusunun ortaya çıkacağını belirtmiştir. Eğer ilmi olduğu gibi kalırsa, bu
cehalet demektir. Çünkü mevcut olmayanı bilmek mevcudu bilmek değildir.
Şayet ilmi olduğu gibi kalmazsa (onun ilmi) değişir; değişen de mahlûktur;
kadîm değildir. Bu konuda Hişâm b. el-Hakem’in mezhebine muvafakat etmiştir. İlmin hadis oluşu sabit olunca bu (şu) iki husustan halî değildir: Ya
o Allah’ın zatında hadis olur ki o zaman onun zatı hadisler için mahal olacaktır; ya da zatı barî ile sıfatlanmayan bir mahalde yaratır. Bu durumda
Allah için bir mahal olmadığı ortaya çıkmış olur; hadis olan ilimlerin bilinen
mevcudat adedince olduğu ispatlanmış olur.
Kudret hakkındaki görüşü şöyledir: İnsan bir şey yapmaya kadirdir ancak
bu istitâatla sıfatlanamaz. O ihtiyar, irade ve kudret olmaksızın fiillerinde
seçme hürriyetine sahiptir. Ağaç meyvelendi, su aktı, taş yuvarlandı, hava
bulutlandı, yağmur yağdı, arz silkindi ve bitkiler yetişti, denildiği gibi; Allah
diğer cemadatın (fiillerini) yarattığı gibi insanın fiillerini de yarattı. Cemada-
53 İzkevî el-Keşf, s.65.
54 İzkevî el-Keşf, s.65.
52
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
tın fiilleri gibi insanların fiilleri de mecazen kendilerine isnat edilir.55
Cennet ve cehennemliklerin fiilleri sona erer; cennete ve cehenneme girecekler girip cennettekiler bütün lezzetleri, cehennemdekiler de bütün elemleri tattıktan sonra cennet ve cehennem fani olur. Bu görüşe Allah’ın şu ayetini
mübalağa ve te’kid üzere tevil ederek ulaştılar: (orada ebedi olarak kalacaklardır.)56cennet ve cehennemde kalışın ebedi ve hakiki anlamda olmadığını
belirtmiş, bu konuda “gökler ve yer durdukça onlarda orada ebedi duracaklardır” ayetine dayanarak ayette şart ve istisnanın olduğunu oysa hulud ve
şartla alakalı istisnanın bulunmadığını söyledi.
Bu konuda Ehl-i İstikâme’nin görüşü: Ateş ehl-i cehennemde, cennet ehli
de cennette ebedi olarak kalacaktır. Mübalağa ile Allah’ın zikrettiği istisnaya gelince Bu konuda onlar için hüccetler vardır ki onlarla görüşleri ve
illetleri batıl olur.57
Bu Müslümanlar’ın eserlerinde mevcut olduğundan konu muhtasar bırakılmıştır.
Ona göre, iman parçalara bölünmez, İman ehli arasında fazilet farkı yoktur, enbiya aleyhisselamın imanı ile ümmetin imanı aynı seviyededir.
Ona göre (kişi) marifeti (nedeniyle) fazilet sahibi değildir. Onu reddeden
Ehl-i İstikâme’nin selefleri Cehm’i sıfatları inkâr edenlere nispet ettiler58.
13. Neccariyye59
Hüseyin b. Muhammed en-Neccâr’ın taraftarlarıdır. Rey ve çevresindeki Mu’tezile mensuplarının çoğu onun mezhebindendir. Aralarındaki bazı
gruplaşmalara rağmen usulen sayacağımız konuların dışındaki meselelerde
ihtilaf etmemişlerdir. Ayrılan fırkalar Burgûsiyye, Ze’feraniyye ve Müstedreke’dir. İlim, kudret, irade, hayat sem’ basar konularında sıfatların nefyedilmesinde Mutezile’ye muvafakat ettiler. Amellerin yaratılmasında da Sıfatıyye’ye muvafakat ettiler.
Ehl-i İstikâme kulların müktesepleri olmak üzere amellerin yaratılmasında hayrın, şerrin, güzellik ve çirkinliğin Allah’tan olduğu görüşünde onlara
muvafakat ettiler. Ru’yet konusunda da onlara muvafakat etti; Bari olan Allah’ın (subhanehu ve teala) gözle görülemeyeceğinde de muvafakat ettiler.
Bazı konularda Mu’tezile’den ayrıldı; Allah’ın kelamı okunduğunda araz yazıldığında ise cisimdir.
Ze’ferâniyye şöyle dedi: Aziz ve Yüce Allah’ın kelamı kendisi değildir; onun
gayrı olan herşey mahlûktur.
55
56
57
58
59
İzkevî el-Keşf, s. 66.
Tevbe, 9/100.
İzkevî el-Keşf, s.67
İzkevî el-Keşf, s.67.
İzkevî el-Keşf, s. 68.
İzkevî’ye Göre Mu’tezile Fırkaları ve Görüşleri
53
Bu konuda Ehl-i İstikâme şöyle dedi: Kur’an Allah’ın kelâmıdır. Hz. Peygamber’in “Kur’an Allah’ın kelamıdır mahluk değildir” sözü gereği sıfatlar
mahluk olmamak şartı ile onun sıfatı zatiyesindendir. Ehl-i İstikâme’nin
çoğunluğu Kur’an’ın mahlûk olmadığı hususunda birleşmişlerdir60.
Ka’bî’nin Neccâr’dan naklettiğine göre Hüseyin b. Muhammed en-Neccâr
şöyle dedi: Bârî olan Allah’ın her mekânda mevcut oluşu ilim ve kudret
anlamında değildir. Şeriat nazil olmadan önce (kişinin) düşüncesi hakkındaki görüşü Mu’tezile ile aynıdır: (Kişinin) nazar ve istidlal ile marifet sahibi olması gerekir. İman hakkında şöyle dedi tasdik, ehline göre ibadettir.
Mürtekib-i Kebîre tevbesiz öldüğünde bundan dolayı ceza görecek sonra
Haşeviyye’nin söylediği gibi ateşten çıkacaktır61.
14. Dırâriyye62
Dırâr b. Amr ve Hafs el-Ferd’in taraftarlarıdırlar, Bu kimseler, sıfatların
inkârında ittifak etmişlerdir. Çünkü onlar Allah’ın cahil ve aciz olmamak
üzere âlim ve kâdir oluşunda ittifak etmişlerdir. İnsanın hislerini ispat ettiler
ki cennette hesap gününde Allah onlarla görülecektir.
Fiillerin yaratılması konusunda Ehl-i İstikâme muvafakat etmiştir. Fiiller
hakikatte Allah’ın mahlûkudur, kul fiilleri kesp eder. Peygamberden sonra
hüccet sadece icma‘dır.
Şeriatın varit olmasından önce kişinin (sorumlulukları) hakkında şöyle
dedi: O kimseye elçi gelip emir ve nehiyleri bildirinceye kadar o kimse için
hiçbir şey vacip olmaz. Ehl-i İstikâme’nin sözü üzere Kureyş dışında birisinin
imametinin uygun olduğunu belirttiler. Hatta Kureyşli ile Nebâti karşı karşıya gelirse, sayıca az ve daha güçsüz şeriata muhalefet ettiğinde hal’ (tahttan
indirilmesi) edilmesi daha kolay olduğundan Nebatî (diğerine) takdîm edilir. Mu’tezile ve Ehl-i İstikâme Kureyş’in dışında birisinin imam olmasına
(o kimsenin) sîretinden, imametinden ve dininden razı olmak şartı ile cevaz
verirler.63
Sonuç
İzkevî’nin fırkaları tasnifinde çıkış noktası siyasidir. Dolayısı ile insanları
ya da grupları değerlendirirken Hz. Osman’ın katlinde takındıkları politik tavırlarına göre sınıflandırır. Bu sınıflandırmada kurtuluşa eren grup (fırkay-ı
Naciye) olarak mukatileyi gösterir. Mutezile Şükâk başlığı altında yer aldığı
için fırkay-ı Naciye kapsamının dışında bırakılır. İzkevî, Şükak kapsamı içerisinde önce kişilere sonra da bazı fırkalara yer verir. Kişiler başlığı altında
60
61
62
63
İzkevî
İzkevî
İzkevî
İzkevî
el-Keşf,
el-Keşf,
el-Keşf,
el-Keşf,
s. 67.
s.69
s.69.
s.70.
54
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Sa’d b. Ebî Vakkâs, Abdullah b. Ömer, Muhammed b. Mesleme ve Üsâme b.
Zeyd’i zikrederken fırka ismi olarak da Kaderiyye, Mu’tezile, Cehmîyye’ye yer
verir.
İzkevî, Mutezile’nin fırkalarına ve görüşlerine geçmezden önce fırka hakkında genellemeler yapar. Bu defa siyasi duruş yerine Mutezile’nin halku’l-İbâd, tevhid, imamet, büyük günah, halku’l-Kur’ân ve kaderle ilgili
görüşlerinden bahseder. Ru’yetullah konusunda Ehl-i İstikâme olarak
gördüğü İbâdiyye fırkasının Mu’tezile ile ortak görüşlere sahip olduğunu
belirtir.
Vasıl’ın felsefe kitaplarının okunması ile alakalı olarak talebeleri için bazı
kurallar koyduğunu ileri sürer. Ancak Vasıl dönemi felsefenin İslam dünyasına girmesi ve Mutezile ehlinin felsefeile görüşlerini mezcetmesi açısından oldukça erken bir dönemdir.
Huzeyliyye’nin görüşlerinin Vasıl’a göre daha detaya indiği ve çeşitlendiği
görülür. Ancak İzkevî’nin Ebu Huzeyl’in Vasıl’ı terk ederek farklı görüşler ileri sürdüğü şeklindeki beyanı açıdan oldukça sorunludur. Zira Ebu
Huzeyl Vasıl’ın çağdaşı değildir. Vasıl hicri birinci asrın sonlarından hicri ikinci asrın ortalarına kadar yaşamıştır. Ayrıca görüş farklılığını Ebu
Huzeyl’in Vasıl’ı terk etmesinden ziyade sonraki süreçte felsefe ve diğer
akımlarla tanışan Mutezilî fikirlerin genel tekâmülü olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır. Allaf, Nazzam, Cahız gibi Mu’teziliâlimlerin
mevaliden oluşları farklı kültürlerin etkisini görme açısından önemlidir.
İslam mezhepler tarihi yazımı da dahil olmak üzere ne yazık ki tarih yazıcılığında süreçler yeterince dikkate alınmamaktadır. “Misal Allâf da Vâsıl
b. Atâ gibi Amr b. Ubeyd’in diğer kız kardeşiyle evli olup bu yolla Amr b.
Ubeyd’in birçok kelâmî görüşlerine muttali olmuştur.” şeklindeki görüşler
Aydınlı’nın da ifade ettiği gibi tarihi gerçeklerle bağdaşmamaktadır.
Ebu Huzeyl’in “Yeryüzü Allah’ın velileri olan, yalan söylemeyen ve büyük günah işlemeyen bir cemaatten hali kalmaz. Onların delil oluşu tevatürledir” şeklinde nakledilen görüşü onun Basra ekolüne tabi olmasına
karşılık bu hususta Şia’nın masum imamlar hakkındaki görüşünü hatırlatmaktadır. Aynı şekilde daha açık olmak üzere Nazzam’da da aynı meyilleri görmek mümkündür. Hatta imamet anlayışına bakıldığında onda
Şiî Bağdat ekolünün etkilerini görmek mümkündür. İcma şeriatta hüccet
değildir. Zira onun düşüncesine göre kıyasında ahkâmı şer’iyyede delil
olması caiz değildir. Hüccet masum imamın sözündedir.
Mu’tezilî görüşler İbâdilik açısından büyük öneme haizdir. Zira Halku’l-Kur’an, sıfatlar ve ru’yetullah gibi meselelerde iki fırka benzer görüşlere sahiptir. Bu benzerlikleri bazı araştırmacılar İbâdiyye üzerindeki
Mu’tezilî etki ile izah etmeye çalışmışlardır. Oysa İbâdiyye’nin temel görüşleri arasında imametle ilgili görüşleri de yer almaktadır. Onlar hilafe-
İzkevî’ye Göre Mu’tezile Fırkaları ve Görüşleri
55
tin Kureyşliliğine karşı oldukları gibi onun bir aileye tahsisini asla kabul
etmezler. Bu durum İbâdiyye ile özellikle Bağdat Mutezilesinin yakınlaşmasının en büyük engelidir.
Mu’tezile Mihne sonrasında Mütevekkilin siyasi baskıları sonucu eski gücünü kaybetmiştir. Güç kaybı Mu’tezile fırkasının siyasi bütünlüğünü ortadan kaldırmıştır. Zira daha öncesi itibarı ile görüş ayrılıkları kelamî ve felsefidir. Ancak gerileme döneminde bazı Mu’tezili bilginler Zeydî Şiî görüşlerin
etki alanına girmiştir. Allaf “İcma şeriatta hüccet değildir. Kıyasında ahkâmı
şer’iyyede delil olması caiz değildir. Hüccet masum imamın sözündedir” şeklindeki görüşü ideolojinin akılcılığı nasıl öldürdüğünü gösteren çok açık bir
hüccettir.
56
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Kaynakça
Ahmet b. Yahyâ el-Murtedâ, Kitâbu’l-Münyeve’l-Emel fî Şerhi Kitâbi’l-Milel ve’n-Nihâl,
neşr. T. Arnold, Haydarabâd, 1316/1902.
Ateş, Orhan, “Salim b. Zekvân’ın Siresi’nde Hz. Osman’la İlgili Kısmın İbâdî Fikirler
Açısından Değerlendirilmesi”, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
2009, C. IX, Sa. 2, s. 99-114.
----------, el-İbâdiyye min Masâdiriha, Cezayir 2014.
----------, Mu’tezile İbâdiyye Etkileşimi, İstanbul 2014.
Aydınlı, Osman İslam Düşüncesinde Aklileşme Süreci, Mu‘tezile’nin Oluşumu ve
Ebu’l-HuzeylAllâf, Ankara, Ankara Okulu Yay., 2001.
----------, Akılcı Din Söylemi -Farklı Yönleriyle Mu‘tezile Ekolü, Ankara 2010.
el- Bağdâdî, Ebu Mansur Abdulkahir b. Tahir, el-Fark Beyne’l-Fırak, Kahire 1948.
Brockelmann, Carl, Geschichte der Arabischen Litteratur: Zweiter Supplement Band
(GAL) cilt II, Leiden 1938.
Câbir b. Zeyd, Resailü İmam Câbir b. Zeyd, Tunus ty.
Cook, Michael, Early Muslim Dogma, London 1981.
ed-Dercînî, Şeyh Ebû’l-Abbas Ahmed b. Saîd, Tabakât, thk. İbrahim Tallay, II, Beyrut
1974.
Eş’arî, Ebu’l-Hasen Ali b. İsmâil, Makâlâtu’l-İslâmiyyîn ve’htilâfu’l-Musallîn, thk. Hellmut Ritter – Franz Steiner Verlag, Wiesbaden 1980.
Gibb H. A. R. – Kramers, J. H., Shorter Eneye Lopaedia of İslam, Leiden 1961.
İbn Hallikan, Vefeyatu’l-A’yân, Kahire 1948.
Kalhâtî, el-Keşfve’l-Beyân, thk. Josef Van Ess, II, Beyrut 1971.
Kutlu, Sönmez, “Sâlim b. Zekvân’ın Sîre adlı Eserindeki Mürcîe İle İlgili Kısmın Tercümesi, AÜİFD, Ankara 1979, C. XXXV, s. 468-469.
Mustafa el-Gurabî, Tarihu’l-Fırak ve’l-İslamiyye ve’n-Neş’et-İlmi Kelam inde’l-Müslimîn,
Kahire 1959.
Müberred, Ebu’l-Abbas Muhammed b. Yezîd b. Abdulekber el-Ezdî, el-Kâmil, thk. M.
Ebu’l-Fazl İbrahim, III, Kahire ty.
Nyberg, H. S., “Nazzâm”, İA, İstanbul 1964, IX, 148-149.
Şehristânî, Ebû’l-Feth Muhammed b. Abdilkerim, el-Milel ve’n-nihal, Beyrut (1975),
Kahire (1961).
Wilkinson, The Imamate Tradition of Oman Cambridge 1987.
İslâmî İlimler Dergisi, Yıl 10, Cilt 10, Sayı 1, Bahar 2015 (57/84)
İbâdîlİk Araştırmalarında Önemlİ Bİr İsİm: Tadeusz
Lewicki
Harun YILDIZ*
ÖZ
Ortadoğu coğrafyasında yaşayan dinî grup ve mezhepler arasında, özellikle tarihsel anlamda Hâricîliğin günümüzde yaşayan en önemli kolu olması nedeniyle İbâdîlik, önemli bir yere sahiptir. Esasen, kendilerini Hâricî
bir fırka olarak kabul etmeyip, bu tanımlamayı açık bir şekilde reddeden
İbâdîliğin ortaya çıkışında, hicrî ilk yüzyılda yaşayan Abdullah b. İbâd ile
fırkanın görüşlerini asıl sistematize eden kişi olduğu anlaşılan Câbir b.
Zeyd’in ciddi bir rolü vardır. İslam tarihinin erken dönemlerinde ortaya
çıkan İbâdîlik, diğer Hâricî gruplara göre daha mutedil bir bakış açısı ile
tavra sahiptir. Ayrıca, diğer dinî gruplarla uzlaşmaya, fikir alışverişine ve
hoşgörüye daha açıktır. Özellikle Basra kenti başta olmak üzere Irak coğrafyasında ortaya çıkan İbâdîlik, süreç içerisinde İslam dünyasının diğer
bölgelerine yayılmıştır. İbâdîliğin yayıldığı yerler arasında Libya, Tunus,
Fas ve Cezayir’in merkezden uzak bazı yerleşim birimleri başta olmak üzere Sudan, Mali, Madagaskar, Tanzanya ve Zengibâr gibi Afrika’nın bazı
bölgeleri ile Arap yarımadasının güneyinde bulunan Umân coğrafyası oldukça önemlidir.
Tadeusz Lewicki, batı dünyasında yetişen ve daha çok İbâdîlerin tarihsel
gelişimi ile inanç ve öğretileri, kültür ve edebiyatları gibi konularda çalışan
önemli araştırmacılardan biridir. Bu makalede biz, İbâdîlik araştırmalarının
gelmiş olduğu süreçte, önemli çalışmalara imza atan ve aynı zamanda çok
yönlü bir araştırmacı olduğu anlaşılan Tadeusz Lewicki’nin İbâdîlik araştırmalarındaki yeri ve katkılarını ortaya koymaya çalışacağız. Bu çerçevede
öncelikle, konunun daha iyi anlaşılması amacıyla bize konu ile ilgili kültürel
bir altyapı kazandırması için İbâdîlik ile ilgili yapılan araştırmaların genel bir
değerlendirmesi yapılacak, daha sonra Tadeusz Lewicki’nin hayatı ve yetişme tarzı ile onun İbâdîlik sahasında vermiş olduğu önemli eserler üzerinde
durulacaktır. Ardından, Lewicki’nin bu alanda yapmış olduğu çalışmalar ve
İbâdîlik ile ilgili görüşleri üzerinde bazı değerlendirmeler yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: İbâdîlik, Hâricîlik, Tadeusz Lewicki, Tarihsel Gelişim, İnanç Esasları.
TADEUSZ LEWİCKİ: AN IMPORTANT NAME IN THE STUDIES
RELATED TO IBÂDISM
Abstract
Ibâdism has an important place due to the fact that the important branch
of Khâridjite especially in the historical sence, among the religious groups
and sects that lived in the geography of the Middle East. Abdullah ibn Ibâd
that lived in the first century Hijra and Jabir ibn Zayd that systematized
the views of sect has a serious role in the emergence of Ibâdism. Ibâdism
that arose in the early stages of the Islamic History has more moderate
viewpoint and manner according to other groups of Khâridjites. Ibâdism
*
Doç. Dr., OMÜ. İlahiyat Fakültesi, İslam Mezhepleri Tarihi Anabilim Dalı ([email protected]).
58
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
is also more open compromise, exchange ideas and tolerance for other
religious groups. Ibâdism that has emerged in the geography of Iraq had
spread to other parts of the Islamic World in the process. Among the places where Ibâdism spread, some residential units away from Headquarters
of Libya, Tunisia, Morocco and Algeria, some parts of Africa such as Sudan, Mali, Madagascar, Tanzania and Zengibâr, the geography of Umân
that located to the South of the Arabian Peninsula are very important.
Tadeusz Lewicki is one of the important researchers that grown in the
Western world and worked on issues such as historical development of
Ibâdites and their faith and teachings, culture and literatures. In this article we will try to put forward the location of Lewicki who studied important
researches and apparently is a versatile researcher at the same time and
his contributions towards the studies of Ibâdism. In this context, first of
all, a general assessment of the studies related to Ibâdism will be made for
us to give a cultural infrastructure with the aim to better understand of
subject, then Tadeusz Lewicki’s life and upbringing and important works
on Ibâdism will focus. Than again, the studies whose Lewicki has made in
this field will focus and some assessments about his opinions on Ibâdism
with in this framework will be made.
Key Words: İbâdism, Khâridjite, Tadeusz Lewicki, Historical Development, Beliefs.
Makalenin Dergiye Ulaştığı Tarih: 12.08.2014; Hakem ve Yayın Kurulu Değerlndirmesinden Geçen
Makalenin Yayına Kabul Edildiği Tarih: 24.12.2014
Giriş
Ortadoğu coğrafyasında yaşayan dinî grup ve mezhepler arasında, özellikle tarihsel anlamda Hâricîliğin günümüzde yaşayan en önemli kolu olması
nedeniyle İbâdîlik, önemli bir yere sahiptir. Esasen, kendilerini Hâricî bir fırka olarak kabul etmeyip, bu tanımlamayı açık bir şekilde reddeden İbâdîliğin
ortaya çıkışında, hicrî ilk yüzyılda yaşayan Abdullah b. İbâd ile fırkanın görüşlerini asıl sistematize eden kişi olduğu anlaşılan Câbir b. Zeyd (93/712)’in
ciddi bir rolü vardır. İslam tarihinin erken dönemlerinde ortaya çıkan İbâdîlik, diğer Hâricî gruplara göre daha mutedil bir bakış açısı ile tavra sahiptir.
Ayrıca, diğer dinî gruplarla uzlaşmaya, fikir alışverişine ve hoşgörüye daha
açıktır. Özellikle Basra kenti başta olmak üzere Irak coğrafyasında ortaya çıkan İbâdîlik, süreç içerisinde İslam dünyasının diğer bölgelerine yayılmıştır.
İbâdîliğin yayıldığı yerler arasında Libya, Tunus, Fas ve Cezayir’in merkezden
uzak bazı yerleşim birimleri başta olmak üzere Sudan, Mali, Madagaskar,
Tanzanya ve Zengibâr gibi Afrika’nın bazı bölgeleri ile Arap yarımadasının
güneyinde bulunan Umân coğrafyası oldukça önemlidir. İbâdîlik ve değişik yönleriyle İbâdî gruplar, hem İslam dünyasında hem
de batıda bazı araştırmacıların dikkat ve ilgisini çeken önemli bir konu olmuştur. Müslüman bazı araştırmacıların ilgisini çekmiştir; zira İslam dünyasında Sünnîlik ve Şîîlik gibi İbâdîlik dışındaki diğer mezheplerin mensupları tarafından aşırı bir mezhep olan Hâricîliğin günümüze gelebilen tek kolu
İbâdîlik Araştırmalarında Önemli Bir İsim: Tadeusz Lewicki
59
olarak görülmüştür. Bu çerçevede “aşırı bir mezhep olan Hâricîliğin bir kolu,
günümüze nasıl gelebilmiştir?” sorusu, önemli ve önemli olduğu kadar bu
çalışmaları motive eden bir sorudur. Öte yandan İbâdî gruplar, batılı bazı
araştırmacıların ilgisini çekmiştir; bu durum, daha çok Fransa başta olmak
üzere batı dünyasının emperyal amaçlarla İbâdîlerin yaşadığı bölgelere yönelmiş olmasından kaynaklanmıştır. Bu yüzden olsa gerek, İbâdîlik üzerine
batıda yapılan ilk çalışmalar, önemli ölçüde Fransızca’dır.
İslam dünyasında daha çok Umân çevresinde yaşayan İbâdîler ile Kuzey
Afrika coğrafyasında yaşayan İbâdî gruplar içerisinde yetişen bazı araştırmacıların yakın zamanlara kadar İbâdîlik ile ilgili araştırmalara eğildikleri
görülürken, artık günümüzde, ülkemiz de dahil olmak üzere, İslam dünyasının değişik bölgelerinde konu ile ilgilenen araştırmacılara rastlanılmaktadır.
Batıda ise, yukarıda ifade ettiğimiz dürtünün yanı sıra, daha çok Müslüman
dünyadaki hakim grup olan Sünnîlik dışında farklı bir çizgi izlediğinden olsa
gerek, XIX. yüzyılın son çeyreğinden bu yana batılı araştırmacıların dikkatini çekmiş ve bu alanda kayda değer çalışmalar yapılmıştır. İşte, batı dünyasında İbâdîlik ile ilgilenen araştırmacılardan biri de, Polonyalı şarkiyatçı
Tadeusz Lewicki’dir. Tadeusz Lewicki, batı dünyasında yetişen ve daha çok
İbâdîlerin tarihsel gelişimi ile inanç ve öğretileri, kültür ve edebiyatları gibi
konularda çalışan önemli araştırmacılardan biridir.
İbâdîlik ile ilgili erken dönemden itibaren yazılan eserlerin yanında sonraki dönemlerde de önemli çalışmaların yapıldığı dikkat çekmektedir. Bu itibarla özellikle son yüzyılda yapılan çalışmalarla ilgili bilgi verilip bunların
üzerine değerlendirme yapılırken, konunun en önemli uzmanlarından biri
olan Libyalı İbâdî araştırmacı Amr Halîfe en-Nâmî ile İvaz Muhammed Halîfat’ın vermiş olduğu bilgiler de göz önünde bulundurulmuştur.
Bu makalede biz, İbâdîlik araştırmalarının gelmiş olduğu süreçte, önemli
çalışmalara imza atan ve aynı zamanda çok yönlü bir araştırmacı olduğu
anlaşılan Tadeusz Lewicki’nin İbâdîlik araştırmalarındaki yeri ve katkılarını
ortaya koymaya çalışacağız. Bu çerçevede öncelikle, konunun daha iyi anlaşılması amacıyla bize konu ile ilgili kültürel bir altyapı ve donanım kazandırması için İbâdîlik ile ilgili yapılan araştırmaların genel bir değerlendirmesi
yapılacak; daha sonra bu bağlamda, Tadeusz Lewicki’nin hayatı ve yetişme tarzı ile onun İbâdîlik sahasında vermiş olduğu önemli eserler üzerinde durulacaktır. Ardından, Lewicki’nin bu alanda yapmış olduğu çalışmalar
ve İbâdîlik ile ilgili görüşleri üzerinde bazı değerlendirmeler yapılacaktır. Bu
çerçevede Lewicki’nin İbâdîlik ile ilgili görüşleri ele alınırken, konumuzun
sınırlarını fazlasıyla aşacağı göz önünde bulundurularak, onun yapmış olduğu tüm çalışmalar mercek altına alınmayacaktır. Zira böyle bir araştırma,
müstakil bir çalışmanın ürünü olabilir. Bu yüzden konu, İbâdîliğin doğuşu
ve tarihsel gelişimi, İbâdîlerin alt grupları, Kuzey Afrika’da yaşayan İbâdî
toplulukları ve Arap yarımadasının güneyinde yaşayan İbâdîler olmak üzere,
belli bir çerçeve içerisinde ele alınacaktır.
60
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
A) İbâdîlik ile ilgili Araştırmalar
İbâdîlik ile ilgili ilk çalışmaların, İslam’ın erken dönemlerinden itibaren
yapıldığı görülmektedir. Ne var ki, İbn Nedîm (385/995)’în işaret ettiği gibi,
bu çalışmaların çoğu, bize ulaşamamıştır. İbn Nedîm, bu noktada bize örnek olarak Yemân b. Rabâb (165-176/781-792)’ın ismini vermektedir ki,
Yemân’ın eserleri günümüze ulaşamamıştır.1 İşte, bu noktada Sâlim b. Zekvân (I/VII. yüzyıl)’ın es-Sîre adlı eseri, elimize ulaşan ilk ve en önemli kaynak
olarak dikkat çeker. İbâdîliğin önemli isimlerinden biri olan Câbir b. Zeyd
(93/712) ile hemen hemen aynı dönemlerde yaşayan Sâlim b. Zekvân’ın
bu eseri, hicrî ilk yüzyılda, özellikle 70/689’lu yılların başlarında yazmış
olduğu anlaşılmaktadır. Erken dönem İslam ve Mezhepler Tarihi ile ilgili
önemli bir kaynak olan Sâlim b. Zekvân’ın eserinin akademik çevrelerde
ortaya çıkışı, daha yeni sayılabilecek bir döneme denk düşmektedir. Eseri
ilk ortaya çıkarıp bilim dünyasına kazandıran kişi, Libyalı İbâdî araştırmacı
Amr Halîfe en-Nâmî’dir. Hâricîler’le ilgili bilgi veren erken döneme ait ilk
kaynaklardan olan eserin kaleme alınış gayesinin, Mürcie’nin fikirlerinin
yanlış olduğunun gösterilerek bunların çürütülmesi olduğu anlaşılmaktadır. Eser, içerik olarak Hz. Peygamber dönemiyle birlikte vefatının ardından sırasıyla dört halifeye değinerek bu süreçte ortaya çıkan hadiseleri ele
alır, bu arada Ezârika ve Necedât gibi Hâricî fırkalarına değinilerek eserin
sonlarında İbâdîlerin görüşleri delilleri ile birlikte verilir. Ayrıca eser, erken
dönem İslam Tarihi’nde ortaya çıkan olay ve gelişmeleri farklı bir bakış açısı
ile ele alıp ortaya koymaktadır.2
İbâdîliğin asıl fikir babası olarak görülen Câbir b. Zeyd (93/712) ile Ebû
Ubeyde Müslim b. Ebî Kerîme (145/762-63)’ye ait olan eserler de İbâdîliği
tanımak açısından önemlidir. Libyalı İbâdî araştırmacı Amr Halîfe en-Nâmî,
Câbir b. Zeyd’in Kitâbu’n-Nikâh ve Kitâbu’s-Salât isimli iki eserinin yanında bazı risalelerinin de bulunduğunu bize bildirmektedir. Bu çerçevede
Kitâbu’n-Nikâh, önemli bir kaynak olup evlilik ile ilgili çeşitli bilgiler vererek
İbâdîlerin konuya yönelik bakışını ortaya koymaktadır. Kitâbu’s-Salât ise,
Câbir b. Zeyd’in namazla ilgili yazmış olduğu önemli bir eser olup namazın
dışında oruç gibi diğer ibadetleri de içerir. Câbir b. Zeyd’in risaleleri, yaşadığı dönemin önde gelen bazı kişilerine yönelik yazmış olduğu metinlerdir. Bunlardan biri, yukarıda ifade ettiğimiz, yaşadığı dönemin önde gelen
alimlerinden biri olan Sâlim b. Zekvân’a yazdığı risaledir. Ayrıca Câbir’în
Nu’man b. Seleme ile Abdülmelik b. el-Mühelleb isimli şahıslara da risaleler yazdığı anlaşılmakta olup Câbir’in elimizde toplam, on sekiz risalesi
bulunmaktadır. Bu risaleler, Câbir b. Zeyd’in yaşadığı dönemin siyasal ve
sosyo-kültürel durumu ile bizzat kendi faaliyetleri hakkında bize değerli
1
2
İbn Nedîm, el-Fihrist, Beyrut, Trz., s. 258.
Sâlim b. Zekvân, es-Sîre, (Thk. ve İngilizce’ye çev. Patricia Crone-Fritz Zimmermann), Oxford
University Press, New York, 2001; ayrıca bkz., Harun Yıldız, “Hâricîler’in Erken Dönem Tarih Algısı: Sâlim b. Zekvân Örneği”, e-Makâlât Mezhep Araştırmaları Dergisi, II/2, (Güz 2009), s. 7-40.
İbâdîlik Araştırmalarında Önemli Bir İsim: Tadeusz Lewicki
61
bilgiler vermekte olup onun yaşamı ile ilgili bazı önemli noktaları aydınlatmaktadırlar.3 Bu eserlerin dışında Umânlı Dr. Zâhir el-Hıcrî, Câbir b.
Zeyd’in geniş bir Dîvân yazmış olduğunu, burada onun sahabe ile tâbiîn’den
rivayet ettiği hadislerle birlikte kendi görüşlerini de yazdığını, sonra eserin
öğrencisi olan Ebû Ubeyde’ye, ardından diğer imamlara geçerek Bağdat kütüphanesinde kaldığını, ancak daha sonra Moğollar tarafından yakıldığını
belirtmektedir. Yine Mağrib alimlerinden birinin onun bir nüshasını alıp
Libya’daki Cebel-i Nefûse’ye getirdiği, ancak bu nüshanın da kaybolduğu
ifade edilmektedir.4
Câbir b. Zeyd’in yanında İbâdîliğin gelişiminde önemli bir yere sahip
olan Ebû Ubeyde Müslim b. Ebî Kerîme’nin de İbâdîliğin erken dönemine ait
bazı eserleri vardır. Onun yazmış olduğu eserler arasında Kitâbu’l-Fıkh ve’lAkâid, Risâle fî Ahkâmi’z-Zekât, Mesâilu Ebî Ubeyde ile Rasâilu Ebî Ubeyde
gibi eserler, günümüzde bilinmektedir. Kitâbu’l-Fıkh ve’l-Akâid, daha çok
tarihsel bilgileri ihtiva etmekle birlikte, bazı itikâdî fırkaların görüşlerinden
de bahsetmektedir. Risâle fî Ahkâmi’z-Zekât, Ebû Ubeyde’nin Mağrib’deki
İbâdî alimlerine yönelik yazmış olduğu anlaşılan ve zekat sisteminin önemini açıklayan bir eser olup soru-cevap tarzında hazırlanan kitapta kırka
yakın soruya cevap verilmektedir. Mesâilu Ebî Ubeyde, fetvalar mecmuasından oluşan bir eser olmakla beraber, hüküm çıkarma noktasında İbâdî
fıkıh yöntemini ortaya koyan önemli bir niteliğe sahiptir.5 Rasâil ise, eserden söz eden Ferhât el-Ca’bîrî içeriğine değinmemekle birlikte, el yazma
nüshasının Tunus’un Cirbe adasında Mektebetu’l-Bârûniyye’de bulunduğunu ifade eder.6
Bu eserler, şu an sahip olduğumuz ilk İbâdî metinleri içerirler. Bunların
ardından İbâdîlik konusunda İbn Sellâm el-İbâdî (273/886)’nin Kitâbun fîhi
3
4
5
6
Bkz., Amr Halîfe en-Nâmî, Dirâsât ani’l-İbâdıyye, (Arapça Çev. Mîhâîl Hûrî, Thk. Muhammed
Sâlih Nâsır, Mustafa Sâlih Bâcû), Dâru’l-Ğarbi’l-İslâmî, Tunus, 2012, s.79, 137-138; Ferhât
el-Ca’bîrî, Devru’l-Medraseti’l-İbâdıyye fî’l-Fıkh ve’l-Hadârati’l-İslâmiyye, Dâru’l-Cüveynî li’nNeşr, Tunus, 1408/1988, s. 25-26; İbn İdrîsu, el-Fikru’l-Akadî ınde’l-İbâdıyye hattâ Nihâyeti’l-Karni’s-Sâlisi’l-Hicrî, Cem’ıyyetu’t-Türâs, Ğardâye Cezayir, 1424/2003, s. 173-174; Yıldız, Kendi Kaynakları Işığında Hâricîliğin Doğuşu ve Gelişimi, Araştırma Yay., Ank., 2010, s.
155-156; Amr Khalîfa en-Nâmî, “A Description of New Ibadi Manuscripts from North Africa”,
Journal of Semitic Studies, XV, (1970), s. 65-67; Orhan Ateş, “İbâzî Edebiyatı (Ebu’l-Kâsım
Berrâdî ve “er-Risâle fî Ba’dı Kütübi’l-İbâziye” Örneği)”, Dicle Üniv. İlah. Fak. Der., XIII/1,
Diyarbakır, 2011, s. 96; ayrıca Câbir b. Zeyd’in risaleleri, Saîd b. Halef el-Harûsî tarafından
tertip edilerek Cevâbâtu’l-İmâm Câbir b. Zeyd ismiyle Umân Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanmıştır. Bkz., Ferhât el-Ca’bîrî, 26.
Zâhir el-Hıcrî, el-İbâdıyye fî Ğarbi’l-İslâmî, Mektebetu’l-Cîli’l-Vâıd, Maskat, Umân, 1433/2012,
s. 187-189; ayrıca, Câbir b. Zeyd’in günümüze ulaşan eserlerinin çoğu, Umân Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanmıştır.
Bkz., Ferhât el-Ca’bîrî, 26; Vehîbî, el-Fikru’l-Akadî ınde’l-İbâdıyye, Mektebetu’d-Dâmirî li’nNeşr ve’t-Tevzî’, Umân, 1427/2006, s. 121-122; İbn İdrîsu, 174-175; Yıldız, 157-158; Orhan
Ateş, Günümüz Umman İbâdiyyesi, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Uludağ Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa, 2007, s. 24, 27-28; Amr Khalîfa en-Nâmî, “A Description of New
Ibadi Manuscripts from North Africa”, s. 65-68.
Ferhât el-Ca’bîrî, 27; ayrıca bkz., Vehîbî, 122-124.
62
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Bed’u’l-İslâm ve Şerâiu’d-Dîn’i7, Ebû Abdullah el-Kalhâtî (IV/X. yüzyıl)’nin elKeşf ve’l-Beyân’ı8, İbn Ömer el-Ezdî er-Rabî’ b. Habîb (175-180/791/796)’nin
el-Câmiu’s-Sahîh Müsnedu’l-İmâm er-Rabî’ b. Habîb’i9, Ebû Zekeriyyâ Vârcelânî (471/1078)’nin Kitâbu’s-Sîre ve Ahbâru’l-Eimme’si10, Müslime b.
Müslim el-Avtebî (V/XI. yüzyıl)’nin Kitâbu Ensâbi’l-Arab’ı11, Ebû Sehl Yahyâ (VI/XII. yüzyıl)’nın Akîdetu Ebî Sehl Yahyâ’sı12, Ebû’l-Abbâs ed-Dercînî
(670/1271)’nin Kitâbu Tabakâti’l-Meşâih bi’l-Mağrib’i13, Ebû’l-Kâsım el-Berrâdî (IX/XV. yüzyıl başları)’nin Kitâbu’l-Cevâhiri’l-Müntekât fî İtmâmi ma
Ehalle bihi Kitâbu’t-Tabakât’ı14 ile Ebû’l-Abbâs eş-Şemmâhî (928/1522)’nin
7
8
9
10
11
12
13
14
Eser, Hâricîlerin doğuşu ve tarihsel gelişiminin yanında, Kuzey Afrika’da yaşayan Hâricîlerle,
özellikle Rüstemîler Devleti ile ilgili bize önemli bilgiler vermektedir. Ayrıca, Hâricîlerin ve
özellikle İbâdîlerin inanç esasları açısından da değerli bilgiler verir. Amr Halîfe en-Nâmî’ye
göre bu eser, İbâdîlerin III/IX. yüzyıla kadar Kuzey Afrika’daki tarihsel gelişimleri ile ilgili
sahip olduğumuz en eski kaynak olup bu yüzden pek çok önemli özelliğe sahiptir. Bkz. Amr
Khalîfe en-Nâmî, “A Description of New Ibadi Manuscripts from North Africa”, s. 83.
İbâdîlerin teşekkül sonrası dönemlerini anlatan eser, önemli bir kaynak olup iki bölümden
oluşmaktadır. Eserin ilk bölümü, itikâdî konuları; ikinci bölümü ise, daha çok tarihsel konuları ele alır. Kalhâtî, ikinci bölümde fırkaları da ele alarak burada diğer fırkalarla birlikte
İbâdıyye’den bahsetmektedir. Mezhepler ile ilgili konular, eserde Hâricî/İbâdî bir bakış açısı
ile ele alınmaktadır. Bkz., Kalhâtî, el-Keşf ve’l-Beyân, (Thk. Seyyide İsmail Kâşif), Vizâratu’t-Türâsi’l-Kavmî ve’s-Sekâfe, Umân, 1400/1980.
Hicrî II. yüzyıldan günümüze intikal eden önemli hadis mecmualarından biri olan eser, İbâdîlerin en temel hadis kaynağıdır. İbâdîlerin hadise yönelik bakışını yansıtmakta olup onlar
arasında rivayet bakımından hadis kaynaklarının en sahihi, âlî isnadlı olması sebebiyle de
senet bakımından en üstünü olarak kabul görmüştür. Bu yönüyle eser, İbâdîler arasında
Kur’an-ı Kerîm’den sonraki en sağlam kitap olarak kabul edilir. Bkz., İbn Ömer el-Ezdî elCâmiu’s-Sahîh Müsnebu’l-İmâm er-Rabî’ b. Habîb, (Thk. Ebû Ya’kûb el-Vârcelânî), Mektebetu’s-Sekâfeti’d-Dîniyye, Maskat, 1415/1995.
Kuzey Afrika’da İbâdîliğin yayılışı ile Rüstemîler Devleti’ni ele alan eserde Kuzey Afrikalı İbâdî alimler hakkında bol miktarda verilen bilgilerin yanında İbâdîler ile ilişkileri bağlamında
Fâtımîlerden de bahsedilir. Bkz., Vârcelânî, Kitâbu’s-Sîre ve Ahbâru’l-Eimme, (Thk. Abdurrahman Eyyûb), Tunus, 1405/1985).
Kahire’de Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye’de el yazması halinde bulunan eser, hem İbâdîliğin tarihsel
gelişimi, hem de Umân’ın bölgesel tarihi açısından önemli bir kaynak olarak kabul edilir. Eser,
İbâdî fikirlerin bu bölgede yayılması ile özellikle burada ciddi bir rolü olan Hameletu’l-Ilm ile
ilgili de güzel bilgiler verir. Ayrıca, Yemen ve Hadramut’taki İbâdî hareketin gelişimi ve bu bölgedeki İbâdîlerin Umân İbâdîleri ile ilişkilerine dair çeşitli bilgiler verir. Avtebî, bunların yanında Arap yarımadasının güneydoğu bölgesinde yaşayan kabilelerle ilgili, özellikle kendi kabilesi
olan Ezd ile ilgili de önemli bilgiler vererek Ezd kabilesinin İbâdî hareketinin doğuşunda ve
Umân’daki gelişiminde oynadığı role işaret eder. Bkz., İvaz Muhammed Halîfât, Neş’etu’l-Haraketi’l-İbâdıyye, Vizâratu’t-Türâs ve’s-Sekâfe, Maskat, Umân, 1423/2002, s. 16.
İbâdî inançlarına yönelik önemli bilgiler veren Akîdetu Ebî Sehl Yahyâ, Pierre Cuperly tarafından üzerinde bazı değerlendirmeler yapılarak metin halinde Cahiers de Tunisie dergisinde
(XXX, 1982, s. 41-69) yayınlanmıştır.
İki bölümden ibaret olan eserin ilk bölümünde, İbâdîlerin Kuzey Afrika’ya gelişi, Rüstemîlerin kuruluşu ve Mağrib menşeli İbâdî alimlerin hayat hikayeleri anlatılmakta olup eser,
Vârcelânî’nin Kitâbu’s-Sîre’sinin özeti gibidir. İkinci bölümde ise, Vârcelânî’nin bahsetmediği
İbâdî müellifler ile yine, İbâdîlerin tanınmış kişileri ele alınır. Özellikle ikinci bölüm, alim
ve müelliflerin biyografilerine yöneliktir. Eser, İbâdîlerin Kuzey Afrika’daki tarihlerine dair
vazgeçilmez bir niteliğe sahiptir. Bkz., Dercînî, Kitâbu Tabakâti’l-Meşâih bi’l-Mağrib, (Thk.
İbrâhîm Tallâye), Cezayir 1974.
Edisyon kritiği halen yapılmamış olan eserde Hz. Peygamber’in hayatından başlanarak Rüstemî devlet başkanı Muhammed b. Eflah’ın hilâfetine kadar geçen dönem İbâdıyye’ye özgü
bir biçimde ele alınır. Bkz., E. Ruhi Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, AÜİF. Yay., Ank.,
1983, s. 11-12.
İbâdîlik Araştırmalarında Önemli Bir İsim: Tadeusz Lewicki
63
Kitâbu’s-Siyer’i15 gibi bizzat İbâdî müelliflerin yazmış olduğu eserler, günümüzde bilinmektedir.
İbâdîlik ile ilgili İbâdî müelliflerin dışında diğer mezhep mensuplarının
da onlarla ilgili yazmış olduğu bazı dokümanlar bulunmaktadır. Bu dokümanları, biz “Makâlât” ve “Milel ve Nihal” gibi eserlerde görmekteyiz. Bilindiği
üzere “Makâlât” ve “Milel ve Nihal” gibi eserler, Mezhepler Tarihi sahasının
temel kaynakları olan ve genel olarak III/IX. yüzyıldan itibaren yazılmaya
başlanan eserlerdir. Bunların içinde ilk akla gelenler ise, Ebû’l-Hasan elEş’arî (324/935)’nin Makâlâtu’l-İslâmiyyîn ve İhtilâfu’l-Musallîn’i, Abdülkâhir
el-Bağdâdî (429/1038)’nin el-Fark beyne’l-Fırak’ı, İbn Hazm (456/1064)’ın
el-Fasl fî’l-Milel ve’l-Ehvâi ve’n-Nihal’i, Neşvânu’l-Hımyerî (537/1178)’nin elHûru’l-Îyn’i ile Ebû’l-Feth Şehristânî (548/1153)’nin el-Milel ve’n-nihal’i gibi
eserlerdir.
İbâdîlik ve İbâdîler ile ilgili bu klasik çalışmaların yanında çağdaş bazı
araştırmaların da yapıldığı görülmektedir. Bu noktada özellikle, yıllardan
beri konu ile batılı araştırmacıların ilgilendiği ve kayda değer eserlerin yazıldığı dikkat çekmektedir. Batı dünyasında yapılan ilk çalışma, Ebû Zekeriyyâ
Vârcelânî’nin önemli eseri olan Kitâbu’s-Sîre’nin Emile Masqueray tarafından
yapılan Fransızca çevirisidir.16 Batılıların çalışmalarının bu çeviri ile başladığı görülmektedir. Batı dünyasında bu alanda öncü olan bu çalışma, daha
sonra başka araştırmacıları da İbâdîler’in tarih ve inançları ile ilgilenme konusunda cesaretlendirmiştir.
İbâdî yazmaları üzerine ilk çalışan isim, Aussi de Calassanti Motylinski’dir. Motylinski, İbâdîlik üzerine yaptığı çalışmada Berrâdî’nin el-Cevâhir’de
zikrettiği İbâdî müelliflere işaret etmiş ve özellikle Vârcelânî’nin Sîre’si, Dercînî’nin Tabakât’ı, Berrâdî’nin Cevâhir’i ile Şemmâhî’nin Siyer’i gibi önemli
eserlerin muhtevalarıyla ilgili faydalı bilgiler vermiştir.17 Bu çalışmanın Motylinski’den sonra İbâdîlik’le ilgilenen araştırmacıları yönlendirdiği anlaşılmaktadır. Ayrıca Motylinski, Kuzey Afrika’da İbâdî Rüstemîler Devleti dönemi tarihçilerinden İbnu’s-Sağîr el-Mâlikî’nin Târîhu’l-Eimmeti’r-Rüstemiyyîn isimli
15 Vârcelânî’nin Kitâbu’s-Sîre’si ile Dercînî’nin Tabakât’ı ve Berrâdî’nin el-Cevâhir’inden derlenmiş olan, aynı zamanda bunları da tamamlayıcı bir özelliğe sahip olan eser, ilk Hâricîler
olarak kabul edilen Muhakkime’den itibaren Hâricîlerin fırkalara ayrılışları ile İbâdîlerin tarihsel gelişimini, ayrıca, belli başlı İbâdî alimlerin yanında Kuzey Afrika Hâricîleri ile ilgili
önemli hadiseleri de içerir. Bkz., Şemmâhî, Kitâbu’s-Siyer, (Thk. Muhammed Hasan), Dâru’l-Medâri’l-İslâmî, Beyrut, 2009.
16 Masqueray, Chronique d’Abou Zakaria, Alger, 1878; ayrıca Masqueray’ın Formation des
Cités Chez Les Populations Sédentaires de L’Algérie (Kabyles du Djurdjura, Chaouia de
l’Arouas, Beni Mezâb) (Rue Bonaparte, Paris, 1886) isimli başka bir çalışması daha vardır.
17 Motylinski’nin çalışması, “Les Manuscripts Arabe de Zouagha” adını taşımakta olup 1905
yılında yapılan Oryantalistler toplantısında bildiri olarak (Actes du XIV. Congres International des Orientalistes, 2, 4 section, (ss. 79-92) sunulmuştur. Bkz., İvaz Muhammed
Halîfât, 26.
64
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
eserinin tahkik ve tercümesini yapmıştır.18 Yine Motylinski, Amr b. Cümî’nin
İbâdî akidesi ile ilgili eserini Fransızca’ya çevirmiştir.19
Motylinski’nin ardından İtalyan oryantalist Carlo Alfonso Nallino, Kuzey
Afrika İbâdîliğini merkeze alarak Mu’tezile’nin İbâdî inançları üzerindeki etkisine dair bir araştırma yaptı. Araştırma, Mutezile ile İbâdîlik arasındaki
ilişkileri fikri açıdan ele almaktadır.20 Yine Kuzey Afrika’da yaşayan İbâdîlerin tarihi üzerine ilk eser yazanlardan biri, Alman müsteşrik Rudolf Strothmann’dır. Strothmann, daha çok Kuzey Afrika’nın kadim topluluklarından
biri olan Berberîler’in aynı bölgede yaşayan İbâdîler ve İbâdî hareketle ilişkisi
üzerine yoğunlaşmıştır.21
Görüldüğü gibi İbâdî tarih ve inançları üzerine yapılan çalışmalar dikkat
çekicidir. Bunlardan birisi de, Sigismond Smogorzewski’nin Kuzey Afrika’da
yaşayan İbâdîler üzerinde yakın komşuları sayılan Mâlikîler ile aralarındaki
ilişkiyi ve değişik farklılıkları inceleyerek yaptığı araştırmadır.22 Öte yandan
Smogorzewski, İbâdîlerin özellikle Vehbîler kolu üzerinde de bibliyoğrafik bir
çalışma daha yapmıştır.23
İtalyan oryantalist Roberto Rubinacci’nin de İbâdîlik üzerine güzel çalışmaları bulunmaktadır. Örnek olarak, bir çalışmasında Napoli Üniversitesi
Doğu Araştırmaları Enstitüsü’nde mevcut olan yazmaları ortaya koymuş,
elyazmalarının muhtevaları ve İbâdîlik araştırmalarındaki önemi üzerinde
durmuştur.24 Rubinacci, Berrâdî’nin en önemli eseri olan el-Cevâhir üzerine de güzel bir inceleme yapmıştır.25 Yine Rubinacci, İbâdî bir müellif olan
18 Motylinski’nin “Chronique d’Ibn Saghir sur les imams Rostemides de Tahert” isimli çalışması, diğeri gibi, 1905 yılında yapılan Oryantalistler toplantısında (Actes du XIV. Congres
International des Orientalistes, Alger 1905, (ss. 3-132) sunulmuştur. Bkz., İvaz Muhammed
Halîfât, 31.
19 Motylinski, “L’Aqida des Abadhites” adını taşıyan çevirisi, 1905 yılında (Recueil de Memoires
et de Textes Publies en L’honneur du XIV Congres des Orientalistes, Alger 1905, (ss. 3-132)
yayınlanmıştır. Bkz., Amr Halîfe en-Nâmî, Dirâsât ani’l-İbâdıyye, s. 36; İvaz Muhammed
Halîfât, 34;
20 Nallino’nun “Rapporti fra la Dogmetica Mu’tazilita e quella degli Ibaditi dell’Africa Settentrionale” isimli çalışması, 1918 yılında (RSO., VII, (ss. 455-460) yayınlanmıştır. Bkz., Amr Halîfe
en-Nâmî, Dirâsât ani’l-İbâdıyye, s. 36; İvaz Muhammed Halîfât, 34; ayrıca geniş bilgi için
bkz., Ateş, Mu’tezile İbaziyye Etkileşimi, İst., 2014.
21 Rudolf Strothmann, “Berber und Ibaditen”, Der Islam, XVII, (1928), s. 258-279.
22 Smogorzewski’nin makalesi, “Un Poeme abadite sur certaines divergences entre les Malikites
et les Abadites” ismini taşımakta olup 1928 yılında (Rocznik Orientalistyczny, II, (ss. 260268) yayınlanmıştır. Bkz., Amr Halîfe en-Nâmî, Dirâsât ani’l-İbâdıyye, s. 36; İvaz Muhammed
Halîfât, 35.
23 Smogorzewski, “Essai de Bio-bibliographie Ibadite-Wahbite”, Rocznik Orientalistyczny, V,
1928, s. 45-47.
24 Rubinacci’nin “Notizia di alcuni manoscritti ibaditi Presso L’Instituto Universitario Orientale
di Napoli” ismindeki makalesi, 1949 yılında (AION., N. S. Vol. 3, (ss. 431-439) yayınlanmıştır. Bkz., İvaz Muhammed Halîfât, 27; ayrıca Amr Halîfe en-Nâmî, Rubinacci’nin yazmış
olduğu bu makalenin Fuad Seyyid’in Kahire’de Dâru’l-Kütüb’de bulunan İbâdî yazmalarına
dair hazırlamış olduğu listeyi de içerdiği için önemli olduğunu söylemektedir. Bkz., Dirâsât
ani’l-İbâdıyye, s. 34.
25 Rubinacci, “Il Kitab al-Gawahir de al-Barradi”, AION., VI, (1954-1956), s. 95-110.
İbâdîlik Araştırmalarında Önemli Bir İsim: Tadeusz Lewicki
65
Ebû Zekeriyyâ el-Cennâvûnî’nin Kitâbu Akîdeti’t-Tevhîd’ine dayanarak İbâdîlik ile diğer İslam mezhepleri arasındaki ilişkiyi açıklamış, bu çalışmaya
Cennâvûnî’nin eserinin tercümesini de ilave ederek ayrı bir önem kazandırmıştı.26 Rubinacci’nin İbâdî hareketin özellikle Basra’daki gelişimi üzerinde
durduğu yazısı da önemlidir.27 Öte yandan İbâdî fıkhı konusunda taharet
(temizlik) üzerinde İbâdîlerle diğer mezheplerin görüşlerini karşılaştıran bir
makale yayınladı.28 Yine, İbâdîlerin Emevi halifesi Abdülmelik b. Mervan’la
ilişkileri üzerine başka bir araştırması vardır.29 Bu çalışmaların dışında Rubinacci’nin İslam Ansiklopedisine İbâdîlikle ilgili olarak yazdığı “Azâriqa” ve
“Djâbir b. Zayd” isimli maddeleri de önemli çalışmalardır.30
İbâdî yazmaları üzerinde Josef Schacht, Cezayir’in güneyindeki Mizâb
bölgesini ziyaret ederek burada bulunan özel kütüphanelerdeki, özellikle de
Kutbu’l-Eimme diye meşhur olan İbâdî şeyhi Ebû İshak İbrâhîm Ettafeyyiş’in
kütüphanesindeki İbâdî tarih ve inançları ile ilgili yazmaları görmüş ve bu
yazmaların listesini bir makalesinde yayınlamıştı.31 Daha sonra Wladyslaw
Kubiak, “Polonya’da Arap Yazmaları” ismiyle yapmış olduğu çalışmada Polonya’nın Krakow şehrindeki Doğu Araştırmaları Enstitüsü ile Milli Müze’de
bulunan İbâdî yazmalarını içeren bir liste yayınlayarak bu listede Varcelânî,
Avtebî, Dercînî ve Şemmâhî gibi önemli İbâdi müelliflerin Kuzey Afrika İbâdîlerinin tarih ve inançlarını içeren eserleriyle ilgili bilgi vermiştir.32
İbâdîlik konusunda İngiliz oryantalist John C. Wilkinson’un da kayda değer çalışmaları vardır. Umân tarihini incelemekle işe başlayan Wilkinson,
doktora çalışmasında Arap kabilelerinin bu bölgeye yerleşimini ve burada
İbâdî imameti ile ilişkilerini ele almıştır.33 Wilkinson, bu çalışmanın ardından
İbâdîlik ve yerel Umân tarihi üzerine pek çok makale yayınlamıştır. İbâdî
hareketin Umân’a İbâdî tüccarlar kanalıyla girdiğini ve burada yayıldığını
makalelerinde belirten Wilkinson, Arap kabilelerinin Umân’a göçleri ve bu
bölgeye yerleşmeleri ile bu kabilelerin bu bölgenin tarihinin inşasındaki rolü
üzerinde önemli bilgiler verir.34 Ayrıca, İbâdî imameti ile ilgili inceleme de
26 Rubinacci, “La Professione di fede di al-Gannawuni”, AION., XIV, (1964), s. 552-592.
27 Rubinacci, “The Ibâdis”, Religion in the Middle East, (Ed. A. J. Arberry), Cambridge, 1969, II,
s. 302-317.
28 Rubinacci, “La Purita Rituale Secondo gli Ibaditi”, AION., VI, (1954-1956), s. 1-41.
29 Rubinacci, “Il califfo Abd al-Malik b. Marwan e gli Ibaditi”, AION., III, (1953), s. 99-181.
30 Rubinacci, “Azâriqa”, EI, I, Leiden, 1986, s. 810-811; Rubinacci, “Djâbir b. Zayd”, EI, II, Leiden, 1954, s. 359-360.
31 Josef Schacht, “Bibliothèques et Manuscripts Abadites”, Revue Africaine, 100, 1956, s. 375398.
32 Kubiak’ın çalışması, “el-Mahtûtât el-Arabiyye fî Bûlûnyâ” adını taşımakta olup 1959 yılında
(Mecelletu Ma’hedi’l-Mahtûtâti’l-Arabiyye, V/I, (ss. 7-22) Kahire’de yayınlanmıştır. Bkz., Amr
Halîfe en-Nâmî, Dirâsât ani’l-İbâdıyye, s. 34; İvaz Muhammed Halîfât, 27.
33 Wilkinson’un doktora tezi, Arab Settlement in Oman: The Origins and Development of the Tribal Pattern and its Relationship to the Imamate ismini taşımakta olup Oxford’da 1969 yılında
tamamlanmıştır. Bkz., İvaz Muhammed Halîfât, 33.
34 Bkz.,Wilkinson, “The Early Development of the Ibâdî Movement in Basra”, Studies on the
First Century of Islamic Society, (Ed. G. H. A. Juynboll), Southern Illıonis University Press,
Carbondale & Edwardsville, 1982, s. 125-144; Wilkinson, “The Origins of the Omani State”,
66
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
yapan Wilkinson, İbâdî terminolojisindeki ismiyle Zuhûr dönemindeki İbâdî
imametinden bahsetmektedir.35
Yine önemli ve ciddi çalışmaları bulunan oryantalistlerden Josef Van Ess,
bu konu ile ilgili yaptığı araştırmada Tunus’un Cirbe adası ile Cezayir’in
Mizâb vadisindeki bazı İbâdî kütüphanelerinde bulunan yazma eserlerle ilgili
bilgi vermektedir. İvaz Muhammed Halîfât’ın ifadesiyle, İbâdî araştırmaları
bibliyografyası açısından Van Ess’in çalışması, Amr Halîfe en-Nâmî’nin bu
konuda yazmış olduğu makale ile birlikte önemli bir boşluğu doldurmaktadır.36
Burada görüldüğü gibi, batılı araştırmacıların İbâdîlik ve İbâdîler ile ilgili
çaba ve çalışmaları, özellikle İbâdîlerin yaşadığı bölgelerde bulunan kütüphane ve müzelerde, hatta buralarda ulaşabildikleri özel kütüphanelerdeki
İbâdî yazmalarını keşfetmeleriyle başlamıştır. Onlar, bu yazmalarla ilgili, öncelikle bibliyografik listeler oluşturmuşlar, bu çabayı İbâdîliğin tarihsel gelişimi ve bazı inanç ve öğretileri üzerine yapılan çeşitli araştırmalar takip etmiş ve arkasından farklı coğrafyalarda yaşayan günümüz İbâdî toplulukları
üzerine değişik boyutlarıyla yapılan araştırmalar ortaya çıkmıştır. Bu noktada Libyalı araştırmacı Amr Halîfe en-Nâmî’nin de ifade ettiği gibi, batılıların
araştırmalarında özelikle İbâdî fıkıh ile kelamının ciddi biçimde ihmal edildiği
ortaya çıkmaktadır.37 Öte yandan, İbâdîliğin tarihsel gelişimi ile ilgili olarak
bu çalışmalarda daha çok İbâdî hareketinin sonraki dönemleri üzerinde yoğunlaşıldığı, buna karşılık hareketin hicrî ilk iki asırda Basra’daki doğuş ve
gelişim süreci olan “kitmân devri”nin yeterince ele alınmadığı dikkat çekmektedir.
Müslüman araştırmacıların konu ile ilgili çalışmalarına bakıldığında, Libyalı İbâdî bir araştırmacı olan Amr Halîfe en-Nâmî, Cambridge’de yapmış
olduğu doktora çalışması ile bu anlamda ilk örnek durumundadır.38 Çalışmamızın başlarında Sâlim b. Zekvân’ı bilim dünyasında tanıttığını ifade ettiğimiz Amr Halîfe en-Nâmî, doktora çalışmasında öncelikle konu ile ilgili
kendisinden önce yapılan çalışmalar hakkında bilgi vermekte, arkasından
35
36
37
38
The Arabian Peninsula, (Ed. D. Hopwood), London, 1972, s. 67-88; Wilkinson, “Ibâdî Theological Literature”, Religion, Learning and Science in the Abbasid Period, (Ed. M. J. L. Young,
J. D. Latham, R. B. Serjeant), Cambridge University Press, Cambridge, 1990, s. 33-39; Wilkinson, “Bio-bibliographical Background to the Crisis Period in the İbâdi Imâmate of Oman
(End of 9th to end of 14th Century)”, Arabian Studies, XXX, London 1976, s. 137-164.
Wilkinson, “The Ibadi Imama”, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, 39,
(1976), s. 535-551.
Van Ess’in “Unter suchungen zu einigen ibaditischen Handschriften” isimli makalesi, 1976
yılında (ZDMG., Band 126, Heft 1, (ss. 25-63) yayınlanmıştır. Bkz., İvaz Muhammed Halîfât,
29.
Amr Halîfe en-Nâmî, Dirâsât ani’l-İbâdıyye, s. 33.
Amr Khalîfa en-Nâmî, Studies in Ibadism (Al-Ibadhiya), (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Cambridge University Press, Cambridge, 1971; söz konusu çalışmanın Arapça çevirisi de, Mîhâîl
Hûrî tarafından yapılmıştır. Bkz., Amr Khalîfa en-Nâmî, Dirâsât ani’l-İbâdıyye, (Arapça Çev.,
Mîhâîl Hûrî, Thk. Muhammed Sâlih Nâsır, Mustafa Sâlih Bâcû), Dâru’l-Ğarbi’l-İslâmî, Tunus, 2012.
İbâdîlik Araştırmalarında Önemli Bir İsim: Tadeusz Lewicki
67
İbâdıyye’nin doğuşu ile İbâdîlerin Hâricîlik konusundaki görüşlerine değinerek İbâdîler’le Hâricîler arasındaki ilişkiyi sorgulamaktadır. Daha sonra
sırasıyla Câbir b. Zeyd, Ebû Ubeyde Müslim b. Ebî Kerîme gibi Basra İbâdî
cemaatinin önemli liderleri ile ilgili değerli bilgiler vererek bu çerçevede İbâdîliğin gelişim sürecine değinmiştir. Ayrıca, İbâdî fıkhı, İbâdî hadis çalışmaları
ve İbâdî kelamı ile ilgili daha önce hiçbir yerde geçmeyen pek çok orijinal
bilgiler vermiş, arkasından İbâdîlik’teki velâyet ve berâet inancı ile Mesâliku’d-dîn denilen İbâdî davetinin gelişim aşamaları hakkında güzel açıklamalarda bulunmuştur. Amr Halîfe en-Nâmî, yapmış olduğu bu çalışma ile,
İbâdîlik konusunun bilim dünyasında artık farklı boyutları ile tanınmasına
da katkı sağlamış oldu.
Amr Halîfe en-Nâmî, doktora tezinin dışında ayrıca, Josef Van Ess ile birlikte yukarıda ifade ettiğimiz gibi, hacimli bir makale yazarak burada Libya’nın Cebel-i Nefûse ve Cezayir’in Mizâb bölgesi ile Tunus’a bağlı Cirbe
adasındaki İbâdî kütüphanelerinde mevcut olan bazı yazmalar hakkında
bilgi vermiştir. Bunların içinde Câbir b. Zeyd ile Ebû Ubeyde Müslim b. Ebî
Kerîme gibi önemli İbâdî alimlerin yazdığı yazmaların yanı sıra günümüze
ulaşmayan kayıp bazı yazmaların isimlerine de işaret edilmiştir.39 Amr Halîfe
en-Nâmî’nin dışında İbâdî kaynakları ve bibliyoğrafyası ile ilgili olarak Farûk
Ömer Fevzî, “Umân Tarihi Üzerine Bir Bibliyoğrafya” isimli çalışmasında
Umân tarihi ile ilgili olan Umânlı alimlerin telif etmiş olduğu İbâdî eserlerin
bir kısmına işaret etmiştir.40
Amr Halîfe en-Nâmî ile aynı dönemde yapılmış bir doktora çalışması da,
yine İbâdî kökenli araştırmacı olan İbrâhîm Fahhâr’a aittir. O, Sorbonne’da
yapmış olduğu doktora çalışmasında41 Hicrî III. yüzyılın sonunda Fatımîlerin
Kuzey Afrika’yı fethi sonrasında bu bölgede yaşayan İbâdî cemaatler üzerinde çalışmış ve konu ile ilgili güzel bilgiler vermiştir. Ayrıca, pek çok genel ve
hususi kütüphaneden faydalanarak Libya, Tunus ve Cezayir’deki İbâdî yazmalarının çoğuna eserinde işaret etmektedir.
Bu çerçevede Mahmûd İsmâîl Abdürrâzık’ın yapmış olduğu çalışmalar da
önemlidir. O, el-Harekâtu’s-Sirriyye fî’l-İslâm Ru’yetun Asriyye isimli eserinde İbâdî hareketin gelişim döneminin ilk aşamalarından biri olan Hameletul-Ilm teşkilatına değinir ve bu yöndeki gelişmeleri bize anlatır.42 Mahmûd
İsmâîl Abdürrâzık’ın asıl çalışması, aynı zamanda bir doktora çalışması olup
el-Havâric fî Bilâdi’l-Mağrib hattâ Muntesafi’l-Karni’r-Râbii’l-Hicrî ismini taşı39 Amr Khalîfa en-Nâmî, “A Description of New Ibadi Manuscripts from North Africa”, Journal of
Semitic Studies, XV, (1970), s. 63-87.
40 Fârûk Ömer Fevzî’nin “Bibliyûğrâfiyye fî Târîhi Umân” isimli makalesi, 1974 yılında (Mecelletu’l-Mevrıd, Bağdat, IV) yayınlanmıştır. Bkz., İvaz Muhammed Halîfât, 28-29.
41 İbrâhîm Fahhâr’ın doktora tezi, Les Communautes Ibadites en Afrique du Nord Libye, Tunisie,
Algerie, depuis les Fatimides ismini taşımakta olup Fransa’nın Sorbonne Üniversitesi’nde
1971 yılında tamamlanmıştır. Bkz., İvaz Muhammed Halîfât, 30.
42 M. İsmâîl Abdürrâzık’ın bu eseri, Kahire’de 1973 yılında yayınlanmıştır. Bkz., İvaz Muhammed Halîfât, 39.
68
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
maktadır. 1976 yılında tamamlanan çalışmada hicrî ilk yüzyılın sonlarında
Kuzey Afrika’da Sufrî ve İbâdî gibi Hâricî fikir ve grupların ortaya çıkış ve
yayılışından hicrî dördüncü yüzyılın ortalarına kadar Fâtımîler tarafından
siyasal güçlerinin ortadan kalktığı döneme kadar Midrârîler ve Rüstemîler
gibi Hâricî hareketlerine dair ayrıntılı bilgi verilmektedir. Eserin en önemli
özelliği, Hâricîler, özellikle İbâdîlerin Kuzey Afrika’daki tarihsel gelişimlerini
siyasal, sosyal ve kültürel boyutları ile derinlikli bir şekilde ortaya koymasıdır. Öte yandan, müellifin bu noktada bazı İbâdî yazma ve matbû kaynakları
kullandığı gibi, Sünnî ve Şîî kaynakları da kullanmış olması, eserin özgünlüğü ile değerini artıran önemli bir husustur.43
Amr Halîfe en-Nâmî, Farûk Ömer Fevzî, İbrâhîm Fahhâr ve Mahmûd İsmâîl Abdürrâzık gibi araştırmacıların yanında yakın dönemde yaşamış olan
Ebû İshak Ettafeyyiş, Beyyûd İbrâhîm b. Ömer, Süleyman el-Bârûnî, Ali Yahyâ Muammer, Muhammed Ali Debbûz, Nûru’d-dîn Sâlimî, Beyâsî ve Sâlim b.
Hamd el-Hârisî gibi44 İbâdî müelliflerin konu ile ilgili güzel çalışmaları bulunmaktadır. Bu çalışmalar, İbâdîliğin hem tarihsel gelişimi, hem de inanç ve
öğretileri noktasında pek çok konunun aydınlatılması açısından bize önemli
bilgiler verip katkılar sunmaktadırlar. Bu müelliflerin, İbâdîliğin diğer Müslümanlar tarafından daha iyi ve doğru bir şekilde anlaşılmasına yönelik ciddi
çabalar sarf ettikleri, yazmış oldukları eserler ve faaliyetlerinden anlaşılmaktadır.
İbâdî kökenli bu araştırmacıların içinde Libya’nın Cebel-i Nefûse bölgesinden olan Ali Yahyâ Muammer’in çalışmaları önemlidir. Cezayirli Şeyh Beyyûd İbrâhîm b. Ömer’in öğrencisi olan Ali Yahyâ Muammer’in çalışmaları
İbâdîliği, özellikle Kuzey Afrika İbâdîliği’nin doğuş ve gelişimi ile inanç yapısı
hakkında bize değerli bilgiler vermektedir. Bu noktada onun özellikle birkaç
cilt halinde basılan el-İbâdıyye fî Mevkibi’t-Târîh adlı eseri dikkate değer bir
özelliğe sahip olup önemli ölçüde Kuzey Afrika’da yaşayan İbâdîlerin yetiştirmiş olduğu alim ve müelliflerin biyografileri hakkında bize önemli bilgiler
vermektedir. Öte yandan eser, İbâdîlerin bu bölgede yaşamış olduğu ülke ve
coğrafi bölgelerle ilgili de bize bilgi vermektedir.45
Ali Yahyâ Muammer’in bir diğer eseri olan el-İbâdıyye beyne’l-Fıraki’l-İslâmiyye ınde Küttâbi’l-Makâlât fî’l-Kadîm ve’l-Hadîs adlı eser, hem klasik hem
de çağdaş kaynaklardaki bilgilerden hareketle İbâdîliği ortaya koymaktadır.
Eş’arî, Bağdâdî, İbn Hazm, Şehristânî ve Isferâyînî gibi klasik müelliflerin
eserlerinin yanında Ali Mustafa el-Ğurâbî, Muhammed Ebû Zehra, Abdülkâdir Şeybe, Izzüddîn et-Tenûhî ile İbrâhîm Abdülbâkî gibi çağdaş müeliflerin
eserlerinde İbâdîlerle ilgili verilen bilgileri değerlendirir. Son kısımda ise Nal43 M. İsmâîl Abdürrâzık, el-Havâric fî Bilâdi’l-Mağrib hattâ Müntesafi’l-Karni’r-Râbii’l-Hicrî, Dâru’s-Sekâfe, Fas, 1406/1985.
44 Bkz., İvaz Muhammed Halîfât, 40-43; Amr Halîfe en-Nâmî, Dirâsât ani’l-İbâdıyye, s. 39-40.
45 Ali Yahyâ Muammer, el-İbâdıyye fî Mevkibi’t-Târîh, Mektebetu’d-Dâmirî li’n-Neşr ve’t-Tevzî’,
Umân, 1409/1993.
İbâdîlik Araştırmalarında Önemli Bir İsim: Tadeusz Lewicki
69
lino başta olmak üzere bazı oryantalistlerin görüşleri ortaya konulup eleştirilir.46
Son dönemin Umân tarihçilerinden olan Nûru’d-dîn Sâlimî’nin yazmış olduğu Tuhfetu’l-A’yân bi Sîrati Ehli Umân isimli eser de önemlidir. Pek çok
kaynağa dayandığı görülen Sâlimî, eserinde Umân bölgesinde İbâdîliğin doğuş ve gelişim seyrine dair önemli bilgiler verir.47
Bu çerçevede Şeyh Beyyûd İbrâhîm b. Ömer’in diğer bir öğrencisi olan
Muhammed Ali Debbûz’un Târîhu’l-Mağribi’l-Kebîr isimli eseri de önemli görülebilir. Kuzey Afrika coğrafyası, özellikle Mağrib ülkelerindeki müslümanların tarihinin ele alındığı eserin üçüncü bölümünde İbâdîlikle ilgili güzel
bilgiler verilmektedir. Debbûz, tamamıyla kendine özgü bir üslup içinde İbâdîliğin doğuşundan itibaren Basra ve diğer bölgelerde yetişen alimlerle ilgili
bilgi verdiği gibi, Kuzey Afrika’daki İbâdîlerden, özellikle Rüstemîler’in tarihi
ile ilgili de bilgi vermektedir.48
Bu noktada son olarak ifade edebileceğimiz çalışma, Nâyif Ma’rûf’un hazırlamış olduğu el-Havâric fî’l-Asri’l-Ümevî Neş’etuhum, Târîhuhum, Akâiduhum, Edebuhum isimli çalışmadır.49 Aynı zamanda bir doktora çalışması olan
eserde Hâricîliğin doğuşu ve bunu hazırlayan kabîle asabiyeti, kurrâ tabakası ve Arap toplumundaki aşırı eğilimler gibi bazı etkenler ve Emevîler döneminde Hâricîliğin gelişimi üzerinde durulmaktadır. Ayrıca, Hâricî inançları ve
Hâricîlerin alt grupları ile Hâricîlerin şiir ve hitabet gibi farklı edebî yönleri,
bilimsel bir bakış tarzı ile ele alınmaktadır. B) Tadeusz Lewicki’nin Yaşamı
Tadeusz Lewicki, 29 Ocak 1906 tarihinde şimdi Polonya’ya bağlı olan,
o dönem ise, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu sınırları içinde bulunan
Galiçya’nın Lemberg (Lviv/Lwow) şehrinde doğmuştur. Yüksek öğrenimini
Lwowski Üniversitesi’nde yaptığı görülen Lewicki, ardından aynı üniversitede
‘Kuzey Afrika tarihi’ üzerine çalışarak doktorasını tamamlamıştır (1931). Doktora yaptığı bu dönem, onun yetişmesi ve kendisini geliştirmesinde oldukça
önemli bir dönem olup bu dönemde aynı zamanda tez danışmanlığını yapmış
olan Profesör Sigismond Smogorzewski, onun üzerinde ciddi anlamda etkili
olmuştur. Smogorzewski’nin kültür, birikim ve özellikle metodolojisinin onu
bundan sonraki çalışmalarında da yönlendirmiş olduğu anlaşılmaktadır.
46 Ali Yahyâ Muammer, el-İbâdıyye beyne’l-Fıraki’l-İslâmiyye ınde Küttâbi’l-Makâlât fî’l-Kadîm
ve’l-Hadîs, Umân, 1410/1994.
47 Nûru’d-Dîn Sâlimî, Tuhfetu’l-A’yân bi Sîrati Ehli Umân, (Thk., Ebû İshak İbrâhîm Ettafeyyiş),
I-II, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Kahire, 1380/1961.
48 Muhammed Ali Debbûz, Târîhu’l-Mağribi’l-Kebîr, Müessesetu Tâvâlt es-Sekâfiyye, Cezayir,
2010.
49 Nâyif Ma’rûf, el-Havâric fî’l-Asri’l-Ümevî Neş’etuhum, Târîhuhum, Akâiduhum, Edebuhum, Dâru’t-Talîa, Beyrut, 1397/1977.
70
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Doktora sonrasında ise, Paris’te Sorbonne Üniversitesi ile Collège de
France’de çalışmalar yapmış (1931-1934), ardından Cezayir, Tunus ve Libya
gibi Kuzey Afrika ülkelerine giderek çalışmalarına devam etmişti. 2. Dünya
savaşının hemen öncesinde ülkesi Polonya’ya dönen Lewicki, 1949 yılında
Krakow Jagiellonski Üniversitesi’nde Filoloji (Doğu Dilleri) bölümünde öğretim üyeliğine başlamış ve çalışmalarına burada devam etmiştir. Bu süreç
içerisinde bölüm başkanlığı görevini de üstlenerek idari olarak da görev üstlenmiş ve bu görevi uzun süre sürdürmüştü. 1954 yılında doçent, 1960 yılında ise Profesör olan Lewicki, daha sonra Şarkiyat Enstitüsü müdürlüğüne
atanmış (1969) ve bu görevi, emekli oluncaya kadar sürdürmüştü (1976). Öte
yandan Lewicki, mesleki görevlerinin yanı sıra, üyesi olduğu Polonya Bilimler Akademisi’nin müsteşrikler kuruluna başkanlık yapmış, Polonya Etnoloji
Derneği’nin üyesi olmuş, yine Doğu Eserler Müzesi müdürlüğü ile Przeglad
Orientalistyczny (Doğu Araştırmaları Dergisi)’nin editörlüğünü yapmış, bu
yoğun ve tempolu yaşamın sonunda 22 Kasım 1992 tarihinde Krakow’da
ölmüştür.50
Üniversitede çalıştığı süre içerisinde geniş bir alanı içeren pek çok konuda bilimsel araştırma ve incelemelerde bulunduğu anlaşılan Tadeusz Lewicki’nin ilk planda, Kuzey Afrika’da bulunduğu sırada karşılaştığı İbâdîler ile
ilgili hem literatür, hem de alan araştırmaları yaptığı görülmektedir. Kuzey
Afrika’daki önemli dinî ve mezhebî gruplardan İbâdîler ile ilgili çalışmasını,
ona üniversiteden hocası olan Sigismond Smogorzewski’nin önerdiği ve onu
bu alana özellikle teşvik ettiği anlaşılmaktadır. O da bu yüzden Kuzey Afrika’ya ilk seyahatinde Cezayir, Tunus ve Libya gibi ülkelerde oldukça bol
malzeme toplamış ve çok sayıda yazma esere ulaşmıştı (1934).51 Bu süreçte
İbâdîlerin özellikle daha önce bilinmeyen ve yayınlanmayan bazı kaynakları
üzerine sistematik araştırmalar yapmış, bu çerçevede Kuzey Afrika’daki İbâdî
grupların yanında Güney Arabistan’ın Umân bölgesinde yaşayan İbâdî gruplarının coğrafi dağılımları, İslam’ı yorumlayış tarzları, sosyal yapıları ve bu
grupların kendi içlerindeki ilişkileri de incelemişti.
İbâdî grupların özellikle tarih, kültür ve edebiyatlarına önem veren Lewicki’nin özellikle Kuzey Afrika’daki İbâdîlerin en önemli kolu olan Vehbîler’le
ilgili güzel çalışmalar yaptığı görülmektedir.52 Bu yüzden o, özellikle İbâdîlik konusunda çalışan batılı araştırmacıların içinde en çok tanınanı dense yeridir. Öte yandan, Kuzey Afrika’nın önemli topluluklarından biri olan
Berberî kabileler ve bu kabilelerin sosyal yapı, âdet ve gelenekleri, Umân
tarihi, Müslüman coğrafyacıların Polonya ve Slav ülkeleri ile ilgili çalışmaları,
50 Wolfgang Behn, Concise Biographical Companion to Index Islamicus, II, Leiden 2006, s. 419;
Necîb el-Akîkî, el-Müsteşrikûn, Dâru’l-Meârif, Kahire, 1980, II, 505; Yahyâ Murâd, Mu’cemu
Esmâi’l-Müsteşrikîn, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut, 1425/2004, s. 638-639.
51 Tadeusz Lewicki, el-Muerrihûn el-İbâdıyyûn fî Efrîkıyyâ eş-Şimâliyye, (Arapça Çev. Mâhir Cerrâr, Rîmâ Cerrâr), Dâru’l-Ğarbi’l-İslâmî, Beyrut, 2000, s. 9.
52 Wlodzimierz Zajaczkowski, “Bibliographiedes Travaux de Tadeusz Lewicki”, Folia Orientalia,
XI, 1969, s. 7.
İbâdîlik Araştırmalarında Önemli Bir İsim: Tadeusz Lewicki
71
Şerîf el-İdrîsî, Ya’kûbî, Mes’ûdî, İbn Kuteybe, Ebû Hâmid el-Endelusî, Câhız
ve İbn Hurdâzbih gibi önemli Müslüman alim ve coğrafyacılar, Polonya’daki
Osmanlı paraları, Ortaçağ İbrani kaynakları ve Slavların kültürel yapıları
ve birbirleri ile olan ilişkileri gibi konular, çok yönlü bir araştırmacı olduğu
anlaşılan Lewicki’nin ilgilendiği konular arasında idi. Lewicki, bu konularla
ilgili bir hayli yayın yapmıştı; öyle ki bu noktada onunla ilgili bir biyografi
yazmış olan Wlodzimierz Zajaczkowski, onun yazmış olduğu kitap ve makalelerin sayısının 366’ya ulaştığını ifade etmektedir.53 Ayrıca, Arap dili uzmanı
olan Lewicki, Arapça, Berberîce, Latince, Rusça, Fransızca, Almanca ve İngilizce gibi birbirinden farklı dillerden müteşekkil olan bir mecmua meydana
getirmiştir.54
Lewicki’nin yukarıda ifade edilen konularla ilgili pek çok çalışması olup
çok sayıda eser kaleme aldığı görülmektedir. Kendi anadili olan Lehçe başta
olmak üzere daha çok Fransız dili ile yazdığı bu eserleri55, kronolojik anlamda şöyle sıralayabiliriz:
1) Polska i kraje sasiednie w óswietle “Ksiegi Rogera”, geografa
Arabskiego z XII W. al-Idrisi’Ego: Lewicki’nin Arap coğrafyacısı Şerîf
el-İdrîsî (VI/XII.yüzyıl)’nin Polonya ve çevresinde bulunan ülkeler hakkındaki tasvirleri üzerine yapmış olduğu bir çalışma olup 1945’te Krakow’da
yayınlanmıştır.
2) Études Ibâdites nord-africaines. Partie I. Tasmiya šuyûh Ğabal Nafûsa wa-qurâhum. Liste anonyme des šayhs ibâdites et des localités du Ğabal Nafûsa contenue dans le “Siyar al-mašâ’ih: Lewicki’nin İbâdîlik üzerine
yapmış olduğu en önemli çalışmalardan biri olan bu eser, 164 sayfalık bir
çalışma olup bu çalışmada Kuzey Afrika’da yaşayan İbâdîler ile ilgili önemli
bilgiler verilmektedir. Eserde erken dönemden, özellikle Basra’da yaşayan
İbâdî lideri olan Ebû Ubeyde Müslim b. Ebî Kerîme (145/762-63)’den itibaren
İbâdî büyüklerinin hayat hikayeleri verilmekte, ayrıca İbâdîlerin Kuzey Afrika’da kurmuş olduğu Rüstemîler Devleti’ne geniş yer ayrılmaktadır. Lewicki’nin eseri hazırlarken kaynak olarak daha çok önemli İbâdî alimlerinden
Ebû Zekeriyyâ Vârcelânî (471/1078)’nin Kitâbu’s-Sîre ve Ahbâru’l-Eimme’si
ile Ebû’r-Rabî’ Süleyman el-Visyânî (VI/XII. yüzyıl)’nin Kitâbu’s-Siyer’ini referans aldığı görülmektedir. Eser, Varşova’da Polonya Oryantalistler Akademisi tarafından 1955’te yayınlanmıştır.
3) Zrodla Arabskie do Dziejow Slowianszczyzny: Lewicki’nin Muhammed
b. Musa el-Hârizmî, İbn Hurdâzbih, Câhız, Fergânî, İbn Kuteybe, Belâzurî ve
Ya’kûbî gibi Müslüman müellifler ve çalışmaları ile ilgili güzel bilgiler verdiği
53 Zajaczkowski, 8; ayrıca bkz., Mauriuce Canard, “Les Travaux de T. Lewicki concernant le
Maghrib et en particulier les Ibadites”, Revue Africaine, 103 (1959), s. 356.
54 Lewicki, 8.
55 Burada, Lewicki’nin çalışmaları ile ilgili bilgi verirken kendi çalışmalarının yanında Necîb
el-Akîkî, Wolfgang Behn, Yahyâ Murâd, Mauriuce Canard ve Wlodzimierz Zajaczkowski’nin
çalışmalarından da faydalandığımızı ifade etmeliyiz.
72
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
üç ciltlik bir eserdir. 1956 yılında Krakow’da Wydawnictwo Polonya Akademisi tarafından yayınlanmıştır.
4) West African Food in the Middle Ages according to Arabic Sources:
Lewicki, burada Arapça kaynaklara dayanarak Ortaçağ’da Afrika’nın batı
bölgelerinde yetişen değişik gıda maddeleri ve bitkilerle ilgili ansiklopedik
mahiyette bilgi vermektedir. 1963 yılında Krakow’da yayınlanan eser, Marianne Abrahamowicz tarafından İngilizce’ye çevrilmiştir (Cambridge University Press,1974).
5) Ksiega tysiaca i Jèdney nocy: Eser, Binbir Gece Masalları’nın Lewicki
tarafından kendi anadili olan Lehçe yapılan çevirisi olup 1973 yılında Varşova’da yayınlanmıştır.
Akademik anlamda oldukça yoğun bir ömür geçirdiği anlaşılan Tadeusz
Lewicki’nin kitap çalışmalarının dışında özellikle Fransızca yazdığı pek çok
makalesi ile The Encyclopaedia of Islam’ın ikinci baskısında İbâdıyye ve Berberîler’le ilgili ansiklopedi maddeleri bulunmaktadır. Bunların içinde akademik çevrelerde en fazla tanınan makaleleri şunlardır:
1) “Une Chronique Ibâdite “Kitâb as-Sijar” d’Abû’l-Abbâs Ahmad as-Sammâhi avec Quelques Remarques sur L’Histoire de la Famille des Sammâhis”, (Revue des Études Islamiques, VIII/I, Paris, 1934, (ss. 59-78): Lewicki,
bu çalışmasında önemli İbâdî alimlerinden olan Ebû’l-Abbas eş-Şemmâhî
(928/1522)’nin Kitâbu’s-Siyer adlı eseri hakkında önemli bilgiler vermektedir.
2) “De Quelques textes inédits en vieux berbère provenant d’une chronique ibâdite anonyme”, (Revue des Études Islamiques, VIII/III, Paris, 1934,
(ss. 275-296): Çalışmada İbâdîliğin tarihi ile ilgili daha önce yayınlanmamış
olan kadim Berberî dilinde yazılmış olan örnek metinler ele alınmaktadır.
3) “Notice sur la chronique ibâdite d’ad-Darğînî”, (Rocznik Orientalistyczny,
XI, Lwόw, 1936, (ss. 146-172): Yazar, burada yine önemli İbâdî alimlerinden
biri olan Ebû’l-Abbas ed-Dercînî (670/1271)’nin Kitâbu Tabakâti’l-Meşâih
bi’l-Mağrib adlı eseri ile ilgili bilgi vermektedir.
4) “Mélanges Berbères-Ibâdites”, (Revue des Études Islamiques, X/III, Paris, 1936, (ss. 267-285): İbâdî olan Berberîlerin inanç ve sosyal yapıları ile
ilgili daha önce yayınlanmamış bazı bilgiler verilmektedir.
5) “Al-Idrîsî, geograf arabski z XII w. [Résumé de la communication au VII
Congrès des orientalistes polonais] (Collectanea Orientalia, XIII, Lwόw, 1938,
(ss. 2-3): Lewicki’nin Polonya Oryantalistler Kongresi’nde bildiri olarak sunmuş olduğu bu çalışmada Müslüman coğrafyacılardan Şerîf el-İdrîsî ile ilgili
bilgi verilmektedir.
İbâdîlik Araştırmalarında Önemli Bir İsim: Tadeusz Lewicki
73
6) “Paonsiwo Wislan-Chorwatόw w opisie al-Mas’ûdî’ego”, (Sprawozdania
z posiedzen i czynnosci Polskiej Akademii Umiejetnosci, 49, Kraków, 1948,
(ss. 24-34): Bu çalışmada önemli Müslüman tarih ve coğrafyacılarından biri
olan Mes’ûdî ile ilgili bilgiler verilmektedir.
7) “La Répartition Géographique des groupements ibâdites dans l’Afrique
du Nord au moyen-âge”, (Rocznik Orientalistyczny, XXI, Lwόw, 1957, (pp.
301-343): Lewicki’nin İbâdîlik üzerine yazmış olduğu en önemli makalelerden biri olan bu çalışmada Kuzey Afrika’da yaşayan İbâdî topluluklarının
menşei, Kuzey Afrika’da İbâdîliğin yayılışı ve coğrafi dağılımları gibi konular
incelenmekte olup çalışma, üç bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde Kuzey
Afrika’da yaşayan İbâdîlerin menşei ele alınır, ardından Libya’nın doğu kısmı
olan Trablus bölgesindeki İbâdî gruplar ile ilgili bilgiler verilir. Yazara göre
Hâricîliğin, bu bölgede Berberî kabileler arasında yayılması, II/VIII. yüzyılın
ortalarından itibaren başlar. Bu noktada Kuzey Afrika’daki Hâricîler içinde
Berberîleri İslam’a ilk kazandıranlar, Sufrîler’dir. Bu yüzden Trablus bölgesinde Hevvâra, Zenâte ve Kütâme gibi Berberî kabileleri Hâricîliği benimsemişler, ardından Trablus gibi önemli merkezleri ele geçirerek Rüstemîler
isminde müstakil bir devlet kurmuşlardır. Yazar, burada yine Vehbîler, Nükkâr, Neffâsiyye, Halefiyye, Umeriyye, Huseyniyye, Fersiyye ve Sekkâkiyye gibi
farklı İbâdî gruplarına değinmektedir. Ayrıca yazar, Kuzey Afrika’da İbâdîliğin günümüze kadar ancak Mizâb vadisi, Cirbe adası, Trablus ve Cebel-i
Nefûse gibi bölgelerde varlığını sürdürdüğünü belirtmektedir. Çalışmanın
son bölümünde ise yazar, sözünü ettiği bu grupların coğrafi dağılımını ortaya koymaktadır.
8) “Les Subdivisions de l’Ibâdiyya”, (Studia Islamica, IX, 1958, (pp. 71-82):
İbâdîlerin alt gruplarının ele alındığı çalışma, ana özellikleri ile çoğunluğu
oluşturan Vehbiyye, Hârisiyye, Tarîfiyye, Nükkâriyye, Nefâsiyye ve Hafsiyye
gibi alt grupları ortaya koymaktadır.
9) “Les Ibâdites en Tunisie au Moyen-Âge”, (Accademia Polaccadi Scienze
et Lettere, VI. Conférence tenue à la Bibliothèque de l’Académie Polonaise de
Rome le 17 Fevrier 1958): Yazar, bu çalışmasında Orta çağda Tunus’ta yaşayan İbâdîler ile ilgili bilgi vermektedir.
10) “Les Ibâdites dans l’Arabie du sud au moyen âge”, (Folia Orientalia,
I, 1959, (pp. 3-18): Arap yarımadasının güneyinde İbâdîlik konusunun işlendiği çalışmada, öncelikle İbâdîlerin genel tarihleri ile ilgili bilgi verilerek, bu bağlamda onların III/IX. yüzyılda Mağrib, Hadramut ve Umân’da
üç ayrı devlet kurdukları belirtilir. İbâdîliğin Arap yarımadasının güneyinde
yayılması ise, Basra’daki İbâdî lideri Ebû Ubeyde Müslim b. Ebî Kerîme’nin
gayret ve destekleriyle olmuştur. Bundan dolayı Emevî yönetiminin yıkılış
sürecinde Hâricîler, bölgede bağımsız bir İbâdî devleti kurmayı başarmışlardır. Devletin başında ise, Tâlibu’l-Hakk lakaplı Abdullah b. Yahya el-Kin-
74
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
dî bulunuyordu. Abdullah b. Yahya, Mekke ve Medine’de hakimiyetini tesis
ettikten sonra San’a’yı ele geçirip burayı başkent yaptı. Hadramut’taki bu
devlet, Emevîlerin yıkılışı ile beraber Umân’daki İbâdî imametiyle birleşerek
varlığını V/XI. yüzyılın ikinci yarısına kadar sürdürmüştür. Burada yazar,
bu dönemden sonra Hadramut İbâdîleri ile ilgili herhangi bir bilgi sahibi olmadığımızı belirtir ve ardından makalesini Arap yarımadasının güneyindeki
İbâdî grupların coğrafi dağılımını vererek bitirir. Bu bölgede yaşayan en kalabalık grup, Umân’daki İbâdî imamlarla ilişkilerine nazaran Vehbiyye’dir.
Yazar, ayrıca burada İbâdîliğin gelişiminde Arap yarımadasının güneyinin
büyük bir öneme sahip olduğunu, zira Kuzey Afrika’da İbâdî imametini tesis edenlerin bu bölgeden olup ya Yemenli, ya Hadramutlu, ya da Berberî
olduklarını belirtmektedir.
11) “Un Document Ibâdite inédit sur l’emigration des Nafûsa du Ğabal
dans le Sâhil Tunisien au VIII/IX siècle”, (Folia Orientalia, II, 1960, (pp. 175191): Yazar, bu çalışmada İbâdîlerin Libya’nın Cebel-i Nefûse bölgesinden
Tunus sahiline göçleri ile ilgili daha önce neşredilmemiş bir belgeyi incelemektedir.
12) “Les Historiens, Biographes et Traditionnistes Ibâdites-Wahbites de
l’Afrique du Nord du VIIIe au XVIe Siècle”, (Folia Orientalia, III, 1961, (pp.
1-135): Bu önemli çalışmada Kuzey Afrika’da yaşayan İbâdî/Vehbîlerin yetiştirmiş olduğu alim ve müelliflerden söz edilmektedir. Lewicki’nin bu uzun
çalışması, M. Canard’ın onun çalışmalarına yönelik olarak yazmış olduğu
“Les Travaux de T. Lewicki concernant le Maghrib et en Particulier les Ibadites”, (Revue Africaine, 103 (1959), (pp. 356-371) isimli makale ile bir araya
getirilerek Mâhir Cerrâr ile Rîmâ Cerrâr tarafından el-Muerrihûn el-İbâdıyyûn
fî Efrîkıyyâ eş-Şimâliyye ismiyle Arapça’ya çevrilmiştir (Dâru’l-Ğarbi’l-İslâmî,
Beyrut, 2000).
13) “Les Commerçants ibâdites nord-africains dans le Soudan au moyenâge”, Trudy XXV Meždunarodnogo Kongressa Vostokovedov, Moskva
1963, (pp. 35-38): Lewicki, bu çalışmada Kuzey Afrikada yaşayan İbâdîlerin
içinde Sudan’a gidip gelen tüccarlardan söz etmektedir.
14) “L’Afrique noire dans le Kitâb al-Masâlik wa’l-Mamâlik d’Abû ‘Ubayd
al-Bakrî”, (Africa Bulletin, II, Warszawa, 1965, (pp. 9-14): Çalışmada Ebû
Ubeyd el-Bekrî’nin Kitâbu’l-Mesâlik ve’l-Memâlik adlı eserinde Afrika kıtasının tasvirinden söz edilmektedir.
15) “The Ibadites in Arabia and Africa”, (Journal of World History, XIII,
Neuchatel, 1971, (pp. 51-130): Lewicki, bu çalışmada Kuzey Afrika ile Arap
yarımadasındaki İbâdîler hakkında geniş ve güzel bilgiler vermektedir.56
56 Lewicki’nin çalışmaları için bkz., Necîb el-Akîkî, 505-507; Behn, 419; Yahyâ Murâd, 639640; Canard, 357-371; Zajaczkowski, 10-47.
İbâdîlik Araştırmalarında Önemli Bir İsim: Tadeusz Lewicki
75
C) Lewicki’nin İbâdîlik ile ilgili Görüşleri
Tadeusz Lewicki’nin yapmış olduğu araştırmalara bütüncül bir şekilde
bakıldığında, onun İbâdîliği değişik boyutlarıyla incelediği, İbâdîliğin doğuş
ve tarihsel gelişimi başta olmak üzere, tarihsel süreçte ortaya çıkmış
olan birbirinden farklı ve değişik İbâdî grupları ile beraber bunların
coğrafi dağılımı üzerine odaklandığı görülecektir. Bu noktada Lewicki’nin yalnızca İbâdîliğin doktrin, yani inanç ve ibadet yönü üzerine yeterince eğildiği söylenemez. Almış olduğu eğitimin ve sahip olduğu bakış
açısının etkisiyle olsa gerek, İbâdîliğe analitik bir bakış açısı ile yaklaşıp,
konuya bilimsel bir perspektiften bakmakta olup önceliği konu ile ilgili temel kaynaklara verdiği görülmektedir. Bu çerçevede Ebû Zekeriyyâ Vârcelânî
(471/1078), Ebû’r-Rabî’ Süleyman el-Visyânî (VI/XII. yüzyıl), Ebû’l-Abbas
ed-Dercînî (670/1271), Ebû’l-Kâsım el-Berrâdî (IX/XV. Yüzyıl) ve Ebû’l-Abbas eş-Şemmâhî (928/1522) gibi önemli İbâdî alimlerin eserlerini temel almıştır. Onun özellikle Dercînî ve Şemmâhî ile ilgili yapmış olduğu çalışmalar
önemlidir. Böylece hem ilmi ve akademik çevrelerin bu müellifleri tanımalarını sağlamış, hem de İbâdîlik’le ilgili birinci el kaynaklardan bilgi toplamıştır.
Lewicki’nin çalışmalarını inceleyenler, onun çalışmalarında belli bir
disiplin ile bilimsel bir titizliğin olduğunu farkederler. Zira İbâdîliğin doğuş
ve gelişimi, değişik İbâdî grupları ile ilgili verdiği bilgiler, İbâdî kaynaklarının ortaya koyduğu verilere dayanır. Bunun yanında özellikle uzun bir süre
araştırma yapmış olduğu Kuzey Afrika sahasında ortaya koyduğu alan çalışmalarıyla, İbâdîliğin günümüzdeki durumunun bilinip anlaşılmasına katkı
sağlamıştır. Bir başka ifadeyle, İbâdî temel kaynaklarının vermiş olduğu
bilgileri, onun adeta alanda test etme imkanını bulduğu söylenebilir.
İbâdîliğin doğuşu ve tarihsel gelişimi ile ilgili olarak ortaya koyduğu fikirleri, İslam Ansiklopedisi’ne yazmış olduğu “al-Ibâdiyya” maddesinde görmemiz mümkündür. Lewicki’nin burada pek çok önemli İbâdî kaynağa dayanarak konuyu oldukça güzel bir şekilde kaleme aldığı görülür. Bu çalışma,
İbâdî hareketin hicrî ilk iki yüzyıl boyunca Basra’daki gelişimine ciddi biçimde ışık tutar. Lewicki, özellikle Berrâdî ve Şemmâhî’nin verdiği bilgileri temel alarak, öncelikle mezhebin ismini Abdullah b. İbâd el-Mürrî’den aldığını
belirtir. Ona göre İbâdîlik, İslam’ın erken dönemlerinde, daha ilk yüzyılda ortaya çıkmış olan bir harekettir. Bu noktada Abdullah b. İbâd’ın aşırı Hâricîler
olan Ezârika’dan ayrıldığı dönemin İbâdîliğin başlangıcı olarak görülebileceği
kanaatindedir ki, esasen İbâdîliğin doğuşu açısından isabetli bir yaklaşım
olarak görünmektedir. Nitekim İbâdîlik’le ilgili yapılan diğer çalışmalar da
bu görüşü teyit etmektedir.57 O, bu noktada daha da ileri giderek mezhebin
57 Bkz., Amr Halîfe en-Nâmî, Dirâsât ani’l-İbâdıyye, s. 43-72; Vehîbî, el-Fikru’l-Akadî ınde’l-İbâdıyye hatta Nihâyeti’l-Karni’s-Sânî el-Hicrî, Mektebetu’d-Dâmirî li’n-Neşr ve’t-Tevzî’, Umân,
1427/2006, s. 60-71; Fığlalı, 82-86; Advin Cehlân, el-Fikru’s-Siyâsî ınde’l-İbâdıyye, Mektebetu’d-Dâmirî li’n-Neşr ve’t-Tevzî’, Umân, 1431/2010, s. 33-50; Yıldız, 150-153; Zâhir el-Hıcrî, el-İbâdıyye fî’l-Mağribi’l-İslâmî, Mektebetu’l-Cîli’l-Vâıd, Maskat Umân, 1433/2012, s. 1220; Ateş, Günümüz Umman İbâdiyyesi, s. 78-79, 92-93.
76
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
ilk tarihini Hâricîler’den kaade grubuna bağlamak gerektiği görüşündedir.
Öyle ki bu süreçte Ezârika, Emevî iktidarına yönelik hurûc hareketinde Basra’yı terkettiği halde Abdullah b. İbâd, taraftarları ile birlikte orada kalmıştı.
Lewicki, İbâdîlik tarihinin bu başlangıç dönemine kitmân devri denilebileceğini söyler. Ayrıca ona göre, bazı kaynaklardaki İbn İbâd’a yönelik olarak çoğunlukla kullanılan “imâmu’t-tahkîk” ve “imâmu’l-müslimîn” gibi
adlandırmalar, İbn İbâd’a yönelik dinî bir hükümetin reisi olabileceği
yönünde bir işaretin varlığını gösterebilir ki, bu hükümete de zaten
“cemâatu’l-müslimîn” adını vermişlerdir. Burada muhtemelen Lewicki, yanılma payının olabileceğini de göz önünde bulundurmaktadır ki bu yüzden
Abdülmelik b. Mervân ile Abdullah b. İbâd arasında dostane ve barışçıl ilişkilerin olduğundan bahsetmektedir.58
Abdullah b. İbâd’dan sonra İbâdîlerin başına Câbir b. Zeyd geçmiş ve
Emevîlere yönelik aynı mutedil siyaset devam ettirilmiştir. İbâdıyye mezhebinin esasları da bu dönem belirlenmiş olup İbâdîlik artık teşekkül
sürecine girmiştir. Câbir b. Zeyd, yaşadığı dönemde çok takdir görmüş, bundan dolayı “umdetu’l-İbâdıyye” ve “aslu’l-mezheb” gibi isimlerle anılmıştır.
Câbir b. Zeyd’den sonra İbâdîlerin liderliğine tıpkı Câbir gibi alim bir kişi olan
Ebû Ubeyde Müslim b. Ebî Kerîme getirilmiş, bu dönemde İbâdîlik artık Basra dışında da yayılma imkanını bulmuştur. Bu gelişmede Ebû Ubeyde’nin
kurmuş olduğu Hamalâtu’l-ılm teşkilatının büyük bir rolü vardı. Öyle ki bu
yüzden Ebû Ubeyde’nin yanında yetişen öğrenciler, memleketlerine giderek
İbâdî öğreti ve fikirleri yaymaya muvaffak oldular. Lewicki’ye göre Ebû Ubeyde’den sonra Basra’da İbâdî hareketi zayıflarken Kûfe ve Musul gibi Irak’ın
diğer bölgeleri ile İran’ın bazı bölgelerinde bir süre daha varlığını sürdürmüş;
öte yandan, özellikle Kuzey Afrika ile Güney Arabistan coğrafyasında
bu hareket, kurmuş olduğu müstakil imâmetlerle varlığını uzun bir süre
daha devam ettirerek günümüze ulaşmıştır. Bu süreçte Basra’dan göç eden
İbâdî alimler ile Basra’da eğitilip kendi memleketlerine İbâdîliği yaymak amacıyla tekrar gönderilen hameletü’l-ilm sayesinde özellikle Umân, İbâdîliğin
adeta fikri merkezi haline gelmiştir.59
İbâdîlerin alt grupları ile ilgili olarak Lewicki, pek çok fırkadan söz etmektedir. Sözünü ettiği fırkalar içerisinde en önemlisi, Vehbîler’dir. Kendileri58 Lewicki, “al-Ibâdiyya”, EI, III, Leiden, 1971 (New Edition), s. 648.
59 Bkz., Lewicki, “al-Ibâdiyya”, s. 649-657; ayrıca burada, Lewicki’nin Ebû Ubeyde’den sonra
yine önemli bir isim olan er-Rabî’ b. Habîb el-Basrî el-Ezdî’ye değinmemesi oldukça ilginçtir.
Zira er-Rabî’ b. Habîb, İbâdîliğin Ebû Ubeyde’den sonraki gelişiminde önemli olan bir isimdir. Gerçi İbâdîler, onun ilk dönemlerinde kısmi bir gerileme içine girmişlerse de, yine onun
çabalarıyla toparlanmışlardır. Nitekim er-Rabî’ b. Habîb, İbâdîliğin yayılması için önemli faaliyetlerde bulunmuş, bu yönde önemli çabalar sarf etmiştir. Örnek olarak Basra’da bulunan
İbâdîlerin büyük yönetim meclisini yeniden yapılandırmış ve İbâdîliğin Basra dışında da
yayılması amacıyla önemli taraftarlarını Basra’nın dışındaki bölgelere göndermiştir. Böylece
İbâdîlik, onun döneminde Basra dışında da yayılma imkanı bulmuştur. Bkz., Vehîbî, 125132; Zâhir el-Hıcrî, 64-67; Yıldız, 158; Bünyamin Erul, “Rebî’ b. Habîb”, DİA, XXXIV, İst.,
2007, s. 494-495.
İbâdîlik Araştırmalarında Önemli Bir İsim: Tadeusz Lewicki
77
ne Ehlu’l-Mezheb ve Ehlu’d-Da’ve gibi isimler de veren Vehbîler, açık ve net
bir biçimde Hâricîlerin aşırı grubu olan Ezârika’dan kendilerini ayırırlar. Bu
isim, Rüstemî imamı olan Abdülvehhâb b. Abdurrahman’ın isminden, fakat
Lewicki’ye göre ilginç bir biçimde, daha büyük bir ihtimalle ilk Hâricî lideri
olan Abdullah b. Vehb er-Râsıbî (38/658)’den gelmektedir.60 Vehbîler, İbâdî
grupların içinde en mühim, en mutedil ve aynı zamanda en büyük grubu
meydana getirirler. Bu yüzden İbâdî grupların içinde en çok alim yetiştiren
önemli bir gruptur. Kültürel düzeyleri diğer gruplara göre daha yüksek olduğu için Hâricî olmayan Müslümanları müşrik olarak nitelemeyip onların
“nimet küfrü” içinde olduğunu belirtirler. Ezârika’nın ortaya koymuş olduğu
isti’râz yöntemini benimsemeyip reddederler. İbâdî olmayanlarla evlenmeyi
de meşru görürler.
Vehbîler, ayrıca ilginç biçimde imametin zaruri olmadığını kabul ederler.
Lewicki, bu durumun bize, “zuhûr hali” ile “kitmân hali” arasındaki farkı
görme imkanını verdiğini belirtir. Zuhûr hali, “imâmu’l-bey’a” ismiyle anılan
bir imamın seçilip açık ve müstakil bir imametin ilan edildiği bir durumdur.
Bu noktada imamın seçimi ileri gelen kişilerin oluşturduğu bir meclisin düzenlenmesiyle tamamlanır. Kitmân hali ise, uygun olmayan şartlarda ortaya
çıkan bir sır ve gizlilik durumudur; bu yüzden kitmân imamı olarak “sır ehli”
atanır. Bu süreçte Kur’an, sünnet ve ilk halifelerin yolu üzere hüküm verilir.
Böylece onun mutlak egemenliği ortaya çıkmakta olup bu egemenliğin kısıtlanması, ancak belli şartlarla mümkün olur. Öte yandan Vehbîler, aynı anda
değişik ülkelerde geniş bir imamet kurmak üzere, bir imamdan fazlasının seçilebileceğini kabul ederler. Lewicki, Vehbîler’in bazı hususlarda Mu’tezile’ye
yakın olduklarını, örnek olarak itikâdî anlamda halkul-Kur’an’a inanmakla
sünnetten ayrıldıkları düşüncesindedir. Vehbîler, günümüzde İbâdîlerin çoğunluğunu oluşturmaktadırlar.61
Vehbîler’in dışında İbâdîlerin başka alt grupları da bulunmakta olup Hârisiyye bunlardan biridir. Hârisîler, Basra’da önde gelen İbâdî liderlerinden
biri olan Ebû Ubeyde Müslim b. Ebî Kerîme (145/762-63)’den ayrılan bir
grup olup II/VIII. asırda oluşmuştur. Fırka, ismini başka bir şeyh olan Hâris
b. Mezyed’den almıştır. Hârisîler’in kader konusundaki görüşleri, Mu’tezilî
fikirlerle etkileşim halinde teşekkül etmiştir.62
Nükkâriyye de önemli İbâdî gruplardan biridir. Nükkârîler, III/IX. yüzyılın sonlarında Tâhert merkezli Rüstemîler’den, Abdülvehhâb b. Abdurrahman’ı kabul etmedikleri için, farklı bir grup oluşturmuşlardır. Ebû Yezîd
Muhalled b. Kîdâd’ı reis olarak kabul eden bu fırka, Vehbîler’den daha katı
bir tutuma sahip olup isti’râz’ı kabul etmektedirler. Kuzey Afrika’nın dışın60 Lewicki’nin bu görüşünün, özellikle fikir-hadise irtibatı açısından düşünüldüğünde, tarihsel
gerçeklere ciddi anlamda ters düştüğü görülür.
61 Lewicki, “Les Subdivisions de l’Ibâdiyya”, Studia Islamica, IX, 1958, s. 72-75.
62 Lewicki, “Les Subdivisions de l’Ibâdiyya”, s. 75-76.
78
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
da bu gruba, Umân başta olmak üzere güney Arabistan coğrafyasında da
rastlanır.63
Bir diğer grup, Arap yarımadasının güneyinde yaşamakta olup Abdullah
b. Tarîf tarafından kurulan Tarîfiyye’dir. Abdullah b. Tarîf, Tâlibu’l-Hakk lakabı ile tanınan Hadramutlu müctehid ve âbid bir insan olan Abdullah b.
Yahyâ el-Kindî (129/746-47)’nin taraftarlarından biridir.64
Lewicki’nin sözünü ettiği İbâdîliğin bir diğer önemli grubu ise, Neffâsiyye’dir. Ferac b. Nasr en-Neffâs’ın III/IX. asrın başlarında kurmuş olduğu bir
fırka olan Neffâsiyye, tıpkı Nükkâr gibi, Rüstemîler’den ayrılan bir gruptur.
Ayrılış gerekçeleri ise Rüstemî imamının Ağlebîler’e karşı savaşmaktan kaçınmasıdır. Neffâsîler, kalabalık gruplar halinde XV. yüzyıla kadar Tunus’ta
yaşamışlar, daha sonra taraftarları azalmış olup günümüzde ise, çok az bir
taraftar topluluğu, Cebel-i Nefûse’de yaşamaktadır.65
Tadeusz Lewicki, Kuzey Afrika’da yaşayan İbâdî toplulukları ile ilgili araştırmalara da çok önem vermiş, bilimsel çabasını önemli ölçüde bu yönde
yoğunlaştırmıştır. Özellikle Kuzey Afrika’da yaşayan İbâdîler ile ilgili olarak
Lewicki, bu bölgede Hâricîliğin Berberî kabileler arasında yayılmasının II/
VIII. yüzyılın ortalarından itibaren başladığını düşünmektedir. Ona göre Kuzey Afrika’daki Berberîleri İslam’a Hâricîlik kimliği altında ilk kazandıranlar,
Hâricîlerin İbâdîler gibi alt bir grubu olan Sufrîlerdir. Ardından bu süreçte
İbâdîlerin etkinliği artarak Trablus bölgesinde Hevvâra, Zenâte ve Kütâme
gibi Berberî kabileler, Hâricîliği/İbâdîliği benimsemişler, ardından Trablus
ve Tâhert gibi önemli merkezleri ele geçirerek Rüstemîler isminde müstakil
bir devlet kurmuşlardır. Lewicki, bu bölgede İbâdîlerin, Vehbîler, Nükkâr,
Neffâsiyye, Halefiyye, Umeriyye, Huseyniyye, Fersiyye ve Sekkâkiyye gibi birbirinden farklı alt grupları olduğunu da bize anlatmaktadır.66
Bu grupların içinde Vehbîler, İbâdîlerin en büyük ve mutedil olan grubunu meydana getirirler. Vehbîler, kendilerine aynı zamanda Ehlu’l-Mezheb
ve Ehlu’d-Da’ve gibi isimler vermektedirler. İbâdîlerin bir diğer grubu olan
Nükkâr, yukarıda ifade edildiği gibi, Tâhert’te kurulan Rüstemîlerin ikinci
imamı olan Abdülvehhâb b. Abdurrahman’ı kabul etmedikleri için bu isimle
anılırlar.67 Neffâsiyye, asıl ismi Ferac b. Nasr olan Neffâs’ın III/IX. asrın başlarında kurmuş olduğu bir fırkadır. Bu fırkanın ortaya çıkışının sebebi ise,
Neffâs’ın, Ağlebilere yönelik savaşı ihmal etmekle suçlayarak, Rüstemî imamı
63 Lewicki, “Les Subdivisions de l’Ibâdiyya”, s. 76-78; Lewicki, “Nükkâr”, İA, IX, İst., 1988, s.
370-373.
64 Lewicki, “Les Subdivisions de l’Ibâdiyya”, s. 79-80.
65 Lewicki, “Les Subdivisions de l’Ibâdiyya”, s. 81-82; ayrıca bkz., Lewicki, “La Répartition
Géographique des groupements ibâdites dans l’Afrique du Nord au moyen-âge”, Rocznik
Orientalistyczny, XXI, Lwόw, 1957, s. 301-343.
66 Lewicki, “La Répartition Géographique des groupements ibâdites dans l’Afrique du Nord au
moyen-âge”, s. 301-343.
67 Lewicki, “Nükkâr”, İA, IX, İst., 1988, s. 370-371.
İbâdîlik Araştırmalarında Önemli Bir İsim: Tadeusz Lewicki
79
Eflah’a karşı çıkmasıdır. Bu gelişme, İbâdîler içinde yeni bir farklılaşma ve
ayrışma hareketine yol açmıştır. Neffâs, daha sonra Libya’nın Cebel-i Nefûse bölgesine gitmiştir. Mezhebin taraftarları, kalabalık gruplar halinde XV.
yüzyıla kadar Tunus’ta görülmüş olup günümüzde ise, çok az bir taraftar
topluluğu, Cebel-i Nefûse’de bulunmaktadır. Neffâsîler, Cuma namazlarında
hutbe okunmasına bid’at olduğu gerekçesiyle karşı çıkarlar.
Halefiyye adlı grup ise, Halef b. es-Semh’ın II/VIII. yüzyılın sonlarında
Trablus’ta oluşturmuş olduğu bir fırkadır. Önde gelen İbâdî alimlerinden biri
olan Ebû’l-Hattâb el-Meâfirî’nin torunu olan Halef b. es-Semh’e Trablus’ta
yaşayan Zevâğa kabilesi destek vermiştir. Bu grup, XII. yüzyıla kadar Cebel-i
Nefûse’nin doğusunda varlığını sürdürmüş, onların bir kısmı ise, Cebel-i
Nefûse’de yaşamışlardır. Günümüzde Cebel-i Nefûse ile Garyân gibi bölgelerde Halefîler’e rastlanmaktadır.68
İbâdîlerin Kuzey Afrika’da yaşayan bir diğer grubu Umeriyye, II/VIII. yüzyılın ilk yarısında İsa b. Ömer tarafından ortaya çıkarılmış olan bir fırkadır.
İtikâdî konularda Vehbîler’den pek çok noktada ayrılmış olan Umeriyye, örnek olarak Ehl-i Kitab’ın müşrik olmadığı inancındadır. Özellikle itikâdî konularda Umeriyye’ye yakın bir fırka olan Huseyniyye, Halefiyye gibi Trablus
bölgesinde III/IX. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkmıştır. Ahmed b. Huseyn
et-Trablusî’nin öncülük ettiği bir fırkadır. IV/X. yüzyılda Vârcelân’da ortaya
çıkmış bir fırka olan Fersiyye, Rüstemî liderlerinin soyundan gelen Süleyman b. Ya’kûb b. Eflah tarafından kurulmuştur. Süleyman b. Ya’kûb, koyunların büyük bağırsağını yemeyi yasakladığı için grubu bu ismi almıştır.
İbâdîlerin bölgede yaşayan bir diğer grubu ise, Sekkâkiyye’dir. Cerîd bölgesinde ortaya çıkan bu fırka, Cuma namazına, ezan okunmasına ve sünnete
karşı olup bunlardan dolayı olsa gerek, Vehbîler tarafından müşrik olarak
kabul edilmişlerdir.69
Lewicki, Kuzey Afrika’da İbâdîlerin günümüze kadar daha çok Libya’nın
Trablus ile Cebel-i Nefûse gibi bölgeleri ile Cezayir’in güneyinde Mizâb bölgesi
ve Tunus’a bağlı Cirbe adasında varlığını sürdürdüğü görüşündedir.70
Arap Yarımadasının güneyinde yaşayan İbâdîler’le ilgili olarak Lewicki,
özellikle İbâdîlerin Umân’a, II/VIII. yüzyılda girip III/IX. yüzyılda da bağımsız
bir imâmet kurulmasıyla müstakil bir şekilde hareket etmeye başladıklarını
belirterek görüşlerini ifade etmeye başlar. Bu gelişmede İbâdîlerin Basra’da
68 Lewicki, “La Répartition Géographique des groupements ibâdites dans l’Afrique du Nord au
moyen-âge”, s. 306-310.
69 Lewicki, “La Répartition Géographique des groupements ibâdites dans l’Afrique du Nord au
moyen-âge”, s. 311-325.
70 Bkz., Lewicki, “La Répartition Géographique des groupements ibâdites dans l’Afrique du
Nord au moyen-âge”, s. 301-343; Lewicki, “Les Ibâdites en Tunisie au Moyen-Âge”, Accademia Polaccadi Scienze et Lettere, VI. Conférencetenue à la Bibliothèque de l’Académie Polonaise de Rome le 17 Fevrier 1958; Lewicki, “Mélanges Berbères-Ibâdites”, Revue des Études
Islamiques, X/III, Paris, 1936, s. 267-285; ayrıca bkz., Yıldız, 165-167.
80
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
yaşayan manevi reisleri olan Ebû Ubeyde Müslim b. Ebî Kerîme’nin destek ve
yönlendirmelerinin büyük bir rolü vardır. Lewicki’ye göre Emevîlerin Irak valisi olan Haccac b. Yusuf’un Hâricîler’e büyük bir darbe vurmasına rağmen,
daha sonra Umân ve Hadramut’taki değişik isyan teşebbüsleri ile Hâricî hareketinin gücü devam etmiş; bu süreçte Basra’da Ebû Ubeyde’nin idaresi altındaki büyük İbâdî cemaati de, bu hareketleri desteklemiştir. Bu gelişmeler,
Tâlibu’l-Hakk lakabı ile tanınan Hadramutlu müctehid ve âbid bir insan olan
Abdullah b. Yahyâ el-Kindî’nin yönetiminde ilk İbâdî imametinin inşasına yol
açmıştır. Abdullah b. Yahyâ el-Kindî, özellikle Mekke ve Medine’de hakimiyetini tesis ettikten sonra San’a’yı ele geçirip orayı başkent yapmış ve ardından Emevî güçleriyle karşılaştığı esnada hayatını kaybetmişti (129/746-47);
böylece San’a ve Hadramut gibi önemli stratejik merkezleri Emevîler yeniden
geri almış oldular. Ancak, bu hadiseden kısa bir süre sonra Emevî devletinin
yıkılışı, İbâdîler açısından kurtarıcı olmuş ve hemen sonrasında Umân’daki
İbâdî imametiyle birleşen İbâdîler, Hadramut’ta varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Bu süreçten sonra Abbasiler, II/VIII. asrın sonlarında Hadramut’ta yeni
bir İbâdî imam ortaya çıkıncaya kadar Hadramut ve Yemen’i geri almayı istemişlerdir. III/IX. asır ortalarında gerçekleşen kısa bir Abbasi hakimiyetinin
dışında Hadramut İbâdîleri, uzun bir süre bağımsız yaşamışlar, bu imamet,
V/XI. asrın ilk yarısında da yaşamaya devam etmiş, sonra Umân’daki İbâdî
imametine tabi olmuşlar; aynı yüzyılın ikinci yarısında ise, Umân’dan ayrılarak yeniden bağımsız bir şekilde hareket etmişlerdir. Bu dönemden sonra
Hadramut İbâdîleri ile ilgili herhangi bir malumat sahibi değiliz. Yemen’de
yaşayan İbâdî grupları ise, XII. asrın ortalarına kadar varlıklarını sürdürmüştür.71
Lewicki, bu bölgede yaşayan İbâdîlerin çoğunluğunu, Umân’daki İbâdî
imamlarla ilişkilerine nazaran Vehbîler’in oluşturduğu görüşündedir. Bu
yüzden İbâdî hareket için Arap yarımadasının güneyi, büyük bir öneme sahiptir. Ayrıca, Kuzey Afrika’daki müstakil İbâdî devletini tesis edenler, ya
Yemen, ya Hadramut kökenli ya da Berberî idiler. Nitekim, Libya’nın Trablus
bölgesindeki ilk İbâdî imamı, Kinde kabilesinin bir boyuna mensuptu.72
Sonuç
Müslüman dünyada ortaya çıkan mezhep ve dinî gruplar üzerinde bazı
batılı araştırmacıların önemli ve kayda değer çalışmaları bulunmaktadır. Tadeusz Lewicki de, özellikle İbâdîlik ve İbâdî gruplar üzerinde yapmış olduğu
çalışmalarla dikkat çekmiş ve tanınmış önemli bir isimdir. Lewicki, üniversiteden hocası olan Sigismond Smogorzewski’nin yönlendirmesiyle Kuzey Af71 Lewicki, “Les Ibâdites dans l’Arabie du sud au moyenâge”, Folia Orientalia, I, 1959, s. 3-13.
72 Lewicki, “Les Ibâdites dans l’Arabie du sud au moyenâge”, s. 13-18; ayrıca bkz., Yıldız, 158162.
İbâdîlik Araştırmalarında Önemli Bir İsim: Tadeusz Lewicki
81
rika’da yaşayan önemli dinî ve mezhebî gruplardan İbâdîler’in hem tarihsel
gelişimi, hem de inançları, sosyal yapıları ve coğrafi dağılımları ile ilgili güzel
çalışmalar yapmıştır. Onun Kuzey Afrika’ya gelmesi, buradaki İbâdî kaynaklara vâkıf olması, bu bölgelerde yaşayan İbâdî topluluklarını görüp onları
tanımasını, sosyo-kültürel yapıları ile toplumsal örgütlenmelerini bilmesini
sağlamıştır. Öte yandan Lewicki, İbâdîliğin günümüzde asıl merkezi sayılabilecek Umân’da yaşayan İbâdî grupların coğrafi dağılımları, İslam’ı yorumlayış tarzları, sosyal yapıları ve bu grupların kendi içlerindeki ilişkilerini de
incelemiştir.
İbâdî grupların özellikle tarih, kültür ve edebiyatlarına önem veren Lewicki’nin, bu alanda pek çok eser ve makale yazmış olması, onun İbâdîlik denildiğinde özellikle batı dünyasında ilk etapta akla gelen bir isim olmasına
yol açmıştır. Çok yönlü bir araştırmacı olduğu anlaşılan Lewicki’nin yapmış
olduğu araştırmalara bir bütün halinde bakıldığında, onun İbâdîliği değişik
boyutlarıyla incelediği görülecektir. Analitik bir açıdan konuya yaklaştığı
anlaşılan Lewicki, öncelikle Şemmâhî ve Dercînî gibi daha önce yayınlanmamış bazı İbâdî kaynakları üzerinde çalışmıştır. Ardından İbâdîliğin doğuşu
ve tarihsel gelişiminin değişik aşamaları, özellikle hareketin Kuzey Afrika’daki tarihi başta olmak üzere, tarihsel süreçte ortaya çıkmış olan birbirinden
farklı ve değişik İbâdî grupları ile beraber bunların coğrafi dağılımı üzerine odaklanmış ve bu konularda önemli bir boşluğu doldurmuştur. O, batılı
araştırmalarda görülen İbâdî hareketin “kitmân devri” denilen Basra’da gizli
bir şekilde doğuşu ve oradaki gelişim dönemi noktasında bilgi ve formasyon
boşluğunu görmüş olmalı ki, bu konuya da özel bir ilgi ile eğilmiştir. Yine
onun Kuzey Afrika’daki İbâdî hareketin tarihi noktasındaki araştırmaları,
bu sahada günümüze kadar yayınlanmış en güzel araştırmalar olarak kabul görür. Lewicki’nin yalnızca İbâdîliğin doktrin, yani inanç ve ibadet yönü
üzerine yeterince eğildiği söylenemez. Almış olduğu eğitimin ve sahip olduğu
bakış açısının etkisiyle olsa gerek, İbâdîliğe analitik bir bakış açısı ile yaklaşıp konuya bilimsel bir perspektiften bakmış, önceliği konu ile ilgili temel
kaynaklara vermiştir. Araştırmalarında Vârcelânî, Visyânî, Dercînî, Berrâdî ve Şemmâhî gibi önemli İbâdî alimlerin eserlerini temel almıştır. Böylece
hem ilmi ve akademik çevrelerin bu müellifleri tanımalarını sağlamış, hem
de İbâdîlik’le ilgili birinci el kaynaklara dayanarak önemli bir durum tespiti
yapmıştır.
Lewicki, İbâdîliğin bazı temel kaynakları, İbâdîliğin doğuşu ve tarihsel
gelişimi, İbâdîlerin alt grupları, Kuzey Afrika’da yaşayan İbâdî toplulukları
ve Arap yarımadasının güneyinde yaşayan İbâdî grupları başta olmak üzere
İbâdîliğin pek çok yönü ile ilgili çalışmalar yapmıştır. Onun batı dünyasında
açmış olduğu akademik yönü ağır basan bu çığır, kendisinden sonra Roberto
Rubinacci, Josef Van Ess, Pierre Cuperly ve John C. Wilkinson gibi araştırmacılarla daha ileri noktalara ulaştırılmıştır.
82
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Kaynakça
Abdürrâzık, M. İsmâîl, el-Havâric fî Bilâdi’l-Mağrib hattâ Müntesafi’l-Karni’r-Râbii’l-Hicrî, Dâru’s-Sekâfe, Fas, 1406/1985.
Advin Cehlân, el-Fikru’s-Siyâsî ınde’l-İbâdıyye, Mektebetu’d-Dâmirî li’n-Neşr ve’t-Tevzî’, Umân, 1431/2010.
Ali Yahyâ Muammer, el-İbâdıyye fî Mevkibi’t-Târîh, Mektebetu’d-Dâmirî li’n-Neşr
ve’t-Tevzî’, Umân, 1409/1993.
el-İbâdıyye beyne’l-Fıraki’l-İslâmiyye ınde Küttâbi’l-Makâlât fî’l-Kadîm ve’l-Hadîs, Umân, 1410/1994.
Amr Halîfe en-Nâmî, Dirâsât ani’l-İbâdıyye, (Arapça Çev. Mîhâîl Hûrî, Thk. Muhammed Sâlih Nâsır, Mustafa Sâlih Bâcû), Dâru’l-Ğarbi’l-İslâmî, Tunus, 2012.
Studies in Ibadism (Al-Ibadhiya), (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Cambridge University Press, Cambridge, 1971.
“A Description of New Ibadi Manuscripts from North Africa”, Journal of Semitic Studies, XV, (1970), (ss. 63-87).
Ateş, Orhan, Günümüz Umman İbâdiyyesi, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Uludağ
Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa, 2007.
Mu’tezile İbaziyye Etkileşimi, İst., 2014.
“İbâzî Edebiyatı (Ebu’l-Kâsım Berrâdî ve “er-Risâle fî Ba’dı Kütübi’l-İbâziye” Örneği)”, Dicle Üniv. İlah. Fak. Der., XIII/1, Diyarbakır, 2011, (ss. 93-122).
Behn, Wolfgang, Concise Biographical Companion to Index Islamicus An International
Who’s Who in Islamic Studies from its Beginnings Down to the Twentieth Century, Leiden 2006.
Canard, Mauriuce, “Les Travaux de T. Lewicki concernant le Maghrib et en particulier
les Ibadites”, Revue Africaine, 103 (1959), (ss. 356-371).
Cuperly, Pierre, “Akîdetu Ebî Sehl Yahyâ”, Cahiers de Tunisie, XXX, 1982, (ss. 41-69).
Debbûz, Muhammed Ali, Târîhu’l-Mağribi’l-Kebîr, Müessesetu Tâvâlt es-Sekâfiyye, Cezayir, 2010.
Dercînî, Ebû’l-Abbâs, Kitâbu Tabakâti’l-Meşâih bi’l-Mağrib, (Thk. İbrâhîm Tallâye), Cezayir 1974.
Erul, Bünyamin, “Rebî’ b. Habîb”, DİA, XXXIV, İst., 2007, (ss. 494-495).
Ferhât el-Ca’bîrî, Devru’l-Medraseti’l-İbâdıyye fî’l-Fıkh ve’l-Hadârati’l-İslâmiyye, Dâru’l-Cüveynî li’n-Neşr, Tunus, 1408/1988.
Fığlalı, E. Ruhi, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, AÜİF. Yay., Ank., 1983.
İbn İdrîsu, Mustafa b. Muhammed, el-Fikru’l-Akadî ınde’l-İbâdıyye hattâ Nihâyeti’l-Karni’s-Sâlisi’l-Hicrî, Cem’ıyyetu’t-Türâs, Ğardâye Cezayir, 1424/2003.
İbn Nedîm, Ebû’l-Ferac, el-Fihrist, Beyrut, Trz.
İbn Ömer el-Ezdî, el-Câmiu’s-Sahîh Müsnebu’l-İmâm er-Rabî’ b. Habîb, (Thk. Ebû
Ya’kûb el-Vârcelânî), Mektebetu’s-Sekâfeti’d-Dîniyye, Maskat, 1415/1995.
İvaz Muhammed Halîfât, Neş’etu’l-Haraketi’l-İbâdıyye, Vizâratu’t-Türâs ve’s-Sekâfe,
Maskat, Umân, 1423/2002.
Kalhâtî, Ebû Saîd, el-Keşf ve’l-Beyân, (Thk. Seyyide İsmail Kâşif), Vizâratu’t-Türâsi’l-Kavmî ve’s-Sekâfe, Umân, 1400/1980.
Lewicki, Tadeusz, el-Muerrihûn el-İbâdıyyûn fî Efrîkıyyâ eş-Şimâliyye, (Arapça Çev.
Mâhir Cerrâr, Rîmâ Cerrâr), Dâru’l-Ğarbi’l-İslâmî, Beyrut, 2000.
“Une Chronique Ibâdite “Kitâb as-Sijar” D’Abû’l-‘Abbâs Ahmad as-Sammâhi
avec Quelques Remarques sur L’Origine et L’Histoire de la Famille des Sammâ-
İbâdîlik Araştırmalarında Önemli Bir İsim: Tadeusz Lewicki
83
his”, Revue des Études Islamiques, VIII/I, Paris, 1934, (ss. 59-78).
“Mélanges Berbères-Ibâdites”, Revue des Études Islamiques, X/III, Paris,
1936, (ss. 267-285).
“La Répartition Géographique des groupements ibâdites dans l’Afrique du
Nord au moyen-âge”, Rocznik Orientalistyczny, XXI, Lwόw, 1957, (ss. 301-343).
“Les Ibâdites en Tunisie au Moyen-Âge”, Accademia Polaccadi Scienze et Lettere, VI. Conférencetenue à la Bibliothèque de l’Académie Polonaise de Rome le
17 Fevrier 1958.
“Les Subdivisions de l’Ibâdiyya”, Studia Islamica, IX, 1958, (ss. 71-82).
“Les Ibâdites dans l’Arabie du sud au moyenâge”, Folia Orientalia, I, 1959, (ss.
3-18).
“al-Ibâdiyya”, The Encyclopaedia of Islam, III, Leiden, 1971 (New Edition), (ss.
648-660).
“Nükkâr”, İA, IX, İst., 1988, (ss. 370-373).
Masqueray, Emile, Formation des Cités Chez Les Populations Sédentaires de L’Algérie (Kabyles du Djurdjura, Chaouia de l’Arouas, Beni Mezâb), Rue Bonaparte, Paris,
1886.
Chronique d’Abou Zakaria, Alger, 1878.
Nâyif Ma’rûf, el-Havâric fî’l-Asri’l-Ümevî Neş’etuhum, Târîhuhum, Akâiduhum, Edebuhum, Dâru’t-Talîa, Beyrut, 1397/1977.
Necîb el-Akîkî, el-Müsteşrikûn, I-II, Dâru’l-Meârif, Kahire, 1980.
Rubinacci, Roberto, “The Ibâdis”, Religion in the Middle East, (Ed. A. J. Arberry),
Cambridge, 1969, II, (ss. 302-317).
“Il Kitab al-Gawahir de al-Barradi”, AION., VI, (1954-1956), (ss. 95-110).
“Il califfo Abd al-Malik b. Marwan e gli Ibaditi”, AION., III, (1953), (ss. 99-181).
“La Professione di fede di al-Gannawuni”, AION., XIV, (1964), (ss. 552-592).
“La Purita Rituale Secondo gli Ibaditi”, AION., VI, (1954-1956), (ss. 1-41).
“Djâbir b. Zayd”, The Encyclopaedia of Islam, II, Leiden, 1954, (ss. 359-360).
“Azâriqa”, The Encyclopaedia of Islam, I, Leiden, 1986, (ss. 810-811).
Sâlim b. Zekvân, es-Sîre, (Thk. ve İngilizce’ye çev. Patricia Crone-Fritz Zimmermann), Oxford University Press, New York, 2001.
Sâlimî, Nûru’d-Dîn, Tuhfetu’l-A’yân bi Sîrati Ehli Umân, (Thk., Ebû İshak İbrâhîm Ettafeyyiş), I-II, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Kahire, 1380/1961.
Schacht, Josef, “Bibliothèques et Manuscripts Abadites”, Revue Africaine, 100, 1956,
(ss. 375-398).
Smogorzewski, Sigismond, “Essai de Bio-bibliographie Ibadite-Wahbite”, Rocznik
Orientalistyczny, V, 1928, (ss. 45-47).
Strothmann, Rudolf, “Berber und Ibaditen”, Der Islam, XVII, (1928), (ss. 258-279).
Şemmâhî, Ebû’l-Abbâs, Kitâbu’s-Siyer, (Thk. Muhammed Hasan), Dâru’l-Medâri’l-İslâmî, Beyrut, 2009.
Vârcelânî, Ebû Zekeriyyâ, Kitâbu’s-Sîre ve Ahbâru’l-Eimme, (Thk. Abdurrahman Eyyûb), Tunus,1405/1985).
Vehîbî, Müslim b. Sâlim b. Ali, el-Fikru’l-Akadî ınde’l-İbâdıyye hatta Nihâyeti’l-Karni’s-Sânî el-Hicrî, Mektebetu’d-Dâmirî li’n-Neşr ve’t-Tevzî’, Umân, 1427/2006.
Wilkinson, John C. “The Early Development of the Ibâdî Movement in Basra”, Studies
on the First Century of Islamic Society, (Ed. G. H. A. Juynboll), Southern Illıonis
University Press, Carbondale & Edwardsville, 1982, (ss. 125-144).
84
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
“Ibâdî Theological Literature”, Religion, Learning and Science in the Abbasid
Period, (Ed. M. J. L. Young, J. D. Latham, R. B. Serjeant), Cambridge University
Press, Cambridge, 1990, (ss. 33-39).
“Bio-bibliographical Background to the Crisis Period in the İbâdi Imâmate
of Oman (End of 9th to end of 14th Century)”, Arabian Studies, XXX, London
1976, (ss. 137-164).
“The Ibadi Imama”, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, 39,
(1976), (ss. 535-551).
“The Origins of the Omani State”, The Arabian Peninsula, (Ed. D. Hopwood), London, 1972, (ss. 67-88).
Yahyâ Murâd, Mu’cemu Esmâi’l-Müsteşrikîn, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut,
1425/2004.
Yıldız, Harun, Kendi Kaynakları Işığında Hâricîliğin Doğuşu ve Gelişimi, Araştırma
Yay., Ank., 2010.
“Hâricîler’in Erken Dönem Tarih Algısı: Sâlim b. Zekvân Örneği”, e-Makâlât
Mezhep Araştırmaları Dergisi, II/2, (Güz 2009), (ss. 7-40).
Zâhir el-Hıcrî, el-İbâdıyye fî Ğarbi’l-İslâmî, Mektebetu’l-Cîli’l-Vâıd, Maskat, Umân,
1433/2012.
Zajaczkowski, Wlodzimierz, “Bibliographiedes Travaux de Tadeusz Lewicki”, Folia
Orientalia, XI, 1969, (ss. 7-47).
İslâmî İlimler Dergisi, Yıl 10, Cilt 10, Sayı 1, Bahar 2015 (85/109)
İbâdi Fİkİrlerİn Oluşumunda Mu’tezİle’nİn Rolü
Orhan ATEŞ*
ÖZ
Mu’tezile ve İbâdiyye İslâm tarihinde teşekkül eden iki farklı fırkadır. İbâdiyye orijin olarak Havâric’in alt fırkaları arasında yer almaktadır. Ancak
dini ve siyasi fikirleri bakımından Mu’tezile’ye oldukça yakındır. İbâdiyye “tepkisel kabilevi” din anlayışı içerisinde değerlendirilirken Mu’tezile
tam zıt kutupta “akılcı hadari” din anlayışı içerisinde ele alınmaktadır.
Mu’tezile ve İbâdiyye’nin dini ve siyasi görüşlerinin büyük çoğunluğunun
benzerlik göstermesi araştırmaya değer bir husustur. Bu makalede İbâdî
fikirlerin teşekkülünde Mu’tezile’nin rolü tartışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Mu’tezile, İbâdiyye, Havâric, Vâsıl b. Ata, Basra
the role of mu’tazıla ın shapıng ıbadı ıdeas
ABSTRACT
Mu’tazila and Ibadism are separate theological sects in Islamic history. As
the origin of Ibadism, it was a sub-sect of Khawarij. According to scholars,
Ibadism emerged among bedouins whereas Mu’tazila was a more civilized
group. They are mostly located on two opposite edges. However, Ibadism
has similar religious and political ideas with the Mu‘tazila.
Keywords: Mu’tazila, İbadite, Khavarij, Vasıl b. Ata, Basra
Makalenin Dergiye Ulaştığı Tarih: 10.11.2014; Hakem ve Yayın Kurulu Değerlendirmesinden Geçen
Makalenin Yayına Kabul Edildiği Tarih: 02.01.2015
Giriş
Fırak kitaplarında İbâdiyye ve Mu’tezile, orijinleri itibarıyla iki zıt kutupta
yer almalarına karşın1 fikrî yönden büyük bir benzerlik göstermektedirler2.
Bu durum Mu’tezile’den daha çok İbâdiyye için şaşırtıcı bir durumdur. Zira
bedevilik, hamaset ve cehalet gibi son derece olumsuz sıfatlarla tavsif edilen
İbâdiyye’nin3 akılcı mektep ve serbest düşünüşlü ilahiyatçılar olarak bilinen
Mu’tezile4 ile benzer görüşlere sahip olması geçmişte ve günümüzde sayıları
*
1
2
3
4
Yrd. Doç. Dr., Dicle Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, İslam Mezhepleri Tarihi Anabilim Dalı
Öğretim Üyesi.
Geniş bilgi için bkz. Aydınlı, Osman, “Mu’tezile Ekolü ve Aklın Belirleyiciliği” İslâmi İlimler
Dergisi, Yıl 4. Sayı l-2. Bahar-Güz 2009 s. 145-161; Mutahhar b. Tahir el-Makdisî, el-Bed’u
ve’t-Tarih, yy ty, I, 247; Amr Abdusselâm Tedmirî, Tarihu’l-İslâm ve Vefâyâtu’l-Meşâhirî ve’lA’lâm, Beyrut 1993, IX,, 241.
Abdurrahman Bedevî, et-Türâsu’l-Yûnânî fî Hadârati’l-İslâmiyye, Kahire 1940, s.204-210.
Eş’arî, Makalâtu’l-İslâmiyyîn, thk. Helmut Rıtter, Weisbaden 1980/1400.
Eş’arî, Makalâtu’l-İslâmiyyîn, 2005), I, 197; Fazlur Rahman, İslâm, s. 143-144; İbn Teymiyye,
Minhâcü’s-Sünneti’n-Nebeviyye fi Nakdi Kelâmi’ş- Şiati’l-Kaderiyye, thk. Muhammed Raşid
Salim, yy 1986, III, 464; Orhan Ateş, “Hariciliği Doğuran Sosyal-Psikolojik Bir Çerçeve Olarak Anomali”, Hece, 2013, yıl: 17, Sa. 198-199-200.
Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, trc. Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara 2010, s. 293.
86
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
az da olsa bazı araştırmacıların dikkatini çekmiştir. Ancak bu ilginin çok
sayıda eser ve makalenin neşrine neden olmadığını da itiraf etmemiz gerekir. Geçmişte, iki fırka arasındaki etkileşime dikkat çeken Malatî ; “onlardan
(Havâric’den) Mu’tezile fırkaları zuhur etti; bazıları da kendi mezheplerini bırakıp Mu’tezile’ye geçti” demektedir5. İki fırka arasındaki ilişkiye dair Malatî
tarafından ortaya konan izah, zaten müphem olan bu ilişkiye açıklık getirmek yerine konuyu daha da anlaşılmaz bir şekle sokmaktadır. Zira “Haricîler’den Mu’tezile fırkaları zuhur etti” sözü Mu’tezile’yi orijin olarak Havâric’e
bağlamaktadır ki gerek fırak gerekse siyasî tarih kitaplarında bunu destekleyen bir görüş bulmak imkânsızdır. “Onlardan (Haricîler’den) bazıları mezheplerini terk edip Mu’tezile’ye geçti” sözüne gelince, böyle bir durum kısmen
mümkün olabilir. Zira Halku’l-Kur’an ve kaderle ilgili konularda İbâdîler arasında farklı görüşlerin ortaya çıktığını görüyoruz6. İbâdî liderlerin farklı görüşler ileri sürenleri ihraç ettiklerini biliyoruz7. Ancak burada izaha muhtaç
husus; fırkayı terk edip giden kimselerin tekrar dönüp fırkanın görüşlerini
dönüştürebilme imkânıdır. Bu durumu fikir hadise irtibatı açısından inandırıcı görünmemektedir.
İbâdiyye Mu’tezile ilişkisi hakkında görüş beyan eden Neşvanü’l-Himyerî
fırkanın önde gelen liderlerinden Abdullah b. İbâd üzerinden bir düşünce
geliştimiştir. Ona göre fırkanın liderlerinden Abdullah b. İbâd hayatının sonlarına doğru tüm Haricî fikirleri terk ederek Mu’tezilî görüşleri benimsemiştir8. Neşvanü’l-Himyerî tarafından ileri sürülen görüşlerin tutarlı olmadığını
gösteren bazı nedenler vardır. Abdullah b. İbâd’ın Cabir b. Zeyd ile çağdaş
olması,9 İbâd’ın Mu’tezilî fikirlerin netlik kazanmadığı bir dönemde ölmüş
olma ihtimali10 ve başka kaynaklarda Abdullah b. İbâd’ın hayatının sonlarına
doğru İbâdî fikirleri terk edip Mu’tezilî fikirleri benimsediğine dair her hangi
bir bilginin olmayışı bu nedenler arasında yer alır.
Klasik sünnî fırak kitaplarında fırkalar siyasi süreçlerden bağımsız olarak
ele alındıklarından bu eserlerden fırkalar arasındaki düşünce etkileşim süreçlerini takip etmek oldukça güçtür. Son zamanlarda Umân ve Cezayir gibi
İbâdî bölgelerde İbâdî kaynakları ortaya çıkarma faaliyetleri, İbâdîlik ile ilgili
çalışmalara belli bir derinlik kazandırmıştır. Ebû Zekeriyyâ Vercilânî’ye ait
Siyer’in ve Amr b. Cemu’a ait el-Akidetü’l- İbâdiyye’nin batı dillerine çevrilmesi Goldziher’in İbâdiyye ile Mu’tezile arasındaki fikri etkileşime yoğunlaşmasına neden olmuştur. Goldziher Siyer’den yola çıkarak iki fırka arasında
ki benzer görüşleri şu şekilde sıraladı: Halku’l-Kur’an; ru’yetullah; ahiretle
5
6
Malatî et-Tenbih ve’r-Red alâ Ehli’l-Ehvâ ve’l-Bid’a, thk. Zahid Kevserî, Kahire, 1991, s. 69.
Ebû’l-Kasım el-Berrâdî, el-Cevâhiru’l-Müntekâ, el-Mektebetü’l-Barunî, Kahire 1301, s. 182200.
7 Ferhât el-Ca’birî, el-Bu’du’l-Hadarî li’l-Akideti’l-İbâdiyy, yy 2004, s. 352.
8 Neşvânu’l-Himyerî, el-Huru’l-Iyn, thk. Kemal Mustafa, s. 227.
9 Halim b. el-Ahmed Savvâfî, el-İmam Câbir b. Zeyd ve Âsâruhu fi’d-Da’ve, Umân ty, s. 9-50.
10 Motylinski, “Abdullah b. İbâz”, İA,I, 33; Fığlalı, İbâdiyye’nin Doğuşu, s. 88; A’veşt, Dirasâtü’l-İslâmiyye fî Usûli’l-İbâdiyye, s. 15-16.
İbâdî Fikirlerin Oluşumunda Mu’tezile’nin Rolü
87
ilgili bazı Kur’an anlatımlarını mecazi oluşu ve tevil edilmelerinin gerekliliği; müteşâbihlerin tevilinin gerekliliği; kebire sahibi tövbe etmedikçe şefaate
mazhar olamaz ve Allah onu bağışlamaz; Allah kuluna dünyada ne şekilde
cezalandıracağım demişse ahirette o sözünü yerine getirecektir. Zira Allah
va’d ve vaîdine sadıktır;11 sıfatlar Allah’ın zatına zait değildir. Goldzihier iki
fırka arasındaki fikrî benzerlikten yola çıkarak İbâdî fikirlerin Mu’tezile’den
etkilenerek oluştuğunu iddia etti. Ancak konu hakkında elinde İbâdiye’nin
yeterli temel kaynağı olmadığı için hipotezini temellendiremedi.12
Goldziher tarafından ortaya atılan görüşleri bir başka oryantalist Nallino
daha ileri bir noktaya taşıyarak temellendirmeye çalıştı. Fakat onun da bu
konuda başarılı olduğu söylenemez. İbâdiyye ve Mu’tezile ile ilgili çalışmalara
baktığımızda özellikle Mu’tezile olmak üzere iki fırka hakkında çok sayıda
kitap ve makalenin yazıldığını görmekteyiz. Ancak araştırmacıların iki fırka
arasındaki etkileşime yeterince ilgi gösterdikleri söylenemez. Klasik kaynaklarda bu hususta bir başlık olmadığı gibi gerek Arap dünyasında gerekse batı
dünyasında bu hususta yazılan eser yok denecek kadar azdır. Ülkemizde de
Mu’tezile ve İbâdiyye hakkında müstakil eserler olmakla birlikte iki fırka etkileşimini doğrudan işleyen bir çalışma yoktur.
Bu çalışma İbâdiyye’nin teşekkülünden hicri üçüncü asrın sonlarına kadar olan zaman aralığını kapsamaktadır. Makalemiz nitel bir çalışma olup;
fırka kitapları, siyasi tarih kitapları, coğrafya kitapları, tabakâtlar ve bu konuda yazılan çağdaş kitaplar ve makaleler faydalanacağımız temel kaynaklar
arasında yer almaktadır.
İbâdiyye ile ilgili bir çalışmanın önünde bazı zorlukların olduğunu da belirtmemiz gerekiyor. Bunlar,
1- Yüzlerce Yıldır Oluşan Peşin Hükümler: Fırkalar din anlayışındaki
farklı yorumların kurumsallaşması sonucu oluşan beşeri yapılar olmalarına rağmen yetmiş üç fırka hadisinden destek alan klasik kaynaklar kendi
anlayışlarını hak ilan ederken diğer fırkaları batıl olmakla suçlamışlardır.
Bu anlayıştan menfi anlamda en çok etkilenen fırkalardan birisi kuşkusuz
İbâdiyye’dir. Temel kaynaklara ve onları temel alan çalışmalara bakıldığında
İbâdiyye indirgemeci bir yaklaşımla Haricîliğin gölgesinde ele alınır. Hatta
çoğu defa İbâdî görüşler dikkate alınmadan hicri otuz yedilerde ortaya çıkan
Muhakkime-i Ulâ hakkında oluşmuş olumsuz mülahazalardan yola çıkılarak
İbâdiyye hakkında genellemeler yapılır. İki fırka hakkında yüzyıllar boyunca
11 “Ağızlarıyla inandık dedikleri halde kalpleriyle inanmayanların inkârcılıktaki gayretleri seni
üzmesin. Yahudiler’ in bir grubu var ki yalana kulak veriyor, seninle hiç karşılaşmamış
bir topluluğu dinliyor. Kelimelerin anlamını kaydırıp, ‘size bu verilirse alın, bu verilmezse
sakının’ diyorlar. Allah birini şaşırtmak isterse Allah’a karşı kimse ona yardım edemez. İşte
onlar, Allah’ın kalplerini temizlemeyi dilemediği kişilerdir. Onlar için dünyada aşağılanma ve
ahirette de büyük bir azap vardır.” Maide, 5/41.
12 Bedevî, Abdurrahman, et-Turasu’l-Yunaniyye fi Hadârati’l-İslâmiyye, Kahire 1940, s.204210.
88
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
oluşan genel kanaate baktığımızda bir tarafta bedevilik ve cehalet gibi son
derece olumsuz kavramlarla tavsif edilen İbâdiyye13 diğer yanda akılcı mektep ve özgür düşünüşlü ilahiyatçılar olarak bilinen Mu’tezile14. Yüzlerce yıldır
şuur altımıza kazınan bu algı tabi ki iki fırka arasındaki gerçek ilişkiyi ortaya
koyan olgunun kendisi değildir. Bu çalışmada peşin hükümleri benimseyen
sübjektif bir yaklaşım değil delilleri temel alan nesnel bir metodoloji benimsenmiştir.
2- Kavramsal Kargaşa: Akademik bir çalışmanın en önemli unsurlarından birisi kavramlar ve onlara yüklenen anlamlardır. Bazı kavramlarla ilgili olarak İbâdîler ile diğer fırak gelenekleri arasında ciddi görüş ayrılıkları
vardır. İbâdîler kendilerini Haricî bir fırka olarak görmemektedirler. Dolayısı
ile onlar Haricî derken Muhakkime-i Ulâ’yı ve kendilerini dışarıda tutarak
Ezârika’yı kast ederler. İbâdî kaynaklara göre Tahkîm nedeniyle Hz. Ali’den
ayrılan grup isim olarak Muhakkime-i Ulâ’dır. Bu fırka hicri altmış dört yılında parçalanmış ve Mutedil Muhakkime ve Mutadarrıf/şiddet yanlısı Muhakkime olarak ikiye bölünmüştür. Şiddet yanlısı Muhakkime’yi temsil eden
Ezârika kendilerinden olmayanları müşrik kabul ettiği ve kendileri gibi düşünmeyen ve kendilerine katılmayan herkesin malını ve kanını helal gördüğü
için İbâdîler tarafından Haricî adlandırmasına layık görülmüştür. İbâdîler
“Haricîler’den beriyiz” derken bunu Muhakkime-i Ulâ’dan beriyiz anlamında değil el-Ezârika’dan beriyiz anlamında kullanırlar. Bu ayrıntının farkında
olmayanlar ısrarla onların Muhakkime-i Ulâ ile olan münasebetini ispat etmeye çalışırlar.
3- Kurucu Meselesi: İbâdiyye gibi siyasi baskı altında yaşayan ya da düşüncelerini muhafaza etmek için takiyye yapmak zorunda kalan fırkaların
tarihleri diğer fırkalar kadar belirgin değildir. İbâdiyye’nin kurucusu hakkında İbâdî ve Sünnî kaynaklarda farklı spekülasyonlar vardır. İbâdiyye Sünnî
kaynaklarda Abdullah b. İbâd’a nispet edilirken; İbâdî kaynakların çoğunluğu Abdullah b. İbâd’ı, İbâdiyye’nin oluşumunda rol alan önemli şahsiyetlerinden birisi olarak kabul etmekle beraber fırkanın müessisi olarak değerlendirmezler. İbâdî kaynaklara göre fırkanın fikrî müessisi hicri doksan ikide
vefat eden Ebû Şa’sa lakaplı Cabir b. Zeyd’dir.
4- Kaynak Yetersizliği: Gerek Mu’tezile gerekse İbâdiyye bilginleri erken
dönemden itibaren çok sayıda eser kaleme almışlardır. Ancak bu eserlerin
çoğu günümüze ulaşamamıştır. Çalışmamızda elden geldiğince fırkaların
ulaşabildiğimiz erken dönem kaynakları dikkate alınacaktır. Yeri geldikçe diğer kaynaklar da kullanılacaktır.15*
13 Tritton, İslâm Kelamı, trc. Mehmet Dağ, Ankara 1983, s. 25.
14 Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, s. 293.
15 * İbâdî kaynakların bazısına İbâdî Şamile üzerinden ulaşma imkânı bulduk. Ancak ilgili
programda kitapların künyeleri ile ilgili çok sayıda eksikliklerle karşılaştığımızı söylemek
durumundayız. Kitap künyelerindeki eksiklikleri diğer imkânlarla elden geldiğince gidermeye
çalıştık.
İbâdî Fikirlerin Oluşumunda Mu’tezile’nin Rolü
89
A. Mu’tezile ve İbâdiyye’nin Teşekkülü
Eş’arî ve sonrasında gelen Bağdâdî ve Şehristânî gibi klasik kelam kaynaklarının Mu’tezile’nin doğuşu hakkındaki verdikleri bilgilere baktığımızda
Mu’tezile, büyük günah işleyen kimseye verilecek isimle alakalı Basra mescidinde başlayan kelamî bir tartışmanın ortasında doğmuş gibidir. Fırkaların
teşekkülünde bu ve benzeri entelektüel tartışmaların önemli bir yeri olmakla
beraber; hadiseyi bu tarz anlatımlarla sınırlamak, fırkaların oluşum süreçlerini ve arka planda carî zihniyetleri anlamamızı güçleştirmektedir.
Arapça bir kelime olan Mu’tezile lügatte “bir tarafa çekilmek, uzaklaşmak”
anlamına gelir. Mu’tezile, azele kökünden türetilen i’tizal kelimesinin iftial
babından ism-i failidir16. Terim anlamı ise, Vâsıl b. Atâ tarafından kurulan
fırkanın ismi olarak zikredilir. Vâsıl fırka ismi olarak her ne kadar Ehlü’l-Adl
ve’t-Tevhîd adlandırmasını tercih etse de17 fırka, muhalifleri tarafından verilen Mu’tezile ismi ile meşhur olmuştur.18 Mu’tezile kelimesi lügat anlamı
ile İslâm tarihinde yaşanan farklı dini, siyasi olaylar arasında ilgi kurulmak
sureti ile bazı siyasî pozisyonları ifade etmek için kullanılmıştır. Bu kelime ilk
defa itikadî bir fırka anlamına gelmeksizin Hz. Ali ile Cemel ehli arasındaki
siyasi mücadeleye katılmayanları,19 Hz. Ali’ye biat etmekle birlikte Hz. Ali ile
Muaviye arasında gerçekleşen Sıffîn savaşına katılmayıp tarafsız kalan sahabeyi20 ve hakem olayından dolayı “La hükme illa lillah” diyerek Hz. Ali’yi terk
eden Muhakkime-i Ulâ’yı ifade etmek için kullanılmıştır21. Aynı şekilde Hz.
Ali’nin Mısır valisi olan Kays b. Said b. Ubade’ye, “Sana biat da etmeyiz, senden teberrî de etmeyiz. Valini gönder bu topraklar senindir. Fakat insanların
durumu bize açık hale gelinceye kadar çekimser kalıyoruz” diyen Yezid b.
Hâris ve taraftarları için kullanılır22. Hz. Ali’den sonra altı ay hilafet vazifesini
uhdesinde bulunduran Hz. Hasan’ın Muaviye’ye biat etmesiyle her ikisinden
de uzaklaşıp “Biz ilimle uğraşacağız” diyerek evlere ve mescitlere kapanan
Hz. Ali taraftarları için de kullanılmıştır23.
Nevbahtî Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra Abdullah b. Ömer, Sad
b. Ebî Vakkâs ve Muhammed b. Mesleme el-Ensarî gibi İmam Ali’ye biat
eden ama İmam Ali’nin aleyhine veya lehine savaşa girmeyen kimseler için
Mu’tezile lakabının ilk defa kullanıldığını ileri sürmüştür. Ardından da şun16 Carullah Zühdî, el-Mu’tezile, Kahire 1974, s. 2; Taberî, Tarihü’l-Ümem ve’l-Mulük, thk. Muhammed Ebu Fazl İbrâhîm, Beyrut. 1386/1966, IV, 496, 497; Nevbahtî, Firâku’ş-Şia, s. 5.
17 Topaloğlu, Bekir, Kelâm İlmi, İstanbul 1981, s. 170.
18 Kâdî Abdulcebbâr, Fazlu’l-İ’tizâl ve Tabakâtü’l-Mu’tezile, s. 214. Ferhât Ca’biri, el-Bu’du’l-Hadari li’l-Akideti’l-İbâdiyye ty 2004, s. 414; Zühdî Carullah, el-Mu’tezile, s. 5. İrfan Abdülhamit, İslam’da İtikadî Mezhepler ve Akaid Esasları, trc. M. Saim Yeprem, İstanbul 1981, s. 94.
19 Malatî, et-Tenbih, s.36.
20 Malatî, et-Tenbih, s.36.
21 Taberî, Tarih, V, 57, 58; Nevbahtî, Kitabu Firâku’ş-Şia, s.5.
22 Taberî, Tarih, IV, 554; Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, III, 162.
23 Malatî, et-Tenbih, s. 36; Geniş bilgi için bkz. Mehmet Kubat, “Ötekini Tanımlama Bağlamında
Mu’tezile’nin Sünnî Okunuşu”, Ekev Akademi Dergisi, Yıl 8, sayı 21, (Güz 2004), s. 76.
90
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
ları söylemektedir: “Bu grup sonradan ortaya çıkan Mu’tezilîler’in selefleri
sayılmaktadır”24.
Mu’tezile’nin doğuşu hakkında yukarıda zikredilen olayların tamamı siyasi muhteva taşımaktadır. Mu’tezile ile ilişkilendirilen bu gurupların arasında
fikri anlamda organik bir irtibat olmadığı gibi halef selef ilişkisi de yoktur. Bu
rivayetlerde geçen i’tizal hadiselerini hicri ikinci asrın başlarından itibaren
ortaya çıkarak büyük günah işleyenin durumu, insan özgürlüğü, tevhit ve
sosyal adalet gibi konularda aklı merkeze alıp özgün fikirler üreten Mu’tezile
ile ilişkilendirmek oldukça zordur.
Mu’tezile’nin aksiyoner bir fırka değil; kendisinden önce oluşan fırkaların
görüşlerine reaksiyon/tepkisel olarak doğan bir düşünce ekolü25 olduğu dikkate alındığında; Mu’tezile’yi teşekkülüne zemin hazırlayan diğer dini siyasi
hareketlerden bağımsız olarak kavramak neredeyse imkânsızdır. Bu bakımdan Mu’tezile’nin oluşumunu İslâm tarihinde meydana gelen dini siyasi olaylar içerisinde ele almaya çalışacağız.
Hz. Peygamber hayatta iken “müminlerin kardeşliğini” temel alan26 inanç
birliği üzerine kurulu bir toplum meydana getirilmişti27. Hz. Peygamber döneminde fırkaların oluşumuna zemin hazırlayacak ihtilaflar vücuda gelmemişti. Ne var ki hastalığı esnasında gerçekleşen “Kırtas” olayından28 itibaren
Müslümanların fırkalaşmasına yol açan dini, siyasi çok sayıda olayın ortaya
çıktığını biliyoruz.
Hz. Peygamber’in Hakk’a yürümesinin29 hemen ardından ortaya çıkan
imamet tartışması, Hz. Ebu Bekir üzerinde sağlanan konsensüs ile kısa vadede problem olmaktan çıktı30. Fakat Hz. Osman’ın hilafetinin ikinci altı yılından sonra devlet idaresinde görülen bir kısım memnuniyetsizliklerin de
etkisiyle imamet problemi yoğunluğu artarak yeniden gündeme geldi.31 Hz.
Osman’ın feci bir şekilde katlinden sonra Hz. Ali’ye beyat edilmiş ancak ba-
24 Nevbahtî, Firâku’ş-Şia, s. 24. Geniş bilgi için bkz. Metin Bozan, İmamiyye’nin İmamet Nazariyesinin Teşekkül Süreci, İstanbul 2009.
25 Mu’tezile iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak prensibi bağlamında kötülüklere karşı
bazen fiili müdahalede bulunmalarını söz ve yazıyla müdahale yanında bir istisnai durum
olarak değerlendirmek gerekir. Vasıl’ın aşırı fikirler edinen arkadaşı Beşşâr b. Bürd hakkında verdiği söylenen ölüm fermanı bu bağlamda değerlendirilebilir. Cahız, el- Beyân ve’t-Tebyîn, I, s. 30-31, 37-43; İbn Nedîm, Fihrist, s. 202, 203; Ebû Hilal el-Askerî, Evail, s. 256-257;
Mehmet Ümit, Zeydîyye–Mu’tezile Etkileşimi, s. 31.
26 Hucurât, 49/10.
27 Zekeriyya b. Halîfe Mahremî, es-Sırâ’u’l-Ebedî, s. 61- 62, Behlan, 2006; Mehmet Said Hatiboğlu, “Hilâfetin Kureyşliliği”, AÜİFD, XXIII, Ankara, 1978, s. 125-126.
28 Mevlana Şiblî, İslâm Tarihi, trc. Ömer Rıza Doğrul, İstanbul, 1346, II, 758, 759; İbn Kesîr,
es-Siretü’n Nebeviye, IV, 450.
29 İbn Sa’d, Tabakât, II, 200; el-Meclisî, Bihâru’l-Envâr, XXII, 467.
30 Taberî, Tarih, II, 235; et Taberîsi, el-İhticâc, I, 92.
31 Geniş bilgi için bkz. İbn Mutahhar el-Hilli, Nehcü’l-Hakkı ve Keşfu’s-Sıdk, s. 286; Muhammed
Abid el-Cabiri, el-Aklu’s-Siyasi’l-Arab, Beyrut 2000, s. 149.
İbâdî Fikirlerin Oluşumunda Mu’tezile’nin Rolü
91
zıları ona beyat etmekten i’tizal ederken32 Şam valisi Muaviye’ye de beyat
etmeyi reddetmiştir33. Hz. Ali’nin idaresinde Müslümanlar Cemel,34 Sıffîn35
ve Nehrevân36 olmak üzere üç büyük iç savaşta karşı karşıya geldiler37. Sıffin savaşında Tahkîm38 kararına itiraz eden Haricîler Hz. Ali’yi terk ettiler39.
Mis’ar b. Fedekî ve arkadaşlarının Hz. Peygamber’in saygın sahabelerinden
olan Habbâb b. Eret’in oğlu Abdullah ve hamile eşini öldürmeleri üzerine40
Hz. Ali ile Muhakkime arasında Nehrevân Savaşı gerçekleşti41. Hz. Ali’nin
galip geldiği bu savaşta Haricîler kılıçtan geçirildi. Nehrevân Savaşı Haricîler’in Kerbelası’dır. Nehrevân Savaşında aldıkları ağır yenilgi üzerine Haricîler uzun süre kendilerine gelememişlerdir.
Savaştan sağ kurtulan Muhakkime’nin kalanları Basra ve Küfe’ye yerleştiler42. Bu dönemde küçük ölçekli çok sayıda Haricî isyan ortaya çıkmıştır43.
Ancak bu isyanlar halka karşı değil siyasi iktidara yönelik ayaklanmalar olduğundan, halktan ziyade siyasi iktidar açısından tehlikeli ayaklanmalardı. Hicri
otuz yediden hicri altmış dört yılına kadar olan süreyi gizlilik içinde geçiren
Havâric’in hicri altmış dört yılında parçalanması, Ezârika’nın huruç ilan ederek herkesi hicrete davet etmesi ve kendisine katılmayanları müşrik olmakla
suçlaması Mu’tezile ve Mürcîe’nin oluşumu bakımından oldukça önemlidir.
Nâfi’ b. Ezrak’ın hurucu ile başlayan yeni dönemde Ezârika seleflerinden
farklı bazı özelliklerle temayüz etmiştir. Şöyle ki; Ezârika şiddetle beslenen
ve şiddeti umuma yayan tekfirci bir harekettir. Eş’arî, Nâfi’ b. Ezrak’tan Haricîler arasında ilk ihtilaf çıkaran kimse olarak bahseder44. Nâfi’ kendilerine
katılmayanlara ve Muhakkime’den kendileri gibi düşünmeyenlere şirk küfrü isnat ederek ana bünyede parçalanmaya neden olmuştur. Kendilerinden
olmayanları tekfir etme hususunda Eş’arî, Abdullah b. el-Vadin gibi başka
isimler de vermektedir. Bu kimselerin Haricî hareketle içerisindeki ilişki düzeyleri belli değildir. Ezârika büyük günah işleyenleri tekfir ederek onların
32 Berrâdi, el-Cevâhir s. 101; Taberî, Tarih, III, 8; Belâzurî, el-Ensâb, III, 43; İbn Sa’d, Tabakât,
III, 167; İbn Teymiyye, Minhâcü’s-Sünne, III, 295; Halife b. Hayyât, et-Tarih, s. 181.
33 İbn Sa’d, Tabakât, II, 32; Halife b. Hayyât, et-Tarih, s. 116; Belâzurî, el-Ensâb, II, 85.
34 Taberî, Tarih, III, 22; Belâzurî, el-Ensâb, III, 43; Halife b. Hayyât, et-Tarih, s. 181.
35 Eş’arî, Makâlâtü’l-İslâmiyyîn, I, 197; Zehebî, el-İber, s. 27.
36 İbn Sa’d, Tabakât, V, 245; İbn Hayyât, et-Tarih, s. 1119; el-Belâzurî, Ensâb, III, 136; eş-Şemmâhî, es-Siyer, I, 50.
37 Bazı araştırmacılar Nehrevân savaşını bir iç savaş olarak zikretmeye değer bulmazlar. Bunun Haricîlikle ilgili oluşturulan olumsuz algı ile ilgili olduğunu düşünmekteyiz (İlyas Çelebi,
“Mu’tezile’nin Klasik İslâm Düşüncesindeki Yeri Ve Modern Döneme Etkileri” Kelam Araştırmaları, 2, 2, (2004), s. 3)
38 Taberî, Tarih, IV, 561; Kargış, Umân ve’l-Hareketü’l-İbâdiyye, s. 61
39 en-Nesâi, es-Sünenü’l-Kübrâ, 11504; VI, 463; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 15408.
40 Belâzurî, el-Ensâb, III, 136; Halife b. Hayyât, et-Tarih, s. 119; Haceri, Ali b. Muhammed, e-İbâdiyye ve’l-Menheciyyetü’l-Bahsi İnde’l-Müerrihîn ve Ashâbi’l-Makâlât, Beyrut ty, s. 212-222
41 İbn Sa’d, Tabakât, V, 245; el-Belâzurî, Ensâb, III, 136; Ebu’l-Arâb, Muhammed b. Ahmed b.
Temim et-Temimî, Kitâbu’l-Mine, Beyrut 1983, s. 122; eş-Şemmâhî, es-Siyer, I, 50.
42 Halifât, Neş’etü’l-Harekâti’l-İbâdiyye, s. 65.
43 Geniş bilgi için bkz. İrfan Aycan, “Emevîler Dönemi İç Siyasi çekişmeler”, AÜİFD, C. 39 Sa. 1,
Ankara 1990, s. 147-175.
44 Ettafeyyiş, el-Fark, s. 7; Eş’arî, Makâlâtu’l-İslâmiyyîn, I, 157.
92
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
ebedi cehennemde kalacaklarını ve bulundukları yerlerin daru’l-küfür olduğunu ilan etti. el-Ezrak daru’l-küfürde oturanların kâfir olacağını bu nedenle
de oradan ayrılmak gerektiğini iddia etti. el-Ezrak kendisine katılmayan müşriklerin çocuklarının cehennemlik olduğu görüşündedir. Onların hükümleri
babalarının hükümleri gibidir. Ezârika’nın ileri sürdüğü bu görüşler sosyal
hayatı sabote etti. el-Ezrak’ın tekfirci anlayışı ön plana çıkararak huruç etmesi sonucunda ana bünyenin parçalanması bu fikirlerin, Muhakkime’nin
tamamı tarafından benimsenen fikirler olmadığını göstermektedir.
İlk Haricî/Muhakkime hareket de problemin çözümünde şiddeti bir araç
olarak kullanmıştı. Ancak onların şiddeti daha çok kendilerine muhalif siyasi iktidara yönelikti. Nâfi’ b. el-Ezrak ile başlayan yeni dönemde şiddetin
muhatabı sadece iktidar değil kendileri gibi düşünmeyen ve kendilerine katılmayan herkesi kapsıyordu.
el-Ezrák’ın huruç çağrısı45 ile başlayan yeni dönem, Mu’tezile’nin doğuşunu anlamak bakımından oldukça önemli bir başlangıç noktası sayılabilir. Çünkü Ezârika’nın sosyal hayatta oluşturduğu dini ve siyasi kriz önce
Mürcîe sonra da Mu’tezile hareketinin teşekkülüne ivme kazandırmıştır. Zira
kaynaklarda Mu’tezile’nin birden çok olaya isnat edilmesinin bir nedeni de
bu noktayı ihmalden kaynaklanmaktadır.
Mu’tezile İslâm düşünce tarihinin erken dönemlerinde vücut bulan dini
politik bir harekettir. Emevîler döneminin sonlarına doğru gündeme gelen
büyük günah meselesi ve Allah’ın sıfatları gibi konularla varlığını göstermeye başlayan Mu’tezile, Abbasiler döneminde felsefi cereyanlardan beslenerek
gücünü artırmış46 akabinde devletin resmi mezhebi haline gelmiş47 entelektüel bir harekettir.48 Fırkanın temel görüşleri usulü hamse/beş esas olarak
formüle edilmiştir.49 Mu’tezile hakkında yapılan bu tarz tarifler fırkanın fikirleri ve oluşum süreci hakkında genel bilgiler vermekle birlikte oluşum süreci
hakkındaki tereddütleri gidermede yetersiz kalmaktadırlar.
Mu’tezile’nin doğuşu hakkında kaynaklarda zikredilen Vâsıl b. Atâ’nın
(ö. 131/749) Hasan Basrî’den ayrılışını anlatan rivayet,50 fırkanın ortaya
çıkışı hakkında bir kısım ipuçları vermekle beraber, olay Basra mescidine
45 Eş’arî, Makâlâtü’l-İslâmiyyîn, I,183.
46 Ahmed Şevki İbrâhîm el-Omerci, el-Mu’tezile fi’l-Bağdâd ve Eseruhum fi Hayâti’l-Fikriyye
ve’s-Siyasiyye, Kahire 2000, s. 19; Geniş bilgi için bkz. Nahide Bozkurt, Mu’tezile’nin Altın
Çağı, Me’mun Dönemi, Ankara 2002.
47 Hatib Bağdâdî, Tarihu Bağdâd, 1931/1349, IV, 151; Taberî, Tarihü’l-Ümem ve’l-Mulük, thk.
Muhammed Ebu Fazl İbrâhîm, Beyrut 1386/1966, VIII, 619.
48 İbn Nedîm, Fihrist, s. 150: İbn Kıfti, İhbâru’l-Ulema bi Ahbâri’l-Hukema, Kahire ty, s. 149.
49 Ahmet Mahmûd Suphi, Fî İlmi’l-Kelâmi’l-Mu’tezile, s. 119; Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül
Devri, s. 266; Watt, İslâm Felsefesi ve Kelamı, trc. Süleyman Ateş, Ankara 1968, s. 63.
50 Muhammed b. en-Nu’mân el-Mufîd, Evâilü’l-Maktülât fi’l-Mezâhib Muhtârât, Tebriz 1371, s.
4-7; M. Şerefeddin, “Kaderiyye yahut Mu’tezile”, Darulfünun Ilâhiyat Fak. Mecmuası, Sa. IV,
İstanbul 1930, s. 5; el-Bagdâdî, el-Fark Beyne’l-Firâk, s. 71; Şehristânî, el-Milel, I, 48; İbnü’l-Murtazâ, Tabakâtü’l- al-Mu’tezile, yy 1316, s. 3; Ahmed Emin, Fecru’l- İslâm, s. 288;
İbrâhîm Agâh Çubukçu, “Mu’tezile ve Akıl Meselesi”, AÜİFD, Ankara 1964, s. 51.
İbâdî Fikirlerin Oluşumunda Mu’tezile’nin Rolü
93
mahkûm edildiğinden Mu’tezile’nin doğuşu ile ilgili problemi çözmede yetersiz kalmıştır. Bilginin sosyal bir fenomen olduğunu ve toplumda üretilip
yine toplum içinde bir anlama kavuştuğunu dikkate almayan yaklaşımlar
Mu’tezile’de dahil olmak üzere tarihi bir çok olayda anakronizme düşmekten
kurtulamamışlardır.
Mu’tezile de dahil olmak üzere her hangi bir fırkanın doğuşu ve gelişimi hakkında doğru bilgiyi elde edebilmek için bilginin toplumsal temelini irdelemek
ve ilgili zaman aralığında sanal olarak sosyalleşmek gerekir. Çünkü insan veya
insanlardan oluşan dini, siyasi toplulukların görünümleri tarihte ortaya çıkar51.
Bu noktada makale yazarının ileri sürdüğü hipotez şudur: Mu’tezile fırkasının
oluşumu Havâric ve Şia gibi değildir. O dini ve politik bir düşünce ekolü olarak
ehl-i kebâir ile ilgili kendisinden önce Ezârika, Sufriyye52 ve Mürcîe tarafından
üretilen görüşlere bir reaksiyon olarak doğmuştur53. Mu’tezile’nin ortaya çıkışını
Sıffin Savaşında Tahkîm nedeniyle Hz. Ali’den ayrılan Muhakkime-i Ulâ ile değil
hicri altmış dört yılındaki Haricî ayrışmadan sonra ortaya çıkan Muhakkime-i
ahâr ile ilişkilendirmek daha doğru bir yaklaşım olabilir54.
Klasik kaynaklarda Hasan Basrî ile talebesi Vâsıl b. Atâ arasında geçtiği
söylenen olay55 hakkında bir çözümleme yapabilmek için olayın oluştuğu süreçte sosyalleşerek hadisenin öncüllerini tespit etmemiz gerekir. Zaman Boyutu: Hadisenin baş kahramanları olan Hasan Basrî (h.110/728) Vâsıl b. Ata, ve
Amir b. Ubeyd (ö.144/761) gibi şahısların ölüm tarihleri dikkate alındığında
ve aynı rivayetlerin Amr b. Ubeyd ve Katade ile ilgili olarak da aktarılması
bahse konu olayın hicri birinci asrın sonlarında gerçekleştiği anlaşılmaktadır.
Hasan Basrî’nin vefat tarihi h.110/728’dir. Vâsıl b. Ata ve Amr b. Ubeyd’in
doğum tarihleri hicri seksendir56. Dolayısı ile Mu’tezile gibi fikri yanı çok güçlü bir harekete yirmi yaşlarında başlamaları inandırıcı değildir. Bu durumda
hareketin oluşumu en erken hicri ikinci asrın başlarına karşılık gelmektedir.
51 Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, s. VI.
52 Eş’arî, Makâlât, I, 183.
53 Bir fırkanın teşekkülünü tek bir nedene indirgemek kesinlikle bilimsel bir yaklaşım değildir.
Her fırkanın oluşumunda dahili ve harici çok sayıda sebep vardır. Bizim yapmaya çalıştığımız diğer sebeplerin varlığını görmezden gelmek değil, daha çok fırkalar arası etkileşimi
merkeze alan ve fırkaların siyasi konjönktürde teşekkülünü daha kolay anlamamıza imkân
tanıyan yeni bir anlatım formülasyonu ortaya koymaktır. (O. Ateş)
54 Mirdâs, kendine özgü karakteri olan bir zahitti; Ziyâd’ın tahakkümü, onun Haricî olmasına
neden oldu. Bütün firkalar onu kendilerine mal etmeye çalıştılar. Şia, onun kendilerine mensup olduğunu iddia etti. Mu’tezile ise bir yandan takvası ve anlayışı dolayısıyla ve bir yandan
da genel vali, masumları suçlularla birlikte cezalandırmak istediğinde “hiç kimse başkasının
yükünü taşımaz” (En’am, 6/164) âyetini naklederek Ziyâd’a karşı çıktığı için, ona sahip çıktı
(Tritton, İslâm Kelamı, s. 39).
55 Muhammed b. an-Nu’mân el-Mufid, Evâil, Tebriz 1371, s. 4-7; M. Şerefeddin, “Kaderiyye
yahut Mu’tezile”, Darulfünün Ilâhiyat Fak. Mecmuası, Sa. IV, İstanbul 1930, s. 5; el-Bagdâdî,
al-Fark Beyne’l-Firâk, s. 71¸ Şehristânî, el-Milel, I, 48; İbnü’l-Murtazâ , Tabakâtü’l-Mu’tezile,
s. 3; Ahmed Emin, Fecru’l- İslâm, s. 288 vd.; Çubukçu, “Mu’tezile Ve Akıl Meselesi”, s. 51.
56 İnsanlar Amr için “insanların en hayırlısı (Amr) insanların en şerlisinin (Ubeyd) oğlu derlerdi.
Babası da doğru söylediniz. Ben Âzer, o da İbrâhîm derdi; İbn Kuteybe, Meârif, thk. Servet
Ukkaşe, Kahire 1993, s. 483.
94
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Mekân Boyutu: Klasik kaynakların tamamına göre Mu’tezile’nin teşekkülüne
sebep olan ve Hasan Basri Vâsıl b. Atâ ayrışmasına işaret eden olay Basra
mescidinde cereyan etmiştir. Basra ve Küfe sonradan kurulan ekonomik girdisi fazla ordugâh şehirlerdir. Dış göçlerin ve Cemel, Sıffin ve Nehrevân gibi
büyük iç savaşların etkisi ile anomali karakter kazanan bir şehirdir57. Fikir
Boyutu: Hasan Basri’ye soru soran şahsın anlatımından büyük günah işleyenlerin akibeti hakkında iki karşıt düşünce ekolünün oluştuğu ve bunların fiili
olmasa bile fikri bir çatışma içerisinde oldukları anlaşılmaktadır. Muhakkime-i Ulâ’nın sertlik yanlısı şahin kanadı Ezârika, büyük günah sahibine kafir
derken58 Mürcîe iktidar ile ilişkilerini de önceleyerek mümin kabul etmektedir.59Hadise Boyutu: Sosyal bir hadise içerisinde geliştiği sosyal hayatın dini,
siyasi, ekonomik ve kültürel gelişmelerinden bağımsız olarak ele alındığında
opaklaşarak kendisi hakkındaki gerçekleri deşifre etme kabiliyetini yitirir60.
Bilginin toplumsal bir fenomen oluşundan ve orada üretilişi gerçeğinden yola
çıkılırsa; hicri birinci asrın sonlarına doğru İslâm toplumunda “büyük günah”
fikrinin Basra mescidine taşınmasına yol açan önemli bir hadisenin olması
gerekir. Zira Hasan Basrî’ye bu soruyu yönelten şahsın sorusunu sorma biçiminden toplumsal bir buhranın mevcudiyeti anlaşılmaktadır. Diğer bir husus, sanılanın aksine bu konu hakkındaki fikirler de henüz netleşmiş değildir.
Çünkü olayın akışından anladığımız kadarıyla, hoca talebe ilişkisi içinde olan
Hasan Basrî ile Vâsıl b. Atâ büyük günah sahibine verilecek isim konusunda
henüz birbirlerinin görüşlerini bile yeterince bilmemektedirler.
İslam tarihinde tekfir olayının Muhakkime-i Ulâ ile başladığını bilmekteyiz. Ancak Muhakkime-i Ulâ tarafından gündeme gelen tekfir daha çok önde
gelen siyasi iktidara yönelik olduğunda sosyal hayatta derin bir rahatsızlık
oluşturmadı. Ezârika, Muhakkime-i Ulâ tarafından başlatılan tekfir hareketini daha da genişleterek tabana yaydı. Şöyle ki; Emevî baskılarına tahammül
edemeyen Muhakkime-i Ulâ içerisinde yer alan Nâfi’ b. el-Ezrak, Abdullah
b. Zübeyr zamanında Basra’dan Ehvâz’a geçip, kendisi gibi düşünmeyenleri
şirk küfrü ile tekfir ederek huruç etti61. Nafî b. el-Ezrak taraftarları çoğalınca
Basra’yı kuşattı. Can güvenliğinin kalmadığını gören birçok aile göç etmek
zorunda kaldı. Nâfi’ valiyi öldürdükten sonra şehri ele geçirdi. Doğuya doğru
ilerleyen Nâfi’, Fâris ve Kirmân beldelerinin bir kısmını işgal etti. Oralarda
görev yapan İbn Zübeyr’in amillerini öldürttü. Yaklaşık otuz bin kişilik silahlı
bir orduya sahip olan Nâfi’ kendisi gibi düşünmeyenlerin kalbine müthiş bir
korku saldı62. Basra valisi Abdullah b. Hâris b. Nevfel en Nevfelî ordu komutanı Müslim b. Abis b. Küreyz b. Habîb komutasında bir orduyu Ezârika
57 Geniş bilgi için bkz. Orhan Ateş, “Hariciliği Doğuran Sosyal-Psikolojik Bir Çerçeve Olarak
Anomali”, Hece, yıl: 17, Sa. 198-200, 2013.
58 Eş’arî, Makâlât I, 182, 183.
59 Sönmez Kutlu, Türklerin İslâmlaşma Sürecinde Mürcîe ve Tesirleri, Ankara 2000, s. 104.
60 Kutlu, Türklerin İslâmlaşma Sürecinde Mürcîe ve Tesirleri, s. 41
61 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 167; Taberî, Tarih, VI, 503- 504.
62 Yakubî, Tarih, II, 265-272; İbn Hayyat, Tarih, s. 253-256; Müberred, el-Kâmil fi’t-Tarih, III,
1102-3; Taberî, Tarih, V, 528, 565-69
İbâdî Fikirlerin Oluşumunda Mu’tezile’nin Rolü
95
üzerine gönderdi. Ezârika bu orduyu mağlup etti. Ardından yeni bir ordu ile
Osman b. Abdullah b. Muammer et-Temimi Ezârika üzerine yürüdü. Ancak
bu ordu Ezârika karşısında tutunamadı. Ardından Hârise b. Bedr el-Attabî
komutanlığından teçhiz edilen orduda da başarılı olamadı. Basra halkı ve
beldeleri büyük bir korku içine düştü. Daha sonra Ezârika’ya karşı çıkarılan
Mühelleb b. Ebî Sufrâ, Ezârika ile tam on dokuz yıl savaştı. İbnü’l-Ezrâk bu
savaşları görmedi. Yani ateşi yaktı ancak yangını görmeden öldü63.
Nâfi’ tarafından yürütülen dini ötekileştirme (tekfir anlayışı) daha ileri
bir noktaya götürüldü. Ezrakîler, kendileri gibi düşünmeyenlerin kadın ve
çocuklarının müşrik olduğunu kanlarının, canlarının ve mallarının kendilerine helal olduğunu iddia ettiler64. Akabinde muhaliflerine karşı şiddete
başvurarak insanların can ve mal güvenliklerini ortadan kaldırmaları toplumda ciddi bir kaos meydana getirdi. Bu anlayışa göre büyük günah sahibi
kâfir hatta müşrik addediliyordu. Sosyal hadiselerin doğal gelişimi içerisinde, büyük günah sahibini tekfir eden ve toplumu dini ve siyasi açıdan buhrana sürükleyen Ezârika’nın tekfirci anlayışına karşı toplumu rahatlatacak
yeni bir fikrin gelişmesi gerekiyordu. Bu ihtiyaç Mürcîe’nin büyük günah
sahibini mümin kabul eden görüşüyle dengelenmeye çalışıldı. Ezarika ve
es-Sufriyye’nin bir tez olarak büyük günah işleyeni yani kendileri gibi düşünmeyenleri tekfir etmesi Mürcîe’nin antitez olarak doğuşuna zemin hazırladı65. Mürcîe’nin büyük günah sahibini mümin kabul etmesi yeni bir
sentezi gerekli kılıyordu. Çünkü büyük günah sahibini mümin gören Mürcî anlayış sadece sosyal veya akademik bir ihtiyaçtan doğmamıştı. Mürcie
tarafından ileri sürülen bu görüşün siyasi boyutunu unutmamak gerekir.
Mürcie anlayışına göre, büyük günah işleyen imam, İslam ümmetinden
çıkmaz ve kendisine itaat etmek gerekir. Bazıları ise, Mürcie nazariyesiyle
İslam’daki ümmet mefhumu arasında bir yakınlık kurmuşlardır66. Haricî
olarak kabul gören insanlar başta olmak üzere toplumun ekser çoğunluğunun Emevî idareciler hakkındaki kanaatleri olumsuzdu. Mürcîe ileri sürdüğü iman anlayışı ile sadece Ezârika’nın tezlerine muhalefet etmedi Emevî
idarecilerine siyasi destek sağladı. Mürcîe’nin iman anlayışının Emevî idarecilerine detek veren siyasi boyutu toplumun en azından bazı kesimleri
tarafından hoş karşılanmadı. Mu’tezile kelam ekolü bu boşluğu doldurarak
el- menzile beyne’l menzileteyn görüşünü ortaya attı.
Mürcie’ye bu ismin Ezârika’nın lideri Nâfi’ b. el-Ezrak tarafından verilmesi
dikkatten uzak tutulmamalıdır67. Zira Mürcî hareket genellemeler bağlamın63 Şehristânî, el-Milel, s. 138, 139.
64 Abdulhalîm, el-İbâdiyye, s. 13; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 167.
65 İbn Sa’d, Tabakât, V, 68; Şehristânî, el-Milel, s. 106; Geniş bilgi için bkz. A.S. Tritton, “İslâm
Kelamı”, trc. Mehmet Dağ, AÜİFD, Ankara 1983, s. 44, 45.
66 Hamadî Sammoud, “Kuzey Afrika’da Şarklı Bir Müfessir Yahya İbn Sellâm” trc. Salih Akdemir, s. 2.
67 İbn Sa’d, Tabakât, V, 308; Kutlu, “Mürcîe” (İslam Mezhepler Tarihi El Kitabı, Editör, Hasan
Onat; Sönmez Kutlu), s. 93.
96
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
da sanıldığı gibi ilk Haricîliğe bir tepki olarak doğmuş olsa idi, yaklaşık otuz
yıl isimsiz olarak bu ismin kendisine verilmesini beklemiş olacaktı ki böyle
bir durum sosyal hadiselerin doğasına aykırıdır.
Fırkalara ait dini ve siyasi görüşler, kitapların yaprakları arasında uyuyan
düşünce manzumeleri değildir. Bu görüşlerin toplumsal tabanda fiili bir yansımasının olduğunu da unutmamak gerekir. Bu bağlamda Özellikle Ezârika
ve Sufriyye tarafından ileri sürülen bu görüşler şiddetle beslenince toplumsal
tabanda bir kaos oluşturdu ve toplumun can güvenliğini ortadan kaldırdı.
Vâsıl b. Ata döneminde büyük günah sahibinin durumuyla ilgili ortaya çıkan görüşler hakkında Hayyât’ın verdiği bilgiler Mu’tezile’nin (reaksiyoner bir
hareket olarak) doğuşuna ışık tutar mahiyettedir. Hayyât’ın verdiği bilgilere
göre Vâsıl döneminde büyük günah sahibi ile ilgili üç temel yaklaşım söz konusudur: Haricîler, Mürcîe ve Hasan Basrî ehl-i kebâir’in fasık olduğu noktasında hem fikirdirler. Ancak büyük günah işleyenin adlandırılması konusunda ihtilafa düşmüşlerdir68. Hayyât, Haricîler’in görüşlerini verirken yekpare bir
Haricî görüşten bahsetmek yerine Haricî fırkaların görüşlerini ayrı ayrı zikreder. Bu durum bize tartışmaların Havâric’in oluşum süreci (h.37) ile ilgili değil
ayrışma sürecinden (h.64) sonraki olaylarla ilgili olduğunu göstermektedir.
B. Mu’tezile-İbâdiyye Etkileşimi
Mu’tezile ve İbâdiyye iki farklı fırak geleneği içerisinde yer almalarına rağmen ekser görüşlerinin benzerlik gösterdiği bilinmektedir. Ancak fırkaların
tasnifinde fırkaları birbirinden ayıran mümeyyiz görüşler ön planda tutulur.
Mürcie için mümeyyiz (onu diğerlerinden ayıran temel) görüş irca; Havâric için
büyük günah meselesidir. Çok sayıda benzer görüşlere sahip olmalarına karşılık Mu’tezile ve İbâdiyye’yi ayıran husus mümeyyiz görüşlerdeki farklılıktır.
Malatî, Mu’tezile ve İbâdiyye arasındaki fikri benzerliklere dikkat çekmiş ve
benzerliğin nedenleri üzerinde fikir beyan etmiştir. Malatî’nin bu konuyu izahı şu şekildedir; önce Haricîler’den Mu’tezile mezhepleri zuhur etti. Onlardan
(Haricîler’den) bazıları da mezheplerini terk edip Mu’tezile’ye geçtiler69. Bu konuda görüş beyan eden bir diğer müellif Neşvanu’l-Himyerî ’dir. O, Abdullah b.
İbâd’ın hayatının sonlarına doğru tüm Haricî fikirleri terk ederek Mu’tezile’ye
geçtiğini sonra da Mu’tezilî fikirleri Haricî çevreye naklettiğini belirtir70.
Bu yüzyılın hemen başlarında İbâdî kaynakları bilim dünyasına kazandırma çabaları iki fırka arsındaki fikri ilişkiyi gündeme taşıdı. Resmi mezhebi
İbâdîlik olan Umânlı ve Cezayirli İbâdî araştırmacılar bu çalışmalarda büyük
pay sahibidir. Ebû Zekeriyyâ Vercilânî’ye ait Siyer’in, Amr b. Cemu’a ait el-A68 Ümit, Zeydîyye-Mu’tezile Etkileşimi, s.26.
69 Malatî, et-Tenbih ve’r-Red alâ Ehli’l-Ehvâ ve’l-Bid’a, s. 69.
70 Neşvânu’l-Himyerî, el-Huru’l-Iyn, thk. Kemal Mustafa, s. 227.
İbâdî Fikirlerin Oluşumunda Mu’tezile’nin Rolü
97
kidetü’l- İbâdiyye’nin ve Şemmâhî’ye71 ait Metnu’d-Diyânât adlı eserlerin batı
dillerine çevrilmesi batıda İbâdîlik adına bir ilgi uyandırdı. Goldziher İbâdî eserleri ilk okuduğunda bir an Mu’tezilî fikirlerle karşı karşıya kaldığını hissetti.
İki fırkanın görüşleri arasında gördüğü benzerlikten yola çıkarak bir etkileşim
iddiası ortaya atmıştır. İbâdî kaynakların özetlediği İbâdî görüşleri tetkik eden
Goldziher, makalesinde iki fırkanın ortak görüşlerini şu şekilde sıraladı: Halku’l-Kur’an, ru’yetullah, ahiretle ilgili bazı Kur’an anlatımlarının mecazi oluşu
ve tevil edilmelerinin gerekliliği, müteşabihlerin tevilinin gerekliliği, kebire sahibi tövbe etmedikçe şefaate mazhar olamaz, Allah onu bağışlamaz. Allah kuluna
dünyada ne şekilde cezalandıracağım demişse ahirette o sözünü yerine getirecektir. Zira Allah va’d ve vaîdine sadıktır. Sıfatlar Allah’ın zatına zaid değildir.
Bir diğer oryantalist araştırmacı olan Nallino, Goldziher tarafından ortaya
atılan bu hipotezi ispatlamaya çalıştı. Nallino bu konuda iki farklı görüş ileri
sürdü. Basra’da Emevî karşıtlığının ve Şarkî/Doğu Afrika’da Ehl-i Sünnet
mezheplere ortak muhalefet iki fırkayı birbirine yaklaştırmıştır. Goldziher iki
fırka arasındaki fikri benzerliğe işaret ederken fırkalar arasındaki mutabakatın nasıl, nerede ve ne zaman gerçekleştiği hususunda ikna edici deliller
ortaya koyamamaktadır. Nallino bunu her iki fırkanın erken dönemini açıklayacak eserlerin elde olmayışına bağlar72.
Müsteşrikler tarafından ifade edilen iki fırka arasındaki fikri benzerlik,
İbâdî bilginlerin de kabul ettiği bir gerçekliktir. Ancak iki fırkanın benzer görüşlerdeki mutabakatını topyekûn Mu’tezile’nin etkisine, Ehl-i Sünnet veya
Emevî muhalefetine dayandırılmasını gerçekçi bulmazlar73.
İki fırka arasındaki benzerliğin Mu’tezile’nin İbâdiyye’yi etkilemesi ile
açıklamaya çalışan Nallino bu konuda bazı tahminlerde bulunur:
1- Kuzey Afrika İbâdîler’i Mu’tezilî fikirleri doğu’dan alıp batıya göç etmiş
olabilirler
71 Âmir b. Ali eş-Şemmâhî, Îbâdiyye’nin önde gelen fakihlerindendir. Kelâm tarihinde Müslümanlar arasında ihtilafa neden olan temel konular hakkındaki İbâdî görüşleri kısa bir risalede toplamış ve bu risale “ Metnü’d-Diyânât” adıyla meşhur olmuştur. Risâlenin bu adı almasının nedeni müellif her bir meseleyi izah etmeye başlarken “ nedînü” –inanırız/din olarak
biliriz- sözüyle başlamasından kaynaklı olsa gerek. Hayatı İbâdiyye’yi öğrenmek ve öğretmek
ile geçmiştir. Ebû Musa b. İsa et-Tarmîsî’nin medresesine katılmış Ebû Aziz b. İbrâhîm b. Ebi
Yahya’dan da ders almıştır. Tarmis’den Yefren’e dönen eş-Şemmâhî orada büyük bir medrese
kurmuştur. Akabinde Ebu Yezid el-Mezğurî’nin medresesine katılmıştır. eş-Şemmâhî eğitimini bitirdikten sonra Metyûm gibi kentlerde ders vermeye başlamış on üç yıl boyunca bu
şekilde tedrisatta bulunmuştur. Bundan sonra da h. 756/1335’de tekrar Yefrene dönmüş
ve ölene kadar Mescidi Kebir de ikamet etmiştir. Yetiştirdiği öğrencileri arasında Oğlu Musa,
torunu Süleyman, Ebû Yakup Yusuf b. Misbâh, Eyyüp el-Ceytalî, Nuh b. Hâzım el-Mirsavenî,
Ebû’d-Diya et-Tarmîsî gibi isimleri saymak mümkündür. eş-Şemmâhî’nin ibadetler, ahlak ve
muamelat fıkhını içeren “Kitâbü’l-İzâh” adlı eseri bulunmaktadır. Bunun haricinde “Divanu
Ebî Zekeriyyâ b. el-Hayr”, “Divânu’l- Eşyâh” ve “Kaside fi’l-Ezmine” gibi kitapları da vardır;
Bedruddîn Ahmed b. Said eş-Şemmâhî, Kitâbu’s-Siyeri’l-Meşâyih, yy ty, s. 559; Ebu Süleymân b. Dâvûd, el-Akîdetü’l-Mübâreke, Kahire ty.
72 Abdurrahman Bedevî, et-Türasu’l-Yunaniyye fi Hadârati’l-İslâmiyye, s. 209.
73 Nâmi, ed-Dirâsât ani’l-İbâdiyye, s. 162-170.
98
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
2- Kuzey Afrika’da İdrisîler’in etkisi ile almış olabilirler
3- Magrib İbâdîleri kendi görüşlerine Mu’tezile’den ekleme yapmış olabilirler
4- Doğuda ve batıda Mu’tezile’nin etkisi ile birlikte fikirlerini geliştirmiş
olabilirler.
Zira İbâdiyye kelamı geç bir dönemde tamamlanmıştır. Rüstemî İmamı Eflâh Abdu’l- Vehhâb’ın Halku’l Kur’an konusundaki görüşünden yola çıkarak
İbâdî fikirlerin hicri altıncı asırda tamamlandığını belirtir74.
Mu’tezile’nin İbâdiyye üzerindeki etkisini öne süren görüşler İbâdîler tarafından tartışılmıştır. Özellikle Nallino’nun sınırlı İbâdî kaynak üzerinden
bu iddialarını temellendirmesi tenkite açık bulunmuştur. Zira bu eserler
muahhardır. Şemmâhi’nin Metnü’d-Diyânât adlı eseri İbâdî itikadını özetleyen muhtasardır ve manifesto niteliği taşımaktadır. Eserler bir mezhepler
tarihi kaynağı olmaktan ziyade fırkanın dini ve siyasi görüşlerini özetleyen
bir kelam kitabı tarzında yazılmıştır. Dolayısı ile bu eserlerde İbâdî fikirlerin
teşekkül süreçleri yeterince dikkate alınmamıştır. Oryantalistler tarafından
yapılan değerlendirme İbâdîler’e ait diğer kaynaklar tarafından desteklenmemektedir.
İbâdiyye üzerinde Mu’tezile etkisini iddia edenler, İbâdîler’in bu fikirleri
üretilebilmelerini hem ortaya çıktıkları sosyal çevre açısından hem de İbâdiyye’yi temsil eden kimselerin ilimden ziyade taassuba elverişli kimseler olmaları sebebiyle imkânsız görmüşlerdir. Bu durumda geriye tek bir ihtimal
kalıyor; İbâdiyye’nin bu görüşleri benzer fikirlere sahip Mu’tezile’den almış
olması. Bu yaklaşım İbâdiyye‘yi kendi görüşlerini üretebilecek entelektüel
alt yapıdan mahrum görmekte ve İki fırka arasında varlığı düşünülen etkileşimde Mu’tezile’nin etkileyen taraf olduğunu peşinen kabul etmektedir75.
Akabinde bu etkinin nasıl gerçekleştiği hususunda ispatı mümkün olmayan
tahminler ileri sürmektedir.
İki fırka arasındaki etkileşimle ilgili olarak Watt söylenenlerden daha farklı bir değerlendirmede bulunur. Şöyle ki, hicri I. asrın sonlarına gelindiğinde
Mu’tezilî fikirler henüz son şeklini almamıştı ve iptidai bir mahiyet arz ediyordu. Bu yıllar İbâdiyye’nin fırka olarak düşünce örgüsünü tamamlamaya
yüz tuttuğu yıllardır. Dolayısıyla bu yıllarda İbâdiyye ile Mu’tezile arasına kesin çizgiler koymak neredeyse imkânsız gibi görünmektedir76. Hatta Mu’tezilî
74 Nallino, age, s. 209- 210.
75 Nallino, age, s. 209- 210.
76 Tusî, Tefsiru’t-Tebyîn,thk. Ahmed Habib Kasır el-Amili, 1385/1965, V, 29. “Teşekkül sürecinde ana grup olarak karşımıza içlerinde Ebü’l-Hüzeyl, Bişr b. el-Mu’temir, Nazzâm gibi
önemli isimlerin bulunduğu bir jenerasyon çıkmaktadır. Bu dönemden önce beş esasın (usulü hamse) muhteva olarak tam teşekkül etmemesinin yanı sıra kavram olarak da hiç telaffuz
edilmediği anlaşılmaktadır. Bu tarihten itibaren Mu’tezile için felsefi kavramların kullanımının yanı sıra beş usul ön plana çıkmaya başlamıştır. Bu kavramı ilk kez Ebü’l-Hüzeyl’in kullandığı, Kitâbu’l-Hucce adlı eserinde usulü hamseyi açmaya çalıştığı ve kelami problemlerin
İbâdî Fikirlerin Oluşumunda Mu’tezile’nin Rolü
99
fikirlerin kesin olmayan muğlak yapısı sebebiyle Vâsıl’ın77 Haricî olduğunu
iddia edenler bile olmuştur. Ancak bu iddia beklenen ilgiyi görmemiştir78.
Hicri I. asrın üçüncü çeyreğinden sonra Havâric’in yek pare bir yapı olarak ele alınması iki fırka arasındaki etkileşimi anlamamıza engel olan önemli
yöntem hatasıdır. Havâric’in hicri altmış dörtte parçalanması dini ve siyasi
anlamda farklı fırkaların doğmasına sebep olmuştur. Ezârika ve Sufriyye tam
anlamıyla düzen karşıtı ve fiili olarak şiddete başvuran bir fırka görünümü sergilerken İbâdiyye tekfir ve dâhilde şiddete karşı bir pozisyon belirledi.
İbâdiyye’nin siyasi duruşu Mu’tezile tarafından daha sonraları ileri sürülen el-Menzile beyn’el Menzileteyn79 anlayışına muvafık düşmekteydi. Hatta
Watt, Mu’tezilenin “el- menzileteyn” görüşünü İbâdiyye’nin siyasi duruşuna
bir destek olarak değerlendirmenin mümkün olduğunu söyler80. Bu yıllarda
İbâdiyye’nin Mu’tezile’ye karşı fikri ve fiili anlamda bir mücadele yürüttüğüne
dair kaynaklarda her hangi bir işaret yoktur81. Özetle Muhakkimetü’l-Ulâ’nın
parçalanmasından sonra atıfların ilgili bölünme sonrası ortaya çıkan fırkalar
üzerinden götürülmesi gerekir.
1. Metodolojik Etki
İbâdî bilginler tüm fırkaların karşılıklı olarak birbirinden etkilenmesini
doğal görürler. Fırkalar özgün yapılarını korumak şartı ile başka fırkaların
yöntemlerinden, delillerinden ve fikirlerinden faydalanabilirler. Bu anlamda
İbâdiyye, başta Mu’tezile olmak üzere başka fırkalardan etkilenmiş olabilir;
başka fırkaları da etkilemiştir.
İbâdiyye üzerinde Mu’tezilî etkiyi ileri sürenler İlk Haricîler olarak bilinen Muhakkime-i Ulâ tarafından kullanılmayan bir kısım metodolojik yöntemlerin İbâdiyye tarafından kullanılmasını görüşlerini doğrulamak için delil
kabul ederler. Muhakkime-i Ulâ tarafından bilinmeyen ancak daha sonra
İbâdiyye tarafında kullanıldığı iddia edilen Mu’tezilî metodolojiyi üç başlık
altında toplamak mümkündür.
77
78
79
80
81
bir çoğunu tahlil ettiği rivayet edilmiştir.” Geniş bilgi için Osman Aydınlı, “Mu’tezile Ekolü Ve
Aklın Belirleyiciliği” İslâmi İlimler Dergisi, yıl, 4, Sa. 1-2, Bahar-Güz, 2009, s. 145-161.
Ahmed b. Yahya İbn Murtezâ, Tabakâtu’l-Mu’tezile, Beyrut 1961, s. 8, 9.
Bu dönemde Mu’tezile’nin beş esası henüz iptidai şeklinin dışında açık ve kesin bir şekilde
ortaya konmamıştı. Adl prensibi “Allah’ın adaleti” kader inancı biçiminde kabul görmüştü.
Tevhid birden fazla tanrı anlayışına sahip diğer dinlere karşı Allah’ın birliğini savunmak anlamında ele alınmış; sıfatlar ile alakalı derinilikle tartışmalar Me’mun dönemi ile başlamıştır.
Manasında alınmış; el menzileteyn ve va’d ve vaid akidesi bazı bakımlardan kabul edilmişti.
Beşinci prensip “iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak” prensibi ise Hasan Basrî idarecilere karşı koyma anlamında bu prensibe muhalefet etsede onların bu hususta kaderiyye
olarak bilinmeleri bir tavrın işareti sayılabilir. Sonuçta Mu’tezile’nin beş esası o dönemde iptidai bir şekil arzetmekteydi. Bu görüşlerden birisine ya da bir kaçına sahip olanlar arasında
tam bir ittifak da söz konusu değildi; Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, s. 29.
İsferâyînî, et-Tabsır fi’d-Dîn, s. 67.
Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, s. 29.
Bedevî, et-Turasu’l-Yunaniyye fi Hadârati’l-İslâmiyye, s. 210.
100
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
a- Akla İtimat Etmek Ve Aklı Naklin Önüne Geçirmek
İlk Haricîler kaynaklarda akıllarını kullanamayan, ayetlerin derinlikli manalarına nüfuz edemedikleri için literal manalarına takılıp kalan kişiler olarak
tasvir edilirler82. İbâdiyye selefleri tarafından kullanılmayan akılcı yaklaşımı
Mu’tezile’den devşirmiştir. Şiî yazarlardan el Müfid, Mu’tezile,83 Havâric ve Zeydîyye aralarında ihtilaf olmaksızın aklın sem’den bağımsız olarak tek başına
amel edebileceğinde birleşmişlerdir demektedir84. İbâdî kelamında akıl son derece önemlidir. Çağdaş İbâdî araştırmacılardan Ettafeyyiş’e göre Allah’ın varlığı ve rububiyetinin ispatı akılla mümkündür. Bu anlayışın bir sonucu olarak
İbâdîler’e göre husun ve kubuh akılla bilenebilir. Nassın haber verdiği konuları
ispat eden akıldır. İbâdîler’e göre kitap elçidir, akıl hüccettir. Aklı önemsemekle birlikte bu konuda İbâdiyye, Mu’tezile gibi değil Eş’arîler gibi düşünür85.
İbâdîler’e göre dünyanın düzeni de akıl iledir. Allah’a kulluğun nedeni
aklın bu kulluğu gerekli görmesindendir. Akılla nakil arasında bir çelişki
yoktur86. Eş’arî, Havâric içerisinde bu görüşlere aykırı olarak “Resul gelmeden insanlara her hangi bir vucubiyetin olamayacağını” söyleyenler olmakla
birlikte bunların sayısının çok az olduğunu söylemiştir. Tüm bunlar akla
vurgu yapmakla birlikte İbâdîler aklı Mu’tezile gibi vahyin önüne geçirmezler87. Ettafeyyiş, aklın İbâdîler için temel bir hüccet olduğunu bildirmektedir. Kendisine bir elçi gelmemiş bir kimse evrendeki düzenden yola çıkarak
bir yaratıcının var olduğunu anlayabilir. İşte bu durumda akıl kişiyi tevhide
mecbur kılar. Aklıyla yaratanın merhametini fark eden kimse ona şükran
hislerini belirtmek ister. Tüm bunların anlaşılması ancak akılla mümkündür88. Allah’ın sıfatlarındaki isimleri bilmek için akla ihtiyaç yoktur, o ancak
vahiyle bilinir. Ancak Allah’ın sıfatlarındaki isimleri anlamak için akla ihtiyaç vardır89. İbâdî fikirler ile Mu’tezile arasında büyük bir benzerlik vardır.
Mu’tezilî etkiyi iddia edenler bu benzerliği Mu’tezilî etkiye bağlamaktadırlar90.
İbâdiyye’nin fikri müessisi olarak kabul edilen Câbir b. Zeyd İbâzî kaynaklarda Hz. Ömer’in akılcı metoduna İbn Mesud vasıtası ile vakıf olan ehl-i reyci
bir lider olarak tanıtılmaktadır. Bu bağlamda İbâdiyye’nin aklı önemsemediğini dile getiren yaklaşımlara şüphe ile yaklaşmak gerekecektir.
b- Müteşabihlerin Tevili
Kelamı, mecaz mana ve hakiki mana olarak ilk defa ayıran Mu’tezile’dir.
Sahabe tabiun ve lügat-nahiv alimleri böyle bir ayrıma gitmemişlerdir. Mu’tezile tarafından ortaya atılan bu yaklaşım daha sonra başta İbâdiyye olmak
82
83
84
85
86
87
88
89
90
Ebu Hanife, Fıkhu’l-Ekber, yy 1990, s. 110.
Kâdî Abdulcebbâr, Şerhu’l-Usuli’l-Hamse, s. 43, 48, 50.
el-Müfid, Evâilü’l-Makalât, s. 12.
Ettafeyyiş, Tefsir, II, 214; IV, 247.
Nureddîn Abdullah b. Hamid es- Sâlimî, Meşâriku’l-Envâr, yy 2000, s. 64.
Eş’arî, Makâlât, I, 206
Ettafeyyiş, Keşfu’l-Kurb, I, 27.
el Musahhih, el-İstikâmetü’l- Cüz’i’s-Sanî, I, 4; II, 258.
el-Huffazî, Te’siru’l-Mu’tezile s. 339.
İbâdî Fikirlerin Oluşumunda Mu’tezile’nin Rolü
101
üzere onların etkisinde kalan kelamcılar tarafından kullanılmıştır. Mecaz
bir lafzın kullanılan anlam dışında bir anlamda kullanılmasıdır. Başlangıçta
Mu’tezile tarafından kullanılan bu usul daha sonra diğer fırkalar tarafından
bidatçı yöntemlerini oluşturmak için kullanılmıştır. Sonra bu anlayışlarını
sıfatlar, adl ve benzeri konulara taşımışlardır91.
Mu’tezile tarafından kullanılan aklî tevili muahhar Haricîler yani İbâdîler kullanmıştır. Zira İbâdîler’in selefleri olan Muhakkime-i Ulâ Mu’tezile’ye yetişemediği için Mu’tezilî ve Cehmî görüşlerden haberdar olamamıştır. İbâdîler Mu’tezile’nin yöntemini benimseyerek bazı ayetlerin zahirini müteşabihten kabul edip
akabinde tevil ettiler. Kelimeye biri şer’î diğeri lügat anlamı olmak üzere iki anlam
yüklediler. Sonra lügat anlamında görüşlerine uygun olanları hakikat anlamında; beğenmediklerini daha doğrusu görüşlerine aykırı bulduklarını mecaz kabul
ederek tevil ettiler. Bu yaklaşım onların sıfatların inkârında, el-Menzile, ba’s ve
vaîd vb. konuların şekillenmesinde etkili oldu. el-Mus’abî şöyle der: «Şunu iyi
bil! Akıl bir şeyi mümkün görüyor ve şeriat da o şeyin vukunu haber veriyorsa
o nassın zahirine iman edip tevili bırakmamız vaciptir. Çünkü bu durumda tevil bid’at olur. Ama şeriat aklın mümkün görmediği bir şeyi haber veriyorsa, o
zaman da o nassı mümkün olmayan zahirinden başka bir manaya hamletmek
vacip olur. Çünkü biz şeriatın vuku mümkün olmayan bir şeyin vukunu haber
vermeyeceğini çok iyi biliyoruz. Eğer aklı yalanlar ve naklin mümkün olmayan
zahirine göre amel edersek naklin de yıkımına sebep oluruz. Çünkü akıl peygamber haberlerinin sıhhati konusunda asıldır ve aklın yalanlanması naklin de
yalanlanması manasına gelir. Zahiri mümkün olmayan bir nassın sadece tek ve
doğru olan bir tevili varsa zahiri manayı ona hamletmek vacip olur”92.
c- Akide Konularında Haber-i Ahad’ı93 Delil Olarak Kabul Etmemek
İmam Şafi’nin hadisler için isnatın gerekliliği yanında gerekli gördüğü hususlardan birisi de Kur’an’da geçen hikmet lafzından94 hareketle hadislerin
Kur’an’a eş değer bir delil kaynağı olmasıdır. Allah insanlara, Kur’an’a itaat
etmeyi emrettiği gibi, Hz. Peygamber’in hadislerine itaat etmeyi de aynı şekilde emretmiştir. Kur’an’da buna işaret eden ayetler vardır; “Ey iman edenler,
Allah’a ve Resul’e itaat edin”95. “Her kim Resul’e itaat ederse Allah’a itaat
etmiş olur”96 Kur’an bu ayetle Peygamber’e itaat etmenin derecesini, Allah’a
itaat derecesine çıkarmıştır. Bilinmelidir ki bu ayetlerde belirtilen Allah’a itaat, O’nun, Kur’an ile gelen emir ve nehiylerine itaat anlamında olduğu gibi,
Resule itaat da, onun hadisleri vasıtasıyle gelen emir ve nehiylerine itaattir97.
91 el-Huffazî, Te’siru’l-Mu’tezile, s. 340.
92 Mus’abî, Mealimü’d-Din, II, 193.
93 Kamil Çakın, “Buhari’nin Mürcie ile İman Konusunda Tartışması”, AÜİFD, Ankara, 1992, c.
XXXII.
94 Nisâ, 2/113.
95 Mâ’ide, 5/67.
96 Necm, 53/3.
97 Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız herhangi bir konuda anlaşmazlığa düştüğünüzde onu Allah’a ve Resulüne arzedin.” Nisa, 2/59.
102
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Şüphesiz, ayette Allah’a ve Resulüne başvurmak hususunda gelen emrin
muhatabı, sadece Hz. Peygamber devrinde yaşayan ve onunla karşılaşmak
ihtimali olan insan değildir. Ayetin nazil olduğu andan, insanların itaat etmekle mükellef oldukları Kur’an hükümlerinin baki kalacağı dünya hayatının son gününe kadar gelmiş ve geçecek bütün insanlara şamildir. Vahiy
Kur’an ve hadise delalet etmek üzere metluv ve gayri metluv olarak iki kısma
ayrılmıştır. Her iki vahiy şeklinin de Allah’tan geldiği dikkate alınırsa, bir
Kur’an hükmü ile Hz. Peygamberden nakledilen sahih bir haberin getirdiği
hüküm arasında itaat bakımından hiç bir farkın olmaması gerekir.
Haber-i Ahad konusu iki fırkanın sahabeler hakkındaki genel görüşleri
ile ilişkilendirilen bir konudur. Zira Mu’tezile’ye göre sahabenin tamamı adil
değildir. Dini nakledecek ölçüde her biri sika değildir. Hatta içlerinde fasık
olanlar da vardır. Mu’tezile’nin bu tavrı Tahkîm nedeniyle sahabenin bazısını
tekfir eden Haricî yaklaşıma uygun düşmektedir98. Mu’tezile haberi99 doğru
olduğu bilinen haber; yalan olduğu bilinen haber ve doğru ya da yalan olduğu bilinmeyen haber olmak üzere üç kısma ayırır. Haberi ahad doğruluğu ya
da yalan olduğu bilinemeyen haberlerdendir. Şartları ile varit oldukları zaman bunlarla da amel etmek caizdir. Ancak itikadî konularda kabulleri caiz
değildir. Haber-i ahad’ın sübutuna delalet eden şey icmadır.
İbâdîler’e göre eğer ahâd hadisin metni Kur’an’a uygunsa alınır. Sünnet
Kur’an’ın şerhidir. Ona muhalefet edilmesi veya tearuzu caiz değildir. Hz. Peygamber (sav) e tabi olmak kâfidir. Ondan geleni senet kabul eder, ona aykırı
olanı reddederler. Sahih hadise aykırı olan hiçbir görüşe iltifat edilmez. Sünnet
herkes için delildir. Yerine getirilmesi gereken asıl emir herhangi bir kimsenin sözü değil, zira kişilerin sözleri sadece kendini bağlar. Hz. Peygamber’in
(sav) dışındaki insanlar ne kadar değerli olursa olsunlar, onların görüşlerine
mihenk Hz. Peygamber’dir100. İbâdîler tarihlerinin erken dönemlerinde hadis
nakline büyük önem vermişlerdir. Hatta İbâdî tefsirler incelendiğinde buralarda Cabir’in sahabeden yaptığı nakillerin ve o nakillere göre yapılan içtihatların
önemli yer tuttuğu görülecektir. Rebi’ b. Habîb’in Müsned’i de bu bağlamda
değerlendirilebilir. Rivayetlerin sıhhati hakkında endişeler olsa bile böyle bir
çabanın sünnete verilen değeri göstermesi şüpheye kapalı bir durumdur.
2. İbâdî Liderler Üzerinden Yapılan Değerlendirmeler
İbâdî olmayan kaynaklarda İbâdiyye’nin kurucusu olarak kabul gören ve
fırkaya ismini veren Abdullah b. İbâd101 iddiaya göre hayatının sonlarına doğ98 Bağdadî, el Fark beyne’l-Firâk, s. 19.
99 Erken İslami dönemdeki ilk tartışmalar için bkz: İlhami Güler, Allah’ın Ahlakiliği Sorunu, Ankara, 1998, s. 78-81; H. Musa Bağcı, “Kader İnancının Siyasetle İlişkisi ve Bu İlişkinin Hadis
Uydurmadaki Rolü”, DÜİFD, Diyarbakır 2000, C. II, s. 105-131.
100Ahmed b. Hamad el-Halilî, el-Hakku’d-Dâmiğ, Maskat 1978, s. 153.
101Bağdâdî, el-Fark beyne’l-Fırâk, s.82, 83; el-Müberred, el-Kâmil, III, s. 154, 163; Watt, İslâm
Düşüncesinin Teşekkül Devri, s. 20, 21.
İbâdî Fikirlerin Oluşumunda Mu’tezile’nin Rolü
103
ru Haricî fikirleri terk ederek Mu’tezilî fikirleri benimsemiştir. Daha sonra da
fırka içerisinde Mu’tezilî fikirlerin kabul görmesini sağlamıştır102.
Abdullah b. İbâd’ın ne zaman doğduğu ve ne zaman ve nerede vefat ettiği
tam olarak belli olmamakla103 birlikte Abdulmelik b. Mervân’a (65-86/685705) yazdığı mektup dikkate alındığında ve mektubunda Muhtar ile İbn
Zübeyr’in kardeşi Mus’ab ile arasında geçen bir savaştan (67/686) bahsetmektedir. Bu durumda mektubun h. 67’den sonra yazılmış olması kesinlik
kazanmaktadır104.
Fikir hadise irtibatı açısından Abdullah b. İbâd’ın Abdulmelik b. Mervân’a
manifesto şeklinde yazdığı mektup dikkate alındığında; İbâdî fikirleri temsil
noktasında halifeye mektup yazan bir kimsenin (hem de Mu’tezilî fikirlerin
yeterince temayüz etmediği bir dönemde bir anda) görüşlerini terk etmesi,
yeni görüşler benimsemesi ve bu yeni görüşleri mensubu bulunduğu önceki
fırkaya kabul ettirmesi inandırıcı görünmemektedir.
Bazı mezhepler tarihi kaynakları İbâdiyye’nin kurucusu olarak Abdullah
b. İbâd’dan farklı şahıslara işaret ederler105. Hayatları hakkında yeterince
bilgi bulunmayan bu kimselerin i’tizal fikirlerini İbâdiyye içerisine taşıma
ihtimali üzerinde dururlar. Fakat hakikatin bir şek üzerine bina edilmesi ne
kadar sağlıklı bir durumdur? İbâdî siyer ve tabakât kitaplarının hiç birisinde
fırka kurucusu olarak Abdullah b. Haris diye bir şahıstan bahsedilmez.
Mu’tezilî Vâsıl b. Ata, İbâdiyye’nin ikinci imamı Ebu Ubeyde106 ile tartışmayı çok istiyordu. Fikri bir tartışmada onu mağlup ederek İbâdiyye’nin binasını yıkacağını iddia ediyordu. Rivayete göre, hac vazifesini ikame etmek
için gittiği Mekke’de tavaf esnasında Ebu Ubeyde ile karşılaşır. Arkadaşları
ona Ubeyde’yi gösterirler. Ebu Ubeyde’ye kaderle ilgili bir soru sorar ve cevabını alır. Ebu Ubeyde de ona bir soru sorar. Ancak cevabını veremeyince
yandaşları yanında mahcup olur ve başını yukarı kaldıramaz107. Mu’tezile’nin
İbâdiyye üzerindeki etkisini savunan görüşe göre burada öne çıkarılan husus
Vâsıl’ın mağlup olması değil; iki fırkanın fikri etkileşim içinde olmasıdır. Bu
görüşleri şu şekilde değerlendirebiliriz:
Vâsıl b. Atâ hayatının bir kısmında Basra’da yaşamıştır. O günün şartlarında Basra’nın nüfusu ve büyüklüğü dikkate alındığında Vâsıl’ın kendisi
gibi Basra’da yaşayan Ebu Ubeyde’yi şahsen tanımaması ve arkadaşlarının
yardımı ile Basra’da değil de Mekke’de görüşme imkânı bulması hiç de inandırıcı değildir. Burada uzlaşmacı bir Vâsıl portresinden ziyade İbâdiyye’yi yok
102Neşvânu’l-Himyerî, el-Huru’l-Iyn, s. 227.
103Dercinî, Tabakât, I, 7; II, 214; eş-Şemmâhî, Siyer, s. 72-73; İbn Kuteybe, Daru’l-Mearif, s.
622; el-Barunî, Muhtasar Tarihi’l-İbâdiyye, s. 17-18.
104Debûz, Tarihu’l-Magribi’l-Kebir, II, 384; es-Siyâbî, İzaletü’l- İbâziyye Va’sai, s. 4-6, 44, 54.
105Muhammed Nâsır, Menhecü’d-Da’ve, s. 112-114.
106Abdullah b. Hamid es-Sâlimî, Meâricü’l-A’mâl ala Medâricü’l-Kemâl, Umân 1983, IV, 135;
İzkevî, el-Câmi’u, III, 557.
107el-Caytâlî, Şerhu’n-Nuniyye, II, 62; ed-Dercinî, Tabakât, II, 28.
104
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
etmeye çalışan bir Vâsıl portresi vardır. Vâsıl görüşünü ifade ederken İbâdiyye ismini zikretmektedir. Oysa o zaman Basra’daki İbâdî topluluk Kaade,
Ehl-i Da’ve ve Ehl-i İstikâme gibi adlarla anılmaktadır. İbâdî ismini ilk defa
hicri üçüncü asırda Umrus b. Feth kullanmıştır108. Vâsıl ile Ebu Ubeyde arasında geçen bu konuşma erken dönem İbâdî kaynakların hiç birisinde yer
almamaktadır.
3- Siyasi Şartlar Üzerinden Yapılan Değerlendirmeler
Sıffin Savaşında Tahkîm’e karşı çıkan Muhakkime, Hz. Ali’yi terk ettikten
sonra Kerbela mesabesinde gördükleri Nehrevân savaşında Hz. Ali ile karşı
kaşıya geldiler. Bu savaşta büyük bir hezimet yaşayan Muhakkime Basra’ya
yerleşerek burada Kitmân (gizlilik) imameti adı verilen yeni dönem başlattı109.
Nehrevan’dan sağ kurtulan Haricler ayrışmaların henüz gerçekleşmediği bu
dönemde Ebu Bilâl gibi fırkanın önde gelen isimleri yöneticilerle iyi ilişkiler
kurmaya gayret göstererek varlıklarını muhafaza etmeye çalıştılar110.
Söylentiye göre Vâsıl, Emevî yönetimine karşı içinde gizli bir öfke saklıyordu, Ama bunu kimseye bildirmiyordu. Vâsıl, gibi Amr, ve diğer Mutezilîler
Basra’da Emevî idaresine muhalif düşüncelerini Havâric gibi gizlilik içerisinde yürütüyorlardı. Muhakkime-i Ulâ ve Mu’tezile önderlerinin Ümeyye Oğullarına karşı yürüttükleri ortak muhalefet iki fırkayı birbirine yaklaştırmıştır.
Ümeyye Oğullarına karşı güç birliği oluşturmak isteyen Vâsıl b. Ata, Şia,
Havâric ve Mu’tezile’yi bir araya getirmek için yoğun gayret göstermiştir. Üç
fırkanın iktidara karşı yürütmüş oldukları muhalif tavır fırkalar arasında
fikri etkileşime sebep olmuştur. İmametin gerekliliği Şia’nın Mu’tezile üzerindeki etkisini gösterirken, hilafetin Kureyşliliği’nin gerekli olmayışı Havâric’in
Mu’tezile üzerindeki etkisi olarak değerlendirilmektedir111.
Emeviler tarafından uygulanan siyasi baskı gizlilik içerisinde bir i’tizal yumurtasının (Beyzatü’l-itizal) oluşmasına neden oldu. Daha sonra bu yumurta kırıldı ve itizali fikirler Umân ’a ve Magribe taşındı112. Malatî’nin deyişine
göre Havâric içerisinde bir miktar Mu’tezilî vardı. Bu grup daha sonra itizal
ederek Havâric’den ayrılmıştır113.
108Muhammed Musa Bâbâ Ammî, Mu’cemu’l-A’lâmi’l- İbâdiyye, Beyrut 1999, II, 5-6.
109Kitmân (gizlenme) İmamlığı: İbâdî ler siyasî anlamda imamlıklarını ilan edecek güce sahip
olmadıkları durumda Kitmân imamlığını uygularlar. Bu merhalede fırkanın daveti gizli yapılır. Kitmân imamlığı meşruiyyetini Hz. Peygamberin Mekke’ döneminden alır. İlk İbâdîler’den
Ebû Bilâl Mirdas b. Udeyye, Câbir b. Zeyd, Abdullah b. İbâd ve Ebû Ubeyde Müslim b. Ebî
Kerîme (145/762) Kitmân imamları olarak değerlendirilirler; Abdulhalîm, el-İbâdiyye,s. 2223; Halîfât , et-Tanzîmatu’s-Siyasîyyetü ve’l-İdariyyeti inde’l-İbâdiyyeti fi Merhaleti Kitmân, s.
5.
110Menhecu’t-Talibin, s. 486, 496.
111Malatî, et-Tenbih, IV, 74.
112Malatî, et-Tenbih, IV, 4, 5.
113Malatî, et-Tenbih, IV, 325
İbâdî Fikirlerin Oluşumunda Mu’tezile’nin Rolü
105
Yukarıda serdedilen olaylara ve görüşlere süreç merkezli yaklaştığımızda anlatımın bir kısım analitik hatalarla malul olduğu görülecektir. Mu’tezile’nin teşekkülünün en erken tarihini Vâsıl b. Ata üzerinden açıklayacak
olursak; Vâsıl h. 80’lerde doğmuştur. Oysa Havâric h. 64’de parçalanarak
fırkalara ayrılmıştır. Ayrıca bu günkü anladığımız anlamda imametin nass
ve tayinle olduğunu ileri süren Şiî bir oluşum en erken hicri birinci asrın
sonlarına tekabül etmektedir114.
İbâdîler kendilerini diğer fırkalardan ayıran dini ve siyasi fikirlerin teşekkülünü tamamıyla fırkalarının doğal gelişimlerinin bir sonucu olarak görürler. Fırkaların birbirinden etkilenmesini gayet doğal karşılayan İbâdîler,
fırkaları üzerindeki Haricî etkinin sathi olduğunu ileri sürmüşlerdir. İbâdiyye üzerinde her hangi bir fırkanın etkisi asla onu kendine özgü olan aslî
mahiyetinden başka bir şekle taşıyacak ölçüde değildir. İbâdiyye, Mu’tezile
teşekkül etmeden dini ve siyasi özgün görüşlerinin tamamına yakınını belirlediğinden; Mu’tezile’nin onun özgün yapısını değiştirecek ölçüde bir etkiye
sahip olmadığını ileri sürdüler.
Sonuç
Bilim adamlarının sebebi ispat edilmemiş ancak ispatını mümkün gördükleri hadiseler hakkında ileri sürdükleri şahsi görüşlerine faraziye/hipotez
adı verilmekte. Mu’tezile İbâdiye etkileşimi de ispat edilmeyi bekleyen bir faraziye olarak karşımızda durmaktadır. Ancak hipotezler başlangıçta sadece
bir öngörüdür. Hipotezlerin kesin bilgiye dönüşmesi için onların bir kısım
makul gerekçelere dayanmasına ve öne sürülen gerekçelerinde akıl ve tefekkür süzgecinden geçirilmesi gerekir. İbâdiyye’nin Mutezile’den etkilenerek
kelami bir fırkaya dönüşmesi fikri, çağdaş oryantalist araştırmacı Goldzihier
tarafından ileri sürülen bir hipotezdir. Goldzihier’in iki fırka arasında tahayyül ettiği bu ilişkinin, istikbalde ortaya çıkacak yeni kaynaklar ve delillerle ispat edilmesi mümkün olabilir. Ancak bu gün itibarıyla, ilgili faraziyenin akılları ikna edecek güçlü gerekçeler üzerine dayandığı söylenemez. Bu sebeple
oryantalist araştırmacının öngörüsü bir iddia olmaktan öte geçememiştir.
İki fırka arasındaki şekli benzerlik akılcı fırka olan Mu’tezile’nin İbâdiyye üzerindeki etkisi olarak değerlendirilmiştir. İki fırka arasındaki etkileşimi
ispatlamak için bazı varsayımlar ileri sürülmüştür. Bunlardan ilki İbâdî görüşlerin teşekkülü ve dönüşümü ile ilgilidir. İbâdiye’nin selefi olan Havâric
siyasi gerekçelerle ortaya çıkmıştır ve Mutezile’nin oluşumundan sonra kelami fırkaya dönüşmüştür. Bu dönüşüm Mutezile’nin etkisi ile gerçekleşmiştir.
İki fırka arasındaki yakınlaşmanın siyasi temelleri hakkında da bazı görüşler
ileri sürülmüştür. Birincisi, ilk Mu’tezilî bilginlerden Vâsıl b. Atâ Ümeyye
114Geniş bilgi için bkz, Hasan Onat, Emevîler Devri Şiî Hareketleri ve Günümüz Şiîliği, Ankara,
1993.
106
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Oğullarına karşı düşmanlık duyguları besliyor ancak bu düşmanlığı kimseye sezdirmiyordu. Vâsıl, Ümeyye Oğullarına karşı Havâric ve Şia ile gizli bir
ittifak kurmuştur. İktidara karşı yürütülen ortak muhalefetin oluşturduğu
birliktelik ortamında Mutezile İbâdiyye ve Şia’yı fikren etkilemiştir. İkincisi,
hicri dördüncü asırda Kuzey Afrika’da Ehl-i sünnetin temsilcisi olan Eş’ariliğe karşı Mu’tezile, Havâric ve Şia birlikte mücadele etmiştir. Aynı şekilde
ortak muhalefetin oluşturduğu yakınlaşma sürecinde Mu’tezile, İbâdiyye ve
Şia’yı etkilemiştir.
İbâdîler fırkalar arasındaki etkileşime karşı çıkmazlar. Fırkaların temel
görüşlerine bağlı kalmak şartı ile diğer fırkaların görüşlerinden, delillerinden
ve yöntemlerinden faydalanması gayet doğaldır. İbâdiyye de kendisini özgün
kılan yani İbâdiyye’yi İbâdiyye yapan onu diğer fırkalardan ayıran mümeyyiz
görüşler sabit kalmak şartı ile diğer fırkaların birikiminden faydalanmıştır.
İbâdîler, Havâric anlamında Muhakkime-i Ulâ ile olan alakalarını inkâr
etmezler ve onları selefleri olarak kabul ederler. Fakat İbâdiyye’nin Muhakkime-i Ulâ içerisindeki teşekkülünü entelektüel bir hareket olarak değerlendirirler. Nehrevân savaşı sonrasında Ebu Bilâl önderliğinde Basra’ya yerleşen
Muhakkime-i Ulâ mensupları Basra’da bir mescit inşa ederek ilmi zeminde
faaliyetlerini sürdürürler. Şiddet ve tekfirden uzak duran topluluk Cabir b.
Zeyd, Ebu Ubeyde ve Rebi’ b. Habib gibi yetiştirdiği çok sayıda bilgin sayesinde kelâmi veçhesini inşa etmiştir. İbâdiler dini ve siyasi görüşlerinin ekser
çoğunluğunun Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber’in sahih hadisleri ve sahabe
görüşlerine dayandığını iddia ederler. Mutezile’nin Emevi idaresine karşı ve
hicri dördüncü asırda Eş’ariliğe karşı bir muhalefet bağlamı içerisinde Şia
ve Havâric ile birlikte hareket etmesi fikir hadise irtibatı açısından mümkün
görülmeyen bir durumdur.
İbâdî bilginler görüşlerinin Kur’an ayetlerine ve sahabe içtihadına dayandığını iddia ederler. Zira Halku’l-Kur’an dışındaki İbâdî görüşlerin Cabir
b. Zeyd ve Ebu Ubeyde döneminde teşekkül ettiğini bilmekteyiz. Bu dönem
Mu’tezilî görüşlerin henüz olgunlaşmadığı bir dönemdir. Hatta Mutezili bilginler Haricî olmakla suçlanmıştır.
Sosyal psikolojik bir hakikat olarak şunu kabul etmek gerekir ki; doğru
bir söz yanlış bir kimsenin ya da aşağılanan bir topluluğun ağzından çıkınca kıymet görmemektedir. Haricî bir fırka olmakla suçla(aşağıla)nan İbâdiyye’nin rasyonalist görüşleri kamuoyunda hak ettiği ilgiyi görmemiştir. Ancak
aynı görüşler İslam’ın serbest düşünüşlü fırkası olarak kabul gören Mutezile
tarafından söylenince revaç bulmuştur.
İbâdî Fikirlerin Oluşumunda Mu’tezile’nin Rolü
107
Kaynakça
Abdulhalîm, Receb, el- İbâdiyye fî Mısr ve’l-Magrib ve Alâkâtuhum İbâdiyye Umân
ve’l-Basra, Maskat, 1990/ 1410.
Ahmed b. Hanbel, Müsned, nşr. Ahmed Muhammed Şakir, Kahire 1995.
Akbulut, Ahmet, Sahabe Devri Siyasî Hadiselerinin Kelâmi Problemlere Etkileri, İstanbul 1982.
Ammî, Muhammed Musa Bâbâ, Mu’cemu’l-A’lâmi’l- İbâdiyye, II, Beyrut, 1999.
Ateş, Orhan, “Haricîliği Doğuran Sosyal-Psikolojik Bir Çerçeve Olarak Anomali”, Hece,
2013, yıl: 17, sayı: 198-199-200.
---------- “Sâlim b. Zekvan’ın Sîre’sinin Haricî fikirler Açısından Değerlendirilmesi” ÇÜİF
Dergisi, C. IX, Sa. 2, 2009.
----------, el-İbâdiyye min Masâdırıha, Cezayir 2014.
İbn Kuteybe, Meârif, thk. Servet Ukkaşe, Kahire 1993.
Aycan, İrfan, “Emevîler Dönemi İç Siyasi Çekişmeler”, AÜİFD, C. 39 Sa. 1, Ankara
1990.
Aydınlı, Osman, “Mu’tezile Ekolü Ve Aklın Belirleyiciliği” İslâmi İlimler Dergisi, yıl, 4,
sayı 1-2, Bahar-Güz, 2009.
Bağcı, H. Musa, “Kader İnancının Siyasetle İlişkisi ve Bu İlişkinin Hadis Uydurmadaki
Rolü”, DÜİFD, Diyarbakır 2000, C. II, s.105-131.
Bağdâdî, Abdulkâhir b. Tahir b. Muhammed, el-Fark beyne’l-Firak, Beyrut (1973,
1990).
----------, Mezhepler Arasındaki Farklar, trc. E. Ruhi Fığlalı, Ankara, 1991.
Barûnî, Süleymân b. Abdillah, Muhtasaru Tarihu’l- İbâdiyye, Tunus 1938.
Bedevî, Abdurrahman, et-Turasu’l-Yunaniyye fi Hadârati’l-İslâmiyye, Kahire 1940.
Belâzûrî, Ahmed b. Yahya b. Cabir, Ensâbu’l-Eşrâf, Beyrut, 1996.
----------, Futûhu’l-Buldân, trc. Mustafa Fayda, Ankara, 2002.
Berrâdî, Ebû’l-Kasım, el-Cevâhiru’l-Müntekâ, Kahire 1301.
Bozan, Metin, İmamiyye’nin İmamet Nazariyesinin Teşekkül Süreci, İstanbul 2009.
Bozkurt, Nahide, Mu’tezile’nin Altın Çağı -Me’mun Dönemi-, Ankara 2002.
Cabirî, Ferhât, el-Bu’du’l-Hadarî li’l-Akideti’l-İbâdiyye, yy 2004.
Cabirî, Muhammed Abid, el-Aklu’s-Siyasi’l-Arab, Beyrut 2000.
Câhız, Ebû Osman ‘Amr b. Bahr, el-Beyân ve’t-Tebyîn, thk. Abdusselâm M. Hârun,
I-III, Kahire 1395/1975.
Caytâlî, Ebû Tahir İsmaîl b.Mûsâ, Ganâtıru’l-Hayrât, Maskat 1983.
Çakın, Kamil, “Buhari’nin Mürcie ile İman Konusunda Tartışması”, AÜİFD, Ankara
1992, XXXII.
Çelebi, İlyas “Mu’tezile’nin Klasik İslâm Düşüncesindeki Yeri Ve Modern Döneme Etkileri” Kelam Araştırmaları, 2, 2, (2004).
Çubukçu, İbrahim Agâh, “Mu’tezile Ve Akıl Meselesi”, AÜİFD, Ankara 1964.
Debûz, Muhammed Ali, Târihu’l- Magribi’l-Kebîr, yy 1923.
-----------, Delilü’l-Müellifine’l-Arab el-Libiyyin, Bingazi 1397-1988.
Demircan, Adnan, Haricîler’in Siyasi Faaliyetleri, İstanbul 1996.
Ebû Hanife, Fıkhu’l-Ekber, yy 1990.
Ebu Süleymân b. Dâvûd, el-Akîdetü’l-Mübâreke, Kahire ty.
Ebu’l-Arâb, Muhammed b. Ahmed b. Temim et-Temimî, Kitâbu’l-Mihne, Beyrut 1983.
Ebü’l-Hüseyin Ali b. Hüseyin Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, Kitabu’l-Egânî, thk. Ahmed
eş-Şenkıtı, III, Bulak ty.
108
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Emîn, Ahmed, Fecrü’l-İslâm, Kahire, 1982.
Eş’arî, Ebû’l-Hasan, Ali b. İsmâil, Makalâtü’l-İslâmiyyin, thk. Helmut Rıtter, Weisbaden 1980/1400.
el- İzkevî, Sehân b. Saîd, el- Keşfu’l-Gumme el- Câmi’i li Ahbâri’l-Ümme, Umân 2012.
Güler, İlhami, Allah’ın Ahlakiliği Sorunu, Ankara, 1998.
Hacerî, Ali b. Muhammed, el-İbâdiyye ve’l-Menheciyyetü’l-Bahsi İnde’l-Müerrihin ve
Ashâbi’l-Makâlât, Beyrut ty.
Halîfât, İvaz, Neş’etü’l-Hareketi’l-İbâdiyye, Amman 1987.
----------, et-Tanzîmatu’s-Siyasîyye ve’l- İdariyye inde’l-İbâdiyye fi Merhaleti Kitmân,
Umân ty.
Halilî, Ahmed b.Hamad, el-Hakku’d-Dâmiğ, Maskat 1978
Hatib Bağdâdî, Tarihu Bağdâd, IV, 1931/1349.
Hatiboğlu, Mehmet Said, “Hilâfetin Kureyşliliği”, AÜİFD, XXIII, Ankara 1978.
Huffazî, Abdullatif b. Abdulkadir, Te’siru’l-Mu’tezile fi’l- Havâric ve’ş- Şia, Cidde 2000.
İbn Hallikan, Vefayâtü’l-A’yân, thk. İhsan Abbas, III, Beyrut, ty.
İbn Kesîr, Ebû’l Fida İsmail b. Ömer el-Kureyşî, el Bidâye, IV, Lübnan ty.
İbn Kuteybe, Meârif, thk. Servet Ukkaşe, Kahire 1991.
İbn Murtezâ, Ahmed b. Yahyâ, Kitâb Tabakâti’l-Mu’tezile, Beyrut 1961/1316.
İbn Mutahhar, el-Halli, Nehcü’l-Hakkı ve Keşfu’s-Sıdk, yy ty.
İbn Kıftî, İhbâru’l-Ulema bi Ahbâri’l-Hukema, Kahire ty.
İbn Teymiyye, el-Hisbe fi’l-İslâm, thk. Muhbeddin Kâhir, Kahire 1387.
İbrahim Agâh Çubukçu, “Mu’tezile ve Akıl Meselesi”, AÜİFD, Ankara 1964.
İrfan Abdülhamit, İslam’da İtikadî Mezhepler ve Akaid Esasları, trc. M. Saim Yeprem,
İstanbul 1981.
Kadı Abdülcebbar, Fadlu”l-i’tizal ve Tabakatü’l-Mu’tezile, thk. Fuad Seyyid, Tunus
1406/1986,
Kargış, Umân ve’l-Hareketü’l- İbâdiyye, yy ty.
Kasımi, Cemaleddin, Tarihu’l-Cehmîyye ve‘l-Mu’tezile, Beyrut 1979.
Kutlu, Sönmez, “Mürcîe” (İslam Mezhepler Tarihi El Kitabı, editör, Hasan Onat; Sönmez Kutlu), Ankara 2012.
Kutlu, Sönmez, Türklerin İslâmlaşma Sürecinde Mürcîe ve Tesirleri, Ankara 2000.
M. Şerefeddin, “Kaderiyye Yahut Mu’tezile”, Darulfünün Ilâhiyat Fak. Mecmuası, Sa.
IV, İstanbul 1930.
Mahremî, Zekeriyya b. Halîfe, es-Sırâ’u’l-Ebedî, Behlan 2006.
Malatî, et-Tenbih ve’r-Red alâ Ehli’l-Ehvâ ve’l-Bid’a, thk. Zahid Kevserî, Kahire, 1991.
Mufid, Muhammed b. an-Nu’mân, Evâil, Tebriz 1371.
Muhammed b. en-Nu’mân el-Mufîd, Evâil al-Maktülât fi’l-Mezâhib Muhtârât, Tebriz
1371.
M. Şerefeddin, “Kaderiyye yahut Mu’tezile”, Darulfünun Ilâhiyat Fakültesi Mecmuası,
Sa. IV, İstanbul 1930.
Muhammed Sâlih, Menhecü’d-Da’ve İnde’l-İbâdiyye, Umân 1997.
Mus’abî, Meâlimü’d-Din, I, yy ty.
Musahhih, el-İstaikametü’l- Cüz’i’s-Sani, I-I. yy, ty.
Müberred, Ebu’l-Abbas Muhammed b. Yezid, el-Kamil fi’l-Lüga ve’l-Edebve’n-Nahvi
ve’t-Tasrif, thk. Muhammed Ahmed ed-Dâli, III, Beyrut 1986.
Müfid, Evâilü’l-Makalât, Tebriz 1314.
Namî Amr, Halife, Dirasât ani’l-İbâdiyye, Daru’l-Garbi’l-İslâmî, Beyrut ty.
İbâdî Fikirlerin Oluşumunda Mu’tezile’nin Rolü
109
Nesâi, es-Sünenü’l-Kübrâ, VI.
Neşvanu’l-Himyerî , el-Huru’l-Iyn, thk. Kemal Mustafa,Yemen 1985.
Nevbahtî, el-Hasan b. Musa, Firâku’ş-Şia, thk. Abdulmünim el Hanefi, Kahire 1992.
Omerci, Ahmed Şevki İbrâhim, el-Mu’tezile fi’l-Bağdât ve Eseruhum fi Hayâti’l-Fikriyyet ve’s-Siyasiyye, Kahire 2000.
Onat, Hasan, Emevîler Devri Şiî Hareketleri ve Günümüz Şiîliği, Ankara 1993.
Sâlimî, Abdullah b. Hamid, Meâricü’l-A’mâl ala Medâricü’l-Kemâl, Umân 1983.
Sâlimî, Nureddin Abdullah b. Hamid, Meşâriku’l-Envâr, yy 2000.
Sammoud, Hamadi, “Kuzey Afrika’da Şarklı Bir Müfessir Yahya İbn Sellam” trc. Salih
Akdemir, AÜİFD. C. XXXII, Sa. I, Ankara 1991, s. 24-36.
Siyâbî, Sâlim b. Hamud, İzaletü’l-Ve’sa, thk. Seyyide İsmail Kâşif, Kahire 1979.
Şemmâhî, Bedruddin Ahmed b. Said, Kitâbu Siyeru’l- Meşâyih, yy ty.
Şiblî, Mevlana, İslâm Tarihi, trc. Ömer Rıza Doğrul, II, İstanbul 1346.
Taberî, Tarihü’l-Ümem ve’l-Mulük, thk. Muhammed Ebu Fazl İbrahim, VIII, Beyrut.
1386/1966.
Topaloğlu, Bekir, Kelâm İlmi, İstanbul 1981.
Tritton, A.S., İslâm Kelâmı, trc. Mehmet Dağ, Ankara 1983.
Tusî, Tefsiru’t-Tebyîn, thk. Ahmed Habib Kasır el-Amili, V, yy 1385/1965.
Ümit, Mehmet, Zeydîyye-Mu’tezile Etkileşimi, Ankara 2008.
Watt, W. M., İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, trc. Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara 2010.
----------, İslâm Felsefesi ve Kelamı, çev. Süleyman Ateş, Ankara 1968.
Ziriklî, Hayrettin, el-Alâm, III-V, Beyrut, 1986.
Zühdî, Carullah, el-Mu’tezile, Kahire 1974.
İslâmî İlimler Dergisi, Yıl 10, Cilt 10, Sayı 1, Bahar 2015 (111/131)
Zorunlu Varlığı İspat Bağlamında İbn Sînâ’da VarlıkMahİyet İlİşkİsİ: Ontolojİden Teolojİye
Fadıl AYĞAN*
ÖZ
İbn Sînâ metafiziğinin merkezinde yer alan varlık-mâhiyet ilişkisi, kelam
ve felsefe bağlamında düşünce geleneğimizde çeşitli veçheleriyle tartışma
odağında olan problemlerden biri olmuştur. Zorunlu-mümkün ve bunun
temelini oluşturan varlık-mâhiyet ayrımı İbn Sînâ metafiziğinin önemli
unsurlarını teşkil etmektedir. Bu sistemde varlık-mâhiyet ayrımı, temel
olarak Tanrı ile mevcudât arasındaki farklılığı belirginleştirmek ve Tanrı’nın birliği ve basitliğini temellendirmek üzere kullanılmaktadır. Bununla birlikte gözden kaçırılmaması gereken noktalardan biri de bu ayrımın,
İbn Sînâ’nın Tanrı kanıtlamalarında bir temel teşkil edecek şekilde ele
alınmış olduğudur. Bu bağlamda İbn Sînâ’nın ontolojik kavramları teolojik bir zemine taşıdığı görülür. Nitekim sentezci bir filozof olan İbn
Sînâ’nın beslendiği kaynakların bir veçhesini de Yunan felsefesi ve Yeni
Eflatuncu düşüncenin yanı sıra yaşadığı coğrafyada belli bir olgunluk seviyesine ulaşan kelam merkezli teolojik tartışmalar oluşturmaktadır. Bu
makalede İbn Sînâ metafiziğinde varlık-mâhiyet ayrımının Zorunlu Varlığı
ispat ameliyesinde bir temel teşkil edecek şekilde kullanılması incelenmiş
ve ontolojiden teolojiye uzanan bu formülasyonun izi sürülmüştür.
Anahtar Kavramlar: İbn Sina, Varlık, Mahiyet, İspat-ı vacip, Kelam
Essence-Existence relation in Ibn Sina in the context of
proving Necessary Existence: from ontology to theology
Abstract
Essence-existence relation which is in the center of Avicenna metaphysical system has been the focus of discussions from the point of view of
kalâm and philosophy in our thought tradition. Necessary-possible existence and its basis which is essence-existence distinction represents
the important elements of Avicenna metaphysics. In this system the essence-existence distinction, mainly used to highlight the differences between God and mevcudât (beings) and to establish God’s the unity and
simplicity. However, one point that should not be overlooked that this
distinction handled as a prove for the existence of God in his system. In
this context, Ibn Sina’s carried ontological concepts to theological ground.
In fact, Avicenna who is a synthessisical philosopher, his sources consititute by the Greek philosophy and the new Platonic ideas, as well as by the
theological discussions which had been reached a certain maturity level
in place he lived. In this article has examined the use of the essence-existence distinction as prove for existence of God in Avicenna’s system and
traced the formulation of extending of ontology to onthology.
Keywords: Avicenna, Existence, Essence, Proof of God, Theology
Makalenin Dergiye Ulaştığı Tarih: 27.10.2014; Hakem ve Yayın Kurulu Değerlendirmesinden Geçen
Makalenin Yayına Kabul Edildiği Tarih: 19.12.2014
*
Yrd.Doç.Dr., Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalı Öğretim Üyesi. e-mail:
[email protected]
112
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Giriş
Varlık-Mâhiyet ayrımı ve bundan neşet eden tartışmalar, felsefe ve kelam bağlamında İslam düşünce tarihinin temel meselelerinden biri olmuştur.
Varlık-mâhiyet ayrımının nüveleri sayılabilecek bazı hususlar Aristotales’te
(ö. MÖ. 322), daha sonra İslam dünyasında daha açık bir şekilde Fârâbî’de
(ö. 339/950) görüldüğüne ilişkin tezler olsa da1 bu teori bir sistem olarak İbn
Sînâ’da (ö. 428/1037) ortaya çıkar. Bu ayrım İbn Sînâ’nın metafizik sisteminin
önemli unsurlarından biridir. O, bu ayrımı Tanrı ile âlem arasındaki farklılığı
belirginleştirme ile Zorunlu Varlığı ve onun birliğini temellendirmenin merkezine yerleştirmektedir. İbn Sînâ metafiziğinin temelinde zorunlu-mümkün
ayrımı vardır. Bu ayrımın temel kavramlarından biri nedenliliktir.2 Bir diğer
unsur ise varlık-mâhiyet ayrımıdır. Bu teorinin temel öncülleriyle açıklaması
şöyledir: mümkün varlıkta mâhiyet ile varlık ayrıdır. Varlık mâhiyete ârız
olur. Mâhiyet varlığı gerektirmediği için varlık verenin başka bir şey olması
gerekir. Söz konusu mümkün mâhiyetlere varlık verenin, şayet yine varlığı
mâhiyetinden ayrı olsa bu durumda onun da varlık verene ihtiyacı olacak ve
bu sonsuza kadar devam edecektir. O halde dış dünyada var olan mevcudu
açıklayabilmemiz için varlığı mâhiyetinden ayrı olmayan bir İlk gereklidir. Bu
İlkin, varlığından başka mâhiyeti yoktur. Onun varlığı inniyetidir. Bu sebeple
de bizâtihi zorunludur.
Bu ayrım ve neden olduğu tartışmaların İslam dünyasında ve batıda
önemli etkileri olmuştur. Aynı şekilde varlık-mâhiyet tartışmalarının nüveleri
sayılabilecek meseleler her ne kadar kendisinden önce görülse de bu konu ve
ilişkili problemler, İbn Sînâ sonrası kelamcıların da gündemine girmiş3 ve fel1
2
3
Fazlurrahman, “İbn Sînâ’da Mâhiyet ve Varlık”, çev. Hasan Akkanat, ÇÜİFD, C.10, Sa.2,
Adana 2010, s. 193-195. Bu ayrımın Aristoteles’te olup olmadığına dair tartışmalar için bk.
Parviz Morewedge, “Philosophical Analysis and Ibn Sînâ’s ‘Essence-Existence’ Distinction”,
Journal of the American Oriental Society, C. 92, Sa. 3, 1972, s. 425-426; Varlık-mâhiyet
ayırımının Fârâbî’de bir teori olarak görüldüğünü savunan görüş de vardır. Buna göre varlık zorunlu ve mümkün olarak ayrılır. Mümkün varlıkta mâhiyet ile varlık ayrıdır. Varlık
mâhiyetin bir arazıdır. Zorunlu varlıkta ise mâhiyet ile varlık aynıdır. bk. Toshihiko Izutsu,
İslamda Varlık Düşüncesi, çev. İbrahim Kalın, İstanbul: İnsan Yayınları, 1995, s. 132; Hüseyin Atay, İbn Sînâ’da Varlık Nazariyesi, Ankara 1983, s. 69-74; Alparslan Açıkgenç, “İslam
Felsefesinde Varlık Öğretilerinin Öncüleri”, Felsefe Dünyası, Sa, 13, 1994, s. 11-16.
İbn Sînâ’nın varlık-mâhiyet ayırımından hareketle zorunlu-mümkün ayırımı ile nedenlilik
(illiyet) ilişkisi hakkında bk. Hüseyin Atay, Fârâbi ve İbn Sînâ’ya Göre Yaratma, Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1974, s. 116 vd.
Örneğin kelam’ın felsefî meseleleri konu edinmesi sürecinde dönüm noktası kabul edilen
Gazzâlî, İbn Sînâ eleştirisinde varlık-mâhiyet ilişkisi bağlamında Tanrı’nın mâhiyetsiz bir
varlık olarak değerlendirilmesini gündeme getirir ve bu tartışma sonraki dönemlerde de başka isimler tarafından devam ettirilir. bk. Gazzâlî, Tehâfütü’l-Felâsife, thk. Süleyman Dünya,
Kâhire: Dârü’l-meârif, 1980, s. 190-192. Bu tartışma hakkında bk. Mehmet Sait Reçber,
“Vâcibu’l-Vücûd’un Mâhiyeti Meselesi”, Uluslararası İbn Sînâ Sempozyumu Bildirileri, İstanbul 2008, s. 307-315; E. M. Macierowski, “Does God Have A Quiddity According To Avicenna”, The Thomist, C.52, Sa.1, 1998, s. 79-87. Varlık-mâhiyet ayırımı bağlamında İbn
Sînâ’nın kelamla ilişkisi ve etkisi hakkında bk. Veysel Kaya, Felsefî Kelam Çerçevesinde İbn
Sînâ’nın Kelâm’a Etkisi, Basılmamış Doktora Tezi, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa 2013, s. 106-123. Ayrıca Zorunlu Varlık kavramının İbn Sînâ öncesi ve sonrası
kullanımından hareketle Sünnî kelamda İbn Sînâ’nın etkisine ilişkin bir analiz için bk. Ro-
... Ontolojiden Teolojiye
113
sefî kelam literatüründe “umur-u âmme” bahislerinin temel meselelerinden
biri haline gelmiştir. Bu teoriye ilişkin gerek kaynağı gerekse sistem içindeki
yeri ve doğurduğu neticeler bakımından hatırı sayılır düzeyde çalışma yapılmıştır.4 Bu çalışmada bu teori, zorunlu varlığı ispat bağlamında irdelenecektir. Zira İbn Sînâ, olgunluk dönemi eserleri olan eş-Şifâ:İlâhiyyât ve İşârât’ta
bu ayrımı ele aldığı bölümlerde zorunlu varlığı ispat bağlamında konuyu işlemektedir. Bu bakımdan teorinin teolojik bir yönünün olduğu anlaşılmaktadır. Bu çalışmada söz konusu iki eserdeki varlık-mâhiyet ayrımına ilişkin
pasajlardan hareketle bu teolojik yönün izi sürülecektir. Bununla birlikte
öncelikle İbn Sînâ’nın teolojik arka planına çalışmanın sınırlarını aşmamak
kaydıyla temas edilecektir.
İbn Sînâ’nın Teolojik Arka Planı
İbn Sînâ’nın sentezci bir filozof olduğu kabul edilir. Genel olarak onun
Aristotelesçi gelenek ile Yeni Eflatunculuğu birleştirerek yeni bir metafizik
sistem geliştirdiği söylenir.5 İbn Sînâ’nın yetiştiği ilmî havzanın önemli bir
veçhesini de kelam oluşturmaktaydı. Onun dönemine gelindiğinde kelam
ilmi, yöntem ve konu bakımından kuruluş aşamasını tamamlamıştı. Tercüme hareketlerinden sonra başlayan süreçte Mutezilî kelamcıların felsefeyle
ilişkileri, felsefî kavram ve konulara ilgileri bilinen bir olgudur.6 İbn Sînâ’nın
kendisinden sonraki dönem kelamında konu ve kavram olarak dönüştürücü
4
5
6
bert Wisnovsky, “Sünnî Kelamda İbn Sînâcı Dönüşümün Bir Yönü” çev. Arzu Meral, MÜİFD,
Sa.26, 2004/1, 149-177.
bk. Morewedge, “Philosophical Analysis and Ibn Sînâ’s ‘Essence-Existence’ Distinction”, s.
425-435; Fazlurrahman, “İbn Sînâ’da Mâhiyet ve Varlık”, s. 193-209; a.mlf., “Essence and
Existence in Ibn Sînâ: Myth and Reality”, Hamdard Islamicus, Sa.4, 1981, 3-14; Burrell,
David B., “Essence and Existence: Avicenna and Greek Philosophy”, MIDEO, Sa.17, 1986, s.
53-66; Atay, İbn Sînâ’da Varlık Nazariyesi, s. 65-94 vd.
Dimitri Gutas, “İbn Sînâ’nın Mirası: Arap Felsefesinin Altın Çağı (1000-yaklaşk 1350)”, İbn
Sînâ’nın Mirası, der. ve çev. Cüneyt Kaya, İstanbul: Klasik Yayınları, 2010, s. 251-252. Robert Wisnovsky, İbn Sînâ metafiziğini “Ammoniusçu sentez” olarak adlandırdığı Aristoteles
şârihi Ammonius ve öğrencileri tarafından temsil edilen eğilimin nihai noktası olarak değerlendirmektedir. Bu eğilim bir anlamda Eflatun ile Aristoteles felsefelerini uzlaştırma projesiydi. O, İbn Sînâ metafiziğini anlamak için bu sentezin de yeterli olamayacağını belirterek
buna Kelam konteksini de dahil etmektedir. Buna göre o, Kelamcıların İslâmî teolojisiyle
Ammoniusçu sentezin Arapça yazan müslüman filozoflarının felsefelerinden yeni bir senteze
ulaşmıştır. bk. Robert Wisnovsky, İbn Sînâ Metafiziği: Kaynakları ve Gelişimi, çev. İbrahim
Halil Üçer, İstanbul: Klasik Yayınları, 2010, s. 32-35 vd.
Mutezile’de sistemleşen bununla birlikte daha sonraki dönemlerde genel olarak kelâmcıların
uluhiyyet konularını bina ettikleri atomculuk, tek başına erken dönem kelamının felsefeyle
ilişkisini gösterici mâhiyettedir. Bu “dakîku’l-kelam” olarak adlandırılan konular için böyle
olduğu gibi bazı teolojik konularda dahi erken dönem Mutezile kelamının felsefeyle etkileşim
içerisinde bulunduğu kaynaklarda yer almaktadır. Örneğin Ebü’l-Hasan el-Eş’arî, Mutezilî
kelamcı Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf’ın Allah’ın ilim, kudret gibi sıfatlarının zatıyla aynı olduğuna
ilişkin görüşü Aristoteles’ten aldığını ileri sürer. bk. Ebü’l-Hasan el-Eş’arî, Makâlâtü’l-islâmiyyîn ve ihtilâfü’l-musallîn, thk. Hellmut Ritter, Beyrut: Dâru İhyâi’t-turâsi’l-arabi, 1980,
s. 485. Bu iddianın doğruluğu bir yana söz konusu dönemde Mutezile kelamının özellikle
“dakîku’l-kelam” konularında Yunan felsefesiyle temas içerisinde olduğu anlaşılmaktadır.
114
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
bir etkiye sahip olduğu kabul edilen bir gerçektir. Ancak Aristotelesçi Yunan
felsefesi ve Yeni Eflatunculuğun sentezine dayalı olarak kurmuş olduğu yeni
metafizik sisteminde Kelam düşüncesinin, yöntem ve kavram olarak etkisi
var mıdır? Klasik dönemde bu etkiyi ifade eden ilim adamlarının olduğu görülmektedir. Bunların başında İbn Rüşd (ö.595/1198) gelir. O, İbn Sînâ’ya
yönelik eleştirilerini adeta onun kelamcılardan etkilendiğine ilişkin iddiaları
çerçevesinde yürütür. O, İbn Sînâ’yı hem yöntem hem de ilâhiyyât ve tabî’iyyâtın çeşitli konularında kelamcılardan etkilenmekle ve dolayısıyla Aristotelesçi çizgiden uzaklaşmakla suçlamıştır.7
İslam düşünce geleneğinde İbn Sînâ’nın kelamcılardan etkilendiğini ifade eden bir diğer isim İbn Teymiyye’dir (ö.728/1328). O, İslam filozoflarına
yönelik eleştirilerinde İbn Sînâ’yı tahlil ederek onun kendisinden sonra
pek çok kelamcı ve felsefecinin etkilendiği bir isim olduğunu ifade eder.
Bunun yanı sıra o, mevcut bulduğu kelâmî kültürel birikimden de yararlanmıştır. İbn Teymiyye’ye göre İbn Sînâ, seleflerinin ele almadığı ilâhiyyât,
nübüvvet, mead ve şeriata dair konulardan bahsetmiştir. O, İbn Sînâ’nın
İslam’a dair bilgilerini mülhidlerin yanı sıra Mutezilî ve Şiilerden aldığını
iddia eder. İbn Sînâ, aklıyla bunlardan elde ettiği bilgilerle selefleri olan filozoflardan tahsil ettiği bilgileri birleştirmek istedi. Böylelikle o, seleflerinin
düşünceleriyle kendi ihdas ettiği felsefi anlayışı sentezleyerek bir sistem
oluşturmuştur. Onun bu yöntemle tartıştığı konulardan biri de zorunlu
varlıktır. Halbuki Aristoteles ve takipçileri zorunlu varlıktan ve ona dair
hususiyetlerden bahsetmemişlerdir. Onlar sadece ilk nedenden söz etmişlerdir.8 Görüldüğü üzere İbn Teymiyye, İbn Sînâ’nın kaynakları arasında
Mutezile kelamını saymakta ve onun geçmiş felsefî gelenekle İslam dünyasındaki teolojik meseleleri sentezleyerek yeni bir metafizik sistem ihdas
ettiğini savunmaktadır.
Yakın dönemde söz konusu soruya cevap teşkil etmek üzere kelâmî etkiyi
araştıran çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalarda varlık-mâhiyet ayrımı merkezi bir rol oynamaktadır. Jean Jolivet bu konuyu incelediği makalesinde, İbn
Sînâ’nın mâhiyet-varlık ayrımının kaynağının sanıldığı gibi Yunan felsefesinde olmadığını, aksine bu ayrımının temellerinin erken dönem İslâmî teolojide
aranması gerektiğini ileri sürer. O, erken dönem kelâmında “şey”, “mevcud”,
“madum” kavramları arasındaki ilişki ve bu çerçevede yürütülen tartışmaların İbn Sînâ’nın mâhiyet-varlık ayırımına temel teşkil ettiğini ortaya koyar.
Günümüzde mâhiyet-varlık ayırımından hareket ederek İbn Sînâ’da kelâmî
etkiyi araştıran önemli isimlerden biri Wisnovsky’dir. O, Jolivet’in başlattığı
tartışmayı devam ettirerek onun iddiasındaki haklılığı temellendirir ve yeni
analizler sunar. O, erken dönem kelamındaki madumun şeyliği tartışma7
8
Bu eleştirilere dair geniş bilgi için bk. Ömer Mahir Alper, “İbn Rüşd’ün İbn Sînâ’yı Eleştirisi:
el-Fark beyne Re’yeyi’l-Hakîmeyn”, Divan, C.6, Sa.10, 2001, s. 145-172.
İbn Teymiyye, er-Red ale’l-mantıkiyyîn, Lahor 1976, s. 141-144.
... Ontolojiden Teolojiye
115
sından hareket ederek kelamcıların “şey” terimiyle İbn Sînâ’nın “mâhiyet”
kavramını inceler ve bu tartışmanın söz konusu ayırıma kaynaklık ettiğine
ilişkin argümanlar sunar.9
İbn Sînâ, yaşadığı dönemde İslam toplumunda tartışılan konuları da felsefî sisteminin bir parçası haline getirmiştir. Bu bağlamda kelâmî tartışmalar, özellikle de Tanrı ve onun ispatı hakkındaki düşünceler önemli bir kaynak oluşturmuştur. Zira söz konusu tartışmalar İbn Sînâ’nın ortaya çıktığı
düşünce havzasına Mutezile kelamı tarafından taşınmış durumdaydı. İbn
Sînâ’nın kelamın konularıyla gerek eleştiri gerekse bazı kavramların kullanımı bağlamında interaktif bir ilişki içerisinde olduğu anlaşılmaktadır. İbn
Sînâ’nın kelamcılara yönelik âlem anlayışı, Tanrı-âlem ilişkisi, atomculuk,
hudûs gibi temel hususlarda onları zikrederek eleştirilerde bulunduğu görülür. Bu eleştirilerinde İbn Sînâ’nın kendi dönemine kadar gelen kelâmî
tartışmaları takip ettiği görülür. Bu eleştirilerde Onun erken dönem kelâm
geleneğinden etkilendiği en azından argümanlarını geliştirirken bu ilmî birikime göre kendini konumlandırdığı söylenebilir.10
Bilindiği üzere yaşadıkları dönemde mevcut akımlara karşı Tanrı’nın varlığını ispat kelâmın temel hedefiydi. Gerek Mutezile kelamı gerekse Sünnî
kelam, “dakîku’l-kelam” olarak isimlendirdikleri âlemin oluşumu ve unsurlarına ilişkin konuları bütünüyle “celîlu’l-kelam” olarak adlandırılan Allah’ın
varlığı, birliği ve sıfatlarına ilişkin hususlara temel teşkil etmesi için ele almıştır. Yani temel hedef teolojik olup varlık ve âlem bu bağlamda incelemiştir. Bu bağlamda atomculuğa dayalı bir âlem anlayışından hareket ederek
bütün unsurlarıyla âlemin sonradanlığından Tanrı’ya ulaşmaya dayalı hudûs teorisi temel argüman olmuştur.
İbn Sînâ’nın hudûs teorisini zayıf bulup şiddetle eleştirdiği bilinmektedir.11 O buna karşı varlığın zorunlu-mümkün olarak ayırımına dayalı imkan delilini temellendirir. Zorunlu-mümkün ayrımının önemli unsurlarından
biri de varlık-mâhiyet teorisidir. İbn Sînâ bu ayırımları metafizik sisteminin
merkezine yerleştirir ve buradan hareketle zorunlu varlığı ispata yönelir. Bu
delilin temel argümanları şöyledir: Her var olanın varlığı zâtı bakımından ya
zorunludur ya da mümkündür. Mümkün olanın kendinden var olması düşü9
Wisnovsky, İbn Sînâ Metafiziği, s. 189-191, temellendirme için bk. 194-232; Ayrıca a.mlf.
“İbn Sînâ’nın Şey’iyye Kavramı Üzerine Notlar”, çev. Arzu Meral, MÜİFD, Sa. 26, 2004/1, s.
85-118.
10 İbn Sînâ’nın bu bağlamda kelamla ilişkisine dair ayrıntılı bilgi için bk. Michael E. Marmura,
«Avicenna and the Kalâm» Zeitschrift für Geschichte der Arabisch-Islamischen Wissenschaften, Sa.7, 1991-92, s. 172-187, Kaya, Felsefî Kelam Çerçevesinde İbn Sînâ’nın Kelâm’a Etkisi,
s. 21-56; İlyas Çelebi, “Kabul ve Red Cihetlerinden Kelam Literatüründe İbn Sînâ”, Uluslararası İbn Sînâ Bildirileri, İstanbul 2009, s. 239-256.
11 Bu eleştirilere ilişkin bk. Muhammet Fatih Kılıç, “İbn Sînâ’nın Kelamcıların Hudûs Görüşüne Yönelttiği Eleştiriler” Dîvân: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, C.15, Sa. 28, (2010/1), s.
115-134; Cüneyt Kaya, Varlık ve İmkan: Aristotales’ten İbn Sînâ’ya İmkanın Tarihi, İstanbul:
Klasik Yayınları, 2011, s. 233-238.
116
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
nülemez. Çünkü mümkünün varlığı yokluğundan evlâ değildir. Bu durumda
mümkünün varlığı kendi dışındandır. Ona varlık veren ya mümkündür ya
zorunludur. Mümkün olması durumunda bu teselsülen devam edeceğinden
bunun bir zorunlu varlıkta durması gerekir.12 İbn Sînâ, imkan delilinin kurgusunda kelamcıların teolojik perspektifinden ve kavramlarından etkilenmiş
midir? Onun bu konuda kendinden önceki kelamcılardan etkilendiğine dair
argümanlar geçmişte ve günümüzde var olagelmiştir.13
Yukarıda da değinildiği üzere İbn Rüşd, İbn Sînâ eleştirilerinde onun
hem yöntem hem de konu bakımından kelâmcılardan etkilendiğini ileri
sürer. Özellikle imkan delilinin formülasyonunda da bu etkinin varlığını
vurgular. Ona göre İbn Sînâ bir şekliyle Eş’arîlerin öncüllerine uymuştur.
Bu etkilenme ise kelamcıların kullanmış olduğu caiz/mümkün kavramını
dönüştürüp faili bakımından mümkün ve faili bakımından vacip; zâtı bakımından mümkün olmak üzere iki kısımda değerlendirmesidir.14 İbn Rüşd,
bu etkiyi Tehâfütü’t-Tehâfüt eserinde de ele alır. Ona göre İbn Sînâ’nın,
nedenlerin (illet) sonsuza kadar teselsülen devam etmeyeceğine dair kullandığı kanıtı, zorunlu-mümkün ayırımına ve en sonunda nedenlerin bir
zorunlu nedene muhtaç olduğuna dayandırması kelamcılardan etkilenerek
ulaştığı bir yöntemdir. Zira kelamcılara göre var olanın mümkün ve zorunluya ayrılması kendiliğinden bilinen bir şeydir. Buna göre her mümkünün
bir faili olması gerekir. Âlem bütünüyle mümkün olduğuna göre öncelikle
onun da bir failinin olması, bu failin de vâcibu’l-vücud olması gerekir. İbn
Sînâ bu delili daha da genişletmek istemiş ve mümkünü “bir nedeni olan
şey” olarak açıklamıştır.15
İbn Teymiyye, İbn Sînâ’nın zorunlu varlığı ispat için kullandığı imkan deliline ilişkin farklı değerlendirmelerde bulunur. Ona göre İbn Sînâ bu hususta selefleri Aristoleles ve takipçileri olan Meşşâîlere uymamıştır. O, ispat
konusunda kelamcıların hâdis varlıklardan yaratıcıya ulaşma yönteminden
ortaya çıkardığı yeni bir sistem geliştirmiştir. Bu da mümkün varlıktan vacibe ulaşmaya dayanır. Kelamcıların kadîm-hâdis ayrımına karşılık o, mümkün-vacip ayırımını esas almıştır.16 İbn Teymiyye, yine bir başka yerde “tah12 bk. İbn Sînâ, el-Mebde’ ve’l-meâd, thk. Abdullah Nurani, Tahran 1984, s. 22-23; İbn Sinâ,
el-İşârât ve’t-tenbîhât (maʽa şerhi Nasîruddîn et-Tûsî), nşr. Süleyman Dünyâ, Kâhire 1985,
III, 19-21,27.
13 İbn Rüşd ve İbn Teymiyye’nin iddialarından hareketle imkan delili bağlamında İbn Sînâ’da
kelam etkisini inceleyen bir makale için bk. Ömer Mahir Alper, «İbn Sînâ’da Tanrı’nın Kanıtlanması Sorunu: O Gerçekten Kelamcılardan Etkilendi mi?», İÜİFD, Sa.7, 2003, s. 61-77.
14 İbn Rüşd, el-Keşf an menâhici’l-edille fî akâidi’l-mille, thk. Muhammed Abid el-Câbirî, Beyrut
1998, s. 113-114. İbn Rüşd burada “vacip bi ğayrihi-mümkün bi zâtihi” ayrımına karşı çıkmaktadır.
15 İbn Rüşd, Tehâfütü’t-Tehâfüt, thk. Süleyman Dünya, Mısır: Dârü’l-meârif, 1975, s. 44-45.
İbn Rüşd’ün bu delil bağlamında yaptığı eleştirilerin değerlendirmesi için bk. Alper, “İbn
Sînâ’da Tanrı’nın Kanıtlanması Sorunu: O Gerçekten Kelamcılardan Etkilendi mi?” s. 63-66.
16 İbn Teymiyye, Der’u teâruzi’l-akl ve’n-nakl, thk. Muhammed Reşâd Sâlim, Riyad: Câmiatü’l-İmam Muhammed b. Suud el-İslâmiyye, 1991, III, 335.
... Ontolojiden Teolojiye
117
sis” kavramından hareketle İbn Sînâ’nın imkan delilinde kelâmî etkiyi tahlil
eder. Buna göre esasında erken dönem kelâmın ispat delili olan hudûs teorisinde imkanın nüveleri bulunmaktadır. O buna ilişkin olarak hâdis varlık
ile mümkün varlık ilişkisine dair analizlerde bulunur. Ona göre İbn Sînâ,
Mutezile ve benzeri müslüman kelamcıların eserlerinden bu delili almış ve
selefleri olan felsefecilerin delilleriyle sentezlemek istemiştir. Burada tahsis
kavramı önemli bir rol oynamaktadır. Mutezile kelamcıları bu kavramı ispat-ı
vacipte kullanmış ve vakitlerin birinde sonradan var olmada olduğu gibi eşit
derecedeki iki şeyden birinin tahsisinin ancak bir tahsis edicinin var olmasıyla mümkün olacağını formüle etmişlerdi. İbn Sînâ, erken dönem Mutezilî
kelamcıların kullanmış olduğu bu tahsîs kavramını zorunlu-mümkün ayırımına uyarlamıştır. Buna göre varlık ile yokluk arasında olan mümkünün
tercih edilmesi ancak bir tercih ediciyle olur.17
İbn Teymiyye, İbn Sînâ’nın imkan delilini analiz ederken varlık-mâhiyet
ayırımına da temas eder. O, İbn Sînâ’nın imkan formülasyonunun, mümkünün varlığının dışında, var olmakla veya yoklukla nitelenen bir zâtı gerektirdiğini belirtir. İbn Teymiyye, söz konusu yaklaşımın, ister Mutezile’nin
madumun şeyliği hakkındaki görüşünde olduğu gibi veya dış dünyada18 mâhiyetlerin varlıklardan ayrı olduğu düşüncesinde olduğu gibi tasarlanmış olsun geçersiz olduğunu vurgular.19
Esasında imkan düşüncesinin nüvelerini teşkil eden bazı hususlar erken
dönem kelamında bulmak mümkündür. Zira İbn Sînâ öncesi dönemde temel
ispat-ı vacip yöntemi olarak kullanılan hudûs delilinin farklı formülasyonları da söz konusu olmuştur. Yukarıda da temas edildiği gibi gerek klasik
dönem alimleri gerekse modern bazı araştırmacıların ortaya koyduğu üzere
erken dönem kelamında tahsis veya tercih kavramları merkeze alınarak imkan düşüncesini çağrıştıracak ispat yöntemi kullanılmaktaydı. Bu hususta
çalışmanın sınırlarını aşmamak adına bir örnek vermekle yetineceğiz. Eş’arî
kelamcısı Bâkıllânî (ö.403/1013), her ne kadar klasik kelam yöntemi olan
varlığı kadîm-hâdis ayırımına tabi tutarak hudûs üzerinden ispat yöntemine
başvursa da o, bu delilde imkan düşüncesini çağrıştıran bir usul geliştirmiştir. Ona göre hâdis olayların bulundukları zamandan önce ve sonra var
olmaları mümkündür. Bu önce veya sonra olan hadiselerin kendiliğinden
böyle olmaları imkansızdır. Çünkü önceliği sonralığından evlâ değildir. Bu
durumda onu bu şekilde gerçekleştiren, iradesi doğrultusunda varlığa yönel17 İbn Teymiyye, Der’u teâruzi’l-akl ve’n-nakl, VIII, 132-133; 239-240.. İbn Teymiyye başka konular bağlamında da İbn Sînâ’yla Mutezile etkileşiminden söz eder. bk. İbn Teymiyye, Der’u
teâruzi’l-akl ve’n-nakl, VI, 103; X, 242.
18 Dış dünyada” ifadesi metinde geçmektedir. Burada konumuzun dışında olduğu için İbn Sînâ
bağlamında mâhiyet-varlık ayırımının dış dünyada bulunmadığı hususunu tartışmadık.
19 İbn Teymiyye, Der’u teâruzi’l-akl ve’n-nakl, III, 337, 340; İbn Teymiyye ayrıca Mutezilî kelamcıların bir kısmının mâhiyet-varlık ayırımını savunduklarını aktarır. a.mlf, Der’u teâruzi’l-akl
ve’n-nakl, X, 256.
118
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
ten, dilemesine hasreden, dileğini önce var eden dilediğini sonra var eden bir
fail gereklidir.20 İleride ele alınacağı üzere dikkat çekici şekilde İbn Sînâ da
mümkün varlığın vücut bulmasında tahsis kavramını kullanır.
Burada dikkat çekici husus yukarıda zikredilen modern araştırmacıların da ortaya koyduğu gibi klasik dönemde de İbn Sînâ’nın erken dönem
kelamıyla etkileşimine temas edilmesi ve Mutezile’ye ait madumun şeyliği
görüşü ile varlık-mâhiyet ayırımına ilişkin düşüncenin karşılaştırılmasıdır.
Söz konusu bilginler açıkça madumun şey olduğu görüşünde olanların mâhiyetin varlıktan ayrı olduğunu kabul ettiklerini belirtir. Konumuz açısından
bir diğer husus da varlık-mâhiyet ayırımının imkan delilinin bir unsuru olarak değerlendirilmiş olmasıdır. İbn Sînâ’nın teolojik arka planına ilişkin bu
bilgilerden sonra “Vacibu’l-vücud”un ispatı bağlamında zorunlu-mümkün
ayırımı oradan da bu ayırımın temelini teşkil eden varlık-mâhiyet teorisine
geçebiliriz.
Zorunlu-Mümkün Ayrımı ve Zorunlu Varlığı İspat
Varlık-mâhiyet ayırımı, zorunlu-mümkün ayırımıyla dolayısıyla Tanrı’nın
ispatı ve Tanrı-alem ilişkisiyle bağlantılı bir teoridir.21 Zorunlu-mümkün ayırımı İbn Sînâ metafiziğinde merkezî konumdadır. Bu ayırım bir yandan Tanrı ile âlem arasındaki farklılığın ortaya konulmasında diğer yandan zorunlu varlığı ispatta kullanılmıştır.22 Öyle anlaşılıyor ki bu metafizik sistemde
varlık problemi, zorunlu varlık merkezli olarak ele alınmaktadır. Metafiziğin
temelini teşkil eden ontolojik sistemin merkezinde ve zirvesinde varlıkların
İlk Prensibi, Bir, Hak, Her Şeyi Bilen, Her Şeye Kadir, Cömert ve Sırf Hayır
olan Zorunlu varlık durmaktadır.23 Bu sistemde konular bu mihver etrafında
dönmektedir. Bu çerçevede zorunlu-mümkün ayırımından hareketle mümkünlerin varlığa çıkabilmesi için zorunlu bir varlığa ihtiyaçlarının olduğunu
ispat etmek merkezî bir konumdadır. Burada zorunlu ile mümkün arasındaki ayrımı ortaya koymak için mâhiyet-varlık ayırımı kilit rol oynamaktadır.
İbn Sînâ, öncelikle zorunlu varlığı, yokluğunun varsayılması durumunda
imkansızlık söz konusu olan, mümkün varlığı da yokluğunun veya varlığının varsayılması durumunda imkansızlık söz konusu olmayan olarak tarif
20 Bâkıllânî, el-İnsâf fimâ yecibu i’tikaduh ve lâ yecuzu’l-cehlü bih, thk. Muhammed Zâhid Kevseri, Kâhire: Mektebetü’l-Ezheriyye li’t-türas, 2000, s. 17-18. İmkan delilinin başka metinlerden hareketle İbn Sînâ öncesi kullanımı hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Kaya, Felsefî Kelam
Çerçevesinde İbn Sînâ’nın Kelâm’a Etkisi, s. 89-93.
21 Varlık-mâhiyet ayrımının zorunlu-mümkün ayrımıyla ilişkisi hakkında bk. Atay, İbn Sînâ’da
Varlık Nazariyesi, s. 124-127 vd.
22 Davidson zorunlu-mümkün ayırımının Tanrı’nın varlığını kanıtlamada merkezi bir konumda
olduğunu savunur. bk. Helbert A. Davidson, Proofs for Eternity, Creation and the Existence of
God in Medieval Islamic and Jewish Philosophy, New York: Oxford University Press, 1987, s.
289-291 vd.
23 İlhan Kutluer, İbn Sînâ Ontolojisinde Zorunlu Varlık, İstanbul: İz Yayıncılık, 2013, s. 62 vd.
... Ontolojiden Teolojiye
119
etmektedir.24 İbn Sînâ bu ontolojik varlık kategorisini eş-Şifâ: İlahiyyât ve
el-İşârât’ta metafizik düzleme taşır. O, zorunlu-mümkün ayrımıyla zorunlu
varlık olan Tanrı ile âlem arasındaki farklılığı ortaya koymak ister:
...deriz ki: Zorunlu ve mümkün varlığın her birinin kendine has özellikleri
vardır. Şöyle deriz: Varlığa dâhil olan durumlar aklen iki kısma ayrılırlar. İlki zâtı
dikkate alındığında varlığı zorunlu olmayandır. Onun varlığının imkansız olmadığı
da açıktır. Aksi takdirde varlığa dâhil olmazdı. Bu şey, imkan sahasındadır. İkincisi zâtı dikkate alındığında varlığı zorunlu olandır.
Deriz ki: Varlığı zorunlu olanın nedeni (illet) yoktur. Varlığı mümkün olanın ise nedeni vardır. Varlığı zâtı gereği zorunlu olanın varlığı bütün yönlerden zorunludur.
Varlığı zorunlu olanın varlığının bir başka varlığa denk olması, böylece her birinin
varlığın zorunluluğunda eşit olmaları ve birbirlerini gerektirmeleri mümkün değildir. Zorunlu varlığın varlığının bir çokluğun toplamı olması mümkün değildir. Zorunlu varlığın hakikatinin herhangi bir yönden müşterek olması mümkün değildir.
Böylece bizim bu düzeltmemizden şu sonucun çıkması gerekir: Zorunlu varlık, ne
görelidir, ne değişkendir, ne çokluktan oluşmuştur ve ne de kendine has varlığında
başka varlıkla ortaktır.25
İbn Sînâ, bu metinde söz konusu ayrımdan hareketle Zorunlu Varlık ile
onun dışındaki mümkün varlıklar arasındaki farklılığı ortaya koymayı hedefler. Burada kilit kavram olarak karşımıza nedenlilik çıkar. Zira zorunluyu mümkünden ayıran temel vasıf onun nedeninin olmamasıdır. Çünkü
şayet onun bir nedeni olsaydı, varlığını bu nedenden almış olurdu. Halbuki
varlığını bir nedenden alan her varlık zâtı bakımından düşünüldüğünde zorunlu olmaz.26 İbn Sînâ mümkün varlığın nedenliliğini temellendirirken mâhiyet-varlık ayrımından hareket eder. Buna göre zâtı bakımından mümkün
olan her varlığın varlık ve yokluğu bir illete bağlıdır. Mümkünün mâhiyeti
varlık ve yokluk durumlarından herhangi birine yetmesi durumunda söz konusu mâhiyet zorunlu olmuş olur. Halbuki böyle olması durumunda çelişki
meydana gelir. Şayet mâhiyeti yeterli değil, varlığının izafe edildiği bir şeyse
bu durumda söz konusu mümkünün varlığı zâtının dışında bir nedenden
dolayı olmuş olur.27
İbn Sînâ, el-İşârât’ta zorunlu-mümkün ayrımını daha belirgin ve sistemli bir şekilde varlık-mâhiyet ilişkisi ve nedenlilik üzerinden temellendirir.
Burada önemli hususlardan biri de onun bu ayrımları isbat-ı vacip bağlamında ele almasıdır. İbn Sînâ bu eserinde varlığa ilişkin zâtı bakımından
zorunlu ve mümkün şeklinde bir ayrıma geçmeden önce varlık-mâhiyet ayrımı ve bunların nedenleri konusunu inceler. Buna göre mâhiyetin maddî
ve sûrî olmak üzere iki sebebi, varlığın da fâil ve gâî olmak üzere iki sebebi
bulunur. O, bu temellendirmeden sonra varlığın zâtı bakımından düşünül24
25
26
27
İbn
İbn
İbn
İbn
Sînâ,
Sînâ,
Sînâ,
Sînâ,
el-Mebde’ ve’l-meâd, s. 2.
eş-Şifâ: Metafizik, I, 86-87.
eş-Şifâ: Metafizik, I, 88.
eş-Şifâ: Metafizik, I, 89-90.
120
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
düğünde zorunlu ve mümkün şeklinde iki kategoriye ayrıldığını açıklar ve
ileride tahlil edeceğimiz üzere bu ayrım üzerinden isbât-ı vacip kurgusunu
oluşturur.28
Tahlil ettiğimiz metinlerden varlık-mâhiyet ilişkisinin zorunlu-mümkün
ayırımına bir temel oluşturduğu buradan da imkan deliline geçildiği anlaşılmaktadır. İbn Sînâ bu ayırımları mümkünlerden hareketle Tanrı’ya ulaşmada kullanır. Bu delil açık bir şekilde el-Mebde’ ve’l-meâd eserinde şöyle yer
alır:
Şüphe yok ki burada bir varlık vardır. Her varlık ya zorunlu veya mümkündür.
Şayet zorunluysa zorunlunun varlığı sahih olmuş olur, zaten aranılan da budur.
Şayet mümkünse mümkünün varlığının bir zorunlu varlıkta son bulmasını açıklayacağız.29
İbn Sînâ görüldüğü üzere öncelikle varlıktan hareket ederek bunu zorunlu
ve mümkün olarak ikiye ayırır. Metinde bu varlık kategorisinden ulaşılması
hedeflenen gayenin zorunlu varlık olduğu açıkça belirtilir. İbn Sînâ, mümkünün varlığının bir zorunlu varlıkta son bulmasını iki öncülle açıklar. İlk olarak “tek bir zamanda her bir mümkün varlığın, sonsuz mümkün nedenleri
(illet) olamaz.” İkinci olarak “sonlu sayıdaki mümkün varlıklar, devir şeklinde
birbirlerinin nedeni olamaz”30 İbn Sînâ bu iki öncülle mümkün varlıkların
teselsül ve devir şeklinde birbirlerinin nedeni olamayacağını temellendirip
mümkünlerin bir zorunlu varlıkta son bulmasının gerekliliğini ortaya koyar.
Burada Tanrı kanıtlamasında söz konusu ayrımlar temelinde nedenlilik ile
devr ve teselsül kavramları kilit bir rol oynamaktadır.31
İbn Sînâ eş-Şîfâ: İlâhiyyât ve el-İşârât’ta imkan delilini yukarıda aktardığımız metinlerde temellendirilen zorunlu-mümkün ayrımına dayandırır. Burada imkanın temellendirilmesinde nedenlilik ve mâhiyet ile varlık arasındaki
ayrım karşımıza çıkmaktadır. Buna göre mümkün varlığın varlığı da yokluğu
da bir nedene bağlıdır. İbn Sînâ varlıktan hareket ettiğine göre bu durumda
ona göre mümkün, varlıkla tahsisi için bir nedene ihtiyaç duyar. Mümkün
varlığın mâhiyeti varlık ile yokluk arasındaki tahsis için yeterli olmadığından
hâricî bir neden zorunludur. Bunun akabinde o, mümkün varlığın mevcut
olduğundan hareketle varlığın tahsisini imkansız kılacak sonsuz nedenler
silsilesinin olamayacağını temellendirir.32 İbn Sînâ el-İşârât’ta yukarıda değinildiği üzere mâhiyet- varlık ayrımı ve bunların nedenlerini ele aldıktan sonra zorunlu-mümkün ayrımı üzerinden imkan delilini temellendirir. Burada
28
29
30
31
İbn Sinâ, el-İşârât ve’t-tenbîhât, III, 13-19.
İbn Sînâ, el-Mebde’ ve’l-meâd, s. 22.
İbn Sînâ, el-Mebde’ ve’l-meâd, s. 22-23.
İbn Sînâ’nın delilini kozmolojik olarak niteleyen Davidson, bu delilin üç temelinin olduğunu
savunur. Bunlar nedenlilik ile çizgisel ve dairesel olarak nedenlerin sonsuzluğunun geçersizliğidir. bk. Davidson, Proofs for Eternity, Creation and Existence of God, s. 299.
32 İbn Sînâ, eş-Şifâ: Metafizik, I, #89-90.
... Ontolojiden Teolojiye
121
da mümkün varlıkta nedenlilik ve bu nedenlerin sonsuza kadar devam etmesinin varlığa engel teşkil ettiği kilit rol oynamaktadır. İbn Sînâ söz konusu
ayrımdan sonra mümkün varlığın zâtı bakımından varlığının yokluğundan
evlâ olmadığını dolayısıyla mümkünün varlığının bir başkasından kaynaklandığını ifade eder. Akabinde mümkünler silsilesinin, dolayısıyla nedenler
zincirinin niçin sonsuza kadar devam etmeyeceğini açıklayarak bunun zâtı
bakımında bir zorunlu varlıkta son bulmasının gerektiğine ulaşarak şu neticeye varır:
Nedenler (illet) ve sonuçlardan (ma’lul) oluşan her silsilenin, ister sonlu ister sonsuz olsun, şayet sadece nedenlilerden oluşuyorsa, bu silsilenin dışında bir nedene
ihtiyaç duyması açıklık kazanmıştır. Ancak kesinlikle bu silsileye bir uç olarak
bitişir. Yine şayet bu silsilede nedenli olmayan bir şey varsa bu şeyin onun ucu ve
sonu olduğu açıklık kazanmıştır. Dolayısıyla her silsile zâtı bakımından zorunlu
bir varlıkta son bulur.33
İbn Sînâ’nın özellikle İlâhiyyât ve el-İşârât’ından hareketle vermiş olduğumuz bu bilgilerden34 onun varlık kavramını ve bunun zorunlu ve mümkün olarak ayırımını ispat ameliyesinin merkezine yerleştirdiği görülmektedir. Bu delillendirmede varlık-mâhiyet ayrımı kilit bir rol oynamakta gerek
mümkünün nedenliliğini gerekse Zorunlu Varlığın nedensizliğini temellendirmede kullanılmaktadır. Böylelikle söz konusu ayrımlar, amaçlanan Zorunlu Varlığa ulaşmada bir temel oluşturmaktadır. Ontolojik kavramlar, Zorunlu Varlık ile onunla gerçeklik kazanan diğer varlıklar arasındaki ayrım ve
ilişkiler, İbn Sînâ’ya göre metafiziğin araştırma alanlarından biri olan teolojinin esasını oluşturmaktadır.35 Esasında İbn Sînâ sadece zorunlu-mümkün
ayırımının değil, konusu varlık olmak bakımından varlık olan ilmin (ilâhiyyât)36 en önemli hedefi ve problemlerinden birinin İlk İlkeye ulaşmak olduğunu ifade eder. Varlıktan hareket ederek aklî-küllî önermelerle zorunlu varlığı
33 İbn Sînâ, el-İşârât, III, 20-27.
34 İbn Sînâ’nın imkan delilini işlemesini analiz eden çalışmalar için bk. Toby Mayer, «İbn
Sînâ’nın Burhânu’s-Sıddîkîn’i» çev. Temel Yeşilyurt, F.Ü.İ.F.D, Sa.8, 2003, s. 255-276; Davidson, Proofs for Eternity, s. 281-310; Kaya, Varlık ve İmkan, s. 231-255;
35 İbn Sînâ metafiziğinin ontolojik perspektifine ilişkin bir değerlendirme için bk. Kutluer, İbn
Sînâ Metafiziğinde Zorunlu Varlık, s. 61-86.
36 İbn Sînâ’ya göre Tanrı’nın varlığı metafiziğin konusu (mevzû’) değildir. Çünkü her ilmin
konusu, varlığı o ilimde kabul edilmiş bir şeydir ve söz konusu ilim ancak onun hallerini
inceler. Halbuki Yüce Tanrı’nın varlığının bir konu gibi bu ilimde kabul edilmiş olması
mümkün değildir. Bilakis Tanrı’nın varlığı bu ilmin bir problemidir (matlûb). Yine ona göre
Tanrı’nın varlığı ne kendiliğinden apaçık ne de delille açıklanması mümkün olmayan bir
durum değildir. Dolayısıyla Tanrı’nın varlığı, ilimler kendi konusunu ispatlayamayacağı
için konusu değil ama bir problemidir. Yani gerek Tanrı’nın varlığı gerekse sıfatları metafizik ilminde incelenmelidir. bk. İbn Sînâ, eş-Şifâ: Metafizik, I, #7-9. İbn Sînâ burada Tanrı’nın kanıtlanmasının metafizikte hedeflendiğini fakat bunu yapmak için öncelikle varlığı
konu edinmek gerektiğini vurgular. Yine İbn Sînâ’ya göre metafizik ile teoloji arasında da
bu bağlamda konu farklığı vardır. Buna göre var olması bakımından varlık araştırması,
varlık, varoluş, mâhiyet gibi külli kavramlarla ilgilenmektedir. “İlk Felsefe” diğer tüm bilimlerin teorik geçerliliği veya temellendirilmesiyle alakadar olmakta, Teoloji ise ilk varlığın
veya Tanrı’nın varoluşu, mâhiyeti ve özellikleriyle ilgilenmektedir. bk. Gutas, “İbn Sînâ’ya
Göre Kelam’ın Mantığı”, s. 219.
122
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
ispat ameliyesini de [kelamcıların yöntemi olan] duyulur şeylerden hareketle
Allah’ı ispatlamanın bir alternatifi olarak ortaya koyar.37 O, söz konusu delilin, varlığın kendisi dışındaki şeyler ile yaratma ve fiilinden hareket eden
delilden daha güvenilir, daha üstün ve sıddîk olanlara ait bir yöntem olduğunu belirtir.38 İbn Sînâ’nın ispat yönteminde açık bir şekilde varlık olmak
bakımından varlıktan hareket ettiğini savunduğu görülmektedir. Bununla
birlikte yukarıda da kısaca temas ettiğimiz üzere bu delilin formülasyonundan yola çıkarak bunun ontolojik bir delil mi yoksa kozmolojik bir delil mi
olduğu hususu yakın dönemde tartışma konusu olmuştur.39
İbn Sînâ metafiziğinin temelini teşkil eden zorunlu-mümkün ayrımı, bunun varlık-mâhiyet ayrımıyla ilişkisi ve bu teorinin isbat-vacip ameliyesinde
kullanılmasına değindikten sonra varlık-mâhiyet ilişkisinin Zorunlu Varlığı
ispat bağlamında incelenmesine geçebiliriz.
Varlık-Mâhiyet Teorisi ve İsbât-ı Vacip
İbn Sînâ metafiziğinin ve özelde Tanrı kanıtlamasının temeli olarak değerlendirilebilecek zorunlu-mümkün ayırımı, varlık-mâhiyet teorisiyle oldukça
ilişkilidir. Zorunlu-mümkün ayırımı, varlık-mâhiyet ayırımıyla belirlilik kazanır. Bir anlamıyla İbn Sînâ varlık ve mâhiyetin birbirleriyle ilişkisinden hareketle varlık kategorisini oluşturur. Nitekim bu ayrımın ontolojik düzlemde
açılımı şöyledir: mümkün varlık, mâhiyeti ve varlığı ayrı olandır ve bu vasfı,
mâhiyetine varlık veren bir nedene ihtiyaç duyması dolayısıyladır. Mümkün
varlıkta, varlık mâhiyete ârız olmaktadır. Yani varlık, mâhiyetin lâzım arazıdır. Buradaki arazlık, beyazlık gibi cevherin karşıt anlamı olan bir araz
değildir. Onda ortaya çıkması, meydana gelmesi gibi anlamlara gelir.40 Dolayısıyla varlıkla birleşmeden önce mâhiyet var değildir. Yine buradaki lüzum
varlığın mâhiyetten ayrılamayacağını aksi takdirde var olmaktan çıkacağını
ifade eder. Ancak varlık mâhiyetin kurucu unsuru da (mukavvim) değildir.
37 İbn Sînâ, eş-Şifâ: Metafizik, I, #47.
38 İbn Sînâ, el-İşârât, III, 54-55.
39 H.A.Davidson, L.E.Goodman, M.E. Marmura, M.Saeed Sheikh, S.Afnan ve A.M. Goichon gibi
araştırmacılar delilin kozmolojik olduğunu ileri sürerken, P. Morewedge, A.Badawi, R.Munoz, M.Cruz Hernandez ve F.Rahman delilin ontolojik olarak değerlendirmektedirler. S.A.Johnson, delilin ontolojik bir görünüş içeren ontolojik bir delil olduğunu savunmakta, T. Mayer ise delili, eşzamanlı olarak hem ontolojik hem de kozmolojik olarak nitelemektedir. bk.
Mayer, “İbn Sînâ’nın Burhânu’s-Sıddîkîn’i”, s. 255-257, 2,3,4. dipnot; Alper, “İbn Sînâ’da
Tanrı’nın Kanıtlanması Sorunu: O Gerçekten Kelamcılardan Etkilendi mi?” s. 67, 23. dipnot.
40 İbn Sînâ’nın varlığa ilişkin mâhiyetin arazı nitelemesi, İbn Rüşd’ün, onu bu hususta eleştirmesinden hareketle tarihî süreçte tartışılan bir husus olmuştur. Modern dönemde bir çok
araştırmacı İbn Rüşd’ün, İbn Sînâ’yı yanlış anladığı ve onun varlığı terimsel anlamıyla bir
araz olarak kabul ettiğini zannettiği ve buradan hareketle orta çağ boyunca bu yanlış anlamın devam ettiğini savunmuştur. Halbuki İbn Sînâ burada arazı terimsel anlamda cevherin
karşıt anlamlısı olarak kullanmamıştır. Buna dair değerlendirme ve analizler için bk. Fazlurrahman, “İbn Sînâ’da Mâhiyet ve Varlık”, s. 195-208; Atay, İbn Sînâ’da Varlık Nazariyesi, s.
81-94; Morewedge, “Philosophical Analysis and Ibn Sînâ’s ‘Essence-Existence’ Distinction”,
s. 427-428
... Ontolojiden Teolojiye
123
Zorunlu varlık ise kendisinde mâhiyet-varlık ayırımı bulunmayan dolayısıyla
bir varlık veren nedene ihtiyaç duymayan, kendisinde cins ve fasıl bulunmayan ve varlığı kendinden olandır.41
Varlık-mâhiyet teorisinin temel hedefi Tanrı ile âlem arasındaki ayrımı
ortaya koymaktır. Fazlurrahman’a göre İbn Sînâ, Aristotalesçi madde-suret
ayrımının varlığı anlamada yetersiz oluşundan hareket eder. Buna göre kendi zatıyla bir olan ve kendi zatıyla var olanın dışındaki her şey varlığı başkasından alır. Bunlar zatı bakımından salt yokluğu hakketmektedir. Öyleyse
onlar maddesiz olarak yalnızca suretleriyle yada suretsiz olarak sadece maddeleriyle değil (madde ve suretin) bütünüyle yokluğu hakketmektedir.42
Öyle anlaşılıyor ki İbn Sînâ metafiziğinde varlık-mâhiyet ayırımının temel
fonksiyonu zorunlu ile mümkün arasındaki farklılığa belirlilik kazandırmak
ikinci olarak zorunlu varlıkta mâhiyetin varlıktan ayrı olmadığını formüle
ederek Tanrı’nın birliğini ve basitliğini ispatlamaktır.43 Bununla birlikte İbn
Sînâ çeşitli eserlerinde bu ayrımı, zorunlu-mümkün ayrımıyla birlikte ele
alarak zorunlu varlığı ispat etmek bağlamında değerlendirmiştir. Böylelikle
İbn Sînâ ontolojik kavram ve tartışmaları teolojik bir zemine taşımaktadır.
Yukarıda varlık-mâhiyet ayırımının kelâmî bir arka planının olduğuna
ilişkin bazı çalışmalardan söz ettik. Nitekim klasik dönem kelam kitaplarında varlık-mâhiyet tartışmaları Ebü’l-Hasan el-Eş’arî’ye (ö.324/936) kadar
götürülür. İslam düşünce tarihinde bu konuya ilişkin olarak görüşlerin üçe
ayrıldığı zikredilerek Eş’arî ve Ebü’l-Hüseyin el-Basrîye (ö.436/1044), varlık ve mâhiyetin bir olduğu görüşü nispet edilir.44 Daha önce de belirtildiği
üzere bu meselenin kaynaklarından biri söz konusu dönemde Mutezile ile
Sünnî kelamcılar arasında “şey”, “mevcut” ve “madum” çerçevesinde yürütülen tartışmadır. Ancak şunu belirtmeliyiz ki bu tartışma salt ontolojik
bir varlık tartışması olmayıp teolojik kaygı ve hedeflerle yürütülen bir tartışmadır. Zira bu tartışma Allah’ın yaratma sıfatıyla ve kıdem meselesiyle
doğrudan ilişkilidir. Örneğin Sünnî kelamın kurucularından Mâtürîdî’nin
41 bk. Atay, İbn Sînâ’da Varlık Nazariyesi, s. 81, 124-125 vd.
42 Fazlurrahman, “İbn Sînâ’da Mâhiyet ve Varlık”, s. 204; bk. İbn Sînâ, eş-Şifâ: Metafizik, II,
#700.
43 İbn Sînâ, el-Mebde’ ve’l-meâd eserinde varlık-mâhiyet ayrımını Tanrı’nın tekliği bağlamında
ele alır. Buna göre Zorunlu Varlıkta varlık ve mâhiyet ayrımı söz konusu olması onun tekliğiyle çelişir. Bu bakımdan O’nun için varlığından ayrı bir mâhiyet düşünülemez. bk. İbn
Sînâ, el-Mebde’ ve’l-meâd, s. 12-14. Tanrının basitliği bağlamında varlık-mâhiyeti ayırımı
hakkında geniş bilgi için bk. Mehmet Ata Az, İlahi Basitlik Bağlamında Tanrı’nın Bilinebilirliği,
Basılmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2013, s.
86-195.
44 Varlık-mâhiyet konusunda üç yaklaşımın olduğu kabul edilir. Birincisi zorunlu ve mümkün
varlıklarda varlığın mâhiyetin kendisi olduğu görüşüdür. Bu yaklaşımı Ebü’l-Hasan el-Eş’arî
ve Ebü’l-Hüseyn el-Basrî benimsemiştir. İkinci yaklaşım felsefecilerin görüşüdür. Bu da
mümkün varlıklarda varlık-mâhiyet ayrımını zorunlu varlıkta ise varlığın mâhiyetin kendisi olduğudur. Üçüncü yaklaşım kelamcıların çoğunun görüşü olup zorunlu ve mümkünde
varlığın mâhiyetten ayrı ve ona zaid olduğudur. bk. Adudiddîn el-Îcî, el-Mevâkıf, Beyrut:
Âlemü’l-kütüb, ts. s. 48-49l.
124
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
(ö. 333/944), Mutezile ile madumun şeyliği hakkındaki tartışmasında bu
teolojik iz bulunabilir. Mâtürîdî’nin aktardığına göre Mutezile’nin görüşü
şöyledir: madumlar şeylerdir ve madumların şeyliği Allah’tan değildir. Onların yokluktan varlığa çıkışı Allah vasıtasıyladır. Ona göre Mutezile’nin bu
görüşü nesnelerin ezelde hakikatlerinin olmasını gerektirir. Halbuki yoktular sonra var oldular. Nesnelerin var olmadan önce hakikatlerinin olduğunu
söylemek Allah’tan başka kadim varlık anlamına geleceği için tevhid ilkesine aykırıdır.45 Dikkatli bir okuma Mâtürîdî’nin bu açıklamalarından onun
madumun şeyliği tartışmasını mâhiyetin varlıktan önce bulunması ile ilişkilendirdiğini ortaya çıkarır. Akabinde de o, bu düşüncenin Allah dışında
kadim varlık anlamına geleceği için tevhide aykırılığı üzerinden tartışmayı
teolojik zemine taşımaktadır. Bu bağlamda Sünnî kelamcılar madumun
“şey” olmadığını savunurken Allah’ın yaratması dışında kalan herhangi
bir varlığın mevcudiyetini reddetmekteydiler. Bunu varlık-mâhiyet tartışmasına taşırsak Eş’arî, muhtemelen Allah’ın varlık vermesinden önce bir
mâhiyetin varlığını dolayısıyla yaratma öncesi kadim bir şeyin olduğunu
reddetmek için varlık-mâhiyet birliğini savunuyordu. Yani önce bir mâhiyet
bulunup sonra Allah ona varlık veriyor değildir. Erken dönem kelamına
ilişkin bu görüşün izini sürmek ayrı bir çalışmanın konusudur. Burada
varlık-mâhiyet ayrımına ilişkin tartışmaların teolojik arka planına temas
etmek için ele aldığımız bu bilgilerle yetiniyoruz.
İbn Sînâ, ontolojik düzlemde ele aldığı zorunlu-mümkün ile varlık-mâhiyet ayrımlarını Tanrı kanıtlamasının merkezine yerleştirmektedir. Yukarıda
onun eş-Şifâ:İlâhiyyât’ın başlarında Zorunlu Varlığı ispat sadedinde zorunlu-mümkün ayrımından hareket ettiği ve bunu mümkünde mâhiyet-varlık
ayrımı ve mümkünün nedenliliği üzerinden temellendirdiğinden söz ettik. O
ilgili bölümde mümkünün niçin bir illete ihtiyaç duyduğunu açıklarken varlık-mâhiyet ayrımına dayanır. Buna göre mümkün, varlık ile yokluğa muhtemel olan şey olduğuna göre söz konusu şeyin varlık veya yokluktan birine
tahsisi için mâhiyetin yeterli olup olmadığı tartışması gündeme gelir. Şayet
iki durumdan birine tahsis için mâhiyeti yeterli olsa bu şeyin mâhiyeti zâtı
gereği zorunlu olmuş olur. Halbuki mümkün olduğu varsayıldığı için bu seçenek imkansızdır. Mâhiyeti yeterli olmayıp, zâtının varlığının izafe edildiği
bir şeyse, bu durumda onun varlığı zâtının dışında başka bir şeyin varlığından dolayıdır. Böylece söz konusu başka şey onun illeti olur. Bu durumda
varlık ve yokluk durumlarından her biri onun zâtı gereği değil bir illet dolayısıyladır.46
İbn Sînâ, bu eserde Zorunlu Varlığın sıfatlarını ele aldığı ve Zorunlu Varlığın neden zorunlu olduğu ve neden tek zorunlu varlık olduğu konularını tartıştığı sekizinci bölümün dördüncü faslında konuyu daha ayrıntılı inceler ve
45 Ebû Mansûr Mâtürîdî, Kitâbü’t-tevhîd, thk. Bekir Topaloğlu-Muhammed Aruçi, Beyrut: Dâru
Sadır, 2007, s. 151
46 İbn Sînâ, eş-Şifâ: Metafizik, I, 90
... Ontolojiden Teolojiye
125
bu hususları varlık-mâhiyet ayrımı üzerinden temellendirir. Buna göre varlık-mâhiyet ayrımı mümkün varlıklar için geçerlidir. el-Evvel’in inniyetinin
dışında bir mâhiyeti yoktur. Zorunlu varlığın mâhiyetinin olması ve varlığın
zorunluluğunun bu mâhiyetin gereği olması mümkün değildir. Zorunlu varlıkta mâhiyetin olması onda terkibin olması anlamına gelir ve bu durumda
söz konusu mâhiyetin kendisi zorunlu varlık olur.47 Burada İbn Sînâ, daha
önce nedenli olduğunu açıkladığı mümküne varlık verenin mâhiyet sahibi
olmayan Zorunlu Varlık olması gerektiğini ispat etmek ister. Zira zorunluda
da mâhiyet-varlık ayrımı olması durumunda o da nedenli bir varlık olacaktır.
İbn Sînâ, daha sonra Zorunlu Varlığın niçin zorunlu olduğunu açık bir şekilde varlık-mâhiyet ayrımı ve nedenlilik üzerinden açıklar:
Deriz ki: Şayet inniyet ve varlık, mâhiyete ârız olsalar, kaçınılmaz olarak ya mâhiyetin zatı nedeniyle ya da dıştan bir şey nedeniyle mâhiyetin gereği olurlardı. Mâhiyetin zatı nedeniyle olması imkansızdır. Zira tâbi olan, ancak bir mevcuda tâbi
olur. Bu durumda mâhiyetin varlığından önce bir varlığının olması gerekir. Bu ise
imkansızdır. Deriz ki; inniyetin dışında bir mâhiyete sahip olan her şey, malûldür
(nedenlidir). Çünkü daha önce öğrendiğin gibi, inniyet ve varlık, inniyetin dışında olan mâhiyet için kurucu (mukavvim) bir şey konumunda değildir. Dolayısıyla
inniyet, mâhiyetin gereklerindendir. Bu durumda ya mâhiyete, o mâhiyet olduğu
için gerek olur ya da mâhiyetin gereği olması, başka bir şey sebebiyledir. “Gereklilik (lüzum)” sözümüzün anlamı, varlığı izlemektir. Bir mevcudu ancak bir mevcut izler. Eğer inniyet, mâhiyeti izlese ve mâhiyetin kendisi nedeniyle onun gereği
olsa, inniyet, varlığında bir varlığı (vücud) izlemiş olacaktır. Varlığında bir varlığı
izleyen her şeyin izlediği şey, ondan önce bizzat mevcuttur. Bu durumda mâhiyet,
varlığından önce zatıyla mevcut olacaktır. Bu bir çelişkidir. Böylece geriye, varlığın
mâhiyete bir illet nedeniyle gerekli olması kalmaktadır. Şu halde mâhiyet sahibi
her şey, malûldür (nedenli) ve zorunlu varlığın dışındaki diğer şeylerin mâhiyetleri
vardır. O mâhiyetlerin kendileri bakımından mümkün varlıklardır ve varlık onlara
ancak dışarıdan ilişmektedir.48
Görüldüğü üzere İbn Sînâ, bu pasajda Tanrı’nın zorunlu olduğunu ve bileşik olamayacağını varlık-mâhiyet ayrımından hareketle temellendirmektedir. Burada nedenlilik ise merkezi bir rol oynamaktadır. Zira varlığın, mâhiyetin bir gereği (lâzım) olması mâhiyetin zâtı dolayısıyla olmadığına göre
bunun dışında bir şeyden dolayıdır. Buradan varlık-mâhiyet ayrımına konu
olan mevcudatın nedenli olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Buna göre varlığın mâhiyete gerekli (lâzım) olması bir illet sebebiyledir. Dolayısıyla mâhiyet
sahibi her varlık nedenlidir ve Zorunlu Varlığın dışındaki mevcudatın mâhiyetleri vardır. Bunlar mümkün varlıklardır. Bunlara varlık dışarıdan iliştiğine göre varlık verenin, mâhiyeti bulunmayan zorunlu varlık olması gerekir.
İbn Sînâ, er-Risâletü’l-arşiyye’de de benzer şekilde Zorunlu Varlığın nedensiz oluşunu, onun mâhiyetinin varlığıyla aynı oluşuyla açıklamaktadır.
47 İbn Sînâ, eş-Şifâ: Metafizik, II, 705,707.
48 İbn Sînâ, eş-Şifâ: Metafizik, II, 710.
126
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Ona göre bu teori Zorunlu Varlığın nedensiz oluşunun bir sonucudur. Zira
nedensiz oluşu O’nun mâhiyetinin inniyetinden ayrı olamayacağı anlamına
gelir. Çünkü şayet O’nun varlığı ile hakikati bir ve aynı olmasaydı, varlık
onun hakikatine ârız olmuş olurdu. Halbuki ârız olan her şey nedenlidir ve
her nedenli de bir nedene muhtaçtır. Bu neden, ya mâhiyetin kendisi veya
mâhiyetin dışında bir şeydir. Şayet mâhiyetin dışında ise, söz konusu şey
zorunlu varlık olamayacağı gibi kendisi de nedenli olacaktır. Şayet mâhiyetin kendisi ise, bu durumda ondan bir başka şeyin meydana gelmesi için
nedenin varlığının bulunması gerekir. Halbuki mâhiyet varlıktan önce gelir.
Söz konusu durumda ise mâhiyet ortada yoktur. Mâhiyet bu nedenden önce
varsa, bu takdirde ikinci bir varlığa ihtiyaç kalmayacaktır. Dolayısıyla, bu
seçenek bir çelişki doğurmaktadır. Böylece İbn Sînâ, Tanrı’nın niçin zorunlu
varlık olduğunu ve Onunla mevcudât arasındaki ayrımı nedenlilik ile varlık-mâhiyet ilişkisi üzerinden temellendirmektedir.49
İbn Sînâ’ya göre el-Evvel’in mâhiyeti olmadığından O’nun cinsi, dolayısıyla faslı da yoktur. Cins ve fasla sahip olmadığından tanımı da söz konusu
değildir. Ona burhan da getirilmez. Zira O her şeyin burhanıdır.50 İbn Sînâ,
Tanrı kanıtlaması ve sıfatlarının açıklanmasında varlığın bizatihi kendisinden ve mutlak varlık kavramından hareket eder.51 O, bunu el-İşârât’ta daha
açık bir şekilde dile getirir. el-Evvel’in varlığı, birliği ve sıfatlardan münezzeh
olduğunu açıklamak için “varlığın kendisinden” başka bir şeyi düşünmeye
ihtiyacın olmadığını belirtir. Yine ona göre her ne kadar delil teşkil etse de
onun yarattıkları ve fiillerine de ihtiyaç olmadığını ifade eder.52 İbn Sînâ, “sıddîklerin” yöntemi olarak değerlendirdiği bu istidlal tarzını el-İşârât’ta sistematik bir şekilde varlık-mâhiyet ayrımı üzerine bina eder.
İbn Sînâ bu eserinde zorunlu-mümkün ayrımı ve buradan hareketle Tanrı kanıtlamasına geçmeden hemen önce varlık-mâhiyet ayrımı ve her birine
ilişkin iki neden teorisini açıklar. O, bölümün başında varlığın duyulur olanı
kapsadığı gibi, akledilir olanı da içerdiğini ispat ettikten sonra gerçekliği olan
her varlığın onunla gerçek olduğu bir hakikatinin olduğunu belirtir. Daha
sonra varlık-mâhiyet ayrımını vurguladığı nedenler teorisini açıklar. Buna
göre bir şey mâhiyet ve hakikatinden dolayı nedenli olabildiği gibi varlığı bakımından da nedenli olur. O, bir şeyin mâhiyeti bakımından nedenini, maddî
49 İbn Sînâ, «Tevhîdin Hakikati ve Nübüvvetin İspatı Üzerine (er-Risâletü’l-arşiyye fî hakâiki’t-tevhid ve isbâti’n-nübüvvve)», çev. Mahmut Kaya, İslam Filozoflarından Felsefe Metinleri,
Îstanbul: Klasik Yayınları, 2005, s. 309-310.
50 İbn Sînâ, eş-Şifâ: Metafizik, II, #712, #726. İbn Sînâ benzer şekilde bir diğer eseri Dânişnâme-i Alâî’de de Tanrının varlığından başka bir mâhiyetinin olamayacağını, aksi takdirde
nedenli olacağını açıklar. Ayrıca yine O’nun varlığının mâhiyeti olması dolayısıyla cins, fasıl
ve tanımının olmadığını savunur. bk. İbn Sînâ, Dânişnâme-i Alâî, çev. Murat Demirkol, İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, 2013, #59,60 (s. 230-231)
51 Atay, Zorunlu Varlığın kendisinden başlayarak ve varlığın apaçıklığından hareket ederek
yapılan bu Tanrı kanıtlamasını “varlık delili” olarak isimlendirir. bk. Atay, İbn Sînâ’da Varlık
Nazariyesi, s. 161-162.
52 İbn Sînâ, el-İşârât, III, 45.
... Ontolojiden Teolojiye
127
ve sûrî, varlığı açısından ise fail veya gâî şeklinde kısımlandırır.53 Varlık-mâhiyet ayrımına dayalı bu nedenler taksimi ve aralarındaki ilişkinin akabinde
İbn Sînâ, varlık için bir ilk neden olacaksa bunun, her varlığın ve varlıktaki
her varlığın hakikatine ait nedenin nedeni olacağını belirtir.54 Böylece o, varlık-mâhiyet ayrımı ve nedenlilikten hareket eder, daha sonra zorunlu-mümkün ayrımına dayalı isbat-ı vacip ameliyesinin temel önermelerine geçer. Zorunlu ile zorunlu olmayana ilişkin ayrımdan sonra mümküne dair varlık ile
yokluk arasındaki tercihi ancak kendisi dışında bir nedenle olacağını açıklar.
Akabinde nedenler silsilesinin sonsuza kadar gitmesi durumunda varlığın
açıklanamayacağını ispat eder. Buna göre ister sonlu ister sonsuz olsun nedenler ve sonuçlardan oluşan her silsile, şayet içerisinde nedenli dışında bir
şey yoksa, mutlaka bir nedene ihtiyaç duyar. Eğer bu silsilenin içerisinde
nedensiz bir şey varsa o silsilenin ucu/sınırıdır. Böylelikle bu formülasyonla
o, her silsilenin Zorunlu Varlıkta nihayet bulacağı sonucuna ulaşır.55
Bu sistemden anlaşılıyor ki İbn Sînâ’nın bu bölümdeki kurgusundaki
temel hedef, bu ayrımlar üzerinden Tanrı kanıtlaması yapmak istemesidir.
Bunun için mâhiyet-varlık ayrımını nedenlilikle ilişkili bir şekilde ele almaktadır. Bu pasajlardan, İbn Sînâ’nın isbat-ı vacip delilinde mâhiyet-varlık ayrımının oldukça önemli olduğu anlaşılmaktadır. Zira o, Tanrı dışındaki her
şeyin, mâhiyetini varlığıyla birleştirecek bir nedene ihtiyaç duyması sonucuna bu yolla ulaşmaktadır.56
İbn Sînâ’nın varlık-mâhiyet ayrımına dayalı isbât-ı vacip ameliyesinin
izlerini müteahhirîn kelamında kullanılan Tanrı kanıtlamalarında görmek
mümkündür. Örneğin İbn Sînâ’nın iyi bir takipçisi, şârihi ve eleştirmeni olan
Fahreddin Râzî (ö. 606/1209), çeşitli eserinde varlık-mâhiyet ayrımını isbât-ı
vacip ameliyesinin temeline yerleştirmektedir. Buna göre mümkünün mâhiyeti varlığından ayrıdır. Mümkün, mâhiyeti varlığı da yokluğu da kabul
edebilen varlık demektir. Dolayısıyla mümkünün mutlaka bir müreccihe ve
müessire ihtiyacı vardır. Mâhiyetin varlıkla ittisafı için bir neden gereklidir.
Devr ve teselsülün olmaması için söz konusu nedenin zâtı bakımından Zorunlu Varlık olması gerekir.57 Görüldüğü üzere Râzî İbn Sînâ’da olduğu gibi
mümkünde varlık-mâhiyet ayrımını imkanın ve buradan hareketle isbât-ı
vacibin temeli kılmaktadır. Esasında bu formülasyon Zorunlu Varlıkta, nedensizliği açıklamak için varlık-mâhiyet ayniliğini gerektirir. Bununla birlikte Râzî, varlık-mâhiyet ilişkisi konusunda el-Muhassal dışındaki eserlerinde
53 İbn Sînâ, el-İşârât, III, 12-14
54 İbn Sînâ, el-İşârât, III, 18. Şarih Tûsî, diğer alternatifleri eleyerek bunun, fâil neden olduğunu
belirtir. bkz. a.y.
55 İbn Sînâ, el-İşârât, III, 19-27.
56 Wisnovsky, İbn Sînâ Metafiziği, s. 325.
57 bk. Fahreddîn Râzî, el-Erbaîn fî usûli’d-dîn, thk. Ahmed Hicâzî Sakka, Kâhire: Mektebetü’l-Külliyeti’l-Ezheriyye, 1986, I,103; amlf., Muhassalu efkâri’l-mütekaddimîn ve’l-müteahhirîn mine’l-ulemai ve’l-hükemâi ve’l-mütekellimîn, thk. Taha Abdurrahman Sa’d, Kahire:
Mektebetü’l-Külliyeti’l-Ezheriyye, ts., s. 147-148.
128
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
İbn Sînâ’dan farklı olarak kelamcıların genel yaklaşımı olan hem zorunluda
hem de mümkünde varlık-mâhiyet ayrımı görüşünü benimsemiştir. el-Muhassal’da ise zâtı bakımından zorunlu varlıkta olması gereken özellikleri sayarken “varlığının mâhiyetine zâid olmaması” gerektiğini ifade eder.58
Değerlendirme
Zorunlu-mümkün ayrımı ve bunun temelini oluşturan varlık-mâhiyet teorisi, İbn Sînâ metafiziğinde merkezi bir konum teşkil etmektedir. Zorunlu,
zâtı bakımından varlığı zorunlu olan, mümkün ise zâtı bakımından varlığı
zorunlu olmayandır. Dolayısıyla zorunlu, varlığı kendisinden olan, mümkün
ise varlığı başkasından alandır. Bu sistemde nedenlilik ile devr ve teselsül
kilit kavramlardır. İbn Sînâ zorunlu-mümkün ayrımı bağlamında nedenliliği
açıklamak üzere varlık-mâhiyet ayrımını esas alır. Buna göre mümkün varlıkta mâhiyet ile varlık ayrıdır, varlık mâhiyete dışarıdan ârız olur. Mâhiyet
için varlık bir zorunluluk değil, sadece imkan konumundadır. Dolayısıyla
varlıktan söz etmek için mâhiyetlere varlık veren bir şey zorunlu olmaktadır.
Mâhiyetin kendisi varlığın nedeni olamaz. Zira mâhiyetin neden olabilmesi
için varlık kazanması gerekir. Halbuki mâhiyetin varlık kazanmadan önce
varlığa neden olması çelişki içerir. Dolayısıyla varlığı açıklayabilmek için haricî bir nedene ihtiyaç bulunmaktadır. Sonuçta teselsül ve devir olmaması
için mâhiyeti olan her mümkün varlığı vücuda getiren bir zorunlu varlık olmak durumundadır. Bu sistemde varlığın, Zorunlu Varlıktan meydana geldiği ve bu ayrımlardan Zorunlu Varlığa ulaşılmasına ilişkin bir gayenin güdüldüğü görülmektedir. Böylelikle İbn Sînâ, zorunlu varlığı ispatta mümkünde
mâhiyet varlık ayırımından hareketle nedenliliği ve bu nedenlerin teselsülen
devam etmeyeceği formülasyonunu kullanmıştır. Dolayısıyla İbn Sînâ metafiziğinde varlık-mâhiyet ayrımının, Tanrı-alem arasındaki ayrımın belirginleştirilmesi, Tanrının birliği ve basitliğinin temellendirilmesi gayelerinin yanı
sıra Zorunlu Varlığın ispatlanması ameliyesinde de önemli bir fonksiyon icra
ettiği anlaşılmaktadır.
İbn Sînâ’nın, metafizik sisteminin temeline zorunlu-mümkün, varlık-mâhiyet ayırımlarını koymak ve bunları Allah’ın varlığını ispat bağlamı içerisinde değerlendirmek suretiyle bir bakıma teolojik bir kaygı ve hedef gözettiği
söylenebilir. Zira o, ontolojik kavramları, metafizik sistemi içerisinde teolojik
bir zemine taşımaktadır. Yani o, bu ayrım ve kavramlarla salt ontolojik bir
58 Râzî, el-Muhassal, s. 67. Fahreddîn Râzî’nin varlık-mâhiyet ilişkisine dair görüşleri için bk. Şaban Haklı, Müteahhirûn Döneminde Felsefe-Kelam İlişkileri: Fahreddin er-Râzî Örneği, Basılmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2002, s. 74-88;
Mehmet Fatih Arslan, Fahrettin Râzî’de Varlık ve Mâhiyet, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2008, s. 95-115; Eşref Altaş, Fahreddin
Râzî’nin İbn Sînâ Yorumu ve Eleştirisi, İstanbul: İz Yayıncılık, 2009, s.318-339; Süleyman Tuğral,
“Fahreddin Razi’de Varlık-Mâhiyet İlişkisi”, Marife, C.1, Sa.1, Konya 2001, s. 195-206; Mustafa
Bozkurt, “Fahreddîn Râzî’nin Varlık Anlayışı”, FÜİFD, Sa. 14/2, Elazığ 2009, s. 109-121.
... Ontolojiden Teolojiye
129
sistem kurma hedefinde değildir. Esasında kendisinden önce kelamî tartışmalarda varlık-mâhiyet ayrımının nüvesi sayılabilecek “şey’iyyet” meselesi
gündemde olan problemlerden biri olmuştur. Tabi ki kelamcılar bu tartışmayı teolojik bir perspektiften yürütmekteydiler. Yine isbât-ı vacip yöntemleri,
başta hudûsun çeşitli formülasyonları olmak üzere belli bir olgunluk seviyesine ulaşmış durumdaydı. İbn Sînâ’nın da Tanrı kanıtlamasında kullandığı
nedenlilik, devr, teselsül, tercih, tahsis gibi kilit kavramlar ispat delillerinde
varlık göstermekteydi.
Öyle anlaşılıyor ki İbn Sînâ, kendisinden önce ve dönemindeki kelamcıların geliştirmiş olduğu ispat yöntemlerini değerlendirmiş, bunları bazı yönlerden zayıf bularak eleştirmiş ve bunları sentezleyerek varlık-mâhiyet dolayısıyla zorunlu-mümkün ayırımlarına dayalı ontolojik temelli yeni yöntem
geliştirmiştir. Bu bağlamda elbette ki İbn Sînâ klasik anlamıyla bir teolog
değildir. O, senteze dayalı bir metafizik sistem kurmak isteyen bir filozoftur. Nitekim o metafiziğin konusunun Tanrının varlığı olamayacağını söyler.
Öyle olsaydı metafizik teolojiyle özdeşleşmiş olurdu. Zira metafizik küllî bir
ilimdir ve Tanrı’nın varlığı bu ilmin problemlerinden ve hedeflerinden biridir. Ancak İbn Sînâ’nın, metafiziğinin temeline yerleştirdiği varlık-mâhiyet ve
buna dayalı zorunlu-mümkün ayrımlarını Zorunlu Varlığı ispat bağlamında
ele alması ve onun ispat delilinin bu ayrımlara dayanması, yetiştiği kültür
havzasında mevcut teolojik birikimden ilham aldığını gösterici mâhiyettedir.
130
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Kaynakça
Açıkgenç, Alparslan, “İslam Felsefesinde Varlık Öğretilerinin Öncüleri”, Felsefe Dünyası, Sa. 13, 1994, s. 7-16.
Alper, Ömer Mahir, “İbn Rüşd’ün İbn Sînâ’yı Eleştirisi: el-Fark beyne Re’yeyi’l-Hakîmeyn”, Divan, C.6, Sa.10, İstanbul 2001, s. 145-172.
--------, ”İbn Sînâ’da Tanrı’nın Kanıtlanması Sorunu: O Gerçekten Kelamcılardan Etkilendi mi?”, İÜİFD, Sa.7, İstanbul 2003, s. 61-77.
Altaş, Eşref, Fahreddin Râzî’nin İbn Sînâ Yorumu ve Eleştirisi, İstanbul: İz Yayıncılık,
2009.
Arslan, Mehmet Fatih, Fahrettin Râzî’de Varlık ve Mâhiyet, Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2008.
Atay, Hüseyin, İbn Sînâ’da Varlık Nazariyesi, Ankara 1983.
--------, Fârâbi ve İbn Sînâ’ya Göre Yaratma, Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1974.
Az, Mehmet Ata, İlahi Basitlik Bağlamında Tanrı’nın Bilinebilirliği, Basılmamış Doktora
Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2013.
Bâkıllânî, Kâdî Ebubekir, el-İnsâf fimâ yecibu i’tikaduh ve lâ yecuzu’l-cehlü bih, thk.
Muhammed Zâhid Kevseri, Kâhire: Mektebetü’l-Ezheriyye li’t-türas, 2000.
Mustafa Bozkurt, “Fahreddîn Râzî’nin Varlık Anlayışı”, FÜİFD, Sa. 14/2, Elazığ 2009,
s. 109-121.
Burrell, David B., “Essence and Existence: Avicenna and Greek Philosophy”, MIDEO,
Sa. 17, 1986, s. 53-66.
Çelebi, İlyas, “Kabul ve Red Cihetlerinden Kelam Literatüründe İbn Sînâ”, Uluslararası
İbn Sînâ Bildirileri, İstanbul 2009, s. 239-256.
Davidson, Helbert A., Proofs for Eternity, Creation and the Existence of God in Medieval
Islamic and Jewish Philosophy, New York: Oxford University Press, 1987.
Eş’arî, Ebü’l-Hasan, Makâlâtü’l-islâmiyyîn ve ihtilâfü’l-musallîn, thk. Hellmut Ritter,
Beyrut: Dâru İhyâi’t-turâsi’l-arabi, 1980.
Fazlurrahman, “Essence and Existence in Ibn Sînâ: Myth and Reality”, Hamdard Islamicus, Sa. 4, 1981, 3-14.
--------, ”İbn Sînâ’da Mâhiyet ve Varlık”, çev. Hasan Akkanat, ÇÜİFD, Sa. 10/2, Adana
2010, s. 193-209.
Gazzâlî,Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed, Tehâfütü’l-Felâsife, thk. Süleyman
Dünya, Kâhire: Dârü’l-meârif, 1980.
Gutas, Dimitri, “İbn Sînâ’nın Mirası: Arap Felsefesinin Altın Çağı (1000-yaklaşk
1350)”, İbn Sînâ’nın Mirası, der. ve çev. Cüneyt Kaya, İstanbul: Klasik Yayınları, 2010, s. 247-265.
--------, “İbn Sînâ’ya Göre Kelâmın Mantığı”, İbn Sînâ’nın Mirası, der. ve çev. Cüneyt
Kaya, İstanbul: Klasik Yayınları, 2010, s. 215-228.
Haklı, Şaban, Müteahhirûn Döneminde Felsefe-Kelam İlişkileri: Fahreddin er-Râzî Örneği, Basılmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2002.
Izutsu, Toshihiko, İslamda Varlık Düşüncesi, çev. İbrahim Kalın, İstanbul: İnsan Yayınları, 1995.
İbn Rüşd, el-Keşf an menâhici’l-edille fî akâidi’l-mille, thk. Muhammed Abid el-Câbirî,
Beyrut, 1998.
--------, Tehâfütü’t-Tehâfüt, thk. Süleyman Dünya, Mısır: Dârü’l-meârif, 1975.
İbn Sînâ, el-Mebde’ ve’l-meâd, thk. Abdullah Nurani, Tahran 1984.
--------, el-İşârât ve’t-tenbîhât (maʽa şerhi Nasîruddîn et-Tûsî), nşr. Süleyman Dünyâ,
Kâhire, 1985.
... Ontolojiden Teolojiye
131
--------, Kitâbü’ş-Şifâ: Metafizik, çev. Ekrem Demirli-Ömer Türker, İstanbul: Litera Yayıncılık 2004.
--------, Dânişnâme-i Alâî, çev. Murat Demirkol, İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, 2013.
--------, “Tevhîdin Hakikati ve Nübüvvetin İspatı Üzerine (er-Risâletü’l-arşiyye fî hakâiki’t-tevhid ve isbâti’n-nübüvvve)”, çev. Mahmut Kaya, İslam Filozoflarından Felsefe Metinleri, Îstanbul: Klasik Yayınları, 2005, s. 307-323.
İbn Teymiyye, Ebü’l-Abbas Takiyüddîn, er-Red ale’l-mantıkiyyîn, Lahor, 1976.
--------, Der’u teâruzi’l-akl ve’n-nakl, thk. Muhammed Reşâd Sâlim, Riyad: Câmiatü’l-İmam Muhammed b. Suud el-İslâmiyye, 1991.
Îcî, Adudiddîn, el-Mevâkıf, Beyrut: Âlemü’l-kütüb, ts.
Kaya, M. Cüneyt, Varlık ve İmkan: Aristotales’ten İbn Sînâ’ya İmkanın Tarihi, İstanbul:
Klasik Yayınları, 2011.
Kaya, Veysel, Felsefî Kelam Çerçevesinde İbn Sînâ’nın Kelâm’a Etkisi, Basılmamış
Doktora Tezi, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa 2013.
Kılıç, Muhammet Fatih, “İbn Sînâ’nın Kelamcıların Hudûs Görüşüne Yönelttiği Eleştiriler” Dîvân: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, C.15, Sa. 28, İstanbul 2010,
s. 115-134.
Kutluer, İlhan, İbn Sînâ Ontolojisinde Zorunlu Varlık, İstanbul: İz Yayıncılık, 2013.
Macierowski, E. M. , “Does God Have A Quiddity According To Avicenna”, The Thomist,
Sa. 52:1, 1998, s. 79-87.
Marmura, Michael E., “Avicenna and the Kalâm” Zeitschrift für Geschichte der Arabisch-Islamischen Wissenschaften, Sa. 7, 1991-92, s. 172-187.
Mâtürîdî, Ebu Mansûr, Kitâbü’t-tevhîd, thk. Bekir Topaloğlu-Muhammed Aruçi, Beyrut: Dâru Sadır, 2007.
Mayer, Toby, “İbn Sînâ’nın Burhânu’s-Sıddîkîn’i” çev. Temel Yeşilyurt, FÜİFD, Sa. 8,
Elazığ 2003, s. 255-276.
Morewedge, Parviz, “Philosophical Analysis and Ibn Sînâ’s ‘Essence-Existence’ Distinction”, Journal of the American Oriental Society, C. 92, Sa. 3, 1972, s. 425-435
Râzî, Fahreddîn, el-Erbaîn fî usûli’d-dîn, thk. Ahmed Hicâzî Sakka, Kâhire: Mektebetü’l-Külliyeti’l-Ezheriyye, 1986.
--------, Muhassalu efkâri’l-mütekaddimîn ve’l-müteahhirîn mine’l-ulemai ve’l-hükemâi
ve’l-mütekellimîn, thk. Taha Abdurrahman Sa’d, Kahire: Mektebetü’l-Külliyeti’l-Ezheriyye, ts.
Reçber, Mehmet Sait, “Vâcibu’l-Vücûd’un Mâhiyeti Meselesi”, Uluslararası İbn Sînâ
Sempozyumu Bildirileri, İstanbul 2008, s. 307-315.
Tuğral, Süleyman, “Fahreddin Razi’de Varlık-Mâhiyet İlişkisi”, Marife, C.1, Sa. 1, Konya 2001, s. 195-206.
Wisnovsky, Robert, İbn Sînâ Metafiziği: Kaynakları ve Gelişimi, çev. İbrahim Halil Üçer,
İstanbul: Klasik Yayınları, 2010.
--------, ”Sünnî Kelamda İbn Sînâcı Dönüşümün Bir Yönü” çev. Arzu Meral, MÜİFD,
Sa. 26, 2004, 149-177.
--------, “İbn Sînâ’nın Şey’iyye Kavramı Üzerine Notlar”, çev. Arzu Meral, MÜİFD, Sa.
26, 2004, s. 85-118.
İslâmî İlimler Dergisi, Yıl 10, Cilt 10, Sayı 1, Bahar 2015 (133/147)
İbâdî Bİlgİn Ebî Hazer Yağlâ b. Zİltâf
Mu’tezİle Reddİyesİ
el-Vesyânî’nİn
Orhan Ateş*
ÖZ
İbâdî kaynaklar açısından Umman ve Kuzey Afrika son derece önemli bir
bölgedir. Basra’da teşekkül eden İbâdiyye kısa zaman sonra Kuzey Afrika’da çok sayıda taraftar bulmayı başarmıştır. Bölgeyi ilim merkezine
çeviren İbâdiyye burada çok sayıda âlim yetiştirmiştir. Ebî Hazer dördüncü asır İbâdî bilginlerindendir. er-Redd alâ cemîi’l-muhâlifîn adlı eseri ile
tanınmaktadır. Bu makalede Ebî Hazer hakkında bilgi verilecek ve ona ait
er-Redd alâ Cemî’i’l-Muhâlifîn adlı eserinde yer alan “Mu’tezile’ye Reddiye”
isimli kısın tercüme edilerek kısa bir değerlendirme yapılacaktır. Ebî Hazer tercümesini yaptığımız bölümde Mu’tezile’nin adl prensibi bağlamında
ef’alü’l-ibâd konusunu tartışmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Mu’tezile, İbâdiyye, Ebî Hazer, Kuzey Afrika
Ibadı scholar Abu Hazar Yağlâ b. Zıltâf el-Vesyânî’s Refutatıon of Mu‘tazıla
ABSTRACT
Oman and North Africa are very crucial places for Ibadi sources. Ibadiyya
that established in Basra gained many followers in North Africa in a short
time, and made the region an important center of knowledge and raised
many scholars there. One of them is Abu Hazar, an Ibadi scholar of fourth
century AH, who is well known with his book al-Radd ala Jami al-mukhalifin. In this article, we give information about Abu Hazar and provide a
translation of the part “Refutation of Mu‘tazila” in his al-Radd with a brief
review. In this part, Abu Hazar discusses the issue of human acts in the
context of Mu‘tazila’s principle of justice/adl.
Keywords: Mu’tazila, İbadiyya, Abu Hazer, North Africa
Makalenin Dergiye Ulaştığı Tarih: 16.08.2014; Hakem ve Yayın Kurulu Değerlendirmesinden Geçen
Makalenin Yayına Kabul Edildiği Tarih: 05.01.2015
GİRİŞ
Makalemiz Ebî Hazer Yağlâ b. Ziltâf’ın er-Redd alâ Cemî’i’l-Muhâlifîn adlı
eserinin “er-Redd ale’l-Mu’tezile” bölümünün tercümesini konu edinmiştir.
Tercümeye geçmeden önce eser, müellifi ve konu hakkında kısa bilgi verilecektir.
Ebî Hazer’in eserinden yaptığımız tercüme bölüm Mu’tezile’nin ef’alü’l-İbâd (kulların fiilleri) görüşüne bir reddiyedir. Müellif “kul fiilinin yaratıcısıdır”
*
Yrd. Doç. Dr, Dicle Ünv. İlahiyat Fakültesi, İslam Mezhepleri Tarihi ABD Öğretim Üyesi
134
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
şeklinde özetlenebilecek Mu’tezilî görüşün1 yanlışlığını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Basra’da teşekkül eden İbâdiyye2 ve Mu’tezile fırkaları kendilerine özgünlük kazandıran görüşleri dışında benzer itikadi ve siyasi görüşleri
paylaşmaktadırlar. Mu’tezile ve İbâdiyye’nin benzer görüşlere sahip olmalarında dönemin siyasi şartları ve Basra’nın sosyo- kültürel yapısı kadar ortak
kaynaklardan beslenmelerinin de etkili olduğu kanaatindeyiz. İki fırkanın
ekser görüşleri arasında büyük bir benzerlik olmasına rağmen fırkalardan
birinin edilgen kalarak görüşlerini diğer fırkadan aldığını söylemek güçtür.
Böyle düşünmeye zorlayan en önemli nedenlerden birisi kader ve ef’âlü’l-İbâd
gibi konularda her iki fırkanın birbirlerine muhalif olmalarıdır. İbâdiyye zor
şartlar altında Emeviler’e karşı siyasi bir muhalefet yürütüyordu. Bu süreçte
İbâdiyye, insan iradesini edilgen kılan kader anlayışıyla iktidarını ayakta tutmaya çalışan Emeviler’e karşı3 Mu’tezile’nin insan iradesini etkin kılan kader
görüşüne pratikte ihtiyaç duymasına rağmen bu görüşü benimsememiştir.
Bu durum İbâdiyye’nin entelektüel görüşlerini reel politik çıkarlara feda etmediğini ve faydacı davranmadığını göstermektedir.
Ülkemizde Ebî Hazer ile alakalı her hangi bir çalışma tespit edilememiştir. Bu makalenin yazılış amacı, hem yaşadığımız coğrafyada tanınmayan
İbâdî bir bilgini tanıtmak, hem de İbâdî bir müellifin yazdığı reddiye üzerinden Mu’tezile’nin ef’alü’l-İbâd meselesine açıklık getirmektir. Eserde kelamın
zor konularından olan ef’alu’l-ibâd konusunun kısa cümlelere yüklenmesi,
zamirlere atıflı cümlelerin yoğunluğu ve kelamî ıstılahlar ciddi anlama güçlükleri ihtiva ettiğinden lafızlara bağlı kalmak şartı ile mümkün olduğunca
mana merkezli bir tercüme yapmaya gayret gösterilmiştir. Tercüme edilen
sayfa numaraları ve eserde yer alan ayet numaraları dip not olarak gösterilmiştir.
Müellifin isminin başında yer alan “Ebî” lafzı irab açısından Arap dilindeki
esmâ-i sitte-i mutelle olarak bilinen altı illetli isimden birisidir.” Ebu” lafzı
fail veya mübteda olduğunda merfu olarak harfle harekelenmesi gerekir. Ancak Kuzey Afrika’da bazen bu kurallar dikkate alınmamaktadır. Ebû ismini
Arapça bir ad olarak ele alıp fail ya da mübteda durumunda merfu olması ve
vav harfi ile harekelenmesi gerekirdi gibi düşünmemek gerekir. Zira Kuzey
1
2
3
İbn Murteza, Tabakâtu’l-Mu’tezile, s. 6; Kadı Abdulcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, s. 299;
el-Umercî, Ahmed Şevki İbrahîm, el-Mu’tezile fi’l-Bağdât, s. 35; Suphi, Ahmet Mahmûd, Fî
İlmi’l-Kelâmi’l-Mu’tezile, s. 141; Ammâra, Muhammed, el-Mu’tezile ve Müşkiletü’l- Hürriyeti’l-İnsaniyye, s. 45; Kubat, Mehmet, “Kadere Dair İki Risâle: (Abdülmelik b. Mervân’ın Hasan
el-Basrî’ye Gönderdiği Mektup ve Hasan el-Basrî’nin Abdülmelik b. Mervân’a Gönderdiği (Cevabî) Mektup)”, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VIII (2008), sayı:1, ss, 351- 374.
Taberî, Tarihu’l-Ümem ve’l Mulûk, cilt: V, s. 322; el-İzkevî, el-Câmi’u, Umân trz, cilt: I, s. 222;
Halifât, Neş’etü’l-Harekâti’l-İbâdiyye, s.65, 66.
Osman Aydınlı, “İlk Mu’tezile’nin Özgür İrade Söylemi; Amr b. Ubeyd ve Kader Anlayışı”
Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2002/2, cilt: I, sayı: 2, s. 127,128; Hanefi
Şahin, “İlk Dönem Kader Tartışmalarında Siyasetin Rolü”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Erzurum 2011, sayı, 36, ss. 48-70.
Ebi Hazer Yağla b. Ziltâf el-Vesyânî’nin Mu’tezile Reddiyesi
135
Afrika’da isimler bazen Arapça irab kurallarına uygun olarak kullanılmamaktadır. Eserde ref, nasp ve cer olmak üzere her durumda “Ebî” olarak kullanıldığından biz de asla sadık kaldık. Cümle başında “Ebî Hazer” şeklindeki
yazım bir irab hatası olarak değerlendirilmemelidir.
1. Ebî Hazer Yağlâ b. Ziltâf’ el-Vesyanî’nin Hayatı Ve İlmi Kişiliği
Müellifin hayatı hakkında İbâdî sîre literatüründe fazla bilgi yoktur. Sekizinci asrın ilk çeyreğinde Kuzey Afrika’nın batısında Müslümanlar tarafından başlatılan fetihler çok kısa sürede sonuç verdi. Ancak ilerleyen süreçte
Emeviler’in ayrımcı politikaları ve halkı ağır vergi vermeye zorlamaları önde
gelen yerli kabilelerin ayaklanmasına neden oldu. Emevi yönetimine karşı
oluşan hoşnutsuzluk sekizinci asrın ortalarında öfke patlamalarına dönüşerek Berberi ayaklanmalarına sebep oldu. Kuzey Afrika’da yaşanan iç karışıklıklar İbâdî dailer tarafından çok iyi değerlendirildi. Ebû Ubeyde tarafından
eğitildikten sonra İbâdiyye fırkasını yaymak için bölgeye gönderilen Hameletü’l-İlim mensupları bölge halkına eşitlik, adalet ve tolerans vaat ederek
iç karışıklıkları İbâdî ayaklanmaya dönüştürmeyi başardılar. Önce Emeviler
akabinde Abbasiler döneminde devam eden mücadeleler sonrasında Abdullah b. Rüstem’in imamlığında Tahert’de İbâdî Rüstemîler Devleti kuruldu.
Bölgenin hâkimiyetini elinde tutan Rüstemî İbâdiler4 bu bölgede İbâdiyye fırkasının dini, siyasi ve kültürel gelişimine önemli katkı sağlamışlardır.5 Bölgede İbâdî etkinin izlerini bu gün de görmek mümkündür.
Basra’da İbâdiyye inancı hakkında tahsil gördükten sonra tekrar Kuzey
Afrika’ya gönderilen Hameletü’l-İlim mensupları İbâdî hareketin entelektüel
temellerini attılar. Ebî Hazer Ya’la b. Ziltâf bu ilmî atmosferde yetişen önemli
İbâdî bilginlerden birisidir. Ebî Hazer Ya’la b. Ziltâf’ın anne adı Ziltâf; babasının ismi Eyyûb’tur.6 Hicrî 380/990 yılının ortalarında vefat etmiştir.7 Ebî
Hazer İslam tarihinde ciddi savaşların ve dini/siyasi buhranların yaşandığı
bir dönemde Kuzey Afrika İbâdiler’i arasında yaşamıştır.8 Ölüm tarihine bakıldığında onun Kuzey Afrika’da kurulan İbâdî Rüstemî Devletinin ilmi müktesebatından istifade ettiği anlaşılmaktadır.
Ebî Hazer ilim hayatında farklı hocalardan ders almıştır. Edebiyat, dilbilim
ve diğer ilimleri hocası Ebû Rebî’ Süleyman b. Zerkûn en-Nefûsî’den, usule
4
5
6
7
8
Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Ebî Bekr el-Vercilânî, Kitâbu’s-sîre ve ahbâru’l-eimme, (thk. Abdurrahman Eyyûb), Tunus 1985, s. 42.
ed-Dercînî, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Saîd, Tabakâtu’l-meşâyih bi’l-magrib,(thk. İbrahim Tallay),
c. I, s.36; M. Mahfuz Söylemez, “İlk Harici Devlet: Rüstemiler (160-297/777-909), c. XXXVIII,
Ankara 1998, s. 465,466.
Ebî HazerYağlâ b. Ziltâf, er-Redd alâ cemîi’l-muhâlifîn, (thk. Amr Halife en-Nâmî), byy, trz., s.
1.
ed-Dercînî, Ebû’l-Abbâs, tabakâtu’l-meşâyih c. I, s.119.
eş-Şemmâhî, Kitâbu’s-siyer, c. I, s. 346.
136
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
ait derslerini Sehnûn b. Eyyûb’dan almıştır.9 Ebî Hazer’in hayatı üç devreden
oluşmaktadır. Birinci devre; eğitim ve öğretim hayatını içine almaktadır. İkinci
Devre; siyasî ve askerî mücadeleleri ihtiva eder. Üçüncü devreyi Ehlü’d-da’ve
diye bilinen talebelerine ayırmıştır. Bu dönemde öğrencilerine Kur’an ilmi, hadîs, usul-i fıkıh Arap dili ve siyer dersleri vermiştir.10 Hayatının son kısmını
Mısır’da geçiren müellif, hicri üç yüz seksen yılında vefat etmiştir.11
İbâdî âlimlerden Ebû Temîm, Ebî Hazer’in dinî yaşama konusunda son
derece takva ve ilim sahibi bir kimse olduğunu söyler.12 Sabah namazından
güneş doğuncaya kadar olan vaktini münzevi halde dua ederek, Kur’an okuyarak ve tazarru ile geçirirdi.13 Arkadaşı aynı zamanda öğrencisi olan Ebû
Nuh ise onun insanların en takvalısı ve güzel bir şey işittiği zaman onunla
amel etmeye gayret gösteren bir kişi olduğunu ifade eder.14
2. er-Redd alâ Cemîi’l-Muhâlifîn’in Tanıtımı
er-Redd alâ Cemîi’l-Muhâlifîn (mine’l-mu’tezile, ve’l- havâric ve’l- mürcie
ve gayruhâ)” önemli bir İbâdî kaynak olmasına rağmen güvenilir İbâdî kaynaklarda esere bu isimle atıf yapılmamıştır. Eser farklı isimlerle bilinmektedir. Bazıları “Hâzâ kitâbun fîhi er-reddü ale’l-muhâlifîn” bazıları “Kitâb fîhi
redd alâ cemîi’l-muhâlifîn” bazıları da “Kitâb fîhi reddü Şeyh Ebî Hazer Yaglâ
b. Ziltâf ala men zeame enne esmâe Allah mahlukâtun” şeklinde yazmışlardır. Eserin tahkikini yapan en-Namî, “er-Redd alâ cemîi’l-muhâlifin” adını
tercih etmiş ve “Mine’l- mu’tezile, ve’l-havâric ve’l-mürcie ve gayruhâ” ibarelerini eklemiştir. Bununla muhalif fırkalardan kimlerin kast edildiğini açıklığa
kavuşturmak istemiştir. Eser, İbâdiyye fırkasına muhalif bazı mezheplerin
görüşlerine reddiye mantığı içerisinde yaklaşan bir kelam kaynağı olmanın
yanında Magrib İbâdiyyesi’nin erken dönem kaynakları arasında yer alır.15
Ebû’l-Kâsım el-Berrâdî “er-Redd alâ cemîi’l-muhâlifîn” adlı eseri gördüğünü ve muhtasar kelam kaynağı olduğunu belirtmiştir. Başka bir rivayette
eseri gördüğünü, kelamla ilgili olduğunu ve hicri dördüncü asırda telif edildiğini belirtmiştir. Ebî Hazer tarafından kaleme alınan bir başka eser tespit
edilememiştir. Eseri tahkik eden en-Namî, Ebû er-Rebi’ Süleymân b. Yahlef
el-Mizâtî, (h.471), Ebû Ammâr Abdu’l-Kâfi (h.570) ve Ebû Ya’kûb Yusuf b.
İbrahîm el-Vercilânî (h.570) gibi İbâdî yazarların ilgili yazma nüshaya atıfta
bulunmalarından yola çıkarak tahkik edilen nüshanın sıhhati hakkında her
hangi bir şüphenin olmadığını söyler.16
9
10
11
12
13
14
15
16
ed-Dercînî, Tabakât, c. I, s. 120.
ed-Dercînî, Tabakât, c. I, s. 120; Ebî Hazer, er-Red alâ Cemîi’l-Muhâlifîn, s.1.
Ebî Hazer, er-Redd alâ cemîi’l-muhâlifin, s. 2.
Ebî Hazer, er-Redd alâ cemîi’l-muhâlifin, s. 6.
Ebî Hazer,er-Redd alâ cemîi’l-muhâlifin, s. 6.
Ebî Hazer,er-Redd alâ cemîi’l-muhâlifîn, s. 6.
Ebî Hazer, er-Redd alâ cemîi’l-muhâlifin, s. 7.
Ebî Hazer, er-Redd alâ cemîi’l-muhâlifîn (en-Nâmî, Amr Hâlife, Muhakkikin Önsözü), ‫ج‬
Ebi Hazer Yağla b. Ziltâf el-Vesyânî’nin Mu’tezile Reddiyesi
137
Mu’tezile’ye reddiye olarak yazılan bölüm Ebî Hazer Ya’lâ b. Ziltâf (ö.
380/990) tarafından kaleme alınan er-Red ala cemîi’l-muhâlifîn adlı eserin
46-61 sayfaları arasında yer almaktadır. Eser İbâdî araştırmacı Amr en-Namî
tarafından tahkik edilmiştir. Umman’da fotokopi olarak ele geçirdiğimiz nüsha üzerinde basım yeri ve tarihi olarak Sîb 2008 yazmaktadır.17
Müellif eserinde, mantıklı bir üslup kullanmıştır. Konuları müzakere
ederken akıl ve nakli birlikte değerlendirmiştir. Ebî Hazer Ya’lâ b. Ziltâf kuvvetli deliller kullanarak, kelâm konularında sair fırkaların görüşlerini eleştirmiştir. Özellikle Rüstemî İbâzî Devletinin başkenti olan Tahert’de yer alan
Mu’tezile,18 Cehmîyye, Müşebbihe ve Hâricîler19 ile birlikte İbâdîliğin diğer
kolları olan Vâsıliyye, Halefiyye, Neffasiyye, Hüseyniyye ve Nükkar’ı da zikretmiştir.20 Eser hicri IV. asır erken dönem İbâdî kaynaklarından olduğu için
önemli kabul edilmektedir.
3. Eserde Takip Edilen Üslup
Eser, Mu’tezile, Mürcie ve Havâric’in muhalif görüşlerinin yanlışlığını ortaya koymak amacı ile yazıldığından İbâdiyye’nin bütün görüşlerini delilleri
ile birlikte anlatan bir yazar yoktur karşımızda. Ebî Hazer eserinde muhalif
olarak zikrettiği Havâric, Mu’tezile ve Mürcie’nin görüşlerini kitap, sünnet ve
akıl ölçeğinde değerlendirerek çürütmeye çalışır. Eser üç bab (bölüm) olarak
tasnif edilmiştir:
Birinci bölüm Allah’ın isimlerinin keyfiyeti ile başlar. Yazar konuyu genişletirken soru kiplerinden faydalanır. Misal, yes’elûne, seelû, seeltuhu, nes’elü el-Mu’tezile, gulna gibi.
İkinci bölüm Mu’tezile’ye reddiyeye ayrılmıştır. Bu bölümde ıstıtâ’a, irade
ve diğer muhalif Mu’tezilî görüşler üzerinde durur.
Yazar son bölümü, Havaric’den Sufriyye’nin görüşlerini eleştiriye ayırmıştır. Müellif karşıt görüşleri reddederken karşılıklı konuşmalarda mantığa;
cedel yaparken delillere dayanır. Ayrıca yeni ıstılahlar ve lafızlar kullanır.
Misal “ma yeruddu aleyhim” anlamında “ma yedhulu aleyhim”; “fi nazarinâ”
anlamında “fî vucûdina” kullanır. en-Namî eserin başlangıçta sadece Mu’tezile’yi reddetmek amacıyla yazıldığını ancak daha sonra eklemeler yapıldığını
17 Ummân’ın başkenti Muskat’a yaklaşık yirmi dakikalık bir mesafede bulunan Sîb şehrinde faaliyet gösteren Mektebetü’d-Damrî İbâdî kaynakların bulunması, neşri ve dağıtımında
önemli rol üstlenmiş durumdadır. er-Redd alâ cemîi’l-muhâlifîn adlı eserin muhtemelen Mektebetü’d-Damrî tarafından ortaya çıkarılmış bir eser olduğunu düşünmekteyiz. (O. Ateş)
18 Ebû Abdullah et-Tensî, târihu’t-devleti’l-edârise, Cezayir 1984, s. 34, 35; geniş bilgi için bkz.
Ateş, Orhan, Mu’tezile İbâdiyye Etkileşimi, İstanbul 2014.
19 Burada Haricîler’den kasıt Muhakkime-i Ulâ’nın Kuzey Afrika’da faaliyet gösteren mutadarrıf
kolu Sufriyye olabilir. Zira İbâdiyye Mezhepler Tarihi yazım geleneğinde Haricî denildiği zaman Ezârika ve Sufriyye gibi aşırılar kast edilmektedir.
20 Hamid b. Abdillah el-Alâ, Ümmü’l-Berâhîn, s. 8; Ebî Hazer, er-Redd alâ cemîi’l-muhâlifîn, s. 7.
138
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
hatta öğrencilerinin de sonradan katkı yapmış olabileceğini söylemektedir.21
Görüşlerini ortaya koyarken ya da muhalif fırkaların görüşlerini eleştirirken
yoğun bir şekilde Kur’an ayetlerinden deliller getirir. Ayetler yanında hadis
ve kıyasa da başvurur.
4. Mu’tezile ve İbâdiyye’nin Ef’âlü’l-ibâd Görüşü
Yaptığımız tercümede Ebî Hazer Ya’lâ b. Ziltâf Mu’tezile’nin ve İbâdiyye’nin
ef’âlü’l-ibâd konusundaki görüşleri verilmektedir. Ancak ilgili metnin daha
iyi anlaşılması ve metni anlamaya ön hazırlık olması düşüncesi ef’âlü’l-ibâd
hakkındaki kısa bilgi vermek istiyoruz.
Halku’l ef’al (insanların fiillerinin yaratılması) konusu Mu’tezile’nin adl,
husün, kubuh ve kader gibi temel görüşleri ile yakından ilgilidir. Mu’tezile
adl prensibi nedeniyle ashabu’l-adl; insan kaderinin şekillenmesinde insan
iradesine aktif rol verdiği için de “Kaderiyye” olarak anılmıştır.22 Mu’tezile’ye
göre kul hayır olsun şer olsun tüm fiillerinin yaratıcısıdır. Buna bağlı olarak
kul, ahiret hayatında sevap ve cezaya doğrudan muhatap olacaktır. Mu’tezile anlayışa göre Yüce Allah şer, zulüm, küfür ve ma’siyet ihtiva eden fiilleri
yaratmaktan beridir. Zira Allah adil olanı yarattığında adil olunca zulmü yaratınca da zalim olması gerekir. Oysa Allah zulümden münezzehtir. Mu’tezile
Allah’ın yalnızca hayrı yaratmasının ve hikmet yönünden kullarının hayır ve
maslahatlarına riayet etmesinin gerekliliğinde ittifak sağlamıştır.23
Kaderci anlayış isyanın Allah tarafından takdir edilmesini gerekli kıldığı
için fırkalar, kaderî olarak anılmaktan uzak durdular. Mu’tezile kaderî olarak anılmaktan içtinap etmiştir. Mu’tezile âlimleri kaderiyye şeklinde yapılan
adlandırmanın kendilerini küçük düşürmek amacıyla yapıldığını ifade ederler. Mu’tezile bilginleri, “Her kim günahını Allah’a yüklerse zemme layık olan
odur. Günahını nefsine yükleyeni de Allah temizler demişlerdir.24
Mu’tezile kaderi nefislere hamlettiği için “Mecusi” olarak adlandırıldı.25
Cebr anlamında kaderci anlayışa sahip olanlar kendi nefislerini mesul olmaktan tümüyle beri tutuyorlar ve yaptıkları her şeyi Allah’a hamlediyorlardı.26 Bu anlamda kaderiye, cebr düşüncesini ihtiva eden bir anlam taşıyor ve
tepki topluyordu. Cebr düşüncesi Hz. Peygamber’in sözlerine de yansımıştır.
Kaderiyye ile oturmayın onlarla nikâh kıymayın.27 “Kıyamet gününde ümme21 Geniş bilgi için bkz. Ebî Hazer, er-Redd alâ cemîi’l-muhâlifîn,(Muhakkikin Önsözü, s. ‫ج‬, ‫د‬.
22 Ahmed b. Yahyâ İbn Murteza, Kitâbu tabakâti’l-mu’tezile, s.8-9; Osman Aydınlı, İslam Mezhepleri Tarihi El Kitabı, ed. Hasan Onat, Sönmez Kutlu, Ankara 2013, s.148-149.
23 el-Eş’arî, Makalât, s. 576.
24 Kâdî Abdülcebbâr, Fadlu”l-İ’tizal s. 167
25 Rebi’ b. Habîb, Müsned, c. III, 13.
26 Ammâr Abdu’l-Kâfî, el-Mucez, II, 62; Kâdî Abdülcebbâr, Fadlu”l-İ’tizal, s.143 vd
27 Ebû Bekr Cafer b. Muhammed b. Hasan b. el- Müstefâz el-Firyâbî (ö.301), Kitâbu’l-Kader,(thk. Abdullah b. Hamîd el- Mansûr), byy. 1997, s. 162.
Ebi Hazer Yağla b. Ziltâf el-Vesyânî’nin Mu’tezile Reddiyesi
139
timden iki sınıf şefaatime nail olamayacaktır;28 “Allah benden önceki yetmiş
nebinin lisanı ile onlara lanet etsin. Onlar kimdir Ey Allah’ın Rasulü diye
sorulunca, Kaderiyye ve Mürcîe diye cevap verdi. Mürcîe kimdir diye soruldu.
Hz. Peygamber,
- Onlar amel olmadan imanın bir sözden ibaret olduğunu söyleyenlerdir,
dedi.
(Sonra) Kaderiyye kimdir diye soruldu,
- Onlar Allah’ın sevmediği işleri yapıp sonra da onların Allah’ın icbarı
(zorlaması) iledir. Şayet Allah istemeseydi ne şirk koşabilir ne de isyan
edebilirdik, diyenlerdir.29
Mu’tezile bu hadisin kendileri ile alakalı olmadığını; işledikleri her türlü
şerri Allah’a isnat eden Cebriyye ile ilgili olduğunu söylemiştir.30
İbâdiyye ise, ma’siyetin Allah tarafından takdir edilmesini reddetti ve kesb
nazariyesine yöneldi. İbâdîler ileride açıklanacağı üzere kader konusundaki
görüşlerini doğrudan Kur’an’dan ve sahabeden aldıklarını iddia ederler.31
A. MU’TEZİLE’YE REDDİYE BÖLÜMÜ
Ona fiillerin yaratılmasının delilini sordum; Kur’an, Sünnet-i Nebi ve dinleyeni kabule mecbur bırakan kıyas32 fiillerin yaratılmasına delalet eder dedi.
Kur’an’da zikredilenlere gelince Allah şöyle buyurdu: “Allah her şeyi yaratandır.”33 Bu ayette hiçbir şey istisna edilmedi. Çünkü bu ayet genel bir ifade ile
geldi. Kur’an’da umum ifade ile gelen her ayet, tahsis eden bir ayet gelinceye
kadar umumiyet ifade eder. Ya ayetin kendisi veya tahsis ifade eden bir ayet
onun aleyhinde olur. Bu ayetin umumi bir ayet olduğunu destekleyen pek
çok ayet gelmiştir. (Allah) buyurdu ki “(Allah) Her şeyi yarattı ve O her şeyi
bilendir.”34 Ve “Her şeye vekildir.”35 Şayet “her şeyi yaratandır” sözü hâs ise
“her şeyi bilendir” sözü de hâstır. Çünkü ikisi bir defada geldi ve lügat ehline
göre aradaki vav tertip vavıdır. Ayetin başı sonuna bağlıdır. Mu’tezile’nin fiil28 Ebû’l- Kâsım b. Sellâm b. Abdullah el-Herevî el- Bağdâdî, Kitâbu’l-İmân ve’l-Meâlimuhu ve Sünenuhu ve İstikmâluhu ve Derecâtuhu, (thk. M. Nasruddîn el-Bânî), Mektebetü’l-Meârif, byy.
200/1421, c.I, s. 63. Kaynakta hadisin bu kısmı geçmekte. Mevkûf bir hadis olup isnadının
zayıf olduğu belirtilmektedir.
29 Ebû’l- Kâsım b. Sellâm b. Abdullah el-Herevî el-Bağdâdî, Kitâbu’l-İmân ve’l-Meâlimuhu ve
Sünenuhu ve İstikmâluhu ve Derecâtuhu, (thk. M. Nasruddîn el-Bânî), Mektebetü’l-Meârif,
byy.200/1421, cilt: I, s. 63.
30 Kâdî Abdulcebbâr, Fadlu”l-İ’tizal, c. VIII, ss. 263-264, 322, 333, 339.
31 Tebgurîn, İbn İsâ, Usulu’d-Din, ss. 68, 69,72.
32 İbâdiyye delil kaynağı olarak kitap, sünnet, icma kıyas, istishab, istihsan, mesalihimürsele
ve seddi zerâi gibi delil kaynaklarını kullanmaktadır. Geniş bilgi için bkz. el-Agbirî, İsmail b.
Sâlih b. Hamdân, el-Medhal ile’l-fıkhi’l-ibâdî, Sib 2012.
33 Zümer 39/62; Rad 13/12.
34 Enam 6/101.
35 Zümer 39/62.
140
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
leri hariç tutmasının dışında Ümmet-i Muhammed’e göre bu ayet âm/genel
bir ayettir. Kim ki –Kur’an ve onun içindeki hiçbir şey mahlûk değildir- derse,
onların icmalarını kabul ederiz; ondan bir şey çıkarma isteğinde bulunanların ihtilaflarını terk ederiz.
Allah şöyle buyurdu “Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi
koruyacak zırhlar verdi.”36 Elbiseler yaratıkların işlerindendir. Azze ve Celle
şöyle buyurdu “Sizin için zırh yapma sanatını öğrettik”37 Yaratmayı (ceale)
kendisine atfetti. “Ceale” fiili –bir yer hariç- bütün Kur’an’da yaratma manasında kullanılmıştır. Buyurdu ki “Gece ve gündüzü yarattık.”38 “Gökyüzünü
de korunmuş bir tavan yaptık.”39 “Allah sizi bir tek nefisten yaratan ve eşini
de ondan var edendir.”40 İşte buralarda ceale’nin zikredilmesi yaratmaya delalet eder. Yine şöyle buyurdu “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için
türünüzden eşler yaratması ve aranızda sevgi ve merhamet var etmesi O’nun
delillerindendir.”41 Sevgi ve rahmet var etmeyi Allah kendisine atfetti. Sevgi ve
merhamet kulların fiillerindendir. “Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve
renklerinizin farklı olması O’nun delillerindendir.” Bize göre buradaki dillerin
farklı olmasından maksat, onların amelleridir. Fillerinden olmayan bir şeyi
delillerinden sayması uygun değildir.
Buyurdu ki “Gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri yarattı.”42 İkisi arasından
hiçbir şeyi hariç tutmadı. Ameller de sema ve yer arasında olmaktan çıkmadı.
“Orada seyahati belirledik. Dolaşın orada.”43 “Sizi ve yaptıklarınızı O yarattı.”44 “Onları geri bıraktı ve oturun oturan acizlerle beraber, denildi.”45 “Onları
siz öldürmediniz, fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın,
fakat Allah attı.”46 “Sözlerinizi isterseniz gizleyin isterse açığa vurun. O sinelerde olanı bilir. O yarattığını bilmez mi? O lütfeden ve her şeyden haberi
olandır.”47 Kur’an’da buna benzer ayet çoktur. Biz zikrettiklerimizle yetindik.
Bir ayet bu ayetin ve diğer ayetlerin hükmündedir.48 Çünkü Kur’an ayetleri
birbirini tasdik eder, birbirlerini yalanlamaz.49
Sünnetten bize ulaştığına göre bir adama Nebi (as) şöyle dua etti: Allahım!
Beyaz elbisenin kirlerinden temizlendiği gibi onu günah ve hatalardan temiz-
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
Nahl 16/81.
Enbiyâ 21/80.
İsrâ 17/12.
Enbiyâ 21/32.
A’raf 7/189.
Rûm 30/21.
Furkân 25/59.
Sebe 34/18.
Saffât 37/96.
Tevbe 9/46.
Enfâl 8/17.
Mülk 67/13-4.
Sayfa 47.
Sayfa 48.
Ebi Hazer Yağla b. Ziltâf el-Vesyânî’nin Mu’tezile Reddiyesi
141
le. Kullar elbiselerini yıkarlar. O’na (as) dendi ki: Bize fiyat ver. Buyurdu ki:
Fiyat biçen Allah’tır.
Dinleyeni kabule mecbur kılan kıyasa gelince: Bize göre fiiller icma ile
muhdestir (sonradan yaratılmıştır). Şayet muhdes bir şey gayr-ı mahlûk olsaydı, kadim ve yaratılmamış olması caiz olurdu. Biz fiilleri bir halden fazla
devam ediyor, bulmuyoruz. Fiiller görünür ve kendisi ile de kaim değildir (vacibu’l-vucud). Keyfiyetlerini fiili işleyen kişi ancak bir delille bilebilir.50 Bunu
hatırlattıktan sonra dedik ki: Bu manadaki fiil ya bir insan tarafından yapılmış olur veya o insan tarafından yapılmamıştır. İnsan her yönden bir fiili
yapmaktan yüz çevirirse, o fiil gün yüzüne çıkmaz. Onu görünür ve sürekli
yapmak insanın kudretindedir. Bütün hareketi durdurup öylece durmak ta
onun elindedir. Biri bu muhaldir derse, ona denir ki: Niçin muhal olsun ki! -
O da şu açıdan muhaldir; fiil zaten görünmez ve sürekli değildir, derse
O zaman deriz:
-
Onu görünmez ve sürekli devam etmez kılan kimdir? O fiillerden güzel
olanın güzel olmasına, çirkinin çirkinliğine karar veren kimdir?
O da
-
İnsandır, derse.
(O zaman) Bütün akıl sahiplerinin yanında hatası ve cahilliği ortaya çıkar.
Çünkü hiç kimse davranışlarının çirkin olmasını istemez. Fakat kendisi istemese de; zaman zaman iyi davranış olarak düşündüğü bazı şeylerin sonucu
kötü çıkar. Bu da onun kasıt ve iradesine rağmen olur. Bu durumda, o fiili
ya kendisi çirkin yapar veya o fiil kendiliğinden çirkin olur. Bu da muhaldir. Sonuç olarak o fiil kendi başına olamaz. Yaratma anlamında onu o hale
getiren vardır. O da Allah’tır. Güzeli güzel yapmak ile kötüyü kötü yapmak
ayıplanacak ve çirkin görülecek bir şey değildir. Allah’a atfedilmesi gerekeni ondan başka hiç kimseye atfetmedik. Sadece Allah’a atfettik. Zira O yarattı,
inşa etti, iyi ile kötünün, iman ile küfrün arasını ayırdı. İmanı güzel, küfrü
kötü yaptı. Fiili icraata döken, yapan anlamında insana atfettik. Çünkü bu
durumda başkasına atfedilemezdi. İnsana atfettik zira o hareket etti, durdu,
günah işledi, yöneldi, tedavi etti vs. Bu anlamda ona fiili atfettik. Çünkü o
yaptı, işledi ve istedi. İşi bizzat yapma manasını Allah’a izafe edemeyiz. Çünkü hareket etmedi, durmadı, küfre girmedi, namaz kılmadı, oruç tutmadı vs.
Allah’a hep güzel olan şeyleri atfettik. Sonra Mu’tezile, Cebriye ve Cibilliye’nin
delil olarak getirdikleri ayetlere baktık. Mu’tezile şunları delil getirdi:
-
“Dilediğinizi yapın.”51
-
“Nefsi ona kardeşini öldürmeyi hoş gösterdi ve onu öldürdü.”52
50 Sayfa 48.
51 Fussilet 41/40.
52 Mâide 5/30.
142
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
-
“Yaptıklarına karşılıklı olarak.”53
-
“Yapıp ettiklerinizden dolayı cennete girin.”54
Bu ayetler gösteriyor ki insan yaptıklarını kendi iradesi ve kastıyla yapıyor. Cebriye şunları delil getirdi:
- “Allah kalplerini mühürlemiştir.”55
- “Kalplerine kilit vurdu”56
- “Allah kalplerini mühürledi.”57
- “Şüphesiz cehennemi cinlerin ve insanların çoğuyla doldurduk.”58
- “Siz dileyemezsiniz ancak Allah diler,”59 ve bu ayetlere benzer fiillerin
yaratıldığını ifade eden diğer ayetler.
Biz bu ikisi arasında orta yolu tercih ettik. O da en adil ve doğru yoldur.
İnsana atfedilmesi gerekeni insana, Allah’a atfedilmesi gerekeni Allah’a atfettik. Allah’ın eşya ve onun yönetimi hakkındaki kudretini ispat ettik. Yüce
Allah batıl ehlinin söylediklerinden fersah fersah uzaktır. Yüce Allah’ın zulmetmediğini ortaya koyduk. Cebriye ve Cibilliye’nin vasf edişi ile onu vasfetmedik. Bu ikisine göre Allah insanları yapmadıkları şeylerden dolayı bol bol
mükâfatlandırıyor veya ağır cezalara çarptırıyor. Bizim zikrettiğimiz Allah’ın
zalim olmadığını ifade eden ayetleri, kendilerindeki kasıt ve iradeyi ifade eden
ayetleri terk ettiler. Kitabı daha fazla uzatmamak için bu delilleri kısa tuttuk.
Mu’tezileye soruyoruz60
Allah’a atfı güzel olan konularla ilgili olan şu ayetleri Mu’tezile’ye soruyoruz: Söyleyin “Allah kalplerine imanı yazdı”61 “Ona tabi olanların kalplerine
sevgi ve merhamet koyduk”62 Sevgi ve merhamet kulların fiillerindendir. Peki
bu kılmanın (caale) manası nedir?
Derlerse bunun manasını Allah onu öyle iman olarak isimlendirdi ve böyle
hükmetti. İsimlendirmeyi ve hükmü sormuyoruz. Fakat Allah’ın kendi nefsine izafe ettiği manayı soruyoruz. Şayet mana sizin dediğiniz gibi olsaydı şöyle
derdi: Allah kalplerinizde iman olduğuna hükmetti. Kalplerinizde olanı iman
olarak isimlendirdi. Böyle olsaydı herkesin bildiği gibi bu caiz olurdu. Fakat Allah’ın zikrettiği ve nefsine atfettiği şey şu ki Allah onu yarattı ve
onu mümin kullarına emretti. Onu kâfirlere değil sadece müminlere tahsis
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
Ahkâf 46/14.
Nahl 16/32.
Tevbe 9/93.
En’âm 6/25.
Bakara 2/7; Sayfa 50.
A’raf 7/179.
İnsan 76/30.
Sayfa 52.
Mücâdele 58/22.
Hadîd 57/27.
Ebi Hazer Yağla b. Ziltâf el-Vesyânî’nin Mu’tezile Reddiyesi
143
etti. İsimlendirme ve hüküm sizin dediğiniz gibi olsaydı şöyle denebilirdi: Allah
küfrü kâfirlerin kalbinde yarattı, öfke ve laneti de müşriklerin kalplerinde.
Onlara (Mu’tezile’ye) dense; Hadi söyleyin iman zatında güzel midir yoksa
kötü mü? Ve küfür zatında çirkin mi?
Deseler ki: Kâfir küfrü kötü yaptı. Mümin de imanı güzel yaptı. O zaman
fiil olarak güzel yapan kimdir? Küfrü çirkin, ayıplanır (yapan) ve imanın karşısına koyan kimdir? İmanı da güzel yapan kimdir? Bunun delili daha önce
geçmişti. Fiili güzel ya da çirkin yapmak insanın elinde olan bir şey değildir.
Çünkü insanın kasdı iyi ve güzelken sonuç kötü olabiliyor.
Onlara denir: söyleyin bakalım sizin iddianıza göre insanın güzel yaptığı
iman mı hayırlıdır yoksa Allah’ın yaratıp tedbirini üzerine aldığı yerler gökler,
şeytan, köpek, domuz vs. mi? Çünkü onlar Allah’ın mahlûkudur; tevhit ise
kullardandır. Onlara denir: En güzel şeyleri sizin yaptığınızı iddia ediyorsanız ve fazileti üzerinize alıyorsunuz. Peki, size iyilik eden kimdir? Sizi faziletli
kılan kimdir? Deseler ki Allah size kulaklar gözler ve sahip olduğunuz her
şeyi verdi. Fakat sizin kendinize en büyük şükrü yapmanız gerekir. Çünkü
sizin yaptığınız efdal olan Allah’ın yaptığı ise faziletli olandır! Siz nefsinize Allah’tan daha iyisiniz! Allah size sevap verse ve cennetine alsa iddianıza göre
bunu sizin yaptıklarınızdan dolayı yapmamıştır. Çünkü sizin yaptıklarınız
tevhidin kendisidir ve Allah’ın verdiği sevaptan daha kıymetli ve büyüktür.
Bundan vazgeçerlerse ve buna cesaret etmezlerse ve imanı güzel yapan küfrü
çirkin yapan insan değildir derlerse ilk kitapta zikrettiğimiz şu kısma girerler.
İman insanın fiiliyle güzel; küfür insanın fiiliyle çirkin değildir. Allah imanı
zatında güzel yaptı ve küfrü çirkin yaptı.
Derlerse ki: Allah’ın yarattığı imanı ne yaptığınızı söyleyin. Allah’ın yarattığını yaptığınızı mı söylüyorsunuz? Bu ifade ile bunu söylemek caiz değildir.63 Caiz olan şöyle söylemektir: Yaptık. Fakat hareket ettik veya durduk
manasına. Allah hareketimizi ve durmamızı yarattı. Bu konu daha önce geçti. Tekrarında bir fayda yoktur. Biz fiilleri yapma noktasında insana nispet
ettik. Yaratma noktasında da Allah’a nispet ettik.
Bu fiilde ya Allah tektir veya insan tektir veya Allah ile kul ortaktır, derlerse deriz ki: Bu söylediğiniz boştur. Allah’ın fiillerde tek olması ifadenize
gelecek olursak Allah bu fiilleri yaratmada tektir. İnsanın bu filleri yapması
konusunda Allah’ın tek olmasını uygun görmedik. Allah kulun fiillerini yaratmadan kulun bu fiiller üzerinde tek merci olması durumunu da uygun
görmedik. Zira bir fiili güzel ya da çirkin, görünür ve sürekli yapmaktan aciz
olduğumuzu daha önce anlatmıştık.
Zikrettiğiniz bir fiil üzerindeki ortaklık meselesine gelince, iki fail bir fiilde
ittifak edebilir. Biri yalan söylediğinde diğeri de yalan söyleyebilir. Bir haberi
63 Sayfa 54.
144
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
bir kişi de verebilir yüz kişi de verebilir. Bir kişiyi yüz kişi birden öldürebilir
ve hepsi öldürmeye ortak olur. Hepsine birden katil denir. Bir hareketin içine
bazen hareketle ilgisi olmayanlar da girer. El hareket ettiğinde ayaklar ve
diğer uzuvlar da hareket eder. Anlattığımız gibi bir katl olayına çokları iştirak
edebilir. Öldürme bölünemez tek bir fiildir. Öldürenlerin içinde çocuk, deli
olabilir. Öldürmesi helal olanlar, olmayanlar olabilir. Hatayla ve ya kasten öldürenler olabilir. İşte insan izafe ettiğimiz şudur: insan hareket eder, yürür,
durur, küfre gider ve iman eder. O bu işleri yapma noktasında tektir. Allah’a
izafe ettiğimiz de şudur: Allah kulların fiillerini yaratmada tektir. Bu konuda
ortağı yoktur. Yaratma Allah’tan yapma ise kuldandır.
Biz onlara soruyoruz: refleks olan hareket nedir, o mahlûk mudur? Eğer
mahlûk olduğunu kabul etmezlerse cibilliyet ashabına girerler. Yaratıldığını
kabul ederlerse bu onların sözüdür. Onlara denir ki: normal hareket eden ile
refleks gösterene biri baksa aralarındaki farkı görebilir mi? Bu da hareket o
da hareket. Aralarındaki fark şu: Biri irade ile olur, diğeri ise (irade ile) olmaz.
Normal hareketi siz yaptınız. Refleksi Allah yarattı. Sizin fiiliniz Allah’ın fiiline
benzedi. O zaman siz kendi fiilinizin yaratanısınız. Allah da reflekslerin yaratanıdır. Evet, böyledir derlerse bu söz onları bağlar. Buna göre kim Allah’tan
başka yaratan yok derse hata etmiş olur. Aynı şekilde ilahlar ve rabler olmaları da kendilerini bağlar. (kendi görüşlerine göre) Bu görüşe göre Allah’tan
başka ilah yoktur diyen de hata etmiş olur. Allah söyleyip durdukları şeylerden yüceler yücesidir.
Onlara karşı delil olarak getirdiğimiz şu ayeti onlara soruyoruz: “Orada
yürümeyi takdir ettik. Hadi gezip dolaşın.” Allah oradaki yürüme yerinden
evleri ve beldeleri kastetti derlerse onlara şöyle denir: Allah “sîrû fîha” şeklinde ifade etti. Hâlbuki “sîrû” nun masdarı seyran gelir. O zaman “fîhâ” farklı
bir görevde gelmiştir. O da şudur: Allah orada yürümelerini takdir etti yani
yarattı; onlar da yürüdü.
Bir başka yerde şöyle buyurdu: “Sizi karada ve denizde yürüten O’dur.”64
Şu ayeti de sorduk onlara: “Sözlerinizi ister gizleyin isterse açığa vurun. O
kalplerde olanı hakkıyla bilendir. Yaratan bilmez mi hiç? O lütufkâr ve haberdar olandır.”65 Yaratan bilmez mi?’nin manası nedir? Buradan sineleri
kastetti. Sinelerde olan sırrı zikretti. Yani Allah sırrı yarattı ve onu yaratan
nasıl bilmez yarattığını? O zaman söyleyin şu ayet ne diyor: “Allah onları
alıkoydu ve oturun geride kalanlarla beraber dendi” Allah’ın nefsine atfettiği
geri koyma ne ifade ediyor? Bir şey diyemediler. Çünkü buradan bir çıkış
yoktur. Onları oturttu ve oturmalarını emretti. Onlar da emredildikleri şeyi
yaptılar. Bunda da ayıplanacak bir şey yoktur, deseler. Bu onlar için bir tehdittir. Alıkoymayı nefsine izafe etti. Çünkü onu yarattı ve takdir etti. Cihada
çıkmayacaklarını bildi ve oturmalarını takdir etti.
64 Yûnus 10/22.
65 Mülk 67/13-4.
Ebi Hazer Yağla b. Ziltâf el-Vesyânî’nin Mu’tezile Reddiyesi
145
Onlara soruluyor: “Onları siz öldürmediniz. Fakat Allah onları öldürdü.
Attığın zaman da sen atmadın. Fakat Allah attı.”66 Allah’ın nefsine izafe ettiği
öldürme ve atmanın manası nedir? Allah onu teyit etti ve atmasını bildirdi
deseler, biz zaten Allah’ın Onu teyit ettiğini ve müşrikleri öldürmesi için ona
yardım ettiğini biliyoruz. Burada Allah onları öldürmeyi ve onlara atmayı
kendi nefsine atfetti. Çünkü O yarattı ve takdir etti. Bu ayette de Mu’tezile’nin bir kurtuluş yolu yoktur. Biz biliyoruz aynı zamanda onlar da biliyorlar
ki müşrikleri müminler öldürdü ve nebi (as) bir refleks olmadan onlara attı.
Şu ayet onlara soruluyor: “Allah kalplerini mühürledi.”67 “Kalplerine perdeler gerdi.” Ve “Allah kalplerini mühürledi”68 Küfürlerinden dolayı kalplerini
mühürledi ve amellerinden dolayı onları saptırdı, deseler. Allah iradeleriyle
yaptıklarından dolayı ve küfürlerinden dolayı kalplerini mühürledi. “Allah
her şeyi yaratandır”69 “O her şeyi bilendir.”70 “Her şeyi yarattı ve takdir buyurdu”71 bu ayet şu ayetin benzeridir. “O Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir
eder.”72 “Her şeyi yaratandır.” Bu ayet gayet açıktır. “Her şeyi yerle bir eder”
ve “Onlara her şeyin kapısını açtık” “Onlara her şey verildi.”73 Yerle bir etme
kâfirlere atfedilmiştir. Sonra bunu anlattı ve şu ifade ile açıkladı: “Derken
evlerinden başka hiçbir şeyleri görünmez hale geldiler.”74 Açıktır ki o sadece
asi ve kâfir olanlar için emredildi. Onlardan da kimse kalmadı. O emredildiği
kişiler için umumi, emredilmediği kişiler için hususidir. Aynı şekilde şu ayet:
“Onlara her şeyin kapısını açtık.” Her türlü rahatlığın kapısını. Onlara azap
kapılarını açmadı. Görmüyor musun şu ayeti? “Kendilerine verilen şeylerle
şımardıklarında” Bununla onlara verilenlerin kapısına delalet eder. Onlara
verilmeyenlerin kapısına değil. Bütün bunlar ayetten anlaşılıyor. Bunların
hepsini Allah murat etti. Bütün bunlar Allah’ın kendisine izafe ettiği şeylerdir.
Mu’tezilî şöyle sordu: Kulun fiilinin mahlûk olduğunu iddia ettin. Bu, o
zaman kul yaptığında Allah yaptı, kul terk ettiğinde Allah terk etti demek
değil midir? Yani Allah mecburdur!75
Ona denir ki, sen yanıldın. Zarureti yerinde kullanmadın. Muztar size ve
bize göre hakikatte kendi fiili olmayan demek değil midir? Nasıl kul yaptığında Allah da yapmak zorundadır, dersin? Bunları anlasaydın seni ilzam
edecek bu soruyu sormazdın. Allah eşyayı yarattı ve onun üzerinde dilediği
gibi hükmetti. Onlardan bir kısmını bir sebebe binaen acele yaptı. Fiil asla
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
Enfâl 8/17.
Nahl 16/108.
Bakara 2/7.
En’âm 6/102.
En’âm 6/101.
Furkân 25/2.
Ahkâf 46/25; Sayfa 58.
En’âm 6/44.
Ahkâf 46/25.
Sayfa 59
146
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
bir failsiz olamaz. Aynı şekilde hareket varsa hareket eden de vardır. Kâinatta
bir isim almış her ne varsa yaratıcısı Allah’tır. Hiçbir şey O’nun yaratmasının
dışında kalamaz, kendi kendine kaim olamaz. Fiildeki teklik ve ortaklık meselesi geçti. Tekrar etmenin bir faydası yoktur.
Sonra onlara şunu soruyoruz: Bütün hayvanların yavrularından haber
verin. Bunların dünyaya gelmesi için bir erkek ve dişi mi olmalı? Dişi ve erkek bir yavrularını olması için bir araya gelmeleri gerekir. Aynı şekilde yer
ve bitkiler ancak su ile hayat bulur. Hayvanlar da ancak yiyip içerek hayatta
kalırlar.76
İnsan da şayet gıdalar ile ayakta durabiliyorsa mutlaka Allah ona yardım
etmelidir. Aksi takdirde yaşayamaz. Aynı şekilde her şey bir sebep ile kaimdir. Allah her şeyi ihtiyaç içinde yaratmıştır. Onlar Allah’tan müstağni değillerdir. Varlık ancak Allah ile varlığını sürdürebilir. Böylece onları sıkıntısız,
tasasız bir âleme götürsün ve onlara kudretini ve Rab olduğunu göstersin.77
Sonuç
Hz. Peygamber kendi döneminde ibadet ve ahlak ile ilgili konulara yer
verdiği gibi itikadî konularda da ashabını bilgilendirmiştir. Ne var ki Hz. Peygamber bu konuları dinî ve siyasî bir problem olarak değil; ashabının imanını
ve bilgisini artırmak için gündemine almıştır. Bazen Kur’an ayetleri bazen
hadisler bazen de eski dinlere ait bilgiler Hz. Peygamber’in kaderle ilgili açıklama yapmasını zorunlu kılmıştır. İnsanın eylemlerinde hür olup olmadığı
sahabenin de zihnini meşgul etmiştir. Ancak Hz. Peygamber’in sahabesini
kaderle ilgili konularla meşgul olmaktan men ettiği rivayet edilmektedir. Kaderle ilgili bazı hadislerin sıhhati üzerinde tartışmaların olması bu hadislerin toplum üzerindeki etkisini azaltmamıştır. Dolayısı ile Mu’tezilî bilginler
Kaderiyye ile alakalı olduğu söylenen sözde hadislerin muhatabı olmaktan
kaçınmışlardır.
İbâdiyye’nin Mu’tezile ile olan münakaşalarında kulların fiillerinin yaratılması meselesi önemli yer tutar. Başlangıçta Emeviler’in iktidarlarını güven
altına almak için ortaya atıldığı söylenen bu meselede İbâdiyye’nin Mu’tezilî
görüşlere destek vermemesi İbâdiyye’nin dini ve siyasi görüşlerini inşa ederken pragmatik davranmadığını göstermektedir. İbâdîler iktidardan destek
gören kaderci bir anlayışa rağbet göstermedikleri gibi kulların fiillerinin yaratılmasında ilahi iradeyi dışlayan Mu’tezilî yaklaşımı da benimsememişlerdir.
Onlar Eş’ari çizgiye yakın bir şekilde kesb anlayışına yönelmişlerdir.
76 Sayfa 60.
77 Sayfa 61.
Ebi Hazer Yağla b. Ziltâf el-Vesyânî’nin Mu’tezile Reddiyesi
147
Kaynakça
Kur’ân-ı Kerim.
Agbirî, İsmail b. Sâlih b. Hamdân, el-Medhâl ile’l-Fıkhi’l-İbâdî, Sib 2012.
Ammâr, Abdu’l-Kâfî, el-Mucez, II, Beyrut 1990.
Ammâra, Muhammed, el-Mu’tezile ve Müşkiletü’l- Hürriyeti’l- İnsâniyye, Kahire 1988.
Ateş, Orhan, Mu’tezile İbâdiyye Etkileşimi, İstanbul 2014.
--------, el-İbâdiyye min Masâdırihâ, Cezayir 2014
Aydınlı, Osman, İslam Mezhepleri Tarihi El Kitabı, ed. Hasan Onat, Sönmez Kutlu,
Ankara 2013.
--------, “İlk Mu’tezile’nin Özgür İrade Söylemi: Amr b. Ubeyd ve Kader Anlayışı”, Gazi
Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2002/2, cilt: I, sayı: 2, ss. 127146.
Bağdâdî, Ebû’l- Kâsım b. Sellâm b. Abdullah el-Herevî, Kitâbu’l-İmân ve’l-Meâlimuhu ve Sünenuhu ve İstikmâluhu ve Derecâtuhu, thk. M. Nasruddîn el-Bânî, yy.
200/1421, c. I.
Dercînî, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Saîd, kitâbu tabakâti’l-meşâyih bi’l-magrib, I, thk. İbrahim Tallay.
Ebû Bekr Cafer b. Muhammed b. Hasan b. el- Müstefâz el-Firyâbî, Kitâbu’l-kader, thk.
Abdullah b. Hamid el- Mansûr, yy. 1997.
Ebî Hazer Yağlâ b. Ziltâf, er-Red alâ cemîi’l-muhâlifîn, thk. Amr Halife en-Nâmî, yy, ty.
Eş’arî, Ebu’l-Hasan Ali b. İsmâîl, Makalâtu’l-islâmiyyîn, thk. Helmut Ritter Wiesbaden
1980.
el-Ezdî, Rebî’ b. Habîb, Müsned, Umân 1994.
İzkevî, Keşfu’l-Gumme, Umân 2012.
Halîfât, İvaz, Neş’etü’l-Hareketi’l- İbâdiyye, Amman (1987), London (2007).
Kâdî Abdülcebbâr, Fadlu’l-i’tizal ve Tabakâtü’l-Mu’tezile, thk. Fuad Seyyid, Tunus
1406/1986.
--------, Şerhu’l- usûli’l-hamse, trc. İlyas Çelebi, İstanbul 2003, c. I, II.
--------, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, thk. Abdulkerîm Osmân, Kahire 1990
Kubat, Mehmet, “Kadere Dair İki Risâle: (Abdülmelik b. Mervân’ın Hasan el-Basrî’ye
Gönderdiği Mektup ve Hasan el-Basrî’nin Abdülmelik b. Mervân’a Gönderdiği
(Cevabi) Mektup)”, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VIII (2008), Sa.1,
s, 351- 374.
İbn Murtazâ, Ahmed b. Yahyâ: Tabakâtü’l-Mu’tezile, thk. Susanna Diwald – Wilzer,
İstanbul 1991.
Muhammed b. Ca’fer, el-Câmi’u li İbn Ca’fer, , Uman ty.
Söylemez, M. Mahfuz, “İlk Harici Devlet: Rüstemiler (160-297/777-909), AÜİF. Dergisi, C. XXXVIII, Ankara 1998.
Subhî, Ahmet Mahmûd, Fi İlmi’l-Kelâmi’l-Mu’tezile, I-III, Beyrut1991.
Şahin, Hanefi, “İlk Dönem Kader Tartışmalarında Siyasetin Rolü”, Atatürk Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sa. 36, Erzurum 2011, s. 48-70.
Şemmâhî, Ahmed b. Said b. Abdulvahit, Kitâbu’s-Siyer, thk. Ahmed b. Said b. esSiyâbî, I, Maskat 1987.
Taberî, Ebu Cafer Muhammed Bin Cerir, Tarihü’l-Ümem ve’l-Mulük, thk. Muhammed
Ebu Fazl İbrahi), Beyrut 1386/1966.
Tebgurîn, İbn İsâ, Usulu’d-Din,(Akîdetü Tebgurîn),thk. Amr Halife En-Namî, yy ty.
Tensî, Ebû Abdullah, Târihu’d-devleti’l-edârise, Cezayir 1984.
Umerci, Ahmed Şevki İbrâhim, el-Mu’tezile fi’l- Bağdât ve Eseruhum fi Hayâti’l-Fikriyyetve’s- Siyasiyye, Kahire 2000.
Vercilânî, Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Ebî Bekr, Kitâbu’s-sîre ve ahbâru’l-eimme, thk. Abdurrahman Eyyûb, Tunus 1985.
İslâmî İlimler Dergisi, Yıl 10, Cilt 10, Sayı 1, Bahar 2015 (149/168)
İbâdî Fırak Lİteratüründe Şehrİstânî Etkİsİ
-Kalhâtî Örneği-*
Kadir Gömbeyaz**
ÖZ
İslam tarihi boyunca ortaya çıkan siyasî-itikâdî oluşumları/fırkaları ve
onların görüşlerini ele alan fırak edebiyatının şüphesiz en başarılı ve
en çok bilinen örneği Ebû’l-Feth eş-Şehristânî’nin (ö. 548/1153) el-Milel
ve’n-nihal isimli diğer dinleri de kapsayan eseridir. El-Milel yazılmasının
akabinde kısa bir süre içerisinde İslam coğrafyasının pek çok köşesine
ulaşmış ve özellikle nispeten tarafsız ve ilmî üslubu sebebiyle değişik fırka
mensupları tarafından dahi başvurulan temel bir kaynak olmuştur. Bunun örneklerinden biri Şehristânî’den kısa bir süre sonra yaşadığı anlaşılan Uman’ın Kalhât şehrinden İbâdî âlim Ebû Abdillâh el-Kalhâtî’nin (ö.
7./13. yy) el-Keşf ve’l-beyân adlı eseridir. Bu makale el-Keşf’in ikinci cildinin otuz sekiz ile ellinci bâbları arasında yer alan İslam fırkalarının tasnif edildiği bölüm üzerine odaklanarak Şehristânî’nin el-Milel’indeki fırka
tasnifi ile yapılan mukayeseler sonucu görülen çarpıcı benzerliklerden hareketle Kalhâtî üzerinde Şehristânî etkisinin mevcudiyetini iddia etmekte
ve bunu ispatlamaya çalışmaktadır. Bunun yanı sıra Şehristânî’den ciddi ölçüde yararlandığı anlaşılan Kalhâtî’nin niçin eserinin hiçbir yerinde
Şehristânî’den veya el-Milel’den bahsetmediği sorusuna da birtakım öneriler sunmaktadır. Son olarak Kalhâtî’nin tasnifinin Şehristânî’nin tasnifinden nerelerde ve hangi bakımdan farklılaştığını tespit etmek suretiyle
Kalhâtî’nin tasnifinin kendine özgü niteliklerini başlıklar halinde ortaya
koymaya çalışmaktadır.
Anahtar Kelimeler: İbâdîlik, Kalhâtî, Şehristânî, Uman, Fırak Edebiyatı
THE INFLUENCE OF AL-SHAHRASTÂNÎ ON IBÂDÎ HERESIOGRAPHY
-The Case of al-QalhâtîAbstract
The most successful and well-known example of Islamic heresiography,
that examines political-theological sects/firaq throughout Islamic history
and their views, is al-Milal wa-l-nihal, that includes also other religions, by
Abû l-Fath al-Shahrastânî (d. 548/1153). Copies of al-Milal reached various regions of Islamic world in a short time just after it had been written
and became a major source of reference in its area even by authors with
different sectarian identities, particularly due to its relatively neutral approach and scientific method. The influence of al-Milal could be apparently
*
Bu makale 16-18 Haziran 2014 tarihlerinde İngiltere/Cambridge’de düzenlenen Today’s
Perspectives on Ibadi History and the Historical Sources başlıklı uluslararası sempozyumda
sunulan ve sempozyum bildirilerinin yer alacağı kitapta yayımlanacak olan “Sources and
Characteristics of al-Qalhâtî’s Heresiological Classification in His al-Kashf wa-l-bayân” başlıklı İngilizce bildiri metninin odağında ve kurgusunda değişiklik yapılmak suretiyle birtakım
ilave ve düzenlemeleri içeren ve dergi hakemlerinin katkı, görüş ve eleştirileriyle geliştirilen
Türkçe hâlidir.
** Araş. Gör., Uludağ Üniv. İlahiyat Fak. İslam Mezhepleri Tarihi ABD, [email protected].
tr
150
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
seen in al-Kashf wa-l-bayân by an Ibâdî scholar, Abû ‘Abd Allâh al-Qalhâtî
(d. 7th/13th century) who lived in Qalhât, a southern coastal city of Oman,
just less than a century after al-Shahrastânî. This paper focuses on the
parts between the thirty-eighth and fiftieth chapters of the second volume
of al-Kashf regarding Islamic sects and makes comparisons with al-Milal
and, as a result, claims the existence of al-Shahrastânî’s influence on
al-Qalhâtî and tries to prove it based on striking similarities between two
texts. On the other it offers suggestions about the reasons why al-Qalhâtî
mentioned neither al-Shahrastânî nor al-Milal anywhere in his al-Kashf
even if he seemingly widely utilized al-Milal. Finally it attempts to describe
the characteristics of al-Qalhâtî’s heresiological classification by pointing
out where and how it differs from al-Shahrastânî’s.
Key Words: Ibâdism, al-Qalhâtî, al-Shahrastânî, Oman, Islamic Heresiography
Makalenin Dergiye Ulaştığı Tarih: 30.09.2014; Hakem ve Yayın Kurulu Değerlendirmesinden Geçen
Makalenin Yayına Kabul Edildiği Tarih: 10.12.2014
GİRİŞ
İslam tarihi boyunca ortaya çıkan itikâdî fırkaları ele alıp onları çeşitli biçimlerde tasnife tabi tutmak, Müslüman âlimlerin erken dönemlerden
itibaren ilgi duydukları bir uğraş olagelmiştir. Bu uğraşın görünürdeki temel amacı İslam’dan sudûr eden fırkaları nesnel bir şekilde tespit etmek
olsa da çoğu zaman diğer fırkaları eleştirmekve yanlışlıklarını ortaya koymak
suretiyle müellifin mensup olduğu fırkanın doğruluğunuispat etmekolmuştur. Bunu yaparken müelliflerçeşitli fırka tasnif modelleri geliştirmişlerdir.
Genel olarak “Makâlât Geleneği”, “Fırak Edebiyatı”, “Milel-Nihal Literatürü”
gibi isimlerle anılabilecek bu yazın faaliyetinin1 en meşhur örneği şüphesiz
Ebû’l-Feth Muhammed b. Abdilkerîm eş-Şehristânî’nin (ö. 548/1153)el-Milel
ve’n-nihal adlı eseridir. İsminden anlaşılacağı üzere yalnızca İslam mezheplerini değil, diğer din ve inanç sistemlerini de ele alan ve özellikle nispeten
tarafsız ve ilmî üslubu2 ile göze çarpan bu eser, yazıldıktan sonra kısa bir
süre içerisinde İslam coğrafyasının pek çok köşesine ulaşarak tanınmış,3 yal1
2
3
Josef van Ess İslam’ın ilk asrından miladî on dokuzuncu asra kadar olan süreçteki fırak
edebiyatını detaylı bir şekilde incelemiştir; bkz. Der Eine und das Andere: Beobachtungen an
islamischen häresiographischen Texten, C. I-II, Berlin - New York 2010.
Nitekim Şehristânî, el-Milel’deki metodolojisini “her fırkanın görüşünü sahîhini fâsidinden,
doğrusunu yanlışından ayırmaksızın, onların lehinde bir taassup göstermeden veya aleyhlerine bir müdâhalede bulunmadan kitaplarında bulduğum şekliyle aktarmayı kendime bir
şart olarak koşuyorum” ifadeleriyle ortaya koyar; bkz. Ebû’l-Feth Muhammed b. Abdilkerîm
eş-Şehristânî,el-Milel ve’n-nihal, thk. Emîr Alî Mehnâ - Alî Hasan Fa‘ûr, Beyrut 1996, I, 22.
Şehristânî’den yaklaşık yarım asır sonra yaşamış olan Fahreddîn er-Râzî’nin (ö. 606/1210)
Maveraünnehr ve Hint bölgesindeki seyahatleri sırasında yaptığı tartışmaları aktardığı
el-Münâzarât adlı eserinde anlattığı bir hadise el-Milel ve’n-nihal’in nüshalarının Maveraünnehr bölgesine ulaştığını ve eserin dikkate değer bir şöhrete kavuştuğunu göstermektedir;
bkz. Ebû Abdillâh Fahruddîn Muhammed b. Ziyâiddîn Ömer er-Râzî, Münâzarâtu Fahriddîn
er-Râzî fî bilâdi Mâverâinnehr, thk. Fethullah Huleyf, Beyrut 1966, s. 39;Türkçe çevirisi:“Fahrettin er-Râzî’nin Tartışmaları II”, çev. Ömer Ali Yıldırım, Şırnak Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, C. 5, Sa. 9, Şırnak 2014, s. 120.
İbâdî Fırak Literatüründe Şehristânî Etkisi
151
nızca Eş‘arî müellifler üzerinde değil farklı fırkalara mensup fırak müellifleri
üzerinde de etkide bulunmuştur.Bu makale çerçevesinde ortaya koymaya
çalışacağımız üzere, Şehristânî’nin el-Milel’inin ulaştığı coğrafyalardan biri
Uman bölgesi olup oradaki etkisinin bâriz bir şekilde görüldüğü eser, her
ne kadar Şehristânî’nin ismi veya el-Milel’i hiçbir yerde zikredilmemiş olsa
da,Uman İbâdîlerinden Kalhât(
) şehrine nispetle Kalhâtî olarak anılan
Ebû Abdillâh4 Muhammed b. Sa‘îd el-Kalhâtî el-Umânî el-Ezdî’nin el-Keşf
ve’l-beyân’ıdır.5 Her biri ellibâb ihtiva eden iki ana ciltten meydana gelen eserin6 ilk cildi ihtilaflı itikâdî meseleleri ele alan konu merkezli bir kelâm eseri
niteliğindedir. Yazar konuları ele alırken bir taraftan“Ehlü’l-istikâme” diye
4
5
6
Bazı müellifler Kalhâtî’yi Ebû Abdillâh olarak değil, Ebû Sa‘îd şeklinde künyelendirir; örnek
olarak bkz. Charles Rieu, Supplement to the Catalogue of the Arabic Manuscripts in the British Museum, London 1894, s. 122; Carl Brockelmann, Geschichte der Arabischen litteratur:
zweiter supplementband (GAL S), Leiden 1938, II, 568; Muhammad A. Kafafi (=Kefâfî), “The
Rise of Khârijism according to Abû Sa‘îd Muhammad b. Sa‘îd al-Azdî al-Qalhâtî”, Mecelletü
Külliyeti’l-Âdâb/Bulletin of the Faculty of Arts, C. 14, Kahire 1952, s. 29-48; Türkçe çevirisi:
“Abû Sa‘îd Muhammad b.Sa‘îd al-Azdi al-Kalhâtî’ye Göre Hâriciliğin Doğuşu”, çev. Ethem
Ruhi Fığlalı,Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, C. 18, Ankara 1980, s. 177-191.
Onların bu kanaatinin gerisinde Kalhâtî’nin isminin yazma nüshada zikredilmemiş olması ve
Kalhâtî ile eseri el-Keşf’ten bahsedenCümeyyil b. Hamîs es-Sa‘dî’nin Kâmûsu’ş-şerî’a’sında
Kalhâtî’nin künyesinin Ebû Sa‘îd olarak verilmesi yatmaktadır. Ancak Kalhâtî’nin el-Keşf’inin nâşiri Seyyide İsmail Kâşif, Kefâfî’ye referansla Kalhâtî’nin Ebû Sa‘îd şekilde künyelendirilmesinin hatalı olduğunu, doğrusunun Ebû Abdillâh olması gerektiğini belirtir; bkz.
Seyyide İsmail Kâşif, “Mukaddime”, Kalhâtî’nin el-Keşf ve’l-beyân’ı içinde, I, 7. Aynı yargı
Wilkinson tarafından da vurgulanmıştır; bkz. John C. Wilkinson,Ibadism: Origins and Early
Development in Oman, Oxford 2010,s. 407.
Eser, Seyyide İsmail Kâşif tarafından Londra British Museum 2606 numarada yer alan yazma
nüshaya dayanılarak tahkik edilmiş ve 1980 yılında Uman Sultanlığı tarafından (Saltanatu
Umân Vizâretü’t-Türâsi’l-Kavmî ve’s-Sekâfe) iki cilt halinde basılmıştır. Eserin kısmî neşirleri
de Tunus’ta Muhammed b. Abdilcelîl tarafından biri Seyyide İsmail’in neşrinden önce (“Hilâfetü Osmân ve Alî min kitâbi’l-Keşf ve’l-beyân”, Havliyyâtü’l-Câmi‘ati’t-Tûnusiyye, C. 11, Tunus 1974, s. 179-238), diğeri ise aynı yıl (“İ‘tikâdâtu’l-Mu‘tezile ve’l-Kaderiyye ve’s-Sıfâtiyye
ve’l-Haşviyye ve Fırakuhâ min kitâbi’l-Keşf ve’l-beyân”, Havliyyâtü’l-Câmi‘ati’t-Tûnusiyye, C.
18, Tunus 1980, s. 89-214) yapılmıştır. İlginç olan nokta ne Seyyide İsmail’in ne de Muhammed b. Abdilcelîl’in birbirlerinin neşirlerinden haberdar olmamalarıdır. Zira Seyyide İsmail,
el-Keşf’in British Museum’daki nüshasının eserin elimize ulaşan tek nüshası olduğunu belirtirken (“Mukaddime”,I, 6), Muhammed b. Abdilcelîl 1975 yazında Cezayir’in Beni Isguen
şehrindeki el-Kutb Kütüphanesi 747 numarada bir başka nüshaya rastladığını ve 1980 yılındaki neşrini bu iki nüshadan hareketle ancak British nüshasını ana nüsha olarak almak
suretiyle neşrettiğini zikreder (s. 97). Hatta eserin Dımaşk’taki el-Mektebetü’z-Zâhiriyye’de
de bir başka nüshasının olduğunu öğrenmiş, ancak nüshaya ulaşamamıştır (a.y). Öte yandan Muhammed b. Abdilcelîl’in 1980 yılında bir makale içerisinde neşrettiği el-Keşf’inİslam
fırkaları ile alakalı bölümünüel-Fıraku’l-İslâmiyye min hılâli’l-Keşf ve’l-beyân adıyla 1984’de
kitap olarak neşretmesi (maalesef bu neşre ulaşamadık) ve bu neşrine referansta bulunmak
suretiyle 1988 senesinde Kalhâtî’nin diğer fırkaları ele alış biçimini incelediği makalesinde
Kalhâtî’yi Ebû Sa‘îd künyesi ile hicrî on birinci yüzyıl âlimlerinden biri olarak zikretmesi (bkz.
“Minhâcü’l-Kalhâtî fî’r-redd alâ husûmihî min hılâli mâ tubi‘a min kitâbi’l-Keşf ve’l-beyân”,
Havliyyâtü’l-Câmi‘ati’t-Tûnusiyye, C. 27, Tunus 1988, s. 167) Seyyide İsmail’in 1980 yılındaki neşrinden habersiz olduğunu göstermektedir. Bu hususta özellikle Seyyide İsmail’in
neşrinin sınırlı sayıda kütüphaneye dağılmış olması etkili olsa gerektir. Ayrıca iki müellifin
Kalhâtî’ye yaklaşım biçimindeki farklılık da kısmen rol oynamış olabilir. Zira Seyyide İsmail
mezhepdaşı bir müellifin eserini neşrederken, Muhammed b. Abdilcelîl Kalhâtî’ye sert eleştiriler yöneltmektedir.
Nitekim müellifin bizzat kendisi eserini her iki ciltte elli bâb olacak şekilde tanzim ettiğini
belirtir; bkz. Kalhâtî, el-Keşf ve’l-beyân, thk. Seyyide İsmail Kâşif, Maskat 1980, I, 28.
152
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
isimlendirdiği doğru yoldaki fırkanın (=Vehbiyye/İbâdıyye)7 görüşlerinin doğruluğunuispatlamaya çalışırken diğer taraftan da diğer fırkaların muhalif görüşlerini reddeder. Eserin ikinci cildi yaratılıştan ve Hz. Âdem’den başlayan
bir “genel tarih” formatında olup yirmi beşincibâbından itibaren diğer dinleri
ve İslam fırkalarını ele alan “milel-nihal” türü bir eser kimliğine bürünür.8
Yazarın sistematiği içerisinde İslam fırkaları kendilerine tarihsel anlatının
doğal bir sonucu olarak yer bulurlar.
Bu çalışma el-Keşf ve’l-beyân adlı eserin ikinci cildinin otuz sekiz ile ellincibâbları arasında yer alan İslam fırkalarına dair tasnife odaklanmakta9 ve
Şehristânî’nin el-Milel ve’n-nihal’deki tasnifi ile mukayeseler yapıpŞehristânî
etkisinin mevcudiyeti iddiasında bulunarak bu etkiyi gözler önüne sermeyi
amaçlamaktadır. Bunun yanı sıra Kalhâtî’nin tasnifinin Şehristânî’nin tasnifinden nerelerde ve hangi bakımdan farklılaştığını tespit etmek suretiyle Kalhâtî’nin tasnifinin kendine özgü niteliklerini de ortaya koymaya çalışmaktadır.
1. KALHÂTÎ’NİN EL-KEŞF VE’L-BEYÂN’DAKİ FIRKA TASNİFİNDE
ŞEHRİSTÂNÎ ETKİSİ
Kalhâtî’nin el-Keşf ve’l-beyân adlı eserinde gerçekleştirdiği fırka tasnifindeki Şehristânî etkisini ortaya koymadan önce Kalhâtî’nin ne zaman yaşadığı, dolayısıyla el-Keşf ve’l-beyân’ı ne zaman kaleme aldığı sorusunun cevaplanması önem arz etmektedir. Zira el-Keşf ve’l-beyân’ın yazma nüshasının
keşfedilmesi ile Kalhâtî’nin ne zaman yaşadığına dair birtakım tezler öne
sürülmüş, hatta bazı araştırmacılar Şehristânî’den daha önceki bir zaman
diliminde yaşadığını ve dolayısıyla Kalhâtî’nin Şehristânî’den değil, Şehristânî’nin Kalhâtî’den yararlandığını iddia etmiştir.
Kalhâtî’nin el-Keşf ve’l-beyân adlı eserini tahkik eden Seyyide İsmail Kâşif, el-Keşf’in ilk cildinin otuz yedincibâbında zikredilen “İmâm Sa‘îd b. Abdillâh bu konuda benimle münâzara etti” şeklindeki ifadede (II, 318) ismi geçen İmâm Sa‘îd b. Abdillâh (b. Muhammed b. Mahbûb)’un 320 [932] yılında
kendisine beyat edilen ve 328 [939] yılında da şehit edilen bir kişi olduğunu
7
8
9
Kalhâtî’ye göre, Alî b. Ebî Tâlib’ten sonra kendisine tâbi olunan ilk imam Abdullâh b. Vehb
er-Râsıbî el-Ezdî’ye nispet edilen Vehbiyye ile Abdullâh b. İbâd’a uyan İbâdıyye tek bir fırka
olup ‘hak fırka’yı temsil etmektedirler; bkz. Kalhâtî, el-Keşf ve’l-beyân, II, 423. Kalhâtî’nin
bu ifadesine ve kabulüne binâen biz de çalışma boyunca fırkayı Vehbiyye/İbâdıyye şeklinde
göstermeyi tercih ediyoruz.
Müellif dinleri ve İslam fırkalarını ele almaya başladığı yirmi beşinci bâba ilginç bir şekilde
sanki yeni bir esermiş gibi hamdele ve salvele ile başlar. Ancak bu durum, söz konusubölümün müstakil bir eser olup daha sonra ana esere ilave edildiği anlamına gelmez. Zira müellif
eserinin henüz başında eserin ikinci cildinde fırkalardan ve dinlerden bahsedeceğini belirtmiştir; bkz. Kalhâtî, el-Keşf ve’l-beyân, I, 27;ayrıca I, 373.
Kalhâtî’nin el-Keşf’in ikinci cildinin yirmi altı ile otuz yedinci bâbları arasında diğer dinlere
dair yaptığı tasnif ve verdiği malumattaki Şehristânî etkisi de bâriz bir şekilde görünmektedir. Ancak makalenin kapsamını İslam fırkaları ile sınırlı tuttuğumuz için diğer dinler noktasında iki kaynak arasındaki ilişkiyi burada söz konusu etmeyeceğiz.
İbâdî Fırak Literatüründe Şehristânî Etkisi
153
belirterek Kalhâtî’nin4./10. asrın başlarında yaşadığı sonucuna ulaşmıştır.10
Michael Cook da Kalhâtî’yi kesin olmamakla birlikte beşinci yüzyıla yerleştirmiştir.11 Cook’un bu kanaatini Lewinstein, Cook’un etkisinin açık bir şekilde
görüldüğü doktora tezinde paylaşmıştır.12 Brockelmann ise, Kalhâtî’nin vefat
tarihini “1070/1659”dan önce” şeklinde belirleyerek geniş bir zaman dilimini
kapsayan bir tarihlendirmede bulunmaktadır.13 Onun bu kanaatinin gerisinde Kalhâtî’den ismen bahsedilen en erken kaynağın Cümeyyil b. Hamîs
es-Sa‘dî’nin Kâmûsu’ş-şerî’a’sı olduğuna dair tespiti ve bu eserin hicrî 10591079 tarihlerinde hüküm süren İmâm Sultân b. Seyf b. Mâlik zamanında
yazıldığını kabul etmesi yatmaktadır.14
John Wilkinson ise, el-Keşf’i erken dönem 7./13. yüzyıl çalışması olarak
görerek15 Kalhâtî’yi 6./12. yüzyılın sonları ile 7./13. yüzyılın başlarına yerleştirmiştir. Wilkinson’ın iddiasına delil teşkil eden hususların en önemlilerinden biri,6./12. yüzyıldan 7./13. yüzyıla dönülen yıllarda bir Doğu Afrika
şehri olan Kilve’de yaşanılan ve Kalhâtî’nin de bir şekilde bizzat müdâhil
olduğu birtakım olaylardan bahseden el-Makâmetü’l-Kilviyye adlı Kalhâtî’ye
ait bir başka eserin keşfidir.16 Kalhâtî, Irak’ın güneyinden gelen Ebû Alyân17
isminde bir şahsın Kilve şehrinin İbâdîolan halkından pek çok kişiyi aşırı bir Şîî fırkasına döndürmesi sonucu onları tekrar İbâdîliğe döndürmek
üzere Uman’dan Ebû Abdillâh Muhammed b. Ömer el-Beşrî el-Menhî isimli
birinin gönderildiği ve bu kişinin faaliyetlerinde başarılı olarak ora halkının
tekrar İbâdîliğe dönmesini sağladığına dair haberlerin kendisine ulaşması
üzerine el-Makâmetü’l-Kilviyye isimli eserini kaleme almış ve bu yaşananları soru-cevap kurgusu içerisinde secili nesir formunda aktarmıştır.18 Buna
10 Kâşif, “Mukaddime”, I, 8. Muhammed b. Abdilcelîl, Sa‘îd b. Abdillâh’a dair bir hâl tercemesine ulaşamadığını belirtir; bkz. “İ‘tikâdâtu’l-Mu‘tezile ve’l-Kaderiyye …”, s. 112, dn. 50.
11 Michael Cook, Early Muslim Dogma, Cambridge 1981, s. 234.
12 Keith Lewinstein, Studies in Islamic Heresiography: The Khawarij in Two Firaq Traditions,
Basılmamış Doktora Tezi, Princeton University, Princeton 1989, s. 29.
13 Brockelmann, GAL S, II, 568.
14 Brockelmann’ın dayandığı ve daha önce Rieu tarafından Badger’in eserine referansla kullanılan bu bilgi (bkz. Rieu, Supplement to the Catalogue of the Arabic Manuscripts in the British
Museum, s. 122) yanlıştır. Wilkinson, Muhammed b. Yûsuf Ettafeyyiş’e takdim ettiği Kâmûsu’ş-şerî‘a’nın bir yazma nüshasında kaydedilmiş bir ibareye göre eserin hicrî 1059-1079 tarihleri arasında değil,1260-1280 (1844-1863) yılları arasında 20 yıllık bir zaman zarfında yazıldığını belirtmektedir; bkz. Wilkinson, The Imamate Tradition of Oman, Cambridge 1987, s. 353.
15 Wilkinson, “The Early Development of the Ibâdî Movement in Başra”,Studies on the First Century of Islamic Societyiçinde, ed. G.H.A. Juynboll, Carbondale - Edwardsville 1982, s. 242, dn. 8.
16 Wilkinson, “Oman and East Africa: New Light on Early Kilwan History from the Omani Source”,
The International Journal of African Historical Studies, C. 14, Sa. 2, Boston 1981, s. 273 vd.
Wilkinson’ın yalnızca “The Early Development of the Ibadi Movement in Basra” başlıklı çalışması dışında başka bir yayınından yararlanmadığı anlaşılan Lewinstein, Wilkinson’ın el-Keşf
ve’l-beyân’ı 7./13. yüzyıla ait bir çalışma olarak görmesini ‘kendisi için açık olmayan birtakım
gerekçelere dayandırdığını’ söyler; bkz. Lewinstein, Studies in Islamic Heresiography,s. 29.
17 Wilkinson bu ismi Ebû Aliyân olarak kaydederken (Wilkinson, “Oman and East Africa”, s. 274275), van Ess ise Ebû Alyân şeklinde düzeltir (van Ess, Der Eine und das Andere, II, 963).
18 Kalhâtî’den yaklaşık bir asır sonra İbnü’n-Nazr (ö. ykl. 690/1290) el-Makâmetü’l-Kilviyye
üzerine bir şerh kaleme almıştır; bkz. Wilkinson, “Oman and East Africa”, 273; van Ess, Der
Eine und das Andere, II, 962.
154
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
göre Kalhâtî 6./12. yüzyılın sonları ile 7./13. yüzyılın başlarında yaşamış
olmalıdır.19
Josef van Ess de el-Keşf ve’l-beyân’ın metninden hareketle Wilkinson’un
kanaatini pekiştiren deliller sunmaktadır. Örneğin el-Keşf’dereferansta bulunulan ve alıntı yapılan Kitâbu’l-ekille adlı eser 513/1119 tarihinde vefat
etmiş olan Nicâd b. Mûsâ isimli bir âlime aittir.20
Kalhâtî’nin yaşadığı dönemle alakalı olarak Wilkinson’un özellikle
el-Makâmetü’l-Kilviyye üzerinden gerçekleştirdiği ikna edici delillendirme ile
Kalhâtî’nin 6./12. yüzyılın sonları ile 7./13. yüzyılın başlarında yaşamış bir
âlim olduğu kanaati yaygın bir kabul görmüştür. Buna göre Kalhâtî’nin fırka
tasnifinin kaynaklarının hicrî ilk altı asırda aranması gerekecektir.
Kalhâtî’nin fırka tasnifindeki en önemli kaynağı ilerleyen satırlarda tablolarla ispatlanmaya çalışılacağı üzere çoğu zaman Sünnî-Eş‘arî kimliği ile
tanınan21 fırak edebiyatının en meşhur ve parlak ismi Ebû’l-Feth Muhammed
b. Abdilkerîm eş-Şehristânî’ninel-Milel ve’n-nihal adlı eseridir. Kalhâtî’nin gerek İslam fırkalarından gerekse de diğer dinlerden ve onların mezheplerinden
19 Geriye el-Keşf ve’l-beyân’ın muhakkiki Seyyide İsmail’in Kalhâtî’nin 4./10. yüzyılda yaşadığı
kanaatini dayandırdığı el-Keşf’te geçen ifadenin ne anlama geldiği sorusu kalmaktadır. Muhtemelen Kalhâtî 328/939 vefatlı İmâm Sa‘îd b. Abdillâh ile tartışan üçüncü bir şahsın “bu konuda benimle münâzara etti” şeklindeki ifadesini aynen alıntılamış, bu ibarenin sanki bizzat
Kalhâtî’nin ifadesi gibi görünmesinden hareketle Seyyide İsmail de bu kanaate varmıştır.
Kalhâtî’nin yaşadığı dönem ile alakalı bir başka kafa karıştırıcı durum “hak fırka/el-fırkatü’l-muhikka”nın görüşlerinin ele alındığı el-Keşf’in ikinci cildinin son (ellinci) bâbında yer
alan Hz. Peygamber’den itibaren İbâdîliği ulaştıran üstat silsilesinin verildiği kısımda (“fî
ref‘ı’l-mezheb”, II, 478) bulunmaktadır. Bu silsile Kalhâtî’den yaklaşık iki asır öncesinde İbn
Bereke ve el-Bisyâvî’den başlayıp Hz. Peygamber’e dek uzanmakta, ancak Kalhâtî ile İbn
Bereke ve el-Bisyâvî arasındaki iki asırlık zaman diliminde herhangi bir kimse zikredilmemektedir. Bahsettiğimiz bu silsileyi ele alan Gaiser, bu durumu Kalhâtî’nin genel bir sürekliliğin varlığını ortaya koymak amacına matuf olarak yalnızca her nesilden birkaç örnek
verme ihtiyacı duyduğu şeklinde açıklamaktadır; bkz. Adam Gaiser, “Al-Qalhâtî’s al-Kashf
wa-l-bayân and the Construction of a Medieval lbâdî Identity”, Basılmamış bildiri, The MESA
Annual Meeting, Washington D.C. 1-4 December 2011. Bildirisini benimle paylaşan değerli
meslektaşım Adam Gaiser’a müteşekkirim.
20 Van Ess, Der Eine und das Andere, II, 970; krş. Kalhâtî, el-Keşf ve’l-beyân, I, 289.
21 Şehristânî, kendisinden sonraki dönemde genel olarak Eş‘arî bir âlim olarak tanınmış
olsa da özellikle ömrünün âhir döneminde kaleme aldığı tefsiri Mefâtîhu’l-esrâr ve mesâbîhu’l-ebrâr’daki hâkim Şîî karakter sebebiyle aslında gizli bir İmâmî/Şîî olduğu veya daha
özel olarak İsmâîlî olduğu iddia edilmiştir. Şehristânî’nin özellikle söz konusu tefsiri üzerinden mezhebî kimliğini tespite yönelik bir çalışma için bkz. Mustafa Öztürk, “The Different
Stances of al-Shahrastânî -A Study of the Sectarian Identity of Abû l-Fath al-Shahrastânî in
relation to his Qur’ânic Commentary, Mafâtîh al-asrâr-”, Ilahiyat Studies, C. 1, Sa. 2, Bursa 2010, s. 195-239; Makalenin gözden geçirilmiş Türkçe versiyonu: “Mefâtîhu’l-Esrâr Adlı
Kur’an Tefsiri Bağlamında Ebü’l-Feth eş-Şehristânî’nin Mezhebî Kimliği Üzerine Bir İnceleme”, Çukurova Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, C. 12, Sa. 1, Adana 2012, s. 1-41.
Bir yandan Şehristânî’nin Şîî temayüllerini barındıran tefsiri ile bazı risalelerinin pek fazla bilinmemesi ve yaygınlık kazanmaması, öte yandan kelâma dair Nihâyetü’l-akdâm adlı
eserindeki belirgin Eş‘arî karakter sebebiyle Şehristânî hem sonraki Eş‘arîler hem de diğer
ulema tarafından Sünnî/Eş‘arî bir âlim olarak kabul edilmiştir. El-Milel’deki tarafsız üslubu
Eş‘arî kimliğini güçlendirmese de Şîî temayüllere sahip olduğunu ifşa edecek bir mahiyette
de değildir. Bu sebeple Kalhâtî, Şehristânî’yi Sünnî/Şâfi‘î-Eş‘arî bir müellif olarak tanımış
olmalıdır.
İbâdî Fırak Literatüründe Şehristânî Etkisi
155
bahsederken bâriz bir şekilde Şehristânî’den faydalandığı anlaşılmaktadır.
Ne Şehristânî’yi ne de el-Milel’i tek bir yerde bile ismen anmasa da Kalhâtî’nin
Şehristânî’nin el-Milel’ini esas aldığı ve malzemesini bu eserden hareketle
oluşturduğu iki eser arasında yapılacak basit bir mukayese sonucunda açıkça ortaya çıkacaktır. Pek çok yerde Şehristânî’nin ifadelerini neredeyse aynıyla veren Kalhâtî’nin bazen Şehristânî’nin ortaya koyduğu malzemede eksiltmeler, özetlemeler veya seçmeler yaptığı görülmektedir. El-Milel ile taşıdığı
büyük benzerliğin farkında olan Rieu, Kalhâtî’nin eserini “bir dereceye kadar Şehristânî’nin eserinden yapılmış bir muhtasar”22 olarak nitelemektedir.
Ancak Kalhâtî, Şehristânî’den farklı olarak bazen fırkalara cevap vermekte,
görüşlerini reddetmekte ve ilgili konuda hak fırka olan Ehlü’l-istikâme’nin
(=Vehbiyye/İbâdıyye) görüşünü zikretmektedir.
Kalhâtî’yi 5./11. asırda yaşamış bir kişi olarak kabul eden Lewinstein ise,
Şehristânî’nin Kalhâtî’nin kaynaklarından biri olduğunu değil tam aksine
Kalhâtî’nin Şehristânî’nin ismini zikretmediği kaynaklarından biri olduğunu
savunarak ve iki eser arasındaki benzerlikleri kendi tezini desteklemek üzere kullanarak ispatı daha zor olan bir işe girişmektedir.23 Halbuki iki metin
karşılaştırıldığında görülen birtakım yazım yanlışları ve yanlış aktarımların
hep Kalhâtî tarafından yapılıyor olması, onun Şehristânî’den yararlandığını, ancak özellikle fırka isimlerinde zaman zaman okuma yanlışları yaptığını
göstermektedir.24
Kalhâtî’nin İslam fırkalarını tasnif ederken Şehristânî’den yalnızca malzeme bakımından istifade etmediği biçim bakımından da önemli ölçüde yararlandığı görünmektedir. Tıpkı Şehristânî gibi ana İslam fırkalarını Mu‘tezile-Sıfâtiyye-Havâric-Şî‘a şeklinde dört adet olarak belirleyen ve tasnifin
merkezine “73 fırka hadisi”ni koyan ve bunun bir sonucu olarak fırkaları
73 rakamına denk gelecek şekilde sıralayan Kalhâtî, alt kolların tasnifinde Şehristânî’den farklı olarak birtakım tasarruflarda bulunmuştur. Bu tasarrufların bir kısmı Kalhâtî’nin mezhebî âidiyetinden yani İbâdî oluşundan
kaynaklanmakta veya diğer mezheplere yönelik İbâdî bakışı yansıtmaktadır.
Bu durum bâriz olarak Sıfâtiyye ana fırkasının alt kollarının tasnifinde ve bir
22 Rieu, Supplement to the Catalogue of the Arabic Manuscripts in the British Museum, s. 122.
23 Lewinstein Kalhâtî’nin 5./11. asır âlimlerinden olduğunun kabul edilmesiyle Rieu’nun tespitinin geçersiz olduğunu söylemektedir; bkz. Lewinstein,Studies in Islamic Heresiography,s. 29. Lewinstein’in el-Keşf ile el-Milel arasındaki benzerlikleri Şehristânî’nin Kalhâtî’den
yararlandığı tezini ispat sadedinde kullandığı yerler için bkz. s. 62,76,107, 114, 149, 150.
Lewinstein’ın Şehristânî’nin Kalhâtî’nin kaynağı olduğunu değil de Kalhâtî’nin Şehristânî’nin
kaynağı olduğu tezini savunması ispatı daha zor olanı tercih etmek demektir. Zira Uman
dışına çıkmamış ve eseri az sayıdaki İbâdî ulema dışında tanınmayan Kalhâtî’nin eserini
Şehristânî’nin nereden bulduğu ve kaynaklarını zikretme noktasında pek de cimri olmadığı
halde niçin Kalhâtî’yi bu denli yararlanmış olmasına rağmen bir kere bile zikretmediği cevabı
kolay verilebilecek bir soru değildir. Üstelik Şehristânî’nin el-Milel’i kısa sürede İslam coğrafyasının bir çok bölgesinde tanınır hâle gelmiş ve fırak sahasının en başarılı örneklerden biri
olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle Kalhâtî’nin Şehristânî’nin eserini elde etmesi ve ondan
yararlanması tam tersi iddiaya göre ispatı daha kolay bir şeydir.
24 Van Ess,Der Eine und das Andere, II, 961.
156
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
ölçüde de Havâric fırkalarının tasnifinde görünmektedir. Mu‘tezile ve Şî‘a fırkalarının tasnifinde ise Kalhâtî ve Şehristânî’nin eserleri arasında neredeyse
bir ayniyet söz konusudur.
Kalhâtî ile Şehristânî’nin tasniflerinin nerelerde uyuştuğu ve nerelerde
farklılaştığını aşağıdaki tablolar üzerinde daha net görebiliriz. Kalhâtî tıpkı
Şehristânî gibi İslam fırkalarını tasnif ederken ilk önce Mu‘tezile fırkasını
zikreder. Fırkayı Kaderiyye-Mu‘tezile şeklinde adlandıran Kalhâtî fırkanın alt
kollarında hem isim olarak hem de sıralama bakımından Şehristânî’yi aynıyla tekrar eder. Tek önemli farklılık Şehristânî’nin Mu‘tezile’nin on iki alt kolunu zikrettikten sonra ayrı bir ana fırka olarak zikrettiği Cebriyye’nin üç alt
kolunu, Kalhâtî’nin Mu‘tezile’nin alt kollarıymış gibi zikretmesi ve toplamda
Mu‘tezile’ye on beş alt kol nispet etmesidir. Şehristânî’nin Cebriyye altında
zikretmiş olduğu Cehmiyye-Neccâriyye ve Dırâriyye’nin Mu‘tezile altında zikredilmesi açık bir hatadır. Fakat Kalhâtî’nin bu hatayı başta belirlediği dört
ana fırka esasını ihlâl etmemek için yaptığı anlaşılmaktadır.
KALHÂTÎ
ŞEHRİSTÂNÎ
Kaderiyye & Mu‘tezile
Mu‘tezile
1.
Vâsıliyye
1.
Vâsıliyye
2.
Hüzeyliyye
2.
Hüzeyliyye
3.
Nazzâmiyye
3.
Nazzâmiyye
4.
Hâbitıyye
4.
Hâbitıyye & Hadsiyye
5.
Bişriyye
5.
Bişriyye
6.
Mu‘ammeriyye
6.
Mu‘ammeriyye
7.
Muzdâriyye
7.
Muzdâriyye
8.
Sümâmiyye
8.
Sümâmiyye
9.
[Hişâmiyye] (metinden düşmüş)
9.
Hişâmiyye
10. Câhızıyye
10. Câhızıyye
11. Hayyâtıyye & Ka‘biyye
11. Hayyâtıyye & Ka‘biyye
12. Cübbâ’iyye & Behşemiyye
12. Cübbâ’iyye & Behşemiyye
Cebriyye
13. Cehmiyye
1.
Cehmiyye
14. Neccâriyye
2.
Neccâriyye
15. Dırâriyye
3.
Dırâriyye
Kalhâtî’nin Kaderiyye-Mu‘tezile fırkalarına dair yaptığı tasnif onun Şehristânî’den ne denli etkilendiğinin en bâriz göstergelerinden biridir. El-Keşf”in elimizde mevcut olan baskısında Kalhâtî Mu‘tezile’nin on beş alt kolu
olduğunu söylemesine rağmen metinde on dört fırka geçmektedir. Buradan Kalhâtî’nin veya el-Keşf’in yazma nüshasını istinsah eden kişinin bir
fırkayı unuttuğu veya zaman içerisinde metinden düştüğü anlaşılmaktadır.
Şehristani’nin tasnifi ile yapılacak mukayese bu düşen fırkanın dokuzuncu
İbâdî Fırak Literatüründe Şehristânî Etkisi
157
sırada sayılan Hişâmiyye fırkası olduğunu ortaya koymaktadır. İlginç
bir durum olarak Umanlı İbâdî âlimlerden Sirhân b. Sa‘îd el-İzkevî 1728 yılında yazdığı veKalhâtî’nin el-Keşf’teki fırka tasnifini aynıyla tekrarladığıKeşfü’l-gummeti’l-câmi li ahbâri’l-ümme adlı eserinde25 Mu‘tezile’nin on beş alt
kolunu zikrederken tıpkı Kalhâtî gibi Hişâmiyye’yi unutmuştur. Bu durum
Hişâmiyye fırkasını bizzat Kalhâtî’nin unuttuğunu veya gözden kaçırdığını
veyahut da Hişâmiyye’nin eksik olduğu elimizdeki yazma nüshanın İzkevî
tarafından da kullanıldığını göstermektedir.
Kalhâtî, Kaderiyye-Mu‘tezile’den sonra Şehristânî’deki sıralamayı da takip
ederek Sıfâtiyye’yi zikreder. Bu bölüm Kalhâtî’nin Şehristânî’den bilinçli bir
şekilde ayrıştığı bir yerdir. Şehristânî, Sıfâtiyye başlığı altında Eş‘ariyye-Müşebbihe-Kerrâmiyye şeklinde yalnızca üç fırka zikretmiş iken Kalhâtî Sıfâtiyye’ye on beş alt kol nispet etmiştir. Bunu yaparken Hanefiyye-Şâfi‘ıyye-Mâlikiyye-Hanbeliyye gibi Sünnî fıkıh ekolleri tasnife dâhil edilmiş ve geniş bir
şekilde ele alınmıştır. Ancak Dâvûdiyye,Kehmesiyye,26 Âbidiyye, Sevriyye,
Rezîniyye, İshâkıyye, Vâhıdiyye ve Zâhiriyye fırkalarının sadece isimleri verilmiş haklarında herhangi bir şey söylenmemiştir. Bu fırkalardanÂbidiyye,
Sevriyye, Rezîniyye, İshâkıyye ve Vâhıdiyye’nin aslında Şehristânî’nin Kerrâmiyye’nin altı alt kolu olarak isimlerini saydığı fırkalar arasında olduğu
görülmektedir. Listede Dâvûdiyye ile Zâhiriyye’nin farklı fırkalar olarak zikredilmiş olması dikkat çekicidir. Zirahem Dâvûdiyye hem de Zâhiriyye Dâvûd
b. Alî ez-Zâhirî’ye nispetle birbiri yerine kullanılan isimlerdir. Buna göre Kalhâtî, Dâvûdiyye ile Zâhiriyye’nin aynı fırkaya tekabül ettiğini farkedememiştir.27 Ancak Muhammed b. Abdilcelîl’in dikkat çektiği üzere Dâvûdiyye, Şehristânî tarafından teşbihçiler arasında zikredilen Dâvûd el-Cevâribî’ye tâbi
olanları ifade edebilir.28 Nitekim Şehristânî Kehmes’in ismini verdiği bölümde
Dâvûd el-Cevâribî’yi de zikretmektedir.29 Buna göre Zâhiriyye de Dâvûd b. Alî
ez-Zâhirî’ye nispet edilen fırka olmuş olmaktadır. Hulasa genel itibariyleKalhâtî’nin Sıfâtiyye’nin alt kollarını on beşe tamamlama noktasında olağanüstü
25 İzkevî eserinin “73 Fırka Olan İslam Fırkalarının Zikri ve Onlardan Her Bir Fırkanın İtikadının Zikri” başlıklı yirmi sekizinci bâbında İslam fırkalarını dört fasl altında ele alır: bkz.
Sirhân b. Sa‘îd el-İzkevî, Keşfü’l-gummeti’l-câmi li-ahbâri’l-ümme, thk. Muhammed Habîb
Sâlih - Mahmûd b. Mübârek es-Selîmî?/es-Süleymî?, Maskat 2012, IV, 41-159. İzkevî’nin bu
eserinden beni haberdar eden değerli meslektaş hocam Orhan Ateş’e müteşekkirim.
26 Metinde Kehşemiyye şeklinde geçmektedir; bkz. Kalhâti, el-Keşf ve’l-beyân, II, 391. Bu fırkanın kendisine nispet edilmesi gereken “Kehmes”, Şehristânî tarafından Haşviyye içerisindeki
teşbihçiler (müşebbihetü’l-haşviyye) arasında zikredilmiştir; bk. Şehristânî, el-Milel ve’n-nihal, I, 120.Muhtemelen Kalhâtî veya el-Keşf’in yazma nüshasınınmüstensihi el-Milel’deki bu
kelimeyi Kehşem şeklinde yanlış okumuş olmalıdır.
27 Van Ess, Der Eine und das Andere, II, 967.
28 Muhammed b. Abdilcelîl ilginç bir şekilde el-Keşf’in İslam fırkaları ile alakalı bâblarını neşrettiğimakalesinin dirâse kısmında Kalhâtî’nin fırkayı önce Dâvûdiyye adıyla sekizinci, daha
sonra da Zâhiriyye adıyla on beşinci fırka olarak iki kez zikrettiğini belirtirken (bkz. “İ‘tikâdâtu’l-Mu‘tezile ve’l-Kaderiyye …”, s. 102), metin neşri yaptığı kısımda Dâvûdiyye’nin muhtemelen Dâvûd el-Cevâribî’ye nispet edilebileceğini söylemektedir; bkz. “İ‘tikâdâtu’l-Mu‘tezile
ve’l-Kaderiyye …”, s. 207, dn. 744.
29 Şehristânî, el-Milel ve’n-nihal, I, 120.
158
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
bir gayret sarfettiğive bu faaliyetinde en önemli kaynağınınyine Şehristânî
olduğu görülmektedir. Yani on beş alt kolu Şehristani’nin eserindeki çeşitli
yerlerden bulmak suretiyle oluşturmuştur.30 Kalhâtî’nin Sıfâtiyye’nin alt kollarını tasnif ederken göze çarpan en önemli özellik, genelde fırak eserlerinde
itikâdî fırkaların tasnifine dâhil edilmeyen fıkıh ekollerinin, ki Kalhâtî’nin
tasnifindekiler Sünnî fıkıh ekolleridir, geniş bir şekilde ele alınması ve yer yer
eleştirilmesidir.
KALHÂTÎ
ŞEHRİSTÂNÎ
Sıfâtiyye / Haşviyye
Sıfâtiyye
1.
Kerrâmiyye
1.
Eş‘ariyye
2.
Heysamiyye
2.
Müşebbihe
3.
Eş‘ariyye
3.
Kerrâmiyye
4.
Mâlikiyye
5.
Hanefiyye
6.
Hanbeliyye
7.
Şâfi‘ıyye
8.
Dâvûdiyye
9.
Kehmesiyye
10. Âbidiyye
11. Sevriyye
12. Rezîniyye
13. İshâkıyye
14. Vâhıdiyye
15. Zâhiriyye
Kalhâtî, Mu‘tezile ve Sıfâtiyye’den sonra Şehristânî ile uyumlu bir şekilde
Havâric fırkasını ele alır. Burası da Kalhâtî’nin yer yer farklılaştığı bir bölümdür. Havâric Hz. Ali’nin tahkime karar vermesi sonucunda ona karşı isyan
eden grubu ifade etmektedir. Bu haliyle, Kalhâtî’ye göre, Havâric hak fırkayı
temsil etmektedir. Ancak daha sonra durum değişir. Bu grubun içerisinde
Abdullâh b. Vehb er-Râsıbî’yi imam olarak tanıyan Vehbiyye fırkası veya Abdullâh b. İbâd’ı takip eden İbâdıyye fırkası -ki bunlar tek bir fırkadır- hak yol
üzere kalmaya devam ederken başta Nâfi b. el-Ezrak’a tâbi olan Ezrakıyye31
30 Nitekim Şehristânî’nin Kerrâmiyye’nin müstakil fırka olarak ele almaksızın alt kolları olarak
zikrettiği Âbidiyye, Tûmeniyye, Rezîniyye/Zerîniyye?, İshâkıyye, Vâhidiyye ve Heysamiyye ile
Haşviyye’nin müşebbihesi arasında zikrettiği Kehmes ve Dâvûd el-Cevâribî’ye nispetle Kehmesiyye ve Dâvûdiyye, yine itikâdî fırka listesine dahil etmeyip “Ehlü’l-furû” başlığı altında
zikrettiği Mâlik b. Enes’in ashabı, Muhammed b. İdris eş-Şâfi‘î’nin ashabı, Süfyân es-Sevrî’nin ashabı, Ahmed b. Hanbel’in ashabı ve Dâvûd b. Alî el-İsfehânî’nin ashabından oluşan
Ashâbu’l-hadîs ile Nu‘mân b. Sâbit’in ashabından oluşan Ashâbu’r-Re’y, Kalhâtî tarafından
Sıfâtiyye’nin alt kolları olarak zikredilmiştir.
31 Ezrakıyye “Ehlü’l-istikâme’nin itikâdına ilk muhalefet eden, Müslümanların âsâlarını ilk kıran ve cemaatlerini ilk bölen fırka” şeklinde tanımlanmıştır; bkz. Kalhâtî, el-Keşf ve’l-beyân,
II, 422, 423.
İbâdî Fırak Literatüründe Şehristânî Etkisi
159
olmak üzere diğer Hâricî fırkalar ana bünyeden ayrılmak suretiyle sapkınlığa
düşmüşlerdir. Yani müellifin “Hak fırka” veya “Ehlü’l-istikâme” olarak ifade
ettiği Vehbiyye/İbâdıyye fırkası, Hz. Ali’ye tahkim kararı sebebiyle isyan eden
Havâric içerisinden çıkmış olsa da Havâric’in diğer tüm fırkalarından farklı
bir yerde durmaktadır. Böylece müellif Vehbiyye/İbâdıyye’yi diğer tüm Hâricî fırkalardan ayrı tutmaya özen göstermektedir. Zira Vehbiyye hak fırkayı
ifade ederken diğerleri hadiste cehenneme gideceği belirtilen sapkın fırkalar
arasındadır. Hz. Ali’ye isyan eden grubun içerisinden çıkmaları bakımından
Havâric altında anılmak durumunda olsalar da Vehbiyye/İbâdıyye ile Havâric’in diğer fırkalarını mahiyet itibariyle ayrı değerlendirmek gerekecektir.32
Hatta müellifin bizzat kendisi bazen diğer tüm Hâricî fırkaları Havâric ismi
altında değerlendirir33 ve zaman zaman sert bir dil kullanır.
Havâric fırkası hak fırka olan Vehbiyye/İbâdıyye dışında tıpkı Mu‘tezile ve
Sıfâtiyye gibi on beş alt koldan müteşekkildir. Yazarın Havâric’de de alt kol sayısını on beşte tutma gayreti içerisinde olması dikkat çekicidir. Kalhâtî’nin on
beş alt kolu belirlerken ve onların görüşlerini verirken yer yer Şehristânî’den
yararlandığı açıktır. Ancak özellikle bu kısımda Şehristânî’den başka kaynaklarının da olduğu anlaşılmaktadır. Fakat müellif bu kaynaklarından da
açıkça bahsetmemektedir. Bu noktada müellifin Umanlı İbâdîmüelliflerin
eserlerinden istifade ettiği düşünülebilir. Nitekim eserin başka bölümlerinde
Seleme b. Müslim el-Avtebî’nin (5./11.yy) Kitâbu’z-ziyâ, Nicâd b. Mûsâ’nın
(ö. 513/1119) Kitâbu’l-ekille, Ebû’l-Mü’sir [es-Salt b. Hamîs el-Harûsî]’nin
(3./9. yy) Sîre’si gibi bazı Umanlı İbâdî kaynakları açıkça zikretmektedir. Kalhâtî’nin Havâric hakkındaki bilgisini derlerken bu veya ismini zikretmediği
müelliflerden yararlandığı düşünülebilir.34 Nitekim İbâdî müellifler arasında
özelde de Uman İbâdîleri arasında İbâdıyye inançlarını ortaya koyan, böylece
İbâdıyye’yi diğer Hâricî fırkalardan ayırma ve farkını ortaya koyma amacına
da hizmet eden bir Sîre geleneğinin varlığı burada hatırlanmalıdır.35 Böylece
Kalhâtî’nin Sîre türü eserlerden Havâric’e dair bilgisini oluşturduğu düşünülebilir.
32 Bu tespitleri krş. Kalhâtî, el-Keşf ve’l-beyân, II, 421-423.
33 Örnek olarak bkz. Kalhâtî, el-Keşf ve’l-beyân, II, 425: “Bu, Havâric’in hatalı olduğunu gösteren bir durumdur.”
34 Van Ess,Der Eine und das Andere, II, 969-970.
35 Sadece İbâdîler değil diğer Hâricî gruplar arasında da erken dönemlerden itibaren yaygın olan
“Sîre” türü eserler, cami kürsülerinde halka hitaben okunmak üzere ‘neye inanmalı, neye inanmamalı, ne yapmalı ne yapmamalıyız’ı ifade etmek üzere kaleme alınan bir tür akaid manifestolarıdır; bkz. Patricia Crone - Fritz W. Zimmermann, The Epistle of Sâlim b. Dhakwân, Oxford
- New York 2001, s. 23-25. Bu bağlamda müellif doğru inancı, yanlış görüşleri ve onları savunan
fırkaları zikrederek ve eleştiriler getirerek ortaya koyar. Alışık olduğumuz anlamda fırkalar tasnif
edilmemiş olsa da müellifin yaşadığı dönemdeki fırkalar ve görüşleri hakkında dikkate değer bilgiler sunulur. Uman’da sîre geleneği ve örnekleri hk. bkz. Abdulrahman al-Salimi, The Omani Siyar as a Literary Genre and its Role in the Political Evolution and Doctrinal Development of Eastern
Ibâdism, with Special Reference to the Epistles of Khwârizm, Khurâsân and Manşûra, Basılmamış
Doktora Tezi, University of Durham, Durham 2001; amlf., “Identifying the (Ibâdî/Omani) Siyar”,
Journal of Semitic Studies, C. 55, Sa. 1, Oxford 2010, s. 115-162.
160
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
KALHÂTÎ
ŞEHRİSTÂNÎ
Havâric
Havâric
Vehbiyye / İbâdıyye
1. Muhakkime
1.
Ezrakıyye
2. Ezârika
2.
Necdiyye
3. Necedât
3.
Ataviyye
4. Beyhesiyye
4.
A‘semiyye
Acâride
5.
Sâlihıyye
5. Saltiyye
6.
Beyhesiyye
6. Meymûniyye
7.
Acrediyye
7. Hamziyye
8.
Meymûniyye
8. Halfiyye
9.
Sufriyye
9. Etrâfiyye
10. Hafsıyye
10.Şu‘aybiyye
11. Sa‘lebiyye
11.Hâzimiyye
12. Ahnesiyye
Se‘âlibe
13. Hâzimiyye
12.Ahnesiyye
14. Halfiyye
13.Ma‘bediyye
15. Şu‘aybiyye
14.Ruşeydiyye
15.Şeybâniyye
16.Mükremiyye
17.Ma‘lûmiyye & Mechûliyye
18.Bide‘ıyye
İbâdıyye
19.Hafsıyye
20.Hârisiyye
21.Yezîdiyye
22.Sufriyye & Ziyâdiyye
Kalhâtî’nin tasnif ettiği son ana fırka Şî‘a’dır. Bu bölümde de Şehristânî
etkisi bâriz bir şekilde görünmektedir. Fırka sayısını 73’e vardırmak için Şîî
fırkaları yirmi yedi adet olarak saymak durumunda kalan Kalhâtî’nin tasnifinde garip bir husus göze çarpmaktadır. O da Şehristânî’nin Şî‘a’nın ana
kolları olarak saydığı Keysâniyye, Zeydiyye, İmâmiyye ve Gâliye’nin Kalhâtî
tarafından ana kol-alt kol ayrımına tabi tutulmaksızın alt kollar arasında
sayılmasıdır.
İbâdî Fırak Literatüründe Şehristânî Etkisi
161
KALHÂTÎ
ŞEHRİSTÂNÎ
Şî’a
Şî’a
1.
Keysâniyye
Keysâniyye
2.
Muhtâriyye
1.
Muhtâriyye
3.
Hâşimiyye
2.
Hâşimiyye
4.
Benâniyye
3.
Benâniyye
5.
Rizâmiyye
4.
Rizâmiyye
6.
Zeydiyye
Zeydiyye
7.
Cârûdiyye
5.
Cârûdiyye
8.
Süleymâniyye
6.
Süleymâniyye
9.
Sâlihıyye
7.
Sâlihıyye & Betriyye
10. İmâmiyye
İmâmiyye
11. Bâkıriyye & Ca’feriyye
8.
Bâkıriyye & Ca’feriyye
12. Nâvûsiyye
9.
Nâvûsiyye
13. İsmâ‘îliyye
10. Eftahıyye
14. Eftahıyye
11. Şumeytıyye
15. Semtıyye
12. İsmâ‘îliyye-i Vâkıfiyye
16. Mûseviyye & Mufaddaliyye
13. Mûseviyye & Mufaddaliyye
17. Gâliye
14. İsnâ Aşeriyye
18. Sebe’iyye
Gâliye
19. Kâmiliyye
15. Sebe’iyye
20. Albâ’iyye
16. Kâmiliyye
21. Mugîriyye
17. Albâ’iyye
22. Mansûriyye
18. Mugîriyye
23. Hattâbiyye
19. Mansûriyye
24. Keyyâliyye
20. Hattâbiyye
25. Hişâmiyye
21. Keyyâliyye
26. Nu’mâniyye
22. Hişâmiyye
27. Nusayriyye/İshâkıyye/
Bâtıniyye/ Karmatıyye/
Müdrikiyye [Mazdekiyye?]/
[Ta‘lîmiyye]/ Mülhıde
23. Nu’mâniyye & Şeytâniyye
24. Yûnusiyye
25. Nusayriyye & İshâkıyye
26. İsmâ‘îliyye & Bâtıniyye
Genel olarak Kalhâtî’nin fırka tasnifinde gerek fırkaların kimliklerinin belirlenmesinde ve sıralamasında gerekse de görüşlerine dair verilen malumatta en önemli kaynağının Şehristânîolduğu anlaşılmaktadır. Ancak müellif
eserinin başka yerlerinde zaman zaman kaynaklarının isimlerini verse de
Şehristânî’den asla bahsetmemektedir. Bunun sebebi üzerinde düşünmek
gerekmektedir. Muhtemelen Kalhâtî, farklı bir mezhebî kimliğe sahip olan
Şehristânî’den yararlandığını söylemek istememiş olabilir.36 Burada Uman
36 Muhammed b. Abdilcelîl, Kalhâtî’nin İbâdî olmayan kitaplardan malzeme devşirmiş olmasının uzak bir ihtimal olmadığını belirtir; bkz. “İ‘tikâdâtu’l-Mu‘tezile ve’l-Kaderiyye …”, s. 105.
162
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
dışına çıkmadığı anlaşılan Kalhâtî’nin Şehristânî’nin el-Milel ve’n-nihal’ine
nasıl ulaştığı sorusu da cevap beklemektedir. Döneminde gerek İran ve Hint
coğrafyası gerekse de Kuzey Afrika ile yapılan ticaretin en önemli liman merkezlerinden biri olan Kalhât37 şehrinde yaşayan Kalhâtî’nin ticari faaliyetler sonucu Şehristânî’nin el-Milel ve’n-nihal’inin bir nüshası ile karşılaşması pekâlâ mümkündür. Zaten Şehristânî’nin el-Milel ve’n-nihal’i, yazıldıktan
sonra kısa bir zaman içerisinde nüshaları İslam dünyasının çeşitli yerlerine
ulaşmış ve ciddi tesirler meydana getirmiş bir eserdir.
Kalhâtî bir şekilde Şehristânî’nin el-Milel ve’n-nihal’’inin bir nüshasını elde
etmiş ve eserinin diğer dinler ve İslam fırkaları ile alakalı kısımlarını oluştururken özellikle bu eserden istifade etmiş, ancak mezhebî farklılık dolayısıyla
Şehristânî’ye açık bir referansta bulunmak istememiş olabilir.
2. KALHÂTÎ’NİN EL-KEŞF VE’L-BEYÂN’DAKİ FIRKA TASNİFİNİN
KARAKTERİSTİKLERİ
3.1. 73 Fırka Hadisini Esas Alması
Kalhâtî’nin İslam fırkalarına dair yaptığı tasnifin en önemli özelliği 73 fırka
hadisine referansta bulunarak hadiste zikredilen 73 rakamını esas almasıdır.
Buna göre fırka sayısını toplamda 73’e tamamlamaya çalışmış, bunlardan birini ‘kurtuluşa eren fırka’ olarak belirleyip diğerlerini cehenneme gidecek sapkın
fırkalar şeklinde kurgulamıştır. Kalhâtî’den daha önce İbâdî müelliflerin 73
fırka hadisini ve 73 rakamını esas alan bir fırka tasnifi geliştirdiklerini bilmiyoruz.38 Bu sebeple Kalhâtî’nin bu girişimini İbâdîfırak literatüründe bir yenilik
olarak görebiliriz. Bu noktadaŞehristânî’nin etkisi büyüktür.
Yahudilerin 71, Hristiyanların 72 fırkaya ayrıldığını İslam ümmetinin de
73 fırkaya ayrılacağını ve bunlardan yalnızca tek bir fırkanın kurtulacağını beyan eden 73 fırka hadisi39 fırak literatüründe eserlerin tasnif biçimini,
üslubunu, fırkaları ele alış tarzını ve diğer fırkalara yönelik bakışı önemli
ölçüde etkilemiş bir hadistir. Hadisin sıhhatini kabul etmeyen veya fırkaları
ele alırken hadisi dikkate almayan fırak müellifleri bulunmakla birlikte genel
olarak benimsenen tavır hadisin esas alınması şeklindedir. Hadisi esas alan
fırak yazarları hadiste geçen 73 rakamının hakiki bir sayı mı yoksa çokluktan kinaye mi olduğu konusunda farklı tavırlara sahip olmuştur. Bu konuda çoğunluk sayının hakikat ifade ettiğini benimseyerek tasniflerindeki fırka
37 Wilkinson, “Oman and East Africa”, s. 298, 300, 302.
38 Örneğin Kalhâtî’den yaklaşık bir asır önce yaşamış Avtebî (ö. 6./12. yüzyılın başları) 73
fırka hadisini eserinde zikretmesine rağmen İslam fırkalarını ele aldığı yerde 73 rakamına
göre bir tasnif yapmamaktadır; krş. Seleme b. Müslim el-Avtebî es-Suhârî, Kitâbu’z-ziyâ,
Maskat 1990, (“Bâb fî şey min ihtilâfi’l-fırak ve’l-mezâhib ve’l-ekâvîl” ve “Bâb fî ihtilâfi’n-nâs
fî’l-makâlât” başlıkları altında), III, 147 vd.
39 73 Fırka hadisinin rivayet formlarına dair derinlikli bir araştırma için bkz. Muhammed Emin
Eren, Fırkalaşma Olgusu Bağlamında 73 Fırka Rivayetleri, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2014.
İbâdî Fırak Literatüründe Şehristânî Etkisi
163
sayısını 73’e tamamlama gayreti içerisine girmiştir.40 Kalhâtî’nin tasnifindeki
temel tutumu dabu şekildedir. Fırka tasnifinde 73 fırka hadisini ve hadiste
zikredilen 73 rakamını esas alan müellifler 73 rakamına ulaşmak için çeşitli
usuller denemişlerdir. Kalhâtî’nin usulü ise Kaderiyye (15 fırka) + Sıfâtiyye
& Haşviyye (15 fırka) + Havâric (1 [Fırka-i nâciye=Vehbiyye/İbâdıyye] + 15
fırka) + Şî‘a (27 fırka) = 73 fırka (15+15+[1+15]+27=73) şeklindedir.
Kalhâtî’nin naklettiği 73 fırka rivayeti son kısmı hariç Şehristânî’den
alınmış gibi durmaktadır. Çünkü her iki müellifin naklettiği rivayet, hadisin
genel kabul gören ve çokça rivayet edilen formunda yer almayan ‘Mecusîlerin yetmiş fırkaya bölündüğü’ şeklindeki ifadeyle başlamaktadır.41 Ancak
Kalhâtî’deki rivayette kurtuluşa eren fırkanın kimliğinin açıklandığı son bölüm Şehristânî’nin kullandığı rivayetten hatta nakledilen diğer tüm 73 fırka
rivayetlerinden farklıdır. Şehristânî’deki rivayette Hz. Peygamber’e kurtuluşa eren fırkanın (fırka-i nâciye) kim olduğu sorulmuş, o da “Ehl-i Sünnet
ve Cemaat’tir” cevabını vermiş, bunun üzerine “Sünnet ve cemaat nedir?”
sorusu sorulunca buna da “Ben ve ashabımın bugün üzerinde bulunduğu
hâldir” cevabını vermiştir.42 Kalhâtî ise elbette kurtuluşa eren fırkanın “Ehl-i
Sünnet ve Cemaat” olarak açıklandığı bu bölümü alamazdı, o nedenle “Kurtuluşa eren (fırka) benim sîretim üzere bulunan ve Allah’ın kitabı ile sünnetime
sarılanlardır” şeklindeki bir başka rivayet formunu nakleder.43Bu haliyle rivayetin Kalhâtî dışında bir kaynağını henüz tespit edebilmiş değiliz. Kalhâtî
rivayetteki kurtuluşa eren fırkaya dair tanımlamanın Vehbiyye/İbâdıyye’ye
işaret eden bir ifade olduğunu düşünerek kullanmış olmalıdır.
1.2.Dört Ana Fırka Vurgusu
Kalhâtî’nin fırka tasnifinde göze çarpan en önemli özelliklerden birisi de
dört rakamına yapılan özel vurgudur. Kalhâtî öncelikle tıpkı Şehristânî gibi
Mecusilik-Yahudilik-Hristiyanlık-İslam şeklinde dört dinin zikredildiği 73 fırka rivayetini nakleder. Üstelik Kalhâtî bu dört ana dinin her birinin dört
ana fırkaya ayrılıp daha sonra bu fırkaların da hadiste bildirilen rakama,
yani sırasıyla 70, 71, 72 ve 73’e ulaşan alt kollara bölündüğünü belirtir.44
Buna uygun olarak bu dört dini ele alırken her birini dört ana fırkaya böler.
Şehristânî’de de dört ana fırka vurgusu mevcuttur. Ancak bu durum İslam
fırkaları ile sınırlıdır, diğer dinlere teşmil edilmemiştir.
40 Fırak müelliflerinin 73 fırka hadisi karşısındaki tutumları ve hadisin fırak eserlerindeki etkileri hk. bkz. Kadir Gömbeyaz, “73 Fırka Hadisinin Mezhepler Tarihi Kaynaklarında Fırkaların
Tasnifine Etkisi”, Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, C. 14, Sa. 2, Bursa 2005, s.
147-160.
41 Nitekim 73 fırka hadisinin tüm rivayet formları üzerine çalışan Eren’e göre, Şehristânî’nin ve
Kalhâtî’nin kullandığı şekliyle Mecûsîler’den ve onların kaç fırkaya bölüneceğinden bahseden
bir rivayet ne erken dönem kaynaklarda ne de özellikle bu hadise yer veren hadis kitaplarında zikredilmemektedir; bkz. Eren, Fırkalaşma Olgusu Bağlamında 73 Fırka Rivayetleri, s. 98.
42 Şehristani,el-Milel ve’n-nihal, I, 20.
»;Kalhâtî, el-Keşf ve’l-beyân,II, 263, ayrıca
43 «
bkz. II, 309, 323.
44 Kalhâtî, el-Keşf ve’l-beyân,II, 325.
164
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
İslam fırkaları özelinde hem Şehristânî hem de Kalhâtî dört ana fırka vurgusu yapmaktadır. Ancak bu dört fırkanın belirlenmesinde iki müellifin takip
ettikleri usullerifarklıdır. Şehristânî dört ana fırkasını belirlerken İslam ümmetinin fırkalara bölünmesine sebep olan dört temel tartışma konusu (kâ‘ide)
belirlemek suretiyle dört ana fırkaya ulaşırken Kalhâtî dört ana fırkaya İslam
ümmetinin fırkalara bölünmesinin tarihî süreç içerisindeki hikâyesini takip
ederek ulaşır. Buna göre Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra ümmet, onu
öldüren “Ehlü’l-İstikâme”; Hz. Osman’ın durumu hakkında susan Vâkıfe-i
Şükkâk ve Hz. Osman’ın kanını talep eden Osmâniyye şeklinde üç gruptan
oluşmuş, Hz. Ali’nin hakeme gitmesiyle de Şî‘a ve Havâric ortaya çıkmıştır.
Vâkıfe-i Şükkâk, Kaderiyye, Mu‘tezile ve Cehmiyye’nin; Osmâniyye de Sıfâtiyye, Müşebbihe ve Haşviyye’nin özüdür. Buna göre İslam fırkaları Kaderiyye/
Mu‘tezile, Sıfâtiyye/Haşviyye, Havâric ve Şî‘a olmak üzere dört tanedir.45 Şehristânî ise müstakil bir fırka kabul edilmenin şartı olarak dört temel kâ‘ideden
(Kader ve Adalet, Sıfatlar ve Tevhid, Va‘d ve Va‘îd, İmamet) herhangi birinde
kendine has bir görüşü olma şeklinde bir prensip ortaya koyar ve netice olarak tedahüller göz ardı edildiğinde Kaderiyye, Sıfâtiyye, Havâric, Şî‘a şeklinde
dört ana fırkaya ulaşır.46 Dört ana fırkanın kimlikleri hem Şehristânî’de hem
de Kalhâtî’de aynıdır. Ancak Şehristânî ana fırkaların alt kollarıyla birlikte detaylı tasnifine geçtiğinde dört ana fırka prensibini koruyamaz ve Cebriyye ile
Mürcie’yi de ilave etmek suretiyle altı ana fırka zikreder. Ancak yine de onun
Cebriyye’yi “kader ve adalet”kâ‘idesinin, Mürcie’yi de “va‘d ve va‘îd”kâ‘idesininbir neticesi olarak kabul ettiği varsayılarak dörtlü tasnifini korumuş olduğu
kabul edilebilir. Nitekim Cebriyye’yi Kaderiyye’den, Mürcie’yi de Havâric’den
sonra zikretmesi bunu göstermektedir. Fakat bu noktada Kalhâtî’nin başta
koyduğu dört ana fırka prensibine Şehristâni’de olduğunun aksine herhangi
bir tevile gerek bırakmaksızınâşikâr bir şekilde sonuna kadar sâdık kaldığı
görünmektedir. Bu durum birakım garipliklere de sebep olmuştur. Örneğin
Şehristânî’nin on iki alt koldan oluşan Kaderiyye’den sonra zikrettiği Cebriyye’nin Cehmiyye-Dırâriyye-Neccâriyye şeklindeki üç alt kolu Kalhâtî’de Kaderiyye’nin onüç, ondört ve onbeşinci kolları olarak zikredilmiştir. Halbuki bu üç
kolun Kaderiyye ana fırkası altında gösterilmesi mümkün değildir. Fakat Kalhâtî dört ana fırka prensibine sonuna kadar bağlı kalmak pahasına onları Kaderiyye’nin alt kolları arasında zikretmiştir. Öte yandan Kalhâtî,Şehristânî’nin
aksine Mürcie’yi tasnifine hiç dâhil etmemiştir.
İslam fırkalarının tasnifinde dört ana fırka belirleme fırka tasnifi yapan
farklı fırkalara mensup özellikle erken dönem müelliflerinin pek çoğunda
rastladığımız bir usuldür.47 Bu nedenle dört rakamına yapılan vurguyu belli
45 Kalhâtî, el-Keşf ve’l-beyân,II, 324-326.
46 Şehristani,el-Milel ve’n-nihal, I, 20-22.
47 Örneğin Şehristânî’nin verdiği bilgiye göre İmâmî Şîî âlimlerden Şeytânu’t-tâk veya Mü’minü’t-tâk lakaplı Ebû Ca‘fer Muhammed b. Nu‘mân el-Becelî (ö. 180/796?) ile Nevbahtî ve Ebû
Halef el-Kummî; İsmâîlî-Karmatî dâî Ebû Temmâm ana İslam fırkalarının dört tane olduğunu söyleyen farklı fırkalara mensup erken dönem âlimleri arasında zikredilebilir. Bunun ya-
İbâdî Fırak Literatüründe Şehristânî Etkisi
165
bir itikâdî fırkaya hasretmek zordur. Bu noktada Kalhâtî’nin tasnifinde dört
rakamını vurgularken herhangi bir İbâdî fikir veya anlayışa dayandığını söylemeyi gerektirecek bir durum görünmemektedir. Ancak en azından onun
Şehristânî’nin “dört ana fırka” şeklindeki anlayışından etkilenerek bunu
daha katı ve şumüllü bir şekilde tasnifinde uyguladığını düşünebiliriz.
1.3.Sünnî Fıkıh Ekollerinin Tasnife Dâhil Edilmesi
Kalhâtî’nin tasnifinin dikkat çekici yönlerinden birisi de fırka tasnifinin
itikâdî fırkalar ile sınırlı kalmayıp özellikle Sünnî fıkıh ekollerini de kapsamasıdır. Dört ana fırkadan ikincisi olarak zikredilen Sıfâtiyye altında on beş alt
kol zikreden Kalhâtî, bunlar arasında Mâlikiyye-Hanefiyye-Hanbeliyye-Şâfi‘ıyye gibi Sünnî fıkıh ekollerini zikretmiş ve geniş bir şekilde onların görüşlerini-ki bunlar fıkha dairdir-vermiştir. Bunları işlerken onların fıkhî görüşlerini çoğu zaman “onların garipliklerinden birisi de …” ifadesiyle verir. Sünnî
fıkıh mezheplerine ayrılan bu bölüm özellikle de Hanefiyye ile Şâfi‘ıyye’nin
görüşlerinin verildiği kısım oldukça uzundur. Kalhâtî’nin itikâdî fırkalara
dair yapılan bir tasnife fıkıh ekollerini katması Sıfâtiyye’nin alt kollarını on
beşe tamamlama gayesine matuf olabilir. Zira Şehristânî Sıfâtiyye’ye yalnızca
üç alt kol nispet etmektedir. Geriye bulunması gereken on iki alt kol kalmaktadır. Öte yandan Kalhâtî, bu vesileyle Sünnîliğin toplum içerisindeki güçlü
görünümleri olan fıkıh ekollerini de eleştirmek istemiş olabilir.
1.4.Savunmacı ve Reddiyeci Tavır
Fırka tasnifinde ve fırkalara dair kullandığı malzemede büyük ölçüde Şehristânî’den yararlanan Kalhâtî fırkaları ele alırken Şehristânî gibi mümkün
olduğu ölçüde tarafsız kalmaya çalışan bir tutum izlememektedir. Çoğu zaman fırkaların görüşlerini verdikten sonra Kur’ân âyetleri ve hadisler kullanarak onları reddetmeye çalışır. Bunu yaparken zaman zaman ağır ifadeler
kullanmaktan geri durmaz. Örneğin Hâricî fırkalardan Ezrakiyye’nin görüşlerini verirken “Allah’ın onları saptırdığı ve gözlerini kör ettiği görüşlerden birisi de…” ifadesini kullanır.48 Yine çoğu zaman fırkaların görüşlerini hak fırka
nında Ashâbu’l-hadis içerisinde Yûsuf b. Esbât (ö. 196/811-2 veya 199-814-5) ve Abdullâh
ibnü’l-Mübârek (ö. 181/797); Yemenli Sünnî müelliflerden Ebû Muhammed el-Yemenî (ö.
540/1145’den sonra), es-Seksekî (ö. 683/1284) ve el-Yâfi‘î (ö. 786/1367) gibi fırak müellifleri
de ana fırkaların tamamını değil ama fırka-i nâciye dışında kalan ana bidat fırkalarını dört
adet olarak belirlemişlerdir. (Burada konu ile çok alakalı olmadığı ve geniş yer tutacağı endişesiyle detayları ve referansları zikretmeksizin yalnızca söz konusu âlimlerin isimlerini vermeyi
tercih ediyoruz). Diğer yandan tasnifinde dört rakamını hususen vurgulayan bir başka müellif coğrafyacı Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed el-Mukaddesî’dir (ö. 387/997’den sonra). O,
fırka tasnifini dört rakamını vurgular tarzda yaptıktan sonra bunun sebebini ‘Niçin tasnifini
insanların genellikle yaptığı gibi yedi sayısına göre değil de dört sayısına göre yaptın?’ şeklinde
mevhum bir soru sorarak cevap sadedinde açıklar. Buna göre o, kutsal kitapların, Ka’be’nin
köşelerinin, haram ayların vs sayısının dört olması dolayısıyla böyle bir yol takip etmiştir; bkz.
Mukaddesî, Ahsenü’t-tekâsîm fî ma‘rifeti’l-ekâlîm, thk. M. J. de Goeje, Leiden 1967, s. 38. Kalhâtî’nin tasnifindeki dört rakamına yaptığı vurgunun Mukaddesî’ninki ile benzer bir sâikten
kaynaklandığına dair herhangi bir şey söylememiz şu an için mümkün değildir.
48 Kalhâtî, el-Keşf ve’l-beyân, II, 427.
166
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
olarak nitelediği Ehlü’l-İstikâme’nin yani Vehbiyye/İbâdıyye’nin görüşleri ile
mukayese eder ve Ehlü’l-istikâme’nin görüşlerini savunur.
Muhammed b. Abdülcelîl, Kalhâtî’nin el-Keşf ve’l-beyân’ı İbâdıyye’nin
kurtuluşa eren fırka olduğunuisbât için kaleme aldığını ve dolayısıyla bu
gayenin muhaliflere karşı tartışmaya girmeyi ve onları reddetmeyi (cidâl ve
rudûd) gerekli kıldığını belirtir. Ona göre Kalhâtî, tarihî hadiseleri bizzat onları nakletmek için değil, hasımlarını redd, kendi ashabının ise görüşlerinin
doğruluğunu isbâtiçin konu edinmiştir.49
SONUÇ
6./12. yüzyılın sonları ile 7./13. yüzyılın başlarında yaşadığı anlaşılan
Uman İbâdîlerinden Kalhâtî’nin el-Keşf ve’l-beyân’ı İbâdî fırak edebiyatında
Şehristânî etkisinin açık bir şekilde görüldüğü ilk eserdir.50 Şehristânî’den
yaklaşık yarım asır sonra yaşadığı anlaşılan Kalhâtî’nin fırka tasnifinde Şehristânî’nin el-Milel’inden faydalanması el-Milel’in yazıldıktan kısa bir süre
sonra nüshalarının İslam dünyasının çeşitli bölgelerinehatta Uman’a bile
ulaştığını ve dinler ile İslam fırkaları alanında güvenilir bir referans kabul
edildiğini göstermektedir. Muhtemelen el-Milel’in nisbeten tarafsız ve ilmî üslubu, mezhebî farklılığa rağmen, Kalhâtî’nin bu esere teveccüh göstermesini
temin etmiştir. Ancak ne var ki, Şehristânî’nin el-Milel ve’n-nihal’inden önemli ölçüde yararlandığı anlaşılan Kalhâtî’nin eserinin diğer yerlerinde kaynaklarını belirtmekten çekinmemesine rağmen Şehristânî’den ve el-Milel’den hiç
bahsetmemesi dikkat çekicidir. Muhtemelen o, Sünnî/Şâfi‘î-Eş‘arî kimliği ile
tanınan kaynağını gizleme ihtiyacı hissetmiş olmalıdır. Bu, Şâfi‘îlerin o dönemde İbâdîlerin başta gelen rakiplerinden biri olduğu51 düşünüldüğünde
anlaşılabilir bir durumdur.
Döneminde Uman’ın dış dünyaya açıldığı önemli bir liman şehri olan Kalhât’ın bölge halkının yalnızca ticaret malları ile değil Şehristânî’ninel-Milel’i
gibi kitaplarla da tanışmasına vesile olduğu anlaşılmaktadır. Bu vesileyle 73
fırka hadisine ve hadiste belirtilen 73 rakamına dayanmak suretiyle oldukça
‘şematik’ olan Eş‘arî fırka tasnif geleneği Kalhâtî aracılığıyla İbâdî perspektife
uygun bir şekilde uyarlanarak İbâdî fırak literatürüne girmiştir. AyrıcaKalhâtî’nin fırka tasnifi 11./17. yüzyılın sonları ile 12./18. yüzyılda yaşayan
Sirhân b. Sa‘îd el-İzkevî tarafından Keşfü’l-gummeti’l-câmiadlı eserinde kullanılmış ve tekrar edilmiştir.
49 Muhammed b. Abdülcelîl, “Minhâcü’l-Kalhâtî fî’r-redd alâ husûmihî …”, s. 168-169. Kalhâtî’nin diğer fırkaları ele alırken takip ettiği metoduna dairMuhammed b. Abdülcelîl’in tespitleri için bkz. s. 176 vd.
50 Van Ess, Der Eine und das Andere, II, 960.
51 Wilkinson, Ibadism,s. 408.
İbâdî Fırak Literatüründe Şehristânî Etkisi
167
Kaynakça
AVTEBÎ, Seleme b. Müslim es-Suhârî, Kitâbu’z-ziyâ, C. III, Maskat1990.
BROCKELMANN, Carl, Geschichte der Arabischen litteratur: zweiter supplementband
(GAL S), C. II, Leiden 1938,s. 568.
COOK, Michael, Early Muslim Dogma, Cambridge1981.
CRONE, Patricia -ZIMMERMANN, Fritz W., The Epistle of Sâlim b. Dhakwân, Oxford
- New York2001.
EREN, Muhammed Emin, Fırkalaşma Olgusu Bağlamında 73 Fırka Rivayetleri, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara
2014.
GAISER, Adam, “Al-Qalhâtî’s al-Kashf wa-l-bayân and the Construction of a Medieval
lbâdî Identity”, Basılmamış bildiri, The MESA Annual Meeting,Washington D.C.
1-4 December 2011.
GÖMBEYAZ, Kadir, “73 Fırka Hadisinin Mezhepler Tarihi Kaynaklarında Fırkaların
Tasnifine Etkisi”, Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, C. 14, Sa., 2,
Bursa2005, s. 147-160.
İZKEVÎ, Sirhân b. Sa‘îd, Keşfü’l-gummeti’l-câmi li ahbâri’l-ümme, thk. Muhammed Habîb Sâlih- Mahmûd b. Mübârek es-Selîmî?/es-Süleymî?,C. IV,Maskat2012, s.
41-159.
KAFAFİ (=KEFÂFÎ), Muhammad A., “The Rise of Khârijism according to Abû Sa‘îd
Muhammad b. Sa‘îd al-Azdî al-Qalhâtî”, Mecelletü Külliyeti’l-Âdâb/Bulletin of
the Faculty of Arts, C. 14, Kahire 1952,s. 29-48; Türkçe çevirisi: “Abû Sa‘îd
Muhammad b.Sa‘îd al-Azdi al-Kalhâtî’ye Göre Hâriciliğin Doğuşu”, çev. Ethem
Ruhi Fığlalı,Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, C. 18, Ankara1980,
s. 177-191.
KALHÂTÎ, Ebû Abdillâh Muhammed b. Sa‘îd el-Ezdî, el-Keşf ve’l-beyân, thk. Seyyide
İsmail Kâşif, C. I-II,Maskat1980.
KÂŞİF, Seyyide İsmail, “Mukaddime”, C. I, el-Keşf ve’l-beyân içinde, 5-19.
LEWINSTEIN, Keith, Studies in Islamic Heresiography: The Khawarij in Two Firaq Traditions, Basılmamış Doktora Tezi, Princeton University, Princeton1989.
MUHAMMED B. ABDİLCELÎL, “Hilâfetü Osmân ve Alî min kitâbi’l-Keşf ve’l-beyân”,
Havliyyâtü’l-Câmi‘ati’t-Tûnusiyye, C. 11, Tunus 1974, s. 179-238.
______“İ‘tikâdâtu’l-Mu‘tezile ve’l-Kaderiyye ve’s-Sıfâtiyye ve’l-Haşviyye ve Fırakuhâ min
kitâbi’l-Keşf ve’l-beyân”, Havliyyâtü’l-Câmi‘ati’t-Tûnusiyye, C. 18, Tunus 1980,
s. 89-214.
______“Minhâcü’l-Kalhâtî fî’r-redd alâ husûmihî min hılâli mâ tubi‘a min kitâbi’l-Keşf
ve’l-beyân”, Havliyyâtü’l-Câmi‘ati’t-Tûnusiyye, C. 27, Tunus 1988, s. 167-187.
MUKADDESÎ, Şemsüddîn Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed eş-Şâmî el-Beşşârî,
Ahsenü’t-tekâsîm fî ma‘rifeti’l-ekâlîm, thk. M. J. de Goeje, Leiden1967.
ÖZTÜRK, Mustafa, “The Different Stances of al-Shahrastânî -A Study of the Sectarian Identity of Abû l-Fath al-Shahrastânî in relation to his Qur’ânic Commentary, Mafâtîh al-asrâr-”, Ilahiyat Studies, C. 1, Sa. 2, Bursa 2010, s. 195-239;
Makalenin gözden geçirilmiş Türkçe versiyonu: “Mefâtîhu’l-Esrâr Adlı Kur’an
Tefsiri Bağlamında Ebü’l-Feth eş-Şehristânî’nin Mezhebî Kimliği Üzerine Bir
İnceleme”, Çukurova Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, C. 12, Sa. 1, Adana
2012, s. 1-41.
168
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
RÂZÎ, Ebû Abdillâh Fahruddîn Muhammed b. Ziyâiddîn Ömer, Münâzarâtu Fahriddîn er-Râzî fî bilâdi Mâverâinnehr, thk. Fethullah Huleyf, Beyrut 1966; Türkçe
çevirisi: “Fahrettin er-Râzî’nin Tartışmaları II”, çev. Ömer Ali Yıldırım, Şırnak
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 5, Sa. 9, Şırnak 2014, s. 113-134.
RIEU, Charles, Supplement to the Catalogue of the Arabic Manuscripts in the British
Museum, London1894.
AL-SALİMİ, Abdulrahman, The Omani Siyar as a Literary Genre and its Role in the Political Evolution and Doctrinal Development of Eastern Ibâdism, with Special Reference to the Epistles of Khwârizm, Khurâsân and Manşûra, Basılmamış Doktora
Tezi, University of Durham,Durham 2001.
______ “Identifying the (Ibâdî/Omani) Siyar”, Journal of Semitic Studies, C. 55, Sa. 1,
Oxford 2010, s. 115-162.
ŞEHRİSTÂNÎ, Ebû’l-Feth Muhammed b. Abdilkerîm,el-Milel ve’n-nihal, thk. Emîr Alî
Mehnâ - Alî Hasan Fa‘ûr, C. I, Beyrut1996.
VAN ESS, Josef, Der Eine und das Andere: Beobachtungen an islamischen häresiographischen Texten, C. I-II, Berlin - New York2010.
WILKINSON, John C.,“Oman and East Africa: New Light on Early Kilwan History from
the Omani Source”, The International Journal of African Historical Studies, C.
14, Sa. 2, Boston 1981, s. 272-305.
______ “The Early Development of the Ibâdî Movement in Başra”,Studies on the First
Century of Islamic Societyiçinde, ed. G.H.A. Juynboll, Carbondale - Edwardsville 1982, s. 125-144, 241-249.
______ The Imamate Tradition of Oman, Cambridge1987.
______ Ibadism: Origins and Early Development in Oman, Oxford2010.
İslâmî İlimler Dergisi, Yıl 10, Cilt 10, Sayı 1, Bahar 2015 (169/185)
Mahfuzât: Cezayİr İbâdîlerİ Arasında Beş Gün
Mehmet Mahfuz SÖYLEMEZ*
Şevket KOTAN hoca ile birlikte 22/04/2014 tarihinde İstanbul Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi (BAP) tarafından desteklenen İbâdîlererin Kur’an ve Tarih Algıları başlıklı proje kapsamında araştırma yapmak
üzere Cezayir’in başkenti el-Cezayir’e gitmek üzere İstanbul’dan ayrıldık. Sabah saat8:30’da kalkacak olan uçağımıza yetişmek için 6:30’da evden hareket ettik. Havaalanında yolculuğumuzun üç buçuk saat kadar süreceğini
öğrendik. Değerli dostum Muhammed Babaammî’nin müdürlüğünü yaptığı
Ma’hadu’l-Menhec’in misafiri olarak beş gün İbâdîlerle birlikte kalmayı ve
onları tanımayı planlıyoruz. Daha sonra İbâdîler tarafından kurulan Rüstemilerin başkenti Tahert’e gitmeyi amaçlıyoruz. Şayet şartlar el verirse, Cezayir İbâdîlerinin asıl memleketleri olan Mizâb bölgesine özellikle de Ğardaya’ya
gidip, orada İbâdîlerin ileri gelenleriyle tanışıp, görüşmek, mümkünse başta
yazmalar olmak üzere temel eserlerini görüp satın almayı amaçlıyoruz.
Uçakta kırk sekiz vilayeti olduğunu öğrendiğim Cezayir, Sudan’ın Güney
ve Kuzey Sudan diye ikiye bölünmesinden sonra Afrika’nın en büyük ülkesi
haline geldi. İslam tarihinde ciddi iz bırakan bu ülkeye karşı ilgim yıllar öncesine, henüz Yüksek Lisans yaptığım dönemlere dayanmaktadır. İbâdîlere
ilgim de aynen öyle. Nitekim ilk yazdığım yazıyı da İbâdîler üzerine yazmış
ve yaklaşık yirmi yıl önce Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi’nde
neşretmiştim. Rüstemiler ile ilgili Türkçe yazılan ilk makale olan bu yazıdan
sonra da notlar almaya hep devam ettim.
Emaziğ bir başka ifadeyle Berberilerin anayurtlarının bir parçası olan
Cezayir, İslam fetihlerinin henüz başlarında Müslümanların hâkimiyetine
girmiştir. Hz. Ali döneminde ana bünyeye muhalefet eden ve muhaliflerinin
adlandırmasıyla Hariciler; kendi tesmiye edişleriyle Muhakkime veya Ehlu’d-Da’va olan kitle İslam aleminin ana bölgelerinde tutunamayınca çevreye
savrulacak ve Ummân ile birlikte Cezayir’e de yayılacaklardır. Cezayir bölgesine hicri birinci asrın sonlarına doğru yerleşen İbâdîler, kısa süre içerisinde yöredeki başta Levvâte, Miknase olmak üzere Emaziğ kabileleri arasında
yayılacak ve onların desteğiyle de devlete dönüşecektir. Yaklaşık bir buçuk
asır tarih sahnesinde kalan ve adına Rüstemiler denilen bu devlet, dönemin
önemli devletlerinden biri olarak kendisinden bahsettirmektedir. Endülüs ile
Bağdat, hatta Kahire arasındaki halkayı oluşturan, aynı zamanda karşı mihne döneminde İslam aleminin merkez bölgelerinden kaçmak zorunda kalan
Mutezile’ye de ev sahipliği yapacak olan bu devlet ve sakinleri Mutezile ile
*
Prof. Dr. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi. [email protected]
170
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
girdikleri düşünsel mücadelenin sonucunda onların başta efalu’l-ibâd ve sıfatullah gibi düşüncelerinin önemli bir kısmını benimseyeceklerdir. Nitekim
Cezayir İbâdîleri, Mutezile’nin zamanla tarihe karışmasıyla onların düşüncelerinin bir kısmını temsil eden iki kitleden (ikincisi Zeydilerdir) biri olarak
varlığını muhafaza edecektir.
Rüstemilerin merkezi olan Tahert bölgesi Fâtımî İsmailîlerin saldırılarına
maruz kalınca İbâdîler Cezayir’in içlerine, sahranın derinlikleri ile Tunus’un
Cirbe adası ve Libya’nın Cebelu Nefusa1 bölgesine çekildiler. Burada kapalı
topluluklar halinde yaşayarak varlıklarını korumayı başardılar. Hatta son
yıllara kadar söz konusu üç bölge İbâdîlerinin kendi arasında bile ciddi ilişkileri yoktu. Ancak son yıllarda kuvvetli bağların oluştuğu görülmektedir.
Özellikle Umman’da bir İbâdî devletin varlığı buralarda da etkili olmuştur.
Zira bu bölgeden Umman’a gidip orada eğitim gördükten sonra memleketlerine dönerek oradaki İbâdîlere hizmet eden birçok şahıs bulunmaktadır.
Cezayir’de misafir olduğumuz Daru’t-Talebe’nin müdürlüğünü yapan hoca
efendi de bunlardan biri idi. Dolayısıyla günümüzde var olan İbâdîlerle ilgili
tam ve doğru bir değerlendirme yapmak, bu dört bölgenin dördünü de ziyaret
ettikten sonra ancak mümkün olacaktır. Her ne kadar bu dört bölgeyi ziyaret
ettikten sonra geniş bir değerlendirme yazısı neşretmeyi düşünmüşsek de
özellikle Libya’nın içinden geçtiği zor süreç oraya gitmeyi mümkün kılmadığından şimdilik bu gezi notlarını yayınlamaya karar verdik.
Cezayir’e gelince bu bölgedeki İbâdîlerin özellikle Mizab bölgesine ve buranın önemli yerleşim birimlerinden biri olan Ğardaya’ya yerleştiler ve günümüze kadar da varlıklarını korumayı başardılar. Bugün Cezayir nüfusunun
yaklaşık %2’ini oluşturdukları tahmin edilmektedir. Asıl memleketleri Mizâb
bölgesi olsa da ülkenin tamamına dağılmış olup, genellikle ticaret yaparak
yaşamlarını idame ettirmektedirler. Fakat Mizâb bölgesi ile irtibatlarını da
muhafaza etmekte, burada var olan evlerini hep açık tutmaktadırlar. Her
sene özellikle tatillerde aile efradlarıyla birlikte mutlaka buraya gitmektedirler. Bu durum onların yaşadıkları bölgelerde kaybolmamalarını da sağlamaktadır.
Üç buçuk saatlik bir uçuştan sonra Cezayir havaalanına indik. Bizi burada Ma’hedu’l-Menhec adına İsa İsa karşıladı. Son derece sevecen, espirili,
hafif sakallı Mizabî yani Emaziğlerden bir genç olan İsa İsa b. Salih, onlardan
ziyade daha çok Araplara benzemekteydi. Onunla birlikte kalacağımız yurt
olan Burcu’l-Keffân semtinin el-Hallât mahallesinde yer alan el-Hikme isimli
Daru’t-talebe’ye doğru yol alıyoruz. Muhammed Babaammî hocayla irtibat
kurduğumuzda, enstitülerinde bir misafirhanelerinin olduğunu, dilersek burada, dilersek başka bir mekanda veya öğrencilerle birlikte kalabileceğimizi
söylemişti. Biz öğrencileri tanımak istediğimiz için yurtta kalmayı tercih et1
Libya’nın CebeluNefusaİbâdîleri ile ilgili geniş bilgi için bkz. MesudMezhûdî, CebeluNefûsafi’l-asri’l-İslamîyi’l-vasit (21-442/642-1053), Saltanatu Amman 2010.
Hatırat/Memories
171
tik. Bizi alan İsa İsa eğitimli, yüksek lisans yapan müthiş bir kıraata sahip
yani kâri ve aynı zamanda hafız olan bir arkadaş idi. Sorduğumuz her soruyu
ciddiye alıp, açık bir şekilde cevap vermeye çalışmaktaydı. Bize Mizâbilerin
(onlar kendilerine İbâdîden ziyâde Mizâbî demeyi tercih ediyorlar) Cezayir’in
tamamına dağıldıklarını, ancak birbirlerinden kopuk olmadıklarını her şehirde hatta her mahallede kendilerine ait adına Daru’l-Arş denilen müesseselerinin bulunduğunu anlatıyor. Bir başka ifadeyle nerede üç mizâbî aile varsa
orada bir Daru’l-Arş bulunuyor.
Daru’l-Arş Mizabileri bir arada tutan müessesenin adıdır. Buranın sorumluluğunu üstlenen zat, aynı zamanda orada yaşayan Mizabilerin temsilcisi ve azzabe teşkilatının da bir üyesidir. Mizâbîler bu müesseselerde bir
taraftan birlikte namazlarını kılarken, diğer taraftan burayı bir istişare merkezi, dışarıdan gelen için misafirhane ve aynı zamanda İbâdî cemaatinin idari
merkezi olarak kullanmaktadırlar. Bir İbâdî aile bir şehirden bir başka şehre
gittiği zaman bu mekana geliyor. Dolayısıyla burası, bir taraftan bu aileye
barınak sağlarken, diğer taraftan çocuklarına okul, kendisine ise ibadet etme
imkanı sunmaktadır. Mizabiler kendilerine ait olmayan camilerde de gerektiğinde namaz kılmakla birlikte aslında kendi mekanlarını tercih ediyorlar.
Malikilerin arkasında namaz kılıyor olmalarına rağmen, mecbur kalmadıkça
bunu tercih etmiyorlar. Zira Malikilerin temizliğe pek önem vermediklerini
söylüyorlar. Daru’l-Arşlara girdiğiniz zaman orada bulunan elbiseleri giyerek
ibadete duruyorsunuz. Hatta Cuma namazına gittikleri zaman bile mahalli
giysileriyle gidiyorlar. Daru’l-Arşlar onların kendi ifadesiyle aslında bir merkeb yani kompleksten oluşuyor, çoğunlukla da birkaç katlı oluyor. Nitekim
Tahert’te gördüğümüz ve namazlarımızı kıldığımız Daru’l-Arş dört katlı tarihi
bir binaydı. En alt katı mescit olarak ayarlanmıştı. Minberi, mihrabı ve vaaz
kürsüsü ile diğer mescitlerden hiçbir farkı yoktu. İçeri girdiğimizde duvarda
asılı olan elbisemizi giyerek namaza durduk. Daru’l-Arşlarda bulunan bu
mescitlerde dışarıya açık ezan okunmuyor. Zira bunlar aslında dışarıdan gelerek burada ibadet edecek olan şahıslara kapalı ibadethaneler. Sadece cemaatin kendi üyelerine açık.
Mizabîler Cezayir’in en rahat kitlesini teşkil etmektedirler. Zira bunlar siyasete pek karışmamakta, mümkün olduğu kadar siyasetin dışında durmaya çalışmaktadırlar. Bu da onları sorunlu alanın dışında tutmaktadır. Böyle olunca da çok rahat ticaretlerine devam etmekte ve toplumun içerisinde
saygın bir yerde durmaktadırlar. Bu da onları vakıflara yöneltmiş, Cezayir’in
içinde ve dışında birçok vakıf kurmuşlar. Bu vakıflar aracılığıyla, Cezayir’de
azınlık olmalarına rağmen varlıklarını ve bütünlüklerini korumayı başardıkları gibi birbirlerini bu yolla desteklemeye muvaffak olmuşlar, yurt dışına
da birçok öğrenci göndermişler. Mizabîler kendi içlerinde kapalı bir toplum
olmalarına rağmen dışa tamamen de kapalı değiller. Son zamanlarda bizim
gibi birçok misafiri ağırlayıp kendilerini tanıtmaya çalışmaktadırlar.
172
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Beş gün ikamet edeceğimiz yurda gelip odamıza yerleştikten kısa bir süre
sonra ev sahiplerimiz bize bir testi süt ve bir tabak hurma getirdiler. Sonra bunun ister Arap olsun ister Mizabî olsun bütün Cezayirlilerin geleneği
olduğunu ve evlerine gelen misafirlerine sütle hurma ikram ettiklerini söylediler. Bu geleneğin, özellikle de gelenek ve göreneklerine bağlı olan sahra
taraflarında daha geçerli olduğunu anlıyoruz. Biraz dinlendikten sonra Cezayir’i gezmek için Daru’t-talebe’den çıktık. İlk uğradığımız mekan başkentin her tarafına hakim bir tepede duran Makamu’ş-Şehid ve Mathafu’l-Ceyş
ile Mathafu’l-Mücahit denilen bölge oldu. Burası aynı zamanda Cezayir’in
simgesi konumundadır. Cezayir’in simge anıtının bulunduğu bu mekanda
aynı zamanda iki tane de müze mevcuttur. Ancak müzelerin çok zengin olmadıklarını ifade etmem gerekir. Her tarafta ay yıldızı ile gökte dalgalanan
yeşil-beyaz bayrağı görünce Cezayir ile aynı elmanın iki parçası olduğumuzu
düşünüyorum.
Mücahit müzesini gezerken Tahert kentine ait bir kabartma gördüm, çok
ilgimi çekti. Bunu defterime çizerken Tahert’in yerini biraz daha merak etmeye başladım. Buradaki kabartmaya göre Tahert karşılıklı iki tepenin üzerinde
yer almaktadır. Ortasından ise bir ırmak geçmektedir. Şehrin her iki tarafını
bir sur kuşatmaktadır. Burada daha sonra ziyaret etmeyi düşündüğümüz
Şirşal şehri ile ilgili de bir kabartma vardı. Bu kabartmadan,Şirşal kentinin
iç içe iki surdan oluştuğunu anlıyoruz. Daha sonra şehir merkezine doğru indik. Gezmeye karar verdiğimiz yerleri belirledik: Keçevo mescidi, Tanca
mescidi, el-Kasaba, Sahatu’ş-Şuheda ve el-Kasaba’nın arkasında bulunan
Liman bölgesini görmeye karar verdik.
Yatsı namazını şehrin merkezinde bulunan Tanca Camiinde kılmayı kararlaştırdık. İbâdîlere ait olan camide hala eski usul dersler devam etmektedir. Yatsı namazından önce cemaat sorularını kağıtlara yazarak görevliler aracılığıyla hocaya ulaştırmaktadır. Daha doğru bir ifadeyle gençlerden
biri soruları okuyor, hoca da bu sorulara cevap veriyor. Sistem olduğu gibi
geleneksel haliyle devam etmektedir. İzlerken ciddi bir düzenin olduğu da
fark ediyorsunuz. Dolayısıyla çok düzenli ve organize bir yapı hemen göze
çarpmaktadır. Zaten Azzâbe sistemi ile bu düzen olduğu gibi korunmuştur.
Tanca merkebinde dikkatimizi çeken şeylerden bir tanesi de burada bir kütüphanenin bulunuyor olmasıydı. Aslında böylesi bir müessese için ciddi büyüklükte bir kütüphane, hemen hemen her şey düşünülmüş. Bir taraftan
Mizâbî cemaatin hemen hemen her yaştan öğrencisine hitap eden yardımcı
ders kitapları, diğer taraftan buraya gelip zamanını değerlendirmek isteyenlere okuyacakları eserler, öte taraftan da başta fıkıh ve tefsir olmak üzere temel bazı dini kitaplar da görülmektedir. Keza “Utrûhât” bölümünde, özellikle
de Cezayir İbâdîleri hakkında yapılmış olan bilimsel tezlerden bazıları yer
almaktadır. Şehir merkezinde bulunan Tanca Daru’l-Arş’ının, başkent Cezayir’in en büyük İbâdî merkezi olduğunu öğrenmiş olduk. Oradan bir zaman-
Hatırat/Memories
173
lar bir Daru Arş olan ve Osmanlılar tarafından İbâdîlere Daru’l-arş olarak
tahsis edilen ve bu günlerde TİKA tarafından restore edilen Keçova camisine
doğru hareket ettik. Ancak restorasyonda olduğu için etrafı saçlarla kapalı
olduğundan içeri girmeye muvaffak olamadık. Sadece dışarıdan seyretmekle
iktifa ettik. Bir bazilikayı andıran caminin Fransız işgali döneminde yeniden
yapılandırıldığını ve kilise olarak kullanıldığını, daha sonra Cezayir bağımsızlığını ilan edince yeniden camiye dönüştürüldüğünü öğrenmiş olduk.
Keçova camiinin de içinde bulunduğu bu bölge bu gün halk arasında
el-Kasaba olarak isimlendirilmektedir. Yanlış hatırlamıyorsam Endülüste
de şehir merkezleri için bu kavram kullanılıyordu. Bizim şarkta ise şehir
merkezleri Şehristan olarak tesmiye edilmektedir. Bu mekanlar genelde yuvarlak olarak tasarlanan şehrin aynı zamanda idari, ticari ve dini merkezini
oluşturuyordu. Bir başka ifade ile şehrin ana camisi, pazarı ve daru’l-imaresi burada bulunuyordu. Aynı şeyin Cezayir’in el-Kasabası için de geçerli
olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Keçova’nın biraz ötesinde başlayan pazar
başkentin kadim ticaret merkezi iken bu gün hala ağırlığını muhafaza etmektedir. el-Kasaba’nın arkası ise denize açılmaktadır, liman da burada yer
almaktadır. Deniz sahilinde kısa bir gezinti kaparak karşı sahillerde bulunan
ülkemizi hayal ediyor ve bir zamanlar bu devasa denizin bir tek devlete, Osmanlı Devleti’ne ait bir iç deniz mesabesinde olduğunu düşünüyor, ümmeti
bu kadar parçalara ayıranların ne büyük bir iş başardıklarını görüp hayıflanıyorum.
Cezayir İbâdîlerini birbirine bağlayan teşkilatın azzabe olduğunu yukarıda
söylemiştim. Kelime olarak dünyadan el etek çekmeyi ifade eden azzabenin
eskiden dinî, iktisadî, sosyal ve emniyet ile ilgili görevleri vardı. Günümüzde güvenliği devlete bırakmışlar, diğer kısımlarını ise muhafaza etmektedir.
Azzabenin merkezi mescit, dolayısıyla mescit aynı zamanda Cezayir Mizabilerinin hayatlarının da merkez noktasını oluşturmaktadır. Evlenme törenleri
de Azzabe tarafından idare edilmektedir. Düğün merasimleri hep Kur’anla
başlamaktadır. Kadim dönemlerde evlenme törenlerinde cemaatin tamamı
hep bir ağızdan Maide suresini okuyorlarmış. Ancak son zamanlarda bunu
biraz uzun buldukları için “Fetih Suresi”ni okumaya başlamışlar.
Azzabe olabilmek için dînî birikim, ahlaki yön ve dürüstlük ön koşul olarak konmuştur. Her isteyen Azzabe teşkilatına aday olamıyor, ancak davetle gelebiliyor. Azzabe olmak için Kur’an bilgisine de sahip olmak gerekiyor.
Kur’an bilgisine sahip olmayanlar Azzabe teşkilatının üyesi olamıyorlar. Ancak kendisine Azzabe azalığı teklif edilmiş şahsın da buna hayır deme ve
kabul etmeme şansı bulunmuyor. Bir şahıs görevini yerine getirmesine mani
bir hal olmadığı sürece kaydı hayat şartıyla Azzabe üyesi oluyor. Bir başka
ifadeyle görevini yerine getirmesine mani bir hastalık veya bir suç irtikap
etmediği sürece vefat edinceye kadar bu görevde kalıyor. Bir yerdeki azzabe
teşkilatı toplan yedi kişiden oluşuyor. Azzabe teşkilatına yedinci ve son üye
174
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
olarak giren zat, en kıdemsiz olduğu için toplantı esnasında diğer üyelere de
hizmet ediyor.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Azzabe aynı zamanda sosyal sorumluluğa da
sahip. Örneğin o yıl ödenecek olan mehrin miktarı Azzabe tarafından belirleniyor ve uygulanıyor. Yine Ramazanlarda mescitlerde halka verilecek
yemeklerin kimler tarafından hangi sırayla verileceği, hangi yemeklerin ikram edileceği hep bu müessese tarafından tespit ediliyor. Alınan kararlar
mescitte, şayet İbâdî cemaatin azınlıkta olduğu yerlerde ise Daru’l-Arşlarda
halka hem sözlü olarak ilan ediliyor, hem de yazılı olarak duvara asılıyor.
Azzabenin aldığı kararlara muhalefet düşünülemez, zira muhalefet eden veya
dinî sorumluluklarını yerine getirmeyen, İslam ile çelişen ameller icra edenler cemaatin dışına itiliyor. Bir başka ifade ile kendilerine “Berâ’a” uygulanıyor. Bu da cemaate ilan ediliyor ve herkesin buna uyması talep ediliyor.
Buna uymayanlara da “Berâ’a” uygulanıyor. Bu durum İbâdîleri Cezayir’in
en güvenilir ve dürüst insanları haline getirmiş, zira hırsızlık ve büyük günah
işlemek onlara göre kişiyi dinden çıkarıp cehenneme götürdüğü, cehenneme
girenlerin ise oradan çıkamayacağına inanıldığı için bundan içtinap etmişler.
Beraa’nın Hz. Peygamber döneminde Tebuk seferinden geri kalanlara bizzat
onun tarafından uygulanan bir sistem olduğunu savunuyor, bunun sünnet
olduğunu düşünüyorlar. “Bera’a” uygulanan şahısların düğünlerine gidilmediği gibi davetlerine de katılınmıyor, yemeklerine iştirak edilmiyor, taziyelerine gidilmiyor; adeta toplumsal tecrid uygulanıyor. Hısımlık ilişkisi olan bazı
zevâtın gitmesine göz yumulsa da Azzabe asla bunlara iştirak etmiyor.
Azzabe aynı zamanda toplumun dinî liderleridir. Baş azzabe bulunduğu
yerde cemaate imamlık da yapar. Yine cami imamları ve müezzinler de Azzabeden olurlar. Bu teşkilat tarafından yerine getirilen dini hizmetler karşılığında bir ücret alınmıyor. Bu hizmetler meccanen yapılıyor. Dolayısıyla Azzabe üyeleri aynı zamanda toplum içerisinde hayatlarını idame ettirdikleri bir
mesleğin de sahibidirler. Bu meslekleri ile iaşelerini sağlarlarken, verdikleri
toplumsal veya dinî hizmetlerin karşılığında hiçbir ücret almadıkları için cemaatin üzerinde daha güçlü bir ağırlıkları bulunmaktadır. Cezayir İbâdîlerinin düğünleri tek tek yapmıyorlar. Azzabe teşkilatının sorumluluğunda olan
düğün merasimlerinin tarihleri önceden ilan ediliyor, o yıl evlenenler hep
birlikte o gün düğünlerini yapıyorlar. Böylece bir taraftan Velîme masrafları
düğün yapanlarca bölüşüldüğü için yükleri hafifliyor. Diğer taraftan düğünü
de toplu bir merasime dönüştürerek o birliktelikleri canlı tutuyorlar. Yanı
sıra Velime yemeği veremeyecek kadar fakir olanlara ise bu şekilde gururları
incinmeden yardım ediliyorlar. Bir başka ifade ile onların masrafları, cemaatin diğer üyeleri tarafından karşılanmış oluyor. İsa İsa bey bize düğünlerinde
müziğin olmadığını, genelde cemaatin müziğe mesafeli olduğunu, müzik ve
müzik aletleri ile iştigal edenlerin cemaatin dışına atıldıklarını söylüyor. Son
yıllarda özellikle şehirlerde yaşayan bazı İbâdîlerin salonlarda düğün yaptıklarını, bunların müziği kullandıklarını, ancak cemaatin genelde buna da kar-
Hatırat/Memories
175
şı olduğunu anlatıyor. Azzabenin düğün merasimlerini organize etmesi veya
katılması çok önemli. Zira Azzabe üyelerinin bulunmadığı törenler, onların
akredite olmadığı anlamına geliyor. Bir başka ifade ile bu töreni icra edenlere
“berae” uygulandığı anlamına geldiğinden, Azzâbe üyeleri olmayınca hiç kimse katılmıyor, daha doğru bir ifade ile katılamıyor. Düğün töreni esnasında
damatlara dua ile “hil’at” giydiriliyor. Hil’at camide yine Baş Azzabe veya
onun yetkisini kullanan Azzabe üyesi tarafından giydiriliyor. Hil’at giydirme
töreni esnasında aile kurmak için adım atan tarafların bu yeni sosyal statü
ile bir taraftan birbirlerinde diğer taraftan İbâdî cemaatine karşı sosyal sorumluluklarının arttığı, kendilerine düşen görevi yerine getirmekten içtinap
etmemeleri gerektiği şeklinde bir de konuşma yapılıyor. İki gün devam eden
düğün merasimlerinde bazı geleneksel eğlenceler de düzenleniyor. Emaziğce
veya Arapça şiir yarışmaları veya geleneksel bazı oyunlar da oynanıyor. İki
günün sonunda güveyler hayır, bereket, mutluluk ve kendilerine salih evladın verilmesi gibi dualarla gerdeğe gönderiliyorlar.
Mizâb bölgesi kabilecilikle idare ediliyor. Kabile reisleri Mizâbın en etkili insanlarını oluşturuyorlar. Kabile içerisinde yer alan yetim, dul, fakir,
düşkün, yardıma muhtaç olanların tamamı kabile ve kabile meclisleri tarafından himaye ediliyor. Kabile, söz konusu kabile mensuplarına bakmak
durumundadır, bunlara bakmaması, onları sokağa terk etmesi onursuzluk
olarak kabul ediliyor. Hal böyle olunca kabile içerisinde ihtiyaç sahiplerinin
evlenmesinden tutun, fakirlerin korunmasına kadar birçok iş kabile tarafından yerine getirilir. Bundan dolayıda gerek Mizâb bölgesinde gerekse Mizâbî
cemaatlerin bulunduğu mekanlarda dilencilik yapan İbâdîlere rastlanmaz,
zira yukarıda da ifade ettiğim gibi bu durum biraz da oto kontrol sistemi ile
çözülmüş vaziyettedir. İhtiyaç sahibi bir genç 25-30 yaşlarına gelmişse mutlaka kabilesi tarafından evlendirilir. Bu yaştan daha büyük bekar Mizâbîlere
rastlanmaz.
Bir kadının giydiği kıyafet onun evli olup olmadığını da anlatır. Eğer tek
gözü açık, geri kalan kısmının tamamı kapalı olan bir çarşaf giymişse bu hanım efendi evli demektir. Ancak yüzü açıksa bu, onun bekar olduğuna işaret
eder. Son zamanlarda evli kadınlar, her iki gözlerinin açık olduğu nikaplar
takmaya başlamışlardır. İsa, bunu kendilerinde başlayan değişimin işaretleri
arasında zikrediyor. Bu bana Batı Trakya’da Şahin Köyde anlatılanları hatırlatıyor. Birkaç yıl önce Batı Trakyalılar Derneği tarafından hatim merasimine
katılmak üzere Gümülcine’ye bağlı Şahin Köye davet edildiğimizde orada evli
hanımların başlarını örttüklerini, bekar kızların ise başlarının açık olduğunu
öğrenmiştim.
İbâdîler aslında kendi cemaatlerinin mensupları dışında kız alıp-vermezler ancak bunu haram olarak da algılamazlar. Dolayısıyla Cezayir İbâdîleri içerisinde nadir olmakla birlikte dışarıdan kız alıp verenlerin varlığı ifade
edilmektedir. Bunun nedenini de azınlık oldukları bir toplumda kendilerini
176
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
korumaya çalışmak olarak izah ediyorlar. Gerek Azzabe teşkilatı gerekse bu
şekilde kapalı toplum olarak yaşamaları onları korumuş. Dolayısıyla Cezayir’in en kültürlü, en zengin ve en önemlisi de geleneklerine en çok bağlı
grubunun bunlar olmasını sağlamıştır. Malikilerde ciddi bir kültürel dejenerasyon olmasına rağmen, Mizâbiler geleneklerine büyük ölçüde bağlı kalmayı
başarmışlar, bunu Fransız sömürgeciliğine rağmen başarmış olmaları dikkat
çekici. Rehberimiz kardeşinin eşini hiç görmediğini, sokakta görse tanıyamayacağını söylüyor. Zaten görücü usulü ile evleniyorlar. Aynı evin içerisinde
yaşasalar bile herkesin kendi bölümü oluyor. Haremlik ve selamlık uygulandığı için kimse kimseyi görmüyor. Dışarıya çıkılacağı zaman izin isteniyor,
öyle çıkılıyor. Ancak son zamanlarda bazı ailelerin buna uymamaya başladıklarını da ilave ediyorlar.
Cezayir’de yaklaşık 500.000 kadar İbâdî yaşamasına rağmen bunlar Malikilere göre organize bir yapıya sahip olduklarını için daha güçlü gibi görünüyorlar, zira blok olarak hareket edebiliyorlar. Cezayir İbâdîleri Hey’etu Şeyh
Ammu Said adında bir müessese tarafından idare ediliyor. Bu meclis, İbâdîler ile ilgili bütün kararları alıyor. Hatta siyasî kararlar da bu heyet tarafından alınıyor. Örneğin seçimlerde hangi partiye veya şahsa oy verileceği gibi
kararlar da bu meclis tarafından alınıyor. Heyet üyeleri alimlerden oluşuyor.
Cezayir İbâdîleri içerisinde alim olarak en çok öne çıkan ise Muhammed Said
Kabbeş ile Şeyh Tellâlî’dir. İsa İsa, müfessir olarak bilinen Tellâlî’nin hacimli
bir Kur’an tefsiri yazmakta olduğunu anlatmış, hatta Kıyame Suresi’ne kadar
bitirdiğini de ilave etmişti.
Cezayir İbâdîleri son seçimlerde şu anda iktidarda olan Buteflika’ya oy
vermişler, tereddütleriyle birlikte onu desteklemelerinin nedenini, istikrarın
bozulmaması olarak açıklıyorlar. Dolayısıyla şahıstan ziyade istikrarı desteklemişler. Ancak görebildiğim kadarıyla bu desteği, sadece seçim sandıklarına yansıtmışlar, çok siyasî hale gelerek can siperane bir şekilde mücadele
içerisine de girmemişler. Bir başka ifadeyle cemaat çok politize olmamış reel
politiğe göre tavır almış ve onu uygulamaya çalışmış.
23.04.2014 tarihindeilk makalemin konusu olan Rüstemilerin başkenti
Tahert’e gittik. Yazdığım bu makalenin üzerinden yaklaşık yirmi yıl geçti.
Ama buna rağmen Tahert’le ilgili okuduğum her yeni metinde karşılaştığım,
dikkatimi çeken bilgileri bir kenarda biriktirmeye başlamış ve “Allah izin verirse bir gün ziyaret edecek, döndükten sonra da önce makale, sonra da kitap
halinde neşredeceğim” diye düşünüyordum. Dolayısıyla buraya gelirken bir
heyecan duyduğumu ifade etmeliyim. Tahert levhası göründükten kısa bir
süre sonra yolun sol tarafında, İbn Haldun Üniversitesinin (Camiatu İbn Haldun) levhası ile karşılaştık. Üniversite’nin tabelasını görünce, İbn Haldun’un
bir süre burada kaldığı, hatta Mukaddime adlı şaheserini Tahert yakınlarında bir mağarada inzivaya çekildiği esnada yazdığını hatırladım. Bu hatırlama
beni İbn Haldun’un gezdiği yerlerde geziyor olmamı hissetmeme vesile oldu.
Hatırat/Memories
177
Tahert’in kurulduğu coğrafya muhteşem, her taraf yemyeşil, çok güzel bir
arazi, bazı bölgeler ormanlık. Şehrin içine doğru ilerlerken buranın aslında
Rüstemilerin başkenti Tahert olmayıp, Romalıların tarihi Tahert’i olduğunu;
Rüstemilerin başkenti Tahert’in ise buraya on altı km mesafede kurulduğunu öğreniyoruz. Şehrin merkezinde Romalılardan kalma tiyatro hala ayakta
duruyor. Burayı işgal eden Fransızlar Romalıların ardılları olduklarını göstermek için burayı mamur hale getirmişler. Şehir merkezinde onlardan kalma
onlarca bina ile karşılaşıyorsunuz. Bütün bu binalar, yöreye ne kadar önem
verdiklerini adeta yüzünüze haykırıyor. Öğle yemeği yiyeceğimiz ve biraz da
istirahat edeceğimiz konağa doğru giderken halkın kıyafetlerini, fiziki yapılarını gözlemliyor, başkent Cezayir’den ne kadar da farklı olduğunu görüyoruz.
Burada gerek kılık kıyafet gerekse de insanların fiziki yapılarına baktığınız
zaman kendiniz Anadolu’nun herhangi bir kasabasında hissediyorsunuz.
Evine misafir olduğumuz Hanna Hac Musa giydiği Mizabî şalvarıyla tam
bir Kürde benziyor. Tanıştığımız ilk andan itibaren sanki asırlardır tanıyormuşçasına bir sıcaklık hissettiğim Hac Musa evine misafir olarak geldiğimiz
ilk birkaç dakika içinde geleneğe uygun olarak hemen süt, ayran ve hurmamızı getirip önümüze koydu. Hurmanın Ğardaya bölgesi hurması olduğunu
söylerken bir taraftan sılayı özleyen bir gurbetçinin özlemini diğer taraftan
kutsal bir mekandan bahseden bir müminin inancını ses tonundan hissediyorsunuz. Yukarıda ifade ettiğim gibi Rüstemi Devleti yıkıldıktan sonra İbâdîler çeşitli bölgelere dağılırken daha çok çölün ortasında bir vaha olan Vadi
Mizâb’ı tercih etmişler. Onları muhaliflerinin hışmından koruyan bu topraklara karşı adeta bir vefa hissettikleri için hem zihinlerinde tutuyorlar, hem
de bu bilinci çocuklarına da aktarıyorlar. Dahası orasıyla bağlarını koparmıyorlar. Çoğu zaman düğünlerini bile o bölgede yapıyorlar. Mizab bölgesinde
Malikiler de yaşıyorlar. Bu aralar Malikilerle sorunlar yaşıyorlar. Bu vesileyle
bütün ısrarlarımıza rağmen güvenliğimizi sağlayamayacaklarını söyleyerek
Mizab bölgesine gitmemizi uygun görmediler. Bir diğer sefere diyerek bu niyetimizi ertelemek zorunda kaldık.
Hac Musa’nın bize ikram ettiği süt, ayran ve hurmadan sonra ben günün
önemli hadiselerini kaydetmeye çalışırken İsa İsa ile Şevket hoca ise gaylule/
siesta yaptılar. Biraz sonra Hac Musa elindeki yemeklerle çıkageldi. Yemek
kuskus, harika bir Cezayir kuskusu. Doğrusu Fasın kuskusu daha lezzetli
olsa da hakkını teslim etmeliyim, bu da on üzerinden on. İbâdîlerin temizlik
konusundaki hassasiyetlerini bildiğim için hiç temizlik kaygısına düşmeden
yemeği iştahla yedim. Hac Musa benim seçici davranmadığımı, yemeği iştahla yediğimi görünce çok mutlu oldu. Yemekten sonra içecek ne istediğimizi
sorunca Cezayir çayı demem onu daha da neşelendirdi. Hemen İsa İsa’ya dönerek “üstat tam Cezayirli, yani bizden biri” dedi, onun böyle düşünmesi de
doğrusu beni çok mutlu etti. Arkasından da keza geleneklere uygun olarak
meyve salatamız geldi, afiyetle yedik.
178
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Çaydan sonra Rüstemilerin başkenti Tahert’e doğru revan olduk. Artık
yalnız da değiliz. Yanımızda Arkeoloji mezunu, Tahert ile özel ilgilenen İbâdî
kökenli bir arkeolog var. İsa İsa ile Hac Musa tarafından ayarlanan arkeolog
Zendarî Musa b. Bukeyr (Zendari Mousa) bizimle beraber tarihi şehre gelecek
ve oraları bizimle birlikte gezecek. Yöreyi bilen bir uzmanla Tahert’e gitmek
bizim için büyük bir şans. Kadim Tahert’e gitmeden önce öğle namazını kılmak için şehirde bulunan ve Hac Musa’nın sorumlusu olduğu Daru’l-Arş’a
gittik. Yukarıda kısmen bahsettiğim bu Daru’l-Arş’ı görünce tarihi vesikalarda hep zikredilen Ebu Ubeyde’ye ait Basra’daki Serdab aklıma geldi. Zira
kaynaklar tarafından tasvir edilen serdaba çok benzemektedir. Caddenin hemen kenarında olmasına rağmen, kurulduğu yerin kotu düşük olunca neredeyse bir kat kadar aşağı iniyor, daha sonra giriş kapısına vasıl oluyorsunuz.
Ondan sonra da merdivenlerle bir kat daha aşağı iniyorsunuz. Böylece Daru’l-Arş’ın ilk katına yani mescide ulaşıyorsunuz. Tahert’teki İbâdî cemaat
çok güçlü olmayınca namazı birkaç kişi ile kılıyoruz. Namazdan sonra tarihi
Tahert kentine doğru yol alıyoruz.
Şehrin bu gün meskûn olan kısmının Romalılara ait olan bölüm olduğunu
yukarıda dile getirmiştim. Hatta her iki kent arasında o altı kilo metre mesafe
bulunduğunu da kaydetmiştim. Roma döneminin Tahert’i bugün Tihert olarak isimlendirilen vilayete merkezlik yapmaktadır. Rüstemilerin Tahert’i ise
buraya bağlı olup Takâdemet Belediyesine bağlıdır. Ovaya açılan boğazda kurulan Rüstemilerin Tahert’i, Romalılara ait olan mekândan çok daha güzel bir
bölgede,güzelden de öte muhteşem bir bölgede inşa edilmiştir. Nitekim şehrin
kurulduğu yer bir tepe, tepenin kuzey ve güney taraflarından dereler geçiyor.
Kuzey tarafındaki derede hala su var, ancak güneydeki dere biraz daha uzak.
Şehrin kurulduğu tepelerin etrafındaki yamaçlar ormanlık. Bir zamanlar şehrin yer aldığı iki tepenin ortasından bugün bir karayolu geçiyor. Ancak kentin
asıl kısmının karayolunun kuzeyindeki tepe olduğu anlaşılıyor. Bu tepenin
etrafı günümüzde bir tel örgü ile korumaya alınmış ve üzerinde “Rüstemilerin
başkenti tarihi Tahert kenti harabeleri” levhası konmuştur. Ancak nasıl bir
koruma anlayışıdır bilinmez, tel örgülerin hemen ortasında bir ahır yer alıyor.
Ahırın taşları kalıntılardan sökülüp götürülmüş. Ahırı buraya kuran zihniyet veya kurulmasına izin veren zihniyetin ne kadar tarih düşmanı, tarihe
yabancı; tarihi yok etmeye çalışan hastalıklı bir zihin yapısına sahip olduğu
anlaşılmaktadır. Zendarî’ye burada kimin ne amaçla ahırın kurulmasına izin
verdiğini sorduğumda, bana karşı yamacı gösteriyor ve “Orada Sosyalistler
döneminde bir örnek köy kurdular. Gördüğünüz gibi orası da şehrin kalıntıları. Kendilerine tarihi kalıntılar üzerine bu köyün kurulmaması gerektiği söylenmesine rağmen bunu yaptılar. Zira onlara göre tarih Roma veya Fransız
sömürgesi döneminden kalan yapılardır. Onları koruyorlar, ancak İslam ve
Müslümanlardan kalan her şeye karşılar. Bunlara karşı hiçbir ihtimam söz
konusu değildir. Hele hele bu kalıntılar İbâdîler ve Rüstemilere ait ise düşmanlıkları iki kat daha artıyor” dedi.
Hatırat/Memories
179
Ekip olarak yaptığımız alan araştırmasının sonucunda gördüklerimiz ise
içler acısı durum oldu: Zira Rüstemilerin başkenti Tahert, ki Cezayirliler Tiyart, Tahertliler ise Tihert diye telaffuz ediyorlar. Ne yazık ki şu an sadece
bir kalıntı olarak mevcut. İçinde bir zamanlar mesken olduğu anlaşılan yükseltiler, bir iki duvar kalıntısı, asırlık birkaç ağaç, bir hamam yıkıntısı ve bir
iki yerde küçük bakiyeler halinde kale kalıntıları. Geri kalan kısımlar taşlık
bir araziye dönmüş vaziyette. Kale ile şehrin sair binalarının taşları sökülüp
götürülmüş. Eski Tahert’in içerisinde yer almasına rağmen şu an mevcut
karayolunun kenarında söz konusu köyün yanı başında İbâdîlerin III. İmamı
Yakub b. Eflah’ın ibadethanesi varlığını korumaktadır. İbâdîye’ye ait serdablardan biri olan bu mekana, birkaç basamakla yerin altına doğru inililerek
ulaşılabilmektedir. Yaklaşık altı metre karelik dikdörtgen şeklinde ve uzunlanmasına oval olarak yarım daire kubbe ile örtülmüş vaziyettedir. Tavan ile
duvar aynı malzemeden yapılmıştır. Burası sadece malzemenin saklandığı
bir soğuk hava deposu yani serdan değil, aynı zamanda bir medrese ve ibadet mahalli idi. Kim bilir belki de Ebu Ubeyde ile başlayan İbâdî imamların
serdabı bir ibadet mekanı olarak kullanma düşüncelerinin arkasında Hz.
Peygamberin Hira mağarasındaki tehannüsü (ibadetin)izleri yer almaktadır.
Korumaya alınmış olan bu tarihi mekanın varlığı bizim için bir teselli kaynağı
oluyor. Keza Serdab ile şehir merkezi olarak düşünülen ve tepenin başında bulunan, etrafı tel örgülerle çevrili,yukarıda bahsettiğim,mekan arasında yaklaşık bir kilometrelik mesafenin varlığı Tahert kentinin kapladığı alan
hakkında da bir fikir vermektedir.
Tahert’te zemin araştırması yapıp gerekli notları almak üzere dolaşırken
her tarafta kırık testi parçaları, boyalı olduğu anlaşılan duvar harebelerinin çarçaları ile karşılaşıyoruz. Tahert’ten bir hatıra olarak bunlardan minik
bir parçayı,Rüstemiler döneminden kaldığını ümit ettiğim bir su testisinin
kaide kısmını cebimdeki kağıt mendile sararak çantama kodum ve kadim
dönemden bir hatıra olarak saklamaya karar verdim. Bu harabelerle alakalı
söylemem gereken konulardan bir diğeri de, burada ciddi anlamda bir kazı
çalışmasının hiç yapılmamış olmasıdır. Zendarî’nin verdiği bilgiye göre tek
kazı, şehir merkezinde muhtemelen, kalıntı olup olmadığını anlamak için
Fransız bir arkeolog hanım efendi tarafından yapılmıştır. Bu kazı esnasında
yukarıda bahsettiğimiz hamamın kalıntıları tebellür etmiştir. Daha sonra da
kazılar sürdürül(e)memiştir. Keşke maddi imkan bulunabilse burada kazılar
yapılabilse diye düşünüyorum. Öyle tahmin ediyorum ki kazıların yapılması
bir dönemin net olarak ortaya çıkmasına ciddi katkılar sağlayacaktır.
Alan araştırmasını tamamladıktan sonra Yeni Tahert’e yani modern şehre doğru geri dönüyoruz. Zendarî beyi aldığımız yere bırakıp ev sahibimiz
Hac Musa’ya uğrayıp, vedalaşmayı ve başkent Cezayir’e dönmeyi kararlaştırıyoruz. Hacı Musa’nın gece kalmamız için kendini hazırladığı anlaşılıyor,
kalmayacağımızı anlayınca gerçekten üzüldüğünü görüyorum. Aslında bizi
canu gönülden misafir etmek istiyordu. Bizim ona karşı hissettiğimiz ya-
180
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
kınlığı, onun da bize karşı hissettiğini anlıyorum. Vedalaşmak istediğimizi
söyleyince bir taraftan üzülüyor, diğer taraftan da bizi bu haliyle bırakmak
istemediğini söylüyor. Kalmamız için ısrar edince, “Bu seferin bir başlangıç
olduğunu, Mevla nasip ederse tekrar geleceğimizi söyleyerek” gönlünü aldık.
“O zaman geldiğinizde mutlaka bana misafir olacağımıza dair söz istiyorum”
dedi. Söz vermemize rağmen yine de bırakmadı. “Mutlaka son bir kahvemi
içmelisiniz”diye ısrar etti. Bu ısrardan sonra hayır diyemedik ve kahve için
evine gittik. Kahveden sonra Hac Musa Tahert’in şelalesini mutlaka görmemiz gerektiğini anlattı, biraz da Hac Musa’yı kırmamak için gitmeye karar
verdik. Tahert Şalelesi benim şimdiye kadar gördüğüm en yüksek şelale, debisi gayet yüksek. Şelaleyi seyrederken Hac Musa bize “Cezayir’de aşere senevati’s-sevda on karayıl denilen ve iç savaşın cereyan ettiği yıllarda, bu derenin suyunun kuruduğunu; şelalenin akmadığını anlattı. Şaleleden ayrılıp,
Hac Musa ile vedalaşıp başkent Cezayir’e doğru yola revan olduk. Gece geç
vakitte Daru’t-talebe yani öğrenci yurduna vasıl olduk ve namazdan sonra
istirahata çekildik.
Bir sonraki gün sabah namazını kılıp, kahvaltı yaptıktan sonra Tippoza
ve Şarşel şehirlerine gitmek üzere yurttan ayrıldık. Batıya doğru Akdeniz
sahili boyunca yol alırken Cezayir’in ne kadar güzel bir memleket olduğunu,
müthiş bir coğrafyaya sahip bulunduğunu bir kez daha anladık. Etraf çam
ağaçları ile dolu; ormanlar, tarlalar, üzüm bağları ve yemyeşil arazilerle bezenmiş. Adeta tuvalin üzerine kondurulmuş bir manzara resmi seyrediyor
gibisiniz. Yol üzerinde ilk uğradığımız yer Sidi Raşid beldesi Burada anıt bir
mezar yer almaktadır. Piramidimsi anıtın üzerinde Moritanya kralına ait olduğu yazılı idi. Neden Moritanya kralı? Bura ile ne alakası var diye İsa İsa’ya
sorduğumda “Romalıların Cezayir’in de içinde bulunduğu kuzey Afrika’nın
tamamını Moritanya olarak isimlendirdiklerini” anlatıyor. Piramit şeklinde
oval bir kubbeyi andıran anıt mezar ta uzaktan görülebiliyor.
Şerşal’den sonra başkent Cezayir’e yaklaşık olarak 2.5 saat uzaklıkta olan
Tippoza’ya doğru yol aldık. Tippoza eşsiz doğal bir güzelliğe sahip, muhteşem
bir şehir. Arkası ormanlarla kaplı dağlar ve önünde masmavi bir deniz. Kanaatime göre Tippoza, Cezayir’de görülmesi gereken en önemli tarihi ve turistik
yerlerden biri. Altmış hektar alanın üzerinde bir kale ve kalenin içinde eski
tarihi Roma kentinin kalıntıları yer almakta. Hafif yağmurun altında bu tarihi kente doğru yol alırken buranın Ürdün’de bulunan tarihi Cereş kentine
ne kadar da benzediğini düşündüm. Açık hava müzesi olan alana, yabancılar
olarak Şevket hoca ile ikimiz yaklaşık bir buçuk dolar ödeyerek girdik. Belki
de Cezayir’deki en ucuz müze burası. Deniz tarafı kayalık ve ulaşması zor
olan bu şehri gezerken keşke bu şehirler sağlam bir şekilde günümüze ulaşmış olsaydı diye hayıflanmadan edemiyorum. İnsan şehrin kalıntıları arasında dolaşırken o tarihe dair derin hayallere dalıyor. Kim bilir nasıl kuruldu bu
şehir bu kale ve kim bilir nasıl bir hayat yaşanıyordu bu şehirlerde yaşayan
insanlar? Keza kim bilir yukarıda anlattığım, otobanın kenarında denize na-
Hatırat/Memories
181
zır bir tepenin üzerine inşa edilen ve Mısır piramitlerini andıran, adeta yapay
bir dağ gibi cesim anıt mezar inşa edilirken ne emekler harcandı? Her biri
birkaç ton ağırlığında olan o cesim kayalar bahis mevzuu dağın başına ne
emekler, ne paralar harcanarak getirildi. Ama hepsinden önemlisi ne zulümler gördü bunun inşaatında çalıştırılan insanlar. Kim bilir kaç kişi ölmüştür
veya öldürülmüştür. Acaba bunları tarih kaydetmiş midir? Hafif çiseleyen
yağmur ve üzerine kurulduğu kayalara çarpan dalgalar eşliğinde gezdiğimiz
tarihi kentin, benim gördüğüm en güzel tarihi şehir kalıntılarından biri olduğunu ifade etmeliyim. Hele şehir kalıntılarını baştan başa donatan ve şemsiye görüntülü ağaçların oluşturduğu muhteşem güzellik anlatılamaz.
İsa İsa ve Şevket hoca ile birlikte Tippoza’yı gezdikten sonra günün son
durağı olan Şerşal’e doğru yola çıktık. Cuma namazına yakın bir saatte Şerşal’e vardık. Aynen Tippoza gibi deniz sahilinde olan Şerşal, meskun ve çok
güzel bir kasaba. Nüfusu takriben on altı bin olan bu küçük kasaba, bir sahil
beldesi olmasına rağmen oldukça mazbut görünüyor. İnsanlarda bir dinginlik göze çarpıyor. Şehir meydanında bulunan ve adına Camiurrahman denilen mabedin hemen karşısında bulunan ve bir tarafı yol, diğer tarafı deniz
olan meydanda ev sahibimiz ve buradaki İbâdîlerin temsilcisi olan Ömer Neccârbey ile buluşuyoruz. Oğlu Emin ile birlikte bizi karşılamaya gelen Ömer
bey yaklaşık otuz, otuz beş yaşlarında olup,bu kasabada ticaretle uğraşıyor.
Ondan aldığımız bilgiye göre burada İbâdîler küçük bir cemaat. Ömer bey
ve küçük Eminle dikkatimizi çeken meydanın yumru yumru ağaçlarını inceleyip, yüksek terasından denizi seyredip resim aldıktan sonra, Cuma’ya
hazırlık için evine geçtik. Yukarıda dile getirdiğim gibi İbâdîler, Malikilerin
temizlik anlayışından rahatsızlar. Bir başka ifade ile onların temizliğe dikkat etmediklerini söylüyorlar. Dolayısıyla onların abdesthanelerinden uzak
durmaya çalışıyorlar. Bu vesileyle eve gidip orada abdest almamızın daha
doğru olacağını söylediler ve öyle de yaptık. Daha sonra namaz kıyafetleri
diyebileceğimiz mahalli kıyafetlerini giyen Ömer Bey ve çocukları -ki onlardan biri eğitimini tamamlamak için Türkiye’ye gelmek istediğini ve Türkiye’yi
çok sevdiğini söylüyor- ile Camiye doğru revan olduk. Rehberimiz İsa İsa da
mahalli kıyafetlerini giyerek onlara katıldı. Kıyafeti beraberinde mi getirmişti
yoksa Ömer beyden mi aldı doğrusu onu bilmiyorum. İbâdîlerin, vakit namazlarını mümkün mertebe kendi mabetlerinde kılmalarına rağmen Cumayı
diğer Müslümanlarla birlikte kıldıklarını, kendi Daru’l-Arşlarında Cuma namazı kılmadıklarını öğreniyoruz. Bu durumun ilk imamları olan Ebu Ubeyde
döneminden beri bu şekilde sürdüğünü ifade ediyorlar.
Cuma namazını fethedildiği dönemde kiliseden camiye çevrilen eski Roma
yapısı bir caminin bahçesinde cemaatle kıldık. Zira Cami bahçesine kadar
dolu olduğu için içeride yer bulamıştık. Eski bir Roma yapısının, olduğu
haliyle camiye çevrilmiş olması ilginçti. Dışarıdan bakıldığında hiç camiye
benzemiyordu. Halbuki onun şimdiki adı Mescidu’r-Rahman idi. Namazın
bitiminde içini de gezdiğimiz bu mabedin asırlarca cami olarak kullanılma-
182
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
sından sonra Fransız işgali döneminde kiliseye çevrildiğini ve yaklaşık olarak yüz otuz yıl kilise olarak kaldığını öğrendik. Bağımsızlıktan hemen sonra
özgürlüklerine kavuşan insanlar adeta Keçova Camii gibi bir sembol konumunda olan bu mabedi de özgürlüğüne kavuşturmak için harekete geçmişler
ve yeniden camiye çevirmişler. Cami zamanla küçük bazı tadilatlar geçirmiş
olsa da asli halini büyük oranda muhafaza ederek günümüze kadar gelmiş.
Caminin avlusunda ibadet eden insanlara göz gezdirirken geleneksel kıyafetlerle namaza elen birkaç kişinin olduğunu, büyük bir ihtimalle bunların
da İbâdî olduklarını düşünüyor ve biraz da üzülüyorum. İbâdîlerin ameli
imandan bir cüz saymaları, ameli olmayan bir zatı Müslüman olarak kabul
etmemeleri ve onun cehenneme gireceğini, cehenneme girenin ise asla çıkamayacağını düşünmeleri keza şefaatin kesinlikle bulunmadığına inanmaları
onların geleneklerine sıkı sıkıya bağlı kalmalarına neden olmuştur.
Namazdan sonra hemen 100 metre kadar ileride Osmanlı döneminde yarı
Kuzey Afrika yarı Selçuklu mimarisi tarzında inşa edilmiş camiyi ziyaret ettik.
Bu camiyi görünce heyecanlandığımı ifade etmeliyim. Zira camii belirgin bir
şekilde Yemen’in başkenti San’a’da gördüğüm Cami’ el-Kebir’i andırıyordu.
Üzerinde inşa kitabesi bulunan caminin 1575 tarihinde bina edildiği anlaşılıyordu. Bu da Caminin yörenin Osmanlıya katıldığı ilk yıllarda inşa edildiğini
göstermektedir. Osmanlının o dönemde bir Camii inşa etmesi, Şerşal’in söz
konusu dönemde önemli bir merkez olduğunu akla getirmektedir.
Camiiyi gezmeyi tamamladıktan sonra öğle yemeğimizi yemek için Ömer
beyin evine gittik. Ömer bey de aynen Hac Musa gibi bize Cezayirlilerin milli
yemeği olan, hatta özel ve ağır misafirler için yapılan kuskus yemeği ikram
etti. Son derece lezzetli ve güzel bir yemekten sonra üzerine meyvemizi de
yiyince çarığımıza bakmaya başladık ve izin istedik. Akşam saat beş gibi başkentteki yurda ulaşabildik. Akşam yemeğinden sonra dinlenmek için odamıza çekildik.
Sabahleyin İbâdîlere ait bir okulu gezecek, daha sonra Muhammed Babaammi hocanın Enstitüsünü görecek, orada öğle yemeği yedikten sonra dünyanın gözbebeği İstanbul’a dönmek üzere havaalanına doğru hareket edeceğiz.
Sabah, İbâdîlere ait söz konusu özel okulu ziyaret ettik. Menâr adındaki
bu özel okulun ilk, orta, lise ve yüksek okul olduğunu öğrendik. Okulun
bu üç bölümüyani ilk öğretim ile orta öğretim kısmı devlet tarafından tanındığını; ancak yüksek okulun henüz akredite olmadığını öğrendik. Müdür
ile görüşüp okul hakkında bilgi almak istediğimizde kendilerindeki sistemin
henüz tam oturmadığını, onu oturtmak için çeşitli ülkelerdeki benzer müesseseleri incelediklerini bu vesileyle Türkiye’ye geldiklerini orada bazı okulları özellikle İHL gibi bazı müesseseleri incelediklerini ve çok etkilendiklerini
anlattı. Kendi imkânlarının sınırlı olduğunu, özellikle teknoloji noktasında
geri olduklarını ifade etti. Okul denilen mekan aslında mahalle arasında yan
Hatırat/Memories
183
yana duran iki apartmandan oluşuyordu. Okul olarak inşa edilmediği için
sınıflar eğitime uygun olmadığı gibi çevre de bir eğitim müessesesine uygun
değil. Dolayısıyla müdür beyin de ifade ettiği gibi aslında Türkiye’deki benzer
müesseseler ile mukayese edilebilecek bir kurum olmaktan çok uzak. Okulda okutulan müfredatı görebilmek adına bazı derslere ait kitapları istiyorum.
Bana okulun tanıtım broşürü ile ilkokula ait bazı kitapları verirken, broşürleri Türkiye’yi ziyaret ettikten sonra bizim gibi gelen ziyaretçilere vermek
amacıyla hazırladıklarını söyledi ve ilave etti: “Türkiye’de her nereye gittikse
bize müesseselerini tanıtan kitapçıklar hediye ettiler”.Görebildiğimiz kadarıyla İbâdîlere ait bu okulda hocalar ve öğrenciler bu mezhebe mensup ancak
uygulanan müfredat ise tamamen resmi müfredat. Dini bazı derslerde İbâdî
fıkhı öğrettikleri anlaşılmaktadır. Bir başka ifadeyle okul tamamıyla dini bir
müessese değil. Ancak okulda Emaziğce ile birlikte Arapça ve Fransızca’nın
da kullanıldığını öğrenince şaşırdım. Yani mahalli bir dili eğitimde rahatlıkla
kullanabilmekteler. Belki de okulun diğer resmi mekteplerden farkı bu. İbâdîler, Emaziğ olmalarına rağmen Arapça’yı Araplardan daha çok önemsiyor
ve daha ciddiye alıyorlar. Onun için onlarla daha rahat konuşabiliyorsunuz.
Birçoğu hafız olunca fasih Arapçayı önemsemişler. Yolda Rüstemiler tarihi
hakkında uzman olan, konuya ilişkin Bağdat’ta hazırladığı doktora tezi ile
de bütün araştırmacılar tarafından da tanınan, aynı zamanda İbâdîlerin en
yüksek yönetim ve ilmi heyeti olan Heyetu Şeyh Ammi Said’in de üyesi olan
Behhâz İbrahim Bekir ile görüşmek istedik. Daha önce kendisiyle mailleştiğim ve benden haberdar olan Behhâz bey başkentte olmadığını Ğardaya’da
olduğunu söyledi. Böylece kendisiyle görüşemeden Cezayir’den ayrılmış olduk.
Cezayir’de bulunmama nedeninin Malikiler ile İbâdîler arasında meydana
gelen sorunların çözümü için Gardaya’ya gitmesi olduğunu öğrenince içimi
bir hüzün kapladı. Ümmetin içinde bulunduğu bu çatışmayı nasıl bitireceğimizi düşündüm. Ali Yahya Muammer’in üçlemesi aklıma geldi: “taarruf,
ma’rif ve i’tiraf”…
Okuldan direk Prof. Dr. Muhammed Babaammi hoca’nın müdürlüğünü
yaptığı Ma’hedu Menhec’e geçtik. Hocanın müessesesi birkaç katlı bir yer.
Okula göre daha güzel ve daha modern bir bina. Alt tarafında kendi yayınevleri var. Birkaç kitap neşretmişler. Bunlardan ikisi Babammi hocanın
Fetullah Gülen ile ilgili yazdığı eserlerden oluşuyor. Bu Babaammi hocayla
dördüncü görüşmemiz olacak iki kez İstanbul’da bir araya gelmiştik. Hatta
birinde kendisine fakültede İbâdî kaynakları hususunda bir de konferans
verdirmiştim. Keza İbâdîler hakkında bir konferans vermesi için kendisini
Çorum’a davet etmiş, orada da ona bir konferans verdirmiştim. Her iki konferansını yayınlamak üzere kaydetmiştim. Aynı zamanda muhakkik ve İbâdî
tarihi, kültürü ile ilgili birçok eseri olan hoca, İbâdî tarihi üzerinde çalışanlarca tanınan bir bilim adamı. Onun bu müessesesi ile Ürdün’de ziyaret ettiğim Muhammed er-Reyyân hocanın ma’hedi arasında büyük bir benzerlik
184
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
var. İkisi de yüksek lisans, doktora ve tabir caiz ise lisans tamamlama eğitimi
veriyorlar. Bu durum, Arap ülkelerinde benzer uygulamaların olduğunu akla
getiriyor. Enstitüyü gezdikten sonra bizim için hazırlanan yemeğe geçiyoruz.
Mükellef bir sofra hazırlanmış. Yemekten sonra hocaya bendenizin editörlüğünü yaptığı İslâmî İlimler Dergisi’nin son sayısını hediye ettim ve İstanbul’da
kararlaştırdığımız elinizdeki İbâdîye sayısı hakkında son müzakereyi yaptık.
Bu arada hoca İstanbul’dan yeni döndüğü halde orayı özlediğini söyledi: “İstanbul dünyanın en güzel şehri. Dünyanın birçok yerine gittim. Hiçbir ülkede bu güzellikte bir şehir görmedim. İstanbul’u özlüyorum. Sadece coğrafi
güzelliği değil aynı zamanda kültür ve tarih merkezi olarak da çok önemli”
deyince bir taraftan gurur duydum, diğer taraftan yaşadığım o güzelim kenti
benim de ne kadar özlemiş olduğumu fark ettim. Hoca ile görüşmemizde
İstanbul’da tanıştığımız ve edebi bazı eserleri olan Taha Kuzî’de bulunuyordu. Görüşmelerimizi tamamladıktan sonra kendileriyle vedalaştık ve araştırmamız açısından önemli olan, siparişini verdiğimiz eserleri bırakıldıkları
yerden almak için hızla çıktık. Ancak korkunç bir trafik var. Oraya gitmemiz
durumunda uçağı kaçırma ihtimalimizin olabileceğini söyleyen İsa bey, bize
kitapları İstanbul’a ilk gelen ekiple, olmazsa bir iki gün içerisinde İstanbul’a
gelecek olan Muhammed Babaammî hoca ile göndereceğini söyledi. Böylece
gözümüz arkada, kitaplarımızda kalarak havaalanına doğru yola çıkıyoruz.
Yolda Hac Musa Tahert’ten telefon açtı ve “hızlı ve sağlıklı bir şekilde geri
dönün, sizi bekliyorum” diyerek bizi uğurladı. Hac Musa arayınca şimdiki
Tahert’in nüfusunun ne kadar olduğunu sormayı unuttuğumu hatırladım
ve sordum. Bana Tahert’in şimdiki nüfusunun 180.000 civarında olduğunu
söyledi. Muhtemelen bu rakamın içerisinde çevresi de vardır diye düşündüm.”
Cezayir’i görünce ve bütünü hakkında bir fikir sahibi olunca insan derin
bir hüzne kapılıyor. Bu kocaman ve neredeyse yer altı ve yer üstü zenginlikleri bakımından her türlü imkana sahip olan ülke, belki de bu ülkenin
yirmide bir imkanına sahip olan bir ülke yani Fransa tarafından yüz otuz
yıl sömürülmüş. Bu duruma isyan eden binlerce insan özgürlüğü için can
vermesine, hele hele bunların birçoğunun şu ana bu güzel ülkede yaşayan
zevatın dedeleri olmasına rağmen hala Fransız kültürünün bu kadar ağırlıklı
olması nasıl bir iş diyor bir taraftan hayıflanıyorum. Diğer taraftan da hüzne
kapılıyorum. Her yerde, tabelalarda bile Arapçanın yanında Fransızca da yerini almış vaziyette, insanlar çoğu zaman birbirleriyle Fransızca konuşuyorlar. Arapça konuşanların kullandıkları dilin içerisine de pek çok Fransızca
kelime girmiş, size yolu tarif ederken “itla’ hazarampo” veya “udhulavanu”
diyebiliyor. Hatta bu kültür Cezayirlilerin hatırı sayılır kısmı üzerinde kompleks etkisi yaratmış. Bunun en belirgini, İstanbul’a dönmek üzere geldiğimiz
havaalanında yaşıyoruz. Türk Hava Yollarında çalışan son derece modern giyimli hanımefendiyle Arapça konuşunca, yüzüme bakıyor ve Fransızca veya
İngilizce bilip bilmediğimi sordu. Ben de kendisine İngilizce bildiğimi ancak
Hatırat/Memories
185
Arapçayı tercih ettiğimi söyledim. Bunun üzerine bana yüzünü buruşturarak
“Arapça’yı sevmiyorum” diyebildi. İşlemlerimiz bitip biniş kartlarımızı uzatınca biraz istihza dolu, yüzüne iğreti bir gülümseme de yerleştirerek “ehlen ve
sehlen” diyerek beni uğurlardı. Bu uğurlanış biçimim adeta Fransızların bize
“Biz gitmedik, hala buradayız” dedikleri gibi geldi.
Cezayir’de geride bir çok dost bırakarak Muhammed Babaammî’nin ifadesiyle dünyanın en güzel şehrine, İstanbul’a geri dönerken bu dostlardan
Muhammed BABAAMMİ, İsa İsa, Ömer bey ve özellikle Hac Musa’yı hiç unutabileceğimi sanmıyorum. Hepsine sonsuz teşekkürler…
İslâmî İlimler Dergisi, Yıl 10, Cilt 10, Sayı 1, Bahar 2015 (187/204)
Mahfuzât: Umân Sultanlığı
ve
Umân İbâdîlerİ Üzerİne
Mehmet Mahfuz SÖYLEMEZ*
Şevket KOTAN hoca ile birlikte İstanbul Üniversitesi Bilimsel Araştırma
Projeleri Birimi (BAP) tarafından desteklenen İbâdîlerin Kur’an ve Tarih Algıları başlıklı proje kapsamında araştırma yapmak üzere 20/08/2013 tarihinde Umân Sultanlığı’nın başkenti Maskat’a gittik. Elinizdeki yazı özü itibariyle
aslında bu gezi ile ilgili notlardan oluşmaktadır. Ancak giriş mahiyetinde,
İbâdî kaynaklarından istifade edilerek, Umân tarihi ve Umân İbdailiği hakkında bazı bilgiler verilmiştir.
Umân’a İslam’ın Girişi ve Umân İbâdîliği
Araştırma için gittiğimiz Umân bölgesi Hz. Peygamber döneminde İslam
ile müşerref olmuştur. Kaynakların ifadesine göre bu bölgeden Müslüman
olan ilk şahıs Mâzin b. Ğadvebe es-Sa’dî en-Nebhânî et-Tâî’dir. Tay Kabilesi’nin liderlerinden biri olan Mâzin, İslam öncesi dönemde bu kabileye ait
olan Bâcur putunun sidaneliğini yürütüyordu. Hz. Peygamber’in Resul olarak gönderildiği bilgisi ve davet ettiği öğretilerin olağanüstülüğü kendisine
ulaşınca Medine’ye gelmiş, o kutlu zatı dinlemiş, kendisinden etkilenerek
İslam dinini benimsemiştir.1 Daha sonra onun tarafından, tabir caiz ise bir
davetçi olarak, Umân’a görevlendirilmiştir. Memleketine dönünce Mescidu
Mâzin b. Ğadvebe adıyla şöhret kazanan mabedi inşa etmiş ve kabiledaşlarını İslam’a çağırarak bu din-i mubinin yayılması için büyük emek sarf etmiştir. Onun bu çabalarıyla Umân bölgesinde İslam’ı kabul eden şahısların sayısında bir artış olunca, muştuyu vermek amacıyla Medine’ye gelmiş, durumu
Prof. Dr. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi. [email protected]
1 Gizemli, sır dolu haberleri aktarmayı seven İzkevî -ki İbâdîlerin siyer geleneğinin son temsilcilerindendir- Mâzin’in Medine’ye gidişi hususunda şu –uydurma- haberi aktarmaktadır: “Mâzin,
Tay kabilesine ait Bâcur putuna tapıyordu. Ona her gün bir koyun kesiyor ve ibadet ediyordu.
[Yine adeti olduğu veçhiyle kurbanını takdim ederken] puttan şu seçili sözleri işitti: ‘Ey Mâzin
kulak ver, dinlersen mutlu olursun. Hayır tebellür etmiştir. Şer de gizlenmiştir. Mudar’dan bir
peygamber gönderilmiştir. [O peygamber] En büyük zat olan Allah’ın dinini benimsemiştir. Bu
yontulmuş taşlara [ibadet etmeyi] artık terk et. [Böyle yaparsan] Sakar (cehennem) ateşinden
korunmuş olursun’. Mâzin bu sesi duyunca çok korkar ve yeni bir kurban kesmeye karar
verir. İkinci kurbanını Bacur’un sunağında keserken yine aynı sesi duyar ‘Ey Mâzin yaklaş!
Artık gizlenmesi imkansız olan hakikatler duyacaksın. Gönderilen bu peygamber var ya, işte o
[semadan] indirilen hakikatlerle [insanlığa] gelmiştir. Ona iman edersen yanmakta olan ateşin
yakıcılığından korunmuş olursun. Öyle bir ateş ki yakıtı insanlar ve taşlardır (cendel).” [Bkz.
İzkevî, Serhân b. Said, Keşfu’l-ğumme: el-Câmi’ li ahbari’l-eimme, I-VII, (tahk:, Muhammed Habib Salih-Mahmud b. Mübarek es-Sulemî, Maskat 2012, 149]. Hz. Peygamberin nübüvvetini
güçlendirmek için uydurulan bu ve benzeri haberler, kanaatime göre buna hizmet etmekten
ziyade bu kutlu dine zarar vermektedir. Bu hususla ilgili bkz. Mehmet Mahfuz Söylemez, “Cahiliye Arabının Uluhiyet Anlayışında Putların Yeri”, Cahiliye Arabının Allah İnancı ve Uluhiyyet
Anlayışı, (edit: Mehmet Mahfuz Söylemez”, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2014.
*
188
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Hz. Peygambere arz etmiştir. Hz. Peygamber’in bu habere çok sevindiği kaydedilmektedir. Peygamber efendimiz Senetu’l-vufûd yani elçiler yılında Arap
Yarımadası’nda meskûn bulunan kabile reislerinin yanı sıra yarımadanın
dışında başta Gassanîler, Lahmîler, Doğu Roma ve Sasaniler ile Habeşistan
olmak üzere birçok mekâna davet mektupları gönderdiği bilinmektedir. Bu
bağlamda Umân ve çevresini yöneten Cîfer b. el-Culendî ile kardeşi Abd b.
el-Culendî’ye de mektup göndererek onları bu kutlu dine davet etmiştir. Amr
b. el-As tarafından götürülen mektubun metni şu şekilde idi:
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla: Allah’ın elçisi Muhammed’den Cifer b. Culendî ile Abd b. Culendî’ye. “Allah’ın selamı hidayetine tabi olanların üzerinde olsun. Emma ba’d [Mektubu yazma nedenime gelince]: Sizi İslam davetini kabule
çağırıyorum. Müslüman olunuz ki esenlik bulasınız. Ben yaşayanları inzar ve kabul etmeyen inkârcıları ise va’d edilenin gerçekleşmesi için bütün insanlara gönderilmiş bir elçiyim. Siz ikiniz, şayet İslam dinini kabul ederseniz hükümdar olarak
kalmaya devam edeceksiniz; aksi takdirde hâkimiyetiniz sizden alınır. Topraklarınızı atlarım (süvarilerim) çiğner ve peygamberliğim hâkimiyet sahanıza egemen
olmuş olur.
Peygamber tarafından gönderilen bu mektup adı geçen kardeşler üzerinde etkili olmuş ve tereddütsüz İslam dinini benimsemişlerdir. Hatta bu din-i
Mübin’i kabul ettikten sonra bağlı bulundukları İran garnizonuna haber göndererek benimsedikleri bu yeni düşünce sistemine onları da davet etmişler, aksi takdirde memleketlerini terk etmelerini istemişlerdir. Umân’ı müstemlekeleri olarak gören İranlılar, bu tehdidi dikkate almayınca Ummanlı
Müslümanlar kendileriyle savaşmış ve İranlıları memleketlerinden uzaklaştırmışlardır. Böylece Umân’ın tamamı, kendi rızalarıyla, sulh yolunu tercih
ederek İslam dinini kabul etmişlerdir. Hz. Peygamber tarafından Umân’a elçi
olarak gönderilen Amr b. el-As da buradan ayrılmayarak bir taraftan onlara
öğretmenlik yapmış; diğer taraftan da Peygamberi temsil ederek onun adına
müminlerin zekatlarını alıp ehline, zimmilerin de cizyelerini alarak yerine
ulaştırma görevini üstlenmiştir.
İbâdî kaynaklara göre Hz. Peygamber’in vefatından sonra baş gösteren
Ridde Savaşları esnasında Araplar okun yaydın çıktıkları gibi İslam dininden uzaklaşırken, Umânlılar bu kutlu din üzerinde sabit kalmışlardır. Hatta
onlar, İbâdî dışındaki kaynakların, Umân’ın Kuzey batısında yer alan Dubâ
hadiselerini, kasıtlı olarak, Ridde olayları içerisinde mütalaa ettikleri kanaatindedirler. Oysaki sadece Malik b. Lakit ile taraftarlarının oluşturduğu isyan
hareketi “Ridde” bağlamında değerlendirilebilir. Bu bile aslında Riddeden ziyade bir isyan hareketidir. Kaldı ki Malik b. Lakit hadisesi Ridde savaşları
bağlamında değerlendirilse bile, isyanı bastırmak ancak Umânlı askerlerin
desteğiyle mümkün olabilmiştir.
İbâdî kaynaklara göre Hz. Ebubekir halife olur olmaz, Amr b. el-As’ın Medine’ye dönmek istemesi üzerine, Umânlılar da hem Hz. Peygamberin elçisine
Hatırat/Memories
189
eşlik etmek hem de yeni halifeye biat etmek üzere Abd b. el-Culendî’nin riyasetinde yetmiş kişilik bir heyetle Medine’ye gitmişlerdir. Ridde rüzgarlarının
oldukça sert estiği bu günlerde Medine’ye gelen bu dost ve müttefik heyet,
yeni seçilen halife Hz. Ebubekir’i çok memnun etmiş ve bu nedenle de onlara
hayır duasında bulunmuştur. Bununla da iktifa etmeyen Umânlılar, İslam
fetihleri başlayıp Hz. Ebubekir asker talebinde bulununca, bu çağrıya en
erken cevap veren kitlelerden biri olmuşlardır. Nitekim Abd b. el-Culendî
komutasındaki birlikleriyle Gassanilere karşı Suriye cephesinde çarpışmışlardır.
İbâdî kaynaklarının da açık bir şekilde ifade ettiği gibi Umân, Hulefa-i Raşidîn döneminde devletin bir parçası olarak varlığını korurken, Emevi devletinin neredeyse başından itibaren aslında müstakil bir yönetim olarak tebellür
etmiştir. Emeviler bu bölgeyi kendilerine bağlamak için ciddi mücadele vermişlerdir. Özellikle bu devletin muktedir Irak valisi Haccâc b. Yusuf es-Sekafî
döneminde bu amaçla önemli asker seferler düzenlenmiştir. Ancak bu saldırılar, Hz. Peygamber döneminden beri Umân’da yöneticilik yapan Culendî
ailesi başta olmak üzere -ki o dönemde bu aileden Süleyman b. Ubâd b. Abd
el-Culendî ile kardeşi Said b. b. Ubâd b. Abd el-Culendî yörenin en muteber
şahsiyetleri olarak görünmektedirler- bu bölgede taban bulmuş olan Muhakkime veya İbâdîler tarafından püskürtülmüştür.
Bölgeye İbâdîliğin ne zaman yayıldığı konusuna gelince: Bazı İbâdî kaynaklara göre Câbir b. Zeyd döneminde bahis mevzuu düşünce ekolü bu bölgede etkili olmaya başlamıştır. Yine onlara göre aslen bu bölgeye mensup
olan Cabir b. Zeyd, İbâdî mezhebinin asıl kurucusu ve ilk imamı idi. Bundan
dolayı da ona Umdetu’l-İbâdîye veya aslu’l-mezheb denilmekteydi. İbn Abbâs’ın talebelerinden biri olan Câbir, tefsir ve hadis sahasında kendi döneminin önemli bilginleri arasında yer almaktaydı. Aslen Umân’ın Nizva bölgesine
mensup olup burada hicri yirmilerde dünyaya gelmiştir. Daha sonra Basra’ya geçmiş ve orada da vefat etmiştir. İbâdî kaynakları onun gençlik yıllarında Ebu Bilâl Mirdâs’ın liderliğini yaptığı el-Kaade’ye katıldığını ve onlarla
birlikte hareket ettiğini söylerler. Hatta onlara göre bu hareketin lideri olan
Ebu Bilal bütün icraatlarını Cabir ile istişare ederek gerçekleştirdi. Yine onlara göre Cabir b. Zeyd siyasi hadiselerin içerisinde olmamış, hareketin ilmi
kanadını temsil etmiştir.2 Bunula birlikte özellikle Cabir’in mensup olduğu
Ezd Kabilesi, Emeviler döneminde üstlendiği siyasi rol itibariyle Irak valisi
Haccâc b. Yusuf tarafından cezalandırılmıştır. Bu kabileden birçok şahıs ya
hapsedilmiş veya sürgün edilmiştir. Sürgün edilenlerin içerisinde Cabir b.
Zeyd’in kendisi de vardır. O memleketi Umân’a sürülmüştür. Nitekim İbâdî
kaynaklar mezheplerinin Umân’da yayılmasını bu sürgün ile başlatmakta-
2 Ona nispet edilen metinlerde de bunu görmek mümkündür. Ona nispet edilen mektuplar, ki
bunlar toplam on sekiz tanedir. Ferhan b. Ali el-Ca’birî tarafından bir araya getirilerek neşredildi. Bkz. Ferhan b. Ali el-Ca’birî, Reâilu’l-İmâm Câbir b. Zeyd el-Ezdî, Saltanatu Umân 2013.
190
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
dırlar.3 Ancak her ne kadar bu sürgünle başlatsalar da özellikle ikinci imam
Ebû Ubeyde Müslim b. Ebî Kerime4 döneminde bu yayılmanın hız kazandığı
kanaatindedirler. Nitekim Ebû Ubeyde, başta Kuzey Afrika olmak üzere değişik bölgelerle birlikte Umân’a da dailer göndermiştir. Hatta İbâdî kaynaklara
göre onun talebelerinden biri olan Culendî ailesinden el-Culendî b. Mesud (ö:
150/h) tarafından Umân’da, ömrü birkaç yıl ile sınırlı olsa da bir İbâdî devlet kurulmuştur. Ummân’daki ilk İbâdî devlet olarak kabul edilen bu yapı,
onların kaynaklarında “ed-Devletu’l-İmameti’l-Ula” olarak tesmiye edilmiştir.
Bu devlet, Culendî b. Mesud’un Abbasî askerleri tarafından h. 134 tarihinde
öldürülmesiyle son bulmuştur. Onun ölümü ile kitman dönemine yeniden
avdet eden Umân İbâdîleri, özellikle üçüncü imamları olarak kabul edilen ve
daha çok sahip olduğu Müsned5 ile tanınan el-Rebi’ b. Habîb b. Amr el-Ezdî
(ö:180/ )6 döneminde buraya gönderilen dailer ile yörede sayılarını daha da
artırmış ve ciddi bir güce ulaşmışlardır. Onun talebelerinden Ebû’l-Münzir
Beşir b. El-Münzir (ö: 178/ ), bir dönem Suhâr valiliği de yapan Muhammed
b. el-Mualla, Munîr b. El-Munîr (ö: 180?/), Musa b. Câbir (ö:181/ ), Ebû
Süfyan Mahbûb b. er-Rahîl’in birer dai olarak İbâdî düşüncenin bu bölgede taban bulmasında ciddi etkiye sahip olduğu kaydedilmektedir. Zaten h.
177 yılında Muhammed b. Ebî Affân ile yeniden zuhur dönemi yaşanmıştır.
İbâdî kaynakların “Devletu’l-İmameti’s-Saniyye” olarak tesmiye ettikleri bu
dönem yüz küsur yıl sürmüştür. Hicri 280’e kadar devam eden bu dönemde
Muhammed b. Ali b. Affân’dan sonra, el-Vâris b. Ka’b el-Harusî (imameti:
179-192), Gassân b. Abdullah el-Yahmudî (imameti: 192-207), Abdulmelik
b. Hamid el-Alevî (imameti: 207-226), el-Muhnâ b. Cifer el-Yahmudî (imameti: 226-237), es-Salt b. Malik el-Harusî (imameti: 237-272), Raşid b. Nâzar
3 Bkz. Hüseyin Ğabbâş, Umân: ed-Dimokratiyetu’l-İslamiyye: Tekalidu’l-İmâmeti ve’t-tarih
es-Siyâsi, Beyrut 2006, 42.
4 İbâdîlerin ikinci imamı olarak kabul edilmektedir. Mevali kökenli olup Amr b. Adiyye’nin mevalilerinden biridir.
5 İbâdîler bu kitaba Câmiu’s-sahih demektedirler. Ayrıntılı bilgi için bkz. İbrahim b. Ali b. Amr
Bûlrevâh, Musnedu’l-imâm er-Rebî’ b. Habîb ve “Kitabu’l-Câmi’ li İbn Bereke”: Dirasetun Mukarene, Beyrut 2013, 40.
6 Umân’da doğmuş, çocukluğu burada geçmiş, daha sonra eğitim almak amacıyla Basra’ya
gitmiş ve orada Ebû Ubeyde’nin en gözde talebeleri arasına girmiştir. Hatta hocasıyla İbâdî
cemaatin liderliği hususunda mücadele etmiştir. Fıkıh, tefsir ve hadis sahalarında şöhret
kazanmıştır. Günümüze ulaşan iki kitabı bulunmaktadır. Bu eserlerinden ilki Âsâru er-Rebî’
adını taşımaktadır. Bazı yazmaları günümüze ulaşan eser, henüz basılmamıştır. Diğeri ise
el-Müsned adını taşımaktadır. Dört cilt şeklinde basılan kitap, fıkhi baplara göre tasnif edilmiştir. İbâdîlere göre eser Kur’an’dan sonraki en sahih kitaptır. Ancak gerek içerdiği hadisler,
gerekse tasnif şekli, gerekse ismi itibariyle Buharî’nin ünlü hadis kitabı ile büyük benzerliklere sahiptir. Bu benzerliklerden dolayı eserin Rebi’e aidiyeti hususunda bazı kuşkular
oluşmuştur. Ancak İbâdî kaynaklara göre bu kuşku asılsız olup Buharî bu eserden faydalanmıştır. Fakat Buharî’nin kitabının yaygınlığı ve özellikle onun hayatta bulunduğu, hatta daha
sonraki dönemlerde de ne İbâdîlerden ne de diğer fırkalardan böyle bir eleştirinin gündeme
gelmemiş olması, Buharî’nin er-Rebi’in Müsned’inden faydalandığı sonucuna varmayı güç
hale getirmektedir. Rebî’ b. Habib’e nispet edilen bu eser daha sonra Vercilânî tarafından
bölümlenmiş ve Kitabu’t-tertib fi sahihi min hadaisi Resul adı verilmiştir. Bkz. Ebû Ya’kûb
Yusuf b. İbrahim el-Vercilânî (ö:570/ ), Kitabu’t-tertib fi sahihi min hadaisi Resul, (tash: ta’lik:,
Nureddin Abdullah b. Humeyd es-Sâlimî), Maskat 2011.
Hatırat/Memories
191
el-Yahmudî (imameti: 272-277), Azzân b. Temîm el-Harusî (imameti: 277280) gibi şahıslar devletin liderliğini (İbâdî kaynaklara göre imametini) üstlenmişlerdir. Hicri 280 yılında kısa bir süreliğine Abbasilerin nüfuzuna giren
Umân, daha sonra yeniden müstakil bir imamet olarak tarih sahnesine avdet
etmiştir. Bu imametler zaman zaman kesintiye uğradığı için İbâdî kaynakları
tarafından hep üçüncü, dördüncü, beşinci şeklinde sekize kadar ta’dad edilmiş ve ondan sonra da Ya’rubiler dönemi başlamıştır.7 Umân Portekizlilerin
yöreyi işgaline kadar hep müstakil olarak varlığını sürdürmeyi başarmıştır.
Günümüze kadar da hep İbâdîlerin hâkimiyetinde kalıp –çoğunlukla- onlara
mensup imamlar tarafından idare edilmiştir.
Umân İbâdîlerinin imamet anlayışına gelince: Umân İbâdîlerine göre imam
seçme yetkisine sadece “ehl-i hal ve’l-akd” denilen meclis sahiptir. Bu meclis
en yüksek şer’i kurum olup hukukî, siyasî ve dinî merci olarak kabul edilmektedir. İmamın seçimi veya görevden alınması onların işrafında gerçekleşmektedir. Bu kurum imamet ile ilgili bütün işlerden sorumlu olup başlıca
görevleri arasında şura sisteminin uygulanması ve bu sistemden uzaklaşılmaması da yer almaktadır. Kadı, muallim ve tarihçilerden oluşan bu kurumun içerisinde meşhur şairlerin de bulunduğu ifade edilmektedir. Bunlar
aynı zamanda toplumun önderleri idiler. Umân İbâdîlerinde var olan ehlu hal
ve’l-akd müessesesi ile Cezayir İbâdîlerine ait Heyetu Ammu Said adındaki
kurum arasında ciddi benzerlik bulunmaktadır. Tek farkla biri zuhur, diğeri
ise kitman dönemi yaşayan İbâdîlere ait müesseselerdir.8 Kuşkusuz Umân
İbâdîleri ile Mağrib İbâdîleri arasında başta rüyetullah, halku’l-Kur’an, Allah’ın sıfatları olmak üzere bazı konularda farklılıklar da mevcuttur. Örneğin
Mağrib İbâdîleri düşünsel anlamda Mutezileye daha yakındırlar. Aynen onlar
gibi Kur’an’ın yaratılmışlığına inandıkları gibi Ru’yetullah ve Allah’ın sıfatları
meselesinde de onlara benzer fikirlere sahiptirler. Oysaki Umân İbdadileri
bu konuda Ehl-i Sünnete daha yakındırlar. Her iki İbâdî kitle arasındaki
farklılıkları inceleyen çalışmalar da yapılmıştır. Pierre Cuperly’nin çalışması
bunlardan biridir.9
Yukarıda zikrettiğimiz ehlu hal ve’l-akd müessesesi, atandıktan sonra
imama yardımcı da olmaktaydı. Sayıları ise yaklaşık on beş kişiden oluşmaktaydı. Başkanlığı imam tarafından yapılmaktaydı. Bazen haftada, bazen de
ayda bir toplanırdı. Bunun dışında bir de adına meclisu’l-âm denilen ve aynı
zamanda aşiret reislerinin de üye oldukları bir başka meclisten daha bahse7 Konu ile ilgili geniş bilgi için bkz. Ahmed b. Suud es-Siyabî, el-Vasît fi ta’rihi’l-Umânî, es-Sib
2012; Zâhir b. Suud b. Seyf es-Siyâbî, el-Bâb li Ma’rifeti ta’rihi’l-ashâb: et-Ta’rihu’l-İbâdi bi
uslûbi kasasiyi müyesser, es-Sib 2013; Ahmed b. Hamd b. Süleyman el-Halilî, Emâkinu intişari’l-mezhebi’l-İbâdî, es-Sib 2013.
8 Heyetu Ammu Said müessesi için Cezayirle alakalı yazdığımız ve İslamî İlimler Dergisi’nin
elinizdeki sayısında neşrettiğimiz “Mahfuzât: Cezayir İbâdîleri Arasında Beş Gün “ başlıklı
yazımıza bakılabilir.
9 El-Madhal ila dirâsât el-İbâdîyye ve akidetiha: bahsun mukaran fi’l-akideti’l-İbâdîyyeti fi Bilâdi’l-Mağrib ve Umân, (Arapça’ya terc: Ammâr el-Culâsî), es-Sîb 2010.
192
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
dilmektedir. Bu meclis ise imamın ihtiyaç duyduğu dönemlerde toplanırdı.
Önemli kararlar bu mecliste tarafından alınırdı. İmam ülkeyi valiler ve kabile
reisleri aracılığıyla idare etmekteydi. Valiler yukarıda bahsettiğimiz mecliste
istişare edilerek atanırdı. Bölge halkı, bir başka ifadeyle kabilelerin de onayının alınması gerekirdi. Kabilelerin valiyi reddettikleri olurdu. İmamet dönemi
Umân’ın da ülke idaresinde etkili olan bir başka şahıs ise kâdıdır. Kâdılar
bizzat imam tarafından atanır ve ona karşı sorumlu olurlardı. Ancak bölge
alimlerinin zaman zaman tavsiyelerinin alındığı da olurdu. Kâdılar bireyler
arasındaki sorunları çözerlerken, kabileler arasındaki problemler ise bizzat
imam tarafından halledilirdi. Kâdılar ölüm cezası verebilirlerdi. Ancak bunun
infazı kesinlikle imamın izni olmadan gerçekleşmezdi.10 İmametin gelirlerine
gelince zekat, uşur, cizye ve ganimet girdileridir. 11
Günümüzde de Umman Sultanlığının resmi mezhebi İbâdîliktir. Sultan
Kabus Üniversitesi öğretim üyelerinden İbâdî kökenli bir akademisyen olan
Prof. Dr. Mübarek b. Seyf b. Said’in bize aktardığı bilgilere göre ülkenin yüzde
altmışını oluşturmaktadırlar. Geri kalanlar ise Sünniler, çok az Şii bir nüfus
ile çalışan sınıfına mensup bazı Hindulardır. Fakat Sünnilere göre ise Sünniler çoğunlukta, İbâdîler ise azınlıkta olmakla birlikte hakim kitleyi oluşturmaktadırlar. Yanı sıra eskiden küçük bir Yahudi küme de varmış, ancak
sonra İsrail’e göç etmişler. Günümüzde krallıkla idare edilmekte olan ülkenin
başına İbâdî kökenli Sultan Kâbus bulunmaktadır. Körfezde yer alan Umân
Sultanlığı, İslam Ülkeleri örgütünün yanı sıra Arap Ligi ve Körfez Birliği teşkilatının da üyesidir. Son derece zengin petrol yataklarına sahip olan Umân
en zengin Arap ülkelerinden biri olarak kabul edilmektedir.
Bu girişten sonra şimdi Umân seyahatimize geçebiliriz.
Umân Seyahatimizden Kesitler
Maskat’a indikten sonra karşılaştığımız ilk sorun Şevket KOTAN hocanın
yanına almayı unuttuğu dönüş bileti oldu. Zira Umân uygulamalarına göre
yanınızda dönüş biletiniz olmadan ülkeye kabul edilmiyorsunuz. Doğrusu
ben bilinçsizce biletimi yanıma almıştım. Ancak hoca böyle bir uygulamanın varlığını bilemediği için doğal olarak bileti de yanına almamıştı. Biletimiz
olmadan bizi ülkeye alamayacaklarını söyleyen polisleri, İstanbul Üniversitesi adına bir araştırma bağlamında burada olduğumuza ve bir hafta kalıp
döneceğimize uzun uğraşlardan sonra ancak ikna edebildik. Havaalanından
çıktıktan sonra bizi almaya gelen Enver beyin rehberliğinde yeni şehir dolaylarında, City Center diye tesmiye edilen bölgede, aynı isimle anılan otele
doğru hareket ettik. Yerleştiğimiz otelin Maskat’ın en uygun otellerinden biri
10 Muhtemelen bu durum Hz. Ömer’in Kadı Şureyh’e gönderdiği genelgeye dayanmaktadır. Bilindiği gibi Hz. Ömer ona gönderdiği genelgede ölüm cezalarını kendinden izin almaksızın
hiçbir şekilde uygulamamasını istemiştir.
11 Konu ile ilgili geniş bilgi için bkz. Hüseyin Ğabbâş, 67-82.
Hatırat/Memories
193
olduğunu birkaç gün sonra öğrendik. Gecelik ücreti 46 riyal olan otelin Türkiye şartlarında çok pahalı olduğunu ifade etmeliyim. Zİra bir riyal yaklaşık
olarak üç dolar, dolayısıyla, geceliği 136 dolar civarında kalmış olduk. Ödediğimiz bu ücretin de gösterdiği gibi Umân çok pahalı bir ülke.
Yukarıda ifade ettiğim gibi Umân en zengin Arap ülkelerinden biri. Belki
de kaynaklarını en iyi kullanan ülkesi. Zira İslam aleminin hiçbir yerinde
görmediğim bir temizliğe sahip. Dahası en güzel şehircilik de burada görülmektedir: başkent geniş caddeler ve bulvar, düzenli yol şebekesi, altlı üstlü
kavşaklar, bakımlı ve düzenli refüjler, tertemiz yollarla donatılmıştır. Maskat
tarihinde iki kez dünyanın en temiz şehri seçilmiştir. Şehirde inşa edilen
mimari yapılar bu coğrafyaya son derece uyum halindedir. Körfezde gördüğünüz, inşa edildiği coğrafya ile uyumsuz, hatta çoğunlukla iğreti duran,
o devasa binaların hiç birini burada görmek mümkün değil. Burada inşa
edilen binaların tamamı kendine özgü mimarinin özelliklerini taşıyor, çoğunlukla müstakil ve dubleks olarak inşa edilmişler, en yüksek binalar ise üç
veya dört kat, göze çirkin görünen, insanı rahatsız eden bir binaya neredeyse
hiç rastlamıyorsunuz. Bakanlıkların binaları bile ancak dört veya beş katlı.
Su sıkıntısına rağmen şehir çok ciddi anlamda yeşillendirilmiş, her tarafta
parklar ve bahçeler var. Evlerin neredeyse hepsi beyaza boyanmış vaziyette.
Bizi gezdiren rehberimiz bunun kralın özel politikası olduğunu, bu duruma
çok önem verdiğini anlattı. Ve ilave etti: “Burada halk arasında kralın yeşil ve
beyazı çok sevdiğini söylüyorlar.”
Enver bey aracılığıyla otelimize yerleşirken ne yapacağımız hususunda bir
yol haritası da belirlemiş olduk: öncelikli olarak Evkaf Bakanlığı ile Kültür
Bakanlığı ve Umân’da İslami İlimler tedris eden tek fakülte olan Ma’hed ulûm
eş-Şeriyye ile üniversiteleri ziyaret etmek ve de aynı zamanda İslam öncesi
dönemin önemli ticari duraklarından biri olan Suhar’a gitmek, kitapçıları
gezmek, evkaf ile kültür bakanlığından kitap satın almak.
İlk durağımız olarak Evkaf Bakanlığı’nı belirledik ve Umân Sultanlığı’nın
baş müftüsü Ahmed el-Halilî ile görüşmek için bakanlığa gitmeye karar verdik. Randevumuz olmadığı için görüşmenin zor olacağını düşünmüş olmamıza rağmen şansımızı denemeye karar verdik. Zira Ahmet el-Halilî, sadece
Umân İbdaileri için değil, aynı zamanda Cezayir, Libya ve Tunus İbâdîleri
için de son derece önemli ve onlar tarafından da ciddi bir tanınırlığa sahip
bir ilim adamı. Onlarca eseri var. Birçoğu fetva mecmuaları olsa da bunların
içerisinde tefsir sahasında yazdığı ve Şevket hocanın ilgisini çeken bir eseri
de mevcut. Ahmet el-Halilî fetvalarıyla Umân dışındaki İbâdîleri yönlendirdiği gibi aynı zamanda İslam aleminde önemli bir etkiye de sahip. Bendenizin
de üyesi olduğu el-İttihadı alemî li ulemai’l-müslimîn’in de üyesi olan Ahmed
el-Halilî, İslam dünyasının sorunları ile ilgilenen, bunlara bigane kalmayan
bir alim. Bundan dolayı da benim değer verdiğim bir zat bu vesileyle de kendisiyle görüşmeyi önemsiyor idim. Ancak Evkafa geldiğimizde bize yurt dı-
194
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
şında olduğunu söylediler. Çok faydalı olacağına inandığım bir görüşmeyi
gerçekleştiremeden bakanlıktan ayrılmakla birlikte bizi baş müftünün ofisine götüren zata sohbet esnasında Türkiye’den gelen bilim adamları olduğumuzu ve İbâdî tarihi ve kaynakları ile ilgilendiğimizi söylememiz faydalı
oldu. Zira bize kitap satış ofisinden bazı eserleri tedarik edebileceğini söyledi.
Doğrusu bu durum da hoşumuza gitmiş oldu. Nitekim biraz sonra elinde irili
ufaklı ona yakın eserle çıka geldi. Bu eserlerden bir tanesi Ahmed Halilî’nin
zekat hususunda yazdığı bir risale idi. İkisi de yine onun verdiği fetvalardan
oluşuyordu. Kuşkusuz bu eserlerin her ikisi özellikle modern zaman Umân
İbâdîlerini tanımak için oldukça önemli. Aldığımız eserlerden bir başkası ise
Amr Halife en-Namî’ye ait olan Dirasât ani’l-İbâdiyye adlı çalışma. Onun İngiltere’de hazırladığı doktora tezinin Arapçaya tercümesi olan bu eser, literatür bağlamında alanın önemli kitaplarından bir tanesi. Aslen Libyalı olan
Amr, eğitim amacıyla Mısır’a gitmiş, burada bir süre kalmıştır. Hatta İhvan-ı
Müslimîn’in önemli isimlerinden Seyyid Kutup ile arkadaşlık da yapmıştır.
en-Namî 1954 yılında Seyyid Kutup’un tutuklanması üzerine Mısır’ı terk ederek İngiltere’ye gitmiştir. Burada doktorasını tamamlayıp ülkesine dönmüş,
ancak Muammer Kaddafi tarafından önce hapsedilmiş daha sonra Amerika
ve arkasından da Japonya’ya sürgün edilmiştir. Döndükten sonra da bir süre
çobanlık yapmış, akabinden tutuklanmış ve kendisinden bir daha da haber
alınamamıştır. Şevket KOTAN hoca ile Umân’da bulunduğumuz süre içerisinde kitabını birlikte okuduğumuz bu mütebahhir zat, aynı zamanda da
şairdir. Çok güzel şiirleri var. Libya’nın yanı sıra Cirbe ve Gardaya bölgesinin
yazmalarını da incelenerek oluşturulduğu bu eserin neşrinden sonra adı geçen bölgelerin mahtutalarının bir kısmı neşredilmesine rağmen önemli bir
kısmının hala yayınlanmamış olması bu eserin önemini hala muhafaza etmesine neden olmaktadır. Bu çalışma İbâdîlerin ilim dünyasında bilinenden
daha geniş bir yazma koleksiyonuna sahip olduğunu göstermesi açısından
ayrıca önemlidir. Bu eserlerin ilerde yayınlanması bu fırka hususunda daha
geniş ve doğru bilgilere ulaşmamıza vesile olacaktır.
22/08/2013 tarihinde daha önce randevumuz alınan Ma’hed Ulûm
eş-Şer’iyye’ye gittik. Burası Ummân’da bulunan İslami ilimlerin tedris edildiği müstakil tek fakülte olduğunu yukarıda ifade etmiştim. Diğer üniversitelerde İslami ilimler, edebiyat fakültesinin içerisinde bir bölüm olarak var.
Adı Ma’hed olsa da aslında dört yıl lisans; yanı sıra yüksek lisans ve doktora
eğitimi de veren bir fakülte. Resmen 1999 yılında kurulan ve 2000 öğrenci
almaya başlayan fakülte Maskat’a takim bir tepede, dağın hemen eteğinde
yer almakta idi. Oradan Maskat manzarasının çok güzel göründüğünü söylemem gerekir.
Dekanı ise kral ailesinden Prof. Dr. İsa b. Yusuf Ebû Said. Kendisiyle
görüştüğümüz Ebû Said son derce kibar ve nazik bir beyefendi. İçeri girip
oturur oturmaz hemen geleneğe uygun olarak önümüze Umân helvası ile
kahve kondu. Umân’da nereye giderseniz gidin, oturur oturmaz önünüze he-
Hatırat/Memories
195
men helva ile kahve konuyor. Ortaya bir tabağın içerisinde konan helvayı
herkes parmaklarıyla alıyor ve üzerine de kahve içiliyor. Helvayı –bir şeker
hastası olarak- yememem gerekse de tadına bakmadan edemiyorum. Tadı
aslında pek de kötü değil. Hele kahve çok güzel. Helva ve kahve eşliğinde İsa
beye İstanbul Üniversitesi adına yürütmekte olduğumuz çalışma hakkında
bilgi verdik. Çok etkilendi ve bizi ziyaretçi ilim adamları olarak bir süreliğine
ders vermek üzere fakültelerine davet etti. Her türlü yardıma açık olduğunu, çalışmamızın ikmali için elinden geleni yapmaya hazır olduğunu özellikle
ilave etti. Ve bize fakültesi hakkında bilgi verdi. Dört yıllık lisans eğitimi ile
birlikte yüksek lisans ve doktora eğitimi de veren fakültede Fıkıh ve Usulü,
Usulu’d-din, Fıkıh ve Da’va ile bayanlara ait olan ed-Dirasât el-İslamiyye olmak üzere dört bölümü bulunmaktadır. Her bölümün kendine ait müfredatı
vardır. İslam tarihi dersleri hemen her bölümde kısmen okutulmakla birlilkte daha çok Fıkıh ve Da’va bölümünde bulunmaktadır. Fakültede verilen
dersler genelde elli dakika olmakla birlikte hocalar dilerlerse blok ders de
işleyebilmektedirler. Her eğitim öğretim yılı iki döneme taksim edilmiş olup
her dönem on altı hafta eğitim öğretim verilmektedir. Bir öğrenci dört yıllık
eğitimi boyunca yaklaşık altmış ders yani 180 kredi alarak mezun olmaktadır. Öğrenciler okulun sonunda bir bitirme tezi hazırlamak zorundadırlar.
Fakülteden Umân’ın uluslararası tanınırlığa sahip dergisi olan et-Tefahum’un editörü Abdurrahman es-Salimî ile görüşmek üzere çıktık. Doğrusu
Salimî bey bizi şaşırttı. Türkiye ile ilgili ciddi bilgileri vardı. Türkiye’yi takip
ediyordu. Daha sonra, içinde bulunduğumuz günlerin en sıcak konularından biri olan Mısır hadiselerini ve Rabia’yı konuştuk. İhvân’ın ciddi hatalar yaptığını, yaşanan bunca olumsuzlukların söz konusu hatalarının bir
sonucu olarak meydana geldiğini anlattı. Ben de kendisine İhan’ın hata
yapmış olabileceğini, ancak siyasi bir parti olarak yapılan yanlışların bedelinin ancak sandıkta verilebileceğini, bunun bedelinin bunca masum insanın kurşunlanarak meydanlarda öldürmek olmadığını söyledim. Bu bakış
açımın onu rahatsız ettiğini fark ettim. Abdurrahman bey bize her sene
Nisan ayında Maskat’a “İbâdîlerin fıkıh anlayışları” hususunda bir kongrenin düzenlendiğini söyledi ve bizi bir yıl sonra yapılacak olana davet etti.
İbâdîleri ve İbâdîliği çalışanları tanımak açısından iyi bir fırsat olarak görünmekte olan kongreye katılmak istediğimizi ancak fıkıhçı olmadığımızı
söyleyince tarihçi ve tefsircilerin de katılabildiklerini söyledi, geleceğin ne
göstereceğini bilemediğimiz için “inşallah” diyerek kararı zamana bıraktık.
Daha sonra bize Tefahum dergisinin son sayısını hediye etti. Ve derginin
eski adının Tearruf olduğunu, yakın zamanda Tefahum olarak değiştirdiklerini anlattı. Taarruf adının da İbâdî tarihçi Ali Yahya Muammer’in meşhur
üçlemesi olan Ma’rife, Tearruf ve İ’tiraf’a dayandığını ifade etti. Bilindiği gibi
Ali Yahya’ya göre İslam düşünce ekolleri genelde birbirleriyle ilgili bilgileri
muhaliflerin eserlerinden almaktadırlar. Muhalifler ise rakip fırkaları hep
aşağılamakta ve onlarda var olduğuna inandıkları olumsuz bilgileri aktar-
196
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
maktadırlar. Oysaki -ilmi olan- bu bilgileri grupların kendi eserlerinden aktarmaktır. Onlar kendilerini nasıl tanımlıyorlarsa öyle tanımlanmaları icap
eder. Onları kendi eserlerinden tanıdıktan sonra tanışıklık/tearruf meydana gelir. Bundan sonra da her kitle ötekini itiraf etmeli yani hakkını teslim
etmelidir.” O bu konu ile ilgili aynen şöyle demektedir: “Ben kesinlikle biliyorum ki İslam ümmetinde mezhepçilik zorla yok edilemez. [Hatta] karşılıklı
olarak kimin haklılığını ortaya koymak amacıyla delil ileri sürerek de ortadan kaldırılamaz. [Dahası] yasa veya kanun ile de yok edilemez. Aksine bu
üçü de taassubu, şiddeti, güçlü bir tepkinin ortaya çıkmasını sağlamaktan
başka bir işe yaramazlar. Bana göre mezhepçilik ma’rife, taarruf ve i’tiraf ile
ancak yok edilebilir. Ma’rife ile her mezhep diğerinin sahip oldukları değerleri ve bunları niçin benimsediğini öğrenmiş olur. Taarruf ile birlikte hareket
zemini oluşur ve toplu ibadetler birlikte yapılmış olur. İ’tiraf ile de her biri
diğerinin sahip olduklarını itiraf etmiş olur. Ona kendisine tanıdığı hakların
aynısını tanımış olur. Kardeşlik ve hoşgörünün gölgesinde meydan okumalar
[bu şekilde] yok olur. ..”12 İbâdîye bu konuda çok şikâyetçidir. Onlar kendi
eserlerinden ziyade fırak kitaplarına dayanarak kendilerinin tanımlandığını
söylemektedirler.13 Oysaki doğru ve adil olan da kim kendini nasıl tanımlıyorsa onu öyle tanımlamaktır. Ülkemizde mezhepler tarihi araştırmaları
bu seviyeyi yakalamıştır. Bizde “tanımlamaktan” ziyade “anlama” üzerine
kurulu bir mezhepler tarihçiliği bulunmaktadır ki bu sevindiricidir.14
Dergiden çıktıktan sonra Maskat’ı biraz daha yakından görmek için kısa
bir şehir turu yaptık ve akabinde de otelimize geri döndük.
Bir sonraki gün yani Perşembe günü tekrar Evkâf’a gitmeğe karar verdik. Her ne kadar Ahmed el-Halilî’ yurt dışında olsa da onun dışında yetkili
biriyle konuşmamızın iyi olacağını düşündük. Bakanlığa gelince bizi Ahmed
el-Halilî’nin danışmanı ve aynı zamanda oğlu olan Eflah b. Ahmed el-Halilî’ye
yönlendirdiler. Adını benim ilk makelemin konusu olan Rüstemilerin ikinci
imamı Eflah b. Adurrahman’dan alan Eflah bey, bizi kabul etti ve gayet iyi
karşıladı. Yanında Ma’hed ulûm eş-Şer’iyye’den iki de talebe vardı. Anlaşılan
talebelerle bir metin okuyorlardı. Kendisine Umân’a geliş nedenimizi anlattık
ve özellikle başta Câbir b. Zeyd, Ebu Ubeyde ve eş-Şemmâhî olmak üzere İbâdîlerin temel kaynakları konusunda yardım talep ettiğimizi söyledik. Bu eserlerin önemli bir kısmına sahip olmadığımızı, bu durumun kendileriyle ilgili
bilgileri biraz da muhaliflerin özellikle de fırak yazarlarının eserlerinden almamıza neden olduğunu, dolayısıyla katkılarını beklediğimizi söyledik. Bize
her türlü desteğe hazır olduğunu söyledi ve bir görevliye kitap deposundan
bize kitap getirmelerini buyurdu. Heyecanla talep ettiğimiz eserlerin gelece12 Bkz. Ali Yahya Muammer, el-İbâdiyetu beyne fırak el-İslamiyye: inde kuttâbi’l-makâlât fi’l-kadim ve’l-hadis, Ğardaya 2003, 1-2.
13 Bkz. Nâsır b. Matar el-Maskarî, el-İbâdîyetu fi meydani’l-hakk, Ğardaya 2013; Bukeyr b. Said
A’veşt, Edvâun İslamiyetun ala meâlimi’-İbâdîyyeti: Bayânuha, hakaikuha, ta’rihuha, es-Siîb
2013.
14 Konu ile ilgili geniş bilgi için Hasan Onat beyin çalışmalarına bakılabilir.
Hatırat/Memories
197
ğini beklerken, dün aldığımız kitapların aynısı gelmiş oldu. Bunları bir gün
önce aldığımızı söyleyince “öyleyse kitapları ayarladığımda sizinle irtibat kuracağım” diyerek bizi uğurladı. Eflah bey ile yaptığımız görüşmenin sonucunu üç gün sonra aldık. Bize Ebu Ubeyde ile ilgili Mubarek Raşidî tarafından
hazırlanan doktora tezini getirdi. Ebu Ubeyde ve Menhecuhu’l-Fıkhîhi başlığını taşıyan çalışmanın bir kısmı onun yaşam öyküsüne ayrılmışken diğer parçası ise fıkhi yöntemi hakkında bilgiler içermekteydi. Kitabın ekinde ise Ebu
Ubeyde’ye ait olan Kitabu’z-zekat’ın yer almış olması eseri benim için daha
önemli kılıyordu. Bilindiği gibi Ebu Ubeyde İbâdîlerin ikinci imamı olup aynı
zamanda Serdab Medresesinin de kurucusudur. Serdap medresesi denilen
ve onun tarafından kimsenin fark etmemesi için yerin altında küşat edilen
bu medrese dışarıdan bir sepet atölyesi gibi dizayn edilmişti. Ebu Ubeyde
talebelerini burada yetiştiriyordu. Onun tarafından bu medresede yetiştirilen
İbâdî dailer başta Umân, Horasan, Yemen ve Kuzey Afrika’ya gönderilmişlerdir. Kuzey Afrika’ya giden ve Hameletu’l-İlm/ bilgi taşıyıcıları olarak tanınan
Ebu’l-Hattâb ile Abdurrahman b. Rüstem’in de içinde bulunduğu dailer daha
sonra burada adına Rüstemiler denilen bir devlet de kuracaklardır. Dolayısıyla Ebû Ubeyde İbâdî tarihi açısından son derece önemli bir isim, onunla
ilgili bir çalışmayı bulmak bizim için iyi oldu.
Eflah beyin getirdiği eserlerden bir başkası ise Şemmahî’nin Kitabu’s-siyer’i idi. Bende iki ciltlik Umân baskısının birinci cildi vardı. Diğer cildini
bulamamıştım. Bendeki cildi ise yıllar önce Sönmez KUTLU hoca hediye etmişti. Kendisinde aynı ciltten iki adet varmış; birini sağ olsun bana vermişti.
Eflah beyden aldığımız ise Libyalı bir ilim adamı olan Dr. Muhammed Hasan
tarafından tahkik edilerek neşredilmiş çok güzel üç ciltlik bir baskı.15 Bu
eserlerin yanında birkaç tane de Ahmet el-Halilî tarafından yazılan risaleler
de bulunuyordu. Eflah beye teşekkür ederek oradan ayrıldık ve Maskat’ın
tarihi çarşısı Matrah’ı görmek için o bölgeye gitmeye karar verdik.
Matrah olarak anılan Maskat pazarı veya çarşısı, kadim dönemden kalan
ticarî mekanlardan bir tanesi olarak bilinmektedir. Deniz kenarında, etrafında kadim dönemden kalan koruma kuleleri ve kale ile hala ayakta duran bir
ticaret merkezi. Umân’a gelmişken Umânlılara ait cenbiyelerden satın almaya karar verdik ve bu amaçla pazarı gezdik. Tanıştığımız bir bey efendi kendisinin İbâdî olduğunu ama eşinin Şii olduğunu, burada bu tür evliliklerin bulunduğunu, kimsenin kimseye müdahale etmediğini anlatarak Sultanlıktaki
hoşgörüyü aktardı. Eğer gerçekten verdiği bilgiler doğru ise çok ilgi çekici bir
durum. Zira Cezayir’de İbâdîler, özellikle Malikilerle evlenmeyi haram olarak görmemelerine rağmen, kendileri dışında kimseyle evlenmemekte; hatta
bundan içtinap etmektedirler. Şayet burada böyle bir durum varsa, bu durum hâkim konumda olan Umân İbâdîleri ile azınlık konumundaki Cezayir
15 Ebu’l-Abbas Ahmed b. Ebi Osman Said b. Abdulvahhid eş-Şemmâhî, Kitabu’s-siyer, I-III,
(tahk: Muhammed Hasan), Trablus 2009.
198
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
İbâdîleri arasında ciddi farklılıkların olduğunu göstermesi açısından dikkat
çekicidir.
Maskat bilebildiğim kadarıyla Umân’ın eski yerleşim birimlerinden bir
tanesidir. Ezd kabile’sinin yerleştiği önemli mekanlardan biri olan Maskat,
şimdiye kadar gördüğümüz en temiz ve düzenli şehirlerden bir tanesi olduğunu yukarıda dile getirmiştim. Kendine özgü mimari yapısı ve şehir dokusuyla nadide bir kent; geniş ve güzel caddeleriyle kendisini göstermektedir.
Matrah pazarını gezerken rehberimiz dikkatimizi bir gemiye yönlendirdi. Son
derece güzel ve göz alıcı geminin Sultan Kabus’un özel gemisi olduğunu söyledi. Matrah pazarından çıktıktan sonra hemen yakında olan Sultan Kabus’a
ait sarayı görmeye karar verdik. Etrafının halka açık olması, dileyenin fotoğraf çekmesine izin verilmesi bizi şaşırttı. Zira başta Suud ve diğer körfez ülkeleri olmak üzere devlet başkanlarına veya krallara ait sarayları bırakın böyle
rahat gezip fotoğraflamayı, yanına bile yaklaşamazsınız. Bu durum Sultan
Kabus’un halkına olan güvenini gösterdiği gibi halkın da onu sevmesine neden olmuş. Zaten rehberimiz bizi gezdirirken halkın Sultan Kabus’u sevdiğini, Arap baharı hadiselerinin patlak verdiği günlerde bir iki küçük gösteri
dışında her hangi hadisenin yaşanmadığını anlattı. Sultan Kabus’a ait başka
saraylar olsa da en önemlisinin bu olduğu anlaşılıyor.
Bir sonraki gün olan Cuma gününde namazı, Umân Sultanlığı’nın en büyük camisi olan ve Maskatın simgesi haline gelmeye başlayan Sultan Kabus
Camii’nde kılmaya karar verdik. Geniş bir alanın ortasında, devasa bir yapı
olan camii, beş minaresiyle göz kamaştırmaktaydı. Etrafında otopark alanı
olarak geniş bir saha bırakılmıştı. Şehrin merkezinin hafif dışında olan camiye dışarıdan insanlar araçlarıyla gelmekteydiler. Araçlar bu geniş otoparklara bırakılıyor, daha sonra namaza gidiliyordu. Camii yan yana iki devasa
komleksten oluşuyor, ilki abdesthaneler ikincisi ise namaz kılınan bölmeden
oluşuyordu. Tuvaletler hiçbir Arap ülkesinde görmediğim kadar temizdi. Zaten Umân Sultanlığı’nda hangi camiye giderseniz gidin bu temizliği görürsünüz. Caminin içi muhteşem çinilerle süslenmiş vaziyette, rehberimiz bu
çinilerin yurt dışından getirildiğini söyledikten sonra yerde serili olan halının
el yapımı ve dünyada bilinen en büyük ikinci halı olduğunu ilave etti. Cuma
hutbesi aynen biz Sünnilerde olduğu gibi iki parçadan oluşuyordu. Hutbenin her iki kısmı da vaz-u nasihat ve Sultan Kabus’a dulardan müteşekkildi. Siyasi hiçbir mesajın verilmemesi, ümmetin sorunlarından hiç birine, en
azından dokunulmamasına biraz üzülünce bizde de durumun bundan çok
da farklı olmadığını, sadece sultan olmadığı için sultana dua kısmının bulunmadığını düşündüm. Namazın bitiminde imam efendi kısa bir dua okuduktan sonra halk dağılmaya başladı. Bizdeki tesbihat burada yok. Caminin
hıncahınç dolu olması dikkat çekiciydi. Dikkat çeken durumlardan bir başkası ise herkesin geleneksel kıyafetleri içerisinde namaza gelmiş olmalarıydı.
Zaten Umân’ın tamamında bunu görürüsünüz, herkes geleneksel kıyafetleriyle yaşamını sürdürüyor. İmam efendiyle görüşmeye karar verdik, ancak
Hatırat/Memories
199
daha sonra camiye girerken dikkatimizi çeken ve üzerinde İslamic İnformation yazılı olan bölüme gitmemizin daha iyi olacağına hükmettik. Bu ofisin
dışarıdan gelen turistlere yönelik olarak kurulduğunu, belki de kendilerini
tanıtan broşürlerin de bulunabileceğini düşündük. Ancak durum beklediğimiz gibi olmadı. Zira ofiste hanımlar vardı, erkekler olmayınca da girmemeye
karar verdik.
Uman’da dikkat çeken konulardan bir başkası ise bizdeki anlamda çarşıların olmaması, bir başka ifadeyle eski Maskat’ı istisna tutacak olursanız yan
yana dükkanların yer aldığı bir çarşının bulunmayışıdır. Bunun yerine şehir
merkezinden uzakta kurulan AVM ler var. Hemen hemen her türlü markayı
ve her türlü eşyayı bulabileceğiniz bu AVM lerin en önemli müşterileri hanımlar. Buranın dışında kadınları neredeyse hiç görmüyorsunuz. Ancak burada kadınlar sanki boya fıçısından çıkmışçasına makyajlı, saçlar yapılmış;
boyalı, bir kısmı ise dışarı çıkarılmış bir şekilde dolaşıyorlar. Umân’da hizmet
sektörünün tamamında yabancılar çalışıyor, üç milyon nüfusu olan devlette
bir milyona yakın yabancı hizmet sektöründe çalışıyor. Dolayısıyla her iki
kişiye bir kişi düşecek şekilde bir durum söz konusu.
Suhar’a Cumartesi hareket: Rehberimiz ertesi gün sabah bizi otelimizden
aldı ve Suhar’a gitmek için aracına benzin doldurduktan sonra hareket ettik.
Yaklaşık 200 kilometre mesafede olan Suhar’a ulaşmak için çölün ortasından gideceğimizi düşünmüştüm. Tam tersi oldu. Maskat’tan Suhar’a kadarki
iki yüz kilometrenin neredeyse tamamı sağlı sollu hurma ve muz bahçeleriyle
doluydu. Yemyeşil ve çok güzel bir manzaraya sahip, sahil boyu yaptığımız
bu yolculuk esnasında denize paralel gittiğimiz halde denizi hiç görmedik.
Zira yol biraz içeride kalıyordu. Yollar çok güzel, refüj başta zakkum olmak
üzere güzel çiçekleri olan ağaçlarla süslenmiş vaziyette idi. İki saate yakın
bir yolculuktan sonra Suhar’a varmış olduk. Bilindiği gibi Suhâr bu bölgenin en eski yerleşim yerlerinden bir tanesidir. Tarihi İslam öncesi döneme
dayanmaktadır. Culendî hanedanı burada ikamet ediyor ve ülkeyi buradan
idare ediyordu. Yani Suhâr hem İslam öncesi dönemde hem de İslam sonrası
dönemde Umân’ın başkenti olarak kullanılıyordu. Hicri dördüncü asra kadar
da bu merkezi konumunu muhafaza etmişti. İslam dini de Umân’a bu tarihi
şehirden yayılmıştı. Hz. Peygamber’in yukarıda hakkında bilgi verdiğimiz davet mektubu burada ikamet eden Cifer ile Abd adındaki Culendî kardeşlere
gelmişti. Bir başka ifadeyle Hz. Peygamber’in davet mektubunu getiren Amr
b. As buraya gelmiş ve bir dönem burada ikamet etmiştir. Amr’ın Umân’da
geldiği ilk yerleşim yeri İranlılar tarafından kurulan Destecird şehri idi. Bu
şehir Suhar’ın yanı başında, buraya bağlı bir yerleşim birimi idi.
Hatta İbâdîlik de ilk kez Suhar’dan Umân’ın sair bölgelerine dağılmıştır.
Coğrafya kitaplarının, neredeyse tamamında buradan bahsedilmekte ve özellikle İslam öncesine dayanan pazarı hakkında bilgi verilmektedir. el-Culendî
ailesinin hakimiyetinde olan pazardan onlar tarafından vergi alınırdı. Su-
200
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
harla ilgili bilgi veren Hemedânî pazarının İslam öncesi döneme dayandığını
söylerken Ya’kubî ise Suhar pazarının her yılın Recep ayında ikame edildiğini, buraya gelen tüccarın buradan Dubâ pazarına gittiğini söylemektedir. Bu
pazarların ikisi de Culendî ailesinin hakimiyetindeydi. Hindistan, Çin, Fars,
Arap ve Habeşistanlı tacirlerin birlikte katılmaları, Suhâr pazarını diğer Arap
pazarları arasında dikkat çekici hale getiriyordu.16
Suhâr’a girerken ilk karşılaştığımız mekan Suhar Üniversitesi’nin kampüsü oldu. Yani şehrin girişinde sağda Suhar Üniversitesi levhası hemen dikkatimizi çekti. Bir önceki yıl bizim fakültenin öğrencileri buraya gelmiş, iki
ay kadar Arapça eğitimi almışlardı. Üniversite tatil olduğu için gitmeyip, kısa
bir şehir turu yaptıktan sonra sahili görmeye karar verdik. Şehir çok güzel,
ancak çok da sıcak, özellikle deniz sahili olması hasebiyle nem oranı da çok
yüksek, burada yaşamak gerçekten yürek ister. Sahilde kısa bir gezintiden
sonra, geçmişi İslam öncesi döneme dayanan Suhar kalesini gezmeye karar verdik. Sahilin yüksek bir yerinde, denize hakim bir mekanda, dönemin
deniz ticaretinin önemli bir kavşağında, ticareti yönlendiren bir pozisyonda
inşa edilen kale, önemli oranda ayakta duruyordu. Son zamanlarda yıkılan bazı bölümleri de restore ediliyordu. Ancak restorasyonun aslına uygun
olmayıp gelişi güzel yapılması üzüntü vericiydi. Keşke bu konuda uzman
olan ülkelerden yardım almış olsalardı, o zaman bu önemli mekanlar aslına
uyun bir şekilde, daha sonraki nesillere bırakılmış olabilirdi. Kalenin içinde
bazı kazılar da yapılmıştır. Restorasyonda çalışan Hintlilerin o sıcakta kan
ter içerisinde kürek sallamaları dikkat çekiciydi. Kale aynı zamanda içinde
meskenlerin de bulunduğu bir mekândı. Hatta kazılar esnasında bu meskenlerden bir tanesinin de kalıntıları ortaya çıkarılmıştı. İslam öncesi dönemde
yapı malzemesi olarak tuğlanın kullanıldığı görünüyordu.
Kaleyi gezdikten sonra rehberimize ticari geçmişi olan ve İlk Dönem İslam
tarihlerinde hep kendisinden bir ticari mekan olarak bahsedilen Suhar’ın
pazarını görmek istediğimizi söyledik. O da birine sorunca bizi adına Cuma
Pazarı denilen bir mekâna yönlendirdiler. Cuma pazarında Şevket hocanın,
yıllarını hurma ticaretine veren bir bilgenin duruşuyla! hurmaları incelemesi ve sahiplerinden bilgi alması keyifle izlenen bir manzaraydı. Daha sonra
muzcuları gezdik ve kocaman bir muz hevengini Şevket hocamızın himmetiyle iki riyale satın alıp arabamızın arkasına attık ve öğle yemeği yiyeceğimiz,
bizi davet eden ve bizi bekleyen Umânlı dostların evine doğru revan olduk.
Ev “Yeni Suhar” denilen bölgede kurulmuş, yeni ve güzel bir villaydı. Umânlıların geleneğine uygun olarak iki ayrı kısımdan oluşuyordu. Bir bölümü ev
ahalisinin ikamet ettiği kısım, diğeri ise misafirlere ayrılan bölme. Misafirlere
ayrılan kısma meclis diyorlardı. Burası kendine ait müstakil bir girişe sahip,
aynı zamanda içinde banyosu ve tuvaleti bulunuyordu. Bir kapı ile de iç bö16 Konu ile ilgili geniş bilgi için bkz. Said b. Muhammed el-Ğaylanî, “Suhâr fi Kitâbâti’l-Coğrafiyyîn ve’l-Muerrihîn”, Suhâr abere’t-tarîh, Maskat 2012, 24-36.
Hatırat/Memories
201
lümle birleşiyordu. İçerisi koltuk takımları ile donatılmış, dışarısı ne kadar
sıcak ise içerisi o oranda soğuktu. Zaten oldum olası Arap kardeşlerimizi
anlamakta zorlanmışımdır. Hava sıcaklığı dışarıda kırk, kırk beş derce iken
rahatlıkla dışarıda dolaşabiliyorlar. Ancak evlerinin içi on küsur derece, bu
iki zıtlık içerisinde yaşayabiliyorlar. Biz buna alışık olmadığımız için hemen
hastalanıyoruz. İçerinin çok soğuk olduğumu söylediğimde biraz ayarladılar ancak hiç memnun olmadılar. İçeri girer girmez geleneğe uygun olarak
önümüze konan helva ve kahve ile açılış yaptık daha sonra da Umân’ın meşhur yemeklerinden biri olan Mende geldi. Mende safran ve üzümle yapılmış
olan pilavın üzerine konmuş etten oluşuyordu. Et büyük bir ihtimalle kuzu,
son derece güzel kızartılmış ve çok lezzetliydi. Yemekle birlikte gelen salata
ise çok farklıydı. Sebze ve meyve karışımı olarak hazırlanmış, içerisinde nar
taneleri ile birlikte yeşillik de vardı. Hem yemeği ve hem de salatayı elinizle
yemek adetten. Ancak her ihtimale karşı bize tabak, kaşık ve çatal getirmiş
olmaları misafirperverliklerinin bir başka kanıtı. Yemekten sonra koyu bir
sohbete başladık. Mihmandarımız ile misafirleri Umân’ın Sünnilerinden oluşuyorlar. Yani azınlık sınıfına mensup olan insanlardı. Onlarla sohbet ettikçe
aslında “Umân’da Sünni olmak” başlıklı bir araştırmaya ihtiyaç olduğunu
hissettim. Onların verdiği bilgiye göre Umân Sünnilerinin, din eğitimi alabilecekleri kendilerine ait bir okul veya medreseleri bulunmuyor. Din eğitimi
için Mısır veya Körfez ülkelerine çocuklarını gönderiyorlar. Camii imamlarının kahir ekserisi İbâdîlerden atanıyor; hatta bazen kendileri tarafından inşa
edilen camilerin imamları bile İbâdîlerden atanmaktadır. Sünnilerin kendilerine ait müftüleri de yok. Fetva için İbâdî müftülere başvuruyorlar. Ancak
bununla birlikte ifta için gittikleri müftüler kendilerine hangi mezhebe mensup olduklarını soruyor, ona göre cevap veriyorlar. Burada üst şemsiye olan
Ehl-i Sünnetten ziyade özellikle alt kimlikler olan Şafii veya Hanefi kimliğinin
kullanılmasını istiyorlar. Sünnilere göre Umân’ın yaklaşık yüzde altmışını
Sünniler oluşturuyor. Oysaki İbâdîlere göre ise kendileri çoğunluk, anlaşılan
ciddi nüfus sayımı yapılmamış.
Suhar’dan döndükten sonra İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Arapça hocalarından sevgili Ziyad Revadişe’den adını aldığım ve telefonla görüşerek randevulaştığımız Sultan Kabus Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dirasât
el-İslamiyye bölümünde çalışan Prof. Dr. Mübarek b. Seyf b. Said el-Haşimî
ile kaldığımız Ctiy Center Semti’nde bir araya geldik, çay ve kahve içtikten
sonra ünivesitelerini merak ettiğimizi söyleyince bizi üniversiteye arabasıyla
götürdü ve gezdirdi. Kelam ve İslam düşünce tarihi hocası olan Mubarek bey
insan canlısı, sevecen ilgili bir hoca efendi. Bizim Umân’da bulunduğumuz
dönemde o da çocuklarını İstanbul’a tatile göndermek istiyordu. Bunun üzerine kendisine Türkiye’nin gezilebilecek tarihi ve turistik şehirleri hakkında
biraz bilgi verdik.
Umân Sultanlığının tek devlet üniversitesi olan ve binlerce –ulusal ve
uluslararası talebesi bulunan- Sultan Kabus Üniversitesi gayet güzel ve mo-
202
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
dern bir kampüse sahip, tatile denk geldiği için öğrencilerini ve ders içleyiş
sistemlerini göremesek de en azından amfiler ve kampüs hakkında bir fikrimiz olmuş oldu. Eğitim sistemi hakkında da bilgi aldık. Kızlar ile erkekler
ayı amfilerde bir arada eğitim görmelerine rağmen derse giriş çıkışlarda ayrı
koridorları kullandıklarını öğrendik.
Bu arada gelmişken özel üniversiteleri de gezmek istedik ve adını kralın annesinden alan Ma’zûn Üniversitesini gezdik. Bir binası olan Ma’zûn
yeni kurulan üniversitelerden biri, daha önce sadece bayan talebeler alıyor
iken son zamanlarda erkeklere de kapılarını açmış. Türkiye’den de, özellikle İngilizce bölümüne, talebe almaya başlamışlar. Umân Sultanlığı İngilizce
noktasında çok iyi durumda, neredeyse devletin ikinci lisanı; daha doğru bir
ifadeyle Ummân’da Arapça ve İngilizce’nin ikisini de bilemezseniz yaşama
şansınız olmaz. Zira Resmi dil Arapça olduğu için Arapça bilmek zorundasınız, ancak hizmet sektörü tamamen çoğunluğu Hindistanlı ve Uzak Doğulu
yabancıların elinde ve onlar da Arapça bilmiyorlar. Dolayısıyla onlarla İngilizce konuşmak zorundasınız. Yedi gün kaldığımız otelin personeli bu durumda
olduğu gibi sağlık sektörünün tamamı da aynen bu haldeydi. Nitekim ülkede
görev yapan hekimlerin büyük bir kısmı da Hindistanlı imiş. Orada bulunduğumuz günlerde Şevket hoca diş ağrısı çekince, ağrı kesici alalım dedik ve
bir eczaneye gittik. Eczacı tek kelime Arapça bilmeyen Hindistanlı bir hanım
efendi idi.
Umân Sultanlığı’nın sokaklarında gördüğünüz manzaradan hareketle
insanların geleneklerine bağlı ve dindar olduklarını söylemek mümkündür.
Oldukça sakin ve kibar insanlardan oluşuyorlar, yukarda da ifade ettiğimiz
gibi bir o kadar da temizler. Her şeyleri temiz. Üniversite sistemleri incelendiğinde sıkı bir din eğitimi aldıkları anlaşılmaktadır. Giyim ve kuşam tamamen
geleneksel ve İslamî, erkeklerin tamamı (istisnasını görmedik) geleneksel kıyafetler giymektedirler. Kadınların tamamı da siyah çarşafa benzer bir kıyafet
giymektedirler. Önemli bir kısmının yüzü de peçeli, ancak yüzleri açık olanlar da vardır. Bunlara da daha çok AVM’lerde karşılaşabiliyorsunuz, yüzleri
çok ciddi bir şekilde makyajlı ve ellerinde akıllı telefonlarla, adeta, mesaj
yetiştirmeye çalışıyorlar.
Yemeklerimizi daha çok, Maskat’a keşfettiğimiz Hataylılardan birine ait
olan Türk lokantasında yediğimiz için mahalli yemeklerini öğrenemedik. Sadece mende ve tirit olmak üzere iki yemeklerini tatma imkanımız oldu. Yukarıda mende ile ilgili bilgi vermiştim. Tirit ise suyun içine doğranmış et ve lavaş
ekmekten oluşan bir yemek, lezzetli diyebilirim. Bu da beni Umân yemeklerinin Yemen’e benzediği gibi bir sonuca götürdü.
İbâdîler yönetimden memnun gibi gözükmektedirler. Kral pek gözükmemekle beraber Cuma ve bayram namazlarında halkın içerisinde oluyor ve onların dertlerini dinliyor, bu da Sultana karşı bir sevginin oluşmasına neden
olmuş. Ahali refah içerisinde, petrol son derece ucuz, sokakta bindikleri pahalı
Hatırat/Memories
203
cipleri görünce zenginliğin derecesini de anlamış oluyorsunuz. Devlet arazisi
özü itibariyle Sultan’a ait, dolayısıyla kendine ait olan araziden her bir vatandaşa, evlendiği zaman 600 metre kare bir toprak veriliyor. Böylece ev sahibi
olmalarının yolu açılmış oluyor. Zaten evler de çok güzel, çoğunlukla konakları
andırmaktadır. Sıkıntı yok gibi gözükmektedir. Umân’da dikkatimizi çeken konulardan bir başkası ise Suud ve Selefileri hiç sevmiyor olmaları.
Rehberimiz olan Ever bey bir sonraki gün bize Evkaf Bakanlığı müsteşarı
Ziyâd el-Talib el-Ma’velî’den randevu almıştı. Ofisi Ma’hed Ulum eş-Şer’iyye’de olduğu için kendisiyle görüşmek amacıyla bir kez daha oraya gittik.
Çalıştığımız konunun uzmanı olduğunu söylediği Dr. Abdullah ile tanıştırmaya karar verdi ve odasına yönlendirdi. Kendisiyle buluşmak üzere aşağı
inerken bizi yolda karşıladılar ve bir gün önce gittiğimiz Ma’hed’in müdürü
olan Prof. Dr. İsa b. Yusuf beyin odasına götürdüler. Orada biri de tefsirci olmak üzere bazı hocalar toplanmıştı. Biraz sonra müsteşar Ziyâd bey de geldi.
Her zamanki Maskat helvası ve kahvenin eşliğinde İbâdî tarihi, inanç esasları ve kaynaklar ile başlayan Mısır, Suriye olayları, Amerika’nın Orta Doğu
politikası ve Türkiye’nin dış siyasetine kadar uzanan geniş bir yelpazede son
derece güzel ve derinlikli bir sohbet oldu. Bu konuşma esnasında İbâdîlerin
temel kaynaklarından bazılarının yeni neşirleri hakkında bilgimiz oldu. Dahası İbâdîlerin fıkıh ve hadis tetebbuatının yanında özellikle tefsir sahasına
da yoğunlaşıldı. Şevket KOTAN hocanın sorularıyla yönlendirdiği konuşmanın bu kısmında da tebellür ettiğine göre İbâdîler çok erken dönemde itibaren tefsir ilmine ilgi duymuşlardır. Rüstemi Devleti’nin ilk imamı olan Abdurrahman b. Rüstem tarafından yazılan tefsir, fırka mensupları tarafından
yazılan ilk çalışma olarak kabul edilmektedir. Bu eser günümüze gelmemiş
olsa da başta Nuh b. Muhakkim el-Huvvârî olmak üzere daha sonraki döneme ait olan müfessirlere ilham kaynağı olmuş ve onlar tarafından kaynak
olarak da kullanılmıştır. Daha sonra ise hacimli tefsir kitapları yazılmıştır ki
bunlardan bir tanesi Muhammed b. Yusuf el-İtfeyyiş’e aittir. el-İtfeyyiş çeşitli
dönemlerde üç tefsir kitabı kaleme almıştır. Bunların ilki Himyanu’z-zâd ila
dâri’l-miâd’dır.17 İkincisi ise Dai’l-amel li yevmi’l-emel,18 üçüncü eseri ise Teysiru’t-tefsîr adını taşımaktadır.19 Keza burada Umân müftüsü Halil b. Ahmed’in
de Cevâhiru’t-Tefsir adında hacimli bir tefsir yazdığını öğrenmiş olduk.20 Tefsir demişken şunu da ilave etmem lazım: İbrahim b. Amr Ebyud’un da Fi
rihâbi’l-Kur’an adında hacimli bir eseri bulunmaktadır.21 Orada bulunduğumuz dönemde Cuma gününe (23/08/2013) ait şayet yanlış hatırlamıyorsan
17 Bu eser Umân Devletinde Vizâretu’t-Turâs el-Kavmî tarafından 1991 yılında on beş cilt şeklinde basılmıştır.
18 Yazması bize ulaşan eser henüz basılmamıştır.
19 1996 yılında on yedi cilt şeklinde Cezayir’in Gardaya vilayetinde basılmış olan bu eseri bana
hediye eden değerli ilim adamı Muhammed Babaammî’ye müteşekkirim.
20 Ahmed el-Halilî’nin bu eseri Maskat’ta Evkaf tarafından neşredilmektedir.
21 Bu eser de yirmi bir cilt şeklinde Ğardaya’da 2012 yılında neşredilmiştir. Eseri bendenize
hediye eden Muhammed Babaammî hocaya müteşekkirim.
204
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
el-Ummân adındaki gazete olması lazım verdiği tatil ekinde Kevser Suresi’nin
tefsiri vardı; Cumartesi günü ise aynı gazete Rahman Suresi’nin tefsirini vermişti. Bu da şunu göstermektedir. Aslında tefsir ameliyesi Umân’da hala devam etmektedir. Gerçi 2006 yılının yazında Kahire’de bulunduğum dönemde
orada da Ehram Gazetesi haftalık olarak fizikçi emekli bir profesörün kevni
ayetleri tefsirini yayınlıyordu. Anlaşılan Cuma günlerine ait böyle bir gelenek
Arap aleminde yaşamaktadır. Ma’hed’e Ziyâd bey bize bir de fakülteyi tanıtan
bir kitapçık verdi. Dersler ve kredileri ile kısa müfredatları ve aynı zamanda
ders için tavsiye edilen kaynakların yer aldığı kitapçığı incelediğimizde kaynaklar arasında rahmetli Seyyid KUTUB’un ünlü eseri Fi zilali’l-Kur’an’ın yer
almış olması da dikkatimizi çekmişti.
Gerek Ma’hed’de yaptığımız görüşmeler, gerekse Evkaf’ta bir araya geldiğimiz şahıslar Umân’ın mutlaka Türkiye ile ilişkilerini geliştirmesi gerektiğini
ısrarla anlatıyorlardı. Hatta Türkiye’ye gelip eğitim almak isteyenler de var.
Bu arada orada yaptığımız görüşmelerde bendeniz tarafından kurulan ve yıllardır editörlüğünü yaptığım İslami İlimler Dergisi’ni tanıttım ve kendilerinden yazı talep etmekle kalmadım. Aynı zamanda derginin bir sayısını İbâdîye
mezhebine ayırmayı düşündüğümüzü, bu konuda kendilerinden yazı bağlamında katkı beklediğimizi söyledim. Doğrusu bu talebimi hararetle desteklediklerini söylediler. Hatta Ziyâd bey kendisine haber vermememizi, onun
hocalara haber vereceğini söyledi. Döndükten sonra derginin bu sayısını üstlenen Muhammed Babaammî hocaya bütün bu bilgileri de aktarmış oldum.
Bir hafta kaldıktan sonra İstanbul’a dönerken Umân Sultanlığı ve Umân
İbâdîleriyle hakkında küçük de olsa bazı bilgilere ulaşmanın ve az da olsa
kaynak elde etmenin mutluluğu içerisinde idik. Projenin bitirilebilmesi için
Cezayir, Libya ve Tunus’u da ziyaret etmemiz gerektiğini bir kez daha anladık.
İslâmî İlimler Dergisi, Yıl 10, Cilt 10, Sayı 1, Bahar 2015 (205/228)
Kuzey Afrİka’da Yenİ İbâdî Elyazmaları*
Müellif: Amr Halîfe en-Nâmî
Çeviren: Harun YILDIZ**
1. Giriş
İbâdî yazmaları, halen az bilinmesine rağmen, İslam literatürünün zengin
bir sahasını oluşturmaktadır. İbâdî olmayanlar açısından, İbâdî kaynakları
ile ilgili bilgi sahibi olmak zordur; zira İbn Nedîm’in ifade ettiği gibi onlar,
düşmanlarının zulmünden korktukları için eserlerini gizli tutmuşlardır.1
Bunun bir sonucu olarak, bazı İbâdî araştırmacıların kendileri bile, son
birkaç yüzyılda bu literatürden faydalanma imkanı bulamamıştır. Sâlimî’nin
söylediği gibi, “zamanın tahribatı, onların çoğunu yakalamıştır”.2 Müslümanlar arasındaki savaşlarda muhaliflerin literatürünü tahrip etmek, yaygın bir
uygulama olmuştu, bu nedenle İbâdîler, Tâhert’teki el-Ma’sûme ile Cebel-i
Nefûse’deki Kasr Velâm kütüphanelerinde bulunan eserlerini kaybetmişlerdir.
İbâdî yazmaları ile ilgili bilgi, geniş biçimde onların tarih kaynaklarından elde edilmiştir. Berrâdî, el-Cevâhiru’l-Müntekât fî İtmâmi mâ Ehalle bihî
Kitâbu’t-Tabakât adlı eserine okumuş ya da duymuş olduğu İbâdî eserlerinin bir listesini eklemiştir.3 Bir başka liste, Şeyh Sâlimî tarafından el-Lum’atu’l-Merdîyye min Eşi’ati’l-İbâdıyye isimli eserinde verilmiştir.
Modern Avrupalı araştırmacılar, ayakta kalan bazı İbâdî kütüphanelerine
girmeye çalışmışlar ve ulaşmış oldukları bulguları yayınlamışlar, fakat yine
de keşfedilebilecek bir hayli materyal vardır.
Bu makale, benim Cebel-i Nefûse (Libya), Cerbe adası (Tunus) ile Mîzâb
vadisi (Cezayir) gibi Kuzey Afrika’daki İbâdî bölgelerinde 1968 yılının Haziran
ile Eylül ayları arasında yapmış olduğu son gezimde ortaya çıkarılan yeni
elyazmalarının bir yekûnunu vermektedir. Görmüş olduğum yazmaların tamamı, buraya dahil edilmemiştir, ancak bunların en önemlileri burada ele
alınmıştır. Daha sonraki makalelerde bu gezi boyunca gözden geçirilen diğer
yazmaların da bir yekûnunu vermek, ümit edilmektedir.
*
Orijinal ismi, “A Description of New Ibadi Manuscripts from North Africa” olan bu makale, Libyalı araştırmacı Amr Halîfe en-Nâmî tarafından Journal of Semitic Studies dergisinin XV/1.
sayısının (Oxford, 1970) 63-87. sayfaları arasında yayınlanmıştır.
** Doç. Dr., O.M.Ü. İlahiyat Fakültesi, İslam Mezhepleri Tarihi Anabilim Dalı ([email protected].
tr).
1 İbn Nedîm, el-Fihrist, Kahire, 1348, s. 258, 329.
2 Sâlimî, el-Lum’atu’l-Merdîyye min Eşi’ati’l-İbâdıyye, s. 76.
3 Berrâdî, el-Cevâhiru’l-Müntekât, Litografik Baskı, Kahire, 1302/1885.
206
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Cebel-i Nefûse’de yazmaların olması muhtemel olan her yer, ziyaret edilmiştir. Burada Kebâv’da Şeyh Yusuf Ahmed el-Bârûnî, Câdû’da Şeyh Muhammed el-Bârûnî ile Mersâven Ruhaybât’ta Şeyh Ali Mîlûd olmak üzere
üç ana koleksiyon vardır. Yine el yazmalarına sahip olan Câdû’nun kadısı
olan Şeyh Ömer Mîlû, Câdû’nun Cennâvun bölgesinden Eyyûb b. Muhammed el-Eyyûbî ile yine Câdû’dan Salih el-Maksî gibi diğer bazı kişilerden bir
kısmı ile görüşmeyi başardım. Onların koleksiyonlarının tamamını gözden
geçirme imkanına sahip olamadım fakat gelecek bir fırsatta onların yazmalarının müzakeresi için söz alınmıştır. Cebel-i Nefûse’deki gezim boyunca en
yardımsever kişi, ziyaret ettiğim yerlerin çoğunda bana eşlik eden tanınmış
İbâdî alimi Ali Yahyâ Muammer idi. Cebel-i Nefûse’de gördüğüm yazmaların
tamamı, iyi koşullardaydı.
Cerbe adasında üç ana kütüphane ziyaret edildi. Bunların ilki, Ğîzen’de
yaşayan Şeyh Sâlim b. Ya’kûb’un kütüphanesi idi. O, Kahire’de geç dönem
İbâdî alimi olan Şeyh Ebû İshak İbrâhîm Ettafeyyiş’in yanında beş seneden
uzun bir süre öğrencilik yapmıştı ve Cerbe adasının tarihi ile ilgileniyordu.
Müteakip yazmalar, şunlardan elde edilmiştir:
1. Şerhu’n-Nûniyye, İsmail b. Musa el-Ceytâlî’den alınmış olup o, eserin
üç cildinin ikisine sahipti.
2. Tebyînu Ef’âli’l-Ibâd, Ebû’l-Abbâs Ahmed b. Muhammed b. Bekr’den
alınmıştı.
3. Kitâbu Siyeri Nefûse el-Kadîm, Muhammed b. Mukarrin el-Bağtûrî’den
alınmıştı.
Ziyaret edilen ikinci kütüphane, Haşşân’da yaşayan Bârûnî ailesinin olup
en az beş yüz yazmayı içermektedir. Bunların yüz yirmiden çoğu, İbâdî yazarlara aitti. En geniş İbâdî eser koleksiyonuna sahip olan bu kütüphane,
kolayca gözden geçirmeye uygun bir durumdaydı. Son kütüphane, Vâleğ’de
yaşayan el-Ba’tûr ailesine aitti. Esasen bu koleksiyon, düzensiz ve dağınık
varaklarla birlikte ciltlenmemiş kağıt destelerine sahip olup karmaşık bir
durumdaydı; bu durum, tasnif etme ve yeniden düzenleme gibi zor bir işi
gerektirecektir.
Ayrıca, Mîzâb vadisindeki kütüphaneleri ziyaret ettim ve Prof. Josef Schacht tarafından daha önce listelenen oradaki koleksiyonları4 gördüm.
4
Schacht, “Bibliothèques et Manuscripts Abadites”, Revue Africaine, 100, Algiers, 1956, s.
375-398.
Libya Eğitim Bakanlığı ile Bingazi Üniversitesi tarafından seyahat masraflarımı karşılaması
için bana verilen maddi destekten dolayı mutluluk duydum. Ayrıca, bana sağladıkları işbirliği ile göstermiş oldukları yardım ve misafirperverliklerinden dolayı bu kurumların çalışanlarına ve danışmanlığı ile pek çok yararlı önerisinden dolayı Dr. R. B. Serjeant’a şükranlarımı
sunarım.
Çeviri/Translation
207
2) Yazmalar
I) Câbir b. Zeyd el-Ezdî (93/711)
I-1) Câbir b. Zeyd’in Mektupları
Yazmanın nitelikleri: 32 sayfa5 olup her sayfada 14 satır vardır. Her sayfa,
15 x 21 cm ebadında olup eski Mağrib hattı ile yazılmıştır. Mektup, karmaşık bir içeriğe sahip olan yazmanın 32 sayfasını oluşturur; yazma tarihsizdir, ancak eski olduğu anlaşılmaktadır, muhtemel olarak Hicrî VI. yüzyıla
aittir. Bu yazmayı Tunus’un Cerbe adasında yaşayan Haşşânlı Şeyh Yûsuf
Muhammed el-Bârûnî’den aldım. Diğer nüshanın ise, Mîzâb vadisinin Benî
Yizcin’den olan Şeyh Sâlih b. Ömer’e ait olduğu söylenmektedir.
İçerik ve notlar. Metin, Câbir b. Zeyd’in arkadaşları ile takipçilerine göndermiş olduğu 18 mektubu içermektedir. İlk varak, eksiktir. Bu mektuplarda
Câbir b. Zeyd, takipçileri tarafından kendisine yöneltilen sorulara yönelik
görüşlerini ifade etmekte olup böylece her bir mektup, “Câbir b. Zeyd’den
falancaya selam olsun, Allah’a hamdolsun …” diye başlar. Arkasından dinî
içerikli bir nasihat ile Câbir b. Zeyd, tek tek sorulara cevap verir.
Bu mektupların önemi, esasen Câbir’in faaliyetleri ve yaşadığı dönemin
durumu ile ilgili bize bilgi vermesidir. Bu mektuplar, şu isimlere gönderilmiştir:
1)
Nâşid (Râşid ?) b. Haysem
2)
Osman b. Yesâr
3)
Tarîf b. Huleyd
4)
Ğıtrîf b. Abdüsselâm
5)
Hâris b. Amr
6)
Anîfe
7)
Nâfî b. Abdullah
8)
Yezîd b. Yesâr
9)
Abdullah b. Sa’d
10) Mâlik b. Üseyd
11) Sâlim b. Zekvân
12) Nu’mân b. Seleme
13) Abdülmelik b. el-Mühelleb
14) Habra binti Damra
5
Yazmaların pek çok sayfası, numaralandırılmamıştır. Öyle ki Dr. Serjeant’ın önerisi üzerine
onları (Modern Avrupa kültürüne uygun bir şekilde) “sayfalar” şeklinde numaralandırdım,
varaklar halinde değil. Sadece (Aşağıda, 72. sayfada) varak halinde numaralanmış olan VI-1
numaralı elyazması istisnadır ve bu yüzden bu şekilde göndermede bulunulmuştur.
208
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Bu yazışmalar, “Allah’a hamdolsun ki böylece Ebû’ş-Şa’sâ Câbir b. Zeyd’in
cevapları sona erdi” şeklinde bitmektedir. Bu koleksiyondan hemen sonra
Cennâv b. Fetâ ile Fezzân’ın bazı İbâdî alimleri arasındaki yazışmaları içeren
diğer koleksiyon gelir.6 Her iki yazışma setinin İsmail b. Mûsâ el-Ceytâlî’nin
Kitâbu Cevâbâti’l-Eimme’sinin bir parçası olduğu kanaatindeyim.7
Câbir b. Zeyd’in yukarıda adı geçen mektupları, sahip olduğumuz ilk İbâdî dokümanları içerirler. İbâdîliğin ilk imamı ve önemli hadisçilerinden biri
olan Câbir b. Zeyd, arkasından pek çok hadis ile değişik fetvalar bırakmıştır.
Bununla beraber, onun yaşamı ve bilgi düzeyi ile ilgili bilgimiz çok yetersizdir; ancak bu mektuplar, onun yaşamı ile ilgili bazı noktaları aydınlatabilir.
I-2) Kitâbu’n-Nikâh
Yazmanın nitelikleri: 21 sayfa olup her sayfada 24 satır vardır. Her sayfa,
21,5 x 15,5 cm ebadındadır. Yazmanın müstensihi, İsmail b. Şa’bân b. Yiddar olup 3 Receb 1211/ 1 Ocak 1797 tarihlidir. Bu kitap, karmaşık bir içeriğe sahip olan yazmanın bir bölümünü oluşturmakla beraber aynı zamanda
el-Bârûniyye kütüphanesi yazmalarından biridir. Kitabın başlığı, bölüm başları ile soruları ifade eden kelimeler, kırmızı mürekkeple yazılmıştır. Metin,
“Bu kitap, Câbir b. Zeyd’in fetva vermiş olduğu nikâhın helal olan kısımları
ile haram olan kısımlarını içerir” cümlesi ile başlar.
İçerik ve notlar. Bu kitabın Câbir b. Zeyd tarafından kime yönelik olarak
yazıldığını bilmiyoruz. Eser, aşağıda görüleceği gibi, yirmi bölüme ayrılmıştır:
1)
Velinin izni ile nikah.
2)
Küçük yaştaki çocuklarla nikah.
3)
Nikah ve mehir.
4)
Nikah ve zorunluluk.
5)
Zorunluluk halinde olmayan nikah.
6)
Şartlı nikah.
7)
Nikah ve birleşme şartı.
8)
Nikah ve kadınlar arasında paylaşım.
9)
Boşanmış bir eşle nikah ve tahlili.
10) Bekleme müddeti içerisinde nikah.
11) Kayıp birinin nikahı.
12) Dört kadın ile nikah ve onların boşanması.
13) Zina eden erkek ve kadının nikahı.
14) Yahudi ve Hıristiyan kadının nikahı.
15) İnandığında şirk ehlinin nikahı.
6
7
Şemmâhî, Siyer, Kahire, 1303, s. 192.
Şemmâhî, 556-557.
Çeviri/Translation
209
16) Olmayan bir şeyin nikahı.
17) Nikah ve bekleme süresi.
18) İlişkiye giremeyen kişi ile nikah.
19) Ehl-i kıble’nin ve şirk ehlinden eman talep eden kişinin nikahı.
Metin, “Allah’a hamdolsun, Câbir b. Zeyd’in nikah konusundaki eseri,
sona erdi” şeklinde bitmektedir.
Bu kitap önemli olup kısmen İslam’ın ilk dönemlerinde evlilik konusunda
câri olan görüşleri sunduğu gibi, kısmen de, Abdullah b. Abbas’ın “Câbir b.
Zeyd, talâk konusunda insanların en bilgili olanıdır”8 dediği gibi, bu sahadaki en iyi otorite tarafından meydana getirilmiştir.
I-3) Kitâbu’s-Salât
Yazmanın nitelikleri: 18 sayfa olup her sayfada 24 satır vardır. Her sayfa,
22,5 x 16,5 cm ebadındadır. Yazma metnin bir kısmı karmaşık bir içeriğe
sahip (Bakınız, 1-2) olup metin, 21 Muharrem 1211/27 Temmuz 1796 tarihlidir. Metne başlık olarak “Câbir b. Zeyd’in kitabı” ifadesi verilmiştir.
Metindeki cümleler, “Üslup sahibi Habîb b. Ebî Habîb söylemiştir ki; Amr
b. Harim, namaz ve vakitleri ile ilgili Câbir b. Zeyd’e şöyle … sorulduğunu
bize haber verdi” şeklinde başlamaktadır.
İçerik ve notlar. Bu kitap, Câbir b. Zeyd’den Amr b. Harim’e yönelik olarak
yazılmış bir eserdir. Namaz ve vakitleri, cenaze namazı, bayram namazları,
sefer orucu ile zıhâr orucu gibi konuların yanında diğer İslami öğretileri de
ele almaktadır. Eserin materyali, güzel bir şekilde düzenlenmemiştir. Bu durum, eseri istinsah edene göre, Katâde’nin “… sona ermiştir; istinsah edenlerin çoğu, ona Câbir b. Zeyd’in Habîb b. Ebî Habîb’den gelen namaz konusundaki eserini eklemişlerdir ve 7. bölümün Katâde’nin sözüyle bitmediğini,
bilakis sonrasının da olduğunu söylemişlerdir” şeklindeki sözlerinin eserin
7. bölümünde olmasıyla anlaşılmaktadır. Ancak, atfın doğruluğu, kesin görünmemektedir.
II) Ebû Ubeyde Müslim b. Ebî Kerîme (II/VIII. yüzyıl)
II-1) Risâle fî’z-Zekât
Kitâbu’s-Salât’ın hemen arkasından gelen aynı hatla yazılmış bir metindir. İbâdîlerin ikinci imamı olan Ebû Ubeyde Müslim b. Ebî Kerîme’den, daha
önce tanınmayan bir şahıs olan İsmail b. Süleyman el-Mağribî ile taraftarlarına yönelik yazılmış olan bir risaledir. Metne göre eserin başlangıcı şöyledir:
“Şeyh Ebû Ubeyde Müslim b Ebî Kerîme’nin zekat ve zekatı veren ile alması caiz olmayan kimselerle ilgili risalesi”.
Yazmanın nitelikleri: 12 sayfa olup, her sayfada 23 satır vardır. Her say8
Sâlimî, Hâşiyetu’l-Câmîi’s-Sahîh, Kahire, 1326, I, 7.
210
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
fa, 22 x 16,5 cm ebadındadır. Metin, 30 Muharrem 1211/5 Ağustos 1797
tarihlidir.
Metindeki cümleler, “Ebû Ubeyde şöyle söylemiştir; İçinde çok şey söylediğiniz kitabınız bana geldi. Sözlerinizin tamamından dolayı Allah, size iyilik
versin …” şeklinde başlamaktadır.
İçerik ve notlar. Ebû Ubeyde Müslim b. Ebî Kerîme tarafından bütün haliyle mevcut olarak gelen tek çalışmadır; onun görüşleri, İbâdî eserleri içinde
serpiştirilmiştir. Gelişen İbâdî hareketinin o dönemdeki büyük organizatörü
olan Ebû Ubeyde, bu risalede İslami öğretilere uygun olarak kendisinin kurmaya çalıştığı İbâdî toplumu örneğinde, zekat sistemi ile ilgili bazı kurumsal
düşüncelerini açıklamaktadır.
III) Rabî’ b. Habîb (II/VIII. yüzyıl)
III-1) Rivâyâtu Dumâm
Yazmanın nitelikleri: 81 sayfa olup, her sayfada 23 satır vardır. Her sayfa, 21,5 x 16 cm ebadındadır. Yazma metnin bir kısmı karmaşık bir içeriğe sahiptir (Bakınız, I-2). 51 sayfa olan ilk bölüm, “Bu ilk bölüm, Rabî’nin
Dumâm’dan onun da Câbir b. Zeyd’den aktardığı hadis rivayetlerinden oluşmaktadır” şeklinde başlar.
Metindeki cümleler, “Ebû Sufra Abdü’l-Melik b. Sufra, Heysem’in Rabî’ b.
Habîb’den, onun Dumâm b. es-Sâib’den, onun da Câbir b. Zeyd el-Ezdî’den
şöyle … söylediğini anlatmıştır” şeklinde başlamaktadır.
Metin, “Rabî’ şöyle söylemiştir; İnsan, yürüyen bir hayvanın üzerinde olan
eşini seçtiğinde ona ‘tercih senindir, ister oradan ayrılır, isterse tercih ettiği yere döner’ demiştir. güzel yardım ve muvaffakiyetlerinden dolayı Allah’a
hamd ile çalışma sona erdi” cümlesiyle bitmektedir.
Bu bölümün metni, 20 Cemâdiyelâhir 1206/23 Şubat 1792 tarihli bir
metindir.
30 sayfa olan 2. bölüm ise, “İkinci bölüm, Rabî b. Habîb’in fetvalarındandır” şeklinde başlar. Metindeki cümleler, “Ona insanları anlaşmalı olan köyünden sordum, topraklarını taksim ederek ileri gelenlerine yönelik ödeyebilecekleri cizyeyi (arazi vergisi) paylaştırdım, bundan sonra onlar, müslüman
oldular. Bu durumda onların topraklarından ya da mallarından artık cizye
alınır mı?” şeklinde başlamaktadır.
Metin, “Ona acaba haccı gerektiren mal için bir süre var mı? diye sordum.
O da, ‘Belki yüz dirhem veren kişi için belirli bir süre olup olmadığını bilemeyiz. Bu yüzden hacca gidebilirse, haccetsin” demiştir. İkinci bölüm, sona
erdi” cümlesiyle bitmektedir.
Bu bölümün metni, 4 Ramazan 1206/26 Nisan 1792 tarihli bir metindir.
Bu bölümde metin, aşağıda görüleceği üzere, 25 bölüme ayrılmıştır;
Çeviri/Translation
211
1) Cizye toplayan ve onu sultana götürmeyen kişi ile ilgili bölüm.
2) Ramazan ayında gusledemeden sabahlayan kişi ile ilgili bölüm.
3) ‘Yerimde çalışırım’ diyen ve yapmayan kişi ile ilgili bölüm.
4) Kendi nefsi üzerine yazdıran köleye insanlar yardım eder.
5) Koyunları çalınan ya da uyuyan çobanlar ile ilgili bölüm.
6) Günün evvelinde yapılan evliliğin yorumu.
7) Resim ve heykel yapan bir kişi ile ilgili bölüm.
8) Bilginin mükafatını öğreten, sonra tevbe etmeyi isteyen öğretmen ile
ilgili bölüm.
9) Altın, gümüş ve savaşanlarla öşrün zekatı ile ilgili bölüm.
10)‘Cariyem hürdür’ deyip bunun üzerine onunla evlenen kişi ile ilgili
bölüm.
11)Su ve toprak ile yükselen yer ile ilgili bölüm ve terzinin elbisenin sahibini karıştırmasının yorumu.
12)Kişinin altını ile ipeği, köpek satışı ve müslümanlarla çarpışmaya silah götürmek.
13)Kavmimizin zekatı ile ilgili bölüm.
14)Öldüren kişi ile ilgili bölüm.
15)Efendisinin çocuğunu doğuran cariyeyi satma.
16)Bir cariyeyi satan kişi ile ilgili bölüm.
17)Kadı hüküm vermeden önce içlerinden biri dönen iki şahit ile ilgili
bölüm.
18)Hür ve kölenin yaraları ve bunların yorumlanması ile ilgili bölüm.
19)Maliyet üzerine kâr koymadan yapılan satış ile ilgili bölüm.
20)Fasık olan kişi ile ortaklık.
21)Savaş toprağında ticaret ve esirlerini satın alma.
22)Çarşıdan ‘köleyim’ diyen fakat hür olduğu anlaşılan bir adam satın
alma.
23)Müşrik olan velisinin kendisi ile evlendiği müslüman kadın ile ilgili
bölüm.
24)Karısına ‘ben zina ettim’ diyen kişi ya da kocasına ‘ben zina ettim’
diyen kadın.
25)Adak ile ilgili bölüm9.
Notlar. Bu eser, Berrâdî’nin el-Cevâhiru’l-Müntekât adlı eserinde vermiş
olduğu listede bizim tarafımızdan Kitâbu Dumâm olarak bilinen, Sâlimî’nin
9
Bkz., Kahire Kataloğu, II, 167, 233.
212
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
de bu şekilde ifade ettiği10, Hıfz Ebî Sufra Abdü’l-Melik b. Sufra başlığı altında
218. sayfada ifade edilmiştir.
IV) Abdülvehhâb b. Abdurrahman b. Rüstem (190/805)
IV-1) Cevâbâtu’l-İmâm Abdülvehhâb
Bu yazmanın hem el-Bârûniyye kütüphanesinde, hem de Cerbe adasında
olmak üzere iki nüshasını gördüm.
Yazmanın nitelikleri: İlk nüsha (el-Bârûniyye nüshası), 30 sayfa olup,
her sayfada 27 satır vardır. Her sayfa, 24,5 x 17 cm ebadındadır. Cebel-i
Nefûse’den olan tanınmış İbâdî alimi Şeyh Abdullah b. Yahyâ el-Bârûnî
(1331/1912)’nin açık bir Mağrib hattı ile yazdığı bir metindir. Yazma metnin
bir kısmı karmaşık bir içeriğe sahiptir.
Metindeki cümleler, “Bu cevaplar, Abdülvehhâb’ın beyan ettiği meseleler
ile ilgilidir. Onları 40 seneye ulaşan veya bunun biraz altı ya da üstü olan bir
sürede ifade ettim” şeklinde başlamaktadır.
Metin, “Bil ki, bu satışı pek çok yönden fasit olarak görüyorum. Bunlardan biri, bir vaad üzere oluşudur. İçinde bir şart bulunan satışı, sona erse
bile caiz görmüyorum. Ayrıca, dünyada senin için herhangi bir şey yok. Diğer
yönüyle, bu satışın içinde açık bir aldatma vardır, bu yüzden hiçbir yönden
geçerli olmayan bir satıştır. Allah’ın selam ve rahmeti üzerinize olsun. İmam
Abdülvehhâb’ın cevapları sona ermiştir” cümlesiyle bitmektedir.
Diğer (Cerbe) nüshanın nitelikleri: 30 sayfa olup, her sayfada 25 satır
vardır. Her sayfa, 15 x 21 cm ebadındadır. Metin, eski bir Mağrib hattı ile
yazılmış olup yazma metnin bir kısmı karmaşık bir içeriğe sahiptir (Bakınız,
I- 1).
Metindeki cümleler, “Cevaplar, Abdülvehhâb’ın (imam olduğunu düşünüyorum) beyan ettiği meseleler ile ilgilidir. Onlar, bir adam tarafından 40
seneye ulaşan veya bunun biraz altı ya da üstü olan bir sürede sorulmuştur”
şeklinde başlamaktadır.
Otuzdan fazla soru ve cevap, bu yazmada kayıptır. Metin, aşağıdaki cevap ile sona ermektedir; “Müslümanların yoksulları için vasiyet edilir, ancak
kimseye bir şey verilmezse, vasiyetin üçte birini müslümanların yoksullarına
vermek, onun zengin yakınları düşer …”.
İçerik ve notlar. Eser, Tâhert’teki İbâdî devletinin ikinci imamının hukuki
görüşlerini içerir. O, Cebel-i Nefûse insanları tarafından kendisine yöneltilen
bu sorulara cevap vermektedir.
İbnu’s-Sağîr el-Mâlikî, Rüstemî imamları üzerine yazdığı eserinde şöyle
söylemiştir:
10 Sâlimî, el-Lum’atu’l-Merdîyye min Eşi’ati’l-İbâdıyye, s. 77.
Çeviri/Translation
213
“Abdülvehhâb, Mesâilu Nefûse ismiyle bilinen bir kitap yazmıştır. Cebel-i
Nefûse’nin insanları, çözümlenemeyen bazı problemleri ona yazmışlar, o da
onların yönelttiği soruları cevaplamıştır. Bu eser, İbâdîlerin ellerinde olup
onlar arasında iyi bilinmektedir. Onlar, günümüze gelinceye kadar bu eseri
nesilden nesile aktarmışlar ve onu kendileri okumuşlardır”.11
Şemmâhî, Siyer’inde bu eseri aşağıdaki notla ifade etmiştir:
“İmam Abdülvehhâb’ın fıkıh, hükümler ve usûlü’d-dîn gibi konulardaki
cevaplarını gördüm”.12
V) Eflah b. Abdülvehhâb (240/854)
V-1) Cevâbâtu’l-İmâm Eflah b. Abdülvehhâb
Aynı yazma içinde olup karmaşık bir içeriğe (Bakınız, I- 1) ve İmam Abdülvehhâb’ın cevapları ile aynı karaktere sahiptir. Tâhert’teki İbâdî devletinin
üçüncü imamı olan İmam Eflah b. Abdülvehhâb’a atfedilen iki cevap dizisi
bulunmaktadır. İlk dizi, 30 sayfadan oluşmakta olup özellikle metnin 6. sayfasında başlayan Bişr b. Muhammed’e verilen cevapları içerir.
Bu dizideki cümleler, “Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla, İmam Eflah
b. Abdülvehhâb’ın cevaplarıdır. Allah’tan doğruluk ve muvaffakiyet isteriz.
Köylerden gelen bir topluluk, bana sordu, sonra bir yer satın aldılar. Onların
bir kısmı, orayı babalarından miras alarak o yeri vatan edindiler. Oraya ağaç
dikip evler inşa ettiler, orada yaşamlarını geçirdiler. Onların namazları nasıl
olur?” diye başlamaktadır.
Metin, “… ve imanın keffâretini ifade ettim. Keffâret için iki dinar, iki dinar
da yakınlar için vasiyet edildiğinde akrabalar karşı çıksa bile, imanın keffâreti yerine gelmiş olur mu? Bunun cevabı, keffâret için iki dinar, yakınlar için
de iki dinar bir araya getirilir ve bunun üçte biri yakınlara verilir, kalanı da
keffâreti yerine getirmiş olur” cümlesiyle bitmektedir.
Diğer dizi ise İmam Eflah tarafından Vesîm (Abdülvehhâb döneminde
Kantarâra valisi olan Ebû Yunus Vesîm en-Nefûsî et-Temzînî)’e verilen cevapları içerir.13 Bu dizi, 20 sayfadan oluşmakta olup bu dizideki cümleler,
“Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla, Vesîm’in İmam Eflah’a yazmış olduğu
meselelerin cevabıdır. Allah, bizi ve seni bağışlasın. Bir küp şarap içen kişiye,
şarabının bir saati ondan seni kurtarır mı? diye sordum ya da ona ‘bu fasid
şarabı neden içtin?’ denir …” şeklinde başlamaktadır.
Metin, “… ve birini kemik ve sinirinden yaralayan bir adam ile ilgili soruldu. Yaralı olan diyet almayı istemiyor, ancak kısas yapılmasını istiyordu.
Cevap; Kısas, ancak aşikardan içeriye et parçasında olur. Aşikarın üstünde
11 İbn Sağîr el-Mâlikî’nin eserinin yazma nüshası, benim elimde bulunmaktadır. Bkz., s. 7.
12 Şemmâhî, Siyer, s. 193.
13 Şemmâhî, 195.
214
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
kemik yaralamalarında kısas olmaz. Orada ancak diyet olur. Doğrusunu Allah bilir” sözleriyle bitmektedir.
Pek çok İbâdî kaynağı, Eflah’ın cevaplarından alıntı yapmaktadır.14 Şemmâhî, Ebû Zekeriyyâ Vâriclânî’den şöyle bir alıntı yapar: “Eflah, gençken
hukuk, gramer ve skolastik teoloji olmak üzere dört farklı alanda öğrenim
görmüştü. Eflah, bunlara yüksek düzeyde astronomiyi de ilave etti”.15
VI) Ebû’r-Rabî’ Süleyman b. Yahlef (471/1078)
VI-1) Kitâbu’t-Tuhaf
Yazmanın nitelikleri: 106 varak16 olup, her varakta 19 satır vardır. Her
sayfa, 16 x 21 cm ebadındadır. Metin, açık Mağrib hattı ile yazılmış olup
Muharrem 1271/Ekim 1845 tarihlidir. Yazmanın müstensihi, Saîd b. Eyyûb
et-Tindimmîrtî’dir.
İçerik ve notlar. Bu eser, Şeyh Yûsuf Ahmed Bârûnî’nin elindeki yazmalar
koleksiyonundadır. Bu koleksiyon, onun tanınmış alim olan büyük dedesi
Abdullah b. Yahyâ el-Bârûnî’nin Cebel-i Nefûse iç savaşı esnasında (192022) tahrip olmuş ve dağılmış olan kütüphanesinin sol kısmının bir bölümü
olarak görünmektedir. Yukarıda belirtilen yazmaları fotokopi yapmak için
ödünç aldım. Muhtemeldir ki yazmaların diğer koleksiyonu, Libya hükümetinin eski Endüstri bakanı Târık el-Bârûnî’ye ait olan aynı kütüphanedendir.
Kitâbu’t-Tuhaf’ın bir diğer nüshasını Cerbe’de el-Bârûniyye kütüphanesinde
gördüm. Bu yazmada esere, Kitâbu’t-Tuhaf fî’l-Usûl başlığı verilmişti. Berrâdî,
bu eseri listesinde Kitâbu Ebî’r-Rabî’ Süleyman b. Yahlef el-Mezâtî fî’l-Kelâm
olarak iki cilt halinde ifade etmiştir. O, ilk cildi görmediğini de ilave etmiştir.17
Diğer eseri, el yazması olan Kitâbu’l-Bahsi’s-Sâdık ve’l-İstikşâf fî Şerhi
Kitâbi’l-Adl ve’l-İnsâf’’tır. Berrâdî, bu eserden et-Tuhafu’l-Mahzûne ve’l-Cevâhiru’l-Ma’sûne başlığıyla söz etmiştir (II, 22b, 26a). Şemmâhî’ye göre bu kitabın ismi, Kitâbu’l-Müthaf fî’l-Usûl’dür18, ancak doğru isim, Berrâdî tarafından
aktarılandır. O, bu eserin İbâdî teolojisindeki tanınmış eserlerden biri olduğunu da söylemektedir.19
Eserin ilk bölümü, “Kitâbu’t-Tuhaf, şer’î asılları ve anlamlarını bir araya
getirerek, ihtiyaç olduğu ölçüde bölüm bölüm açıklamaktadır” şeklinde başlamaktadır.
Metin, “Denildi ki: İlim talebesi, kendisi için tüm kuru hurmaları, hatta
denizdeki balıkları ister” cümlesiyle sona ermektedir.
14 Örnek olarak Ceytâlî’nin Kavâid (Litografik baskı, Kahire, el-Bârûniyye); Şerhu’n-Nûniyye,
(Sâlim b. Ya’kûb’un elindeki yazma nüsha), s. 61, 92; Şemmâhî, Siyer, s. 119.
15 Şemmâhî, 193.
16 Bu yazma nüshası, daha önce varak olarak numaralandırılmıştır.
17 Berrâdî, Cevâhir, s. 219-220.
18 Şemmâhî, 412.
19 Berrâdî, Cevâhir, 22b.
Çeviri/Translation
215
Eserin ikinci bölümü, “Allah’ın zikri ile başlıyor ve ondan yardım istiyoruz,
ondan işlerimiz için muvaffakiyet ve doğruluk istiyoruz. Hatalardan uzak olmak, ona yakışır. Kovulmuş şeytanın adımlarından O’na sığınırız. Güç ve
kuvvet, sadece Allah’ındır. Tevbe ile ilgili bölüm” cümleleriyle başlamaktadır.
Metin, “Allah, manalardan bir mana ile yarattığı varlıklara benzemekten
uzaktır. Yüce Allah, en iyi bilen ve hüküm verendir, çalışma sona ve kemale
erdi” şeklinde bitmektedir.
Hiçbir modern araştırmacı tarafından, hatta İbâdîlerin kendileri tarafından bile, bu kitabın hâlâ var olduğu bilinmemektedir. Ebû’r-Rabî’ Süleyman
b. Yahlef’in çok bilinen eseri ise, Kitâbu’s-Siyer (Litografik baskı, Tunus,
1321)’dir. Cerbe el-Bârûniye kütüphanesinde bu eserin Risâle fî Talebi’l-Ilm
ismini taşıyan elyazması bir nüshasını gördüm. Bu son elyazması nüshanın
konusu, ismiyle uyuşmaktadır. Beni düşündüren şey, Ebû’r-Rabî’ Süleyman
b. Yahlef’in Kitabu’s-Siyer’i gerçekte bir kitap olarak yazmış olsa bile, onun
halen kayıp olmasıdır.
VII) Ebû’l-Abbâs Ahmed b. Muhammed b. Bekr (504/1110)
VII-1) Kitâbun fîhi Mesâilu’t-Tevhîd mimmâ lâ yeseu’n-nâse cehluhu
ve ğayru zâlike min Mesâili’l-kelâm
Araştırma yaptıktan sonra bu kitabın iki nüshası bulunmuştur. İlk yazma, Cerbe el-Bârûniyye’de; ikinci yazma ise, Cerbe Vâleğ’de el-Ba’tûr ailesinin yazmaları arasındadır.
Yazmanın nitelikleri: İlk yazma, 16 sayfa olup, her sayfada 29 satır vardır.
Her sayfa, 20 x 15 cm ebadındadır. Metin, zarif bir Mağrib hattı ile yazılmış
olup tarihsizdir, muhtemelen hicrî IX. yüzyıla aittir. Eser, Ğaryân bölgesinden Mâlikî mezhebine mensup birinin Cebel-i Nefûse’deki Azzâbe kuruluşuna yöneltmiş olduğu bir soruya verilen cevapla ilgilidir.
Yazma metin, “Hamd, hamîd, mecîd, mübdî ve muîd olan, sınırsız bir şekilde tek olan Allah içindir” diye başlamaktadır.
Metin, “… evlerinden çıktıklarında namaz kıldılar. İşte bu, şurât (Hâricîler)’ın halidir. Alemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun” şeklinde bitmektedir.
İkinci yazma ise, 30 sayfa olup, her sayfada 21 satır vardır. Her sayfa, 21
x 15,5 cm ebadındadır. Yazmanın bir bölümü karmaşık bir içeriğe sahip olup
eski bir Mağrib hattı ile yazılmıştır. Yazma, hicrî IX. yüzyıla aittir.
Yazma metin, “Hamd, hamîd, mecîd, mübdî ve muîd olan, sınırsız bir şekilde tek olan Allah içindir …” şeklinde başlamaktadır.
Metin, “… evlerinden çıktıklarında namaz kıldılar. İşte bu, şurât (Hâricîler)’ın halidir. Alemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun” diye bitmektedir.
İçerik ve notlar. Bu küçük risale, İslam inancının müslümanların bilmesi
gereken temel unsurları ile ilgilidir. İbâdî teolojisinin güzel bir örneğidir. Bu
216
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
risalenin edisyon kritiği, yukarıda ifade edilen iki yazmaya dayanarak benim
tarafımdan tamamlanmıştır.
VII-2) Kitâbu Tebyîni Ef’âli’l-Ibâd
Yazmanın nitelikleri: Ciltli biçimde üç bölüm olup ilk bölüm, 51 sayfa;
ikinci bölüm, 48 sayfa; üçüncü bölüm ise 58 sayfadır. Her sayfada 20 satır
vardır. Her sayfa, 24,5 x 17 cm ebadındadır. Metin, Şa’bân-Şevvâl 1329/
Ağustos-Ekim 1911 tarihli olup müstensihi, Ömer b. el-Hâc İsa b. Salih
et-Tindimmîrtî’dir. Bu yazma nüsha, Cerbe Ğîzin’de Şeyh Sâlim b. Ya’kûb’a
aittir. Diğer nüsha, Mîzâb Benî Yezcin’de et-Tafeyşiyye kütüphanesindedir.
İçerik ve notlar. Bu kitabın ana konusu, aşağıdaki içerik listesinde de
görülebileceği gibi, ahlak’tır. Bu eser, Mağrib İbâdî literatüründe türünün
ilk örneğidir; Ceytâlî’ tarafından yazılan Kanâtıru’l-Hayrât gibi diğer eserler,
sonrasında onu izlemiştir.
Eserin ilk bölümü, “Hamd, doğruya muvaffak kılan, doğru düşünceye
ulaştıran ve farzlarının edasına yardımcı olan Allah içindir …” şeklinde başlamakta ve “Kötü zan, küfür olduğu gibi; Allah için hüsnü zan’da bulunmak
farzdır” diye sona ermektedir.
Eserin ikinci bölümü, “Sevgi ve nefret ile ilgili bölüm: Sevgi, kalbin fiilidir,
diğer uzuvlara ondan herhangi bir şey, nisbet edilmez …” şeklinde başlayıp
“Geldikleri anda musibet ve belayı sevmek, hamd ve övgü zorunlu değildir;
bilakis o anda Allah’ın kazasına razı olmak, O’nun emrine teslim olmak ve
tevekkül etmek gerekir” şeklinde biter.
Eserin üçüncü bölümü, “Sakınma ve tevbe ile ilgili bölüm: Tevbe, gereklidir ve günahlardan kaçınmak, kullara farzdır …” diye başlayıp “Bu sözün
üzerine onun için sattığı şeyi vermesi gerekir; eğer ondan bunu alamazsa
değerini ödemesi gerekir” şeklinde sona erer.
Aşağıdaki içerik listesi, eserin konuları ile ilgili açık bir fikir verecektir:
Birinci Bölüm:
1)
İnsanların fiillerinin açıklanması.
2)
Günahların açıklanması.
3)
Riya ile ilgili kısım.
4)
Suni işler ile ilgili mesele.
5)
Hamdedeni sevmek.
6)
Gurur ve kibir.
7)
Şöhret ve makamı sevmek.
8)
Süslenmeyi yasaklamak.
9)
Şeref sevgisi.
10) Dünya sevgisi.
Çeviri/Translation
11) Kıskançlık
12) Kin ve nefret.
13) Merhametsizlik
14) Müslümanlara ve işlerine önem vermek.
15) Dünya sahibinin müslüman kardeşi için fedakârlığı.
16) Gizli şehvet.
17) Küfrün rükünleri.
18) Korku.
19) Terkedilmesi gereken şeyler.
20) Asabiyet (Aşırı taraftarlık).
21) Hile ve entrika.
22) Azgınlık ve zulüm.
23) Ahireti unutmak.
24) Küstahlık ve şımarıklık.
25) Gıybet ve bozgunculuk.
26) Acziyet ve tembellik.
27) Melâmet.
İkinci Bölüm:
1)
Sevgi ve nefret.
2)
Kişi, nefsi için hak almamalı.
3)
Ayıplamak, alay etmek, iftira atmak.
4)
İkiyüzlülük, güzel ve yumuşak sözlerle kandırmak.
5)
Korku ve ümit.
6)
Şüphe ve güvensizlik.
7)
Önyargı
8)
Suçlamak ve sonuçları.
9)
Dinin rükünleri.
10) Sorumluluğunu devretmek.
11) İhlas (Samimiyet)
12) Yakınlık
13) Niyet
14) Tefekkür
15) Adak
16) Şükür
17) Sabır
217
218
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Üçüncü Bölüm:
1)
Sakınmak ve tevbe.
2)
Bağışlama ve terketme ile ilgili mesele.
3)
Doğru olan şeyleri onaylayıp yanlış olan şeylerden vazgeçmek.
4)
Yurt ve yaşam konusunda hüküm.
5)
Şirk yurdunda yaşam ve hüküm ile ilgili mesele.
6)
Hz. Muhammed ile ikrarın ortaya çıktığı yurt ve bölge.
7)
Tevhid yurdunda yaşam ve hüküm ile ilgili mesele.
8)
Cizye ile ilgili mesele.
9)
Rasulullah’ın tebliği.
10) Müslümanların dini ile ilgili kötü konuşmak
11) Müslümanlar ile ilgili kötü konuşmak.
12) Kötü konuşan kişinin öldürülmesi ile ilgili mesele.
13) Hakkın engellenmesi.
14) Müslümanların eksikliklerine işaret etmek.
15) Cani ile ilgili mesele.
VII-3) Kitâbu’l-Kısme ve Usûlü’l-Eradîn
Yazmanın nitelikleri: 357 sayfa olup, her sayfada 23 satır vardır. Her sayfa, 24 x 17 cm ebadındadır. Metin, açık bir Mağrib hattı ile yazılmış olup
müstensihi, Sâlim b. el-Hâc Ebû’l-Kâsım Muhammed el-Cerbî el-Cericnî’dir.
Bu yazma nüsha, Cebel-i Nefûse’nin Ruhaybât bölgesinden Mersâvenli Ali
b. Mîlûd el-Mersâvenî’ye aittir. Dedesi Muhammed b. İsa b. Saîd el-Mersâvenî’den değerli bir el yazmalar koleksiyonu, ona miras kalmıştır.
İçerik ve notlar. Bu eser, detaylı biçimde İslam’ın ticaret ve ziraat hukukunu ele almaktadır.
Kitâbu’l-Kısme (Ortaklar arasında paylaşım), kitabın ilk 37 sayfasını oluşturur; eserin Cerbe adası el-Bârûniye kütüphanesindeki yazma nüshası,
bağımsız bir eseri oluşturur, fakat hem Mersâvenî’nin, hem de Şeyh Ömer
Mellîv’in yazma nüshası ikisi birlikte, Kitâbu’l-Usûl’ü meydana getirmişlerdir.
Kitabın başlangıç cümlelerinin ardından “Bize gelen ticari ortaklık ile ilgili
meseleler ile bunların gerekleri, cezalandırılması gereken hususlar ile ortaklar arasında gereken taksimatı şerh etmeyi istiyoruz ...” cümlesi gelir.
Metin, “Denildi ki; Kuyudaki suyu, dirsek ve karışlarla paylaştırdılar. Allah, doğrusunu daha iyi bilir. Kitâbu’l-Kısme, Allah’a hamd ve onun güzel
yardımı ile sona erdi” şeklinde bitmektedir.
Çeviri/Translation
219
Ardından Kitâbu’l-Usûl gelir. Kitâbu’l-Usûl, ilk iki bölümün eksik olduğu
izlenimini uyandıran 3. bölümle başlar. Tam olarak aynı durum, Câdû kadısı
olan Şeyh Ömer Mellîv’in yazmasında da vardır.
Aşağıdaki tablo, eserdeki bölümlerin iki yazma arasındaki karşılıklı ilişkisini ortaya koymaktadır:
Ali Mîlûd’un yazması
Ömer Mellîv’in yazması
3. bölüm s. 38-98
s. 40-92
4. bölüm s. 98-145
s. 93-147
5. bölüm s. 145-209
s. 149-205
6. bölüm s. 209-260
s. 206-260
7. bölüm s. 260-319
s. 260-327
8. bölüm s. 319-401
s. 329-373
Yazmanın 3. bölümü, “… Yollar ve mecraları ile ilgili söz ve onların mesleklerinin çeşitliliği …” şeklinde başlayıp “Kiraya veren kişi isabet ederse, onu
satsın. Allah, en doğrusunu bilir” diye sona ermektedir.
4. bölüm, “Evinin çevresini çit ile çevirmeyi isteyen kişi …” şeklinde başlayıp, “eğer onların ürününü kesip koparırsanız ya da olgunlaşmadan önce
koparırsa, onların bazısını taksim edin. Onların bazısı da, ‘ürün, olgunlaşıncaya kadar taksim etmeyiz’ der” diye bitmektedir.
5. bölüm, “Yağmur suyu ile ilgili söz …” diye başlayıp “… şüphesiz yere
verdiği zarardan engellemeyi sağlar ve istediği gibi taneleri toplar” şeklinde
bitmektedir.
6. bölüm, “ortak toprağı eken kişi ile ilgili bölüm” şeklinde başlayıp “onlardan fiyatını düşüren kişi, herhangi bir zarara uğramadığı sürece …” diye
bitmektedir.
7. bölüm, “zararın ispatı ile ilgilidir” diye başlayıp “her hızlı bir şekilde
adım atıp kalelerini ıslah etmek için bunu yaptıklarında, o mağarada yaparlar” şeklinde bitmektedir.
8. bölüm, “Bu kitapta bizim ifade ettiğimiz ilk şey, kim ağaç diker ve onunla toprağı imar ederse, …” şeklinde başlayıp “toprak, bir delil ya da hükümetin hakimi ile topluluk arasında paylaştırılıp sonrasında o yerin başka bir
topluluğa ait olduğuna dair başka bir delil ortaya çıkarsa, onların iddia ettiği
gibi değildir…” diye bitmektedir.
Kitâbu’l-Usûl, geç dönem alimlerinden Şeyh Abdülaziz es-Semînî tarafından özetlenmiş ve et-Tekmîl li ba’dı mâ ehalle bihî Kitâbu’n-Nîl ismiyle yayınlanmıştır (Tunus 1344/1925).
220
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
VII-4) Kitâbu’l-Elvâh
Yazmanın nitelikleri: Yazmanın 41 ile 106. sayfalar arası karmaşık bir
içeriğe sahip olup her sayfada 23 satır vardır. Her sayfa, 23 x 16,5 cm ebadındadır. Yazma, Rabî’ul-Evvel 1276/Aralık 1850 tarihli olup müstensihi,
Kahire’deki taşbasma el-Bârûniyye matbaasının kurucusu olan Muhammed
Yûsuf el-Bârûnî’dir. Diğer nüshanın Tunuslu Şeyh Muhammed es-Semînî’nin
elinde olduğu söylenmektedir. Kitabın başlığı, Kitâbu’l-Elvâh, Te’lîfu’l-Âlim
el-Allâme Ebû’l-Abbâs Ahmed b. Muhammed b. Bekr el-Füresettâî’dir.
Yazma metin, “Hamd, Rububiyyeti ile tek olan, kullarına ubudiyyeti ile
üstün gelen, en büyük ayetlerini de yer ve yüksek gökler olarak kılan ve Ahiret için azık hazırlamanın dünyadan daha hayırlı olduğunu açıklayan Allah
içindir …” şeklinde başlamaktadır.
Metin, “… köle geceleyin istihdam edilmez diyen kişinin, gündüz onlardan
hizmet beklemesinde bir sakınca yoktur. İşte bu, davet ehlinin alimlerinin
haberlerinden bize ulaşan şeydir. Başarı, Allah’tandır” diye bitmektedir.
Bu kitap, bazı edebi ve tarihsel bilgiler ile İbâdî alimlerinin bazı geleneksel
kurallarını vermektedir. Eser, yazarı bilinmeyen Kitâbu’l-Muallekât fî Ahbârı Ehli’d-Da’ve’deki20 materyalin aynısını aşağı yukarı sunmaktadır. Her iki
kitabın önerisi, tek ve aynı çalışmanın nihai bir sonuç ortaya koyamayacağı,
ancak dikkatli bir incelemenin muhtemel olarak bizi böylesi bir sonuca götürebileceği yönündedir.
VIII) Ebû’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Binsâvî (el-Bisyânî)
VIII-1) Sîratü’ş-Şeyh Ebî’l-Hasan el-Binsâvî hucceten alâ men
yubtilu’s-Suâle’l-Vâkıa bi-Umân
Yazmanın nitelikleri: 64 sayfa olup, her sayfada 20 satır vardır. Her sayfa,
24,5 x 17 cm ebadındadır. Yazmanın bir kısmı, karmaşık bir içeriğe sahip
olup (bakınız, 9-2) 1329/1911 tarihlidir. Müstensihi, Ömer b. İsâ et-Tindimmîrtî’dir.
İçerik ve notlar. Bu kitaba verilen başlık, Sîratü’ş-Şeyh Ebî’l-Hasan Ali b.
Muhammed el-Bisyânî hucceten alâ men yubtilu’s-Suâle’l-Vâkıa bi-Umân’dır.
Eser, “Hamd, İslam’ın kanunları, helal ile haramın açıklanması üzere Allah içindir. Hz. Muhammed’e salâtu selam olsun. Şüphesiz Allah, dinini doğru bir biçimde açıklamıştır. Kim onu takip ederse hanîf bir Müslüman olur”
şeklinde başlamaktadır.
Giriş’ten sonra yazar, bu kitabı yazmasının sebeplerini şöyle ortaya koyar:
“Umânlılardan biri, müslümanları soru bâbında karalamış ve kitaba ve sünnete dayanmadan soruyu benimseyen bazılarını delilsiz bir şekilde suçlamış20 Bu eser, Şeyh Muhammed Yûsuf Ettafeyyiş tarafından yeniden düzenlenmiş ve Kahire
el-Bârûniyye matbaasında litografik (taşbasması) baskısı yapılmıştır (Tarihsiz).
Çeviri/Translation
221
lardır. Allah izin verirse biz, Müslümanlardan soruyu benimseyen kimselerin
kusurunu açıklayacağız…”.
Eser, “Size ona temas etmeyen şeyleri yazdım, çünkü kelâmın bir kısmı
bir kısmına bağlıdır. Belki de konuşandan sonra hızlı bir şekilde ayrılık olur.
Hiç bir şey yoktur ki, bir şey ona muhtaç olmasın. Halil b. Ahmed’den şöyle
dediği rivayet edilmiştir: ‘İhtiyaç duymadığınız şeyleri öğrenin, zira ona ihtiyaç duyacaksınız’. Yazdığım şey üzerinde duran kişiye onu düzeltmek de
düşer. Eğer onda bir hata varsa, onu düzeltsin; benim eksiğimi düzeltsin
ve açıklasın, zira onu çok meşgul bir durumda hızlı bir şekilde ve aceleyle
yazdım. Eğer onda bir doğruluk varsa, onu da takip etsin…” şeklinde bitmektedir.
Bu kitapta yazar, dinî meseleler (İbâdî doktrini) üzerinde bazı soruların
gerekliliğine dair İbâdîliği itibarsızlaştırmaya çalışan bazı Umânlıların saldırılarını çürütmüştür. O, müslümanların mezheplerini ele aldıktan sonra İbâdîlerin doğru yolda olan tek grup olduğu sonucuna gelir. O, vilâye ve berâe
konusuna da temas etmiştir (Arapça bir kelime olan vilâye’nin anlamı, yakınlıktır; fakat İbâdî literatürde vilâye, Allah’tan Müslümanlar için merhamet ve
bağışlanma istemeyi ifade eder. Diğer bir ifadeyle, gönülden sevmek ve dil ile
bağışlanma dilemektir. Arapça bir kelime olan el-Berâe ise, uzaklık demektir.
İbâdî kaynaklarda ise, dışlamak anlamına gelir). Bu eserde Şeyh Bisyânî, Tâlibu’l-Hakk Abdullah b. Yahyâ el-Kindî dönemine kadar müslüman toplumda
meydana gelen ilk bölünmeler üzerinde konuşur. O, Müslüman gruplar arasındaki teolojik farklılıklardan da söz eder, sonra iyiliği emredip kötülükten
sakındırmak isimli özel bir bölüm ortaya koyar ve yazar, İslam mezheplerinin
göze çarpan doktrinlerinin eleştirisiyle kitabını tamamlar.
IX) Ebû Ya’kûb b. Halfûn el-Mezâtî
IX-1) Risâletu Yûsuf b. Halfûn el-Mezâtî (2 yazma)
İlk yazma nüsha, 48 sayfa olup, her sayfada 21-22 satır vardır. Her sayfa,
21 x 15,5 cm ebadındadır. Yazmanın bir kısmı, karmaşık bir içeriğe sahiptir
(bakınız, 9-I). Bu nüshayı Cerbe adasında Vâleğ’de yaşayan el-Ba’tûr ailesinden ödünç aldım. Sayfaların sol kısımlarını, solucan yemiş olup yazma, su
ile bozulmuştur, fakat yazma, hâlâ okunabilir mahiyettedir. 17. cevabın son
paragrafı, kayıptır.
İkinci yazma nüsha, 29 sayfa olup, her sayfada 29 satır vardır. Her sayfa,
24,5 x 17 cm ebadındadır. Yazmanın bir kısmı, karmaşık bir içeriğe sahiptir
(bakınız, 4-I). Şeyh Abdullah b. Yahyâ el-Bârûnî (ö. 1912) tarafından açık bir
Mağrib hattı ile yazılmıştır. Bu nüshayı Cerbe adasındaki el-Bârûniyye kütüphanesinden ödünç aldım. İlk nüshaya Kitâbun fîhi Risâletu Yûsuf b. Halfûn el-Mezâtî ismi verilmiştir. İkinci nüshanın ismi ise, Ecvibetu Ebî Ya’kûb
b. Yûsuf b. Halfûn el-Mezâtî’dir.
222
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Her iki nüsha, “Allah, bizi muvaffak kılsın ve razı olacağı yola ulaştırsın,
bize şerh edilmesi ve taraftarlarımızın itimad ettiği selef ile halef fakihlerin
ihtilaflarının açıklanması istenen bazı meseleler yazıldı …” şeklinde başlamakta olup yine her iki nüsha, “… İşte bu bizim eskilerden olmayıp önüne
geçilen, tabi olunan şeydir. Şüphesiz Allah, muvaffakiyetimizin sahibidir, güç
ve kuvvetiyle beraber tüm başarımızın sorumlusudur. Allah’ın selamı ve rahmeti üzerine olsun. İbn Halfûn’un risalesi sona erdi” şeklinde bitmektedir.
İçerik ve notlar. Ebû Ya’kûb’un bu risalesi, Cebel-i Nefûse’den ona gelen
sorulara verdiği cevapları içerir. Soruyu soran kişi, bu sorularda İbâdî görüşlere ve İbâdî alimlerin ortaya koyduğu kanıtlara ek olarak, müslüman
mezhepler arasındaki farklı görüşleri bilmeyi istemiştir. İbâdî kroniklerine
göre Ebû Ya’kûb, İbâdî olmayan müellifler tarafından okunan ve Azzâbe kuruluşuna da bir süre için kılavuzluk eden21 kitaplara (Kütüb Ehli’l-Hılâf) düşkündü. Bununla birlikte Ebû Ya’kûb, İbâdîler için İslam’da tartışmalı düşünceye kapıları açan tek alim değildi. Bu noktada Ebû Ya’kûb Vâriclânî, Ebû
Ammâr Abdü’l-Kâfî, Ebû Amr Osmân b. Halîfe es-Sûfî, Ebû Tâhir İsmail b.
Mûsâ el-Ceytâlî ve Ebû Sâkin Âmir b. Ali eş-Şemmâhî gibi büyük alimler de
vardı. Onların eserlerinde ortadan kaybolanları da içeren tüm İslam mezheplerinin farklı görüşlerini ele alıp ortaya koyan mukayeseli çalışmalar buluruz.
İbn Halfûn’un bu risalesi, yukarıda ifade edilen müellifler tarafından izlenen
metodun çok güzel bir örneğidir. Ben bu iki yazma nüshaya dayanan bu risalenin edisyon kritiğini hazırlamakla meşgulüm.
X) Amrûs b. Feth (283/896)
X-1) Usûlü’d-Deynûneti’s-Sâfiye
Yazmanın nitelikleri: 11 sayfa olup, her sayfada 27 satır vardır. Her sayfa,
15 x 21 cm ebadındadır. Eski Mağrib hattı ile yazılı olup tarihsizdir. Yazmanın bir kısmı, karmaşık bir içeriğe sahiptir (bakınız, I-1). Yazmanın bir
başka nüshasını Mîzâb bölgesinin Benî Yezkın’den olan Şeyh Muhammed
Babânû’nun kütüphanesinde gördüm.
Metin, “İçinde Usûlü’d-Deynûneti’s-Sâfiye olan eser, imam ve fakih Amrûs
b. Feth tarafından telif edilmiştir. Delilleriyle problemleri açıklığa kavuşturan
ve boş konuşanların eksikliğini ortadan kaldıran aydınlatıcı delillerle yolunu
açıklayan Allah’a hamdolsun…” diye başlamakta olup “… Müslümanların
hükmü ile ilgili bir hususta endişe edilebilecek bir kötülük ortaya çıkarsa,
Allah için asiler, dünya ve ahirette Allah’ın vereceği cezadan korkarlar. Bundan dolayı tevbe etmeleri ve korkmaları gerekir. Eğer aynı şekilde devam eder
ve tevbe etmezlerse, dalâlete düşer ve kafir olurlar. İddia edilmiştir ki bu durum, onlar için bir yücelik olup onların devam eden küfürlerini daha da artırır. Burada Usûlü’s-Sîra ve ed-Deynûnetü’s-Sâfiye’yi tasvir ettim. Allah’tan
muvaffakiyet dilerim” şeklinde biter.
21 Şemmâhî, 445.
Çeviri/Translation
223
İçerik ve notlar. Bu risale, Amrûs b. Feth’e atfedilir ve putperestlere, Kitap ehline (Hıristiyanlar ve Yahudiler), Mecusiler ve münafıklara yönelik olarak İslam’ın tutumunu İbâdîlerin bakış açısına göre açıklar. Ayrıca yazar,
Hâricîler, Sufriyye, Mu’tezile, Mürcie ve Şîîler gibi bazı Müslüman gruplar
tarafından benimsenen hatalı görüşleri çürütür. Yazar, inancın belirli temel
prensiplerini bildirerek risalesini sona erdirir.
X-2) er-Raddu ale’n-Nâkise ve Ahmed b. el-Huseyn
Yazmanın nitelikleri: 36 sayfa olup, her sayfada 26 satır vardır. Her sayfa,
20,5 x 14,5 cm ebadındadır. Eski bir Mağrib hattı ile yazılmış olup tarihsizdir. Abdullah b. İsa b. Zekeriyyâ en-Nefûsî tarafından transkribe edilmiş olup
esere “Kitâbun fîhi er-Raddu ale’n-Nâkise ve Ahmed b. el-Huseyn” başlık olarak verilmiştir.
Metin, “Hamd, izzet, güç, büyüklük ve delil sahibi olan Allah’a aittir. O,
dinini ortaya koymuş ve açıklamış ve öğrettiği kimselerin çoğundan, insanlara açıklasınlar ve gizlemesinler diye söz almıştır. Yüce Allah buyurur: ‘Allah,
kendilerine Kitap verilenlerden, ‘Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız,
gizlemeyeceksiniz’ diye söz almıştı …” şeklinde başlamakta olup “… eğer ahiretten herhangi bir şey üzere bitiş cereyan eder mi? denilirse, kalıcı olan nihayetsiz ve gayesiz olandır. Onun için herhangi bir sona eriş yoktur. Allah’a
hamd ve ona minnetle Abdullah b. İsa b. Zekeriyyâ b. Muhammed b. İsa b.
Mahmûd b. Süleyman b. Yahyâ’nın yazdığı kitap tamamlanmış oldu. Allah,
ona malın ve evlatların fayda veremeyeceği, ancak selim bir kalp ile gelenlerin istisna olduğu günde bununla fayda vermiştir. Onu sadece Allah rızasına
ulaşmak için yazmıştır” diye bitmektedir.
İbâdî kaynaklarda bu eserin, Amrûs’un meslektaşı Abdullah b. Hâlık
el-Fezzânî22 için yazdığı kitap anlamında el-Amrûsî şeklinde ifade edildiği görülmektedir.
Bu eser, İslam Hukuku ve teolojisinin temellerine yönelik İbâdî bakış açısını ortaya koymaktadır. Bu eserin önemi, Kuzey Afrika İbâdîliğin günümüze
ulaşan en eski eseri oluşudur.
Amrûs, İbâdîliğin Kuzey Afrika’daki en büyük alimlerinden biridir. O, İbâdîlerin ikinci imamı olan Ebû Ubeyde’nin öğrencilerinden gelen hadis rivayetlerini eseri el-Ğânimiyye’de kaydetmiş olan Doğu’nun tanınmış İbâdî alimi Bişr b. Ğânim el-Horasânî ile bir araya gelme imkanına sahip olmuştur.
Bişr, Amrûs ile birlikte Tâhert’e giderken eserinin bir nüshasını bırakmış ve
böylece ikincisi, Amrûs’un elinde transkribe olan kitap olma avantajını elde
etmiştir. Ayrıca o, doğu İbâdîlerinin o dönemde müftüsü olan Muhammed
b. Mahbûb ile Mekke’de Hac esnasında bir araya gelmiştir. Amrûs, dördün22 Bkz., Şemmâhî, 225; Visyânî, Siyer, v. 2; Berrâdî, el-Cevâhir, s. 219.
224
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
cü Rüstemî imamı Muhammed b. Eflah döneminde Cebel valisi olan Ebû
Mansûr İlyas tarafından Cebel-i Nefûse kadısı olarak atanmıştır.
Amrûs’un İslam Hukuku ve teolojisinin temellerini Kur’an, sünnet ve
Müslüman alimlerin bireysel hükümlerinden çıkardığı üç gruba ayıran bir
kitap yazmaya karar verdiği söylenmiş; fakat o, arzusunu yerine getiremeden
ölmüştür.23 Amrûs, aslında, Mânû savaşında İbrahim b. Ağleb tarafından
öldürülmüştür (283/896).
XI) Ebû Hazr Yeğlâ b. Zeltâf (380/990)
XI-1) Kitâbu’r-Radd alâ Cemîı’l-Muhâlifîn
İlk yazma nüsha, 40 sayfa olup, her sayfada 27 satır vardır. Her sayfa,
20,5 x 15,5 cm ebadındadır. Eski bir Mağrib hattı ile yazılmış olup tarihsizdir. Müstensihi, Abdullah b. İsâ en-Nefûsî’dir. el-Ba’tûr ailesine ait olan
yazmanın bir kısmı, karmaşık bir içeriğe sahiptir (bakınız, 12-2). Metin, 36.
sayfada sona erer ve sonrasında aynı müellifin ek teolojik görüşlerini içeren
beş sayfa daha takip eder.
İkinci yazma nüsha, 63 sayfa olup, her sayfada 19 satır vardır. Her sayfa,
21,5 x 15 cm ebadındadır. Abdullah b. Yahyâ el-Bârûnî’ tarafından açık bir
Mağrib hattı ile yazılmış olup 1273/1856 tarihlidir. Kebâv’daki Yûsuf Ahmed
el-Bârûnî’ye ait olan yazmanın bir kısmı, karmaşık bir içeriğe sahiptir.
Her bir nüsha, “Allah’ın isimlerinin yaratılmış olduğunu ileri sürenlere
reddiye; onlara denilir ki, ‘yaratılmış olduğunu ileri sürdüğünüz bu isimlerin
neler olduğunu bize haber verin?’ …” diye başlamaktadır.
Her bir nüsha, “… işte iki yüz dirheme sahip olanın durumu böyledir,
kendi mülkünden ya da mülkünün dışında beş dirhem versin, ben de ona
veririm. Böylece gölgede ya da güneşte olsun, gölgede olan güneşe çıkmış
olur. Bu meselelerden birine verilen cevap, hepsine verilmiş gibidir” şeklinde
bitmektedir.
İçerik ve notlar. Başlığına göre yazmanın metni, Allah’ın isimleri yaratması, Müslümanların öteden beri bilmediği dinî meseleler, Mu’tezile’nin reddi,
istitâat (fiili yapma güç ve yeteneği), ilahi irade, iman ve yaratmak gibi teolojik problemler hususunda İbâdîliğin tüm karşıtlarına yönelik tekzibleri içerir.
Bu kitabın yazarı olan Ebû Hazr, özellikle teoloji sahasında İbâdîliğin seçkin
alimlerinden biridir.
XII) İbn Sellâm (III/IX. yüzyıl)
XII-1) Bed’u’l-İslâm ve Şerâiu’d-Dîn
Yazmanın nitelikleri: 63 sayfa olup, her sayfada 21 satır vardır. Her sayfa,
20,5 x 14,5 cm ebadındadır. Eski bir Mağrib hattı ile yazılıdır. Bu yazma nüs23 Visyânî, v. 2.
Çeviri/Translation
225
ha, esasen, el-Ba’tûr’un koleksiyonundaki nüshalardan biridir; onu yazmayı
keşfeden Şeyh Sâlim b. Ya’kûb’dan ödünç aldım.
Yazma metin, “İman ve İslam, İzzet ve İhsan kelimelerinin tefsiri …” şeklinde başlayıp, “… onları tefsir ettik, dinimizin ilkelerine sarılın, Müslümanların görüşlerini açıklıyoruz …” diye bitmektedir.
İçerik ve notlar. Bu kitap, Kuzey Afrika’da hicrî III. yüzyıla kadar çıkan
İbâdî tarihi ile ilgili sahip olduğumuz en eski kaynaktır. Müellif, Mekke ile
Tûzır arasındaki İbâdî şehirlerini gezmiş ve farklı yerlerdeki pek çok ünlü
İbâdî alimle görüşmüştür. Babası, Abdülvehhab b. Rüstem döneminde Sirt’in
valisi idi.24 Bu kitap, Şemmahi’nin Siyer’inde söz konusu dönem ile ilgili pek
çok alıntı yaptığı ana kaynaklardan biridir.25
Müellif, İslam ve İman’ın doğruluğu üzerine yazdığı girişten sonra mezhebin ilk imamlarını, yani Peygamber’in arkadaşlarının seçme bir listesini verir.
Bu kitapta iki liste daha vardır. Biri, doğuda yani, Mekke, Medine, Yemen,
Uman, Kûfe, Basra ve Şam’da yaşayan İbâdî alimlerin isimlerini içerir. Diğeri
ise, Kayravan ve o çevredeki İbâdî alimlerin isimlerini içerir. Müellif yine,
Ebû’l-Hattâb Abdu’l-A’lâ tarafından Libya ve Tunus’ta kurulan devletle ilgili
faydalı bilgiler verir. Ayrıca, Ebû Hâtim el-Melzûzî ile ve onun bu devletin
yaşaması için verdiği mücadele ile ilgili bilgi verir.
Bu kitapta iki önemli belgeden alıntı yapılmaktadır. Birincisi, ikinci Rüstemî imamı olan Abdülvehhâb b. Abdurrahmân’ın Tripoli’de yaşayan insanlara gönderdiği mektuptur. Diğeri ise, Ebû İsa İbrahim b. İsmail el-Horasânî
ile doğu İbâdîlerinin kardeşleri olan Mağrib İbâdîlerine, Halef b. es-Semh’in
Tâhert’teki Rüstemî devletine yönelik isyanı ile ilgili yazdıkları bir mektuptur.
Bu elyazması nüsha, bildiğim en iyi ve eşsiz bir eserdir.
XIII) Mukarrin b. Muhammed el-Bağtûrî (VI/XII. yüzyıl)
XIII-1) Siyeru Meşâihi Cebel-i Nefûse
Yazmanın nitelikleri: 153 sayfa olup, her sayfada 24 satır vardır. Her sayfa, 21 x 15 cm ebadındadır. Eski bir Mağrib hattı ile yazılıdır (800/1397’den
sonra). Bu yazma nüsha, Cerbe adasının Vâleğ bölgesinde yaşayan el-Ba’tûr
ailesine aittir. Bu nüshayı fotokopi yapmak için ödünç aldım. Kötü bir durumda idi, ıslak oluşundan dolayı bozulmak üzereydi ve tüm sayfaları, kötü
biçimde işaretlenmişti fakat hâlâ okunaklı idi.
Kitaba verilen başlık, “Kitâbun fîhi Siyeru Meşâihi Cebel-i Nefûse ve
Menâkıbihim” dir.
24 Şemmâhî, 204.
25 Örnek olarak bkz., Şemmâhî, Siyer, s. 133, 135, 137, 141-42, 161-62, 164, 187, 188, 26062; ayrıca bkz., Tadeusz Lewicki, “Une chronique ibâdite, ‘Kitâb as-Siyar’ d’Abû’l-‘Abbâs Ahmad as-Sammâhi”, Revue des Études Islamiques, VIII, Paris, 1934, s. 73.
226
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Yazma metin, “Rivayet edildi ki bu davetin taraftarları, birbirlerini karşılıklı ziyaret ediyorlar. Doğu ehli, batı ehlini; batı ehli de doğu ehlini ilim bakımından birbirlerinden faydalanmak amacıyla ziyaret ediyor. Doğu ehlinin
liderleri, asırlar boyunca konuşmuşlardır. Onlardan Câbir b. Zeyd, …” diye
başlamaktadır.
Yazma metin, “… evinde yiyeceği şey bulamayan kişinin özellikle süte çıkmasına izin verdiler. Evinde yiyeceği şeyi bulan kişiye gelince, bu onun için
caiz değildir. Allah, en doğrusu ve sağlamını bilir. O, bize yeter; O, ne güzel
vekildir ve muvaffakiyet onunladır. Böylece, daha önce yaşayan, muhabbetlerinden faydalandığımız, mezheplerine ve delillerine yönelik kötü şeyler söyleyenlere hemen cevap veren ve güvenilir isnatlarla telif yapan Cebel-i Nefûse
alimlerinin rivayetleriyle bilinen kitap böylece tamamlandı. Tek olan Allah’a
hamd, nebisi Hz. Muhammed’e, tüm nebilere ve meleklere de salâtu selam
olsun” şeklinde bitmektedir.
Aşağıdaki not, modern Mağrib hattı ile yazılmıştır: “O, Mukarrin b. Muhammed el-Bağtûrî en-Nefûsî’nin telifidir. Kitabın sonunda 599 yılının Rabî’u’l-Âhir ayında Cennâvun’da Şeyh Ebû Yahyâ Tevfîk b. Yahyâ el-Cennâvunî’nin huzurunda kitabı tamamladığını ifade etmiştir”.
İçerik ve notlar. Bu kitap, iki yıl önceye kadar Şeyh Sâlim b. Ya’kûb’un
el-Ba’tûr ailesinin koleksiyonunda onunla karşılaşıncaya kadar kayıp olarak
düşünülüyordu. Diğer yazma, Libya Hûn’da ortaya çıktı, fakat şimdiye kadar
onu görebilmiş değilim.
Eser, özellikle Cebel-i Nefûse alimlerinin biyoğrafilerini ele almaktadır.
Hicrî VI. yüzyıla (XII. yüzyılın başları) kadar olan dönemi kapsamaktadır.
Eser, açık bir el yazısı ile yazılan ve eksiksiz bir şekilde noktalanan Berberi metinlerinin büyük ve önemli bir koleksiyonunu içerir. Ne Berrâdî ne de
Sâlimî, bu kitaptan listelerinde bahsetmezler; fakat bu eser, Şemmâhî için
Nefûse alimleri ile ilgili eserinin ana kaynağıdır. O, bu kitabın yazarı olan
Mukarrin b. Muhammed el-Bağtûrî ile ilgili kısa bir biyoğrafi de yazmıştır.26
XIV) Ebû’r-Rabî’ Süleyman b. Abdi’s-Selâm el-Visyânî (VI/XII. yüzyıl)
XIV-1) Siyeru’l-Visyânî
Yazmanın nitelikleri: 121 sayfa olup, her sayfada 36 satır vardır. Her sayfa, 20,5 x 15 cm ebadındadır. Güzel bir eski Mağrib hattı ile yazılıdır; son beş
sayfası, modern Mağrib hattı ile tamamlanmış olup farklı sayfalarda metnin,
Ramazan 1067/Mart 1666 tarihli olduğu kaydedilir.
Bu yazma nüsha, Cerbe adasının Haşşân bölgesinden olan Mahfûz b. Ali
el-Bârûnî’ye aittir. Bu nüshayı fotokopi yapmak amacıyla ödünç aldım. Kitaba verilen herhangi bir başlık yoktur.
26 Şemmâhî, 548.
Çeviri/Translation
227
Yazma metin, “Şeyh Ebû’r-Rabî’ Süleyman b. Abdi’s-Selâm b. Hasan
el-Visyânî demektedir. Muvaffakiyet, Allah’tandır. Hamd, ilimlerin kendisiyle
yarışamayacağı ve eşyanın onun kudretine üstün gelemeyeceği ve varlıkları
bildiği şey üzere yaratan Allah, içindir. Hiçbir şey, onun gibi değildir ve O, işiten ve görendir. Gözler, onu göremez fakat O, gözleri görür. O, çok merhamet
eden ve her şeyden haberdar olandır. Davetimiz taraftarlarının haberlerine
baktım, mahvoldum, bu yüzden sizin için bir kitap yazmayı istedim…” diye
başlamaktadır.
Yazma metin, “… ona ‘sen, hayırlı bir insansın, onlar için isabet edecek
şekilde kuşluk rükûsunu, Cuma orucunu, Allah’ın sana verdiği şeylerden sadaka’yı yerine getir’ dedi. Allah’a çokça hamdolsun. Bu arada bozulan şey ile
ilgili olarak ‘gerçekten çokça kopye ettim’ dedi. 1067 yılının Ramazan ayının
onuncu günü bu iş, bitti, bununla bu nüshanın tamamlanışını kastediyorum. Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah içindir. Efendimiz Hz. Muhammed’e,
ailesine ve ashabına da salâtu selam olsun” şeklinde bitmektedir.
İçerik ve notlar. Bu kitap, iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm, müellif
Şeyh Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed el-Âsımî tarafından Ebû
Muhammed Mâksin b. el-Hayr (28 Cemâziyelâhir 528/15 Ocak 1134)’dan
nakledilen başlıca bilgileri içerir. İkinci bölümdeki bilgiler ise, Ebû Amr
Osman b. Halîfe es-Sûfî, Ebû Sehl İbrâhîm b. Süleyman ile Ebû Nûh’tan
nakledilmiştir.
İlk bölümde verilen hayat hikayeleri, aşağıda görüldüğü gibi, bölgelere
göre sıraya konmuştur;
1)
Cebel-i Nefûse alimleri, s. 2-12.
2)
Cerbe bölgesi alimleri, s. 12-23.
3)
Kastâliye, Nefzâfe gibi kale topluluklarının alimleri, s. 23-28.
4)
Sûf ve Erîğ bölgelerinin alimleri, s. 28-46.
5)
Vâriclân alimleri, s. 46-58.
6)
Çeşitli hayat hikayeleri, s. 58-68.
İkinci bölüm, İbâdî toplulukların büyük değerleri, alimleri, Azzâbe kuruluşları27, faaliyetleri ve sosyal yaşamı ile ilgili bilgiler içerir. İbâdîlerin Tâhert’teki devletinin yıkılışından VI/XII. yüzyıla kadar olan dönemin tarihi
açısından önemli bir kaynaktır.
27 Azzâbe kuruluşları, Kuzey Afrika’da İbâdî devletinin yıkılışından sonra ortaya çıkmıştır. Azzâbe kuruluşları, toplumdaki en iyi insanlardan meydana gelmelidir. Üyelik için gerekli şartlar arasında üyenin, Kur’an’ı ezbere bilen ve İbâdî sistemine göre çalışmalarını tamamlayan
kişilerden olması vardır. “Açık davet” ya da savunma döneminde bu kuruluş, imamın Şura
Meclisi’ni oluşturur; fakat gizlilik dönemi (kitmân merhalesi) boyunca Azzâbe kuruluşu, İbâdî toplumunun dinî ve sosyal işlerini yürütme noktasında imamın tüm otoritesini kullanır.
228
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Kitabın diğer nüshası, Lwow Üniversitesi Kütüphanesindedir (No: 277).28
XV) Ebû Ammâr Abdü’l-Kâfî b. Ebî Ya’kûb el-Vâriclânî (VI/XII. yüzyıl)
XV-1) Muhtasaru Tabakâti’l-Meşâih
Yazmanın nitelikleri: 3 sayfa olup, her sayfada 23 satır vardır. Her sayfa, 21,5 x 15,5 cm ebadındadır. Açık modern bir Mağrib hattı ile yazılı olup
1271/1854 tarihlidir. Müstensihi, Saîd b. Eyyûb et-Tindimmîrtî’dir. Yazma
nüshanın bir kısmı, karmaşık bir içeriğe sahiptir (bakınız, 6-1).
İçerik ve notlar. Bu vesikada Ebû Ammâr Abdü’l-Kâfî, kendisi aracılığıyla yayıldığı İbâdî doktrininin otoriteler zincirini açıklar. O, İbâdî alimleri
on bir sınıfa ayırır; her bir sınıf, elli yılı kapsar ve aynı dönemde yaşayan
çok sayıda alimi, onların bu dönemin başlangıç ya da sonunda gelip gelmediğine bakmaksızın, içine alır. Ebû’l-Abbâs Ahmed b. Saîd ed-Dercînî, Tabakâtu’l-Meşâih adlı eserinde bundan alıntı yapar ve zinciri kendi dönemine
kadar getirir.29
Yazma metin, “Sözdeki isabet ve ameldeki doğruluktan dolayı Allah, bizi
muvaffak kıldı. Şüphesiz Şeyh Ebû Ammâr, Azzâbe’nin tek tek ve şüpheden
uzak güvenle, dinlerinin emrine uyduğunu gördüğünde, güzel bakışından
dolayı bunun birlik içinde kuşaktan kuşağa olduğunu anladı ...” diye başlamaktadır.
Yazma metin, “…onlar ve diğerlerinden hareketle ilim, Allah korkusu,
zühd ve ibadet anlatılmaktadır. Bu kitap, istesek de bundan başka bir şeyi
içine almaz, kelimesi kelimesine artık tamamlandı” şeklinde bitmektedir.
28 Nüshanın nitelikleri, Tadeusz Lewicki tarafından verilmiştir. Bkz., Lewicki, “Quelques textes
inédits en vieux berbère provenant d’une chronique ibâdite anonyme”, REI., VIII, (1934), s.
276-279.
29 Dercînî, Tabakât (elimdeki yazma nüsha), v. 2-3.
İslâmî İlİmler Dergİsİ Yazım Kuralları
Çorum Çağrı Eğitim Vakfı tarafından 2006’dan bu yana yılda iki defa yayınlanan ve hakemli bir dergi
olan İslami İlimler Dergisi (İİD) ilahiyat başlığı altında tefsirden kelama, İslam tarihinden İslami edebiyata,
felsefeden dinler tarihine disiplinlerarası bir yaklaşımı benimseyen, özgün nitelikli süreli bir yayındır. Bu bağlamda İslami İlimler Dergisi ilim dünyasına kayda değer katkı sağlayan telif makaleler, araştırma notları, kitap
değerlendirmeleri, sempozyum, konferans ve panel tanıtımları, Arapça ve Osmanlıca metin neşirleri türünden
yazılar yayınlar.
Yazıların yayınına hakem raporları doğrultusunda yayın kurulu karar verir ve yayınlanmayan yazılar iade
edilmez. Yazıların bilim, dil ve hukuk açısından sorumluluğu yazarlarına aittir. Müelliflere, yazılarının yayınlandığı İslami İlimler Dergisi sayısından iki adet gönderilir.
Yazım İlkeleri
1.
Tercih edilen dil Türkçe olmakla birlikte diğer dillerdeki (Arapça, İngilizce, Farsça) makalelere de yer
verilir.
2.
Yayınlanması talebiyle gönderilecek yazılarda aşağıda detaylandırılan ve İslami İlimler Dergisi’nin her
sayısının sonunda yer alan kaynak gösterim kurallarına riayet edilmelidir. Makalelerle birlikte 200 kelimeyi geçmeyen ve beş adet anahtar kelime içeren Türkçe ve İngilizce özet gönderilmelidir.[Arapça makaleler
için ise, İngilizce ve Arapça özet gönderilmelidir]
3.
Başvurular e-posta veya basılı olarak dergi düzenleme kurulu üyelerine gönderilir. E-posta yoluyla makalelerini gönderecek olan yazarlar makale metinlerini yazım kurallarına uygun olarak mehmetmahfuz@
gmail.com ; [email protected] ; [email protected] mail adreslerinden birine göndermelidirler.
4.
Sayfa Düzeni: A4 boyutunda olmalıdır. Kenar boşlukları soldan ve sağdan 2,5 cm; üstten ve alttan 2,5
cm olmalıdır.
5.
Metin kısmı Times New Roman yazı tipi, 12 puntoyla, başlıklar ise 13 punto ve bold olarak, metnin tamamı 1,5 satır aralıkla, dipnotlar ise tek satır aralıkla ve 10 punto ile yazılmalıdır.
6.
Metinde dipnot numaraları noktalama işaretlerinden önce kullanılmalıdır.
İslamİ İlİmler Dergİsİ
Dİpnot ve Kaynak gösterme Kuralları
A. DİPNOT
- KİTAP
•
Atıf yapılan eser Latin harfleriyle kaydedilecek ise, atıfta bulunulan ilk dipnotta;
Müellif veya müelliflerin adı ve soyadı, Eserin Adı (İtalik olarak), tahkik, tercüme, neşir, editör veya hazırlayanın kişi veya kişilerin adı ve soyadı (Varsa), Basım Yeri ve Tarihi, Cildi (Varsa), sayfa numarası.
Örnek = Ebû Cafer İbn Cerîr Muhammed b. Cerîr b. Yezîd Taberî, Târîhu’t-Taberî, Târîhu’l-ümem ve’lmülûk, thk. Muhammed Ebü’l-Fazl İbrâhim, Beyrut 1967, IV, 201.
İrfan Aycan - M. Mahfuz Söylemez - Necmettin Yurtseven, Apokrif tarih yazıcılığı, Mısır’ın fethi bağlamında bir eser incelemesi, Ankara 2003, s. 92. [NOT: 3’ten fazla müellif veya tercüme-tahkik vs. yapan
varsa sadece ilk yazarın veya tahkik-tercüme vs. yapan kişinin adı verilir diğer yazarlara da “vdg” ibaresi
ile işaret edilir]
•
Bundan sonraki dipnotlarda aynı esere atıf yapılacaksa;
Müellifin Soyadı, Eserin Adı (İtalik olarak), Cild (varsa), sayfa numarası.
230
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Örnek = Taberî, Târîhu’t-Taberî, IV, 224.
Aycan vdg, Apokrif tarih yazıcılığı…, s. 114.
•
Kaynak olarak kullanılan eserin künyesi Arap harfleriyle kaydedilecekse, kaydedildiği ilk dipnotta;
Müellif veya müelliflerin adı ve soyadı, Eserin Adı (Kalın Punto ile), tahkik, tercüme, neşir, editör veya
hazırlayanın kişi veya kişilerin adı ve soyadı (Varsa), Basım Yeri ve Tarihi, Cildi (Varsa)/sayfa numarası.
Örnek = ‫ محمد ابوالفضل ابرهيم’ بيروت‬.‫ابو جعفر ابن جرير محمد بت جرير طبرى’ تاريخ الطبرى’ تاريخ االمم والملوك’ تحق‬
٢٠١/٤ ’١۹٦٧
•
Bundan sonraki dipnotlarda aynı esere atıf yapılacaksa;
Müellifin Soyadı, Eserin Adı (Kalın Punto ile), Cild (varsa)/sayfa numarası.
Örnek = ٢٠۹/٤ ’‫طبرى’ تاريخ الطبرى‬
---------------------------MAKALE VEYA MAKALE TÜRÜNDEKİ ÇALIŞMALAR
•
Kaynak olarak kullanılan bir makale çalışması Latin harfleriyle kaydedilecek ise ilk dipnot verilen kısımda;
Müellif veya müelliflerin adı ve soyadı, “Makalenin Adı” (Tırnak İçinde), tercüme eden kişinin adı (Varsa),
Yayımlandığı Dergi veya Ansiklopedinin Adı (İtalik Olarak), Cilt Numarası (Varsa), Sayı Numarası (Varsa),
Yayım Yeri ve Tarihi, sayfa numarası.
Örnek = İbrahim Çapak, “Mevlana’nın Mesnevi’si ve Mantık”, İslami İlimler Dergisi, C. 6, Sa. 2, Çorum
2011, s. 74.
•
Kaynak olarak kullanılan ansiklopedi maddesi türünden bir çalışma ise ilk dipnot verilen kısımda;
Müellif veya müelliflerin adı, “Ansiklopedi Maddesinin Adı” (Tırnak İçinde), Yayımlandığı Ansiklopedinin
Adı (İtalik Olarak), Yayım Yeri ve Tarihi, Cilt Numarası, sayfa numarası.
Örnek = Feridun Emecen, “Şâhin Giray”, DİA, Ankara 2010, XXXVIII, 276.
•
Kaynak olarak kullanılan sempozyum, konferans, panel türünden gerçekleştirilmiş ilmî toplantılarda sunulmuş metin türünden bir çalışma ise ilk dipnot verilen kısımda;
Müellif veya Müelliflerin Adı, “Bildirinin Adı” (Tırnak İçinde), Sempozyum-Konferans vs. Adı ve Hangi
Tarihler Arasında Gerçekleştiği (İtalik Olarak), Yayım Yeri ve Tarihi, sayfa numarası.
Örnek = Şevket Kotan, “Cahiliye Dönemi Mekke Dini: Ahmesîlik”, Kur’an’ın Anlaşılmasına Katkısı Açısından Kur’an Öncesi Mekke Toplumu 1-3 Temmuz 2011, İstanbul 2011, s. 185.
•
Makale veya Ansiklopedi maddelerinin ilk geçtikleri yerden sonraki kısımlarda yeniden atıfta bulunulacaksa;
Müellif veya Müelliflerin Soyadı, “Makale”, sayfa numarası.
Müellif veya Müelliflerin Soyadı, “Madde Adı”, Ansiklopedinin Adı, Cilt, sayfa numarası.
Müellif veya Müelliflerin Soyadı, “Bildiri Adı”, sayfa numarası.
Örnek = Çapak, “Mevlana’nın Mesnevi’si ve Mantık”, s. 77.
Emecen, “Şâhin Giray”, DİA, XXXVIII, 277.
Kotan, “Cahiliye Dönemi Mekke Dini: Ahmesîlik”, s. 186.
•
Makale türünden atıfta bulunulacak çalışmanın ismi Arap harfleriyle kaydedilecekse, ilk dipnot verilen
kısımda;
Müellif veya müelliflerin adı ve soyadı, “Makalenin Adı (Tırnak İçinde)”, tercüme eden kişinin adı (Varsa),
Yayımlandığı Derginin Adı (Kalın Punto ile), Cilt Numarası (Varsa), Sayı Numarası (Varsa), Yayım Yeri
ve Tarihi, sayfa numarası
Örnek = ٣٤ .‫’ ﺴ‬٢٠١١ ‫’ جروم‬٢.‫’ ﺭ‬٦.‫تمام عودة العساف’ «شهادة غير المسلمين»’ مجلة العلوم االسالمية’ ج‬
-----------------------------------
İslami İlimler Dergisi Yazım Kuralları
231
-TEZ
•
Atıfta bulunulan eser, doktora, tıpta uzmanlık, yüksek lisans vs. gibi çalışma olup, Latin harfleriyle kaynak
gösterilecek ise, ilk dipnot verilen kısımda;
Müellifin Adı Ve Soyadı, Tezin Künyesi (İtalik Olarak), Tezin Derecesi ve Hangi Üniversitede Tamamlandığı, Yayım Yeri ve Yılı, sayfa numarası.
Örnek = Fikret Soyal, İlk dönem İslam kelamcılarının Teslis eleştirileri, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2011, s. 123.
•
Bundan sonraki dipnotlarda aynı esere atıf yapılacaksa;
Soyal, İlk Dönem İslam Kelamcılarının Teslis Eleştirileri, s. 135.
•
Atıfta bulunulan eser, doktora, tıpta uzmanlık, yüksek lisans vs. gibi çalışma olup, Latin harfleriyle kaynak
gösterilecek ise, ilk dipnot verilen kısımda;
Müellifin Adı Ve Soyadı, Tezin Künyesi (Kalın Punto ile), Tezin Derecesi ve Hangi Üniversitede Tamamlandığı, Yayım Yeri ve Yılı, sayfa numarası
Örnek = ٣٥ .‫’ ﺴ‬١٤١٠ ‫محمد عبدالحافظ’ دفاء الشيخ مصطفى صبرى عن الفكر’ الرسالة الدكتوﺭة’ جامعة االزهر كليات اصول الدين’ قاهرة‬
-----------------------------------B.KAYNAKÇA
-KİTAP
•
Makale çalışması içerisinde dipnotlarda atıfta bulunulan kitap türündeki eserler Latin harfleriyle kaydedilecekse, Kaynakça’da şu şekillerde gösterilir;
Müellif veya müelliflerin SOYADI ve Adı, Eserin Adı (İtalik olarak), tahkik, tercüme, neşir, editör veya
hazırlayanın kişi veya kişilerin adı ve soyadı (Varsa), Cildi (Varsa), Basım Yeri ve Tarihi.
Örnek = TABERî, Ebû Cafer İbn Cerîr Muhammed b. Cerîr b. Yezîd, Târîhu’t-Taberî, Târîhu’l-ümem ve’lmülûk, thk. Muhammed Ebü’l-Fazl İbrâhim, C. IV, Beyrut 1967.
AYCAN, İrfan – SÖYLEMEZ, M. Mahfuz – YURTSEVEN, Necmettin, Apokrif tarih yazıcılığı, Mısır’ın
fethi bağlamında bir eser incelemesi, Ankara 2003.
•
Makale çalışması içerisinde dipnotlarda atıfta bulunulan kitap türündeki eserler Arap harfleriyle kaydedilecekse, Kaynakça’da şu şekillerde gösterilir;
Müellif veya müelliflerin SOYADI ve Adı, Eserin Adı (Kalın Punto ile), tahkik, tercüme, neşir, editör
veya hazırlayanın kişi veya kişilerin adı ve soyadı (Varsa), Cildi (Varsa), Basım Yeri ve Tarihi
Örnek = ١۹٦٧ ‫’ بيروت‬٤.‫ محمد ابوالفضل ابرهيم’ ج‬.‫طبرى’ ابو جعفر ابن جرير محمد بت جرير’ تاريخ الطبرى’ تاريخ االمم والملوك’ تحق‬
-------------------------------------MAKALE
•
Makale çalışması içerisinde dipnotlarda atıfta bulunulan makale türündeki eserler Latin harfleriyle kaydedilecekse, Kaynakça’da şu şekillerde gösterilir;
Müellif veya müelliflerin SOYADI ve Adı, “Makalenin Adı” (Tırnak İçinde), tercüme eden kişinin adı
(Varsa), Yayımlandığı Dergi veya Ansiklopedinin Adı (İtalik Olarak), Cilt Numarası (Varsa), Sayı Numarası
(Varsa), Yayım Yeri ve Tarihi, makalenin sayfa aralıkları.
Örnek = ÇAPAK, İbrahim, “Mevlana’nın Mesnevi’si ve Mantık”, İslami İlimler Dergisi, C. 6, Sa. 2, Çorum 2011, s. 65-77.
EMECEN, Feridun, “Şâhin Giray”, DİA, C. XXXVIII, Ankara 2010, s. 275-277.
KOTAN, Şevket, “Cahiliye Dönemi Mekke Dini: Ahmesîlik”, Kur’an’ın Anlaşılmasına Katkısı Açısından
Kur’an Öncesi Mekke Toplumu 1-3 Temmuz 2011, İstanbul 2011, s. 177-188.
232
•
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Makale çalışması içerisinde dipnotlarda atıfta bulunulan makale türündeki eserler Arap harfleriyle kaydedilecekse, Kaynakça’da şu şekillerde gösterilir.
Müellif veya müelliflerin SOYADI ve adı, “Makalenin Adı (Tırnak İçinde)”, tercüme eden kişinin adı (Varsa), Yayımlandığı Derginin Adı (Kalın Punto ile), Cilt Numarası (Varsa), Sayı Numarası (Varsa), Yayım
Yeri ve Tarihi, makalenin sayfa aralıkları
Örnek = ’‫ العساف‬٤٦-٢۹ .‫’ ﺴ‬٢٠١١ ‫’ جروم‬٢.‫’ ﺭ‬٦.‫تمام عودة’ «شهادة غير المسلمين»’ مجلة العلوم االسالمية’ ج‬
---------------------------------------TEZ
•
Makale çalışması içerisinde dipnotlarda atıfta bulunulan tez türündeki eserler Latin harfleriyle kaydedilecekse, Kaynakça’da şu şekillerde gösterilir;
Müellifin SOYADI ve Adı, Tezin Künyesi, Tezin Derecesi ve Hangi Üniversitede Tamamlandığı, Yayım
Yeri ve Yılı.
Örnek = SOYAL, Fikret, İlk dönem İslam kelamcılarının Teslis eleştirileri, Basılmamış Doktora Tezi,
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2011.
•
Makale çalışması içerisinde dipnotlarda atıfta bulunulan tez türündeki eserler Latin harfleriyle kaydedilecekse, Kaynakça’da şu şekillerde gösterilir
Müellifin SOYADI ve Adı, Tezin Künyesi (Kalın Punto ile), Tezin Derecesi ve Hangi Üniversitede Tamamlandığı, Yayım Yeri ve Yılı
Örnek = ١٤١٠ ‫عبدالحافظ’ محمد’ دفاء الشيخ مصطفى صبرى عن الفكر’ الرسالة الدكتوﺭة’ جامعة االزهر كليات اصول الدين’ قاهرة‬
----------------------------------
Genel Kısaltmalar
a.g.e.: Adı Geçen Eser
amlf. : Aynı Müellif
b.: Bin, ibn
bkz.: Bakınız
bl.: Bölüm
BOA : Başbakanlık Osmanlı Arşivi
bs.: Baskı
C.: Cilt
çev.: Çeviren
der.: Derleyen
DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
ed.: Editör
h.: Hicrî
haz.: Hazırlayan
hk.: Hakkında
İA : MEB İslam Ansiklopedisi
İ.Ö. : İsa’dan Önce
İ.S. : İsa’dan Sonra
krş.: Karşılaştırınız
Ktp.: Kütüphane/Kütüphanesi
nr.: Numara
nşr.: Neşreden
ö.: Ölümü
s.: Sayfa
Sa.: Sayı
sad.: Sadeleştiren
thk.: Tahkik eden, Şerh eden
ts.: Tarihsiz
trc. : Tercüme Eden
tsh.: Tashih Eden
vb.: Ve benzeri
vd.: Ve devamı
vdg.: Ve diğerleri
vr.: Varak
y.y.: Yayın yeri yok
İSLAMİ İLİMLER DERGİSİ
YAYIN KURULU BAŞKANLIĞI
234 (127)
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Kaynakça
el-ASKALANİ, ibn Hacer Ahmed b. Ali, Lisânü’l-mîzân, thk. Dâiretü’l-maârifi’nNizâmiyye: Hindistan, Beyrut: Müessesetü’l-a’lemi li’l-matbûat, 1406/1986.
İbn BEREKE, Ebu Abdullah Muhammed el-Behlevi, Kitâbu’l-câmi, thk. İsa Yahya elBaruni, Beyrut: Dârü’l-feth, 1394/1984.
BOULERVAH, İbrahim b. Ali, Müsnedü’l-İmâm er-Rebi’ b. Habîb ve kitâbu’l-câmi’ li ibni
Bereke, Beyrut, 2013.
el-CÜRCANİ, Abdullah ibn Adiy, el-Kâmil fi duafâi’r-ricâl, thk. Yahya Muhtar Gazzavi,
Beyrut, 1409/1988.
ed-DAREKUTNİ, Ali b. Ömer ebu’l-Hasen, Sünenü’d-dârekutnî, thk. Abdullah Haşim
Yemani, Beyrut: Darü’l-Ma’rife, 1386/1966.
Delîlu a’lâmi Uman, Umman: Sultan Kabus Universitesi, Maskat, 1412/1991.
ed-DIMEŞKİ, Şemseddin Muhammed, Tavdîhü’l-müştebeh fi dabti esmâi’r-rüvvâti ve
ensâbihim ve elkâbihi ve kenâiim, thk. Muhammed Naim el-Arksusi, Beyrut:
Müessesetü’r-Risale, 1993.
İbn HABİB, er-Rebi’, el-Câmiu’s-Sahîh, yay. haz. Ebu Yakub el-Vercilani, Kahire:
Matbaatü’s-Selefiyye, h. 1349.
el-HÜSEYİN, Velid Ahmed ve diğerleri, Mevsûatü’l-Hâfız ibn Hacer el-Askalanî’lHadîsiyye, Britanya: Dârü’l-hikme, 1422/2002.
İbn MAKULA, Ali b. Habbetillah b. Cafer, el-İkmâl fî ref’i’l-irtibâti ani’l-mü’telifi ve’lmuhtelif, thk. Abdurrahman b. Yahya el-Muallimi el-Yemani, Beyrut: Darü’lKütübi’l-İlmiyye, h. 1411.
el-Kütübü’s-sitte, yay. haz. Salih b. Abdülaziz Âl-i Şeyh, Riyad, 1421/2000.
es-SA’DÎ, Cabir b. Ali b. Hammud, ibn Bereke ve ârâuhu’l-usûliyye, Ürdün Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi’ne sunulmuş Yüksek Lisans Tezi Danışman Dr. Abdülmuiz
Abdülaziz Hureyz, 1994.
es-SALİMİ, Abdullah b. Hamid, Tuhfetü’-A’yân bi sîreti ehl-i Umân, thk. Ebû İshak
İbrahim Atfiş, Kahire: Matbaatü’ş-Şebâb, h. 1350.
es-SUUDİ, Zehran b. Hamis b. Muhammed, el-İmâm ebu Muhammed Abdullah b. Muhammed b. Bereke ve devruhu’l-fıkhi fi’l-medreseti’l-İbâdiyye min hilâli kitâbihi
“el-Câmi’”, Ürdün Âl-i Beyt Üniversitesi’ne sunulmuş yüksek lisans tezi Danışman Dr. Kahtan ed-Dûri, 1998.
ez-ZEHEBİ, Şemseddin Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmed, Mîzânü’l-i’tidâl fî nakdi’rricâl, thk. Ali el-Bicâvi, Şam: Dârü’l-fikr, t.y.
‫‪(126) 235‬‬
‫‬
‫إبراهيم بن علي بولرواح‪ ،‬مسند اإلمام الربيع بن حبيب وكتاب الجامع البن بركة‪ ،‬الناشر‪ :‬رياض‬
‫الريس للكتب والنشر‪ ،‬بيروت‪ ،‬الطبعة األولى‪2013 ،‬م‪.‬‬
‫ابن بركة‪ ،‬أبو عبد اهلل محمد بن بركة البهلوي‪ ،‬كتاب الجامع‪ ،‬تح‪ :‬عيسى يحيى الباروني‪ ،‬ط‪ ،2‬دار‬
‫الفتح‪ ،‬بيروت‪ ،‬لبنان‪ 1394 ،‬ﻫ‪1984/‬م‪.‬‬
‫ابن حجر‪ ،‬أحمد بن علي أبو الفضل العسقالني‪ ،‬لسان الميزان‪ ،‬تحقيق‪ :‬دائرة المعرف النظامية‪،‬‬
‫الهند‪ ،‬الناشر‪ :‬مؤسسة األعلمي للمطبوعات‪ ،‬بيروت‪ ،‬الطبعة الثالثة‪1406 ،‬ه‪1986 -‬م‪.‬‬
‫ابن عدي‪ ،‬عبداهلل بن عدي بن عبداهلل بن محمد أبو أحمد الجرجاني‪ ،‬الكامل في ضعفاء الرجال‪،‬‬
‫تحقيق يحيى مختار غزاوي‪ ،‬الناشر دار الفكر‪ ،‬بيروت‪1409 ،‬ه – ‪1988‬م‪.‬‬
‫ابن ماكوال‪ ،‬علي بن هبة اهلل بن جعفر‪ ،‬االكمال في رفع االرتياب عن المؤتلف والمختلف‪ ،‬تحقيق‪:‬‬
‫عبد الرحمن بن يحيى المعلمي اليماني‪ ،‬دار الكتب العملية‪ ،‬بيروت‪1411 ،‬ه‬
‫ابن ناصر الدين‪ ،‬شمس الدين محمد بن عبد اهلل بن محمد القيسي الدمشقي‪ ،‬توضيح المشتبه في‬
‫ضبط أسماء الرواة وأنسابهم وألقابهم وكناهم‪ ،‬تحقيق‪ :‬محمد نعيم العرقسوسي‪ ،‬الناشر‪:‬‬
‫مؤسسة الرسالة‪ ،‬بيروت‪ ،‬الطبعة األولى‪1993 ،‬م‪.‬‬
‫الدارقطني‪ ،‬علي بن عمر أبو الحسن‪ ،‬سنن الدارقطني‪ ،‬تحقيق‪ :‬عبد اهلل هاشم يماني‪ ،‬الناشر‪ :‬دار‬
‫المعرفة‪ ،‬بيروت‪1386 ،‬ه‪1966-‬م‪.‬‬
‫الذهبي‪ ،‬شمس الدين أبو عبد اهلل محمد بن أحمد بن عثمان بن َق ْايماز‪ ،‬ميزان االعتدال في نقد‬
‫الرجال‪ ،‬تحقيق‪ :‬علي البجاوي‪ ،‬الناشر‪ :‬دار الفكر‪ ،‬دمشق‪ ،‬د ت‪.‬‬
‫الربيع بن حبيب‪ ،‬الجامع الصحيح‪ ،‬ترتيب‪ :‬أبي يعقوب الوارجالني‪ ،‬ط‪ ،2‬المطبعة السلفية‪ ،‬القاهرة‪،‬‬
‫‪ 1349‬ﻫ‪.‬‬
‫السالمي‪ ،‬عبد اهلل بن حميد‪ ،‬تحفة األعيان بسيرة أهل عمان‪ ،‬تح‪ :‬أبو إسحاق إبراهيم اطفيش‪ ،‬ط‪،2‬‬
‫مطبعة الشباب‪ ،‬القاهرة‪ 1350 ،‬ﻫ‪.‬‬
‫الكتب الستة‪ ،‬موسوعة تضم الصحيحين والسنن األربعة‪ ،‬مراجعة‪ :‬صالح بن عبد العزيز آل الشيخ‪،‬‬
‫ط ‪ ،3‬دار السالم للنشر والتوزيع‪ ،‬الرياض‪ ،‬السعودية‪ 1421 ،‬ﻫ‪2000/‬م‪.‬‬
‫جابر بن علي بن حمود السعدي‪ ،‬ابن بركة وآراؤه األصولية‪(،‬رسالة ماجستير)‪ ،‬إشراف د‪ .‬عبد المعز‬
‫عبد العزيز حريز‪ ،‬كلية الشريعة‪ ،‬الجامعة األردنية‪ ،‬سنة ‪1994‬م‪.‬‬
‫زهران بن خميس بن محمد المسعودي‪ ،‬اإلمام أبو محمد عبد اهلل بن محمد بن بركة ودوره الفقهي‬
‫في المدرسة اإلباضية من خالل كتابه «الجامع»‪( ،‬رسالة ماجستير)‪ ،‬إشــراف‪ :‬د‪ .‬قحطان‬
‫الدوري‪ ،‬كلية الشريعة‪ ،‬جامعة آل البيت‪ ،‬األردن‪ ،‬سنة ‪1998‬م‪.‬‬
‫مجموعة أساتذة‪ :‬دليل أعالم عمان‪ ،‬نشر‪ :‬جامعة السلطان قابوس‪ ،‬طبع‪ :‬المطابع العالمية‪ ،‬مسقط‪،‬‬
‫سلطنة عمان‪ ،‬الطبعة األولى‪1412 ،‬هـ‪1991/‬م‬
‫وليد بن أحمد الحسين وآخــرون‪ ،‬موسوعة الحافظ ابن حجر العسقالني الحديثية‪ ،‬الناشر‪ :‬دار‬
‫الحكمة‪ ،‬بريطانيا‪ ،‬الطبعة األولى‪1422 ،‬ه‪2002-‬م‪.‬‬
‫)‪236 (125‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫الدسم”‪.‬‬
‫أيديهم من ّ‬
‫‪67‬‬
‫ويحتجان بما روى‬
‫والشافعي فيسمعان البينة بعد اليمين‪،‬‬
‫«أما أبو حنيفة ّ‬
‫ّ‬
‫ويقول في حكم اليمين‪ّ :‬‬
‫ّ‬
‫التأويل‪،‬‬
‫عن الن‬
‫صح طريقه فيحتمل ّ‬
‫بي ‪ e‬أنّه قال‪« :‬شاهدا عدل خير من يمين فاجرة»‪ ،‬وهذا الخبر إن ّ‬
‫ّ ّ‬
‫‪68‬‬
‫والقول بما قاله أصحابنا‪ ،‬إ ّن اليمين ُج ِعلت لقطع الخصومة”‪.‬‬
‫خاتمة‬
‫نخلص في نهاية هذا البحث إلى المالحظات اآلتية‪:‬‬
‫ بين البحث مكانة السنّة النبوية في الفقه اإلباضي‪ ،‬إذ هي في المرتبة الثانية بعد القرآن‬‫ّ‬
‫الكريم من حيث الحجية‪.‬‬
‫ تميز ابن بركة بسعة النظر في استفادته من التراث السني المروي‪ ،‬سواء ما اشتهر عند‬‫اإلباضية أو ما رواه غيرهم‪.‬‬
‫ لم يرد عند ابن بركة ما يدل على وجود مؤلف خاص بالسنن واآلثار عند اإلباضية‪ ،‬مما‬‫يرجح أن مسند الربيع كان متفرقا في أكثر من موضع في تلك الفترة‪.‬‬
‫‪-‬‬
‫كان للرواية الشفوية حضور واسع عند فقهاء اإلباضية‪ ،‬إلى جانب الرواية النقلية‪.‬‬
‫ تنقسم األحــاديــث من حيث درجــة الصحة إلــى نوعين‪ ،‬الحديث الصحيح ويعبر عنه‬‫بالمقبول‪ ،‬والحديث الضعيف‪ ،‬ولم يرد ذكر لمصطلح الحديث الحسن عنده‪.‬‬
‫ أبرز قرينة للترجيح بين األدلة المختلفة هي صحة الخبر من حيث إسناده ومتنه‪ ،‬بغض‬‫النظر عن مصدر وروده‪ ،‬وقد يقدم ابن بركة رواية لغير اإلباضية إذا أيدتها القرائن‪.‬‬
‫ تتمثل شرائط الخبر المقبول في صحة اإلسناد‪ ،‬عدم مخالفة الدليل األقوى‪ ،‬شهرة الحديث‬‫عند الفقهاء‪ ،‬موافقة الخبر للقرآن الكريم والنظر العقلي‪.‬‬
‫ كان عمدة ابن بركة في الحكم على الحديث من حيث اإلسناد ما ينقله أصحاب الحديث‪،‬‬‫ولكن لم تخل استدالالته في بعض األحيان من أحاديث ضعيفة السند‪ ،‬وسبب ذلك تأيدها لديه‬
‫بقرائن أخرى مثل الشهرة‪ ،‬وموافقة القرآن‪ ،‬والقياس‪ ،‬مثلما هو منهج الفقهاء في التصحيح‪.‬‬
‫ هناك مجال واسع للبحث والتتبع واالستقراء في كتاب الجامع البن بركة وغيره من مؤلفات‬‫هذا القرن للوصول إلى نتائج أدق وأوفى عن منهج تعامل اإلباضية مع السنة رواية ونقدا‪ ،‬وفي ذلك‬
‫إجابة على ما يطرح من إشكاالت حيال مكانة السنة وحجيتها ومصادرها عند اإلباضية‪ ،‬واهلل أعلم‪.‬‬
‫المصادر والمراجع‬
‫‪67‬‬
‫‪68‬‬
‫ المصدر نفسه‪ .305/1 :‬وانظر‪ .429-546/1-314/1 :‬قال الترمذي‪ :‬وال يصح حديث أبي بكر في هذا‬‫الباب من قبل إسناده‪...‬والصحيح إنما هو عن ابن عباس عن النبي ‪...،e‬والعمل على هذا عند أكثر أهل العلم‬
‫من أصحاب النبي ‪ e‬والتابعين ومن بعدهم مثل سفيان الثوري وابن المبارك والشافعي وأحمد وإسحاق رأوا ترك‬
‫الوضوء مما مست النار‪ ،‬وهذا آخر األمرين من رسول اهلل ‪ ،e‬وكأن هذا الحديث ناسخ للحديث األول حديث‬
‫الوضوء مما مست النار‪ .‬سنن الترمذي‪ :‬حديث ‪ .80‬ولعل ابن بركة لم يبلغه الحديث الناسخ‪ ،‬فاجتهد في تأويله‪.‬‬
‫‪ -‬ابن بركة‪ ،‬الجامع‪.176/1 :‬‬
‫‬
‫‪(124) 237‬‬
‫جل ذكره‪﴿ :‬فكالّ أخذنا بذنبه﴾ [العنكبوت‪.”]40:‬‬
‫وزر أخرى﴾ [األنعام‪ ،]164:‬وقال ّ‬
‫‪61‬‬
‫‪ -3‬مخالفة الحديث لمقتضى النظر العقلي والواقع التاريخي‪.‬‬
‫قد يلجأ ابن بركة أحيانا إلى إعمال دليل العقل والقياس في مناقشة بعض أدلة الخصوم التي‬
‫يستدلون بها‪ ،‬إذا لم يتأكد من ضعف الخبر بحسب نقل أهل الحديث‪ ،‬وقد تكرر منه ذلك في‬
‫الدرع كانت مرهونة عند‬
‫الدرع المرهونة‪« :‬وقد قيل‪ :‬إ ّن ّ‬
‫أكثر من موضع‪ ،‬كقوله تعليقا على حديث ّ‬
‫‪62‬‬
‫الضيق قبل ذلك”‪.‬‬
‫بصحة الخبر؛ ألن الن‬
‫يهودي‪ ،‬واهلل أعلم‬
‫بي ‪ e‬مات عن أوفاق وسعة‪ ،‬وقد كان ّ‬
‫ّ‬
‫ّ ّ ّ‬
‫فهو هنا يشكك في صحة الحديث الوارد بأن الرسول عليه السالم مات ودرعه مرهونة عند‬
‫يهودي‪ ،‬وذلك أن السيرة لم تشر إلى حالة ضيق عاشها النبي في آخر حياته‪ ،‬فكيف يتوفى عن دين؟‪.‬‬
‫شد الحبل انفرد به أصحابنا‪ ،‬وفيه نظر»‪.‬‬
‫‪« -‬وخبر ّ‬
‫‪63‬‬
‫ وفي موضع آخر يع ّلق على حديث فيقول‪« :‬قد ُر ِوي عن النّبي ‪ e‬أنّه قال لجابر بن عبد اهلل‪:‬‬‫ّ‬
‫«بِعني بعيرك»‪ ،‬يقال‪ :‬هذا خبر فيه نظر؛ أل ّن رسول اهلل ‪ e‬غير‬
‫جائز أن ينهى عن شيء ثم يدخل فيه‪،‬‬
‫ٌ‬
‫ّ‬
‫وقد نهى عن إضاعة المال‪ ،‬ونهى عن الخديعة‪ ،‬أبلغ من أن يطلب من اإلنسان ما يساوي أربعين‬
‫‪64‬‬
‫صح الحديث كان طريقه طريق األخبار”‪.‬‬
‫درهم ًا بدرهم واحد‪ ،‬ولو ّ‬
‫‪ -4‬طريقة الترجيح بين األدلة‪.‬‬
‫قد يتعارض حديثان أو أكثر في المسألة الواحدة‪ ،‬فيقتضي ذلك من الفقيه االجتهاد لمعرفة وجه‬
‫رد أحدهما أو كليهما بحسب القرائن‪ ،‬يقول ابن بركة‪« :‬إذا‬
‫الجمع بينهما إن استويا في الصحة‪ ،‬أو ّ‬
‫ورد خبران وثبت صحتهما عند أهل العلم‪ ،‬ولم يعلم المتقدم منهما من المتاخر‪ ،‬وال الناسخ منهما‬
‫من المنسوخ‪ ،‬فالواجب عندي استعمالهما إذا أمكن ذلك‪ ،‬ولم يعارضهما أو يعارض واحد منهما‬
‫‪65‬‬
‫داللة تمنع من استعمالهما أو استعمال واحد منهما‪ ،‬وال يطرح منهما شيء»‪.‬‬
‫رده إذا لم يتأكد من صحته‪ ،‬ومن‬
‫وهو يميل إلى التأويل وإيجاد مخارج للحديث ما أمكن قبل ّ‬
‫ويحتجان بما روى‬
‫والشافعي فيسمعان البينة بعد اليمين‪،‬‬
‫«أما أبو حنيفة ّ‬
‫ّ‬
‫ذلك قوله في حكم اليمين‪ّ :‬‬
‫ّ‬
‫التأويل‪،‬‬
‫عن الن‬
‫صح طريقه فيحتمل ّ‬
‫بي ‪ e‬أنّه قال‪« :‬شاهدا عدل خير من يمين فاجرة»‪ ،‬وهذا الخبر إن ّ‬
‫ّ ّ‬
‫‪66‬‬
‫ِ‬
‫والقول بما قاله أصحابنا‪ ،‬إ ّن اليمين ُجعلت لقطع الخصومة”‪.‬‬
‫حدثني موالي أبو بكر رضي‬
‫«ر ِوي عن الن‬
‫بي ‪ e‬من طريق بالل قال‪ّ :‬‬
‫وفي حديث آخر يقول‪ُ :‬‬
‫ّ ّ‬
‫أحل اهلل أكله«‪ ،‬فإن ثبت الخبر‬
‫اهلل عنه أنّه سمع رسول اهلل ‪ e‬يقول‪» :‬ال‬
‫يتوضأ أحدكم من طعام ّ‬
‫ّ‬
‫مست النّار»‪ ،‬فإنّه يُحتمل أن يكون أمرهم بتنظيف‬
‫الذي رواه مخالفونا «أن الن‬
‫مما ّ‬
‫بي ‪ e‬أمر بالوضوء ّ‬
‫ّ ّ ّ‬
‫‪61‬‬
‫‪62‬‬
‫‪63‬‬
‫‪64‬‬
‫‪65‬‬
‫‪66‬‬
‫ المصدر نفسه‪ .66-63/1 - 82/2 -429/1 :‬وروى البخاري الحديث برواية ابن عمر وابن عباس وعائشة في الصحيح‪ ،‬رقم‪.1287-1286 :‬‬‫ ابن بركة‪ ،‬الجامع‪ ،335/2 :‬والحديث رواه البخاري عن عائشة‪ ،‬رقم ‪ ،2096‬ورواه أحمد في المسند رقم ‪.2589‬‬‫ ابن بركة‪ ،‬الجامع‪.505/1 :‬‬‫ ابن بركة‪ ،‬الجامع‪ .307/2 :‬وقد رواه مسلم من حديث جابر بن عبد اهلل مطوال‪ ،‬رقم ‪.1599‬‬‫ ابن بركة‪ ،‬الجامع‪.56/2 :‬‬‫‪ -‬المصدر نفسه‪.176/1 :‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪238 (123‬‬
‫وهذا القول يذهب إليه أصحابنا‪ ،‬فإذا ثبت هذا الخبر عن النبي ‪ e‬فهو أقوى حجة ألصحابنا»‪.‬‬
‫‪56‬‬
‫رد الخبر‪.‬‬
‫ج – قرائن ّ‬
‫رد الخبر إذا انتفت إحدى شروط الصحة‬
‫بمقابل االلتزام بقبول الخبر إذا‬
‫صح‪ ،‬فهناك بالطّبع ّ‬
‫ّ‬
‫التي سبق ذكرها‪ ،‬وهي غير متعلقة باإلسناد فقط‪ ،‬ويمكن حصرها فيما يأتي‪:‬‬
‫نص علماء الحديث على ضعف الخبر‪.‬‬
‫‪ّ -1‬‬
‫يسلم ابن بركة لعلماء الحديث بما يضعفونه من األخبار‪ ،‬إذا لم يثبت عنده ما يقوي أمرها‪،‬‬
‫ولم يأت في ثنايا كتابه اجتهادات وأقوال خاصة له في الرجال جرحا أو تعديال‪ ،‬وهو نفس الطابع‬
‫المالحظ في معظم كتب الفقه اإلباضي إال نادرا‪ ،‬وفيما يلي بعض األمثلة الدالة على ذلك‪:‬‬
‫جوز االنتفاع بجلد الميتة إذا ُذبِح بقول النّبي ‪« :e‬ال تنتفعوا من‬
‫احتج‬
‫يقول‪« :‬فإن‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫محتج لمن يُ ّ‬
‫‪ّ 57‬‬
‫الميتة بشيء»‪ ،‬قيل له‪ :‬هذا خبر ضعيف‪ ،‬قد تك ّلم فيه بعض حملة األخبار”‪.‬‬
‫«أنه مسح بعض ناصيته»‪ ،‬والنّاصية بعض الرأس‬
‫‬‫«والحجة لهم على ذلك ما روي عن النبي ‪َّ e‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫«أنه مسح بعض رأسه»‪ ،‬ففي هذين الخبرين مع أصحاب الحديث‬
‫مقدمه‪ ،‬وروي عن النبي ‪َّ e‬‬
‫وهو ّ‬
‫‪58‬‬
‫ضعف»‪.‬‬
‫ «وقالت فرقة منهم أخرى‪ :‬إذا لم يعلم بالنجاسة حتى ص َّلى جازت صالته‪ ،‬وإن علم بها قبل‬‫أن يصلي فسدت‪ ،‬واحتجوا بخبر أبي نعامة‪« :‬أن النبي ‪ e‬ص َّلى بنعليه بعض صالته وفيهما قذر‪ ،‬ثم‬
‫علم فخلعهما وبنى على صالته»‪ ،‬وهذا القول فيه نظر‪ ،‬والحجة توجب إبطاله‪ ،‬وألن الخبر أيضاً ٍ‬
‫واه‬
‫‪59‬‬
‫عند أصحاب الحديث‪ ،‬وقد أمر النبي ‪ e‬أي يصلى في الثوب الطاهر»‪.‬‬
‫لنص القرآن الكريم‪.‬‬
‫‪ -2‬مخالفة الحديث ّ‬
‫المتقدم منها من‬
‫يقول ابن بركة‪« :‬فإن كانت األخبار‪ ،‬ولم يُعلم النّاسخ منها من المنسوخ‪ ،‬وال‬
‫ّ‬
‫المتأخر وجب ّاتفاقها‪ ،‬وكان الرجوع إلى حكم القرآن باالستدالل عليه بال ّلغة التي خوطبنا بها‪ ،‬واهلل‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪60‬‬
‫أعلم»‪.‬‬
‫«وأما الخبر الذي رواه أهل الحديث عن النّبي ‪ e‬من طريق عمر وعبد اهلل بن‬
‫ويقول ابن بركة‪ّ :‬‬
‫ّ‬
‫عمر أنّه ‪ e‬قال‪« :‬إ ّن الميت يُع ّذب ببكاء أهله عليه»‪ ،‬قال‪ :‬وهذا الخبر غير موافق لكتاب اهلل‪ ،‬وال‬
‫ّ‬
‫بصحتها‪ ،‬قال تعالى‪﴿ :‬وال تزر وازرة‬
‫العذر‬
‫ينقطع‬
‫التي‬
‫األخبار‬
‫ورود‬
‫يرد‬
‫ولم‬
‫صحته العقول‪،‬‬
‫ّ‬
‫توجب ّ‬
‫‪56‬‬
‫‪57‬‬
‫‪ -‬المصدر نفسه‪.413/1 :‬‬
‫‪58‬‬
‫‪59‬‬
‫‪60‬‬
‫‪ -‬المصدر نفسه‪.246/1 :‬‬
‫ المصدر نفسه‪ .377/1 :‬وكالمه في تضعيف الخبر يعضده ما ذكره الترمذي في السنن عن أحمد بن الحسن قال‪:‬‬‫كان أحمد بن حنبل يذهب إلى هذا الحديث لما ذكر فيه قبل وفاته بشهرين‪ ،‬وكان يقول‪ :‬كان هذا آخر أمر النبي‬
‫‪ .e‬ثم ترك أحمد بن حنبل هذا الحديث لما اضطربوا في إسناده‪ ،‬حيث روى بعضهم فقال‪ :‬عن عبد اهلل بن عكيم‬
‫عن أشياخ لهم من جهينة‪.‬‬
‫‪ -‬ابن بركة‪ ،‬الجامع‪.421-420/1 :‬‬
‫‪ -‬المصدر نفسه‪ .337/1 :‬و انظر‪.340-310/2 :‬‬
‫‪(122) 239‬‬
‫على من قهقه»”‪.‬‬
‫‬
‫‪49‬‬
‫الحالة الثانية‪ :‬أن يكون مختلفا فيه‪ ،‬وهذا يحتاج لقبوله ثالثة شروط هي‪:‬‬
‫‪ 1‬عدالة الرواة‪ ،‬وتعني الصدق‪ ،‬والمالحظ أنه لم يذكر شرط الضبط‪ ،‬وربما كان متضمنا‬‫عنده في شرط العدالة‪.‬‬
‫‪ 2‬أن ال يعارضه دليل آخر‪.‬‬‫‪ 3‬أن ال تقوم داللة ما على فساده‪.‬‬‫وهذا الشرط يحتمل أن يكون معناه عدم المعارضة لدليل أقوى‪ ،‬فيكون في نفس معنى الشرط‬
‫السابق‪.‬‬
‫كما لم يظهر اعتماد ابن بركة على كتب بعينها كمصادر للحديث الصحيح‪ ،‬كما هو في األعصار‬
‫المتأخرة على غرار الصحيحين‪ ،‬فقد يرد أحاديث بحسب منهجه في النقد وتلقي الروايات‪ ،‬ونجد‬
‫تلك األحاديث مروية عند البخاري ومسلم‪ ،‬ومن ذلك قوله‪« :‬وأما رواية ابن عباس «أن النبي ‪e‬‬
‫تزوج ميمونة وهو محرم»‪ ،‬ففي خبره نظر‪ ،‬وتنازع الناس في تأويله‪ ،‬والصحيح رواية عثمان»‪،50.‬‬
‫وهو حديث مروي في الصحيحين‪.‬‬
‫وقوله أيضا في حديث‪« :‬التمس ولو خاتما من حديد»‪« :‬وأما خاتم حديد‪ ،‬فنقل حديثه ضعيف‬
‫بحملة الحديث»‪ 51.‬وهو حديث صحيح‪.‬‬
‫ب ‪ -‬حجية الخبر المقبول‪.‬‬
‫تحتل السنة في الفقه اإلباضي المرتبة الثانية في مراتب االستدالل بعد القرآن الكريم‪ ،‬وال يقدم‬
‫عليها دليل آخر‪ ،‬متى ثبتت وصح سندها إلى رسول اهلل ‪ .e‬وجاءت في الجامع مواضع كثيرة نص‬
‫الشريعة ك ّلها مأخوذة من طريق واحد‪،‬‬
‫فيها ابن بركة على هذه القاعدة‪ ،‬من ذلك قوله‪“ :‬وأحكام ّ‬
‫‪52‬‬
‫والسنّة مأخوذة أيضاً من الكتاب”‪.‬‬
‫وأصل واحد‪ ،‬وهو كتاب اهلل ّ‬
‫رب العالمين‪ّ ،...‬‬
‫‪« -‬وإذا ثبت الخبر عن النبي ‪ e‬فليس إِال اتباعه»‪.‬‬
‫الحظ للنظر مع ورود الخبر»‪.‬‬
‫ «ولكن‬‫ّ‬
‫‪53‬‬
‫‪54‬‬
‫حظ‪ ،‬وباهلل التوفيق»‪.‬‬
‫‪« -‬وإذا ورد التوقيف لم يكن معه للنظر ّ‬
‫‪55‬‬
‫ «وروي عن النبي ‪ e‬من طريق أبي هريرة‪« :‬أن رجالً أسلم على عهد رسول اهلل ‪ e‬فأمره بالغسل»‪،‬‬‫‪49‬‬
‫‪50‬‬
‫‪51‬‬
‫‪52‬‬
‫‪53‬‬
‫‪54‬‬
‫‪55‬‬
‫‪ -‬ابن بركة‪ ،‬الجامع‪.403/1 :‬‬
‫ المصدر نفسه‪.49/2 :‬‬‫ المصدر نفسه‪.148/2 :‬‬‫‪ -‬المصدر نفسه‪.279/1 :‬‬
‫ المصدر نفسه‪.357/1 :‬‬‫ ابن بركة‪ ،‬الجامع‪.371/1 :‬‬‫‪ -‬المصدر نفسه‪.389/1 :‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪240 (121‬‬
‫تدل على‬
‫وافقه من أصحابنا أ ّن بيع الكالب جائز واقتناؤها وأكل لحومها‪،‬‬
‫والروايات عن النّبي ‪ّ e‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫عدل عن مثله جاز القول‬
‫العدول عن قول أبي عبيدة‪ِ ،‬لما قد ُثبت به النّقل الكثير‪ .‬والخبر إذا نقله ْ‬
‫ٍ‬
‫التي تع ّلق بها أبو‬
‫به‪ ،‬إذا لم يكن معارضاً له‪ ،‬ولم تقم ّ‬
‫الداللة على فساده‪ ،‬والخبر قاض على اآلية ّ‬
‫‪45‬‬
‫عبيدة في سورة األنعام؛ أل ّن الخبر ال يخلو أن يكون ناسخاً أو مبيناً لمعناها‪ ،‬ألنّه ورد بعد نزولها»‪.‬‬
‫ّ‬
‫والسؤر‪،‬‬
‫وصحح اإلسناد‪،‬‬
‫وقال حول هذا الحديث أيضا‪« :‬ومنهم من قال بالخبر‬
‫ّ‬
‫وحرم به األكل ّ‬
‫ّ‬
‫صحة الخبر‪ ،‬أل ّن إسناده ثابت ورجاله معهم عدول‪ ،‬وانتشار الخبر في المخالفين‬
‫والنّظر يوجب‬
‫ّ‬
‫السباع حرام وسؤرها‬
‫(ويقصد غير اإلباضية) وقولهم به كالمشهور فيهم‪ ،‬وعندي أ ّن لحم جميع ّ‬
‫‪46‬‬
‫نجس»‪.‬‬
‫ويتحصل من النصوص السابقة أن الخبر له حالتان‪:‬‬
‫الحالة األولى‪ :‬أن يكون مشهورا متداوال معموال بمقتضاه‪ ،‬فهذا يصح بشهرته‪ ،‬بغض النظر عن‬
‫اإلسناد‪ ،‬إذ الشهرة قرينة على صحته في األصل‪ .‬والمعتبر في الشهرة ما اتفق عليه فقهاء اإلباضية‬
‫الحق قد يكون ح ّق ًا في نفسه‪ ،‬وإن جهله من جهله‪ ،‬وليس جهل من‬
‫ولو خالفهم غيرهم‪ ،‬يقول‪« :‬إ ّن‬
‫ّ‬
‫‪47‬‬
‫صح عندنا»‪.‬‬
‫بصحة هذه‬
‫خالفنا‬
‫عما ّ‬
‫الرواية ّ‬
‫ّ‬
‫حجة علينا ودفع ًا لنا ّ‬
‫ّ‬
‫ولكن يشكل على هذا تصريحه في موضع آخر بتقديمه الخبر إن ثبت سنده على ما يعتمد عليه‬
‫‪48‬‬
‫صح هذا الخبر‪ ،‬فقد نسخ الحديث الذي اعتمد عليه أصحابنا»‪.‬‬
‫اإلباضية‪ ،‬قال‪« :‬فإن ّ‬
‫ومما يؤكد ما ذكرته عن إمكان احتجاج ابن بركة بالحديث رغم ضعف إسناده لضعف الرواة‬
‫أو انقطاع السند‪ ،‬أخذه بحديث األمر بإعادة الوضوء والصالة لمن قهقه في الصالة‪ ،‬وهو من طرق‬
‫مراسيل‪ ،‬والموصول منها ضعيف‪ ،‬كما مر‪ ،‬وكان مسوغ األخذ به عمل الصحابة والتابعين به‪.‬‬
‫ّ‬
‫قال‪« :‬والقهقهة في الصالة تنقض الطهارة والصالة جميع ًا‪ ،‬لما روي عن النبي ‪ e‬من طريق‬
‫إبراهيم النخعي‪ ،‬وكان يفتي بذلك‪ ،‬وكذلك روى الحسن وأبي العالية‪ ،‬وروي عن محمد بن سيرين‬
‫َّأنه قال‪ :‬كنا صبياناً إِذا ضحكنا في الصالة نؤمر بإعادة الطهارة والصالة‪.‬‬
‫ومعلوم أن األمر بذلك كان في أيام الصحابة‪ ،‬وكان ذلك ظاهر ًا فيما بينهم‪ ،‬ولم يعب [كذا في‬
‫األصل] هؤالء الرواة بروايتهم إال َّ بعد ثبوتها عندهم‪.‬‬
‫والرواية عن النبي ‪ e‬من طريق أبي العالية َّأنه قال‪ :‬أمرنا بإعادة الصالة والطهارة من القهقهة في‬
‫الصالة‪ ،‬والقصة في ذلك مشهورة‪ ،‬وهو‪« :‬أن أعمى جاء يريد الصالة‪ ،‬وبادر إلى الجماعة مع النبي‬
‫فتردى في بئر‪ ،‬فضحك بعضهم‪ ،‬فأمر النبي ‪ e‬بإِعادة الصالة والطهارة‬
‫‪ ،e‬والناس في الصالة معه‪ّ ،‬‬
‫‪45‬‬
‫‪46‬‬
‫‪47‬‬
‫‪48‬‬
‫ ابن بركة‪ ،‬الجامع‪ .332-331/1 :‬ويشير إلى األحاديث الكثيرة الواردة في النهي عن ثمن الكلب‪ ،‬منها عند البخاري من حديث أبي مسعود‪« :‬أن‬‫رسول اهلل ‪ e‬نهى عن ثمن الكلب‪ ،‬ومهر البغي‪ ،‬وحلوان الكاهن»‪ .‬رقم ‪.2237‬‬
‫كل ذي ناب من‬
‫ ابن بركة‪ ،‬الجامع‪ ،400/1 :‬والحديث الذي يشير إليه هو ما رواه البخاري وغيره من حديث أبي ثعلبة‪« :‬أن رسول اهلل ‪ e‬نهى عن أكل ّ‬‫السباع» رقم ‪ .5530‬وأما نجاسة سؤر السباع فهو مأخوذ من حديث رسول اهلل ‪ e‬في األمر بغسل اإلناء إذا ولغ فيه الكلب‪ ،‬وقيست عليه سباع البهائم‪.‬‬
‫وانظر الجامع أيضا‪.211-148-142-89/2 :‬‬
‫ ابن بركة‪ ،‬الجامع‪.544/2 :‬‬‫‪ -‬المصدر نفسه‪.556/2 :‬‬
‫‪(120) 241‬‬
‫‬
‫النقل الشفهي‪ ،‬أو هي منقولة من الكتب‪ ،‬أو كالهما معا‪.‬‬
‫ثالثاً‪ :‬منهج نقد الروايات‪.‬‬
‫أ‪ -‬أقسام الخبر‪ ،‬وشروط قبوله‪.‬‬
‫ذكر ابن بركة أقساما للخبر في أول كتابه الجامع‪ ،‬وتبعه على ذلك من جاء بعده من الفقهاء‪،‬‬
‫قال‪« :‬فمنها أخبار المراسيل‪ ،‬وأخبار المقاطيع‪ ،‬واألخبار الموقوفة‪ ،‬وأخبار المتن‪ ،‬وخبر الصحيفة‪،‬‬
‫والخبر الزائد على الخبر الناقص‪ ،‬والخبر المعارض لغيره من األخبار‪ ،‬والخبران َيرِ دان من طريق‬
‫‪41‬‬
‫أو طريقين يكون أحدهما خاصا واآلخر عاما‪ ،‬والخبران يكون أحدهما ناسخا واآلخر منسوخا»‪.‬‬
‫وقد أدمج هنا بين أنواع الخبر من حيث طبيعة اإلسناد‪ ،‬وبين أنواع الخبر المتعلق بالمتون‪ ،‬ولم‬
‫«والسنّة‬
‫يذكر أقسام الخبر من حيث الصحة والضعف‪ ،‬وقد أشار إلى ذلك في نص آخر حيث قال‪:‬‬
‫ّ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫مختلف فيها‪،‬‬
‫صحتها‪ ،‬وسنّة َ‬
‫اجتمع عليها‪ ،‬وقد ُ‬
‫على ضربين‪ ،‬فسنّة قد ُ‬
‫استغني باإلجماع عن طلب ّ‬
‫صحتها‪ ،‬فلذلك تجب األسانيد‪ ،‬والبحث‬
‫لم يبلغ ّ‬
‫التي يقع ّ‬
‫الكل علمها‪ ،‬وهي ّ‬
‫التنازع بين النّاس في ّ‬
‫صحت بنقلها‪ ،‬فإذا اختلفوا في حكمها كان مرجعهم إلى‬
‫التنازع في تأويلها‪ ،‬إذا‬
‫صحتها‬
‫عن‬
‫ثم ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪42‬‬
‫الكتاب»‪.‬‬
‫وبناء على هذا النص‪ ،‬فالصحيح من الحديث عند ابن بركة ما اجتمع عليه الناس واشتهر‬
‫بينهم‪ ،‬فهذا مناط القبول‪ ،‬وال حاجة إلى اإلسناد‪ ،‬وهو سائر في ذلك على طريقة كثير من الفقهاء‬
‫غير اإلباضية‪ ،‬وهو ما يسمى بتلقي األمة للحديث بالقبول‪ .‬ومن األلفاظ الدالة على هذا النوع من‬
‫الروايات قوله‪ « :‬أجمع أهل الحديث»‪« ،‬وقد جاءت‬
‫صحة‬
‫الصحيحة»‪« ،‬أجمع النّاس على ّ‬
‫الروايات ّ‬
‫ّ‬
‫الرواية»‪.‬‬
‫ّ‬
‫وأما المختلف فيه فال يقبل إال بعد التحقق من حال اإلسناد‪ ،‬إذ يحتمل أن يكون ضعيفا فعال أو‬
‫صحيحا كذلك‪ ،‬وقد تحدث عن هذا المعنى فقال‪« :‬والخبر قد يُن َقل عن الرسول ‪ ،e‬ويكون صحيح ًا‬
‫ّ‬
‫كالشاهد يكون عدالً عند‬
‫والصحيح‬
‫حجة الفاسد‪،‬‬
‫ّ‬
‫عند بعض‪ ،‬وفاسداً عند آخرين‪ ،‬إلى أن تقوم ّ‬
‫ّ‬
‫‪43‬‬
‫معد ٍل آخر‪ ،‬واهلل أعلم»‪.‬‬
‫معد ٍل‪ ،‬ساقط ّ‬
‫الشهادة عند ِّ‬
‫ِّ‬
‫والشرط األساس لقبول الخبر في هذه الحال عند ابن بركة ثقة الــرواة وعدالتهم‪ ،‬وفي ذلك‬
‫يقول‪:‬‬
‫الشريعة حكماً إالّ أن يتولّى وضع ذلك‬
‫حداً يوجب وضعه في ّ‬
‫األمة أن يضع ّ‬
‫»وليس ألحد من ّ‬‫‪44‬‬
‫الحد كتاب ناطق أو سنّة ينقلها صادق عن صادق»‪.‬‬
‫ّ‬
‫‪ -‬وقال في معرض حديثه عن رأي أبي عبيدة في مسألة بيع الكالب‪ »:‬قال أبو عبيدة وبعض من‬
‫‪41‬‬
‫‪42‬‬
‫‪43‬‬
‫‪44‬‬
‫– ابن بركة‪ ،‬الجامع‪.16/1 :‬‬
‫ المصدر نفسه‪.280/1 :‬‬‫ المصدر نفسه‪.397/1 :‬‬‫‪ -‬المصدر نفسه‪.294/1 :‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪242 (119‬‬
‫أبي ُعبيدة عن جابر بن َزيد عن ابن عباس قال‪ :‬قال رسول اهلل ‪« :e‬من عمل عمال ليس عليه أمرنا‬
‫‪37‬‬
‫رد»‪.‬‬
‫فهو ّ‬
‫ قال‪« :‬وقال بعض مخالفينا (وذكر حديث اللقطة)‪« :‬هي لك وهي مال اهلل يؤتيه من يشاء»‪،‬‬‫الزيادة (هي لك)‪ ،‬فيحتمل أن يكون األعرابي التقط شيئ ًا يسير ًا‪،‬‬
‫قال ابن بركة‪« :‬ولم يصح معنا هذه ّ‬
‫ُ‬
‫‪38‬‬
‫أحق بها لفقره»‪.‬‬
‫ويُحتمل أن يكون األعرابي فقيراً‪ ،‬فأمره باالنتفاع بها‪ ،‬فهو إذن ّ‬
‫فنفى صحة هذه الزيادة‪ ،‬وهي مثبتة في رواية الربيع‪ ،‬من طريق ابن عباس‪ ،‬ولفظ الحديث‪« :‬أن‬
‫زيد بن ثابت التقط صرة فيها مائة دينار فجاء إلى النبي ‪ ،e‬فقيل له‪ :‬عرفها سنة‪ ،‬فمن جاءك بالعالمة‬
‫ّ‬
‫فادفعها له‪ ،‬فجاءه عند تمام السنة‪ ،‬فقال له‪ :‬عرفتها يا رسول اهلل سنة‪ .‬فقال له‪ :‬عرفها سنة أخرى‪،‬‬
‫‪39‬‬
‫فجاءه عند انقضاء السنة الثانية‪ ،‬فأخبره أنه عرفها سنة أخرى‪ ،‬فقال‪ :‬هو مال اهلل يؤتيه من يشاء»‪.‬‬
‫فرد هذه األحاديث رغم ورودها في المسند له احتماالن‪ :‬إما أنها لم تبلغ ابن بركة من هذه‬
‫ّ‬
‫الطريق الموثوق بها باتفاق عند اإلباضية‪ ،‬السيما وأن جمع المسند وترتيبه إنما وقع في زمن أبي‬
‫يعقوب الوارجالني في القرن السادس‪ ،‬أو أنها بلغته‪ ،‬ولكن رأى غيرها أقوى منها‪ ،‬فيقدم األقوى‬
‫باعتبار قرائن الترجيح بين األدلة‪ ،‬وليس طعنا في رواية المسند‪.‬‬
‫ومما يؤكد النّظرة الموضوعية لألحاديث عند ابن بركة هذا النص الــذي بين فيه موقفه من‬
‫روايــات المخالفين‪ ،‬وتوجيهه لسبب تفردهم ببعض األحاديث دون اإلباضية‪ ،‬قال‪« :‬ولسنا ننكر‬
‫أخبار مخالفينا فيما تفردوا به دون أصحابنا من غير أن نعلم فسادها‪ ،‬ألنّا قد علمنا فساد بعضها‪،‬‬
‫ويجوز أن يكون ما لم يعلم بفساده أن يكون صحيحاً‪ ،‬وإِن لم ينقلها معهم أصحابنا‪ ،‬لما يجوز أن‬
‫الكل علم ذلك الخبر‬
‫يكون البعض من الصحابة علم بالخبر أو بعض األخبار‪ ،‬ولم يستقص في‬
‫ّ‬
‫ُ‬
‫ولم يشتهر بينهم‪ ،‬وقد تختلف األخبار بيننا وبينهم لتأويلها‪ ،‬أو النقطاع بعض األخبار‪ ،‬أو اتصالها‬
‫وقلة حفظنا فيها‪.‬‬
‫وقد كان بعض الصحابة يصل إلى النبي ‪ e‬أو الرجل يصل إلى الصحابي‪ ،‬وقد ذكر بعض الخبر‪،‬‬
‫ومنهم من ينسى من الخبر شيئاً فيغير معناه أو يزيد فيه‪ ،‬ومنها ما ينقل على وجه القصص أو لفائدة‬
‫األدب أو لغيره‪ ،‬والصحيح منها ما أيده العمل‪ ،‬أو وقع عليه اإلِجماع لذلك‪ ،‬وكذلك اختلفت‬
‫‪40‬‬
‫األخبار وأحكامها‪ ،‬واهلل أعلم»‪.‬‬
‫ونفهم من خالل النص أن الفقهاء اإلباضية كانت لهم مجموعتان من األحاديث‪ ،‬مجموعة‬
‫مشتهرة متداولة بينهم وهي العمدة في االستدالل‪ ،‬ومجموعة ترد من غيرهم وهي التي سماها ابن‬
‫بركة (أخبار المخالفين)‪ ،‬ولكن لم يظهر كيف كانت تروى تلك األخبار‪ ،‬هل كانت ترد من طريق‬
‫‪37‬‬
‫‪38‬‬
‫‪39‬‬
‫‪40‬‬
‫ مسند الربيع‪ ،‬باب في الوالية واإلمارة‪ ،‬رقم ‪ :49‬ص ‪.39‬‬‫ ابن بركة‪ ،‬الجامع‪ ،.213/1 ،‬والحديث بتلك الزيادة متفق عليه من رواية زيد بن خالد الجهني‪ ،‬ونصه‪« :‬جاء رجل إلى رسول اهلل ‪ e‬فسأله عن اللقطة‬‫فقال‪ :‬اعرف عفاصها ووكاءها ثم عرفها سنة‪ ،‬فإن جاء صاحبها‪ ،‬وإال شأنك بها‪ .‬قال‪ :‬فضالة الغنم؟ قال‪ :‬هي لك أو ألخيك أو للذئب‪ .‬قال‪ :‬فضالة‬
‫اإلبل؟ قال‪ :‬ما لك ولها‪ ،‬معها سقاؤها وحذاؤها ترد الماء وتأكل الشجر حتى يلقاها ربها»‪ ،‬البخاري (حديث ‪ ،)2429‬ومسلم (حديث ‪.)1722‬‬
‫ مسند الربيع‪ ،‬باب اللقطة‪ ،‬رقم ‪ :617‬ص ‪.242‬‬‫‪ -‬ابن بركة‪ ،‬الجامع‪.547/1 :‬‬
‫‬
‫‪(118) 243‬‬
‫الفقهاء اإلباضية‪.‬‬
‫ودليل ذلك ما توصل إليه الباحث إبراهيم بولرواح في دراسة مقارنة بين نصوص السنة في جامع‬
‫ابن بركة وروايات الربيع بن حبيب في مسنده‪ ،‬إذ وجد تطابقا تاما أو شبه تام بينها في ‪ 116‬موضعا‪،‬‬
‫وما سوى ذلك من المواضع فوقع فيها االختالف بين النصوص ألسباب عدة اجتهد الباحث في‬
‫حصرها كأن يكون ابن بركة روى الحديث بالمعنى‪ ،‬أو فضل صيغة المتن من مصدر آخر هي أدل‬
‫على المقصود‪ ،‬أو كونه في مقام حكاية دليل غيره‪...‬إلخ‪.‬‬
‫مع مالحظة عدم ذكر ابن بركة إلسناد الروايات عند الربيع كما هو الغالب في كتابه‪.‬‬
‫‪32‬‬
‫رده ألحاديث واردة في المسند‪ ،‬ومن‬
‫على أن ثمة مواضع في الجامع‬
‫تبين مخالفة ابن بركة أو ّ‬
‫ّ‬
‫ذلك قوله‪:‬‬
‫«وأما الجمع في الحضر الذي ّادعاه بعض مخالفينا فيما ُر ِوي عن النّبي ‪ e‬جمع في الحضر‪،‬‬
‫ ّ‬‫ّ‬
‫‪33‬‬
‫واهلل أعلم كيف كان جمعه‪ ،‬إن كان ما رووه صحيح ًا”‪.‬‬
‫وهو يشير إلى الحديث المروي عن ابن عباس عند الترمذي وغيره من أصحاب السنن‪ ،‬قال‪:‬‬
‫«جمع رسول اهلل ‪ e‬بين الظهر والعصر وبين المغرب والعشاء بالمدينة من غير خوف وال مطر»‪ .‬قال‪:‬‬
‫فقيل البن عباس‪ :‬ما أراد بذلك؟‪ ،‬قال‪ :‬أراد أن ال يحرج ّأمته‪.‬‬
‫وروى بعده عن ابن عباس عن النبي ‪ e‬قال‪« :‬من جمع بين الصالتين من غير عذر فقد أتى بابا‬
‫من أبواب الكبائر»‪.‬‬
‫وسنده ضعيف‪ ،‬قال الترمذي‪ :‬والعمل على هذا عند أهل العلم أن ال يجمع بين الصالتين إال في‬
‫السفر أو بعرفة‪ ،‬ورخص بعض أهل العلم من التابعين في الجمع بين الصالتين للمريض‪،‬وبه يقول‬
‫أحمد وإسحاق‪ ،‬و قال بعض أهل العلم‪ :‬يجمع بين الصالتين في المطر‪ ،‬وبه يقول الشافعي وأحمد‬
‫‪34‬‬
‫وإسحاق‪ ،‬ولم ير الشافعي للمريض أن يجمع بين الصالتين‪.‬‬
‫والحديث رواه الربيع عن أبي عبيدة عن جابر عن ابن عباس‪ ،‬ولفظه‪« :‬أن النبي ‪ e‬ص ّلى الظهر‬
‫والعصر جميعا‪ ،‬والمغرب والعشاء اآلخــرة جميعا‪ ،‬في غير خــوف‪ ،‬وال سفر‪ ،‬وال سحاب‪ ،‬وال‬
‫‪35‬‬
‫مطر»‪.‬‬
‫ قال‪« :‬وقد روي عن النبي ‪َّ e‬أنه قال‪« :‬من عمل عمالً ليس عليه أمرنا فهو رد»‪ ،‬فإن كان الخبر‬‫‪36‬‬
‫ثابتاً‪ ،‬فالر ّد ال يقع في الفعل‪.‬‬
‫ّ‬
‫نالحظ هنا عدم جزم ابن بركة بصحة الحديث‪ ،‬رغم وروده في المسند‪ ،‬حيث رواه الربيع عن‬
‫‪32‬‬
‫‪33‬‬
‫‪34‬‬
‫‪35‬‬
‫‪36‬‬
‫ أنظر‪ :‬إبراهيم بن علي بولرواح‪ ،‬مسند اإلمام الربيع بن حبيب وكتاب الجامع البن بركة‪ ،‬الناشر‪ :‬رياض الريس للكتب والنشر‪ ،‬بيروت‪ ،‬الطبعة األولى‪،‬‬‫‪2013‬م‪ :‬ص ‪.419-415‬‬
‫ ابن بركة‪ ،‬الجامع‪.576/1 :‬‬‫‪ -‬سنن الترمذي‪ :‬حديث ‪.188-187‬‬
‫ مسند الربيع‪ ،‬كتاب الصالة‪ ،‬باب القران في الصالة‪ ،‬رقم ‪ :251‬ص ‪.106‬‬‫‪ -‬ابن بركة‪ ،‬الجامع‪.524/1 :‬‬
‫)‪244 (117‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫الحافظ الثقة الصدوق الزاهد له أوهام‬
‫‪27‬‬
‫وأما محمد بن عيسى بن حيان المدائني‪ ،‬فقال فيه الدارقطني‪ :‬ضعيف متروك‪ .‬وقال الحاكم‪:‬‬
‫‪28‬‬
‫متروك‪ .‬ووثقه البرقاني»‪.‬‬
‫ومثله الحسن بن قتيبة‪ ،‬قال فيه ابن عدي‪ :‬أرجو أنه ال بأس به‪ .‬قال الذهبي‪ :‬بل هو هالك‪.‬‬
‫وقال الدارقطني في رواية البرقاني‪ :‬متروك الحديث‪ .‬وقال أبو حاتم‪ :‬ضعيف‪ .‬وقال األزدي‪ :‬واهي‬
‫‪29‬‬
‫الحديث‪ .‬وقال العقيلى‪ :‬كثير الوهم‪.‬‬
‫ولم ينفرد بالحديث عن عمرو بن عبيد‪ ،‬حيث تابعه عمر بن قيس المالئي بلفظ قريب‪ ،‬ولكنه‬
‫ضعيف مثله‪ ،‬أخرجه الدارقطني عن إسماعيل بن عياش عن عمر بن قيس الالئي عن عمرو بن عبيد‬
‫عن الحسن عن عمران بن حصين‪ ،‬قال‪ :‬سمعت رسول اهلل ‪ e‬يقول‪« :‬من ضحك في الصالة قرقرة‬
‫فليعد الوضوء والصالة»‪.‬‬
‫قال‪ :‬وعمر بن قيس المكي المعروف بسندل ضعيف ذاهب الحديث‪ .‬وعمرو بن عبيد‪ ،‬قيل فيه‪:‬‬
‫‪30‬‬
‫إنه كذاب‪.‬‬
‫والبن عدي فيه طريق آخر أخرجه عن بقية عن محمد الخزاعي عن الحسن عن عمران بن‬
‫الحصين أن النبي ‪ e‬قال لرجل ضحك في الصالة‪« :‬أعد وضوءك»‪ .‬لكن اإلسناد ضعيف أيضا‪ ،‬قال‬
‫ابن عدي‪“ :‬ومحمد الخزاعي من مجهولي مشايخ بقية”‪ .‬قال‪“ :‬ويروى عن محمد بن راشد عن‬
‫‪31‬‬
‫الحسن‪ ،‬وابن راشد مجهول”‪.‬‬
‫وللحديث طرق أخرى عن صحابة آخرين‪ ،‬ومنها مرسل أبي العالية‪ ،‬وسيأتي ذكره‪.‬‬
‫وبغض النظر عن درجة الحديث‪ ،‬فإن المستفاد من هذا اإلسناد والنصوص المبينة لمصادر‬
‫الرواية أن ابن بركة كان واسع النظر في مصادر الحديث المنتشرة في عهده‪ ،‬ويؤيد ذلك تكرر إشارته‬
‫إلى روايات المخالفين في عدة مواضع من الجامع‪ ،‬بل كان يقدم أدلتهم أحيانا إن ظهر عنده قوتها‬
‫كما سيأتي‪ ،‬ولكن لم يذكر اسما ألي كتاب من الكتب التي أخذ منها‪.‬‬
‫يعد مصدر الحديث عند اإلباضية‪ ،‬فليس في الجامع ما يؤكد‬
‫وأما مسند الربيع بن حبيب الذي ّ‬
‫تدل على‬
‫أنه كان موجودا بالشكل الذي نعرفه اآلن مرتبا جامعا في سفر واحد‪ ،‬ولكن هنالك قرائن ّ‬
‫أن تلك المرويات كانت متداولة بين علماء اإلباضية‪ ،‬وأنها كانت مصدرا من مصادر الحديث عند‬
‫‪27‬‬
‫‪28‬‬
‫‪29‬‬
‫‪30‬‬
‫‪31‬‬
‫ ابن حجر‪ ،‬أحمد بن علي أبو الفضل العسقالني‪ ،‬لسان الميزان‪ ،‬تحقيق‪ :‬دائرة المعرف النظامية‪ ،‬الهند‪ ،‬الناشر‪:‬‬‫مؤسسة األعلمي للمطبوعات‪ ،‬بيروت‪ ،‬الطبعة الثالثة‪1406 ،‬ه‪1986 -‬م‪.308/1 :‬‬
‫ الذهبي‪ ،‬شمس الدين أبو عبد اهلل محمد بن أحمد بن عثمان بن َق ْايماز‪ ،‬ميزان االعتدال في نقد الرجال‪ ،‬تحقيق‪ :‬علي البجاوي‪ ،‬الناشر‪ :‬دار الفكر‪،‬‬‫دمشق‪ ،‬د ت‪.678/3 :‬‬
‫ المصدر نفسه‪.519/1 :‬‬‫ الدارقطني‪ ،‬علي بن عمر أبو الحسن‪ ،‬سنن الدارقطني‪ ،‬تحقيق‪ :‬عبد اهلل هاشم يماني‪ ،‬الناشر‪ :‬دار المعرفة‪ ،‬بيروت‪1386 ،‬ه‪1966-‬م‪ :‬كتاب الطهارة‪،‬‬‫باب أحاديث القهقهة في الصالة وعللها‪ ،‬رقم ‪.165/1 :12‬‬
‫ ابن عدي‪ ،‬عبداهلل بن عدي بن عبداهلل بن محمد أبو أحمد الجرجاني‪ ،‬الكامل في ضعفاء الرجال‪ ،‬تحقيق يحيى‬‫مختار غزاوي‪ ،‬الناشر دار الفكر‪ ،‬بيروت‪1409 ،‬ه – ‪1988‬م‪.166/3 :‬‬
‫‪(116) 245‬‬
‫الجهاد‪...‬إلخ”‪.‬‬
‫‬
‫‪21‬‬
‫وقال بعد سرده لعدد من األحاديث‪« :‬ونحو هذا رواه إلي الشيخ أبو مالك رضي اهلل عنه عن‬‫ّ‬
‫‪22‬‬
‫النبي ‪ e‬أو ما هذا معناه”‪.‬‬
‫على أ ّن ابن بركة أورد في موضع من الكتاب حديثا باإلسناد الكامل إلى رسول اهلل ‪ ،e‬حيث قال‪:‬‬
‫«وحدثنا محمد بن علي الداودي عن ابن األعرابي أحمد بن محمد بن زيد عن محمد بن عيسى‬
‫ّ‬
‫المدايني عن الحسن بن قتيبة عن عمرو بن عبيد عن الحسن البصري عن عمران بن الحصين عن‬
‫النبي ‪« :e‬من قهقه في الصالة أعاد الطهارة والصالة»”‪.‬‬
‫‪23‬‬
‫أما شيخه في اإلسناد‪ ،‬فلم أجد راويا بذلك االسم في المصادر اإلباضية‪ ،‬ولكن ذكره صاحب‬
‫«حب َشان‪ ،‬بفتح الحاء المهملة والباء المعجمة بواحدة‬
‫كتاب «اإلكمال» فيمن اسمه‪ :‬حبشان‪ ،‬قال‪:‬‬
‫ََ‬
‫والشين المعجمة‪ ،‬فهو أبو علي محمد بن علي بن جعفر بن القاسم بن الحسن بن حبشان‪ ،‬الفقيه‬
‫الداودي الواسطي‪ ،‬روى عن ابن السقاء‪ ،‬وعلي بن أحمد بن راشد الدينوري‪ ،‬وعبد الغفار بن عبد‬
‫اهلل الحصيني‪ ،‬ورحل في طلب الحديث‪ ،‬وسمع زاهر بن أحمد‪ ،‬وغيره»‪.‬‬
‫‪24‬‬
‫ونقل ابن ناصر الدمشقي عن أبي يعلى قوله‪« :‬محمد بن علي بن جعفر بن حبشان الحبشاني‬
‫الفقيه الداوودي‪ ،‬واسطي‪ ،‬يروي عن ابن السقا‪ .‬قلت‪ :‬هو ابن علي بن جعفر بن القاسم بن حبشان‪،‬‬
‫روى أيضا عن عبد الغفار الحصيني وآخرين»‪.‬‬
‫‪25‬‬
‫وإن كان هذا هو المقصود‪ ،‬فيشكل إمكان سماع ابن بركة منه‪ ،‬ألن من شيوخه عبد الغفار بن‬
‫عبد اهلل الحصيني‪ ،‬ولعله الحضيني‪ ،‬ألني لم أجد ترجمة لعبد الغفار بنسبة الحصيني‪ ،‬قال ابن ناصر‬
‫«الح َضيني‪ ،‬بحاء مهملة مضمومة وضاد معجمة‪ ،‬قلت‪ :‬مفتوحة‪ ،‬وقبل ياء النسب نون‪،‬‬
‫الدمشقي‪:‬‬
‫ُ ْ‬
‫قال مقرئ واسط‪ :‬عبد الغفار بن عبيد اهلل الحضيني‪ ،‬تلميذ ابن مجاهد‪ ،‬قلت‪ :‬روى عن جماعة‪،‬‬
‫منهم ابن جرير الطبري‪ ،‬وعنه أبو العالء الواسطي‪ ،‬وغيره‪ ،‬وثقه خميس الحوزي‪ ،‬وقال‪ :‬أظن أنّه‬
‫توفي سنة سبع وستين وثالث مئة»‪.‬‬
‫‪26‬‬
‫فهذا من طبقة ابن بركة إذن‪ ،‬وهي أسبق من طبقة الداودي الذي أخذ عنه‪ ،‬وإذا سلمنا بإمكان‬
‫ذلك‪ ،‬فيكون من رواية األكابر عن األصاغر‪ ،‬واهلل أعلم‪.‬‬
‫وأما ابن األعرابي فهو أحمد بن محمد بن زياد أبو سعيد كما ذكر الذهبي وقال فيه‪ :‬اإلمام‬
‫‪21‬‬
‫‪22‬‬
‫‪23‬‬
‫‪24‬‬
‫‪25‬‬
‫‪26‬‬
‫ ابن بركة‪ ،‬الجامع‪.483/2 :‬‬‫ المصدر نفسه‪.524/2 :‬‬‫ المصدر نفسه‪.404/1 :‬‬‫ ابن ماكوال‪ ،‬علي بن هبة اهلل بن جعفر‪ ،‬االكمال في رفع االرتياب عن المؤتلف والمختلف‪ ،‬تحقيق‪ :‬عبد الرحمن بن يحيى المعلمي اليماني‪ ،‬دار‬‫الكتب العملية‪ ،‬بيروت‪1411 ،‬ه‪.386/2 :‬‬
‫ ابن ناصر الدين‪ ،‬شمس الدين محمد بن عبد اهلل بن محمد القيسي الدمشقي‪ ،‬توضيح المشتبه في ضبط أسماء‬‫الرواة وأنسابهم وألقابهم وكناهم‪ ،‬تحقيق‪ :‬محمد نعيم العرقسوسي‪ ،‬الناشر‪ :‬مؤسسة الرسالة‪ ،‬بيروت‪ ،‬الطبعة‬
‫األولى‪1993 ،‬م‪.310/2 :‬‬
‫‪ -‬المصدر نفسه‪.198/2 :‬‬
‫)‪246 (115‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫مصنفات حديثية بعينها استقى منها الفقهاء األحاديث التي استنبطوا منها األحكام الشرعية‪ ،‬وإنما‬
‫جــاءت عنهم إشــارات يفهم منها أن األحاديث كانت متداولة مشافهة عن طريق السماع بشكل‬
‫أساسي‪ .‬ومن النصوص الدالة على ذلك قول ابن بركة‪:‬‬
‫الصالة بعد صالة العصر‬
‫ «أجمع أهل الحديث ونقلة األخبار من أصحابنا أن الن‬‫بي ‪ e‬نهى عن ّ‬
‫ّ ّ ّ‬
‫‪12‬‬
‫وبعد صالة الفجر”‪.‬‬
‫الصحيحة مع نقل من بعض مخالفينا أ ّن أبا بكر وعمر ‪t‬ما كانا ال‬
‫ «وقد جاءت‬‫الروايات ّ‬
‫ّ‬
‫‪13‬‬
‫وأول من قعد معاوية‪.”...‬‬
‫يقعدان في الخطبة‪ّ ،‬‬
‫صحة الرواية عن النّبي ‪ e‬أ ّن «من حلف على يمين ليقتطع بها مال‬
‫ «وقد أجمع النّاس على‬‫ّ ّ‬
‫ّ‬
‫‪14‬‬
‫امرئ مسلم لقي اهلل وهو عليه غضبان»”‪.‬‬
‫ «وأكره أن يكون الوضوء متفرقاً‪ ،‬ألن من نقل كيفية الوضوء عن النبي ‪ u‬لم يذكر أن النبي ‪e‬‬‫‪15‬‬
‫فرق وضوءه”‪.‬‬
‫َّ‬
‫‪16‬‬
‫«ويل للعراقيب من النار»”‪.‬‬
‫«ألنه المنقول إلينا عنه فعل الغسل‪ ،‬وما نقل إلينا من قوله ‪:e‬‬
‫ٌ‬
‫ َّ‬‫ «فهكذا نقلت األئمة ما روى أبو سعيد الخدري قال‪« :‬أمرنا نبينا ‪ e‬أن نقرأ في صالتنا فاتحة‬‫‪17‬‬
‫الكتاب وما تيسر»‪.‬‬
‫‪»-‬األخبار التي تناهت إلينا مرويّة عن النبي ‪.”...e‬‬
‫‪18‬‬
‫»ووردت أخبار من طرق متفرقة من جهة أصحاب الحديث من مخالفينا عن النبي ‪ e‬أنه‬‫‪19‬‬
‫قال‪.”...:‬‬
‫كما جاء في بعض المواضع إشارة واضحة إلى شيخه في الحديث وهو أبو مالك‪ ،20‬من ذلك‬
‫قوله‪:‬‬
‫حدثنا بها الشيخ أبو مالك رضي اهلل عنه‪ ،‬أن رجال سأل النبي ‪ e‬عن وجوب‬
‫»وفــي روايــة ّ‬‫‪12‬‬
‫‪13‬‬
‫‪14‬‬
‫‪15‬‬
‫‪16‬‬
‫‪17‬‬
‫‪18‬‬
‫‪19‬‬
‫‪20‬‬
‫ الحديث متفق عليه من حديث ابن عباس وغيره‪ ،‬البخاري (حديث ‪ ،)581‬ومسلم (حديث ‪.)826‬‬‫ ابن بركة‪ ،‬الجامع‪ ،570/1 :‬وقد روي الحديث من طرق صحيحة‪ ،‬منها رواية ابن عمر عند مسلم (حديث ‪ ،)861‬وأما خبر معاوية فرواه ابن أبي شيبة‬‫في مصنفه قال‪ :‬حدثنا علي بن مسهر عن ليث عن طاوس قال‪ :‬أول من جلس على المنبر في الجمعة معاوية‪.332/8 .‬‬
‫‪ -‬ابن بركة‪ ،‬الجامع‪ .101/1 :‬والحديث متفق عليه من رواية ابن مسعود‪ ،‬رواه البخاري (رقم ‪ ،)2356‬ومسلم (حديث ‪.)138‬‬
‫ ابن بركة‪ ،‬الجامع‪.274/1 :‬‬‫‪ -‬المصدر نفسه‪.247/1 :‬‬
‫ المصدر نفسه‪.462/1 :‬‬‫ المصدر نفسه‪.534/2 :‬‬‫ المصدر نفسه‪.535/2 :‬‬‫ هو غسان بن محمد بن الخضر‪ ،‬أبو مالك‪ ،‬تذكر كتب التاريخ أنه كان حيا خالل سنة ‪ 620‬للهجرة‪ ،‬من أئمة العلم والفقه في عمان‪ .‬ولد بمدينة‬‫“بهال”‪ ،‬هاجر إلى صحار فنزل بمكان فيها يعرف باسم “صالن”‪ ،‬فعرف بالصالني‪ .‬أنشأ مدرسة فقهية في بهال‪ ،‬لها شهرتها التاريخية‪ ،‬تخرج منها‬
‫جملة من الفقهاء العاملين واألدباء المشهورين‪ .‬من شيوخه العالمة محمد بن محبوب وولداه بشير وعبد اهلل‪ .‬عاصر اإلمام أبا القاسم سعيد بن عبد اهلل‬
‫(‪328-320‬هـ) وأبا قحطان خالد بن قحطان‪ ،‬وأبا إبراهيم محمد بن سعيد بن أبي بكر األزكوي‪ .‬كان من جملة العلماء الذين برئوا من موسى بن موسى‬
‫وراشد بن النظر‪ ،‬لكونهما السبب المباشر العتزال الصلت بن مالك عن اإلمامة سنة‪273 :‬هـ‪ .‬قال الشيخ المؤرخ سيف البطاشي‪“ :‬وفيما يتبادر أن جده‬
‫الخضر من رجال العلم‪ ،‬وسمعت أن مسجد الخضر بصالن منسوب إليه‪ .‬وإنه فيما قيل كان قصارا يغسل الثياب‪ ،‬وأن الحجرة التي يقصر عليها الثياب‬
‫موجودة بالمسجد واهلل أعلم”‪ .‬أنظر‪ :‬السالمي‪ ،‬تحفة األعيان‪.194/1 :‬‬
‫‬
‫‪(114) 247‬‬
‫أ‪ -‬صيغ الراوية‪.‬‬
‫من الالّفت للنظر في معظم مصنفات الفقه اإلباضية خلوها من ذكر األسانيد الكاملة لألحاديث‬
‫المروية في مختلف األبواب‪ ،‬إذ يكتفي المصنف بذكر اسم الصحابي‪ ،‬أو التابعي‪ ،‬وربما تركهما‪،‬‬
‫فيقول‪« :‬روي عن رسول اهلل ‪ ،»e‬أو «يروى»‪ ،‬ونحوهما‪ ،‬ونجد هذا جليا لدى ابن بركة‪ ،‬ومن نماذج‬
‫ذلك قوله‪:‬‬
‫ «وفي الرواية أن الن‬‫الصلوات الخمس قبل الهجرة بنحو سنة”‪.‬‬
‫بي ‪ُ e‬فرِ ض عليه ّ‬
‫ّ‬
‫ّ ّ ّ‬
‫‪7‬‬
‫السوء»”‪.‬‬
‫روى عن النّبي ‪ e‬أنّه قال‪:‬‬
‫ّ‬
‫”ويُ َ‬‫السوء وتدفع ميتة ّ‬
‫الس ّر تقي مصارع ّ‬
‫«تصدقوا فإ ّن صدقة ّ‬
‫ّ‬
‫محمداً بن محبوب كان يقول على المنبر‪ :‬إ ّن النّبي ‪ e‬قال‪ :‬صالة الجمعة‬
‫ «وقد ُر ِوي لنا أ ّن‬‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪8‬‬
‫ك ّفارة ما بعدها إلى الجمعة ما اجتنب العبد الكبائر”‪.‬‬
‫الشيخ أبو مالك رضي اهلل عنه أ ّن رجالً سأل‪»...‬‬
‫حدثنا بها ّ‬
‫‪« -‬وفي رواية أخرى ّ‬
‫‪9‬‬
‫ «وكان سعد بن أبي وقاص فيما بلغنا في الحديث يكره بيع السلت بالبر‪ ،‬ألنّهما من جنس‬‫ّ‬
‫‪10‬‬
‫واحد عنده»‪.‬‬
‫ «فإن كان الخبر صحيحاً فمعلوم أ ّن بعضها يموت من ذلك‪ ،‬ولم ينقل عنه ‪ e‬فيما بلغنا َّأنه‬‫‪11‬‬
‫حكم بإفساد طعام مات فيه مثل هذا»‪.‬‬
‫فهذه نماذج تظهر الشكل العام لصيغ الرواية‪ ،‬وإن كانت تطابق بعض صيغ الرواية عند المحدثين‬
‫(التحديث‪ ،‬البالغ)‪ ،‬لكن ليس الختالفها داللــة على اختالف قوة اإلسناد أو‬
‫من حيث األلفاظ ّ‬
‫ضعفه عند المصنف كما يبدو‪ ،‬إذ لم يرد عنه شرح لهذه األلفاظ ومدى حجيتها‪ ،‬كما هو الحال عند‬
‫المحدثين‪.‬‬
‫والمستنتج هنا أن ابن بركة وغيره من فقهاء اإلباضية يكتفون بشهرة الرواية واحتجاج من سبقهم‬
‫بها من الشيوخ لالستدالل بها‪ ،‬سواء كانت بالغا‪ ،‬أو سماعا مباشرا‪ ،‬أو غير مباشر‪ ،‬إالّ إذا ظهر ما‬
‫يدل على فسادها أو ضعفها‪.‬‬
‫ّ‬
‫ب‪ -‬مصادر الرواية‪:‬‬
‫يالحظ في معظم كتب الفقه اإلباضية في عهد اإلمام ابن بركة وبعده قليال عدم اإلشارة إلى‬
‫‪7‬‬
‫‪8‬‬
‫‪9‬‬
‫‪10‬‬
‫‪11‬‬
‫ ابن بركة‪ ،‬الجامع‪ ،‬تحقيق‪ :‬عيسى يحيى الباروني‪ ،‬الناشر‪ :‬وزارة التراث‪ ،‬مسقط‪ ،‬الطبعة الثانية‪1394 ،‬ه‪1974-‬م‪:‬‬‫‪ ،35/1‬والحديث روي بألفاظ مختلفة عند الطبراني والبيهقي وغيرهما من طرق ال ترتقي إلى درجة الصحة‪،‬‬
‫ولفظه عند الطبراني في الكبير (رقم ‪ )7939‬من حديث أبي أمامة‪« :‬صنائع المعروف تقي مصارع السوء‪،‬‬
‫وحسن ابن حجر إسناده‪ .‬أنظر‪ :‬وليد بن أحمد‬
‫وصدقة السر تطفئ غضب الرب‪ ،‬وصلة الرحم تزيد في العمر»‪،‬‬
‫ّ‬
‫الحسين وآخرون‪ ،‬موسوعة الحافظ ابن حجر العسقالني الحديثية‪ ،‬الناشر‪ :‬دار الحمة‪ ،‬بريطانيا‪ ،‬الطبعة األولى‪،‬‬
‫‪1422‬ه‪2002-‬م‪.158/2 :‬‬
‫ ابن بركة‪ ،‬الجامع‪ ،.561/2 :‬والحديث صحيح‪ ،‬أنظر‪ :‬مسلم بن الحجاج النيسابوري‪ ،‬صحيح مسلم‪ ،‬الناشر‪ :‬بيت األفكار الدولية‪ ،‬الرياض‪،‬‬‫‪1419‬ه‪1998-‬م‪ ،‬رقم (‪.)233‬‬
‫ ابن بركة‪ ،‬الجامع‪.524/2-483/2 :‬‬‫‪ -‬المصدر نفسه‪.411/1 :‬‬
‫‪ -‬المصدر نفسه‪.617/1:‬‬
‫)‪248 (113‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫ب)‪ -‬مصادر الرواية‪.‬‬
‫المطلب الثالث‪ :‬منهج نقد الروايات‪ ،‬ويتضمن‪:‬‬
‫أ)‪ -‬أقسام الخبر وشروط قبوله‪،‬‬
‫ب)‪ -‬حجية الخبر المقبول‪،‬‬
‫رد الخبر‪ ،‬وطريقة الترجيح بين األدلة‪.‬‬
‫ج)‪ -‬أسباب ّ‬
‫وختمت البحث بخاتمة تضمنت ما جمعته من نتائج ومالحظات‪.‬‬
‫المطلب األول‪ :‬ترجمة اإلمام ابن بركة‪.‬‬
‫هو عبد اهلل بن محمد بن بركة البهلوي‪ ،‬نسبة إلى بهال‪ ،‬إحدى محافظات سلطة عمان‪ ،‬وكنيته‬
‫أبو محمد‪ ،‬لم تذكر كتب السير تاريخ ميالده بالضبط‪ ،‬ورجح بعض الباحثين أنه ولد في أواخر‬
‫النصف الثاني من القرن الثالث الهجري‪ ،‬من خالل عدة قرائن‪ ،‬منها ما ورد من مناظرات له مع‬
‫اإلمام العماني سعيد بن عبد اهلل‪ ،‬الذي بويع باإلمامة عام ‪ ،320‬وكانت وفاته سنة ‪ ،328‬ويحتمل‬
‫‪4‬‬
‫أن يكون في العقد الثالث أو الرابع من عمره آنذاك‪ ،‬فال يبعد إمكان وقوع ميالده في تلك الفترة‪.‬‬
‫من أبرز شيوخه‪ :‬أبو مالك غسان بن الخضر الصالني‪ ،‬وأبو مروان سليمان بن محمد بن حبيب‪،‬‬
‫وأبو القاسم سعيد بن عبد اهلل بن محمد بن محبوب بن الرحيل‪.‬‬
‫ومن أبرز تالمذته‪ :‬الشيخ أبو الحسن البسيوي صاحب كتاب «الجامع» في الفقه‪.‬‬
‫دونــه كان ذا قيمة علمية كبيرة‪ ،‬وأهمها‪ :‬كتاب‬
‫لم يترك ابن بركة مؤلفات كثيرة‪ ،‬إال أن ما ّ‬
‫«الجامع» في الفقه‪ ،‬وهو محل الدراسة‪.‬‬
‫وقد لقي من القبول والعناية ما لم يلقه غيره من مؤلفات الفقه األخرى في عمان‪ ،‬لما امتاز به من‬
‫سهولة العبارة‪ ،‬ومتانة األسلوب‪ ،‬وكثرة االستنباطات‪ ،‬والتنوع في مصادر االجتهاد‪ ،‬واعتماد طريقة‬
‫الفقه المقارن في أغلب أبوابه‪ .‬ومن كتبه‪« :‬التقييد» وهو مجموعة من جوابات تلقاها عن شيوخه‬
‫في مسائل متنوعة‪ ،‬وكتاب «المبتدأ» في التواريخ واألنساب العمانية‪ ،‬وكتاب «التعارف» في دليل‬
‫العرف وحجيته‪ ،‬وكتاب «الموازنة»‪ ،‬أورد فيه موقفه من أحداث سياسية عاصرها في عمان‪ ،‬وضمنه‬
‫‪5‬‬
‫آراءه في اإلمامة والسياسة‪.‬‬
‫توفي على أرجح األقوال عام ‪ 362‬أو ‪. 363‬‬
‫‪6‬‬
‫المطلب الثاني‪ :‬منهج رواية األحاديث‪.‬‬
‫‪4‬‬
‫‪5‬‬
‫‪6‬‬
‫ أنظر‪ :‬العوتبي‪ ،‬سلمة بن مسلم‪ ،‬أنساب العرب‪.219-218/2 :‬‬‫ أنظر‪ :‬جابر بن علي بن حمود السعدي‪ ،‬ابن بركة وآراؤه األصولية‪(،‬رسالة ماجستير)‪ ،‬إشراف د‪ .‬عبد المعز عبد العزيز حريز‪ ،‬كلية الشريعة‪ ،‬الجامعة‬‫األردنية‪ ،‬سنة ‪1994‬م‪ :‬ص ‪.45-24‬‬
‫ زهران بن خميس بن محمد المسعودي‪ ،‬اإلمام أبو محمد عبد اهلل بن محمد بن بركة ودوره الفقهي في المدرسة اإلباضية من خالل كتابه “الجامع”‪،‬‬‫(رسالة ماجستير)‪ ،‬إشراف‪ :‬د‪ .‬قحطان الدوري‪ ،‬كلية الشريعة‪ ،‬جامعة آل البيت‪ ،‬األردن‪ ،‬سنة ‪1998‬م‪ :‬ص ‪.12 -9‬‬
‫‬
‫‪(112) 249‬‬
‫‪In this article we handle another dimension of Ibadhiya’s legisletion‬‬
‫‪method which consisted of two stages: transfering hadiths and criticizing‬‬
‫‪them (al-riwayah wa al naqd). Firstly we are going to summarize ibn‬‬
‫‪Baraka’s life and his Works and then we handle his method on transfering‬‬
‫‪hadiths and criticizing them.‬‬
‫‪Keywords: Ibadiya, Narration of Hadith and its Critics‬‬
‫‪Makalenin Dergiye Ulaştığı Tarih: 10 Aralık 2014; Hakem ve Yayın Kurulu Değerlendirmesinden‬‬
‫‪Geçen Makalenin Yayına Kabul Edildiği Tarih: 10 Ocak 2015‬‬
‫مقدمة‪:‬‬
‫شهد القرن الرابع الهجري تطورا كبيرا لحركة التدوين في الفقه اإلباضي في المشرق‪ ،‬مواكبا‬
‫في ذلك حركية الفقه وتطوره لدى المذاهب الفقهية األخرى‪ ،‬ومن أشهر ما دون في هذه الفترة‬
‫كتاب الجامع ألبي الحسن البسوي‪ ،1‬والمعتبر للكدمي‪...2‬إلخ‪ .‬ويعد كتاب الجامع البن بركة أهم‬
‫تلك الكتب جميعا‪ ،‬بالنظر إلى ثراء مادته‪ ،‬وحسن ترتيبه‪ ،‬ودقة عبارته‪ ،‬وغناه باألدلة الشرعية‪،‬‬
‫السيما الروايات واآلثار‪ ،‬وقد اعتمد هذا الكتاب لدى الدارسين كمصدر هام يبرز الصناعة الفقهية‬
‫واألصولية عند اإلباضية المتقدمين‪.‬‬
‫وأحــاول في هذا البحث‪- 3‬ومــن خالل هذا الكتاب الــذي يتميز باعتماده بشكل واســع على‬
‫األحاديث النبوية لتأصيل واستنباط القواعد واألحكام الفقهية‪ -‬إبراز جانب آخر من منهج اإلباضية‬
‫في التشريع وهو طريقتهم في رواية األحاديث ونقدها‪ ،‬إذ ال يزال منهجهم في هذا المجال غير‬
‫مكتمل الوضوح واالستقراء كما هو الحال في الصناعة الفقهية لديهم‪.‬‬
‫ولم أعرض في البحث لما يسمى بفقه الحديث ومسائل النسخ وزيــادة الثقة وغير ذلك من‬
‫المباحث األصولية ذات العالقة بالسنة‪ ،‬إذ تحتاج إلى دراسة خاصة ال تسعها هذه الدراسة‪.‬‬
‫وارتأيت تناول الموضوع وفق الخطة اآلتية‪:‬‬
‫المطلب األول‪ :‬ترجمة وجيزة لإلمام ابن بركة‪.‬‬
‫المطلب الثاني‪ :‬منهج راوية األحاديث‪ ،‬ويتضمن‪:‬‬
‫أ)‪ -‬صيغ الرواية‪،‬‬
‫‪1‬‬
‫‪2‬‬
‫‪3‬‬
‫ هو علي بن محمد بن علي أبو الحسن البسياني‪ ،‬أو البسيوي‪ ،‬نسبة إلى بسياء من أعمال بهالء‪ ،‬من شيوخه أبو محمد بن بركة‪ ،‬من أشهر تصانيفه‬‫“الجامع”‪ .‬أنظر‪ :‬أحمد بن حمد الخليلي‪ ،‬مكانة بهالء التاريخية‪ ،‬ص ‪.17‬‬
‫محمد بن‬
‫بن‬
‫اهلل‬
‫عبد‬
‫بن‬
‫سعيد‬
‫اإلمام‬
‫لدى‬
‫عامال‬
‫كان‬
‫عمان‪،‬‬
‫بسلطنة‬
‫الحمراء‬
‫ هو محمد بن سعيد أو سعيد الكدمي‪ ،‬من بلدة ُك َدم من والية‬‫ّ‬
‫محمد بن الحسن‪ .‬من مؤلفاته إضافة “المعتبر”‪“ :‬كتاب‬
‫محمد بن روح الكندي‪ ،‬وأبو الحسن‬
‫محبوب‪ ،‬الذي بويع باإلمامة سنة ‪ 320‬هـ‪ .‬من شيوخه‪:‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫االستقامة”‪“ ،‬زيادات اإلشراف”‪“ ،‬الجامع المفيد من أحكام أبي سعيد”‪ .‬أنظر‪ :‬الشيخ سيف البطاشي‪ ،‬إتحاف األعيان‪ -215/1 ،‬مجموعة أساتذة‪:‬‬
‫دليل أعالم عمان‪ ،‬نشر‪ :‬جامعة السلطان قابوس‪ ،‬طبع‪ :‬المطابع العالمية‪ ،‬مسقط‪ ،‬سلطنة عمان‪ ،‬الطبعة األولى‪1412 ،‬هـ‪1991/‬م‪.282/1 :‬‬
‫ قدمت دراسة سابقة في هذا الموضوع‪ ،‬نشرت بمجلة الحياة‪ ،‬بمعهد الحياة بالقرارة‪( ،‬عدد ‪ 16‬بتاريخ‪ :‬أوت ‪ )2012‬أبرزت فيها مالمح رواية ونقد‬‫الحديث عند اإلباضية ولكن بشكل عام ومقتضب‪ ،‬حيث تناولت نصوصا عدة لفقهاء اإلباضية مشرقا ومغربا ومن متخلف العصور‪ ،‬وميزة هذه الدراسة‬
‫أنها مركزة على تتبع منهج مصدر فقهي واحد في الرواية والنقد‪.‬‬
İslâmî İlimler Dergisi, Yıl 10, Cilt 10, Sayı 1, Bahar 2015 (111/127-250-234)
‫منهج رواية األحاديث ونقدها عند فقهاء اإلباضية في القرن الرابع الهجري‬
-‫ابن بركة العماني أنموذج ًا‬*
‫قاسم عمر حاج امحمد‬
‫الملخص‬
‫ الذي يتميز باعتماده بشكل واسع‬-‫من خالل كتاب جامع ابن بركة‬- ‫حاول هذا البحث‬
‫ إبراز جانب آخر من‬-‫على األحاديث النبوية لتأصيل واستنباط القواعد واألحكام الفقهية‬
‫ إذ ال يزال منهجهم‬،‫منهج اإلباضية في التشريع وهو طريقتهم في رواية األحاديث ونقدها‬
.‫في هذا المجال غير مكتمل الوضوح واالستقراء كما هو الحال في الصناعة الفقهية لديهم‬
HİCRİ IV. ASIRDA İBADİ FUKAHANIN HADİSLERİ RİVAYET VE NAKD
YÖNTEMİ
-İbn Bereke el-Ummani ÖrneğiÖZ
Hicri 4. asır doğuda İbadi fıkhının tedvinine yönelik çalışmaların ivme
kazandığı bir dönemdir. İbadi fıkhı alanındaki bu gelişme diğer fıkhi
mezhepleri takiben gerçekleşmiştir. Bu dönemde kaleme alınmış en
önemli fıkıh eserlerinden biri Ebu’l-Hasan el-Busevi’nin Kitabu’l-Cami‘’i ve
el-Kudemi’nin el-Mu’teber adlı eserleridir. Bu alandaki eserlerin en önemli
örneği ise zengin içeriği, güzel tertibi, net ifadeleri ve şer’i delillerinin
zenginliği ile ibn Bereke’nin Kitabu’l-Cami‘’dir. Bu eser araştırmacılar
için ilk dönem İbadilerinin fıkıh ve usul çalışmalarının mükemmel bir
örneğini oluşturmaktadır. Bu araştırmada, İbadiliğin teşri yönteminin
farklı bir yönünü de ortaya koymaya çalışacağız ki bu uygulama hadisleri
rivayet ve kritik etme metodudur. Zira ilk dönem İbadilerinin bu alanda
kullandıkları yöntem hala tam olarak izah edilmiş değildir. Usule dair
pek çok meseleyi içeren hadis fıkhı ise çalışmamızın sınırları dışında
kalmaktadır. Çalışmada öncelikle İmam ibn Bereke’nin hayatı öetenecek,
onun hadis rivayetinde ve hadisleri kritik etmede izlediği metod ele
alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: İbadiye, Hadis Rivayet ve Kritiği
IBADHI LEGISTS’ METHOD OF TRANSFERING AND CRITICIZING
HADITHS IN THE 4TH HIJRI CENTURY
ABSTRACT
The 4th hijri century has witnessed a number of studies on the fiqh of
Ibadhiya. Abu al Hasan al-Busawi’s al-Mo’tabar are twoof the most
important boks presented in this field. But the far most significant one is
ibn al Barakah’s Kitab al Jami’ which came into prominence with its rich
content, its orderliness and its rich legitimate evidences. This account
represents a complete example of early Ibadhis’ studies on fiqh and usul.
‫جامعة غرداية‬
*
252 (109)
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
Kaynakça
AILLET, Cyrille, L’ibâdisme, une minorité au cœur de l’islam», Revue des mondes musulmans et de la Méditerranée , décembre 2012 , mis en ligne le 06 juillet 2012.
URL :http://remmm.revues.org/7752 , P10:
AMAMU, Hayat, “es-Sultatü ve’ş- şer’iyyetü fi nizâmi’l-hükmi’l-islâmiyyi’l-mübekkir”,
es-Sultatü ve hacisu’ş-şer’iyyeti fi’s-sekâfeti’l-islâmiyye içinde, Tunus: Dâru
emel, 2005.
ebu BEKİR, Ebu Zekeriyyâ Yahyâ, Kitâbü’s-sîreti ve ahbârü’l-eimme, thk. Abdurrahman Eyyüb, Tunus, 1985.
el-BERRADİ, el-Cevâhirü’l-müntekâtü fi itmâmi ma ehalle bihi kitâbu’t-tabakât, Kahire,
t.y.
el-CA’BİRÎ, Ferhat, et-Tecrübetü’s-siyâsiyyetü’l-ibâdiyyetü fi’l-meşrik ve’l-Mağrib, y.y.,
t.y.
CEHLAN, Adun, el-Fikrü’s-siyâsiyyetü inde’l-ibâdiyye min hilâli ârâi’ş-Şeyh Muhammed b. Yusuf Atfiş, Umman, t.y.
DEBBUZ, Muhammed Ali, Târîhu’l-mağribi’l-kebîr, Elektronik basım, Müessesetü tavalet es-sekâfiyye, 2010.
ed-DERCİNİ, Kitâbu tabakâti’l-meşâyih bi’l-mağrib, thk. İbrahim Talay, Cezayir, 1984.
FEVZİ, Faruk Ömer, el-İmâmetü’l-ibâdiyyetü fi Umân, Ürdün: Al-i Beyt Üniversitesi,
1997.
el-KİNDİ, Ebu Bekr Ahmed b. Abdullah b. Musa, el-Musannef, Umman: Umman Ulusal Miras ve Kültür Bakanlığı, t.y.
el-KUDEMİ, el-İstikâme, Umman: Umman Ulusal Miras ve Kültür Bakanlığı, 1985.
el-LEVATİ el-İBADİ, ibn Sellam, Bed’ü’l-islâm ve şerâiu’d-din, thk. Salim b. Yakub,
Beyrut, 1985.
Mu’cemu mustalahâti’l-ibâdiyye, Umman: Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı, 2008.
NASIR, Muhammed Salih, Menhecü’d-da’veti inde’l-ibâdiyye, Umman: Mektebetü’lİstikâme, 2002.
NUH, Vaglan Abdullah, Nazariyyetü’ş-şûrâ inde’l-ibâdiyye, Gardaya, 2012.
es-Siyer ve’l-Cevâbât, thk. İsmail Kaşif, Umman: Umman Ulusal Miras ve Kültür Bakanlığı, 1986.
eş-ŞUMAHİ, Kitâbu’s-Siyer, thk. Muhammed Hasan, Beyrut: Dârü’l-medâri’l-islâmi,
2009.
---------------- ve el-TELATİ, Mukaddimetü’t-tevhîd ve şurûhihâ, tsh. Ebu İshak Atfiş,
Kahire, 1934.
VA’Lİ, Bekir b. Bilhac, el-İmâmetü inde’l-ibâdiyye beyne’n-nazariyyeti ve’t-tatbîk
mukârenetün beyne ehli’s-sünneti ve’l-cemâa, y.y., t.y.
ZEKVAN, Salim b., “Sîretü Sâlim b. Zekvân”,The Epistle of Salim ibn Dhakwan içinde,
Patricia Crone, Fritz Zimmerman, Birleşik Devletler Oxford Üniversitesi Yayınları, 2001.
ZEYD; Cabir b., Mevsûatü âsâri’l-imam Cabir b. Zeyd el-fıkhiyye, yay. haz. İbrahim
b.Ali Boulervah, Umman, 2005.
‫‪(108) 253‬‬
‫‬
‫قائمة المصادر والمراجع‬
‫الدينية‪،‬‬
‫جموعة من الباحثين‪ ،‬معجم مصطلحات اإلباضية‪ ،‬ط‪ ،1‬سلطنة عمان‪ ،‬وزارة األوقاف والشؤون‬
‫ّ ّ‬
‫ّ‬
‫‪2008‬‬
‫الشيخ محمد بن يوسف أطفيش‪ ،‬ط‪ ،3‬سلطنة‬
‫السياسي عند‬
‫اإلباضية من خالل أراء ّ‬
‫عدون جهالن‪ ،‬الفكر ّ‬
‫ّ‬
‫والتوزيع‬
‫عمان‪ ،‬مكتبة ّ‬
‫الضامري للنّشر ّ‬
‫محمد حسن ‪ ،‬ط‪ ،1‬بيروت‪ ،‬دار المدار اإلسالمي‪2009 ،‬‬
‫السير‪ ،‬تحقيق‬
‫ّ‬
‫الشماخي‪ ،‬كتاب ّ‬
‫ّ‬
‫الدرجيني‪ ، ،‬كتاب طبقات المشائخ بالمغرب‪ ،‬تحقيق إبراهيم طالي‪ ،‬ط‪ ،1‬الجزائر‪ ،‬مطبعة البعث‪1984 ،‬‬
‫ّ‬
‫الدار‬
‫تونس‪،‬‬
‫ط‪،1‬‬
‫أيوب‪،‬‬
‫حمان‬
‫الر‬
‫عبد‬
‫تحقيق‬
‫األئمة‪،‬‬
‫وأخبار‬
‫يرة‬
‫الس‬
‫كتاب‬
‫بكر‪،‬‬
‫أبي‬
‫بن‬
‫يحي‬
‫زكريا‬
‫أبو‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫التونسية للنشر‪1985 ،‬‬
‫ّ‬
‫السنة والجماعة‬
‫أهل‬
‫مع‬
‫مقارنة‬
‫طبيق‬
‫والت‬
‫ة‬
‫النظري‬
‫بين‬
‫ة‬
‫اإلباضي‬
‫عند‬
‫اإلمامة‬
‫‪،‬‬
‫وعلي‬
‫بلحاج‬
‫بكير بن‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫التراث‬
‫السير والجوابات‪ ،‬تحقيق وشرح‬
‫سيدة إسماعيل كاشف‪ ،‬ط ‪ ، 1‬سلطنة عمان ‪ ،‬وزارة ّ‬
‫علماء عمان ‪ّ ،‬‬
‫ّ‬
‫القومي والثّقافة ‪1986 ،‬‬
‫الشورى عند اإلباضية ‪ ،‬ط‪ ، 1‬غرداية ‪ ،‬المطبعة العربية ‪2012 ،‬‬
‫أوق وغالن عبد اهلل نوح ‪ ،‬نظريّة ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الشرعية في‬
‫والشرعية في نظام الحكم اإلسالمي‬
‫«السلطة‬
‫السلطة وهاجس ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫المبكر»‪ ،‬ضمن‪ّ :‬‬
‫حياة عمامو‪ّ ،‬‬
‫ّ‬
‫والتوزيع‪2005 ،‬‬
‫الثّقافة‬
‫اإلسالمية‪ ،‬ط‪ ،1‬تونس‪ ،‬دار أمل للنّشر ّ‬
‫ّ‬
‫أخل به كتاب الطّبقات ‪ ،‬طبعة حجريّة‪ ،‬القاهرة‬
‫البرادي ‪ ،‬الجواهر المنتقاة في إتمام ما ّ‬
‫ّ‬
‫بيير كوبرلي‪ ،‬مدخل إلى دراسة اإلباضية وعقيدتها ‪:‬بحث مقارن في العقيدة اإلباضية في بالد المغرب وعمان‬
‫ّ‬
‫الدعوة عند اإلباضية ‪ ،‬ط‪ ، 2‬سلطنة عمان ‪ ،‬مكتبة االستقامة ‪2002 ،‬‬
‫محمد صالح ناصر‪ ،‬منهج ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫التراث القومي والثّقافة ‪1985 ،‬‬
‫وزارة‬
‫‪،‬‬
‫عمان‬
‫سلطنة‬
‫‪،‬‬
‫االستقامة‬
‫‪،‬‬
‫الكدمي‬
‫سعيد‬
‫بن‬
‫د‬
‫محم‬
‫سعيد‬
‫أبو‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الدين ‪ ،‬تحقيق شفارتز وسالم بن يعقوب ‪ ،‬ط‪ ، 1‬بيروت‬
‫ابن سالّم اللواتي اإلباضي ‪ ،‬بدء اإلسالم وشرائع ّ‬
‫‪ ،‬دار اقرأ للنّشر والتوزيع والطباعة ‪1985 ،‬‬
‫أبو بكر أحمد بن عبد اهلل بن موسى الكندي ‪ ،‬المصنّف ‪،‬ط‪ ، 1‬سلطنة عمان‪ ،‬وزارة التراث القومي والثقافة‪،‬‬
‫فاروق عمر فوزي‪ ،‬اإلمامة اإلباضية في عمان‪ ،‬ط‪ ،1‬األردن‪ ،‬جامعة آل البيت‪1997 ،‬‬
‫ّ‬
‫فرحات الجعبيري‪ ،‬التجربة السياسية اإلباضية في المشرق والمغرب‪ ،‬بحث مرقون‪ ،‬مكتبة فرحات الجعبيري‬
‫ّ‬
‫ّ ّ‬
‫محمد علي دبوز‪ ،‬تاريخ المغرب الكبير‪ ،‬طبعة الكترونية‪ ،‬مؤسسة تاوالت الثقافية‪2010 ،‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫أبو بكر أحمد بن عبد اهلل بن موسى الكندي‪ ،‬المصنّف‬
‫سالم بن ذكوان‪ ،‬سيرة سالم بن ذكوان‪ ،‬ضمن كتاب ‪:‬‬
‫‪The epistle of Salim Ibn Dhakwan , United, Patricia Crone , Fritz Zimmerman‬‬
‫‪States , Oxford University , 2001‬‬
‫صححها وع ّلق عليها أبو اسحاق اطفيش الجزائري ‪ ،‬القاهرة‬
‫ّ‬
‫الشماخي والتالتي ‪ّ ،‬‬
‫مقدمة التوحيد وشروحها ‪ّ ،‬‬
‫‪1934 ،‬‬
‫جابر بن زيد ‪ ،‬موسوعة آثار اإلمام جابر بن زيد الفقهية ‪ ،‬جمع وترتيب وتعليق إبراهيم بن علي بولرواح‪ ،‬ط‪1‬‬
‫ّ‬
‫‪ ،‬سلطنة عمان ‪ ،‬نشر جمعية التراث‪2005 ،‬‬
‫ّ‬
‫‪Cyrille Aillet, « L’ibâdisme, une minorité au cœur de l’islam», Revue des mondes‬‬
‫‪musulmans et de la Méditerranée , décembre 2012 , mis en ligne le 06 juillet‬‬
‫‪:2012. URL :http://remmm.revues.org/7752 , P10‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪254 (107‬‬
‫الدين هو الذي يفرز نوع اإلمامة التي‬
‫تحدد نوع المسلك ‪ ،‬وإنّما على العكس من ذلك‪ ،‬فمسلك ّ‬
‫ّ‬
‫السياسي‪.‬وعليه‬
‫الممكن‬
‫وفق‬
‫محكمة‬
‫ة‬
‫ط‬
‫خ‬
‫رسمت‬
‫ما‬
‫ل‬
‫ك‬
‫توجيهه‬
‫سبل‬
‫في‬
‫تؤثر‬
‫نفسها‬
‫وهي‬
‫تالئمه‪،‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫التاريخية التي تمر بها المجتمعات‬
‫وتتنوع‬
‫تتبدل‬
‫بتغير مسالك ّ‬
‫فإ ّن اإلمامات ّ‬
‫الدين وفق الظّروف ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫السياسي اإلباضي ومرونته إزاء الواقع الموضوعي‬
‫مهمة تكشف عن ثراء الفكر ّ‬
‫اإلباضية‪.‬وتلك سمة ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫التاريخية ‪ ،‬وتحديد‬
‫الدوام ‪ ،‬وما يقتضيه ذلك من المناورة واستيعاب ال ّلحظة‬
‫المتبدل والمتغير على‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫السياسيين ‪ ،‬وفرز األصدقاء من األعداء وفق طبيعة المرحلة وموازين‬
‫الخصوم‬
‫مع‬
‫عامل‬
‫الت‬
‫سبل ّ‬
‫ّ ّ‬
‫القوى‪.‬‬
‫السياسية عند اإلباضية تتفرد عن غيرها من النظريات‬
‫ويمكن القول في خاتمة المطاف أ ّن النظرية‬
‫ّ‬
‫ّ ّ ّ‬
‫ّ‬
‫بالتمييز بين أربع مراحل تاريخية ‪ ،‬عصر المجد وهو ظهور الفرقة الذي يتج ّلى في قيام‬
‫األخرى ّ‬
‫ّ‬
‫الشراء الذي يُفرض في‬
‫الدفاع ‪ ،‬أو ّ‬
‫الدولة ‪ ،‬وفترات األزمة التي تجبر المؤمنين على اختيار موقف ّ‬
‫ّ‬
‫ظل حكم غير إباضي يُكره‬
‫في‬
‫القسري‬
‫عايش‬
‫والت‬
‫المساكنة‬
‫عصر‬
‫وأخيرا‬
‫‪،‬‬
‫األقصى‬
‫هديد‬
‫الت‬
‫سياقات‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫فيه المؤمنين على ممارسة الكتمان‪.114‬‬
‫الضروب من اإلمامة ال تتغير من حيث‬
‫لكل عصر إمامة‬
‫وقد استنبط‬
‫اإلباضية ّ‬
‫تخصه ‪ ،‬وهذه ُ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫التسيير‬
‫الت‬
‫كتيكية وسبل ّ‬
‫متنوعة من النّاحية ّ‬
‫مضمونها العقائدي وجوهرها وأهدافها البعيدة‪.‬بل هي ّ‬
‫ّ‬
‫والتكيف وفق الوضع الذي يعيشه المسلمون‪.‬ومن هنا نالحظ أ ّن لإلباضية وعي سياسي عميق‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ولكل منطقة من المناطق التي‬
‫لكل مرحلة من المراحل‬
‫الس‬
‫بألوضاع‬
‫وتف ّقه‬
‫ّ‬
‫ياسية جعلهم يختارون ّ‬
‫ّ ّ‬
‫‪.‬‬
‫يوجدون فيها أسلوبا معينا يتالءم مع تلك األوضاع‬
‫ّ‬
‫الصدد‪:‬‬
‫‪ 114‬اُنظر في هذا ّ‬
‫‪Cyrille Aillet, « L’ibâdisme, une minorité au cœur de l’islam», Revue des mondes musulmans et‬‬
‫‪de la Méditerranée , décembre 2012 , mis en ligne le 06 juillet 2012. URL :http://remmm.‬‬
‫‪:revues.org/7752 , P10‬‬
‫‪Il s’agissait de la distinction entre quatre cycles historiques‬‬
‫‪qui pouvait se traduire par la, l’ère glorieuse de la « manifestation » (ẓuhûr) du mouvement‬‬
‫« ‪formation d’États ; les épisodes de crise qui obligeaient les fidèles à adopter une position de‬‬
‫‪défense » (difâʿ) ; les contextes de menace extrême où le « sacrifice » (shirâ’) s’imposait ; et enfin,‬‬
‫‪le temps de la cohabitation et de la coexistence forcées avec un pouvoir non-ibâdite, qui con‬‬‫‪.(traignait les fidèles à la pratique du « secret » (kitmân‬‬
‫‪(106) 255‬‬
‫‬
‫حتى يجردوا هذا المذهب من‬
‫تنفي عالقة جابر بن زيد باإلباضية وتنكر أخذه بمبادئ‬
‫ّ‬
‫المحكمة‪ّ ،‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪110‬‬
‫ومعتمده»‬
‫أساسه‬
‫ضوا‬
‫يقو‬
‫السرية‬
‫زيد‬
‫بن‬
‫جابر‬
‫ي‬
‫توخ‬
‫ن‬
‫أ‬
‫ح‬
‫نرج‬
‫نا‬
‫ن‬
‫فإ‬
‫‪،‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫أحد عناصره القويّة‪ ،‬بل أن ّ‬
‫ّ‬
‫والحذر ال ّلذين يقتضيهما مسلك الكتمان‪ ،‬هو الذي أثار هذا الخالف وأوجد هذا الغموض حول‬
‫الصغرى‪.‬‬
‫انتسابه إلى‬
‫اإلباضية وتولّيه اإلمامة ّ‬
‫ّ‬
‫مما‬
‫ّ‬
‫تعمد ستره‪ ،‬فهو غير ظاهر للعيان‪ّ ،‬‬
‫ويتبدى لنا بناء على ما سبق أ ّن اإلمام في مرحلة الكتمان يُ ّ‬
‫‪111‬‬
‫بالدرجيني إلى تعريف الكتمان بأنّه «مالزمة األمر‬
‫التعريف ال‬
‫حدا ّ‬
‫سرا بال إمام» ‪ .‬ونعتقد أ ّن هذا ّ‬
‫ّ‬
‫يرمي إلى تغييب اإلمام تماما في هذه المرحلة‪ ،‬بقدر ما يعني مالزمة األمر سرا بال إمام ظاهر في‬
‫ّ‬
‫السلطة الجائرة وقتله‪ ،‬وخشية‬
‫مرحلة الكتمان‪ ،‬أل ّن في ظهور اإلمام خشيتين‪ :‬خشية عليه من مالحقة ّ‬
‫تقوضه‪.‬‬
‫على المذهب من ضربات قد ّ‬
‫شك إذن أ ّن اإلمــام اإلباضي في طور الكتمان في حالة تخف من‬
‫الحكام‪ ،‬ال يعلمه إالّ‬
‫فال ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫مريدوه ومناصروه‪ ،‬وهم مطالبون بستر خبر دعوته حفاظا عليه من فتك الجورة‪ ،‬ويتم أثناء ذلك‬
‫ّ‬
‫أشد‬
‫العلن‪.‬ولعل‬
‫تمسكهم بدينهم للمحافظة عليه وضمان استمراره في السر ال في‬
‫كتمان‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫اإلباضية ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫السبل الستمراره وبقائه‪.‬‬
‫المفارقات طرافة في رأينا تج ّلت في أ ّن إخفاء ّ‬
‫الدين كان أفضل ّ‬
‫السياسي اإلباضي‪ ،‬ثم أصبحت‬
‫فال جدال إذن في أ ّن إمامة الكتمان قد طبعت منطلقات الفكر ّ‬
‫ّ‬
‫والتراجع‪ ،‬ولم يكن هذا المبدأ القائم على‬
‫سلطة يلتجئ إليها المجتمع‬
‫اإلباضي في حاالت ّ‬
‫الضعف ّ‬
‫ّ‬
‫حد ذاته‪ ،‬بقدر ما كان وسيلة وتكتيكا لإلعداد لمرحلة هي مطمح هذا الفكر ومبتغاه‬
‫السرية غاية في ّ‬
‫ّ‬
‫وهي إمامة الظّهور‪.‬‬
‫والنّاحية األهم التي تميز إمامة الكتمان في تقديرنا‪ ،‬هي تعليق اإلمام العمل بعقوبة الحد‪،112‬‬
‫ّ‬
‫ومد‬
‫وصرف الجهد للحفاظ على وحدة المجتمع اإلباضي‪ ،‬ونشر تعاليم المذهب وعقيدته‬
‫سرا‪ّ ،‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫والسياسي‪.‬‬
‫العقدي‬
‫المستويين‬
‫على‬
‫ومغربا‬
‫مشرقا‬
‫التواصل بين الجماعات اإلباضية المتفرقة‬
‫جسور ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫والتستر‪:‬‬
‫ومما يُالحظ في إمامة الكتمان أيضا أنّها تتميز بطابعين ال يخرجان عن صفة الكتمان‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫التام عن النّشاط العلني وهذا يأتي في الظّروف التي‬
‫األول‪ :‬كتمان خفي ‪ ،‬وهو الركون‬
‫والركود ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫األولون ‪.‬‬
‫ة‬
‫اإلباضي‬
‫ة‬
‫األئم‬
‫عاشه‬
‫ما‬
‫وهذا‬
‫ار‬
‫والن‬
‫الحديد‬
‫ة‬
‫بقو‬
‫ويحكمون‬
‫السالطين‬
‫فيها‬
‫يطغى‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الثّاني‪ :‬وهو الكتمان المعتدل حيث يبرز اإلباضية بنشاطهم مع سائر أعضاء المجتمع الكبير في‬
‫ّ‬
‫الدولة الحاكمة ويكون هذا النّوع من الكتمان عندما يسمح بحرية الرأي وحرية النّشاط ‪ ،‬ولكن في‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ال‬
‫الحالتين‬
‫كلتا‬
‫بد من نصب إمام يقوم بقيادة المجتمع اإلباضي‪.113‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫مكننا من تالفي‬
‫الدين وأنواع اإلمامات عند‬
‫اإلباضية ‪ ،‬قد ّ‬
‫وجملة األمر أ ّن ِاستعراض مسالك ّ‬
‫ّ‬
‫والتداخل بين المصطلحين ‪ ،‬وإدراك سبل الفصل والوصل بينهما‪.‬فليست اإلمامة هي التي‬
‫الخلط ّ‬
‫الدعوة عند اإلباضية‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬ص ‪.96‬‬
‫محمد صالح ناصر‪ ،‬منهج ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الدرجيني‪ ،‬كتاب طبقات المشائخ بالمغرب‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬الجزء‪ ،1‬ص ‪.6‬‬
‫‪110‬‬
‫‪ّ 111‬‬
‫‪ 112‬عمرو خليفة النّامي‪ ،‬دراسات عن اإلباضية‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬ص ‪.283‬‬
‫ّ‬
‫األول ‪ ،‬ص ص ‪.331 ،330‬‬
‫‪ 113‬بكير بن بلحاج وعلي ‪ ،‬اإلمامة عند‬
‫اإلباضية بين النظريّة ّ‬
‫السنة والجماعة ‪ ،‬م‪.‬م ‪ ،‬الجزء ّ‬
‫والتطبيق مقارنة مع أهل ّ‬
‫ّ‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪256 (105‬‬
‫تمتد‬
‫في ّ‬
‫الشهادة‪ ،‬وهو إمامهم وقدوتهم‪ ،‬يأتمرون بأمره‪ .‬وعليه فإ ّن سلطته ملزمة ألتباعه فقط‪ ،‬وال ّ‬
‫‪102‬‬
‫الشراء‪.‬‬
‫إلى خارج دائرة ّ‬
‫الشراة عظيم عظم مسؤولية المسلمين في إقامة أحكام اهلل ‪،‬‬
‫تقدم‬
‫نتبين أ ّن هدف ّ‬
‫وبناء على ما ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ينصب أساسا على إزالة الظّلم والظّالمين وإسقاط هيبة السالطين الجورة‬
‫وهذا ما جعل نشاطهم‬
‫ّ‬
‫حتى ال يتم لهم ما يريدون‬
‫باألمة اإلسالمية من فساد وانحراف‪.103‬‬
‫وإفساد خططهم ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الدقيق والتنفيذ المحكم‬
‫ومن هنا فإ ّن نظام ّ‬
‫الشراة يعتبر نظاما ثوريّا محكما يعتمد على التخطيط ّ‬
‫ضد الظّلم والجور ‪ ،‬واإلباضية وحدهم يتميزون عن غيرهم من الفرق اإلسالمية بهذا‬
‫والوقوف ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫أدق األساليب التي وضعها فقهاء اإلباضية إلخــراج المسلمين من وضعية هم‬
‫النّظام وهو من ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫قوة وال ماال وال علما إلى الفئة القليلة وهي التي جاز لها الخروج خدمة‬
‫فيها ضعفاء ال يملكون ّ‬
‫‪104‬‬
‫أخص أوصاف اإلباضية‬
‫«الشراء من‬
‫التنصيص عليه في هذا المضمار أ ّن ّ‬
‫ومما يجدر ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ألمتها ‪ّ .‬‬
‫ّ‬
‫الشراء فال ينصرف إلى‬
‫‪...‬حتى أ ّن من‬
‫وأول من قام به أبو بالل مرداس بن حدير‬
‫الحق إذا أطلق ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫قط في غيرهم ‪...‬ولن يستطيع كاتب مح ّقق‬
‫سواهم‬
‫الشراء ّ‬
‫ممن ينسب إليه من الخوارج ‪ ،‬ولم يعرف ّ‬
‫ّ‬
‫الشراء في غير اإلباضية مهما حاول»‪.105‬‬
‫أن يجد ّ‬
‫ّ‬
‫إمامة الكتمان‪:‬‬
‫‪4.1‬‬
‫إمامة الكتمان عند اإلباضية مظهر من مظاهر اإلمامة القديمة‪ ،‬وأحد أنواعها األربعة‪ ،‬وهي‬
‫ّ‬
‫اإلمامة الصغرى‪ ،106‬التي بها يدار مسلك الكتمان‪.‬‬
‫وقد أشارت المؤلفات اإلباضية في هذا المضمار إلي مرحلة جابر بن زيد باعتباره رائدا إلمامة‬
‫ّ‬
‫محل إجماع‪ ،‬ففي موسوعة آثار‬
‫تتردد في اإلشارة إلى أ ّن نسبته إلى اإلباضية ليست‬
‫ّ‬
‫الكتمان‪ ،‬ولم ّ‬
‫ّ‬
‫اإلمام جابر بن زيد الفقهية‪ ،‬قال يحيى بن سعيد القطان‪“ :‬أخبرنا سعيد بن عامر وعفان بن مسلم‬
‫ّ‬
‫قاال حدثنا همام عن قتادة عن عزرة قال‪ :‬قلت لجابر بن زيد‪ :‬إ ّن اإلباضية يزعمون أنك منهم‪ ،‬قال‪:‬‬
‫أبرأ إلى اهلل منهم‪ ،‬قال سعيد في حديثه‪ :‬قلت له ذلك وهو يموت”‪.107‬‬
‫الدين‪ ،‬أصل‬
‫وفي مقابل هذا القول يرى ّ‬
‫الشماخي أ ّن “جابر بن زيد األزدي بحر العلم وسراج ّ‬
‫‪108‬‬
‫السير ورد أ ّن عبد اهلل بن إباض‬
‫المذهب واسمه‪ ،‬الذي قامت عليه آطامه” ‪ ،‬وفي موقع آخر من ّ‬
‫ونستشف من هذا القول إشارة إلى إمامتين‪ ،‬اإلمامة‬
‫«يصدر في أمره عن رأي جابر بن زيــد»‪،109‬‬
‫ّ‬
‫السياسية التي كان يتوالّها‬
‫السر‪ ،‬وإمامة الواجهة‬
‫العلمية‬
‫الفقهية التي كان يتوالّها جابر بن زيد في ّ‬
‫ّ ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫محمد صالح ناصر إلى أ ّن «بعض الكتابات المناوئة‬
‫الباحث‬
‫ذهب‬
‫ولئن‬
‫العلن‪،‬‬
‫في‬
‫إباض‬
‫بن‬
‫اهلل‬
‫عبد‬
‫ّ‬
‫‪102‬‬
‫‪103‬‬
‫‪104‬‬
‫‪105‬‬
‫‪106‬‬
‫‪107‬‬
‫‪108‬‬
‫‪109‬‬
‫م‪.‬ن‪ ،‬ص ص ‪282 -280‬‬
‫األول ‪ ،‬ص ‪.327‬‬
‫بكير بن بلحاج وعلي ‪ ،‬اإلمامة عند‬
‫اإلباضية بين النظريّة ّ‬
‫السنة والجماعة ‪ ،‬م‪.‬م ‪ ،‬الجزء ّ‬
‫والتطبيق مقارنة مع أهل ّ‬
‫ّ‬
‫األول ‪ ،‬ص ‪.328‬‬
‫بكير بن بلحاج وعلي ‪ ،‬اإلمامة عند‬
‫اإلباضية بين النظريّة ّ‬
‫السنة والجماعة ‪ ،‬م‪.‬م ‪ ،‬الجزء ّ‬
‫والتطبيق مقارنة مع أهل ّ‬
‫ّ‬
‫صححها وع ّلق عليها أبو اسحاق اطفيش الجزائري ‪ ،‬القاهرة ‪ ،1934 ،‬ص ‪.53‬‬
‫ّ‬
‫الشماخي والتالتي ‪ّ ،‬‬
‫مقدمة التوحيد وشروحها ‪ّ ،‬‬
‫مجموعة من الباحثين‪ ،‬معجم مصطلحات اإلباضية‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬الجزء‪ ،2‬ص ‪. 905‬‬
‫ّ‬
‫جابر بن زيد ‪ ،‬موسوعة آثار اإلمام جابر بن زيد الفقهية ‪ ،‬جمع وترتيب وتعليق إبراهيم بن علي بولرواح‪ ،‬ط‪ ، 1‬سلطنة عمان ‪ ،‬نشر جمعية التراث‪،‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪ ، 2005‬ص ‪.163‬‬
‫السير ‪ ،‬م‪.‬م ‪ ،‬الجزء‪ ،1‬ص ‪.182‬‬
‫ّ‬
‫الشماخي ‪ ،‬كتاب ّ‬
‫م‪.‬ن‪ ،‬ص ‪.189‬‬
‫‪(104) 257‬‬
‫‬
‫الشراء عند اإلباضية عن االستعراض‪ ،‬بقبول القاعد‪ 97‬وعدم البراءة‬
‫ومن جهة أخرى تنأى إمامة ّ‬
‫ّ‬
‫السيرة قول ابن ذكوان‪« :‬وحاللنا اليوم في دار قومنا حاللنا إذا خرجنا وحرامنا‬
‫منه‪ ،‬فقد ورد في ذات ّ‬
‫إذا خرجنا حرامنا اليوم في دار قومنا‪ ،‬نعلم بحمد اهلل أنّه ال يُحرم على الخارج منّا شيء هو للقاعد‬
‫ّ‬
‫يحل للقاعد منّا شيء هو على الخارج حرام»‪ .98‬ونعتقد أ ّن الخروج قد اُستعمل في هذا‬
‫حالل وال ّ‬
‫تطوعي‪ ،‬وليس على‬
‫الشراء عمل‬
‫الحيز الن‬
‫الشراء‪ ،‬ليفيد أ ّن االنخراط في إمامة ّ‬
‫صي بمعنى ّ‬
‫ّ‬
‫اختياري ّ‬
‫ّ ّ ّ‬
‫سبيل الوجوب والفرض‪ ،‬بل على سبيل االستحباب‪ ،‬لذلك فمن امتنع من القعدة عن قبول إمامة‬
‫تظل حقوقه محفوظة ضمن الجماعة اإلباضية‬
‫الشراء‪ ،‬وآثر القعود على الخروج‪ ،‬ال يُبرأ منه‪ ،‬بل ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫يتأتى له من اختياره هذا‪ ،‬في حين أ ّن مثل‬
‫التي ينتمي إليها‪ ،‬فال‬
‫أفضلية ّ‬
‫للشاري على القاعد إالّ بما ّ‬
‫ّ‬
‫التضارب مع ما ذهب إليه ابن األزرق وأصحابه الذين ال يقولون بالقعود‪،‬‬
‫هذا االعتقاد يتضارب ّ‬
‫كل ّ‬
‫‪99‬‬
‫“فك ّفروا قعدتهم واستحلوا دماءهم وأموالهم وحرموا واليتهم واالستغفار لهم” ‪.‬‬
‫ّ‬
‫الشراء في‬
‫ممن آثر القعود على ّ‬
‫فالشك إذن أ ّن إمامة ّ‬
‫ّ‬
‫الشراء‪ ،‬تتمايز عن االستعراض‪ ،‬وال تبرأ ّ‬
‫اطفي‬
‫قول‬
‫في‬
‫المنزع‬
‫هذا‬
‫د‬
‫ويتأك‬
‫‪،‬‬
‫اإلباضي‬
‫المجتمع‬
‫الشراء‬
‫حال‬
‫يجعلوا‬
‫لم‬
‫علماءنا‬
‫ن‬
‫أ‬
‫“غير‬
‫ش‪:‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫والدولة‪ ،‬فمن شاء فليشرِ نفسه ابتغاء مرضاة اهلل‪ ،‬ومن شاء قام‬
‫الوجوب والفرض كحال الظّهور ّ‬
‫ُم ْك َت ِتما بين ظهراني قومه‪ ،‬هذه سيرة المسلمين لم ينقم فيها خارجهم من مقيمهم‪ ،‬وال مقيمهم من‬
‫خارجهم‪ ،‬وليس األمر في ذلك على ما ذهب إليه غالبية الخوارج أ ّن المسلمين ال تسعهم اإلقامة‬
‫ّ‬
‫مقصرين»‪.100‬‬
‫مقصرين أو غير ّ‬
‫مع الجبابرة في الكتمان ّ‬
‫خط نقيض من لفظتي‬
‫ويحسن بنا أن نشير أيضا إلى أ ّن “القعود” و”اإلقــامــة” يقفان على ّ‬
‫السفر بوجهيه الحقيقي والمجازي‪ ،‬أي القتال الدائم‬
‫“الشراء” و”الخروج”‬
‫ّ‬
‫المحملتين بمعنى ّ‬
‫ّ‬
‫الشراة أنفسهم‪ ،‬وهي‬
‫والسفر إلى الجنّة التي في سبيلها باع ّ‬
‫ومحاربة الظّلم‪ ،‬أو االستعداد لالستشهاد ّ‬
‫محل اتّفاق بين علماء اإلباضية الذين أجمعوا على‬
‫مطمحهم وحلمهم‪ ،‬ونعتقد أ ّن هذا الرأي كان‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الحق‪ ،‬أو‬
‫الشراة كانوا على سفر‪ ،‬فليس لهم أن يقيموا في ديارهم قبل أن يزهق الباطل ويعلو‬
‫أ ّن ّ‬
‫ّ‬
‫أن يستشهدوا جميعا‪ ،‬منازلهم سيوفهم‪ ،‬فإذا ما عادوا إلى منازلهم األصلية لقضاء شأن مستعجل‪،‬‬
‫فعليهم أن يصلوا صالة سفر‪.‬‬
‫للتضحية بالنفس في‬
‫واستنادا إلى ما سبق نخلص إلى أ ّن إمام ّ‬
‫الشراء يُشترط فيه االستعداد ّ‬
‫األمة على تغيير حكم أعداء اهلل‬
‫تقل عن أربعين رجال لحث‬
‫سبيل اهلل‪ ،‬هو ومجموعته التي ال ّ‬
‫بقية ّ‬
‫ّ ّ‬
‫الشراة أنفسهم‬
‫الجائر‪ .101‬وما‬
‫الدين األخرى‪ ،‬أ ّن ّ‬
‫يميز إمام ّ‬
‫الشراء عن غيره من األئمة في مسالك ّ‬
‫ّ‬
‫هم الذين يختارون القائد المالئم لطبيعة المرحلة‪ ،‬وهو األكثر مقدرة وشجاعة وورعا وإيثارا ورغبة‬
‫الحكام‬
‫المحكمة بعد النّهروان على أتباع أبي بالل مرداس بن أديّة التميمي‪ ،‬الذين قعدوا عن الخروج على‬
‫‪ 97‬القعدة‪ :‬مفرده قاعد‪ ،‬وهو لفظ أطلقه فريق‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫المحكمة‪ ،‬وهي بمثابة البذرة التي أنتجت فيما بعد فرقة اإلباضية التي تميزت عن األزارقة وغيرها من فرق‬
‫األمويين‪ ،‬ويمثّل القعدة الفرقة المعتدلة من‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫للدين والعقل‪ ،‬اُنظر‪ :‬مجموعة من الباحثين‪ ،‬معجم مصطلحات‬
‫المتروي‬
‫المحكمة الهادئ‬
‫الخوارج المتطرفين‪ ،‬وكان قعودهم التزاما بمنهج‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫المحكم ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫اإلباضية‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬الجزء‪ ،2‬ص ص‪.868 ، 867‬‬
‫ّ‬
‫‪ 98‬سالم بن ذكوان‪ ،‬سيرة سالم بن ذكوان‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬ضمن كتاب ‪:‬‬
‫‪.The epistle of Salim Ibn Dhakwan, P144, Patricia Crone , Fritz Zimmerman‬‬
‫‪ 99‬م‪.‬ن‪ ،‬ص‪.102‬‬
‫‪ 100‬محمد بن يوسف اطفيش‪ ،‬شرح كتاب النّيل وشفاء العليل‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬الجزء‪ ،14‬ص‪.310‬‬
‫ّ‬
‫‪ 101‬عمرو خليفة النّامي‪ ،‬دراسات عن اإلباضية‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬ص ص ‪.278 ،277‬‬
‫ّ‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪258 (103‬‬
‫الشراء تتمثّل في اختيار رجل يجتمع عليه‬
‫وقد رأى كوبرلي أ ّن‬
‫“السيرة المناسبة لمسلك ّ‬
‫ّ‬
‫‪89‬‬
‫وتهمنا في هذا القول مسألة اختيار اإلمام‬
‫اإلباضية فيجعلون إليه الحقوق الّتي فرضها اهلل عليهم» ‪.‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫يوجه اإلباضية‬
‫الذي‬
‫هو‬
‫المسلك‬
‫ن‬
‫أ‬
‫أخرى‬
‫ة‬
‫مر‬
‫د‬
‫يؤك‬
‫ما‬
‫وهذا‬
‫الموضوعي‪،‬‬
‫الواقع‬
‫إكراهات‬
‫يالئم‬
‫بما‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫السياسي‬
‫إلى البحث عن إمامة تالئمه‪،‬‬
‫وتتقصد إمامة ّ‬
‫الشراء تغيير هذا الواقع بما يمليه عليها الفكر ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫اإلباضي‪.‬‬
‫ّ‬
‫الشراء أمر ال يجتمع عليه اإلباضية ك ّلهم‪ ،‬بل “على من خرج‬
‫ولكنّنا نعتقد أ ّن مبايعة إمام ّ‬
‫ّ‬
‫‪90‬‬
‫للشراء‪ .‬وقد‬
‫معه” فحسب‪ ،‬أي يجتمع ّ‬
‫الشراة وعددهم”من أربعين فما فوق” على إمام يبايعونه ّ‬
‫الشراء وتابعيه‪ ،‬فقد ورد في سيرة سالم بن‬
‫احتفظت ال ّذاكرة اإلباضية بسمات‬
‫خاصة وسمت إمام ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الدنيا‬
‫فيما‬
‫وازهدوا‬
‫وكرامتها‪،‬‬
‫اآلخرة‬
‫نعيم‬
‫من‬
‫فيه‬
‫اهلل‬
‫بكم‬
‫ذكوان «وارغبوا فيما ر ّغ‬
‫زهدكم اهلل فيه من ّ‬
‫ّ‬
‫‪91‬‬
‫وزينتها‪ ،‬وآثروا كتاب اهلل وطاعته على هوى أنفسكم» ‪ .‬ويبدو أ ّن خطاب بن ذكوان هذا مشدود إلى‬
‫الدنيا وزينتها‪،‬‬
‫والتنفير من ّ‬
‫حب اهلل على النّفس‪ّ ،‬‬
‫والتنفير‪ّ ،‬‬
‫الترغيب ّ‬
‫ثنائية ّ‬
‫الترغيب في اآلخرة وإيثار ّ‬
‫ّ‬
‫ويتأكد ذلك في قوله‪:‬‬
‫الدنيا‪،‬‬
‫ّ‬
‫الزهد فيها‪ ،‬ألن ال ّطريق إلى الجهاد ال يكون إالّ بمجانبة لهو ّ‬
‫ودعوة إلى ّ‬
‫مما تُح ّذرون إالّ بترك ما تشتهون‪ ،‬وخذوا نصيبكم من الجهاد في سبيل اهلل فإنّه أشرف‬
‫«ولن تنجوا ّ‬
‫‪92‬‬
‫التجارة التي ال تبور والتي تنجي من عذاب أليم» ‪ .‬ويتج ّلى‬
‫األعمال عند اهلل وأفضلها ثوابا‪ ،‬وهي ّ‬
‫الترغيب في الجهاد‬
‫لنا تكثيف حضور هذا المعنى في ال ّذهن‪ ،‬من خالل تذييل المتل ّفظ دعوته إلى ّ‬
‫ِيل ّ ِ‬
‫ِِ‬
‫باآلية‪﴿:‬ال َيستوِ ي ا ْل َق ِ‬
‫الضررِ وا ْلمج ِ‬
‫ِ‬
‫اع ُد َ ِ‬
‫اهلل ِبأَ ْم َو ِالهِ م‬
‫ون ِفي َسب ِ‬
‫اه ُد َ‬
‫َْ َ‬
‫ون م َن ا ْل ُم ْؤمن َ‬
‫ين َغ ْي ُر أُ ْولي َّ َ َ ُ َ‬
‫ْ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫اهللُ ا ْل ُح ْس َنى َو َف َّض َل‬
‫ين َد َر َج ًة َو ُكـال ًّ َو َع َد ّ‬
‫َوأَن ُف ِسهِ ْم َف َّض َل ّ‬
‫ين ِبأ ْم َوالهِ ْم َوأن ُفسهِ ْم َع َلى ا ْل َقاعد َ‬
‫اهللُ ا ْل ُم َجاهد َ‬
‫‪93‬‬
‫ِ ِ‬
‫ِِ‬
‫ِ‬
‫حجة االستشهاد‪ ،94‬وغايتها توضيح‬
‫ّ‬
‫ين َع َلى ا ْل َقاعد َ‬
‫اهللُ ا ْل ُم َجاهد َ‬
‫ين أَ ْجراً َعظيماً﴾ ‪ .‬وهي بمثابة ّ‬
‫أفضلية الجهاد على القعود وتكثيف حضوره في ال ّذهن‪ ،‬بجعل القيمة المجردة محسوسة‪ ،‬فيتسنّى‬
‫ّ‬
‫للمتقبل تمثّلها وهي في أرقى درجات س ّلم الفضيلة والثّواب‪.‬‬
‫ّ‬
‫وجل وإلى المسلمين‪ ،‬إن لم‬
‫عز‬
‫الشراء أشرف وأفضل‬
‫ّ‬
‫ونرجح أ ّن إمامة ّ‬
‫و»أحب األمور إلى اهلل ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪95‬‬
‫هور»‬
‫ظ‬
‫ال‬
‫على‬
‫يقدرون‬
‫يكونوا‬
‫الشراة إن شاؤوا أن يتس ّلموا األمور‬
‫أن‬
‫ذلك‬
‫على‬
‫به‬
‫يستدل‬
‫ا‬
‫ومم‬
‫‪،‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫التضحية بحياته من‬
‫الدفاع‪“ ،‬فإن لهم كل‬
‫الحق في ذلك ألن إمام ّ‬
‫ّ‬
‫خالل إمامة ّ‬
‫الشراء‪ ،‬بما له من ّنية ّ‬
‫‪96‬‬
‫الدفاع” ‪.‬‬
‫أجل المجتمع اإلباضي ‪ ،‬أحق بالقيادة من إمام ّ‬
‫‪89‬‬
‫بيير كوبرلي ‪ ،‬مدخل إلى دراسة اإلباضية وعقيدتها ‪:‬بحث مقارن في العقيدة اإلباضية في بالد المغرب وعمان ‪،‬‬
‫م‪.‬م ‪ ،‬ص‪.430‬‬
‫الشيخ محمد بن يوسف أطفيش ‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬ص ‪.190‬‬
‫السياسي عند‬
‫اإلباضية من خالل أراء ّ‬
‫‪ 90‬عدون جهالن ‪ ،‬الفكر ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪ 91‬سالم بن ذكوان‪ ،‬سيرة سالم بن ذكوان‪ ،‬ضمن كتاب ‪:‬‬
‫‪The epistle of Salim Ibn Dhakwan , United States , Oxford, Patricia Crone , Fritz Zimmerman‬‬
‫‪..University , 2001 , , PP50-52‬‬
‫‪ 92‬م‪.‬ن‪ ،‬ص ‪. 52‬‬
‫‪ 93‬النّساء ‪،‬اآلية ‪.95‬‬
‫‪ 94‬حجة االستشهاد غايتها توضيح القاعدة وتكثيف حضور األفكار في ال ّذهن‪ ،‬وربما كان االستشهاد أداة لتحويل‬
‫‪95‬‬
‫‪96‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫يقدم لنا من أمثلة حجاجية أهم مصدر‬
‫القاعدة من طبيعة مجردة إلى أخرى محسوسة‪،‬‬
‫ّ‬
‫ولعل القرآن الكريم فيما ّ‬
‫سورية ّ‬
‫مداخل ونصوص‪ ،‬ط‪ّ ،1‬‬
‫ّ‬
‫‪،‬صفحات‬
‫الحجاجية‪ ،‬اُنظر‪ :‬صابر الحباشة ‪ ،‬التداولية والحجاج ‪:‬‬
‫لهذه األشكال‬
‫ّ‬
‫للدراسات والنشر‪ّ ،‬‬
‫‪ ،2008‬ص ‪.49‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫محمد بن يوسف أطفيش‪ ،‬شرح كتاب النّيل وشفاء العليل‪ ، ،‬ط‪ ،1‬سلطنة عمان‪ ،‬وزارة التراث القومي والثقافة‪،‬‬
‫‪ ،1989‬الجزء‪ ، 14‬ص‪.310‬‬
‫عمرو خليفة النّامي‪ ،‬دراسات عن اإلباضية‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬ص ص‪.285، 284‬‬
‫ّ‬
‫‬
‫‪(102) 259‬‬
‫تعجل األمر قبل أن يصله المدد من ريغ‬
‫الفاطمي‪،‬‬
‫وتوجه إلى باغاي سنة ‪358‬هـــ‪968/‬م‪ ،‬ولكنّه ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪82‬‬
‫والزاب وورجالن‪ ،‬فحاصره‬
‫المعز وأخفقت ثورته ‪.‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫السلطة‬
‫تقدم أ ّن إمام ّ‬
‫مما ّ‬
‫الدفاع يُشترط فيه أن يكون عالما ذا مقدرة عسكرية رفيعة‪ ،‬له ّ‬
‫ونستنتج ّ‬
‫الكاملة ذاتها كإمام الظّهور إلى أن تبلغ الحرب نهايتها‪ ،‬وبنهاية الحرب تنحل إمامته تلقائيا لزوال‬
‫الشروط الموضوعية التي أوجدته‪ ،‬فال يكون لدى المسلمين أية صعوبة في إزاحته من منصبه‪ ،‬بعد‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫وإما‬
‫فإما الظّهور‪ّ ،‬‬
‫ذلك ينتخب المسلمون إمامهم الجديد مستأنسبن في ذلك بطبيعة المسلك ‪ّ ،‬‬
‫يخصها‪.‬‬
‫ولكل حالة إمام‬
‫الكتمان‪،‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الشراء‪:‬‬
‫‪ 3.1‬إمامة ّ‬
‫الشراء نوع من أنواع اإلمامة عند اإلباضية قديما‪ ،83‬وهو أن يبيع اإلنسان نفسه ابتغاء مرضاة اهلل‬
‫إمامة ّ‬
‫ّ‬
‫ِيل ّ ِ‬
‫ِِ‬
‫ِ‬
‫اهلل ﴾‪.84‬‬
‫ون ِفي َسب ِ‬
‫الج َّن َة يُ َق ِات ُل َ‬
‫اهلل ْاش َت َرى م َن ا ْل ُم ْؤمن َ‬
‫ين أَن ُف َس ُه ْم َوأَ ْم َوا َل ُهم ِبأَ َّن َل ُه ُم َ‬
‫لقوله تعالى‪ِ ﴿ :‬إ َّن ّ َ‬
‫تطوعي ضمن مسلك‬
‫الشراء عن غيرها من اإلمامات عند‬
‫وما‬
‫يميز إمامة ّ‬
‫اإلباضية‪ ،‬أنّها عمل ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الشراء بقصد مواجهة ظلم استشرى في المجتمع بسبب ظلم الحاكم واستفحال الفساد وأفول‬
‫ّ‬
‫الشراء على سبيل الوجوب والفرض‪ ،‬وإنّما على سبيل االستحباب‪ ،‬لذلك فمن‬
‫العدل‪ .‬وال يكون ّ‬
‫الشراة في األمر بالمعروف والنّهي عن المنكر‪ ،‬وفي‬
‫الشراء ال يبرأ منه‪ .‬ويجتهد ّ‬
‫امتنع عن قبول إمامة ّ‬
‫حث النّاس على تغيير الحكم الجائر دون التعرض للرعية وال لألموال‪ ،‬وال يجوز لهم إخافة النّاس‪،‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪85‬‬
‫الشراء إلى حكم الحرابة ‪.‬‬
‫وإن فعلوا ذلك انتقلوا من حكم ّ‬
‫الشراء يستقيم عند اإلباضية إذا “أرادوا أن يقاتلوا سلطانا ظالما‪ ،‬أو يستفتحوا‬
‫ويرى الكندي أ ّن ّ‬
‫ّ‬
‫بالدا فيها الجور‪ ،‬فالوجه في ذلك أن يقيموا إماما عادال فاضال‪ ،‬أل ّن األحكام ال تقوم إالّ باإلمام‪،‬‬
‫الحق والعدل‪ ،‬وبما حكم به في القرآن”‪.86‬‬
‫السلطان الظّالم الجائر‪ ،‬فيدعون إلى ّ‬
‫يسيرون مع اإلمام على ّ‬
‫السخط على النّظام الحاكم‪ ،‬دون‬
‫الشراء «يُلجأ إليه في حاالت‬
‫ّيتضح إذن أ ّن ّ‬
‫استثنائية تعبيرا عن ّ‬
‫ّ‬
‫ضد الظّلم والفساد‪ ،‬وتغيير‬
‫التعرض ألحد بالقتال»‪ .87‬ويرمي ّ‬
‫الشراة من وراء ذلك إلى إعالن الثّورة ّ‬
‫ّ‬
‫الشريعة منهاجا‪.‬‬
‫بديلة‬
‫ة‬
‫سياسي‬
‫سلطة‬
‫وإشاعة‬
‫‪،‬‬
‫ة‬
‫بالقو‬
‫جائر‬
‫حكم‬
‫نظام‬
‫تتوخى ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫تطوعيا إراديا‪ ،‬نابعا من القناعة ال ّذاتية‪ ،‬فإ ّن الميثاق المعقود بين اإلمام‬
‫ولئن كان ّ‬
‫الشراء أمرا ّ‬
‫ّ‬
‫كل واحد منهم‪،‬‬
‫الضرب من اإلمامة‪ ،‬فهو يربط اإلمام‬
‫شخصيا مع ّ‬
‫أشد صرامة في هذا ّ‬
‫والمقاتلين ّ‬
‫ّ‬
‫“فأبو بالل مرداس وعروة أبناء أديّة رضي اهلل عنهما خرجا بالعراق في أيّام يزيد بن معاويّة على عبيد‬
‫اهلل بن زياد‪ ،‬وإنّما كانت إمامته على من كان خرج معه”‪.88‬‬
‫‪82‬‬
‫‪83‬‬
‫‪84‬‬
‫‪85‬‬
‫‪86‬‬
‫‪87‬‬
‫‪88‬‬
‫معجم أعالم اإلباضية ‪ ،‬م‪.‬م ‪ ،‬الجزء ‪ ، 2‬ص ‪.477‬‬
‫ّ‬
‫مجموعة من الباحثين ‪ ،‬معجم مصطلحات اإلباضية ‪ ،‬م‪.‬م ‪ ،‬الجزء‪ ، 1‬ص‪.551‬‬
‫ّ‬
‫التوبة‪،‬اآلية ‪.111‬‬
‫ّ‬
‫مجموعة من الباحثين‪ ،‬معجم مصطلحات اإلباضية‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬الجزء‪ ،1‬ص‪.551‬‬
‫ّ‬
‫أبو بكر أحمد بن عبد اهلل بن موسى الكندي‪ ،‬المصنّف‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬الجزء‪ ،10‬ص ‪.52‬‬
‫فرحات الجعبيري‪ ،‬التجربة السياسية اإلباضية في المشرق والمغرب‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬ص ‪.34‬‬
‫ّ‬
‫ّ ّ‬
‫البرادي‪ ،‬الجواهر المنتقاة في إتمام ما أخل به كتاب الطّبقات‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬ص‪.67‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫)‪260 (101‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫لما «أرسل إليهم والي طرابلس خمسمائة فارس‪ ،‬فقاتلهم أبو حاتم‪،‬‬
‫إمام ّ‬
‫الدفاع‪ ،‬فقد كان شجاعا ّ‬
‫‪71‬‬
‫‪70‬‬
‫فهزمهم» ‪ .‬وأبدى من الحنكة والرأي حين خادع األعداء في حصار القيروان ‪“ ،‬فكمن لهم في‬
‫‪73 72‬‬
‫مكنه من حصار القيروان‪« 74‬أشهرا بل‬
‫الصبر والثّبات في القتال ما ّ‬
‫وادي ر ّقادة » ‪ ،‬وكان له من ّ‬
‫سنة»‪ ،75‬فاجتمع إباضية المغربين األدنى واألوسط تحت رايته‪« ،‬وأجابوا الطّاعة»‪ ،76‬وجمع أبو حاتم‬
‫ّ‬
‫الشجاعة والحنكة واألمانة والتح ّلي بأخالق الحرب‪ ،‬ويتج ّلى ذلك عندما «غضب‪ ،‬وقال‪ :‬إن‬
‫إلى ّ‬
‫‪َ 77‬‬
‫«ج ِرد» من القتلى اثر االنتصار على جند‬
‫تردوا أسالبهم‪ ،‬اعتزلت واليتكم» ‪ ،‬بعد أن وجد من‬
‫لم ّ‬
‫ُّ‬
‫الدفاع بقوله‪« :‬ولوال‬
‫والي طرابلس‪ ،‬وقد ألمع ّ‬
‫الشماخي من خالل أبي حاتم إلى أبرز سمات إمام ّ‬
‫الشهادة في وقعة‬
‫ورعه وحزمه ما بايعه اإلباضية إمام دفاع‪ ،‬وفعال لقد قام‬
‫بمهمته أحسن ّقيام إلى ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫مغدامس‪.79»78‬‬
‫أقل درجة وشأنا من إمامة الظّهور في تصنيف اإلباضية‪ ،‬فإنّها في رأينا‬
‫الدفاع ّ‬
‫ولئن كانت إمامة ّ‬
‫ّ‬
‫التهديد والمداهمة‪،‬‬
‫ال ّ‬
‫تقل قيمة وال خطورة‪ ،‬ألنّها تنهض على مقاومة المعتدي عند الغارة وحاالت ّ‬
‫والسياسية من األفول‪.‬‬
‫الدين والهويّة المذهبية والثقافية‬
‫حفاظا على ّ‬
‫ّ ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫للتضحية بالنّفس‪ ،‬واستعداد إليثار‬
‫وال يخفى فوق ما سبق أ ّن إمامة ّ‬
‫الدفاع‪ ،‬ضرب من اإلقدام ّ‬
‫ّ‬
‫المتربصين بالمجتمع اإلباضي‪،‬‬
‫الجماعة على ال ـ ّذات‪ ،‬وإليها توكل حماية الثّغور من األعــداء‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الدفاع قد استشهدوا ذودا عن كيانهم وصونا لمذهبهم‪ ،‬ودونك عبد اهلل بن‬
‫ناهيك أ ّن ّ‬
‫جل أئمة ّ‬
‫‪80‬‬
‫وهب‬
‫والدفاع” ‪ ،‬وأبو حاتم‬
‫للسياسة ّ‬
‫الراسبي الذي اختير قبل معركة النّهروان‪ ،‬فكان “إماما عاما ّ‬
‫ّ‬
‫للشيطان‪ ،‬وال طلب الراحة للبقاء‪ ،‬بل جرد سيفه‪ ،‬وأقام دين‬
‫الملزوزي الذي”منذ بويع وما استكان ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪81‬‬
‫الدفاع البارزين عند اإلباضية‪،‬‬
‫أئمة ّ‬
‫اهلل طاعة فقاتل جنود الظّلم” ‪ .‬ويمكن أن نذكر أيضا من ضمن ّ‬
‫ّ‬
‫ضد جور‬
‫أبا خزر يغلي بن زلتاف الذي كان له نشاط سياسي‬
‫هام‪ ،‬إذ قاد ثورة مس ّلحة ّ‬
‫ّ‬
‫عسكري ّ‬
‫ّ‬
‫المعز‬
‫لقتال‬
‫جيشا‬
‫وحشد‬
‫دفاع‪،‬‬
‫إمام‬
‫فبويع‬
‫مخلد‪،‬‬
‫العبيديين‪ ،‬انتقاما لمقتل زميله أبي القاسم يزيد بن‬
‫ّ‬
‫‪70‬‬
‫‪71‬‬
‫م‪.‬ن‪ ،‬ص ‪. 259‬‬
‫‪72‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫السير‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬الجزء‪ ،3‬ص ‪.853‬‬
‫الحموي ‪ ،‬معجم البلدان ‪ ،‬المج ّلد ‪ ، 3‬ص‪ .55‬واُنظر كذلك‪ّ :‬‬
‫الشماخي‪ ،‬كتاب ّ‬
‫م‪.‬ن‪ ،‬الجزء‪ ،2‬ص ‪. 259‬‬
‫مصرت في اإلسالم في أيّام معاوية‪ ،‬وهي‬
‫القيروان‪:‬حاضرة إفريقية منذ نشأتها سنة ‪50‬هـ‪670/‬م إلى أواسط القرن ‪5‬هـ‪11/‬م‪ ،‬وهي مدينة عظيمة‬
‫بإفريقية‪ّ ،‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫في وسط البالد‪ ،‬وقد اختار عقبة بن نافع هذا الموضع لبعده عن البحر ّاتقاء غزوات األعداء‪ ،‬اُنظر‪ :‬ياقوت الحموي‪ ،‬معجم البلدان‪ ،‬المج ّلد‪ ، 4‬ص‬
‫السير‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬الجزء‪ ،3‬ص ‪.859‬‬
‫ص‪ .421 ،420‬واُنظر كذلك‪ّ :‬‬
‫الشماخي‪ ،‬كتاب ّ‬
‫م‪.‬ن‪ ،‬الجزء‪ ، 2‬ص ‪. 259‬‬
‫م‪.‬ن‪ ،‬ص ‪. 259‬‬
‫م‪.‬ن‪ ،‬ص ‪. 259‬‬
‫والزعفران‪ ،‬شرقي طرابلس‪ ،‬انهزم فيه اإلباضية بقيادة أبي حاتم الملزوزي سنة ‪155‬هـ‪772/‬م‪ ،‬اُنظر‪:‬‬
‫مغدامس‪ :‬موضع‬
‫بالسرت بين بورتمة ّ‬
‫ساحلي ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫السير‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬الجزء‪ ،3‬ص ‪.873‬‬
‫مجموعة من الباحثين ‪ ،‬معجم مصطلحات‬
‫اإلباضية‪ ،‬الجزء‪ ،2‬ص‪ .959‬واُنظر كذلك‪ّ :‬‬
‫الشماخي‪ ،‬كتاب ّ‬
‫ّ‬
‫‪73‬‬
‫‪74‬‬
‫‪75‬‬
‫‪76‬‬
‫‪77‬‬
‫‪78‬‬
‫‪79‬‬
‫‪80‬‬
‫‪81‬‬
‫جندي‪،‬‬
‫المؤرخين بثالثمائة وثالثين ألف‬
‫قدره بعض‬
‫كان له جيش لم يجتمع ألحد من اإلباضية‬
‫بإفريقية مثله قبله‪ّ ،‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫شارك به سنة ‪151‬هـ‪768/‬م في الثورة ّ‬
‫عمرو بن حفص والي افريقية‪ ،‬ودخل به مدينة طرابلس‪ ،‬فاستولى‬
‫ضد‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫بشار األسري عامل عمرو بن حفص على طرابلس‪ ،‬وواصل‬
‫عليها سنة ‪153‬هـ‪770/‬م بعد هزيمة جيش الجنيد بن ّ‬
‫هجوماته فحاصر القيروان‪ ،‬ودخلها اإلباضية سنة ‪154‬هـ‪771/‬م بعد عام من الحصار‪ ،‬انهزم أبو حاتم وجيشه في‬
‫مغدامس سنة ‪155‬هـ‪772/‬م‪ ،‬اُنظر‪ :‬معجم ّأعالم اإلباضية‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬الجزء ‪ ،2‬ص ‪.475‬‬
‫ّ‬
‫رقادة‪ :‬مدينة أميرية بإفريقية قرب القيروان بناها إبراهيم الثاني األغلبي سنة ‪263‬هـ‪877/‬م‪ ،‬بينها وبين القيروان أربعة أيام‪ ،‬انظر‪ :‬ياقوت الحموي‪ ،‬ياقوت‬
‫ّ‬
‫ُ‬
‫فرحات الجعبيري‪ ،‬التجربة السياسية اإلباضية في المشرق والمغرب‪ ،‬بحث مرقون‪ ،‬مكتبة فرحات الجعبيري ‪،‬‬
‫ّ‬
‫ّ ّ‬
‫دت ‪ ،‬ص ‪.139‬‬
‫محمد علي دبوز‪ ،‬تاريخ المغرب الكبير‪ ،‬طبعة الكترونية‪ ،‬مؤسسة تاوالت الثقافية‪ ،2010 ،‬الجزء ‪ ،2‬ص ‪.331‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫عدون جهالن ‪ ،‬الفكر السياسي عند اإلباضية من خالل أراء الشيخ محمد بن يوسف أطفيش‪ ،‬م‪.‬م ‪ ،‬ص ‪.187‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪(100) 261‬‬
‫‬
‫مما سبق اختالفا في إمامات الظّهور عند اإلباضية‪ ،‬فلئن ّاتسمت اإلمامة الرستمية‬
‫ونستخلص ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫والزمني‪ ،‬فكان الظّهور فيها يميل إلى الكمال‪ ،‬فإ ّن إمامات‬
‫والتطور‪ ،‬واالمتداد الجغرافي ّ‬
‫بالنّماء ّ‬
‫األئمة‬
‫السابقة لها في المشرق والمغرب‪ ،‬اتّسمت بعدم االستقرار وقصر العمر‪ ،‬وموت‬
‫الظّهور ّ‬
‫ّ‬
‫المرجوة وال‬
‫كل األهداف‬
‫مهزومين في الحرب‪ ،‬فكان الظّهور فيها ناقصا أو ضعيفا ألنّها «ال تح ّقق ّ‬
‫ّ‬
‫‪62‬‬
‫تبلغ كمال الظّهور‪ ،‬وال اإلمامة العظمى‪ ،‬فتضعف عن تطبيق بعض المبادئ‬
‫السياسية» ‪.‬‬
‫ّ ّ‬
‫الشرع اإلسالمي‪،‬‬
‫ويُشترط في إمام الظّهور أن يسير على تعاليم المذهب‬
‫اإلباضي‪ ،‬ووفق منهج ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ويرد المظالم‪ ،‬ويحفظ الثّغور‪ ،‬ويحمل دعوة‬
‫فين ّفذ أحكام اهلل‪ ،‬ويقيم الحدود‪ ،‬ويصون الحقوق‪،‬‬
‫ّ‬
‫الدولة حينئذ تكون قد ظهرت على غيرها‪ ،‬بعد أن تكاملت فيها جميع‬
‫اإلسالم إلى بالد الكفر‪ ،‬أل ّن ّ‬
‫الوظائف‬
‫العامة واألساسية ‪.63‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الدفاع‪:‬‬
‫‪2.1‬‬
‫إمامة ّ‬
‫أقل درجة وشأنا من إمامة‬
‫يذهب‬
‫الدفاع مرحلة من مراحل اإلمامة‪ ،‬وهي ّ‬
‫اإلباضية إلى أ ّن إمامة ّ‬
‫ّ‬
‫الضرورة‪ ،‬وذلك عند مداهمة‬
‫الظّهور‪ ،‬وتكون عادة بين الظّهور والكتمان‪ ،‬وال يلجأ إليها إالّ عند ّ‬
‫الدولة الظّاهرة‪ ،‬أو اعتداء على دولتهم إن كانوا في‬
‫عدو لجماعة المسلمين إذا كانوا في مرحلة ّ‬
‫ّ‬
‫مسلك الكتمان‪.64‬‬
‫الدفاع‪ ،‬فال يشغل المسلمين فيها سوى‬
‫الدفاع أل ّن مدار تلك المرحلة على ّ‬
‫وقد ُس ّميت بإمامة ّ‬
‫الدولة والظّهور على األعداء فال يكونان من أوكد اهتمامهم‪،‬‬
‫حفظ أنفسهم ودينهم وكيانهم‪ّ ،‬أما إقامة ّ‬
‫ذلك أ ّن المسلمين قد ضعفوا وتخلفوا عن شرف الظّهور‪ ،‬لنقص إمكانياتهم وق ّلة عددهم‪ ،‬فيصبح‬
‫الدفاع واجبا‪ .‬حينها يلجأ اإلباضية إلى اختيار إمام يقود الجماعة السترجاع حقوقهم‪ ،‬وتدعى‬
‫أمر ّ‬
‫ّ‬
‫‪65‬‬
‫الدفاع ‪.‬‬
‫إمامته بإمامة ّ‬
‫الدفاع‪ ،‬إذا هــدأت األوضــاع واستقرت‪ ،‬تــزول إمامته بزوال‬
‫وال يخفى فوق ما سبق أ ّن إمــام ّ‬
‫‪66‬‬
‫السير”‬
‫الدفاع عند‬
‫موجباتها ‪ .‬ومن أشهر أئمة ّ‬
‫إباضية المغرب‪ ،‬أبو حاتم الملزوزي‪ ،‬فقد ورد في ّ‬
‫ّ‬
‫أبو الخطّاب إمام ظهور‪ ،‬وأبو حاتم إمام دفاع”‪. 67‬‬
‫للدفاع بطرابلس سنة ‪145‬ه ـــ‪762/‬م‪ ،‬بعد القضاء على إمامة أبي‬
‫ولقد بويع أبو حاتم إماما ّ‬
‫يقتل‬
‫عدو اهلل‬
‫السمح المعافري‪ ،‬فقد‬
‫محمد بن األشعث المسلمين‪ّ ،‬‬
‫“تتبع ّ‬
‫الخ ّطاب عبد األعلى بن ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ويستذل”‪ ،68‬فكان لزاما على‬
‫الدفاع عن النّفس بعد أن “ضعفت شوكتهم”‪ ،69‬فطمع‬
‫ّ‬
‫اإلباضية ّ‬
‫ّ‬
‫السير عن ذكر ما تح ّلى به أبو حاتم من سمات ُتشترط في‬
‫فيهم‬
‫ّ‬
‫العدو‪ .‬ولم يغفل صاحب كتاب ّ‬
‫‪62‬‬
‫‪63‬‬
‫‪64‬‬
‫‪65‬‬
‫‪66‬‬
‫‪67‬‬
‫‪68‬‬
‫‪69‬‬
‫الشيخ محمد بن يوسف أطفيش ‪ ،‬م‪.‬م ‪ ،‬ص ‪.180‬‬
‫السياسي عند‬
‫اإلباضية من خالل أراء ّ‬
‫عدون جهالن ‪ ،‬الفكر ّ‬
‫ّ‬
‫م‪.‬ن‪ ،‬ص ‪.180‬‬
‫مجموعة من الباحثين ‪ ،‬معجم مصطلحات اإلباضية ‪ ،‬م‪.‬م ‪ ،‬الجزء‪ ، 1‬ص‪.377‬‬
‫ّ‬
‫الشيخ محمد بن يوسف أطفيش‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬ص ‪.185‬‬
‫السياسي عند‬
‫اإلباضية من خالل أراء ّ‬
‫عدون جهالن ‪ ،‬الفكر ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫مجموعة من الباحثين‪ ،‬معجم مصطلحات اإلباضية‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬الجزء‪ ،1‬ص‪.378‬‬
‫ّ‬
‫السير‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬الجزء‪ ،2‬ص ‪. 263‬‬
‫ّ‬
‫الشماخي‪ ،‬كتاب ّ‬
‫م‪.‬ن‪ ،‬ص ‪. 258‬‬
‫م‪.‬ن‪ ،‬ص ‪. 258‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪262 (99‬‬
‫ورد‬
‫العدو‪ .50‬ويتولّى إمام الظّهور رئاسة الحكم في المجتمع المسلم‪ ،‬ويتم اختياره بالبيعة ‪.51‬‬
‫الظّالم‪ّ ،‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫تعد في نظر اإلباضية أفضل المراحل ألنّها هي األصل‪ ،‬وهي”الهدف‬
‫ويبدو أ ّن مرحلة إمامة الظّهور ّ‬
‫ّ‬
‫الذي يقاتل ويستشهد في سبيله اإلباضية “‪ .52‬وقد ُسئل ابن محبوب عن اإلظهار هل فيه وقت؟‪،‬‬
‫ّ‬
‫لهم‬
‫ن‬
‫فيتبي‬
‫اس‪،‬‬
‫الن‬
‫على‬
‫قال‪:‬ال نعلم فيه وقتا‪ ،‬إالّ أن يقوى‬
‫الحق وينسبه لهم‪ ،53‬قيل‪ :‬فإ ّن النّاس‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫وربما‬
‫ربما قدر‬
‫وربما لم يقدر في عشرة آالف‪ّ ،‬‬
‫الرجل في األربعين‪ّ ،‬‬
‫يقولون‪ :‬أربعين رجال‪ ،‬قال‪ّ :‬‬
‫ّ‬
‫ينظر في تبليغ‬
‫الحجة‪.54‬‬
‫ّ‬
‫وتتذاكر مؤلّفات اإلباضية «تولية أبي الخطّاب المعافري»‪ ،55‬إماما للظّهور بطرابلس‪ ،‬أل ّن هذه‬
‫ّ‬
‫تعد فاتحة إمامات الظّهور لدى المغاربة‪ّ ،‬أما‬
‫ال ّلحظة مفصلية في تاريخ‬
‫إباضية المغرب‪ ،‬ذلك أنّها ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫المشارقة فقد سبقوا إلى ذلك‪ ،‬رغم قصر عمر مثل تلك اإلمامات‪ ،‬ففي اليمن فزع النّاس إلى عبد‬
‫اهلل بن يحي‪ ،‬بعد أن ظهر باليمن وحضر موت جور كثير “فكاتب أبا عبيدة‪ ،‬فقال‪ :‬إن استطعت فال‬
‫‪57‬‬
‫‪56‬‬
‫وقسم ما وجد من مال على الفقراء»‪،58‬‬
‫تبقى يوما واحدا” ‪ ،‬فعمل بهذه النّصيحة «ودخل صنعاء ‪ّ ،‬‬
‫ّأما في ُعمان «فقد أثمرت جهود العمل السري للدعوة اإلباضية‪ ،‬في إقامة اإلمامة األولى حيث تم‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫اختيار الجلندي بن مسعود إماما للمسلمين اإلباضية‪ ،‬داعين المسلمين في األقاليم إلى مبايعته خليفة‬
‫ّ‬
‫جديدا»‪ ،59‬وبهذه الطّريقة تصبح إمامة الظّهور تتويجا لسيرورة من الجهود واإلخفاقات والنّجاحات‬
‫السلطة التي يتسنّى بواسطتها‬
‫عبر المسالك الوعرة التي تسبق الظّهور‪ ،‬فتغدو اإلمامة الكبرى هي ّ‬
‫«الدولة حينئذ تكون قد ظهرت على غيرها بعد‬
‫إقامة الحدود‪ ،‬وتنفيذ حقوق اهلل وحقوق العباد أل ّن ّ‬
‫العامة واألساسية ويكون المجتمع اإلسالمي فيها حرا مستقالّ ذا‬
‫أن تكاملت فيها جميع الوظائف‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫سيادة في أرضه» ‪.60‬‬
‫المتأمل في إمامات الظّهور عند اإلباضية‪ ،‬يلحظ اختالفا بينها في‬
‫وال جــدال في أ ّن‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫االمتداد الزمني والجغرافي‪ ،‬ففي رأينا أ ّن إمامة الظّهور‬
‫المجسمة في الدولة الرستمية كانت تمثّل‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫تطورها وازدهارها واستغناء اإلمام عبد الرحمان‬
‫الشماخي بمالمح‬
‫“الظّهور الكامل”‪ ،‬فقد أخبرنا‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫فلما “أرسلوا له بما يقرب من‬
‫بن رستم عن مساعدة إباضية المشرق بعد أن‬
‫ّ‬
‫اشتد عود تيهرت‪ّ ،‬‬
‫ّ‬
‫عشرة أحمال أو أزيد بقليل‪ ،‬قال للرسل‪ :‬ارجعوا بما لكم‪ ،‬فإ ّن أربابه أحوج إليه منّا‪ ،‬ألنّنا في أرض‬
‫ّ‬
‫استولى عليها العدل‪ ،‬وهم في بالد غلب عليهم الجور”‪. 61‬‬
‫‪50‬‬
‫‪51‬‬
‫‪52‬‬
‫‪53‬‬
‫‪54‬‬
‫‪55‬‬
‫‪56‬‬
‫‪57‬‬
‫‪58‬‬
‫‪59‬‬
‫‪60‬‬
‫‪61‬‬
‫مجموعة من الباحثين‪ ،‬معجم مصطلحات اإلباضية‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬الجزء‪ ،2‬ص‪.659‬‬
‫ّ‬
‫م‪.‬ن‪ ،‬ص‪.658‬‬
‫الشيخ محمد بن يوسف أطفيش‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬ص‪.178‬‬
‫السياسي عند‬
‫اإلباضية من خالل أراء ّ‬
‫عدون جهالن‪ ،‬الفكر ّ‬
‫ّ‬
‫أبو بكر أحمد بن عبد اهلل بن موسى الكندي ‪ ،‬المصنّف ‪،‬ط‪ ، 1‬سلطنة عمان‪ ،‬وزارة التراث القومي والثقافة‪ ،‬دت‪ ،‬ج‪ ،10‬ص ‪.51‬‬
‫م‪.‬ن‪ ،‬ص ‪.51‬‬
‫السير‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬الجزء‪ ،2‬ص ‪.247‬‬
‫ّ‬
‫الشماخي‪ ،‬كتاب ّ‬
‫م‪.‬ن‪ ،‬ص‪. 213‬‬
‫وستون ميال‪ ،‬اُنظر‪ :‬ياقوت الحموي‪ ،‬معجم البلدان‪ ،‬م‪.‬م‪،‬‬
‫الصنعة‪ ،‬وبينها وبين عدن ثمانية ّ‬
‫صنعاء‪ :‬موضعها باليمن‪ ،‬وهي حاضرته‪ ،‬منسوبة إلى جودة ّ‬
‫السير‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬الجزء‪ ،3‬ص ‪.859‬‬
‫المج ّلد‪ ،3‬ص ص‪ .426 ،425‬واُنظر كذلك‪ّ :‬‬
‫الشماخي‪ ،‬كتاب ّ‬
‫السير‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬الجزء‪ ،1‬ص‪. 213‬‬
‫ّ‬
‫الشماخي‪ ،‬كتاب ّ‬
‫فاروق عمر فوزي‪ ،‬اإلمامة اإلباضية في عمان‪ ،‬ط‪ ،1‬األردن‪ ،‬جامعة آل البيت‪ ،1997 ،‬ص ‪.34‬‬
‫ّ‬
‫الشيخ محمد بن يوسف أطفيش ‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬ص ص‪.179 ،178‬‬
‫السياسي عند‬
‫اإلباضية من خالل أراء ّ‬
‫عدون جهالن ‪ ،‬الفكر ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫السير‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬الجزء‪ ،2‬ص ص ‪.267 ،266‬‬
‫ّ‬
‫الشماخي‪ ،‬كتاب ّ‬
‫‬
‫‪(98) 263‬‬
‫أنواع اإلمامة عند اإلباضية‪:‬‬
‫‪.1‬‬
‫ّ‬
‫الصلة بموضوع مسالك‬
‫يحسن بنا أن نشير في‬
‫ّ‬
‫مستهل هذا المبحث إلى أ ّن مسألة اإلمامة وثيقة ّ‬
‫‪46‬‬
‫تتوخى فصال منهجيا في‬
‫فجل مؤلّفات اإلباضية ‪ ،‬تكاد ال‬
‫التماهي والخلط بينهما ‪ّ ،‬‬
‫ّ‬
‫الدين إلى ّ‬
‫ّ‬
‫حد ّ‬
‫ّ‬
‫التداخل بين المصطلحين‪ ،‬من ذلك‬
‫فيها‬
‫غلب‬
‫فقد‬
‫‪،‬‬
‫و»اإلمامة»‪،‬‬
‫«المسلك»‬
‫مصطلحي‬
‫بين‬
‫مييز‬
‫الت‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الدين‬
‫«يختص الفكر‬
‫قول بكير بن بلحاج وعلي ‪:‬‬
‫تسمى بمسالك ّ‬
‫ّ‬
‫اإلباضي بطرحه نماذج لإلمامة ّ‬
‫ّ‬
‫كل األوضاع العصبية التي قد تصادفها مع المحافظة على‬
‫لألمة‬
‫اإلسالمية حلوال ّتتفق مع ّ‬
‫ّ‬
‫ليقدموا ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪47‬‬
‫المبادئ اإلسالمية» ‪.‬‬
‫ّ‬
‫والشراء والكتمان‪،‬‬
‫والدفاع ّ‬
‫التمييز بين المستويين ‪ ،‬ونود أن ّ‬
‫نذكر بأ ّن مسالك الظّهور ّ‬
‫بيد أنّنا نروم ّ‬
‫التاريخية‬
‫هي مراحل يعيشها المجتمع‬
‫والسياسية‬
‫السياقات ّ‬
‫قوته أو ضعفه‪ ،‬في ّ‬
‫اإلباضي حسب درجة ّ‬
‫ّ ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الدفاع والكتمان ُفرضا على اإلباضية فرضا ‪ ،‬ولم يرضوهما‬
‫واالجتماعية ‪ ،‬علما وأ ّن مسلكي ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫السياسي به ‪ ،‬بل هو‬
‫للوعي‬
‫وسابق‬
‫خارج‬
‫موضوعي‬
‫معطى‬
‫المسلك‬
‫ن‬
‫فإ‬
‫وعليه‬
‫اختيارا‪.‬‬
‫ألنفسهم‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫التاريخية‪ .‬واستنادا إلى‬
‫الوجود االجتماعي والتاريخي للفرقة‬
‫اإلباضية في لحظة ما من سيرورتها ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪48‬‬
‫الدولة» ‪.‬‬
‫المسلك يستنبط «التخطيط إلقامة ّ‬
‫لتجسم الوعي‬
‫يتبدى لنا أ ّن اإلمامة في المجتمع اإلباضي ترتقي‬
‫نتدبر برويّة هذا األمر ‪ّ ،‬‬
‫وحين ّ‬
‫ّ‬
‫السياسية المحكمة المالئمة إلدارة المسلك‬
‫بال ّلحظة التاريخية االجتماعية نحو استنباط الخطة‬
‫ّ ّ ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫والدينية واآللية التي يُفترض أن‬
‫السياسية‬
‫لطة‬
‫الس‬
‫رأس‬
‫اإلمامة‬
‫عتبر‬
‫ت‬
‫جاه‬
‫االت‬
‫هذا‬
‫نفس‬
‫القائم ‪ ،‬وفي‬
‫ّ‬
‫ُ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ ّ‬
‫نتحدث عن أنواع اإلمامة‬
‫الصدد يمكننا أن‬
‫تتالءم مع ّ‬
‫ّ‬
‫كل مرحلة من المراحل المذكورة ‪ ،‬وفي هذا ّ‬
‫كل مسلك أو مرحلة ‪ ،‬واستنبطوها بعد أن أداموا النّظر فيها لتتكيف مع‬
‫التي ابتدعها‬
‫اإلباضية حسب ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫المحدد‪.‬‬
‫والتاريخي‬
‫الس‬
‫ّ‬
‫ياسي ّ‬
‫الظّرف ّ‬
‫ّ‬
‫وفن التأقلم مع الممكن‬
‫وانطالقا من هذا االعتبار نرى أ ّن اإلمامة هي آلية‬
‫التكيف مع المسلك ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الديني‬
‫اإلباضي‬
‫أن‬
‫الش‬
‫لتسيير‬
‫المالئمة‬
‫ة‬
‫ط‬
‫الخ‬
‫السياسي للتأثير فيه وتغييره‪ .‬وهــي التي ترسم‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫والسياسي ‪ ،‬وتعمل بشكل جدلي يقوم على التأثير والتأثّر لتطوير المسلك والحفاظ‬
‫واالجتماعي‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الدفاع أو‬
‫بمسالك‬
‫المرور‬
‫عبر‬
‫إليه‬
‫ية‬
‫المؤد‬
‫بل‬
‫الس‬
‫إيجاد‬
‫أو‬
‫‪،‬‬
‫هور‬
‫ظ‬
‫ال‬
‫بمسلك‬
‫األمر‬
‫عليه إذا تع ّلق‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الشراء أو الكتمان‪ ،‬وعلى اإلمام أن “يتقيد بضوابط المرحلة التي بويع لها “‪.49‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪1.1‬‬
‫إمامة الظّهور‪:‬‬
‫إمامة الظّهور مظهر من مظاهر اإلمامة‪ ،‬وهي اإلمامة الكبرى‪ ،‬ويكون أمر المؤمنين فيها ظاهرا‪،‬‬
‫بحيث يستطيعون تنفيذ األحكام وإقامة الحدود‪ ،‬واألمر بالمعروف‪ ،‬والنّهي عن المنكر‪ ،‬ومحاربة‬
‫‪46‬‬
‫‪47‬‬
‫‪48‬‬
‫‪49‬‬
‫محمد صالح ناصر‪،‬‬
‫الشيخ محمد بن يوسف أطفيش‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬ص‪ .177‬اُنظر أيضا‪:‬‬
‫السياسي عند‬
‫اإلباضية من خالل أراء ّ‬
‫اُنظر‪ :‬عدون جهالن‪ ،‬الفكر ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫منهج الدعوة عند اإلباضية‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬ص‪ .216‬واُنظر كذلك‪ :‬عمرو خليفة النّامي‪ ،‬دراسات عن اإلباضية‪ ،‬ترجمة مخائيل خوري وماهر جرار‪ ،‬ط‪ ،1‬بيروت‪،‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫دار الغرب اإلسالمي‪ ، 2001 ،‬ص ‪ ، 275‬و مهدي طالب هاشم ‪ ،‬الحركة اإلباضية في المشرق العربي ‪ ،‬م‪.‬م ‪ ،‬ص‪.263‬‬
‫ّ‬
‫السنة والجماعة ‪ ،‬م‪.‬م ‪ ،‬الجزء الثّاني ‪ ،‬ص ‪.618‬‬
‫بكير بن بلحاج وعلي ‪ ،‬اإلمامة عند‬
‫اإلباضية بين النظريّة ّ‬
‫والتطبيق مقارنة مع أهل ّ‬
‫ّ‬
‫الشيخ محمد بن يوسف أطفيش‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬ص‪.177‬‬
‫السياسي عند‬
‫اإلباضية من خالل أراء ّ‬
‫عدون جهالن‪ ،‬الفكر ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫مجموعة من الباحثين‪ ،‬معجم مصطلحات اإلباضية‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬الجزء‪ ،1‬ص‪.56‬‬
‫ّ‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪264 (97‬‬
‫المرشح‬
‫الصفة في‬
‫الشورى‪ :‬وهي من مقتضيات العدل لذلك فإ ّن‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫اإلباضية يلزمون تو ّفر هذه ّ‬
‫ّ‬
‫والدراية وأهل‬
‫تر‬
‫الس‬
‫“لذوي‬
‫مشاورا‬
‫اإلمام‬
‫يكون‬
‫أن‬
‫اطفيش‬
‫يخ‬
‫الش‬
‫األئمة‬
‫قطب‬
‫يوجب‬
‫إذ‬
‫‪،‬‬
‫لإلمامة‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪41‬‬
‫الستر والمعرفة والتجربة ‪.‬‬
‫العلم والتجربة” أي أن تتو ّفر في أهل ّ‬
‫الشورى ثالث كفاءات ‪ّ :‬‬
‫األول‪ ،‬فقد “ ّاتفق‬
‫السالف ذكرها قد اجتمعت في إمام‬
‫وقد رأى ّ‬
‫الرستميين ّ‬
‫الشماخي أ ّن الخصال ّ‬
‫ّ‬
‫رأيهم على عبد الرحمان لفضله‪ ،‬وكونه من حملة العلم‪ ،‬ولكون المسلمين أرادوا تقديمه قبل أبي الخطّاب‪،‬‬
‫ّ‬
‫وامتنع ألمانات كانت تحته للنّاس وودائع‪ ،‬وألنّه ال قبيلة له تمنعه إذا تغير عن طريق العدل”‪.42‬‬
‫ّ‬
‫مما اعتبر ّأول خروج عن المنهج‬
‫بيد أ ّن تولية أفلح بن عبد الوهاب اإلمامة تأتّت بطريق الوراثة ّ‬
‫السياسي اإلباضي ‪ ،‬وبذلك يمكن القول‬
‫الشوري في‬
‫ّ‬
‫تولية اإلمام الذي يعد ركنا جوهريّا في الفكر ّ‬
‫ّ‬
‫الدولة الرستمية وفتح المجال لألسرة‬
‫التوريث في ّ‬
‫الوهاب كان ّأول من أحدث بدعة ّ‬
‫أ ّن اإلمام عبد ّ‬
‫ّ‬
‫أدى إلى تنازع أفرادها وتطاحنهم على الحكم‬
‫مما ّ‬
‫الحاكمة لتحتكر الحكم من دون المسلمين ‪ّ ،‬‬
‫فكان ذلك من‬
‫الدولة‪.43‬‬
‫أهم أسباب انهيار هذه ّ‬
‫ّ‬
‫الوهاب ‪ ،‬ذهبنا إلى أ ّن إباضية‬
‫ثمة ‪ ،‬فإذا أقررنا بشرعية عبد‬
‫الرحمان ابن رستم وابنه عبد ّ‬
‫ومن ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫للدولة الرستمية إلى مدى‬
‫المغرب قد طبقوا النظريّة‬
‫اإلباضية في اإلمامة في اختيار اإلمامين األولين ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫لما احتكرت العائلة الرستمية اإلمامة‬
‫بها‬
‫العمل‬
‫رك‬
‫وت‬
‫رت‬
‫ث‬
‫تع‬
‫قد‬
‫ة‬
‫النظري‬
‫هذه‬
‫ن‬
‫أ‬
‫غير‬
‫نصف قرن ‪،‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ُ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫التوريث التي يرفضها اإلباضية ‪ ،‬ومهما يكن من أمر‬
‫الوهاب وأبدعت طريقة ّ‬
‫منذ إمامة أفلح بن عبد ّ‬
‫ّ‬
‫‪44‬‬
‫فإ ّن ذلك يعتبر مخالفة من قبل الرستميين ألحد أهم المبادئ‬
‫السياسية لإلباضية ‪.‬‬
‫ّ‬
‫ّ ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫هدى”‪ ،‬ومن‬
‫الشروط التي تقرها النظريّة‬
‫فمن اجتمعت فيه ّ‬
‫اإلباضية في اإلمامة اُعتبر “إمام ً‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ولعل ذلك ّيتضح في خاتمة رسالة ابن إباض إلى عبد الملك بن‬
‫غابت عنه كان “إمام َضاللة”‪،‬‬
‫ّ‬
‫الدنيا واآلخرة إمامين إمام هدى وإمام ضاللة‪ ،‬فإمام‬
‫مروان إذ يقول‪“ ،‬إ ّن النّاس إنّما ّيتبعون في ّ‬
‫األئمة الذين أمر اهلل‬
‫الهدى الذي ّيتبع كتاب اهلل ويقسم بقسمة اهلل ويحكم بحكم اهلل‪ ،‬وهؤالء هم‬
‫ّ‬
‫الضاللة فهم الذين يحكمون بغير ما أنزل اهلل ويقسمون بغير‬
‫أئمة ّ‬
‫بطاعتهم ونهى عن معصيتهم‪ّ ،‬‬
‫وأما ّ‬
‫‪45‬‬
‫ويتبعون أهواءهم بغير سنّة من اهلل” ‪.‬‬
‫قسمة اهلل ّ‬
‫الصفات‪ ،‬من قبيل أن يكون اإلمام ذكرا وحرا وبالغا وعاقال وصحيح البدن‪ ،‬هي‬
‫ويبدو أ ّن سائر ّ‬
‫ّ‬
‫المتفق عليها تقريبا عند اإلباضية وغيرعم من الفرق ‪.‬‬
‫من البديهيات ّ‬
‫ّ‬
‫تستمد‬
‫الشروط فإن اإلمامة اإلباضية ّتتسم بسمات وشروط أخرى‬
‫وعالوة على ما سبق ذكره من ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الشروط‬
‫فيه‪.‬فالشروط‬
‫تتنزل‬
‫الخاصة بإمامة الظّهور هي غير ّ‬
‫ّ‬
‫خصوصيتها من اختالف المسلك الذي ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫تخصها‪ .‬وقد ارتأينا أن نتبين هذه‬
‫شروطا‬
‫الكتمان‬
‫إلمامة‬
‫ن‬
‫أ‬
‫كما‬
‫راء‪،‬‬
‫الش‬
‫أو‬
‫فاع‬
‫الد‬
‫بإمامة‬
‫الخاصة‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫كل نوع من أنواع اإلمامة عند اإلباضية‪.‬‬
‫الخاصة ضمن‬
‫روط‬
‫الش‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪41‬‬
‫‪42‬‬
‫‪43‬‬
‫‪44‬‬
‫‪45‬‬
‫الشورى عند اإلباضية ‪ ،‬م‪.‬م ‪ ،‬ص ص ‪.149 ،148‬‬
‫أوق وغالن عبد اهلل نوح ‪ ،‬نظريّة ّ‬
‫ّ‬
‫السير‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬الجزء‪ ،2‬ص‪. 265‬‬
‫ّ‬
‫الشماخي‪ ،‬كتاب ّ‬
‫الشورى عند اإلباضية ‪ ،‬م‪.‬م ‪ ،‬ص ‪227‬‬
‫أوق وغالن عبد اهلل نوح ‪ ،‬نظريّة ّ‬
‫ّ‬
‫الشورى عند اإلباضية ‪ ،‬م‪.‬م ‪ ،‬ص ص ‪.230 ،229‬‬
‫أوق وغالن عبد اهلل نوح ‪ ،‬نظريّة ّ‬
‫ّ‬
‫أخل به كتاب الطّبقات‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬ص ‪.166‬‬
‫البرادي‪ ،‬الجواهر المنتقاة في إتمام ما ّ‬
‫ّ‬
‫‬
‫‪(96) 265‬‬
‫‪31‬‬
‫أس من أسس اإلمامة‬
‫وإلى المشرق حملة العلم» ‪ ،‬فال جدال إذن في أ ّن العلم واالجتهاد فيه‪ّ ،‬‬
‫الدين وفقه‬
‫عند علماء‬
‫اإلباضية‪ ،‬فهم»يع ّلقون إعالن اإلمامة وقيامها أساسا بوجود العلماء بأصول ّ‬
‫ّ‬
‫الشريعة اإلسالمية‪ ،‬أل ّن المفروض في اإلمام أن يكون قائد ّأمة في جميع مجاالت حياتها وليس أهم‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪32‬‬
‫في المجتمع‬
‫الدين» ‪.‬‬
‫اإلسالمي من ّ‬
‫ّ‬
‫المقدمة على غيرها في اإلمــام‪ ،‬هي أن «يشتهر عدله»‪ ،33‬ويُعرف‬
‫ونرجح أ ّن الخصلة الثّانية‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪34‬‬
‫ـرة”‬
‫ـ‬
‫اآلخ‬
‫في‬
‫ورغبته‬
‫نيا‬
‫الد‬
‫في‬
‫زهده‬
‫عنه”‬
‫يستدل على أ ّن الورع والعدل يليان في الرتبة‬
‫ومما‬
‫‪،‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫يرجح‬
‫تقدم لإلمامة شخصان متكافئان‪ ،‬فإ ّن‬
‫الدين وفقه ّ‬
‫الشريعة‪ ،‬أنّه» إذا ّ‬
‫العلم بأصول ّ‬
‫المميز الذي ّ‬
‫ّ‬
‫‪35‬‬
‫السير أ ّن الكلمة «اجتمعت بعد‬
‫أحدهما على اآلخر هو العلم‪ ،‬فإن تساويا فاألورع» ‪ .‬وقد جاء في ّ‬
‫اختالفها على‬
‫الحد األدنى‬
‫محمد بن أفلح‪ 36‬لعلمه وورعه”‪ ،37‬وعليه فإ ّن اجتماع العلم والورع هما‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫يجد من خالف‪ ،‬ألن ذلك من شأنه أن يكسب اإلمام‬
‫لقيام اإلمامة واإلجماع عليها‪ ،‬وتجاوز ما قد ّ‬
‫والشخصية‪.‬‬
‫وقوة في العقل ّ‬
‫ثباتا ّ‬
‫ّ‬
‫تركز على‬
‫السياسية‬
‫مما سبق ‪ ،‬أمكن لنا أن ندرك أ ّن النظرية‬
‫اإلباضية في اإلمامة ّ‬
‫واُستنتاجا ّ‬
‫ّ‬
‫ّ ّ ّ‬
‫شروط أساسية يمكن أن نجمعها في‪:‬‬
‫ّ‬
‫الدولة‬
‫الكفاءة العلمية ‪ :‬وترمي إلى إقامة دولــة‬
‫يسيرها العلماء ‪ ،‬وأوضــح مثال على ذلك ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪38‬‬
‫امها‬
‫حك‬
‫ترك‬
‫كما‬
‫ة‬
‫والدنيوي‬
‫ة‬
‫يني‬
‫الد‬
‫بالعلوم‬
‫بشغفهم‬
‫تها‬
‫أئم‬
‫اشتهر‬
‫الرستمية التي‬
‫عدة مؤلّفات فقهية ‪.‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ ّ‬
‫ّ‬
‫الكفاءة األخالقية‪ :‬لقد أجمع أهل االستقامة من األئمة على طاعة إمام العدل ‪ ،‬ما أطاع اهلل‬
‫ّ‬
‫ورسوله ‪ ،‬وعمل بكتاب اهلل وسنة نبيه ‪ ، 39‬فالعدالة هي مــدار األخــالق اإلسالمية ألنّها تضمن‬
‫الدين والطّريق‬
‫المساواة بين النّاس ‪ ،‬وتنبذ التمييز بجميع أشكاله ‪...‬بمعنى أن يكون اإلمام إمام ّ‬
‫ولعل تعريف مفهوم اإلمام العدل يتج ّلى بوضوح في قول بن‬
‫مستبدا ‪،‬‬
‫المستقيم وليس ملكا متجبرا‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الحق سواء ‪،‬‬
‫سالّم اللواتي اإلباضي ‪« :‬ال يكون إماما مستقيما إالّ من يكون النّاس عنده ك ّلهم في‬
‫ّ‬
‫والشريف والوضيع‬
‫يتفضل النّاس عنده إالّ‬
‫القريب والبعيد ّ‬
‫والصغير والكبير واألحمر واألسود وال ّ‬
‫ّ‬
‫‪40‬‬
‫بتقوى اهلل تعالى أل ّن النّاس ك ّلهم في‬
‫الحق سواء فمن لم يكن كذلك ليس هو من أهل العدل» ‪.‬‬
‫ّ‬
‫السير‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬الجزء‪ ،1‬ص‪. 199‬‬
‫ّ‬
‫الشماخي‪ ،‬كتاب ّ‬
‫‪31‬‬
‫‪32‬‬
‫‪33‬‬
‫‪34‬‬
‫‪35‬‬
‫‪36‬‬
‫ّ‬
‫م‪.‬ن‪ ،‬ص‪.267‬‬
‫‪37‬‬
‫‪38‬‬
‫‪39‬‬
‫‪40‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الشورى عند اإلباضية ‪ ،‬م‪.‬م ‪ ،‬ص ‪.147‬‬
‫أوق وغالن عبد اهلل نوح ‪ ،‬نظريّة ّ‬
‫ّ‬
‫التراث القومي والثّقافة ‪ ، 1985 ،‬الجزء الثّاني ‪ ،‬ص ‪.119‬‬
‫أبو سعيد‬
‫محمد بن سعيد الكدمي ‪ ،‬االستقامة ‪ ،‬سلطنة عمان ‪ ،‬وزارة ّ‬
‫ّ‬
‫الدعوة عند اإلباضية‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬ص ‪.211‬‬
‫محمد صالح ناصر‪ ،‬منهج ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الشماخي‪ ،‬كتاب السير‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬الجزء‪ ،2‬ص‪.266‬‬
‫ّ‬
‫الدعوة عند اإلباضية‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬ص ص ‪.211، 210‬‬
‫محمد صالح ناصر‪ ،‬منهج ّ‬
‫ّ‬
‫الوهاب ابن عبد ّ‬
‫الرحمان بن رستم (أبو اليقضان)‪،‬حكم‪281-261:‬هـ‪894-874/‬م‪،‬‬
‫محمد بن أفلح بن عبد‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الوهاب‪ ،‬تذكر المصادر‬
‫عبد‬
‫ه‬
‫وجد‬
‫أفلح‬
‫أبيه‬
‫عن‬
‫العلم‬
‫تلقى‬
‫بها‪،‬‬
‫ونشأ‬
‫بتيهرت‬
‫ولد‬
‫ستميين‪،‬‬
‫الر‬
‫ة‬
‫األيم‬
‫خامس‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫أنه سجن ّ‬
‫الحج‪ ،‬عرفت الدولة الرستمية في‬
‫ببغداد ّقبل تولّيه الحكم‪ ،‬قبضت عليه عيون بني العباس في موسم‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫عهده انفتاحا على المذاهب المختلفة‪ ،‬فاهتم العلماء والفقهاء بالمناظرات الفقهية والكالمية‪ ،‬كانت له حلقات‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫محمد‬
‫الرد على المخالفين‪ ،‬توفي سنة ‪281‬هـ ‪ ،‬انظر‪:‬‬
‫علم بتيهرت الر‬
‫ستمية‪ ،‬له رسالة في خلق القرآن وكتب في ّ‬
‫معجم ّ‬
‫بن موسى بابا ّعم ّ‬
‫أعالم‬
‫محمد شريفي‪،‬‬
‫بن‬
‫مصطفى‬
‫باجو‪،‬‬
‫صالح‬
‫بن‬
‫مصطفى‬
‫بحاز‪،‬‬
‫بكير‬
‫بن‬
‫إبراهيم‬
‫ي‪،‬‬
‫ّ‬
‫محمد صالح ناصر‪ ،‬ط‪ ،2‬بيروت‪ ،‬دار الغرب اإلسالمي‪ ، 2000 ،‬ج ّ‪ ، 2‬ص ‪.359‬‬
‫مراجعة‬
‫اإلباضية‪،‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الشماخي‪ ،‬كتاب السير‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬الجزء‪ ،2‬ص‪. 359‬‬
‫الدين ‪ ،‬تحقيق شفارتز وسالم بن يعقوب ‪ ،‬ط‪ ، 1‬بيروت ‪ ،‬دار‬
‫ابن ّ‬
‫سالم اللواتي اإلباضي ‪ ،‬بدء اإلسالم وشرائع ّ‬
‫اقرأ للنّشر والتوزيع والطباعة ‪ ، 1985 ،‬ص ‪.122‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪266 (95‬‬
‫وتعد مسألة إبعاد النسب‬
‫عدة قبائل ‪،‬‬
‫اإلمامة في قبيلة أو أسرة واحدة كما أن‬
‫ّ‬
‫النبي كان قد ولّى من ّ‬
‫ّ ّ‬
‫‪23‬‬
‫القرشي من النّقاط التي يلتقي فيها اإلباضية مع الخوارج ‪.‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫مما يميز فقهاء اإلباضية وعلماءها عن غيرهم في الفكر اإلسالمي عدم اشتراط القرشية‬
‫ولعل‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ ّ ّ‬
‫ّ‬
‫المرشح لإلمامة أل ّن ذلك يتنافى في تقديرنا مع أهم مبدأ إسالمي وهو‬
‫وال العروبة كمقياس في‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫األمة اإلسالمية لتولّي‬
‫المساواة المطلقة بين النّاس إالّ ّ‬
‫بالتقوى ومبدأ تكافؤ الفرص لجميع أفراد ّ‬
‫ّ‬
‫العامة مهما كان حسبهم ونسبهم‪.‬واإلباضية يرون أ ّن المعيار األساسي الوحيد المعتبر‬
‫المناصب‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫في منصب اإلمامة إنّما هو الكفاءة المطلقة في جميع صورها العلمية واألخالقية والجسمية ‪ّ ،‬أم‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫أي دور في اختيار اإلمام أل ّن اإلمامة‬
‫اعتبارات االنتساب لجنس أو قبيلة أو لون أو أسرة فليس لها ّ‬
‫حق مشاع بين كافة المسلمين ال فضل لعربي على أعجمي وال ألعجمي على عربي إالّ بالتقوى‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪24‬‬
‫وكل شخص مؤمن وليس بعاصي له‬
‫الحق في تولّي اإلمامة ‪.‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫يستدل به على أهمية هذا الشرط أ ّن أسالف اإلباضية كانوا أوفياء له منذ العصر اإلسالمي‬
‫ومما‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪25‬‬
‫جوز‬
‫«إذ‬
‫األول ‪،‬‬
‫المحكمة األولى أن تكون اإلمامة في غير قريش» ‪ .‬وهذا بين مكشوف‪ ،‬إذ «بايعوا‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪26‬‬
‫اسبي»‬
‫الر‬
‫وهب‬
‫بن‬
‫اهلل‬
‫عبد‬
‫الدفاع عندهم وينسبونه‬
‫أيمة‬
‫ل‬
‫أو‬
‫ة‬
‫اإلباضي‬
‫ويعتبره‬
‫ا‪،‬‬
‫قرشي‬
‫ليس‬
‫وهو‬
‫‪،‬‬
‫ّ‬
‫ّ ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫وي ْنتسبون هم بدورهم إليه بتسمية «الوهبية»‪ ،‬وبناء على ذلك فإ ّن النّسب ليس شرطا في‬
‫إليهم‪َ ،‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫يترشح لإلمامة»‪ ،27‬فالمانع الذي يحول دون ذلك‬
‫ألي مؤمن غير ذي كبيرة أن ّ‬
‫اإلمامة‪« ،‬لذا يجوز ّ‬
‫إذن ليس مانع النّسب‪ ،‬بل هو مانع ديني فقهي ّيتصل بانعدام الع ّفة والورع‪.‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الحل والعقد في تنصيب‬
‫أهل‬
‫يراعيها‬
‫التي‬
‫اإلمامة‬
‫ـروط‬
‫ـ‬
‫ش‬
‫ويتبدى لنا بناء على ما سبق أ ّن‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫العامة‬
‫الشروط‬
‫عامة وشروط‬
‫اإلمام عند‬
‫خاصة ‪ ،‬ونعتقد أ ّن ّ‬
‫ّ‬
‫اإلباضية‪ ،‬يمكن تبويبها إلى شروط ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ِ‬
‫الشروط بالجانب العلمي والخلقي‬
‫كل اإلمامات‬
‫تخترق ّ‬
‫وتعنى تلك ّ‬
‫اإلباضية مهما كان نوعها‪ُ ،‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫والخلقي‪ ،‬فاشترطوا في اإلمام أن يكون “ذكرا‪ ،‬مسلما‪ ،‬حرا‪ ،‬بالغا‪ ،‬عاقال‪ ،‬صحيح البدن‪ ،‬سليما‪،‬‬
‫ّ‬
‫ُ ّ‬
‫قوي الشخصية‪ ،‬ذكيا ورعا‪ ،‬ذا ُخلق حسن‪ ،‬صالحا‪ ،‬مشهورا بعدالته وع ّفته وصدقه‪ ،‬عالما مجتهدا‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الحجة وإزالة‬
‫إقامة‬
‫من‬
‫ن‬
‫يتمك‬
‫الشبهة‪ ،‬وال يشترط أن يكون قرشيا “‪.28‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫األول جابر بن زيد كان عالّمة‪« ،‬فهو بحر العلم وسراج‬
‫السير أ ّن إمام‬
‫اإلباضية ّ‬
‫وقد جاء في ّ‬
‫ّ‬
‫الدين‪ ،‬فلو سأله أهل المشرق والمغرب لوسعهم علمه»‪ ،29‬وكذلك أبو عبيدة مسلم بن أبي كريمة‬
‫ّ‬
‫‪30‬‬
‫وهو “من أكبر دعاة‬
‫وأئمتهم” ‪ ،‬فقد» أخذ عنه خلق كثير‪ ،‬وعنه حمل العلم إلى المغرب‬
‫اإلباضية ّ‬
‫ّ‬
‫‪23‬‬
‫‪24‬‬
‫‪25‬‬
‫األول ‪ ،‬ص ‪. 235‬‬
‫بكير بن بلحاج وعلي ‪ ،‬اإلمامة عند‬
‫اإلباضية بين النظريّة ّ‬
‫السنة والجماعة ‪ ،‬م‪.‬م ‪ ،‬الجزء ّ‬
‫والتطبيق مقارنة مع أهل ّ‬
‫ّ‬
‫الشورى عند اإلباضية ‪ ،‬ط‪ ، 1‬غرداية ‪ ،‬المطبعة العربية ‪ ، 2012 ،‬ص ‪.139‬‬
‫أوق وغالن عبد اهلل نوح ‪ ،‬نظريّة ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الشرعية في الثّقافة اإلسالمية‪ ،‬ط‪ ،1‬تونس‪ ،‬دار أمل للنّشر‬
‫والشرعية في نظام الحكم اإلسالمي‬
‫السلطة وهاجس ّ‬
‫«السلطة ّ‬
‫ّ‬
‫المبكر»‪ ،‬ضمن‪ّ :‬‬
‫حياة عمامو‪ّ ،‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫والتوزيع‪ ،2005 ،‬ص‪.56‬‬
‫ّ‬
‫أخل به كتاب الطّبقات ‪ ،‬طبعة حجريّة‪ ،‬القاهرة‪ ،‬دت ‪ ،‬ص ‪. 67‬‬
‫البرادي ‪ ،‬الجواهر المنتقاة في إتمام ما ّ‬
‫ّ‬
‫‪28‬‬
‫‪29‬‬
‫‪30‬‬
‫مجموعة من الباحثين‪ ،‬معجم مصطلحات اإلباضية‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬الجزء‪ ،1‬ص‪.55‬‬
‫ّ‬
‫السير‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬الجزء‪ ،1‬ص‪.183‬‬
‫ّ‬
‫الشماخي‪ ،‬كتاب ّ‬
‫‪26‬‬
‫‪27‬‬
‫بيير كوبرلي‪ ،‬مدخل إلى دراسة اإلباضية وعقيدتها ‪:‬بحث مقارن في العقيدة اإلباضية في بالد المغرب وعمان‪،‬‬
‫ّ‬
‫م‪.‬م‪ ،‬ص‪.414‬‬
‫الدعوة عند اإلباضية ‪ ،‬ط‪ ، 2‬سلطنة عمان ‪ ،‬مكتبة االستقامة ‪ ، 2002 ،‬ص ‪.117‬‬
‫محمد صالح ناصر‪ ،‬منهج ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪(94) 267‬‬
‫‬
‫الدينية كالورع والحلم‬
‫الصفات‬
‫بين أهل ّ‬
‫الشورى كأعضاء وبين من ّ‬
‫يقدم لإلمامة ‪ ،‬فهم يمزجون بين ّ‬
‫ّ ّ‬
‫والصفات‬
‫الصفات‬
‫والنّزاهة‬
‫األخالقية كأن ال يكون حسودا وال كنودا وال ك ّذابا ‪ّ ،‬‬
‫والبر للمسلمين وبين ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫كالسالمة من الجنون والعته والخرس وغيرها‪ .16‬واإلباضية ال يفرقون بين االستخالف‬
‫ال ّذاتية الجسديّة ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ووالية العهد وسواء أكان ذلك في حياة اإلمام العاهد أو بعد موته ‪ ،‬فالعبرة بالطّريقة التي يتم بها العهد‬
‫ّ‬
‫بمؤهالت المعهود إليه ‪ ،‬فال يجوز أن يكون‬
‫تمت فيها العملية وأيضا‬
‫ّ‬
‫أو االستخالف وبالظّروف التي ّ‬
‫ّ‬
‫االستخالف بغرض الوراثة وبقاء الحكم في األسرة ‪...‬واألمثل في االستخالف هو تو ّفر شروط اإلمامة‬
‫مما يجعل هذا‬
‫في المعهود عليه‬
‫ثم استشارة أهل ّ‬
‫الشورى اقتداء بابي بكر ورضا المسلمين بمرشحه ّ‬
‫ّ‬
‫‪17‬‬
‫العمل ترشيحا فقط إن شاؤوا أخذوا به وإن شاؤوا أهملوه ‪ .‬ونتبين من هذا أ ّن اإلباضية لم يبحثوا‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫السنة والجماعة الذي يوحي بالوراثة في الحكم بل على أساس أنّه‬
‫مسألة والية العهد بمفهوم أهل ّ‬
‫يورث بل يجب أن يتم‬
‫استخالف ومجرد ترشيح واألصل في هذا اعتقاد‬
‫اإلباضية بأ ّن الحكم ال ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الشورى‪.18‬‬
‫باالختيار فقط ‪ ،‬بطرقه الثالثة‪ :‬االنتخاب أو االستخالف أو مجلس ّ‬
‫ومم تجدر اإلشارة إليه أ ّن اإلباضية رفضوا مبدأ والية العهد أساسا ‪ ،‬وقد يعود ذلك إلى نبذهم‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫لنظام التوريث أل ّن ما آل إليه أمر المسلمين فيما بعد يجعل والية العهد مسألة غير مستحسنة‪.19‬‬
‫المؤهلة لإلمامة فهي اثنا عشر شرطا وهي‪ :‬كونه بالغا عاقال ليس بأعمى وال أصم‬
‫الشروط‬
‫وأما ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫حد من قطع وجلد وأن يكون‬
‫وال‬
‫والرجلين‬
‫اليدين‬
‫مقطوع‬
‫وال‬
‫زمنا‬
‫وال‬
‫أخرس‬
‫وال‬
‫ممن أقيم عليه ّ‬
‫ّ‬
‫ستة رجال بالغين عاقلين من أفضل‬
‫من أهل العلم ّ‬
‫والدين والــورع وأن يعقد له من أهل الوالية ّ‬
‫والتاسع أالّ يعقدوا ألحد قبله من المسلمين إالّ أن يكون بينه بحر‬
‫المسلمين علما وورعا ودينا ‪ّ ،‬‬
‫الشروط التي جاء بها فقهاء‬
‫‪ ،‬فإن لم يكن بحر كان داعية للذي قبله‪.‬وقد جمعت هذه الفقرة‬
‫أهم ّ‬
‫ّ‬
‫ركزوا على شرط العلم والورع والتقوى‬
‫اإلباضية لإلمامة ‪ ،‬ومن خاللها يُالحظ أ ّن‬
‫اإلباضية قد ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الصفات‬
‫ثم‬
‫‪،‬‬
‫الحسنة‬
‫واألخالق‬
‫بالعهد‬
‫والوفاء‬
‫دق‬
‫كالص‬
‫ة‬
‫الخلقي‬
‫فات‬
‫الص‬
‫ثم‬
‫‪،‬‬
‫األولى‬
‫رجة‬
‫بالد‬
‫ّ‬
‫ّ ّ‬
‫ّ‬
‫ّ ّ‬
‫ّ‬
‫أصما وال أعمى وال ناقص الجوارح ‪ ،‬وما يسقط عنه فرض الجهاد وال مجنونا‬
‫يكون‬
‫ال‬
‫كأن‬
‫ة‬
‫الخلقي‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ة‬
‫وقو‬
‫جاعة‬
‫والش‬
‫كاء‬
‫ذ‬
‫وال‬
‫والرأي‬
‫جولة‬
‫الر‬
‫صفة‬
‫الثة‬
‫ث‬
‫ال‬
‫رجة‬
‫الد‬
‫وال معتوها ‪ ،‬وفي‬
‫الشكيمة‪.20‬‬
‫ّ‬
‫ّ ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫وقد بان بهذا الكشف أ ّن اإلباضية ال يلتفتون إطالقا إلى شرط القرشية باعتباره من شروط‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫األفضلية ‪ ،‬ويقابلون حديث‪﴿ :‬األئمة من قريش﴾ بحديث‪﴿:‬اسمعوا وأطيعوا لمن يحكمكم ولو‬
‫ّ‬
‫كان عبدا حبشيا رأسه كرأس زبيبة﴾ ‪.21‬‬
‫ّ‬
‫المقدم‬
‫الشروط المطلوبة في‬
‫حق للجميع متى تو ّفرت ّ‬
‫فاإلباضية مجتمعون على أ ّن اإلمامة ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪22‬‬
‫مستأنسين في ذلك بقوله تعالى ‪ ﴿ :‬إ ّن أكرمكم عند اهلل أتقاكم ﴾ ‪ ،‬وأ ّن المعقول يخالف حصر‬
‫‪16‬‬
‫‪17‬‬
‫‪18‬‬
‫‪19‬‬
‫‪20‬‬
‫‪21‬‬
‫‪22‬‬
‫األول ‪ ،‬ص ‪. 196‬‬
‫بكير بن بلحاج وعلي ‪ ،‬اإلمامة عند‬
‫اإلباضية بين النظريّة ّ‬
‫السنة والجماعة ‪ ،‬م‪.‬م ‪ ،‬الجزء ّ‬
‫والتطبيق مقارنة مع أهل ّ‬
‫ّ‬
‫األول ‪ ،‬ص ‪. 210‬‬
‫بكير بن بلحاج وعلي ‪ ،‬اإلمامة عند‬
‫اإلباضية بين النظريّة ّ‬
‫السنة والجماعة ‪ ،‬م‪.‬م ‪ ،‬الجزء ّ‬
‫والتطبيق مقارنة مع أهل ّ‬
‫ّ‬
‫األول ‪ ،‬ص ‪. 211‬‬
‫بكير بن بلحاج وعلي ‪ ،‬اإلمامة عند‬
‫اإلباضية بين النظريّة ّ‬
‫السنة والجماعة ‪ ،‬م‪.‬م ‪ ،‬الجزء ّ‬
‫والتطبيق مقارنة مع أهل ّ‬
‫ّ‬
‫األول ‪ ،‬ص ‪. 211‬‬
‫الجزء‬
‫‪،‬‬
‫م‪.‬م‬
‫‪،‬‬
‫والجماعة‬
‫نة‬
‫الس‬
‫أهل‬
‫مع‬
‫مقارنة‬
‫طبيق‬
‫والت‬
‫ة‬
‫النظري‬
‫بين‬
‫ة‬
‫اإلباضي‬
‫عند‬
‫بكير بن بلحاج وعلي ‪ ،‬اإلمامة‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫األول ‪ ،‬ص ص ‪. 233 ،232‬‬
‫بكير بن بلحاج وعلي ‪ ،‬اإلمامة عند‬
‫اإلباضية بين النظريّة ّ‬
‫السنة والجماعة ‪ ،‬م‪.‬م ‪ ،‬الجزء ّ‬
‫والتطبيق مقارنة مع أهل ّ‬
‫ّ‬
‫األول ‪ ،‬ص ‪. 234‬‬
‫بكير بن بلحاج وعلي ‪ ،‬اإلمامة عند‬
‫اإلباضية بين النظريّة ّ‬
‫السنة والجماعة ‪ ،‬م‪.‬م ‪ ،‬الجزء ّ‬
‫والتطبيق مقارنة مع أهل ّ‬
‫ّ‬
‫الحجرات ‪ ،‬اآلية ‪.13‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪268 (93‬‬
‫حق الخلفاء الراشدين‪ ،‬لكون بيعة الخالفة تتم بإجماع‬
‫فقد ال « يُستعمل مصطلح الخالفة إالّ في ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫خاصة زمانا ومكانا وفي‬
‫وأما اإلمامة فتكون بيعة‬
‫األمة ك ّلها وتجب طاعة الخليفة على الجميع‪ّ .‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫المذهب الواحد غالبا»‪.9‬‬
‫بيد أنّنا نذهب إلى أ ّن مصطلح «اإلمام» أعم وأشمل من مصطلح «الخليفة»‪ ،‬ألنّه عالوة على صلته‬
‫ّ‬
‫ترسب في المخيال‬
‫ا‬
‫مم‬
‫ة‬
‫المستمد‬
‫ينية‬
‫الد‬
‫بالمعاني‬
‫مشبع‬
‫السياسة الشرعية‪ ،‬فإنّه‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫بالوالية العظمى في ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ِ‬
‫والدين‪ ،‬فهو مصطلح قرآني‪ ،‬يقول تعالى‪﴿:‬إنّي‬
‫والتقوى‬
‫الصالة ّ‬
‫ّ‬
‫النبوة ّ‬
‫والتقدم في ّ‬
‫اإلسالمي من قيم ّ‬
‫ّ‬
‫‪11‬‬
‫‪10‬‬
‫ج ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫اع ُل َك ِللن ِ‬
‫اس إ َِماماً﴾ ‪ ،‬ويقول‬
‫المرجح أ ّن هذا المصطلح‬
‫ين إ َِماماً﴾ ‪ .‬ومن‬
‫َّ‬
‫اج َع ْل َنا ل ْل ُم َّتق َ‬
‫أيضا‪﴿:‬و ْ‬
‫َ‬
‫ّ‬
‫َ‬
‫والتقدم‬
‫قوى‬
‫والت‬
‫ة‬
‫النبو‬
‫لمعنى‬
‫حامال‬
‫وجاء‬
‫‪،‬‬
‫ة‬
‫يني‬
‫الد‬
‫ة‬
‫المسؤولي‬
‫عن‬
‫للتعبير‬
‫الكريم‬
‫القرآن‬
‫في‬
‫ى‬
‫ل‬
‫تج‬
‫قد‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ ّ ّ‬
‫السياسة‬
‫في ّ‬
‫والصالة وما أشبه ذلك ‪ ،‬فكان قريبا من مفهوم الوالية العظمى ودخل في قاموس ّ‬
‫الدين ّ‬
‫ومتفقة في المعنى العام‬
‫الشرعية ‪ ،‬وغدت اإلمامة والخالفة واإلمارة والرئاسة عبارات مختلفة في ال ّلفظ ّ‬
‫ّ‬
‫جدا إذ ال يوجد فرق بين اإلباضية وأهل السنّة والجماعة في مفهوم‬
‫متقاربة‬
‫عاريف‬
‫الت‬
‫هذه‬
‫ن‬
‫أ‬
‫ن‬
‫‪،‬‬
‫ونتبي ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪12‬‬
‫اإلمامة ‪،‬‬
‫والدنيا ‪.‬‬
‫ّ‬
‫الدين ّ‬
‫فالكل يجمع على أنّها تحتوي في مفهومها الواسع خالفة رسول اهلل في أمور ّ‬
‫والسياسية‪ ،‬فعالوة على رئاسة الحكم‬
‫الدينية‬
‫فال ّ‬
‫السلطتين ّ‬
‫شك إذن أن اإلمــام يجمع بين ّ‬
‫ّ ّ‬
‫السياسي في المجتمع المسلم‪ ،‬بما يعنيه ذلك من حفظ رزق الرعية وأمنها‪ ،‬وتسيير حوائجها‪،‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫كل‬
‫الشرع في ّ‬
‫والقضاء بينها‪ ،‬فإ ّن اإلمــام هو المسؤول في اآلن نفسه عن تطبيق الحدود‪ ،‬وقيام ّ‬
‫الدين التي يجب إقامتها لحاجة النّاس إليها‪،‬‬
‫الدولة‪ ،‬وتكمن قيمة اإلمامة في أنّها «من أصول ّ‬
‫مفاصل ّ‬
‫‪13‬‬
‫وهي من فروض الكفاية‪ ،‬يعتبر تركها تعطيال لحدود اهلل تعالى‪ ،‬وتضييعا لحقوق العباد» ‪.‬‬
‫ومتى كان ذلك كذلك‪ ،‬فإ ّن اإلباضية يسعون إلى أن يكون إمامهم «خير أهل عصره‪ ،‬وتكون‬
‫ّ‬
‫بشدة الفحص وكثرة سماعه بحسن العادة‪ ،‬فإذا جمع إلى عقله‬
‫طبائعه عقله‪،‬‬
‫قوة عقله ّ‬
‫ثم يصل ّ‬
‫ّ‬
‫الحق ويكون‬
‫الدولة ونكاية العدو ويقوى على إقامة‬
‫ّ‬
‫لعز ّ‬
‫حزما‪ ،‬وإلى حزمه عزما‪ ،‬فذلك الذي ّ‬
‫يعد ّ‬
‫عدال مرضيا «‪.14‬‬
‫ّ‬
‫وتعتبر اإلباضية ضمن الفرق التي أخذت في اإلمامة بنظريّة االختيار وهذا استنباط من إجماع‬
‫ّ‬
‫الحل والعقد من المهاجرين‬
‫الصحابة على ذلك قوال وعمال فقد كانت إمامة أبي بكر باختيار أهل‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الدينية والكفاءة‬
‫واألنصار‪ .‬ويرتكز االختيار عند اإلباضية على أساس رضى المسلمين من النّاحية‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫العقلية والخلقية ‪،‬‬
‫وبالتالي فإ ّن تخطّي الرقاب إلى اإلمامة أو االستالء عليها مبدأ مرفوض لديهم‪.15‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الحل والعقد يصلحون جميعا لتولّي منصب الخالفة مع وجود األفضلية بينهم‬
‫أهل‬
‫ن‬
‫أ‬
‫من‬
‫وانطالقا‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ستة من أصحاب رسول اهلل ‪ ،‬فإ ّن اإلباضية ال يفرقون كثيرا‬
‫ح‬
‫رش‬
‫عندما‬
‫اب‬
‫ط‬
‫الخ‬
‫بن‬
‫كما فعل عمر‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪9‬‬
‫‪10‬‬
‫‪11‬‬
‫‪12‬‬
‫‪13‬‬
‫‪14‬‬
‫‪15‬‬
‫مجموعة من الباحثين‪ ،‬معجم مصطلحات اإلباضية‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬الجزء‪ ،1‬ص‪.60‬‬
‫ّ‬
‫البقرة‪ ،‬اآلية ‪.124‬‬
‫الفرقان‪ ،‬اآلية ‪.74‬‬
‫السنة والجماعة م‪.‬م ‪ ،‬ص ص ‪. 142 -140‬‬
‫بكير بن بلحاج وعلي ‪ ،‬اإلمامة عند‬
‫اإلباضية بين النظريّة ّ‬
‫والتطبيق مقارنة مع أهل ّ‬
‫ّ‬
‫مجموعة من الباحثين‪ ،‬معجم مصطلحات اإلباضية‪ ،‬م‪.‬م‪ ،‬الجزء‪ ،1‬ص‪.60‬‬
‫ّ‬
‫التراث القومي والثّقافة ‪ ، 1986 ،‬ص ‪.177‬‬
‫السير والجوابات‪ ،‬تحقيق وشرح‬
‫سيدة إسماعيل كاشف‪ ،‬ط ‪ ، 1‬سلطنة عمان ‪ ،‬وزارة ّ‬
‫علماء عمان ‪ّ ،‬‬
‫ّ‬
‫األول ‪ ،‬ص ص ‪. 186 -184‬‬
‫بكير بن بلحاج وعلي ‪ ،‬اإلمامة عند‬
‫اإلباضية بين النظريّة ّ‬
‫السنة والجماعة ‪ ،‬م‪.‬م ‪ ،‬الجزء ّ‬
‫والتطبيق مقارنة مع أهل ّ‬
‫ّ‬
‫‬
‫‪(92) 269‬‬
‫ٍ‬
‫حكم‪ ،‬وسلطة دينية سياسية‪ ،‬وأنّها‬
‫ونظام‬
‫التعاريف على اعتبار اإلمامة قيادة ورئاسة‪،‬‬
‫تجتمع ّ‬
‫َ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪1‬‬
‫للشرع‪ ،‬ودفاعا عن الحقوق ‪ .‬والمهمة األساسية‬
‫خالفة عن رسول اهلل‪ُ ،‬تعنى ّ‬
‫األمة إقام ًة ّ‬
‫بكل شؤون ّ‬
‫ّ‬
‫الدين وتطبيق أحكام اهلل والمحافظة على وحدة‬
‫التي تنهض عليها اإلمامة‬
‫اإلباضية‪ ،‬هي إقامة ّ‬
‫ّ‬
‫فكل من تولّى هذه المهام يعتبر خليفة رسول اهلل في رعاية شؤون‬
‫األمة‪ّ ،‬‬
‫المسلمين ّ‬
‫والدفاع عن ّ‬
‫األمة ‪.2‬‬
‫ّ‬
‫بحق اهلل‪،‬‬
‫وقد عقد‬
‫“لما بايعوا أبا الخطّاب على اإلقامة ّ‬
‫اإلباضية إمامة الظّهور األولى بالمغرب ّ‬
‫ّ‬
‫واتباع األئمة المهتدين قبله‪َ ،‬قبِل ذلك ودخل مدينة طرابلس‬
‫والعمل بما في كتابه واالقتداء بسنة‬
‫نبيه ّ‬
‫ّ ّ‬
‫توسطوا المدينة‬
‫فلما ّ‬
‫ومعه جماعة المسلمين‪ ،‬على حين غفلة من أهلها‪ ،‬وذلك عام أربعين ومائة‪ّ ،‬‬
‫السالح‪ ،‬وقالوا “ال حكم إالّ هلل “‪.3‬‬
‫أشهروا ّ‬
‫ونالحظ دائما ربط اإلمامة بالعصر التدشيني لإلسالم‪ ،‬أي إمامة الرسول‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫تقاس باإلمامة األولى قربا أو بعدا‪ ،‬ليعرف اإلمام الالحق أهو من “األئمة المهتدين” أم من غيرهم‪ ،‬وهل أحسن “اإلقتداء بسنة نبيه”‪ ،‬فكان موفقا في خالفة الرسول‬
‫وكل إمامة الحقة على ذلك‬
‫للمسلمين‪ّ ،‬‬
‫ُ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫والنّيابة عنه‪.‬‬
‫للشماخي‪ ،‬ويتج ّلى‬
‫السير ّ‬
‫وتجدر اإلشارة إلى أ ّن مصطلح “اإلمــام” متواتر بكثافة في كتاب ّ‬
‫والدينية في المجتمعات اإلباضية‪ ،‬من ذلك قوله‬
‫السلطة الس‬
‫ياسية ّ‬
‫ذلك في معرض حديثه عن رأس ّ‬
‫ّ‬
‫ّ ّ‬
‫“فلما بلغت الرسل إلى تيهرت ألفوا اإلمام‬
‫مؤسس الدولة الرستمية‪:‬‬
‫في عبد‬
‫الرحمان بن رستم ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫‪4‬‬
‫فوق دار‬
‫فتعجبوا من زهده في‬
‫السير‪« :‬‬
‫ّ‬
‫يطينها والعبيد يناولونه الطّين» ‪ ،‬ويضيف في موقع آخر من ّ‬
‫ّ‬
‫‪5‬‬
‫كل إباضي بإمامته‪ ،‬ووصلوه بكتبهم ووصاياهم» ‪ .‬وقد سبقه إلى‬
‫الدنيا ورغبته في اآلخرة‪ ،‬واعترف ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫«فلما وصلت األموال‬
‫المدونة‬
‫إثراء‬
‫اإلباضية بهذا المصطلح ّ‬
‫كل من ّ‬
‫ّ‬
‫الدرجيني في الطّبقات‪ ،‬يقول‪ّ :‬‬
‫ّ‬
‫‪6‬‬
‫ووضعت لإلمام شاور أصحابه فيها فأشاروا عليه بأن يأخذها‪ ،‬ويبثّها في فقراء المسلمين» ‪ ،‬وكذلك‬
‫السيرة وأخبار األئمة»‪ ،‬يقول‪« :‬فبايعوا عبد الرحمان بن رستم على اإلمامة‬
‫أبو زكريا في «كتاب ّ‬
‫ّ‬
‫بكتاب اهلل وسنّة رسول اهلل وآثار الخلفاء الراشدين المهتدين‪ ،‬فقبل عبد الرحمان إمامتهم ولم ينقم‬
‫ّ‬
‫عليه أحد في حكومة وال خصومة»‪. 7‬‬
‫ومن هنا نالحظ أ ّن أغلب المصادر اإلباضية تمعن في استعمال مصطلحي “اإلمــام”‬
‫ّ‬
‫ْ‬
‫و”اإلمامة”‪ ،‬أكثر من تواتر مصطلحي “الخليفة” و”الخالفة”‪ ، 8‬وقد يكون لهذا االختيار ما يبرره‪،‬‬
‫ّ‬
‫ْ‬
‫‪1‬‬
‫‪2‬‬
‫‪3‬‬
‫‪4‬‬
‫‪5‬‬
‫‪6‬‬
‫‪7‬‬
‫‪8‬‬
‫الدينية‪ ، 2008 ،‬الجزء‪ ،1‬ص‪.60‬‬
‫مجموعة من الباحثين‪ ،‬معجم مصطلحات اإلباضية‪ ،‬ط‪ ،1‬سلطنة عمان‪ ،‬وزارة األوقاف والشؤون‬
‫ّ ّ‬
‫ّ‬
‫والتوزيع‪،‬‬
‫السياسي عند‬
‫اإلباضية من خالل أراء ّ‬
‫الشيخ محمد بن يوسف أطفيش‪ ،‬ط‪ ،3‬سلطنة عمان‪ ،‬مكتبة ّ‬
‫الضامري للنّشر ّ‬
‫عدون جهالن‪ ،‬الفكر ّ‬
‫ّ‬
‫‪ ،2010‬ص‪.151‬‬
‫محمد حسن ‪ ،‬ط‪ ،1‬بيروت‪ ،‬دار المدار اإلسالمي‪ ، 2009 ،‬الجزء‪ ، 2‬ص ص ‪.249، 248‬‬
‫السير‪ ،‬تحقيق‬
‫ّ‬
‫الشماخي‪ ،‬كتاب ّ‬
‫ّ‬
‫م‪.‬ن‪ ،‬ص‪.266‬‬
‫م‪.‬ن‪ ،‬ص ص ‪. 267 ،266‬‬
‫الدرجيني‪ ، ،‬كتاب طبقات المشائخ بالمغرب‪ ،‬تحقيق إبراهيم طالي‪ ،‬ط‪ ،1‬الجزائر‪ ،‬مطبعة البعث‪ ،1984 ،‬الجزء‪ ،1‬ص ‪.45‬‬
‫ّ‬
‫الدار التونسية للنشر‪ ، 1985 ،‬ص ‪.87‬‬
‫السيرة وأخبار األئمة‪ ،‬تحقيق عبد‬
‫الرحمان أيوب‪ ،‬ط‪ ،1‬تونس‪ّ ،‬‬
‫أبو زكريا يحي بن أبي بكر‪ ،‬كتاب ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫تعد أساسا خالفة محضة‬
‫األمة‬
‫بد للمسلمين من خليفة يقوم مقام الن‬
‫الخليفة‪ :‬بعد وفاة‬
‫اإلسالمية ‪ ،‬وهذه الوظيفة ّ‬
‫الرسول كان ال ّ‬
‫بي لمواصلة رعاية ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ّ ّ‬
‫لرسول اهلل يقوم المستخلف فيها بتنفيذ ما كان الرسول ين ّفذه كما أ ّن الخالفة تعني انقطاع الوحي بصفته من خصوصيات النبي ‪ ،‬ولهذا ظهر هذا‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫الشرعية وطبع بطابع الخالفة التي يراد‬
‫السياسة‬
‫المصطلح بعد وفاته ّ‬
‫ثمة أخذ هذا المصطلح معناه الحقيقي في ميدان ّ‬
‫وأول من حمله أبو بكر‪...‬ومن ّ‬
‫ّ ّ‬
‫السنة‬
‫منها إتّباع أحكام اهلل وتنفيذها أل ّن المشرع الوحيد هو اهلل‪.‬اُنظر‪ :‬بكير بن بلحاج وعلي ‪ ،‬اإلمامة عند‬
‫اإلباضية بين النظريّة ّ‬
‫والتطبيق مقارنة مع أهل ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫األول ‪ ،‬ص ص ‪. 140 ،139‬‬
‫والجماعة ‪ ،‬ط‪ ، 1‬سلطنة عمان ‪ ،‬مكتبة ّ‬
‫الضامري للنّشر والتوزيع ‪ ، 2010 ،‬الجزء ّ‬
İslâmî İlimler Dergisi, Yıl 10, Cilt 10, Sayı 1, Bahar 2015 (91/109-270-252)
*
‫زهير تغالت‬
‫اإلمامةاإلباضية‬
ّ
‫ملخص‬
‫بالتمييز بين أربع‬
‫السياسية عند اإلباضية‬
‫النظرية‬
ّ ‫تتفرد عن غيرها من النظريات األخرى‬
ّ
ّ ّ ّ
ّ
‫ثانيا‬، ‫الدولة‬
‫مراحل‬
ّ ‫أوال عصر المجد وهو ظهور الفرقة الذي يتج ّلى في قيام‬، ‫تاريخية‬
ّ
‫الشراء الذي يُفرض‬
ّ ‫ أو ثالثا‬، ‫الدفاع‬
ّ ‫وفترات األزمة التي تجبر المؤمنين على اختيار موقف‬
‫ظل حكم‬
ّ ‫والتعايش القسري في‬
ّ ‫ رابعا وأخيرا عصر المساكنة‬،‫التهديد األقصى‬
ّ ‫في سياقات‬
.‫غير إباضي يُكره فيه المؤمنين على ممارسة الكتمان‬
ّ
‫ـض ــروب مــن اإلمــامــة ال تتغير‬
‫ـ‬
‫ال‬
‫ـذه‬
‫ـ‬
‫وه‬
،‫ـه‬
‫ـ‬
‫ـص‬
‫ـ‬
‫ـخ‬
‫ـ‬
‫ت‬
‫ـة‬
‫ـ‬
‫ـام‬
‫ـ‬
‫إم‬
‫ـر‬
‫ـ‬
‫ـص‬
‫ـ‬
‫ع‬
‫ـل‬
‫ـ‬
‫ـك‬
‫ـ‬
‫ل‬
‫ـة‬
‫ـ‬
‫ـي‬
‫ـ‬
‫ـاض‬
‫ـ‬
‫اإلب‬
‫استنبط‬
ّ
ُ
ّ
ّ
ّ
‫بــل هــي مــتــنـ ّـوعــة من‬.‫مــن حــيــث مــضــمــونــهــا الــعــقــائــدي وجــوهــرهــا وأهــدافــهــا الــبــعــيــدة‬
.
‫التسيير والــتــكــيــف وف ــق الــوضــع ال ــذي يعيشه المسلمون‬
‫الت‬
ّ ‫كتيكية وســبــل‬
ّ ‫الــنّــاحــيــة‬
ّ
ّ
‫لكل مرحلة من‬
‫الس‬
‫بألوضاع‬
‫ه‬
‫ق‬
‫وتف‬
‫عميق‬
‫سياسي‬
‫وعي‬
‫إن لإلباضية‬
ّ ‫ياسية جعلهم يختارون‬
ّ
ّ ّ
ّ
.
‫ولكل منطقة من المناطق التي يوجدون فيها أسلوبا معينا يتالءم مع تلك األوضاع‬
‫المراحل‬
ّ
ّ
İBADİYE’DE İMAMET
ÖZ
İbadiye mezhebinin siyasi nazariyesi, tarihsel olarak geçirdiği 4 aşama ile
diğer mezheplerden ayrılır. Rüstemi devletinin kurulduğu İbadilerin altın
çağı ile başlayan bu merhaleler, İbadilerin İbadi olmayan bir devlet ve
hükümete tabi olarak yaşamayı kabul ettikleri dördüncü aşama ile sona
erer. Tüm bu süreç boyunca İbadiliğin imamet anlayışı akidesi, özü ve
uzun vadeli hedefleri bakımından herhangi bir değişikliğe uğramamış
fakat Müslümanların içinde bulunduğu şartlar çerçevesinde taktik ve
yöntem çeşitliliği söz konusu olmuştur.
Anahtar Kelimeler : Ibadiye, Siyaset Düşüncesi, İmamet, Rüstemiler
IBADHI IMAMATE
ABSTRACT
The political theory of Ibadhiya differs from the other islamic sects due
to its getting through four different stages along history. These stages
has begun with the establishment of Rustemi State which is regarded as
the golden age of Ibadhis, and ends with their surrender to a non-Ibadhi
government’s rule. Through this process, few has changed in terms of the
principles, the essence and the long term purposes of the imamate theory.
Ibadhis rather changed their tactics and tools as the community go under
various conditions.
Keywords: Ibadhiya, Political Thought, Imamate
Makalenin Dergiye Ulaştığı Tarih: 12 Aralık 2014; Hakem ve Yayın Kurulu Değerlendirmesinden
Geçen Makalenin Yayına Kabul Edildiği Tarih: 12 Ocak 2015
‫له مشاركات‬.‫متخصص في الحضارة العربية اإلسالمية والسيما الفكر اإلباضي‬
،‫ أستاذ ال ّلغة واآلداب والحضارة العربية‬، ‫زهير تغالت باحث تونسي‬
ّ
ّ
ّ
ّ
ّ
ّ
ِ ‫بحثية في‬
.‫ تونس‬، ‫يعمل ضمن فريق وحدة البحث اختصاص حضارة قديمة بك ّلية اآلداب والفنون واإلنسانيات بمنوبة‬.‫الفرق اإلسالمية‬
َ
*
272 (89)
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
İbn HAMMAD, Ahbârü mülûki benî Ubeyd ve sîretihim, thk. Celul Ahmed el-Bedevi,
Cezayir: el-Müessesetü’l-vataniyye li’l-kitab, 1981.
el-HAMEVÎ, Mu’cemü’l-büldân, Beyrut: Dâru sâdır, t.y.
İbn HAVKAL, Sûretü’l-arz, Beyrut: Darü’l-mektebeti’l-hayat, 1979.
İbn HAZM, el-Faslu fi’l-milel ve’l-ehvâi ve’n-nihal, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye,
1999.
İSMAİL, Abdurrezzak Mahmud, el-Havâric fî bilâdi’l-mağrib hattâ muntasafi’l-karni’rrâbii’l-hicri, Fas:ed-Dârü’l-beyda, t.y.
el-İstibsâr fî acâibi’l-emsâr, yay. haz. Sa’d Zağlul, İskenderiye 1958.
el-KUREŞİ, İdris İmadüddin, ‘Uyûnu’l-ahbâr ve fünûnu’l-âsâr fi fedâili’l-eimmeti’ladhâr, thk. Mustafa Galib, Beyrut: Dârü’l-endelüs, 1975.
MADELUNG, Wilferd, “Sevretü ebi Yezîd el-Hârici sâhibu’l-himâr fi’l-Evrâs”, 12. İslam
Düşüncesi Forumu Çalışmaları içinde, Cezayir Din İşleri Bakanlığı, t.y.
el-MAKRİZİ, Kitâbu’l-mukaffa’l-kebîr, thk. Muhammed Ya’lavi, Beyrut: Dârü’l-garbi’lislâmî, 1991.
el-MAKRİZİ, İttiâzü’l-hunefâ bi ahbâri’l-eimmeti’l-Fâtımiyyîne’l-hulefâ, thk. Muhammed Abdülkadir, Ahmed Ata, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 2001.
MES’UD, Mezhudi, el-İbâdiye fi’l-mağribi’l-evsat münzü sukûti’d-devleti’r-rüstemiyyeti
ilâ hicreti Benî Hilâl ilâ bilâdi’l-mağrib, Gardaya: el-Matbaatü’l-arabiyye, 1996.
el-Müennes fi ahbâri İfrîkiyya ve Tûnis, thk. Muhammed eş-Şemmam, Tunus: elMektebetü’l-atika, 1967.
en-NU’MAN, el-Kâdi, el-Mecâlisü ve’l-müsâyerât, thk. El-Habib el-Faki, İbrahim Şebbuh, Muhammed Ya’lavi, Tunus, 1978.
-----------------, Risâletü iftitâhi’d-da’ve, thk. Ferhat ed-Deşravi, Tunus, t.y.
Riyâdü’n-nüfûs, thk. Beşir el-Bekkuş, Ahmed el-Arusi el-Matvi, Beyrut: Dârü’l-garbi’lislami, 1981.
RAHMANİ, Musa, el-Evrâs fi’l-asri’l-vasît, Konstantin Manturi Üniversitesi’ne sunulmuş Yüksek Lisans Tezi, 2006-2007.
ŞENİTİ, Muhammed Beşir, et-Tegayyürâtü’l-iktisâdiyyetü ve’l-ictimâiyyetü fi’l-mağrib
esnâe’l-ihtilâli’r-rûmânî, Cezayir: el-Müessesetü’l-vataniyyeti li’l-kitâb, 1984.
eş-ŞUMAHİ, es-Siyer, Kahire, t.y.
TAKKUŞ, Muhammed Süheyl, Târihü’l-Fâtımiyyîn fi şimâli İfrikiyye ve Mısr ve bilâdi’şŞâm, Beyrut: Dârü’n-nefâis, 2001.
Tertîbu’l-Medârik ve takrîbü’l-mesâlik li ma’rifeti a’lâmi mezhebi Mâlik, thk. Ahmed Bekir Mahmud, Beyrut, t.y.
Ebû ZEKERİYYA, Siyeru’l-eimmeti ve ahbârihim, thk. İsmail el-Arabi, Beyrut: Dâru’lgarbi’l-islami, 1982.
ZUZU, Abdülhamid, el-Evrâsü ibbane fetrati’l-isti’mâri’l-faransî (et-Tatavvurâtü’ssiyâsiyyetü ve’l-iktisâdiyyetü ve’l-ictimâiyye) 1837-1939, trc. Mes’ud Hac
Mes’ud, Cezayir, 2005.
‫‪(88) 273‬‬
‫‬
‫عبد الرزاق محمود إسماعيل‪ :‬الخوارج في بالد المغرب حتى منتصف القرن الرابع الهجري‪ ،‬نشر وتوزيع‬
‫دار الثقافة‪ ،‬الدار البيضاء‪ ،‬المغرب‬
‫الدرجيني‪ :‬طبقات المشايخ بالمغرب‪ ،‬تحقيق إبراهيم طالي‪ ،‬مطبعة البعث قسنطينة‪ 1974 ،‬م‬
‫ادريس عماد الدين القرشي‪ :‬عيون األخبار وفنون اآلثار في فضائل األئمة األطهار ‪ ،‬السبع الخامس‪ ،‬تح‬
‫مصطفي غالب‪ ،‬دار األندلس ‪ ،‬بيروت‪1975 ،‬‬
‫ابن خلكان‪ :‬وفيات األعيان وأنباء الزمان‪ ،‬تح إحسان عباس‪ ،‬دار الثقافة‪ ،‬بيروت‪1968 ،‬‬
‫القاضي عبد الجبار‪ :‬تثبيت دالئل النبوة‪ ،‬تحقيق عبد الكريم عثمان‪ ،‬دار العربية‪ ،‬بيروت‪ ،‬لبنان‪ ،‬د ت‪ ،‬ج‪2‬‬
‫مدينة قرب قسنطينة في شرق الجزائر‪.‬البكري‪ :‬المغرب في ذكر بالد إفريقيا والمغرب‪ ،‬طبعة دي سالن‪،‬‬
‫الجزائر‪1857 ،‬‬
‫إبراهيم أيوب‪ :‬التاريخ الفاطمي السياسي‪ ،‬الشركة العالمية للكتاب‪ ،‬بيروت‪ ،‬ط‪1‬‬
‫القاضي النعمان‪ :‬رسالة افتتاح الدعوة‪ ،‬تحقيق فرحات الدشراوي‪ ،‬الشركة التونسية للتوزيع‪ ،‬تونس‬
‫المؤنس في أخبار إفريقية وتونس‪ ،‬تحقيق محمد الشمام‪ ،‬المكتبة العتيقة‪ ،‬تونس ‪ 1967‬م‬
‫عبد العزيز فياللي‪ :‬العالقات بين الدولة األموية في األندلس ودول المغرب‪ ،‬الشركة الوطنية للنشر‪ ،‬والتوزيع‪،‬‬
‫الجزائر ‪1982‬‬
‫محمد سهيل طقوش‪ :‬تاريخ الفاطميين في شمال إفريقية ومصر وبالد الشام‪ ،‬دار النفائس‪ ،‬بيروت ط ‪،1‬‬
‫‪2001‬‬
‫الشماخي‪ :‬السير‪ ،‬طبعة حجرية‪ ،‬القاهرة‪ ،‬د ت‬
‫ابن خلدون ‪ :‬كتاب العبر‬
‫طبقات المشايخ‪ ،‬ج‪1‬‬
‫‪.125-La Révolte d’Abu-Yazid, Cahiers de Tunisie 1953, pp103‬‬
‫‪Kaynakça‬‬
‫‪ABDÜLCEBBAR; el-Kadı, Tesebbütü delâili’n-nübüvve, thk. Abdülkerim Osman, Bey‬‬‫‪rut: Darü’l-Arabiyye, t.y.‬‬
‫‪el-BEKRÎ, el-Mağrib fi fikri bilâdi İfrikiyya ve’l-Mağrib, Cezayir, 1857.‬‬
‫‪el-Beyânü’l-Mağrib fî ahbâri Endelüs ve’l-Mağrib, thk. S. Colan, L Provencal, Beyrut:‬‬
‫‪Darü’s-Sekafe, 1982.‬‬
‫‪ed-DERCİNİ, Tabakâtü’l-meşâyih bi’l-Mağrib, thk. İbrahim Talay, Konstantin: Matba‬‬‫‪atu ma’s, 1974.‬‬
‫‪İbnü’l-ESİR, el-Kâmil fi’t-târih, Beyrut: Dârü’l-kitâbi’l-arabî, 1986.‬‬
‫‪EYYUB, İbrahim, et-Târihü’l-fâtimiyyü’s-siyasi, Beyrut, t.y.‬‬
‫‪FEYLALİ, Abdülaziz, el-Alâkatü beyne’d-devleti’l-ümeviyye fi’l-endelüs ve düveli’l‬‬‫‪Mağrib, Cezayir, 1982.‬‬
‫‪İbnü’l-HAC, Süleyman, Sevretü ebî Yezîd cihâdün li îlâi kelimetillah, Konstantin:‬‬
‫‪Dârü’l-ba‘s, 1981.‬‬
‫‪İbn HALDUN, Ebu Zeyd Abdurrahman, el-İber ve dîvânü’l-mübtede’ ve’l-haber, Beyrut:‬‬
‫‪Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1992.‬‬
‫‪İbn HALLİKAN, Vefeyâtü’l-a’yân ve enbâü’z-zamân, thk. İhsan Abbas, Beyrut: Darü’s‬‬‫‪sekâfe, 1968.‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪274 (87‬‬
‫قائمة المصادر والمراجع‬
‫مزهودي مسعود‪ :‬اإلباضية في المغرب األوسط منذ سقوط الدولة الرستمية إلى هجرة بني هالل إلى بالد‬
‫المغرب‪ ،‬المطبعة العربية‪ ،‬غرداية‪1996 ،‬‬
‫عبد الحميد زوزو‪ :‬األوراس إبان فترة االستعمار الفرنسي ( التطورات السياسية واالقتصادية واالجتماعية)‬
‫‪ ،1939-1837‬ترجمة مسعود حاج مسعود‪ ،‬دار هومة للطباعة والنشر والتوزيع‪ ،‬الجزائر‪2005 ،‬‬
‫محمد البشير شنيتي‪ :‬التغيرات االقتصادية واالجتماعية في المغرب أثناء االحتالل الروماني‪ ،‬المؤسسة‬
‫الوطنية للكتاب‪ ،‬الجزائر ‪1984‬‬
‫المقريزي‪ :‬كتاب المقفى الكبير‪ ،‬تحقيق محمد اليعالوي‪ ،‬دار الغرب اإلسالمي‪ ،‬بيروت‪ ،‬ط ‪ ،1991 ،1‬ج‪6‬‬
‫سليمان بن الحاج‪ :‬ثورة أبي يزيد جهاد إلعالء كلمة اهلل‪ ،‬دار البعث‪ ،‬قسنطينة‪ ،‬ط‪1981 ،1‬‬
‫عند ابن األثير ( كنداد) ‪ ،‬ج ‪6‬‬
‫ابن حماد ‪ :‬أخبار ملوك بني عبيد وسيرتهم ‪ ،‬تحقيق جلول أحمد البدوي‪ ،‬المؤسسة الوطنية للكتاب‪ ،‬الجزائر‪،‬‬
‫‪1984‬‬
‫العبر وديوان المبتدا والخبر في أيام العرب والعجم والبربر ومن عاصرهم من ذوي السلطان األكبر‪ ،‬دار‬
‫الكتب العلمية‪ ،‬بيروت‪ ،‬ط ‪1992 ،1‬‬
‫صورة األرض‪ ،‬دار مكتبة الحياة‪ ،‬بيروت‪1979 ،‬‬
‫ابن حزم‪ :‬الفصل في الملل واألهواء والنحل‪ ،‬دار الكتب العلمية‪ ،‬بيروت‪ ،‬ط‪ ، 2،1999‬ج ‪1‬‬
‫البيان المغرب في أخبار األندلس والمغرب‪ ،‬تحقيق‪ ،‬س كوالن ول‪ .‬بروفنسال‪ ،‬دار الثقافة بيروت‪،1982 ،‬‬
‫ج‪1‬‬
‫االستبصار في عجائب األمصار‪ ،‬نشر وتعليق سعد زغلول‪ ،‬االسكندرية‪1958 ،‬‬
‫ياقوت الحموي‪ :‬معجم البلدان‪ ،‬دار صادر‪ ،‬بيروت‪ ،‬ج ‪2‬‬
‫المقريزي «جارية صفراء هوارية» اتعاظ الحنفاء بأخبار األئمة الفاطميين الخلفاء‪ ،‬تح محمد عبد القادر أحمد‬
‫عطا‪ ،‬دار الكتب العلمية‪ ،‬بيروت‪ ،‬ط‪ ،2001 ،1‬ج ‪1‬‬
‫أبو زكريا ‪ :‬سير األئمة وأخبارهم ‪ ،‬تحقيق إسماعيل العربي‪ ،‬دار الغرب اإلسالمي‪ ،‬ط‪ ، 2‬بيروت ‪ ،‬لبنان‬
‫‪1982‬‬
‫ترتيب المدارك وتقريب المسالك لمعرفة أعالم مذهب مالك‪ ،‬تح‪ :‬أحمد بكير محمود ‪،‬منشورات دار مكتبة‬
‫الحياة‪ ،‬بيروت)‬
‫ولفرد مادلونغ‪ :‬ثورة أبي يزيد الخارجي صاحب الحمار في األوراس‪ ،‬ضمن أعمال ملتقى الفكر اإلسالمي‬
‫الثاني عشر‪ ،‬وزارة الشؤون الدينية‪ ،‬الجزائر‪ ،‬ج‪2‬‬
‫موسى رحماني‪ :‬األوراس في العصر الوسيط‪ ،‬رسالة ماجستير في التاريخ الوسيط‪ ،‬جامعة منتوري قسنطينة‪،‬‬
‫‪2007-2006‬‬
‫القاضي النعمان‪ :‬المجالس والمسايرات‪ ،‬تحقيق الحبيب الفقي‪ ،‬وإبراهيم شبوح‪ ،‬ومحمد اليعالوي‪،‬‬
‫الجامعة التونسية‪ ،‬تونس‪1978 ،‬‬
‫رياض النفوس‪ ،‬تحقيق بشير البكوش‪ ،‬وأحمد العروسي المطوي‪ ،‬دار الغرب اإلسالمي‪ ،‬للطباعة والنشر‪،‬‬
‫بيروت‪ 1981 ،‬م‬
‫ابن األثير‪ :‬الكامل في التاريخ‪ ،‬دار الكتاب العربي‪ ،‬بيروت‪ ،‬ط‪ ، 1986 ،6‬ج ‪6‬‬
‫‪(86) 275‬‬
‫‬
‫المجال الذي كانت تستوطنه زناتة(‪.)101‬‬
‫إن الثورة وإن شاركت فيها قبائل عديدة‪ ،‬كلها تنتمي إلى زناتة‪ ،‬فإن الدور الذي لعبه سكان‬
‫(‪)102‬‬
‫األوراس في جميع فصول الثورة دور كبير وعظيم‬
‫ كما أظهرت الثورة إضافة إلى ذلك نزوع األوراس نحو االستقالل عن الدولة الفاطمية‪،‬‬‫وإنما كانت حركة أبي يزيد تعبيرا عن هذا الطموح الذي ظل يراود سكان األوراس منذ العهد‬
‫األموي مرورا بالمرحلة األغلبية‪ ،‬فعلى الرغم من تمكن المنصور الفاطمي من قتل الثائر وتتبع‬
‫أتباعه بالقتل واالغتيال‪ ،‬ثم جولة المعز لدين اهلل الفاطمي في األوراس سنة ‪ 342‬هـ‪953/‬م‬
‫إلخضاع أهل الخالف به لم تكلل جهود الدولة الفاطمية في ضبط المنطقة وإحكام السيطرة‬
‫عليها‪ ،‬بل وقد استمر األوراس خالل حكم الزيريين مستقال مما يعني تأصل هذه النزعة في‬
‫األوراس وسكانه(‪.)103‬وإذا نظرنا إلى ثورة أبي يزيد باألوراس في هذا اإلطار التاريخي فتهي صفحة‬
‫المعة في كفاح أهلها للمحافظة على استقاللهم ‪.‬‬
‫‪ 101‬محمد سهيل طقوش‪ :‬تاريخ الفاطميين في شمال إفريقية ومصر وبالد الشام‪ ،‬دار النفائس‪ ،‬بيروت ط ‪2001 ،1‬‬
‫‪ ،‬ص ‪140‬‬
‫‪ 102‬إدريس عماد الدين القرشي‪ :‬المصدر السابق‪،‬ص‪.200-199‬‬
‫‪ 103‬مولفرد مادلونغ‪ :‬المرجع السابق‪ ،‬ص ‪.274‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪276 (85‬‬
‫لتأزيم الوضع أكثر خاصة‪ ،‬الخليفة األموي الناصر الذي قدم العون لصاحب الحمار وقد كانت‬
‫بينهما مراسالت وسفارات(‪.)97‬‬
‫خامسا ‪ :‬أسباب فشل الثورة‪.‬‬
‫لقد كانت هزيمة جيش الثائر عائدة بال شك إلى طبيعة تكوين هذا الجيش الذي تشكل أساسا‬
‫من سكان الجبال غير المدربين على فنون الحصار‪ ،‬كما كان هو قليل الخبرة بمكائد الحرب‬
‫فلم يستطع استثمار االنتصارات التي حققها‪ ،‬كما أن انكشافه عن المالكية‪ ،‬واستشهاد الكثير من‬
‫فقهائهم‪ ،‬قد عجل بفشل الثورة ألن الناس قد زالوا عنه لما رأوا المؤامرة التي حاكها مع أصحابه‬
‫ولما رأى أبو يزيد أنه قد تمكين‪ ،‬قال لجنوده‪ :‬إذا التقيتم مع القوم‪ ،‬فانكشفوا عن أهل القيروان‬
‫حتى يتمكن أعداؤكم من قتلهم‪ ،‬فيكونوا هم الذين قتلوهم‪ ،‬ال نحن فنستريح (‪ ،)98‬وهذا كالم ابن‬
‫عذارى فيه نوع من الريبة فكيف يتخلى مخلد بن كيداد على نخبة المالكية التي سارت معه وهو‬
‫يعلم أن أهل القيروان مشوا معهم من أجلهم‪.‬‬
‫إن ثورة صاحب الحمار كادت تؤتي أكلها وتسقط الدولة العبيدية‪ ،‬لوال بعض المفاسد التي‬
‫ارتكبها أصحابه‪ ،‬وساهمت في إضعاف جبهته‪ ،‬وفككت تحالفه(‪ ،)99‬وقد يفسرها البعض بأخطاء‬
‫كل الثورات والتي نجدها في أغلبها ألن الثورة قد ينخرط فيها الجاهل والغير الواعي لمقاصدها‬
‫وأهدافها وربما ينضم إليها الطامعون والطامحون لمكاسب دنيوية وغيرها‪ ،‬وحتى في هجرة الرسول‬
‫«ص» هناك من هاجر معه ولكن ألمور دنيوية وليست دينية‪.‬‬
‫خاتمة‪:‬‬
‫رغم النهاية المأساوية للثورة‪ ،‬فإنه يمكننا أن نسجل بعض المالحظات التي يمكن أن تزيد‬
‫الثورة‬
‫تفسيرا ‪ ،‬ومواقف القوى المتصارعة توضيحا فنقول‪:‬‬
‫ لقد شكلت ثورة النكار بقيادة أبو يزيد ما يشبه الملحمة القريبة من األسطورة‪ ،‬فقد ذاع‬‫صيت الرجل‪ ،‬وهو الذي أوشك أن يقضي على دولة قائمة ويقيم مكانها دولة أخرى(‪.)100‬‬
‫لقد كانت أسباب الثورة دينية وسياسية واقتصادية واجتماعية كما سبق أن رأينا‪ ،‬لكن هذه‬
‫األسباب كانت تغطي سببا أقوى وهو انفجار قوى العصبية الزناتية التي ينتمي إليها أبو يزيد‬
‫اليفرني‪ ،‬والمناوئة لعصبية كتامة التي استقوت بالدولة الشيعية وسعت للهيمنة وفرض نفوذها على‬
‫‪ 97‬عبد العزيز فياللي‪ :‬العالقات بين الدولة األموية في األندلس ودول المغرب‪ ،‬الشركة الوطنية للنشر‪ ،‬والتوزيع‪،‬‬
‫الجزائر ‪ ،1982‬ص‪.179-169‬‬
‫‪ 98‬البيان المغرب‪ ،‬المصدر السابق‪،‬ج‪ ،1‬ص‪.218‬‬
‫‪ 99‬ابن عذارى‪ :‬المصدر السابق‪،‬ج‪ ،1‬ص‪.218‬‬
‫‪ 100‬سليمان بن الحاج داود بن يوسف‪ :‬المرجع السابق‪ ،‬ص‪.95-89‬‬
‫‪(84) 277‬‬
‫‬
‫بن كيداد الزناتي(‪ ،)91‬والتمسوا عجزا من حماية الفاطميين لهم‪ ،‬أمام آلة القتل والتنكيل‪ ،‬التي‬
‫استهدفتهم‪ ،‬فكيف يهربون إذن من الحصار المحكم الذي ضربه هذا البطل؟‪.‬‬
‫كما انعكس لثورة أبو يزيد خاصة نتائج وخيمة على األوراس‪ ،‬والمغرب األوسط‪ ،‬وإفريقية‪،‬‬
‫ذلك أن هذه الثورات قد أثرت في اقتصاديات المنطقة عندما تعطلت الزراعة بسب هجرة الزراع‬
‫إلى المناطق اآلمنة فرارا بأرواحهم من المالحقات والتصفيات الجسدية‪ ،‬خاصة أثناء ثورة النكار‬
‫على الفاطميين إذ صارت كل أنحاء المغرب مستباحة للطرفين فلم يكن منهم من يرقب في‬
‫الناس إالً وال ذمة‪ ،‬إذ تعرض الناس لقمع شديد وتصفية أموالهم‪ ،‬خاصة المعارضين لكل طرف‪.‬‬
‫فذهب األمن وزال النظام‪ ،‬وقطعت السابلة‪ ،‬فخاف الناس على أنفسهم وأموالهم‪ ،‬وكأن أبو‬
‫يزيد يروم إلى تحقيق ذلك حتى تضعف سلطة الدولة الفاطمية وتقل حاصالتها من الجبايات‬
‫والضرائب‪ ،‬فتتفرق الجموع من حول القائم الفاطمي‪ ،‬عندما ال يجد ما يقدمه من عطايا وأجور‬
‫للجند والمتطوعة(‪.)92‬‬
‫ويمكن أن نستدل بأن مختلف الصناعات القديمة بقيت سائدة ولم تتأثر بثورة مخلد بن كيداد‬
‫من أهم الصناعات التي اشتهر بها األوراس األنسجة الصوفية واألكسية القطنية‪ ،‬يروي أبو زكرياء‬
‫أن صاحب الحمار عندما كان معسكرا باألوراس يستجمع قواه استعدادا للقيام بالثورة سأله بعض‬
‫الخارجين معه »ماذا تنتظر لألخذ بثأر يزيد بن فندين؟‪..‬فقال أبو يزيد ‪ :‬دعنا حتى نفرغ من نسج‬
‫كسائنا«‪ ..‬مما يبين استمرار مختلف األنشطة االقتصادية(‪.)93‬‬
‫كما أدرك العبيديون هم أيضا أن المغرب لم يعد دار قرار‪ ،‬مما جعلهم يعجلون باالنتقال‬
‫إلى مصر في عهد المعز لدين اهلل سنة ‪ 362‬هـ‪ 972 /‬م‪.‬تاركين وراءهــم صنهاجة كقوة نامية‬
‫تخلفهم‪ ،‬وتحكم المغرب باسمهم‪ ،‬بعدما أفل نجم زناتة بعد الذي أصابها من جزاء الحروب‬
‫والثورات التي شاركت فيها منذ مراحل الفتح األولى إلى ثورات الخوارج والصراع بينها وبين‬
‫كتامة الفاطميين(‪.)94‬‬
‫وقد كان ذلك كله فرصة لعودة المذهب المالكي وانتعاشه والذي سيخلف المذهب الشيعي‬
‫اإلسماعيلي(‪ ،)95‬كما كانت سببا في التمهيد لــزوال الفكر الخارجي الــذي حمل تبعات كل‬
‫االضطرابات التي وقعت في المغرب األوسط وإفريقية مما جعل البقية الباقية منهم يبحثون عن‬
‫ملجأ آمن يحتمون به بعيدا عن الصراعات التي أضعفت وجودهم وقوضت كيانهم فاختاروا‬
‫الصحراء مستقرا وملجئا(‪.)96‬‬
‫كما أن األطراف الخارجية وجدت الفرصة المواتية للتدخل في شؤون المغرب‪ ،‬والسعي‬
‫‪91‬‬
‫‪92‬‬
‫‪93‬‬
‫‪94‬‬
‫‪95‬‬
‫‪96‬‬
‫اتعاظ الحنفاء‪ ،‬ج ‪ ،1‬ص ‪.80‬‬
‫بوبة مجاني‪ :‬المرجع السابق‪ ،‬ص‪.130-129‬‬
‫إبن خلدون ‪ :‬المصدر السابق ‪ ،‬ج ‪ ،7‬ص ‪180‬‬
‫موسى رحماني‪ :‬المرجع السابق‪ ،‬ص‪.85‬‬
‫مزهودي مسعود‪ :‬االباضية‪ ،‬المرجع السابق‪ ،‬ص‪.103-102‬‬
‫مسعود مزهودي‪ :‬المرجع السابق‪ ،‬ص‪.103-102‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪278 (83‬‬
‫لم تجلب للبالد‪ ،‬إال الخراب والقتل والتشريد‪ ،‬فقد ورد في بعض المصادر في هذا الشأن «أن‬
‫عدد ما خرب من القرى على يديه في إفريقية ثالثون ألف قرية”(‪.)83‬‬
‫أما عن الخسائر في األرواح‪ ،‬فيبدو أنها كانت ثقيلة‪ ،‬حتى أن بعض المصادر ذهبت إلى‬
‫إحصاء”عشرة آالف قتيل”‪ ،‬من الذين سقطوا في مدينة سوسة وحدها‪ ،‬و من جراء الحصار‬
‫الذي ضربه جيش أبي يزيد الزناتي على المدينة سنة ‪ 333‬هـــ‪944/‬م(‪ ،)84‬وهو كالم يناقض ما‬
‫قاله الذهبي» أنه بخروج أبي يزيد مخلد بن كيدا ومن معه على بني عبيد أحسنوا السيرة مع الرعية‬
‫وتهذبوا وطووا ما يرمونه من إظهار مذهبهم وساسوا ملكهم(‪.)85‬‬
‫وليس من المعقول أن يكون هذا الرجل المؤمن الذي يأمر بالمعروف وينهى عن المنكر ينقلب‬
‫تماما إذا شاخ وعجز‪ ،‬من حسن السيرة إلى فساد األخالق‪ ،‬وما موقف المشايخ الذين كانوا معه‪،‬‬
‫وهل يقبل عاقل أن يواصل ولداه الفضل وأيوب الجهاد بعد موته وتنصاع لهم الناس‪ ،‬وكيف يعقل‬
‫أن يواصل عبد الرحمان الناصر أمير األندلس مساندته وهو من المدافعين عن اإلسالم والغيور على‬
‫مبادئه‪ ،‬ولكنه كله مجرد أكاذيب للعبيديين ومؤرخيهم(‪.)86‬‬
‫كما يمكن أن نحكم على أعمال يزيد بأنها رد فعل على أعمال الخلفاء الفاطميين مثل ما فعل‬
‫الخليفة المنصور باهلل حينما اجتاح بجيشه ديار زناتة‪ ،‬فسبى نساءهم وذراريهم‪ ،‬وأخذ ما لهم من‬
‫الخيل والجمال‪ ،‬وصنوف الحيوان‪ ،‬ما يفوق اإلحصاء‪ ،‬ويستغرق االستقصاء‪ ،‬على حد تعبير ابن‬
‫حماد(‪ )87‬ونفس الشيء كان قد قام به أبو عبد اهلل الشيعي حينما اقتحم بلزمة في األوراس (‪ )88‬هذا‬
‫وقد اتبع أبو يزيد النكارى األسلوب نفسه‪ ،‬عندما هاجم أهالي مدينة تونس‪ ،‬حيث أورد”ابن أبي‬
‫دينار”في هذا الصدد‪”:‬ونهب مدينة تونس‪ ،‬وأخذ منها ألف خابية زيتا‪ ،‬غير األموال والعبيد(‪.)89‬‬
‫ولقد عانى السكان في بعض المدن تحت وطأة الحصار المفروض عليهم‪ ،‬سواء من قبل‬
‫جيش الفاطميين‪ ،‬أو من طرف جيش أبي يزيد الزناتي‪ ،‬وقد جاء في بعض المصادر تصوير شدة‬
‫الحصار الذي ضربه أبو يزيد مخلد بن كيداد على مدينة المهدية‪ ،‬وما أصاب األهالي من الجوع‬
‫الشديد بسببه‪ ،‬فأوردت في هذا الصدد‪»:‬وعظم البالء على الرعية‪ ،‬حتى أكلوا الميتة والدواب‬
‫والكالب”(‪ .)90‬وهي نتيجة حتمية لكل الثورات فحتى جيش عمر بن الخطاب حاصر القدس‪.‬‬
‫كما يحاول أن يلصق المقريزي هجرة وفرار الناس من ظلم وجور الفاطميين بحصار مخلد‬
‫بن كيداد بقوله هاجر الكثير من أهالي»المهدية»إلى مناطق بعيدة‪ ،‬مثل جزيرة صقلية‪ ،‬ومصر‪،‬‬
‫وبالد الروم‪ ،‬بعد أن أنهكهم طول الحصار‪ ،‬الذي فرض عليهم‪ ،‬من طرف جيش أبي يزيد مخلد‬
‫‪83‬‬
‫‪84‬‬
‫‪85‬‬
‫‪86‬‬
‫‪87‬‬
‫‪88‬‬
‫‪89‬‬
‫‪90‬‬
‫الدرجيني‪ :‬المصدر السابق‪ ،‬ج ‪1‬ص ‪.101‬‬
‫انظر ابن األثير‪ ،‬الكامل ‪ ،‬ج ‪ ،6‬ص‪.309‬‬
‫نفس المصدر والصفحة‪.‬‬
‫سليمان بن الحاج‪ :‬المرجع السابق‪ ،‬ص‪.80‬‬
‫أخبار ملوك بني عبيد‪ ،‬المصدر السابق‪ ،‬ص ‪.32‬‬
‫القاضي النعمان‪ :‬رسالة افتتاح الدعوة‪ ،‬المصدر السابق‪ ،‬ص ‪.172‬‬
‫المؤنس في أخبار إفريقية وتونس‪ ،‬تحقيق محمد الشمام‪ ،‬المكتبة العتيقة‪ ،‬تونس ‪ 1967‬م‪ ،‬ص‪.56‬‬
‫ابن أبي دينار‪ :‬المصدر السابق‪ ،‬ص‪.57‬‬
‫‪(82) 279‬‬
‫‬
‫وفي بداية سنة ‪336‬هـ ‪947/‬م وقعت معركة بين أبي يزيد والمنصور بين المسيلة و األوراس‪»،‬‬
‫بباتنة»(‪ ،)76‬قتل فيها الكثير من أصحاب أبي يزيد‪ ،‬كان أكثرهم من بني كمالن باألوراس ومزاتة‪ ،‬حتى‬
‫أن هذه المعركة عرفت بيوم الرؤوس أو بموقعة الحريق حيث ألقى القبض على صاحب الحمار‪،‬‬
‫مثخنا بالجروح‪ ،‬ثم يموت في األسر‪ ،‬وسنة ‪336‬هـ‪947/‬م بذلك انتهت الثورة(‪ ،)77‬فأمر المنصور‬
‫بسلخه‪ ،‬وحشي جلده تبنا‪ ،‬وجعل في قفص مع قردين يالعبانه(‪.)78‬‬
‫ولم يفلح أبناء أبي يزيد من إعادة إيقاد فتيل الثورة من جديد رغم محاوالتهم القيام بذلك‪،‬‬
‫فقد عمد المنصور إلى اغتيال الفضل بن أبي يزيد‪ ،‬ثم أيــوب‪ ،‬وفر بقية أبناء أبي يزيد إلى‬
‫األندلس(‪.)79‬‬
‫رابعا ‪ :‬نتائج الثورة‬
‫ومن نتائجها إرهــاق أبو يزيد للعبيديين (الفاطميين) رغم أنهم قضوا على ثورته سنة ‪336‬‬
‫هـ‪947/‬م ولكن نفوذ العبيديين (الفاطميين) تضاءل في بالد المغرب وساءت حال البالد في شمال‬
‫إفريقية من جراء تلك الثورات‪ ،‬وتمنى البربر خروجهم اليوم قبل الغد وهو ما انعكس بتغيير المذهب‬
‫مباشرة بعد رحيل المعز للقاهرة‪.‬‬
‫وإذا كان تحالف صنهاجة(‪ )80‬مع الفاطميين ضد قبيلة زناتة التي ينتمي إليها يزيد‪ ،‬قد سمح‬
‫ببروز دور زيــري بن مناد بمظهر القائد العظيم والمحنك‪ ،‬فــإن بقاء هــذا األخير على والئه‬
‫للسلطة لفترة طويلة‪ ،‬قد أكسبه ثقة الخليفة المعز لدين اهلل الفاطمي‪ ،‬بأن واله على سائر المغرب‬
‫اإلسالمي‪ ،‬وذلك قبل رحيله إلى مصر(‪.)81‬‬
‫وقد ورد عن ابن خلدون « أن أصحاب أبي يزيد قد نقموا عليه اتخاذ الحرير في لباسه‪ ،‬ورأوا‬
‫في ذلك خروجا عن عاداتهم‪ ،‬وما تعارفوا عليه”(‪ ،)82‬وهو كالم فيه نظر ألن مخلد بن كيداد كان‬
‫من الصوفية الزاهدين‪ ،‬فكيف يفكر في ذلك وهو المتدين الذي يعلم بأن الحرير حرام على الرجال‪،‬‬
‫أو أن إدعاءات الشيعة في كتبهم وعلى رأسهم المقريزي قد تأثر بها ابن خلدون‪.‬‬
‫ويعتقد بعض اإلباضية الذين خرج يزيد ناكرا إلمامتهم أنها ثورة فاشلة وجلبت الدمار للمنطقة‪،‬‬
‫ولم تمثل حركات المقاومة‪ ،‬واالسترداد التي تبناها أبو يزيد النكاري‪ ،‬ومن ناصره من الزناتيين‬
‫ضد الحكم الفاطمي‪ ،‬إال محاوالت تمرد يائسة‪ ،‬ألنها كانت تفتقد إلى الخطة والهدف بدليل أنها‬
‫‪ 76‬نفس المصدر والصفحة‪.‬‬
‫‪ 77‬القاضي النعمان‪ :‬رسالة افتتاح الدعوة‪ ،‬تحقيق فرحات الدشراوي‪ ،‬الشركة التونسية للتوزيع‪ ،‬تونس‪ ،‬دت‪ ،‬ص‬
‫‪334‬؛ و إدريس عماد الدين القرشي‪ :‬المصدر السابق‪،‬ص ‪.306-296‬‬
‫‪ 78‬المقريزي‪ :‬كتاب المقفى الكبير‪ ،‬تراجم‪ ،‬ص ‪.171‬‬
‫‪ 79‬سليمان بن الحاج ‪ :‬المرجع السابق‪ ،‬ص ‪.86-85‬‬
‫‪ 80‬تنتسب «صنهاجة» إلى ولد «صنهاج»‪ ،‬وأصل الكلمة «صناك»‪ ،‬بالصاد المشمسة زايا والكاف القريبة من الجيم‪،‬‬
‫فلما عربتها العرب‪،‬‬
‫زادت الهاء بين النون واأللف‪ ،‬فصارت «صنهاج»‪ ،‬ثم أضافوا لها تاء الجمع‪ ،‬فتحولت إلى «صنهاجة»‪ ،‬للمزيد‪ ،‬ينظر‪،‬‬
‫ابن خلدون‪ ،‬العبر‪ ،‬ج ‪ ،6‬ص ‪.152‬‬
‫‪ 81‬ابن خلدون‪ :‬المصدر السابق‪ ،‬ج ‪،6‬ص ‪.3‬‬
‫‪ 82‬ابن خلدون‪ :‬المصدر نفسه‪ ،‬ج ‪ ،7‬ص‪.13‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪280 (81‬‬
‫وعند تنظيم حكومته باألوراس كان يعينه أبناؤه األربعة الذين أصبحوا خيرة قادته مع شيخه أبي‬
‫عمار(‪.)66‬‬
‫المرحلة الثانية‪ :‬تغلب فيها على عاصمة إفريقية القيروان‪ ،‬وبذلك دخلت الحركة الثورية‬‫مرحلة لتأسيس دولة الشورى حتى يحقق حلم النكارية الذي خاب أملهم في دولة بني رستم‬
‫قبل ذلك‪ ،‬والتي لم تحقق الهدف الخارجي الذي ناضلوا قرونا في سبيل تحقيقه‪ ،‬وبذلوا لذلك‬
‫الكثير من األنفس و األموال في سبيل تطبيقه(‪.)67‬‬
‫والكثير من المصادر تشير إلى حسن استقبال علماء المالكية له في القيروان وقرارهم الجهاد‬
‫معه‪ ،‬وهو يناقض رأي بعض المؤرخين الذين يقولون أنه حاصر القيروان وحاربهم‪ ،‬وهو تزييف‬
‫للتاريخ تزلفا للدولة الحاكمة(‪ ،)68‬والقاضي عبد الجبار المعتزلي أورد تاريخ ثورة أبي يزيد لم يذكر‬
‫فيها شيئا مما نسب إليه من الفواحش زورا وبهتانا ألنه لم يكن تحت حكم العبيديين وإن كان في‬
‫عصرهم(‪.)69‬‬
‫ المرحلة الثالثة ‪ :‬وفيها تمت محاصرة المهدية‪ ،‬عاصمة الدولة الشيعية‪ ،‬وهي المرحلة التي‬‫بلغت فيها الثورة ذروة اتساعها‪ ،‬حتى ظن كل الناس أن الدولة الفاطمية لم يبق لسقوطها إال أن‬
‫يتجاوز صاحب الحمار عتبة باب مصلى اإلمام حتى يسيطر على العاصمة العصية(‪.)70‬‬
‫المرحلة الرابعة‪ :‬وهي التي انحسرت فيها الثورة عن مدينتي المهدية والقيروان‪ ،‬حتى انتهت‬‫الثورة بتبديد جيش الثائر وهزيمته بــاألوراس‪ ،‬حيث أصبح الجيش الفاطمي يسترجع المدينة‬
‫تلو األخرى‪ ،‬ومنها مدينة تيجس(‪ ،)71‬وباغاي من المدن التي تم استرجاعها(‪ ،)72‬وكان ذلك بقيادة‬
‫إسماعيل بن القائم(‪ ،)73‬كما استرجع القيروان‪ ،‬فاتجه أبو يزيد إلى باغاي وحاصرها سنة ‪335‬هـ‪946/‬‬
‫م فتبعه الخليفة لكنه فر نحو بسكرة» الزاب»‪ ،‬ثم إلى المسيلة بجبال الساالت(‪ ،)74‬ثم أخذ الخليفة‬
‫بجمع حوله كل من يقدر على حمل السالح‪،‬و يفرق األموال واألرزاق‪ ،‬مرغبا الناس في مالحقة‬
‫أبي يزيد(‪.)75‬‬
‫‪66‬‬
‫‪67‬‬
‫‪68‬‬
‫‪69‬‬
‫‪70‬‬
‫‪71‬‬
‫‪72‬‬
‫‪73‬‬
‫‪74‬‬
‫‪75‬‬
‫سليمان بن الحاج‪ :‬المرجع السابق‪ ،‬ص ‪.72‬‬
‫القاضي عبد الجبار‪ :‬تثبيت دالئل النبوة‪ ،‬تحقيق عبد الكريم عثمان‪ ،‬دار العربية‪ ،‬بيروت‪ ،‬لبنان‪ ،‬د ت‪ ،‬ج‪،2‬‬
‫ص‪.391‬‬
‫سليمان بن الحاج‪ :‬المرجع السابق‪ ،‬ص‪.73‬‬
‫نفس المرجع والصفحة‪.‬‬
‫المقريزي‪ :‬اتعاظ الحنفاء‪ ،‬المصدر السابق‪ ،‬ج‪ ،1‬ص‪.79‬‬
‫مدينة قرب قسنطينة في شرق الجزائر‪.‬البكري‪ :‬المغرب في ذكر بالد إفريقيا والمغرب‪ ،‬طبعة دي سالن‪ ،‬الجزائر‪،‬‬
‫‪ ،1857‬ص ‪.63‬‬
‫ابن خلدون ‪ :‬المصدر السابق‪ ،‬ج‪ ،4‬ص‪.89-88‬‬
‫هو أبو طاهر إسماعيل بن أبي القاسم تولى الخالفة بعد موت أبيه القائم سنة ‪334‬هـ وتلقب بالمنصور وقد توفي‬
‫سنة ‪341‬هـ في مدينة ورجالن ‪ .‬إدريس عماد الدين القريشي‪ :‬المصدر السابق‪ ،‬ص‪.230‬‬
‫إبراهيم أيوب‪ :‬التاريخ الفاطمي السياسي‪ ،‬الشركة العالمية للكتاب‪ ،‬بيروت‪ ،‬ط‪ ،1‬ص ‪.30-29‬‬
‫ابن حماد ‪ :‬المصدر السابق‪ ،‬ص ‪.41‬‬
‫‪(80) 281‬‬
‫الجيش العبيدي باستخدام حيلة إشعال النار في تبن معلق على ذيل الثور‪.‬‬
‫‬
‫‪58‬‬
‫لقد كان هذا النصر الذي أحرزه أبو يزيد كاف لجعل القبائل تتقاطر عليه من كل مكان‪،‬‬
‫‪59‬‬
‫فأغراه ذلك على إعالن الثورة والسير لفتح المدن والحصون‪.‬‬
‫كان النكار يهدفون من الثورة على الفاطميين إلى جملة من األمور‪:‬‬
‫السعي لقلب النظام الشيعي الفاطمي الفاسد الجائر على المسلمين بحسب نظرهم‪،‬‬
‫‬‫وذلك باعتماد العنف المسلح إلسقاط الدولة‪.‬‬
‫إقامة دولة المساواة النكارية المثالية يتساوى فيها جميع المسلمين‪ ،‬تقوم على الشورى‬
‫‬‫والمساواة‪ ،‬و التي كانت منشد الخوارج و مبتغاهم منذ ظهورهم على الساحة اإلسالمية‪.‬‬
‫استباحة الغنائم والسبي‪ ،‬بحكم أن أعداءهم الشيعة كفارا‪ ،‬لذلك تباح أموالهم وتسبى‬
‫‬‫نساؤهم(‪.)60‬‬
‫وعمت جميع البالد حتى غدت في التراث الفاطمي محنة امتحنت إيمان األتباع‪ ،‬وكادت‬
‫ثورة أبي يزيد أن تقضي على دولة العبيديين لوال أن جاءتهم اإلعانة الغذائية من زيري بن مناد‬
‫الصنهاجي(‪.)61‬‬
‫وقد مرت الثورة بأربعة مراحل‪:‬‬
‫ المرحلة األولى ‪ :‬لقد أقام أبو يزيد في جبل أوراس مدة قريبة من سبع سنين قبل خروجه‬‫منه لفتح مدينة بغاي سنة ‪332‬هـــ‪943/‬م وقد أقام بموضع في جبل أوراس يسميه الداعي إدريس‬
‫المتواالن ويسميه ابن خلدون النواالت‪ ،‬وهو على ما يظهر على مسافة أربعة وعشرين ميال من‬
‫مدينة باغاي(‪.)62‬‬
‫وبعد فك حصار األوراس اتجه أبو يزيد نحو الجنوب عند بني وركالن لحشد الدعم‪ ،‬ثم عاد‬
‫مرة أخرى إلى األوراس سنة‪331‬هـ‪942/‬م أين أخذت له البيعة على قتال العبيديين(‪ .)63‬وبدأت‬
‫الثورة عندما زحف عليه عامل باغي»وهو صولت بن ملول» فهزمه أبو يزيد‪ ،‬الذي واصل طريقه إلى‬
‫بغاي فحاصرها‪ ،‬لكنه انهزم فيها‪ ،‬فتوجه إلى فتح مدينة تبسة ومجانة واألربس(‪ ،)64‬وفيها استولى أبو‬
‫يزيد على بالد الزاب حيث كانت الجماعات الخارجية منتشرة كما سيطر على األقاليم الساحلية‬
‫الشمالية في باجة وتونس(‪.)65‬‬
‫‪ 58‬مزهودي مسعود‪ :‬المرجع السابق‪ ،‬ص‪.72‬‬
‫‪ 59‬إدريس عماد الدين القرشي‪ :‬المصدر السابق‪،‬ص ‪.173 -172‬‬
‫‪60‬‬
‫‪ 61‬ابن عذاري‪ :‬المصدر السابق‪،‬ج ‪ ،1‬ص ‪219‬‬
‫‪ 62‬ولفرد مادلونغ‪ :‬المرجع السابق‪ ،‬ص‪.269‬‬
‫‪ 63‬محمود إسماعيل‪ :‬المرجع السابق‪ ،‬ص‪.178‬‬
‫‪ 64‬ابن خلدون‪ :‬المصدر السابق‪ ،‬ج‪ ،4‬ص‪.86‬‬
‫‪ 65‬ابن عذاري ‪ :‬المصدر السابق‪،‬ج ‪ ،2‬ص‪.339‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪282 (79‬‬
‫وكان من نتائج هذا الحقد وهذا اإلجرام أن وجد أبو يزيد دعما من فقهاء المالكية الذين أفتوا‬
‫باالنضمام إلى ثورة أبي يزيد مخلد بن كيداد رغم أنه من الخوارج ورأوه رجل الخالص‪ .52‬وقالوا‪:‬‬
‫نكون مع أهل البدعة لمقاومة أهل الزندقة المغيرين للدين‪ ،‬وقد أبرز”الدباغ”‪ ،‬أسباب انضمام‬
‫المالكية إلى جانب ثورة أبي يزيد اليفرني‪ ،‬أنه تظاهر أمامهم بإحياء مذهب اإلمام مالك‪ ،‬وهذا غير‬
‫مقبول ألنه قد ينخدع العامة والناس ولكن كيف ينخدع العلماء‪ ،‬أكانوا بهذه الدرجة من السذاجة؟‬
‫أو ربما ألنهم اعتقدوا أن هذا الثائر األمل الوحيد بالنسب لهم للخالص من حكم الفاطميين‪.‬‬
‫وعلى العكس من ذلك فإن الروايات اإلسماعيلية المعادية للثورة تذكر الثائر بأنه كان يسير‬
‫في البربر‪ ،‬ويسع في الفساد‪ ،‬والتأليب على الدولة العلوية‪ ،‬وتكفير المسلمين غير من يدين بدين‬
‫الخوارج‪ ،‬واستحالل قتالهم وجهادهم ورميهم بالكفر‪ ،‬وعظمهما البربر‪.53‬‬
‫وقد سلك يزيد بن مخلد في نشر إيديولوجيته الثورية الطريق الذي سلكه الشيعة في نشر‬
‫مذهبهم من أجل كسب األتباع‪ ،‬وإقناع األنصار‪ ،‬يقول الداعي إدريس أن صاحب الحمار كان»‪:‬‬
‫إذا لقي أحدا يذكر له الشيخين أبا بكر وعمر‪ ،‬ويشنع على الشيعة لبغضهما‪ ،‬وأنهم ال يرون‬
‫رأيهما‪ ،‬ويأتي أهل الرياسة من حيث يحبون في تزيين الرياسة لهم‪ ،‬وان السلطان قد ساوى بينهم‬
‫وبين غيرهم ممن هو دونهم‪ ،‬وإذا لقي من همه الغارة والفتنة من الغوغاء والعوام أتاهم من باب‬
‫‪54‬‬
‫تحليل األموال والفروج‪ ،‬يحضهم على القيام والخروج حتى اجتمع له مائتا فارس«‪.‬‬
‫كــان أتباع الثورة والمنخرطون فيها من البربر البتر الذين يسكنون منطقة األوراس وما‬
‫جــاورهــا‪ ،55‬وأغلبهم من زناتة ولواتة وهــوارة وبني بــرزال ومغراوة وبني كمالن‪ ،‬ومزاتة من‬
‫اإلباضيين النكار والوهبية‪ ،‬كما حاول أبو يزيد استنفار أتباع كافة المذاهب والفرق الناقمة على‬
‫الشيعة‪ ،‬لذلك لم يعلن في البداية عن ميوالته المذهبية تقية منه‪ ،‬بل لقد أعلن أنه خرج غضبا‬
‫‪56‬‬
‫هلل‪.‬‬
‫اختار أبو يزيد جبل أوراس دارا للهجرة‪ ،‬ومنطلقا للثورة‪ ،‬ألنه منطقة حصينة توفر له وإلتباعه‬
‫الحماية والمنعة‪ ،‬مستفيدا من موقع األوراس القريب من إفريقية والصحراء‪ ،‬كما أن صعوبة‬
‫مسالكه تقلل من فعالية الجيوش النظامية‪ ،‬وهو األمر الذي حدث عندما حاول الجيش الفاطمي‬
‫بأمر من القائم بأمر اهلل ‪57‬حصار الثائر‪ ،‬لمدة سبع سنوات فاستطاع أبو يزيد فك الحصار وهزيمة‬
‫‪52‬‬
‫‪53‬‬
‫‪54‬‬
‫‪55‬‬
‫‪56‬‬
‫‪57‬‬
‫ابن عذاري ‪ :‬المصدر السابق‪،‬ج ‪ ،2‬ص ‪.339‬‬
‫ادريس عماد الدين القرشي‪ :‬عيون األخبار وفنون اآلثار في فضائل األئمة األطهار ‪ ،‬السبع الخامس‪ ،‬تح مصطفي‬
‫غالب‪ ،‬دار األندلس ‪ ،‬بيروت‪ ،1975 ،‬ص‪.173 -172‬‬
‫إدريس عماد الدين القريشي‪ :‬المصدر السابق‪ ،‬ص‪.174‬‬
‫في رسالة القائم بأمر اهلل التي أنفذها إلى الكتامين يدعوهم لجهاد الفاسقين الكفرة المارقين أهل أوراس‪.‬‬
‫ولفرد ماداونغ‪ :‬ثورة أبي يزيد صاحب الحمار في األوراس‪ ،‬محاضرات ملتقى الفكر اإلسالمي الثاني عشر ‪-‬‬
‫باتنة‪ 268-.،‬ج ‪،2‬ص ‪.267‬‬
‫ابن خلكان‪ :‬وفيات األعيان وأنباء الزمان‪ ،‬تح إحسان عباس‪ ،‬دار الثقافة‪ ،‬بيروت‪،1968 ،‬ج ‪ ،1‬ص‪.235‬‬
‫هو أبو القاسم محمد بن عبيد اهلل القائم بأمر اهلل‪ ،‬تولى الخالفة بعد وفاة المهدي(‪322-297‬هـ)‪934-909(/‬م)‬
‫ويقال أن اسمه نزار” ولقب بالقائم بأمر اهلل‪ .‬مزهودي مسعود‪ :‬المرجع السابق‪ ،‬هامش ص‪.70‬‬
‫‪(78) 283‬‬
‫‬
‫ويبدوا من خالل الوقائع الواقعة أن الثورة غايتها نصرة المؤمنين المظلومين ومحاربة بدع‬
‫الرافضة و إعادة نهج السنة المالكية لعموم الناس‪ ،‬فهي ثورة مذهبية داخل قوم األمازيغ‪ ،‬فكتامة‬
‫انقسمت بين مؤيد ومعارض‪ ،‬فمنهم من ناصر الثورة ومنهم من ناصر القائم العبيدي ومن بعد‬
‫المنصور‪ ،‬وال غرو أن انتهاج المنصور لسياسة فرق تسد بين صنهاجة وزناتة هو ما أفرغ الثورة من‬
‫مدلولها وسهل أمر القضاء على زعيمها‪.‬‬
‫وفي هذا الجو المحتقن‪ ،‬والتوتر القائم بين األمازيغ الذين قسمتهم المذهبية وشتتهم إلى عصبيات‬
‫متناحرة فيما بينها بسبب حضور زعامات مستقطبة لهم ( عباسية‪ ،‬فاطمية‪ ،‬رستمية‪ ،‬ادريسية‪ ،‬أموية أندلسية )‬
‫غدا الجو مشحونا بتيارات سياسية تستخدم الدين مطية لبلوغ غاياتها‪ ،‬وأكثر النقم موجهة للعبيدين باعتبارهم‬
‫رأس حربة في إفساد عقيدة أهل البالد ‪-‬بعد قرنين من تمكن اإلسالم فيها‪ -‬لهذا تقاطرت أقوامهم وتناصرت‬
‫وتجمعت حول رجل ناسك متعبد يعرف في التاريخ باسم (صاحب الحمار) فمن هو ياترى؟‬
‫ثالثا ‪ :‬سير أحداث الثورة‬
‫حدثته نفسه بالخروج على السلطان‪ ،‬فعد من دعاة الفتنة» فأهدر الوالة بقسطيلية دمه«‪ ،44‬ففر‬
‫إلى المشرق يريد الحج‪ ،‬فوجه المهدي في طلبه فرجع من طرابلس مع صاحبه أبي عمار إلى‬
‫تيقيوس‪ ،‬فورد كتاب المهدي في طلبه مرة أخرى‪ ،‬مما جعله كثير التنقل والحركة‪ ،‬ينشر فكره‬
‫ويبشر بدعوته‪ ،‬متسترا من العيون لكنه اعتقل وزج به في السجن‪ ،‬فثار أنصاره الستنقاذه ومعهم‬
‫أبو عمار األعور رأس النكارية وأهل النجدة من رجال زناتة‪ ،‬وسعوا في إطالق سراحه‪ ،‬فلما تعلل‬
‫الوالي في إخراجه‪ ،‬أجمعوا على قتل حراس السجن و أخرجوه‪ ،‬فلحق ببلد بني واركال ومنها‬
‫كان يختلف إلى جبل أوراس يدعو القبائل البربرية للثورة على العبيديين‪ ،45‬حتى كون له جماعة‬
‫‪46‬‬
‫كبيرة من هوارة بني كمالن فأصبح مكرما مبجال في جبال األوراس‪.‬‬
‫أصبحت له جماعة تتبنى رأيه وتدعوا إلى ما يدعوا إليه‪ ،‬فكثر نتيجة لذلك أنصاره وعظم خطر ه‬
‫‪ ،47‬حتى قال ابن خلدون أنه وصل األوراس ومعه أبو عمار األعمى في اثني عشر من الراحلة‪ ،48‬ويبدو أن‬
‫دعوة أبي يزيد لقيت إقباال كبيرا في جبل أوراس‪ ،‬يقول الدرجيني» كان عند إخوانه بالجبل مكرما»‪ 49‬فكان‬
‫‪51‬‬
‫بنو كمالن‪50‬في جبل أوراس هم الساعد األيمن لحركته وبهم قوي واشتدت شوكته واستفحل أمره‪.‬‬
‫‪44‬‬
‫‪45‬‬
‫‪46‬‬
‫‪47‬‬
‫‪48‬‬
‫‪49‬‬
‫‪50‬‬
‫‪51‬‬
‫ابن خلدون ‪ :‬كتاب العبر ‪،‬ج ‪ ،7‬ص ‪.16‬‬
‫الدرجيني‪ :‬طبقات المشايخ بالمغرب‪ ،‬تحقيق إبراهيم طالي‪ ،‬مطبعة البعث قسنطينة‪ 1974 ،‬م‪ ،‬ج ‪1‬ص‪.98-96‬‬
‫سليمان بن الحاج‪ :‬المرجع السابق‪ ،‬ص ‪.28‬‬
‫ابن األثير‪ :‬المصدر السابق‪ ،‬ج‪ ،6‬ص‪.303‬‬
‫العبر‪ ،‬ج‪ ،7‬ص‪.28-27‬‬
‫طبقات المشايخ‪ ،‬ج‪ ،1‬ص‪.98‬‬
‫هم قوم من هوارة كان موطنهم أوراس وقفوا إلى جانب أبي يزيد طيلة ثورته وقد قتل منهم الكثير في موقعة‬
‫الرؤوس قرب باتنة ‪ ..‬ابن خلدون‪ :‬المرجع السابق‪ ،‬ص‪ .34‬والظاهر أنهم لم يندمجوا في هوارة األوراس بل‬
‫شكلوا قبيلة منفصلة وال نعلم إذا كان بعض بني كمالن يسكنون بجبل أوراس نفسه‪ ،‬غير أن وطنهم المشهور‬
‫هو أرض المسيلة‪ ،‬حيث كان أبو القاسم القائم لما مر بهذه الناحية في غزوة للمغرب سنة‪ 315‬هـ واختط مدينة‬
‫المسيلة أخرج بني كمالن منها ونقلهم إلى فحص المهدية فمازالوا هناك إلى غاية ثورة صاحب الحمار‪.‬ولفرد‬
‫مادلونغ‪ :‬المرجع السابق‪ ،‬ص ‪.270‬‬
‫ابن حماد‪ :‬المصدر السابق‪ ،‬ص‪.30‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪284 (77‬‬
‫و األوراس‪ ،38‬لم يش ّذ عن هذا اإلطار‪ ،‬بل كان أكثر المناطق تأَُثُرا وتأثيرا بهذه الثورة وبالسياسة‬
‫الفاطمية؛ لطبيعته الجغرافية الجبلية الوعرة‪ ،‬وتكوينه البشري القائم على النظام القبلي‪ ،‬فكان له‬
‫‪39‬‬
‫الصدى الكبير في تاريخ المغرب في العصر الوسيط‪.‬‬
‫وهذه الثورة التي استوعبت جميع العناصر اإلباضية في بالد المغرب من نكار ووهبي‪ ،40‬وهي‬
‫‪41‬‬
‫الثورة الوحيدة التي هددت الدولة الفاطمية وأوشكت على اقتالعها من الجذور‪.‬‬
‫وال تذكر المصادر أن النكار قد وفدوا إلى أبي يزيد من سائر نواحي المغرب لبذل جهودهم في‬
‫نصرته ولهذا كان أبو يزيد غالبا ما يعتمد على قبائل جبل أوراس والحضنة الذين هم أهل دعوته‬
‫وهم أخلص أنصاره وأثبتهم في غزواته وحروبه‪ ،‬وخاصة قبيلة هوارة‪ ،‬فال غرو كان عدد من أكابر‬
‫قواد أبي يزيد ينتسبون إلى هوارة ومنهم فليح بن محمد الهواري قاضي عسكره‪ ،‬ومنصور بن منصور‬
‫الهواري الذي عينه قائدا على جيش الفاتح لتونس وأحمد الهواري الذي استعمله أبو يزيد على‬
‫‪42‬‬
‫مدينة سوسة‪ ،‬إضافة إلى قبيلة مكناسة‪ ،‬وعلى رأسها صقر المكناسي وكلهم من األوراس‪.‬‬
‫وكان سبب خروجه فيما يروى من أن » القاسم الشيعي لما مات أبوه عبيد اهلل أظهر مذهبه‪،‬‬
‫وأمر بسب الغار والعباء وغير ذلك من تكذيب اهلل تعالى؛ فمن تكلم عذب وقتل واشتد األمر‬
‫على المسلمين‪ ،‬ثم إن أبا يزيد هبط من جبل أوراس يدعوا إلى الحق بزعمه‪ ،‬ولم يعلم الناس‬
‫‪43‬‬
‫مذهبه فرجوا فيه الخير والقيام بالسنة«‪.‬‬
‫كما أرجع البعض أسبابها إلى كون البربر كانوا يرون أنهم فتحوا األندلس وبذلوا جهدهم لتولية‬
‫شيئا‪ ،‬لذلك تزعم أبو يزيد ثورة هؤالء البربر ليستعيد سلطانهم‪.‬‬
‫العبيديين (الفاطميين) الخالفة دون أن ينالوا ً‬
‫‪38‬‬
‫‪39‬‬
‫‪40‬‬
‫‪41‬‬
‫‪42‬‬
‫‪43‬‬
‫يذكر محمود إسماعيل أن المذهب النكاري كان ضاربا بجبل األوراس وبالد الجريد‪ .‬محمد إسماعيل ‪ :‬المرجع‬
‫السابق‪ ،‬ص‪.237‬وال نعلم الكثير عن شيوع المذهب النكاري في األوراس بين قبائل البربر قبل هذه الثورة‪ ،‬وال‬
‫عن نظام جماعتهم والظاهر أنهم كانوا متفرقين في أنحاء البلدان التي يسكنها البربر االباضيون‪ ،‬مثل جبل نفوسة‬
‫وقسطيلية وتاهرت‪ ،‬وأما قبائل جبال األوراس والحضنة فال نعلم هل كان مذهب النكار انتشر إليها قبل مجيء أبي‬
‫يزيد‪.‬ولفرد مادلونغ‪ :‬المرجع السابق‪ ،‬ص‪ .269‬ويضيف محمود إسماعيل ونعتقد أن هذا التحول تم في أواخر‬
‫أيام الدولة الرستمية حين هوى شأن االباضية الوهبية وعال نجم النكار‪ ،‬وهم أكثر تشددا والتزاما بتعاليم المذهب‬
‫االباضي من الوهبية‪ .‬المرجع السابق‪ ،‬ص‪.238‬‬
‫لقد حاول ولفرد مادلونغ نفي السبب الديني عن حركة أبي يزيد حيث يعترض على ابن عذاري في وصفه‬
‫صاحب الحمار بأنه من أئمة النكار من خالل قوله‪“ :‬وهذا مما ال تؤيده سيرته”‪ ،‬لكن يعود مرة أخرى ويؤكد أنه‬
‫لم تكن له أطماع سياسية أو في الحكم من خالل قوله ‪”:‬تذكر المصادر األخرى أنه قد عاقد أصحابه في جبل‬
‫أوراس على أن يقودهم في قتال الشيعة ‪ ،‬ثم إذا ظفروا بالمهدية والقيروان وقضوا على الدولة الفاطمية يكون‬
‫األمر شورى بينهم‪ ،‬وكان أبو يزيد يخاطب بشيخ المسلمين‪ ،‬فالظاهر أنه لم يكن يدعي مرتبة االمامة وهي السلطة‬
‫العليا في الدنيا والدين بين أصحابه وإنما كان يعتبر نفسه عالما من العلماء العارفين بأمور الدين‪ ،‬يقوم بفرض‬
‫األمر بالمعروف والنهي عن المنكر” ولفرد مادلونغ‪ :‬المرجع السابق‪ ،‬ص‪.268‬‬
‫ذكرت المصادر أن رهطا كبيرا من مزاتة التحقوا بأبي يزيد قبل خروجه من جبل أوراس وأنهم كانوا من اإلباضية‬
‫الوهبية ولم يعتنقوا مذهب النكار ولم تذكر المصادر من أين أتى هؤالء المزاتيون ولكن يغلب الظن أنهم أتوا‬
‫من النواحي المجاورة لجبل أوراس شماال‪ ،‬فمن المعروف أن جماعات من مزاتة كانوا يعيشون في سهول باغية‬
‫وبلزمة وغيرهم كانوا يسكنون بأرض المسيلة‪ .‬ولفرد مادلونغ‪ :‬المرجع السابق‪ ،‬ص‪.271‬‬
‫عبد الرزاق محمود إسماعيل‪ :‬الخوارج في بالد المغرب حتى منتصف القرن الرابع الهجري‪ ،‬نشر وتوزيع دار‬
‫الثقافة‪ ،‬الدار البيضاء‪ ،‬المغرب‪ ،‬ص‪.176‬‬
‫ولفرد مادلونغ‪ :‬المرجع السابق‪ ،‬ص‪.269‬‬
‫ابن عذاري ‪ :‬المصدر السابق‪،‬ج ‪،1‬ص ‪216‬‬
‫‪(76) 285‬‬
‫‬
‫إن ما قام به العبيديون من التخريب والقتل وإرغام الناس على الكفر وذلك أنه لما استولى‬
‫العبيدي على البالد فخرب وأحــرق أكثرها خصوصا العواصم منها مثل سجلماسة وتيهرت‬
‫والقيروان وأظهر كفره‪ ،30‬طلب المسلمون على اختالف مذاهبهم من إباضية ومالكية من أبي‬
‫‪31‬‬
‫يزيد القيام بالثورة‪.‬‬
‫لم يتحرر المغرب اإلسالمي من اإلتاوات والمغارم التي كان الفاطميون يفرضونها عليهم إال‬
‫بعد قيام ثورة اإلباضية الكبرى بقيادة أبي يزيد مخلد بن كيداد اليفرني الزناتي الذي خرج إلى‬
‫الحج سنة ستة عشر وثالثمائة‪ ،‬وبعد رجوعه دون أدائه‪ ،‬بدأ ت إرهاصات الثورة تلوح في األفق‪،32‬‬
‫خاصة وأن الفاقة والعوز بلغ مبلغهما بسبب سياسة العبيديين المجحفة في اإلكثار من اإلغارة‬
‫وجمع الغنائم وإثقال كاهل الرعية بالضرائب‪ ،‬على خالف ما يروج له في بعض المصادر السنية‪،‬‬
‫‪33‬‬
‫التي تجمع في معظمها على أن السبب في ثورته مذهبي أوال وأخيرا‪.‬‬
‫ومما يبرز البعد االقتصادي لثورة أبي يزيد اليفرني الزناتي‪ ،‬هو أن من بين الفئات االجتماعية‬
‫التي انضوت تحت لوائها نجد”فئة التجار”‪ ،‬فقد أورد”المالكي في هذا الصدد‪”:‬وخرج جميع‬
‫‪34‬‬
‫الفقهاء‪ ،‬ووجوه التجار إلى المصلى بالسالح‪ ،‬والعدة العجيبة‪ ،‬التي لم ير مثلها”‪.‬‬
‫أي أنها في جوهرها اقتصادية اجتماعية‪ ،‬أكثر منها مذهبية‪ ،‬وال غرو في ذلك‪-‬فقد كان‬
‫أنصارها‪-‬يتألفون من سكان البوادي‪ ،‬المقيمين بجبال األوراس‪ ،‬وجبال بني برزال قبلة المسيلة‪،‬‬
‫والمناطق المعزولة‪ ،35‬وهي التي تكون دفعت الناس لالنخراط في الثورة ومشايعة الثائر أبو يزيد‬
‫‪36‬‬
‫مخلد بن كداد اليفرني‪.‬‬
‫وتمثل ثورة أبي يزيد من الناحية االجتماعية كما يرى محمود إسماعيل حلقة من حلقات‬
‫الصراع التقليدي بين البتر والبرانس‪ ،‬فهي من جهة تعبر عن النزعة االستقاللية للبربر البتر من‬
‫الناحية السياسية‪ ،‬ومن جهة أخرى تمثل الصراع بين سكان البوادي وأهل القرار‪ ،‬كما أنها من‬
‫الناحية اإلقليمية تمثل أيضا صراعا بين الدولة الفاطمية والدولة األموية في األندلس وإن كانت‬
‫‪37‬‬
‫جبهة هذا الصراع هي بالد المغرب‪.‬‬
‫‪30‬‬
‫‪31‬‬
‫‪32‬‬
‫‪33‬‬
‫‪34‬‬
‫‪35‬‬
‫‪36‬‬
‫‪37‬‬
‫سليمان بن الحاج‪ :‬المرجع السابق‪ ،‬ص‪.29‬‬
‫نفسه‪ ،‬ص‪.54‬‬
‫يذكر المقريزي أن ابتداء ظهور ثورة يزيد بن مخلد سنة ‪316‬هـ‪ .‬كتاب المقفى الكبير‪ ،‬المصدر السابق‪ ،‬ج‪،6‬‬
‫ص‪.176‬وهو بذلك يساير ابن خلدون‪ ،‬ويخالف ابن األثير الذي ذكر أنها بدأت سنة ‪296‬هـ كما يخالف ابن حماد‬
‫الذي ذكر أنه اندلعت ‪332‬هـ‪ ،‬كما أن المقريزي نفسه في االتعاظ ص ‪ ،109‬عين سنة ‪ 303‬هـ‪.‬‬
‫القاضي النعمان‪ :‬المجالس والمسايرات‪ ،‬تحقيق الحبيب الفقي‪ ،‬وإبراهيم شبوح‪ ،‬ومحمد اليعالوي‪ ،‬الجامعة‬
‫التونسية‪ ،‬تونس‪ ، 1978 ،‬ص ‪.336‬‬
‫رياض النفوس‪ ،‬تحقيق بشير البكوش‪ ،‬وأحمد العروسي المطوي‪ ،‬دار الغرب اإلسالمي‪ ،‬للطباعة والنشر‪،‬‬
‫بيروت‪ 1981 ،‬م‪ ،.‬ج ‪ ،2‬ص ‪223‬‬
‫ابن األثير‪ :‬الكامل في التاريخ‪ ،‬دار الكتاب العربي‪ ،‬بيروت‪ ،‬ط‪ ، 1986 ،6‬ج ‪ ،6‬ص ‪.310‬‬
‫الحبيب الجنحاني‪ :‬السياسة المالية للدولة الفاطمية في المغرب األصالة‪ ،‬ع‪ ،50/49 :‬وزارة الشؤون الدينية‪،‬‬
‫سبتمبر‪ -‬أكتوبر ‪ ، 1977‬ص‪.57-56‬‬
‫محمود إسماعيل‪ :‬الخوارج‪ ،‬ص ‪177‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪286 (75‬‬
‫وصاحب جماعة من النكارية‪ ،‬فاعتنق مذهبهم بعد أن كان وهبيا‪ ،21‬بسبب مخالطته لهم في منطقة‬
‫‪22‬‬
‫الجريد‪ ،‬إال القاضي عياض يرى بأنه كان يبطن رأي الصفرية ويتمذهب بمذهب الخوارج‪.‬‬
‫ويصف لنا الدرجيني سبب تحوله عن الوهبية نحو النكارية» أن عالما من علماء اإلباضية يدعى‬
‫أبا الربيع‪ ،‬خرج برفقة أبي يزيد وأثناء مرورهم بحي من أحياء الوهبية لم يكترثوا بهما فوقع ذلك‬
‫في نفس أبي يزيد‪ ،‬وعندما مرا بالنكارية أكرموهما‪ ،‬وأحسنوا استقبالهما فأدى إلى استمالته إليهم‬
‫واعتناقه لمعتقداتهم»‪ ،23‬وهنا نالحظ سياسة الوهبيين في إخفاء الحقيقة والمراوغة واالنتقاص من‬
‫الطرف اآلخر‪ 24.‬لكن أحد المؤرخين المعاصرين فيشبهه بابن تومرت الموحدي ونجاح ثورته على‬
‫‪25‬‬
‫المرابطين مع بعض االختالف في الظروف والمالبسات‪.‬‬
‫وقد مات أبوه وتركه فقيرا معدما‪ ،‬فكان » أهل قيطون ‪26‬يصلونه بفضل أموالهم‪ ،‬وكان يعلم‬
‫‪27‬‬
‫صبيانهم القرآن ومذاهب النكارية«‪.‬‬
‫رحل إلى تاهرت وفيها أقام معلما للصبيان‪ ،‬حتى إذا انتقل الشيعي إلى سجلماسة في طلب‬
‫المهدي‪ ،‬غادرها إلى تيقيوس يختلف بينها وبين مدينة تــوزر‪ ،‬وحمل على نفسه مهمة تغيير‬
‫‪28.‬‬
‫المنكر‪ ،‬و اإلنكار على الوالة‬
‫ثانيا ‪ :‬أسبابها‬
‫لقد خرج أبو يزيد على أبي القاسم القائم بأمر اهلل ثاني خلفاء الدولة الفاطمية فزحف في سنة‬
‫‪332‬هـ‪943 /‬م من جبل أوراس واستولى على القيروان وأكثر مدن إفريقية في مدة أقل من أربعة‬
‫أشهر‪ ،‬ثم حاصر الخليفة الفاطمي في عاصمته المهدية وأوشك يقضي على الدولة الفاطمية‪ ،‬وقد‬
‫دام الحصار حوالي عشرة أشهر ثم تغيرت األقدار على أبي يزيد فوقعت بعض الهزائم بأصحابه‬
‫وناصبه المنصور باهلل ثالث الخلفاء الفاطميين الحرب قضى عليه سنة ‪336‬هـ‪947/‬م‪ ،29‬مستخدما‬
‫ضده األسطول البحري وذلك ألول مرة‪.‬‬
‫‪21‬‬
‫‪22‬‬
‫‪23‬‬
‫‪24‬‬
‫‪25‬‬
‫‪26‬‬
‫‪27‬‬
‫‪28‬‬
‫‪29‬‬
‫الوهبية‪ :‬هم الذين أيدوا إمامة عبد الوهاب بن عبد الرحمن بن رستم‪ ،‬وصوبوا إمامته‪ ،‬وهم جمهور إباضية‬
‫المغرب‪ .،‬أبو زكريا ‪ :‬سير األئمة وأخبارهم ‪ ،‬تحقيق إسماعيل العربي‪ ،‬دار الغرب اإلسالمي‪ ،‬ط‪ ، 2‬بيروت ‪ ،‬لبنان‬
‫‪ ،1982‬ص‪.176‬‬
‫ترتيب المدارك وتقريب المسالك لمعرفة أعالم مذهب مالك‪ ،‬تح‪ :‬أحمد بكير محمود ‪،‬منشورات دار مكتبة‬
‫الحياة‪ ،‬بيروت‪ ،‬د ت‪ ،‬ج‪ ،2‬ص‪.318‬‬
‫طبقات المشايخ‪ ،‬ج‪ ،1‬ص‪.11-110‬‬
‫إن موقف المؤرخين االباضيين الوهبيين مثل أبي زكرياء و الدرجيني من أبي يزيد فهما يلعنانه ويسميانه عدو اهلل‬
‫ويصفان سوء سيرته وجوره مثل المؤلفين السنيين والشيعيين‪ .‬ولفرد مادلونغ‪ :‬ثورة أبي يزيد الخارجي صاحب‬
‫الحمار في األوراس‪ ،‬ضمن أعمال ملتقى الفكر اإلسالمي الثاني عشر‪ ،‬وزارة الشؤون الدينية‪ ،‬الجزائر‪ ،‬ج‪،،2‬‬
‫ص‪.268‬‬
‫عمار طالبي‪ ،‬تقديم لكتاب سليمان بن الحاج‪ ،‬ص ‪.22‬‬
‫قيطون بفتح أوله وسكون ثانيه بلدة بإفريقية بينها وبين قفصة ثالث مراحل وبينها وبين نفطة مرحلة‪ .‬ياقوت‬
‫الحموي‪ :‬المصدر السابق‪ ،‬ج‪ ،4‬ص‪423‬‬
‫ابن خلدون ‪ :‬كتاب العبر ‪،‬ج ‪ ،7‬ص ‪.16‬‬
‫موسى رحماني‪ :‬األوراس في العصر الوسيط‪ ،‬رسالة ماجستير في التاريخ الوسيط‪ ،‬جامعة منتوري قسنطينة‪،‬‬
‫‪ ،2007-2006‬ص‪.78‬‬
‫ولفرد مادلونغ‪ :‬المرجع السابق‪ ،‬ص‪.267‬‬
‫‬
‫‪(74) 287‬‬
‫هو أبو يزيد مخلد بن كيداد‪8‬بن سعد اهلل بن مغيث‪9‬قال ابن خلدون بأن » هذا الرجل من بني‬
‫واركو إخوة مرنجيصة ‪10‬وكلهم من بطون يفرن من زناتة وكنيته أبو يزيد‪ ،‬وأسمه مخلد بن كيداد‪،‬‬
‫وال يعلم من نسبه فيهم غير هذا« ‪ ،11‬ويرجع ابن حوقل أصله إلى قبيلة سماطة‪ ،12‬بينما ينسبه أبو‬
‫‪13‬‬
‫عبد اهلل الصنهاجي إلى بني جعفر من زناتة‪.‬‬
‫أما ابن حزم فنقل عن يوسف الوراق» عن أيوب بن أبي يزيد مخلد بن كيداد بن سعد اهلل‬
‫بن مغيث بن كرمان بن مخلد بن عثمان بن وريمت بن خونيفر بنسميران بن يفرن بن شانا‪ ،‬وهو‬
‫زناتة«‪ 14‬وعند ابن عذاري »مخلد بن كيداد بن سعد اهلل بن يفرن‪ ،‬ويفرن هو أبو الكاهنة؛ وتنتسب‬
‫إلى جانا بن يحي زناتة كلها« ‪ ،15‬وكان بنو يفرن هؤالء لعهد الفتح‪ ،‬أكبر قبائل زناتة وأشدها شوكة‬
‫‪16‬‬
‫وكان منهم بإفريقية وجبل أوراس و المغرب األوسط‪.‬‬
‫ولد مخلد بن كيداد حوالي ‪ 270‬هـ‪883 /‬م‪ ،‬وتوفي في ‪ 27‬محرم ‪336‬هـــ‪ 19/‬أوت ‪ 947‬م‪،‬‬
‫وقد قاد الثورة وعمره ستون سنة‪ ،‬وقد وجد أسماء ستة من أجداده عربية‪ ،‬وهو دليل على أن أسرته‬
‫اعتنقت اإلسالم مبكرا‪ ،‬وحتى كلمة أبي يزيد ليست عربية وإنما هي بربرية واألصل» بو زايلة»‬
‫وتعني «صاحب الحمار» فبو معناها صاحب وزايلة معناه الحمار‪.‬‬
‫‪17‬‬
‫كان كيداد والد أبي يزيد من سكان تيقيوس‪18‬من بالد قسطيلية‪ ،‬جنوب تونس‪ ،‬وكان يتجه‬
‫إلى بالد السودان للتجارة‪ ،‬فولد له بها أبو يزيد من جارية هوارية‪19‬أتى به توزر ‪20‬فتعلم القرآن‬
‫‪8‬‬
‫‪9‬‬
‫‪10‬‬
‫‪11‬‬
‫‪12‬‬
‫‪13‬‬
‫‪14‬‬
‫‪15‬‬
‫‪16‬‬
‫‪17‬‬
‫‪18‬‬
‫‪19‬‬
‫‪20‬‬
‫عند ابن األثير ( كنداد) ‪ ،‬ج ‪ ،6‬ص ‪.302‬‬
‫ابن حماد ‪ :‬أخبار ملوك بني عبيد وسيرتهم ‪ ،‬تحقيق جلول أحمد البدوي‪ ،‬المؤسسة الوطنية للكتاب‪ ،‬الجزائر‪،‬‬
‫‪ ،1984‬ص‪.29‬‬
‫كان هذا البطن من بني يفرن يقيم بإفريقية‪ ،‬وكانوا في عدد كبير وعندما خرج أبو يزيد وأعلن الثورة على الشيعة‬
‫‪ ،‬انظم إليهم أخوانهم من بني واركو ولما فشلت هذه الثورة ضعفوا ‪ ،‬وبقيت منهم أحياء في القيروان وتونس‪.‬‬
‫مزهودي مسعود‪ :‬المرجع السابق‪ ،‬ص‪103-102‬‬
‫العبر وديوان المبتدا والخبر في أيام العرب والعجم والبربر ومن عاصرهم من ذوي السلطان األكبر‪ ،‬دار الكتب‬
‫العلمية‪ ،‬بيروت‪ ،‬ط ‪ ،1992 ،1‬ج‪ ،7‬ص‪.16‬‬
‫صورة األرض‪ ،‬دار مكتبة الحياة‪ ،‬بيروت‪ ،1979 ،‬ص‪.94‬‬
‫ابن حماد‪ :‬المصدر السابق‪ ،‬ص‪.30-29‬‬
‫ابن حزم‪ :‬الفصل في الملل واألهواء والنحل‪ ،‬دار الكتب العلمية‪ ،‬بيروت‪ ،‬ط‪ ، 2،1999‬ج ‪ ،1‬ص‪.495‬‬
‫البيان المغرب في أخبار األندلس والمغرب‪ ،‬تحقيق‪ ،‬س كوالن ول‪ .‬بروفنسال‪ ،‬دار الثقافة بيروت‪ ،1982 ،‬ج‪،1‬‬
‫ص‪.216‬‬
‫سليمان بن الحاج‪ :‬المرجع السابق‪ ،‬ص‪..25‬‬
‫سليمان بن الحاج‪ :‬المرجع السابق‪ ،‬ص‪.24-23‬غير أن أبي عبد اهلل الصنهاجي يرى أنه كني بذلك نسبة البنه‬
‫يزيد‪ ،‬حيث له أربعة وهو يونس وأيوب وفضل من زوجته تاخيرت‪ ،‬وأعتقد أنه الرأي األقرب إلى الصواب‪.‬‬
‫المصدر السابق‪ ،‬ص‪.31‬‬
‫تيقيوس‪ :‬بالفتح ثم السكون وياء مضمومة وواو ساكنة وسين مهملة ‪ ،‬مدينة بإفريقية قريبة من توزر‪ ،‬تتكون من‬
‫أربعة مدن متقاربة كثيرة النخل والزيتون والفواكه ‪.‬مجهول‪ :‬االستبصار في عجائب األمصار‪ ،‬نشر وتعليق سعد‬
‫زغلول‪ ،‬االسكندرية‪ ،1958 ،‬ص ‪156‬؛ و ياقوت الحموي‪ :‬معجم البلدان‪ ،‬دار صادر‪ ،‬بيروت‪ ،‬ج ‪،2‬ص‪.37‬‬
‫عند المقريزي «جارية صفراء هوارية» اتعاظ الحنفاء بأخبار األئمة الفاطميين الخلفاء‪ ،‬تح محمد عبد القادر أحمد‬
‫عطا‪ ،‬دار الكتب العلمية‪ ،‬بيروت‪ ،‬ط‪ ،2001 ،1‬ج ‪ ،1‬ص ‪.157‬‬
‫وهي أم مدائن قسطيلية‪ ،‬حصينة كثيرة النخيل والثمار‪ ،‬وهي أكثر بالد إفريقية تمرا ‪ .‬أبو عبيد اهلل البكري‪ :‬المغرب‬
‫في ذكر بالد إفريقية والمغرب‪ ،‬وهو جزء من المسالك والممالك‪ ،‬تح‪ :‬جمال طلبة ‪ ،‬دار الكتب العلمية ‪ ،‬بيروت‪،‬‬
‫ط ‪ ،2004 ،1‬ص ‪.38‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪288 (73‬‬
‫ألصقوها بها خاصة اتهامه بمساهمته في تدهور المستوى االقتصادي و العمراني للمنطقة‪ ،‬وعلى‬
‫رأسهم المؤرخ المقريزي في كتابه اتعاظ الحنفاء بأخبار األئمة الفاطميين الخلفاء‪ ،‬كما ال ننس‬
‫‪4‬‬
‫أبشع النعوت التي وصف بها‪.‬‬
‫إضافة إلى تحامل بعض مؤرخي اإلباضية ضده ألنه من نكار إمامة أئمتهم المختارين‪.‬‬
‫‪5‬‬
‫ومن هنا نبرز اإلشكالية الخاصة بالموضوع وهي ما حقيقة شخصية أبو يزيد مخلد بن كيداد؟ أو‬
‫صاحب الحمار بين التزييف التاريخي والحقيقة الغائبة‪.‬‬
‫وتندرج في هذا اإلطار مجموعة من اإلشكاليات الفرعية على النحو التالي‪:‬‬
‫ما هي أهم أسباب هذه الثورة وما دوافعها؟‬
‫وهل كانت تعتمد على خطة واضحة و إستراتجية مفهومة؟‬
‫هل ارتكب مخلد بن كيداد كل األعمال التي تنسب إليه للحط منه ومن ثورته؟‬
‫ما هي أهم النتائج التي أدت إليها لصالح الثورة وعليها وعلى كامل المنطقة؟‬
‫أما أهم المصادر التي تناولتها فهي عديدة منها الشيعية كالمقريزي‪ ،‬في كتابيه المقفى الكبير‪،‬‬
‫واتعاظ الحنفا‪ ،‬والقاضي النعمان‪ ،‬في كتابه المجالس والمسايرات‪ ،‬والمصادر اإلباضية كالدرجيني‬
‫طبقات المشايخ‪ ،‬والسنية كابن األثير‪ ،‬الكامل في التاريخ‪ ،‬وابن خلدون العبر‪ ،‬و ابن حماد‪ ،‬أخبار‬
‫ملوك بني عبيد وسيرتهم‪ ،‬وابن عذاري في كتابه البيان المغرب‪ ،‬والرقيق القيرواني تاريخ افريقية‬
‫‪6‬‬
‫والمغرب والمالكي في كتابه رياض النفوس‪.‬‬
‫أوال ‪ :‬التعريف بصاحب الثورة‪.‬‬
‫اختلفت المصادر في النظرة إليه‪ ،‬فكثير منها وصفته بأقدح النعوت واألوصاف‪ ،‬فلم ينصفه إال‬
‫القليل‪ ،‬وهو ما يظهر توجها واضحا للمؤرخين العرب في تناول تاريخنا المغاربي برؤية خضوع‬
‫للشرق‪ ،‬بل حتى المؤرخون المغاربة من اإلباضية الوهبية حاولوا تغير التاريخ وإخفاء الحقائق‪،‬‬
‫فأغلب من كتب عنه دعايات مغرضة والسبب فيها إما الغيظ والعصبية‪ ،‬أو الرغبة في االنتقاص من‬
‫‪7‬‬
‫جهاده‪.‬‬
‫‪4‬‬
‫‪5‬‬
‫‪6‬‬
‫‪7‬‬
‫كان يركب حمارا أشهب ويلبس جبة صوف قصيرة وكان قبيح الصورة قصير القامة أعرج‪ .‬المقريزي‪ :‬كتاب‬
‫المقفى الكبير‪ ،‬تح‪ ،‬محمد اليعالوي‪ ،‬دار الغرب اإلسالمي‪ ،‬بيروت‪ ،‬ط ‪ ،1991 ،1‬ج‪ ،6‬ص‪. 176‬‬
‫سميت جماعة النكار الذين أنكروا إمامة عبد الوهاب بن عبد الرحمن بن رستم(‪190-171‬هـ)‪805-787( /‬‬
‫م)كما سموا بالنجوية إلنهم أكثروا النجوى في إبطال إمامة عبد الوهاب وسموا بالشغبية إلكثارهم الشغب في‬
‫تاهرت‪ ،‬كما سموا بالنكاث ألنهم نكثوا بيعة اإلمام ‪ .‬الشماخي‪ :‬السير‪ ،‬طبعة حجرية‪ ،‬القاهرة‪ ،‬د ت ‪ ،‬ص‪.148‬‬
‫‪.La Révolte d’Abu-Yazid, Cahiers de Tunisie 1953, pp103-125‬‬
‫سليمان بن الحاج‪ :‬ثورة أبي يزيد جهاد إلعالء كلمة اهلل‪ ،‬دار البعث‪ ،‬قسنطينة‪ ،‬ط‪ ،1981 ،1‬ص‪.13‬‬
‫‪(72) 289‬‬
‫‬
‫إن تاريخ المغرب اإلسالمي يعج بأحداث هامة على مختلف األصعدة‪ ،‬وهذا ما جعل المنطقة‬
‫بكاملها في حالة من الحركية والدينامية‪ ،‬تميزت بحدوث تقلبات اجتماعية وسياسية وفكرية أثرت‬
‫تأثيرا عميقا على المغرب عموما و المغرب األوسط خصوصا‪.‬‬
‫ومنها ثورة مخلد بن كيداد التي تعد أفضل تعبير عن السخط الذي كان يجيش في صدور‬
‫أهل إفريقية والمغرب األوسط من جراء السياسات الفاطمية الرامية لفرض المذهب الشيعي‬
‫اإلسماعيلي على السكان‪ ،‬وعلى السياسة المالية الصارمة التي كانت الدولة تنتهجها‪ ،‬والمتمثلة‬
‫أساسا في الضرائب الفادحة التي كانت تفرضها على التجارة والزرع‪.‬‬
‫ويمكن حصر األهداف األساسية الختيار هذا الموضوع في مجموعة من النقاط‪:‬‬
‫ مقارنة الحركة المذهبية التي تزعمها أبو يزيد ببقية الحركات المذهبية‪ ،‬وهل تستر بقناع الدين‬‫والمذهب؟ ولماذا لجأ إلى طلب مساندة األمويين؟‪.‬‬
‫ إبراز مدى تعلق السكان بصاحب الحمار‪ ،1‬خالل مدة الثورة المقدرة بثالثة عشر سنة‪ ،‬وكيف‬‫امتدت إلى األوراس‪2‬ثم عمت كامل شمال إفريقيا‪.‬‬
‫ محاولة إظهار وجه السياسة الفاطمية‪ ،‬للقضاء على هذه الثورة حيث انطلقت خالل سنة‬‫‪316‬هـــ ‪ 928 /‬م‪ ،3‬واشتدت في عهدي محمد القائم بأمر اهلل ‪322‬هـــ – ‪334‬هـــ‪ 945 -933 /‬م‬
‫وانتهت في زمن حكم ابنه الخليفة المنصور باهلل ‪334‬هـ‪341-‬هـ‪ 952-945 /‬م‪.‬‬
‫ تناول الكتابات العربية والفاطمية و اإلباضية وموقفها من هذه الثورة؟‪ ،‬وتصحيح النتائج التي‬‫‪ 1‬سمي بذلك عندما مر بمدينة مرمجنة – بإفريقية قرب األربس‪-‬وفيها أهداه سكانها حمارا أشهب‪ ،‬ظل يركبه مدة‬
‫طويلة حتى أنه أصبح يعرف بصاحب الحمار‪.‬مزهودي مسعود‪ :‬اإلباضية في المغرب األوسط منذ سقوط الدولة‬
‫الرستمية إلى هجرة بني هالل إلى بالد المغرب‪ ،‬المطبعة العربية‪ ،‬غرداية‪ ،1996 ،‬ص‪ .73‬وقيل أنه حصل على‬
‫الحمار كهدية عند عودته من الحج في مصر وكان حمارا قويا سريعا ال يضاهيه أي حصان‪.‬‬
‫إن لفظ األوراس ذكر في العديد من اللغات وخالل فترات زمنية مختلفة ‪ ،‬فقد ورد في اللغو االغريقية عند‬
‫‪2‬‬
‫المؤرخ بطليموس خالل القرن الثاني للميالد باسم ‪ . Aurasion‬عبد الحميد زوزو‪ :‬األوراس إبان فترة االستعمار‬
‫الفرنسي ( التطورات السياسية واالقتصادية واالجتماعية) ‪ ،1939-1837‬ترجمة مسعود حاج مسعود‪ ،‬دار هومة‬
‫للطباعة والنشر والتوزيع‪ ،‬الجزائر‪ ،2005 ،‬ج‪ ،1‬ص‪ .13‬كما ذكر أيضا في اللغة الالتينية في كتابات المؤرخ‬
‫بروكوب في القرن السادس للميالد باسم ‪. Aurasius‬‬
‫‪Lionel, galond : etatlun gustique de l›Aures Antique, Revue Aouras, Societe d›etude et de‬‬
‫‪.recharches sur l›Auras Antique, N 02, Decembre, Paris, 2004, P 34‬‬
‫أما السكان المحليون فإنهم ينطقونها «‪ »Aures‬أو «‪»Aoures‬‬
‫‪.Colonel De Lartigue : Monographie de L›Aures, Costontine, 1904, P04‬‬
‫وأما فيما يخص معنى كلمة أوراس فترجع إلى االسم السامي «أرزون» والذي يعني األرز‪ ،‬وهي شجرة تنتشر بكثرة‬
‫في سفوح جبال المنطقة‬
‫‪.Duve yrier: bultin de socite geographique, anne, 1976 , p 41‬‬
‫أما المستشرق ‪ Georges Marcy‬يرى أنها تعني اللون الكميث‪ ،‬وهو اللون الذي يتميز به الفرس األسمر ‪ .‬عبد الحميد‬
‫زوزو‪ :‬المرجع السابق‪ ،‬ج‪ ،1‬ص‪.15‬‬
‫وقد يكون مشتق من كلمة»أور» التي تعني الجبل ‪ .‬محمد البشير شنيتي‪ :‬التغيرات االقتصادية واالجتماعية في المغرب‬
‫أثناء االحتالل الروماني‪ ،‬المؤسسة الوطنية للكتاب‪ ،‬الجزائر ‪ ،1984‬ص‪ .159‬كما يمكن أن تكون مشتقة من‬
‫الكلمة األمازيغية أراس ومعناها « األصيل» ‪.‬‬
‫المقريزي‪ :‬كتاب المقفى الكبير‪ ،‬تحقيق محمد اليعالوي‪ ،‬دار الغرب اإلسالمي‪ ،‬بيروت‪ ،‬ط ‪ ،1991 ،1‬ج‪،6‬‬
‫‪3‬‬
‫ص‪. 176‬‬
İslâmî İlimler Dergisi, Yıl 10, Cilt 10, Sayı 1, Bahar 2015 (71/89-290/272)
‫ثورة أبو يزيد مخلد بن كيداد النكاري بين اإلنصاف والتجريح‬
*
‫علي عشي‬
‫الملخص‬
‫ إال أن هذه الملحمة‬،‫بين الباحث من خالل مقاله أن ثورة أبو يزيد رغم النهاية المأساوية لها‬
‫كانت ألسباب دينية وسياسية واقتصادية واجتماعية لكن هذه األسباب كانت تغطي سببا‬
‫أقوى وهو انفجار قوى العصبية الزناتية التي ينتمي إليها أبو يزيد اليفرني‬
‫كما وضح الباحث أن ثورة أبي يزيد باألوراس في هذا اإلطار التاريخي هي صفحة المعة‬
.‫في كفاح أهلها للمحافظة على استقاللهم‬
İNSAF VE İNSAFSIZLIK ARASINDA EBU YEZİD DEVRİMİİNSAF VE İNİNSAF VE İNSAFSIZLIK ARASINDA EBU YEZİD DEVRİMİ
SAFSIZLIK ARASINDA EBU YEZİD DEVRİMİ
ÖZ
Müslüman mağribin tarihi farklı alanlarda birçok önemli hadiseye şahitlik
etmiş,bu da bölgeye siyasi, fikri ve toplumsal devrmlerin birbirini izlediği dinamik bir yapı kazandırmıştır. Bu devrimlerin derin etkisi genelde tüm mağribde, özelde ise orta mağribdee hissedilmektedir. Bunlardan biri olan Muhalled
b. Yezid ayaklanması, Fatımilerin İsmailiye mezhebini mağrib halka dayatma
çabası ve devleti sarsan katı mali politikalarına karşı gelişen hoşnutsuzluğun
en belirgin ifadesi olmuştur. Makalede, ibn Yezid’in lideri olduğu mezhepsel
hareketin diğer mezheplerle karşılaştırması yapılacak, Fatımi Devleti’ne karşı
neden Emevilerden yardım istediği tartışılacak, ayaklanmanın nasıl taraftar
bulduğu ve zamanla tüm doğu Afrika’ya yayıldığı ortaya konacak, Fatımilerin
mağrib ve Afrika siyaseti değerlendirilecek ve son olarak Fatımi, İbadi ve diğer
Arap kaynaklarında bu olayın nasıl ele alındığı işlenecektir.
Anahtar Kelimeler: İbadiye, Fatımiler, Mezhep politikaları
ABU YAZID REVOLUTION BETWEEN JUSTICE AND INJUSTICE
ABSTRACT
Along history the Islamic Maghreb has withnessed a great deal of social,
political and ideological revolutions which have caused the region to gain a
dynamic structure. These events deeply influenced the whole region, specially the Middle Maghreb.. As one of these important events the uprising of
Muhalled b. Yezid has been a quite clear expression of reactions given to the
Fatimid politics which are blamed to be sectarian and economically authoritarian. In this article, the reader will find a comparison between Muhalled’s
sect and the other sects of the region, the reason why Muhalled asked the
help of Omayyad Dynasty, how he found supporters for his mission, how
his uprising has expanded over the whole East Africa and an investigation
Fatimid politics of the Middle Maghreb. All of teh Arabic, Fatimid and Ibadhi
sources will be taken into consideration.
Makalenin Dergiye Ulaştığı Tarih: 13 Aralık 2014; Hakem ve Yayın Kurulu Değerlendirmesinden
:‫مقدمة‬Geçen Makalenin Yayına Kabul Edildiği Tarih: 13 Ocak 2015
.com.yahoo@Maktoob72 : ‫ الجزائر‬/ ‫ جامعة عباس لغرور خنشلة‬،‫* أستاذ التاريخ الوسيط قسم التاريخ‬
292 (69)
‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‹
el-KÂMİLÎ, Ebû Ra’s Abdullah b. Muhammed, Ebû İshak İbrâhîm Atfîş, Matbaatü’şşihâb: Konstantin, 1385/1965.
NÂSIR, Muhammed, eş-Şeyh İbrâhîm Atfîş fî cihâdihî el-islâmî, Mektebetü’d-damîrî
li’n-neşr ve’t-tevzi’, 1413/1992.
et-TEBRÎZÎ, el-Hatîb, Dîvânü ibn Düreyd ve şerhu maksûretihî, tkd. Râci el-Esmer,
Dârü’l-kitâbi’l-arabî, 1415/1995.
el-VESYÂNÎ, Süleyman b. Abdüsselam, Ebu’r-Rebî‘: Siyerü’l-vesyânî, thk. Ömer b.
Lokman Hammu Süleyman Buusbane, Umman Sultanlığı Kültür Bakanlığı,
1430/2009.
YATTU, Aişe, “Ebû İshak İbrâhîm Atfîş fî mısr”, Mecelletü ma’hadi’l-mahtûtâti’larabiyye, s. 235-258.
‫‬
‫‪(68) 293‬‬
‫قائمة المصادر والمراجع‬
‫المصادر المخطوطة‪:‬‬
‫‬
‫ـ الشيخ أبو اليقظان إبراهيم بن الحاج عيسى‪ :‬ملحق السير للشماخي‪ ،‬الجزء الثاني (من رجال ‪950‬هـ‬
‫إلى‪1350‬هـ) العالمة الشيخ أبو إسحاق‪ ،‬ص‪.108‬‬
‫المراجع والمصادر المطبوعة‪:‬‬
‫‬
‫أبــو إســحــاق إبــراهــيــم اطفيش‪ :‬أع ــداد مــن مج َّلة الــمــنــهــاج‪ ،‬الــصــادرة بين سنة ‪1344‬هـ‪1925/‬م –‬
‫َّ‬
‫‪1349‬هـ‪1930/‬م‪.‬‬
‫ أبو إسحاق إبراهيم اطفيش الجزائري‪ :‬الدعاية إلى سبيل المؤمنين‪ ،‬المطبعة السلفية ومكتبتها‪1342 ،‬هـ‪/‬‬‫َّ‬
‫َّ‬
‫‪1923‬م‪.‬‬
‫الخطيب التبريزي‪ :‬ديــوان ابن دريــد‪ ،‬وشــرح مقصورته‪ ،‬تقديم‪ :‬راجــي األسمر‪ ،‬دار الكتاب العربي‪ ،‬ط‬
‫‪1415‬هـ‪1995/‬م‪.‬‬
‫وذيله بذيل‪ :‬أبو إسحاق‬
‫ابن دريد أبو بكر‬
‫محمد بن الحسين األزدي‪ :‬كتاب المالحن‪ ،‬صححه وع َّلق عليه َّ‬
‫َّ‬
‫إبراهيم اطفيش الجزائري‪ ،‬القاهرة ‪1347‬هـ‪ ،‬المطبعة السلفية‪ ،‬مصر‪.‬‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫محمد الكاملي‪ :‬أبو إسحاق إبراهيم اطفيش‪ ،‬حلقة ‪ ،3‬مطبعة الشهاب‪ ،‬قسنطينة‪،‬‬
‫بن‬
‫أبو راس عبد اهلل‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫‪1385‬هـ‪1965 /‬م‪.‬‬
‫سليمان بن عبد السالم الوسياني‪ ،‬أبو الربيع‪ :‬سير الوسياني‪ ،‬دراسة وتحقيق‪ :‬د‪.‬عمر بن لقمان حمو سليمان‬
‫بوعصبانة‪ ،‬ط‪ ،1‬وزارة التراث سلطنة عمان‪1430 ،‬ه‪2009/‬م‪ ،‬قسم الدراسة‪.‬‬
‫د‪ .‬عائشة َيطُّو‪ :‬أبو إسحاق إبراهيم اطفيش في مصر‪ ،‬مج َّلة معهد المخطوطات العربية‪ ،‬من صفحة ‪235‬‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫إلى ‪.258‬‬
‫القرطبي أبو عبد اهلل محمد بن أحمد األنصاري‪ :‬الجامع ألحكام القرآن‪ ،‬القاهرة‪ ،‬الهيأة المصرية العامة‬
‫للكتاب‪1987 ،‬م‪.‬‬
‫د‪.‬محمد ناصر‪ :‬الشيخ إبراهيم اطفيش في جهاده اإلســالمــي‪ ،‬ط‪ ،2‬مكتبة الضامري للنشر والتوزيع‪،‬‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫‪1413‬هـ‪/‬‬
‫‪20‬‬
‫‪1992‬م‪.‬‬
‫‪Kaynakça‬‬
‫‪Yazma Eserler‬‬
‫‪ÎSÂ,Ebû’l-Yakzan İbrâhîm b. el-Hâc, Mülhikü’s-siyer li’ş-şimâhî (min ricâl 950-1350‬‬
‫‪h.):el-Allâme Şeyh Ebû İshak, y.y.‬‬
‫‪Diğer Kaynaklar‬‬
‫‪ATFÎŞ, Ebû İshak İbrâhîm, el-Minhâc dergisi 1344-1349/1925-1930 yılları arasındaki‬‬
‫‪sayıları.‬‬
‫‪ATFÎŞ, Ebû İshak İbrâhîm, ed-Diâye ilâ sebîli’l-mü’minîn, 1342/1923, y.y., t.y.‬‬
‫‪el-ENSÂRÎ, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed, el-Câmiu li ahkâmi’l-Kur’ân, Kahire‬‬
‫‪1987.‬‬
‫‪el-EZDÎ, ibn Düreyd Ebûbekir Muhammed ibn Hüseyin, Kitâbu’l-Melâhin, tsh. Ebû‬‬
‫‪İshak İbrâhîm Atfîş, el-Matbaatü’s-selefiyye: Kahire, h. 1347.‬‬
‫‪ 20‬مالحظة‪ :‬رأينا أنه ال داعي لتكرار المصادر الموجودة داخل النص‪.‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪294 (67‬‬
‫الك َّتاب‪،‬‬
‫‪ -)02‬ضبط النص‬
‫وترقيمه‪ ،‬وهو في حكم المخطوط‪ ،‬يحتاج إلى مراجعة لتصحيف ُ‬
‫ُ‬
‫والراقنين وتحريفهم‪.‬‬
‫َّ‬
‫‪ -)03‬تخريج مبدئي ال يرقى إلى التحقيق المثالي‪.‬‬
‫‪ -)04‬التحقيق المثالي بالطرق المنهجية‪ ،‬خاصة أثناء الدراسات األكاديمية‪.‬‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫‪ -)05‬إجراء دراسة كاملة توضيحية مع التحقيق المنهجي‪.‬‬
‫َّ‬
‫فكل هذه األنواع مطلوبة‪.‬‬
‫ُّ‬
‫أما بالنسبة لما قدمه الشيخ أبو إسحاق فعلينا باآلتي‪:‬‬
‫مثل‪:‬‬
‫ـ علينا أن نسعى السترجاع اسمه إلى الكتب التي شارك في تصحيحها وأغفله أهل المطابع‬
‫‪ -)01‬المعجم المفهرس أللفاظ القرآن‪ ،‬لعبد الباقي‪.‬‬
‫‪ -)02‬شرح النيل في األجزاء الثالثة األخيرة ‪ ،10-09-08‬مطبعة لبنان‪ ،‬عز الدين بليق‪،‬‬
‫حيث حذف اسمه‪ ،‬ولوال رجوعنا إلى المصدر‪ ،‬وهو الطبعة األولى لشرح النيل‪ ،‬ومج َّلة المنهاج لما‬
‫عرفنا ذلك؛ إذ تقول المجلة‪« :‬وهذه الثالثة مطبوعة طبعا نفيسا‪ ،‬في ورق صقيل من أحسن األنواع‪،‬‬
‫ِ‬
‫صححها»‪ .19‬ومن هنا يتبين لنا َّأنه قام بتصحيحها‪،‬‬
‫بالقطع الكبِير‪ ،‬وعليها تعاليق ألبي إسحاق ُم ّ‬
‫َّ‬
‫محمد الباروني‪.‬‬
‫وتحقيقها‪ ،‬وطبعها‪ ،‬ويشير المقال إلى أ َّن األعداد السبعة األولى قام بطبعها الفاضل‪:‬‬
‫َّ‬
‫ِ‬
‫يوحد‬
‫األمــة اإلسالمية‪ ،‬وأن ّ‬
‫وفي األخير ندعو اهلل تبارك وتعالى‪ ،‬أن ينفع بهذا العمل كامل َّ‬
‫صفوفها لخدمة التراث اإلسالمي الضائع‪.‬‬
‫‪ 19‬ينظر‪ :‬مج َّلة المنهاج‪ ،‬السنة األولى‪ ،‬العدد‪ ،10 :‬سنة ‪1344‬هـ‪ .‬صفحة الغالف األخيرة اإلشهاريّة‪.‬‬
‫‬
‫‪(66) 295‬‬
‫العماني‪ :‬كتاب جوهر النظام في علمي األديان‬
‫‪ -)05‬أبو‬
‫محمد عبد اهلل بن ُحميد السالمي ُ‬
‫َّ‬
‫وصححه أبو إسحاق اطفيش‪ ،‬المطبعة السلفية‪1346 ،‬هـ‪.‬‬
‫واألحكام‪ ،‬طبعه‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫مالحظة‪ :‬بقية الكتب التي لم يتم توضيحها موجودة في الجدول السابق‪.‬‬
‫‪q‬‬
‫خاتمة وتوصيات‪:‬‬
‫محمد اطفيش – رحمه اهلل – جهدا كبيرا في إحياء‬
‫لقد بذل الشيخ أبو إسحاق إبراهيم بن‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫ً‬
‫نصوص كثيرٍ من الكتب‪ .‬وبهذا العمل أنقذ الكثير من الضياع‪.‬‬
‫وصحح وضبط‬
‫حقق‬
‫التراث‪ ،‬إذ َّإنه َّ‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫كما يتضح لنا أن أبا إسحاق بقدر ما حقق من مخطوطات إباضية نفع بها المكتبات اإلسالمية‪،‬‬
‫فإنه ُعني بأمهات الكتب األخرى‪ ،‬مستعينا بفريق العلماء المصريين معه في دار الكتب المصرية‪،‬‬
‫سندا قويا‪.‬‬
‫وصار لهم ً‬
‫وإن الهجرة التي هاجرها إلى مصر أتت بفوائد أخرى ال تقل أهمية‪ ،‬منها‪:‬‬
‫ إنشاؤه ألسرة جزائرية نفوسية وزنجبارية في الديار المصرية‪ ،‬معتزة بمذهبها ودينها‪.‬‬‫حنوه على الطلبة الميزابيين الذين وجدوا فيه األب العطوف‪ ،‬واألستاذ المربي‪ ،‬كما وجدوا‬
‫ ُّ‬‫في كنفه كل الرعاية‪.‬‬
‫ إشرافه على وكالة الجاموس التي كانت مالذا إلباضية جربة‪ ،‬حيث ُجمعت فيها ‪ -‬وباألخص‬‫في حياة الشيخ سالم بن يعقوب الجربي ‪ -‬المخطوطات اإلباضية النادرة‪.‬‬
‫تمكن الكثير من العلماء المصريين بعد االحتكام إليه من إزالــة مفاهيم خاطئة راجت عن‬‫بالحجة‬
‫المذهب اإلباضي في الكتب القديمة وكان الشيخ رحمه اهلل هو المالذ الوحيد إلزالتها‬
‫َّ‬
‫والبرهان‪.‬‬
‫ كونه في مصر استطاع أن يفضح االستدمار الفرنسي من منبر ٍ‬‫حر آمن‪ ،‬وأن يزيل الغشاوة‬
‫ّ‬
‫من أعين المشارقة الذين كانوا يعتقدون أن المغرب العربي ك َّله فرنسي اللسان والقلم‪.‬‬
‫ُّ‬
‫وبهذا فالشيخ أبو إسحاق خ َّلد أمجاد أمته من غربته‪ ،‬فرحم اهلل الشيخ وأسكنه فسيح جناته‪.‬‬
‫‬
‫التوصيات‪:‬‬
‫أن هناك فرقا بين إحياء التراث الذي بدأ يؤول إلى الزوال‪ ،‬وبين التزام المح ِّقق بقواعد‬
‫أرى َّ‬
‫المنهجية‪ ،‬لتحقيق كتاب أو كتابين‪ ،‬وبالمزج بين هذه الطرق البسيطة واألكاديمية‪ ،‬ننقذ كثيرا من‬
‫َّ‬
‫المؤكد‪.‬‬
‫المخطوطات من الضياع‬
‫َّ‬
‫والمهدد بالضياع علينا أن نعمد إلى الطرق المختلفة اآلتية‪:‬‬
‫فلكي ننقذ التراث الزاخر الموجود‬
‫َّ‬
‫‪ -)01‬تصوير النسخ الخطية‪ ،‬وحفظها‪ ،‬وطبعها بألوانها الطبيعية‪ ،‬فتكون عبارة عن نسخة خطية‪،‬‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫بعد التأ ُّكد من المطابقة‪.‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪296 (65‬‬
‫الشماخي‪ ،‬وأبو سليمان داود بن إبراهيم‬
‫‪ -)04‬الشيخ بدر الدين أبو العباس أحمد بن سعيد‬
‫َّ‬
‫صححه وع َّلق عليه أبو إسحاق إبراهيم اطفيش الجزائري‪ ،‬القاهرة‪،‬‬
‫مقدمة التوحيد‪،‬‬
‫التالتي‪ِّ ،‬‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫‪1353‬هـ‪.‬‬
‫األئمة)‪ ،‬كتاب شرح النيل وشفاء العليل‪ ،‬تقديم‪ :‬علي‬
‫امحمد بن يوسف اطفيش (قطب‬
‫‪-)05‬‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫علي منصور (رئيس المحكمة بليبيا)‪ ،‬تحقيق‪ :‬أبي إسحاق إبراهيم اطفيش لألجزاء الثالثة األخيرة‪:‬‬
‫َّ‬
‫‪( 10 ،9 ،8‬حسب الطبعة األولى)‪ ،‬دار الفتح‪ ،‬بيروت‪1392 ،‬هـ‪1972/‬م‪.‬‬
‫مالحظة‪ :‬أغفل عز الدين بليق في طبعته ذكر مح ِّق ِق األجــزاء األخيرة‪ :‬أبي إسحاق إبراهيم‬
‫اطفيش‪ ،‬في طبعته اللبنانية‪.‬‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫وصححها ولم يع ِّلق عليها‪:‬‬
‫نصها‬
‫‬
‫َّ‬
‫ج‪ -‬المصادر التي ضبط َّ‬
‫ستة كتب‪.‬‬
‫‪ )01‬مجموعة بها َّ‬
‫محمد الرواحي‪،‬‬
‫المجموعة القيِمة بها ستة كتب‪ ،‬طُبعت على نفقة األستاذ حمود بن سالم بن‬
‫َّ‬
‫ّ‬
‫وإخوته بزنجبار‪ ،‬ط‪ ،1‬مطبعة الفجالة بمصر‪1373 ،‬هـ‪1953/‬م‪.‬‬
‫قدم له أبو إسحاق اطفيش‪.‬‬
‫ أبو حفص عمرو بن ُجميع‪ِّ ،‬‬‫مقدمة التوحيد‪َّ ،‬‬
‫َّ‬
‫محمد عبد اهلل بن حميد السالمي‪ :‬قصيدة غاية المراد في التوحيد‪.‬‬
‫ نور الدين أبو‬‫َّ‬
‫محمد عبد اهلل بن حميد السالمي‪ :‬تلقين الصبيان ما يلزم اإلنسان‪.‬‬
‫ نور الدين أبو‬‫َّ‬
‫صححه أبو‬
‫ سيف بن الناصر بن سليمان الخروصي (ت‪1342 :‬هـ)‪ :‬جامع أركان اإلسالم‪َّ ،‬‬‫إسحاق إبراهيم اطفيش‪ ،‬ط‪ ،2‬المطبعة العربية‪ ،‬مصر‪1346 ،‬هـ‪.‬‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫مالحظة‪ :‬قد يرقى إلى التحقيق‪.‬‬
‫محمد بن علي المنذري‪ :‬مختصر األديان‪ ،‬فرغ منه في شعبان ‪1332‬هـ‪.‬‬
‫ علي بن‬‫َّ‬
‫‪ -‬الشيخ سعيد بن خلفان الخليلي‪ :‬خطبتا العيدين‪.‬‬
‫وصححه أبو إسحاق‬
‫امحمد بن يوسف اطفيش‪ :‬كتاب الرسم في تعليم الخط‪ ،‬طبعه‬
‫‪-)02‬‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫إبراهيم اطفيش‪ ،‬المطبعة السلفية‪ ،‬القاهرة‪ ،‬مصر‪1349 ،‬هـ (بدون إحاالت وتعليق)‪.‬‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫محمد فؤاد عبد الباقي‪ :‬المعجم المفهرس أللفاظ القرآن الكريم‪ ،‬در الكتب المصرية‪،‬‬
‫‪-)03‬‬
‫َّ‬
‫‪1364‬ه‪.‬‬
‫وصححه أبو إسحاق‬
‫امحمد بن يوسف اطفيش‪ :‬شامل األصل والفرع (جزءان)‪ ،‬طبعه‬
‫‪-)04‬‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫إبراهيم اطفيش‪ ،‬المطبعة السلفية‪ ،‬مصر‪1348 ،‬هـ‪.‬‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫بخط‬
‫مالحظة‪ :‬الجزءان خاليان من التعليق‪ .‬في صفحة ”ب“ صورة الصفحة األولى للكتاب‬
‫ِّ‬
‫بخط المؤ ِلّف‪.‬‬
‫المؤ ِلّف‪ .‬وفي صفحة ”ج“ صورة الصفحة األخيرة ِ ّ‬
‫‬
‫‪(64) 297‬‬
‫‪q‬‬
‫توضيحات حول هذه المصادر‪:‬‬
‫‬
‫المحققه من الشيخ‪ :‬أبي إسحاق‪:‬‬
‫أ‪ -‬المصادر‬
‫َّ‬
‫محمد من أحمد األنصاري القرطبي‪ :‬الجامع ألحكام القرآن‪ ،‬تحق‪ :‬أبي‬
‫‪ -)01‬أبو عبد اهلل‬
‫َّ‬
‫إسحاق اطفيش‪ ،‬مج‪ ،6-2 :‬إحياء التراث العربي‪ ،‬بيروت‪ ،‬لبنان‪1376 ،‬ه‪1957/‬م‪.‬‬
‫َّ‬
‫وذيله‬
‫‪ -)02‬أبو بكر‬
‫محمد بن الحسين بن دريد األزدي‪ :‬كتاب المالحن‪ ،‬صححه وع َّلق عليه َّ‬
‫َّ‬
‫بذيل‪ :‬أبو إسحاق إبراهيم اطفيش الجزائري‪ ،‬القاهرة ‪1347‬هـ‪ ،‬المطبعة السلفية‪ ،‬مصر‪.‬‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫الوهاب النويري (‪732-677‬هـ)كتاب نهاية األرب‪ ،‬تحقيق‪:‬‬
‫‪ -)03‬شهاب الدين‬
‫محمد بن عبد َّ‬
‫َّ‬
‫محمد حسنين وإبراهيم اطفيش‪ ،‬السفر الثامن عشر‪ ،‬وزارة الثقافة‪ ،‬مصر‪1374 ،‬ه‪1954/‬م‪.‬‬
‫محمد َّ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫‪ -)04‬اإلمام الربيع بن حبيب بن عمرو األزدي البصري‪ :‬الجامع الصحيح‪ ،‬على ترتيب الشيخ‪:‬‬
‫َّ‬
‫أبي يعقوب يوسف بن إبراهيم الوارجالني‪ ،‬تحقيق‪ :‬أبي إسحاق‪ ،‬دار الفتح والطباعة والنشر‪،‬‬
‫بيروت‪ ،‬مكتبة االستقامة‪ ،‬سلطنة ُعمان‪.‬‬
‫صححه الشيخ عبد اهلل بن حميد السالمي‪ ،‬والهوامش للمح ِّقق‪ :‬أبي إسحاق اطفيش‪،‬‬
‫مالحظة‪:‬‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫األئمة‪ ،‬ولم نجد في الصفحة األولــى اسم الشيخ أبي إسحاق إال في‬
‫معتمدا على نسخة قطب‬
‫َّ‬
‫الهوامش‪ ،‬أو في التنبيه األخير الذي و َّقع عليه‪.‬‬
‫‪ -)05‬أبو زكرياء يحي بن أبي الخير الجناوي‪ :‬كتاب الوضع (مختصر في األصول والفقه)‪،‬‬
‫الفجالة الجديدة‪ ،‬مصر‪.‬‬
‫تحقيق‪ :‬أبي إسحاق إبراهيم‬
‫اطفيش‪ ،‬مطبعة َّ‬
‫َّ‬
‫مقدمة ألبي إسحاق‪ ،‬بها تعريف عن كتاب الوضع‪ ،‬ومؤ ِلّفه – رحمه اهلل‪ -‬ونبذة من‬
‫مالحظة‪ِّ :‬‬
‫تاريخ نفوسة‪.‬‬
‫‪q‬‬
‫صححها وع َّلق عليها قليال‪:‬‬
‫المصادر التي َّ‬
‫محمد عبد اهلل بن حميد بن سلوم السالمي العماني‪ :‬جوهر النظام‬
‫‪ -)01‬الشيخ نور الدين أبو‬
‫َّ‬
‫في علمي األديان واألحكام‪ ،‬تحقيق أبي إسحاق إبراهيم اطفيش (أربعة أجزاء)‪ ،‬المطبعة السلفية‪،‬‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫القاهرة‪1346 ،‬هـ‪.‬‬
‫مالحظة‪ :‬كتب أبو إسحاق ترجمة للمؤ ِلّف من صفحة ”ب“ إلى صفحة ”ي“‪ .‬سنة‪1345 :‬هـ‪.‬‬
‫المنوه بالعلم القالص‪،‬‬
‫األئمة)‪ ،‬الذهب الخالص‬
‫امحمد بن يوسف اطفيش (قطب‬
‫‪ -)02‬الشيخ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫قام بطبعه والتعليق عليه أبو إسحاق إبراهيم اطفيش‪ ،‬المطبعة السلفية‪ ،‬القاهرة‪1343 ،‬هـ‪.‬‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫‪ -)03‬سيف بن ناصر بن سليمان الخروصي‪( ،‬ت‪1342 :‬هـ)‪ ،‬كتاب جامع أركان اإلسالم‪:‬‬
‫صححه أبو إسحاق إبراهيم اطفيش‪ ،‬ط‪ ،2‬المطبعة العربية‪ ،‬مصر‪1346 ،‬هـ‪ .‬مالحظة‪ :‬قد يرقى‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫إلى التحقيق‪.‬‬
‫)‪298 (63‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫ألنه تأليف وليس تحقيقا أو لم يصل إلينا بحكم‬
‫وأزلنا من المجموعة َّ‬
‫كل ما أ َّلفه أبو إسحاق؛ َّ‬
‫التعرف عليه‪.‬‬
‫نتمكن من‬
‫الضياع‪ ،‬ولم‬
‫َّ‬
‫ُّ‬
‫وهذا جدولها‬
‫التحقيقات‬
‫حققها‬
‫َّ‬
‫صححها وع َّلق عليها «قليال»‬
‫َّ‬
‫ستة كتب‪1‬‬
‫) مجموعة بها َّ‬
‫‪ )1‬جوهر النظام‪ :‬للسالمي‪.‬‬
‫‪ )1‬تفسير القرطبي‪:‬‬
‫الجامع ألحكام‬
‫القرآن‪.‬‬
‫‪ )2‬الذهب الخالص‪ :‬للقطب‬
‫‪ )2‬المالحن‪ :‬البن‬
‫دريد‪.‬‬
‫‪ )3‬جامع أركان اإلسالم‪ :‬سيف‬
‫الخروصي‪.‬‬
‫‪ )3‬نهاية األرب‪:‬‬
‫للنويري‪.‬‬
‫ْ‬
‫مقدمة التوحيد‪ :‬البن جميع‪.‬‬
‫ ِّ‬‫ْ‬
‫ قصيدة نهاية المراد في التوحيد‪:‬‬‫للسالمي‪.‬‬
‫ تلقين الصبيان‪ :‬للسالمي‬‫ جامع أركان اإلسالم‪ :‬للخروصي‬‫محمد‬
‫ مختصر األديان‪ :‬علي بن‬‫َّ‬
‫بن علي المنذري‬
‫ خطب وأدعية‪...... :‬‬‫‪ )2‬كتاب الرسم‪ :‬للقطب‬
‫‪ )3‬المعجم المفهرس أللفاظ‬
‫القرآن‪ :‬محمد فؤاد عبد الباقي‪.‬‬
‫‪ )4‬شامل األصل والفرع (جزءان)‪:‬‬
‫للقطب‪.‬‬
‫‪ )5‬جوهر النظام‪ :‬السالمي‪.‬‬
‫‪ )6‬تلقين الصبيان ما يلزم اإلنسان‬
‫(مقدمة)‪ :‬للسالمي‪.‬‬
‫ِّ‬
‫‪ )7‬خطيتا العيدين ‪ -‬األضحى‪،‬‬
‫مقدمة) ‪ :-‬سعيد بن‬
‫والفطر(بال ِّ‬
‫خلفان الخروصي‪.‬‬
‫‪ )8‬كتاب النيات وألفاظ العقود (بال‬
‫َّ‬
‫مقدمة)‪ :‬هالل بن زاهر اليحمدي‪.‬‬
‫ِّ‬
‫النبوي المسمى (النشأة‬
‫‪ )9‬المولد‬
‫ُّ‬
‫دية)‪ :‬ناصر بن سالم بن‬
‫المحم َّ‬
‫َّ‬
‫عديم الرواحي أبو مسلم‪.‬‬
‫َّ‬
‫نصها‬
‫ضبط َّ‬
‫وصححها ولم‬
‫َّ‬
‫يع ِّلق عليها‬
‫للشماخي‪.‬‬
‫مقدمة التوحيد‪:‬‬
‫‪ِّ )4‬‬
‫َّ‬
‫‪ )4‬الجامع‬
‫الصحيح‪ :‬الربيع‬
‫بن حبيب‬
‫‪ )5‬ثالثة أجزاء من شرح النيل‪:‬‬
‫للقطب‬
‫‪ )5‬كتاب الوضع‪:‬‬
‫أبي زكرياء يحي‬
‫الجناوني‬
‫َّ‬
‫‬
‫‪(62) 299‬‬
‫‪ -)01‬أزواجه‪.‬‬
‫تزويجهن‪.‬‬
‫خطبهن لم َّيتفق‬
‫‪ -)02‬من‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫‪ -)03‬أوالده‪.‬‬
‫‪ -)04‬أعماله‪.‬‬
‫عماته‪.‬‬
‫‪َّ -)05‬‬
‫‪ -)06‬خدمه األحرار‪.‬‬
‫‪ -)07‬حياته إلى وفاته ‪ -‬ص َّلى اهلل عليه وس َّلم‪.-‬‬
‫‪q‬‬
‫تحقيقه لكتاب شرح النيل وشفاء العليل‪:‬‬
‫امحمد بن يوسف اطفيش – رحمه‬
‫األئمة الشيخ‪:‬‬
‫األمة‪ ،‬قطب‬
‫شرح النيل من تأليف مجتهد َّ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫محمد بن سالم الرواحي‪ ،‬والشيخ‪ :‬أبو إسحاق إبراهيم‬
‫اهلل‪ ،-‬طبعه الفاضل الجليل الشيخ‪ :‬سالم بن َّ‬
‫وصححه ووقف على طبعه‪ :‬أبو إسحاق‪.‬‬
‫اطفيش‪،‬‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫هذا ما وجدنا على صفحات العنوان في الطبعة األولى‪ :‬ويحتوي على عشرة أجزاء وما صحح‬
‫الشيخ أبو إسحاق هو‪:‬‬
‫‪ -)01‬الجزء الثامن‪ :‬القاهرة ‪1343‬هـ‪ ،‬المطبعة السلفية‪.‬‬
‫َّ‬
‫‪ -)02‬الجزء التاسع‪ :‬القاهرة ‪1343‬هـ‪ ،‬المطبعة السلفية‪.‬‬
‫َّ‬
‫‪ -)03‬الجزء العاشر‪ :‬القاهرة ‪1343‬هـ‪ ،‬المطبعة السلفية‪.‬‬
‫َّ‬
‫والمالحظة البارزة أ َّن طبعة عز الدين بليق‪ ،‬بلبنان‪ ،‬حذفت هذه العبارات‪ ،‬وأغفلت األسماء‬
‫كل شيء‪.‬‬
‫الموجودة مثل اسم أبي إسحاق‪ ،‬ولم ِ‬
‫يفرق عز الدين بليق بين الطباعة والتحقيق‪ ،‬فحذف َّ‬
‫ّ‬
‫استطعنا أن ِ‬
‫نصنّف أعمال الشيخ التحقيقية‪ ،‬والتي ليست تأليفا من عنده إلى ثالث مراتب‪:‬‬
‫َّ‬
‫‪ -)01‬مرتبة عليا‪ :‬وهي الكتب التي ح ِّققت بداية من جمع النسخ‪ ،‬والمقارنة بينها‪ ،‬وتصحيحها‪،‬‬
‫والتعليق عليها في الهوامش‪.‬‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫صححت‪ ،‬وقد وقع فيها قليل من التعليق في الهوامش‪،‬‬
‫‪ -)02‬مرتبة‬
‫متوسطة‪ :‬وهي الكتب التي ّ‬
‫ّ‬
‫ولق َّلة التعليق ال يمكن ‪ -‬في نظرنا ‪ -‬أن ترقى إلى التحقيق‪.‬‬
‫‪ -)03‬مرتبة أخيرة‪ :‬وقع فيها ضبط النص‪ ،‬فظهرت كتبا ال تعليق فيها‪ ،‬والهوامش قد تكون‬
‫ً‬
‫جدا‪ ،‬و قد تنعدم‪.‬‬
‫قليلة ًّ‬
‫وهذا التصنيف َّأولي‪ .‬والشيء الذي نريد تأكيده هو الفصل بين ما كتب عليه «تحقيق»‪ ،‬وال‬
‫ٌّ‬
‫يرقى إلى ذلك‪ ،‬أو قد يكون تصحيحا فقط‪ ،‬ويمكن أن يرقى إلى التحقيق للجهد المبذول فيه‪ ،‬من‬
‫إحاالت وتخريج وضبط‪.‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪300 (61‬‬
‫‪ ).( -)01‬النقطة بعد انتهاء الكالم‪.‬‬
‫‪ )،( -)02‬الفاصلة بين الجملتين‪.‬‬
‫‪ )-( -)03‬الشرطة للجمل االعتراضية‪.‬‬
‫َّ‬
‫‪ ):( -)04‬النقطتان للشرح‪.‬‬
‫المركنان للزيادة داخل النص‪.‬‬
‫‪ )] [( -)05‬القوسان‬
‫َّ‬
‫َّأما أرقام اإلحاالت فهي على أنواع‪:‬‬
‫تتعداها‪.‬‬
‫ قد تكون اإلحاالت أسفل الصفحة الواحدة‪ ،‬وأرقامها ال َّ‬‫‪ -‬قد تتوالى أرقام اإلحاالت من بداية الكتاب إلى نهايته‪.‬‬
‫خاصة في المقاالت والبحوث‪.‬‬
‫‪ -‬وقد تؤخر اإلحاالت ك ُّلها إلى آخر الكتاب كما يفعل البعض‪َّ ،‬‬
‫مهما ورائعا‪،‬‬
‫نجد شيخنا في كتاب المالحن اختار األرقام في ذات الصفحة‪ ،‬ثم استحدث شيئا ًّ‬
‫أخره‬
‫إذ فرق بين اإلحالة الخفيفة‪ ،‬واإلحالة الثقيلة‪ُّ .‬‬
‫فكل ما يحتاج إلى تعليق وتوضيح في سطور َّ‬
‫وسماها‪« :‬ذيل المالحن»‪.‬‬
‫إلى نهاية الكتاب‪ ،‬وجمع تلك التعاليق‬
‫َّ‬
‫بهذه الطريقة المبتكرة الجيِدة – في نظري‪ -‬انفرد بطريقة ذكية لم يتف َّطن لها حتى كبار المح ِّققين‬
‫ّ‬
‫َّ‬
‫الذين أ َّلفوا في منهجية البحث وتحقيق المخطوطات في هذه اآلونة‪ .‬فالمطالع مخير بين أن يقرأ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫وتأمال‪.‬‬
‫استفادة‬
‫الذيل‬
‫من‬
‫ويزيد‬
‫نهمه‬
‫يشبع‬
‫أن‬
‫وبين‬
‫ة‪،‬‬
‫السفلي‬
‫الهوامش‬
‫ويمر مر الكرام على‬
‫ُّ‬
‫َّ‬
‫َّ َّ‬
‫‪ q‬تحقيق كتاب نهاية األرب في فنون األدب‪:‬‬
‫تأليف شهاب الدين أحمد بن عبد الوهاب النويري (‪733–677‬هـ)‪ ،‬وزارة الثقافة واإلرشاد‪.‬‬
‫اشترك في تحقيقه كل من العلماء المح ِّققين‪( :‬لم يُذكر مح ِّققو األجزاء السبعة األولى)‪.‬‬
‫‪ -‬ج ‪ :9 ،8‬أحمد الزين‪.‬‬
‫ ج ‪ :10‬نور الدين بن شرف الدين‪.‬‬‫ ج ‪ :13 ،12 ،11‬أحمد الزين‪.‬‬‫محمد نديم‪.‬‬
‫ ج ‪:14‬‬‫َّ‬
‫محمد عبد الجواد األصمعي‪.‬‬
‫ ج ‪:15‬‬‫َّ‬
‫ ج ‪ :16‬محمود عثمان الرزاز (مراقب بالمطبعة‪ ،‬دار الكتب)‪.‬‬‫َّ‬
‫ ج ‪ :17‬لم يُذكر مح ِّقق هذا الجزء‪.‬‬‫ِ‬
‫(المصححان بالقسم األدبي)‪.‬‬
‫محمد حسنين‪ ،‬وإبراهيم اطفيش‬
‫ ج ‪:18‬‬‫ّ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫وهذا الجزء يتناول جانبا كبيرا من حياة الرسول ‪ -‬ص َّلى اهلل عليه وس َّلم‪ -‬وسيرته‪ .‬فيه وفادات‬
‫العرب على رسول اهلل ‪ -‬ص َّلى اهلل عليه وس َّلم‪ -‬وأيضا‪:‬‬
‫‬
‫‪(60) 301‬‬
‫إ َّن النسخ الخطية التي جمعها الشيخ قد زادت له من العناء أكثر‪ ،‬الختالف الخطوط‪ ،‬والحتمال‬
‫َّ‬
‫المتعددة كما وقع له في التعريف بابن دريد في كتاب المالحن‪.‬‬
‫السقط بسبب انتقال النظر بين النسخ‬
‫ِّ‬
‫ومن جدوى المقارنة بينها ما يأتي‪:‬‬
‫تموه‪ ،‬أو سقط قد يتجاوز الكلمة إلى سطر‬
‫ إمالء الفراغات الحاصلة من خرم‪ ،‬أو نخر‪ ،‬أو ُّ‬‫‪18‬‬
‫كامل‪ ،‬أو فقرة بكاملها‪ ،‬مثلما حصل للشيخ عند ذكر نسب ابن دريد ‪.‬‬
‫خاصة المشهورة‪ ،‬وقد تناقلتها بعض النسخ الخطية التي كتبها ناس‬
‫اكتشاف أخطاء في األسماء َّ‬
‫َّ‬
‫يمتون إلى الموضوع المطروح بصلة‪ ،‬فيخلطون بين أسماء األعالم واألماكن‪.‬‬
‫مأجورون‪ ،‬ال ُّ‬
‫تعامله مع الهوامش السفلية في تحقيق المالحن‪:‬‬
‫‬
‫َّ‬
‫يظهر من هذا الجانب تم ُّكن الشيخ في شرح الكلمات التي هي أصال تحتاج لقوتها إلى شرح‬
‫للقارئ‪ ،‬كما تحتاج في بعض األحيان إلى إحالة على القواميس‪ ،‬فهو أصال ال يحيلها على مصدرها‪.‬‬
‫متمكنا في اللغة العربية‪ ،‬سلست له قيادها‪ ،‬فلم يألف النزول عن‬
‫فالشيخ – رحمه اهلل‪ -‬كان‬
‫ِّ‬
‫َّ‬
‫أن‬
‫أسلوبه‬
‫القوي‪ ،‬كما قد يترك المطالع حائرا‪ ،‬هل هذا الكالم كالمه؟ فلم يحل على مصدر‪ ،‬أم َّ‬
‫ِّ‬
‫الشيخ يرى هذا من فضول الكالم‪ ،‬وقد يحيل اختصارا بقوله‪« :‬كذا في اللسان»‪.‬‬
‫فالمطالعون أصناف‪:‬‬
‫والمادة بسهولة عند اقتضاء الضرورة‪.‬‬
‫ صنف يرجع إلى المصدر‬‫َّ‬
‫‪ -‬وصنف ال ينظر إلى الهامش أصال وال يعنيه‪.‬‬
‫ وصنف وسط‪ ،‬يرى أن ذلك من الفائدة ويستحسنه‪.‬‬‫تعامله مع األبيات الشعرية في النص‪:‬‬
‫‬
‫المالحظة البارزة هي‪ :‬ترقيمه لألبيات الواردة في النص‪ ،‬وقد بلغ تعدادها‪ 113 :‬بيتا‪ ،‬وهذا ما‬
‫ِ‬
‫ييسر الرجوع إليها عند الضرورة‪.‬‬
‫ّ‬
‫‪q‬‬
‫بعض القواعد األساسية في ترقيم النصوص‪:‬‬
‫تخص ترقيم النصوص‬
‫هنالك قواعد ضبطها علماء المنهجية لكتابة البحوث وضبط النصوص‪،‬‬
‫ُّ‬
‫َّ‬
‫حديثا‪ ،‬ولم تكن موجودة في المخطوطات القديمة‪ ،‬وقد أتت من علماء الغرب دون أن ننسى أ َّن‬
‫َّأول من وضع عالمات الفصل بين الجمل هم المسلمون‪ ،‬في شكل يشبه الصفر الدائري‪ ،‬واستغ َّلها‬
‫كتاب المصاحف لوضع رقم اآلية داخلها‪.‬‬
‫َّ‬
‫فإذا بحثنا عن عالمات الترقيم عند مح ِّققنا الجليل الشيخ أبي إسحاق إبراهيم اطفيش – رحمه‬
‫َّ‬
‫اهلل‪ -‬نجدها ماثلة أمامنا‪ ،‬مما ُّ‬
‫يدل على َّأنه اهتم بها‪ .‬ومنها‪:‬‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫‪ 18‬ينظر التعليق السابق‪.‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪302 (59‬‬
‫ٍ‬
‫معان مختلفة ومغايرة تماما‪ ،‬وذلك لمن أراد المداعبة والطرفة‪ ،‬وإال َّ فهو موهم‬
‫مألوف‪ ،‬وباطنه‬
‫بلفظه أو بمعناه‪.‬‬
‫َّأما ما يوهم بلفظه‪ ،‬كقول الشاعر‪:‬‬
‫شكت الماء في الشتاء فقلنا ‪ .:.‬بل رديه توافقيه سخينا‬
‫ويقرأ‪ :‬بـ«ردية»‪ ،‬خالف المقصود‪ ،‬وهو «بل رديه»‪ ،‬والمقصود به الورود‪ ،‬فأدغمت الالم في‬
‫‪14‬‬
‫الراء عند التل ُّفظ بالبيت‪.‬‬
‫‬
‫منهج الشيخ أبي إسحاق في تحقيق المالحن‪:‬‬
‫أن الكتاب قد وقع فيه تحريف كثير‪ ،‬فبعد أن‬
‫مقدمته للكتاب‪ ،‬إذ يشير إلى َّ‬
‫نستخلص هذا من ِّ‬
‫طبع في ألمانيا مع ما وجده من النسخ الخطية‪ ،‬تبين له ذلك إذ يقول‪« :‬ويظهر َّأنه وقع فيه تحريف‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫عن األصل بتالعب الذين هم ماسخون لكثير من كتب القدماء‪ »...‬ثم يقول‪« :‬و َل َّما عقدنا النية على‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫عدة نسخ‪ ،‬بين المخطوطة والمطبوعة‪ .»...‬كما اختار نسخة‬
‫طبع الكتاب‪،‬‬
‫تحرينا تصحيحه على َّ‬
‫َّ‬
‫ِ‬
‫تسمى عند المح ّققين بـ‪« :‬األم»‪ ،‬قارن بها النسخ المختلفة حيث قال‪« :‬وقد استخلصت منها‬
‫مرجعية َّ‬
‫َّ‬
‫هذه النسخة‪ ،‬فكانت ممتازة بجمعها ما بين تلك النسخ من الزيادات‪ ،‬وتصحيح ما فيها من األغالط‪،‬‬
‫موشاة بتحقيقات وزوائد ال يستغنى عنها‪ ،‬فما‬
‫وأوفاهن‪،‬‬
‫أكملهن‪،‬‬
‫فجاءت‬
‫هن‪ ،‬مزدانة بتعليقات َّ‬
‫وأصح َّ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫وربما أثبتت لفظا‬
‫كان بين األقواس [ ] فهو زيادة وجدتها في إحدى النسخ التي عرضت عليها نسختي َّ‬
‫‪15‬‬
‫تحر ًيا للصواب جهد االستطاعة مع اإلشارة إلى األصل‪.»...‬‬
‫النسخ يخالف ما كانت عليه‪ِ ،‬‬
‫من إحدى ُّ‬
‫ّ‬
‫شحت فيه‬
‫ولهذا نراه قد التزم بقواعد التحقيق األساسية التي‬
‫طبقها في وقت ِّ‬
‫مبكر‪ ،‬في وقت َّ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫كتب مناهج التحقيق‪.‬‬
‫ِ‬
‫يسميها بعض علماء المنهجية‪ 16‬بالتلفيقية‪ ،‬ومنهم من يرى الجمود على النسخة‬
‫فهذه الطريقة ّ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫ِ‬
‫حتى على األخطاء في اآليات القرآنية‪،‬‬
‫األم بأخطائها‪ ،‬حتى َّ‬
‫النحوية الواضحة‪ ،‬ومنهم من جمد َّ‬
‫ّ‬
‫َّ‬
‫كل التصحيح في الهامش‪.‬‬
‫ويضع َّ‬
‫وأرى َّأنه من المستحسن إنزال الخطأ إلى الهامش ووضع الصواب في المتن من خالل النسخ‬
‫ِ‬
‫سميتها في تحقيقي‬
‫للوسياني‪ :17‬باالنتقائية‪ ،‬وأراها األحسن‪ ،‬وذلك حتى يكون النص‬
‫المتو ّفرة‪ ،‬وأنا َّ‬
‫َ َ‬
‫َّ‬
‫ِ‬
‫خاصة عند الذين‬
‫النص وإنزال الصواب إلى الهامش‪ ،‬فهذا ِ‬
‫سليما‪َّ ،‬أما إبقاء الخطأ في ّ‬
‫يكرس الخطأ‪َّ ،‬‬
‫ّ‬
‫يزهدون عن قراءة الهوامش لصغر حجم الخط‪ ،‬أو لالستعجال‪.‬‬
‫‪14‬‬
‫‪15‬‬
‫‪16‬‬
‫‪17‬‬
‫م‪.‬ن‪ ،‬ص‪ ،5‬أو يقسم باهلل قائال‪« :‬واهلل ما رأيته‪ ،‬أي ما ضربت رئته»‪.‬‬
‫ابن دريد‪ :‬المالحن‪ ،‬تحقيق‪ :‬أبي إسحاق‪ ،‬ص‪ :‬د‪.‬‬
‫محمد ناصر في كتابه‪ :‬منهج البحث وتحقيق النصوص‪ ،‬كلية المنار‪ ،‬ص ‪ .111‬حيث قال‪« :‬ونحن‪ ،‬أميل‬
‫ينظر د‪.‬‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫وإنما يكون ذلك كلُّه في الهامش‪ ،»...‬ويعلل ذلك بقوله‪« :‬إذ دلّت التجارب‬
‫إلى عدم مساس المتن ِّ‬
‫بأي تعديل‪َّ ،‬‬
‫أن بعض من يستعملون التصحيح في المتن‪ ،‬يقعون أحيانا في الخطأ‪ ،‬فينقلون الصواب إلى خطأ دون علم‬
‫على َّ‬
‫منهم»‪.‬‬
‫أبو الربيع سليمان بن عبد السالم الوسياني‪ :‬سير الوسياني‪ ،‬دراسة وتحقيق‪ :‬د‪.‬عمر بن لقمان حمو سليمان‬
‫بوعصبانة‪ ،‬ط‪ ،1‬وزارة التراث‪ ،‬سلطنة عمان‪1430 ،‬هـ‪2009/‬م‪ ،‬قسم الدراسة‪.‬‬
‫‪(58) 303‬‬
‫‬
‫قال‪« :‬الزيادة من ال ِّلسان»‪ .‬يقصد به لسان العرب‪ ،‬دون أن يشير إلى المادة أو الصفحة‪ .‬ووضع‬
‫الزيادة بين قوسين معكوفين‪ ،‬وهذا نظام متبع اآلن‪.‬‬
‫‪ -3‬عزو البيت إلى صاحبه‪.‬‬
‫والعرب تسمي بني ِ‬
‫العم «الموالي»‪.‬‬
‫ّ‬
‫ِ‬
‫عمنا مهال موالينا ‪ .:.‬ال تنبشوا بيننا ما كان مدفونا»‪.‬‬
‫قال الشاعر‪« :‬مهال بني ّ‬
‫ويعرف الشيخ الشاعر بقوله‪« :‬هو الفضل بن العباس بن عتبة بن أبي لهب وهو من شعراء بني‬
‫ِ‬
‫ّ‬
‫‪10‬‬
‫هاشم في عهد بني أمية»‪.‬‬
‫َّ‬
‫نجد في أغلب األحيان َّأنه‪:‬‬
‫ قد يفسر الكلمة بإيجاز دون اإلحالة إلى المصدر‪ ،‬وقد يقول‪« :‬في اللسان»‪.‬‬‫ يأتي بتمام البيت بزيادة العجز بعد الصدر‪ ،‬أو العكس‪.‬‬‫يوضح المصادر‪.‬‬
‫ ال يلتفت كثيرا إلى األعالم والمدن واألماكن‪ ،‬وال ِّ‬‫ له استحضار قوي لألبيات الشعرية‪.‬‬‫صحح‪ ،‬وماذا غير‪ ،‬وماذا ترك‪ ،‬لعدم إشارته إلى ذلك‪.‬‬
‫ يذكر َّ‬‫بأنه قد صحح الكتب‪ ،‬ولكن ال نعرف ماذا َّ‬
‫َّ‬
‫ريد‪321 –225(11‬هـ)‪:‬‬
‫‪ q‬تحقيقه لكتاب المالحن البن ُد ْ‬
‫محمد بن الحسن بن دريــد بن عتاهية بن‬
‫يعرف أبو إسحاق ابن دريــد بقوله‪« :‬هو أبو بكر‬
‫ِ‬
‫َّ‬
‫ّ‬
‫ختم‪12‬بن الحسن بن حمامي بن جرو بن واسع بن وهب بن سلمة بن خاصر بن حنتم بن ظالم‬
‫بن فراهيد بن مالك بن فهم بن غنم بن خاضر‪13‬بن دوس بن عدنان بن عبد اهلل بن زهران األزدي‬
‫العماني» ا‪.‬هـ‪.‬‬
‫ويضيف‪« :‬إمام عصره في اللغة واألدب والشعر الفائق‪ ،‬تقف عند كالمه الفحول‪ ،‬وتستعير آيات‬
‫وتستمد من كالمه الخطباء‪ ،‬وترجع إلى حقائق علمه األدباء‪...‬‬
‫بالغته الفصحاء‪،‬‬
‫ُّ‬
‫كتاب المالحن‪ :‬صغير الحجم‪ ،‬يحتوي على ‪ 62‬صفحة من الحجم الصغير‪ ،‬يظهر ملكة صاحبه‬
‫واللغوية‪ ،‬ويستهوي بأسلوبه القارئين‪ ،‬ففيه كلمات وأمثال وأشعار‪ ،‬ظاهر كالمه شيء‬
‫وقوته البالغية‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫‪ 10‬القرطبي جامع ألحكام القرآن‪ :‬ج‪ ،11‬ج‪153‬‬
‫‪ 11‬ولد سنة ‪225‬ه‪ ،‬ومات ببغداد يوم األربعاء ‪ 18‬شعبان ‪321‬ه‪ ،‬ودفن في المقبرة العباسية‪ ،‬وكان عمره ‪ 97‬سنة‪.‬‬
‫ّ ّ‬
‫ينظر‪ :‬ابن دريد‪ ،‬المالحن‪ ،‬تحقيق أبي إسحاق‪ ،‬ينظر في ترجمة المؤلف‪.‬‬
‫‪ 12‬ورد‪ :‬بن حنتم‪.‬‬
‫ في الخطيب التبريزي‪ ،‬ديوان ابن دريد‪ ،‬وشرح مقصورته‪ .‬تقديم‪ :‬راجي األسمر‪ ،‬دار الكتاب العربي‪ ،‬ط‬‫‪1415‬ه‪1995/‬م‪ ،‬ص‪.7‬‬
‫ م‪ ،‬ن‪ ،‬ص‪ 8‬ويزيد( بن أسد بن عدي بن عمرو بن مالك بن فهم بن غانم)‪ ،‬وهذا يسمى سقط النتقال النظر عند أبي‬‫إسحاق بين غنم وغانم‪.‬‬
‫محمد بن حسين األزدي‪ ،‬المالحن‪ ،‬تحقيق‪ :‬أبي إسحاق اطفيش‪ ،‬المطبعة السلفية‪ ،‬ط ‪1347‬هـ‪ ،‬ص هـ‪.‬‬
‫‪ 13‬أبو بكر‬
‫ّ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫)‪304 (57‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫مج َّلدان (‪4‬أجزاء) للشيخ البردوني‪.‬‬
‫محمد حسين‪.‬‬
‫مج َّلد واحد (جزءان) للشيخ‬
‫َّ‬
‫السقا‪.‬‬
‫مج َّلد واحد (جزءان) للشيخ مصطفى َّ‬
‫نماذج من تخريجاته‪:‬‬
‫ إتمام البيت وتخريجه من المتن‪« ،‬على نحو قول الشاعر أمرتك الخير‪.»...‬‬‫في الهامش قول المح ِّقق‪« :‬هو عمرو بن معدي كرب الزبيدي والبيت بتمامه‪:‬‬
‫أمرتك الخير فافعل ما أمرت به ‪ . :.‬فقد تركتك ذا مال وذا نشب»‬
‫‪5‬‬
‫ نموذج للتوضيح من المتن‪« :‬وقد يعبر عن األهل بالنعل‪.»...‬‬‫َّ‬
‫‪6‬‬
‫من الهامش للمح ّقق‪« :‬في قوله التعبير يعني‪ :‬تعبير الرؤيا» ‪.‬‬
‫ نموذج للشرح اللغوي في المتن من سورة مريم‪« :‬ولما ورد ماء مدين‪ ،‬أي أشرف عليه ال‬‫َّأنه دخله وقال زهير‪:‬‬
‫وردن الماء زرقا جمامه ‪ .:.‬وضعن عصي الحاضر المتخيِم»‪.‬‬
‫فلما ْ‬
‫ّ‬
‫َّ‬
‫وج َّمة‪ ،‬وهو الماء المتجمع‪.‬‬
‫في الهامش‪« :‬يقال‪ :‬ماء أزرق‪ ،‬إذا كان صافيا‪ .‬وجمام جمع ُجم ُ‬
‫والحاضر‪ :‬النازل على الماء‪.‬‬
‫والمتخيم‪ :‬المقيم‪ .‬وأصله من تخيم إذا نصب الخيمة‪.‬‬
‫بأنهن في أمن ومنعة فإذا نزلن نزلن آمنات كنزول من هو في أهله ووطنه‪،‬‬
‫يصف زهير الظعائن‬
‫َّ‬
‫‪7‬‬
‫والبيت من مع َّلقته»‪.‬‬
‫‪ -‬تبيين التصحيف‪ :‬في النص‪« :‬تع ِظّمينه»‪ .‬في الهامش‪« :‬تطعمينه»‪.‬‬
‫‪8‬‬
‫ إدخال الزيادة من مصدر آخر‪:‬‬‫‪ -1‬من الحديث النبوي الشريف‪ :‬سمعت رسول اهلل صلى اهلل عليه وسلم يقول ألصحابه‪:‬‬
‫كل صباح عند اهلل عهدا؟‪ :...‬إني أشهد أن ال إله إال أنت وحدك ال شريك‬
‫أحدكم أن َّيتخذ َّ‬
‫«أيعجز ُ‬
‫لك وأن محمدا عبدك ورسولك [فال تكلني إلى نفسي] فإنك إن تكلني إلى نفسي تباعدني عن‬
‫‪9‬‬
‫الخير‪.»...‬‬
‫‪ -2‬الزيادة داخل النص‪ :‬والورد الجزء [من القرآن] يقال‪ :‬قرأت وردي‪.‬‬
‫‪5‬‬
‫‪6‬‬
‫‪7‬‬
‫‪8‬‬
‫‪9‬‬
‫القرطبي جامع ألحكام القرآن‪ :‬ج‪ ،11‬ج‪.61‬‬
‫القرطبي جامع ألحكام القرآن‪ :‬ج‪ ،11‬ج‪173‬‬
‫القرطبي جامع ألحكام القرآن‪ :‬ج‪ ،11‬ج‪.137‬‬
‫القرطبي جامع ألحكام القرآن‪ :‬ج‪ ،11‬ج‪.100‬‬
‫القرطبي جامع ألحكام القرآن‪ :‬ج‪ ،11‬ج‪.154‬‬
‫‪(56) 305‬‬
‫في الجزء الثالث‪.‬‬
‫بعدة نسخ‪ ،‬وبين ما لم يُجر فيه أية مقارنة‪.‬‬
‫بهذا نرى الفرق الشاسع بين ما اهتم به‪ ،‬وقارنه َّ‬
‫كما نذكر ما يأتي‪:‬‬
‫وكي نرى حجم العمل ًّ‬
‫المج َّلد األول‪ :‬من جزئين‪ ،‬لألستاذ‪ :‬أحمد عبد الحليم البردوني‪.‬‬
‫المج َّلد الثاني‪( :‬ج‪ 3‬وج‪ )4‬أبو إسحاق‪ ،‬وتم إنجازه في شعبان ‪1376‬هـ‪1957/‬م‪.‬‬
‫َّ‬
‫المج َّلد الثالث‪ :‬أبو إسحاق (ج‪ ،5‬ج‪ )6‬د‪.‬ت‪.‬‬
‫المج َّلد الرابع‪ :‬أبو إسحاق (ج‪ ،7‬ج‪ )8‬صفر ‪1380‬هـ‪1960/‬م‪.‬‬
‫المج َّلد الخامس‪ :‬أبو إسحاق (ج‪ ،9‬ج‪.)10‬‬
‫المج َّلد السادس‪ :‬أبو إسحاق (ج‪ ،11‬ج‪ )12‬د‪.‬ت‪.‬‬
‫وك ُّله من سورة البقرة اآلية ‪ 203‬إلى سورة النور‪.‬‬
‫لكل جزء كاآلتي‪:‬‬
‫وكان عدد الصفحات ّ ِ‬
‫‪ -)01‬ج‪ 433 = 3‬صفحة‪.‬‬
‫‪ -)02‬ج‪ 327 = 4‬صفحة‪.‬‬
‫‪ -)03‬ج‪ 427 = 5‬صفحة‪.‬‬
‫‪ -)04‬ج‪ 440 = 6‬صفحة‪.‬‬
‫‪ -)05‬ج‪ 404 = 7‬صفحة‪.‬‬
‫‪ -)06‬ج‪ 389 = 8‬صفحة‪.‬‬
‫‪ -)07‬ج‪ 386 = 9‬صفحة‪.‬‬
‫‪ -)08‬ج‪ 422 = 10‬صفحة‪.‬‬
‫‪ -)09‬ج‪ 351 = 11‬صفحة‪.‬‬
‫‪ -)10‬ج‪ 323 = 12‬صفحة‪.‬‬
‫المجموع = ‪ 3903‬صفحة‬
‫والبقية‪ :‬المج َّلد السابع (ج‪ )14 ،13‬ألحمد عبد الحليم البردوني‪.‬‬
‫محمد حسين‪.‬‬
‫لمحمد‬
‫المج َّلد الثامن (ج‪)16 ،15‬‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫المج َّلد التاسع (ج‪ )18 ،17‬ألحمد عبد الحليم البردوني‬
‫السقا‪.‬‬
‫المج َّلد العاشر (ج‪ )20 ،19‬لمصطفى‬
‫َّ‬
‫والحصيلة‪:‬‬
‫أربعة مج َّلدات (‪ 8‬أجزاء) للشيخ اطفيش‪.‬‬
‫َّ‬
‫‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪306 (55‬‬
‫صالح رمز إليها بحرف (د)‪.‬‬
‫ نسخة ‪ 276‬تفسير‪ ،‬يوجد منها جزءان كتبا سنة ‪746‬ه رمز إليها بحرف (ع)‪.‬‬‫ نسخة ‪ 277‬تفسير‪ ،‬رمز إليها بحرف (ف)‪.‬‬‫محمد بن خليل الحنفي‪،‬‬
‫محمد بن‬
‫ نسخة ‪ 283‬تفسير‪ ،‬الموجود منها ثمانية أجزاء‪ ،‬بخط‬‫َّ‬
‫َّ‬
‫سنة ‪844‬هـ‪ ،‬رمز إليها بحرف (ج)‪.‬‬
‫ نسخة ‪ 284‬تفسير‪ ،‬الموجود منها ثمانية أجزاء‪ ،‬بخط قديم مكتوب سنة ‪737‬هـ‪739-‬هـ‪،‬‬‫رمز إليها بحرف (ي)‪.‬‬
‫‪ -‬نسخة ‪ 308‬تفسير‪ ،‬جزء ناقص من َّأوله‪ ،‬رمز إليه بحرف (هـ)‪.‬‬
‫ نسخة ‪ 318‬تفسير‪ ،‬يوجد منها ثالثة أجــزاء‪ ،‬بخط أبي بكر بن عمر بن أبي بكر العجمي‬‫األصبهاني‪ ،‬رمز إليها بحرف (ط)‪.‬‬
‫ نسخة ‪ 375‬تفسير‪ ،‬الجزء التاسع عشرة‪ ،‬نسخة وقفية من القرن الثامن‪ ،‬رمز إليها بخط (ق)‪.‬‬‫َّ‬
‫ نسخة ‪ 383‬تفسير‪ ،‬بخط قديم‪ ،‬رمز إليها بحرف (ر)‪.‬‬‫األول‪ ،‬رمز إليها بحرف (ت)‪.‬‬
‫‪ -‬نسخة ‪ 735‬تفسير‪ ،‬الجزء َّ‬
‫تمت في ‪ 15‬رجب‬
‫ نسخة ‪ 1‬تفسير ‪-‬حليم‪ -‬نسخة كاملة تقع في أربع مج َّلدات‪ ،‬بخط معتاد‪َّ ،‬‬‫سنة ‪1230‬هـ‪ ،‬مجدولة بالمداد األحمر‪ ،‬ومسطرتها ‪ 43‬سطرا‪ ،‬رمز إليها بحرف (ح)‪.‬‬
‫ نسخة ‪ 259‬تفسير ـ األزهر ـ تقع في ‪ 15‬مجلدا‪ ،‬اثنا عشرة بخط قديم‪ ،‬وثالثة بخط سويقي‬‫بن أحمد العدوي‪ ،‬سنة ‪1330‬هـ‪ ،‬مسطرتها ‪ 21‬سطرا‪ ،‬رمز إليها بحرف (ز)‪.‬‬
‫هذا ما اعتمده أبو إسحاق لتحقيق المج َّلد الثاني‪ ،‬وهو األول بالنسبة إليه‪.‬‬
‫و حتى ال نطيل على القارئ نتعرف على جزء آخر فقط‪ .‬عبارة عن نموذج‪ ،‬ونرى عدد النسخ‬
‫بدون تفصيل‪.‬‬
‫مثال‪ :‬نأخذ الجزء الحادي عشر‪ .‬فقد اعتمد الشيخ فيه على‪:‬‬
‫‪ -1‬نسخة رقم ‪ 95‬تفسير المرموز إليها بحرف (أ)‪.‬‬
‫‪ -2‬نسخة رقم ‪ 268‬تفسير المرموز إليها بحرف (ب)‪.‬‬
‫‪ -3‬نسخة رقم ‪ 283‬تفسير المرموز إليها بحرف ( )‪.‬‬
‫‪ -4‬نسخة رقم ‪ 1‬تفسير المرموز إليها بحرف (ح)‪.‬‬
‫‪ -5‬نسخة رقم ‪ 258‬تفسير المكتبة األزهرية المرموز إليها بحرف (ز)‪.‬‬
‫‪ -6‬نسخة رقم ‪ 318‬تفسير المرموز إليها بحرف (ط)‪.‬‬
‫‪ -7‬نسخة رقم ‪ 93‬تفسير المرموز إليها بحرف (ك)‪.‬‬
‫‪ -8‬نسخة رقم ‪ 307‬تفسير المرموز إليها بحرف (ي)‪ .‬وهي نفسها الموصوفة والمشار إليها‬
‫‪(54) 307‬‬
‫‬
‫حققها محدودة‪ ،‬وليس كما قال‬
‫وليس فيه للشيخ أبي إسحاق أدنى مشاركة‪ ،‬بل إن األجزاء التي َّ‬
‫‪4‬‬
‫‪3‬‬
‫حقق من الجزء الثالث إلى الثاني عشر‪.‬‬
‫بأنه حقق األجزاء العشرين ك َّلها ‪ .‬بل َّ‬
‫البعض َّ‬
‫فقد كان من نصيب تحقيق الشيخ إبراهيم اطفيش ‪ -‬رحمه اهلل‪ -‬المجلد الثاني والثالث والرابع‬
‫َّ‬
‫والخامس والسادس‪ .‬والبارز في تحقيقه‪ :‬جمعه لنسخ خطية متعددة يحار اإلنسان في قدرته على‬
‫َّ‬
‫عدها‪ ،‬فضال عن إجراء مقارنات بينها‪ ،‬وما اعتمد عليه من المصادر اللغوية والتفسيرية‪ .‬وحتى ال‬
‫ِّ‬
‫قدمه‬
‫نهضم الشيخ َّ‬
‫حقه ِّ‬
‫نقدم نموذجا واحدا بشيء من التفصيل داخل هذا النص معتمدين على ما َّ‬
‫في النسخة المطبوعة‪ ،‬فالعيِنة الوحيدة هي المجلد الثاني‪:‬‬
‫ّ‬
‫فالمج َّلد الثاني يحتوي على جزئين‪ :‬الجزء الثالث والرابع‪.‬‬
‫المتعددة التي اعتمد عليها فهي‪:‬‬
‫َّأما النسخ الخطية‬
‫ِّ‬
‫ نسخة ‪ 92‬تفسير‪ ،‬كاملة في خمس مجلدات بخط محمد الدمالوي الشافعي تعود إلى ‪08‬‬‫رجب ‪1358‬هـ كثيرة األخطاء والتحريف‪.‬‬
‫ نسخة ‪ 93‬تفسير‪ ،‬توجد في ست مجلدات بخط أحمد بن سالمة بن رباح المقدسي رمز‬‫إليها بحرف (ك)‪.‬‬
‫ نسخة ‪ 94‬تفسير‪ ،‬يوجد منها مجلدان بخط علي بن أحمد أبي الفضل‪ ،‬انتهى منها ‪1189‬هـ‬‫رمز إليها بحرف (ل)‪.‬‬
‫ نسخة ‪ 95‬تفسير‪ ،‬نسخة كاملة في ثالث مجلدات (ق‪12‬هـ)‪ ،‬رمز إليها بحرف (أ)‪.‬‬‫ نسخة ‪ 96‬تفسير‪ ،‬الجزء ‪ 17‬رمز إليه بحرف (م)‪.‬‬‫ نسخة ‪ 97‬تفسير‪ ،‬الجزء ‪ 06‬تعود إلى شهر ربيع األول ‪802‬هـ‪ ،‬رمز إليها بحرف (م)‪.‬‬‫ نسخة ‪ 286‬تفسير‪ ،‬يوجد منها أحد عشر جزءا‪ ،‬منها ما هو بخط عبد اهلل بن عبد الرحمن‬‫بن إسحاق بن أبي بكر األنصاري الخزرجي (‪766‬هـ)‪ .‬فهي قد نقلت عن نسخة المؤلف (وهي‬
‫نسخة رفيعة جدا)‪.‬‬
‫َّأما الباقي وهو الرابع فمكتوب بخط معتاد بخط أحمد بن عبد المغيث بن عبد الرحمن الخزرجي‬
‫األنصاري سنة ‪765‬هـ‪ ،‬رمز إليها بحرف (ب)‪.‬‬
‫ نسخة ‪ 269‬تفسير‪ ،‬الموجود منها ثالثة أجزاء بخط نسخ قديم واضح‪ ،‬رمز إليها بحرف‬‫(س)‪.‬‬
‫ نسخة ‪ 275‬تفسير‪ ،‬الجزء الرابع بخط معتاد‪ ،‬بخط محمد بن عبد الصمد بن محمد بن‬‫‪ 3‬ينظر‪ :‬د‪.‬محمد ناصر‪ :‬الشيخ إبراهيم اطفيش في جهاده اإلسالمي‪ ،‬ط‪ ،2‬مكتبة الضامري‪ ،‬سلطنة ُعمان‪1413 ،‬ه‪-‬‬
‫َّ‬
‫أجل أعماله في دار الكتب‪ :‬انكبابه على تصحيح وتحقيق‪ :‬الجامع‬
‫‪1992‬م‪ ،‬ص‪ .24‬قال‪...« :‬ومن هنا كان من ّ ِ‬
‫انكب على عمله هذه مح ّققا عشرين جزءا من هذا التراث القيِم‪ ،‬في‬
‫ألحكام القرآن في التفسير‪ ،‬لإلمام القرطبي‪،‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫طبعته األولى والثانية‪.»...‬‬
‫ينظر أيضا‪ :‬د‪ .‬عائشة َيطُّو‪ ،‬في مقالها‪ :‬أبو إسحاق اطفيش في مصر‪ ، ،‬ص‪ .251‬إذ قالت‪« :‬وانفرد أبو إسحاق‬
‫‪4‬‬
‫َّ‬
‫بتصحيح األجزاء من السادس إلى الثاني عشر»‪.‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪308 (53‬‬
‫التباعها؟‬
‫‪ -1‬ما هو التحقيق؟ وما هي الخطوات الضرورية ِّ‬
‫‪ -2‬هل التزم الشيخ بتلك القواعد؟‬
‫قبل الخوض في هذا الكالم يمكن أن نصنف المحققين إلى صنفين‪:‬‬
‫أ‪ -‬صنف الرعيل األول القدامى‪.‬‬
‫ب‪ -‬صنف الرعيل الجديد من المحدثين‪.‬‬
‫ فالرعيل األول له فضل إحياء التراث مع الوسائل القليلة رغم عدم االكتراث باإلخراج‬‫والتنسيق والترقيم‪.‬‬
‫ أما المحدثون فقد استفادوا من الكتب المنهجية الحديثة والطرق المدروسة مع التالحم‬‫واالستفادة بما أقامه األقدمون من أسس ضرورية فالتزموا بها‪ ،‬وبما وقعوا فيه من أخطاء عفوية‬
‫فاجتنبوها‪.‬‬
‫األعمال التحقيقية للشيخ أبي إسحاق‪:‬‬
‫قدمه الشيخ للمكتبة اإلسالمية هو تحقيقه ألجــزاء من تفسير‬
‫إ َّن أجـ َّـل عمل ‪ -‬في نظري ‪َّ -‬‬
‫القرطبي «الجامع ألحكام القرآن»؛ فقد َّنوه الشيخ أحمد عبد العظيم البردوني بهذا العمل قائال‪:‬‬
‫«وال يفوتني أن أنـ ِّـوه بفضل حضرات الزمالء الذين اشتركوا في تصحيح هذا الكتاب في طبعته‬
‫األولى بعد جزئه الرابع وهم السادة‪:‬‬
‫ الشيخ إبراهيم اطفيش‪.‬‬‫َّ‬
‫ الشيخ بشندي خلف اهلل‪.‬‬‫ الشيخ محمد حسني»‪.‬‬‫مؤرخا الطبعة الثانية بـ‪ 16 :‬محرم ‪1372‬هـ ‪ 09 /‬أكتوبر ‪1952‬م‪.‬‬
‫ومن هنا يتبين لنا هذا العمل الجليل لتفسير كتاب اهلل العزيز‪ ،‬فقد التزم الشيخ رحمه اهلل‬
‫تنم عن ذلك المستوى‬
‫بقواعد التحقيق بما أوتي من قوة في معرفة أسرار البالغة‪ ،‬فكانت تعليقاته ُّ‬
‫الرفيع‪.‬‬
‫ومن ِ‬
‫أهم ما يالحظ عليه عدم إثقاله للهوامش حتى يترك القارئ يهتم بالنص والمتن؛ ولهذا‬
‫ّ‬
‫سنرجع إلى المالحظات البارزة في الهوامش؛ ألنها المرآة التي تعكس تم ُّكن المح ِّقق من ضعفه‪،‬‬
‫كما ثم كيفا‪:‬‬
‫ولنعد إلى عمله‬
‫ًّ َّ‬
‫صححه األستاذ أحمد عبد‬
‫لم يصحح المجلد األول المحتوي على جزئين‬
‫(األول والثاني) فقد َّ‬
‫َّ‬
‫العظيم البردوني (وكيل القسم األدبي) في ‪ 22‬جمادى األولى ‪1373‬هـ‪ 27 /‬جانفي ‪1945‬م‪،‬‬
‫‬
‫‪(52) 309‬‬
‫يتعداها إلى غيرها إال بعد وجود‬
‫تأخذ من الباحث ما يكفيه لكتابة صفحات متعددة‪ ،‬فال يمكن أن َّ‬
‫حل الئق بها‪.‬‬
‫ٍّ‬
‫لقد ع َّلمه النفي خارج األوطان‪ ،‬والبعد عن األهل والخالَّن‪ ،‬والصبر على نوائب الزمان والمكان‪،‬‬
‫والتحدي لظلم االستعمار والطغيان‪ ،‬اجتياز العقبات ك ِّلها‪ ،‬سواء أكانت متعلقة بحياته اليومية‪ ،‬أم‬
‫رية حيث‬
‫بعمله الوظيفي الذي يلزمه الحضور في الوقت‪ ،‬مع قلة المواصالت وبعد َّ‬
‫الشقة بين الم َط َّ‬
‫كرسي البحث‬
‫مسكنه‪ ،‬وقلب القاهرة في باب الخلق حيث عمله‪ ،‬والجلوس الساعات الطوال على‬
‫ِّ‬
‫تمل‪.‬‬
‫تكل وال ُّ‬
‫بنفس ال ُّ‬
‫فهذه صفاته‪ ،‬فكيف كانت مهمة التحقيق عنده؟ وما هي متطلباتها؟‬
‫تعريف بمهمة التحقيق‬
‫ألنه إحياء لما اندرس من‬
‫أجل‬
‫يعد تحقيق المخطوطات من ّ ِ‬
‫وأشق عمل في الميدان المعرفي؛ َّ‬
‫ِّ‬
‫يعم الجهل بالمصادر التي ينهل منها العلماء‪،‬‬
‫التراث القديم‪ ،‬إذ بزوال هذا الموروث الحضاري ُّ‬
‫الهوية التي يفخر بها الخلف مما تعب من أجل إبرازه السلف‪.‬‬
‫وبضياعه تبهت‬
‫َّ‬
‫إن أصعب عمل هو تحقيق كتاب عبثت به السنون‪ ،‬فانطمست معالم كتابته‪ ،‬وكثرت اجتهادات‬
‫النساخ المتعاقبين عليه من تصويب كالمه وتخطئته‪ ،‬ومحو وتشطيب‪ ،‬وتصحيف وتحريف‪ .‬أو‬
‫َّ‬
‫عششت في ثناياه األرضــة والحشرات فنخرت أوراق ــه‪ ،‬فأجهدت العيون‪ ،‬وأتعبت العقول من‬
‫جنيا‪.‬‬
‫الوصول إليه وإلى ما كان عليه في سالف عصره‪ ،‬يوم كان ًّ‬
‫طريا‪ ،‬وزهرا ًّ‬
‫غضا ًّ‬
‫نديا‪ ،‬ورطبا ًّ‬
‫‪m‬‬
‫يصنف إلى ثالث حاالت‪:‬‬
‫عمل الشيخ َّ‬
‫‪ -1‬التأليف‪.‬‬
‫‪ -2‬التصحيح‪.‬‬
‫‪ -3‬التحقيق‪.‬‬
‫عندما نضع نتاج الشيخ بين أيدينا نجده متنوعا‪:‬‬
‫‪ -‬ففيه ما أ َّلفه بنفسه وأصدره كتابا أو مقاال في مجلة أو جريدة‪.‬‬
‫عده تحقيقا أو تصحيحا‪.‬‬
‫‪ -‬وفيه ما هو نتاج لغيره َّ‬
‫فقد نجد الكتاب بهوامش ترقى به إلى التحقيق ولكن كتب عليه‪« :‬تصحيح» أو «تحقيق»‪ ،‬إال َّ ما‬
‫نعده ضبطا للنص فقط‪.‬‬
‫ندر مما يمكن أن َّ‬
‫حققه‪ ،‬سواء أكتب عليه «تحقيق»‪ ،‬وهو بالفعل تحقيق‪ ،‬أم‬
‫يهمنا في هذا المقال‪ ،‬ما َّ‬
‫والــذي ُّ‬
‫«تصحيح»‪ ،‬عليه أثر التحقيق‪.‬‬
‫فحسب اهتمامه بالعلوم الشرعية وبالتفسير بالدرجة األولى أكثر‪ ،‬ثم بكتب الشريعة واللغة بعدها‬
‫فإننا نركز على نماذج منها دون الحديث عنها جميعها‪ .‬ونتساءل قبل عرض النماذج‪:‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪310 (51‬‬
‫‪2‬‬
‫قوي إن شاء اهلل‪.‬‬
‫الفاتحة»‪ ،‬و«منهج السالمة فيما عليه أهل االستقامة» وغيرها ‪ ،‬وأملنا في ظهورها ٌّ‬
‫‪ q‬ز‪ -‬تأثُّره بشيخه ِ‬
‫امحمد بن يوسف اطفيش (القطب)‪:‬‬
‫وعم أبيه اإلمام‬
‫َّ‬
‫ّ‬
‫َّ‬
‫مما ال شك فيه أن عالقته بأستاذه وقريبه قطب األئمة قد أثَّر فيه األثر البالغ‪ ،‬فإن الشيخ القطب‬
‫بجده واجتهاده‪ ،‬وهذا حتما سيكون‬
‫رحمه اهلل كان يكتب بال ملل وبال كلل‪ ،‬وأ َّلف مكتبة كاملة ِّ‬
‫ِ‬
‫للتأسي به‪ ،‬فضال عن أن يكون ناصحا له بالقول أثناء االلتقاء به خارج دار الدراسة‪،‬‬
‫وحده الحافز‬
‫ّ‬
‫وفي اللقاءات العائلية والعشائرية‪ .‬ويمكن أن تكون أيضا مع العوامل التي مرت‪ ،‬أن تكون هناك‬
‫أهلته للتحقيق‪.‬‬
‫صفات أخالقية َّ‬
‫الصفات األخالقية‬
‫َّ‬
‫‪ - q‬الغيرة على دينه ومذهبه‪:‬‬
‫ما من محقق مسلم إال َّ ويحتاج إلى صفات خلقية إسالمية رفيعة تؤهله العتالء كراسي العلم‪،‬‬
‫من تأليف وتحقيق ومناظرات‪ ،‬ولعل أبرزها‪ :‬الغيرة على دينه ولغته وتراثه‪.‬‬
‫لقد رأينا وعلمنا كيف كان الشيخ ينتقل بين الجزائر وتونس بفعل االستدمار ودسائسه‪ ،‬فتيقظت‬
‫فيه الغيرة على إسالم ْأو َش َك أن يزول‪ ،‬وما كان يراه من مبشرين يجوبون الصحراء الجزائرية َّإبان‬
‫قدموا على‬
‫االستعمار‪ ،‬منتهزين حالة الفقر والمرض والجهل‪ ،‬وكل ذلك من‬
‫جراء االستدمار‪ ،‬لقد َّ‬
‫َّ‬
‫صفة العطف والرحمة المزعومة‪ :‬الخبز والدواء في يد‪ ،‬والصليب ومسخ الوطنية في يد أخرى‪ ،‬كما‬
‫ِ‬
‫بأم عينيه ما آلت إليه‬
‫رأى الشيخ رحمه اهلل محاربة االستدمار ل ُّلغة العربية وللحرف العربي‪ ،‬ورأى ّ‬
‫الصحف العربية بالجزائر‪ ،‬وعلى رأسها الصحف اليقظانية الثمانية لرائد الصحافة الشيخ إبراهيم بن‬
‫الحاج عيسى أبي اليقظان – رحمه اهلل – وكيف كانت المناظرات الشرسة بينه وبين ضباط فرنسا‬
‫الحقودين‪.‬‬
‫ِ‬
‫الجد لتع ُّلم العربية وفنونها َّإبــان شبابه‪ ،‬قام لخدمتها وإبــراز التراث‬
‫مشمرا ساعد‬
‫فمع كونه‬
‫ِّ‬
‫ّ‬
‫اإلسالمي واإلباضي َّإبان كهولته خاصة‪ .‬فكانت الغيرة على اإلسالم بدون تعصب‪ ،‬أهم عامل أخذ‬
‫جهده وماله وشبابه وكهولته وجل حياته‪.‬‬
‫‪q‬‬
‫‪ -‬صفة الورع والتقوى‪:‬‬
‫لقد كان رحمه اهلل قويا في دينه‪ ،‬ورعا في تصرفاته‪ ،‬فصفة الــورع تقتضي أن يكون أمينا في‬
‫ينوه بالحق ويصدع به سواء أصدر من قريب أم بعيد‪ ،‬وأن ِ‬
‫يشنّع باآلراء‬
‫نقله‪ ،‬صادقا في خطابه وأن ِّ‬
‫السقيمة والجمود الفكري مهما كان مصدره‪.‬‬
‫‪q‬‬
‫‪ -‬الصبر‪:‬‬
‫فرب كلمة غامضة في النص قد‬
‫ومن الصفات التي تؤهل الباحث للتحقيق‪ :‬الصبر الجميل‪َّ ،‬‬
‫‪2‬‬
‫أبو راس عبد اهلل الكاملي‪ :‬أبو إسحاق إبراهيم اطفيش‪ ،‬مطبعة الشهاب قسنطينة‪1966 ،‬م ص‪.60 ،61‬‬
‫َّ‬
‫‬
‫‪(50) 311‬‬
‫على القراءات‪ ،‬ودراية بأماكن الوقف وغيرها‪ .‬وتحقيق كتب األحاديث يحتاج إلى معرفة بمصطلح‬
‫الحديث وعلومه‪ .‬وتحقيق كتب اللغة يحتاج إلى التمكن في اللغة والبالغة‪ .‬كما أن تحقيق كتب‬
‫التاريخ يحتاج إلــى سعة اطــالع بالفترة المدروسة ومــا قبلها ليسهل ربــط األح ــداث واألسباب‬
‫بمسبباتها‪ .‬وتحقيق كتب الفقه يحتاج إلى تفقه ودراسة مستفيضة بالمسائل الفقهية ومعرفة بأقوال‬
‫الفقهاء والراجح والمرجوح منها‪.‬‬
‫عبقريا‬
‫وفذا‬
‫فالشيخ أبو إسحاق حقق هذه الفنون ك َّلها بقدرة فائقة‪ ،‬لقد كان موسوعيا حقا‪ًّ ،‬‬
‫ًّ‬
‫رحمه اهلل‪.‬‬
‫فلو قرأت تعاليقه في كتب التفسير‪ ،‬وشرحه للمفردات اللغوية‪ ،‬وتكملته لألبيات الشعرية‪،‬‬
‫وترجيحه للمسائل الفقهية والعقدية‪ ،‬لما استطعت أن ِ‬
‫تصنّفه في خانة من التخصص بذاتها‪.‬‬
‫‪q‬‬
‫د‪ -‬خبرته بالخط‪:‬‬
‫يحتاج المحقق كي يفك الخطوط القديمة إلى تمرس كبير بقراءة الخطوط؛ السيما الجمع بين‬
‫الخط المغربي والمشرقي‪ ،‬ولحسن الحظ حينما ذهب إلى القاهرة وصار من المصححين بدار‬
‫الكتب المصرية – باب الخلق – كان له رصيد مغربي قديم‪ ،‬إلى جانب ما أضافه من الخطوط‬
‫المشرقية‪.‬‬
‫فالكتب المغربية التي أتت إليه من ميزاب أو جربة أو نفوسة‪ ،‬والمخطوطات المشرقية المصرية‬
‫والعمانية والزنجبارية ألزمته على أن يتخرج على خطوطها‪.‬‬
‫‪q‬‬
‫هـ‪ -‬انتشار المطابع العربية‪:‬‬
‫لقد كان النتشار المطابع العربية ودور النشر أثره في التمكن من طباعة إنتاجه‪ .‬ففي الجزائر‬
‫مطابع قليلة جدا – حسب علمي – آنذاك‪ .‬فالمطبعة العربية للشيخ أبي اليقظان ال تفي بالمقصود‬
‫مع صغر حجمها‪ ،‬وضيق مقرها‪ ،‬وعسر تصفيف حروفها‪.‬‬
‫ومن هنا ندرك أن بعض العوامل الجانبية للثقافة يكون لها أثر على سير عجلتها بيسر وسهولة‪.‬‬
‫أضف إلى ذلك ما كانت عليه اللغة العربية من مضايقات من االستدمار الفرنسي بالجزائر‪ ،‬لم تكن‬
‫بالحدة نفسها في مصر‪.‬‬
‫َّ‬
‫‪q‬‬
‫و‪ -‬الحافز المادي‪:‬‬
‫لقد كان الوظيف الذي يشغله‪ ،‬ربما هو المورد الوحيد الذي يعود عليه بالرزق وهو في تلك‬
‫الديار البعيدة وهو فيها بحاجة ماسة إلى المال ليقتات وعياله‪ ،‬أضف إلى ذلك ما يصرفه لجانب‬
‫العلم من شراء للكتب‪ ،‬ومن طباعة وأسفار‪ .‬وهذا ما كان يشكو منه في رسائله إلى صديقه الحميم‬
‫الشيخ إبراهيم أبي اليقظان‪ ،‬فقد مرت به ضائقات كثيرة ولوالها لكان لمؤلفاته شأن وأي شأن‪ .‬فكما‬
‫المستعمرة‪ ،‬فكذلك كان لقلته‬
‫كان لوجوده أثر على ما طبع‪ ،‬وربما أحسن مما كان عليه في الجزائر‬
‫َ‬
‫أثر على ما أ َّلف ولم يطبع حتى ضاع إلى أمد ال يعلمه إال اهلل‪ ،‬مثل كتاب «تاريخ اإلباضية»‪ ،‬و«تفسير‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪312 (49‬‬
‫إبراهيم بن عيسى – رحمهم اهلل جميعا –‪ .‬وحيث إنه ناهض االستعمار هناك‪ ،‬فقد نفاه مرة ثانية‬
‫ِ‬
‫مصححا بدار الكتب مع ث َّلة من العلماء‪ ،‬فكان ذلك‬
‫فاختار مصر‪ ،‬وفي سنة ‪1359‬هـ‪1940 /‬م عيِن‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫قويا في التأليف والتحقيق والتصحيح‪.‬‬
‫سببا ًّ‬
‫وعلى هذا نبرز بعض األسباب والعوامل التي أعانته على التحقيق‪:‬‬
‫العوامل التي أعانته على التحقيق‬
‫‪q‬‬
‫أ‪ -‬التفرغ بعد النفي إلى مصر‪:‬‬
‫عما يشغلهم من اجتماعيات‪،‬‬
‫إن أهـ َّـم ما يحتاجه العلماء هو الجو العلمي الــهــادئ البعيد َّ‬
‫وسياسيات‪ ،‬فإنه لم يتمكن بعضهم من الكتابة والتأليف إال بعد االنقطاع له‪ ،‬فمن أبي عبيدة مسلم‬
‫بن أبي كريمة وقد اتخذ غارا في البصرة ليع ِّلم‪ ،‬إلى أبي يعقوب يوسف بن إبراهيم الوارجالني‬
‫وقد انقطع في داره للتأليف بـــ«وارجــالن»‪ ،‬إلى ابن خلدون وقد اتخذ غارا في قلعة بني سالمة‬
‫ِ‬
‫لكن أبا‬
‫بـ«تاو ْغزوت» قرب مدينة «فر ْندة» ليؤلّف تآليفه التاريخية‪ ،‬فهؤالء كانت مقراتهم اختيارية‪َّ ،‬‬
‫إسحاق إبراهيم اطفيش قد نفاه االستدمار بعيدا عن األهل واألوطان‪ ،‬وبتوفيق من اهلل وجد نفسه‬
‫َّ‬
‫أمام خيارات‪ ،‬اختار أحسنها وهي‪ :‬مصر‪ِ ،‬كنانة اهلل في أرضه‪.‬‬
‫‪q‬‬
‫ب ‪ -‬كثرة الكتب والمكتبات‪:‬‬
‫مكنه من االستفادة من األزهر الشريف والمكتبات الكثيرة والمخطوطات‬
‫إ َّن وجوده في مصر‪َّ ،‬‬
‫المتو ِّفرة؛ فتذكر مجلة المنهاج أنه «كان في مكتبة الفاطميين بالقاهرة مائة ألف مجلد‪ ،‬وقيل‪ :‬مائتا‬
‫ألف مجلد وفي قصر الخالفة أربعون خزانة فيها من الكتب أنفس النوادر وأثمن الذخائر»‪ ،1‬هذا‬
‫دليل على عراقة مصر في العلم أضف إلى ذلك وجوده في دار الكتب المصرية – بباب الخلق –‬
‫الغنية بالمخطوطات العربية واإلسالمية والهيروغليفية‪ ،‬البردية‪ ،‬والمسكوكات الذهبية‪ ،‬والوثائق‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫ْ‬
‫الكثيرة‪.‬‬
‫إلى جانب كثير من العلماء األجالء الذين كان لهم الباع الطويل والقدم الراسخ في االهتمام‬
‫بالمخطوطات نسخا وتحقيقا ومقارنة وطباعة‪.‬‬
‫فالجو يقتضي أن يدور في ذلك الفلك‪ ،‬مع أن الرغبة تحدوه وخاصة أنه يمتلك ذخيرة خاصة‬
‫يعد حدثا بــارزا مهما‬
‫بوطنه الجزائري ومذهبه اإلباضي‪ ،‬فإخراج هذا الكنز إلى علماء المشرق ُّ‬
‫بالنسبة إليهم‪ ،‬وهذا ما شجعه على المضي قدما في هذا المجال‪.‬‬
‫‪q‬‬
‫ج‪ -‬الخبرة الواسعة‪:‬‬
‫إن تحقيق أي فن من الفنون يحتاج إلى خبرة طويلة في نفس الموضوع‪ ،‬فتحقيق كتب التفسير‬
‫يحتاج إلى معرفة بعلوم القرآن (ومنها‪ :‬أسباب النزول‪ ،‬الناسخ والمنسوخ) وحفظ لآليات واطالع‬
‫‪ 1‬مجلة المنهاج ج‪ 1‬محرم ‪1344‬ه مقال‪« :‬الكتب والمكاتب»‪ ،‬بال توقيع‪ ،‬قد يكون ألبي إسحاق صاحب المجلة‪،‬‬
‫ص‪.32 ،‬‬
‫‪(48) 313‬‬
‫‬
‫الحمد هلل وحــده‪ ،‬الواحد األحــد‪ ،‬الفرد الصمد‪ ،‬الــذي لم يلد ولــم يولد‪ ،‬ولــم يكن له كفوا‬
‫محمد عليه أفضل الصالة وأزكى السالم‪ ،‬المبعوث رحمة‬
‫أحد‪ .‬وأص ِّلى وأس ِّلم على خير خلق اهلل‬
‫َّ‬
‫للعالمين‪ ،‬وعلى الصحابة أجمعين‪ ،‬وعلى آله وصحبه وسلم تسليما كثيرا‪ .‬أما بعد‪:‬‬
‫أجل التقدير واالحترام آلبائهم الذين بذلوا النفس‬
‫يقدم الخلف َّ‬
‫فإنه لمن الوفاء بالسلف أن ِّ‬
‫والنفيس‪ ،‬وضحوا بالتضحيات الجسام من أجل أن ينقلوا إليهم تراث اإلسالم في شكله السليم‪،‬‬
‫بعد ضبطه وتصحيحه‪ ،‬وتحقيقه وطبعه‪.‬‬
‫بعد اطالعي السريع على بعض أعمال الشيخ أبي إسحاق إبراهيم اطفيش (ت‪1965 :‬م)‬
‫َّ‬
‫رحمه اهلل من خالل الكتب التي اقتنيتها‪ ،‬أو المجموعة التي أرس َل ْتها إلي جمعية أبي إسحاق‬
‫َّ‬
‫مشكورة‪ ،‬أو وجدتها في رفوف المكتبات‪ ،‬أو المواقع اإللكترونية‪ ،‬هالني ما كان يعانيه ويكابده‬
‫يقرب إلى أذهان أهل المشرق ‪ -‬وباألخص‬
‫الشيخ رحمه اهلل من أجل إخراج التراث الدفين‪ ،‬حتى ِ‬
‫ّ‬
‫المصريين ‪ -‬ما كان عليه أهل المغرب من علم رفيع أصيل‪ ،‬وحتى يبرز ألهل المغرب تراثهم الذي‬
‫كاد أن ينطمس بعوادي الزمان وظلم االستدمار‪.‬‬
‫وهالني أيضا ما كان يتمتع به الشيخ من قدرات فائقة‪ ،‬من تمكن في اللغة‪ ،‬ودقة في التحقيق‬
‫وصبر‪ ،‬وتفرغ ومثابرة‪.‬‬
‫لقد قيض اهلل تبارك وتعالى لجانب من تراث اإلسالم ولجانب من التراث اإلباضي الجزائري‬
‫َّ‬
‫قوي المراس غيورا على دينه وعقيدته‪ ،‬مخلصا لوطنه ومذهبه‪ .‬شاكس االستدمار‬
‫يافعا‬
‫ا‬
‫شاب‬
‫خاصة ًّ‬
‫َّ‬
‫في بلده – المغرب األوسط واألدنى‪ :‬تونس والجزائر ‪ -‬فتقاذفته أمواج الظلم‪ ،‬ولجج اليم إلى‬
‫مطمئنا قرير العين‪ ،‬وكأني بقائل يقول له‪« :‬ال تخف نجوت‬
‫شاطئ الكنانة‪ ،‬فنزل بمشيئة اهلل مصر آمنا‬
‫ًّ‬
‫من القوم الظالمين»‪.‬‬
‫فمن هو هذا المحقق؟ وما هي أعماله الجليلة التي قدمها؟‬
‫موضوعيا مختصرا‪:‬‬
‫التعريف بالشيخ أبي إسحاق تعريفا‬
‫ًّ‬
‫ال يسعنا في هذا المقام إال َّ أن نعرف به تعريفا مختصرا فيما يفيد جانب التحقيق‪:‬‬
‫ّ‬
‫محمد بن إبراهيم بن يوسف اطفيش (‪1965 – 1886‬م)‪ .‬ولد في مدينة بني‬
‫«هو إبراهيم بن‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫يزجن‪ ،‬منارة العلم‪ ،‬إحدى قرى ميزاب السبعة بجنوب الجزائر‪ ،‬من عائلة كريمة اشتهرت بعالمها‬
‫امحمد بن يوسف اطفيش رحمه اهلل‪ .‬مع بداية تلقيه العلم وبلوغه الحادية عشرة من‬
‫قطب األئمة‪:‬‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫امحمد بن يوسف اطفيش‬
‫عمه‪:‬‬
‫سنّه حفظ القرآن الكريم‪ .‬ثم أخذ علوم الشريعة واللغة العربية عن ّ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫قطب األئمة رحمه اهلل‪ ،‬في مسقط رأسه‪ ،‬وعن الحاج إبراهيم زرقون‪ ،‬بالجزائر‪ ،‬وعن الشيخ‪ :‬عبد‬
‫المجاوي بعاصمة الجزائر بعد انتقاله إليها‪ ،‬كما نهل من جامع الزيتونة بتونس عند ارتحاله‬
‫القادر‬
‫َّ‬
‫محمد الطاهر ابن عاشور‪،‬‬
‫محمد بن يوسف الحنفي‪ ،‬وعن الشيخ‬
‫الشيخ‪:‬‬
‫إليها‪ ،‬فأخذ العلم عن ّ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫صاحب التحرير والتنوير‪ ،‬وتحمل مسؤولية البعثة المزابية بتونس‪ ،‬مع الشيخ‪ :‬حمدي أبو اليقظان‬
‫َّ‬
‫َّ‬
İslâmî İlimler Dergisi, Yıl 10, Cilt 10, Sayı 1, Bahar 2015 (47/69-314/290)
*
‫حمو سليمان بوعصبانة‬
ُّ ‫عمر لقمان‬
‫الشيخ أبو إسحاق إبراهيم اطفيش رحمه اهلل مح ِّققا‬
َّ
‫الملخص‬
‫محمد اطفيش – رحمه‬
‫وضح الباحث في مقاله البحثي أن الشيخ أبو إسحاق إبراهيم بن‬
َّ
َّ
‫والتصحيح ومنهجه في‬
‫ق‬
‫ وبين منهجه في التح ّقي‬،‫اهلل – بذل جهدا كبيرا في إحياء التراث‬
َّ
َ
ً
.‫نصوص كثيرٍ من الكتب‬
‫ضبط‬
َ
‫كما وضح المقال أن أبا إسحاق بقدر ما حقق من مخطوطات إباضية نفع بها المكتبات‬
‫ مستعينا بفريق العلماء المصريين معه في دار‬،‫ فإنه ُعني بأمهات الكتب األخرى‬،‫اإلسالمية‬
‫كما كان الشيخ رحمه اهلل هو المالذ الوحيد إلزالة‬.‫سندا قويا‬
ً ‫ وصار لهم‬،‫الكتب المصرية‬
.‫بالحجة والبرهان‬
‫اإلباضي‬
‫المذهب‬
‫مفاهيم خاطئة راجت عن‬
َّ
BİR MUHAKKİK OLARAK ŞEYH EBÛ İSHAK İBRAHİM EL-ATFİŞ
ÖZ
Bu makale, İbadi kültürel mirasının ihyası için büyük çaba harcayan
Şeyh Ebu İshak İbrahim Atfiş’in birçok eser metninin tahkik ve tashihinde
kullandığı yöntem açıklanmaya çalışılacaktır. Atfiş’in islami eserleri
barındıran pek çok kütüphaneye tahkik çalışmalarıyla sağladığı ilmi katkı
ve özellikle Mısır Ulusal Kütüphanesi’nde görevli Mısırlı tahkik heyetine
yaptığı yardım da çalışmada üzerinde durulan konular arasındadır. Atfiş,
İbadiye kavramları konusundaki uzmanlığı ile de ön plana çıkmıştır.
Anahtar Kelimeler: Atfiş, ibadiye, azma, tahkik
SHEİKH ABU ISHAQ IBRAHIM ATFEESH ASA RESEARCHER
Abstract
This study aims to explain the method used by Sheikh İbrahim Atfeesh
in editing and critizing the manuscripts related to Ibadhiya. Atfeesh has
contributed to many Islamic libraries across the Muslim World with
his Works and his special contribution to Egyptian National Library’s
researchers is also mentioned in the article. Atfeesh’s another feature was
his being a specialist on concepts of Ibadhiya which have been misused
many of the times.
Keywords: Atfeesh, Ibadhiya, Manuscripts
Makalenin Dergiye Ulaştığı Tarih: 15 Aralık 2014; Hakem ve Yayın Kurulu Değerlendirmesinden
Geçen Makalenin Yayına Kabul Edildiği Tarih: 15 Ocak 2014.
‫ ُعمان‬،‫ جامعة نزوى‬،‫رئيس مشروع المخطوطات العمانية والمغاربية‬
َّ
َّ
*
(46) 315
Kaynakça
ABDÜLAZİZ, Salim es-Seyyid, Târîhü’l-mağrib fi’l-asri’l-islâmî, Müessesetü şebâbi’l-Câmia: Kahire, 2008.
ALÎLî, Muhammed, el-İş’â’u’l-fikrî fi ahdi’l-egâlibeti ve’r-rüstemiyyîn hilâle karneyn
2-3/8-9, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi: Ebubekir Belkayd Üniversitesi Edebiyat Fakültesi: Cezayir 2007-2008.
AYSÎ, İbnü’z-zib, el-Hevâzîr ve’l-merâkîz’s-sekâfiyye fi’l-cezâir hilâle’l-asri’l-vasit,
Cezayir, 2007.
BEKİR, İbrahim Bahhaz, “ed-Devletü’r-rüstemiyye” (160-296/777-909), Dirâsât
ani’l-evzâi’l-iktisâdiyyeti ve’l-hayâti’l-fikriyye, Cezayir, 1985.
EBUBEKİR, Ebu Zekeriyya Yahya, Kitâbu siyeri’l-eimmeti ve ahbârihim, thk. İsmail elArabî, Cezayir: Dîvânü Matbûâti’l-Câmiiyye, 1984.
BUAZİZ, Yahya, el-Mûcez fî târîhi’l-cezair (el-Cezairü’l-kadîme ve’l-hadise), Dîvânü’l-Matbûâti’l-Câmiiyye: Cezayir, 2007.
DEBBÛZ, Muhammed Ali, Târîhü’l-mağribi’l-kebîr, Dâru ihyâi’l-kütübi’l-arabiyye,
1963.
EMÎN, Ahmed, Zahrü’l-islâm, Dârü’l-kütübi’l-arabî: Lübnan, 1969.
el-FAKİ, İsamuddin Abdurrauf, Târîhü’l-mağribi’l-islâmî ve’l-endelüs, Mektebetü nahdati’ş-şark: Kahire, 2000.
FERKUS, Salih, Târîhü’l-cezâir min ma kable’t-târîh ilâ gâyeti’l-istiklâl, Darü’l-ulûm
li’n-neşr ve’t-tevzi, t.y.
el-HARÎRÎ, Muhammed İsa, ed-Devletü’r-Rüstemiyye fi’l-Mağribi’l-İslami hadaratüha
ve alakatüha’l-hariciyye bi’l-mağrib ve’l-Endelüs, Kuveyt: Darü’l-Kalem, 1987.
HİCÂZÎ, Abdurrahman Osman, Tatavvuru’l-fikri’l-terbevî ve’l-ibâdî fi’ş-şimali’l-ifriki
(Mine’l-karni’l-evvel hattâ karni’l-âşir) (95-928/713-520), el-Mektebetü’l-asriyye: Lübnan, 2000.
İLYAS, Ahmed, el-İbâdiyye fi’l-mağribi’l-arabî, y.y., t.y.
İSKENDER, Muhammed el-Muhtar, el-Müfessirûne’l-cezâîriyyûn abre’t-târîh, Dahleb
li’n-neşr: Cezayir, t.y.
LAKBAL, Amusi, Devrun kettâmetün fî târîhi’l-hilâfeti’l-fâtimiyye münzü te’sîsihâ ilâ
muntasafi’l-karn 5/11, Cezayir, 1979.
el-MAKDESÎ, Ahsenü’t-takâsîm fi ma‘rifeti’l-ekâlîm, y.y., t.y.
el-MARAKEŞÎ, ibn Azarî, el-Beyânü’l-mağrib fî ahbâri’l-endelüs ve’l-mağrib, thk. C.S.
Colan, Levi Provencal, Dârü’s-sekâfe: Lübnan, 1983
SÂLİH, Hâlid Ahmed, “el-İbâdiyye teâlîmihim ve intişârihim fi’l-mağribi’l-arabî”, Mecelletü câmiati’l-enbar li’l-ulûmi’s-islâmiyye s.1, 2011.
SLIVISTKY, Tadio, el-Müerrihûne’l-ibâdiyyûn fî ifrîkiya eş-şimâliyye, thk. Rîma Cerrâr
ve Mâhir Cerrâr, Dârü’l-garbi’l-islami: Beyrut, 2000.
eş-ŞİMÂHÎ, Ahmed b. Said Abdülvahid, Kitâbu’s-siyer, thk. Ahmed b. Suud eş-Şeybani, Ulusal miras ve Kültür Bakanlığı: Amman, 1992.
ZAGLÛL, Abdülhamid Sa‘d, Târîhu mağribi’l-arabî, İskenderiye, t.y.
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪316 (45‬‬
‫قائمة المصادر والمراجع‬
‫خالد أحمد صالح ‪ :‬اإلباضية تعاليمهم وانتشارهم في المغرب العربي ‪ ،‬مجلة جامعة األنبار للعلوم اإلسالمية‬
‫‪ ،‬العدد األول ‪20(( ،‬‬
‫عبد الحميد سعد زغلول ‪ :‬تاريخ المغرب العربي ‪ ،‬المعارف للنشر‪ ،‬اإلسكندرية ‪ ،‬ج‪2‬‬
‫يحي بوعزيز‪ :‬الموجز في تاريخ الجزائر(الجزائر القديمة والوسيطة‪ ، 1‬ديوان المطبوعات الجامعية ‪ ،‬الجزائر‬
‫‪ ،‬ج( ‪2007 ،‬‬
‫صالح فركوس ‪ :‬تاريخ الجزائر من ما قبل التاريخ إلي غاية االستقالل ‪ ،‬دار العلوم للنشر والتوزيع ‪،‬‬
‫أحمد إلياس ‪ :‬اإلباضية في المغرب العربي‬
‫المقدسي ‪ :‬أحسن التقاسيم في معرفة األقاليم‬
‫محمد عيسي الحريري ‪ :‬الدولة الرستمية بالمغرب اإلسالمي حضارتها وعالقتها الخارجية بالمغرب‬
‫واألندلس(‪296-(60‬ه‪ ،1‬ط‪ ، 3‬دار القلم ‪ ،‬الكويت ‪(987 ،‬‬
‫أحمد بن سعيد عبد الواحد الشماخي ‪ :‬كتاب السير ‪ ،‬تح ‪ :‬أحمد بن سعود الشيباني ‪ ،‬وزارة التراث القومي‬
‫والثقافة‪ ،‬عمان‪ ،(992 ،‬ج(‬
‫بحاز إبراهيم بكير‪ :‬الدولة الرستمية (‪296-(60‬ه‪909-777/‬م‪ 1‬دراسات عن األوضاع االقتصادية والحياة‬
‫الفكرية‪ ،‬مطبعة الفوميك‪ ،‬الجزائر‪(985 ،‬‬
‫محمد علي دبوز‪ :‬تاريخ المغرب الكبير‪ ،‬دار إحياء الكتب العربية ‪ ،‬ج‪(963 ، 3‬‬
‫ابن الذيب عيسي‪ :‬الحواضر والمراكز الثقافية في الجزائر خالل العصر الوسيط ‪ ،‬منشورات المركز الوطني‬
‫للدراسات والبحث‪ ،‬الجزائر‪2007 ،‬‬
‫أبو زكرياء يحي بن أبي بكر ‪ :‬كتاب سير األئمة وأخبارهم ‪ ،‬تح ‪ :‬إسماعيل العربي ‪ ،‬ط‪ ، 3‬ديوان المطبوعات‬
‫الجامعية ‪ ،‬الجزائر ‪(984 ،‬‬
‫عصام الدين عبد الرؤوف الفقي ‪ :‬تاريخ المغرب اإلسالمي واألندلس ‪ ،‬مكتبة نهضة الشرق‪ ،‬القاهرة ‪2000 ،‬‬
‫تاديوسليفيتسكي ‪ :‬المؤرخون اإلباضيون في إفريقيا الشمالية ‪ ،‬تح ‪ :‬ريما جرار وماهر جرار ‪ ،‬دار الغرب‬
‫اإلسالمي ‪ ،‬بيروت ‪2000،‬‬
‫حجازي عبد الرحمن عثمان ‪ :‬تطور الفكر التربوي واإلباضي في الشمال اإلفريقي ( من القرن األول حتي‬
‫القرن العاشر‪928-95(1‬ه‪(520-7(3/‬م‪ ،1‬المكتبة العصرية ‪ ،‬لبنان ‪2000 ،‬‬
‫عبد الرحمن عثمان حجازي ‪ :‬المرجع السابق‬
‫سالم السيد عبد العزيز ‪ :‬تاريخ المغرب في العصر اإلسالمي ‪ ،‬مؤسسة شباب الجامعة ‪ ،‬القاهرة ‪2008 ،‬‬
‫اموسي لقبال ‪ :‬دور كتامة في تاريخ الخالفة الفاطمية منذ تأسيسها إلي منتصف القرن ‪5‬ه‪((/‬م‪ ،‬الشركة‬
‫الوطنية للنشر والتوزيع ‪ ،‬الجزائر ‪(979 ،‬‬
‫محمد عليلي ‪:‬اإلشعاع الفكري في عهد األغالبة والرستميين خالل القرنين ‪3-2‬ه‪9-8/‬م‪( ،‬رسالة ماجستير‬
‫غير منشورة‪ ، 1‬جامعة أبي بكر بلقايد كلية اآلداب والعلوم اإلنسانية والعلوم االجتماعية‪ ،‬الجزائر‪،‬‬
‫‪2008/2007‬‬
‫محمد المختار اسكندر ‪ :‬المفسرون الجزائريون عبر التاريخ ‪ ،‬ج(‪ ،‬دحلب للنشر‪ ،‬الجزائر‪ ،‬ص‪.36-34‬‬
‫ابن عذاري المراكشي ‪ :‬البيان المغرب في أخبار األندلس والمغرب ‪ ،‬تحقيق ومراجعة ‪ :‬ج‪.‬س‪ .‬كوالن ‪ ،‬إ‬
‫ليفي بروفنسال ‪ ،‬دار الثقافة ‪ ،‬لبنان ‪ ،‬ط‪(983 ، 3‬‬
‫أحمد أمين ‪ :‬ظهر اإلسالم ‪ ،‬ط‪ ، 5‬دار الكتاب العربي ‪ ،‬لبنان ‪ ، (969 ،‬ج( ‪،‬ص ص‪.297-296‬‬
‫‪Kaynakça‬‬
‫‪(44) 317‬‬
‫‬
‫المالكية – لم يطلب بعضهم بعضا ‪ ،‬وال يسعي بعضهم ببعض‪...‬إال أن الفقهاء تباحثت المسائل فيما‬
‫(‪5‬‬
‫بينها ‪ ،‬وتناظرت واشتهت كل فرقة أن تعلم ما خالفتها فيها صاحبتها‪»...‬‬
‫لقد برز العديد من الفقهاء و القضاة والمفتين من الرستميين وغيرهم ‪ ،‬وازداد علم الفقه حيوية‬
‫ونشاط فأصبح محل تنافس و مناظرات بين المذاهب المختلفة ‪ ،‬وهذا ما فتح المجال أمام اإلباضية‬
‫في تيهرت لالجتهاد أكثر في كسب العلم وهذا ما يحولنا إلي ذكر األئمة الرستمين ومجهوداتهم في‬
‫ميدان الفقه‪ ،52‬لقد كان األئمة الرستميين أنفسهم علماء وفقهاء حيث أن اإلمام عبد الوهاب بن عبد‬
‫الرحمن ألف كتابا سماه «مسائل نفوسه» يجيب فيه علي أسئلة النفوسيين والتي جاءت في حوالي‬
‫‪ 300‬سؤال‪ ، 53‬ومن الفقهاء الرستميين الذين أدركنا أسمائهم أبو مسعود وأبو دانون كانا فقيهين علي‬
‫مذاهب الكوفيين ‪ ،‬كما كان لهذين الفقيهين ضلع بارز في أحداث المناقشات التي وقعت بين اإلمام‬
‫أبي حاتم وعمه يعقوب بن أفلح ‪ ، 54‬كما يورد ابن الصغير أسماء جملة من الفقهاء والخطباء بتيهرت‬
‫إال أنه اكتفي بذكر أسمائهم مثل عيسى ابن فرناس النفوسى وابن الصغير الهواري (ق‪3:‬ه‪9/‬م ‪، 1‬‬
‫وأبو الربيع سليمان وهو من وجوه اإلباضية من هوارة جرت بينه وبين ابن الصغير مناظرة فقهية ‪،‬‬
‫وابن أبي إدريس وأحمد التية (ق‪3‬ه‪9/‬م‪ 1‬وعثمان ابن صفار وأحمد وبن منصور و عبد العزيز ابن‬
‫‪55‬‬
‫األزرق (ق‪3 :‬ه‪9/‬م‪ 1‬الذي كان له فقه بارع وله رحلة نحو المشرق‬
‫لقد كانت الحركة الدينية الفقهية في المغرب عامة ‪ ،‬حركة قوية نشيطة أكثر ما خدمت فقه اإلمام‬
‫مالك ‪ 56‬من جهة ومن جهة أخري فقه اإلباضية وإذا كنا لم نجد ألغلب العلماء الذين ترجمنا لهم‬
‫تأليف فلعلها أحرقت أو أصابها البالء أو التلف نتيجة إخفائها عن العيون ‪ ،‬وعدم إظهارها لغير‬
‫اإلباضية وال بد أن اإلباضية خاصة قد بدأوا في وضع تصانيفهم المذهبية ابتداءا من القرن ‪3‬ه‪9/‬م‬
‫أو قبل ذلك بقليل ‪ ،‬حيث ذكرها ابن خلدون قائال ‪ « :‬لقد ترامت إلينا من هذا العهد من تلك البالد‬
‫(نفوسة‪ 1‬دواوين ومجلدات من كالمهم في فقه الدين وتمهيد عقائده وفروعه ضاربة بسهم في إجاد‬
‫التأليف والترتيب‪ ، ».‬كما عرف المغرب العربي في القرن ‪2‬ه‪8/‬م نهضة علمية وفقهية كانت بداية‬
‫‪57‬‬
‫لنهضة شاملة سوف تتبلور في القرون التالية وترسم معالمها بصفة نهائية‪.‬‬
‫‪ /2‬العلوم العقلية‪:‬‬
‫أ‪-‬األدب‪:‬‬
‫ب‪/‬التاريخ‪:‬‬
‫‪ /3‬العلوم التطبيقية‬
‫(‪5‬‬
‫‪52‬‬
‫‪53‬‬
‫‪54‬‬
‫‪55‬‬
‫‪56‬‬
‫‪57‬‬
‫ابن الصغير ‪ :‬المصدر السابق ‪ ،‬ص‪.((7‬‬‫بن الذيب ‪ :‬المرجع السابق ‪ ،‬ص‪.50‬‬‫بن الذيب ‪ :‬المرجع السابق ‪ ،‬ص‪.50‬‬‫نفسه ‪ ،‬ص‪.92‬‬‫نفسه ‪ ،‬ص ص(‪.(02-8‬‬‫أحمد أمين ‪ :‬المرجع السابق ‪ ،‬ج‪ ، 3‬ص‪.300‬‬‫‪ -‬إبراهيم بحاز ‪ :‬المرجع السابق ‪ ،‬ص‪.329‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪318 (43‬‬
‫إباضية مغربية في الحديث وال بد أن هذه الظاهرة ترجع في بعض أسبابها إلي تخصص المشرق‬
‫بالدرجة األولي بالحديث وعلومه وفي هذه الفترة بالذات لذلك نجد إباضية المشرق› قد ألفوا في هذا‬
‫الجانب‪ ،43‬وبالنسبة إلباضية المغرب فإننا نجد السلسلة التي ذكرها بحاز عن الشماخى وهي تحت‬
‫عنوان «هذه نسبة دين المسلمين‪-‬اإلباضية‪ -‬واحد عن واحد ثقة عن ثقة من زمننا إلي نبينا محمد عليه‬
‫السالم‪ ».‬إذ تلقي الضوء على العلماء الذين اهتموا بالحديث وروايته كما اهتموا بالفقه اإلباضى‪ ،44‬كما‬
‫تشير المصادر أيضا إلي أن اإلمام أفلح بن عبد الوهاب (‪258-208‬ه‪ 1‬الذي له روايات في الحديث‪.45‬‬
‫لقد ذكر الشماخى في سيره بعض أسماء رواة الحديث منهم محمد بن يانس المعروف بأبي‬
‫المنيب‪ ،‬وتذكر المصادر رواة الحديث من غير اإلباضية منهم أبا عبد الرحمن بكر بن حماد بن سهل‬
‫بن إسماعيل (ت‪296:‬ه‪909/‬م‪ 1‬وهو سني مالكي المذهب‪ ، 46‬وقاسم بن إصبع وأبو عبد اهلل محمد‬
‫بن صالح القحطاني المعافري األندلسي وقاسم بن عبد الرحمن بن عبد اهلل بن محمد التيهرتى‬
‫التميمي و أبو سعيد بحيج بن خداش توزري ويظهر أن معظم هؤالء المحدثين كانوا قد رحلوا إلي‬
‫القيروان لتلقي العلم عن شيوخها‪47‬ويذكر أحمد أمين حول العلماء من غير اإلباضية الذين اعتنوا‬
‫بعلم الحديث وروايته قوله‪ « :‬قد أخرجت تيهرت كثيرا من حفاظ الحديث وثقات المحدثين» أيضا‬
‫قوله‪ « :‬قد اشتهر بالد المغرب بالعناية بالحديث والفقه»‪.48‬‬
‫ج‪-‬الفقه‪:‬‬
‫يعرف ابن خلدون علم الفقه في مقدمته بقوله‪« :‬هو معرفة أحكام اهلل تعالي في أفعال المكلفين‪....‬‬
‫وهي متلقاه من الكتاب ومن نصبه الشرع لمعرفتها من األدلة فإذا استخرجت األحكام من تلك‬
‫‪49‬‬
‫األدلة قيل لها فقه»‬
‫إن الحديث عن الفقه في الدولة الرستمية يسوقنا إلي الحديث عن واضعي أسس هذا العلم‬
‫في الدولة الرستمية بشكل خاص وفي المغرب اإلسالمي بشكل عام وهم حملة العلم الخمسة‬
‫ومن جاؤوا بعدهم ممن استخلفهم عبد الرحمن بن رستم إذ قاموا بجهود كبيرة لترسيخ المذهب‬
‫اإلباضى وإيجاد إطار سياسي يحميه ويضمن استمراريته وهو الدولة الرستمية‪.‬‬
‫أدت حرية الفكر وإفساح المجال أمام المذاهب األخرى غير اإلباضية إلي تنافس الفقهاء علي‬
‫اختالف مذاهبهم ‪ ،‬إذ أفضى ذلك إلي غزارة التأليف فكثرت بذلك المدونات الفقهية ‪ ،50‬ويذكر ابن‬
‫الصغير في هذا الصدد قائال ‪ »:‬ومن بالبلد من فقهاء اإلباضية وغيرهم من الكوفيين والمدنيين‪ -‬أي‬
‫‪43‬‬
‫‪44‬‬
‫‪45‬‬
‫‪46‬‬
‫‪47‬‬
‫‪48‬‬
‫‪49‬‬
‫‪50‬‬
‫إبراهيم بحاز ‪ :‬المرجع السابق ‪ ،‬ص‪.304‬‬‫نفسه ‪ ،‬ص‪.305‬‬‫محمد عليلي ‪ :‬المرجع السابق ‪ ،‬ص(‪.9‬‬‫ابن عذاري المراكشي ‪ :‬البيان المغرب في أخبار األندلس والمغرب ‪ ،‬تحقيق ومراجعة ‪ :‬ج‪.‬س‪ .‬كوالن ‪ ،‬إ ليفي‬‫بروفنسال ‪ ،‬دار الثقافة ‪ ،‬لبنان ‪ ،‬ط‪ ، (983 ، 3‬ص ‪.(03‬‬
‫محمد عليلي ‪ :‬المرجع السابق ‪ ،‬ص ص(‪.92-9‬‬‫أحمد أمين ‪ :‬ظهر اإلسالم ‪ ،‬ط‪ ، 5‬دار الكتاب العربي ‪ ،‬لبنان ‪ ، (969 ،‬ج( ‪،‬ص ص‪.297-296‬‬‫بحاز ‪ :‬المرجع السابق ‪ ،‬ص‪.3(0‬‬‫‪-‬محمد عليلي ‪ :‬المرجع نفسه ‪ ،‬ص‪.83‬‬
‫‪(42) 319‬‬
‫‬
‫المعصومة‪ ،36‬إذ كانت ملجأ لطالب العلم ومؤسسة إضافية إلي جانب المسجد والكتاب والمجالس‬
‫العلمية والمنازل‪ ،‬وقد ذكر بأن أغلب كتب مكتبة المعصومة كان من نتاج علماء الدولة الرستمية‪،‬‬
‫فلوال حادث استيالء أبي عبد اهلل الشيعي (ت‪289‬ه‪9((/‬م‪1‬الــذي هجم علي مدينة تيهرت ونهبها‬
‫وأمر بإحراق مكتبة المعصومة ليقضي بذلك علي الفكر اإلباضي المكتوب بعد أن أخذ منها أمهات‬
‫‪37‬‬
‫الكتب وبذلك فقدت أغلب األصول المذهبية لإلباضية‪.‬‬
‫اإلنتاج الفكري عند الرستميين‪:‬‬
‫‪/1‬العلوم النقلية‪:‬‬
‫أ‪ -‬التفسير‪:‬‬
‫باعتبار القرآن المصدر الرئيسي للتشريع واستخالص األحكام عند كافة المسلمين فإن شرح وتوضيح‬
‫معانيه وألفاظه أمرا أساسيا لفهم الدين‪ ،‬ثم إن اتساع رقعة الدولة اإلسالمية ودخول أقوام أعجمية في‬
‫اإلسالم هي عوامل أخري تطلبت تفسير القرآن الكريم ‪ ،‬ففي المغرب اإلسالمي الذي شهد تأسيس دول‬
‫مستقله منها الدولة الرستمية إذ اهتم األئمة الرستميين بهذا الجانب من أجل تيسير وتسهيل ما جاء في‬
‫القرآن الكريم‪ 38‬إذ عكف علماء تيهرت على شرح ألفاظ القرآن وتفسير معانيه وال يستبعد أن يكونوا قد‬
‫استخدموا طريقة الشرح اللفظي في التفسير من العربية إلي البربرية شفويا حتي يفهم معظم المغاربة وعلى‬
‫ما يبدوا فإن حلقات الوعظ والتدريس ومجالسها ال تخلو من شرح ألفاظ القرآن الكريم وتفسير آياته‬
‫خاصة المتعلقة منها بالممارسات اليومية كالصالة والصيام ‪ ،‬الزكاة والحج وغيرها‪.39‬‬
‫تذكر المصادر والمراجع اإلباضية أن عبد الرحمن بن رستم مؤسس الدولة ألف كتابا في التفسير‪،40‬‬
‫إال أنه فقد ولم يصلنا منه شيء وقد نبغ في هذا العلم عدد من العلماء نذكر منهم‪ :‬هود بن محكم‬
‫الهواري األوراسى كان أبوه محكم الهواري قاضي تيهرت في عهد اإلمام أفلح بن عبد الوهاب(‪-208‬‬
‫‪258‬ه‪ 87(-823/‬م‪ ، 1‬حيث تلقي تعليمه بتيهرت وكان يفسر القرآن الكريم بالمأثور من األقوال ‪ ،‬وهو‬
‫أشهر مفسر عرفته الدولة الرستمية وتناولته المصادر والمراجع اإلباضية(‪ .4‬أيضا محمد بن يانس الدركلي‬
‫‪42‬‬
‫النفوسى المعروف بابن أبي المنيب و لواب بن سالم التوزري المزاتي واإلثنان من جبل نفوسه‬
‫ب‪-‬الحديث‪:‬‬
‫لم يولي الرستميين اهتماما كبيرا بعلم الحديث ‪ ،‬إذ ال تذكر المصادر التي توفرت لدينا عناية‬
‫اإلباضية في المغرب العربي بالحديث وتدوينه أو رجاله ودرجــات الثقة فيهم وال تتوفر مؤلفات‬
‫‪36‬‬
‫‪37‬‬
‫‪38‬‬
‫‪39‬‬
‫‪40‬‬
‫(‪4‬‬
‫‪42‬‬
‫انفسه ‪ ،‬ص‪.289‬‬‫ موسي لقبال ‪ :‬دور كتامة في تاريخ الخالفة الفاطمية منذ تأسيسها إلي منتصف القرن ‪5‬ه‪((/‬م‪ ،‬الشركة الوطنية‬‫للنشر والتوزيع ‪ ،‬الجزائر ‪ ، (979 ،‬ص‪.345‬‬
‫محمد عليلي ‪:‬اإلشعاع الفكري في عهد األغالبة والرستميين خالل القرنين ‪3-2‬ه‪9-8/‬م‪( ،‬رسالة ماجستير غير منشورة‪1‬‬‫‪ ،‬جامعة أبي بكر بلقايد كلية اآلداب والعلوم اإلنسانية والعلوم االجتماعية‪ ،‬الجزائر‪ ،2008/2007 ،‬ص ص(‪.82-8‬‬
‫إبراهيم بحاز ‪ :‬المرجع السابق ‪ ،‬ص‪.289‬‬‫محمد المختار اسكندر ‪ :‬المفسرون الجزائريون عبر التاريخ ‪ ،‬ج(‪ ،‬دحلب للنشر‪ ،‬الجزائر‪ ،‬ص‪.36-34‬‬‫نفسه ‪ ،‬ص ص‪4(-40‬‬‫‪-‬محمد عليلي ‪ :‬المرجع السابق ‪ ،‬ص ‪.82‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪320 (41‬‬
‫العلوم‪ ،27».‬وهذا ما يذكره أ‪ -‬إبراهيم بحاز من أن هناك مراحل في التعليم لدي اإلباضية‪ ،‬فالمرحلة‬
‫األولي وهي االبتدائية وتنتهي ببلوغ التلميذ الحلم‪ ،‬والمرحلة الثانية وهي الثانوية وهي التي تتم في‬
‫‪28‬‬
‫حلقات العلماء بالمساجد‬
‫ب‪-‬الحلقات (المجالس العلمية)‪:‬‬
‫يعود الفضل في انعقاد الحلقات إلي حملة العلم الخمسة الذين نقلوا معهم إلي جانب العلم‬
‫تنظيمات مدرسة البصرة إلي المغرب‪ ،‬وتعد المجالس العلمية أهم دور للتعليم إذ تفتح مجاال أمام‬
‫التلميذ لالستزادة والتخصص في إحدى فنون العلم ‪ ،‬كما أن الجلسات تعقد عادة بين الصلوات أو‬
‫بعد صالة الصبح وقد ضمت الحلقات مختلف الفرق والمذاهب حتي عرفت الحياة العلمية بتيهرت‬
‫بالمناظرات الفقهية والكالمية ‪ ،‬ومن شدة حرص العلماء على العطاء فقد كان تلقين الدروس حتي‬
‫في المنازل‪ ،29‬بالرغم من أن الكتاتيب منتشرة في الدولة الرستمية إال أنها لم تكن لوحدها تقوم‬
‫بالدور العلمي مع وجود الجوامع والمساجد بل حتي المنازل مما جعلها مركزا هاما لتلقي العلوم‬
‫‪30‬‬
‫العقلية والنقلية ونشر الحضارة العربية اإلسالمية في بالد المغرب‬
‫‪/2‬المكتبات‪:‬‬
‫اعتبرت المكتبة المكان الحافظ للكتاب وقد وجدت في الدولة الرستمية مكتبة ضخمة حيث‬
‫اهتم األئمة الرستميين بشراء الكتب واسترادها من مختلف الجهات‪ ،‬إذ شكلت الكتب التي جلبها‬
‫األئمة الرستميين من المشرق المكون األول للمكتبة الرستمية‪ ،‬كما بلغ اعتنائهم بالعلم أنهم‬
‫استوردوا كتبا قيمة من الشرق إذ أصبحت هذه المكتبة العظيمة ال تضاهيها إال مكتبة بغداد(‪ ،3‬وفي‬
‫هذا الصدد يورد أبو زكرياء بأن أهل المشرق بعثوا لعبد الوهاب أربعين حمال من الكتب‪ ،32‬أما‬
‫الدرجيني فيذكر أنها ديوان عظيم‪ ،33‬والشماخي يورد بأن «اإلمام عبد الوهاب أتته خزانة كتب»‪،34‬‬
‫وقد احتوت المكتبة الرستمية كتبا في جميع المجاالت من علوم شرعية(تفسير‪ ،‬حديث ‪ ،‬فقه ‪،‬‬
‫توحيد‪ 1....‬وكتب في الطب وأخري في الرياضيات والهندسة والفلك والتاريخ واللغة وغيرها من‬
‫العلوم ‪ ،‬كما اعتبرت المكتبة الوحيدة علي مستوي المغرب األوسط واألدني إذ جمعت بين مختلف‬
‫المذاهب اإلسالمية‪ ،35‬إضافة إلي وجود مكتبات خاصة في منازل العلماء‪.‬‬
‫لقد شكلت هذه الخزانة النواة األولي لمكتبة تيهرت والتي تحدثت عنها المصادر اإلباضية‬
‫عن أنها صومعة مملوءة كتبا في مختلف الفنون والمعارف وعرفت هذه المكتبة فيما بعد بمكتبة‬
‫‪27‬‬
‫‪28‬‬
‫‪29‬‬
‫‪30‬‬
‫(‪3‬‬
‫‪32‬‬
‫‪33‬‬
‫‪34‬‬
‫‪35‬‬
‫ أبو زكرياء ‪ :‬المصدر السابق ‪ ،‬ص ‪.203‬‬‫إبراهيم بحاز‪ :‬المرجع السابق ‪ ،‬ص(‪.28‬‬‫ابن الذيب ‪ :‬المرجع السابق ‪ ،‬ص‪.45‬‬‫الشماخي ‪ :‬المصدر السابق ‪ ،‬ص‪.(90‬‬‫ سالم السيد عبد العزيز ‪ :‬تاريخ المغرب في العصر اإلسالمي ‪ ،‬مؤسسة شباب الجامعة ‪ ،‬القاهرة ‪،2008 ،‬‬‫ص‪.490‬‬
‫أبو زكرياء ‪ :‬المصدر السابق ‪ ،‬ص‪.(00‬‬
‫الدرجيني ‪ :‬المصدر السابق ‪ ،‬ج( ‪ ،‬ص ص‪.57-56‬‬‫الشماخي ‪ :‬المصدر السابق ‪ ،‬ج( ‪ ،‬ص‪.(90‬‬‫‪-‬إبراهيم بحاز ‪ :‬المرجع السابق ‪ ،‬ص ص‪.290-288‬‬
‫‪(40) 321‬‬
‫‬
‫مثل المسجد الجامع بتيهرت الذي ابتناه عبد الرحمان بن رستم عندما شرع في بناء مدينة‬
‫تيهرت معهدا للدراسات اإلباضية من فقه وتفسير وكالم وحديث‪ ،‬فهو أهم مركز لتعليم وتلقين‬
‫الفقه اإلباضي إذ يعقد فيه األئمة حلقاتهم الدراسية وينشرون مواعظهم علي الرعية وكانت تعقد فيه‬
‫االجتماعات العمومية ألخذ رأي األمة في الشؤون التي تهمهم‪.22‬‬
‫لم يقتصر التعليم في المسجد علي فئة الرجال فقط بل شمل النساء أيضا وسنتطرق إلي تفصيل‬
‫هذا في العالمات اإلباضيات فيما بعد‪ ،‬كما خصص في المساجد قسم خاص بالنساء يفصلهم عن‬
‫الرجال بواسطة جدار يستر النساء وال يحجب عنهم صوت المدرس وتالوة اإلمام‪ ،23‬كما عرفت من‬
‫بين النساء اإلباضيات العالمة والشاعرة والمستفسرة عن شؤون دينها‪ ،‬وقد تم التعليم في المسجد في‬
‫العهد الرستمي علي مرحلتين ‪ ،‬األولي مرحلة الكتاب والثانية مرحلة الحلقات(المجالس العلمية‪.1‬‬
‫أ‪ -‬الكتاتيب‪:‬‬
‫يعني الكتاب المكان الذي يحفظ فيه الصبيان القرآن الكريم ويتعلمون فيه الكتابة ‪ ،‬وعرف أيضا‬
‫باسم دور القرآن إذ كان أطفال اإلباضية يتلقون فيه تعليمهم ‪ ،‬وهي مخصصة لألطفال بين السادسة‬
‫والحادية عشر أو الثاني عشر من العمر ‪ ،‬إذ يتلقي فيها الصبيان دروسا كالقراءة والكتابة والحساب‬
‫وبعض الشعر إلي جانب تحفيظ القرآن ويتعلمون فيها الوضوء والصالة والصيام والواجبات الدينية‬
‫ويشرف علي كل هذا معلمون من أتباع المذهب اإلباضي‪ ،24‬كما عرف الكتاب بأنه مقر بسيط‬
‫مفروش بالحصير يتربع فوقه التالميذ ويعلوهم المعلم بالمسطبة يحمل في يده قضيبا‪ ،‬إذ يستخدمها‬
‫المعلم في تخويف او ضرب كل من تهاون في حفظ لوحه من القرآن ‪ ،‬ويتم حفظ القرآن بواسطة‬
‫‪25‬‬
‫اللوح وهو مصنوع من الخشب بالماء ويكون أغلب الحال في الفترة الصباحية‬
‫لم يقتصر دور الكتاتيب في تحفيظ القرآن فحسب بل تعداه إلي تدريس الفقه والحديث والنحو‬
‫وغيرها وذلــك من أجل تهيأة التلميذ للتبحر في مختلف العلوم فيما يعرف بحلقات العلم أو‬
‫المجالس العلمية‪،26‬إن معرفة التلميذ في المرحلة األولي ال تتعدي حفظ القرآن وبعض األحاديث‬
‫عن طريق التلقين والتكرار دون الكتابة ‪ ،‬ذلك أنه في هذه المرحلة ال يكون قد استوعب الحروف‬
‫الهجائية وليس بإمكانه القراءة والكتابة‪ ،‬وبعد تعلم الكتابة وحفظ القرآن وقدر من األحاديث النبوية‬
‫يكون التلميذ حينها بلغ سنا معينا إذ يسمح له خاللها من الجلوس في حلقات الدرس التي تعقد‬
‫بالمساجد أو في دور العلماء أو المكتبات وفي هذه المرحلة يتلقي الطالب مختلف العلوم فيتوغل‬
‫في الفقه ويتقن العربية ونحوها‪ ،‬ويفهم كل ما حفظه في المرحلة السابقة حفظا دون استيعاب‪،‬‬
‫وتعتبر هذه المرحلة عليا مقارنة بسابقتها االبتدائية‪ ،‬ويمكننا أن نستشف من نص أبي زكرياء حول‬
‫عبد اهلل الشكاس هذا األمر إذ يقول‪« :‬فقرأ أو حفظ فلما اشتد وبلغ الحلم سولت له نفسه طلب‬
‫‪22‬‬
‫‪23‬‬
‫‪24‬‬
‫‪25‬‬
‫‪26‬‬
‫ابن الصغير ‪ :‬المصدر السابق ‪ ،‬ص ص‪.29-28‬‬‫محمد علي دبوز ‪ :‬المرجع السابق ‪ ،‬ص‪.407‬‬‫عبد الرحمن عثمان حجازي ‪ :‬المرجع السابق ‪ ،‬ص ص‪.(33-(32‬‬‫بحاز ‪ :‬المرجع السابق ‪ ،‬ص‪.277‬‬‫‪-‬ابن الذيب ‪ :‬المرجع السابق ‪ ،‬ص‪.44‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪322 (39‬‬
‫حافظ أفلح علي الحكم بالكتاب والسنة والقيام باألمر بالمعروف والنهي عن المنكر إلي غير‬
‫ذلك من الشعائر اإلسالمية‪.‬‬
‫‪/4‬اإلمام أبي بكر (‪261-258‬ه‪894-874/‬م)‪:‬‬
‫تحدث عنه ابن الصغير في مؤلفه أخبار األئمة الرستميين على أنه نبغ في اآلداب واألشعار وعلم‬
‫التاريخ كما عرفت هذه العلوم ذروتها ونشاطها في عهده‪ ،‬كما كان اهتمامه باآلداب دون العلوم‬
‫‪(8‬‬
‫األخري ‪،‬وصور عهده عهد فتنة ابن عرفة‪.‬‬
‫‪/5‬اإلمام أبي اليقظان محمد بن أفلح (‪281-261‬ه‪894-874/‬م)‪:‬‬
‫كان اإلمام أبو اليقظان شغوفا بإلقاء الدروس إذ تتلمذ علي يده العديد من الطلبة من بينهم إبن‬
‫الصغير الذي يذكر عن نفسه ذلك حيث يقول ‪« :‬وقد لحقت أنا بعض أيامه وحضرت مجلسه‪،(9».‬‬
‫شهدت فترة إمامته ضعف الدولة الرستمية وقلة علمائها وهذا ما دلت عليه اإلستغاثة التي وجهها‬
‫اإلمام لرعيته يدعوهم فيها إلي أن يبذلوا جهودهم في طلب العلم ‪.‬‬
‫عبر اهتمام األئمة الرستميين بالعلم وطلبهم له وتشجيهم للحركة العلمية في المغرب األوسط‬
‫علي أزهي فترات هذه الدولة ‪ ،‬إذ عرفت وجود العديد من المؤسسات التعليمية التي اعتنت بهذا‬
‫الجانب ودعمت الحراك العلمي ‪ ،‬ولنا أن نبين في هذا الجانب أهم المؤسسات التعليمية في تيهرت‬
‫الرستمية ‪.‬‬
‫المؤسسات التعليمية ‪:‬‬
‫‪/1‬المساجد‪:‬‬
‫إن حرص الرستميين في الحفاظ علي العقيدة اإلسالمية كان داعيا إلهتمامهم ببناء مكان تقام‬
‫فيه العبادات ‪،‬فكان ثاني مبني أقامه المؤسس عبد الرحمن بن رستم بعد تيهالت هو المسجد ‪،‬‬
‫إذ كان المؤسسة األولي لتعليم مبادئ الدين الحنيف فلم يقتصر دوره علي العبادة فقط إذ اعتبر‬
‫مؤسسة علمية أيضا ‪ ،‬تقام فيها شعائر الصالة واالستماع إلي كبار مشائخ اإلباضية والقيام بأمر‬
‫الوعظ واإلرشاد‪.20‬‬
‫عمرت تيهرت بالمساجد فال يوجد قرية أو مدينة ليس بها مسجد‪ ،‬إذ يقام في جميعها الصالة‬
‫زيادة علي الدروس العامة التي تتم بين أوقات الصالة كما اعتبر المسجد البيئة التي تثبت وتصقل‬
‫معلومات كل فرد إذ يثقف عقله ويصفي نفسه ويساير الزمن(‪.2‬‬
‫‪(8‬‬
‫‪(9‬‬
‫‪20‬‬
‫(‪2‬‬
‫ابن الصغير ‪ :‬أخبار األئمة الرستميين ‪ ،‬تح‪ :‬محمد ناصر و إبراهيم بحاز ‪ ،‬ص ص‪.63-62‬‬‫نفسه ‪ ،‬ص((‪.‬‬‫حجازي عبد الرحمن عثمان ‪ :‬تطور الفكر التربوي واإلباضي في الشمال اإلفريقي ( من القرن األول حتي القرن‬‫العاشر‪928-95(1‬ه‪(520-7(3/‬م‪ ،1‬المكتبة العصرية ‪ ،‬لبنان ‪ ، 2000 ،‬ص‪.(33‬‬
‫‪-‬محمد علي دبوز ‪ :‬المرجع السابق ‪ ،‬ص‪.405‬‬
‫‪(38) 323‬‬
‫‬
‫األخري ‪ ،‬وهذا ما يثبته الشماخي في روايته علي أحد األئمة الرستميين إذ يقول ‪»:‬معاذ اهلل أن تكون‬
‫‪(2‬‬
‫عندنا أمة ال تعلم منزلة يبيت فيها القمر‪».‬‬
‫لقد أضحت تيهرت من المراكز الثقافية الكبري في بالد المغرب بسبب السياسة التي انتهجها‬
‫حكامها ‪ ،‬ونظرا لسياسة التسامح التي انتهجتها الدولة مع أتباع المذاهب األخرى‪ ،‬كما شكلت‬
‫مشاركة العلماء الفعالة في الحركة العلمية بتيهرت أداة لتشجيع الناس علي طلب العلم ‪ ،‬وهذا‬
‫ما كان أساسا لحضارة لم يشهد لها المغرب األوسط مثيل فقد تمكنت الدولة الرستمية من فرض‬
‫سلطانها علي القبائل المضطربة في هذه المنطقة دون أن يكون لها سند العصبية القبلية وإنما تمكنت‬
‫من ذلك بفضل المكانة األدبية والعلمية التي كان يتمتع بها أئمة البيت الرستمي من عناية بالعلوم‬
‫‪(3‬‬
‫وحرص علي إقامة العدل واحترام لرأي األغلبية‪.‬‬
‫ولنا ان نورد بعض األمثلة الهتمام األئمة الرستميين بالعلم ودورهم في الرقي بالدولة ‪:‬‬
‫‪ /1‬اإلمام عبد الرحمان بن رستم (‪171-160‬ه‪787-776/‬م)‪:‬‬
‫يعتبر من كبار العلماء كانت له حلقة في مسجد تيهرت‪ ،‬وهو المؤسس األول للدولة الرستمية‪،‬‬
‫‪(4‬‬
‫ألف كتابا في تفسير القرآن‪.‬‬
‫‪ /2‬اإلمام عبد الوهاب اإلبن(‪208-171‬ه‪823-787/‬م)‪:‬‬
‫خليفة عبد الرحمان بن رستم في اإلمامة وإبنه ‪ ،‬عرف بحبه للعلم إذ نشأ في بيت علم علي‬
‫يد والده‪ ،‬وبعض من العلماء أمثال داوود القبلي وغيره فكان له دور كبير في تنشيط حركة العلم‬
‫بتيهرت‪ ،(5‬ويتفق معظم المؤرخون على ان عبد الــوهــاب عــرف بحبه للعلم وإطــالعــه الواسع‬
‫بالمسائل الشرعية إذ صنف كتابا سماه «نوازل نفوسة «‪،‬كما أنه أصبح مرجعا للعلماء إذ يقول عنه‬
‫الشماخي‪»:‬أن عادة عبد الوهاب إذا فرغ من صالة العشاء أخذ كتابا ينظر فيه وكان ذلك حتى في‬
‫بعض أوقات النهار فلما ختمها قال (الحمد هلل‪ 1‬إذ وجدت جميع ما فيها محفوظ عندي ولم أستفد‬
‫‪(6‬‬
‫منها إال مسألتين ولو سألت عنها ألجبت فيها قياسا»‬
‫‪/3‬اإلمام أفلح بن عبد الوهاب (‪258-208‬ه‪871-823/‬م)‪:‬‬
‫ثالث األئمة الرستميين‪ ،‬كان من أكبر األئمة في زمانه كما كان فقيها وشاعرا ‪ ،‬تخرج من مدرسته‬
‫جمع من العلماء منهم ابنه أبو اليقظان ‪ ،‬زاوج بين إمامة العلم وإمامة الدولة فقد وصفه أبو زكرياء‬
‫‪(7‬‬
‫بقوله ‪»:‬كان ميمون نقية فسكن اهلل به البالد ووقي به العباد‪».‬‬
‫‪(2‬‬
‫‪(3‬‬
‫‪(4‬‬
‫‪(5‬‬
‫‪(6‬‬
‫‪(7‬‬
‫الشماخي‪ :‬المصدر السابق‪ ،‬ج(‪ ،‬ص‪.(67‬‬
‫أبو زكرياء يحي بن أبي بكر ‪ :‬كتاب سير األئمة وأخبارهم ‪ ،‬تح ‪ :‬إسماعيل العربي ‪ ،‬ط‪ ، 3‬ديوان المطبوعات‬
‫الجامعية ‪ ،‬الجزائر ‪ ، (984 ،‬ص‪.(9‬‬
‫عصام الدين عبد الرؤوف الفقي ‪ :‬تاريخ المغرب اإلسالمي واألندلس ‪ ،‬مكتبة نهضة الشرق‪ ،‬القاهرة ‪ ، 2000 ،‬ص‪.(57‬‬‫تاديوسليفيتسكي ‪ :‬المؤرخون اإلباضيون في إفريقيا الشمالية ‪ ،‬تح ‪ :‬ريما جرار وماهر جرار ‪ ،‬دار الغرب‬‫اإلسالمي ‪ ،‬بيروت ‪ ، 2000،‬ص‪.40‬‬
‫الشماخي ‪ :‬المصدر السابق ‪ ،‬ج( ‪ ،‬ص‪.(33‬‬‫‪-‬أبو زكريا ‪ :‬المصدر السابق ‪ ،‬ص‪.(28‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪324 (37‬‬
‫اإلباضي تركوا بصماتهم علي كل جوانب الفكر الفقهي والفلسفي والجدل وعلم الكالم وفي‬
‫النظريات االقتصادية و االجتماعية والسياسية واألخالقية إذ ال يزال تأثيرها العلمي والفكري إلي‬
‫يومنا هذا في مواطن عديدة من المغرب األوسط‪.4‬‬
‫وأهم السياسات العامة التي وضعتها الدولة الرستمية هي اهتمامها بالجانب التعليمي ووضع‬
‫سياسات مرسومة للتعليم والنهوض بمستواه ‪ ،‬حيث وفرت المعلم والكتاب وأماكن الدراسة ‪،‬‬
‫وأنشأت المدارس المتنقلة وإرسال البعثات للبصرة في سبيل توفير علماء أكفاء ‪ ،‬وإلي مراكز العلم‬
‫الكبري في جميع أنحاء العالم اإلسالمي أيضا ‪ ،‬وأهم ما يتالقاه الدارس هو تعلم المذهب اإلباضي‬
‫‪ ،‬فقد اعتمدوا علي أخذه في بادي األمر عن األئمة األربعة ‪ ،‬ثم علي تالميذهم من بعدهم‪.5‬‬
‫دور األئمة الرستميين ‪:‬‬
‫إن عودة األئمة األربعة إلي بالد المغرب بعد تلقيهم للعلم في البصرة علي يد الداعية اإلباضي‬
‫األكبر أبي عبيدة مسلم بن أبي عكرمة ‪ ،‬إذ بدأوا في نشر المذهب اإلباضي وذلك في حلقاتهم‬
‫التي انتشرت في جهات المغرب األدنى وإفريقية‪، 6‬كما لقنوا أتباعهم علم األصول والفروع والسير‬
‫والتوحيد والشريعة وآراء الفرق وعلوم اللغة والفلك والرياضيات‪ 7‬ذلك أن البيت الرستمي كان‬
‫بيت علم في مختلف الفنون‪ ،8‬كما يظهر دور األئمة اإلباضيين في توجيه وتشجيع جميع االنشطة‬
‫في دولتهم وهذا أمر بديهي إذا علمنا أن األئمة كانوا من العلماء البارزين الذين لهم نصيب وافر‬
‫‪9‬‬
‫من العلم‬
‫إن اهتمام البيت الرستمي بالعلم خصوصا العلوم الدينية ونشرها بين الناس كان داعيا ألن‬
‫تحضي الحياة الفكرية باهتمام كبير‪ ،‬فقد أولي األئمة اهتمامهم بالفقه اإلباضي وآرائه الكالمية‪ ،‬وهذا‬
‫‪(0‬‬
‫ما ترجم في رئاسة الدولة الرستمية إذ يشرط في إمامة ورئاسة الدولة العلم‪.‬‬
‫إن إدراك األئمة الرستميين بأن الحفاظ علي الشريعة اإلسالمية وترسيخ المبادئ اإلباضية في‬
‫أذهان الناس أقوي من السيطرة عليهم بالقوة ‪ ،‬ولكونهم من العلماء فقد ساهموا في نشر العلم‬
‫والمعرفة بين مختلف طبقات المجتمع التيهرتي(( ‪ ،‬وبذلك عرفوا أن فائدة العلم هي العمل به فقد‬
‫عقدوا المجالس والحلقات العلمية بالمساجد وغيرها ولقنوا الناس فنون العلم الشرعي والعلوم‬
‫‪4‬‬
‫‪5‬‬
‫‪6‬‬
‫‪7‬‬
‫‪8‬‬
‫‪9‬‬
‫‪(0‬‬
‫((‬
‫صالح فركوس ‪ :‬تاريخ الجزائر من ما قبل التاريخ إلي غاية االستقالل ‪ ،‬دار العلوم للنشر والتوزيع ‪،‬‬
‫أحمد إلياس ‪ :‬اإلباضية في المغرب العربي‪ ،‬ص‪.25‬‬
‫المقدسي ‪ :‬أحسن التقاسيم في معرفة األقاليم‬
‫محمد عيسي الحريري ‪ :‬الدولة الرستمية بالمغرب اإلسالمي حضارتها وعالقتها الخارجية بالمغرب‬
‫واألندلس(‪296-(60‬ه‪ ،1‬ط‪ ، 3‬دار القلم ‪ ،‬الكويت ‪، (987 ،‬ص ص‪.236-235‬‬
‫أحمد بن سعيد عبد الواحد الشماخي ‪ :‬كتاب السير ‪ ،‬تح ‪ :‬أحمد بن سعود الشيباني ‪ ،‬وزارة التراث القومي‬
‫والثقافة‪ ،‬عمان‪ ،(992 ،‬ج( ‪ ،‬ص‪.68‬‬
‫بحاز إبراهيم بكير‪ :‬الدولة الرستمية (‪296-(60‬ه‪909-777/‬م‪ 1‬دراسات عن األوضاع االقتصادية والحياة‬
‫الفكرية‪ ،‬مطبعة الفوميك‪ ،‬الجزائر‪ ، (985 ،‬ص‪.264‬‬
‫محمد علي دبوز‪ :‬تاريخ المغرب الكبير‪ ،‬دار إحياء الكتب العربية ‪ ،‬ج‪ ، (963 ، 3‬ص‪.372‬‬
‫ابن الذيب عيسي‪ :‬الحواضر والمراكز الثقافية في الجزائر خالل العصر الوسيط ‪ ،‬منشورات المركز الوطني‬
‫للدراسات والبحث‪ ،‬الجزائر‪ ،2007 ،‬ص‪.33‬‬
‫‪(36) 325‬‬
‫‬
‫عرف بداية القرن‪2‬هـ في بالد المغرب أحداث غاية في التداخل والتشابك‪ ،‬إذ تفاقمت‬
‫((‪1‬‬
‫مشاكل البالد من الجانب السياسي واالقتصادي واالجتماعي ‪ ،‬وشكل هذا الوضع أرضية مالئمة‬
‫النتشار األفكار الخارجية ‪ ،‬إذ وجد اإلباضية طريقهم إلى بالد المغرب‬
‫خالل هذه الفترة و كان انتشار اإلباضية في المغرب العربي نتيجة للمضايقات التي تلقوها‬
‫((‪1‬‬
‫من الخالفة العربية في العصر االموي والعباسي‪ ،‬فاستطاع المذهب اإلباضي أن يجد له موطئ قدم‬
‫وتحقيق طموحاته بإقامة اإلمامة في المغرب العربي بواسطة الدولة الرستمية التي أصبحت الراعية‬
‫للمذهب اإلباضي‪ ،‬واستطاع حملة هذا المذهب (*‪ 1‬من فتح مدارس في المغرب العربي لتدريس‬
‫القرآن الكريم ونشر الدين اإلسالمي واللغة العربية( واإلشكال الذي يطرح هنا هو‪ :‬ما أهمية التعليم‬
‫لدي اإلباضية في المغرب األوسط ؟وما هي أهم العلوم التي اشتهرت في تيهرت ؟ وكيف كان‬
‫تعليمها وتعلمها وما تأثير ذلك علي المذاهب المختلفة في تيهرت الرستمية ؟‬
‫لم توفق اإلباضية في تحقيق هدفها بإعالن االمامة إال في زمن عبد الرحمن بن رستم سنة ‪ (60‬هـ‬
‫حيث اتخذ من منطقة تيهرت مركزا للدولة الناشئة ‪ ،‬لقد كان عبد الرحمن بن رستم عند‬
‫حسن ظن اإلباضية فيه فقد كان حسن السيرة عادال حصل على اعتراف اباضية المغرب والمشرق‬
‫بالحصول على االمامة لتوفر عدة شروط فيه يراها اإلباضية ضرورية الختيار االمام منها لفضله‬
‫وكونه من حمله العلم وكونه عامل أبي الخطاب على افريقية وألنه ال قبيلة له تمنعه اذا تغير عن‬
‫طريق العدل‪.2‬‬
‫كانت االمامة اإلباضية في المغرب تتلقى دعم معنوي ومالي من البصرة ساعد ها ذلك على‬
‫تحقيق األمن لتيهرت وأصبح يخافها كل من يحيط بها من القبائل‪ ،‬هذه القوة ساعدت عبد الرحمن‬
‫بن رستم من تحقيق استقالل المذهب اإلباضي في تيهرت‬
‫لم تكن مدينة تيهرت بسيطة وعادية بل كانت قاعدة لدولة ‪ ،‬إذ أن قوة اإلباضية في تأسيس مدينة‬
‫تيهرت أمر يقبل دون منازعة أو شك ‪ ،‬خصوصا بعد مقتل اإلمام أبي الخطاب سنة ‪(44‬ه‪760/‬م‬
‫إذ أضحت بحاجة ماسة إلي إيجاد كيان ذاتي ‪ ،‬جغرافي وإداري‪ 3.‬إن عاصمة العلم والثقافة والفكر‬
‫أشعت بنورها علي كل الشمال اإلفريقي ‪ ،‬وأنجبت علماء وأدبــاء وشعراء وفقهاء في المذهب‬
‫( *‬
‫لقد ساعد في انتشار المذهب اإلباضي في بالد المغرب ‪ ،‬وإيجاد قدم له حملة العلم الخمسة والذين اختيروا‬
‫كممثلين عن الجهات التي انتشر فيها المذهب للتعلم في البصرة علي يد أبي عبيدة وهم اآلتية أسمائهم ‪ :‬عبد الرحمن‬
‫بن رستم بن بهران بن كسري ‪ ،‬أبو الخطاب عبد األعلى بن السمح بن عبد بن حرملة المعافري انظم إليهم من‬
‫البصرة ‪ ،‬وإسماعيل بن درار الغدامسي ‪ ،‬عاصم السدراتي ‪ ،‬أبو داوود القبلي النفزاوي ‪ ،‬ينظر‪ :‬أبو زكرياء يحي بن أبي‬
‫بكر(ت‪47:‬ه‪(078/‬م‪ : 1‬سير األئمة وأخبارهم ‪ ،‬تح‪/‬عبد الرحمن أيوب ‪ ،‬الدار التونسية ‪ ،‬تونس ‪ ، (985 ،‬ص‪58‬‬
‫وقد ذكر عمر با بأن حملة العلم الخمسة يعتبرون بمثابة األوكسجين لإلباضية والشحنة التي غيرت مسارها ونقلتها‬
‫من ثقافة الثورة إلي زمن الدولة‪ ،‬ينظر‪ :‬صالح بن الحاج محمد الصالح با (عمر با‪ :1‬دراسة في الفكر اإلباضي ‪،‬‬
‫ص‪.30‬‬
‫خالد أحمد صالح ‪ :‬اإلباضية تعاليمهم وانتشارهم في المغرب العربي ‪ ،‬مجلة جامعة األنبار للعلوم اإلسالمية ‪،‬‬
‫العدد األول ‪ ، 20(( ،‬ص‪.(23‬‬
‫‪ 2‬عبد الحميد سعد زغلول ‪ :‬تاريخ المغرب العربي ‪ ،‬المعارف للنشر‪ ،‬اإلسكندرية ‪ ،‬ج‪ ، 2‬ص‪.290‬‬
‫‪ 3‬يحي بوعزيز‪ :‬الموجز في تاريخ الجزائر(الجزائر القديمة والوسيطة‪ ، 1‬ديوان المطبوعات الجامعية ‪ ،‬الجزائر ‪ ،‬ج(‬
‫‪ ،2007 ،‬ص‪((6‬‬
İslâmî İlimler Dergisi, Yıl 10, Cilt 10, Sayı 1, Bahar 2015 (35/46-326/315)
‫التعليم عند اإلباضية ببالد المغرب‬
-‫مدينة تيهرت أنموذجا‬*
‫مريم رزاق بعرة‬
‫الملخص‬
‫ ونظرا لسياسة‬، ‫لقد أضحت تيهرت من المراكز الثقافية الكبري في بالد المغرب بسبب السياسة التي انتهجها حكامها‬
‫ كما شكلت‬،‫التسامح التي انتهجتها الدولة مع أتباع المذاهب األخرى‬
‫ وهذا ما كان أساسا لحضارة لم‬، ‫مشاركة العلماء الفعالة في الحركة العلمية بتيهرت أداة لتشجيع الناس علي طلب العلم‬
‫يشهد لها المغرب األوسط مثيل فقد تمكنت الدولة الرستمية من فرض سلطانها علي القبائل المضطربة في هذه المنطقة‬
‫دون أن يكون لها سند العصبية القبلية وإنما تمكنت من ذلك بفضل المكانة األدبية والعلمية التي كان يتمتع بها أئمة البيت‬
‫الرستمي من عناية بالعلوم وحرص علي إقامة العدل واحترام لرأي األغلبية‬
KUZEY AFRİKA’DA İBADİ EĞİTİMİ
-Tahert ÖrneğiÖZ
Tahert, yönetcilerinin uyguladığı mezhepsel hoşgörü siyaseti sayesinde
Kuzey Afrika’da önemli bir kültür merkezi olmuş, kentteki ilmi harekete
ulemaların etkin katkısı halkı ilimle iştigale teşvik etmiştir. Bu da
Kuzey Afrika’nın orta kesiminde daha önce görülmemiş bir medeniyetin
oluşmasını sağlamıştır. Rüstemi Devleti bölgede dağınık halde bulunan
kabileleri etnik ya da mezhepsel fark gözetmeksizin yönetimi altında
toplamış, sonuçta, Rüstemi yönetcilerin ilmi ve edebi derinliği sayesinde
ilme önem verilmiş, adaleti sağlamaya özen gösterilmiş, kamuoyu
önemsenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Ibadiye, Eğitim, Tahert
THE EDUCATION IN THE IBADHI NORTH AFRICA
-The Tahert CaseABsTRACT
Tahert has been a cultural center of the North Africa during the Rustemi
reign due to the policy of tolerance carried out by the administrators’.
This tolerance towards different sects and the intensive contribution of
Ulama to the scientific studies have encouraged people to be make effort
on learning and getting educated widely. The Rustemi State has united the
clans from different sects in the region. Along with scientific and literary
depth of Rustemi household, education, justice and pluralistic tendency
have been quite prominent during this reign.
Keywords: Ibadhiya, Education, Tahert
Makalenin Dergiye Ulaştığı Tarih: 18 Aralık 2014; Hakem ve Yayın Kurulu Değerlendirmesinden
Geçen Makalenin Yayına Kabul Edildiği Tarih: 18 Ocak 2015
[email protected] ‫جامعة الوادي – الجزائر‬
*
‫‪(34) 327‬‬
‫‬
‫قائمة المراجع‬
‫عبد الرحمن بكلي‪ ،‬مسيرة اإلصــالح في جيل‪ ،‬إعــداد وتقديم‪:‬د‪ .‬مصطفى باجو‪،‬غرداية‪ :‬مكتبة‬
‫البكري‪،‬ط‪ ،1:‬س‪2004 /1425 :‬‬
‫نــزيــه حــمــاد‪ ،‬معجم المصطلحات الــمــالــيــة واالقــتــصــاديــة فــي لــغــة الــفــقــهــاء‪،‬دمــشــق‪ ،‬دار القلم‪،‬‬
‫ط‪1:‬س‪2008/1429:‬‬
‫عبد السميع المصري‪ ،‬التجارة في اإلسالم ‪ ،‬القاهرة‪ ،‬مكتبة وهبه‪،‬ط‪ ،2:‬سنة‪ 1406 :‬هـ‪1986 /‬‬
‫أمحمد بن يوسف أطفيش «رســالــة إباحة الكارطة بال ربــا والفــارطــة» ضمن‪ :‬جــوابــات القطب‪،‬‬
‫مخطوط‪ ،‬مرقون‪ ،‬جمعية عمي سعيد‪ ،‬غرداية‪ ،‬الجزائر‪.‬‬
‫أبو يوسف‪،‬يعقوب بن إبراهيم‪ ،‬الخـــــــــراج‪ ،‬بيروت ‪ ،‬دار الحداثة‪،‬ط‪ ،1:‬سنة‪. 1990 :‬‬
‫يوسف بن بكير الحاج سعيد‪ ،‬تاريخ بني مزاب‪ ،‬بدون طبعة وتاريخ‬
‫‪Kaynakça‬‬
‫‪ATFİŞ, Muhammed b. Yusuf, “Risaletü ibahati’l-karita bila riba ve la farita”, Cevabatü’l‬‬‫‪Kutb içinde, (yazma eser) Ammi Said Cemiyeti, Gardaya, Cezayir.‬‬
‫‪BEKLÎ, Abdurrahman, Mesiretü’l-ıslah fi ceyl, yay. Haz. Dr. Mustafa Bacu, Mektebetü’l‬‬‫‪Bekri: Gardaya, 2004.‬‬
‫‪el-HAC, Yusuf b.Bekir Said, Tarihu Beni Miza, y.y., t.y.‬‬
‫‪HAMMAD, Nezih, Mu’cemü’l-mustalahati’-maliyyeti ve’l-iktisadiyyeti fi lugati’l-fukahai,‬‬
‫‪Şam: Darü’l-Kalem, 2008.‬‬
‫‪IBRAHIM, Ebu Ysufu Yakub, el-Harrac, Beyrut:Darül-Hadase, 1990.‬‬
‫‪El-MISRÎ, Abdussemi‘, et-Ticaretü fi’l-İslam, Kahire: Mektebetü Vehbe, 1986.‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪328 (33‬‬
‫الشريعة على مرونتها وسعتها ويسرها وأن األصل في فقه المعامالت هو اإلباحة وأن الحرام هو‬
‫يعتد به إال بنص شرعي صريح‪.‬‬
‫االستثناء وال ُّ‬
‫رابــعــا‪:‬إن الــواقــع المعيش في خصم التطورات والمستجدات يتطلب وجــود علماء ربانيين‬
‫ومجتهدين فقهاء من أمثال الشيخ أطفيش والشيخ بيوض للتصدي للقضايا االجتهادية ليس على‬
‫مستوى المذهب اإلباضي بل على مستوى المذاهب اإلسالمية لكون الواقع في ظل العولمة لم يعد‬
‫قضية مذهب أو رأي إمام أو فقيه وإنما األمر يشكل تحدي على مسار الحضاري لألمة اإلسالمية‬
‫جمعاء‪ ،‬فالواقع الفقهي لكثير من القضايا في األسواق والمعامالت يتطلب اجتهادا جماعيا وضمن‬
‫مجمعات علمية أكاديمية‪ ،‬ومن أبرز هذه التحديات مفهوم الربا بشقيه ربا البيوع والديون الذي لم‬
‫تستطع المنظومة الفقهية أن تضع له مفهوما متكامال لنظرية الربا في اإلسالم‪.‬‬
‫وصل اللهم وبارك على النبيء المصطفى عليه أزكى الصالة والسالم‪.‬‬
‫و الحمد هلل أوال وأخيرا‪،‬‬
‫ّ‬
‫‬
‫‪(32) 329‬‬
‫العطاء‪ ،‬فالنموذج الذي عرضناه مثال حي‪ ،‬فقد مضى ردح من الزمن يتسلط فيه اليهود على تلك‬
‫األسواق بشرائها من السلطة‪ ،‬فلم يستطع األهالي اقتحام هذا المجال‪ ،‬ال لعجز مادي‪ ،‬بل لنص‬
‫شرعي يحرم شراء «المكس»‪ ،‬لم يجرأ أحد الفقهاء أن يتفقه في األمر ويفتي بما ما ال يصدم النص‬
‫ويحقق مصالح األمة‪ ،‬إلى أن قيد اهلل لهذه األمة من التصدي لبيان الحق من الباطل والحالل من‬
‫الحرام‪ ،‬فأنقذ المجتمع من الضيق والعنت إلى يسر الشريعة ورحابتها‪.‬‬
‫ثانيا‪:‬إن تغيير الواقع وضــرورة إقناع الناس بما ألفوه ال يستطيع القيام به إال أولــو العزائم‬
‫والراسخون في العلم‪ ،‬فعليهم إعداد العدة والثقة في النفس واإلدراك العميق لالجتهاد الذي توصلوا‬
‫إليه‪ ،‬فكم القى الفقهاء المجددون من عنت في إقناع قومهم بفقههم الجديد‪،‬و اتهموا بااللتفاف على‬
‫النصوص والتخلي عن شرع اهلل‪ ،‬وأبرز مثال تاريخي هو قرار‪،‬سيدنا عمر بن الخطاب رضي اهلل‬
‫عنه‪ ،‬عندما اجتهد في عدم توزيع الغنائم على الفاتحين وجعلها فيئا في بيت مال المسلمين‪ ،‬فقد‬
‫احتج معارضوه بالنصوص الشرعية الموجبة للتقسيم‪ ،‬إال أن موقفه الراسخ وثقته بنفسه وإخالصه‬
‫لدين اهلل ألهمه الرشد والصواب‪ ،‬فاقتنع معارضوه باجتهاده عمق فهمه للنص الشرعي‪ .‬وهو ما وقع‬
‫لكل المجددين عبر العصور‪ ،‬وقد قدمنا صورة للعنت الذي واجهه الشيخ بيوض في فتواه في جواز‬
‫شراء المكس‪.‬‬
‫ثالثا‪:‬إن التجديد الفقهي ال يقتصر على إصدار الفتوى فحسب‪،‬فهي خطوة هامة غير أنها غير‬
‫كافية‪ ،‬فالمرحلة األصعب هو تطبيقها في أرض الميدان‪ ،‬وهذا األمر بحاجة إلى سلطة واقعية تقوم‬
‫بالتنفيذ والوعي الفردي والجماعي‪ ،‬وإال فما قيمة فتوى الشيخ لو لم يبادر هو بنفسه بتطبيقها مع‬
‫جماعته‪ ،‬وهو ما يتمتع به المجتمع اإلباضي‪ ،‬حيث ال يزال يتمتع بسلطة محلية في مساحة معينة‪ ،‬من‬
‫خالل نظام العزابة الذي له صالحيات دينية واجتماعية في المجتمع الميزابي‪ ،‬وهذه الصالحيات‬
‫تزداد وتنحسر حسب الوضع العام للوطن‪.‬فقد وظّف الشيخ بيوض هذه الصالحيات لتجسيد‪ ،‬فتواه‬
‫على أرض الواقع‪.‬‬
‫رابعا‪:‬المهمة الرئيسية للفقيه هو استخراج الحكم الشرعي للسلوك اإلنساني في جميع مجاالت‬
‫الحياة‪ ،‬ببيان الحالل والحرام والمندوب والمكروه والمباح‪ ،‬والشارع الحكيم يشدد وينعى على‬
‫من يحرم الحالل بنفس الشدة فيمن يبيح الحرام‪ ،‬وفي ذلك نصوص شرعية عديدة محكمة من‬
‫ّ‬
‫الكتاب والسنة‪ ،‬وهذا االتجاه المتشدد نراه بارزا في فقه المعامالت في المذهب اإلباضي‪ ،‬يقول‬
‫الشيخ أطفيش موجها خطابه للفقهاء وهو بصدد الحديث عن حكم معاملة استجدت في وقته وهو‬
‫المعاملة «بالكارطة‪« :‬و كل من جعل الحالل حراما إنما هو اتباع لهواه وطلب األجرة على ذلك‬
‫وكل ما أخذه من مال على تحريم المعاملة «بالكارطة» على غير جنسها حرام ورشوة على الحرام‬
‫«‪ 12‬ويذهب في تشدده في تحريم الحالل لكونه افتراء على اهلل وتضييق لما أباحه الشارع الحكيم‪،‬‬
‫فيجعل من شروط مستحقي الزكاة أنها ال تعطى لمن يحرم الحالل‪ ،13‬ويرمي من وراء ذلك بقاء‬
‫‪12‬‬
‫‪13‬‬
‫أمحمد أطفيش‪ ،‬رسالة في معاملة الكاركة‪ ،‬جوابات القطب ‪،‬ص‪12 :‬‬
‫نفس الرسالة‪ ،‬ص‪27 :‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪330 (31‬‬
‫المجتمع من خلفه لتطبيق تلك الفتوى‪ ،‬فلم يكن فقيها فحسب‪ ،‬بل هو زعيم أمة وقائد حركة‬
‫إصالحية دينية اجتماعية جنّد وراءه مجتمعه للقيام باإلصالح بدءا من بلدته القرارة لينتقل األمر إلى‬
‫مختلف قرى ميزاب‪ ،‬فقد اقنع أمته والتفت حوله الجموع لمواكبة حركته‪ ،‬هذه الجموع أدركت أن‬
‫الرائد والدليل ال يكذب أهله‪ ،‬فمضت من ورائه في ثقة واطمئنان‪ .‬ولقد انتهج الشيخ هذا المنهج‬
‫في كثير من إصالحاته الدينية واالجتماعية‪ 11.‬وعلى هذا تآلفت جماعة من القرارة‪ ،‬كان األستاذ على‬
‫رأسها‪ ،‬فاشترت سوقها‪ ،‬فحذا حذوهم بعض المدن األخرى‪ ،‬بيد أنها تبرعت بالعدد لضؤولته‪ ،‬ولم‬
‫تقبض على أرباب البضائع معلوم المكس‪ ،‬كما فعلت القرارة»‪.‬‬
‫غير أن األمر لم ينته في هذه المرحلة من مواجهة احتكار اليهود‪ ،‬بل دخل الشيخ بيوض في‬
‫معركة كالمية أخرى مع الجامدين والفقهاء المقلدين الذي يعتبرون فتوى الشيخ ال تقل خطورة من‬
‫عمل اليهود نفسه‪ ،‬فلم تبق المعركة سجاال بين الشيخ ومعارضيه من الفقهاء المقلدين‪ ،‬بل امتدت‬
‫بالتحريض ضده على مستوى قرى وادي ميزاب‪ ،‬فطاف بعض المغرضين منددين على الشيخ‬
‫تجويزه شراء المكس باستثارة الجماهير ضده وتأليف جبهة ضده‪ ،‬فكادت أن تحدث فتنة وفساد‬
‫كبير‪ ،‬فاتهموا الشيخ بالرقة في الدين والتمرد على تعاليم اإلسالم‪ ،‬فقد كان باإلمكان أن يجتمع‬
‫هؤالء بالشيخ في مناظرة علمية يعرض كل رأيه وحجته ثم ينصاع الجميع للحق ويركن للرأي‬
‫السديد‪ ،‬فاألمر في الحقيقة أكبر من ذلك‪ ،‬فإن حركة الشيخ اإلصالحية لم تنل رضا بعض النفوس‬
‫المريضة والجامدة على القديم التي تأبى أي إصالح أو تجديد‪ .‬غير أن األيام والوقائع أظهرت‬
‫صواب اجتهاد الشيخ بيوض‪ ،‬بعد ما عم نفعها وقطف المجتمع ثمارها‪.‬‬
‫ّ‬
‫خالصة واستنتاجات‪:‬‬
‫إن االجتهاد المقاصدي هو لب الفقه اإلسالمي ‪ ،‬فال يمكن للشريعة اإلسالمية أن تواكب‬
‫التطورات بدون تفقه أسرار الشريعة والغوص في عمق معانيها من خالل النصوص الثابتة التي ال‬
‫أخر تقدم المسلمين‪ ،‬أمرين اثنين كل يشكل‬
‫يأتيها الباطل من بين أيديها ومن خلفها‪ ،‬وما أشد ما ّ‬
‫خطرا على واقعهم ومستقبلهم‪ ،‬األول‪ :‬الجمود الفكري والتحجر الديني‪ ،‬الثاني‪:‬التحرر الفكري‬
‫والتسيب الديني‪ ,‬مما يقتضي سلك السبيل الثالث والطريق الوسط وهو االجتهاد المقاصدي وتوظيف‬
‫ملكة الفقه في الجمع بين النصوص الثابتة ومراعاة التطورات والوقائع المستجدة‪ ،‬وهذا ما التزمت‬
‫به المدرسة المقاصدية التي توجد في صميم كل مذهب من المذاهب اإلسالمية‪ ،‬ويظهر هذا التيار‬
‫واضحا في المذهب اإلباضي‪ ،‬وقد عرضنا لنموذج من فقه األسواق الذي يظهر فيه كثيرا تجاذب‬
‫اآلراء الفقهية بين المتمسكين بحرفية النصوص والمتعمقين في فهم مراميها ومقاصدها‪ ،‬ويمكن لنا‬
‫أن نخلص من فتوى الشيخ بيوض في إباحة شراء «المكس» إلى هذه النتائج واالستنتاجات‪:‬‬
‫أوال‪:‬بما أن النصوص منتهية والحوادث والمستجدات في قضايا المعامالت المتناهية‪ ،‬يتطلب‬
‫التصدي لتلك الوقائع‪ ،‬مما يستدعي تجديد البناء الفقهي في كل عصر ومصر ‪،‬و إال توقفت عجلة‬
‫‪11‬‬
‫قضية القضاء على بيوت الدعارة قضية القضاء على المخامر‬
‫‬
‫‪(30) 331‬‬
‫ففي حقيقة األمر إذا اعتبرنا أن الخراج (الضريبة ) التي تفرضها السلطة على األسواق سياسة‬
‫شرعية راعتها لتحقيق مصالح عامة لكونها تصب في الخزينة العمومية‪،‬فالشريعة اإلسالمية تمنح‬
‫السلطة لولي األمر فرض الوظائف المالية متى رأت المصلحة تتحقق من وراء ذلك‪ ،‬مع مراعاة‬
‫قبل ذلك الخراج من وسطاء‪ ،‬وهو ما‬
‫الضوابط الفقهية واالقتصادية ‪،‬غير أن اإلشكال يكمن في َت ُّ‬
‫أشار أبو يوسف في نصيحته لهارون الرشيد‪ ،‬بأن يفرض خراجا مباشرا على السواد بدون واسطة‬
‫المتقبلين‪ ،‬ونفس الصورة تنطبق على اجتهاد الشيخ بيوض العملي في تحرير فريضة(الرسوم) التي‬
‫ّ‬
‫تفرضها السلطة من أيدي اليهود‪.‬‬
‫يصف المؤرخ الشيخ عبد الرحمن بكلي استغالل اليهود الوضع‪ ،‬والموقف الفقهي للمسلمين‬
‫لقضية المكس‪»:‬فقد كان سكان الوطن يتحرجون من اقتراب ساحته‪ ،‬بل يفرون منه فرار السليم‬
‫من األجرب لتشديد علمائنا المقلدين في شرائه مهما مهما كانت صورته‪ »9‬فخلى الجو لهؤالء‬
‫لالستغالل واالستفادة من الفارق بين الضريبة الحقيقية وما يفرضونه على الناس‪ ،‬فما كان من‬
‫موقف الشيخ االجتهادي الذي أدرك بحسه الواقعي وملكته الفقهية‪ ،‬أن النص الشرعي في تحريم‬
‫«المكس» ال ينطبق على هذه الصورة التي في الحقيقة تصب في المقصد العام للسوق اإلسالمية‬
‫وحمايتها من االحتكار وأكل أموال الناس بالباطل‪ ،‬فهو بذلك يحارب تلك الوسائط الطفيلية التي‬
‫بالتقبل‪ ،‬أي تدفع تلك الرسوم‪-‬الضريبية ‪ -‬من السلطة ثم تأخذ أضعافها‬
‫تستغل األوضاع‪ ،‬فتقوم‬
‫ّ ُ‬
‫منه المواطنين‬
‫فقد حدد الشيخ في فتواه المقصد منها‪:‬‬
‫تحرير السوق من ضغوط المحتكرين‬‫ وضعها بأيدي أمينة بمزاحمة العنصر الدخيل(اليهود)‬‫وحتى يتضح المقصد والغرض‪،‬فكر الشيخ بشراء السوق جماعيا‪ ،‬أي باشتراك أفراد المجتمع‪،‬‬
‫ويتمحص هدف تحقيق المصلحة العامة‪».‬يشتروه ويقبضوا المعاليم(الرسوم)‬
‫لينتفي الغرض الربحي‬
‫ّ‬
‫التي فرضتها الحكومة على البضائع بال زيادة وال نقصان‪ ،‬حتى إذا ما استردوا العدد وما يستتبعه من‬
‫‪10‬‬
‫المصاريف وأجرة العاملين‪ ،‬كفوا عن القبض وأعفوا السوق من ضريبة المكس»‬
‫هذا اإلجراء الذي قام به الشيخ بيوض مع جماعته حقق نتائج إيجابية عديدة‪:‬‬
‫الشراء الجماعي‪ ،‬تفادي العبء على األفراد‬‫الهدف االجتماعي‪ ،‬إزاحة الدخيل وبقاء السوق ألهلها‪.‬‬‫تخفيف وطأة الرسوم على منتفعي السوق‪ ،‬بانخفاض الرسوم‬‫فالشيخ بيوض لم يكتف بإصدار فتوى جواز شراء «المكس» بل تبع ذلك بخطوة عملية بتحريك‬
‫‪9‬‬
‫‪10‬‬
‫عبد الرحمن بكلي ‪ ،‬مسيرة اإلصالح‪ ،‬ص‪121:‬‬
‫عبد الرحمن بكلي‪ ،‬مسيرة اإلصالح في جيل‪ ،‬ص‪122:‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪332 (29‬‬
‫الوضع وقبول األمر الواقع والبقاء تحت سيف تسلط حفنة من اليهود المحكمة في رقاب الناس‪.‬‬
‫وحقيقة هذا المكس هو قيام السلطة بفرض ضريبة جزافية (خراج) على منافع األسواق‪ ،‬فيتقبلها‬
‫شخص واحد‪ ،‬بأن يلتزم أمام السلطة بدفعها‪ ،‬ثم يقوم هو بتفريقها على كل من ينتفع بخدمات‬
‫السوق‪ ،‬غير أن الواقع أن هذا المتقبل يتعسف في فرض تلك الضريبة على األفراد ليكون الفارق‬
‫أكبر بين ما يدفعه للسلطة وما يدخل جيبه أرباحا كثيرة‪،‬تلك هي الوضعية التي عاشها سكان الجنوب‬
‫ومنطقة ميزاب خاصة‬
‫‪6‬‬
‫رابعا‪ :‬فتوى الشيخ بيوض ودالالتها المقاصدية‬
‫أدرك الشيخ بيوض هذه الوضعية الحرجة‪،‬التي عايشها واصطلى بنارها المجتمع خاصة مع‬
‫تشبث الفقهاء المقلدين بالنص الشرعي وحرفيته وعدم االجتهاد في مالبساته ومقاصده‪ ،‬حيث لم‬
‫يتجرأ أي فقيه بالنظر المقاصدي في القضية التي سببت عنتا وضيقا لألمة‪ ،‬مما جرأ اليهود على‬
‫ّ‬
‫احتكار شراء هذه األسواق وامتصاص دماء الضعفاء وإذالل من لم يقدر على التسديد أو تماطل‬
‫في الدفع باالستعانة بالسلطة العسكرية‪.‬فلقد أدرك الشيخ بملكته الفقهية التي وهبها اهلل تعالى له‪،‬‬
‫وهنا مربط الفرس‪ ،‬فالفقيه ليس ذلك الذي يحفظ على ظهر الغيب المسائل الفقهية وأقوال الفقهاء‪،‬‬
‫وال يملك البناء الفقهي الذي يستنبط منه الحكم على النوازل وإدراك الحدود بين الحالل والحرام‪،‬‬
‫وقد فصل الرسول األكرم في األمر بقوله»رب حامل فقه إلى من هو أفقه منه‪ ،‬ورب حامل فقه ليس‬
‫بفقيه»‬
‫أرى وكأن الشيخ بيوض استلهم اجتهاده وموقفه من سيرة الرسول (ص) وهديه‪ ،‬فقد روت كتب‬
‫السيرة والتاريخ أن النبيء (ص) لما قدم المدينة وجد اليهود يحتكرون األسواق التجارية والتبادل‬
‫المالي‪ ،‬وكانت السوق الرئيسية التي يهيمنون عليها هي سوق «بني قينقاع» وكانوا على سجيتهم‬
‫المستغلة من أكل السحت والسعي وراء الكسب من أي باب‪ ،‬فكانوا يضربون على الناس فيها‬
‫الخراج ويبيعون فيها األماكن أو يحتكرونها‪ ،‬وكانت لهم السيادة على الحياة االقتصادية‪ .‬فما كان‬
‫منه (ص) إلى أن مضى إلى مكان فسيح صالح ُحر وضرب فيه برجله الكريمة وقال‪»:‬هذه سوقكم‬
‫فال ينتقص وال يضرب عليه خراج « فقامت السوق قوية منظمة حرة‪ ،‬وكان مما اعتنى به عليه السالم‬
‫هو حرية السوق وإتاحة الفرصة المتكافئة للجميع‪ ،‬ومقاومة كل سلطان يراد به التأثير أو االستئثار‬
‫‪7‬‬
‫بأي امتياز‪.‬‬
‫يقول الشيخ عبد الرحمن بكلي‪ »:‬فما كان من األستاذ(الشيخ بيوض) الذي يرى اإلسالم‬
‫سببا لتحرير أبنائه ال الستعبادهم‪ ،‬إال أن أفتى بجواز شراء المكس وقبضه ومزاحمة هذا العنصري‬
‫‪8‬‬
‫الطفيلي‪ ،‬وإقصائهم ‪ -‬ما أمكن‪ -‬من ميدان عام اتخذوه وسيلة لتفقير األمة وإذاللها‪».‬‬
‫التقبل‪ :‬اإللتزام بعقد‪ ،‬يقال ‪ :‬تقبل العمل من صاحبه إذا التزمته بعقد‪ ،‬وهو معروف منذ القديم في‬
‫‪6‬‬
‫األسواق‪ ،‬وقد نهي عنه لمافيه من ظلم وتعسف‬
‫عبد السميع المصري ‪ ،‬التجارة في اإلسالم ‪ ،‬ص‪17:‬‬
‫‪7‬‬
‫عبد الرحمن بكلي‪ ،‬مسيرة اإلصالح في جيل‪ ،‬ص‪122:‬‬
‫‪8‬‬
‫‬
‫‪(28) 333‬‬
‫أسواق المدينة في فترة ما‪.‬‬
‫ولمعرفة الحكم الشرعي “المكس” نقوم بتعريفه ثم بيان حكمه‪:‬‬
‫ّ‬
‫يرد المكس في اللغة بمعنى الجباية‪ 3‬وقد سميت الدراهم التي كانت تؤخذ من بائعي السلع في‬
‫األسواق في الجاهلية – مكسا‪ -‬تسمية بالمصدر‪،‬كذلك يرد بمعنى الظلم‪ ،‬وبمعنى االنتقاص من‬
‫الشيء‪ ،‬ومنه أطلق على الدراهم الذي كان يأخذها المتصدق بعد فراغه من الصدقة‪ .‬أما االصطالح‬
‫عد بعض الفقهاء جباية المكوس من‬
‫الفقهي فغالبا ما يطلق على الضرائب غير الشرعية‪ ،‬ومن هنا ّ‬
‫الكبائر‪ ،‬ألن الماكس يأخذ هذه الضريبة بغير حق‪ ،‬وعلى هذا حمل الفقهاء قول النبيء (ص)»ال‬
‫يدخل الجنة صاحب مكس»‪ ،‬وقد يأخذ «المكس» صورة «التقبل»و هو ما أشار إليه أبو يوسف في‬
‫إرشاداته وتوجيهاته المالية للخليفة هارون الرشيد»و رأيت أال ُتقبِل شيئا من السواد وال غير السواد‬
‫ّ‬
‫المتقبل إذا كان قبالته فضل من الخراج عسف أهل الخراج وحمل عليهم ما ال يجب‬
‫من البالد‪ ،‬فإن‬
‫ُ ّ‬
‫عليهم وظلمهم وأخذهم بما يجحف بهم مما دخل فيه»‪ 4‬و»المتقبل» ال يبالي بمصلحة االقتصاد‬
‫والسوق ما دام يحقق أغراضه من المكاسب التي بجنيها من تقبله‪.‬‬
‫ّ‬
‫من خالل تعريفنا لكل من «المكس» و»التقبل» يظهر أن المكس قد يكون ضمن سياسة شرعية‬
‫عادلة يقوم بها ولي األمر‪ ،‬بينما «التقبل» هو استغالل بعض الوسطاء في جمع تلك المكوس‪.‬‬
‫ثالثا‪ :‬أوضاع أسواق ميزاب في ظل الحكم العسكري الفرنسي للجنوب الجزائري‬
‫لقد عرفت األسواق التجارية في ميزاب إبان العهد االستعمار الفرنسي البغيض تسلطا واحتكارا‬
‫من فئة اليهود‪،‬هذه الجالية التي انتقلت إلى ميزاب في فترات تاريخية ومن أنحاء مختلفة من‬
‫الشمال اإلفريقي ومن الجنوب‪ ،‬إما حرفتهم بداية كانت تقتصر على صياغة الحلي وصناعة األواني‬
‫المعدنية‪ ،‬وكان ال يسمح لهم بممارسة التجارة وال امتالك األراضي‪ 5‬فأخذوا يشكلون قوة اقتصادية‬
‫منذ العهد العثماني‪ ،‬واشتهرت عائالت منهم في التجارة الخارجية‪ ،‬وازداد نفوذهم وسيطرتهم مع‬
‫دخول االستعمار الفرنسي في الجزائر في الثلث األول من القرن التاسع عشر‪،‬لذا فإن تحكمهم في‬
‫االقتصاد المحلي هو امتداد طبيعي لنفوذهم على المستوى المركزي‪ ،‬فقد تحكموا في مفاصل هذه‬
‫السوق بالتواطؤ مع السلطات العسكرية الفرنسية المحلية‪ ،‬واستغلوا تحري المسلمين من قبض‬
‫«المكس» الذي تتمثل في الضريبة التي تفرضها السلطة على بائعي األسواق‪ ،‬فيمتصون بذلك أموال‬
‫الناس ويأكلونها ظلما وعدوانا‪ ،‬وإذا ما اشتكى المواطن من تعسف اليهود في فرض هذه الضريبة‬
‫جزافيا رفع أمره إلى الحاكم العسكري‪ ،‬فيجبره على دفعها بقوة السلطة‪.‬‬
‫ولقد ضاق السكان ذرعا بهذا الوضعية الجائرة‪ ،‬فأصبح الوضع بين أمرين‪ ،‬إما أن ينتدب أحد‬
‫المواطنين بالوساطة بجمع تلك الضريبة عدال وتسليمها للحاكم العسكري‪ ،‬وفي ذلك مخالفة شرعية‬
‫وتصادما مع نص شرعي يحرم أخذ «المكس» ويتوعد الماكس بالوعيد الشديد‪ ،‬وإما السكوت على‬
‫‪3‬‬
‫‪4‬‬
‫‪5‬‬
‫نزيه حماد ‪ ،‬معجم المصطلحات‪ ،‬ص‪438:‬‬
‫أبو يوسف ‪ ،‬الخراج‪،‬ص‪228:‬‬
‫يوسف بن بكير الحاج سعيد‪ ،‬تاريخ بني مزاب‪ ،‬ص‪59:‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪334 (27‬‬
‫ثانيا‪ :‬المكس مفهومه وحكمه الشرعي‬
‫ثالثا‪ :‬أوضاع أسواق ميزاب في ظل الحكم العسكري الفرنسي للجنوب الجزائري‬
‫رابعا‪ :‬فتوى الشيخ بيوض ودالالتها المقاصدية‬
‫خالصة واستنتاجات‪:‬‬
‫أوال‪ :‬البعد المقاصدي للفقه اإلباضي‪:‬‬
‫يصنف المذهب اإلباضي مع المذاهب التي تجنح العتبار المقاصد الشرعية خاصة عند غياب‬
‫النص‪ ،‬فهو قرين المذهب المالكي في األخذ بالمصالح المرسلة وسد الذرائع ‪،‬و نلمس ذلك‬
‫واضحا في العقود‪ ،‬إذ يرى أن العقد هو انعكاس لنية ومقصد العاقد‪ ،‬فال يكتفي بصورية العقد‪ ،‬فإذا‬
‫كان مقصد العاقدين ال يتالءم مع شكل العقد‪ ،‬يكون العقد فاسدا باطال ديانة وقضاء‪ ،‬فهذا االتجاه‬
‫الفقهي يأخذ بالمآالت والمقاصد‪ ،‬ويعطي للنية المقام األساسي في تفسير سلوك العاقدين‪ ،‬فتحريم‬
‫بيع العينة وبيع الوفاء انعكاس لهذا االتجاه‪ .‬لذلك يميل المذهب اإلباضي إلى تحريم كل أنواع‬
‫التواطؤ والتحايل لاللتفاف على الحكم الشرعي‪ ،‬فخلى من األخذ بالتحايل والمخارج‪ ،‬ومن جانب‬
‫آخر توسع في المصالح المرسلة وسد الذرائع‪.‬‬
‫ومن أُسس االتجاه المقاصدي مراعاة الحكمة من تشريع كل حكم شرعي انطالقا أن األحكام‬
‫الشرعية كلها معللة‪ ،‬مع مراعاة ظروف الزمان والمكان وتغير األحوال‪ ،‬فتجديد الوقائع واألقضية‬
‫تتطلب فقها وإدراكا ألسرار الشريعة ومراميها للحكم بما يتناسب وروح الشريعة السمحاء‪ .‬فالمذهب‬
‫اإلباضي ذهب بعيدا في هذا المنحى وال يرى غضاضة في مخالفة أئمة المذهب في الرأي واألخذ‬
‫باالجتهاد المناسب للواقعة‪ ،‬ونحصي آراء عديدة في المسألة الواحدة‪.‬‬
‫لقد انعكست الظروف التاريخية على واقع االجتهاد الفقهي للمذهب واالعتناء بالفقه الواقعي‬
‫في جميع مجاالت الحياة وعــدم االقتصار على فقه العبادات والمعامالت‪ ،‬وســوف نلمس هذا‬
‫الجانب جليا في استعراضنا الجتهاد الشيخ بيوض في قضية «المكس»‪ ،‬وقد يُغ ّلب على بعض‬
‫االجتهادات طابع السياسة الشرعية‪،‬منه باالجتهاد الفقهي‪ ،‬خاصة نظرا لطبيعة المجتمع اإلباضي‬
‫الميزابي الذي تحكمه إلى حد اآلن سلطة روحية وهو نظام العزابة المعروف باإلمامة الصغرى‪.‬‬
‫ثانيا‪ :‬المكس مفهومه وحكمه الشرعي‬
‫إن السوق اإلسالمية تحكمها الحرية االقتصادية المنضبطة وتعمل قوى العرض والطلب عملها‬
‫في تشكيل األسعار بدون احتكار أو تدخل من أي طرف‪ ،‬ويبقى دور الدولة الحماية والرقابة‪،‬‬
‫تحمي هذه السوق من أي رسوم جائرة حفاظا على استقرار األسعار وثباته‪،‬وال تتدخل السلطة‬
‫المالية إال في حالة اختالل التوازن واحتكار طرف من األطراف حالة السوق لصالحها ‪ ،‬تلك هي‬
‫الفلسفة العامة للسوق اإلسالمية النابعة من أقوال الرسول الكريم (ص) ومن تطبيقاته عند إنشاء‬
‫سوق المدينة‪ ،‬ومن رفضه لسياسة التعسير التي اقترحها عليه الصحابة الكرام لما غلت األسعار في‬
‫‪(26) 335‬‬
‫‬
‫مقدمة‪:‬‬
‫إن الشريعة اإلسالمية شرعت من أجــل تحقيق مصالح الخلق ودرء المفاسد عنهم‪ ،‬فكل‬
‫أحكامها تنبع من هذا المقصد السامي‪ ،‬فلقد استأنس الفقهاء عبر العصور وفي مختلف المذاهب‬
‫بالمقاصد الشرعية في اجتهاداتهم الفقهية في القضايا التي ال نص فيها‪.‬أو التي تحتاج إلى تجديد‬
‫االجتهاد فيها‪.‬‬
‫من القضايا التي اجتهد فيها الفقهاء وأصدروا فيها بآرائهم قضايا فقه األسواق‪،‬و أهمها على‬
‫اإلطالق قضية «التسعير»و قضية «المكس» وما دار بينهم من خالف في حكمهما الشرعي‪،‬فمنهم‬
‫من تمسك بالنص فأفتى بحرمة التسعير والمكس مهما كانت الظروف واألوضاع ومنهم من تعمق‬
‫في فهم النص ووقــف على المقصد الشرعي من تلك األحكام‪ .‬فاألصل الــذي يقوم عليه الفقه‬
‫اإلسالمي ضمان حرية األسواق وعدم فرض رسوم عليها طبقا لما نص عليه الرسول (ص)‪ ،‬فإذا‬
‫أخذنا بالنصوص الشرعية العامة نجد أنها ال تجيز ال التسعير وال المكس‪ ،‬غير أن الفقهاء المجتهدين‬
‫وعلى رأسهم فقيه الصحابة بال منازع‪ ،‬سيدنا عمر بن الخطاب رضي اهلل عنه استطاعوا بملكتهم‬
‫الفقهية وتعمقهم في فهم مقاصد الشريعة ومراميها أن يستنبطوا أحكاما قد تبدو في ظاهرها مصادمة‬
‫المتمعن والمدرك للمقاصد الشرعية يستنتج أنها من صميم‬
‫ومعارضة للنص الشرعي‪ ،‬غير أن‬
‫ّ‬
‫الحكم الشرعي‪.‬‬
‫فظروف الزمان والمكان قد تتدخل في تغيير الحكم ما دام منسجما ومتماشيا مع روح الشريعة‬
‫ومقاصدها العامة‪ ،‬وفــي هــذه الورقة نعرض نموذجا من أحكام «المكس» ومالبساته الشرعية‬
‫واالجتماعية واالقتصادية‪ ،‬أفتى فيه أحد مشائخ اإلباضية في العصر الحديث وهو العالمة الشيخ‬
‫بيوض ‪1‬في قضية شراء «المكس» إبان العهد االستعماري الفرنسي للجزائر‪ ،‬نقف على فقه هذا‬
‫العالم الذي انتهت إليه إمامة المذهب اإلباضي بعد قطب األئمة‪ 2‬في القرن العشرين‪ ،‬ضمن أربعة‬
‫نقاط مع خالصة‪:‬‬
‫أوال‪ :‬البعد المقاصدي في المذهب اإلباضي‬
‫الحجة ‪1316‬هـ‪ 21/‬أفريل ‪1899‬م ‪ -‬وتوفي يوم األربعاء‬
‫إبراهيم بن عمر ُّبيوض (ولد يوم الجمعة ‪ 11‬ذو‬
‫‪1‬‬
‫َّ‬
‫اإلصالحية في الجنوب الجزائري‪ِ ،‬‬
‫مفسر فقيه‪ ،‬خطيب‬
‫الحركة‬
‫رائد‬
‫‪1981‬م)‪:‬‬
‫جانفي‬
‫‪14‬‬
‫‪1401‬هـ‪/‬‬
‫األول‬
‫ربيع‬
‫‪8‬‬
‫ّ‬
‫َّ‬
‫مجدد‪ ،‬محارب للخرافات والبدع‪ .‬ولد بالقرارة‪ ،‬وفيها تع َّلم‬
‫محنك‪،‬‬
‫مفوه‪ ،‬نابغة ذكي‪ ،‬وزعيم‬
‫وسطي الفكر ِّ‬
‫سياسي َّ‬
‫َّ‬
‫ُّ‬
‫ٌّ‬
‫ٌّ‬
‫واستدمارية عصيبة‪ .‬عضو في إدارة جمعية‬
‫ة‬
‫اجتماعي‬
‫ظروف‬
‫في‬
‫الحياة‬
‫وجمعية‬
‫معهد‬
‫س‬
‫أس‬
‫َّ‬
‫عن مشايخها آنذاك‪َّ .‬‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫وفسر القرآن في ‪ 40‬عاما‪ .‬فرضت عليه فرنسا اإلقامة‬
‫العلماء المسلمين الجزائريِّين‪َّ .‬‬
‫درس فتح الباري في ‪ 14‬عاما‪َّ ،‬‬
‫التنفيذية المؤ َّقتة‪ .‬أَحبط مؤامرة فصل الصحراء عن الشمال‬
‫اللجنة‬
‫في‬
‫للتربية‬
‫مندوبا‬
‫الجبرية لثالث سنوات‪ .‬عيِن‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫ّ‬
‫مسجل‪ ،‬وفتاوى مطبوعة‪ ،‬ومئات‬
‫تفسير‬
‫له‪:‬‬
‫وفاته‪.‬‬
‫يوم‬
‫إلى‬
‫سعيد‬
‫عمي‬
‫لمجلس‬
‫رئيسا‬
‫اإلجباري‪ .‬انتخب‬
‫والتجنيد‬
‫ِ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫ّ‬
‫مقدمة في رحاب‬
‫ومذكرات‪،‬‬
‫وعدة مقاالت‬
‫ِّ‬
‫وجم غفير من الطلبة والزعماء المصلحين‪ .‬ينظر‪ِّ :‬‬
‫الدروس المسجلة‪َّ ،‬‬
‫ٌّ‬
‫ِ‬
‫التراث‪ :‬معجم أعالم اإلِب ِ‬
‫اضية‪ ،‬ترجمة رقم‪.23-20/2 ،33 :‬‬
‫جمعية‬
‫القرآن‪ ،‬الطبعة الثانية‪.58-26/1 ،‬‬
‫َ َّ‬
‫َّ ُّ َ‬
‫جل علومه من أخيه‬
‫‪2‬‬
‫الشيخ اطفيش أمحمد بن يوسف من مواليد بني يسجن عام ‪ ،1821 /1236‬أخذ ّ‬
‫األكبر‪ ،‬خلف الحاج محمد باحيو في مشيخة المسجد‪ ،‬تخرج على يده عشرات من التالميذ ‪ ،‬من مزاب وجربة‬
‫وجبل نفوسة‪ ،‬ترك تراثا ضخما في التفسير والتجويد والفقه وأصوله وعلم التوحيد وعلم الكالم والفلسفة‪،‬‬
‫يعد مجدد الفقه اإلباضي ‪ ،‬توفي‬
‫واللغة العربية وعلومها‪ ،‬قارع االستعمار الفرنسي‪ ،‬حارب الفساد والجمود‪ّ ،‬‬
‫‪ ،1914 /1332‬عن عمر يناهز ستا وتسعين سنة(انظر معجم أعالم اإلباضية)‬
İslâmî İlimler Dergisi, Yıl 10, Cilt 10, Sayı 1, Bahar 2015 (25/34-336-327)
‫البعد المقاصدي في فقه األسواق عند اإلباضية‬
‫فتوى الشيخ بيوض في جواز شراء «المكس» نموذجا‬
*
‫محمد صالح حمدي‬
‫ملخص‬
‫و أهمها‬،‫من القضايا التي اجتهد فيها الفقهاء وأصــدروا فيها بآرائهم قضايا فقه األســواق‬
‫على اإلطالق قضية «التسعير»و قضية «المكس» وما دار بينهم من خالف في حكمهما‬
‫الشرعي هذه الورقة تعرض نموذجا من أحكام «المكس» ومالبساته الشرعية واالجتماعية‬
‫ حيث يبرز المقال أحد مشائخ اإلباضية في العصر الحديث وهو العالمة‬،‫واالقتصادية‬
،‫الشيخ بيوض في قضية إباحة شراء «المكس» إبان العهد االستعماري الفرنسي للجزائر‬
‫ويقف المقال على فقه هذا العالم الذي انتهت إليه إمامة المذهب اإلباضي بعد قطب‬
.‫األئمة في القرن العشرين‬
İBADİYE’YE GÖRE TİCARET FIKHINDA MAKASID BOYUTU
-Şeyh Beyyud’un Vergi Satışına Cevaz Veren Fetvası ÖrneğiÖZ
Vergilendirme ve fiyat koyma, ticaret fıkhının ilgilendiği en önemli
konuların başında gelir. Bu ikisinin şer’i hükümleri noktasında ulema
arasında var olagelen ihtilafı vergilendirmeye ilişkin hükümlerden
hareketle ortaya koyan bu çalışma, Modern dönem İbadiye ulemasından
Şeyh Beyyud’un Fransız işgali döneminde vergi satımına izin vermesi
meselesini merkezine almaktadır. Makale’de, İbadiye mezhebinin son
önderi olan Şeyh Beyyud’un genel fıkıh anlayışı üzerinde de durmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Ibadi, Fıkıh, Vergi, Narh
THE PURPOSES IN THE ISLAMIC COMMERCIAL LAW ACCORDING TO
IBADHIYA
-The example of Sheikh Bayyoud’s Fatwa on Purchasing Taxes
ABSTRACT
Taxation and quoting are absolutely the most promiment issues in the
Islamic commercial law. This study aims to explain the controversy
among Ibhadi scholars about the provisions of taxation and quoting
considering Sheikh Bayyoud’s fatwa on purchasing the taxes during the
French Occupation of Algeria. Beside this the study also elaborates the
understanding of Islamic Law in Sheikh Bayyoud’s thought who is the
last Ibhadi Leader.
Keywords: İbadhiya, Fıqh, Taxes
Makalenin Dergiye Ulaştığı Tarih: 20 Aralık 2014; Hakem ve Yayın Kurulu Değerlendirmesinden
Geçen Makalenin Yayına Kabul Edildiği Tarih: 20 Ocak 2015
‫ الجزائر‬، ‫ باتنة‬،‫جامعة الحاج لخضر‬
*
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪338 (23‬‬
‫قائمة المصادر والمراجع‬
‫فتحي حسن ملكاوي‪ :‬المنهاج والمنهجية؛ ضمن كتاب دورة المنهجية‪ ،‬مصور‬
‫في كتابه‪« :‬منهاج االنقاب اإلسامي»‬
‫حتى المائكة تسأل؛ دار الفكر‪ ،‬دمشق؛ ‪2001/1422‬‬
‫الرؤية الكونية الحضارية القرآنية‪ ،‬ضمن دورة المنهجية‪ ،‬المعهد العالمي‪ ،‬مصور‬
‫المسيري‪ ،‬إشكالية التحيز‪ ،‬رؤية معرفية ودعوة لاجتهاد؛ المعهد العالمي للفكر اإلسامي‪ ،‬سلسلة المنهجية‬
‫اإلسامية‪ ،‬رقم ‪9‬؛ ط‪1418 :3‬هـ‪1998/‬م؛ ج‪1‬‬
‫التعددية؛ سلسلة أبحاث علمية‪ ،‬رقم ‪11‬؛ المعهد العالمي للفكر اإلسامي؛ ‪1417‬هـــ‪1996/‬م و منى عبد‬
‫األمة القطب‪ .‬نفس السلسلة‪.‬‬
‫المنعم‪َّ :‬‬
‫اإلباضية بين الفرق اإلسامية؛ مط‪ .‬العربية‪ ،‬غرداية ‪1987‬م‬
‫عبد الوهاب المسيري‪ :‬رحلتي الفكرية في البذور والجذور والثمر‪ ،‬سيرة غير ذاتية غير موضوعية؛ دار‬
‫الشروق‪ ،‬مصر؛ ط‪2008 :3‬م‪ ،‬ومذكرات مالكوم إيكس‪.‬‬
‫أبو سليمان‪ :‬الرؤية الكونية‬
‫معجم مصطلحات اإلباضية؛ مصور‪ ،‬طور الطبع؛ ‪.952‬‬
‫‪Kaynakça‬‬
‫‪ABDULMUNİM, Müna, el-Ümmetü’l-Kutb, Dünya İslam Düşüncesi Enstitüsü İlmi Ara‬‬‫‪şırmalar Dizisi, y.y, t.y.‬‬
‫‪ATFİŞ, Ebu İshak İbrahim, Hatte’l-melâiketü tes’el, Darü’l-Fikr : Şam, 2001.‬‬
‫‪----------------, el-İbâdiyye beyne’l-firaki’l-İslâmiyye, Gardaya, 1987.‬‬
‫‪----------------, Minhacü’l-inkilâbi’l-islâmi, y.y., t.y.‬‬
‫‪----------------,“er-Rü’yetü’l-kevniyyetü’l-hadariyyeti’l-kur’âniyye”, Devretü’l-Menheciyye,‬‬
‫‪y.y., t.y.‬‬
‫‪----------------, et-Taaddüdiyye, Dünya İslam Düşüncesi Enstitüsü İlmi Araşırmalar‬‬
‫‪Dizisi no 11, y.y, 1996.‬‬
‫‪MELKAVİ, Fethi Hasan, “el-Minhac ve’l-menheciyye”, Devretü’l-Menheciyye içinde,‬‬
‫‪y.y.,t.y.‬‬
‫‪el-MESİRİ, İşkâliyyetü’t-tahayyüz, rü’yetün ma‘rifiyyetün ve da‘vetün li’l-ictihâd, Dün‬‬‫‪ya İslam Düşüncesi Enstitüsü İslam Metodolojisi Dizisi no 9, y.y, 1998.‬‬
‫‪(22) 339‬‬
‫‬
‫محوري في الفكر التوحيدي لدى أبي إسحاق اطفيش‪ ،‬ولدى العديد من‬
‫فهذا ُبعد منهجي‬
‫ٌّ‬
‫لكن الذي يؤسفنا أ َّن‬
‫العلماء الخ َّلص‪ ،‬الذين ال يخلو منهم زمان وال مكان‪ ،‬وال مذهب وال حركة؛ َّ‬
‫ألنه أيسر سبيا‪ ،‬وأكثر نفعا – آنيا –‪ ،‬وأقرب إلى‬
‫الخطاب اإلقصائي‪ ،‬هو الغالب وهو المسيطر‪َّ ،‬‬
‫الجهل والحمية والعصبية‪.‬‬
‫ِ‬
‫تتمكن‬
‫الوحدوي‪ ،‬إلى أن‬
‫التوحيدي‬
‫الخط‬
‫ينمي هذا‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫وإنا لندعو اهلل تعالى أن يبعث َّ‬
‫لألمة من ّ‬
‫فتقدم للبشرية خدمة أحوج ما تكون إليها في أيام محنها المتوالية‪،‬‬
‫األمة‪ ،‬وتنتصر في ّ ِ‬
‫كل المجاالت‪ِّ ،‬‬
‫َّ‬
‫والتي تتصدرها الغطرسة‪ ،‬والتسلط‪ ،‬والظلم المشرك‪ ،‬وإقصاء اآلخر‪.‬‬
‫واهلل من وراء القصد‪ ،‬وهو يهدي السبيل‪.‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪340 (21‬‬
‫الخاص في ِ‬
‫ِ‬
‫العام؛ ولذا يصعب أن نختزله في هذه الصفات‪،‬‬
‫كان مجتهدا في إلغاء الفروق‪ ،‬وتذويب‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫وإنما حاولنا أن نس ِّلم جدال – كما يقول المناطقة – بها‪ ،‬حتى نعيِن ما يدخل في حمى ذاته‪ ،‬وما‬
‫ّ‬
‫يخرج منها‪.‬‬
‫وال سبيل لطرح الصفات الشمولية‪ :‬مسلم‪ ،‬عربي‪ ،‬إنسا ٌن؛ ألنها ال تعطينا إمكانية واسع ًة للحكم‬
‫ٌ‬
‫ٌّ‬
‫كل‬
‫على الرجل بإلغائها‪ ،‬أو تجذيرها‪ ،‬أو تحقيقيها‪ ...‬فهي دوائر منفتحة فسيحة‪ ،‬تصبغ بصبغتها َّ‬
‫وكل عدد من أعداد المج َّلة‪.‬‬
‫وكل مقال‪َّ ،‬‬
‫وكل فقرة‪َّ ،‬‬
‫جملة‪َّ ،‬‬
‫وما دام أبو إسحاق مزابيا فقد نشر مقاالت عن مزاب‪ ،‬منها «وادي مزاب» (ج‪ ،1‬م‪/1‬ص‪)47‬‬
‫وبنفس العنوان (ج‪ ،2‬م‪/1‬ص‪ ،)121‬و»الخدمة العسكرية لميزاب المحروس» (ج‪ ،4‬م‪/1‬ص‪.)186‬‬
‫وهو جزائري وطنا‪ ،‬ولذا نشر مقال «نهضة شباب الجزائر» (ج‪ ،2‬م‪/1‬ص‪ )135‬ومقال «أنباء‬
‫الوطن‪ ،‬مكائد االستعمار» (ج‪ ،4‬م‪/1‬ص‪ )221‬ومقاالت أخرى‪.‬‬
‫وهو مغربي‪ ،‬ولــذا كتب عن «األستاذ الثعالبي في العراق» (ج‪ ،‬م‪/‬ص‪ ،)290‬وعن «الريف‬
‫ومصيره» (ج‪ 1‬و‪ ،2‬م‪/2‬ص‪)94‬‬
‫وهو إلى جانب ذلك إباضي مذهبا‪ ،‬ولذا كتب في «مشروعية صاة الجماعة في السنن» على‬
‫ٌّ‬
‫المذهب اإلباضي (ج‪ ،5‬م‪/1‬ص‪ ،)263‬ونشر خبرا عن طباعة كتاب «تلقين الصبيان ما يلزم اإلنسان»‬
‫في العقيدة اإلباضية‪ ،‬لنور الدين السالمي (ج‪،‬م‪/‬ص‪.)108‬‬
‫وهو إصاحي‪ ،‬شارك في إنشاء جمعية الشبان المسلمين‪ ،‬وصاحب حسن البنا‪ ،‬ومحب الدين‬
‫ٌّ‬
‫أعز أصدقائه في الجزائر أبو اليقظان إبراهيم‪ ،‬الرجل الثاني في الحركة اإلصاحية‬
‫الخطيب‪ ،‬وكان ّ‬
‫بوادي مزاب‪.‬‬
‫كل صفاته صف ًة صفة لظهر لنا َّأنه كتب فيها‪ ،‬ومن خالها‪ ،‬ولم يأل جهدا في نصرتها‬
‫ولو تتبعنا َّ‬
‫واالنتصار لها‪ ،‬ما دامت تلك قناعته وخياره‪.‬‬
‫للحق؟‬
‫تعصب لهذه االنتماءات؟ وهل جعلها محورا للعا َلم‪ ،‬وعينا مطلقة‬
‫ِّ‬
‫لكن‪ ،‬هل َّ‬
‫وهل اعتبر ما يختلف عنها فسادا وكفرا وضاال‪ ،‬فألغاها من قاموسه؟‬
‫ال نجد شيئا من ذلك في كتابات أبي إسحاق‪ ،‬فهو ال يلغي ذاته (بدوائرها المنداحة)‪ ،‬كما أنه ال‬
‫جو‬
‫يجعلها مركزا للصواب‪ ،‬وهو ال يلغي الذوات األخرى‪ ،‬فيكتب عنها‪ ،‬ويستكتب أصحابها‪ ،‬في ٍّ‬
‫قل له نظير في الصحافة «الدينية»‪.‬‬
‫من التسامح‪ ،‬والتعارف‪ ،‬والتآلف‪َّ ،‬‬
‫كل الحرص على ترسيخ االنتماءات األكثر شموال‪ :‬اإلسام‪ ،‬والعروبة‪ ،‬واإلنسانية‪.‬‬
‫وهو حريص َّ‬
‫حتى يجد حقوال للمعرفة والتعارف واالعتراف‪ ،‬وإمكانات للعمل الحضاري المثمر‪ .‬وبدون هذا‬
‫لكن الواجب‬
‫المنهج يحصر المرء نفسه في انتماءات ضيقة‪ ،‬ليس المطلوب منه – أساسا – إلغاءها‪َّ ،‬‬
‫مسمى كان‪.‬‬
‫عليها عدم‬
‫التعصب لها‪ ،‬وعدم إلغاء غيرها‪ ،‬بأي ِ‬
‫ُّ‬
‫مبرر كان‪ ،‬وتحت ِ ّ‬
‫أي ًّ‬
‫ِّ ّ‬
‫‪(20) 341‬‬
‫‬
‫*رابعا‪ -‬تحقيق الذات ل إلغاؤها‪:‬‬
‫وظَّــف أ‪ .‬د‪ .‬عبد الحميد أبو سليمان في كتابه الجديد «الرؤية الكونية الحضارية القرآنية»‬
‫مصطلحا بديعا هو ذات المصطلح الذي استعمله ماسلو في هرم الحاجات‪ ،‬لكن بداللة أخرى‪،‬‬
‫مادي صرف‪ ،‬والثاني كوني حضاري قرآني‪.‬‬
‫األول‬
‫مختلفة تماما‪ ،‬ذلك َّ‬
‫ٌّ‬
‫أن المنطلقين مختلفان‪َّ :‬‬
‫األمــة‪ ،‬وانتهت إليها رؤيتها‬
‫يقول أبو سليمان‪« :‬هذه الحال الفكرية المزرية التي انتهت إليها َّ‬
‫ِ‬
‫كرد فعل لخطابات‬
‫الكونية الحضارية في عصور تخ ُّلفها النوعي الروحي‪ ،‬كان طبيعيا أن ينجم عنها‪ّ ،‬‬
‫«إلغاء الذات» حالة «مركزية الذات» فردية وعنصرية وأنانية وسلبية مرضية‪ ،‬بدال من «تحقيق الذات»‬
‫‪21‬‬
‫وأمة»‪.‬‬
‫(الفطرة السوية) إنسانا َّ‬
‫تعقدت حسب هذه الدائرة المغلقة الامتناهية‪:‬‬
‫فأسباب التخلف َّ‬
‫التخلف النوعي الروحي – خطابات إلغاء الذات – مركزية الذات ‪.‬‬
‫فما هو الخطاب الذي ميز كتابات أبي إسحاق‪ :‬هل هو خطاب إلغاء الذات؟ أم خطاب مركزية‬
‫َّ‬
‫الذات؟ أم هو خطاب تحقيق الذات؟‬
‫كل خطاب‪،‬‬
‫يلزمنا للجواب على هذا السؤال‪ ،‬حتى ال نختزل النتائج‪ ،‬أن‬
‫نعيِن – تطبيقيا – سمة ّ ِ‬
‫ّ‬
‫ِ‬
‫مركز‪ ،‬يسعى‬
‫بحد ذاته جهد‬
‫واأللفاظ‬
‫علمي َّ‬
‫المكررة فيه‪ ،‬والبعد المنهجي الذي يقوده‪ ...‬وهذا ّ‬
‫َّ‬
‫ٌّ‬
‫لوضع المجهر في الخط الواصل بين «الخطاب» و»الفعل»‪ ،‬بين «الفكرة» و»التطبيق»‪ ،‬وال أحسب‬
‫أ َّن مثل هذا الجهد يمكن بذله في في مقالي هذا‪ ،‬ولع ِّلي أتركه لبحث أكثر عمقا‪ ،‬وجهد أطول أمدا‪.‬‬
‫يقرب الفكرة‪ ،‬ويسهم في‬
‫وسأكتفي بنماذج وأمثلة‪ ،‬رغم أ َّن المثال ليس بدليل‪ ،‬لكنه أحيانا ِ‬
‫ّ‬
‫إصدار الحكم‪ ،‬ولو بصفة مبدئية‪.‬‬
‫فإنا نقول‪:‬‬
‫فإذا ما أمكن إلحاق بعض الصفات بأبي إسحاق‪َّ ،‬‬
‫جغرافيا‪.‬‬
‫أبو إسحاق ِمزابي‪ ،22‬جزائري‪ ،‬مغربي‬
‫ًّ‬
‫ٌّ‬
‫وهو إباضي‪ ،‬وإصاحي عقيدة وفكرا‪.‬‬
‫ٌّ‬
‫ِ‬
‫تخصصه‪ :‬متك ّلم‪ ،‬فقيه‪ ،‬مؤرخ‪ ،‬سياسي‪.‬‬
‫وهو باإلضافة إلى ذلك‪ ،‬في‬
‫ُّ‬
‫ٌّ‬
‫مرب‪ ،‬ومصلح‪ ،‬ومح ِّقق للتراث‪ ،‬وصحفي‪.‬‬
‫وهو في وظيفته‪ٍّ :‬‬
‫ٌّ‬
‫تمكنت من حصر «ذاته» في أبعادها المختلفة‪ ،‬ذلك َّأنه كما ذكرت من قبل‬
‫أدعي أنني َّ‬
‫وال َّ‬
‫أبو سليمان‪ :‬الرؤية الكونية؛ ص‪.32‬‬
‫‪21‬‬
‫‪ 22‬مزاب‪ :‬واحة جنوب الجزائر تعرف بـباد الشبكة التي تقع على بعد ‪ 600‬كلم جنوب الجزائر العاصمة‪ ،‬على دائرتي‬
‫عرض‪ °3220‬شماال وخطي طول ‪ °3002‬شرقا على ارتفاع ‪300‬م إلى ‪800‬م فوق مستوى سطح البحر‪ .‬شيد‬
‫المزابيون مدنا عديدة‪ ،‬بقيت منها سبع‪ .‬وقد أسهم المزابيون في الحضارة اإلسامية بما أبدعوه من نظم في التربية‬
‫والعمارة واالجتماع‪ ،‬وما ألّفوه من تصانيف في شتى الفنون‪( .‬بحاز وآخرون‪ :‬معجم مصطلحات اإلباضية؛ مصور‪،‬‬
‫طور الطبع؛ ص‪.)952‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪342 (19‬‬
‫التي كانت حامية أهل الكتاب لما بقي اليهود حتى اآلن ِلما كان ينالهم من اضطهاد المسيحيين لهم‬
‫باعتقادهم الفاسد في نبي اهلل عيسى عليه السام‪ ...‬لكن اإلسام ترك لهم حرية عاشوا في ظلها‬
‫آمنين قرونا طويلة» ثم قال‪« :‬فهل نسي ذلك اليهود وتناساه المستر الخطيب؟ تلك حقيقة التاريخ‬
‫التي المرية فيها‪( ».‬ج‪ ،8‬م‪/1‬ص‪.)424‬‬
‫فأبو إسحاق – رغم اختاف الديانة – يحتفظ بالروح القرآنية التي تراعي أهل الكتاب ما لم‬
‫يغاروا أو يظلموا‪ ،‬بعيدا عن التفسيرات الجاهلية الدموية‪ ،‬التي ال تصدر من نصوص ثابتة من قرآن‬
‫وسنة صحيحة‪ ،‬لكنها تتخذ بعض اآلثار واألحكام الفقهية المستعجلة دليا لها‪ ،‬ومنطلقا‪.‬‬
‫َّ‬
‫وفي مقال تحت عنوان «حكم القبعة» يبيِن المؤ ِلّف أ َّن هذا التنوع ال يجيز إلغاء الخصوصية‬
‫ّ‬
‫َّ‬
‫كل شيء‪ :‬في المعتقد‪ ،‬وفي اللغة‪ ،‬وفي المعمار‪ ،‬وفي اللباس‪ ...‬فكما يحا َفظ على‬
‫اإلسامية في ّ ِ‬
‫خصوصية غير المسلمين‪ ،‬فليحافظ على خصوصية المسلمين‪ ،‬والذي تجتهد فيه بعض األفكار‬
‫كل شعار أو رمز من رموز‬
‫تدعي الحرية‪ ،‬ومن جهة ثانية تناضل من أجل إلغاء ّ ِ‬
‫العلمانية َّأنها من جهة َّ‬
‫الدين‪ ،‬وما «قضية الحجاب» في فرنسا – اليوم – بخافية على أحد‪.‬‬
‫يتساءل بعد عرض اإلشكال واألد َّلة‪« :‬من ذا الذي ال يعتبر مميزاته من جملة كرامته؟»‬
‫ذمته التفريط فيها‪ ،‬فإذا‬
‫«كل شعب يفخر بها ويعتز‪،‬‬
‫فيجيب‪ُّ :‬‬
‫ُّ‬
‫ويعدها من خصائصه التي ال ترضى َّ‬
‫سنة اهلل في األمم منذ‬
‫أراد تهذيب شيء منها أو تحويرها كان ذلك على شكل يكفل بقاءها‪ ،‬وهذا َّ‬
‫العصور الغابرة إلى يومنا هذا» (نفسه‪ ،‬ص‪)428‬‬
‫أن «التقليد‬
‫االختاف مع الغرب االستفاد َة من إيجابياتهم ومحاسنهم‪ ،‬ومن هنا‬
‫وال ينفي‬
‫ُ‬
‫تقرر َّ‬
‫َّ‬
‫بأمة‬
‫األمة‪ ،‬وليست العلوم والمعارف‬
‫يجب أن يكون في العلوم ذات القوة‬
‫ِّ‬
‫المجددة ِّ‬
‫مختصة َّ‬
‫لعز َّ‬
‫َّ‬
‫قدر اهلل له النجاح والفوز‬
‫ألمة دون أخرى‪ ،‬ولكن من اتخذ األسباب َّ‬
‫القوة موهبة َّ‬
‫دون أخرى‪ ،‬وال َّ‬
‫بالعز والتمكين‪.‬‬
‫األمة اإلسامية‪ ،‬مع المحافظة كل المحافظة على ما يميزها‬
‫إلى هذا الجانب يجب أن ندعو َّ‬
‫ويذرها تبدو في هيئتها التي فيها معنى اإلسام» (نفسه‪ ،‬ص‪.)433‬‬
‫فالتنوع سمة في فكر أبي إسحاق‪ ،‬وهذه أمثلة موجزة تفي بالغرض‪ ،‬والمجلة من أولها إلى‬
‫الس َنني الفطري الرباني‪ ،‬سواء بين جنس وجنس‪ ،‬أم بين دين‬
‫آخرها تطفح بروح قبول هذا التنوع َّ‬
‫ٍ‬
‫الوز ِع في شكل واحد‪ ،‬وفكر واحد‪،‬‬
‫ودين‪ ،‬أم بين مذهب ومذهب‪ .‬فا سبيل إلى دعوة اآلخرين إلى َ‬
‫فإن هذا من شأن الفلسفات الشمولية (الماركسية‪ ،‬والشيوعية) التي‬
‫ونمط واحد‪ ،‬ولُكنة واحدة‪َّ ...‬‬
‫تلغي خصوصية اإلنسان في مصلحة الجماعة‪ ،‬وتصنع قوالب متشابهة في الشكل‪ ،‬واللون‪ ،‬والحجم‪،‬‬
‫والثروة‪ ،‬والثقافة‪ ...‬برتابة قاتلة للروح الطاهرة‪ ،‬مميتة للنفس الزكية‪ .‬ولقد عانت الجزائر ومن سار‬
‫رفض التنوع‪،‬‬
‫مثلها في ركب االشتراكية من الدول اإلسامية‪ ،‬بعد استقالها‪ ،‬من هذا الوباء الفتاك‪ُ :‬‬
‫وقتل الفروق الطبيعية‪ .‬ونحن اليوم نجني ويات هذا الخيار الراديكالي‪ ،‬داعين‬
‫وعسكر ُة الشعوب‪ُ ،‬‬
‫كل باد المسلمين‪.‬‬
‫اهلل أن ِ‬
‫عنا وعن ّ ِ‬
‫يفرج َّ‬
‫ّ‬
‫‪(18) 343‬‬
‫‬
‫وبين ثاثية الوحدة التي صاغها علي يحي معمر فيما سماه البعض نظري ًة‪ ،‬وهي‪:‬‬
‫المعرفة‪ ،‬والتعارف‪ ،‬واالعتراف‪.‬‬
‫بالقوة‪،‬‬
‫األمة اإلسامية ال تتح َّطم‬
‫يقول علي معمر‪« :‬وأنا على يقين في نفسي َّ‬
‫أن المذهبية في َّ‬
‫َّ‬
‫وقوة‬
‫شدة في‬
‫وال تتح َّطم‬
‫بالحجة‪ ،‬وال تتح َّطم بالقانون‪َّ .‬‬
‫فإن هذه الوسائل ال تزيدها إلى َّ‬
‫ُّ‬
‫َّ‬
‫التعصب‪َّ ،‬‬
‫ِ‬
‫رد الفعل؛ وإنـما تتح َّطم المذهبية بـ‪ :‬المعرفة‪ ،‬والتعارف‪ ،‬واالعراف‪.‬‬
‫في ّ‬
‫َّ‬
‫يتمسكون به‪.‬‬
‫فبالمعرفة يفهم ُّ‬
‫يتمسك به اآلخرون‪ ،‬ولماذا َّ‬
‫كل واحد ما َّ‬
‫وبالتعارف يشتركون في السلوك واألداء‬
‫الجماعي للعبادات‪.‬‬
‫ِّ‬
‫الحق الذي يعطيه لنفسه‪،‬‬
‫كل واحد منهم مسلك اآلخر برضى‪ ،‬ويعطيه مثل‬
‫وباالعتراف‬
‫يتقبل ُّ‬
‫ِّ‬
‫َّ‬
‫اجتهد فأصاب أو اجتهد فأخطأ‪.‬‬
‫ِ‬
‫تصحح عقيدتها‬
‫األخوة والتسامح تغيب التحديات‪ ،‬وتجد القلوب نفسها تحاول أن‬
‫ظل‬
‫وفي ّ ِ‬
‫ّ‬
‫َّ‬
‫والسنة‪ .‬غير خائفة أن يقال عنها‪ :‬تركت مذهبا‪ ،‬أو اعتنقت مذهبا‪.‬‬
‫وعملها باألصل الثابت في الكتاب‬
‫َّ‬
‫ولن نصل إلى هذه الدرجة حتى يعترف اليوم أتباع جابر وأبي حنيفة ومالك والشافعي وزيد‬
‫ِ‬
‫أيمتهم أيضا يقفون في صعيد واحد‪ ،‬ال مزية‬
‫وجعفر وأحمد‪ ...‬وغيرهم ممن يق ّلدهم الناس أ َّن َّ‬
‫‪19‬‬
‫قدم من عمل خالص»‪.‬‬
‫لواحد على اآلخرين إال َّ بمقدار ما َّ‬
‫حجه إلى بيت اهلل الحرام حيث‬
‫قصة إسام مالكولم × (الحاج مالك الشباز)‪،‬‬
‫ثم ُّ‬
‫ويذكر المسيري َّ‬
‫َّ‬
‫وجد نفسه في عا َلم مختلف تماما عن الصرامة والموضوعية األمريكية القاتلة «كما اكتشف إمكانية‬
‫تحقيق المساواة دون إلغاء التنوع‪ .‬وحينما شعر بذلك‪ ،‬تجاوز الحاج مالك كرهه للبيض‪ ،‬وعاد إلى‬
‫الواليات المتحدة لينظم حزبا جديدا يجمع بين البيض والسود في رفضهم للدوالرية‪ ،‬فحصدته‬
‫‪20‬‬
‫الرصاصات الغادرة»‪.‬‬
‫فأبو إسحاق في مجلة المنهاج يصدر من نفس المشكاة التي يصدر منها العلواني ومعمر‬
‫بكل أشكاله‪ :‬المذهبية‪،‬‬
‫والمسيري‪ ،‬وغيرهم من العلماء المخلصين المتسامحين‪ ،‬فيقبل التنوع ّ ِ‬
‫والجغرافية‪ ،‬والفكرية‪...‬‬
‫ففي خبر مقتضب بعنوان «سبب بقاء اليهود» يقول أبو إسحق‪« :‬ذكرت وكالة رويترز أنه وقعت‬
‫مأدبة يهودية بفندق هيدبرك‪ ،‬فخطب فيها المستر تشرشل وزير المالية البريطاني فقال‪ :‬لوال تمسك‬
‫اليهود تمسكا شديدا بعقيدة آبائهم لما استطاعوا البقاء بعد قرون من االضطهاد واالستشهاد»‪.‬‬
‫فع َّلق أبو إسحاق على هذا الحكم بما يفيد روح التنوع لدى األمة وأثر ذلك في بقاء اليهود‪،‬‬
‫فقال‪« :‬لقد غلط المستر تشرشل في الحقيقة التاريخية‪ ،‬فإ َّن اليهود لوال احتماؤهم بالراية اإلسامية‬
‫‪ 19‬اإلباضية بين الفرق اإلسامية؛ مط‪ .‬العربية‪ ،‬غرداية ‪1987‬م‪ ،‬ص‪.7‬‬
‫‪ 20‬عبد الوهاب المسيري‪ :‬رحلتي الفكرية في البذور والجذور والثمر‪ ،‬سيرة غير ذاتية غير موضوعية؛ دار الشروق‪،‬‬
‫مصر؛ ط‪2008 :3‬م‪ ،‬ص‪ .191‬وانظر مذكرات مالكوم إيكس‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪344 (17‬‬
‫ولكنه كتب‪« :‬فخير ألمراء العرب‪ ،‬أبناء الرجال الذين بسطوا في العالم سعادة اإليمان باهلل ورسوله‬
‫وقوة متينة‪ ،‬وبنيانا مرصوصا أمام الغارة‬
‫وحرية اإلسام‪ ،‬وأنوار القرآن الحكيم‪ ،‬أن يكونوا يدا واحدة‪َّ ،‬‬
‫االستعمارية‪ ،‬ويذروا األطماع الفاسدة‪ ،‬ومثيرات الفتنة‪ ،‬وإيقاد الشحناء والبغضاء بين شعوبهم‪»...‬‬
‫يخر أمامها جبروت الجبارين‪ ،‬وإ َّن األمة‬
‫إلى أن يقول‪َّ :‬‬
‫«إن في الجزيرة لمعقا منيعا‪ ،‬وقوة جسيمة‪ُّ ،‬‬
‫اإلسامية لتحوطها بعنايتها‪ ،‬وتتجه إليها قلوبها‪( »...‬ج‪ ،1‬ص‪.)119‬‬
‫أين من هذه الحكمة ما يُكتب اليوم من مقاالت سافلة‪ ،‬تــزرع الفتن‪ ،‬وال تلتزم العدل حال‬
‫الشنآن‪ ،‬فتكيل اللعنات والعبارات الهابطة بمكاييل كبرى‪ ،‬وتلحق المخالف لعنات تترا‪ ...‬وانظر‬
‫وإنا لنقرأ‬
‫مثا‪ ،‬الصراع الموهوم بين‬
‫علماء وآخرين‪ ،‬في قضايا كامية أكل الدهر عليها وشرب‪َّ ،‬‬
‫َ‬
‫ربِي‪ ،‬ممن رسخت قدمهم‬
‫الكثير من التنقيص‪ ،‬والتسفيه‪ ،‬والدعوة إلى إقصاء اآلخر‪ ...‬إال َّ ما رحم ّ‬
‫في العلم‪ ،‬وزادوا إلى علمهم حلما وحكمة‪ ،‬وقليل ما هم‪.‬‬
‫‪ -3‬مدخل «التنوعية» التي تتميز عن «التعددية» بجملة من المعايير‪:‬‬
‫في كتاب تحت عنوان‪« :‬التعددية‪...‬أصول ومراجعات‪ ،‬بين االستتباع واإلبداع» يح ِّلل أ‪.‬د‪ .‬طه‬
‫ِ‬
‫ويقسم بحثه إلى‬
‫جابر العلواني جملة من المصطلحات التي تحوم حول التعددية واالختاف‪،‬‬
‫ّ‬
‫فصول دا َّلة على ما نحن بصدده من معالم الوحدة في المنهج اإلسامي‪ ،‬وهذه العناوين هي‪:‬‬
‫*التعددية‪ :‬أصول ومراجعات‪.‬‬
‫*التنوعية‪.‬‬
‫التنوع‪.‬‬
‫يتم التعامل مع ُّ‬
‫*كيف ُّ‬
‫الحل؟‬
‫*ما هو‬
‫ُّ‬
‫أن المؤ ِلّف اختار مفهوم «التنوعية» بديا عن «التعددية»‪« ،‬فالتنوعية لها جذورها وأصولها‬
‫ويهمنا َّ‬
‫ُّ‬
‫فلسفي‬
‫جذر‬
‫على‬
‫تعتمد‬
‫إذ‬
‫اإلسامية‪،‬‬
‫العربية‬
‫متنوعا‪،‬‬
‫على‬
‫قائم‬
‫عميق‪،‬‬
‫أن اهلل تعالى قد خلق الكون ِّ‬
‫ٍّ‬
‫َّ‬
‫وكذلك اإلنسان المقابل له‪ ،‬قال تعالى‪« :‬و ِمن آي ِات ِه َخ ْل ُق السماو ِ‬
‫اخ ِت َال ُف أَ ْل ِس َن ِت ُكم‬
‫ات َو ْاألَ ْر ِض‪َ ،‬و ْ‬
‫َّ َ َ‬
‫َ ْ َ‬
‫ْ‬
‫ٍ ِ ِِ‬
‫ِ ِ‬
‫ِ‬
‫ين» (سورة الروم‪.)32 :‬‬
‫َوأَ ْل َوان ُك ْم‪ِ ،‬إ َّن في َذل َك َآل َيات ل ْل َعالم َ‬
‫موجه نحو «التعارف» والتعارف يقابل التناكر والتعارف يؤدي إلى التآلف‪،‬‬
‫ُّ‬
‫والتنوع اإلنساني َّ‬
‫بالبر‬
‫والتآلف يؤدي إلى التآخي‪ ،‬والتآخي يؤدي إلى «التعاون على الفعل الحضاري الموصوف ِ‬
‫ّ‬
‫‪18‬‬
‫«األمة القطب»»‪.‬‬
‫البر العمل على إيجاد‬
‫مقدمة ذلك ِ‬
‫والتقوى‪ ،‬وفي ِّ‬
‫َّ‬
‫ّ‬
‫ولنقارن بين هذه المتوالية العميقة‪:‬‬
‫التعارف ‪ ï‬التآلف ‪ ï‬التآخي ‪ ï‬التعاون‪.‬‬
‫‪ 18‬التعددية؛ سلسلة أبحاث علمية‪ ،‬رقم ‪11‬؛ المعهد العالمي للفكر اإلسامي؛ ‪1417‬هـ‪1996/‬م؛ ص‪ ،22‬وانظر‬
‫األمة القطب‪ .‬نفس السلسلة‪.‬‬
‫منى عبد المنعم‪َّ :‬‬
‫‪(16) 345‬‬
‫‬
‫‪ -2‬مدخل «إشكالية التحيز»‪ ،‬فيما سمي بفقه التحيز‪:‬‬
‫فيقرر جملة من القواعد التي تربط العاقة بين اثنين أو أكثر‪ ،‬فعوض أن تلغي‬
‫َّأما فقه التحيز‪ِ ،‬‬
‫ّ‬
‫كل ذلك في قالب‬
‫كل أنواع التحيز‪ ،‬وتلغي بالتالي إنسانية اإلنسان‪ ،‬وخصوصيات البشر‪ ،‬وتصهر َّ‬
‫َّ‬
‫مفترض‪ ،‬قد تعطيه أحيانا «معنى القداسة»‪ ،‬باختزال النصوص‪ ،‬وتوجيهها التوجيه المقو َلب‪ ،‬كأن‬
‫كل المسلمين ينبغي أن يكون لباسهم على هذا الشكل‪ ،‬وبهذا اللون‪ ،‬وبهذه الصفة‪...‬‬
‫تفترض أ َّن َّ‬
‫فمن خالف خرج من دائرة اإلســام‪ ...‬عوض أن تفعل ذلك‪ ،‬حاول أن تنظر إلى االختاف من‬
‫دينيا‪ ،‬ونفسيا‪ ،‬واجتماعيا‪ ،‬وحضاريا‪...‬‬
‫البشري‪،‬‬
‫منظور واسع مغاير‪ ،‬أقرب ما يكون إلى الثراء‬
‫ِّ‬
‫فتتقبله ًّ‬
‫َّ‬
‫بنهائي‬
‫والقاعدة الثانية من قواعد فقه التحيز تتمثل في أ َّن التحيز قد يكون حتميا ولكنه ليس‬
‫ٍّ‬
‫«فالتحيز ليس بعيب وال نقيصة‪ ،‬بل على العكس يمكن أن يجرد التحيز من معانيه السلبية‪...‬‬
‫َّ‬
‫وهذه السمة المزدوجة للتحيز هي تعبير عن تلك الثنائيات التي ال يمكن اختزالها أو تصفيتها أو‬
‫يجب اإلنسانية‬
‫تسويتها‪ »...‬هنا تكمن «الوحدة الكامنة‪ ،‬ومن هنا أيضا التنوع الثري الحتمي الذي ال‬
‫ُّ‬
‫وجل – شاء أن ال نكون شعبا واحدا‪،‬‬
‫عز‬
‫َّ‬
‫المشتركة‪ .‬فقد خلقنا اهلل ك َّلنا على فطرة واحدة‪ ،‬ولكنه – َّ‬
‫الخاصة‪ .‬ولكن هذا ال يعني بالضرورة التناحر ونفي‬
‫لكل اختياراته‬
‫ولذا أصبح البشر شعوبا وقبائل‪ٍ ّ ،‬‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫‪17‬‬
‫اآلخر‪ ،‬إذ إ َّن إمكانية التواصل والتعارف متاحة دائما»‬
‫وأبو إسحاق ينطلق من هذا اإلدراك الواعي للتنوع واالختاف‪ ،‬وبخاصة داخل قبة اإلسام‪،‬‬
‫َّ‬
‫فيجتهد في الحفاظ على تحيزه‪ ،‬وفهم تحيزات اآلخرين‪ ،‬فيما ُعرف – في أدبيات المعهد العالمي –‬
‫واإلمعة الممجوجة‪.‬‬
‫بالتحيز اإليجابي‪ ،‬الذي يقع في النقطة الوسط بين التعصب الممقوت‬
‫َّ‬
‫رده على صاحب كتاب «اإلسام وأصول الحكم» الشيخ علي عبد‬
‫ومن النماذج على ذلك‪ُّ ،‬‬
‫الرازق‪ ،‬وبيانه أ َّن الجهاد في اإلسام لم يشرع للتسلط على اآلخرين‪ ،‬وال لتذويب االختافات‪،‬‬
‫عزة اإلسام «ومن التسامح العظيم أن أمرنا اإلسام بمعاملة غير المسلمين‬
‫لكنه شرع للحفاظ على َّ‬
‫اللُ َع ِن‬
‫بالحسنى والعدل‪ ،‬متى لم يكن منهم إيذاء وال معارضة للدين‪ ،‬قال تعالى‪َ :‬‬
‫«ل َي ْن َه ُ‬
‫اك ُم َّ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ين و َلم ي ْخرِ ج ُ ِ ِ‬
‫ِ‬
‫الل يُح ُّب‬
‫ين َل ْم يُ َق ِات ُل ُ‬
‫وك ْم ِفي ِّ‬
‫وك ْم م ْن د َيارِ ُك ْم أَ ْن َت َب ُّر ُ‬
‫ا َّلذ َ‬
‫الد ِ َ ْ ُ ُ‬
‫وه ْم َوتُ ْقسطُوا ِإ َل ْيهِ ْم ِإ َّن َّ َ‬
‫ِ ِ‬
‫ين» (سورة الممتحنة‪ :‬آية ‪ )8‬اآليات» و»الدين اإلسامي ال يُكره أهل الكتاب على‬
‫ا ْل ُم ْقسط َ‬
‫ولكن‬
‫كل َّأمة‪،‬‬
‫اعتناقه‪ ،‬وال يسفك دما ألجل السلب والنهب واإلرهاق‪ ،‬وشهد بذلك معادوه من ّ ِ‬
‫َّ‬
‫فريقا من الناس يظن خاف الحقيقة» (م‪ ،1‬ص‪.)93 ،92‬‬
‫رغم أ َّن أبا إسحاق كان – باعتبارٍ ما – متحيزا إلى عمان‪ ،‬وكان منافحا عن مجدها‪ ،‬غير َّأنه وفي‬
‫حمأة الصراع على شمال عمان‪ ،‬وأطماع إنجلترا في السيطرة عليها‪ ،‬وذيوع أخبار أ َّن بعض أمراء‬
‫ِ‬
‫يحول تحيزه إلى عداوة وتكفير وتضليل‪،‬‬
‫الجزيرة يقفون إلى صف المستعمر‪ ،‬غير أ َّن أبا إسحاق لم ِّ‬
‫‪ 17‬المسيري‪ ،‬إشكالية التحيز‪ ،‬رؤية معرفية ودعوة لاجتهاد؛ المعهد العالمي للفكر اإلسامي‪ ،‬سلسلة المنهجية‬
‫اإلسامية‪ ،‬رقم ‪9‬؛ ط‪1418 :3‬هـ‪1998/‬م؛ ج‪ ،1‬ص‪.3534‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪346 (15‬‬
‫يند أبو إسحاق عن هذا األساس المنهجي للوحدة‪ ،‬حتى إننا نكاد ال نقرأ عنده «أنا» و»اآلخر»‪،‬‬
‫وال ُّ‬
‫وإنما هو «أنا» و»أنا»‪ ،‬وما االختاف إال َّ بحكم االعتبارات الوظيفية‪ ،‬والفكرية‪ ،‬والزمنية‪ ،‬والمكانية‪،‬‬
‫فالكل جسم لإلنسان‪،‬‬
‫والنفسية‪ ...‬كمثل االختاف الواقع بين اليد والرجل مثا‪ ،‬أو بين العين واألذن‪،‬‬
‫ُّ‬
‫أدل على هذا المعنى من حديث «مثل المؤمنين في توادهم‬
‫فالكل أساس لبناء جسد‬
‫ُّ‬
‫سوي‪ ،‬وليس َّ‬
‫ٍّ‬
‫‪15‬‬
‫وتراحمهم وتعاطفهم مثل الجسد‪ ،‬إذا اشتكى منه عضو تداعى له سائر الجسد بالسهر والحمى» ‪،‬‬
‫مؤخر السفينة‪،‬‬
‫أو حديث السفينة‪ ...« :‬كمثل قوم استهموا سفينة من سفن البحر‪ ،‬فصار بعضهم في ِ ّ‬
‫وأبعدهم من المرفق‪ ،‬وبعضهم في أعلى السفينة‪ ،‬فكانوا إذا أرادوا الماء وهم في آخر السفينة‪ ،‬آذوا‬
‫رحالهم‪ ،‬فقال بعضهم ‪ :‬نحن أقرب من المرفق وأبعد من الماء‪ ،‬نخرق دفة السفينة‪ ،‬ونستقي‪ ،‬فإذا‬
‫استغنينا عنه‪ ،‬سددناه‪ ،‬فقال السفهاء منهم‪ :‬افعلوا قال ‪ :‬فأخذ الفأس‪ ،‬فضرب عرض السفينة‪ ،‬فقال رجل‬
‫منهم رشيد‪ :‬ما تصنع؟ قال‪ :‬نحن أقرب من المرفق وأبعد من الماء‪ ،‬نكسر دف السفينة‪ ،‬فنستقي‪ ،‬فإذا‬
‫‪16‬‬
‫استغنينا عنه‪ ،‬سددناه‪ ،‬فقال‪ :‬ل تفعل‪ ،‬فإنك إذاً تهلك ونهلك»‪.‬‬
‫الحج إلى بيت اهلل الحرام‪ ،‬على إثر الحرب التي فتكت بالجزيرة العربية‪ ،‬يقول أبو‬
‫ففي مسألة‬
‫ِّ‬
‫يحج المسلمون من أطراف األرض إلى بيت اهلل الحرام‪»...‬‬
‫إسحاق‪« :‬مضت السنة الفائتة بدون أن‬
‫ُّ‬
‫شك أ َّن هذه الحكومة الحالية ستتدارك ما كان يذاع من هفوات عن الحكومة‬
‫إلى أن يقول‪« :‬وال َّ‬
‫السابقة‪ ،‬فتحرص على راحة المسلمين على اختاف عناصرهم ومذاهبهم‪ ،‬وأن تظهر حنكة وبصيرة‬
‫أمام العالم الذي يرقب أعمالها عن كثب‪ ،‬وأن ال تدع للدول االستعمارية ما ترتكز عليه في منع‬
‫المسلمين عن حج بيت اهلل الحرام» (ج‪ ،1‬ص‪.)358‬‬
‫فاآلخر المختلف هو الظالم الجائر فقط‪َّ ،‬أما المسلم فإنه ما دام يعمل على تقديس محارم اهلل‪،‬‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫الظن فيه‪ ،‬والفرق بيِن بين موقف أبي‬
‫حري باالهتمام والدعاء وحسن‬
‫الحق‪ ،‬فهو‬
‫ويجتهد في نصرة‬
‫ّ‬
‫ٌّ‬
‫ِّ‬
‫ّ‬
‫الوحدوي وموقف األخبار التي ترد اليوم في مثل هذه المناسبات‪ ،‬مما‬
‫اإلسامي‬
‫اإليماني‬
‫إسحاق‬
‫ِّ‬
‫ِّ‬
‫ِّ‬
‫يعرف بالحياد اإلعامي‪ ،‬وكأ َّن الخبر المفزع عن المسلمين صار لقمة سائغة‪ ،‬ومادة شهية‪ ،‬وفرصة‬
‫هما لهؤالء‪ ،‬وليس‬
‫ذهبية لبعض اإلعاميين وبعض القنوات الفضائية‪ ...‬وكأن‬
‫هم المسلمين ليس ًّ‬
‫َّ َّ‬
‫مسميات عديدة‬
‫فرح المسلمين فرحا لهم‪ ،‬لكنهم غالبا يقفون في الجهة المثيرة المشككة‪ ،‬تحت‬
‫َّ‬
‫جوفاء فارغة‪ :‬مثل رسالة اإلعام‪ ،‬والمصداقية‪ ،‬والحيادية‪ ...‬الخ‪.‬‬
‫بل‪ ،‬وحتى في سياق دولــي كوني‪ ،‬يقرر كــارل بوبر في حواراته‪ ،‬المعنونة بـ»درس القرن‬
‫المتهم األكبر في زرع النزعة التشاؤمية‪،‬‬
‫العشرين» هذه الحقيقة‪ ،‬قائا‪« :‬سائل اإلعام التي هي‬
‫َ‬
‫يجب أن يقتنع أصحابها بأنهم يتسببون في خسائر خطيرة‪ .‬يجب إقناعهم على التعاون‪ ،‬يجب‬
‫حث وسائل اإلعام على رؤية الحقيقة وقولها‪ ،‬وإدراك المخاطر التي يتسببون فيها‪ .‬لكن األضرار‬
‫التي يتسببون فيها في الوقت الراهن هي أضرار جسيمة‪ ،‬إذا لم يتعاونوا‪ ،‬سيكون من المستحيل‬
‫كلية أن نبقى متفائلين» (ص‪.)102‬‬
‫‪ 15‬رواه مسلم‪ ،‬كتاب البر والصلة واآلداب؛ رقم ‪.2586‬‬
‫‪ 16‬رواه ابن حبان‪ ،‬كتاب البر واإلحسان؛ رقم ‪.301‬‬
‫‬
‫‪(14) 347‬‬
‫ واإلمام يحي بن محمد غاسباريني‪ ،‬ملك اليمن‪ ،‬الذي نشر له «نص معاهدة اليمن وإيطاليا»‬‫(صج‪ ،2‬ص‪.)42‬‬
‫ وأبو اليقظان إبراهيم الجزائري‪ ،‬الذي نشر له العديد من المقاالت‪ ،‬وافتتح العدد الصادر‬‫في رجب ‪1344‬هـ بقصيدة له عنوانها «صحيفة مزاب الخالدة» (ص‪ ،7‬م‪ ،1‬ص‪.)361‬‬
‫وغير هؤالء كثير‪ ،‬ممن جمعتهم «جامعة اإلسام»‪ ،‬ولم تفرقهم «العصبيات»‪ ،‬فكانوا منارات‬
‫لألمة في أحلك مراحل تاريخها قساو ًة وشـ َّـد ًة‪ ،‬يرزحون تحت نير االستعمار‪ ،‬ويؤمنون بضرورة‬
‫َّ‬
‫الوحدة‪ ،‬ويجتهدون في سبيلها‪ ،‬ويحيون بها وألجلها‪...‬‬
‫مفرق‪ ،‬ومن مصالح للغير ال‬
‫فكم من مجلة اليوم‪ ،‬تصدر من انتماء‬
‫خط إقصائي ِ‬
‫ضيِق‪ ،‬ومن ِ ّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫واألمة من قريب وال بعيد‪ ،‬و ُقل مثل ذلك عن القنوات اإلعامية بأنواعها‪ :‬الراديو‪،‬‬
‫تخدم الدين‬
‫َّ‬
‫التلفزيون‪ ،‬واألنترنات‪...‬‬
‫تتبعت فيها جملة من مواقع األنترنات‪ ،‬التي تدعو إلى الفرقة‪ ،‬وتكفير اآلخر‬
‫فت محاضرة‬
‫ُ‬
‫ولقد أ َّل ُ‬
‫المسلم‪ ،‬وانتهيت في آخر المطاف إلى عنونتها بـ‪ :‬صفين القرن العشرين‪ .‬فما وقع من خاف في واقعة‬
‫وجند له البعض وسائل كبيرة‪ ،‬فكانوا بذلك معاول للهدم‪،‬‬
‫صفين انتقل إلى المسلمين عبر وسائل اإلعام‪َّ ،‬‬
‫وأسبابا للتصدع‪ .‬وهو اآلن يستثمر في صراعات إقليمية ودولية‪ ،‬تعطى لها صفات مذهبية‪ ،‬وتبرر جميع‬
‫أنواع الظلم والعدوان على اآلخر؛ وهذا ما يهدد اليوم المشرق العربي ومغربه على السواء‪.‬‬
‫المتنوع‪ ،‬ل اآلخر المخالف‪:‬‬
‫*ثالثا‪ -‬اآلنا‬
‫ِّ‬
‫يمكننا أن نح ِّلل هذا البعد من ثاثة مداخل هي‪:‬‬
‫‬
‫مدخل مقوالت «األنا واآلخر»‪.‬‬
‫‬
‫مدخل «إشكالية التحيز»‪ ،‬فيما سمي بفقه التحيز‪.‬‬
‫‬
‫مدخل «التنوعية» التي تتميز عن «التعددية» بجملة من المعايير‪.‬‬
‫‪ 1‬مدخل مقوالت «األنا واآلخر»‪.‬‬
‫ِ‬
‫يؤسس األستاذ الدكتور عبد‬
‫في مقولة «األنا واآلخر»‪ ،‬ضمن الرؤية الكونية الحضارية القرآنية‪ّ ،‬‬
‫الحميد أبو سليمان ألدب االختاف المشروع «فاألنا واآلخر يختلفون ويتمايزون قدرات وطاقات‬
‫«ليتخذ بعضهم بعضا سخريا»‪ ،‬وليس هذا التمايز للتس ُّلط واالستعاء‪ ،‬ولكن ليتعاونوا ويتكاملوا‬
‫في وحدة إنسانية تسخر الكون‪ ،‬وتو ِّفر الحاجات‪« »...‬واألنا واآلخر وإن اختلفوا إنسانيا في الرؤى‬
‫تنوع في وحدة‪ ،‬ووحدة في تنوع‪ ،‬دماؤه وأعراضه حرام‪ ،‬وال‬
‫ُّ‬
‫والتوجهات‪ ،‬فهذا في أصل الخلق‪ُّ ،‬‬
‫‪14‬‬
‫تكون عاقاته إال َّ عاقة التسامح والبر والقسط والعدل»‪.‬‬
‫‪ 14‬الرؤية الكونية الحضارية القرآنية‪ ،‬ضمن دورة المنهجية‪ ،‬المعهد العالمي‪ ،‬مصور‪ ،‬ص‪.4342‬‬
‫)‪348 (13‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫(ص‪ ،)126‬ونشر لشوقي قصيدته العصماء «لوال دمشق لما كانت طليطلة» والتي افتتحها بـ‪:‬‬
‫قم ناج ج َّلق وانشد رسم من بانوا‬
‫كتاب ال ِكفاء لــــــــــــــــــه‬
‫هذا األديم‬
‫ٌ‬
‫ُ‬
‫الديـــــــــن والوحي واألخاق طائفـة‬
‫أحداث وأزمان‬
‫َم َشت على الرسم‬
‫ٌ‬
‫رث الصحائف ٍ‬
‫باق منه عنـوان‬
‫ُّ‬
‫منــــــــــــــــــــــــــــــــه‪ ،‬وسائره دنيــا وبهتــان‬
‫وأنهاها ِ‬
‫بهم الوحدة‪ ،‬فقال بيته الذي غدا مثا‪:‬‬
‫ّ‬
‫ونحن في الشرق والفصحى بنو ِ‬
‫ونحن في الجرح واآلالم إخـوان(ص‪)130‬‬
‫رح ٍم‬
‫تحول األمل‬
‫وكتب عن «نهضة شباب الجزائر» (ص‪ ،)135‬وعن «االنقاب التركي» وكيف َّ‬
‫في الكماليين إلى ســراب‪ ،‬وظهرت نواياهم العلمانية الخبيثة‪ ،‬وحربهم الضروس على اإلسام‬
‫والمسلمين (ص‪ )179‬وعــن «الجزائر بين أنباء الوطن‪ ،‬ومكائد االستعمار» (ص‪ ،)221‬وعن‬
‫«األستاذ الثعالبي ورحلته إلى العراق» وهو زعيم النهضة التونسية (ص‪.)290‬‬
‫وكتب أبو إسحاق ينعى وفاة عالم زنجبار وقاضي قضاتها «الشيخ علي بن محمد بن علي‬
‫المنذري» (ص‪ ،)340‬ويعرض «أحوال فلسطين» (ص‪.)380‬‬
‫ولم يغفل الشيخ موضوع التبشير الذي نخر عظام األمة وفرقها‪ ،‬فكتب مقاال بعنوان «التبشير في‬
‫َّ‬
‫باد اإلسام‪ :‬طعن أيمة الشرك في الدين‪ ،‬والبعثات المسيحية ضرب من االستعمار» (ج‪ ،2‬ص‪.)29‬‬
‫هذه أمثلة عن المواضيع والمواطن التي وردت في مجلة المنهاج‪ ،‬وهي أنموذج يكفي للحكم‬
‫الوحدوي ِ‬
‫نقرر أ َّن أبا إسحاق «وطَّن نفسه» أن يكون‬
‫التوحيدي‬
‫بتوجهها‬
‫على المجلة‬
‫العام‪ ،‬وبذلك ِ‬
‫ُّ‬
‫ِّ‬
‫ِّ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫محليا‪ ،‬فعمل بحديث رسول الرحمة‪« :‬من أصبح وهمه غير الل فليس من‬
‫عالميا‪ ،‬ال مسلما‬
‫مسلما‬
‫ًّ‬
‫ًّ‬
‫ُ‬
‫‪13‬‬
‫الل في شيء‪ ،‬ومن لم يهتم للمسلمين فليس منهم» ‪ ،‬دون أن يقصر «لفظ المسلمين» في فئة دون‬
‫َّ‬
‫أخرى‪ ،‬أو في مذهب دون آخر‪.‬‬
‫وإذا أردنا أن نذكر العلماء الذي استكتبهم للمنهاج فإ َّن القائمة تطول‪ ،‬ولعل من أبرزهم‪:‬‬
‫ الشيخ علي الزنكلوي‪ ،‬وهو من علماء األزهــر‪ ،‬الــذي كتب عدة مقاالت‪ ،‬منها «الدين‬‫ضروري للسعادة والنظام» (ج‪ ،1‬ص‪ )17‬و»بحث فلسفي في االستعمار» (ج‪ ،1‬ص‪،)94‬‬
‫ومحب الدين الخطيب‪ ،‬الذي كتب في «البعثة المحمدية» (ج‪ ،1‬ص‪،)143‬‬
‫‬
‫ُّ‬
‫ وسليمان الباروني باشا‪ ،‬الذي كتب «جزيرة العرب‪ ،‬ال خوف على عمان من المعاهدة»‬‫(ص‪،)161‬‬
‫‪ -‬وعبد الرحمن الرافعي‪ ،‬صاحب مقال «فرنسا في الجزائر» (ص‪.)394‬‬
‫‪ 13‬مستدرك الحاكم‪ ،‬كتاب الرقاق؛ رقم ‪.7902‬‬
‫‪(12) 349‬‬
‫‬
‫أسر القرآن عقلي في البداية‪ ،‬ثم هداني إلى المعرفة التي كنت بحاجة إليها‪ ،‬ومن‬
‫في نفسي كيف َ‬
‫أن اعتناقي‬
‫واستسلمت إلى‬
‫خضعت‬
‫ثم إلى محبة اهلل‪ ،‬وكيف أ ِنّي‬
‫محبته وعفوه المطلقين‪ ،‬وكيف َّ‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫لإلسام لم يكن سوى الخضوع للحقيقة بعينها»‪.11‬‬
‫ولقد أ َّلف النغ بعد ذلك كتابا في هذا الموضوع بعينه أعطى له عنوانا مثيرا‪« :‬ضيعت ديني‪:‬‬
‫‪12‬‬
‫صرخة المسلمين في الغرب»‪.‬‬
‫ديدن أبي إسحاق‬
‫من خال هذه الوقائع نفهم قيمة االنصهار والتعاون والتعارف الذي كان َ‬
‫حل أو ارتحل‪ ،‬ففي تونس‪ :‬شارك في «تأسيس جمعية الهداية اإلسامية‪ ،‬التي يترأَّسها زميله‬
‫حيثما َّ‬
‫الخضر حسين التونسي»‪ ،‬وأسهم في نشاطات «حزب الدستور التونسي» للزعيم الثعالبي‪.‬‬
‫وفي مصر‪ :‬نشط ضمن «جمعية الشبان المسلمين»‪ ،‬إذ كان بينه وبين الشهيد حسن البنا عاقات‬
‫َّ‬
‫فعاالً بجمعية تعاون جاليات شمال إفريقية‪ ،‬في القاهرة‪ ».‬وكان مشرفا على‬
‫وطيدة‪ ،‬كما كان «عضواً ّ‬
‫ِ‬
‫أجل أعماله فيها‪ ،‬انكبابه على تصحيح وتحقيق‬
‫قسم التصحيح في «دار الكتب المصرية»‪ ،‬وكان من ّ ِ‬
‫أجزاء من كتاب «الجامع ألحكام القرآن» في التفسير للقرطبي المالكي‪ ،‬وكذا تصحيح كتاب محمد‬
‫فؤاد عبد الباقي «المعجم المفهرس أللفاظ القرآن الكريم»‪.‬‬
‫وفي عمان‪ :‬اختاره اإلمام غالب بن علي العماني‪ ،‬ممثّاً رسمياً لعرض قضية ُعمان في هيئة‬
‫األمم المتحدة‪ ،‬وسافر ألجل ذلك إلى أمريكا لحضور اجتماعات مجلس األمن‪ ،‬والدفاع عن‬
‫القضية العمانية‪.‬‬
‫وفي القدس‪ :‬سافر إليها «فكان مم ِثّا إلباضية المشرق في المؤتمر اإلسامي بها»‪.‬‬
‫وفي زنجبار وليبيا‪ :‬كان واعظا وإماما وموجها‪ .‬بل إ َّن أصهاره كانوا من ليبيا‪ ،‬وهم من عائلة‬
‫الشماخي الليبية‪.‬‬
‫منحى عاما‪ ،‬وسمة علمية بارزة‪ ،‬وخطًّا ثابتا‪،‬‬
‫َّأما من خال «مج َّلة المنهاج» فقد بدت الوحدة ً‬
‫المحتمل»‪ ،‬أو‬
‫كل عدد من أعدادها‪ ،‬فهو َّإما أن ينشر لـ «ع َلم من األعام»‪ ،‬من خارج دائرة «أناه‬
‫في ّ ِ‬
‫َ‬
‫وكل‬
‫فكل قضايا المسلمين تشغل باله‪ُّ ،‬‬
‫ينشر عن «غير انتمائه الموهوم محليا أو مذهبيا أو فكريا»‪ُّ .‬‬
‫وكل باد المسلمين باده‪ ،‬وجميع الفاعلين فيها يقفون في‬
‫علماء المسلمين إخوان له في الحركة‪ُّ ،‬‬
‫ص َّفه‪ ،‬ويقف هو في ص ِّفهم‪ ،‬دون ُعقدة «الغير األخرى»‪ ،‬وال عقدة «الدونية» أو «الستعالء»‪ ،‬أو‬
‫عقدة «النفصام الزمني والمكاني»‪.‬‬
‫فمن َّأول عدد نشر مقاال عن «دخول اإلســام في السودان» (ص‪ ،)13‬وكتب عن وادي‬
‫ميزاب (ص‪ ،)47‬ثم عن أخبار الحج‪ ،‬تحت عنوان «األنباء العربية» (ص‪ ،)62‬ثم واصل‬
‫في األعــداد المتوالية عن دخول اإلسام في السودان (ص‪ ،)72‬وعن «دسائس المستعمرين‬
‫في جزيرة العرب» (ص‪ )116‬وعن «وادي ميزاب» (ص‪ ،)121‬وعن «الحرب الحجازية»‬
‫‪ 11‬حتى المائكة تسأل؛ دار الفكر‪ ،‬دمشق؛ ‪2001/1422‬؛ ص‪.298296‬‬
‫‪ 12‬دار الفكر‪ ،‬دمشق؛ ‪.2007/1428‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪350 (11‬‬
‫*ثانيا‪ -‬مارسها واقعا قبل أن يسردها خطابة‪:‬‬
‫مدرسته الفكرية‪...‬‬
‫لو طالع أحد مج َّلة المنهاج دون أن يعرف انتماء صاحبها‪ ،‬وال مذهبه‪ ،‬وال‬
‫َ‬
‫َ‬
‫تحده حدود جغرافية‪ ،‬وال تغ ُّله قيود زمنية‪ ،‬وال‬
‫فإنه سيخلص أخيرا إلى أ َّن الرجل «مسلم وكفى»‪ ،‬ال ُّ‬
‫تحطُّ به آراء مذهبية‪ ...‬وال غرو‪ ،‬فإ َّن أبا إسحق قد عاش محليا ووطنيا ودوليا‪ ،‬فانتقل بين ميزاب‪،‬‬
‫كل أرض يحطُّ بها داخل إطار أهلها‪ ،‬وسعى إلى‬
‫وتونس‪ ،‬ومصر‪ ،‬وعمان‪ ،‬وزنجبار‪ ،‬وعمل في ّ ِ‬
‫إلغاء الفروق الموهومة بينه وبينهم‪ ،‬عكس الكثير من الجاليات اإلسامية اليوم في الخارج – داخل‬
‫الحركي‪،‬‬
‫المذهبي‪ ،‬أو‬
‫باد اإلسام وخارجه – فإننا نجدها تجتمع في باد الغير بناء على انتمائها‬
‫ِّ‬
‫ِّ‬
‫ِ‬
‫وتعمق الفوارق بينها وبين غيرها‪ ،‬عوض إزالتها‪.‬‬
‫الجغرافي‪...‬‬
‫أو‬
‫ِّ‬
‫ّ‬
‫الشقة‪:‬‬
‫وهنا أذكر ثاث وقائع عن هذا التشرنق‪ ،‬كانت كافية لإلقناع بهول المصاب‪،‬‬
‫وتباعد َّ‬
‫ُ‬
‫فتدخل مواطن مسلم‬
‫*كنت أستمع في إذاعة إلى حوار مع مسلمين من كوسوفو‪ ،‬أيام محنتها‪،‬‬
‫َّ‬
‫وقال بمنطقه الواضح‪ ،‬ولغته الهجينة‪« :‬أنا أطلب من إخواننا المسلمين العرب أن ال يحملوا معهم‬
‫تقل ضراوة من محنتنا‬
‫خافاتهم إذا جاؤونا‪ ،‬مرحبا بهم وال مرحبا بشقاقهم‪ ،‬فمحنتنا من هؤالء ال ُّ‬
‫من أولئك»‪.‬‬
‫المنشط‬
‫*كنت أشاهد شريطا من إعداد قناة فرنسية عن فصائل الصراع في أفغانستان‪ ،‬وكان‬
‫ِّ‬
‫ينتقل بيسر بين اإلخوان المتقاتلين‪ ،‬ويُظهر مدى العداوة التي تجثم على قلوبهم‪ ،‬وتغير صدورهم‬
‫ضد بعضهم‪ ،‬وفي آخر الشريط نقل حوارا بينه وبين أمير إحدى الجماعات‪:‬‬
‫َّ‬
‫األمير‪ :‬لماذا ال تعتنق اإلسام‪ ،‬فهو خير لك؟‪.‬‬
‫الصحفي‪ :‬ابتسم‪ ،‬وقال‪ :‬أنا أفضل أن أبقى خارج دائرة اإلسام؛ ذلك أنني صديق لك‪ ،‬وصديق‬
‫ألعدائك‪ ،‬فقد التقيت بكم جميعا‪ ،‬وفتحتم لي صدوركم‪َّ ،‬أما لو اعتنقت اإلسام على أثر إحدى‬
‫الفتاكة‪.‬‬
‫فإنني‬
‫الفصائل‪َّ ،‬‬
‫للتو إلى هدف مستساغ لبنادقكم وأسلحتكم َّ‬
‫سأتحول ِّ‬
‫َّ‬
‫وانتهى الشريط‪.‬‬
‫*أما الحادث الثالث فورد في كتاب للمسلم األمريكي «جيفري النغ»‪ ،‬الذي كتب «حتى المالئكة‬
‫َّ‬
‫قصة ارتداد صديق له اسمه «غرانت»‪ ،‬وكيف أ َّن سلوك المسلمين العدائي‪ ،‬واحترافهم‬
‫وذكر‬
‫تسأل»‪،‬‬
‫َّ‬
‫الغيبة والنميمة وإقصاء اآلخر كان السبب في هذه الردة‪ ،‬وذكر َّأنه ِّ‬
‫يفضل البوذية وقد اعتنقها؛ أل َّن‬
‫َّ‬
‫يحب بعضهم بعضا‪ ،‬وال يقصي الواحد منهم اآلخر‪.‬‬
‫البوذيين – حسب قوله –‬
‫ُّ‬
‫ثم إ َّن جيفري النغ شارف على االرتداد بسبب الصراع بين الجاليات المسلمة‪ ،‬وتكفير بعضها‬
‫َّ‬
‫أن اهلل تعالى ثـبـته‪ ،‬ولقد وصف حاله‪ ،‬وهو ٍ‬
‫ناو االرتداد عن اإلسام‪ ،‬فقال تحت عنوان‬
‫لبعض‪ ،‬غير‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫ركزت تفكيري في‬
‫«لقد كان السبب هو القرآن»‪« :‬توقفت في الشارع‪ ،‬ثم حدقت في الرصيف‪َّ .‬‬
‫ـأن بارقة من نور أضــاءت بصيرتي‪ :‬لقد كان السبب هو‬
‫إجابتي لغرانت‪ ،‬وسرعان ما شعرت وكـ َّ‬
‫فكرت‬
‫أي جالية على اإلطاق‪َّ ...‬‬
‫القرآن‪َّ ...‬‬
‫فكرت أنني لم أصبح مسلما كي أجد العزاء والدعم من ِ ّ‬
‫‬
‫‪(10) 351‬‬
‫مرده إلى‬
‫قلب الحياة ولبها‪ ،‬فإ َّن تضييع الواجبات‬
‫العامة والخاصة ُّ‬
‫وما دام «االتحاد والتعاون» َ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫الخاصة‪،‬‬
‫التشتت والتناحر‪ ،‬فـ»من لم يدرك ضرورة التعاون ال يدري كيف يحافظ على واجباته‬
‫َّ‬
‫العامة‪ .‬وال يدري كيف يعيش في وسط من األوساط»‪.‬‬
‫فكيف بالواجبات‬
‫َّ‬
‫نفعا إذا صاحبته روح الشقاق واالفتراق؟‬
‫فهل يُجدي االنتماء إلى اإلسام ً‬
‫وهل َّأمة القرآن في حاجة إلى دافع آخر غير القرآن لتح ِّقق تعاونا واتحادا فيما بينها؟‬
‫ويقرر حقيقتين علميتين هما‪:‬‬
‫وبهذا يضع أبو إسحق اليد على الجرح‪ِ ،‬‬
‫ّ‬
‫قوة مادية وهيمنة سياسية إال َّ باالتحاد والتعاون‬
‫‬
‫األولى‪َّ :‬‬
‫أن الغرب لم يُنجز ما أنجز من َّ‬
‫«باالتحاد والتعاون نــرى أمامنا أمما تأتي بوسائل العمران واخــتــراع مــواد الحياة ما يندهش له‬
‫قوة‬
‫الضعيف‪ ،‬حتى يشك في قواه العقلية‪ ،‬كأنها لم ُتخلق لما يراه‪ ،‬ولم يؤت ما أوتي أولئك من َّ‬
‫كل ما يقتضيه تنازع البقاء‪ ،‬وحفظ الجامعة القومية من‬
‫الفهم والتفكير‪ .‬ذلك النصراف أفكارهم إلى ّ ِ‬
‫كل انحال واعتداء»‪.‬‬
‫ِّ‬
‫والحقيقة الثانية‪ :‬هي أننا لسنا في حاجة إلى فلسفة وال إلى فكر آخر غير القرآن «فالقرآن‬
‫‬
‫كل عمل تسعد به‬
‫كاف إليجاد الملكات الباعثة إلى المفاخر‪ ،‬وكسر قيود الشقاء‪ ،‬واالندفاع إلى ّ ِ‬
‫العامة»‪.‬‬
‫الهيئة االجتماعية أو الجامعة‬
‫َّ‬
‫ممزق؟‬
‫إذا كان األمر كذلك‪ ،‬فما الذي أردانا إلى أسفل سافلين‪ ،‬وما الذي مزقنا‬
‫شر َّ‬
‫َّ‬
‫ألسنا نتلو القرآن آناء الليل وأطراف النهار؟‬
‫محمد‪ ،‬فصنع به المعجزات‪ ،‬وبعث به خير َّأمة‬
‫ذات القرآن الذي نزل على خير الخلق‬
‫أليس ُ‬
‫َّ‬
‫أخرجت للناس‪ ،‬يتلى علينا اليوم فا يغيِر فينا شرو نقير؟‬
‫ّ‬
‫الجواب واضح وبيِن‪ ،‬يكمن في تركنا لتعاليم القرآن‪ ،‬وإعراضنا عن شرب الــدواء‪ ،‬وإيثارنا‬
‫ّ‬
‫الموت عطشا ونحن على ضفاف النهر‪ ،‬ففقرنا من ذواتنا‪ ،‬ومسغبتنا بفعل إرادتنا‪ ،‬وبالجملة – كما‬
‫ُ‬
‫يقول أبو إسحاق‪« :‬نحن فقراء بسبب اإلهمال وترك العمل بمقتضيات ذلك (تعاليم القرآن)»‪.‬‬
‫فيؤكد أ َّن «االتحاد والتعاون هما أساس العمران‪ ،‬وركن سعادة األمم»‪.‬‬
‫ويعود أخيرا‬
‫ِّ‬
‫أكد فيها هذه الحقيقة‪ ،‬فختمها بنصيحة خاطب‬
‫وفي قصيدة نظمها بعنوان «إلى شعب عمان»‪َّ ،‬‬
‫فيها العرب والمسلمين‪ ،‬قائا‪:‬‬
‫أيها األصحاب قوموا وانهضوا‬
‫واحفظوا موطنكم واصطبروا‬
‫العز بكلتـا القوتين‬
‫وامتطوا َّ‬
‫متحدين‬
‫ثم دوموا واسلموا‬
‫ِّ‬
‫األول من المعالم المنهجية لوحدة المسلمين فيما كتبه أبو إسحاق‪ ،‬فما هو‬
‫هذا هو المع َلم َّ‬
‫المعلم الثاني؟‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪352 (9‬‬
‫*أول‪ -‬جعلها محورا لعلمه وعمله‪:‬‬
‫يقرر فيها أ َّن‬
‫نطالع محاضرة ألقاها أبو إسحاق في «جمعية تعاون جاليات شمال إفريقيا» ِ‬
‫ّ‬
‫أس العمل اإلنساني واإلسامي وأساسه‪ ،‬فيقول‪:‬‬
‫الوحدة هي ُّ‬
‫ـروري‪ ،‬وهو‬
‫«إن حياة األمم والشعوب واألحــزاب لها أمور تتوقف عليها‪ ،‬إال َّ أ َّن بعضها ضـ‬
‫َّ‬
‫ٌّ‬
‫كاألساس للبناء المشيد الثابت األركــان‪ .‬فبسواها ال تستقيم حياتها‪ ،‬وال تثمر نتيجة لجهودها؛‬
‫فاألمران األساسيان هما‪ :‬االتحاد والتعاون‪ .‬ما ظهرا في َّأمة إال َّ ونالت مبتغاها من العظمة والكمال‪،‬‬
‫كل مجال‪( ».‬م‪ ،1‬ص‪.)55‬‬
‫العز والجال‪ ،‬وكان لها القدح المع َّلى في ّ ِ‬
‫واقتعدت مقاعد ِّ‬
‫مرده إلى النفس‪ ،‬وإلى اإلخاص‪ ،‬فإذا كانت‬
‫وال يقتصر االتحاد والتعاون في االجتماع‪َّ ،‬‬
‫فإن َّ‬
‫«مدساة»‬
‫وحدويا اجتماعيا» َّأما إذا كانت النفس «فاجرة»‪،‬‬
‫دينها أثمرت «منحى‬
‫النفس مخلص ًة هلل َ‬
‫ًّ‬
‫َّ‬
‫ٍ‬
‫خسيسة‬
‫شق العصا‪ ،‬ألغراض‬
‫َّ‬
‫فإنها – ألسباب من خارج دائرة التوحيد – تعمل على ال ُفرقة‪ ،‬وعلى ِّ‬
‫ٍ‬
‫ٍ‬
‫ٍ‬
‫دنيئة نفعية آنية‪ ،‬ال بسبب غايات كبرى‪ ،‬ومقاصد عظمى‪.‬‬
‫يقول أبو إسحق‪:‬‬
‫لكل عمل تحتاج إليه الهيئة االجتماعية‪ ،‬وهما عنوان اإلخاص‬
‫«االتحاد والتعاون أمران أساسيان ّ ِ‬
‫قوة‬
‫وحليفاه‪ ،‬ال يوجدان في نفس إال َّ وكانا معه‪ ،‬ولوالهما ما رأينا لشعب من الشعوب ظهورا وال َّ‬
‫وال سلطانا وال انتظام شمل» (م‪ ،1‬ص‪.)55‬‬
‫ُّ‬
‫ويستدل الشيخ على هذا الحكم بآيات قرآنية‪ ،‬وأحاديث نبوية‪ ،‬ثم ينتقل إلى وصف الواقع‪ ،‬فهو‬
‫قد انطلق منه ورجع إليه‪ ،‬فيقول‪:‬‬
‫«إن الشعوب اإلسامية‬
‫كل ما يفيد جامعتها‪ ،‬وتشعر بفقر عظيم إلى‬
‫بشدة الحاجة إلى ّ ِ‬
‫َّ‬
‫لتشعر َّ‬
‫ُ‬
‫كل ما يهدم الشرف‬
‫كل غائلة‪ ،‬ومن ّ ِ‬
‫قوة ترأب بها صدعها‪ ،‬وتحمي بها نفسها من ّ ِ‬
‫جمع شتاتها‪ ،‬وإلى َّ‬
‫التليد الذي ورثته جيا بعد جيل» (م‪ ،1‬ص‪.)56‬‬
‫شعوب شمال إفريقيا في هذا الصدد وهي ترزح تحت نير االستعمار الفرنسي‬
‫حال‬
‫ِ‬
‫ويح ِّلل َ‬
‫البغيض فيرى أ َّن خيرها في وحدتها وشرها في ُفرقتها‪ ،‬ثم يصف لها الدواء النافع‪ ،‬المتمثل في‬
‫َّ‬
‫جرعتين‪:‬‬
‫*جرعة من االتحاد‪.‬‬
‫*وأخرى من التعاون‪.‬‬
‫عزتها‪ ،‬فيقول‪:‬‬
‫تسجل هذه الشعوب وجودها في التاريخ‪ ،‬وتسترد َّ‬
‫بهما ِ ّ‬
‫ألول مرة كتلة واحدة بعد أن كانت متباعدة‪ ،‬بل كانت ال‬
‫َّ‬
‫«إن شعوب شمال إفريقيا اجتمعت َّ‬
‫َّ‬
‫تعرف ما هو االلتفاف حول كلمة واحدة»‪.‬‬
‫‬
‫‪(8) 353‬‬
‫(الزمن)‪:‬‬
‫محايد‪ ،‬وال أثر له في المعادلة‪ ،‬فهو يقينا ليس سلباً وال يسلبها‪ ،‬نقرأ في‬
‫أن (الزمن) ز‬
‫بما َّ‬
‫ٌ‬
‫يقولن أحدكم‪ :‬يا‬
‫الحديث القدسي‪« :‬قال الل عز وجل ‪ :‬يؤذيني ابن آدم‪ ،‬يقول‪ :‬يا خيبة الدهر! فال‬
‫َّ‬
‫خيبة الدهر! فإني أنا الدهر أق ِّلب ليله ونهاره‪ .‬فإذا شئت قبضتهما»‪ ،8‬وكما نقرأ في قول الشاعر‪:‬‬
‫نعيب زماننا والعيب فينا‬
‫ونهجو ذا الرمان بغير ذنب‬
‫عيب سوانا‬
‫ومــا لزماننا ٌ‬
‫ولو نطق الزمان لنا هجا نا‬
‫‪9‬‬
‫إن اإليمان الصحيح يُلزمنا باعتقاد الحياد في الزمن‪ ،‬وإال َّ لزم أن نلغي «العدل اإللهي»‬
‫بل َّ‬
‫اهم‬
‫يقرر قواعد ال تتغير في هذا األمر‪« :‬وما ظلمن‬
‫فننسب إليه – حاشاه – الظلم والجور؛ وكتاب اهلل ِ‬
‫َ َ ََْ َ ُ ْ‬
‫َ‬
‫ّ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫الل َلي َس‬
‫ن‬
‫أ‬
‫و‬
‫م‬
‫يك‬
‫د‬
‫ي‬
‫أ‬
‫ت‬
‫م‬
‫د‬
‫ق‬
‫ا‬
‫ِم‬
‫ب‬
‫ك‬
‫ل‬
‫ذ‬
‫«‬
‫‪،)118‬‬
‫آية‬
‫النحل‪:‬‬
‫(سورة‬
‫»‬
‫ون‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َو َل ِك ْن َكانُوا أَ ْن ُف َس ُه ْم َي ْظ ِل ُم َ‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫َ َّ َ ْ ْ ُ ْ َ‬
‫َّ َ ْ‬
‫ٍ ِ ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫اس أَ ْن ُف َس ُهم‬
‫اس َش ْي ًئا َو َلك َّن َّ‬
‫الل َل َي ْظل ُم َّ‬
‫ِب َظ َّالم ل ْل َعبِيد» (سورة آل عمران‪ :‬آية ‪« ،)182‬إ َِّن َّ َ‬
‫الن َ‬
‫الن َ‬
‫ْ‬
‫ون» (سورة يونس‪ :‬آية ‪.)44‬‬
‫َي ْظ ِل ُم َ‬
‫(المسلمون)‪:‬‬
‫َّأما المتغيِر الوحيد في المعادلة فهو م (المسلمون)‪ ،‬وهــؤالء إذا تلقوا الرسالة‪ ،‬وعملوا بها‪،‬‬
‫ّ‬
‫تمكنوا وانتصروا وسادوا؛ مهما كان عددهم‪،‬‬
‫أي زمان كان‪ ،‬وفي ِّ‬
‫وأخلصوا لها‪ ،‬في ِّ‬
‫أي مكان كان‪َّ ،‬‬
‫أو أعداؤهم‪ ،‬أو جغرافيتهم‪...‬‬
‫وهم‪ ،‬إذ ابتعدوا عن تعاليم دينهم‪ ،‬فضيعوا التوحيد‪ ،‬واستهتروا بالواجبات الشرعية‪ ،‬واتجهوا‬
‫َّ‬
‫لغير اهلل‪ ،‬وابتغوا العزة فيمن دونــه‪ ...‬أذ َّلهم اهلل‪ ،‬وجعلهم حثالة الناس‪ ،‬وأراذل القوم‪ ،‬وحضيض‬
‫األمم‪.‬‬
‫ِ ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ ِ ِ‬
‫ِ ِ‬
‫ين»‬
‫ألم يقل ُّ‬
‫رب العزة عن القرآن الكريم‪« :‬يُض ُّل بِه َكث ًيرا َو َي ْهدي بِه َكث ًيرا َو َما يُض ُّل بِه إ َِّل ا ْل َفاسق َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫يش ًة َض ْن ًكا َو َن ْح ُشر ُه‬
‫(سورة البقرة‪ :‬آية ‪ ،)26‬وقال َّ‬
‫«و َم ْن أَ ْع َر َض َع ْن ذ ْكرِ ي َف ِإ َّن َل ُه َمع َ‬
‫جل من قائل‪َ :‬‬
‫ُ‬
‫َي ْو َم ا ْل ِقي َام ِة أَ ْع َمى» (سورة طه‪ :‬آية ‪ .)124‬وقد قال عليه السام‪« :‬كلكم يدخل الجنة إل َّ من شرد‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫على الل شراد البعير على أهله»‪.10‬‬
‫وأصل سعادتهم‪ ،‬وسر نصرتهم‬
‫أساس وجودهم‪،‬‬
‫من هنا كانت وحد ُة المسلمين‪ ،‬بعد التوحيد‪،‬‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َّ‬
‫وانتصارهم‪.‬‬
‫الوحدة‪ ،‬ولم يأل جهدا في معالجتها فكرا وواقعا‪ ،‬ومن أبعادها‬
‫ومن هنا تناول أبو إسحاق هذه َ‬
‫المنهجية عنده‪ ،‬ما يلي‪:‬‬
‫‪ 8‬حديث صحيح‪ ،‬رواه مسلم عن أبي هريرة‪ ،‬رقم ‪.2246‬‬
‫‪ 9‬ل‪00‬إلمام الشافعي‪.‬‬
‫‪184‬‬
‫رقم‬
‫اإليمان؛‬
‫كتاب‬
‫‪ 10‬مستدر الحاكم‪،‬‬
‫‪.‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪354 (7‬‬
‫ومن الناحية الرياضية‪ ،‬بتوظيف المعادالت‪ ،‬يمكننا أن نكتب اآلتي‪ ،‬في وصف واقعنا‪:‬‬
‫س (اإلسالم) ‪ +‬ز (الزمن) ‪ +‬م (المسلمين) = التخلف‪ ،‬والفتن‪ ،‬والصراعات ‪.‬‬
‫لكننا يقينا سنكون مخطئين فيها‪ ،‬فالعاقة ليست عاقة «س ‪ +‬س»‪ ،‬فإذا ما طال السلب عاما‬
‫َّ‬
‫بقي العامل اآلخر‪ ...‬وإنما هي عاقة «إما أن يكون أو ال يكون»‪ ،‬فهي بذلك عاقة ضرب «س ×‬
‫س»‪ ،‬فإذا كان أحد األطراف صفرا كان الكل صفرا؛ ومن ثم تكون المعادلة الصحيحة هكذا‪:‬‬
‫َّ‬
‫س (اإلسالم) × ز (زمن) × م (المسلمين) = التخلف‪ ،‬والفتن‪ ،‬والصراعات ‪.‬‬
‫ِ‬
‫الموحدين – بمصطلح مالك بن نبي –‪ ،‬أو في زمن‬
‫هذا‪ ،‬في عصور االنحطاط‪ ،‬وعصور ما بعد‬
‫ّ‬
‫محمد صلى اهلل عليه وس َّلم‪ ،‬في قوله‪ ...« :‬لكنهم غثاء كغثاء السيل»‬
‫«الغثائية» بمصطلح خير البرية‬
‫ُ‬
‫َّ‬
‫لقول الرسول عليه السام‪« :‬يوشك أن تداعى عليكم األمم كما تداعى األكلة على قصعتها» قال‬
‫ولكنكم غثاء كغثاء‬
‫قائل‪« :‬أومن ق َّلة نحن يوميذ؟ قال صلى اهلل عليم وسلم‪« :‬أنتم يومئذ كثير‪،‬‬
‫َّ‬
‫‪6‬‬
‫لينزعن الل من صدور أعدائكم المهابة منكم‪،‬‬
‫السيل‪،‬‬
‫وليلقين الل في قلوبكم الوهن» ‪ ،‬بل في عصر‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫وأما ما ينفع الناس فيمكث في األرض»‪.‬‬
‫«أما الزبد فيذهب جفاء‪َّ ،‬‬
‫«الزبدية» بالمصطلح القرآني‪َّ :‬‬
‫األول‪ ،‬ونهاية بعصر التمكين مع العهد‬
‫َّأما في العصور الذهبية‪ ،‬بداية من الزمن الرسالي‬
‫ِّ‬
‫النبوي َّ‬
‫فإن ذات المعادلة تكتب هكذا‪:‬‬
‫العثماني الزاهر‪ ،‬مرورا بنماذج النصرة واالنتصار‪َّ ،‬‬
‫س (اإلسالم) × ز› (زمن) × م (المسلمين) = الحضارة‪ ،‬والستقرار‪ ،‬والوحدة ‪.‬‬
‫ولنحاول تحليل أطراف المعادلة‪ ،‬لنتبين موطن الخلل في ذلك‪:‬‬
‫(اإلسالم)‪:‬‬
‫األول في المعادلة (اإلسام) س‪ ،‬استطاع أن يرفع أمما من حضيض القبلية والبداوة‬
‫َّ‬
‫إن الطرف َّ‬
‫قمة اإلنسانية والحضارة والوحدة؛ وال َيعرف التاريخ تحوال بدرجة عالية‬
‫والتخ ُّلف والصراع إلى َّ‬
‫‪7‬‬
‫في الفكر والممارسة‪ ،‬وفي العلم والعمل‪ ،‬وفي االجتماع والسياسة‪ ...‬أكبر من التحول واالنقاب‬
‫– بمصلطح المودودي – الذي أحدثه اإلسام يوم نزل على العرب‪ ،‬وهم أدنى الناس وأضعفهم‬
‫أعز الناس‪ ،‬وأعظمهم شأنا ومكانة‪.‬‬
‫وأق ُّلهم شأنا ومكانة‪ ،‬فصاروا بعد بضع سنين (‪ 23‬سنة) َّ‬
‫وحق مطلق‪ ،‬وكمال مطلق‪:‬‬
‫ومن ثم كان (اإلســام) ثابتا آخر في المعادلة‪ ،‬وهو خير مطلق‪،‬‬
‫ٌّ‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫ٌ‬
‫«ا ْليوم أَ ْكم ْلت َل ُكم ِد َين ُكم وأَ ْتممت ع َلي ُكم ِنعم ِتي ور ِ‬
‫ِ‬
‫ض‬
‫يت َل ُكم ْاإل ِْس َال َم د ًينا» (سورة المائدة‪ :‬آية‬
‫ُ‬
‫َْ َ َ ُ‬
‫ْ َ َ ْ ُ َ ْ ْ ْ َ َ َ‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫‪.)3‬‬
‫‪ 6‬رواه أبو داود‪.‬‬
‫اإلسامي»‬
‫االنقاب‬
‫«منهاج‬
‫‪ 7‬في كتابه‪:‬‬
‫‪.‬‬
‫‪(6) 355‬‬
‫‬
‫إلــى أن يخلص إلــى تعريف تقريبي للمنهج والمنهاج والمنهجية‪ ،‬فيقول‪« :‬وباإلضافة إلى‬
‫الدالالت العديدة التي ال تزال تعطي للفظ المنهج والمنهاج ما بين المعنى المحدود المخصوص‬
‫استعمل للداللة على جانب من فلسفة‬
‫واإلطار الفكري العام وما بينهما‪َّ ،‬‬
‫فإن هذا المصطلح قد ُ‬
‫العامة التي يستعملها اإلنسان في البحث عن الحقيقة في‬
‫العلم الذي يتع َّلق بطرق التفكير والقواعد‬
‫َّ‬
‫‪5‬‬
‫العلوم‪ ،‬وتهيمن على سير العقل وتحديد عملياته حتى يصل إلى نتيجة معلومة» ‪.‬‬
‫والذي يعنينا في بحثنا من هذا التعريف هو‪:‬‬
‫العام»‪.‬‬
‫*»اإلطار الفكري‬
‫ُّ‬
‫العامة التي يستعملها اإلنسان في البحث عن الحقيقة في العلوم‪ ،‬وتهيمن على سير‬
‫*و»القواعد‬
‫َّ‬
‫العقل‪ ،‬وتحديد عملياته‪ ،‬حتى يصل إلى نتيجة معلومة»‪.‬‬
‫الفكري العام الذي يحكم تفكير الشيخ وهو يكتب «عن الوحدة»‬
‫ولذا فإننا سنبحث عن اإلطار‬
‫ِّ‬
‫العامة والمنطلقات الفكرية‬
‫أو «في الوحدة» أو «تطبيقا للوحدة»‪ .‬ثم نحاول استكشاف القواعد‬
‫َّ‬
‫بكل حيثياتها وظروفها‬
‫التي تهيمن على عقل الشيخ وهو يؤ ِلّف – بل ويمارس – مج َّلة المنهاج‪ِ ّ ،‬‬
‫الزمنية والمكانية‪.‬‬
‫ونخلص من ثم إلى األجوبة على األسئلة المفتاحية اآلتية‪:‬‬
‫تعد الوحدة أساسا في فكر الشيخ‪ ،‬أم أنها أمر ثانوي؟‬
‫*هل ُّ‬
‫*هل كتب الشيخ عن المنهجية‪ ،‬ودعا إليها‪ ،‬ودافع عنها خطابة؟ أم أنه مارسها واقعا وفعا؟‬
‫أم جمع بين هذا وذاك؟‬
‫*هل اشترط المؤ ِلّف قولبة اآلخر في إطار أُحادي (مذهبيا كان‪ ،‬أم عرقيا‪ ،‬أم فكريا) حتى تتحقق‬
‫الوحدة‪ ،‬أم أ َّن له رؤية أخرى لألنا واآلخر‪ ،‬في سبيل الوصول إلى وحدة منشودة؟‬
‫*هل دافع الشيخ عن إلغاء الذات واالنصهار في ذات مقو َلبة؛ ألجل إدراك الوحدة؟ أم أنـه اجتهد‬
‫َّ‬
‫التنوعي ال االختاف اإلقصائي؟‬
‫في تحقيق الذات تحت راية االختاف ُّ‬
‫ظل للسؤالين السابقين‪.‬‬
‫*كيف تعامل صاحب المنهاج مع إشكالية التحيز؟ وهذا السؤال ٌّ‬
‫*قراءة في الواقع‪:‬‬
‫األو َل تــداوال في قائمة قضايا المسلمين اليوم‪ ،‬فالتشرنق في‬
‫يكاد موضوع «الوحدة» يكون َّ‬
‫التكتل في صفوف الغرب اليهوديالمسيحي‪ ،‬وما لم تجمعه العقيدة‬
‫صف الشرق المسلم‪ ،‬يقابله‬
‫ِّ‬
‫ُّ‬
‫الموحد‪،‬‬
‫الواحدة‪ ،‬والدين الواحد‪ ،‬والتاريخ الــواحــد‪ ...‬جمعته المصلحة المشتركة‪ ،‬والعدوان‬
‫َّ‬
‫والهيمنة الظالمة‪.‬‬
‫‪ 5‬نفس المرجع؛ ص‪.8‬‬
‫‹‪‹SLÂMÎ ‹L‹MLER DERG‹S‬‬
‫)‪356 (5‬‬
‫‪2‬‬
‫ِ‬
‫مادتها على ضوء «وحدة المسلمين»‪ ،‬كما‬
‫وأتخذ «مج َّلة المنهاج» حقا لهذه المقاربة‪ ،‬فأح ّلل َّ‬
‫ِ‬
‫أحلل إشكالية «وحدة المسلمين» من خال «مج َّلة المنهاج»‪.‬‬
‫ّ‬
‫*مقاييس المنهج‪:‬‬
‫أعتمد في ورقتي هذه المقاربات التي صدرت عن «المعهد العالمي للفكر اإلسالمي» في‬
‫والتحيز‪ ،‬والوسطية‪ ...‬وغيرها‪.‬‬
‫األمة‪ ،‬والوحدة‪،‬‬
‫المنهج والمنهاج والمنهجية اإلسامية‪ ،‬وفي مفاهيم َّ‬
‫ُّ‬
‫إن أبا إسحق نفسه قد دفعنا – من خال عنوان مجلته (مجلة المنهاج) – إلى البحث في‬
‫ثم َّ‬
‫َّ‬
‫ِ‬
‫مستمدا العون والتوفيق منه‬
‫المنهاج‪،‬‬
‫ة‬
‫ل‬
‫مج‬
‫إنشاء‬
‫في‬
‫اهلل‬
‫«استخرت‬
‫ة‪:‬‬
‫ل‬
‫المج‬
‫مة‬
‫مقد‬
‫في‬
‫يقول‬
‫المنهج‪،‬‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫ًّ‬
‫ّ‬
‫ُ‬
‫تعالى‪ ،‬متخذا الحق سبيا‪ ،‬والصدق شعارا «إ ِْن أُرِ يد إ َِّال ْاإلِص َالح ما است َطعت وما َتو ِف ِيقي إ َِّل ب َّ ِ‬
‫ِالل‬
‫َّ‬
‫ُ‬
‫َّ‬
‫ْ َ َ ْ َ ْ ُ ََ ْ‬
‫ِ‬
‫ت َو ِإ َلي ِه (سورة هود‪ :‬آية ‪( »)88‬المقدمة‪ ،‬ص‪.)3‬‬
‫ل‬
‫َع َل ْيه َت َو َّك ْ ُ‬
‫ْ‬
‫إعراض المؤ ِلّف عن ذكر سبب تسمية المج َّلة بالمنهاج‪ ،‬والدواعي‬
‫وقد استرعى انتباهي بداي ًة‬
‫ُ‬
‫إلى ذلك‪ ،‬وتطبيقات العنوان‪ ،‬شأن المجات في افتتاحيتها األولى‪ ،‬حيث تبدأ باإلشارة إلى العنوان‪،‬‬
‫وإلى اآلية أو الحديث أو النص الذي اقتبس منه‪ ،‬حتى تضع القارئ في الخط العام للمجلة‪.‬‬
‫وفي األعداد األخيرة كتب اآلية الكريمة التي اقتبس منها عنوانه‪ ،‬وهي قوله تعالى‪ِ :‬‬
‫«ل ُك ّ ٍل‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫اجا» (سورة المائدة‪ :‬آية ‪.3)48‬‬
‫َج َع ْل َنا م ْن ُك ْم ش ْر َع ًة َوم ْن َه ً‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫بحسه‬
‫اإلعراض عن العناوين‪،‬‬
‫ونجد عذرا للمؤ ِلّف أنه اعتاد‬
‫َ‬
‫َ‬
‫واالجتهاد في المضامين‪ ،‬وألف ّ‬
‫للمدرك ضرور ًة‪ ،‬بل يترك للقارئ مساحة‬
‫في التحقيق والتدقيق أن ال يتعرض للمعلوم بداه ًة‪ ،‬وال‬
‫َ‬
‫َّ‬
‫مدرسي‬
‫إن أبا إسحق ل يكتب بأسلوب‬
‫ٍّ‬
‫واسعة إلعمال معارفه ومداركه‪ ...‬وبلغة المنهج نقول‪َّ :‬‬
‫مس َّطح ساذج‪ ،‬فهو – بحسه األدبي الكالمي – يميل إلى الرمز واإلشارة والمجاز‪ ،‬ويرى البالغة‬
‫والبراعة في هذا التجاه‪.‬‬
‫وفي تعريف المنهج والمنهجية يقول أ‪ .‬د‪ .‬فتحي حسن ملكاوي‪:‬‬
‫«وال يخلو مصطلح المنهج‪/‬المنهجية‪ ،‬أو المنهاج‪/‬المنهاجية‪ ،‬من جاذبية وسحر في بيان أصحاب‬
‫سواء منهم من كان في مجال التذوق األدبي‪ ،‬أو التنافس األيديولوجي‪ ،‬أو الوعظ الوجداني‪،‬‬
‫البيان‪،‬‬
‫ً‬
‫ويدعي وصاً بها‪ ،‬ويقارع‬
‫أو التبشير الدعوي‪ ،‬أو االدعاء العلمي‪ُّ ..‬‬
‫يتوسل بالمنهجية َّ‬
‫فكل هؤالء َّ‬
‫يدعون المنهجية في التفكير أو في القول أو في العمل‪ ،‬أو ممن يُ ّدعى‬
‫بمنهجه مناهج اآلخرين ممن ّ‬
‫عليهم فقدانُها»‪.4‬‬
‫‪ 2‬هي مجلة أصدرها أبو إسحاق إبراهيم اطفيش في القاهرة‪ ،‬واهتمت أساسا بقضايا المسلمين‪ ،‬وخصوصا بقضايا‬
‫المستعمر – وذلك بين محرم ‪1344‬هـ ومحرم ‪1347‬هـ‪ ،‬وطبعت في مجلد واحد‪ ،‬بنفس‬
‫المغرب اإلسامي –‬
‫َ‬
‫الصورة التي طبعت بها أصا‪.‬‬
‫األمة‪ ،‬واختيار الشيخ لهذا الجزء إشارة إلى الباقي‪ ،‬قال تعالى‪:‬‬
‫‪ 3‬الحظ سياق اآلية الذي يتناول موضوع وحدة‬
‫اب‪ ،‬ومهي ِم ًنا ع َلي ِ‬
‫«وأَ ْنز ْل َنا ِإ َلي َك ا ْل ِكتاب بِا ْلح ِّق مص ِّد ًقا ِلما بين ي َدي ِه ِم َّن ا ْل ِ‬
‫اهللُ َو َال َت َّتب ِْع‬
‫ف‬
‫‪،‬‬
‫ه‬
‫ت‬
‫ك‬
‫ِ‬
‫َ‬
‫اح ُك ْم َب ْي َن ُه ْم ب َِما أَ ْن َز َل َّ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ ْ‬
‫َ ُ َْ‬
‫اهلل َلجع َل ُكم أُم ًة و ِ‬
‫أَ َهواءهم ْعما جاء َك َ ِمن ا ْلح ِّق ُ‪َِ ،‬ل ُك ّ ٍل ج َع ْل َن َا ْ ِم ْن َ ُكمْ ِشرع ًة و ِ‬
‫اح َد ًة‪َ ،‬و َل ِك ْن ِليب ُل َو ُكم‬
‫اء‬
‫ش‬
‫و‬
‫ل‬
‫و‬
‫ا‪،‬‬
‫اج‬
‫ه‬
‫ن‬
‫م‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َّ‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ً‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ ْ ِ ِ ُ ِ َ ْ َّ َ‬
‫ْ ِْ َ‬
‫ِ َ‬
‫َْ ْ‬
‫َْ ْ‬
‫اكمَّ َفاست ِب ُقوا ا ْل َخير ِ‬
‫ون»‪.‬‬
‫ِفي َما َآت‬
‫يعا َف ُي َن ّبِئُ ُك ْم ب َِما ُك ْن ُت ْم فيه َت ْخ َتل ُف َ‬
‫ُ‬
‫ات ِإ َلى َّ‬
‫َ‬
‫اهلل َم ْر ِج ُع ُك ْم َجم ً‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫َْ‬
‫‪ 4‬فتحي حسن ملكاوي‪ :‬المنهاج والمنهجية؛ ضمن كتاب دورة المنهجية‪ ،‬مصور‪ ،‬ص‪.3‬‬
‫‬
‫‪(4) 357‬‬
‫المحتويات‪:‬‬
‫طرح اإلشكال‪:‬‬
‫مقاييس المنهج‪:‬‬
‫قراءة في الواقع‪:‬‬
‫‬
‫(اإلسام)‬
‫‬
‫الزمن‬
‫‬
‫المسلمون‬
‫*أوال‪ -‬جعلها محورا لعلمه وعمله‪:‬‬
‫*ثانيا‪ -‬مارسها واقعا قبل أن يسردها خطابة‪:‬‬
‫المتنوع‪ ،‬ال اآلخر المخالف‪:‬‬
‫*ثالثا اآلنا‬
‫ِّ‬
‫‪.1‬‬
‫مدخل مقوالت «األنا واآلخر»‪.‬‬
‫‪.2‬‬
‫مدخل «إشكالية التحيز»‪ ،‬فيما سمي بفقه التحيز‪:‬‬
‫‪.3‬‬
‫مدخل «التنوعية» التي تتميز عن «التعددية» بجملة من المعايير‪:‬‬
‫*رابعا‪ -‬تحقيق الذات ال إلغاؤها‪:‬‬
‫*طرح اإلشكال‪:‬‬
‫المفكرين من قبيل ِ‬
‫الهم واالهتمام‪ ،‬أو من زاوية‬
‫قد تطرح قضية «وحدة المسلمين» لدى بعض‬
‫ِّ‬
‫ّ‬
‫‪1‬‬
‫الخطاب والخطابة‪ ،‬أو جريا مع التيار ِ‬
‫لكن أبا اسحاق إبراهيم اطفيش ‪ ،‬فيما‬
‫العام والسياق الضاغط؛ َّ‬
‫ّ‬
‫نحسب‪ ،‬قد صاغها منهجا قبل أن يتعرض لها موضوعا‪ ،‬ومارسها واقعا قبل أن يدعو إليها خطابة؛‬
‫َّ‬
‫ِ‬
‫كل ذلك من‬
‫ولذا استطاع أن يبني أسبابها‪،‬‬
‫ويؤسس لمراحلها‪ ،‬ويصف آلياتها‪ ،‬ويضبط شروطها‪ُّ ...‬‬
‫ّ‬
‫كل ما كتب‪ ،‬وما نشر‪ ،‬وما‬
‫تطبيقي‬
‫خال نموذج‬
‫فعال‪ ،‬ذلك َّأنه عايشها زمانا ومكانا‪ ،‬في ّ ِ‬
‫ٍّ‬
‫ٍّ‬
‫عملي َّ‬
‫حقق‪.‬‬
‫َّ‬
‫أشرح تلكم األبعاد المنهجية لوحدة المسلمين‪ ،‬ذلك َّأنها‬
‫وسأحاول – في هذه المقالة – أن ِ‬
‫ّ‬
‫األمة – بلغة المناطقة‬
‫ووطنيا‪،‬‬
‫محليا‪،‬‬
‫األمة اليوم‪:‬‬
‫تتبوأ مكانة ِّ‬
‫ودوليا؛ فمصير َّ‬
‫متقدمة في إشكاالت َّ‬
‫َّ‬
‫ًّ‬
‫ًّ‬
‫ًّ‬
‫والمتك ِّلمين يدور مع وحدتها وجودا وعدما‪.‬‬
‫‪ 1‬هو إبراهيم بن امحمد بن إبراهيم بن يوسف‪ ،‬اطفيش (أبو إسحاق)‪( ،‬ولد في‪1305 :‬هـ ‪1886 /‬م ــ توفي في‪:‬‬
‫ّ‬
‫‪ 20‬شعبان ‪ 1385‬هـ ‪ 26 /‬ديسمبر ‪1965‬م)‪ ،‬عالم من بني يسجن بميزاب‪ ،‬أبعدته فرنسا من الجزائر إلى تونس‪،‬‬
‫ومنها إلى القاهرة‪ ،‬فأصدر العديد من المؤلفات‪ ،‬والتحقيقات‪ ،‬ونشط في جمعية الهداية اإلسامية في تونس‪ ،‬وفي‬
‫جمعية الشبان المسلمين بمصر‪ ،‬وكان عضوا بارزا بجمعية تعاون جاليات شمال إفريقيا‪ .‬ومثل عمان في هيئة األمم‬
‫المتحدة‪( .‬انظر باباعمي وآخرون‪ ،‬معجم أعام اإلباضية‪ ،‬ترجمة رقم ‪.)037‬‬
İslâmî İlimler Dergisi, Yıl 10, Cilt 10, Sayı 1, Bahar 2015 (3/23-358/336)
‫ في فكر أبي إسحاق اطفيش‬،‫األبعاد المنهجية لوحدة المسلمين‬
- ‫مجلة المنهاج نموذجا‬*
‫محمد موسى باباعمي‬
‫الملخص‬
‫ح ـ ــاول الــبــاحــث م ــن خـ ــال مــقــالــه الــبــحــثــي أن ي ــوض ــح األب ــع ــاد الــمــنــهــجــيــة لــوحــدة‬
‫الــمــســلــمــيــن عــنــد الــشــيــخ أب ــو إس ــح ــاق إبــراهــيــم أطــفــيــش م ــن خ ــال مــجــلــتــه الــمــنــهــاج‬
.‫ ودولـ ًّـيــا‬،‫ ووطــنـ ًّـيــا‬،‫محليا‬
:‫األم ــة الــيــوم‬
‫ذلــك َّأنــهــا تــتــبـ َّـوأ مكانة‬
ِّ
َّ ‫متقدمة فــي إشــكــاالت‬
ًّ
‫ قد صاغها منهجا قبل‬،‫توصل الباحث أن وحدة المسلمين عند أبو اسحاق إبراهيم أطفيش‬
‫ ومارسها واقعا قبل أن يدعو إليها خطابة؛ ولذا استطاع أن يبني‬،‫أن يتعرض لها موضوعا‬
َّ
ِ
‫كل ذلك من خال نموذج‬
،‫أسبابها‬
ُّ ...‫ ويضبط شروطها‬،‫ ويصف آلياتها‬،‫ويؤسس لمراحلها‬
ّ
.‫حقق‬
‫تطبيقي‬
ِ ّ ‫ في‬،‫ ذلك َّأنه عايشها زمانا ومكانا‬،‫فعال‬
ٍّ
ٍّ
َّ ‫ وما‬،‫ وما نشر‬،‫كل ما كتب‬
َّ ‫عملي‬
EBÛ İSHAK ATFİŞ DÜŞÜNCESİNDE İSLAM BİRLİĞİ’NİN METODOLOJİK
BOYUTU
-el-Minhac Dergisi ÖrneğiÖZ
Bu araştırma, Şeyh Ebu İshak İbrahim Atfiş’in Müslümanların birliğinin
metodolojik boyutlarını yine kendisinin yayınladığı ve Müslüman
dünyada önemli ve seçkin bir konuma sahip olan el-Minhac dergisine
dayanarak açıklama amacını taşımaktadır. Araştırmada varılan sonuç,
Atfiş düşüncesinde İslam birliğinin pratik bazda tartışılmadan evvel
yöntem bazında tartışılması gerektiğidir. İslam Birliği’ne davet retoriği
geliştirilmeden evvel bu düşünce gerçeklik zemininde tecrübe edilmelidir.
Bunun için de böyle bir birliğin sebepleri ortaya konmalı, aşamaları
belirlenmeli, araçları vasıflandırılmalı ve şartları tespit edilmelidir. Bütün
bunlar gerçek bir düzlemde uygulanarak test edilmeli ve herhangi bir
zaman ve mekanda hayata geçirilme potansiyeli sınanmalıdır.
Anahtar Kelimeler : İslam birliği, İbadilik, Atfiş
THE METHODOLOGICAL DIMENSIONS OF THE MUSLIM UNION IN
THE THOUGHT OF ABU ISHAQ AL ATFEESH
-The example of al-Minhaj JournalABSTRACT
This study aims to explain the methodological dimensions of Muslim
Union in the thought of Atfeesh using his prominent journal al-Minhaj
as a source. The researcher concludes that the Muslim Union should be
a subject of methodological discussion before being a practical issue in
Atfeesh’s thought. The union must be put to a test in real life and must be
examined if it lives in a given time and place. Its reasons, stages, tools and
conditions need to be illustrated.
Keywords: Muslim union, ibadhiya, Atfeesh
Makalenin Dergiye Ulaştığı Tarih: 24 Aralık 2014; Hakem ve Yayın Kurulu Değerlendirmesinden
Geçen Makalenin Yayına Kabul Edildiği Tarih: 24 Ocak 2015
Prof. Dr., Cezayir Metodoloji Enstitüsü Müdürü
?Kimdir
*
‫مجلة العلوم األسالمية‬
ÇO RUM
ÇORUM ÇAĞRI EĞİTİM VAKFI
YIL 10, CİLT 10, SAYI 1, BAHAR 2015
Download