+ konuk yazar: Hülya Yüceer -> Sayfa 4 PLANLAMA VE TASARIMDA ÇAĞDAŞ YAKLAŞIMLAR: SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK BAĞLAMINDA YAPILAŞMIŞ ÇEVRE Naciye Doratlı- Ercan Hoşkara- Hıfsiye Pulhan Hera-C -> Sayfa 5 Geleneksel Mimarinin Eskimeyen Değeri: “Kerpiç” Kağan Günçe -> Sayfa 6 Taksim’de Bahar Şebnem Hoşkara KENTİN TADI TUZU konuk yazar: İpek Akpınar -> Sayfa 11 Yerellikle Bezenmiş Bir KuzeyAvrupa Başkenti: Helsinki AL GÖZÜM SEYREYLE Türkan Ulusu Uraz konuk yazar: Özlem Olgaç Türker -> Sayfa 12 Türk Edebiyatında Roman ve Mekan Beril Özmen Mayer kapak resmi: Ceren Boğaç Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde biz, geleneksel planlama yöntemleri ile kentlerin master planlarını henüz tam anlamıyla yapmayı başaramazken, birçok ülkede geleneksel planlamanın ve ürünü olan master planların pratikte beklenen ölçülerde başarılı olamaması ve bu başarısızlığın günümüz koşullarında giderek daha da artması nedeni ile kentlerin gelişmesine stratejik bir planlama anlayışıyla yaklaşılmasının giderek yaygınlaşmaya başladığını görüyoruz...-> S 7-8-9-10 GÜNCEL HABERLER - YORUMSUZ FOTOĞRAFLAR S 15 <-.......................................................................KARİKATÜRLER Kutsal Öztürk Begüm Mozaikçi + konuk yazar: Kağan Güer PROVO-K-İTAP DOSYA: 03 PLANLAMA VE TASARIMDA ÇAĞDAŞ YAKLAŞIMLAR: SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK BAĞLAMINDA YAPILAŞMIŞ ÇEVRE -> Sayfa 3 Naciye Doratlı KONUT VE YAŞAM konuk yazar: Hülya Yüceer Evden Evrene Habitat’a Methiye GELENEKTEN EVRENSELE Uğur Dağlı Neyi Niye Koruyalım? -> Sayfa 13 Farkına Varmak, Farkında Olmak Ercan Hoşkara SORULAR-CEVAPLAR BİR MİMAR - BİR BİNA Gençlere Yönelik, Gençliği Simgeleyen Bir Bina GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI KENT MİMARLIK ve TASARIM GAZETESİ 15 GÜNDE BİR YAYINLANIR 18 NiSAN 2010/ SAYI 5 CMYK -> Sayfa 14 + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 NİSAN. SAYI 5. 2010. 02 EDİTÖR Naciye Doratlı [email protected] Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA “Uluslararası Kariyer İçin” EDİTÖR’DEN... Herkese Merhaba, Bu sayımızda DAÜ Mimarlık Fakültesi ailesinden daha çok sayıda isim sizlerle birlikte olacak. İki sayfamızın dışındaki tüm sayfalarımızı konuklarımıza bıraktık. Farklı yaklaşımlar ve yorumların MekanPerest’i zenginleştirdiğini düşünüyoruz. Eminim ki sizler de keyifle okuyacaksınız. Bu sayımızda neler var? Bir Mimar, bir Bina sayfasında değerli arkadaşımız Uğur Dağlı, ilk kez bir konuk yazarı, DAÜ Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü’nden koruma uzmanı Hülya Yüceer’i ağırlıyor. Konuk yazarımız, DAÜ Mimarlık Fakültesi’nin yetiştirdiği, mezuniyet sonrası İstanbul ve Antwerp – Belçika’da meslek hayatını sürdürmüş ve on iki yıl sonra Kuzey Kıbrıs’a dönerek profesyonel yaşamına devam etmekte olan Batuhan Bayramoğlu’nu ve Gazimağusa’da önemli bir çekim noktasına dönüştürülen Dr. Fazıl Küçük Spor Kompleksi içindeki MAGEM binasını anlatıyor. Benim sayfam Geçmişin Sessiz Tanıkları’nda da yine bir konuk yazarımız var. Burada profesyonel olmamaktan, bir sürü farklı iş yükünü aynı anda taşımaya bağlı olarak Mekanperest yazı akışında tam anlamı ile organize olamamaktan kaynaklanan ilginç bir durum var. Hepimiz sayfalarımıza konuk yazarlar davet ettik. Ama bu konudaki bilgiyi paylaşmamış olacağız ki bugünkü çakışma oldu. Evet, bu sayfanın da konuk yazarı bir önceki sayfada olduğu gibi yine Hülya Yüceer. Arkadaşımız, kültür varlıklarının niye önemli olduklarını ve niye korunması gerektiğini dünyadan ve Türkiye’den örnekler vererek akıcı bir dille anlatıyor. Bildiğiniz gibi Konut ve Yaşam sayfamız konut araştırma merkezimiz HERA-C’nin sorumluluğunda. Bu sayımızda Merkez Başkan Yardımcısı Beril Özmen Mayer sizlerle birlikte. Arkadaşımız olağanüstü uslubu ile kaleme aldığı, konuta, eve dair, okuyanı sımsıkı saran ve evimize, evrenimize karşı duyduğumuz sevgiyi bize hatırlatan yazısı ile bizi gülümsetiyor. ve taşıyıcı özelliğe de sahip olan kerpiç duvardan söz ediyor. Doğa dostu bir malzeme olan kerpicin sunduğu fırsatların yanı sıra geleneksel mimarinin biçim ve malzeme özelliklerine ve özelde kerpice atfedilen olumsuz anlamlar ve buna bağlı olarak da olumsuz savları irdeliyor. gözüyle ve yorumuyla Helsinki’yi görebilirsiniz. Bu hafta Dosyamız var. Hıfsiye Pulhan, Ercan Hoşkara ve benim birlikte hazırladığımız 3. Dosya’mız Planlama ve Tasarımda Çağdaş Yaklaşımlar: Sürdürülebilirlik Bağlamında Yapılaşmış Çevre üzerine. 2. Dosya’yı bitirirken planlama ve tasarımda çağdaş yaklaşımların temelini oluşturduğunu vurguladığımız Stratejik planlama anlayışını bu Dosya’mızda irdeliyoruz. Stratejik planlama yaklaşımlarının neredeyse geleneksel planlama yaklaşımlarının önüne geçmesine yol açmış olan sürdürülebilirlik, sürdürülebilir kalkınma, sürdürülebilir gelişme kavramlarını ve tasarımda çağdaş yaklaşımları mercek altına aldık. ProVo-K-itaP sayfamızın sorumlusu arkadaşımız Beril Özmen Mayer de diğer sayfalarımızda olduğu gibi bir konuğa bırakmış sayfasını. Fakültemizin değerli öğretim görevlilerinden Kağan Güner, Türk Edebiyatında Roman Ve Mekân isimli yazısında, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi öğretim görevlilerinden Dr. Handan İnci’nin ‘ROMAN VE MEKAN: Türk Romanında Ev’ adlı çalışmasını akıcı bir üslupla yorumluyor. Arkadaşımız Türkan Uraz, Al Gözüm Seyreyle sayfasında, konuk bir yazarı ağırlıyor. Bu konuk yazar, fakültemizin elemanlarından Özlem Olgaç Türker. Arkadaşımızın, Yerellikle Bezenmiş Bir Kuzey-Avrupa Başkenti: Helsinki başlıklı yazısını okurken kendinizi bir an için bu güzel kentte hayal edebilir, arkadaşımızın Gelenekten Evrensele Mimari’de arkadaşımız Kağan Günçe, geleneksel Kıbrıs mimarisinin de eskimeyen değeri olan geleneksel yapı malzemesi kerpiç Arkadaşımız Ercan Hoşkara, SorularCevaplar, Yanlışlar- Doğrular’da bizi ilginç ve bir o kadar da düşündürücü konularda resimlerle aydınlatıyor. Şebnem Hoşkara arkadaşımızın Kentin Tadı- Tuzu sayfasındaki konuğu ise, Fakültemizde misafir öğretim üyesi olarak görev yapmış olan İTÜ’lü bir arkadaşımız, İpek Akpınar. Çoğumuzun İstanbul’a gidişlerimizde ilk durağı olan, olmayanların ise mutlaka bir uğradığı Taksim Meydanı’nı, sevgili İpek bize sadece mekânsal açıdan değil, tarihsel, toplumsal ve kültürel bağlamıyla birlikte aktarıyor. Kutsal Öztürk ve Begüm Mozaikci tarafından hazırlanan Haberlerimiz, her hafta olduğu gibi mimarlık ve tasarım alanında ilginç örnekleri dikkatinize getiriyor. Bu sayımıza katkı koyan herkes adına hepinize mutlu haftalar dilerim. Naciye Doratlı Bu Sayımızdaki Konuk Yazarlar: - - - - Hülya Yüceer Özlem Olgaç Türker Kağan Güner İpek Akpınar Değerli arkadaşlarımıza katkıları Mekanperest Gazete Ekibi / Soldan sağa (üst): Begüm Mozaikci, Şebnem Hoşkara, Beril Özmen Mayer, Ceren Boğaç, Naciye Doratlı, Türkan Ulusu Uraz, Ercan Hoşkara, Kağan Günçe. Soldan sağa (alt):Kutsal Öztürk, Hıfsiye Pulhan, Uğur Dağlı, Nesil Baytin ve Mimarlık Fakültesi Dekanı İbrahim Numan. MEKANPEREST- HAVADİS GAZETESİ EKİ için çok teşekkür ediyoruz. Proje Koordinatörü / Editör Naciye Doratlı. Proje Koordinatör Yardımcıları Ceren Boğaç, Uğur Dağlı, Şebnem Hoşkara. Grafik Tasarım ve Sayfa Düzeni Ceren Boğaç. Yazı İşleri Ekibi (Alfabetik) Nesil Baytin, Uğur Dağlı, Kağan Günçe, Ercan Hoşkara, Şebnem Hoşkara, Beril Özmen Mayer, Begüm Mozaikci, Kutsal Öztürk, Hıfsiye Pulhan, Türkan Ulusu Uraz. Proje Resmi Sahibi Doğu Akdeniz Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Gazimağusa. Tel: 630 1346, [email protected] Yayıncı Kuruluş Havadis Gazetesi, Lefkoşa. + CMYK + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 NİSAN. SAYI 5. 2010. BİR BİNA- BİR MİMAR Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] - [email protected] SAYFA 03 Uğur Dağlı konuk yazar: Hülya Yüceer MAĞUSA GENÇLİĞİNE BİR MİMARİ HEDİYE: MAGEM (MAĞUSA GENÇLİK MERKEZİ) BİNASI Bir binayı ve ona ruh veren mimarı anlatmak için, kişi (mimar) – mekan ilişkisine ait derin, yoğun bilgi birikimine sahip olmak gerekmektedir. Onun için bugün sayfamı, binanın tasarımından oluşumuna kadar olan süredeki tartışmalarına yakından tanık olmuş; mimarını kişisel olarak da yakından tanıyan arkadaşım Hülya Yüceer’e devrediyorum. Uğur Dağlı MİMAR BATU HAN BAYRAM O Ğ LU Yaşamımızın içinde yapılar... Yaşadığımız çevreyi oluşturan, hergün gördüğümüz, kanıksadığımız, hafızamızda farklı biçimlerde imgeler oluşturup sokakları, mahalleleri, kentleri ayrıştırmamızı sağlayan yapılar... daha doğru bir deyişle mimarlık mesleğinin ürünleri... Mimari ürünler ait oldukları devrin yaşam şeklini, teknik olanaklarını, tasarım zevkini ve bir anlamda da dönemlerinin “kimliğini” yansıtırlar. Pek çok kenti sahip olduğu yapılarla anımsar, kentin kuruluşundan sonra geçen evreleri farklı yapı kimlikleriyle saptarız. Venedik, Lüzinyan, Osmanlı dönemleri, 40’lar, 60’lar güçlü mimari karakterleriyle hafızalarımızda yerlerini almışken daha sonraki dönemler için aynı şeyleri söylemek pek mümkün değil sanırım. Oysa yaşamlarımız hızla gelişen teknolojik yeniliklerle çağı yakalamış durumda. Gündelik yaşamımızın vazgeçilmez araçları bilgisayarlar, cep telefonları, arabalar, elektrikli aletler pek çok gelişmiş ülkeyle yarışacak durumda iken bulunduğumuz yapılı çevre çağımızın teknik olanaklarını, yaşam biçimimizi ve hızımızı yansıtmakta sınıfta kalıyor. Kentlerimizin simgeleri hep yüzlerce yıl önce üretimiş yapılar mı olacak? 2000 leri yaşayan bizleri de gelecekte temsil edecek yapılar bu çevremizdekiler mi? diye kaygılanırken son bir kaç yılda kimliğimize yakışır mimari ürünlerin ortaya çıkması içimizi rahatlattı. Bu yapılardan bir tanesi çok kısa bir süre önce yapımı tamamlanan Gazimağusa’daki MAGEM Mağusa Gençlik Merkezi Binası. Gençlere yönelik, gençliği simgeleyen yapının tasarımı genç mimarlarımızdan Batuhan Bayramoğlu’na ait. Mimar Batuhan Bayramoğlu Mimarlık lisans eğitimini Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde tamamladıktan hemen sonra İstanbul’a yerleşip Sentetik Mimarlık ofisini kuran Batuhan Bayramoğlu, aslında yeni mezun pek çok mimarın özellikle de yabancı olduğu bir metropol kentte cesaret edemeyeceği bir adımla profesyonel yaşamına başladı. 6 yıl süreyle İstanbul’da konut, ofis, eğitim yapısı ve iç mimari projeleri ürettikten sonra Belçika’da mimarlık mesleğini sürdürmeye devam etmiştir. Mimar Batuhan Bayramoğlu Belçika’nın Antwerp kentinde çalıştığı “AS bvba Architekten” mimarlık ofisi bünyesinde proje yöneticisi olarak yürüttüğü ve uygulamalarında kontrollük yaptığı pek çok konut ve ofis mimari projelerinin yanısıra medyada sözü edilen Martougin çikolata fabrikasının ve ST Paulus Klooster manastırının konuta dönüşümü için renovasyon projeleri de mesleki üretimleri arasında yer alıyor. 12 yıl aradan sonra 2007’de Kıbrıs’a dönen mimarımız Gazimağusa’daki ofisinde ağırlıkla konut ve renovasyon projeleri üreterek profesyonel yaşamını sürdürmektedir. Mağusa Gençlik Merkezi Mağusa’nın ana aksı diyebileceğimiz, tarihi kent merkezini üniversiteye bağlayan Salamis yolu üzerindeki MAGEM binası kentin açık rekreasyon alanı olarak bilinen Dr. Fazıl Küçük Spor Kompleksi içinde yer almakta. Bu alan içindeki açık spor alanlarına ve özellikle de gençlere hizmet vermek üzere yapılmış mevcut bina mekan kalitesinin yetersizliği nedeniyle etkin olarak kullanılmamaktaydı. Gazimağusa Belediyesi kentte yaşayan genç nüfusun kaliteli zaman geçirmesi, aktivite alanı ve çeşitliliğinin artırılmasına yönelik, yapının yeniden ele alınması yolunda doğru bir adım attığını bugün yapının aktif kullanımından anlıyoruz.Meslekten olanlar bilirler, mimar için var olan yapıya ek ve düzenleme yapmak, boş bir parsele yeni yapı tasarlamaktan daha zor bir iştir çoğu zaman. Mevcut yapının nitelikleri tasarımda da pek çok kısıtlama koyar mimarın önüne. Bu bağlamda, MAGEM binasının renovasyondan önceki halini göz önünde bulundursak, mimarı Batuhan Bayramoğlu’nun gerçekten “iyi iş” çıkardığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bayramoğlu’nun tasarım yaklaşımıyla yapı kent merkezinde “genç nüfusun simgesi” olarak ele alınmış ve gençliği yansıtan çağdaş, dinamik bir mimari dille kurgulanmıştır. Mevcut yapı korunup iç mekanlarında yeni düzenlemeye uygun değişiklikler yapılmış, güney ve batı yönünde mevcut yapıya bitişik iki Mağusa Gençlik Merkezi katlı ek yapı önerilmiştir. Öneri proje ile mevcut 370 m² lik yapıya ek; zemin katta 250m² ve birinci katta 420 m² lik düzenleneme yapılmış ve toplam kullanım alanı 1040m² ye ulaşmıştır. Öneri ekin konumlandırılmasında rekreasyon alanlarının kuzey ve doğu yönde yer alması etkili olmuş, bu alanları küçültmemek amacıyla ek diğer yönlerde önerilmiş. Ek yapı, “L” şeklinde şeffaf zemin kat ile az açıklıklı ve yatay renkli bantlarla kaplanmış birinci kattan oluşmakta. Artan genç nüfusun ihtiyacını karşılamak üzere mevcut işlevler için ayrılan alanlar genişletilerek yeniden kurgulanmış projeyle. Bu işlevlere ek olarak önerilen yeni aktivite mekanları ile birlikte zemin katta danışma, ofis, müdür ve toplantı odaları, bilardo ve masa tenisi salonu, resim,seramik, maket atölyeleri, kafe ve tuvaletler, birinci katta satranç odası, dans salonu ile seminer ve toplantılar için de kullanılabilecek sinema salonu yer alıyor. düşünülerek tasarlanan geniş açıklıklı cam yüzeylerle iç mekandaki aktivitelerin dışa yansıması sağlanmış. Dolayısıyla, artık yoldan geçerken içerideki atölyelerde resim ve seramik çalışması yapanları, bilardo oynayanları görebiliyoruz. Dışarıyla sağlanan bu şeffaf ilişki içeride de yaratılmış. Giriş holüne adım atar atmaz zemin ve üst katta yer alan hemen tüm aktiviteleri izleyebilmek mekanların mimari dinamizmini daha da güçlendiriyor. Kent içinde yaşayan bu mekanları görebilmenin aktivitelere katılmada önemli bir rolü olduğu kanısındayım ki bu da projenin sosyal sorumluluğunu da başarıyla gerçekleştirdiğinin göstergesi. Dış cephede, zemin katta yer alan işlevler Hülya Yüceer + CMYK Son olarak; tasarımıyla, kurgusuyla, seçilen malzemeleri ve her türlü detayıyla düşünülerek ortaya çıkarılan MAGEM binasının mimarı Batuhan Bayramoğlu’nun ve emeği geçen herkesin aklına, eline sağlık diyorum. Günümüzü ve bizleri simgeleyecek mimari yapıtların artması umuduyla... + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 NİSAN. SAYI 5. 2010. 04 GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI Naciye Doratlı konuk yazar: Hülya Yüceer [email protected] [email protected] Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA “Uluslararası Kariyer İçin” NEYİ KORUYORUZ? NEDEN KORUYORUZ? KORUMADA NEREDEYİZ? Bu sayfamızda dünya için, ülkemiz için çok önemli olduğunu düşündüğümüz kültür varlıkları konusuna farklı açılardan değinmeye çalışıyoruz. Bu sayıdan başlamak üzere zaman zaman kültür varlıklarının korunması konusunda deneyimli arkadaşlarım, konuk yazar olarak fikirlerini bizimle paylaşacaklar. İlk konuk yazarımız Hülya Yüceer, kültür varlıklarını niye korumamız gerektiğini bizlere bir kez daha hatırlatıyor. Naciye Doratlı hafızalarında yer etmiş önemli olayların geçtiği yerler de ekliniyor ki gelecek kuşaklar yaşanılan mutlulukların, başarıların ya da çekilen acıların farkında olarak yetişsinler. Bilindik bir örnek vermek gerekirse; 6 Ağustos 1945 günü ilk atom bombasının patladığı yerde kısmen ayakta kalabilmiş Hiroşima Barış Anıtı, yaşanılan acının anısına o günden beri korunmakta ve 1996 yılından itibaren de tüm insanlık için önem taşıyan bir varlık olarak Dünya Kültür Mirası Listesinde yer almaktadır. Bilimsel Koruma Günümüzde somut olan varlıkları koruma konusunda oldukça iyi bir noktaya gelindi dünyada. Bunda örgütlenmenin ciddi bir rol oynadığını söyleyebiliriz. Anıtsal yapıların korunması için 19. Yüzyılda başlayan çalışmalar kimi zaman bu yapıların bozulmasına ya da bazı bölümlerinin yok olmasına yol açtığı için 1931 de mimarlar ve teknikerler Atinada bir araya gelip kongre düzenlerler. Burada değinmeyeceğim çok sayıda toplantıda alınan kararlar dünya çapında bilimsel koruma bilincinin gelişmesine destek verdiyse de örgütlenmenin kurumsal boyuta taşınması İkinci Dünya savaşından sonraya rastlar. Karagöz Oyunu Kültür varlığı bilinci üzerine yaptığım bir araştırma için farklı bölgelerde ve farklı alt-kültürden gelen kişilerle sözlü envanter çalışması yapmam gerekmişti. Soruları hazırlamakta çok zorlandığımı söyleyebilirim ancak aldığım yanıtlar o kadar çeşitliydi ki emeğime değdi doğrusu. Burada, gelecek kuşaklara aktarılması istenen varlıkların neler olduğuyla ilgili bir sorudan başlayarak koruma olgusuna değinmek istiyorum. “Kültürümüzü yansıtan, geçmişten getirdiklerimizi ya da bugünümüzü temsil ettiği için geleceğe aktarmak istediğiniz varlıklar nelerdir?” sorusu aslında her insanın aklında kültür varlığının farklı şekillendiğini gösteriyor. Tabi, bu kültür varlığı olarak tanımlanan nesneleri geleceğe aktarmak için bir şekilde korumak gerekiyor. Anlıyoruz ki, neyi koruyoruz sorusunun yanıtı da aslında neden koruduğumuzla doğrudan ilintili. Değerler Kültürlere göre değişmesine rağmen, nedenler arasında en sık gösterilen anı değeri. Bizce önemli olan bir kişiyi, bir olayı, bir yeri anımsatan varlıklar özellikle de kaybedildikten sonra değer kazanıyor. Rahmetli anneannenin masa örtüsü, dedenin beylik tabancası, çocukluğun geçtiği mahalle, aile büyüklerinin evi, düğün fotoğrafı gibi geçmişle bağ kurmaya, artık var olamayan kişi ve yerleri anımsamaya araç olan nesneler bunlar. İşin ilginci, bireyler için değerli olan bu nesneler onlardan sonrakiler için de değerli olsun isteniyor. Özenle korunup saklanarak değerini bilecek bir başka kişiye bırakılıyor. İnsanlar hatırlamak, hatırlanmak istiyor. Savaş sırasında Avrupa’da pek çok kent merkezi tahrip olmuş, toplumların üretip ortaya çıkardığı sembolik mimari yapılar yok edilmiştir. Yitirdiklerimiz onların var olduğu zamandan daha değerli olur çoğu zaman. Onlardan geriye kalan parçaları koruyabilmek bile önem kazanmıştır. Bu ortak kaygı Avrupa’da korumayla ilgili kurumsal örgütleri oluşturmaya yol açtı. Bugün bu kurum ve enstitüler tüm dünya ülkelerine teknik ve ekonomik destek sağlamakta, koruma bilincinin gelişmesi için eğitim vermektedir. Bireysel olarak değer verilen varlıklara ailece, kent sakinleri olarak, milletce hatta dünya üzerinde yaşayan tüm insanlarca önem verilen varlıklar eklendi zaman içinde. Bu gelişim süreci, önceleri eski eser olarak adlandırılan nesneler için farklı toplumların yaşam biçimini, geleneklerini, mimarisini simgeleyen kültür varlıkları tanımını doğurdu. Çünkü eski olan herşeyi korumuyoruz. Bizce, toplumca değer atfedebildiğimiz şeyler korunmayı hak ediyor. Yani, bireysel ölçekten çıkıldıkça işin içine ortak değerlerin girmeye başladığını söyleyebiliriz. “Nedir bu ortak değerler?” sorusunun yanıtı da sıklıkla dini, tarihi, ortak anı, politik ve sembolik değerler olarak karşımıza çıkmakta. Sözkonusu değerlere sahip varlıklar ise çoğunlukla mimari yapılar ve yapı grupları. Camiler, kiliseler, kamu binaları, tarihi kent merkezleri bu yapıların ilk sahiplerinden sonra da kullanıldıkları sürece bakılıp, onarılıp korunuyor. Bunlara toplumların Somut Olmayan Kültür Mirası + Korumayla ilgili kurumlar arasında UNESCO nun yeri kültür farklılıklarının tespit ve değerlenirilmesi açısından farklı bir konumda. 1972 yılında düzenlenen UNESCO Dünya Mirası Kurultayı evrensel değerlere sahip kültür ve doğal varlıkları tanıtmak ve destek sağlamak amacıyla Dünya Mirası Listesi oluşturmaya başladı. Somut varlıklardan oluşan bu listeye 2003 yılında Somut Olmayan Kültür Mirası Listesi de eklendi. Küreselleşmeyle birlikte farklı kültürel geleneklerin, el sanatlarının, dillerin, lehçelerin de yok olmaya başlaması aslında kültür göstergesi CMYK bu öğelerin de yaşatılması gerektiği konusunda bir bilinç oluşturdu. Korumacılar biraz abartmış diyebilirsiniz ama bugün UNESCO gibi pek çok başka organizasyon kültürleri yansıttığı düşünülen ya da yok olmaya yüz tutmuş pek çok soyut varlığı yaşatabilmek için fon açıyor. Kıbrıs da 2009 yılında bu listeye Lefkaritika ile girmiş oldu. Lefkara Belediyesinin başvurusu sonucu 14. yüzyıldan beri nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar gelmiş olan “Lefkara İşi” artık tüm dünyaca tanınan ve değer verilen bir soyut kültür mirası. Listede Türkiye’den Mevlevi Sema Gösterisi, Meddah Oyunu, Aşıklık, Nevruz Sema gösterisi Kutlaması ve Karagöz var. Bu kültürel değerlerin korunması gerekliliği herkese göre değişebilir, ancak bu listeye girdikten sonra Sema gösterisi seyretmek için Türkiye’ye gelen turist sayısındaki artış konunun ekonomik anlamda getirisini de kanıtlıyor. Ekonomik koşulların yaşamlarımızı biçimlendirmedeki önemini gözetecek olursak sağlanan bu fonlardan ve ülke tanıtımı ile gelen diğer ekonomik kaynaklardan yararlanmayı isteriz sanırım. Kuzey Kıbrıs’ın sahip olduğu pek çok somut ve soyut kültür varlığı bu listelerde yer almak için gereken kriterleri karşılamaktadır. Bunları yaşatmak arzusunun bile pek çok engeli kaldıracağına inanıyorum. Hülya Yüceer + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 NİSAN. SAYI 5. 2010. KONUT VE YAŞAM Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” 05 Hera-C SAYFA [email protected] EVDEN EVRENE HABİTAT’A METHİYE Çoktandır düşünürüm hep, evle ilgili deyişler, tanımlar, tekerlemeler; ne kadar da hayatımızla içiçe, hoş ve esprili.. Türkçe konuşmayı, anlatmayı, yorum yapmayı da özlerim hep, üniversitedeki derslerimi verirken; her ne kadar da ingilizce ana dilim gibi olduysa, 20 yıldır yazılı, çizili ve sözlü olarak hayatımda taşıdığım. Hele hele ev konusu farklı birşeydir konuşurken anlam taşıyan ve kendi dilinde anlatılması gereken. ‘Alınyazısıdır bir insanın anadili’ (1). Tek heceli bu gösterişsiz sözlük yaşam alanlarımızı tanımlar: Barınak, sığınak, yuva, ocak; usta şairlerden biri nasıl da dillendirmiş bu bizim küçük evrenimizi (2). Bensiz olamazlar, dönerler.. Çok denedim. Ben büyüğüm affederim, Ben evim... İşte Habitat’ı yani evi oluşturan algı, düşünce ve eylem kavramları burada Robespierre gibi biz de diyebiliriz ‘Ben Habitat’. Evli olmak Türkçe’de çok özgün bir söyleyiş, bir eve sahip olmak değil. ‘Tüm dünyayla bir tutar evlenmeyi’ dilimiz. Ve böylesine bir yaşam zenginliği sunar ‘Dünya evine girmek’ aynı zamanda da ‘yuva kurmak’ deyimleriyle. Burada farklı bir dünyanın sevilen kişiyle kurulan yuvaya atıf yapılarak yeni bir yaşama başlanması gibi bir olumlu ifade vardır. Ayrıca, ev sakinleri de bu eylemden pay alarak toplum içerisinde saygın bir rol alırlar. Erkek evin erkeği, beyi ve ailenin babası olurken –çocuksuz bile olsalar-kadın evin annesi, hanımı, kadınıdır (4). Ev deyince kadın konusu çok daha fazla gündem oluşturur. ‘Kadınsız Habitat’ aslında pek de makbul değil. Kadın ana karaliçe, çalışan arı, yuvayı kuran, koruyan ve ayakta tutan dişi kuş. Nedense tek başına dünyaya hükmetmeye çalışan erkek, bu iktidar çatışmasında yenik Meşhur Habitat Projesi- Moshe Safdhi devreye giriyor. Kentsel uzamdan konutun içerisine uzanan, insanın kendisi belirli bir yer tanımı yaptığı; dostluk, aşk, evlilik, işbirliği gibi amaçlarla bir araya getiren ilişkiler bütünü de var ev kurgusunun içinde. Felsefi kuramlara göre de Habitat, ev sakinlerinin beğenilerine uygun olan farklı simgeleri biraraya getirerek sınıf farklarını ortaya döken, materyalist görüşle toplumsal dünyadaki kalıcılıklarına ve çıkar ilişkilerine göre alanlar yaratan, bu mini evren içerisinde üretilen hizmetlerin tanımlandığı bir mekanizmayı sergiler. Evin içindeki iktidara göre oluşmuş olumlu ya da olumsuz bir ağı olan bir küçük toplumsal gruplaşma sunar bize (3). Habitat ya da Ev. Bir mini şehir devletimiz vardır her birimizin ailecek. Zaman zaman duvarlarını yükselttiğimiz, bazen de tamamen dışarıya açtığımız. Kendimizle özdeşleştirerek ‘Devlet ben’im’ diyen 14. Louis ya da ‘Ben Halk’ım’diyen Bir anlamda ‘evi ev yapan kadındı’, her ne kadar mimarlık hala erkek-egemen bir meslek olsa da. Henüz evin önem kazanmadığı göçebe çağın ‘at-avrat- silah’ üçlemesinden, Yunanlı düşünürlerden Hesiodos’un uygarlığın kurulması için gerekliler arasında saydığı ‘ev-kadın-bir de çift öküz’ tanımı, kadının Habitus ile başat gittiğini bize anlatıyor. Tabi bir ‘evin direği olmak’ durumu da çeşitli durumlarda değişmektedir, ekonomik anlamda evin direği olmakla, duygu yüküyle evi üstlenmek, erkekten kadına doğru çeşitlenmekte. Behçet Necatigil’den bir şiirle yazıma nokta koymak istiyorum (6): Türkçe’de ‘ev’ kelimesi daha büyük ölçekte Evren’e kadar uzanır. Evren’in de canlı - cansız tüm varlıkların evi olması çok ilginç bir felsefi açılım getirir bizlere. Çağdaş anlamda ekoloji biliminin bakış açısının ‘ev’ kavramından çıkış yaparak anadilimize binyıllar önce girmesi ve Yunanca’da da benzer bir mentaliteyle ‘ev’ anlamına gelen ‘oikos’ dan türediğini hatırlatalım bu arada. Yerleşik yaşama Evin -e hali, gün boyu, Ha gayret emektar deve! Sırtınızda yılların yorgunluğu Akşam erkenden ev-e. Evin -de hali, saadet, Isınmak ocaktaki alevde Sönmüş yıldızlara karşı Işıklar varsa ev-de. Balarısı Habitatı düşüyor geride gibi duran sağlam kişilikli kadın rolüne. Evin yüklendiği sözcükleri ve anlam ayrıntılarını da yanyana dizmeye kalkarsak, ‘evin içine aldığı bir evren kavramı ortaya çıkar. Evimiz bizim evrenimiz olur ve sorarız: ‘Evimiz mi büyük Evren mi?’ diye. Evim, dünyam ve evrenim benim kişiliğimi ve kültürümü de yansıtmalıydı da der ve ekleriz. ‘Evini göreyim de sana kim alduğunu söyleyeyim’ (5) Ev yapmak ‘yaşamı biçimlemek’ demektir. Mimarların bazen kendilerini Tanrı gibi gördükleri duygusunun temelinde bu yatar. + Evin yalın hali İster cüce, ister dev Camlarında perde yok Bomboş, ev. Evin -i hali, sabah, Geciktiniz haydi! Uykuların tatlandığı sularda Bırakacaksınız ev-i Evin -den hali, uzaksınız, Habitat geçmemiş ,yüksek yaylalarda at koşturan atalarımızın gök kubbeyi kendi damı gibi görmesiyle başlayan serüvenü bize ev kelimesinin türediği noktayı da işaret eder. ‘Evren bizim evimizdir’, kendi anadilimizin getirdiği anlamda. Tatlı dilli babaannem de beni küçükken ‘gadın gızım’ diye severdi. Hem ‘kadın’ hem ‘kız’ lafının bir arada kullanılması dilbilgime aykırı bir şeydi. Ne dediğini kavramakla zorluk çekmeme rağmen iyi bir şey olduğunu bilirdim, ama yeni yetmelik ve en-feminist çağımda ise tepki verirdim: Kadın erkek eşit değil miydi? Babaannemin övgüsü neden beni bu denli kızdırıyordu? Babam ki köyünün aydını ve ilk üniversite mezunu - kız çocuklarını erkekler kadar özgür yetiştirmişti, benim Habitus’umda. Yıllar sonra da bunun ne büyük bir iltifat olduğunu anlıyordum, kadınlık -erkek ötesi- ve, erkek okuyucular alınmasın ama, ‘çok daha iyi bir şeydi’ babannemin gözünde. Köy insanının realitesi acımasızca da doğru değil miydi çokça? EVİN HALLERİ CMYK Hatta içinde yaşarken Aşkların, ölümlerin omzunda Ayrılmak varken ev-den. Kaynakça Beril Özmen Mayer (1) Nermi Uygur, Dilin Gücü, Kitap Yayınları, 1962, s. 9. (2) Vedat Çorlu, Merhaba, Cogito, ‘Bir Anatomi Dersi: Ev’, Yapı Kredi Yayınları, Sayı 18, s. 5. (3) Pierre Boourdieu, çev. Işık Ergüden, Toplumsal Uzam ve Sembolik İktidar, Cogito, Yapı Kredi yayınları, Bahar 1999, s. 17-30. (4) Nermi Uygur, Güneşle, Yapı Kredi Yayınları, 1997, s. 47-48. (5) Ömer Naci Soykan, Ev Üstüne Felsefice bir Deneme, Cogito, YKY, Bahar 1999, s. 101-126. (6) Behçet Necatigil, Bütün Eserleri, Şiirler, 1938-1958, YKY, 1995, s. 137. + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 NİSAN. SAYI 5. 2010. 06 GELENEKTEN EVRENSELE MİMARİ Kağan GünÇe [email protected] Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA “Uluslararası Kariyer İçin” GELENEKSEL MİMARİNİN ESKİMEYEN DEĞERİ: “KERPİÇ” Geleneksel yapıları gezerken çoğumuz bu savı güçlendirmektedir. Hassan Fathy (1900-1989), 20 yy. Mısır mimarisinde oldukça ağırlığı olan bir mimardır. 60 yıllık mimari varlığı ve ‘evrensel mit’e karşı duruşuyla mimarlığa etkisi yaygın olarak bilinmektedir. Fathy’ye bu bağlamdaki eleştiriler, zaman faktörünü dikkate almaması ve mimarisinin “kerpiç” bileşeni üzerine yapılmıştır. Fathy’nin kerpiç kullanımı “arkaik” bir heves, ilkel bir yaşam tarzı için ilkel bir metodun seçimi değildir. Ancak bu yaklaşım kullanıcılar tarafından da anlaşılmamıştır. Bu bağlamda Fathy’e yapılan en büyük eleştiri, çağın gereklerine göre kullanıcı memnuniyetlerini göz ardı edip, geleneksel mimariyi, geleneksel biçim, teknik ve malzeme ile yaşatmaya çalışması yönünde olmuştur. Bu bakış açısı ile kerpici, farklı yaklaşımlarla değerlendirerek, acımasızca, “geçmişte kalması gereken bir hastalık” olarak nitelendirmektedirler. “şu duvarların dili olsa...” cümlesini içimizden geçirmişizdir. Tarihe tanıklık eden, gün görmüş yapıların gizli ve gizemli bir dilleri olduğu muhakkaktır. Bu gizemli dilin serüveni, insanoğlunun doğa karşısında varlık göstermeye başlaması ve etken bir konuma geçmesiyle, yani o meşhur ‘dört duvar’ın serüveniyle başlamıştır. Duvar dediğimiz olgunun dünyada bilinen en eski ve en önemli örnekleri Anadolu’da yer almaktadır. Söz konusu bu duvarlar, taş temelli ve kerpiçten yapılmışlardır. Bugün, “Gelenekten Evrensele Mimari” isimli sayfada, geleneksel Kıbrıs mimarisinin de eskimeyen değeri olan geleneksel yapı malzemesi kerpiç ve taşıyıcı özelliğe de sahip olan kerpiç duvardan söz edilecektir. Kerpiç, en genel anlamda, balçıktan (yapışkan özlü çamur) yapılan ve kalıplanarak güneşte kurutulan çiğ tuğla olarak tanımlanabilir. Kerpiç, iyice özlendirilmiş balçık, içine saman sapları ve / veya kıl karıştırılarak tuğla biçimindeki ahşap kalıplara dökülüp sıkıştırılarak ve önce gölgede, sonra da güneşte kurutularak yapılır. Kerpicin kalıba yerleştirilmesi, yüzeyinin düzeltilmesi ve kalıptan çıkarılması Geleneksel yapılar, geleneksel biçim – modern biçim; geleneksel malzeme Doğa dostu bir yapı malzemesi - Kerpiç Üretimi için, güneş enerjisinin yeterli olduğu, ayrıca pişirme enerjisine ihtiyaç omadığı bilinen kerpiç, doğal ve yeniden kazanımla sürdürülebilen geleneksel bir malzemelerdir. Çimento, çelik, aleminyum gibi endüstriyel yapı malzemeleri gibi üretim aşamalarında yoğun enerji kullanımı gerekmez. Bu nedenle de doğa dostu, ekolojik bir malzemedir, doğaya rahatlıkla dönüşebilir. Doğa dostu bir yapı malzemesi olmasının yanısıra kerpicin birçok olumlu niteliğinin varlığı, ‘çağdaş’ olanlara kıyasla da birçok avantaja sahip olduğu söylenebilir. Kerpiçle yapılan geleneksel yapılarda yaşayanlar, yapılarının yazın serin, kışın sıcak ortamlara sahip olduğundan memnuniyet getirirler. Bunda hiç kuşkusuz malzemenin olumlu rolü büyüktür. Isı tutma kapasitesi, yani enerji depolama özelliği yüksek olan kerpiç, ısı yalıtımı, ses yalıtımı, nem dengeleme özellikleri ile iç mekanlarda kullanıcılara konforlu yaşam alanları sağlar. Yapılan birçok araştırma, kerpiç yapıların ‘çağdaş’ diye ülkemizde yapılan betonarme yapılara nazaran altı kat fazla ısı tasarrufu sağladığını vurgulamaktadır. Bu özellikleri ile kerpiç yapılarda enerji tüketimi en aza indirgemektedir. Kerpiç yapılar, adamızda ve dünyada mimari kültür varlıkları olarak kabul edilmektedirler. Geleneksel mimaride kerpicin yapı malzemesi olarak kullanılmasının en önemli nedenlerinden biri hiç kuşkusuz alternatiflerin az olması, bölgede kolay bulunabilirliği ve ekonomik olmasıdır. Kerpicin Adada yapı malzemesi olarak kullanılması neolitik çağa kadar uzanmaktadır. Bugün sözünü edebildiğimiz geleneksel Kıbrıs Mimarisi ve yapı kültürünün oluşumu ve gelişiminde kerpicin önemi büyüktür. Hassan Fathy’nin kerpiç yapılarından bir örnek (fotoğraf: H. Fathy) Mesarya bölgesinden kerpiç bir yapı Kerpiç sadece Adamızda kullanılmamıştır elbette. Dünyanın çok çeşitli bölgelerinde, binlerce yıldır kerpiç yapı malzemesi olarak kullanılmış ve sunduğu avantajlardan yararlanılmıştır. Endüstri devrimi sonrası bütün dünyada görülen ve kanıksanan modern inşaat malzemeleri, mimarlık tarihi içinde çok küçük bir tarihi kesite sahiptir. Bugün hala kerpicin yapı malzemesi olarak kullanılmakta olduğu bilinmektedir. Bu konuda yapılmış çok sayıda akademik çalışma mevcuttur. Dünya nüfusunun yarısını barındıran kerpiç yapıların, çağın gereklerine uygun, sağlıklı ve güvenilir teknolojiye kavuşması, bilim, eğitim ve inşaat sektörünün görevi olduğunu belirten ve kerpicin mimari geleceğini geçmişi kadar parlak gören isimler arasında yer alan Doç. Dr. Bilge Işık, “Betonla bir kenti yaparsınız, ahşapla da aynısı geçerli. Tuğla için de aynı şeyden söz etmek mümkün. Ama kerpiç ile değil bir kenti, bütün bir ülkeyi çok rahat inşa edebilirsiniz. Zaten kendi malzemesi kendi içindedir.” şeklindeki görüşlerini birçok bildirisinde belirtmektedir. O, uzun geçmişine rağmen birçok mimar ve akademisyen için hala ilk günkü gibi ‘yeni’ ve ‘modern’ bir malzeme olma özelliğini sürdürüyor. Bitmiş sanılan nice kültürel değerimiz gibi kerpiç de bütün güncelliği, tükenmemişliği ve güzelliği ile değerlendirilmeyi, taşıdığı potansiyelin farkına varılarak yeniden keşfedilmeyi beklemektedir. Kerpiçe atfedilen olumsuz anlamlar ‘Doğal – Fiziksel Çevre Etkenleri’ ve ‘Sosyal – Kültürel Etkenler’ ışığında gelişen geleneksel yapıların cazibe ve inceliklerinden, daha önceki haftalarda, yine bu sayfada değinilmişti. Ancak, ‘evrensel!’ değerler ışığıyla, kapitalizmin ve totaliter dünya düzeninin dayattıklarıyla geleneksel mimarinin biçim ve malzeme özelliklerine atfedilen olumsuz anlamlar ve buna bağlı olarak da olumsuz savlar da mevcuttur. + Hassan Fathy’nin kerpiç ağırlıklı Gurna köyüne, köylülerin duyduğu tepki de zaten CMYK – modern malzeme tartışmaları kapsamında da bir paradokstur. Geçmişte, geçmiştekiler tarafından var edilen, ananevi olarak varlık göstermeleri sağlanan, ve şimdi ‘geleneksel’ olarak isimlendirilen değerler, yeniye yelken açma cesaretinde olan ve üreten mimarların yeni cevaplara ulaşabilmeleri için eskiyi sorgulamaları, gözardı etmemeleri gerekmektedir. Kağan Günçe + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 NİSAN. SAYI 5. 2010. DOSYA 03 Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA 07 Naciye Doratlı- Ercan Hoşkara- Hıfsiye Pulhan “Uluslararası Kariyer İçin” PLANLAMA VE TASARIMDA ÇAĞDAŞ YAKLAŞIMLAR: SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK BAĞLAMINDA YAPILAŞMIŞ ÇEVRE MekanPerest’in 3. sayısındaki 2. Dosyamızı hazırlarken, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde mimari ve kentsel çevrenin oluşumunu belirleyen faktörler içinde günümüzde yasal çerçeve ve planlama sistem ve yaklaşımının hem belirleyici hem de sorun yaratan en önemli faktörler olduğu noktasından hareketle, tartışma zeminini yasal mevzuat ve planlamaya çekmenin daha doğru ve bilgilendirici olacağı düşüncesi ile dosyamızı bu doğrultuda kurguladık. 2. Dosya’yı bitirirken de Stratejik planlama anlayışının, planlama ve tasarımda çağdaş yaklaşımların temelini oluşturduğunu vurgulayarak, stratejik planlama konusunu bundan sonraki Dosya’mızda sizlerle paylaşacağımızı ifade etmiştik. İşte bu nedenledir ki şimdi okumakta olduğunuz, ana teması ‘Planlama ve Tasarımda Çağdaş Yaklaşımlar: Sürdürülebilirlik Bağlamında Yapılaşmış Çevre’ olan 3. Dosya’mızın vurgusunu Stratejik Planlama oluşturdu. Ancak, Dosya’mıza doğrudan Stratejik Planlama ile başlamak yerine, dünya gündemine 1987 yılında Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun (OECD) Brundtland Raporu ile giren ve ‘Gelecek kuşakların gereksinimlerine cevap verme yeteneğini tehlikeye atmadan, günlük ihtiyaçlarını temin ederek, kalkınmayı sürdürülebilir kılma’ şeklinde küresel bir hedef olarak tanımlanan ‘sürdürülebilirlik’ kavramı üzerinde durmakta yarar görüyoruz. Çünkü ortaya atıldığı tarihten itibaren bu kavram, yaşamın her alanında farklı biçimlerde kullanılmaya başlamış ve planlamada ve tasarımda alışıldık bildik ezberlerin bozulmasında önemli rol oynamış, stratejik planlama yaklaşımlarının neredeyse geleneksel planlama yaklaşımlarının önüne geçmesine yol açmıştır. Sürdürülebilirlik, Sürdürülebilir Kalkınma, Sürdürülebilir Gelişme “Sürdürülebilirlik” ve “sürdürülebilir kalkınma” kavramlarının, doğrudan doğal ve yapılaşmış çevreyle ilgili olduğu düşünüldüğünde, mimarlık alanındaki ve inşaat sektöründeki yansımaları, anlamları ve kullanımları önem kazanmaktadır. Günümüzde, doğal ve yapılaşmış çevrede, özellikle kentsel ölçekte olmak üzere tüm insan yerleşimlerinde küresel boyutlarda rastlanan çevresel, ekonomik ve sosyal sorunlar; gelişmiş ülkelerde ‘çevresel öncelikli’, gelişmekte ve/veya az gelişmiş ülkelerde ise ‘ekonomik ve sosyal öncelikli’ olarak karşımıza çıkmaktadır. İşte küresel düzeydeki bu çevresel, ekonomik ve sosyal sorunlara ve olumsuz koşullara çare olarak, “sürdürülebilir kalkınma” ön plana çıkmıştır. Sürdürülebilir kalkınma, bugün, toplumu ve çevreyi ilgilendiren hemen her alanda, her sektörde, dikkate alınması gereken temel bir hedeftir, bütüncül bir çözüm yaklaşımıdır. İnşaat sektörü de, tüm bunlara bir istisna değildir; tam tersi, sürdürülebilir bir çevre ve topluma ulaşabilmede, sürdürülebilir kalkınma hedefine varabilmede, en fazla etkili olabilecek sektörlerden birisidir. Bu bağlamda, sürdürülebilirlik, sürdürülebilir kalkınma ve bunlarla ilişkili olarak sürdürülebilir insan yerleşimleri ve kentsel sürdürülebilirlik kavramlarını birbirleriyle ilişkili olarak, CIB ve UNEPIETC (2002, s: 6)’nin “Agenda 21 for sustainable construction in developing countries”, adlı yayınında ele alındığı şekliyle, ortaya koymakta fayda vardır. Buna göre; (Hoskara, 2007) • Amaç homo sapiens (insan) türünü sürdürmektir. Yani bu türü desteklemek ve onu hayatta tutmak. • Sürdürülebilirlik, homo sapienslerin (insan türünün) varlığının devamını olanaklı kılacak ve yerel kültürel ve manevi değerler, ve doğa ile uyum içinde güvenli, sağlıklı ve üretken bir yaşam sağlayacak şart veya durumdur. Bu da başarılmak istenen hedeftir. • O halde, sürdürülebilir kalkınma, sürdürülebilirlik durumunu elde etmek için gerçekleştirilmeye çalışılan bir tür kalkınmadır. Sürdürülebilir kalkınma, adalet, refah ve yaşam kalitesi için toplumun talepleri ile ekolojik olarak mümkün olan arasında dinamik bir dengeyi koruyan devamlı bir süreçtir. • Sürdürülebilir insan yerleşimleri, sürdürülebilirlik durumunu ve sürdürülebilir kalkınma ilkelerini destekleyen bir tarzda yaşamamızı mümkün kılan kentler, kasabalar, köyler ve onların toplumlarıdır. • Kentsel sürdürülebilirlik, özellikle kasabalar ve kentler olmak üzere, sürdürülebilir insan yerleşimlerini meydana getirmenin daha geniş çaplı bir sürecidir. Kentsel sürdürülebilirlik, sürdürülebilir kalkınmayı destekleyen kurumsal, sosyal, ve ekonomik sistemlerin oluşumunu da içermektedir. Kraliyet Savaş Müzesi, Manchester, 2002. Daniel Libeskind Kraliyet Savaş Müzesi, Manchester, 2002. Daniel Libeskind yapabilirliğin sağlanması amaçlanmaktadır. Bu yönüyle, sürdürülebilir gelişme, kentsel gelişme kavramı ile de bütünleşmektedir. Çünkü insan eylem ve düşünceleri doğrudan insanın yaşam mekânı olan kentlerde biçimlenmekte ve kentsel gelişme ile karşılıklı bir etkileşim içinde sürmektedir. Bu nedenle sürdürülebilir gelişme politikalarının uygulanabilmesinin koşulu, bu politikaların mekâna yansıtılmasıdır. Diğer bir deyişle sürdürülebilir gelişmenin sağlanabilmesi için, sürdürülebilir kentleşmeyi sağlayacak politikaları ve uygulamaları hayata geçirmek gereklidir; planlama yaklaşımı ve planlama ile ilgili yasal çerçeve sürdürülebilir gelişmeyi/sürdürülebilir kentleşmeyi sağlamaya uygun olmalıdır. Özetleyecek olursak, sürdürülebilir gelişme sürekli ve dengeli gelişme anlamına gelmektedir ve çevre değerlerinin ve doğal kaynakların savurganlığa yol açmayacak biçimde akılcı yöntemlerle, bugünkü ve gelecek kuşakların hak ve yararları da göz önünde bulundurularak kullanılması ilkesinden özveride bulunmaksızın ekonomik gelişmenin sağlanmasını amaçlayan çevreci bir dünya görüşüdür. Bu görüş çerçevesinde sürdürülebilir gelişme ile çevresel yaşam kalitesinin, sosyal yaşam kalitesinin ve ekonomik + Bir parçası olmak için çaba göstermekte CMYK olduğumuz Avrupa Birliği, sürdürülebilir kentleşme, yapılaşmış çevre ve mimarlık alanında önemli adımlar attı. AB ülkelerinin kentsel gelişim ve bölgesel uyumdan sorumlu bakanlarının Leipzig’de 24-25 Mayıs 2007’de gerçekleştirdikleri gayri resmi toplantıda kabul ettiği ve daha önce kabul edilen Kasım 2004 tarihli Rotterdam Kent Müktesebatı ve Aralık 2005 tarihli Bristol Mutabakatı’nın bir devamı niteliğinde olan “Sürdürülebilir Kentler için Leipzig Şartı”, özellikle mimari kalitenin sürdürülebilir kentlerin oluşturulmasındaki rolüne vurgu yaparak hükümetleri bu faktörü dikkate almaya çağırıyor, Avrupa kentlerinde sürdürülebilirliği sağlamak için izlenmesi gereken ilkeleri sıralıyor. DEVAMI SAYFA 8’DE >> + SAYFA 08 DOSYA 03 [email protected] [email protected] [email protected] PLANLAMA VE TASARIMDA ÇAĞDAŞ YAKLAŞIMLAR: S >> SAYFA 8’DEN DEVAM “Sürdürülebilir Kentler için Leipzig Şartı”nda Avrupa kentlerinin, kent bütünü için bütünleşmiş kentsel gelişme planları hazırlamalarını tavsiye ediliyor ve uygulamaya dönük planlama araçlarını şöyle sıralıyor: • Mevcut durumun analiz edilerek, kentlerin ve mahallelerin güçlü ve zayıf yanlarının tanımlanması; • Kentsel alan için tutarlı kalkınma hedefleri belirlenmesi ve kent için bir vizyon geliştirilmesi; • Mahalle, sektör ve teknik düzeylerdeki politikalar ve planlar arasında eşgüdüm sağlanması ve planlanan yatırımların kentsel alanda dengeli bir gelişimin teşvik edilmesine yardımcı olmasının gözetlenmesi; • Kamu ve özel sektördeki aktörlerin kullandıkları fonların eşgüdümünün sağlanması ve bunların mekânda nerelere odaklanacağının belirlenmesi; • Yerel ve metropoliten düzeyde eşgüdüm içinde olarak, halkın ve tüm bu alanlarda ekonomik, sosyal, kültürel ve çevresel kalitenin şekillenmesine önemli katkı koyabilecek diğer ortakların sürece katılımın sağlanması. İşte tam bu noktada sorulması gereken soru: ‘Geleneksel planlama anlayışı ile sürdürülebilirlik hedefine ulaşılması mümkün mü?’ Planlama ile ilgili bilgi sahibi olanlar buna hemen ‘Hayır. Bu hedefe ancak stratejik planlama yaklaşımı ile ulaşmak mümkündür.’ diyecektir. Okuyucu kitlemizin çeşitliliğini göz önünde bulundurarak Stratejik Planlama Yaklaşımını mercek altına alalım, önemini ve geleneksel planlamadan farkını ortaya koymaya çalışalım. Stratejik Planlama Yaklaşımı Neden Önemli? Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde biz, geleneksel planlama yöntemleri ile kentlerin master planlarını henüz tam anlamıyla yapmayı başaramazken, birçok ülkede geleneksel planlamanın ve ürünü olan master planların pratikte beklenen ölçülerde başarılı olamaması ve bu başarısızlığın günümüz koşullarında giderek daha da artması nedeni ile kentlerin gelişmesine stratejik bir planlama anlayışıyla yaklaşılmasının giderek yaygınlaşmaya başladığını görüyoruz. Kentsel gelişmenin nasıl olması gerektiğine ilişkin kararlar manzumesi olan geleneksel master planlarının statik olduğu, oysaki hızlı nüfus artışı, altyapı eksikliği/bulunmayışı, özellikle gelişmekte olan ülkelerde mali kaynaklar ve personelin yetersiz oluşu nedeni ile daha dinamik planlama süreçlerine gereksinim olduğu çeşitli platformlarda sıklıkla kabul görmeye başladı. Küreselleşmenin etkisi ile kentler arasında ortaya çıkan kıyasıya rekabet de, kalıplaşmış, katı planlar yerine, vurgusu ‘paydaşlar’ ve ‘eylemler’ üzerine olan stratejik planlama yaklaşımlarının tercih edilmesinde önemli rol oynadı. Geleneksel planlama yaklaşımlarının karar üretmeye odaklı anlayışının aksine stratejik planlama yaklaşımı ‘paydaşların katılımı’, ‘yönetişim1’ (governance) ve ‘sürdürülebilirlik’ (sustainability) gibi uzun soluklu kavramlar çerçevesinde temellendirildiği görülmektedir. Bu bağlamda geleneksel anlamdaki imar planlaması (master plan / comprehensive planning) ile stratejik planlama arasındaki benzerlikler ve farklılıklar için bir pencere açalım. kararlarıyla beraber kullanıldığını vurgulamak gerekir. Burada bir sorun olduğunu söylemeden geçmeyelim. Geleneksel Planlamanın düzenleyici nitelikte yasal kararların Piyasa süreçleriyle uyum sağlayabilecek bir esneklikle uygulanması gibi güç bir sorunu aşmak gerekiyor. Farklı anlayışta iki planlamayı bir arada yürütmenin yol açtığı bu önemli soruna karşın, Stratejik Planlamanın giderek kazandığı yaygınlık, onun taşıdığı özelliklerin bugünün dünyasında ne kadar vazgeçilmez olduğunu gösteriyor. Bu bilgiler ışığında ve bir önceki dosyamızda detaylı bir biçimde ortaya koymaya çalıştığımız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki mevcut (geleneksel) STRATEJİK PLANLAMA (STRATEGIC PLANNING) GELENEKSEL PLANLAMA (URBAN COMPREHENSIVE PLANNING) • Geliştirilen bir vizyon çerçevesinde hangi aktörlerin, hangi eylemleri gerçekleştireceklerinin tanımlanması • Hangi kurum veya örgütlerin hangi zaman diliminde ne tür stratejileri olduğunun özetlenmesi • Tehditler, fırsatlar, kuvvetler ve zayıflıklar (SWOT) çerçevesinde, toplumun gücünün maksimize, zayıflıklarının da minimize edilmesi • Planın ana başlıklarının, standart bir tahmin listesi olmaması • Rekabet unsurunu içermesi • Yönetişim • Eylemler, aktörler (özel/tüzel kurum, kuruluş ve bölge/kent sakinleri) ve zamanlamanın belirlenmesi (Eylem planı hazırlanması) • Nüfus, işgücü, arazi kullanımı ve ulaşım gibi temel faktörlerin mevcut durumundan hareket ederek bir takım varsayımlar ve projeksiyonlar yapılması • Yapılan projeksiyonlar doğrultusunda kentin gelecekte nasıl olması gerektiğine ilişkin bir kararlar bütünü olması • Bugünkü konumdan gelecekte arzu edilen noktaya varmak için gerekli olan destekleyici araçları içermesi • Plan hedeflerine ulaşmada kimin (aktörler) hangi eylemi yapacağının belirlenmemiş olması • Plan kararlarının uygulanmasına yönelik olarak, devletin planlama ve idari birimlerinin eşit kapasite ve teşvik yetisinin olduğunun varsayılması Özet tablo’da da ortaya koymaya çalıştığımız gibi, Stratejik planlamada yukarıda paydaş olarak ifade ettiğimiz sivil toplum tarafına da karar sürecinde yer veren ekonomik öncelikli anlayış hâkim. Ancak, Stratejik Planlamanın vazgeçilemez yasal işlevler gören Geleneksel Planlamanın yerine geçecek bir seçenek olarak değil, kentin ekonomik büyümesini sağlayacak fırsatları kullanmaya dönük girişimci bir yaklaşım olarak Geleneksel Planlamanın düzenleyici planlama anlayışı ve yasal çerçevenin yapılaşmış çevrenin oluşumuna etkileri ve ortaya çıkan sorunları da hatırlayarak, ülkemizde sürdürülebilir gelişmeyi, sürdürülebilir kentleşmeyi sağlayacak durumda olmadığımız kolaylıkla anlaşılacaktır. Mevcut sistemde en iyi planları hazırlasanız bile, bunların uygulanmasına tüm paydaşların katılımını sağlamazsanız, uzun, orta ve kısa dönem eylem planları ile neyin, ne zaman, kimler tarafından yapılacağı belli olmazsa, sürdürülebilirlikten söz etmenin mümkün olmadığı açıktır. 1 Yönetişim (Governance): 1996’da HABITAT II ile önem ve vurgu kazanan ve ‘merkezi hükümetle ile yerel yönetim arasında; merkezi yönetimin ve yerel yönetimlerin kendi içinde, ve devletle sivil toplum arasında yeni bir iş bölümü ve yetki ve kaynak paylaşımı’ (Göymen,1997, p.11) olarak ifade edilen bir kavramdır. + Planlama alanında çağdaş yaklaşımların geldiği son noktayı bu şekilde özetlemek, yapılaşmış çevrenin sürdürülebilirlik CMYK açısından değerlendirilmesi için yeterli mi? Tabii ki değil. Sürdürülebilirlik açısından yapılaşmış çevre konusunun bütüncül bir yaklaşımla irdelenebilmesi için, planlama, tasarım, inşaat, kullanım, yapım ve hatta söküm aşamalarını içeren süreç bağlamında ele alınması ve ilkeler ve kaynaklar açısından değerlendirilmesi gerekir. Ancak böylesine kapsamlı bir konuyu takdir edersiniz ki 3600 kelimelik bir Dosya’ya sığdırmak mümkün değil. Bu nedenle biz saptamalarımızı planlama ve tasarım aşamaları ile sınırlı tutmayı tercih ettik. Bu çerçevede yapılaşmış çevrenin öznesi olarak nitelendirebileceğimiz yapıların tasarımında çağdaş yaklaşımlar açısından durumun ne olduğuna bakalım; değişen koşullar çerçevesinde evrimleşip, değişip, dönüşen tasarım etkinliğinin vardığı noktayı, çağdaş tasarım yaklaşımlarının mimarlıktaki yansımalarını mercek altına alalım. Mimari Tasarımda Çağdaş Yaklaşımlar Tasarım, en basit anlamı ile bir düşünce ürünü o politik, ekonomik veyahut da çevresel unsurlar ile Çağdaş tasarım yaklaşımları denince, bu çağa il sak, teknolojik gelişmelerin ve iletişim hızının ön köşelerine ya da oralardan farklı yerlere, gerek g bir noktaya ulaşmasını hem çok kolaylaştırmış, h doğru yol almıştır. Artık, ne keskin tasarımcı-kulla çağdaş tasarım yaklaşımlarının doğrultusunu be yolculuğuna devam etmektedir. Bu nedenlerledir henüz yapılamamıştır. 1970’lerden itibaren, Modernism’e karşı çıkış ile ism, konteksçualizm gibi birçok farklı stil ve yakla uzaklaşacak mimari bir dili oluşturmak vardır. Te ektiren bir ruh vardır çağdaş tasarım yaklaşımlar görseler de, çoğu zaman kendilerini bu şekilde ta Frank Ghery, Zaha Hadid, Steven Holl, Daniel Li Globalleşen dünyanın değişen ihtiyaçları ve fark yaşanmaktadır. Bilgisayar teknolojisinin tasarım yüzeylerle ortaya çıkan heykelimsi yeni formlar, m getirilmemişti belki de. Böyle bir süreçte, hiç şüp Bilbao Müzesi bu tür yaklaşımların, genellikle ilk meyen bir İspanyol kentinin dünya çapında ünlü teknolojinin heykelimsi ürünü olarak öne çıkar. Biçim dilinin çok keskin bir şekilde farklılaştığı De strüktür ve yüzey parçaları değişik açılarla konum yaklaşımın öncüleri arasında, Daniel Libeskind, R örneklerinden biri olarak her gün yüzlerce kişinin olan sıkı bağlarını eleştirerek tasarlamışlardır. G kün olduğunca soyut bir biçim dili takınırlar. Mimarlıkta, binanın bulunduğu yerle, o yerin gere katmadığı anlamlar, değişik mimari yaklaşımları hunu göz önünde bulunduran, konteksti esas ala ve ruhunu göz önünde bulundurarak çalışmalar y çağdaş yaklaşımlarda. Öncelikli hedefi sürdürülebilirlik olan çağdaş tasa hedefler. Bu amaçla, geri dönüşümü olan kaynak çeşitliliğe karşı önlemler almayı hedefler ve bunu bir işbirliği içerisinde, arazi seçiminden, malzeme tasarım yaklaşımları da bu bağlamda değerlendi + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 NİSAN. SAYI 5. 2010. DOSYA 03 Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” SAYFA 09 Naciye Doratlı- Ercan Hoşkara- Hıfsiye Pulhan SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK BAĞLAMINDA YAPILAŞMIŞ ÇEVRE Pekin Ulusal Stadyumu, 2008. Herzog de Mouron olarak tanımlanırken aslında üşünebilen insanın tarihi kadar da eski bir olgudur. Yüzyıllar boyunca bu düşünce etkinliği, özellikle zaman ve yer kavramlarına bağlı olarak sosyo-kültürel, e şekillenmiş ve farklı stiller, akımlar, yaklaşımlar ortaya koymuştur. lişkin en son geliştirilmiş kavram ve tekniklerle ortaya çıkmış olan günümüzün ürünleri akla gelir genellikle. O zaman, içinde bulunduğumuz çağın en belirleyici özelliklerine bakacak olurne çıktığı bir zaman dilimi anlaşılmaz mı? İlk kez, üretilen bilgi bu kadar hızlı yayılmış ve dünyanın farklı yerlerinde ayni anda kullanılıp paylaşılmayı başarmıştır. Artık, dünyanın en ücra gelişmiş ulaşım araçları gerekse uydu ve internet imkânları ile ulaşılabiliyor. Bu da hiç şüphesiz ki, çok büyük bir çeşitlilik sunarken, farklı fikirlerin, eğilimlerin, imajların bir noktadan başka hem de çok hızlandırmıştır oluyor. Globalleşme sürecinde mimarlık ise, medyanın ve kapitalist ekonominin etkileri altındaki tüketim toplumu ve de onun ihtiyaçları ile yeni yaklaşımlara anıcı ayrımı, ne de sadece tasarımcının dominant olduğu bir süreç vardır. Kullanıcı da, ekonomik bir erk olmanın imtiyazları ile, tasarım sürecinde etkin rol almaya başlamıştır ki bu da, elirlemiştir. Çeşitlilik içerisinde, çoğulculuk esası ile başlayan bu arayışta, çağdaş tasarım yaklaşımları, teknoloji ve sürdürülebilirlik kavramlarını da göz önünde tutarak günümüzdeki r ki, çağdaş tasarım yaklaşımlarıyla ortaya çıkan mimari ürünleri tanımlayabilecek ortak özellikleri saymak çoğu zaman pek mümkün olmazken, çağdaş mimarlığın da çok net bir tanımı başlayan süreçte, modern sonrası anlamına gelen Post-modernizmin de etkilerinin giderek sönükleştiği yakın zamanlarda, yeni modern anlamına gelen Neo-modernism, dekonstrüktivaşım etkilerini günümüzde sürdürmektedir. Tüm bu yaklaşımların ortak paydasında ise genellikle, yeni malzeme ve formlarla oluşturulacak geçmişin tipografilerinden veya geleneğinden eknolojinin ileri imkânlarını kullanarak, yeni malzeme ve tekniklerin aracılığı ile yaratıcılığın sınırlarını büyük riskler alarak zorlayan, büyük bir tutku ile yenilikçiliği ve ileri görüşlülüğü gerrında. Bu nedenle olsa gerek ki, korumacılığı, gelenekselciliği, klasik formları yada yerel mimariyi esas alan mimarlar, her ne kadar da kendi görüş ve uygulamalarını 21.yüzyıl için geçerli anımlanmakta olan çağdaş tasarım yaklaşımlarına yakın hissetmemişlerdir. Bu anlamda, David Chipperfield, Jacquez Herzog, Pierre de Meuron, Santiago Calatrava, Norman Foster, ibeskind, Jean Nouvel, Renzo Piano, Richard Rogers, Bernard Tschumi ve diğer çağdaşlar, yapmış olduğu tasarımlarla, gelecek nesillere 21. yüzyıl mimarlığından izler bırakmaktalar. klılaşan güç dengeleri doğrultusunda bugün, gelişmiş bilgisayar programlarının gerek tasarımda gerekse uygulamada sağladığı avantajlarla hayal edilemeyecek boyutlarda yenilikler için kullanılması olarak nitelendirilen, bilgisayar destekli tasarımın bir “endüstriyel sanat” olarak öne çıkışı ile alışılmadık bir mimari dil geliştirilmiştir. Çoğu zaman, esnek ya da eğri mimari tasarıma yeni boyutlar getirmiştir. Bu zamana kadar, mekânı tanımlayan duvar, tavan, yer gibi yüzeyler, hiç bu kadar, eğriliğin ve akışkanlığın esas alındığı bir çözümle bir araya phesiz ki, mimarlık da dijital dünyanın nimetlerinden faydalanmanın yollarını aramaya başlamıştır. İspanya’nın Bilbao kentinde Nervion Nehri’nin kıyısında tasarlanmış olan Guggenheim akla gelenlerindendir. Amerikan Mimar Frank Ghery tarafından Avrupa’da tasarlanmış olan bu bina gerek dış görünüşü gerekse iç mekânları ile farklılık yaratmış, çoğu zaman bilinve bilinir olmasını sağlamıştır. Öte yandan, dünyaca ünlü bir kentin merkezinde Mimar Sir Norman Foster tarafından tasarlanmış olan Londra Belediye Binası da çok özel geliştirilmiş bir ekonstrüktivism’i esas alan yaklaşımlarda da, bina radikal görsel unsurlara sahiptir. Düzgün bir geometri olmadan, daha çok parçalanmışlığı öne çıkaran bu yaklaşımda, deforme edilmiş mlanır. Daha çok, Fransız filozof Jacques Derrida’nın görüşlerinden ve biçimsel bir arayış içerisinde olup geometrinin dengesizliğini savunan Rus Konstruktivisim’inden etkilenen, bu Rem Koolhaas, Zaha Hadid ve Bernard Tschumi sayılabilir. Bernard Tschumi’nin birincilik kazanan yarışma projesi Parc de la Villette, bugün Paris’te Dekonstruktivist yaklaşımın ilk n gezdiği bir parktır. Her nekadar da değişik açılardan Modernism ve Postmodernism ile ilişkilendirilen Dekonstruktivistler, Modernism’in rasyonalitesini ve Postmodernizm’in de tarih ile Genellikle, soyut, karmaşık ve bazılarında bitmemişliğin hissedildiği binalardır onlar. Bulundukları yeri pek önemsemez yada önemsediğini ortaya koyacak netlikte mesaj vermezler, müm- ek somut fiziksel gerekse soyut sosyo-kültürel değerleri ile olan ilişkisi çok sık tartışılan konularından biri olmuştur. Özellikle, yer ve zaman kavramları ve bunların binalara kattığı ya da ortaya koymuştur. Günümüz mimarisinde, hem “yer” hem de “yersizlik” kavramlarına bağlı yaklaşımlar görülmekle birlikte, bulunulan yerin, bölgenin, coğrafyanın dinamiklerini ve de ruan yaklaşımlar özellikle son zamanlarda yoğunluk kazanmakta. Bu bağlamda, Peter Zumpthor, Steven Holl, Glenn Murcutt gibi isimler genellikle, çevrenin karakterini, yerin özelliklerini yapmışlardır. Özünde, o yere özel mimari çözümlemeler yapmak önemsenirken bir yandan da, sürdürülebilir çevreler tasarlamak ya da bu tür çevrelere katkı koyma kaygısı vardır bu tür arım yaklaşımları, çevre bilincini ve çevreye duyarlılığı esas alarak ekonomik, sosyal ve ekolojik konuları bünyesinde barındırarak çevre üzerine olabilecek negatif etkileri azaltmayı kları ve insan-çevre ilişkilerini önemser. Global çevre krizine, hızla artan ekonomik aktivite ve nüfusa, tükenen doğal kaynaklara, hasar verilen eko-sisteme ve de yok edilen biyolojik un da bütüncül bir yaklaşımla çözülebileceğini savunur. Sürdürülebilirlik esasındaki çağdaş tasarım yaklaşımlarında, mimar ve mühendisleri içeren tasarım grubunun kullanıcı ile sıkı e seçimine, uygulamaya kadar projenin her aşamasında yer alması hedeflenir. Bu anlamda, çevre ile uyumlu, çevreden fayda sağlayacak ancak ona zarar vermeyecek şekilde ekolojik irilebilecek onlarca başlıktan birisidir. DEVAMI SAYFA 10’DA >> CMYK + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 NİSAN. SAYI 5. 2010. 10 DOSYA 03 Naciye Doratlı- Ercan Hoşkara- Hıfsiye Pulhan Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA “Uluslararası Kariyer İçin” PLANLAMA VE TASARIMDA ÇAĞDAŞ YAKLAŞIMLAR: SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK BAĞLAMINDA YAPILAŞMIŞ ÇEVRE >> SAYFA 9’DAN DEVAM Bitirirken Yaşamın her alanında farklı biçimlerde kullanılmaya başlanmış ve planlamada ve tasarımda alışıldık, bildik ezberlerin bozulmasında da önemli rol oynamış olan sürdürülebilirlik kavramının, günümüzde artık çağdaşlığın birincil göstergesi durumuna geldiği bir gerçek. İnsan ırkı ve binlerce diğer canlı türünün devamının sağlanmasında, dünyanın ve sahip olduğu biyolojik çeşitliliğin bütünlüğünün korunmasında ve şu anda iklim değişikliği ve sürdürülemez gelişim nedeniyle tehdit altında olan, gelecek nesillerin mirasının sürdürülmesinde yapılaşmış çevrenin planlanması ve tasarımının önemli bir rolü olduğu da geniş kitleler tarafından kabul görmekte. Sürdürülebilir gelişme, sürdürülebilir kentsel gelişme kavramları ise stratejik planlama yaklaşımlarını gerekli kılmakta. Tasarım alanına baktığımızda, özellikle gelişmiş ülkelerde sürdürülebilirlik öne çıkmakta. Ama ne yazık ki kendi ülkemizdeki duruma baktığımız zaman, gerek planlama gerekse tasarım alanında tüm bu söylemlerin çok uzağında olduğumuzu söylemek durumundayız. Genelden özele gidecek olursak, planlama alanında, yapısal, örgütsel, yasal ve idari anlamda çok ciddi bir değişime gereksinimimiz var. Tasarım alanında da daha duyarlı olunması şart. Avrupa Mimarlar Konseyi (ACE) 24 Eylül 2009’da Brüksel’de, mimarlık ve sürdürülebilirlik temasıyla düzenlediği seminer kapsamında kabul edilen ve kamuoyuna duyurulan Mimarlık ve Sürdürülebilirlik Hakkında ACE Bildirgesi ve Politika Belgesi, mimarlık mesleğinin iklim değişimiyle mücadele konusunda üstlenebileceği rolleri açıklıyor ve Avrupa kurumlarının iklim değişikliği politikaları bağlamında mimarlık mesleğinin pozisyonunu özetliyor. Karşı karşıya bulunduğumuz ambargolar nedeni ile Mimarlar Odamız ACE üyesi değil. Ama bu durum, mimarlık mesleğinin sürdürülebilirlik bağlamında icra edilmesi konusunda ACE tarafından çizilen yol haritasının mimarlarımız tarafından benimsenmesi konusunda engel de değil. Duyarlı mimarlarımızın bu yol haritasını izlemekte olduklarını düşünüyoruz. Önemli olan bu duyarlılığın artması, sıra dışı değil sıradan bir hal alması. Son söz olarak, sürdürülebilir yaşam alanları oluşturmak için devletin en üst kademesinden sade vatandaşa kadar hepimize önemli görevler düşüyor. Bir yandan sürdürülebilirliğin özündeki katılım ve yönetişim kavramlarını, diğer yandan ölçeğimizi, oldukça kaliteli olduğunu söyleyebileceğimiz insan kaynağımızı, üniversitelerimizin potansiyelini göz önünde bulundurduğumuz zaman iyi bir örgütlenme ve yönlendirme ile Londra Belediye Binası, 2002. Norman Foster sürdürülebilir yaşam çevreleri yaratmak için önümüzde çok da büyük engeller olmadığını düşünüyoruz. Kaynakça: • B. Özkaynak ve F. Adaman (2004), Sürdürülebilir Kentleşme: Yalova Örneğinde Sürdürülebilir Kent Tasarımına Yönelik Bir Yöntem Önerisi, TÜSES Yayınları, İstanbul. • E. Hoşkara, Y. SEY (2008) Ülkesel koşullar bağlamında sürdürülebilir yapım, itüdergisi/a, mimarlık, planlama, tasarım, Cilt:7, Sayı:1, 50-61, Mart 2008. Sürdürülebilir yaşam çevreleri dileklerimizle Naciye Doratlı Ercan Hoşkara Hıfsiye Pulhan + CMYK • Erim, A. (çeviri), Sürdürülebilir Avrupa Kentleri için Leipzig Şartı (24 Mayıs 2007); http://mimarlarodasi.org.tr/ UIKDocs%5Cleipzigsarti.pdf • Tağmat, T. S., Uysal, Z. Ç.(çeviri), Mimarlık ve Sürdürülebilirlik Hakkında ACE Bildirgesi ve Politikası (24 Kasım 2009);http:// www.mo.org.tr/UIKDocs%5Cacesurdurulebilirl ik2009.pdf + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 NİSAN. SAYI 5. 2010. KENTİN TADI TUZU Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] [email protected] Şebnem HoŞKARA- İ SAYFA konuk yazar: pek 11 Akpınar TAKSİM’DE BAHAR Bu sayımızda İstanbul’un kalbi, Taksim meydanı ve kuzeye doğru eklemlenen Gezi Parkı’nı, İstanbul’dan bir arkadaşımız – İpek Akpınar’ın kaleminden okuyacağız. Çoğumuzun İstanbul’a gidişlerimizde ilk durağı olan, olmayanların ise mutlaka bir uğradığı Taksim Meydanı’nı, sevgili İpek bize sadece mekansal açıdan değil, tarihsel, toplumsal ve kültürel bağlamıyla birlikte aktarıyor. Bir kentsel dönüşüm hikayesi olarak bizlere sunuyor. Kendisine çok teşekkür ederiz. Şebnem Hoşkara Geçtiğimiz bahar fark edemeden geçivermişti… şimdiyse işe gidip gelirken uzun zaman sonra ilk defa tomurcuklanan erik ağaçlarını algılayabiliyorum… 40-45 yıllık yapı stoğu hızla yenileniyor, depreme dayanıklı ve günümüz tasarım diline uygun hale getiriliyor… Mimari anlamda tanımladığımız ‘meydan’ kimliğinden trafik kesişim noktasına dönüşümle uzaklaşan Taksim, uzmanların Manuel Castells’in ‘akışkanlık’ kuramı üzerinden olumlayarak betimlediği gibi, Talimhane bölgesinde ve Beyoğlu’nda yenilenen yapı stoğu, uluslararası zincir dükkanlar, çeşit çeşit yeme-içme yerleri, film festivali, yeni müzeler, konserler ve yeni sergiler ile bahara hazırlanıyor… Bu sergilerden biri de Fransız mimar ve kentsel tasarımcı Henri Prost (1874-1959) üzerine Pera Müzesi’nde düzenlediğimiz uluslararası sergi (küratör: Cana Bilsel, Pierre Pinon). Kentin ulaşım üzerinden modernleşmesi amacını taşıyan Prost Planı’nın kurgusundaki en önemli uygulamalardan biri hiç kuşkusuz Taksim Meydanı projesidir. Döneminde Paris’in baş mimarı olan Prost, ulus-devletin kuruluş sürecinde, kentin modernize edilmesi ve güzelleştirilmesi için 1936’da Mustafa Kemal tarafından İstanbul’a davet edilmiştir. Bir yıl süren araştırma ve tasarım süreci sonunda kentin ilk master planını 1937’de teslim eden Prost, işlevsel zonları, güzelleştirme temasıyla birbirine bağlayan, görsel açıdan güçlü bir yol şebekesinden oluşan bir tasarım önerir. Kentsel tasarım, 1950’ye dek onbeş yıl boyunca geliştirilerek kısım kısım uygulanır. 1950’deki genel seçimlerin ardından yerel seçimleri de kazanan Demokrat Parti tarafından Fransız tasarımcının görevine son verilir. 19501956 yılları arasında Türk planlamacılar Prost Planı’nın revizyonunu üstlenirler. Ardından 1956-1960 arası, Başbakan Adnan Menderes, kentin imarını, İmar Müdürlüğü’nün Prost Planı’ndaki bulvarları genişletmesiyle, şahsen yönlendirir. 1958’de Prost tekrar İstanbul’a davet edilir, görüşleri alınır. Bunlara rağmen, Türk kent tarihçileri, Prost Planı’na ve tasarımcısına ya kısaca referans verirler ya da hiç değinmezler. Prost Planı’nı, 1952 Geçici Revizyon Komisyonu (1954), “hijyene dayalı, geniş bulvarlarla aşırı vurgulu bir güzelleştirme projesi” olarak görür. Plan, genelde, 19. yüzyıldaki güzelleştirme temasının devamı şeklinde algılanır. Komisyon, 1930’ların Türkiye’sinin politik ve ideolojik bağlamından kopuk olarak, olumsuz eleştirileriyle, Prost’un dışlanmasında rol oynar. Prost Planı, sadece güzelleştirme kapsamında betimlenebilir mi? Fransız tasarımcı ve planı, erken cumhuriyet döneminde nasıl bir rol üstlenmişlerdir? Prost Planı’nın “güzelleştirme”ye dayalı bir tasarım olduğunu reddetmiyorum. Her ne Taksim Meydanı Taksim Meydanı kadar Prost Planı’nın Avrupa başkentlerini hatırlattığı savını destekliyorsam da, Türkiye bağlamında, ulus-devlet oluşturma sürecinde, çok daha fazlasını ifade eden bir tasarıma dönüştüğünü savunmaktayım. Tasarımda ön planda yer alan espaces libres (serbest alanlar), cumhuriyetin kentsel mekan ve kamusal alan yaklaşımı konusunda önemli ipuçları sunar. Buna göre, İstanbul Prost Planı’nın, Ankara Jansen Planı gibi, Türk toplumunun sekülerleşmesi anlamını içerdiği savunulabilir. Bu çerçevede, Prost’un ‘’espaces libres’’inin, ulus-devletin, hukuki, idari ve kültürel reformlarını, kentsel alanda temsil ettiği; böylece, ‘’milli kimliğin’’ oluşum sürecinde, Türk ulus-devletinin sekülerleştirici reformlarına güçlü bir fiziksel ve görsel platform oluşturduğu öne sürülebilir. İstanbul kentsel mekanının modernleşme sürecinde Prost Planı ve en geniş ölçekli uygulaması olan Taksim Meydanı ve Gezi Parkı, yalnızca İstanbul’un mekansallığının güzelleştirilmesi anlamına gelmez: Türk politikasının 1930’ların bağlamı içinde, sekülerleşmenin mekansallaşmasını temsil etmektedir. Gezi Parkı - ki gerçekleştirilmesi sırasında, Taksim askeri kışlası yıkılarak yerine uygulanmıştır - cumhuriyetin ilk döneminden beri, sergi binası, gazinosu, çay bahçeleri, Radyoevi, Harbiye Tiyatrosu’na ev sahipliği yaptı. Bu bağlamda, devasa boyutu ile kentin cumhuriyet meydanı diğer bir deyişle halkın meydanı olarak tasarlanan Taksim, cumhuriyetin hukuk, eğitim, kültür alanındaki reformlarının mekansallaşmasıdır. Taksim Meydanı ve kuzeye doğru eklemlenen Gezi Parkı ile Maçka Parkı, kadın ile erkeğin aynı mekanda buluşmasını sağlayan sekülerleştirici kent platformlarıdır. Bu süreçte, mahalleler kimliğini yitirmiş, ama kent tarihinde, ilk defa da açılmıştır... yeni dünyaların keşfedildiği bir açıklığa... Prost Planı, bir anlamda ideolojik hedefine, sekülerleşmeye, ulaştı. 1980’lerin ortasında, Prost Planı’nda yer aldığı gibi, Taksim Meydanı’nın güneydeki Marmara kıyısına (Yenikapı limanı) ulaştırılması bağlamında, dönemin belediye başkanı Bedrettin Dalan, 1718-19. Yüzyıldan kalan Ermeni ve Rum ustalarca yapılmış mimari kültürel mirası, mimarlar odası, koruma kurulları ve üniversitelerin uyarıları ve itirazlarını dinlemeyerek yıkar; boşaltılan mekana Tarlabaşı Bulvarı, topoğrafya çalışmaları olgunlaştırılmadan haşince uygulanır. Zamanla, bulvarın güney yakası küreselleşmenin parçası olabilen kentliler için mekanlar ve etkinliklerle, yolun kuzeyi ise gerek güneydoğu Anadolu’dan, gerekse uluslararası göç yolları üzerinden Türkiye’ye gelip yerleşen göçmenlerle dolar. Günümüzde, sözüm ona ‘terörist ve uyuşturucu kaçakçısının yuvası’ olarak sunulan bu mahallede, yerel yönetimin geri plana çekilip kapalı kapılar ardındaki ihale ile özel şirket eliyle yapmaya çalıştığı Tarlabaşı kentsel dönüşüm projesi – diğer bir deyişle soylulaştırma projesi süreci ise başka bir yazının konusudur. Bugün + Günümüzde Taksim Meydanı, otobüs ve dolmuşların ana kalkış duraklarına ev sahipliği yapmaktadır. Tüm trafik karmaşasına rağmen, kamusal anlamda çok daha fazlasını ifade eder. Mimari mekan olarak, bireyin algılayabildiği günlük boyutların üstünde. Tam da bu nedenle, Henri Prost, Meydanın kuzeyine Gezi Parkı’nı giriş merdivenlerini yerleştirirken, kentlinin, güneyde yer alan Marmara Denizi’ne bakarak basamaklarda oturabilmesini, kitabını okuyabilmesini, hatta çizim yapabilmesini, az ötede CMYK yer alan opera binasına veya tiyatroya giderken arkadaşını bekleyebilmesini düşlemişti. Bugün basamaklar, işe yetişmek üzere koşturan yüzlerce, binlerce insanla dolup taşmakta… Merdivenlerin tam karşısında ise ‘the Marmara’ oteli yer almakta: otobüs duraklarının yer aldığı kuzey bölümünün keşmekeşi, güney cephesinde yerini güvenlikli ortamda ‘küreselleşmenin’ parçası olabilen kentliye ya da turiste yerini bırakıyor. Meydanın doğusunda ise, modern mimarlık mirasının önemli örneklerinden olan Atatürk Kültür Merkezi, yıkalım mı, yenileyelim mi tartışmaları sürecinde 1,5 yıldır kaderini beklemektedir. Zaman içinde Taksim Meydanı her türlü toplumsal gösteriyi ağırlayan protest bir kimlik kazanmıştır. Mekanın kimliğinin oluşumunda hiç kuşkusuz en kritik süreç 1 Mayıs gösterileridir. 1970’lerin sonunda kanlı 1 Mayıs’ta yine ev sahibidir. Günümüzde işçi sendikaları, sivil toplum kuruluşları meydanda anma etkinlikleri yapmak isteseler de, valilik, topluluklara 1 Mayıs’ta meydana giriş izni vermemektedir. Ama diğer günlerde Meydan, sadece acı olayları ve kayıpları anmak için değil, sevinçli günlerin coşkusunu toplumca paylaşmak için buluşma noktasıdır. Yalnızca milli bayramlarda değil, uluslararası spor karşılaşmaları, Eurovizyon ve benzeri etkinliklerdeki başarıların toplumca kutlama yeridir. Avrupa Kültür Başkenti açılış etkinliği dahil, halk konserleri, Ramazan çadırları, çeşitli panayır ve fuarlara ev sahipliği ile protest mekandan popülist mekana dönüşmüştür. Tüm bu geçmişi ve özellikleriyle Taksim meydanı, halen İstanbul’ın kalbidir.... İpek Akpınar İTÜ Mimarlık Fakültesi + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 NİSAN. SAYI 5. 2010. 12 AL GÖZÜM SEYREYLE Türkan Ulusu Uraz konuk yazar: Özlem Olgaç Türker Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA [email protected] [email protected] “Uluslararası Kariyer İçin” YERELLİKLE BEZENMİŞ BİR KUZEY- AVRUPA BAŞKENTİ: HELSİNKİ Helsinki, Finlandiya’nın güneyinde Baltık Denizi’yle içiçe, birçok ada üzerine konumlanmış bir İskandinav Kenti. Kompakt yapısı nedeniyle, kentte, farklı sonbahar renklerine bürünmüş ağaçların sunduğu zengin bir peyzajda yürüyüş yapmak; bisiklet sürmek; yazın denize girmek; ya da açık pazardan, veya markaların sıralandığı lüks caddelerden alışveriş yapmak gibi, hem doğa hem de kent aktiviteleri bir arada bulunmakta. 1812’de Finlandiya’nın başkenti olan Helsinki’nin imarına önemli katkısı olanlardan Alman mimar Carl Ludwig Engel, hem Senato Meydanı’nı hem de 1852’de tamamlanan Protestan Katedrali’ni (Tuomiokirkko) tasarlayarak küçük bir St. Petersburg yaratmaya çalışmış. Senato Meydanı’nda, neoklasik tarzda inşa edilmiş bu katedral sade bir yapı. Meydanın bir tarafında Fin Senatosu, diğer yanında da Helsinki Üniversitesi bulunuyor. Design Forum Sergi Salonu; Bir Grup Obje Helsinki’de Tuomiokirko Katedrali, Senato Meydanı, Liman Helsinki’de bulunduğum Ekim ayında güneş, en yüksek olduğu saatlerde bile, Kıbrıs’ın sabah saatlerindeki gibi. Sonbahar soğuğu böyle ise, insan bu kentin kışını hayal edemiyor... Bu kadar az güneş alan bir kent olmasına rağmen, çevrede güneş enerjisinden yararlanmak üzere konumlanan güneş (solar) panellerinin sıklığı biz Akdenizliler tarafından ders alınması gereken duyarlılıkta. Ekolojiye ve doğaya karşı hassasiyet her yerde karşınıza çıkabiliyor. İnsan yaşayan bölgelerin ülke yüzölçümüne oranı o kadar düşük ki, doğayla içiçe bir yaşam sözkonusu. Fin mutfağının temelini geyik eti ve deniz ürünleri oluşturmakta. Böğürtlen kullanımı, tatlılar kadar yemeklerin soslarında da sıklıkla kullanılmakta. Finliler, soğuk ülkelerine karşın çok sıcak insanlar. Yüzlerinde gerçek birer gülümseme ile misafirperver tutumlarıyla her yerdeler. Hizmet sektöründe de pek yabancı görmek mümkün değil. Finli rehberimiz, bu durumu “Fince öğrenmenin zorluğu”na bağlasa da, yüksek yaşam standartları ve sosyal düzenlerinin dört – dörtlük olması en önemli faktörler arasında. İyi düzeydeki hastane ve eğitim hizmetleri tamamen devlet hakimiyetinde. Kilise’de, inancınız veya inançsızlığınız ne olursa olsun, mekanın gücü sizi etkisi altına alıyor. Kilometrelerce bakır tel kullanılarak oluşturulan kubbemsi üst örtü, Granit taşından oyulmuş, silindirik mekanın üzerine brüt betondan prekast narin kirişlerle bağlanmakta. İçeri süzülen doğal ışık, kayaların doğal renklerini ön plana çıkarmakta. Tapınak fonksiyonuna ek olarak, konserler, düğünler gibi sosyal etkinlikler için de kullanılmakta.Her köşe başında bir sanat galerisi olan Helsinki’de ‘Mimarlık Müzesi’ (Museum of Finnish Architecure); ‘Tasarım Müzesi’ (Design Museum); Çağdaş Sanatlar Müzesi (Museum of Contemporary Art – Kiasma); Ateneum Müzesi; ve daha birçok müze kent merkezinde konumlanmakta. Orada bulunduğumuz dönemde Eliel Saarinen’in Art-deco tarzında tasarladığı tren garının tam karşısında konumlanan Ateneum Müzesi, Picasso’nun eserlerinden bir seçkiyi meraklıları için sergiledi; Steven Holl ofisi tarafından tasarlanmış olan Çağdaş Sanatlar Müzesi – Kiasma, kalıcı Rehberimiz, uzun bir kış sezonu ve karanlık gecelerin etkisi ile melankolik bir ruh haline büründüklerini söylüyor; ve bu nedenle ne yazık ki intihar oranının yüksek olduğuna değiniyor.Kadın haklarının öncü ülkelerinden Finlandiya, 100 yıl önce 19 sandalye ile parlamentoya kadınların seçildiği ilk ülke ünvanını da taşıyor. Çalışan kadın oranının yüksek olduğu ülkede kabinede özellikle icracı bakanlıkların çoğunda kadınlar bulunmakta. Orman ülkesi Finlandiya’da, Helsinki Havalimanı’na indiğimiz andan itibaren doğal masif ahşabın günümüz malzemeleri ile birarada uyum içinde kullanımı hemen göze çarpmakta. Modernizmin ve uluslararası biçemin öncülerinden Finli mimar Alvar Aalto gibi tasarımcıların yetiştiği Helsinki, tabii ki tam bir tasarım ve sanat kenti. Mimarlık, İç mimarlık, Moda, Tekstil tasarımı, Endüstri Ürünleri Tasarımı alanlarında öncü firmaların ve müzelerin yoğunlukla yer aldığı “design district”, yani tasarım mahallesi, birkaç günlük programa sığdırılamayacak genişlikte. Burada bizi götürdükleri “Design Forum” isimli tasarım kuruluşu, birçok ünlü tasarımın patentini yani telif hakkını bünyesinde bulundurmakta. Her yıl birçok ulusal veya Bir Aalto Tasarımı: Akademik Kitabevi + uluslararası yarışma ile genç tasarımcıları motive eden bu kuruluş, “uluslararası kitlelere hitap ederken yerelliği de ön plana çıkarmayı” savunan bir felsefeye sahip. Design Forum’da tasarlanan tasarımlar yine bir Finlandiya tasarım-üretimpazarlama firmalar bütünü olan Ittala’da üretilerek tüm dünyaya pazarlanmakta. Ittala, geniş bir ürün yelpazesine sahip. Örneğin Alvar Aalto’nun Savoy Vazo’su, farklı boylarda, renklerde hatta farklı desenlerde üretilmekte. Yerelliğe değinmişken, balo kıyafetlerine benzer kadife kabarık etekli elbiseleriyle kent merkezinde aniden karşımıza çıkan Finlandiya çingeneleri çok ilgimi çekti.... Bulgaristan’ın AB üyesi olmasından sonra Finlandiya’ya göç eden Çingenelere, Helsinki’de hükümet tarafından kültürlerini sürdürmeleri için yardım verilmekte. Bu nedenle çingenelerin geleneksel kıyafetlerle gezmeleri teşvik ediliyor. Ünlü besteci Jean Sibelius’un (18651957) adını taşıyan parkta dev bir orgu simgeleyen Sibelius Anıtı görülmeye değer. Yapıldığı dönemde, soyut heykelle tatmin olmayan halkın baskısı ile, heykelin yer aldığı alana sonradan Sibelius’un büstü de eklenmiş. Temppleliaukio Kilisesi, diğer ismiyle Rock Church yani Kaya CMYK sergiler yanında geçici sergiler veya enstalasyonlara da ev sahipliği yaptı. Birçok Avrupa kentine göre daha pahalı kabul edilen Helsinki’de kent merkezinde yer alan tarihi alışveriş merkezi ‘Stockmann’ kırmızı tuğladan özgün mimarisiyle koruma altında. Kentte ilk asansör kullanılan yapı olarak da özel bir önem taşımakta. Hem mimari tasarimi hem de iç mekan tasarımı Alvar Aalto tarafından yapılan Academic Bookstore yani Akademik Kitapevi, uluslararası kitaplar ve hoş bir kafenin bulunduğu modernist bir mekan. Kentteki birçok kafede olduğu gibi burada da Alvar Aalto tasarımı sandalyeler kullanılmakta. Dünyaya teknoloji ihraç eden Finlandiya’da en bilindik cep-telefonu markalarından birinin üretildiği Helsinki, teknolojide öncü olmak yanında kitap okuma oranının en yüksek olduğu Avrupa kenti olmakla övünüyor. Her iki Finli’den biri Kent’teki halk kütüphanelerinden birine üye. Kendi özgün yerelliğiyle bezenmiş Avrupa’lı bir başkentin tadı damağımda kalarak ayrıldım Helsinki’den... Özlem Olgaç Türker + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 NİSAN. SAYI 5. 2010. PROVO- K- İ -TAP Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] [email protected] SAYFA 13 Beril Özmen Mayer konuk yazar: Kağan Güner TÜRK EDEBİYATINDA ROMAN VE MEKAN Tasarım proje tashihlerinde çoğu zaman Fransız, Oryantalist, Hint, Çin mobilyaları; bu mobilyaları en ince detaylarına kadar tarif eden Yakup Kadri, aynı zamanda mobilya tasarım tarihi dersi verir. Üstelik mobilya tarihinin İngiliz sömürgeciliğinin etkisindeki eklektik ve kültürsüz, sadece derleyen ve yan yana getiren, kültürleri yaşamayan müzelere döndüren kimliğini gözler önüne serer. Ve bu İngiliz subayı, yalının bir zamanlar namaz kılmak için kullanılan odasını; her gece verdiği partilerde yaşadığı seks fantezilerinin yatak odası yapar. Yakup Kadri; yalının İngilizin elinde oryantalist tarzda döşenmiş yatak odasında bize emperyalizmi anlatır. Emperyalizm bir tecavüzdür. Yatak odası, mahremiyet kimliğinden İstanbulun işgal yıllarında bir tecavüz odasına dönüşür. kendimi öğrencilere bir romandan ya da bir filmden bahsederken bulurum. Mimarlık ve edebiyat arasındaki ilişki tutkulu bir aşk hikayesidir. Neden? Edebiyat içerisinde roman ve modern avant-garde şiirin ortaya çıkışı 19uncu yüzyılda kapitalizmin gelişimi ve endüstri dervimi ile eş zamanlıdır. Roman adı üzerinde ‘Fiction’ ‘Kurmaca’ üzerine kuruludur. Bir strüktür üzerine kuruludur. Bu strüktür üzerinde kurmaca dilini yaratır. Yarattığı dil ile kimine göre gerçekliği yansıtır. Kimine göreyse gerçekliği kurgular. Bana göre ikisinin ortasında bir imbikten damıtılır roman. Yansıttığı bir gerçeklik vardır. Ama yazarın kurgusu içerisinde yansıtılır bu gerçeklik. Aynı mimarlık gibi; hayatın yansımasıdır mimarlık. Bütün ayak seslerini kendinde toplar. Bu yüzden mimarlık bir teknik öğrenimin ötesinde tanımlanması gereken bir uzama sahiptir. Bütün ayak seslerini kendinde toplar dedik. Toplar. Sokağın kalabalığı konusudur, mimarlığıdır. Evlerin hüznü ve neşesi onun çalışma alanıdır. O mekanları yaratan kişidir çünkü mimar. Bu yüzden de romanın ortaya çıkışından beri mimarlar 150 yıldır felsefeyi belirliyor. Bir rastlantı mı bu? Kuşkusuz değil. Roman ve mekan; son yıllarda bir çok akademisyenin ilgi alanına giriyor. Edebiyat fakülteleri ile mimarlık fakülteleri arasındaki bu heyecanlı buluşmanın en güzel örneklerinden birisi ise, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi öğretim görevlilerinden Dr. Handan İnci’nin ‘ROMAN VE MEKAN: Türk Romanında Ev’ adlı çalışması. ARMA YAYINLARINDAN, 2003 yılında basılmış olan bu kitap, ne kadar ilgi çekti ve tartışıldı, bilemiyorum. Fakat, Türk romanının tarihi boyunca, 1970’li yıllara kadarki kesitini ele alan önemli bir kitaptan söz etmemiz gerektiği kanısındayım. 13,5X19,5 cm ebatlarında 266 sayfalık bu kitabın arka sayfadaki tanıtım alıntısında şu satırlara rastlıyoruz: Felatunların alafranga evleri, Kırık hayatların sığınağı “Aşiyan”lar, Naim Efendi’nin imparatorluğun izinde adım adım çöken konağı. Şişli’de yükselen apartmanların çiğ ve parlak ışığından gözü kamaşan Neriman’lar. Cevdet Bey’in “saat gibi” işleyen burjuva evi ve bu evin dayandığı bütün değerlere “evsizleşerek” karşı çıkan Selimler... Türk insanının evle imtihanı. Fakat özellikle konut ve apartman... Sadece iki mimari yapı değil, birbirine tamamen karşıt değerlerin mekanları. Biri yıkılırken diğeri yükselen iki dünya... Türk toplumunun batıdan doğuya, gelenekselden moderne, imparatorluktan cumhuriyete geçişinin iki anahtar simgesi... Türk romanında Ev sarılan Rakım Efendi ve Pera’daki yeni apartmanların insanı Felatun Bey. Türkçeyi değil Fransızcayı seven; mobilyanın Barok’unu tercih eden; fiziksel olarak Beyoğlu’nda ama ruhsal olarak Paris’te yaşayan Felatun Bey’in karşısındaki Rakım Efendi; çöken Konak’la beraber göçen bir İstanbul efendisidir. Ahmet Mithat Efendi’nin başlattığı bu KONAK temasını edebiyatımızda en başarılı şekilde ele alan yazarımız ise; Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve O’nun Kiralık Konak adlı eseridir. Bu kitap ise Sodome ve Gomore ile Sürgün romanları ile beraber okunduğunda; bence kültür tarihimizin en büyük üçlemesi ile karşılaşırız. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun tüm eserlerinin İLETİŞİM YAYINLARI’ndan basımları mevcuttur.) Yakup Kadri; içinde yer aldığı Handan İnci kitabı insana bunları düşündürttürüyor. Mimarlığın uzandığı o devasa yolculuğun tarifi imkansız serüvenini anlatıyor. Ve 1970’lere geliyor. Sevgi Soysal’ın romanlarına, Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’ne.... Kağan Güner Türk romanında Ev ROMAN VE MEKAN Kitap (2003) KADRO Hareketi’nin de Cumhuriyet’e soldan bakan halkçı ve devletçi ideolojisi ile; Felatun Bey ile Rakım Efendi ikileminin karşısına başarılı bir kurguyla “Cumhuriyet” aydını koyar. Daha doğrusu bu aydının tarih sahnesindeki zorunlu ve devrimci yerine ayna tutarak bir tarifte bulunur. Kiralık Konak’ta ilk önce mobilyalar değişir. Rokoko mobilyalar gelir. Ardından Türkçe’nin yerini Fransızca alır. Son aşama ise Konak’ın terkedilerek Pera’da bir apartman dairesine taşınma öyküsüdür. Konak bir çöküş ise yerine gelen Apartman da Batıya hayran bir züppeleşmedir. Bu züppeleşmenin arasında Ne Batıcılık ve ne de Doğuculuk. Cumhuriyetçilik ve Ulusalcılık diyen bir Yakup Kadri vardır. Türk romanında bu iki simgenin macerasını izlemek bile, evin toplumsal ve bireysel yaşayıştaki rolünün ne kadar derin olduğunu gösteriyor. Bu kitapta 1870’lerden 1970’lere kadar Türk toplumunun yaşadığı sosyal ve siyasi sarsıntıların, değişimlerin Türk romanına nasıl yansılıdığı bir mikro ölçek olan ev üzerinden incelenmiştir. Türk romanı ise, eğer okumasını bilirsek Türk mimarlığının kültürel çalışma laboratuarıdır. Handan İnci, herşeyden önce bunu gösteriyor. Ahmet Mithat Efendi’nin ‘Felatun Bey ile Rakım Efendi’ sadece Türk romanının değil ama Türk mimarisinin de bir incelenme yapıtı. Osmanlı’nın son döneminde Alafranga ile Alaturka arasındaki; Oriental ile Occidental’in o muazzam çatışmasını mekan boyutunda irdeliyor. Çöken Osmanlı’nın simgesi olan Konak’a Handan İnci, bu analizlerde bizi bir yolculuğa davet ediyor. Roman, Mekan, Kent ve Mimarlık... Zira, romandır duvarların sesini bize anlatan, koridorların yalnızlığını, isyan günlerinde bir şehri tasvir eden, insana ‘kardeşin duymaz, eloğlu duyar’ dedirten anların tarifidir sözünü ettiğimiz... Ve bu durumlarda ya dört duvar arasındayızdır, ya da kent meydanlarında... + Bu züppeleşmenin kültürel tahribatını ise Sodome ve Gomorre adlı romanında ameliyat masasına yatırır, Yakup Kadri. İstanbul’un işgal yıllarında, Boğaz’daki bir yalıyı satan alan bir İngiliz subayı, yalıyı kendi zevkine göre döşer. Her odasında başka bir stilden mobilyalar grubu vardır. CMYK Dr. Handan İnci Elçi Mimar Sinan Üniversitesi – Edebiyat Fakültesi öğretim görevlilerinden olan Doç.Dr. Handan İnci’nin uzmanlık alanları; ‘Tanzimat’tan Günümüze Edebiyat Tartışmaları’, ‘Çağdaş Türk Romanı’ ve ‘Türk Romanı’nda Ev’olarak sıralanıyor. ROMAN VE MEKAN-TÜRK ROMANINDA EV(2003) ve BİR EDEBİYAT USTASI-ZEYNEP KERMAN(2009) adlı iki kitabı bulunuyor. + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 NİSAN. SAYI 5. 2010. 14 SORULAR- CEVAPLAR/ YANLIŞLAR- DOĞRULAR Ercan HoŞKARA [email protected] SAYFA Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” FARKINA VARMAK, FARKINDA OLMAK Planlama ve tasarımın önemini kavramamış olmanın yarattığı sorunları ve bunun kent yaşamımızın ve mimari çevremizin niteliğini nasıl etkilediğini farkına varmak, soruna karşı kayıtsız kalmamak adına belki de yaşanması gereken en önemli aşamadır. Ercan Hoşkara Bina cepheleri işgal altında Gazimağusa’da bir sosyal konut binası. Bina cephesi klimalar ve antenler tarafından kaplanmış durumda. Çöp toplama biçimimiz ve sokaklarımız Gazimağusa’da bir bina. Bina cephesi tesisat borularıyla tamamıyla kaplanmış durumda. Gazimağusa’da bazı çöp konteynerleri. Yolun orta yerinde, çevreye karşı duyarlılık minimum düzeyde. İkisi arasında fark var, arkasında kim / ne var? Kaldırımlar işgal altında Bu sorunların nedenleri arasında imkanlarımızın sınırlı olması yer alabilir, ama görülen o ki bunun yanında önceliklerimiz de farklı. Yaşadığımız kentlerin iyi planlanması ve mimari çevremizin tasarlanması ve bu plan ve tasarımlara uyulması, bugüne kadar öncelikli bir konu olamamış bizler için. Fakat, yaşam kalitemizin artırılması için planlama ve tasarımın öncelikli bir konu olduğunun farkında olmamızın ve buna kayıtsız kalmamamızın zamanı çoktan gelmiştir. + CMYK + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 NİSAN. SAYI 5. 2010. GÜNCEL HABERLER Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] - [email protected] SAYFA 15 Kutsal ÖztÜRK- Begüm MozaİKCİ MUHTEŞEM YAPILAR Mimarlar tasarımda sınır tanımıyor. Son günlerde ardı ardına muhteşem mimari eserlerin yapılacağını müjdeleyen haberler gözümüze çarpıyor.. Tüm bu muhteşem yapılar o kadar heyecan verici ki, hepsini sizlerle paylaşmak isterdik. Ama takdir edersiniz ki sinirli sayfamızda bu mümkün değil. Biz de birkaç tanesini seçtik. Tüm bu haberlerin bir şekilde mimariye olan bakışımızı etkileyip; gelecekte kendi ülkemizde ve kendi koşullarımıza uygun böylesi muhteşem yapılar görmek dileğiyle. Pompidou-Metz Sanat Müzesi Fransa’da yükseliyor Paris’teki modern sanat müzesi Centre Pompidou için yapılan orijinal eklenti Centre Pompidou-Metz, tamamlanmak üzere. Shigeru Ban ve Jean de Gastines tarafından tasarlanan şık eğimli yapı, Çin şapka ve köprülerinin teknik özelliklerinden ilham alıyor. Bina, hem çok iyi bir şekilde kalkan oluştururken hem de sanata adanmış müthiş bir alan yaratıyor. Çılgın Mimarın Son Marifeti Sıra dışı eserleriyle tanınan ve ismi uzun süre İstanbul-Tepebaşı Kültür projesi ile de anılan Kanadalı mimar Frank Gehry`nin son olarak Las Vegas`taki bir sağlık merkezi için çizdiği bina da tamamlanmak üzere. Tasarımını yaptığı Cleveland Kliniği`nin Lou Ruvo Akıl Sağlık Merkezi binasını ziyaret eden Gehry, bazılarının inşaatı devam eden yapıyı abartılı bulabileceğini, ancak kendisinin aynı fikirde olmadığını söyledi. Binanın nefesini kestiğini belirten 81 yaşındaki ünlü mimar, yapının Las Vegas`taki çok katlı kumarhane ve binalarla da uyumlu olduğunu ifade etti. İlginç mimarisiyle dikkat çeken ninanın çok sayıda etkinliğe ve resepsiyona ev sahipliği yapmasını beklediğini belirten Her ne kadar binanın yapısı garip formların ilginç bir birleşimi gibi görünse Gehry, bu sayede Cleveland Kliniği`ne de yüksek gelir getirebileceğini umduğunu söyledi. de, Centre Pomidou-Metz çok iyi düşünülmüş bir mimari eser. Ban ve Gastines, bir “süper-yapı”ya ulaşmak amacıyla tasarladı. Ahşap altıgen birimlerden oluşmuş kıvrımlı bir çatı, merkezde metalik bir sarmal ve dört konik sütunla destekleniyor. Kaynak: Inhabitat Fotoğraf Kaynak: http://www.mimdap.org Çeviri: Mimdap Kanadalı mimar daha önce, aralarında Los Angeles`taki Walt Disney Konser Salonu, Seattle`daki Experience Müzik Projesi ve İspanya`nın Bilbao şehrindeki Guggenheim Müzesi binalarının da bulunduğu çok sayıda sıra dışı esere imza atmıştır. Ünlü mimarın ismi uzun süre Suna İnan Kıraç Vakfı`nın İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile birlikte gerçekleştirmeyi tasarladığı Tepebaşı Kültür Merkezi projesi için de anılmıştı. Kaynak: Azure Cleveland Kliniği- Frank Gehry Fotoğraf Kaynak: http://www.mimdap.org + CMYK Centre Pomidou-Metz + + REKLAM CMYK